Transcript
Page 1: osmanlı türkçesi sözlüğü

1

OSMANLI TÜRKÇESİ SÖZLÜĞÜ

Prof. Dr. Mehmet KANAR

www.webturkiyeforum.com

Page 2: osmanlı türkçesi sözlüğü

2

A

â (F.) [آ] 1.ünlem edatı ey, hey. 2.iki kelimenin arasına girerek, anlamı

pekiştiren yeni kelimeler türetmeye yarayan orta ek.

a’dâ (A.) [اعدا] düşmanlar.

a’dâd (A.) [اعداد] sayılar.

â’ik (A.) [عائق] engel.

a’lâ (A.) [اعلی] en yüksek, en yüce.

a’lâf (A.) [آالف] otlar.

a’lâl (A.) [اعالل] 1.hastalıklar. 2.sebepler.

a’lâm (A.) [اعالم] 1.bayraklar. 2.özel isimler.

a’lem (A.) [اعلم] en iyi bilen.

a’mâ (A.) [اعمی] kör.

a’mâk (A.) [اعماق] derinlikler.

a’mâl (A.) [اعمال] işler, ameller, davranışlar.

a’mâr (A.) [اعمار] 1.ömürler. 2.yaşlar.

a’nî (A.) [اعنی] yani.

a’râb (A.) [اعراب] Araplar, çöl arapları.

a’râbî (A.) [اعرابی] çöl arabı.

a’râz (A.) [اعراض] belirtiler.

www.webturkiyeforum.com

Page 3: osmanlı türkçesi sözlüğü

3

a’sâb (A.) [اعصاب] sinirler.

a’sâr (A.) [اعصار] yüz yıllar.

a’şâr (A.) [اعشار] öşür vergileri, onda birler.

a’şârî (A.) [اعشاری] ondalık.

a’vec (A.) [اعوج] yamuk, eğri büğrü.

a’ver (A.) [اعور] tek gözlü.

a’yâd (A.) [اعياد] bayramlar.

a’yân (A.) [اعيان] 1.ileri gelenler, eşraf, sosyete. 2.gözler.

a’yün (A.) [اعين] 1.gözler. 2.pınarlar.

a’zâ (A.) [اعضا] 1.üyeler. 2.organlar.

a’zam (A.) [اعظم] en büyük.

âb (F.) [آب] 1.su. 2.deniz. 3.ırmak. 4.tükürük. 5.özsuyu. 6.ter. 7.döl suyu.

8.sidik. 9.parlaklık. 10.yüzsuyu. 11.letafet, hava.

âb (F.) [آب] Ağustos.

âb -ı âbistenî [آب آبستنی] 1.meni; 2.bitkilerin yetişmesine neden olan su.

âb -ı adâlet [آب عدالت] 1.adalet suyu; 2.doğruluğun bereketi.

âb -ı ahmer [آب احمر] 1.kızıl su. 2.kırmızı şarap. 3.gözyaşı.

âb -ı âteşîn [آب آتشين] 1.ateşli su; 2.kırmızı şarap; 3.gözyaşı.

âb -ı bâdereng [آب باده رنگ] 1.kızıl su. 2.gözyaşı, kanlı gözyaşı.

âb -ı engûr [آب انگور] 1.üzüm suyu. 2.şarap.

âb -ı harâbât [آب خرابات] (meyhane suyu) şarap.

âb -ı kevser [آب کوثر] 1.cennet suyu, 2.şarap.

ab’âb (A.) [عبعاب] vantrolog.

Page 4: osmanlı türkçesi sözlüğü

4

abâ (A.) [عبا] 1.kaba yün kumaş. 2.aba.

âbâ’ (A.) [آباء] 1.babalar. 2.gezegenler.

âbâd (A.) [آباد] ebedler.

âbâd (F.) [آباد] bayındır, mamûr.

âbâd etmek/eylemek 1.mamûr etmek. 2.zenginleştirmek. 3.huzur vermek.

âbâd olmak 1.mamûrlaşmak. 2.zenginleşmek. 3.huzura kavuşmak.

âbâdân (F.) [آبادان] bayındır.

âbâdânî (F.) [آبادانی] bayındırlık.

âbâdî (F.) [آبادی] 1.bayındırlık. 2.ince Hint kağıdı.

âbâl (A.) [آبال] develer.

âbân (F.) [آبان] Âbân ayı.

abâpûş (A.-F.) [عباپوش] 1.abalı. 2.derviş. 3.yoksul.

âbâr (A.) [آبار] kuyular.

âbcâme (F.) [آبجامه] su kabı.

âbçîn (F.) [آبچين] peştemal.

abd (A.) [عبد] 1.kul. 2.köle.

âbdân (F.) [آبدان] 1.su kabı. 2.mesane.

âbdâr (F.) [آبدار] 1.sulu. 2.parlak. 3.hoş

âbdendân (F.) [آبدندان] 1.bön. 2.âciz.

abdest (F.) [آبدست] 1.abdest. 2.paylama.

abdesthâne (F.) [آبدستخانه] 1.tuvalet. 2.abdest alınan yer.

abdestlik (F.-T.) kısa cübbe.

âbek (F.) [آبک] 1.sulu. 2.cıva.

Page 5: osmanlı türkçesi sözlüğü

5

abes (A.) [عبث] saçma, abes.

âbgîne (F.) [آبگينه] 1.kristal. 2.kadeh. 3.sürahi. 4.ayna. 5.gözyaşı.

âbgîr (F.) [آبگير] 1.havuz. 2.su birikintisi.

âbgûn (F.) [آبگون] 1.su rengi. 2.mavi.

abher (A.) [عبهر] 1.nergis. 2.zerrinkadeh çiçeği. 3.yasemin.

âbhîz (F.) [آبخيز] büyük dalga.

âbhord (F.) [آبخورد] nasip.

âbırû (F.) [آبرو] yüzsuyu.

âbî (F.) [آبی] mavi.

âbid (A.) [عابد] 1.ibadet eden. 2.erkek adı.

abîd (A.) [عبيد] 1.kullar. 2.köleler.

âbidât [آبدات] anıtlar.

âbide (A.) [آبده] anıt.

âbidevî (A.) [آبدوی] anıtsal.

âbile (F.) [آبله] 1.su çiçeği. 2.sivilce. 3.su kabarcığı.

âbir (A.) [عابر] yaya.

âbisten (F.) [آبستن] gebe.

âbistengâh (F.) [آبستنگاه] döl yatağı.

âbişhor (F.) [آبشخور] 1.sulama yeri. 2.nasip.

âbkâr (F.) [آبکار] 1.saka. 2.ayyaş.

âbkeş (F.) [آبکش] 1.saka, su çeken. 2.kevgir.

âbnûs (F.) [آبنوس] abanoz.

âbrâh (F.) [آبراه] su yolu, kanal.

Page 6: osmanlı türkçesi sözlüğü

6

abraş (A.) [ابرش] alacalı.

âbrîz (F.) [آبریز] 1.tuvalet. 2.ıbrık.

âbşâr (F.) [آبشار] çağlayan.

abûs (A.) [عبوس] somurtkan.

âbühava (F.-A.) [آب و هوا] iklim.

âbzih (F.) [آبزه] 1.su kaynağı. 2.gözyaşı.

âc (A.) [ عاج] fildişi.

âc (F.) [آج] ılgın ağacı.

acâib (A.) [عجائب] tuhaf, ilginç, acaip.

acâleten (A.) [عجالة] alelacele.

aceb (A.) [عجب] 1.tuhaflık. 2.acaba.

acebâ (A.) [عجبا] acaba.

acele (A.) [عجله] acele.

aceleten (A.) [عجلة] çarçabuk, alelacele.

acem (A.) [عجم] 1.arap olmayan. 2.İranlı, acem.

acemaşîran (A.) [عجم عشيران] Türk mûsikisinde bir makam.

acemce (A.-T.) Farsça.

acemî (A.) [عجمی] 1.deneyimsiz, acemi. 2.İranlı.

acemistan (A.-F.) [عجمستان] İran.

acemiyân (A.-F.) [عجميان] 1.deneyimsizler. 2.İranlılar.

aceze (A.) [عجزه] düşkünler, âcizler.

acîb (A.) [عجيب] tuhaf, acayip, ilginç.

acîbe (A.) [عجيبه] şaşılacak şey.

Page 7: osmanlı türkçesi sözlüğü

7

âcil (A.) [عاجل] acil.

âcilen (A.) [عاجال] derhal, acil olarak.

acîn (A.) [عجين] macun, yoğurulmuş.

âciz (A.) [عاجز] 1.aciz. 2.ben.

âcizâne (A.-F.) [عاجزانه] 1.acizce. 2.alçakgönüllüce.

âcizî (A.-F.) [عاجزی] acizlik.

âciziyyet (A.) [عاجزیت] acizlik.

âcizleri (A.-T.) bendeniz, ben.

acûl (A.) [عجول] aceleci.

acûlâne (A.-F.) [عجوالنه] acele acele.

acûz (A.) [عجوز] 1.kocakarı. 2.cadı.

acûze (A.) [عجوزه] 1.kocakarı. 2.cadı.

âcür (F.) [آجر] 1.tuğla. 2.kiremit.

acz (A.) [عجز] acizlik, çaresizlik, bir şey yapamama.

âdâb (A.) [آداب] 1.edepler, terbiyeler. 2.yol yordam.

adalât (A.) [عضالت] kaslar.

adale (A.) [عضله]1.kas. 2.kaslar.

adâlet (A.) [عدالت] adalet.

adaletkâr (A.-F.) [عدالتکار] adil, adaletli.

âdât (A.) [عادات] âdetler, alışkanlıklar.

adâvet (A.) [عداوت] düşmanlık.

adâvet etmek/eylemek düşmanlık gütmek.

add (A.) [عد] sayma, görme, değerlendirme, kabul etme.

Page 8: osmanlı türkçesi sözlüğü

8

addedilmek sayılmak, görülmek, değerlendirilmek.

addetmek/eylemek saymak, görmek, değerlendirmek.

addolunmak sayılmak, kabul edilmek.

aded (A.) [عدد] sayı.

adeden (A.) [عددا] sayıca.

adedî (A.) [عددی] sayısal.

âdem (A.) [آدم] 1.ilk insan, Adem Peygamber. 2.insan, adam.

adem (A.) [عدم] yokluk, bulunmama, adem.

adem -i muvaffakiyet [ عدم موفقيت] başarısızlık.

adem -i muvazenet [ عدم موازنت] dengesizlik.

adem -i riâyet [ عدم رعایت] uymama..

adem -i te’lîfiyet [ عدم تأليفيت] uzlaşamama, bir araya gelememe.

adem -i teveccüh [عدم توجه ] ilgisizlik.

ademâbâd (A.-F.) [عدم آباد] yokluk ülkesi.

âdemhâr (A.-F.) [آدم خوار] yamyam, insan yiyen.

âdemî (A.-F.) [آدمی]1.insanoğlu. 2.insanlık.

âdemiyân (A.-F.) [آدميان] insanlar.

âdemiyyet (A.) [آدميت] 1.insanlık. 2.adamlık.

ades (A.) [عدس] mercimek.

adese (A.) [عدسه] mercek.

âdet (A.) [عادت] alışkanlık, âdet.

âdeta (A.) [عادتا] basbayağı.

âdeten (A.) [عدتا] âdet olarak, geleneklere göre.

Page 9: osmanlı türkçesi sözlüğü

9

adhâ (A.) [اضحی] kurbanlar.

âdi (A.) [عادی] sıradan, âdi, değersiz.

adîd (A.) [عدید] birçok.

adîde (A.) [عدیده] birçok.

âdil (A.) [عادل] adaletli.

adîl (A.) [عدیل] eşit, denk.

âdilâne (A.-F.) [عدالنه] adilce.

adîm (A.) [عدیم] yok olan.

adîmülimkân (A.) [عدیم االمکان] imkânsız.

âdiye (A.) [ ادیهع ] alışılmış, sıradan.

adl (A.) [عدل] adalet.

adlâ’ (A.) اضالع] kenarlar.

adlî (A.) [عدلی] adalet ile ilgili.

adliyye (A.) [عدليه] mahkeme, adliye.

adn (A.) [عدن] cennet.

adû (A.) [عدو] düşman.

âfâk (A.) [آفاق] ufuklar.

âfâkî (A.) [آفاقی] 1.nesnel. 2.şuradan buradan konuşma.

âfât (A.) [آفات] afetler, belalar.

âferîde (F.) [آفریده] yaratık, yaratılmış, mahluk.

âferîdgâr (F.) [آفریدگار] yaratan, Tanrı.

âferîn (F.) [آفرین] bravo, çok yaşa, aferin.

âferîn (F.) [آفرین] yaratan.

Page 10: osmanlı türkçesi sözlüğü

10

âferînende (F.) [آفریننده] yaratıcı.

âferîniş (F.) [آفرینش] yaratılış.

âfet (A.) [آفت] 1.afet, bela, felaket. 2.güzel sevgili.

âfet -i cân [ آفت جان] 1.can belası. 2.güzel.

âfet -i devrân [ آفت دوران] 1.güzel, dilber.

âfetengîz (A.-F.) [آفت انگيز] afet getiren.

âfetresân (A.-F.) [آفت رسان] bela getiren.

âfetzede (A.-F.) [آفت زده] belaya uğramış, afet görmüş.

afîf (A.) [عفيف] iffetli.

âfil (A.) [آفل] 1.batan. 2.görünmez olan.

âfitâb (F.) [ آفتاب] güneş.

âfitâbcemâl (F.-A.) [ آفتاب جمال] güzel yüzlü, parlak yüzlü, yüzü güneş gibi

parlayan, sevgili, maşuk.

âfiyet (A.) [عافيت] esenlik.

âfiyet bulmak sağlığına kavuşmak.

afiyetbahş [ آفيت بخش] afiyet verici.

afrika (A.) [افریقا] Afrika kıtası.

afsun (F.) [افسون] büyü, efsun.

âftâb (F.) [آفتاب] güneş.

âftâbe (F.) [آفتابه] ıbrık, su kabı.

âftâbgîr (F.) [آفتابگير] güneş alan, güneş gören.

âftâbî (F.) [آفتابی] güneşlik.

âftâbrû (F.) [آفتاب رو] parlak yüzlü.

Page 11: osmanlı türkçesi sözlüğü

11

afv (A.) [عفو] bağışlama, af.

âgâh (F.) [آگاه] haberdar.

âgâh etmek haberdar etmek.

âgâh olmak haberdar olmak.

âgâhî (F.) [آگاهی] haberdarlık.

âgeh (F.) [آگه] haberdar.

âgehî (F.) [آگهی] haberdarlık.

âgîn (F.) [آگين] dolu.

âgûş (A.) [آغوش] kucak.

âğâliş (F.) [آغالش] kışkırtma.

ağayân (T.-F.) [آغایان] ağalar.

âğâz (F.) [آغاز] 1.başlama. 2.başlangıç.

ağbiyâ (A.) [اغبيا] kalın kafalılar.

âğişte (F.) [آغشته] bulaşmış, bulanık.

ağlâl (A.) [اغالل] 1.boyunduruklar. 2.zincirler.

ağlât (A.) [اغالط] hatalar.

ağleb [(A.) [اغلب احتمال] çoğunlukla, genellikle, sık sık.

ağleb -i ihtimâl [اغلب احتمال] büyük bir ihtimalle, büyük bir olasılıkla.

ağnâ (A.) [اغنی] en zengin.

ağnâm (A.) [اغنام] koyunlar.

ağniyâ (A.) [اغنيا] zenginler.

ağniye (A.) [اغنيه] şarkılar.

ağrâs (A.) [اغراس] fidanlar.

Page 12: osmanlı türkçesi sözlüğü

12

ağrâz (A.) [اغراض] maksatlar.

ağsân (A.) [اغصان] dallar.

ağşiye (A.) [اغشيه] 1.perdeler. 2.zarlar.

ağyâr (A.) [اغيار] yabancılar.

ah (A.) [اخ] 1.kardeş. 2.dost.

âh (F.) [آه] 1.feryat etme, feryat. 2.ilenme.

âh almak biri tarafından kendisine ilenilmek.

âh ü zâr [ آه و زار] âh edip inleme.

âhâd (A.) [آحاد] birler.

ahad (A.) [احد] bir.

ahali (A.) [اهالی] halk, ahali, insan topluluğu.

ahavât (A.) [اخوات] kızkardeşler.

ahbâb (A.) [احباب] 1.dostlar. 2.dost.

ahbap (A.) [احباب] dostlar, sevdikler.

ahbâr (A.) [اخبار] haberler.

ahcâr (A.) [احجار] taşlar.

ahd (A.) [عهد] 1.yemin, and. 2.çağ, devir. 3.söz verme.

ahd -i atîk [عهد عتيق] Tevrat, Zebur ve Mezâmir.

ahd -i cedîd [عهد جدید] İncil ve ekleri.

ahdar (A.) [احضر] yemyeşil.

ahdâs (A.) [احداث] 1.yeni olaylar. 2.dertler. 3.gençler.

ahdeb (A.) [احدب] kambur.

ahdnâme (A.-F.) [عهدنامه] ahitname, antlaşma metni.

Page 13: osmanlı türkçesi sözlüğü

13

ahdüpeymân (A.-F.) [عهد و پيمان] and.

âhek (F.) [آهک] kireç.

âhen (F.) [آهن] demir.

âhendil (F.) [آهن دل] acımasız.

âheng (F.) [آهنگ] 1.uyum, ahenk. 2.eğlence.

âheng -i esvât [آهنگ اصوات] ses uyumu.

âhengdâr (F.) [آهنگدار] uyumlu.

âhenger (F.) [آهنگر] demirci.

âhenggüzâr (F.) [ آهنگ گذار] uyumlu, ahenkli.

âhenîn (F.) [آهنين] 1.demirden. 2.demir gibi.

âhenîndil (F.) [آهنين دل] 1.katı yürekli. 2.yiğit.

âhenk (F.) [آهنگ] ahenk, uyum.

âhenkdâr (F.) [آهنگ دار] uyumlu, ahenkli.

âhenkeş (F.) [آهنکش] miknatıs.

âhenrüba (F.) [آهن ربا] miknatıs.

âhensâ(y) (F.) [آهن سای] törpü.

âher (A.) [آخر] başka, diğer.

âheste (F.) [آهسته] yavaş, usul, ağır.

âhestegî (F.) [آهستگی] yavaşlık.

ahfâ (A.) [ فااخ ] en gizli.

ahfâd (A.) [احفاد] torunlar.

ahger (F.) [اخگر] kor ateş.

ahibbâ (A.) [احبا] dostlar, sevilenler; sevgililer.

Page 14: osmanlı türkçesi sözlüğü

14

ahid (A.) [عهد] söz, yemin.

ahidşiken (A.-F.) [عهدشکن] sözünden dönen, antlaşmayı bozan.

âhîhte (F.) [آهيخته] kınından çıkmış, sıyrılmış.

ahîr (A.) [آخر] son, en son.

âhir -i kâr [آخر کار] 1.sonunda. 2.sonuç.

âhirbîn (A.-F.) [آخربين] ileri görüşlü.

âhire (A.) [آخره] son.

ahîren (A.) [اخيرا] geçenlerde, son zamanlarda, son olarak.

âhiret (A.) [آخرت] öbür dünya.

âhiretlik (A.-T.) 1.ahiret kardeşi. 2.evlat edinilen öksüz.

âhirin (A.-F.) [آخرین] 1.sonuncu. 2.sonrakiler.

âhirkâr (A.-F.) [آخرکار] sonunda, nihayet.

âhirülemr (A.) [آخراالمر] sonunda, işin sonunda.

âhiz (A.) [آخذ] alan.

ahize (A.) [آخذه] alıcı gereç.

ahkâm (A.) [احکام] hükümler.

ahlâf (A.) [اخالف] halefler.

ahlâk (A.) [اخالق] huy, ahlak.

ahlâk -ı amelî [اخالق عملی] uygulamadaki ahlak anlayışı.

ahlâk -ı hasene [اخالق حسنه] iyi huy.

ahlâk -ı nazarî [اخالق نظری] teorideki ahlak anlayışı.

ahlâk -ı zemîme [ الق ذميمهاخ ] kötü huy.

ahlâken (A.) [اخالقا] ahlakça.

Page 15: osmanlı türkçesi sözlüğü

15

ahlâkiyat (A.) [اخالقيات] ahlak bilgisi.

ahlâkiyûn (A.) [اخالقيون] ahlakçılar.

ahlâm (A.) [احالم] 1.karmakarışık rüyalar. 2.düşazmalar.

ahlât (A.) [اخالط] salgılar.

ahlât -ı erba’a [اخالط اربعه] dört özsuyu kan, salya, safra, dalak.

ahmak (A.) [احمق] budala, aptal, ahmak.

ahmakâne (A.-F.) [احمقانه] ahmakça.

ahmakî (A.-F.) [احمقی] ahmaklık.

ahmer (A.) [احمر] kırmızı, kızıl.

ahrâm (A.) [احرام] 1.kutsal yerler. 2.haremler. 3.hanımlar, eşler.

ahrâr (A.) [احرار] özgürler.

ahrârâne (A.-F.) [احرارانه] özgürce.

ahrâs (A.) [احراس] koruyucular, muhafızlar.

ahret (A.) [آخرت] öbür dünya, ahiret.

ahretlik (A.-T.) 1.ahiret kardeşi. 2.evlat edinilen öksüz.

ahsâs (A.) [احساس] duygular.

ahsen (A.) [احسن] en güzel.

ahşâ’ (A.) [احشاء] 1.iç organlar, 2.bölgeler, yöreler.

ahşâb (A.>T.) [اخشاب] 1.ahşap. 2.keresteler.

ahşâm (A.) [احشام] maiyet.

ahtâb (A.) [احطاب] odunlar.

ahtâr (A.) [اخطار] tehlikeler.

âhte (F.) [آخته] 1.iğdiş edilmiş. 2.kınından çıkarılmış.

Page 16: osmanlı türkçesi sözlüğü

16

ahter (F.) [اختر] yıldız.

ahter -i dünbâledâr [اختر دنباله دار] kuyruklu yıldız.

ahterbîn (F.) [اختربين] astrolog, yıldızbilimci.

ahterşinâs (F.) [اخترشناس] yıldızbilimci.

ahterşümâr (F.) [اخترشمار] 1.yıldızbilimci. 2.geceleri uyuyamayan.

ahu (A.) [اخو] kardeş.

âhû (F.) [آهو] ceylan, karaca.

âhûbere (F.) [آهوبره] ceylan yavrusu.

âhûdil (F.) [آهودل] ödlek, korkak.

âhund (F.) [آخوند] molla, hoca.

âhûnigah (F.) [آهونگاه] ceylan bakışlı.

âhur (F.) [آخر] ahır.

âhuvân (F.) [آهوان] ceylanlar.

âhûvâne (F.) [آهوانه] ceylan gibi.

âhüvâh(F.) [آه و واه] feryat, sızlanma, hayıflanma.

âhüvâveylâ (F.-A.) [ آه و واویال] feryat, âh çekme, figan etme.

âhüzâr (F.) [آه و زار] âh çekip inleme.

ahvâl (A.) [احوال] haller, durumlar.

ahvâl -i âdiye [ یهاحوال عاد ] olağan haller.

ahvâl -i sıhhiye [احوال صحيه] sağlık durumu

ahvef (A.) [اخوف] en korkunç.

ahvel (A.) [احول] şaşı.

ahyâ (A.) [احيا] diriler.

Page 17: osmanlı türkçesi sözlüğü

17

ahyâl (A.) [اخيال] yılkılar.

ahyânen (A.) [احيانا] arasıra, kimi zaman.

ahyâr (A.) [اخيار] iyiler.

ahyât (A.) [اخياط] iplikler.

ahz (A.) [اخذ] alma.

ahz ü kabul etmek alıp kabul etmek.

ahzâb (A.) [احزاب] 1.kütleler. 2.partiler. 3.Ahzâb sûresi.

ahzân (A.) [احزان] hüzünler.

ahzar (A.) [اخضر] yeşil.

ahzen (A.) [احزن] çok hüzünlü.

ahzetmek almak.

ahzüi’tâ (A.) [اخذ و عطا] alış veriş.

ahzükabz (A.) [اخذ و قبض] alıp sahip çıkma.

âid (A.) [عائد] 1.ait, ilişkin. 2.geri dönen.

âidât (A.) [عائدات] gelirler, aidat.

âide (A.) [عائده] kâr, kazanç, gelir.

âika (A.) [عائقه] engel.

âile (A.) [عائله] 1.aile. 2.eş, karı.

ailevî (A.) [عائلوی] aile ile ilgili.

âjeng (F.) [آژنگ] buruşuk, cilt kırışığı.

