DIYANET ILMI DERGI • EKIM- KASIM- ARALIK 1992 • ClLT: 28 • SAYI: 4
HAZRET-İ PEYGAMBER'İN VASlFLARI* D Yazan : el-Hac Hoca KEMALETIİN**
D Çeviren: Nevzat OKUMUŞ***
D e ki: "Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, gerçekten, hep alemierin Rabbi içindir. Onun ortağı yoktur. Ben onunla emrolundum. Ve ben inananların ilkiyim." (Kur' an-ı Kerim, 6/163-4)
Muttalip (Şeybe) nin o~lu Abdullah'ın o~lu Muhammed (SAS) tarihi bir karaktere sahiptir. Hz. Muhammed'in varlı~nda zerre kadar şüphe
yoktur. Aşa~da sunulacak olan hayatı, gerçe~in ifadesidir. Hz.Muhammed (SAS) Rebiü'l-Evvel ayının 12. gecesi, 570 Miladi yılında, şe
refli bir ailenin arasında do~du. Kendisi Kureyşlilerin soyca en üstünü olan Haşimo~arındandır. Dedesi Abdulmuttalip, Kabe'nin muhafızı idi. Do~mundan bir müddet önce babası Abdullah'ı kaybeden Hz.Muhammed (SAS) henüz altı yaşlarında bir çocuk iken de anasını kaybetti. Do~umu, bilinen bir ailede gerçekleşmesine ra~men; daha sonra meşakkatli bir hayatla karşılaştı; yetim çocuk dedesi tarafından himaye edildi. Dedesi ölüm yata~nda iken onu, o~lu Ebu Talib'e teslim etti. Hz.Muhammed (SAS) ilk yıllarını, amcası Ebu Talib'in yanında geçirdi. Görünümü ve üstün hoş görüşüyle, kendini ziyaret edenlerin sevgisini kazandı. Daha dokuz yaşında iken Sureye'ye ticari bir seyahata gitmişti. Durak yerlerinden birisi olan Busra'da, Bahire isimli bir Arap keşişi ile karşılaştılar. Keşiş; yetim çocu~un ilerideki ihtişam ve azametini görmüş, simasındaki işaretiere bakarak konuya par-
* Griünal adı: "The Historical Prophet" olan risale Lahor (Pakistan) Dini Eserler Yayın Derneği tarafından Ingilizce olarak yayınlanmıştır.
** Woking Islam Cemiyeti Kurucusu ve lmamı, Ingiltere. *** Diy. İşi. Başkanlığı, Din Eğt. Uzmanı
• 61 •
mak basmıştı. Ilk bakışta O'nun, insanlığın kurtarıcıası olduğunu anlamıştı. Yolculuk sırasında kedisini tehlikelerden ve çeşitli düşmanlıklardan koruması için Ebu Talib'i uyardı.
Hz. Peygamber yirmibeş yaşına kadar hayatın zorluklarını göğüsleyerek geldi. Merhameti, yaratılışındak
1
i uysallığı, temiz karakteri, yaptığı iyilikler kendisini takip edenlere sevgisini kazandırmış ve toplum içinde kendisine "el-Emin" lakabının verilmesine sebep olmuştur.
Erginlik çağına gelince, Hatice isminde zengin bir hanımla tanıştı. Onun işi için bir kaç defa Suriye'ye ticari maksatla seyahat etti.
İşvereni durumundaki o zengin bayan bir müddet sonra Hz. Muhammed ile evlendi. Evlilikleri son derece mutlu geçti. Hatice O'ndan ondört yaş büyük olmasına rağmen, Hatice'yi tam bir sadakatla sevmişti.
Hz. Peygamber (SAS) eşinin işlerini gayet iyi yürüterek gelirlerinin fazlalaşmasına yardımcı oldu. Hz. Hatice hayatta iken ona daima derin bir sevgi duymuş, öldükten sonra da onu, büyük bir sevgiyle anmıştır.
Hz. Peygamber (SAS) dünyada zühd içinde yaşadı. Kırk yaşından önceki son yıllarda, her sene Ramazan ayı boyunca ibadet gayesiyle inzivaya çekilmek onun vazgeçilmez iidetlerindendi. Yalnızlık, O'nun için adeta bir aşktı. Sık sık gecelerini, Hirii Dağında geçirirdi. Orada derin düşüncelere dalardı. İçinimanevi duygularla muaşeret ederek doldurmuştu. Gecenin zifiri karanlığında, sessiz dünyasında içi ilhamla doluyordu. Birdenbire gökten gittikçe yaklaşan korkunç bir ses duydu, ışık gördü: ''Sen bir insansın, sen bir Peygambersin!.'' O ses, bütün insanları ikaz etmek için; "Alemlerin Rabbi adıyla" yüksek sesle okumasını emrediyordu.
Bu sırada O, neleri düşünüyordu? Peygamber olmak aklından bile geçmiyordu; hele hilekarlık asla değil! Yoğun zihn1 mürakebe, onu öyle sıkıyordu ki, kendisinin delirdiğini zanetti. O, insanlığın kurtarılınasındaki asil sorumluluğun henüz farkına varmamıştı. Söylenen sözleri kalbine yerleştirerek kendine geldiğinde titreyerek evine döndü. Hz. Hatice'ye şöyle seslendi: "Beni örtünüz, üstümü örtün üz." Hz. Hatice, O'nun istediği şekilde üstünü örttü. Bahsedilen korku ve endişe geçince O, Hatice'ye hitaben; "Neler oldu?" dedi ve şöyle ilave etti: "Ben hayatımdan korkuyorum." Hz. Hatice ona cevaben: "Ey Ebe'l-Kasım! Allah, seni ko,·ur. Bu en güzelli deri, iman muhiifızını, doğruyu söyleyen seni Cenabı Allah kesinlikle yalnız başına bırakmayacak ve terketmeyecektir. Sen mutluluk içinde ve arkadaşlarınla beraber olacaksın, kötülükler içinde kalmayacaksını Sana neler oldu? Sen herhangi bir kötülük gördün mü?" Eşi Hatice, Hz.Peygamberin bütün insanlık alemi için seçilmiş bir peygamber olduğunu, en içten ve inanarak söylüyordu; Keder ve üzüntü yerine mutluluk ve saadette olmasını ısrarla savunuyordu. Hz.Hatice daha sonra Hz.Peygamberi, Kitab-ı Mukaddes'i çok iyi bilen yaşlı ve iimii amcası (veya amcaziidesi) Varaka'ya götürdü .