âk (A.) [عاق] serkeş.

akab (A.) [عقب] 1.arka, art. 2.topuk, ökçe.

akabât (A.) [عقبات] 1.yokuşlar. 2.tehlikeli anlar.

Page 18: osmanlı türkçesi sözlüğü

18

akabe (A.) [عقبه] 1.geçilmesi güç geçit. 2.yokuş.

akabinde (A.-T.) ardından.

akâid (A.) [عقائد] inançlar, akideler.

akâmet (A.) [عقامت] 1.verimsizlik, durgunlaştırma, aksatma. 2.kısırlık.

akar (A.) [عقار] kazanç sağlayan mülk.

akarât (A.) [عقرات] kazanç sağlayan mülkler, akarlar.

akbeh (A.) [اقبح] çok çirkin.

akd (A.) [عقد] 1.düğümleme, bağlama. 2.nikah. 3.kararlaştırma. 4.kurma.

akdâh (A.) [اقداح] kadehler.

akdâm (A.) [اقدام] ayaklar.

akdedilmek yapılmak, uygulanmak, icra edilmek.

akdem (A.) [اقدم] önce, önceki.

akdes (A.) [اقدس] en kutsal.

akdetmek/ eylemek yapmak, uygulamak, icra etmek, imzalamak, antlaşma

yapmak, sözleşme yapmak.

akıbet (A.) [عاقبت] son.

âkıbetbîn (A.-F.) [عاقبت بين] sonu gören, ileri görüşlü.

âkıbetendîş (A.-F.) [عاقبت اندیش] sonunu düşünen.

âkıbetülemr (A.) [ مرعاقبت اال ] sonunda.

âkıl (A.) [عاقل] akıllı, akıl sahibi.

akıl (A.) [عقل] akıl.

âkılâne (A.-F.) [عاقل] akıllıca.

âkıle (A.) [عاقله] akıllı kadın.

Page 19: osmanlı türkçesi sözlüğü

19

âkır (A.) [عاقر] 1.kısır. 2.verimsiz.

âkid (A.) [عاقد] akit yapan.

akîde (A.) [عقيده] inanç, akide.

akîdefurûş (A.-F.) [ عقيده فروش] inanç tüccarı.

akîk (A.) [عقيق] akik taşı.

âkil (A.) [آکل] yiyen.

akîm (A.) [عقيم] 1.kısır. 2.sonuçsuz.

akim kalmak gerçekleşememek, sonuçsuz kalmak.

akis (A.) [عکس] yansıma, aksetme, akis.

akl (A.) [عقل] akıl.

akl -ı bâliğ [عقل بالغ] ergin.

akl -ı evvel [عقل اول] Tanrı.

akl -ı küll [عقل کل] 1.doğadaki genel uyum. 2.Cebrail.

akl -ı mücerred [عقل مجرد] soyut akıl.

akl -ı selim [عقل سليم] sağduyu.

aklâm (A.) [اقالم] 1.kalemler. 2.yazı gereçleri. 3.devlet daireleri.

aklen (A.) [اقال] akılca.

aklıselim (A.-F.) [عقل سليم] sağduyu.

aklî (A.) [عقلی] akılca, akıl bakımından, rasyonel.

akliyye (A.) [عقليه] akılcılık, rasyonalizm.

akliyyûn (A.) [عقليون] akılcılar, rasyonalistler.

akm (A.) [عقم] kısırlık.

akmâr (A.) [ ماراق ] aylar.

Page 20: osmanlı türkçesi sözlüğü

20

akmişe (A.) [اقمشه] kumaşlar.

akrabâ (A.) [اقرباء] akraba, yakınlar.

akran (A.) [اقران] yaşıtlar.

akreb (A.) [اقرب] en yakın.

akreb (A.) [عقرب] 1.akrep. 2.saat ibresi.

akrebek (A.-F.) [عقربک] saati gösteren ibre.

aks (A.) [عکس] yansıma, akis.

aks -i müddeâ [عکس مدعا] çatışkı.

aks -i sedâ [عکس صدا] yankı.

aksâ (A.) [اقصی] uzak, en son.

aksâ -yı emel [اقصای امل] ülkü, ideal.

aksâ -yı şark [اقصای شرق] Uzakdoğu.

aksâm (A.) [اقسام] kısımlar, bölümler.

aksâm -ı sâire [اقسام سائره] diğer kısımlar, öbür bölümler.

akser (A.) [اقصر] en kısa.

aksetmek yansımak, vurmak.

aksî (A.) [عکسی] 1.inatçı. 2.ters, zıt. 3.huysuz.

aksülamel (A.) [عکس العمل] tepki, reaksiyon.

aktâ’ (A. [اقطاع] 1.kesmeler. 2.beylik araziler.

aktâb (A.) [اقطاب] 1.kutuplar. 2.azizler. 3.efendiler.

aktâr (A.) [اقطار] taraflar, yöreler.

aktâr-ı cihân [ اقطار جهان] dünyanın her tarafı.

akûr (A.) [عقور] azgın, kudurmuş, saldırgan.

Page 21: osmanlı türkçesi sözlüğü

21

akûrâne (A.-F.) [عقورانه] kudurmuşçasına.

akvâl (A.) [اقوال] sözler.

akvâm (A.) [اقوام] kavimler.

akviyâ (A.) [اقویا] kuvvetliler.

âl (A.) [آل] 1.aile. 2.sülale. 3.evlat.

âl (A.) [عال] yüce, yüksek.

alâ (A.) [عالء] yücelik, şeref.

alâ (A.) [علی] üst, üstü, üzeri.

alâeyyihâl (A.) [علی ای حال] her nasıl olsa.

âlâf (A.) [آالف] binler.

alâhide (A.) [عليحده] tek başına, başlı başına.

alâik (A.) [عالئق] alakalar, ilgiler.

alâim (A.) [ ] işaretler, alametler.

alâim-i semâ [عالئم سما] gökkuşağı.

alak (A.) [علق] 1.kan pıhtısı. 2.sülük.

alâka (A.) [عالقه] ilgi, alaka.

alâkabahş (A.-F.) [عالقه بخش] ilgilendiren, ilgili.

alâkadar (A.-F.) [عالقه دار] ilgili, alakalı.

alâkadar etmek ilgilendirmek.

alâkadar olmak ilgilenmek.

alakadârân (A.-F.) [عالقه داران] ilgililer.

alâkadrilimkân (A.) [عالقدراالمکان] olabildiğince.

âlâm (A.) [آالم] elemler, acılar.

Page 22: osmanlı türkçesi sözlüğü

22

alâmât (A.) [عالمات] işaretler, alametler.

alâmet (A.) [عالمت] işaret, iz, alamet, belirti. 2.çok iri.

âlât (A.) [آالت] aletler.

alâvechi (A.) [عِلی وجه] üzere.

alâvefk (A.) [علی وفق] uygun olarak.

âlâyiş (F.) [آالیش] 1.bulaşma. 2.gösteriş.

aleddevam (A.) [علی الدوام] sürekli.

alef (A.) [علف] 1.ot. 2.hayvan yemi.

aleka (A.) [علقه] 1.kan pıhtısı. 2.balçık.

alelacele (A.) [علی العجله] çarçabuk.

alelâde (A.) [علی العاده] sıradan, bayağı.

alelamyâ (A.) [علی العميا] körükörüne.

alelekser (A.) [علی االکثر] çok defa.

alelhusûs (A.) [علی الخصوص] özellikle.

alelıtlâk (A.) [علی االطالق] 1.genellikle. 2.rastgele.

alelicmâl (A.) [علی االجمال] topluca.

alelinfirâd (A.) [علی االنفراد] birer birer.

alelistimrâr (A.) [علی االستمرار] sürekli, aralıksız.

aleliştirâk (A.) [علی االشتراک] ortaklaşa.

alelkifâye (A.) [علی الکفایه] yeterince.

alelumûm (A.) [علی العموم] genellikle, genelde, genel olarak.

âlem (A.) [عالم] dünya; evren.

alem (A.) [علم] 1.sancak. 2.alem. 3.nişan, alamet.

Page 23: osmanlı türkçesi sözlüğü

23

âlemârâ (A.-F.) [عالم آرا] dünyayı süsleyen.

alemdâr (A.-F.) [علمدار] sancaktar.

âlemefrûz (A.-F.) [عالم افروز] dünyayı parlatan.

âlemgîr (A.-F.) [عالمگير] 1.dünyayı fetheden. 2.dünyaya yayılan.

âlemiyân (A.-F.) [عالميان] insanlar.

âlemşümûl (A.) [علم شمول] dünyayı kaplayan.

âlemtâb (A.-F.) [عالمتاب] dünyayı aydınlatan.

alenen (A.) [علنا] açıkça.

alenî (A.) [علنی] açık, aşikâr.

âlet (A.) [آلت] 1.araç, alet. 2.aygıt.

alettafsîl (A.) [علی التفصيل] ayrıntılı olarak.

alettevâlî (A.) [علی التوالی] peşpeşe.

aleyh (A.) [عليه] karşı, karşıt; üzerine.

aleyhdar (A.-F.) [عليه دار] karşıt, zıt.

aleyhisselâm (A.) [عليه السالم] selam onun üzerine olsun.

âlî (A.) [عالی] yüce; yüksek.

âlîcâh (A.-F.) [عالی جاه] yüksek dereceli.

âlîcenâb (A.) [عالی جناب] 1.cömert. 2.haysiyetli.

âlihe (A.) [آلهه] ilahlar.

âlîhimmet (A.) [عالی همت] yüce himmetli.

âlîkadr (A.) [عالی قدر] saygıdeğer.

alîl (A.) [عليل] 1.hasta, hastalıklı, illetli. 2.sakat.

âlim (A.) [عالم] bilgin.

Page 24: osmanlı türkçesi sözlüğü

24

alîm (A.) [عليم] çok bilen.

âlîmakâm (A.) [ امعالی مق ] yüksek makamlı.

âlînazar (A.) [عالی نظر] yüksek görüşlü.

âlîşan (A.) [عالی شان] şanı yüce.

âliye (A.) [عاليه] yüce, yüksek.

aliyyülâlâ (A.) [علی االعال] en iyisi.

Allâh (A.) [اهللا] Tanrı, Allah.

allâme (A.) [عالمه] büyük bilgin.

âlû (F.) [آلو] erik.

âlûbâlu (F.) [آلوبالو] vişne.

âlûd (F.) [آلود] bulanmış, bulaşmış.

âlûde (F.) [آلوده] bulanmış, bulaşmış.

âlûdedâmen (F.) [آلوده دامن] iffetsiz.

âlûdegî (F.) [آلودگی] bulaşma, bulaşıklık.

âlüfte (F.) [آلفته] 1.iffetsiz, fahişe. 2.alışık.

âmâc (F.) [آماج] 1.hedef. 2.nişan tahtası.

âmâcgâh (F.) [آماجگاه] nişan alınan yer.

âmâde (F.) [آماده] hazır.

âmâdegî (F.) [آمادگی] hazırlık.

a'mâl (A.) [اعمال] davranışlar, ameller.

âmâl (A.) [آمال] emeller.

âmâl (A.) [آمال] emeller.

âmâr (F.) [آمار] 1.sayım. 2.hesap.

Page 25: osmanlı türkçesi sözlüğü

25

amd (A.) [عمد] kasıt.

amden (A.) [عمدا] kasıtlı olarak.

âmed (F.) [آمد] gelme, geliş.

âmedşüd (F.) [آمدشد] geliş gidiş.

âmedüreft (F.) [آمدورفت] geliş gidiş.

âmedüşüd (F.) [آمدوشد] geliş gidiş.

amel (A.) [عمل] 1.iş. 2.ishal.

amele (A.) [عمله] işçi.

amelen (A.) [عمال] bilfiil, işleyerek.

amelî (A.) [عملی] pratik, uygulamalı.

ameliyât (A.) [عمليات] 1.işlemler, uygulamalar. 2.ameliyat.

ameliye(A.) [عمليه] işlem, uygulama.

âmennâ (A.) [آمنا] diyecek bir şey yok, inandık.

âmîhte (A.) [آميخته] karışık, karışmış.

amîk (A.) [عميق] derin.

âmil (A.) [عامل] 1.yapan, işleyen. 2.faktör, etken. 3.vergi memuru. 4.vali.

amîm (A.) [عميم] yaygın.

âmîn (A.) [آمن] amin.

âminen (A.) [آمنا] emin olarak.

âmir (A.) [آمر] emreden.

âmirâne (A.-F.) [آمرانه] emredercesine.

âmiyâne (A.-F.) [عاميانه] bayağı, avamca.

âmm (A.) [عام] genel, yaygın.

Page 26: osmanlı türkçesi sözlüğü

26

âmm (A.) [عام] yıl.

amm (A.) [عم] amca.

ammâ (A.) [اما] ama.

ammâba’d (A.) [(امابعد] maksada gelince.

amme (A.) [عمه] hala.

amûd (A.) [عمود] direk.

amûden (A.) [عمودا] dikine.

amûdî (A.) [عمودی] dikey.

âmurziş (F.) [آمرزش] 1.bağışlama, affetme.

âmûz (F.) [آموز] 1.öğrenen. 2.öğreten.

âmûzgâr (F.) [آموزگار] öğretmen.

âmürzgâr (F.) [آمرزگار] bağışlayıcı, Tanrı.

âmürziş (F.) [آمرزش] bağışlama.

ân (A.) [آن] an.

an (A.) [عن] –den, -dan.

ân (F.) [ان] 1.çoğul eki -ler, -lar. 2.zarf yapan ek -erek, -arak.

ân (F.) [آن] alım, cazibe, hava.

an’anât (A.) [عنعنات] gelenekler.

an’ane (A.) [عنعنه] gelenek.

an’anevî (A.) [عنعنوی] geleneksel.

ânân (F.) [آنان] onlar.

anâsır (A.) [عناصر] unsurlar, elemanlar.

anâsır-ı erba’a [عناصر اربعه] dört unsur ateş, hava, su, toprak.

Page 27: osmanlı türkçesi sözlüğü

27

ânât (A.) [آنات] anlar.

anbean (A.-F.) [آن به آن] her an, gittikçe.

anber (A.) [عنبر] amber.

anberbû (A.-F.) [عنبربو] amber kokulu.

andelîb (A.) [عندليب] bülbül.

âne (F.) [انه] gibi anlamını verecek şekilde sıfat ve zarf yapan son ek.

anh (A.) [عنه] ondan.

anhâ (A.) [عنها] ondan.

anhâ (F.) [آنها] onlar.

ânî (A.-F.) [آنی] 1.bir an. 2.derhal.

ânifen (A.) [آنفا] 1.az önce, demin. 2.yukarıda.

âniyen (A.) [آنيا] bir anda, der hal, o anda.

ankâ (A.) [عنقا] zümrütüanka,

ankarîb (A.) [عن قریب] yakında, yakından, çok geçmeden.

ankasdin (A.) [عن قصد] kasıtlı olarak, bile bile.

ankebût (A.) [عنکبوت] örümcek.

ansamîmilkalb (A.) [عن صميم القلب] içtenlikle, canügönülden.

anûd (A.) [عنود] inatçı.

âr (A.) [عار] utanma, ar.

ar’ar (A.) [عرعر] 1.anırma. 2.dikenli ardıç.

ârâ (F.) [آرا] süsleyen.

ârâ’ (A.) [آراء] oylar.

arâ’is (A.) [عرائس] gelinler.

Page 28: osmanlı türkçesi sözlüğü

28

arab (A.) [عرب] arap

arabî (A.) [عربی] arapça.

arak (A.) [عرق] 1.ter. 2.rakı.

arakçîn (A.-F.) [عرقچين] takke kavuk altı takkesi.

arakdâr (A.-F.) [عرقدار] terli.

arakıyye (A.) [عرقيه] derviş külahı.

ârâm (F.) [آرام] 1.dinlenme. 2.yerleşme.

ârâm etmek yerleşmek

ârâmbahş (F.) [ .dinlendiren, huzur veren [ بخشآرام

ârâmgâh (F.) [آرامگاه] 1.dinlenme yeri. 2.mezar.

ârâmiş (F.) [آرامش] 1.dinlenme. 2.huzur.

ârâste (F.) [آراسته] süslenmiş, süslü.

ârâyiş (F.) [آرایش] 1.süs. 2.süslenme.

araz (A.) [عرض] 1.işaret, belirti. 2.tesadüf.

arâzî (A.) [اراضی] yerler, arazi.

arbede (A.) [عربده] kavga.

arbedecû (A.-F.) [عربده جو] kavgacı.

ard (F.) [آرد] un.

ardbîz (F.) [آردبيز] elek.

arefe (A.) [عرفه] arife, bayramdan önceki gün.

ârız (A.) [عارض] 1.yanak. 2.gelen. 3.engel.

ârızî (A.) [عارضی] geçici.

ârî (A.) [عاری] 1.çıplak. 2.uzak, uzakta, soyutlanmış.

Page 29: osmanlı türkçesi sözlüğü

29

ârî (F.) [آری] evet.

ârif (A.) [عارف] bilen, arif, irfan sahibi.

âriyyet (A.) [عاریت] ödünç.

arîz (A.) [عریض] geniş, genişlemesine.

arman (F.) [آرمان] 1.özlem. sıkıntı.

arsa (A.) [ صهعر ] yer, meydan.

arş (A.) [عرش] 1.gök. 2.taht. 3.çardak.

arşa (A.) [عرشه] güverte.

arûs (A.) [ ] gelin.

arz (A.) [ارض] 1.yer. 2.dünya, yeryüzü.

arz (A.) [عرض] 1.genişlik, en. 2.enlem.

arz (A.) [عرض] sunma, arzetme.

arzan (A.) [ارضا] enine, genişliğine.

arzıhâl (A.) [ارض حال] dilekçe.

ârzû (F.) [آرزو] istek, heves.

asâ (A.) [عصا] 1.değnek, sopa. 2.derviş değneği.

âsâ (F.) [آسا] gibi.

asab (A.) [عصب] sinir.

asabî (A.) [عصبی] sinirli.

asabiyülmizac (A.) [عصبی المزاج] asabî mizaçlı.

asabiyyet (A.) [عصبيت] sinirlilik.

âsaf (A.) [آصف] 1.vezir. Hz. Süleyman’ın veziri.

asâkir (A.) [عساکر] askerler.

Page 30: osmanlı türkçesi sözlüğü

30

asalet (A.) [اصالت] asillik.

asamm (A.) [اصم] sağır.

âsân (F.) [آسان] kolay.

âsâr (A.) [آثار] 1.izler. 2.eserler.

âsâyiş (F.) [آسایش] 1.huzur. 2.güvenlik.

âsâyiş berkemâl [ آسایش برکمال ] her yerde huzur hakim.

asdika (A.) [اصدقا] gerçek dostlar.

asel (A.) [عسل] bal.

ases (A.) [عسس] gece bekçisi.

asfer (A.) [اصفر] 1.sarı. 2.soluk benizli.

asgar (A.) [اصغر] en küçük.

asgarî (A.) [اصغری] en az.

ashâb (A.) [اصحاب] 1.dostlar, arkadaşlar. 2.sahipler.

âsım (A.) [عاصم] 1.günahtan sakınan. 2.iffetli.

asır ba’de asır (A.) [عصر بعد عصر] asırlarca, yüzyıllarca.

âsî (A.) [عاصی] 1.isyancı. 2.günahkâr.

âsîb (F.) [آسيب] felaket, bela, zarar.

asîl (A.) [اصيل] 1.sağlam. 2.soylu.

asîlzâde (A.-F.) [اصيل زاده] soylu çocuğu, asilzade.

asîr (A.) [عصير] özsuyu, usare.

âsitan (F.) [آستان] eşik.

âsiyâ (F.) [آسيا] değirmen.

âsiyâb (F.) [آسياب] değirmen.

Page 31: osmanlı türkçesi sözlüğü

31

asker (A.) [عسکر] asker, er.

asl (A.) [اصل] 1.asıl. 2.kök. 3.gerçek.

asla (A.) [اصال] hiçbir zaman.

aslî (A.) [اصلی] asıl.

aslünesl (A.-F.) [اصل و نسل] soy sop.

âsmân (F.) [آسمان] gök, gökyüzü.

âsmânî (F.) [آسمانی] 1.gökyüzüne ait. 2.melek. 3.açık mavi.

asnâm (A.) [اصنام] 1.putlar. 2.dilberler.

asr (A.) [عصر] 1.yüzyıl. 2.ikindi vakti.

asrî (A.) [عصری] modern.

âstân (F.) [آستان] 1.eşik. 2.tekke.

âstâne (F.) [آستانه] 1.eşik. 2.başkent. 3.tekke. 4.İstanbul.

âster (F.) [آستر] astar.

âstîn (F.) [آستين] yen.

âsûde (F.) [آسوده] rahat, huzurlu.

âsûdegî (F.) [آسودگی] huzur.

âsûdehâtır (F.-A.) [آسوده خاطر] gönlü rahat, huzurlu.

âsüman (F.) [آسمان] gökyüzü.

âş (F.) [آش] 1.yemek. 2.aşûre.

âşâm (F.) [آشام] içen.

aşer (A.) [عشر] on.

aşere (A.) [عشره] onlar.

aşhâne (F.) [آشخانه] mutfak.

Page 32: osmanlı türkçesi sözlüğü

32

âşık (A.) [عاشق] aşık.

âşıkân (A.-F.) [عاشقان] aşıklar.

âşifte (F.) [آشفته] 1.perişan. 2.iffetsiz kadın.

âşikâr (F.) [آشکار] açık, belli, aşikâr.

âşikâr etmek ortaya çıkarmak, belli etmek.

âşikâr olmak ortaya çıkmak, belli olmak.

âşikâre (F.) [آشکاره] açık, belli.

âşina (F.) [آشنا] 1.tanıdık, bildik. 2.bilen.

âşir (A.) [عاشر] onuncu.

aşîr (A.) [عشير] onda bir.

âşiren (A.) [عاشرا] onuncusu.

âşiyân (F.) [آشيان] 1.yuva. 2.ev.

aşk (A.) [عشق] [عشق] aşk.

âşkâr (F.) [آشکار] 1.açık, belli, aşikâr.

âşkârâ (F.) [آشکارا] açık, belli, aşikâr.

âşnâ (F.) [آشنا] tanıdık, dost, aşina.

âşnâyân (F.) [آشنایان] tanıdıklar, dostlar.

âşnâyî (F.) [آشنایی] 1.dostluk. 2.bilme, haberdarlık.

âşpez (F.) [آشپز] aşçı.

aşre (A.) [عشره] on.

âşûb (F.) [آشوب] 1.kargaşa. 2.karıştırıcı.

âşûbengîz (F.) [آشوب انگيز] kargaşa çıkaran.

âşûrâ (A.) [عاشورا] aşûre.

Page 33: osmanlı türkçesi sözlüğü

33

âşüfte (F.) [آشفته] 1.iffetsiz kadın. 2.perişan.

âşüftedil (F.) [آشفته دل] gönlü perişan.

ât (A.) [ات] çoğul eki -ler, -lar.

at’ime (A.) [اطعمه] taamlar, yiyecekler.

atâ (A.) [عطاء] bağış, ihsan, bahşiş.

atâbahş (A.-F.) [عطا بخش] bahşiş veren, ihsanda bulunan.

atâlet (A.) [عطالت] 1.durgunluk. 2.tembellik.

ataş (A.) [عطش] susuzluk.

atâyâ (A.) [عطایا] bağışlar, ihsanlar, bahşişler.

atebât (A.) [عتبات] 1.eşikler. 2.şiîlerin ziyaret yerleri Necef, Kerbela, Kâzımiye.

atebe (A.) [عتبه] eşik.

ateh (A.) [عته] bunama.

ateh getirmek bunamak.

âteş (F.) [آتش] ateş.

âteşbâr (F.) [آتش بار] ateş yağdıran.

âteşbâz (F.) [آتشباز] fişekçi.

âteşdân (F.) [آتشدان] 1.mangal. 2.ocak.

âteşdem (F.) [آتش دم] acı sözlü.

âteşefrûz (F.) [آتش افروز] ateş yakan.

âteşfâm (F.) [آتش فام] 1.ateş rengi. 2.kırmızı.

âteşfeşân (F.) [آتش فشان] ateş saçan.

âteşgâh (F.) [آتشگاه] ateşkede, ateşperest tapınağı.

âteşgede (F.) [آتشگده] ateşkede, ateşperest tapınağı.

Page 34: osmanlı türkçesi sözlüğü

34

âteşgîre (F.) [آتش گيره] 1.maşa. 2.çıra.

âteşgûn (F.) [آتش گون] ateş rengi, kırmızı.

âteşî (F.) [آتشی] 1.ateşli. 2.öfkeli, kızgın. 3.acı, dokunaklı. 4.cehennemlik.

âteşîn (F.) [آتشين] 1.ateşli. 2.hararetli.

âteşkâr (F.) [آتش کار] külhancı, ateşçi.

âteşmizâc (F.-A.) [آتش مزاج] sert mizaçlı.

âteşpâre (F.) [آتش پاره] kıvılcım.

âteşperest (F.) [آتش پرست] ateşe tapan, ateşperest.

atf (A.) [عطف] 1.eğme. 2.bağlaç. 3.çevirme,yöneltme.

atfen (A.) [عطفا] atıfta bulunarak,

atfetmek yöneltmek, vermek.

âtıf (A.) [عاطف] 1.şefkatli. 2.meyleden. 3.bağlayan.

âtıfet (A.) [عاطفت] şefkat gösterme.

âtıfetkâr (A.-F) [عاطفتکار] şefkat gösteren, gözeten.

âtıl (A.) [عاطل] 1.yararsız. 2.tembel.

âtî (A.) [آتی] 1.gelecek.

âtîdeki (A.-T.) [ ] ilerideki, aşağıdaki, gelecek olan.

atîk (A.) [عتيق] 1.eski, antik. 2.asil. 3.özgür.

atîka (A.) [عتيقه] 1.eski, antik. 2.asil. 3.özgür.

atîkiyyât (A.) [عتيقيات] arkeoloji.

âtiye (A.) [آتيه] gelecek.

âtiyen (A.) [آتيا] 1.gelecekte. 2.aşağıda görüleceği gibi.

âtiyülbeyân (A.) [آتی البيان] aşağıda açıklanacak olan.

Page 35: osmanlı türkçesi sözlüğü

35

âtiyüzzikr (A.) [آتی الذکر] aşağıda zikredilecek olan.

atiyyât (A.) [عطيات] bağışlar, ihsanlar.

atiyye-i seniyye [عطيهء سنيه] padişah tarafından verilen hediye.

atlas (A.) [اطلس] 1.atlas kumaş. 2.büyük harita, dünya haritası.

atnâb (A.) [اطناب] 1.ipler. 2.çadır ipleri. 3.ağaç kökleri.

ats (A.) [عطس] hapşırma, aksırma.

atse (A.) [عطسه] hapşırık, aksırık.

atş (A.) [عطش] susuzluk.

atşân (A.) [عطشان] susuz, susamış.

attar (A.) [عطار] attar, baharatçı.

attârî (A.-F.) [عطاری] 1.attarlık. 2.attar dükkanı.

atûfet (A.) [عطوفت] şefkat.

avâid (A.) [عوائد] gelirler.

avâkıb (A.) [عواقب] 1.sonuçlar. 2.sonlar.

avâlim (A.) [عوالم] âlemler, dünyalar.

avâm (A.) [عوام] halk tabakası.

avâmil (A.) [عوامل] 1.etkenler, faktörler.

avâmpesend (A.-F.) [عوام پسند] halkın beğendiği.

avân (A.) [اوان] zaman.

âvâre (F.) [آواره] aylak.

âvâreser (F.) [آواره سر] aylak.

avârız (A.) [عوارض] 1.belalar. 2.engeller. 3.geçici vergi.

avârif (A.) [عوارف] bilginler, arifler.

Page 36: osmanlı türkçesi sözlüğü

36

âvâz (F.) [آواز] ses.

âvâze (F.) [آوازه] 1.bağırma. 2.ün.

avdet (A.) [عودت] geri dönüş.

avdet etmek dönmek.

avene (A.) [عونه] yardakçılar, avene.

âvîze (F.) [آویزه] asılı.

avn (A.) [عون] yardım.

avrât (A.) [عورات] kadınlar.

avret (A.) [عورت] kadın.

âyâ (F.) [آیا] acaba.

ayân (A.) [عيان] açık, belli, aşikâr.

ayâr (A.) [عيار] ayar.

âyât (A.) [آیات] ayetler.

ayb (A.) [عيب] ayıp.

âyet (A.) [آیت] 1.ayet. 2.işaret.

âyîn (F.) [آیين] 1.tören. 2.ayin. 3.din.

âyine (F.) [آینه] ayna.

âyînhân (F.) [آیين خوان] ayin okuyan.

ayn (A.) [عين] 1.göz. 2.tıpkı. 3.ayın harfi.

aynen (A.) [عينا] tıpkı, aynen, olduğu gibi.

ayniyye (A.) [عينيه] 1.taşınabilir değerli eşya. 2.göz hastalıkları bölümü.

ayniyyet (A.) [عينيت] aynılık.

aynülyakîn (A.) [ نعين اليقي ] kesin, kesin bilgi.

Page 37: osmanlı türkçesi sözlüğü

37

ayş (A.) [عيش] yaşama, keyif alma, gününü gün etme.

ayyâr (A.) [عيار] 1.kurnaz. 2.düzenbaz.

ayyârî (A.-F.) [عياری] 1.kurnazlık. 2.düzenbazlık.

azâb (A.) [عذاب] azap.

azab (A.) [عزب] bekar.

azâbengiz (A.-F.) [عذاب انگيز] azap veren.

âzâd (F.) [آزاد] özgür.

âzâde (F.) [آزاده] özgür.

âzâdî (F.) [آزادی] özgürlük.

azamet (A.) [عظمت] 1.büyüklük, ululuk. 2.çalım.

âzâr (F.) [آزار] 1.incitme. 2.inciten.

azdâd (A.) [اضداد] zıtlar, karşıtlar.

âzer (F.) [آذر] 1.ateş. 2.Âzer ayı.

âzerâsâ (F.) [آذرآسا] 1.ateş gibi. 2.ateş rengi.

azil (A.) [عزل] görevden alma.

âzim (A.) [عازم] kararlı.

azîm (A.) [عظيم] büyük.

azîmet (A.) [عزیمت] gitme, yola çıkma.

azimet etmek gitmek.

aziz (A.) [عزیز] değerli, saygın.

azîzan (A.-F.) [عزیزان] değerliler.

azîze (A.) [عزیزه] 1.sevgili. 2.saygın.

azl (A.) [عزل] görevden alma.

Page 38: osmanlı türkçesi sözlüğü

38

azm (A.) [عزم] 1.azim. 2.niyet.

azm (A.) [عظم] kemik.

âzmâyiş (F.) [آزمایش] deneme, sınama.

âzmend (F.) [آزمند] hırslı.

azrâ (A.) [عذرا] bâkire.

azrâil (A.) [عزدائيل] Azrail.

azrar (A.) [اضرار] zararlar.

azulât (A.) [عضالت] adaleler.

âzürde (F.) [آزرده] incinmiş, gücenmiş.

Page 39: osmanlı türkçesi sözlüğü

39

B

bâ (F.) [با] 1.ile. 2.sahip.

ba’de (A.) [بعد] sonra.

ba’dehu (A.) [بعده] daha sonra, ondan sonra.

ba’delmîlâd (A.) [ الميالدبعد ] milattan sonra, İsa’dan sonra.

ba’demâ (A.) [بعدما] bundan böyle.

ba’dezin (A.-F.) [بعدازاین] bundan sonra, bundan böyle.

ba’s (A.) [بعث] diriliş.

ba’süba’delmevt (A.) [بعث بعد الموت] ölümden sonra diriliş.

ba’zan (A.) [بعضا] bazen, kimi zaman.

bâb (A.) [باب] 1.kapı. 2.konu. 3.bölüm.

bâbâ (F.) [بابا] 1.baba. 2.ata.

bâbâyâne (F.) [بابایانه] babaca, babacan.

bâbûne (F.) [بابونه] babuna, papatya.

bâc (F.) [باج] 1.haraç. 2.vergi. 3.gümrük vergisi.

bâcgîr (F.) [باجگير] vergi memuru.

bâd (F.) [باد] 1.rüzgar, yel. 2.defa, kez. 3.yük. 4.olsun.

bâdâm (F.) [بادام] badem.

bâdbân (F.) [بادبان] yelken.

Page 40: osmanlı türkçesi sözlüğü

40

bâdbedest (F.) [بادبدست] eli boş, züğürt.

bâdbîz (F.) [بادبيز] yelpaze.

bâde (F.) [باده] 1.içki. 2.şarap.

bâdefürûş (F.) [باده فروش] meyhaneci.

bâdehâr (F.) [باده خوار] içki içen.

bâdekeş (F.) [باده کش] şarap içen.

bâdenûş (F.) [باده نوش] içki içen.

bâdî (A.) [بادی] sebep olan, yol açan.

bâdî olmak sebep olmak, yol açmak.

bâdire (A.) [بادره] tehlikeli olay, felaket.

bâdiye (A.) [بادیه] çöl.

bâğ (F.) [باغ] bahçe, bağ.

bağal (F.) [بغل] koltuk.

bâğbân (F.) [باغبان] bahçıvan.

bâğçe (F.) [باغچه] bahçe.

bağçevan (F.) [باغچوان] bahçıvan.

bağteten (A.) [ ةبغت ] ansızın, birdenbire.

bâh (A.) [باه] cinsel güç.

bahâ (F.) [بها] değer, kıymet.

bâhaber (F.-A.) [باخبر] haberli, haberdar.

bahâdar (F.) [بهادار] kıymetli.

bahâdır (F.) [بهادر] yiğit.

bahâne (F.) [بهانه] 1.bahane. 2.sebep.

Page 41: osmanlı türkçesi sözlüğü

41

bahânecû (F.) [بهانه جو] bahaneci.

bahâr (F.) [بهار] 1.ilkbahar. 2.bahar. 3.baharat.

bahârî (F.) [بهاری] ilkbahar ile ilgili.

bahâyim (A.) [بهایم] dört ayaklı hayvanlar.

bahîl (A.) [بخيل] cimri.

bâhired (F.) [باخرد] akıllı.

bâhis (A.) [باحث] bahseden, söz eden.

bahis (A.) [بحث] 1.konu. 2.tartışma.

bahr -i siyâh [بحر سياه] Karadeniz.

bahr (A.) [بحر] deniz.

bahr -i ahdar [بحر احضر] Hint Okyanusu.

bahr -i ahmer [بحر احمر] Kızıldeniz.

bahr -i hazer [بحر خزر] Hazar Denizi.

bahr -i kulzum [بحر قلزم] Kızıldeniz.

bahr -i muhît-i atlasî [بحر محيط اطلسی] Atlas Okyanusu.

bahr -i muhît-i kebîr [ حيط کبيربحر م ] Büyük Okyanus.

bahr -i mutavassıt [بحر متوسط] Akdeniz.

bahs (A.) [بحث] 1.konu. 2.tartışma.

bahs edilmek ele alınmak, söz edilmek.

bahs etmek ele almak, söz etmek.

bahş (F.) [بخش] bağışlayan.

bahş edilmek 1.bağışlanmak. 2.verilmek.

bahş etmek 1.bağışlamak. 2.vermek.

Page 42: osmanlı türkçesi sözlüğü

42

bahşâyiş (F.) [بخشایش] 1.bağışlama. 2.bağış, ihsan.

bahşiş (F.) [بخشش] 1.bağış. 2.bahşiş.

baht (F.) [بخت] talih.

bahtiyârî (F.) [بختياری] bahtiyarlık.

bâhûr (A.) [باخور] aşırı sıcak.

bâhusus (F.-A.) [باخصوص] hele hele, özellikle.

baîd (A.) [بعيد] uzak.

bâis (A.) [باعث] yol açan, sebep olan.

bâis olmak yol açmak, sebep olmak.

bâjurnal (F.-Fr.) [باژورنال] tutanak ile.

bâk (F.) [باک] korku.

bakâyâ (A.) [بقایا] geriye kalanlar.

bakıyye (A.) [بقيه] geriye kalan, bakiye.

bâkî (A.) [باقی] 1.kalıcı, ölümsüz. 2.artan, geri kalan.

bâkir (A.) [باکر] el sürülmemiş.

bâkire (A.) [باکره] kızoğlan kız.

bâl (F.) [بال] kanat.

bâlâ (F.) [باال] 1.yukarı, üst. 2.boy.

bâlâbülend (F.) [باالبلند] uzun boylu.

bâlâhâne (F.) [باالخانه] tavan arası, çatı.

bâlâpervaz (F.) [باالپرواز] yükseklerden uçan.

bâliğ (A.) [بالغ] 1.erişkin. 2.tutan, varan.

bâliğ olmak 1.erişkin olmak. 2.tutmak, ulaşmak, varmak

Page 43: osmanlı türkçesi sözlüğü

43

bâlîn (F.) [بالين] 1.başucu. 2.yastık.

bâliş (F.) [بالش] yastık.

bâm (F.) [بام] dam, çatı.

bâmazbata (F.-A.) [بامضبطه] tutanak ile.

bâmdâd (F.) [بامداد] sabah, sabahleyin.

bâmukâvele (F.-A.) [بامقاوله] sözleşme ile, sözleşmeli.

bâng (F.) [بانگ] 1.ses. 2.haykırış.

bânû (F.) [بانو] 1.bayan. 2.büyük hanım.

bâr (F.) [بار] 1.yük. 2.defa, kez. 3.Tanrı. 4.meyva. 5.yağdıran.

bâr vermek meyva vermek.

bârân (F.) [باران] yağmur.

bârapor (F.-Fr.) [باراپور] rapor ile birlikte, raporlu.

bârber (F.) [باربر] hamal.

bâre (F.) [باره] 1.defa. 2.sur.

bârgâh (F.) [بارگاه] 1.yüksek huzur, padişah huzuru. 2.otağ.

bârgîr (F.) [بارگير] beygir.

bârî (F.) [باری] hiç olmazsa, en azından.

bârid (A.) [بارد] soğuk.

bârîk (F.) [باریک] ince.

bârika (A.) [بارقه] şimşek.

bâriz (A.) [بارز] belirgin.

bârû (F.) [بارو] burç, hisar burcu.

bârver (F.) [بارور] 1.verimli. 2.meyvalı.

Page 44: osmanlı türkçesi sözlüğü

44

basar (A.) [بصر] 1.görme. 2.görme yetisi.

basîret (A.) [بصيرت] görüş, ileriyi görme gücü.

basît (A.) [بسيط] 1.sade. 2.kolay.

bast (A.) [بسط] yayma.

batâet (A.) [بطائت] ağırlık, yavaşlık.

bâtakrîr (F.-A.) [باتقریر] rapor halinde.

bâtıl (A.) [باطل] 1.hükümsüz. 2.boş.

batın (A.) [بطن] 1.karın. 2.kuşak, nesil.

bâtınen (A.) [باطنا] işin iç yüzünde.

batî (A.) [بطی] ağır, yavaş.

batn (A.) [بطن] 1.karın. 2.kuşak, nesil.

batt (A.) [بط] kaz.

battal (A.) [بطال] 1.yiğit. 2.köhnemiş. 3.hantal.

bâvekar (F.-A.) [باوقار] ağırbaşlı.

bâyi (A.) [بایع] satıcı.

bayrakdâr (A.-F.) [بيدقدار] bayraktar, sancaktar.

baytâr (A.) [بيطار] veteriner.

bâz (F.) [باز] 1.tekrar. 2.açık. 3.doğan.

bazargâh (F.) [بازارگاه] pazar yeri.

bazen (A.) [بعضا] kimi zaman

bazı (A.) [بعض] kimi.

bâzî (F.) [بازی] oyun.

bâzîçe (F.) [بازیچه] oyuncak.

Page 45: osmanlı türkçesi sözlüğü

45

bâzû (F.) [بازو] 1.kol. 2.güç.

be’s (A.) [بأس] zarar, kötü yan.

bebr (F.) [ببر] kaplan.

becâ (F.) [بجا] yerinde.

becâyiş (F.) [بجایش] yer değişimi.

beççe (F.) [بچه] 1.çocuk. 2.yavru.

bed (F.) [بد] kötü.

bed’ etmek başlamak.

bedahd (F.-A.) [بدعهد] sözünde durmayan.

bedâheten (A.) [ ةبداه ] düşünmeden.

bedahlâk (F.-A.) [بداخالق] ahlaksız.

bedâvâz (F.) [بدآواز] kötü sesli.

bedâvet (A.) [بداوت] 1.göçebelik. 2.bedevîlik.

bedâyi’ (A.) [بدایع] yeni ve güzel şeyler.

bedbaht (F.) [بدبخت] tahilsiz.

bedbaht etmek mutsuz etmek.

bedbîn (F.) [بدبين] kötümser, karamsar.

bedbû (F.) [بدبو] kötü kokulu.

bedcins (F.-A.) [بدجنس] kötü cinsli, cinsi bozuk.

bedçeşm (F.) [ چشمبد ] kötü gözlü.

beddil (F.) [بددل] ödlek.

bedduâ (F.-A.) [بددعا] ilenç.

bedelât (A.) [بدالت] bedeller.

Page 46: osmanlı türkçesi sözlüğü

46

bedendîş (F.) [بداندیش] kötü düşünceli.

bedenen (A.) [بدنا] vücutça.

bedestân (F.) [بزستان] bedesten.

bedevî (A.) [بدوی] çöl arabı.

bedeviyyet (A.) [بدویت] 1.göçebelik. 2.bedevîlik.

bedfercâm (F.) [بدفرجام] kötü sonlu.

bedgû (F.) [بدگو] dedikoducu.

bedgüher (F.) [بدگهر] kalbi bozuk, mayası bozuk.

bedhâh (F.) [بدخواه] birinin kötülüğünü isteyen, kötü niyetli.

bedhû (F.) [بدخو] huysuz, kötü huylu.

bedî’ (A.) [بدیع] güzel, yepyeni.

bedîa (A.) [بدیعه] yepyeni şey.

bedîhe (A.) [بدیهه] düşünmeden.

bedîhî (A.) [بدیهی] kuşkusuz.

bedkâr (F.) [بدکار] kötü hareketli.

bedlikâ (F.-A.) [بدلقا] çirkin.

bedmâye (F.) [بدمایه] mayası bozuk.

bedmest (F.) [بدمست] içip içip dağıtan.

bedmestî (F.) [بدمستی] içip içip dağıtma.

bedmestlik (F.-T.) [ed+mes] içip içip dağıtma.

bedmestlik etmek içip için dağıtmak.

bedmihr (F.) [بدمهر] sevgisiz.

bednâm (F.) [بدنام] adı kötüye çıkmış.

Page 47: osmanlı türkçesi sözlüğü

47

bednigâh (F.) [بدنگاه] kötü gözlü, kötü bakışlı.

bednihâd (F.) [بدنهاد] kötü yaratılışlı, soysuz.

bedr (A.) [بدر] dolunay.

bedre (A.) [بدره] para kesesi.

bedreftâr (F.) [بدرفتار] kötü davranışlı.

bedreka (F.) [بدرقه] 1.uğurlama, yolcu etme. 2.kılavuz.

bedrûd (F.) [بدرود] veda.

bedsigâl (F.) [بدسگال] kötü düşünceli.

bedsîret (F.-A.) [بدسيرت] ahlaksız.

bedsirişt (F.) [بدسرشت] kötü yaratılışlı, mayası bozuk.

bedter (F.) [بدتر] daha kötü, beter.

bedtıynet (F.-A.) [بدطينت] tıynetsiz, karaktersiz.

bedzebân (F.) [بدزبان] ağzı bozuk.

bedzehre (F.) [بدزهره] ödlek.

begâyet (F.-A.) [بغایت] çok, son derece.

behâ (F.) [بها] değer, kıymet.

behbûd (F.) [بهبود] sağlık.

behcet (A.) [بهجت] 1.sevinç. 2.güzellik.

behem (F.) [بهم] birlikte, beraber.

behemehâl (F.-A.) [بهه حال] her halükârda, mutlaka, ne olursa olsun.

beher (F.) [بهر] her, her biri.

behic (A.) [بهيج] güleryüzlü.

behîmî (A.) [بهيمی] hayvanî.

Page 48: osmanlı türkçesi sözlüğü

48

behîmiyyet (A.) [بهيميت] hayvanlık.

behişt (F.) [بهشت] cennet.

behiştî (F.) [بهشتی] cennetlik.

behiyye (A.) [بهيه] güzel.

behmân (F.) [بهمان] falan, filan.

behre (F.) [بهره] nasip.

behremend (F.) [بهرمند] 1.hisse sahibi. 2.yararlanan.

beht (A.) [بهت] şaşkınlık.

behte uğramak şaşakalmak, şaşkınlığından donakalmak.

bekâ (A.) [بقا] kalıcılık.

bekâm (F.) [بکام] muradına ermiş.

bekâm olmak muradına ermek.

bekâya (A.) [بقایا] geriye kalanlar; kalıntılar.

bekrî (A.) [بکری] içki düşkünü.

beksimat (F.) [بکسمات] peksimet.

bel (A.) [بل] belki.

bel’ (A.) [بلع] 1.yutma. 2.yutulma.

bel’ edilmek yutulmak.

bel’ etmek yutmak.

belâ (A.) [بال] felaket, musibet.

belâ (A.) [بلی] evet.

belâdet (A.) [بالدت] dangalaklık.

belâdîde (A.-F.) [بالدیده] belaya uğramış.

Page 49: osmanlı türkçesi sözlüğü

49

belâgat (A.) [بالغت] kusursuz söz söyleme

belâhet (A.) [بالهت] eblehlik.

belâyâ (A.) [بالیا] belalar.

belde (A.) [بلده] 1.kent. 2.diyar, memleket.

beled (A.) [بلد] 1.kent. 2.memleket.

beledî (A.) [بلدی] kentli.

belediyye (A.) [بلدیه] belediye.

belî (A.) [بلی] evet.

belîğ (A.) [بليغ] 1.fasih konuşan. 2.fasih, düzgün.

beliyyât (A.) [بليات] belalar.

belki (F.-A.) [بلکه] olabilir, belki.

belût (A.) [بلوط] 1.pelit, palamut. 2.meşe.

benâdir (A.<F.) [بنادر] limanlar.

benâm (F.) [بنام] 1.ünlü. 2.adında.

benân (A.) [بنان] 1.parmaklar. 2.parmak uçları.

benât (A.) [بنات] kızlar.

bend (F.) [بند] 1.bağ. 2.zincir. 3.boğum. 4.bend, fıkra. 4.baraj, su bendi.

bend olmak bağlanmak.

bende (F.) [بنده] 1.kul. 2.köle.

bendegân (F.) [بندگان] 1.kullar. 2.köleler.

bendegî (F.) [بندگی] 1.kulluk. 2.kölelik.

bendehâne (F.) [بنده خانه] benim evim.

bender (F.) [بندر] liman.

Page 50: osmanlı türkçesi sözlüğü

50

bendergâh (F.) [بندرگاه] rıhtım.

bendezâde (F.) [بنده زاده] 1.köle çocuğu. 2.benim çocuğum.

benefşe (F.) [بنفشه] menekşe.

benefşî (F.) [بنفشی] mor.

beng (F.) [بنگ] esrar.

bengî (F.) [بنگی] esrarkeş.

benî (A.) [بنی] oğullar.

benîâdem [ بنی آدم ] insanlar, Adem oğulları.

benîisrâîl ı [ بنی اسرائيل ] İsrailoğulları.

bennâ (A.) [بناء] yapı ustası.

benû (A.) [بنو] oğullar.

ber (F.) [بر] 1.üzeri. 2.üzere. 3.göğüs. 4.meyva.

berâ’et (A.) [برائت] aklanma.

berâ’et etmek aklanmak.

berâber (F.) [برابر] 1.birlikte. 2.eşit.

berâberî (F.) [برابری] 1.birliktelik. 2.eşitlik.

berâhîn (A.) [براهين] deliller, kanıtlar.

berâyı (F.) [برای] için.

berâyı malûmât [ برای معلومات ] bilgi edinmek için, bilgi vermek için, bilgi sahibi

olmak için.

berbâd (F.) [برباد] 1.mahvolmuş. 2.kötü, pis, berbat.

bercâ (F.) [برجا] yerinde, uygun.

berceste (F.) [برجسته] seçkin, seçme.

Page 51: osmanlı türkçesi sözlüğü

51

berd (A.) [برد] soğuk.

berde (F.) [برده] köle.

berdevâm (F.-A.) [بردوام] sürekli, devam eden.

berdülacuz (A.) [بردالعجوز] kocakarı soğuğu.

bere (F.) [بره] kuzu.

berehne (F.) [برهنه] çıplak.

berekât (A.) [برکات] bereketler.

bereket (A.) [برکت] 1.bolluk. 2.uğur.

berevât (A.) [بروات] beratlar.

berf (F.) [برف] kar.

berfîn (F.) [برفين] karlı.

berg (F.) [برگ] yaprak.

bergüzâr (F.) [برگذار] hatıra, hediye, yadigâr.

berhâne (F.) [برخانه] harap vaziyetteki ev.

berhayât (F.-A.) [برحيات] hayatta olan, sağ.

berhayât bulunmak yaşamak, hayatta olmak.

berhürdâr (F.) [برخوردار] mutlu, muradına ermiş.

berî (A.) [بری] arınmış, temiz, uzak.

berîd (A.) [برید] 1.ulak. 2.postacı.

berîn (F.) [برین] yüksek, yüce.

berk (A.) [برق] şimşek.

berkarâr (F.-A.) [برقرار] yerinde duran, karar eden.

berkarâr olmak devam etmek, kalmak.