• 62.
Varaka şöyle dedi: "Hayatım kendi kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki O, seni bütün malılakata peygamber seçti. Namusü'l-Ekber (Cibril) Allah'ın mesajını, en yüksekierden sana getirdi. İçinde bulunduğun tQolum seninle al~v ve istihza edecek, seni yalanlayacak, sana eza ve cefa edeceklerdir. Seni memleketinden çıkaracak, seninle harp yapacaklardır. Keşke o zamana kadar yaşayıp senin için dövüş üp senin için ölseydim."
Bir süre sonra Varaka öldü, aradan bir zaman geçtikten sonra, Hz. Peygamber'e vahy yine geldi. O'nun, bu günden itibaren en büyük mucizesi, Kur'an-ı Kerim di. Yüce Peygamber, hariku'l-ade memuriyetinde başarılı olması için Allah'a dua ediyordu.
O, gerçekten ümmi olmasına rağmen, hariku'l-ade bir kültür sahibi idi. Kur'an-ı Kerim'in benzeri yeryüzünde yoktur. Kur'an'ın yokluğundan veya mukaddes bir kitap olmadığından bahsetmek boş bir işle uğraşmak demektir. Kur'an-i Kerim, dünyanın eşsiz bir barikasıdır.
Vahyin başlangıcından itibaren, Hz.Muhammed (SAS) görevinin çok yüce olduğunu bildi. Sadece istenilene cevap verdi. O, hayatını insanlık için vakfetti. O, Allah'ın kulu ve Peygamberidir. İnsanları doğ:-u yola çağırmak için, eza ve cefalara katlanarak, hakaret ve sövüp saymalara dayanarak, kendi reformlarının gerçekleşmesi için va'z etti, Allah'tan aldığı emirlerin yayılmasıyla meşgüldü. Dünya tarihinde, Hz. Muhammed (SAS) gibi, bir gaye uğrunda seferber olan bir kişi daha yoktur. O, sevinçli ve sıkıntılı zamanlarında peygamberlik görevini, nefsini düşünmeden büyük bir şevkle yerine getirdi.
Peygamberliğinin ilk üç yılında kendine bağlı olan birkaç kişiye kendisi ile ilgili olayları anlattı. Dinin yayılması gayet yavaş gidiyordu. Allah tarafından kendisine verilen görevleri açıklamak maksadıyla akrabalarının erkeklerini kendi evine çağırdı. Onlar geldiler, fakat onunla alay ettiler. Bu gibi toplantıların pek fayda vermemesi üzerine, Muhammed (SAS) gayet açık olarak tebliğ görevini genişletti. Bu hareket, az da olsa başarılı oldu.
Hz. Muhammed'in müşriklerin putları hakkında açıktan konuşması onların hiddetlerini kamçılıyordu. İnanmayanların eza ve cefası doruk noktasına gelmişti. Müslümanlar ibadet ederlerken taşa tutuldular, Kureyşlilerin düşmanlıkları, müslümanlar nereye gittiyseler orada devam etti. işkencelerini tam bir organize içinde sürdürdüler. Ramda ve Baka isimli bölgeler, eza ve cefada, zulüm sahnesi haline geldi. Yasir ve hanımı Sümeyye'yi işkence ile öldürüp, oğulları Ammar'ı çok tehdit ettiler. islam için zulme uğrayanlar sadece bunlardan ibaret değildi. Hz.Muhammed (SAS) kendine yapılan işkencelere sabır ve tahammül gösteriyordu. Bu işkence ve zulüm işi onüç yıldan fazla sürdü. Bunlara karşılık O, tebliğ davasından bir dakika olsun uzak kalmadı. Sahabilerine başka yerlere hicret etmelerini salık veriyordu.
• 63.