Page 52: osmanlı türkçesi sözlüğü

52

berkemâl (F.-A.) [بزکمال] en iyi şekilde, mükemmel.

bermâh (F.) [برماه] matkap, burgu.

bermu’tâd (F.-A.) [برمعتاد] alışıldığı gibi, mutâd olduğu üzere.

bermûcib-i (F.-A.) [برموجب] uyarınca, gereğince.

bernâ (F.) [برنا] genç.

berpâ (F.) [برپا] ayakta.

berr (A.) [بر] 1.toprak. 2.kara. 3.kıta.

berrak (A.) [براق] duru.

berren (A.) [برا] kara yolu ile.

berrî (A.) [بری] kara ile ilgili.

bersâbık (F.-A.) [برسابق] eskiden olduğu gibi.

bertaraf (F.-A.) [برطرف] 1.bir yana. 2.giderilmiş.

bertaraf etmek gidermek.

bertaraf olmak giderilmek.

berter (F.) [برتر] daha üstün.

berterîn (F.) [برترین] en üstün.

bervech-i (F.-A.) [بروجه] gibi.

berzah (A.) [برزخ] 1.cehennem. 2.dil, kara uzantısı. 3.sorun, dert.

berzger (F.) [برزگر] çiftçi.

bes (F.) [بس] 1.yeterli. 2.çok.

besâ (F.) [بسا] nice.

besâtîn (A.) [بساتين] bahçeler.

besend (F.) [بسند] yeterli.

Page 53: osmanlı türkçesi sözlüğü

53

besende (F.) [بسنده] yeterli.

beserüçeşm (F.) [بسر و چشم] başüstüne, başım gözüm üstüne.

besî (F.) [بسی] birçok.

besîm (A.) [بسيم] güleç.

beste (F.) [بسته] 1.kapalı. 2.beste.

bestekâr (F.) [بسته کار] besteci.

bestenigâr (F.) [ ربسته نگا ] Türk mûsikîsinde bir makam adı.

beşâret (A.) [بشارت] müjde.

beşer (A.) [بشر] 1.insan. 2.insanlık.

beşere (A.) [بشره] deri, dış deri.

beşerî (A.) [بشری] insanlıkla ilgili, insanî.

beşeriyyât (A.) [بشریات] antropoloji.

beşeriyyet (A.) [بشریت] insanlık.

beşîr (A.) [بشير] müjdeci.

beşûş (A.) [بشوش] güleç.

beşûşâne (A.-F.) [بشوشانه] güleryüzle.

betâet (A.) [بطائت] ağırlık, yavaşlık.

beter (F.) [بدتر] daha kötü, beter, şiddetli.

bevl (A.) [بول] 1.idrar. 2.işeme.

bevlî (A.) [بولی] idrar ile ilgili.

bevliyye (A.) [بوليه] üroloji.

bevvâb (A.) [بواب] kapıcı.

bevvâbîn (A.) [بوابين] kapıcılar.

Page 54: osmanlı türkçesi sözlüğü

54

bey’ (A.) [بيع] satış.

beyâbân (F.) [بيابان] çöl.

beyân (A.) [بيان] açıklama, ifade etme, dile getirme.

beyân edilmek açıklanmak, dile getirilmek.

beyân etmek açıklamak, dile getirmek.

beyânât (A.) [بيانات] açıklamalar, demeç.

beyânnâme (A.-F.) [بيان نامه] bildirge.

beyâz (A.) [بياض] ak, beyaz.

beyhûde (F.) [بيهوده] boş, boşuna.

beyn (A.) [بين] ara, orta.

beynelmilel (A.) [بين الملل] uluslararası.

beyn-i (A.-F.) [ ِبين] arasında, ortasında.

beynülmilel (A.) [بين الملل] uluslararası.

beyt (A.) [بيت] 1.ev. 2.konut. 3.beyit.

beytâr (A.) [بيطار] veteriner.

beytullah (A.) [بيت اهللا] Kâbe.

beytûtet (A.) [بيتوتت] geceleme.

beytülmal (A.) [ .hazine, maliye hazinesi [ المالبيت

beyzâ (A.) [بيضا] bembeyaz, çok beyaz.

beyze (A.) [بيضه] 1.yumurta. 2.husye.

beyzî (A.) [بيضی] oval.

beze (F.) [بزه] 1.günah. 2.suç.

bezekâr (F.) [بزه کار] 1.günahkar. 2.suçlu.

Page 55: osmanlı türkçesi sözlüğü

55

bezir (A.) [بذر] tohum.

bezirgân (F.) [بازرگان] tüccar.

bezistân (A.-F.) [بزستان] bedesten.

bezle (A.) [بذله] şaka, latife.

bezlegû (A.-F.) [بذله گو] şakacı.

bezm (F.) [بزم] 1.eğlence meclisi. 2.içki meclisi.

bezmgâh (F.) [بزمگاه] eğlence yeri, eğlence meclisi.

bezzaz (A.) [بزبز] manifaturacı, kumaşçı.

bi’r (A.) [بئر] kuyu.

bi’set (A.) [بئثت] gönderiliş, Hz. Muhammed’in peygamber olarak gönderilişi.

bîaman (F.) [بی امان] amansız.

bîâr (F.-A.) [بی عار] arsız.

bîbahâ (F.) [بی بها] çok değerli, paha biçilmez.

bîbedel (F.-A.) [بی بدل] eşsiz, benzersiz.

bîbehre (F.) [بی بهره] nasipsiz.

bîcâ (F.) [بيجا] yersiz.

bîcan (F.) [بی جان] cansız.

bîçâre (F.) [بيچاره] 1.çaresiz. 2.zavallı.

bîçâregân (F.) [بيچارگان] 1.çaresizler. 2.zavallılar.

bîçunuçirâ (F.) [بی چون و چرا] 1.sorgusuz sualsiz. 2.Tanrı.

bîd (F.) [بيد] söğüt.

bid’at (A.) [بدعت] 1.sonradan ortaya çıkma. 2.dinde yeni getirilmiş şey.

bîdâd (F.) [بيداد] zulüm.

Page 56: osmanlı türkçesi sözlüğü

56

bîdâdger (F.) [بيدادگر] zalim.

bîdâr (F.) [بيدار] uyanık.

bîdârbaht (F.) [بيداربخت] talihli.

bidâyet (A.) [بدایت] başlangıç.

bidâyette (A.-T.) [d] başlangıçta.

bîd-i mecnûn [ بيد مجنون ] salkımsöğüt.

bîdil (F.) [بيدل] aşık.

bîdin (F.-A.) [بی دین] dinsiz.

bîedeb (F.-A.) [بی ادب] terbiyesiz, edepsiz.

bîeman (F.) [بی امان] amansız.

bîendişe (F.) [بی اندیشه] düşünmeyen, umursamayan.

bîgâne (F.) [بيگانه] yabancı.

bîgüman (F.) [بی گمان] kuşkusuz.

bîgünah (F.) [بی گناه] 1.günahsız. 2.suçsuz.

bîh (F.) [بيخ] kök.

bîhaber (F.-A.) [بی خبر] habersiz.

bîhadd (F.-A.) [بی حد] sınırsız.

bihakkın (A.) [بحق] hakkıyla, hak ederek.

bihamdillah (A.) [بحمداهللا] Allah’a şükürler olsun.

bihâr (A.) [بحار] denizler.

bîhareket (F.-A.) [بی حرکت] hareketsiz.

bîhâsıl (F.-A.) [بی حاصل] sonuçsuz.

bîhayâ (F.-A.) [بی حيا] utanmaz, hayasız.

Page 57: osmanlı türkçesi sözlüğü

57

bîhayat (F.-A.) [بی حيات] cansız, yaşamayan.

bihâzelemr (A.) [ بهذا االمر] buna göre, bu durumda, böylelikle.

bihbûd (F.) [بهبود] sağlık.

bîhemtâ (F.) [بی همتا] benzersiz.

bîhesâb (F.-A.) [بی حساب] hesapsız, sonsuz.

bîhiss (F.-A.) [بی حس] hissiz, duygusuz.

bihişt (F.) [بهشت] cennet.

bîhod (F.) [بيخود] 1.baygın. 2.kendine olmama, kendinden geçme.

bihter (F.) [بهتر] daha iyi.

bîhude (F.) [بيهده] boşuna, beyhude.

bîinsâf (F.-A.) [بی انصاف] insafsız.

bîkâr (F.) [بيکار] 1.işsiz. 2.bekar.

bîkarâr (F.-A.) [بی قرار] kararsız.

bikr (A.) [بکر] 1.el sürülmemiş. 2.yepyeni, orijinal.

bîl (F.) [بيل] bel.

bilâd (A.) [بالد] 1.beldeler. 2.memleketler.

bilâfâsıla (A.) [بالفاصله] aralıksız, kesintisiz.

bilâhareket (A.) [بالحرکت] hareketsiz, hareket etmeden.

bilâhere (A.) [باآلخره] 1.sonradan. 2.sonunda, nihayet.

bilâinkıtâ (A.) [بالانقطاع] kesintisiz, aralıksız.

bilâkayt (A.) [بالقيد] kayıtsız şartsız, kesin.

bilakis (A.) [بالعکس] aksine, tersine.

bilâmâni’a (A.) [بالمانعه] engelsiz

Page 58: osmanlı türkçesi sözlüğü

58

bilâmazeret (A.) [بالمعذرت] mazeretsiz, özür bildirmeksizin.

bilâmerhamet (A.) [بالمرحمت] acımasızca.

bilâmühlet (A.) [بالمهلت] zaman tanımadan, süre vermeden.

bilâpervâ (A.-F.) [بالپروا] korkusuzca.

bilâşikâyet (A.) [بالشکایت] şikayet etmeden.

bilâte’ehhür (A.) [بالتأخر] gecikmeden.

bilâtefrik (A.) [بالتفریق] hiçbir ayırım gözetmeksizin.

bilâtehlike (A.) [بالتهلکه] tehlikesizce.

bilâteminat (A.) [بالتأمينات] güvencesiz, teminatsız.

bilâücret (A.) [بالأجرت] parasız, ücretsiz.

bilcümle (A.) [بالجمله] tümüyle.

bilfarz (A.) [بالفرض] diyelim ki.

bilfiil (A.) [بالفعل] gerçekten, yaparak, katılarak, bizzat.

bilhassa (A.) [بالخاصه] özellikle, hele hele.

biliktizâ (A.) [باالقتضا] gerektiğinden.

bililtizâm (A.) [بااللتزام] bilerek, bile bile.

bilistifade (A.) [باالستفاده] yararlanarak, istifade ederek.

bilistihsâl (A.) [باالستحصال] alarak, elde ederek.

biliştirâk (A.) [باالشتراک] katılarak.

billûr (A.) [بلور] kristal.

bilmecbûriye (A.) [بالمجبئریه] zorunlu olarak, mecburen.

bilmukabele (A.) [بالمقابله] karşılığında, aynen, mukabele ederek, mukâbil olarak.

bilmünâsebe (A.) [بالمناسبه] bir münasebetle, sırası geldiğinde.

Page 59: osmanlı türkçesi sözlüğü

59

bilmünâvebe (A.) [بالمناوبه] dönüşümlü.

bilmüzakere (A.) [بالمذاکره] görüşülerek.

bilumum (A.) [بالعموم] tüm, bütün.

bilvâsıta (A.) [بالواسطه] dolaylı olarak.

bîm (F.) [بيم] korku.

bîma’nâ (F.-A.) [بی معنی] anlamsız.

bîmâr (F.) [بيمار] hasta.

bîmârân (F.) [بيماران] hastalar.

bîmecâl (F.-A.) [بی مجال] takatsiz, dermansız.

bîmekân (F.-A.) [بی مکان] 1.yersiz. 2.aylak.

bîmerhamet (F.-A.) [بی مرحمت] acımasız.

bîmeze (F.) [بی مزه] lezzetsiz, tatsız.

bîmihr (F.) [بی مهر] sevgisiz, şefkatsiz.

bîmisâl (F.-A.) [بی مثال] benzersiz.

bîmuhâbâ (F.-A.) [بی محابا] çekinmeden.

bîmübâlât (F.-A.) [بی مباالت] kayıtsız, umursamaz.

bîmürüvvet (F.-A.) [بی مروت] mürüvvetsiz.

bin (A.) [بن] oğul.

binâ (A.) [بناء] yapı.

bînâ (F.) [بينا] gören, iyi gören.

binâberin (A.-F.) [بنابرین] bundan dolayı, buna dayanarak.

binâen (A.) [بناء] dayanarak, göre.

binâenaleyh (A.) [بناء عليه] bu yüzden, bundan dolayı.

Page 60: osmanlı türkçesi sözlüğü

60

bînâm (F.) [بينام] adsız, tanınmamış.

bînamaz (F.) [بی نماز] beynamaz.

bînasîb (F.-A.) [بی نصيب] nasipsiz, kısmetsiz.

bînazîr (F.-A.) [بی نظير] benzersiz.

bînemek (F.) [بی نمک] tuzsuz.

bînevâ (F.) [بينوا] 1.zavallı. 2.yoksul.

bînî (F.) [بينی] burun.

bînihaye (F.-A.) [بی نهایه] sonsuz, bitmez tükenmez.

binnetice (A.) [بالنتيجه] sonuçta, sonuç olarak.

binnisbe (A.) [بالنسبه] bir dereceye kadar, nispeten.

bint (A.) [بنت] kız.

bîpâyân (F.) [بی پایان] sonsuz.

bîpervâ (F.) [بی پروا] 1.korkusuz. 2.çekinmeden.

bir gûna (T.-F.) [ ] hiçbir, herhangi bir.

bir nevi (T.-A.) [ ] adeta, bir bakıma.

birâder (F.) [برادر] erkek kardeş.

bîrahm (F.-A.) [بی رحم] merhametsiz, acımasız.

bîrayb (F.-A.) [بی ریب] kuşkusuz.

birinc (F.) [برنج] pirinç.

birişte (F.) [برشته] kavrulmuş.

bîrûn (F.) [بيرون] 1.dış. 2.dışarı.

biryân (F.) [بریان] kebap.

bisât (A.) [بساط] yaygı.

Page 61: osmanlı türkçesi sözlüğü

61

bîsebat (F.-A.) [بی ثبات] dayanıksız.

bîsebeb (F.-A.) [بی سبب] dayanıksız.

bîser (F.) [بی سر] başsız.

bîst (F.) [بيست] yirmi.

bister (F.) [بستر] yatak.

bîsûd (F.) [بی سود] yararsız.

bisyâr (F.) [بسيار] çok.

bîşe (F.) [بيشه] orman.

bîşerm (F.) [بی شرم] orman.

bîşuur (F.-A.) [بی شعور] bilinçsiz.

bîşübhe (F.-A.) [بی شبهه] kuşkusuz, şüphesiz.

bîşümâr (F.) [بی شمار] sayısız.

bîtâb (F.-A.) [بيتاب] yorgun, takatsiz.

bîtâb kalmak bitkin düşmek.

bîtâbane (F.) [بيتابانه] bitkince.

bitamâmihâ (A.) [بتمامها] tümüyle, tamamen.

bîtaraf (F.-A.) [بی طرف] tarafsız.

bîtarafâne (F.-A.) [بی طرفانه] tarafsızca, yan tutmadan.

bittab’ (A.) [بالطبع] doğal olarak.

bittafsîl (A.) [بالتفصيل] ayrıntılı olarak, uzun uzadıya.

bittamâm (A.) [بالتمام] tümüyle.

bîve (F.) [بيوه] dul.

bîvefâ (F.-A.) [بی وفا] vefasız.

Page 62: osmanlı türkçesi sözlüğü

62

bîvezen (F.) [بيوه زن] dul kadın.

bîzâr (F.) [بيزار] bıkmış, usanmış.

bîzâr olmak bıkmak, usanmak.

bizâtihi (A.) [بذاته] kendiliğinden.

bizzarûre (A.) [بالضروره] zorunlu olarak.

bostân (F.) [بوستان] bahçe.

bû (F.) [بو] koku.

bu’d (A.) [بعد] 1.uzaklık. 2.boyut.

bu’diyet (A.) [بعدیت] uzaklık, mesafe.

bûd (F.) [بود] varlık.

buğrâ (F.) [بغرا] turna.

buhalâ (A.) [بخال] cimriler.

buhâr (A.) [بخار] buğu, buhar.

buhl (A.) [بخل] cimrilik.

buhrân (A.) [بحران] bunalım, kriz.

buht (A.) [بهت] şaşkınlık.

buhûr (F.) [بخور] tütsü.

buhurdan (F.) [بخوردان] tütsülük, tütsü kabı.

buk’a (A.) [بقعه]1.yer, diyar. 2.ülke.

buk’avî (A.) [بقعوی] yerel.

bûm (F.) [بوم] 1.yer. 2.ülke.

bûm (F.) [بوم] baykuş.

bûmehen (F.) [بومهن] deprem.

Page 63: osmanlı türkçesi sözlüğü

63

bundan mâada (T.-A.) [dan+m] bundan başka, bunun yanısıra.

bûr (F.) [بور] kumral.

burc (A.) [برج] 1.burç. 2.yıldız kümesi.

burhan (A.) [برهان] kanıt, delil.

bûriya (F.) [بوریا] hasır.

burûc (A.) [بروج] burçlar.

burûdet (A.) [برودت] soğukluk.

bûs etmek öpmek.

bûse (F.) [بوسه] öpücük.

bûstân (F.) [بوستان] bahçe.

bûte (F.) [بوته] 1.çalı çırpı. 2.pota.

bûtimar (F.) [ ماربوتي ] balıkçıl, botimar.

butlân (A.) [بطالن] 1.boşluk, anlamsızlık. 2.yalan.

butûn (A.) [بطون] 1.karınlar. 2.kuşaklar, nesiller.

bûy (F.) [بوی] koku.

bûydâr (F.) [بویدار] kokulu.

bûzîne (F.) [بوزینه] maymun.

bühtân (A.) [بهتان] iftira.

bühtân etmek iftira etmek.

bükâ (A.) [بکاء] ağlama.

bülaceb (A.) [بوالعجب] şaşılacak şey.

büldân (A.) [بلدان] beldeler, diyarlar, ülkeler.

büleğâ (A.) [بلغاء] belagat sahipleri.

Page 64: osmanlı türkçesi sözlüğü

64

bülend (F.) [بلند] 1.yüksek. 2.yüce.

bülendbâlâ (F.) [بلندباال] uzun boylu.

bülendpervâz (F.) [بلندپرواز] 1.yükseklerden uçan. 2.şerefli.

bülheves (A.) [بوالهوس] maymun iştahlı.

bülûğ (A.) [بلوغ] erginlik.

bün (F.) [بن] 1.kök. 2.dip. 3.temel.

bünyâd (F.) [بنياد] 1.temel, kök. 2.yapı, bina.

bünye (A.) [بنيه] yapı.

bünyeviyat (A.) [بنيویات] bünye ile ilgili bilim dalı, morfoloji.

bürdbâr (F.) [بردبار] sabırlı.

bürde (A.) [برده] hırka.

bürhân (A.) [برهان] kanıt.

bürîde (F.) [بریده] kesik.

bürka (A.) [برقع] peçe.

bürnâ (F.) [برنا] genç.

bürrân (F.) [بران] keskin.

bürûdet (A.) [برودت] soğukluk.

bürûz (A.) [بروز] ortaya çıkma.

büstân (F.) [بستان] bahçe.

büşrâ (A.) [بشرا] müjde.

büt (F.) [بت] put.

büthâne (F.) [بت خانه] puthane.

bütperest (F.) [بت پرست] putperest, puta tapan.

Page 65: osmanlı türkçesi sözlüğü

65

bütûn (A.) [بطون] 1.karınlar. 2.kuşaklar, nesiller.

büyût (A.) [بيوت] 1.evler. 2.beyitler.

büz (F.) [بز] keçi.

büzdil (F.) [بزدل] ödlek.

büzûr (A.) [بذور] tohumlar.

büzürg (F.) [بزرگ] 1.büyük. 2.ulu.

büzürgân (F.) [بزرگان] 1.büyükler. 2.ulular.

büzürgzâde (F.) [بزرگ زاده] seçkin kişinin çocuğu, asilzade, kişizade.

Page 66: osmanlı türkçesi sözlüğü

66

C

câ (F.) [جا] 1.yer. 2.mevki. 3.makam.

ca’l (A.) [جعل] yapma.

ca’lî (A.) [جعلی] 1.yapma, uydurma. 2.sahte.

câbecâ (F.) [جابجا] yer yer.

câbir (A.) [جابر] zorlayıcı.

câdde (A.) [جاده] ana yol, cadde.

câdû (F.) [جادو] 1.büyücü. 2.cadı.

câdûger (F.) [جادوگر] büyücü.

câh (F.) [جاه] makam, mevki.

câhid (A.) [جاهد] çalışıp çabalayan.

câhil (A.) [جاهل] bilgisiz.

câhilâne (A.-F.) [جاهالنه] cahilce.

câiz (A.) [جائز] uygun.

câize (A.) [جائزه] ödül.

câlib (A.) [ البج ] ilginç, çekici.

câlib -i dikkat [ جالب دقت ]dikkat çekici.

câm (F.) [جام] 1.kadeh. 2.şişe. 3.cam.

câme (F.) [جامه] giysi.

Page 67: osmanlı türkçesi sözlüğü

67

câmedân (F.) [جامه دان] gardrop.

câmegî (F.) [جامگی] 1.giysi parası. 2.hizmetçi.

câmekan (F.) [جامکان] hamamda soyunma odası.

câmekan (F.-A.) [جامکان] 1.camlı bölme. 2.vitrin.

câmeşûy (F.) [جامه شوی] çamaşırcı.

câmi’ (A.) [جامع] 1.toplayan. 2.cami.

câmia (A.) [جامعه] topluluk.

câmid (A.) [جامد] 1.cansız. 2.donuk.

câmûs (A.) [جاموس] manda, camız.

cân (F.) [جان] 1.ruh. 2.can. 3.sevgili.

cânâ (F.) [جانا] sevgilim, ey sevgili.

cânân (F.) [جانان] sevgili.

cânâne (F.) [جانانه] sevgili.

cânbâz (F.) [جانباز] 1.canını hiçe sayan. 2.fedai. 3.cambaz.

cândâr (F.) [جاندار] 1.canlı. 2.koruyucu.

canefşân (F.) [جان افشان] canını hiçe sayan, fedai.

cânefzâ (F.) [جان افزا] cana can katan.

cânfersâ (F.) [جان فرسا] ömür törpüsü, yürek tüketen.

cânfeşân (F.) [جان فشان] canını hiçe sayan, fedai.

cânfezâ (F.) [جان فزا] cana can katan.

cângüdâz (F.) [جان گداز] yürek yakan.

canhıraş (F.) [جان خراش] yürek paralayan.

cânib (A.) [جانب] taraf.

Page 68: osmanlı türkçesi sözlüğü

68

cânişin (F.) [جانشين] halef, birinin yerine oturan.

cânnisâr (F.-A.) [جان نثار] canını feda eden.

cânsipâr (F.) [جان سپار] canını feda eden.

cânsiperâne (F.) [جان سپرانه] canını feda edercesine.

cânsitân (F.) [جان ستان] can alan.

cânver (F.) [جان ور] 1.canlı. 2.canavar.

câr (A.) [جار] komşu.

cârî (A.) [جاِر] geçerli, yürürlükte.

câriha (A.) [جارحه] 1.yırtıcı kuş. 2.yırtıcı hayvan.

câriye (A.) [جاریه] halayık.

cârû (F.) [جارو] süpürge.

cârûb (F.) [جاروب] süpürge.

câsûsî (A.-F.) [جاسوسی] casusluk, ajanlık.

câvid (F.) [جاود] kalıcı, sonsuz, ebedi.

câvidân (F.) [جاودان] kalıcı, sonsuz, ebedi.

cây (F.) [جای] yer.

câygâh (F.) [جایگاه] 1.yer. 2.makam.

câyi’ (A.) [جایع] aç.

câynişîn (F.) [جاینشين] birinin yerine geçen, halef.

câzib (A.) [جاذب] 1.ilginç. 2.çekici.

câzibe (A.) [جاذبه] çekicilik.

cazibedar (A.-F.) [جاذبه دار] çekici, cazibeli.

câzibiyyet (A.) [جاذبيت] çekicilik.