Onlar iki defa Habeşistan'a göç ettiler. Kureyşliler, bu hareketlerden netice almadıklarını bir toplantıda ortaya koyarak, Hz. Peygamber'le görüşmek için bir heyet hazırladılar. Heyet'in reisi Rabia'nın oğlu Utbe idi; konuşma esnasında pwgambere: "Ey kardeşimin oğlu, sen gayet üstün bir mertebede iken, değerini düşürüyorsun. Ailemizin arasına kavga ve nifak, toplumumuzun içine ayrılık tohumlarını ekiyorsun. Ecdadımızı Allah'a karşı hürmetsizlikle itharn edip, tanrı ve tanrıçalanınıza hakaret ediyorsun. Sana bazı tekliflerimiz var: Bu hareketlerinle zengin olmak istiyorsan, bizden herhangi birimizin sahip olduğu, en geniş imkanı sana verelim. Eğer kabul edersen, Ôaşımıza emir yapıp, sensiz hiç bir iş yapmayacağımıza söz verelim. Eğer hükümdar olmak istiyorsan, seni kendimize kıral seçip hepimizin hükümdan ol, eğer muradın kadın ise, ismini ver, onu sana bulup getirelim." dediler. Hilekar ve bir yalancı için ne de büyük fırsat! Şu Muhammed bütün Arap aleminin hükümdan olacak; kendini kabul ettirdikten sonra, o, Kureyşlileri zorla kendi dinine döndürecek. Fakat Hz. Peygamber ne bir yalancı, ne de bir hilekar idi. Hz. Peygamber onlara aşağıda meali verilen ayeti celilelerle mükabelede bulundu:
"Hii, Mim. Bu kitap, merhamet eden, ve merhametli olan Allah'ın katından indirilmedir; Bilen bir millet için müjdeci ve uyarıcı olmak üzere Arapça okunarak, ayetlerin uzun uzun açıklanmıştır. Ama insanlarm çoğu yüz çevirmiştir, onlar işitmezler de. "Ey Muhammed! Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda ağırlık, bizimle senin aranda anlaşmamamıza engel verdır; istediğini yap, biz de yapacağız." derler. Ey Muhammed! onlara söyle: "Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana tanrınızın tek bir tanrı olduğu vahyohınuyor. Artık ona yönelin, ondan bağışlanma dileyin; vay ortak koşanlara!" Onlar zekat vermezler; ahireti inkar edenler de yalnız onlardır. Doğrusu inapıp yararlı iş işleyenlere, onlara, kesintisiz bir ecir vardır." (Kur'an-ı Kerim, 4111-8)
Hz.Muhammed bu ayetleri okuduktan sonra Utbe'ye şöyle dedi: "Sen (okunam) dinledin, şimdi sana en uygun olanı al." Kureyşliler, Hz.Muhammed'i zorla Ka'be'den çıkarıp, Peygamber'in amcası Ebu Talib'e gittiler, şöyle dediler. "Ey Ebu Talip, yaşına ve soyuna saygı gösteririz, fakat yeğeninin, ilahlarımız hakkında sarfetmiş olduğu sözlerle sana olan hürmetimizin son noktasına gelmiş bulunmaktayız, artık sabrımız tükenmek üzeredir. Ya onu yaptıklarından vazgeçirir veya kendinde onun yanında saf olursun. Biz iki guruptan birinin galip gelmesine kadar harp yapacağız. Bu gibi konuşmalar devam etti. Ebu Talip Hz. Peygamber' e yalvararak, üstlenmiş olduğu işi bırakmasını istirham etti. O esnada Peygamberin düşüncelerini hayal ediniz! Bir tarafta, onu öldürmeye kasteden putperest Mekkeliler; diğer tarafta ise, üstlenmiş olduğu görevi terket, diyebilecek, ihtiyar ve onu uzun zaman himaye ederniyecek amcası ile Kadir-i Mutlaktan aldığı emirleri hiç bir şeyden futur etmeden açıklanmasını isteyen ilahi emirler vardı. Gerçekten çok güç bir yargılama idi. Fakat Hz. Peygamber metanetle: "Ey sevgili amcacığım! Beni davamdan vazgeçirmek için güneşi sağ elime, ayı sol elime verseniz
• 64.
asla ben bu davadan vaz geçmem. Ancak Allah'tan açık bir beyan gelince ben bu dava yolunda ölünce vaz geçerim '' buyurdu.
Çok sevgili amcasının himayesinden uzak kalma düşüncesi, onu ciddi bir şekilde hırpalamıştı. Akan gözyaşları içinde amcasının kendisine bundan böyle yardım etmemesini yalvararak istedi. Ebu Talip ise şöyle cevap verdi: "Rıza-ı Bari için, seni ne memnun edecekse onu söyle, asla seni yalnız bırakmayacağım."
Ebu Talip Miladi 619 yılında vefat etti. Onunu ölümüyle Kureyşliler işkencelerini artırdılar. {Müslümanlara) erzak ve su gibi günlük tüketilen şeylerde azaltmaya gittiler. Hz.Muhammed azadlı kölesi Zeyd ile Taif'e gitti. Hürmet göreceği yerde, taşlanarak şehirden çıkarıldı. Yara bere içinde Mekke'ye dönen Peygamber bu yorgunlukla kendini ibadete verdi. O, asla kavmine beddua etmedi. Ellerini semaya açarak, gözyaşlarıyla Allah'a şöyle niyazda bulundu: "Ey Allahım, kavmimi doğru yola hidayet et. Onlar bilmiyorlar; onlara, Hakkı anlamada yardımcı ol, onları asla yalnız bırakma, ihtimal ki onlardan bazıları hidayete gelir de Kur'an-ı Kerim'i başkalarına anlatır lar."
"Ey esirgeyici ve bağışlayıcı ulu Allah'ım, bu anı ve bundan sonrasını sulh edip saadet veren, bütün karanlıkları izale eden, azametinin yüceliğine sığınıyorum. Hoşnut olacağın işleri yapabilmem için zorkluklarımı gider, güç ve yardım ancak sendendir .... "
Taif'ten döndüğünde ashab ve kendisi için yaşanınası artık mümkün olmayan Mekke'den Medine'ye göç etmelerini tavsiye etti. Hz. Ebubekir ve Hz.Ali ile Mekke'de kalıp, mertçe ve korkusuzca ilahi da'veti sürdürdü. Karşı tarafın tutumları çok değişikti. Amcazadesi Ebu Cehl'in teklifiyle Müşrikler Müslümanları öldürmek için toplantılar yaptılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber ve Hz. Ebubekir Mekkelilerin şerrinden korun up kendilerini karşılayan Medine'ye hicret ettiler.
Hz. Muhammet (SAS) birçok büyük ve küçük savı.ş yapmak zorunda kalmıştır. Burada onları anlatmayacağım. Bir Peygamberin kendi topraklarını müdafaa etmesi kesinlikle kınanamaz. Alızap Savaşı sırasında da düşman Medine'yi kuşatmıştı.
O, çok kısa zamanda Medine'de bir ordu ve devlete sahip oldu. 52 yaşlarında iken bütün Arap memleketlerinde büyük reformlar gerçekleştirdi. Putperesderin adetlerini yıkarak kökten kaldırdı. En düşük seviyede muamele gören kadını en yüksek mertebeye çıkardı. Kandavalarınada kesin bir çözüm getirdi. Savaşlar için kesin kaideler koydu. Tarihte ilk defa insanlar arasında kardeşlik bağını kurarak, aralarında uygulanan hukuk sistemini meydana getirdi.