Page 69: osmanlı türkçesi sözlüğü

69

cebâbire (A.) [جبابره] zorbalar.

cebânet (A.) [ نتجبا ] korkaklık.

cebbâr (A.) [جبار] 1.zorba. 2.güçlü. 3.Tanrı. 4.tuttuğunu koparan, becerikli.

cebbârî (A.-F.) [جباری] 1.zorbalık. 2.beceriklilik, tuttuğunu koparma.

cebel (A.) [جبل] dağ.

cebhe (A.) [جبهه] 1.cephe. 2.alın. 3.yüz.

cebîn (A.) [جبين] korkak.

cebr (A.) [جبر] 1.zorlama. 2.cebir.

cebr etmek zorlamak.

cebren (A.) [جبرا] zorla.

cebrî (A.) [جبری] zoraki, zorla.

cedâvil (A.) [جداول] cetveller, çizelgeler.

cedd (A.) [جد] ata.

cedel (A.) [جدل] 1.tartışma. 2.mücadele.

cedelî (A.) [جدلی] tartışmaya dayalı, münakaşa üstüne oturmuş.

cedî (A.) [جدی] 1.oğlak. 2.oğlak burcu.

cedîd (A.) [جدید] yeni.

cedîde (A.) [جدیده] yeni.

cedvel (A.) [جدول] 1.cetvel. 2.çizelge.

cefâ (A.) [جفا] üzme, eziyet etme.

cefâ çekmek cefaya katlanan, üzülen.

cefâcû (A.-F.) [جفاجو] üzen, cefa eden.

cefâdîde (A.-F.) [جفادیده] üzülmüş, cefa çekmiş.

Page 70: osmanlı türkçesi sözlüğü

70

cefâkâr (A.-F.) [جفاکار] 1.cefa eden, üzen. 2.cefa çeken, üzülen.

cefâkârî (A.-F.) [جفاکاری] 1.cefa etme, üzme. 2.cefa çekme.

cefâkeş (A.-F.) [جفاکش] üzülen, cefa çeken, eziyete katlanan.

cefâpîşe (A.-F.) [جفاپيشه] 1.üzmeyi huy edinmiş, cefa eden. 2.aşığını üzen

sevgili.

cefcâf (F.) [جفجاف] 1.hoppa kadın. 2.orospu.

ceffelkalem (A.) [جف القلم] çalakalem.

cefr (A.) [جفر] gaipten haber veren bilim.

cehâlet (A.) [جهالت] cahillik, bilgisizlik.

cehd (A.) [جهد] çalışma, çabalama.

cehd etmek çalışıp çabalamak.

cehele (A.) [جهله] cahiller.

cehennemî (A.-F.) [جهنمی] 1.cehennemlik. 2.cehennem gibi sıcak.

cehl (A.) [جهل] cahillik, bilgisizlik.

cehren (A.) [جهرا] açıkça.

celâdet (A.) [جالدت] yiğitlik.

celâl (A.) [جالل] ululuk.

celb (A.) [جلب] kendine çekme.

celb edilmek 1.kendine çekilmek. 2.yazı ile çağırılmak.

celb etmek 1.kendine çekmek. 2.yazı ile çağırmak.

celbnâme (A.-F.) [جلب نامه] çağırı mektubu.

celeb (A.) [جلب] sığır tüccarı.

celesât (A.) [جلسات] oturumlar.

Page 71: osmanlı türkçesi sözlüğü

71

celîl (A.) [جليل] ulu.

celîs (A.) [جليس] arkadaş.

cellâd (A.) [جالد] cellat.

cellâdî (A.-F.) [جالدی] cellatlık.

celse (A.) [جلسه] oturum.

cem’ (A.) [جمع] 1.toplama. 2.çoğul.

cem’ edilmek toplanılmak.

cem’ etmek toplamak, derlemek, bir araya getirmek.

cem’an (A.) [جمعا] toplam.

cem’iyyât (A.) [جمعيات] cemiyetler, dernekler.

cem’iyyet (A.) [جمعيت] 1.cemiyet, dernek. 2.topluluk.

cem’iyyet -i akvâm [ جمعيت اقوام ]Birleşmiş Milletler.

cemâat (A.) [ تجماع ] 1.topluluk. 2.camide ibadet edenler.

cemâd (A.) [جماد] cansız varlık.

cemâdât (A.) [جمادات] cansız varlıklar.

cemâhîr (A.) [جماهير] cumhuriyetler.

cemâl (A.) [جمال] yüz güzelliği.

cemel (A.) [جمل] deve.

cemî’ (A.) [جميع] tümü.

cemî’an (A.) [ عاجمي ] tümüyle.

cemil (A.) [جميل] 1.güzel. 2.yüzü güzel.

cemîle (A.) [جميله] iyilik.

cemiyet (A.) [جمعيت] topluluk, toplum.

Page 72: osmanlı türkçesi sözlüğü

72

cemm (A.) [جم] kalabalık.

cenâb (A.) [جناب] hazret.

cenâbet (A.) [جنابت] 1.pis, murdar. 2.cünüplük hali.

cenâh (A.) [جناح] kanat.

cenb (A.) [جنب] taraf.

cendere (A.) [جندره] 1.pres. 2.basınç, baskı. 3.oklava.

ceng (F.) [جنگ] savaş.

ceng etmek 1.savaşmak. 2.dövüşmek.

cengâver (F.) [جنگاور] savaşçı.

cengâverî (F.) [جنگاوری] savaşçılık.

cengcû (F.) [جنگجو] 1.savaşçı. 2.kavgacı.

cengel (F.) [جنگل] orman.

cennât (A.) [جنات] 1.cennetler. 2.bahçeler.

cennet (A.) [جنت] 1.cennet. 2.bahçe.

cennet -i a’lâ [ جنت اعلی ] cennet.

cennetmekân (A.) [ جنت مکان ] mekanı cennet olan.

cenûb (A.) [جنوب] güney.

cenûb -i garb [ جنوب غرب ] güneybatı.

cenûb -i garbî [ جنوب غربی ] güneybatı.

cenûb -i şark [ جنوب شرق ] güneydoğu.

cenûb -i şarkî [ جنوب شرقی ] güneydoğu.

cenûbî (A.) [جنوبی] güneye ait.

cerâd (A.) [جراد] çekirge.

Page 73: osmanlı türkçesi sözlüğü

73

cerâhat (A.) [جراحت] yara.

cerâid (A.) [جرائد] gazeteler.

cerâim (A.) [جرائم] suçlar.

cerbeze (A.) [جربزه] beceriklilik.

ceres (A.) [جرس] 1.çan. 2.çıngırak.

cereyân (A.) [جریان] 1.akış. 2.oluş. 3.akım.

cereyân etmek olmak, gerçekleşmek.

cerge (F.) [جرگه] küme.

cerh (A.) [جرح] 1.yaralama. 2.çürütme.

cerh edilmek 1.yaralanmak. 2.çürütülmek.

cerh etmek 1.yaralamak. 2.çürütmek.

cerîde (A.) [جریده] 1.gazete. 2.tutanak.

cerîha (A.) [جریحه] yara.

cerîme (A.) [جریمه] 1.suç. 2.para cezası, cereme. 3.ceza ödeme.

cerrâh (A.) [جراح] operatör.

cerrâhî (A.) [ یجراح ] operatörlük.

cesâmet (A.) [جسامت] irilik.

cesâret (A.) [جسارت] cesurluk.

cesîm (A.) [جسيم] iri, büyük.

cesîmülcüsse (A.) [جسيم الجثه] iri yapılı, iriyarı.

cesûr (A.) [جسور] cesaret sahibi.

cev (F.) [جو] arpa.

cevâb (A.) [جواب] 1.yanıt. 2.karşılık.

Page 74: osmanlı türkçesi sözlüğü

74

cevâben (A.) [جوابا] yanıt olarak.

cevâd (A.) [جواد] cömert.

cevâhir (A.) [جواهر] 1.mücevherler. 2.mücevher.

cevâmi’ (A.) [جوامع] camiler.

cevâmid (A.) [جوامد] cansız varlıklar.

cevâmîs (A.) [جواميس] mandalar.

cevân (F.) [جوان] genç.

cevânib (A.) [جوانب] yanlar, yönler.

cevârî (A.) [جواری] halayıklar.

cevâz (A.) [جواز] izin, uygun verme.

cevâz vermek uygun vermek, olur vermek, müsaade etmek.

cevdet (A.) [جودت] 1iyilik. 2.olgunluk. 3.tazelik.

cevelân (A.) [جوالن] dolaşma, gezinti.

cevelân etmek 1.dolaşmak, akmak. 2.gezinmek.

cevelângâh (A.-F.) [جوالنگاه] 1.gezinti yeri, mesire yeri. 2.dolaşım yeri.

cevf (A.) [جوف] boşluk.

cevher (A.) [جوهر] 1.mücevher. 2.öz. 3.elmas.

cevherfürûş (A.-F.) [جوهرفروش] mücevherci.

cevherî (A.) [جوهری] 1.mücevherle ilgili. 2.mücevherli. 3.öz ile ilgili.

cevîn (F.) [جوین] arpadan yapılmış.

cevir (A.) [جور] haksızlık, üzülme, üzme, zulüm.

cevir çekmek acı çekmek, zulüm görmek.

cevr (A.) [جور] haksızlık, üzme, üzülme, zulüm.

Page 75: osmanlı türkçesi sözlüğü

75

cevr etmek haksızlık etmek, üzmek, acı çektirmek.

cevşen (F.) [جوشن] zırhlı giysi.

cevv (A.) [جو] 1.hava. 2.boşluk.

cevvâl (A.) [جوال] çok hareketli, koşan.

cevvî (A.) [جوی] hava ile ilgili.

cevzâ (A.) [جوزاء] ikizler burcu.

ceyb (A.) [جيب] cep.

ceyş (A.) [جيس] asker.

ceyyid (A.) [جيد] iyi, güzel.

cezâ (A.) [جزاء] 1.karşılık. 2.ceza.

cezâir (A.) [جزائر] adalar.

cezâlet (A.) [جزالت] akıcılık, düzgünlük.

cezb (A.) [جذب] kendine çekme.

cezb edilmek kendine çekilmek.

cezb etmek kendine çekmek.

cezbe (A.) [جذبه] 1.coşku. 2.kendinden geçiş.

cezer (A.) [جزر] havuç.

cezîre (A.) [جزیره] ada.

cezm (A.) [جزم] kesin karar.

cezm etmek kesin karar vermek, kesin olarak niyetlenmek.

cezzâb (A.) [جذاب] çekici, cazibeli.

cibâl (A.) [جبال] dağlar.

cibillet (A.) [جبلت] karakter, yaratılış.

Page 76: osmanlı türkçesi sözlüğü

76

cibilliyet (A.) [جبليت] karakter, yaratılış.

cibilliyetsiz (A.-T.) [جبلتسز] karaktersiz, kötü yaratılışlı.

cidâl (A.) [جدال] mücadele.

cidâlcû (A.-F.) [جدال جو] mücadeleci.

cidâr (A.) [جدار] 1.duvar. 2.zar.

cidden (A.) [جدا] ciddi olarak.

ciddî (A.) [جدی] 1.ağırbaşlı. 2.önemli.

ciddiyyet (A.) [جدیت] 1.ciddilik. 2.ağırbaşlılık.

cîfe (A.) [جيفه] leş.

ciger (F.) [جگر] ciğer.

cigergûşe (F.) [جگرگوشه] 1.ciğerköşe, evlat. 2.sevgili.

cigerpâre (F.) [جگرپاره] 1.ciğer parçası. 2.evlat.

cigersûz (F.) [جگرسوز] yürek yakan.

cihâd (A.) [جهاد] din uğrunda savaş.

cihâd etmek din uğrunda savaşmak.

cihân (F.) [جهان] 1.dünya. 2.âlem.

cihânâferîn (F.) [جهان آفرین] dünyayı yaratan, Tanrı.

cihandar (F.) [جهاندار] büyük hükümdar, imparator.

cihandîde (F.) [جخان دیده] görmüş geçirmiş.

cihangîr (F.) [جهانگير] büyük hükümdar, imparator.

cihangîrî (F.) [جهانگيری] büyük hükümdarlık, imparatorluk.

cihângüşâ (F.) [جهانگشا] dünyayı feth eden, fatih hükümdar.

cihânî (F.) [جهانی] 1.dünya ile ilgili. 2.insan.

Page 77: osmanlı türkçesi sözlüğü

77

cihannüma (F.) [جهان نما] 1.dünya atlası. 2.taraça.

cihâr (F.) [چهار] dört.

cihâren (A.) [جهارا] açıkça.

cihât (A.) [جهات] 1.yönler. 2.sebepler. 3.yerler.

cihâz (A.) [جهاز] 1.çeyiz. 2.aygıt. 3.sistem.

cihet (A.) [جهت] 1.yön, taraf. 2.bakım, nokta. 3.sebep.

cilâ (A.) [جالء] 1.parlaklık. 2.cila.

cilâdar (A.-F.) [جالدار] cilalı.

cild (A.) [جلد] 1.deri, cilt. 2.kitap.

cilve (A.) [جلوه] 1.görünme. 2.kırıtma.

cilvegâh (A.-F.) [جلوه گاه] görünme yeri.

cilvegâh olmak yatak teşkil etmek, yurt olmak.

cilveger (A.-F.) [جلوه گر] 1.görünen. 2.kırıtan.

cilvesâz (A.-F.) [جلوه ساز] kırıtan, cilve yapan.

cimâ’ (A.) [جماع] cinsel ilişki.

cimâ’ etmek cinsel ilişkide bulunmak.

cinâ’î (A.) [جنائی] cinayetle ilgili.

cinân (A.) [جنان] 1.cennetler. 2.bahçeler.

cinayetkâr (A.-F.) [جنایتکار] câni, cinayet işleyen.

cinâze (A.) [جنازه] tabut.

cindar (A.-F.) [جندار] cinci, afsuncu.

cindarlık (A.-F.-T.) cincilik, afsunculuk, muskacılık.

cinnet (A.) [جنت] çıldırma.

Page 78: osmanlı türkçesi sözlüğü

78

cins (A.) [جنس] 1.tür. 2.soy.

cinsî (A.) [جنسی] cinsel.

cirm (A.) [جرم] cismin kapladığı yer, hacim.

cism (A.) [جسم] 1.cisim, madde. 2.vücut, beden.

cismânî (A.) [جسمانی] 1.cisim ile ilgili. 2.bedensel.

cismen (A.) [جسما] bedenen.

cisr (A.) [جسر] köprü.

civan (F.) [جوان] genç.

civânân (F.) [جوانان] gençler.

civanbaht (F.) [جوان بخت] talihli.

civânî (F.) [جوانی] gençlik.

civânmerd (F.) [جوانمرد] 1.cömert. 2.soylu.

civâr (A.) [جوار] yakın çevre.

cîve (F.) [جيوه] cıva.

cizye (A.) [جزیه] gayrimüslim vergisi.

cû (F.) [جو] 1.arayan. 2.arama.

cû (F.) [جو] çay, ırmak.

cû’ (A.) [جوش] açlık.

cûce (F.) [جوجه] civciv.

cûd (A.) [جود] cömertlik.

cuğd (A.) [جغد] baykuş.

cûlâh (F.) [جواله] 1.dokumacı. 2.çulha.

cum’a (A.) [جمعه] cuma.

Page 79: osmanlı türkçesi sözlüğü

79

cumhûr (A.) [جمهور] 1.halk. 2.kalabalık.

cumhûrî (A.) [جمهوری] cumhuriyetle ilgili.

cumhûriyyet (A.) [جمهوریت] cumhuriyet.

cûş (F.) [جوش] 1.coşku. 2.kaynama.

cûş eylemek coşmak, coşup taşmak.

cûşâcûş (F.) [جوشاجوش] coşkun, coşkulu.

cûşân (F.) [جوشان] 1.coşan. 2.kaynayan.

cûşiş (F.) [جوشش] coşku.

cûy (F.) [جوی] 1.arayan. 2.arama.

cûy (F.) [جوی] çay, ırmak.

cûybâr (F.) [جویبار] ırmak.

cûyende (F.) [جوینده] arayan.

cübn (A.) [جبن] korkaklık.

cüdâ (F.) [جدا] ayrı.

cüda kalmak ayrı düşmek, uzak kalmak.

cüdâyî (F.) [جدایی] ayrılık.

cüdrân (A.) [جدران] duvarlar.

cüft (F.) [جفت] çift.

cüfte (F.) [جفته] çifte.

cühelâ (A.) [جهالء] cahiller.

cühhâl (A.) [جهال] cahiller.

cüllâh (A.) [جاله] dokumacı, çulhacı.

cülûs (A.) [جلوس] 1.oturma. 2.tahta geçme.

Page 80: osmanlı türkçesi sözlüğü

80

cülûs etmek tahta geçmek.

cülûsiyye (A.) [جلوسيه] 1.tahta çıkan hükümdarın dağıttığı bahşiş. 2.tahta çıkan

hükümdar için yazılan şiir.

cümcüme (A.) [جمجمه] kafatası.

cümel (A.) [جمل] cümleler.

cümle (A.) [جمله] 1.bütün, tüm. 2.tümce.

cümleten (A.) [ ةجمل ] tümüyle

cümûd (A.) [جمود] donukluk.

cümûdiyye (A.) [ هجمودی ] buzul.

cünbân (F.) [جنبان] 1.sallayan. 2.sallanan.

cünbiş (F.) [جنبش] kıpırtı, hareket, sallanma.

cünd (A.) [جند] 1.asker. 2.ordu.

cündî (A.) [جندی] usta binici.

cündîlik (A.-T.) [ ] binicilik, at binme.

cünha (A.) [جنحه] küçük suç.

cünûd (A.) [جنود] 1.askerler. 2.ordular.

cürm (A.) [جرم] suç.

cürûf (A.) [جروف] maden atığı, maden posası.

cüsse (A.) [جثه] gövde, yapı.

cüstücû (F.) [جست و جو] arayış, arama.

cüvâl (F.) [جوال] çuval.

cüvân bk. civan.

cüz’ (A.) [جزء] 1.parça. 2.medrese alfabe kitabı.

Page 81: osmanlı türkçesi sözlüğü

81

cüz’î (A.) [جزئی] çok az.

cüz’iyyât (A.) [جزئيات] küçük şeyler, önemsiz şeyler.

cüzâm (A.) [جذام] cüzzam.

cüzdan (A.-F.) [جزئدان] 1.para çantası. 2.evrak çantası.

Page 82: osmanlı türkçesi sözlüğü

82

Ç

çâbük (F.) [چابک] kıvrak, çevik, çabuk.

çâbükî (F.) [ کیچاب ] kıvraklık, çeviklik, çabukluk.

çâbükpâ (F.) [چابک پا] ayağına çabuk.

çâbükrev (F.) [چابک رو] hızlı giden.

çâbüksüvar (F.) [چابک سوار] usta binici.

çâder (F.) [چادر] 1.çadır. 2.örtü, kadınların giydiği örtü.

çâdernişin (F.) [چادرنشين] göçebe, çadırda yaşayan.

çadır (F.) [چادر] 1.çadır. 2.örtü, kadınların giydiği örtü.

çağz (F.) [چغز] kurbağa.

çâh (F.) [چاه] 1.kuyu. 2.çukur.

çâk (F.) [چاک] 1.yırtık. 2.yırtmaç.

çâk etmek yırtmak.

çâk olmak yırtılmak.

çâkâçâk (F.) [چاکاچاک] kılıç şakırtısı.

çâker (F.) [چاکر] 1.kul. 2.hizmetkâr.

çâkerî (F.) [چاکری] 1.kulluk. 2.hizmetkârlık.

çâkûç (F.) [چاکوچ] çekiç.

çâlâk (F.) [چاالک] çevik, kıvrak.

çâlâkî (F.) [چاالکی] çeviklik, kıvraklık.

çâlik (F.) [چاليک] çelik çomak.

Page 83: osmanlı türkçesi sözlüğü

83

çâlpâre (F.) [چارپاره] çalpara.

çâme (F.) [چامه] şiir.

çâne (F.) [چانه] çene.

çâpâr (F.) [چاپار] 1.ulak. 2.postacı.

çâplûs (F.) [چاپلوس] dalkavuk.

çâr (F.) [چار] çare.

çâr (F.) [چار] dört.

çârçûbe (F.) [چارچوبه] çerçeve.

çardak (F.) [چارطاق] çardak.

çârdeh (F.) [چارده] ondört.

çâre (F.) [چاره] 1.tedbir. 2.çare. 3.ilaç, derman.

çârecû (F.) [چاره جو] çare arayan.

çâresâz (F.) [چاره ساز] çare bulan.

çâresâz olmak çare bulmak.

çâresâzî (F.) [چاره سازی] çare bulma.

çârgâh (F.) [چارگاه] Türk musikîsinde bir makam.

çârgûşe (F.) [ گوشهچار ] dört köşe.

çarh (F.) [چرخ] 1.tekerlek. 2.çarkıfelek. 3.felek. 4.tef. 5.çıkrık.

çarmıh (F.) [چارميخ] çarmıh.

çârnâçâr (F.) [چارناچار] ister istemez, çaresiz, mecburen.

çârpâ (F.) [چارپا] dört ayaklı.

çârsû (F.) [چارسو] dört yön.

çârsû (F.-A.) [ ارسوچ ] çarşı.

Page 84: osmanlı türkçesi sözlüğü

84

çârşeb (F.) [چارشب] çarşaf.

çârşenbe (F.) [چارشنبه] çarşamba.

çârtâk (F.) [چارطاق] 1.çardak. 2.kare şeklinde çadır.

çârüm (F.) [چارم] dördüncü.

çâryâr (F.) [چاریار] dört halife, Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali.

çâşni (F.) [چاشنی] çeşni.

çâşnigîr (F.) [چاشنی گير] çeşnici.

çâşt (F.) [چاشت] kuşluk vakti.

çeğâle (F.) [چغاله] çağla.

çeh (F.) [چه] 1.kuyu. 2.çukur.

çehâr (F.) [چهار] dört.

çehre (F.) [چهره] yüz.

çehreperdâz (F.) [چهره پرداز] ressam.

çekâçâk (F.) [چکاچاک] kılıç şakırtısı.

çekîde (F.) [چکيده] damlamış.

çekûç (F.) [چکوچ] çekiç.

çelîpâ (F.) [چليپا] haç.

çem (F.) [چم] 1.salınma. 2.süslü.

çemen (F.) [چمن] 1.çimenlik, çayırlık. 2.yeşillik.

çemenzâr (F.) [چمنزار] çimenlik.

çenâr (F.) [چنار] çınar.

çenber (F.) [چنبر] 1.çember. 2.kasnak.

çend (F.) [چند] 1.kaç. 2.birkaç. 3.ne zamana kadar.

Page 85: osmanlı türkçesi sözlüğü

85

çendan (F.) [چندان] o kadar, onca.

çendin (F.) [چندین] bu kadar, bunca.

çeng (F.) [چنگ] 1.pençe. 2.el. 3.harp, çeng.

çengâl (F.) [چنگال] 1.pençe. 2.çengel.

çengî (F.) [چنگی] 1.çeng çalan. 2.dansöz, çengi.

çep (F.) [چپ] sol.

çerâ (F.) [چرا] otlama.

çerâgâh (F.) [چراگاه] otlak.

çerâğ (F.) [چراغ] 1.mum. 2.kandil.

çerâğân (F.) [چراغان] aydınlatma, donatma.

çerâkese (A.) [چراکسه] çerkesler.

çerb (F.) [چرب] semiz.

çerbzebân (F.) [ زبانچرب ] 1.yaltakçı. 2.ağzı laf yapan.

çerh (F.) [چرخ] 1.çark. 2.felek. 3.tekerlek. 4.çıkrık. 5.çarkıfelek. 6.tef.

çerm (F.) [چرم] deri.

çeşm (F.) [چشم] göz.

çeşmân (F.) [چشمان] gözler.

çeşmderîde (F.) [چشم دریده] arsız.

çeşme (F.) [چشمه] 1.pınar. 2.çeşme.

çetr (F.) [چتر] 1.gölgelik. 2.şemsiye.

çevgân (F.) [چوگان] çevgen.

çeyrek (F.) [چهاریک] dörtte bir, çeyrek.

çîgûne (F.) [چگونه] nasıl.

Page 86: osmanlı türkçesi sözlüğü

86

çigûnegî (F.) [چگونگی] nitelik.

çihâr (F.) [چهار] dört.

çihar yâr (F.) [چهاریار] dört halife. Ebubekir, Ömer, Osman, Ali.

çihârüdü (F.) [چهار و دو] dört ve iki.

çihârüse (F.) [چهار و سه] dört ve üç.

çihârüyek (F.) [چهار و یک] dört ve bir.