Bazı insanlar bu gibi İcraatların kılıç zoruyla başarıldığına inanırlar, halbuki asla!.. Zorla yaptırılan işler kesinlikle süreklilik kazanmaz. Allah ve Peygaberi tarafından yapılması istenen fiil ve hareketler, başlangıçtan günümüze kadar devam etmektedir. Toplum içinde Peygambere gösterilen sevgi ve saygının, bir baskıyla meydana gelmesi mümkün değildir. Hz. Peygamber, Hz. İsa'ya ihanet etmiş ve basit menfaatlar karşısında yalnız bırakmış, "Juda" gibi bir dosta sahip olmadığı
• 65 •
gibi, bir horoz'un ötüşü esnasında, onu üç kere inkar ve tekzip eden "Peter" de yoktu. Onun meydana getirdiği ruh, "Yasir ve hanımının seve seve ölüme gitmelerinden açıkça görülmektedir. Öyle bir ruh ki!.. Yasir putperestler tarafından tutsak edilmiş, elleri ve ayakları dört deveye bağlanmış ve her biri değişik yönlere çektirerek eziyet edilmişti. Böylece onun bedeni dört parçaya ayrılmıştı. O ise bu esnada tek olan Allah' a inandığını söyleyerek şöyle haykırıyordu: "Allah'tan başka ilah yok, Muhammed(SAS) onun kulu ve elçisidir."
Hz.Peygamber, Zeyd ve ailesi gibi nice mücahit insanlar yetiştirdi ki, onlara hürriyet verilip ailelerinin yanına dönme ve müşriklerin kullandıkları şeyleri ortak kullanmayı bile reddetmişlerdir. Bilal ve emsali insanların kalbini fethederek kendine müezzin yapmıştır. O insanlar Mekkeliler tarafından kızgın kumlar üzerinde ta ölünceye kadar sürüklenmiştir. Fakat inançlarından asla yazgeçmemişlerdir. Ta ki bütün Mekke, Medine ve Kudüs minarelerinden Allah'ın birliği ilan edilineeye kadar ...
Hz. Muhammed, Mekke'ye bütün İslam aleminin lideri sıfatıyla tekrar geldiğinde, hiç kimseden intikam almaya kalkışmadı. O, merhametsiz değildi. Onun gibi anlayışlı ve ünsiyetli bir insan daha, dünya'ya gelmemiştir. Affettiği kimseler sayısızdır. Kendisine zehir li yemeği sunan, sahabelerden birinin ölümüne sebeb olan yahudi asıllı Zeyneb'i bile affetti. Uhud muharebesinde Hz. Hamza'nın ciğerini yerinden sökerek çiğneyen, (Ebu Süfyan'ın eşi) Hind'i dahi bağışladı. O'na en şiddetli İşkenceyi layık gören Mekke'li müşriklerden bile intikam alınayıp affetti. İslam'ın galibiyeti, müşriklerin zannettiği gibi asla kılıç zoruyla olmamıştır. İslam düşmanları, büyük kuvvetleriyle İslam Cumhuriyeti'ni yıkmak için gayret sarfettiler. Fakat müslümanlar onlara karşı savaş yaparak, başarı. elde edip, her başarıda fatihlerin akıllarını durgunlukta bırakan merhamet ve sevgileriyle fethettikleri yerlerin insanlarını İslam'a kazandırıyorlardı.
Hz. Muhammed'in hayatı üzerinde çalışmak, çocuğun şefkatli babasını, kölenin merhametli efendisini, hürriyetini karşılıksız alan cariyenin sahibini sevdiği gibi, O'nu bana sevdirdi. O ki, ebed'i mahkümiyetten bizleri korudu. O gelmeden evvel insanlık cehennemi bir azap içindeydi. Bize, ALLAH'ın kitabına uyduğumuz müddetçe kendisiyle beraber olacağımızın müjdesini verdi. Ve; "Ey insanlar! Üzülmeyiniz, ilaili emidere bağlı kalırsanız O'nunla beraber olursunuz." dedi. O'nun amacı İslam'ı anlatıp, "Ben Hak'kın yolundayım!" diyecek kadar cür'etli insanları yetiştirmekti. Peygamberin etkileyici uzun hayatını okuyucularıma anlatabilirim. O nun merhameti, kadirşinaslığı, eşsiz hilkatı, sonsuz affediciliği, irfan sahibi ve son derece sabırlı oluşu sebebiyle, hem sevildi hem de yardım gördü. Hafızam bu gibi bilgilerle doludur.
Yaratıcının emrinde olmasıyla, Hz. Peygamber daima iftihar ederdi. O, ne hissi birisi idi, ne de kendini beğenmiş bir egoistti. O şöyle buyurdu: "Ben de sizin gibi bir insanım. Beni yöneten ve emrinde olduğum Allah'a ibadet ediniz." O nun hayatı islamı öğretip, anlatmaktı.
• 66.
O, bütün Arabistanın lideri olarak tanındı. Fakat kendisini asla bir kral gibi görmedi. Hırs ve tamahkarlık felsefesini kökten yıktı. Krallı~ın verdi~i debdebeden nefret etti. Aile fertlerine son derece iltifat ve itibar gösterip, oca~ı yakar, evi süpürür, koyunlarını sağar, elbiselerini, ayakkabılarını tamir ederdi. Aylarca evinde ocak yanmayacak, lambalarına yağ konulmayacak kadar kıt kanaat yaşadı. Açlığını arpa ekmeği yiyerek giderir, sütü ve balı tatmak ona mutluluk verirdi. Genellikle yiyeceği; hurma, içeceği de su idi.
1\rapların lideri idi. Böyle olmakla beraber O, lüks hayata, zenginli~e ve her istenilene malik olmuş mudur? İnsanlar o'na itaat ettiler. Oğlu İbrahim'in ölümünde güneş tutulmuştu. Durum, bazıları için bir fırsat olup, sebebini İbrahim'in ölümüne bağladıklarında; Hz. Peygamber onlara serzenişte bulunarak: "Güneş ve Ay Allah'ın birer alametidir. Onlar hiçbir kişinin ölüm ve doğumu için asla tutulmazlar" buyurdu. O, sahabilerine ısrarlı bir şekilde kendisinin Allah'ın emirlerine boyun eğen bir kul ve peygamber olduğunu ifade ediyordu. Gerçekten de o başka bir şeyle de görevli değildi.
O nun, Kur'an-ı Kerim'de tasvir edildiği üzere, insanlık için ilahi bir nimet olduğunda hiç şüphe yoktur. Teslimiyeti harikü'l-ade idi. Aşa~ıdaki dua Onu tasvir ediyor: "Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, gerçekten, hep alemlerin Rabbi içindir. O'nun ortağı yoktur. Ben inananların ilkiyim." (Kur'an-ı Kerim,
6/163-4)
Birkaç yıl içinde meydana gelen değişmeye bakınız!.. Hz. Muhammed (SAS)in karakter ve teslimiyetle elde ettiği başarı, ahlak en çöl sayılan yerleri ba~ ve bahçeye çevirmiştir. İslamdan önce ihtikar maksadıyla piyasayı ellerinde tutmakla tebarüz etmiş yarı-vahşi insanları, uyum, sevgi ve kardeşlik bağıyla birbirine bağladı. O, vazifesinde gerçekten başarılı idi. O'nun başarısı, bütün peygamberlerin başarılarından kat kat üstündü.
Hz. Peygamber (SAS) Hz. İsa'nın isteyip de yapamad•ğı şeyleri gerçekleştirdiği gibi, hiçbir zaman da "Ey Allah'ım, ismini aziz eyle, sen bütün alemler.inMüdebbirisin, yer yüzünü cennete çevir" şeklinde yalvarmarnıştır. Fakat; "Bütün hamd ve sena alemierin Rabbi olan Allah'a mahsustur. O'nun yüce ismi Azizdir. O'nun Rubı1biyyeti her şeyi şamil olduğu için emirleri ebedi nimet olan cenneti kazanmak üzere yapılmalıdır." diye nida etmiştir. Hz. Peygamber (SAS) Veda Haccında; "Ey insanlar, beni iyi dinleyiniz, bu seneden sonra aranızda olup olmayacağımı bilmiyorum. Allah'ın huzuruna varıncaya kadar hayatınız, malınız dokunulmazdır. Bu günün üzün, bu ayınızın ve her şeyinizin çok değerli olduğunu, her şeyinizden hesaba çekileceğinizi, Allah'ın huzuruna varacağınızı asla unutmayınız! ... Ey Allah'ım bana verilen görevi insanlara tebliğ ettim." buyurdu.
Oradaki cemaat hep bir ağızdan: "Gerçekten, sen bize tebliğ ettin!" dediler. Hz. Muhammed; "Ey Allah'ım! Görevimi yaptığıma şahit olmanı temenni
ediyorum" buyurdu.
• 67.
O, Miladi 8 Ağustos 632 (12 Rebiü'l-Evvelll Hicıi) Pazartesi günü Medine'de, dua ve niyaz halinde iken, ruhu a'layı illiyyine ulaştı.
Dünyada hiçbir insan onun kadar insanlığa hizmet etmemiştir. Onun asli görevi i'layı Kelimetullahtı. Yaratılmışları irşad edip, onları sevmekle yaratıcısını hoşnud etmiştir.
BÖLÜM II
YÜCE PEYGAMBERİMİZİ TANlYALlM (Şemail-i Şerif)
Peygamberimizin boyu ne fazla uzun, ne de kısayd~~ Yal~ız yürüdüğünde orta boylu göründüğü halde, toplum içinde yürüdüğünde dıger~erınden uzun boylu olduğu müşahede edilirdi. Fakat yaygın olan kanaat, onun kıloca ve boyca orta hal-
li olduğudur.
Resulullah'ın rengi; çok fazla beyaz ve buğday renkli olmamakla beraber beyaz tenliydi. Diğer karışık renklerden uzak olarak beyaz ciltliydi.
Şernail yazan bazı alimler, daima güneş ve hava ile temas halinde olan el, yüz ve boyun gibi organlarının kırmızımtırak; gün ve hava görmeyen kısımların ise saf beyaz olduğunu ifade etmektedirler. Saçları dalgalıydı. Düz, aşağıya sarkan cinsten olmayıp, çok da gür saçlı değildi. Saçlarını taradığında uzaktan saç dalgaları görünüp, omuz başlarına ilişecek şekilde, çok kere kulak yumuşaklarını kapatacak biçimde uzundular. Bazen iki örgü yapar, her birini kulak tarafına bırakır, bazen örgü yapmadan tarayarak, kulaklarının üzerine bırakır ve mübarek enseleri görünürdü.
Saç ve sakallarının ancak 17 tanesi beyazdı. Yüzü, gerçekten, diğer insanlardan çok daha güzeldi; kim onun güzelliğini tasvir etse, ondördünd,eki ay ile mukayese ederdi. Teni o kadar zarifti ki, hiddet ve sevinci beden adalelerinden anlaşılırdı. Sıddık-ı Ekber onu şöyle tarif etmiştir:
"Gece vakti ay ışığında karanlık olmadığı gibi, Başkalarının iyiliğini isteyen bir nur idi O."
Hz. Peygamberın alnı açık, kaşları ise ince ve sıktı. Kaşlarının arasında beyazımsı bir parlaklık vardı. Gözleri normal büyüklükte ve geniş; rengi kırmızıya çalan siyahtı. Kirpikleri kalın ve uzunca, daima dimdik görünüme sahipti. Burnu mütenasip bir şekilde aşağıya doğru uzunluğuna meyilli; dişleri, hafifçe seyrekti. Gülümsediğinde dişlerinin arasından ışığın geçtiği farkedilirdi. Dudakları etkik>yici bir güzellikteydi. Yanakları yumuşak olmayıp adale sertliğindeydi. Yüzü ne- uzu!l, ne de yuvarlaktı; ikisi arası ve ço,{ güzeldi. Sakallarını kendi haline bırakmAz, inti-
• 68.
zamlı ve düz bir şekilde aşağıya doğru sarkıtırdı. Bıyıklarını çok kısa tutardı. Normal uzunlukta olan boyunun güzelliği diğer insanlardan çok farklı idi. Güneş ve hava ile temasta olan kısımlar altın ve gümüş karışımından yapılmış bir vazo görünümünde idi.