çihil (F.) [چهل] kırk.

çihilpâ (F.) [چهل پا] kırkayak.

çihre (F.) [چهره] yüz.

çil (F.) [چل] kırk.

çile (F.) [چله] 1.kırk günlük ibadet. 2.sıkıntı, azap. 3.iplik demeti.

çilekeş (F.) [چله کش] çile çeken, acı çeken.

çimen (F.) [چمن] çimenlik.

çîn (F.) [چين] kırışık.

çirâğ (F.) [چراغ] 1.mum. 2.kandil. 2.çırak.

çîredest (F.) [چيره دست] yetenekli, becerikli.

çirk (F.) [چرک] 1.kir. 2.irin.

çirkâb (F.) [چرک آب] pis su.

çirkîn (F.) [چرکين] 1.kirlenmiş. 2.çirkin.

çîz (F.) [چيز] şey.

çûb (F.) [چوب] 1.sopa. 2.odun. 3.tahta.

çûbân (F.) [چوبان] çoban.

çûbek (F.) [چوبک] 1.tokmak, tokaç. 2.çomak.

Page 87: osmanlı türkçesi sözlüğü

87

çun (F.) [چون] 1.gibi. 2.mademki. 3.nasıl. 4.için. 5.çünkü.

çün (F.) [چن] 1.gibi. 2.mademki. 3.nasıl. 4.için. 5.çünkü.

çünki (F.) [چونکه] çünkü.

çüst (F.) [چست] çevik, kıvrak.

çüstî (F.) [چستی] çeviklik, kıvraklık.

çüvâl (F.) [چوال] çuval.

çüvaldûz (F.) [چوالدوز] çuvaldız.

Page 88: osmanlı türkçesi sözlüğü

88

D

dâ’î (A.) [داعی] 1.dua eden, duacı. 2.davet eden.

dâ’ussıla (A.) [داء الصله] yurdunu özleme, köyünü özleme.

dâd (F.) [داد] 1.adalet. 2.iyilik, ihsan.

dâd (F.) [داد] 1.verme. 2.verdi. 3.vergi.

dâdgâh (F.) [دادگاه] mahkeme.

dâdhâh (F.) [دادخواه] davacı.

dâdres (F.) [دادرس] imdada koşan.

dâdû (F.) [دادو] dadı.

dâdüferyâd (F.) [دادوفریاد] feryat figan.

dâdüsited (F.) [داد و ستد] alışveriş.

dâfi’ (A.) [دافع] uzaklaştıran, defeden.

dâğ (F.) [داغ] 1.yara. 2.kızgın demirle vurulmuş işaret.

dağal (F.) [دغل] hile, hilehurda, alavere dalavere.

dağalbâz (F.) [دغل باز] hileci.

dağdağa (A.) [دغدغه] telaş, gürültü patırtı.

dâhî (A.) [داهی] deha sahibi.

dâhil (A.) [داخل] iç, içeri.

dâhil olmak içeri girmek.

dâhile (A.) [داخله] iç, iç yüz.

dâhilen (A.) [داخال] içten.

Page 89: osmanlı türkçesi sözlüğü

89

dâhilî (A.) [داخلی] iç ile ilgili, iç yüze ait.

dâhiliye (A.) [داخليه] iç ile ilgili, iç yüze ait.

dahl (A.) [دخل] müdahale etme, karışma.

dahme (F.) [ضخمه] 1.mezar. 2.mezarlık. 3.lahit.

dâim (A.) [دائم] sürekli, devamlı.

dâimî (A.) [دائمی] sürekli, devamlı.

dâir (A.) [دائر] 1.ilişkin, hakkında. 3.dönen.

dâire (A.) [دائره] 1.daire. 2.büro, ofis. 3.devlet dairesi. 4.tef, zilli tef.

dâirenmâdâr (A.) [دائرا مادار] çepeçevre.

dâirevî (A.) [دائروی] dairemsi.

dâirezen (A.-F.) [دائره زن] daire çalan.

dâiye (A.) [داعيه] 1.arzu, istek. 2.iddia.

dakâyık (A.) [دقایق] 1.incelikler. 2.dakikalar.

dakîk (A.) [دقيق] 1.ince, hassas. 2.dakika şaşmayan.

dakîka (A.) [دقيقه] 1.incelik. 2.dakika.

dalâlet (A.) [ضاللت] sapkınlık.

dâll (A.) [دال] delalet eden.

dâlle (A.) [ضاله] sapık, yoldan çıkmış.

dâm (F.) [دام] 1.tuzak, kapan. 2.besi hayvanı.

dâmâd (F.) [داماد] damat, güveyi.

dâmân (F.) [دامان] etek.

dâmen (F.) [دامن] etek.

dâmenâlûde (F.) [دامن آلوده] iffetsiz.

Page 90: osmanlı türkçesi sözlüğü

90

dâmenbûs (F.) [دامن بوس] etek öpen.

dâmene (F.) [دامنه] yamaç, dağ eteği.

dâmengîr (F.) [دامن گير] 1.davacı, şikayetçi. 2.eteğe sarılan.

dâmgâh (F.) [دامگاه] tuzak kurulmuş yer.

dân (F.) [دان] bilen.

dân (F.) [دان] kap.

dânâ (F.) [دانا] bilgili, iyi bilen.

dâne (F.) [دانه] 1.tohum. 2.yem. 3.tane.

dânende (F.) [داننده] bilen.

dâng (F.) [دانگ] altıdabirlik dirhem.

dâniş (F.) [دانش] 1.bilgi. 2.bilim.

dânişâmûz (F.) [دانش آموز] öğrenci.

dânişgâh (F.) [دانشگاه] üniversite.

dânişmend (F.) [دانشمند] 1.bilgin, alim. 2.stajiyer kadı.

dânişver (A.) [دانشور] bilgin.

dâr (A.) [دار] 1.yurt. 2.ev.

dâr (F.) [دار] dar ağacı.

dâr (F.) [دار] sahip olan, bulunduran, tutan.

dâr -ı bekâ [ دار بقا ] ahiret.

dâr -ı fenâ [ دار فنا ] dünya.

dârâ (F.) [دارا] 1.sahip. 2.büyük hükümdar.

darabân (A.) [ضربان] 1.çarpıntı. 2.vuruş.

darabât (A.) [ضربات] 1.darbeler, vuruşlar.

Page 91: osmanlı türkçesi sözlüğü

91

darb (A.) [ضرب] 1.vuruş. 2.para basımı. 3.dövme.

darbe (A.) [ضربه] 1.vuruş, darbe. 2.bela.

darbhâne (A.) [ضرب خانه] darphane, para basımevi.

darbımesel (A.-F.) [ضرب مثل] atasözü.

dârçîn (F.) [دارچين] tarçın.

dârende (F.) [دارنده] sahip.

darîr (A.) [ضریر] doğuştan kör.

dârû (F.) [دارو] ilaç.

dârûhâne (F.) [داروخانه] eczane.

dârülaceze (A.) [دارالعجزه] düşkünler evi.

dârülbedâyi (A.) [دارالبدایع] konservatuvar.

dârülelhân (A.) [دارااللحان] konservatuvar.

dârüleytâm (A.) [داراالیتام] yetimhane.

dârülfünun (A.) [دارالفنون] üniversite.

dârülhilâfe (A.) [دارالخالفه] 1.İstanbul. 2.halifelik merkezi.

dârülkütüb (A.) [دارالکتب] kütüphane.

dârülmuallimât (A.) [دارالمعلمات] kız öğretmen okulu.

dârülmuallimîn (A.) [دارالمعلمين] erkek öğretmen okulu.

dârülmülk (A.) [دارالملک] başkent.

dârülvilâde (A.) [دارالوالده] doğumevi.

dârüssaltana (A.) [دارالسلطنه] İstanbul.

dârüsselam (A.) [دارالسالم] 1.Bağdat. 2.cennet.

dâs (F.) [داس] orak.

Page 92: osmanlı türkçesi sözlüğü

92

dâstân (F.) [داستان] 1.destan. 2.hikaye. 3.masal.

dâstânî (F.) [داستانی] destânî, kahramanlıkla ilgili, epik.

davâ (A.) [دعوی] 1.dava. 2.teorem. 3.mesele.

dâver (F.) [داور] 1.yargıç. 2.hükümdar. 3.Tanrı.

davet (A.) [دعوت] çağrı.

dâye (F.) [دایه] dadı.

dâyin (A.) [داین] alacaklı.

deâvî (A.) [دعاوی] davalar.

debbağ (A.) [دباغ] sepici.

debdebe (A.) [دبدبه] gösteriş.

debir (F.) [دبير] katip.

ded (F.) [دد] yırtıcı hayvan.

def (F.) [دف] tef.

def’ (A.) [دفع] uzaklaştırma.

def’ edilmek 1.uzaklaştırılmak. 2.giderilmek.

def’ etmek 1.uzaklaştırmak. 2.gidermek.

def’a (A.) [دفعه] kez, kere, defa.

def’aten (A.) [ ةدفع ] bir defada.

defaât (A.) [دفعات] kereler, defalar.

defâin (A.) [دفائن] gömüler, defineler.

defâtir (A.) [دفاتير] defterler.

define (A.) [دفينه] gömü.

defn (A.) [دفن] gömme, defin.

Page 93: osmanlı türkçesi sözlüğü

93

defter (A.) [دفتر] defter.

defterdâr (A.-F.) [دفتردار] 1.ildeki en üst düzey maliye yetkilisi. 2.maliye bakanı.

defzen (A.-F.) [دفزن] tef çalan.

deh (F.) [ده] on.

dehâ (A.) [دها] dahilik.

dehâlet (A.) [دخالت] 1.karışma. 2.sığınma.

dehâlîz (A.) [دهاليز] dehlizler.

dehân (F.) [دهان] ağız.

dehânbeste (F.) [دهان بسته] suskun.

dehen (F.) [دهن] ağız.

dehliz (A.) [دهليز] koridor.

dehr (A.) [دهر] 1.dünya. 2.devir, zamane.

dehrî (A.) [دهری] materyalist.

dehriyye (A.) [دهریه] materyalistlik.

dehşetâver (A.-F.) [دهشت آور] dehşet verici.

dehşetengîz (A.-F.) [دهشت انگيز] ürkünç, dehşet verici.

dekâkîn (A.) [دکاکين] dükkanlar.

delâil (A.) [دالئل] kanıtlar, deliller.

delâlet (A.) [ لتدال ] delillik, yol gösterme.

delâlet etmek 1.yol göstermek. 2.anlamına gelmek.

delîl (A.) [دليل] 1.kanıt. 2.rehber. 3.şahit.

delk (F.) [دلق] derviş hırkası.

dellâk (A.) [دالک] tellak.

Page 94: osmanlı türkçesi sözlüğü

94

dellâl (A.) [دالل] komisyoncu, tellal.

delv (A.) [دلو] 1.kova. 2.kova burcu.

dem (A.) [دم] kan.

dem (F.) [دم] 1.zaman. 2.nefes. 3.içki.

demâdem (F.) [دمادم] her an.

dembedem (F.) [دمبدم] her an.

demsâz (F.) [دمساز] 1.yakın arkadaş.2.sırdaş.

denâet (A.) [دنائت] alçaklık.

dendân (F.) [دندان] diş.

dendanmüzd (F.) [ ان مزددند ] diş kirası.

denî (A.) [دنی] alçak.

der (F.) [در] kapı.

derâhim (A.) [دراهم] dirhemler.

derakab (F.-A.) [درعقب] ardından, hemen, derhal, hemen ardından.

derâmed (F.) [در آمد] kazanç, gelir.

derâz (F.) [دراز] uzun.

derbân (F.) [دربان] kapıcı.

derbâr (F.) [دربار] saray.

derbeder (F.) [دربدر] aylak, avare.

derbend (F.) [دربند] 1.dar geçit. 2.sınır kalesi. 3.hudut.

derc (A.) [درج] içine alma, biriktirme.

derc edilmek içine alınmak.

derc etmek içine almak.

Page 95: osmanlı türkçesi sözlüğü

95

derd (F.) [درد] 1.dert. acı. 3.ağrı.

derdâ (F.) [دردا] ne yazık ki, eyvahlar olsun.

derdest (F.) [دردست] 1.yakalama. 2.el altında olma.

derdest edilmek yakalanmak.

derdest etmek yakalamak.

derdiser (F.) [درد سر] baş belası, baş ağrısı, sorun, problem.

derdmend (F.) [دردمند] dertli.

derecât (A.) [درجات] dereceler.

derece (A.) [درجه] 1.derece. 2.aşama. 3.kat. 3.miktar.

derekât (A.) [درکات] 1.katlar. 2.basamaklar.

dereke (A.) [درکه] 1.kat. 2.basamak.

derende (F.) [درنده] yırtıcı.

dergâh (F.) [درگاه] 1.dergah. 2.saray. 3.tekke. 4.tapı, huzur.

derhâl (F.-A.) [درحال] hemen.

derhâst (F.) [درخواست] 1.istek, talep, rica. 2.dilekçe.

derhâtır (F.-A.) [در خاطر] 1.hatırlama. 2.hatırda tutma.

derhâtır ettirmek hatırlatmak, akla getirmek.

derhâtır eylemek hatırlamak.

derhor (F.) [درخور] layık.

derîçe (F.) [دریچه] 1.pencere. 2.küçük kapı.

derk (A.) [درک] 1.anlama, idrak etme. 2.alma.

derk etmek anlamak, idrak etmek.

derkenâr (F.-A.) [درکنار] kenar yazısı.

Page 96: osmanlı türkçesi sözlüğü

96

dermân (F.) [درمان] 1.ilaç. 2.çare. 3.güç.

dermânde (F.) [درمانده] 1.aciz. 2.zavallı.

dermeyân (F.) [درميان] ortada.

dermeyân edilmek ortaya konulmak, ele alınmak.

dermeyân etmek ortaya koymak, ele almak.

derpîş (F.) [درپيش] göz önünde.

derpîş edilmek göz önünde bulundurulmak.

derpîş etmek göz önünde bulundurmak.

derrâk (A.) [دراک] anlayışlı.

derre (F.) [دره] dere.

dersaadet (F.-A.) [در سعادت] İstanbul.

dershân (A.-F.) [درسخوان] öğrenci.

deruhde edilmek üste alınmak, görev bilinmek.

deruhde etmek üstüne almak.

derûn (F.) [درون] 1.iç, içerisi. 2.gönül.

derûnî (F.) [درونی] içten gelen, içe ait.

dervâze (F.) [دروازه] 1.ana kapı. 2.kale kapısı. 3.şehir kapısı.

dervîş (F.) [درویش] 1.yoksul. 2.tarikat şeyhine bağlı mürit.

dervîşân (F.) [درویشان] dervişler.

deryâ (F.) [دریا] deniz.

deryâdil (F.) [دریادل] 1.gönlü zengin. 2.büyük himmetli.

deryâneverd (F.) [دریانورد] denizci.

derzî (F.) [درزی] terzi.

Page 97: osmanlı türkçesi sözlüğü

97

desâis (A.) [دسائس] hileler, oyunlar.

desîse (A.) [دسيسه] hile, oyun.

desîsekâr (A.-F.) [دسيسه کار] hileci, düzenbaz.

dessâs (A.) [دساس] hileci, düzenbaz.

dest (F.) [دست] el.

destân (F.) [دستان] 1.hikaye. 2.destan. 3.masal.

destâr (F.) [دستار] sarık.

destâvîz (F.) [دستاویز] küçük hediye.

destbedest (F.) [دست بدست] elden ele.

destbûs (F.) [دست بوس] el öpen.

destbûsî (F.) [دست بوسی] el öpme.

deste (F.) [دسته] 1.grup. 2.demet. 3.kulp.

destere (F.) [دستره] testere, bıçkı.

destgâh (F.) [دستگاه] 1.tezgah. 2.atölye. 3.halı dokuma tezgahı.

destgîr (F.) [دستگير] elden tutan, yardım eden.

destî (F.) [دستی] testi.

destkâr (F.) [دستکار] il işi.

destmâl (F.) [دستمال] 1.mendil. 2.el bezi.

destmüzd (F.) [دست مزد] 1.ücret, el emeği. 2.bahşiş.

destres (F.) [دسترس] ulaşma, elde etmek.

destres olmak ulaşmak, elde etmek.

destres olunmak ulaşılmak.

destûr (F.) [دستور] 1.izin. 2.zerdüşt rahibi. 3.uzak dur. 4.izin ver.

Page 98: osmanlı türkçesi sözlüğü

98

deşne (F.) [دشنه] hançer.

deşt (F.) [دشت] 1.kır. 2.ova. 3.çöl.

devâ (A.) [دواء] 1.ilaç. 2.çare.

devâbb (A.) [دواب] 1.yük hayvanları. 2.binek hayvanları.

devâir (A.) [دوائر] daireler.

devâm (A.) [دوام] 1.süreklilik. 2.kalıcılık. 3.devam.

devâsâz (A.-F.) [دواساز] 1.çare olan. 2.tedavi eden, şifa veren.

devât (A.) [دوات] divit.

devâvîn (A.) [دواوین] divanlar.

deverân (A.) [دوران] dönme, dolaşma, dolaşım.

deverân etmek dönmek, dolanmak.

devlet (A.) [دولت] 1.devlet. 2.talih. 3.mevki.

devr (A.) [دور] 1.devir. 2.dönme.

devrân (A.) [دوران] felek, zamane.

devre (A.) [دوره] dönem.

dey (F.) [دی] kış.

deyn (A.) [دین] borç.

deyr (A.) [دیر] manastır.

dıl’ (A.) [ضلع] kenar.

dırâz (F.) [دراز] uzun.

dî (F.) [دی] dün.

dîbâ (F.) [دیبا] ipekli kumaş.

dîbâce (F.) [دیباجه] giriş, önsöz.

Page 99: osmanlı türkçesi sözlüğü

99

dicâce (A.) [دجاجه] tavuk.

dîdâr (F.) [دیدار] 1.görüşme, buluşma. 2.yüz.

dîde (F.) [دیده] görmüş.

dîde (F.) [دیده] göz.

dîdegân (F.) [دیدگان] gözler.

dîg (F.) [دیگ] tencere.

diger (F.) [دگر] diğer, başka.

dîgergûn (F.) [دگرگون] başka.

dîgerkâm (F.) [دیگرکام] başkalarını düşünen.

dih (F.) [ده] köy.

dihât (F.) [دهات] köyler.

dihhodâ (F.) [دهخدا] 1.köy ağası. 2.köy kahyası.

dihkân (F.) [دهقان] 1.çiftçi. 2.köy ağası.

dikkat (A.) [دقت] 1.dakiklik. 2.incelik. 3.dikkat.

dil (F.) [دل] gönül.

dilârâ (F.) [دل آرا] gönül süsleyen.

dilâşûb (F.) [دل آشوب] gönül karıştıran, sevgili.

dilâver (F.) [دالور] yürekli, yiğit.

dilâvîz (F.) [دالویز] güzel, gönül çekici.

dilâzâr (F.) [دل آزار] gönül kıran, inciten.

dilâzürde (F.) [دل آزرده] kalbi kırık.

dilbâz (F.) [دلباز] gönül şenlendiren.

dilbend (F.) [دلبند] gönül bağlanan, sevgili.

Page 100: osmanlı türkçesi sözlüğü

100

dilber (F.) [دلبر] gönül alan, güzel, sevgili.

dilbeste (F.) [دلبسته] gönlü bağlanmış, aşık.

dilcû (F.) [دلجو] gönlün aradığı, güzel, sevgili.

dildâde (F.) [دل داده] gönlünü vermiş, aşık.

dildâr (F.) [دلدار] gönül tutan, sevgili.

dildüzd (F.) [دل دزد] gönül hırsızı.

dilefgâr (F.) [دل افگار] gönlü yaralı, aşık.

dilefrûz (F.) [دل افروز] gönül aydınlatan, sevgili.

dilfigâr (F.) [دل فگار] gönlü yaralı, aşık.

dilfirîb (F.) [دل فریب] gönül aldatan, sevgili.

dilgîr (F.) [دلگير] kırgın, alınmış.

dilgüdâz (F.) [دل گداز] gönül eriten, yürek törpüsü.

dilgüşâ (F.) [دلگشا] iç açıcı, ferahlık verici.

dilhâh (F.) [دلخواه] gönlün istediği.

dilhaste (F.) [دلخواسته] gönlü yaralı.

dilhırâş (F.) [دل خراش] yürek parçalayan.

dilhûn (F.) [دلخون] yüreği kanlı, içi kan ağlayan.

dilîr (F.) [دلير] yürekli, yiğit.

dilkeş (F.) [دلکش] cazibeli, gönül çekici.

dilnişîn (F.) [دلنشين] makbul, hoş.

dilnüvaz (F.) [دل نواز] gönül okşayan.

dilpesend (F.) [دل پسند] gönlün beğendiği.

dilrübâ (F.) [دلربا] gönül hırsızı, gönül çalan.

Page 101: osmanlı türkçesi sözlüğü

101

dilsûhte (F.) [دل سوخته] bağrı yanık, gönlü yaralı.

dilsûz (F.) [دلسوز] yürek yakan.

dilşâd (F.) [دلشاد] gönlü şen.

dilşâd etmek gönlünü şenlendirmek, mutlu etmek.

dilşâd olmak gönlü şenlenmek, mutlu olmak.

dilşikâr (F.) [دل شکار] gönül avcısı.

dilşiken (F.) [دل شکن] kalp kıran.

dilşikeste (F.) [دل شکسته] kalbi kırık.

dilteng (F.) [دل تنگ] yüreği daralmış, sıkıntılı.

dilteşne (F.) [دل تشنه] can atan.

dimâğ (A.) [ دماغ ] 1.beyin. 2.bilinç, şuur.

dindârî (A.-F.) [ دینداری ] dindarlık.

dînen (A.) [ دینا ] dince, din bakımından.

dînî (A.) [ دینی ] dinsel.

dîr (F.) [ دیر ] geç.

dirahşân (F.) [ درخشان ] parlak, parlayan.

diraht (F.) [ درخت ] ağaç.

dirâyetli (A.-T.) bilgili ve kavrama yeteneği olan.

direfş (F.) [ درفش ] 1.sancak. 2.bayrak.

direm (F.) [ درم ] dirhem, akçe, gümüş para.

dirîğ (F.) [ دریغ ] esirgeme.

dirîğ etmek esirgemek.

dirîğâ (F.) [ دریغا ] ne yazık ki, vah vah, eyvahlar olsun.

Page 102: osmanlı türkçesi sözlüğü

102

dîrîn (F.) [ دیرین ] eski.

dîrîne (F.) [ دیرینه ] eski.

dîşeb (F.) [ دیشب ] dün gece.

dîvân (A.) [ دیوان ] 1.meclis. 2.padişah meclisi. 3.şairin şiirlerinin bir araya

getirildiği eser.

dîvâne (F.) [ دیوانه ] deli, çılgın.

dîvânegî (F.) [ دیوانگی ] delilik, çılgınlık.

dîvâr (F.) [ دیوار ] duvar.

diyâr (A.) [ دیار ] ülke, topraklar, memleket.

dizdâr (F.) [ دزدار ] kale muhafızı.

dost (F.) [ دوست ] 1.sevgili. 2.yakın arkadaş. 3.Tanrı.

dostâne (F.) [ دوستانه ] dostça.

dostî (F.) [ دوستی ] dostluk.

dostkâm (F.) [ دوستکام ] dost canlısı.

duâgû (A.-F.) [ دعاگو ] duacı, dua eden.

dûçâr (F.) [ دچار ] uğramış, yakalanmış, maruz kalmış.

dûçâr etmek uğratmak, müptela etmek.

dûçâr olmak uğramak, müptela olmak.

dûd (A.) [ دود ] böcek, kurtçuk, kurt.

dûd (F.) [ دود ] duman.

dûde (F.) [ دوده ] is.

dûdmân (F.) [ دودمان ] soy sop.

dûğ (F.) [ دوغ ] ayran.

Page 103: osmanlı türkçesi sözlüğü

103

duhân (A.) [ دخان ] 1.tütün. 2.duman.

duht (F.) [ دخت ] kız.

duhter (F.) [ دختر ] kız.

duhûl (A.) [ دخول ] giriş, içeri girme.

duhûl etmek girmek, içeri girmek.

duhûliye (A.) [ دخوليه ] giriş ücreti.

dumûr (A.) [ دمور ] körelme.

dûn (A.) [ دون ] 1.aşağı, alt. 2.aşağılık, adi.

dûnperver (A.-F.) [ دون پرور ] aşağılık kimseleri koruyan.

dûr (F.) [ دور ] uzak.

dûrbîn (F.) [ دوربين ] dürbün.

dûrdest (F.) [ تدوردس ] ırak, çok uzak.

dûrendîş (F.) [ دوراندیش ] ileri görüşlü, ileriyi düşünen.

dûrî (F.) [ دوری ] uzaklık.

durûb-i emsâl (A.-F.) [ ضروب امثال ] atasözleri.

durûd (F.) [ درود ] 1.övgü. 2.selam.

dûst (F.) [ دوست ] 1.dost. 2.sevgili. 3.Tanrı.

dûş (F.) [ دوش ] dün gece.

dûş (F.) [ دوش ] omuz.

dûşîze (F.) [ دوشيزه ] kız, matmazel.

dûzah (F.) [ دوزخ ] cehennem.

dü (F.) [ دو ] iki.

dübâre (F.) [ دوباره ] tekrar, yeniden.