Göğsü irice olup kin ve kötülüklerden arınmıstı. Bedenindeki etler diğer insanlara nisbetle fazla idi, fakat şişman değildi. Bedeni düzg_ün ve ş~ffaftı. Göğsünden göbek kısmına kadar, hafif tüylerden oluşan ince bir hat vardı. Bu bölümde kıl yoktu. Peygamber'in omuzları iri yarı idi. Omuzları, topukları ve pazuları kalın etlerle kaplıydı. Sırtı geniş, sağ omuzuna yakın kenarları kalın tüylerle kaplı, içinde sarımtırak ben, siyah bir mühür (Mührü Nübüvvet) vardı. Elleri ve kolları etli, bilekleri uzun, el ayası açık, el ve ayakları normal büyüklükteydi. Parmakları gümüş mızrak görünümündeydi, dokunulduğunda kadife gibi yumuşak; koklandığında misk ü anber saçıyordu. Bacakları, kalçaları etli idi. Bedeni kuvvetli idi; yaşının ilerlemesine rağmen adaJeleri yeni doğmuş bir bebeğin tazeliği ve zindeliğinde idi. Yürümesi sabitti. Müvazeneli bir yürüyüşe sahip olup, adımını diğer adımına eşit atardı. Fiziki bakımdan Hz. Adem'e, tabiat bakımından Hz. İbrahim'e benzerdi.
Hz. Peygamber'in Giydiği Elbiseler
Gri elbise kullanınakla beraber genellikle beyaz elbiseleri çoğunluktaydı. "Yaşamınızda ve ölümünüzde (Beyaz renkli) ketenleri kullanınız" imajını verirdi. Savaş halinde ketenden yapılan yelekieri giydiği gibi, yeleksiz olduğu zamanlar da olurdu.
Giysilerini, sağa sola sarkmamaları için, düzgün bir şekilde üstlerinden bir parça ile bağlardı. Kaftanının düğmeleri genelde kapalı, ibadet haricinde, çok nadir olarak iliksiz dururdu. Cemaatla namaz kıldığında vücudunu çarşaf büyüklüğünde birk örtü ile örterdi. O da diğer insanlar gibi yamalı elbiseler de giyerdi. Normal günlerde giyindiği elbisenin dışında, Cuma gününe ait özel elbise kullanırdı. Bazen abasının uçlarını kürek kemiklerinin üstünde bağlardı. Cenaze namazlarında nadiren bu şekilde yapardı. Evinde olduğunda bedenini sardığı şeyin uçlarını arka tarafa atarak otururdu. Siyah giysisi de vardı, fakat onu hediye olarak birisine verdi. Yakınları o siyah elbisesini ne yaptığını sorduklarında hediye olarak verdiğini ifade etti. Enes b. MIDik; Hz.Peygamberin ikindi namazını kıldınrken kullandığı cübbenin uçlarının birbirine bağlı olduğunu rivayet etmektedir.
Mührünü, llZerinde taşmiı. ~arıkla veya sarıksız baş örtüsü kullanırdı. Bazen başındaki takkeyi çıkarıp namaz kılmak için "sütre"yapar, ona doğru namaz kılardı. Sarığı olmadığı zamanlarda alnına bir şeyler bağlardı. Sankiarından birisinin adı "Sahab" idi, onu Hz. Ali'ye hediye etmişti. Hz.Ali, Peygamberimizin yanına o sarık ile geldiğinde; Efendimiz: "Ali, Sahab'ı giyerek bana geldi" buyururdu. Sarığını sararken saMan sola doğru başlayıp, çıkarırken soldan sağa doğru çözerdi. Yeni bir elbiseye sahip olduğunda, eskisini mutlaka muhtaç olanlara he-
• 69.
diye verirdi. Onun yaklaşık iki metre uzunluğunda, bir metre genişliğinde, yüzü deri, içinde de hurma lifi olan bir minderi vardı. Kolayca toplanabilen bir battaniyeye sahipti. Oturmak veya yatmak arzu ettiğinde, onu kullanır, bunun haricinde yatmak ve üzerinde oturmak için fazla bir şeyi yoktu.
BÖLÜM III
HZ. PEYGAMBER'İN AHLAKi VE İCTİMAi KARAKTERi (Hoşgörüşü, Samimiyeti ve Nezaketi)
Hz.Peygamber, kime öğüt verdiyse o, toplum içinde gayet muteber bir insan durumuna gelmiştir. O, ne kadınları, ne de köleleri, hiç kimseyi lanetlememiştir. Kedisine zulum ve işkence edenlere lanet etmesi istenildiğinde; "Merhamet etmek, lanet etmekten daha yararlıdır" cevabını vermiştir. Müslim ve gayr-i müslim tefrik etmeksizin, lütüf ve merhameti lanete tercih etmiştir. O, cihadın dışında, kims'eye el kaldırmamış; ve Allah'ın düşmanları dışında, hiç kimseden intikam almamıştır. İki alternatiften birisini seçmek zorunda kaldığında, daima en uygun, en kolay olanı ve hiç bir kötü tarafı olmayanı seçmiştir. Herhangi bir kadın, erkek veya köle, bir şey istediğinde, isteklerini kesinlikle reddetmemiştir. Hz.Enes şöyle rivayet eder: "Gerçek şu ki; Peygamber'le şu kadar zaman beraber oldum; yaptığım şey için ''niye yaptın?'', yapmadığım şey için de ''neden ya prnadın?'' dediğini işitmedim. ''
Peygamberimiz geeelernek için hiçbir şeyi problem etmezdi. Yatılacak bir şeyi hazır bulduğunda, onun üzerinde uyurdu, bir şey bulamadığında, toprak üzerinde yatardı. Karşılaştığı insanlarla mutlaka selamlaşırdı. Biri onu kendisine vekil tayin ettiğinde, işi sonuçlanınca ya kadar, en güzel şekilde takip ederdi. Birisi ile tokalaştığında karşısındaki şahıs elini bırakmadan, onun elini kesinlikle bırakmazdı. Ashabı ile karşılaştığında ister oturmuş, ister ayakta olsun, ilk defa O tokalaşmaya gayret ederdi. Dili daima zikirle meşguldü. Herhangi birisi onu ziyarete geldiğinde, namazda ise kısa keser gelen kişinin ihtiyacını giderdikten sonra ibadetine devam ederdi.
İki dizini kenetleyerek otururdu. Bu oturuş şekli sahabenin de adetiydi. Mecliste boş bulduğu yere otururdu. Oturulan yerleri daraltmamak (Edep ve terbiye icabı) için cemaat içinde ayaklarını uzatarak asla oturmazdı. Yalnız olduğunda veya cemaatte boşluk varsa otururdu. Akrabası olmayanlar bile, kendisini ziyarete geldiklerinde onlarla hoş sohbet eder, onları mutlu kılar, örtüsünü yere sererek üzerine oturturdu. Kullandığı yastığını ziyaretçilerine verir, ziyaretçi, almak istemediğinde yastığını ortaklaşa kullanmak için israr ederdi. Her kim onunla sevgi bağını geliştirdi ise, onun diğer insanlardan farklı olduğunu söylerdi. Hz. Peygamber, ziyaretçilere, sosyal durumlarına göre değer verirdi. Mamafih, toplum içindeki
• 70.
konuşmaları tam bir nezaket ve alçakgönüllülük içinde devam etmiş ve yüce Mevla onun hakkında Ali İmran 159. ayetinde şöyle buyurmuştur: "Ancak Allah'ın rahmetiyledir ki sen onlara yumuşak (ve hoş görüyle) davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, herhalde etrafından dağılır, giderlerdi". İnsanları memnun etmek için onları aşiret ve kavimlerinin adlarıyla da çağırırdı. Çok meşhur olmayan kimselere bile iltifat ederdi. Sıradan bir insanla fikir teatisinde bulunurdu. Çocuk sahibi hanımları çocuklarının ismiyle; çocuksuz hanımları da kavimlerinin adıyla çağırırdı. Çocukları, isimleriyle çağırarak onların gönüllerini alırdı. Çok cömertti. Cemaati arasında kavga ve niza yoktu. Dünyadan ayrılırken şöyle buyurdu: "Kudsiyet ve hamd sana olsun, ey Allah'ım! .. Şehadet ederim ki senden başka bir Halık yoktur!"
Hoşgörüşü ve Bağışlaması
intikam almak kudretine sahip olduğu halde kendisini üzen ve eziyet veren herkesi, affetmiştir. Hz. Peygamber insanların en sabırlısı olup, suçluları bağışlamak bakımından da eşsizdi. Başkalarının aleyhinde konuşanları kesinlikle dinlemezdi. Sahabilerine beslediği sevginin azalmaması için, onların hakkında kötü bir şey söylenilmemesini her defasında hatırlatırdı.
Hz. Peygamber çok şeffaf bir ten'e sahipti. Cildinin içi ile dışı adeta birdi. Öfke veya sevinci yüz hatlarından anlaşılırdı. Kimseden nefret ettiğini asla söylememiştir. Peygamber Efendimize, çok ca parfüm sürünmüş birisi geldi, kendisi o tür kokudan nefret ettiği halde, ona bir şey söylemedi. O kişi makamdan ayrılıp gittiğinde, yanındakilere; bu zat dışarıya çıktığında, süründüğü bu kokuyu kullanmamasının çok iyi olacağını kendisine bildiriniz, buyurmuştur.
Cömertfiği ve İyilikseverfiği
Hz.Peygamber cömertlik ve yardım severlikte de diğer insanlardan farklıydı. Özellikle Ramazan ayında, kendisine birşey kalmayacak şekilde, mal varlığını dağıtırdı. Hz.Ali O'nun ahlaki yapısını şöyle sıraladı: "El açıklığında emsalsiz, kalp zenginliğinde benzersiz, konuşmalarında çok doğru, verdiği sözü yerine getirmede titiz ve aile arasında prestij bakımından diğerlerinden asildi." O'nu ilk gören çekinirdi. Fakat ünsiyet ettiğinde artık onu sevdiği gibi, hiçbir şeyi sevmez olurdu.
Şecaatı ve Kahramanlığı
O, bütün insanların en şecaatlısı ve kahramanı idi. Hz. Ali: "Bedir muharebesinde; Peygamber'in barınağı düşmana daha yakındı ve o gün onun kadar kahramanca döğüşen bir asker de yoktu" buyurmuştur. Hz. Ali şöyle devam etmiştir: "Savaşın en kızgın sırasında biz onun arkasına sığındık. İki ordu birbirine girdiğinde, Peygamber düşman ordusuna en yakın bir bölgede çarpışıyordu." Orduya hücum emrini verdiğinde, cenkçilerio başı olarak en ileri safta olurdu. Ordunun içindeki en cesur savaşçı, onun her zaman düşman tarafına çok fazla yanaştığını hatırlatırdı. Düşmanla savaş halinde iken, etrafı sarıldığında bineğinden inerek:
• 71 •
"Ben Allah'ın elçisiyim, Abdülmuttalib'in oğluyum" dedi. Onda görülen kahramanlık bir başkasında görülmemiştir.