Page 104: osmanlı türkçesi sözlüğü

104

dübb (A.) [ دب ] ayı.

dübür (A.) [ دبر ] 1.makat. 2.arka.

dücâce (A.) [ دجاجه ] tavuk.

düçar-ı inkıtâ olmak kesintiye uğramak.

düdil (F.) [ دودل ] ikircikli, tereddütlü.

dühûr (A.) [ دهور ] 1.devirler. 2.dünyalar.

dühül (F.) [ دهل ] davul.

düm (F.) [ دم ] kuyruk.

dümbâl (F.) [ دنبال ] 1.kuyruk. 2.peş, art.

dümel (A.) [ دمل ] kan çıbanı.

dümûy (F.) [ دوموی ] kırçıl.

dünbâl (F.) [ دنبال ] 1.kuyruk. 2.peş, art.

dünbek (F.) [ دنبک ] dümbelek.

dünîm (F.) [ دونيم ] ikiye bölünmüş.

dünyâperest (A.-F.) [ دنياپرست ] dünya düşkünü.

dünyevî (A.) [ دنيوی ] dünya ile ilgili.

dürc (A.) [ درج ] 1.kutu. 2.mücevher kutusu. 3.sevgilinin küçük ağzı.

dürd (F.) [ درد ] tortu.

dürdâne (A.-F.) [ دردانه ] 1.inci tanesi. 2.sevgili.

dürdkeş (F.) [ دردکش ] tortulu şarap içen.

dürer (A.) [ درر ] inciler.

dürr (A.) [ در ] inci.

dürrâ’a (A.) [ اعهدر ] ferace.

Page 105: osmanlı türkçesi sözlüğü

105

dürre (A.) [ دره ] iri inci.

dürû (F.) [ دورو ] ikiyüzlü.

dürûğ (F.) [ دروغ ] yalan.

dürûğzen (F.) [ دروغ زن ] yalancı.

dürûs (A.) [ دروس ] dersler.

dürüst (F.) [ درست ] 1.sağlıklı. 2.tam. 3.doğru.

dürüşt (F.) [ درشت ] 1.kaba. 2.iri. 3.kalın.

düstûr (A.) [ دستور ] 1.kural, prensip. 2.kanun kitabı.

düşenbe (F.) [ دوشنبه ] pazartesi.

düşine (F.) [ دوشينه ] dün geceki.

düşmen (F.) [ دشمن ] düşman.

düşnâm (F.) [ دشنام ] küfür, sövgü.

düşvâr (F.) [ دشوار ] güç.

düvâzdeh (F.) [ دوازده ] oniki.

düvel (A.) [ دول ] devletler.

düvist (F.) [ دویست ] ikiyüz.

düvüm (F.) [ دوم ] ikinci.

düyûn (A.) [ دیون ] borçlar.

düzd (F.) [ دزد ] hırsız.

düzdî (F.) [ دزدی ] hırsızlık.

düzdîde (F.) [ دزدیده ] çalıntı, çalınmış.

Page 106: osmanlı türkçesi sözlüğü

106

E

eâcîb (A.) [ باعاج ] şaşılası şeyler.

eamm (A.) [ اعم ] genelde, yaygın haliyle.

eâzım (A.) [ اعاظم ] büyükler, ileri gelenler.

eazz (A.) [ اعز ] çok değerli.

eb (A.) [ اب ] 1.baba. 2.ata, ced.

eb’âd (A.) [ ابعاد ] 1.boyutlar. 2.uzunluklar.

eb’ad (A.) [ ابعد ] çok uzak.

ebâbil (A.) [ ابابيل ] kırlangıç.

ebâtil (A.) [ اباطل ] saçma sapan sözler, ipe sapa gelmez şeyler.

ebced (A.) [ ابجد ] sayısal değer verilmiş arap alfabesi.

ebcedhân (A.-F.) [ ابجدخوان ] 1.okula yeni başlamış öğrenci. 2.acemi,

deneyimsiz.

ebdâl (A.) [ ابدال ] derviş, abdal.

ebdân (A.) [ ابدان ] bedenler.

ebed (A.) [ ابد ] sonsuz gelecek zaman.

ebeden (A.) [ ابدا ] asla, hiçbir zaman.

ebedî (A.) [ ابدی ] sonsuz.

ebediyyen (A.) [ ابدیا ] sonsuza kadar, asla, hiçbir zaman

ebediyyet (A.) [ تابدی ] sonsuzluk.

ebeveyn (A.) [ ابوین ] anababa.

Page 107: osmanlı türkçesi sözlüğü

107

ebhâr (A.) [ ابحار ] denizler.

ebhâs (A.) [ ابحاث ] bahisler, tartışmalar.

ebî (A.) [ ابی ] baba.

ebkem (A.) [ ابکم ] dilsiz.

eblak (A.) [ ابلق ] alacalı.

ebleh (A.) [ ابله ] bön.

eblehâne (A.-F.) [ بلهانها ] bön bön.

eblehî (A.-F.) [ ابلهی ] bönlük.

ebnâ (A.) [ ابنا ] oğullar.

ebniye (A.) [ ابنيه ] binalar.

ebr (F.) [ ابر ] bulut.

ebrâlûd (F.) [ ابرآلود ] bulutlu.

ebrâr (A.) [ ابرار ] iyi insanlar, dürüst insanlar.

ebred (A.) [ ابرد ] dondurucu soğuk, çok soğuk.

ebreş (A.) [ ابرش ] 1.alacalı at. 2.alaca.

ebrişüm (F.) [ ابریشم ] ipek, bükülü ipek.

ebrû (F.) [ ابرو ] kaş.

ebsâr (A.) [ ابصار ] gözler.

ebülbeşer (A.) [ ابوالبشر ] Âdem.

ebvâb (A.) [ ابواب ] 1.kapılar. 2.bölümler, bâblar.

ebyât (A.) [ ابيات ] beyitler.

ebyaz (A.) [ ابيض ] bembeyaz.

ecânib (A.) [ اجانب ] yabancılar.

Page 108: osmanlı türkçesi sözlüğü

108

ecdâd (A.) [ اجداد ] atalar, cedler.

ecel (A.) [ اجل ] hayatın sonu.

ecell (A.) [ اجل ] çok büyük, ulular ulusu.

echel (A.) [ اجهل ] zırcahil.

echelüminkaragöz (A.-T.) [اجهل من قره گوز] zırcahil.

ecir (A.) [ اجر ] 1.ödül. 2.ücret.

ecnâs (A.) [ اجناس ] türler, cinsler.

ecnebî (A.) [ اجنبی ] yabancı.

ecr (A.) [ اجر ] 1.ödül. 2.ücret.

ecrâm (A.) [ اجرام ] cansız varlıklar.

ecrâm -ı semâviyye [ یهاجرام سماو ]gök cisimleri.

ecsâd (A.) [ اجساد ] 1.cesetler. 2.bedenler.

ecsâm (A.) [ اجسام ] 1.cisimler. 2.vücutlar.

ecvef (A.) [ اجوف ] 1.kof. 2.dangalak.

ecvibe (A.) [ اجوبه ] cevaplar.

eczâ (A.) [ اجزا ] 1.parçalar. 2.ilaç hammaddeleri.

eczâhâne (A.-F.) [ اجزاخانه ] eczane.

ed’iye (A.) [ ادعيه ] dualar.

edâ (A.) [ ادا ] 1.ödeme. 2.yapma, yerine getirme. 3.tarz, tavır. 4.çalım.

edeb (A.) [ ادب ] 1.terbiye. 2.utanma duygusu. 3.edebiyat.

edepli (A.-T.) terbiyeli, edep sahibi.

edevât (A.) [ ادوات ] avadanlık, araçlar, aletler.

edîb (A.) [ ادیب ] 1.edebiyatçı. 2.edepli.

Page 109: osmanlı türkçesi sözlüğü

109

edîbe (A.) [ ادیبه ] 1.bayan edebiyatçı. 2.edepli bayan.

edille (A.) [ ادله ] 1.deliller. 2.rehberler.

edîm (A.) [ ادیم ] tabaklanmış deri. 2.yüzey, yüz.

ednâ (A.) [ ادنی ] 1.en aşağı. 2.alçak mı alçak.

edvâr (A.) [ ادوار ] devirler, çağlar.

edviye (A.) [ ادویه ] ilaçlar, devalar.

edyân (A.) [ ادیان ] dinler.

edyâr (A.) [ ادیار ] manastırlar.

ef’âl (A.) [ افعال ] 1.fiiller. 2.hareketler, eylemler.

ef’î (A.) [ افعی ] engerek yılanı.

efâzıl (A.) [ افاضل ] 1.seçkin insanlar. 2.bilginler.

efdal (A.) [ افضل ] en üstün, en iyi.

efgân (F.) [ افغان ] feryat etme, figan etme.

efkâr (A.) [ افکار ] fikirler, düşünceler.

efkâr -ı âmme [ افکار عامه ] kamuoyu.

eflâk (A.) [ افالک ] gökler, felekler.

efrâd (A.) [ افراد ] fertler, bireyler.

efrenc (A.) [ افرنج ] Batılı, Avrupalı.

efsâne (F.) [ افسانه ] 1.masal. 2.efsane.

efsâr (F.) [ افسار ] yular.

efser (F.) [ افسر ] subay.

efser (F.) [ افسر ] taç.

efsun (F.) [ افسون ] afsun, büyü.

Page 110: osmanlı türkçesi sözlüğü

110

efsunger (F.) [ افسونگر ] 1.afsuncu. 2.büyüleyici.

efsûs (F.) [ افسوس ] yazık, çok yazık, eyvahlar olsun.

efsürde (F.) [ افسرده ] 1.donuk. 2.üzgün, moral çöküntüsü içinde. 3.duygusuz.

efşüre (F.) [ افشره ] sıkılmış meyva suyu.

efvâc (A.) [ افواج ] bölükler.

efvâh (A.) [ افواه ] ağızlar.

efyûn (F.) [ افيون ] afyon.

efzâr (F.) [ افزار ] alet, araç gereç.

efzâyiş (F.) [ افزایش ] artış.

efzûn (F.) [ افزون ] fazla.

eger (F.) [ اگر ] eğer.

ehad (A.) [ احد ] 1.bir, tek. 2.Tanrı.

ehâdîs (A.) [ احادیث ] hadisler.

ehadiyyet (A.) [ احدیت ] 1.birlik. 2.Tanrı’nın birliği.

ehâlî (A.) [ اهالی ] ahali, halk.

ehass (A.) [ اخص ] başlıca.

ehdâf (A.) [ اهداف ] hedefler.

ehemm (A.) [ اهم ] en önemlisi.

ehemmiyet atfetmek önem vermek, önemsemek

ehemmiyet kesb eylemek önem kazanmak.

ehemmiyyet (A.) [ اهميت ] önem.

ehibbâ (A.) [ احبا ] dostlar.

Page 111: osmanlı türkçesi sözlüğü

111

ehil (A.) [ اهل ] 1.maharet sahibi. 2.evcil. 3.bir yerde ikamet eden. 4.bir yere

mensup.

ehl (A.) [ اهل ] 1.maharet sahibi. 2.evcil. 3.bir yerde ikamet eden. 4.bir yere

veya görüşe mensup.

ehl -i din [ اهل دین ] bir dine inananlar.

ehl -i hâl [ اهل حال ] halden anlayan

ehl -i hubre [ اهل خبره ] bilirkişi.

ehl -i îman [ اهل ایمان ] iman edenler, inananlar.

ehl -i salib [ اهل صليب ] haçlılar.

ehl -i vukûf [ هل وقوفا ] bilirkişi.

ehliyyet (A.) [ اهليت ] 1.beceri sahipliği, yeterlilik, yetki. 3.yeterlilik belgesi.

ehrâm (A.) [ اهرام ] piramit.

ehrimen (F.) [ اهرمن ] kötülük tanrısı, şeytan.

ehsâs (A.) [ احساس ] duygular, hisler.

ehven (A.) [ اهون ] 1.çok ucuz. 2.çok kolay.

ehzâb (A.) [ احزاب ] 1.hizipler. 2.partiler. 3.gruplar.

eimme (A.) [ ائمه ] imamlar, önderler.

eizze (A.) [ اعزه ] 1.azizler, ermişler. 2.saygın kişiler.

ejder (F.) [ اژدر ] 1.büyük yılan. 2.ejderha.

ejderhâ (F.) [ اژدرها ] 1.büyük yılan. 2.ejderha.

ekâbir (A.) [ اکابر ] büyükler, ileri gelenler.

ekâlîm (A.) [ اقاليم ] 1.ülkeler. 2.büyük toprak parçaları.

ekall (A.) [ اقل ] en az.

ekalliyet (A.) [ اقليت ] azınlık.

Page 112: osmanlı türkçesi sözlüğü

112

ekârib (A.) [ اقارب ] yakınlar, akrabalar.

ekâvîl (A.) [ اقاویل ] sözler.

ekber (A.) [ اکبر ] en büyük.

ekdâr (A.) [ اکدار ] kederler, üzüntüler.

ekfân (A.) [ اکفان ] kefenler.

ekhâl (A.) [ اکحال ] sürmeler.

ekîd (A.) [ اکيد ] kesin.

ekîden (A.) [ اکيدا ] kesinlikle.

ekl (A.) [ اکل ] yeme.

ekl edilmek yenilmek.

ekmel (A.) [ اکمل ] mükemmel, tam.

eknâf (A.) [ اکناف ] yerler, yöreler, taraflar.

eknûn (F.) [ اکنون ] şimdi.

ekrem (A.) [ اکرم ] çok cömert.

ekser (A.) [ اکثر ] en çok.

ekserî (A.) [ اکثری ] 1.çoğu. 2.çoğu kez.

ekseriyyâ (A.) [ اکثریا ] çoğu zaman, sık sık.

ekseriyyet (A.) [ اکثریت ] çoğunluk.

ekseriyyet -i ârâ [ اکثریت آراء ] oy çokluğu.

ekseriyyet -i mutlaka [ اکثریت مطلقه ] çoğunluk.

ektâf (A.) [ اکتاف ] 1.omuzlar. 2.kürek kemikleri.

ekûl (A.) [ اکول ] pisboğaz.

ekvân (A.) [ اکوان ] 1.dünyalar. 2.varlıklar.

Page 113: osmanlı türkçesi sözlüğü

113

ekyâl (A.) [ اکيال ] 1.kileler. 2.ölçekler.

ekzeb (A.) [ اکذب ] kuyruklu yalan.

el’an (A.) [ اآلن ] şimdi.

elaman (A.) [ االمان ] aman dileme, imdat, yardım

elbise (A.) [ البسه ] giysiler.

elem (A.) [ الم ] acı, üzüntü.

elemzede (A.-F.) [ الم زده ] elemli.

elf (A.) [ الف ] bin.

elfâz (A.) [ الفاظ ] sözler, lafızlar.

elhâc (A.) [ الحاج ] hacı.

elhâlet hâzihi (A.) [ هذهةالحال ] şimdiki, günümüzdeki

elhân (A.) [ الحان ] şarkılar, melodiler.

elhâsıl (A.) [ الحاصل ] sonuçta.

elifba (A.) [ الفبا ] alfabe.

elîm (A.) [ اليم ] acı, acıklı.

elîme (A.) [ اليمه ] acı, acıklı.

elkıssa (A.) [ القصه ] kısacası, sonuç olarak.

elsine (A.) [ السنه ] diller, lisanlar.

eltâf (A.) [ الطاف ] iyilikler, lütuflar.

elvâh (A.) [ احالو ] levhalar, tablolar.

elvân (A.) [ الوان ] renkler.

elvedâ (A.) [ الوداع ] elveda.

elviye (A.) [ الویه ] sancaklar.

Page 114: osmanlı türkçesi sözlüğü

114

elyâf (A.) [ الياف ] lifler.

elyevm (A.) [ اليوم ] bugün.

elzem (A.) [ الزم ] çok gerekli.

em’â (A.) [ امعا ] bağırsaklar.

emâkin (A.) [ اماکن ] mekanlar.

emân (A.) [ امان ] aman dileme.

emânât-ı mübâreke (A.-F.) [ امانات مبارکه ] kutsal emanetler.

emânet (A.) [ امانت ] 1.eminlik. 2.emanet.

emânetdâr (A.-F.) [ امانت دار ] emanetçi.

emâneten (A.) [ ةامان ] emanet olarak.

emârât (A.) [ امارات ] işaretler, belirtiler.

emâre (A.) [ اماره ] işaret, belirti.

emaret (A.) [ امارت ] beylik, emirlik.

emced (A.) [ امجد ] çok onurlu, çok şerefli.

emel (A.) [ امل ] arzu.

emhâl (A.) [ امهال ] mühletler.

emhâr (A.) [ امهار ] mehirler.

emîn (A.) [ امين ] 1.güvenilir. 2.emniyetli.

emir (A.) [ امر ] buyruk, emir.

emîr (A.) [ امير ] bey, emirlik başkanı, emir.

emir ısdâr edilmek (A.-T.) emir çıkartılmak.

emirnâme (A.-F.) [ امرنامه ] ferman, emir belgesi.

emkine (A.) [ امکنه ] mekanlar, yerler.

Page 115: osmanlı türkçesi sözlüğü

115

emlâk (A.) [ امالک ] mülkler.

emmâre (A.) [ اماره ] emredici.

emn (A.) [ امن ] güvenlik, emniyet.

emniyyet (A.) [ امنيت ] 1.güvenlik. 2.emniyet teşkilatı.

emr (A.) [ امر ] 1.emir, buyruk. 2.iş.

emrâz (A.) [ امراض ] hastalıklar.

emred (A.) [ امرد ] bıyıkları yeni terlemiş genç.

emsâl (A.) [ امثال ] 1.hikayeler. 2.masallar.

emsâl (A.) [ امثال ] 1.örnekler. 2.benzerler.

emsile (A.) [ امثله ] örnekler.

emtia (A.) [ امتعه ] mallar.

emvâc (A.) [ امواج ] dalgalar.

emvâl (A.) [ اموال ] mallar.

emvâl -ı gayr-i menkûle [ اموال غير منقوله ] taşınmaz mallar.

emvât (A.) [ اموات ] ölüler.

emzice (A.) [ امزجه ] mizaçlar, karakterler.

enâm (A.) [ انام ] 1.canlılar. 2.insanlar.

enbân (F.) [ انبان ] heybe.

enbâr (F.) [ انبار ] ambar.

enbîk (A.) [ انبيق ] imbik.

enbiyâ (A.) [ انبيا ] peygamberler.

enbûh (F.) [ انبوه ] 1.kalabalık. 2.gür. 3.yoğun.

encâm (F.) [ انجام ] son.

Page 116: osmanlı türkçesi sözlüğü

116

encîr (F.) [ انجير ] incir.

encüm (A.) [ انجم ] yıldızlar.

encümen (F.) [ انجمن ] 1.topluluk. 2.dernek. 3.heyet. 4.komisyon.

endâm (F.) [ اندام ] boy bos.

endâze (F.) [ اندازه ] 60 cm.lik uzunluk ölçüsü.

endek (F.) [ اندک ] az.

ender (A.) [ اندر ] çok az bulunan.

enderûn (F.) [ اندرون ] 1.iç, içerisi. 2.harem dairesi. 3.gönül, kalp.

enderü’l-vukû (A.) [ اندرالوقوع ] az rastlanır.

endîşe (F.) [ اندیشه ] 1.düşünce. 2.kaygı.

endişeli (F.-T.) kaygılı.

endîşenâk olmak kaygılanmak.

endîşnâk (F.) [ اندیشناک ] 1.düşünceli. 2.kaygılı.

endûh (F.) [ اندوه ] keder.

ene (A.) [ انا ] ben.

enf (A.) [ انف ] burun.

enfâs (A.) [ انفاس ] nefesler, soluklar.

enfes (A.) [ انفس ] çok nefis.

enfüs (A.) [ انفس ] 1.nefisler. 2.ruhlar.

engâr (F.) [ انگار ] san.

engûr (F.) [ انگور ] üzüm.

engübin (F.) [ انگبن ] bal.

engüşt (F.) [ انگشت ] parmak.

Page 117: osmanlı türkçesi sözlüğü

117

engüşter (F.) [ انگشتر ] yüzük.

engüştnümâ (F.) [ انگشت نما ] parmakla gösterilen.

enhâr (A.) [ انهار ] nehirler, ırmaklar.

enîn (A.) [ انين ] inleme, inilti.

enîs (A.) [ انيس ] 1.dost. 2.sevgili.

enkâz (A.) [ انقاض ] yıkıntı.

enmûzec (A.) [ انموزج ] örnek, numûne.

ensâb (A.) [ انساب ] nesepler, soylar.

ensâc (A.) [ انساج ] dokular.

ensâl (A.) [ انسال ] nesiller, kuşaklar.

ensâr (A.) [ انصار ] yardımcılar.

ensice (A.) [ انسجه ] 1.dokular. 2.kumaşlar.

envâ’ (A.) [ انواع ] çeşitler, neviler.

envâr (A.) [ انوار ] ışıklar.

enver (A.) [ انور ] çok parlak.

enzâr (A.) [ انظار ] bakışlar, gözler.

erâcîf (A.) [ اراجيف ] saçmalıklar, uydurmalar.

erâmil (A.) [ ارامل ] dullar.

erâzî (A.) [ اراضی ] arazi.

erâzil (A.) [ اراذل ] reziller, aşağılıklar.

erba’ (A.) [ اربع ] dört.

erba’a (A.) [ اربعه ] dört.

erbâb (A.) [ ارباب ] 1.sahip. 2.başkan. 3.usta.

Page 118: osmanlı türkçesi sözlüğü

118

erbain (A.) [ اربعين ] kırk. hadîs-i ~ kırk hadis.

erc (F.) [ ارج ] değer.

ercmend (F.) [ ارجمند ] değerli, saygın.

ercümend (F.) [ ارجمند ] değerli, saygın.

erfa’ (A.) [ فعار ] çok yüce, çok yüksek.

erganun (F.) [ ارغنون ] org.

ergevân (F.) [ ارغوان ] erguvan.

erguvân (F.) [ ارغوان ] erguvan.

erguvânî (F.) [ ارغوانی ] erguvan rengi.

erîke (A.) [ اریکه ] taht.

eriş (F.) [ ارش ] arşın.

erkâm (A.) [ ارقام ] 1.rakamlar. 2.yazılar.

erkân (A.) [ ارکان ] 1.direkler. 2.temeller, esaslar. 3.ileri gelenler, üst düzeyde

bulunanlar. 4.önderler.

erkân-ı harbiyye-i umûmiyye [ ارکان حربيهء عموميه ] genel kurmay başkanlığı.

ermeğân (F.) [ ارمغان ] armağan.

erneb (A.) [ ارنب ] tavşan.

erre (F.) [ اره ] testere.

ervâh (A.) [ ارواح ] ruhlar.

erz (F.) [ ارز ] değer, kıymet.

erzâk (A.) [ ارزاق ] yiyecek, erzak.

erzân (F.) [ ارزان ] 1.ucuz. 2.yaraşır, layık.

erzânî (F.) [ ارزانی ] 1.ucuzluk. 2.liyakat, yeterlilik.

Page 119: osmanlı türkçesi sözlüğü

119

erzel (A.) [ ذلار ] en rezil, en aşağılık.

erzen (F.) [ ارزن ] darı.

erziş (F.) [ ارزش ] değer, kıymet, itibar.

erzîz (F.) [ ارزیز ] kalay.

es’ad (A.) [ اسعد ] çok mutlu.

es’âr (A.) [ اسعار ] fiyatlar.

es’ile (A.) [ اسئله ] sorular.

esâmî (A.) [ اسامی ] isimler.

esâret (A.) [ اسارت ] tutsaklık.

esâs (A.) [ اساس ] asıl, kök, temel.

esâsât (A.) [ اساسات ] asıllar, esaslar.

esâsen (A.) [ اساسا ] aslında.

esâtîr (A.) [ اساطير ] 1.mitoloji. 2.uydurma sözler.

esâtîz (A.) [ اساتيذ ] 1.ustalar. 2.üstadlar.

esb (F.) [ اسب ] at.

esbâb (A.) [ اسباب ] sebepler.

esbâb -ı mûcibe [ اسباب موجبه ] gerekçe, gerekçeler.

esbâb -ı mücbire [ اسباب مجبره ] zorlayıcı sebepler.

esbâb -ı zarûriyye [ اسباب ضروریه ] zorunlu sebepler.

esbak (A.) [ اسبق ] önceki, daha önceki, eski.

esed (A.) [ اسد ] arslan.

esef (A.) [ اسف ] üzülme, hayıflanma.

esefâ (A.) [ اسفا ] vah vah, eyvahlar olsun, yazık!