TevazQu
O, Peygamberliğin verdi~ fıtrat gereği, sabır ve tevazı1da diğer insanlardan farklıydı. Hastaları ziyaret eder, cenaze törenlerine katılır, kölelerin bile da'vetine icabet ederdi. Ayakkabılarını tamir eder, elbiselerini yarnar, evine gittiğinde
hanımlarının işlerine yardım ederdi. Sahabileri onun ahlakını bildikleri için, hiçbiri onun özel işlerinde çalışmamıştır. Çocukların yanından geçtiğinde, onları selamlardı. Sahabileri ile o kadar içli-dışlıydı ki, sahabilerinden biri veya herhangi birisi ona seslendiğinde cevaben: "Buyurun, buradayım" derdi. Toplantı esnasında kıyametten bahsedildiğinde, mevzuyu genişleterek anlatırdı. Yemek veya konuşma esnasında dünya olayları konuşulunca hep aynı tavrı takınır, onlarla tam bir uyum içinde olurdu. Sahabe, huzurunda şiir okuyup, çocuklukta yaptıklarını anlatıp güldüklerinde, o da gülümser, fakat asla şiir ve şarkı terennüm etmezdi.
Karşılıklı Konuşma Hali
Rahat konuşma ve belağatta, diğer insanlardan çok farklıydı. Konuşmaları kısaca tatlıydı. Onun konuşmaları, incinin ipe dizildiği tatlılıktaydı. Hz. Aişe Validemiz; "Hz.Peygamber, diğer insanların yaptığı gibi çok konuşmazdı. Hatipleriniz kendilerini isbat etmeğe çalıştıkları halde, O gayet az konuşurdu. Başkaları ile mukayese edilirse, onun milkalemesi son derece kısaydı. Bu kısa konuşmanın içinde vermek istediği mesajı en güzel biçimde verirdi. Konuşması ne fazla uzun, ne de çok dardı. Kelimeler ipe dizilen inci tanesi gibi diğerini takip ederdi. Konuşulanların daha iyi anlaşılması için, hafif teneffüsler verirdi. Sesi başkalarına nisbetle gür ve nazikti. Az konuşmak, seçkin meziyetlerindendi. Ancak icab-i halde uzun konuşmaları da olurdu. Hiçbir zamannahoş kelime kullanmak istemezdi. Kızgınlık halinde bile, doğruyu ve Hakkı telaffuz ederdi.
Hoş olmayan, hakaretamiz konuşanlardan daima yüz çevirmiştir. Sevilmeyen bir kelimeyi kullanmak zorunda bırakıldığında, dolaylı ve ima yoluyla bunu ifade etmiş, kesinlikle açıktan kullanmamıştır. Konuşma esnasında hiçbir kişi, sözünü kesmemiştir. Devamlı topluma doğru yolu göstermek için, va'zu nasihatta bulunmuştur. Dinleyicilerin huzurunda tebessürnle davranır, bazen sahabilerin kendi aralarındaki konuşmaları onu rahatsız eder, bu durumda dikkatini başka tarafa çekerdi.
Hz. Peygamber'in Yiyecekleri
Hz. Peygamber neyi hazır bulursa onu yerdi. İnsanlar içinde, kendi hizmetini bizzat yapmaktan zevk alanların başında gelirdi. Sofra kurulduğunda, Allah'a dua ederdi. Namaz kılanın oturuşu gibi sofraya oturur; "Ben de diğer insanlar gibi bir kişi olduğum için, onlar gibi yiyip İçınem gerekir" derdi. Gıdayı azalttığı için, çok
• 72 •
sıcak yemekleri yemezdi, "Allah, yemek için ateşi bize vermemiştir" deyip yemeğin soğumasını beklerdi. Genellikle üç pamağıyla, bazen de - etrafa dökülmemesi için - dört parmağıyla yerdi. Elenmemiş arpa unundan yapılmış ekmeği çok severdi. Yeşil salata, taze hurma ve diğer yeşil sebzeleri severdi. Üzüm ile, olgun kavun ve karpuz tercihiydi. Kavunu katık olarak kullanırdı. Bazen kavun bazen de kapuzla yeşil hurma yerdi. El ile yemeği tercih ederdi. Bir gün sağ eliyle hurma yiyip, çekirdeklerini de sol eline istif ederken, bir keçi yakınlarından geçiyordu. Çekir-. dekleri keçiye gösterip, kendisi sağ eliyle yemeğe devam ederken, keçi sol elindeki çekirdekleri yemeğe başladı. Keçi uzaklaşıncaya kadar bu harekete devam etti. Genellikle su ile hurma yerdi. Ara sıra bir yudum süt ve onun üzerine hurma alırdı. Sağlığa uygun yiyecekleri ve içecekleri tercih ederdi. Çok sevdiği yemeklerden birisi de et çorbası (Sarid), et ve bal kabağıydı. Hz. Aişe: "Kalp rahatsızlıklarını asgariye indiren ve takviye edici olan bal kabağının yemeklerde çok kullanılmasını Peygamberimiz tavsiye etti" buyurdu. Koyun ve keçilerin ön kol etlerini, bal kabağını severdi. Ara sıra ekmekle sirke yerdi. Hurmanın tazesi, sebzelerden de iki veya üç çeşidi sevdikleri arasındaydı. Çiğ soğan ve sarınısağı asla yemez, hiç bir ni'meti de hakir görmez, hoşuna gideni yer, hoşuna gitmeyeni yemezdi. Yemek işi bittiğinde, evvelinde olduğu gibi, yüce Allah'a dua ederdi. Yemekten sonra ellerini tertemiz yıkardı. Suyu üç nefes te içer, evvelinde "Bismillah", ahirinde "elHamdülillah" derdi. Su içerken çok yavaş içtiği gibi, a~nı da fazla doldurmazdı. Bazen içtiği suyu bir nefeste bitirdiği olmuştur. içtiği su kasesinin içine asla nefesini vermez, gerektiğinde nefesini bardığın dışına verirdi. Hanımıarına yemeğinin getirilmesi için, emretmemiş, kendisine özel muamele yapılmasını da istememiştir. Huzuruna ne getirilmiş ise onu kabul huyurup yemiş ve içmiştir. Ara sıra da, kendi sofrasını kendisi kurmuştur.