Page 120: osmanlı türkçesi sözlüğü

120

esefnâk (A.-F.) [ اسفناک ] üzücü.

eser (A.) [ اثر ] 1.iz. 2.eser, yapıt. 3.kitap.

esfâr (A.) [ اسفار ] seferler, yolculuklar.

esfel (A.) [ اسفل ] 1.en aşağı. 2.aşağılıkların en aşalığı.

eshâb (A.) [ اصحاب ] 1.sahipler. 2.ashab.

eshâm (A.) [ اسهام ] 1.hisseler. 2.senetler.

eshâr (A.) [ اسحار ] seherler.

eshel (A.) [ اسهل ] en kolay.

eshiyâ (A.) [ اسخيا ] cömertler.

esîr (A.) [ اسير ] tutsak.

esîrân (A.-F.) [ اسيران ] tutsaklar.

eslâf (A.) [ اسالف ] selefler, geçmişler.

esliha (A.) [ اسلحه ] silahlar.

esmâ (A.) [ اسما ] isimler.

esmân (A.) [ اثمان ] değerler, kıymetler, bedeller.

esmâr (A.) [ اثمار ] meyvalar.

esmer (A.) [ اسمر ] karayağız, esmer, koyu tenli.

esnâ (A.) [ اثنا ] sıra, an.

esnâf (A.) [ اصناف ] 1.sınıflar. 2.esnaf.

esnâm (A.) [ اصنام ] putlar.

esnân (A.) [ اسنان ] dişler.

esra’ (A.) [ اسرع ] en çabuk, en hızlı.

esrâr (A.) [ اسرار ] sırlar, gizler.

Page 121: osmanlı türkçesi sözlüğü

121

esrârengîz (A.-F.) [ اسرارانگيز ] gizemli.

esrarkeş (A.-F.) [ اسرارکش ] esrar içen, esrarcı.

ester (F.) [ استر ] katır.

esvâb (A.) [ اثواب ] giysiler.

esvât (A.) [ اصوات ] sesler.

esved (A.) [ اسود ] siyah.

esyâf (A.) [ اسياف ] kılıçlar.

eş’âr (A.) [ اشعار ] şiirler.

eşcâr (A.) [ اشجار ] ağaçlar.

eşhâs (A.) [ اشخاص ] kişiler.

eşhür (A.) [ اسهر ] aylar.

eşi’a (A.) [ اشعه ] ışıklar, ışınlar.

eşk (F.) [ اشک ] gözyaşı.

eşkâl (A.) [ اشکال ] şekiller

eşkâlûd (F.) [ اشک آلود ] gözyaşlı.

eşkiyâ (A.) [ اشقيا ] haydutlar, yol kesenler.

eşna’ (A.) [ اشنع ] en kötü, en çirkin.

eşrâf (A.) [ اشراف ] seçkinler, ileri gelenler, sosyete.

eşref (A.) [ اشرف ] en şerefli.

eşref -i mahlûkât [ اشرف مخلوقات ] varlıkların en şereflisi, insan.

et’ime (A.) [ اطعمه ] yiyecekler.

etemm (A.) [ اتم ] tam, mükemmel, eksiksiz.

etfâl (A.) [ اطفال ] çocuklar.

Page 122: osmanlı türkçesi sözlüğü

122

etıbbâ (A.) [ اطبا ] doktorlar, tabipler.

etrâf (A.) [ اطراف ] yöre, çevre.

etrâk (A.) [ اتراک ] Türkler.

etvâr (A.) [ اطوار ] tavırlar.

evâhir (A.) [ واخرا ] sonlar, son günler.

evâil (A.) [ اوائل ] başlar, ilk günler.

evâmir (A.) [ اوامر ] emirler, buyruklar.

evân (A.) [ اوان ] çağ.

evânî-i turâbe (A.-F.) [ اوانی ترابه ] toprak çanak çömlek.

evâsıt (A.) [ اواسط ] ortalar, ortadakiler.

evbâş (A.) [ اوباش ] ayak takımı, külhanbeyler.

evc (A.) [ اوج ] doruk, zirve.

evdiye (A.) [ اودیه ] vadiler, dereler.

evhad (A.) [ اوحد ] bir tane, biricik.

evhâm (A.) [ اوهام ] vehimler, kuruntular.

evkâf (A.) [ اوقاف ] vakıflar.

evkât (A.) [ اوقات ] vakitler.

evlâ (A.) [ اولی ] en iyi, en uygun.

evlâd (A.) [ اوالد ] 1.çocuklar. 2.soy.

evleviyyet (A.) [ اولویت ] öncelik.

evliyâ (A.) [ اوليا ] 1.velîler. 2.önderler. 3.yetkililer.

evrâd (A.) [ اوراد ] dualar.

evrâk (A.) [ اوراق ] 1.kağıtlar. 2.belgeler. 3.arşiv.

Page 123: osmanlı türkçesi sözlüğü

123

evreng (F.) [ اورنگ ] taht.

evsâf (A.) [ اوصاف ] vasıflar, özellikler.

evsat (A.) [ اوسط ] orta, ortadaki.

evtâd (A.) [ اوتاد ] kazıklar.

evvel (A.) [ اول ] 1.ilk. 2.başlangıç. 3.önce.

evvelâ (A.) [ اوال ] ilkin, ilk önce.

evvelâhır (A.) [ اول آخر ] alt tarafı, önü sonu.

evvelbahar (A.-F.) [ اول بهار ] ilkbahar.

evvelemirde (A.-T.) işin başında, her şeyden önce.

evveliyyât (A.) [ اوليات ] daha öncesi, eski durumu.

evzân (A.) [ اوزان ] 1.ölçüler. 2.vezinler. 3.ağırlıklar.

eyâlât (A.) [ ایاالت ] 1.eyaletler. 2.memleketler, topraklar.

eytâm (A.) [ ایتام ] yetimler, öksüzler.

eyvân (F.) [ ایوان ] 1.ayvan. 2.sundurma. 3.çardak.

eyyâm (A.) [ ایام ] günler.

eyzan (A.) [ ایضا ] ve yine, aynı şekilde.

ezânî (A.) [ اذانی ] ezan ile ilgili.

ezdâd (A.) [ اضداد ] karşıtlar, zıtlar.

ezel (A.) [ ازل ] öncesizlik, geçmişe doğru sonsuzluk.

ezelbeezel (A.-F.) [ ازل به ازل ] ezelden beri.

ezelî (A.) [ ازلی ] ezele ilişkin.

ezeliyyet (A.) [ ازليت ] ezellik durumu.

ezhân (A.) [ اذهان ] zihinler.

Page 124: osmanlı türkçesi sözlüğü

124

ezhâr (A.) [ ازهار ] çiçekler.

eziyyet (A.) [ اذیت ] üzme.

ezkâr (A.) [ اذکار ] 1.zikirler. 2.anmalar.

ezkazâ (F.-A.) [ ازقضا ] tesadüfen.

ezkiyâ (A.) [ اذکيا ] zekiler.

ezmân (A.) [ ازمان ] zamanlar.

ezmine (A.) [ ازمنه ] zamanlar, çağlar.

ezmine -i cedîde [ ازمنهء جدیده ] yeni çağ.

ezmine -i kadîme [ ازمنهء قدیمه ] eski zamanlar, eski çağlar.

ezmine -i mütekaddime [ ازمنهء متقدمه ] eski çağlar.

ezrak (A.) [ ازرق ] mavi.

ezvâc (A.) [ ازواج ] çiftler.

ezvâk (A.) [ اذواق ] zevkler.

ezyâl (A.) [ اذیال ] 1.ekler, zeyiller. 2.kuyruklar.

Page 125: osmanlı türkçesi sözlüğü

125

F

fa’âl (A.) [ فعال ] hareketli, çalışkan.

fa’âliyyet (A.) [ فعاليت ] hareketlilik, çalışma.

fâcia (A.) [ فاجعه ] 1.acıklı olay. 2.felaket. 3.dram.

fâciât (A.) [ فاجعات ] 1.acıklı olaylar, facialar. 2.felaketler.

fâcir (A.) [ فاجر ] 1.günah işleyen. 2.karşı cinse düşkün olan.

fağfur (F.) [ فغفور ] Çin imparatoru.

fağfûrî (F.) [ فغفوری ] çini.

fahâmet (A.) [ فخامت ] 1.yücelik, ululuk. 2.kıymet.

fahhâr (A.) [ فخار ] övüngen.

fâhir (A.) [ فاخر ] 1.değerli. 2.şerefli, onurlu.

fâhiş (A.) [ فاحش ] 1.aşırı. 2.büyük. çirkin, kötü.

fâhişe (A.) [ فاحشه ] fuhuş yapan kadın.

fâhişehane (A.-F.) [ فاحشه خانه ] genelev.

fahr (A.) [ فخر ] övünç, kıvanç.

fahrî (A.) [ فخری ] 1.onursal. 2.ücret almadan, kendi isteğiyle

fahşâ (A.) [ فحشا ] fuhuş.

fâhte (A.) [ فاخته ] güvercin, yaban güvercini.

fahûr (A.) [ فخور ] övüngen.

fâide (A.) [ فائده ] yarar, kazanç, fayda.

fâidebahş (A.-F.) [ فائده بخش ] yararlı, faydalı.

Page 126: osmanlı türkçesi sözlüğü

126

fâik (A.) [ فائق ] üstün.

fâikiyyet (A.) [ فائقيت ] üstünlük.

fâil (A.) [ فاعل ] 1.yapan. 2.özne. 3.etkili.

fâiliyyet (A.) [ فاعليت ] etkenlik, aktivite.

fâiz (A.) [ فائض ] 1.taşan. 2.faiz, paradan elde edilen kazanç.

fâka (A.) [ فاقه ] yoksulluk.

fakâhet (A.) [ فقاهت ] fıkıhçılık.

fakat (A.) [ فقط ] ancak, yalnız.

fakd (A.) [ فقد ] yokluk, yoksunluk.

fakîd (A.) [ فقيد ] eşi az bulunur.

fakîh (A.) [ فقيه ] islam hukukçusu, fakih.

fâkiha (A.) [ فاکهه ] meyva.

fakîr (A.) [ فقير ] 1.yoksul. 2.bendeniz. 3.dilenci. 4.derviş.

fakirhâne (A.-F.) [ فقيرخانه ] bendenizin evi.

fakr (A.) [ فقر ] yoksulluk.

fâl (F.) [ فال ] fal.

falaka (A.) [ فلقه ] falaka, ayağa sopa atarak acı çektirmek için hazırlanan

düzenek.

fâlic (A.) [ فلج ] felç.

fâlnâme (F.) [ فالنامه ] fal kitabı.

fâm (F.) [ فام ] renk.

fânî (A.) [ فانی ] 1.ölümlü. 2.yok olucu. 3.geçici.

fânûs (A.) [ فانئس ] fener.

Page 127: osmanlı türkçesi sözlüğü

127

fâr (A.) [ فار ] fare.

farazâ (A.) [ فرضا ] diyelim ki.

faraziyye (A.) [ فرضيه ] varsayım.

fârıka (A.) [ فارقه ] ayırıcı.

fâriğ (A.) [ فارغ ] 1.boş. 2.rahat, huzurlu. 3.vazgeçen.

fâris (A.) [ فارس ] atlı.

fârisî (F.) [ فارسی ] 1.Farsça. 2.Fars, İranlı.

farîza (A.) [ فریضه ] 1.farz. 2.borç.

fark (A.) [ فرق ] ayrıcalık, ayrılık.

fart (A.) [ فرط ] aşırı, aşırılık.

farz (A.) [ فرض ] 1.Tanrı emri. 2.borç, ödev. 3.zorunlu.

farz edilmek sayılmak, tutulmak, tasavvur edilmek.

farz etmek saymak, tutmak, tasavvur etmek.

farz olunmak 1.tasavvur edilmek. 2.Tanrı tarafından yapılması zorunlu kılınmak.

farzâ (A.) [ فرضا ] tut ki, diyelim ki.

farziyye (A.) [ فرضيه ] varsayım.

fâsık (A.) [ فاسق ] kötülük düşünen.

fâsıla (A.) [ فاصله ] 1.ara. 2.aralayıcı. 3.uzaklık.

fâsid (A.) [ فاسد ] bozulmuş, bozuk.

fasîh (A.) [ فصيح ] güzel konuşan.

fasîle (A.) [ فصيله ] aile.

fasl (A.) [ فصل ] 1.mevsim. 2.bölüm. 3.çözümleme.

fassâd (A.) [ فصاد ] hacamat yapan.

Page 128: osmanlı türkçesi sözlüğü

128

fâş (F.) [ فاش ] ifşa olmuş, aşikar olmuş.

fâtih (A.) [ فاتح ] fetheden

fatin (A.) [ فطين ] zeki, kavrayışlı.

fayda (A.) [ فایده ] yarar, fayda, kazanç.

fâzıl (A.) [ فاضل ] erdemli.

fazîha (A.) [ فضيحه ] rezillik, skandal.

fazîlet (A.) [ فضيلت ] erdem.

faziletkâr (A.-F.) [ فضيلتکار ] erdemli.

faziletperest (A.-F.) [ فضيلت پرست ] erdem yanlısı.

fazl (A.) [ فضل ] 1.erdem. 2.üstünlük.

fazla (A.) [ فضله ] 1.çok. 2.artık.

fecâ’at (A.) [ فجاعت ] feci durum.

fecere (A.) [ فجره ] 1.günahkarlar. 2.kötü insanlar.

fecî’ (A.) [ فجيع ] çok kötü, korkunç.

fecî’a (A.) [ فجيعه ] facia, felaket.

fecir (A.) [ فجر ] tan ağartısı.

fecr (A.) [ فجر ] tan ağartısı.

fecr -i kâzib [ فجرکاذب ] gerçek tan ağartısından önceki geçici aydınlık

fecr -i sâdık [ فجر صادق ] tan ağartısı, şafak sökmesi.

fedâ (A.) [ فدا ] 1.yoluna can koyma. 2.kurban. 3.uğruna verme.

fedâ edilmek 1.uğruna harcanmak. 2.kurban edilmek.

fedâ etmek 1.uğruna harcamak. 2.kurban etmek.

fedâ’î (A.) [ فدائی ] yoluna canını hiçe sayan.

Page 129: osmanlı türkçesi sözlüğü

129

fedâkâr (A.-F.) [ فداکار ] özverili.

fedâkârâne (A.-F.) [ فداکارانه ] özveri ile, özverili.

fedâkârî (A.-F.) [ فداکاری ] özveri.

fehâris (A.) [ فهارس ] fihristler.

fehîm (A.) [ فهيم ] anlayışlı.

fehm (A.) [ مفه ] anlama.

fehm eylemek anlamak.

fehvâ (A.) [ فحوا ] içerik.

fekâhet (A.) [ فکاحت ] şakacılık, muziplik.

fekk (A.) [ فک ] 1.çene. 2.ayırma.

felâh (A.) [ فالح ] kurtulma, rahata erme.

felâket (A.) [ فالکت ] büyük bela, musibet.

felâketzede (A.-F.) [ فالکت زده ] felakete uğrayan.

felâsife (A.) [ فالسفه ] filozoflar, felsefeciler.

felc (A.) [ فلج ] inme, felç.

felek (A.) [ فلک ] 1.gökyüzü. 2.talih. 3.kader.

felekiyyât (A.) [ فلکيات ] astronomi.

felekzede (A.-F.) [ فلک زده ] kader kurbanı, felek vurgunu.

fellâh (A.) [ فالح ] çiftçi.

felsefî (A.) [ فلسفی ] felsefe ile ilgili.

fem (A.) [ فم ] ağız.

fenâ (A.) [ فنا ] 1.yokluk. 2.kötü.

fenâpezîr (A.-F.) [ فناپذیر] yok olucu, fani.

Page 130: osmanlı türkçesi sözlüğü

130

fend (F.) [ فند ] hile.

fenn (A.) [ فن ] 1.bilim. 2..tür. 3.teknik.

fennen (A.) [ فنا ] teknik açıdan.

fennî (A.) [ فنی ] teknik.

fenniyyât (A.) [ فنيات ] teknoloji.

fer (F.) [ فر ] parlaklık.

fer’ (A.) [ فرع ] 1.yan. 2.dal.

fer’î (A.) [ فرعی ] yan dal, tâli, ikincil.

ferâgat (A.) [ فراغت ] 1.bırakma, terketme. 2.rahatlık. 3.zenginlik.

ferâğ (A.) [ فراغ ] 1.bırakma, terk etme, vazgeçme. 2.boş durma.

ferâğ etmek bırakmak

ferah (A.) [ فرح ] sevinç.

ferâh (F.) [ فراخ ] geniş.

ferahbahş (A.-F.) [ فرح بخش ] ferahlık veren, iç açıcı.

ferâine (A.) [ فراعنه ] firavunlar.

ferâiz (A.) [ فرائض ] 1.farzlar. 2.ödevler.

ferâmîn (A.<F.) [ فرامين ] fermanlar.

ferâmûş (F.) [ فراموش ] unutma.

ferâmuş etmek unutmak.

ferâset (A.) [ فراست ] sezgi.

ferbih (F.) [ فربه ] semiz.

ferc (A.) [ فرج ] 1.yarık. 2.vajina.

fercâm (F.) [ فرجام ] son, akıbet.

Page 131: osmanlı türkçesi sözlüğü

131

ferd (A.) [ فرد ] 1.tek. 2.birey.

ferdâ (F.) [ فردا ] yarın.

ferdî (A.) [ فردی ] kişisel.

ferdiyyet (A.) [ فردیت ] bireylik.

ferec (A.) [ فرج ] rahatlama.

feres (A.) [ فرس ] at.

ferhân (A.) [ فرحان ] sevinçli, neşeli.

ferheng (F.) [ فرهنگ ] 1.kültür. 2.sözlük.

ferhunde (F.) [ فرخنده ] kutlu.

ferîd (A.) [ فرید ] biricik, tek.

ferikân (A.-F.) [ فریقان ] tüm veya korgeneraller.

ferîk-i evvel (A.-F.) [ فریق اول ] korgeneral.

ferîk-i sânî (A.-F.) [ فریق ثانی ] tümgeneral.

ferişte (F.) [ فرشته ] melek.

fermân (F.) [ فرمان ] buyruk.

fermandih (F.) [ فرمان ده ] komutan.

fermânfermâ (F.) [ فرمان فرما ] 1.padişah. 2.komutan. 3.buyrukçu, buyruk veren.

fermâyiş (F.) [ فرمایش ] buyruk.

ferrâş (A.) [ فراش ] 1.döşemeci. 2.hizmetkâr.

ferruh (F.) [ فرخ ] kutlu.

fersûde (F.) [ فرسوده ] 1.solgun. 2.yıpranmış. 3.eprimiş.

ferş (A.) [ فرش ] 1.döşeme. 2.yaygı.

fertût (F.) [ فرتوت ] bunamış ihtiyar.

Page 132: osmanlı türkçesi sözlüğü

132

ferverdîn (F.) [ فروردین ] İran takvimine göre baharın ilk ayı.

feryâd (F.) [ فریاد ] 1.bağırma, çığlık. 2.imdat isteme.

feryâd etmek bağırmak, çığlık atmak

feryâdres (F.) [ فریادرس ] imdada koşan.

ferzâne (F.) [ فرزانه ] bilge.

ferzend (F.) [ فرزند ] evlat.

fesâd (A.) [ فساد ] 1.fesat, bozukluk. 2.kötülük.

fesahat (A.) [ حتفصا ] fasihlik, dilde düzgünlük.

fesâne (F.) [ فسانه ] efsane, masal.

fesat (A.) [ فساد ] bozukluk, kötülük.

fesh (A.) [ فسخ ] iptal etme, kaldırma, bozma.

fetâ (A.) [ فتی ] 1.genç. 2.cömert.

fetâvâ (A.) [ فتاوی ] fetvalar.

feth (A.) [ فتح ] 1.fetih, tamamen ele geçirme. 2.açma. 3.açılma.

fetîle (A.) [ فتيله ] fitil.

fetret (A.) [ فترت ] 1.duraklama. 2.iki olay arasındaki zaman.

fettâh (A.) [ فتاح ] 1.fetheden. 2.açan. 3.Tanrı.

fettan (A.) [ فتان ] 1.işveli, oynak, cilveli. 2.fitne koparan.

fetvâ (A.) [ فتوی ] kadının verdiği şer’î karar.

fevâhiş (A.) [ فواحش ] fahişeler.

fevâid (A.) [ فوائد ] yararlar, faydalar, kazançlar.

fevâkih (A.) [ فواکه ] 1.meyvalar. 2.yemişler.

fevâris (A.) [ فوارس ] atlılar.

Page 133: osmanlı türkçesi sözlüğü

133

fevc (A.) [ فوج ] 1.grup, cemaat, zümre. 2.bölük, takım.

feverân (A.) [ فوران ] 1.fışkırma. 2.kaynama.

feverân etmek fışkırmak.

fevk (A.) [ فوق ] üst, üstü.

fevkalâde (A.) [فوق العاده] olağanüstü, olağan dışı, alışılmışın ötesinde.

fevkalbeşer (A.) [ فوق البشر ] insan üstü.

fevkalferd (A.) [ فوق الفرد ] birey üstü.

fevkalhad (A.) [ فوق الحد ] haddinden fazla.

fevkânî (A.) [ فوقانی ] üstteki, yukarıdaki.

fevkattabîa (A.) [ فوق الطبيعه ] doğa üstü.

fevren (A.) [ فورا ] hemen, derhal, çarçabuk.

fevrî (A.) [ فوری ] âni.

fevt (A.) [ وتف ] 1.geçip gitme. 2.ölüm.

fevvâre (A.) [ فواره ] fıskiye.

feyezân (A.) [ فيضان ] taşkın.

feyiz (A.) [ فيض ] 1.bereket, bolluk. 2.ilim.

feylesof (A.) [ فيلسوف ] filozof, felsefeci.

feyyâz (A.) [ فياض ] 1.verimli, bereketli. 2.Tanrı.

feyz (A.) [ فيض ] 1.bereket, bolluk. 2.ilim.

feyzbahş (A.-F.) [ فيض بخش ] 1.verimli, bereketli. 2.feyiz veren.

fezâ (A.) [ فضا ] 1.uzay. 2.geniş düzlük.

fezâil (A.) [ فضائل ] erdemler.

fezleke (A.) [ فذلکه ] 1.soruşturma özeti. 2.özet.

Page 134: osmanlı türkçesi sözlüğü

134

fıdda (A.) [ فضه ] gümüş.

fıkarât (A.) [ فقرات ] 1.fıkralar. 2.bölümler. 3.omurlar.

fıkdân (A.) [ فقدان ] yoksunluk, bulunmama, yokluk.

fıkh (A.) [ فقه ] islam hukuku, fıkıh.

fıkra (A.) [ فقره ] 1.fıkra. 2.bölüm. 3.omur.

fırak (A.) [ فرق ] 1.fırkalar, partiler. 2.bölükler. 3.zümreler.

fırka (A.) [ فرقه ] 1.parti. 2.bölük. 3.zümre.

fırsat (A.) [ فرصت ] uygun an, fırsat.

fısk (A.) [ فسق ] 1.kötülük, sefihlik. 2.dinsizlik. 3.Tanrı’ya karşı isyan.

fıskiyye (A.) [ فسقيه ] fıskiye.

fıtnat (A.) [ فطنت ] kavrayış, zekîlik.

fıtra (A.) [ فطره ] 1.fitre. 2.kuru üzüm.

fıtrat (A.) [ فطرت ] yaratılış.

fıtraten (A.) [ فطرتا ] yaratılıştan.

fıtrî (A.) [ فطری ] yaratılıştan gelen.

fî (A.) [ فی ] fiyat, değer, kıymet, eder.

fi’l (A.) [ فعل ] 1.hareket, davranış, eylem. 2.fiil.

fi’len (A.) [ فعال ] yaparak, işleyerek, bilfiil.

fi’liyyât (A.) [ فعليات ] eyleme dökülen işler.

fîât (A.) [ فيئات ] 1.fiyat. 2.fiyatlar.

figân (F.) [ فغان ] feryat etme, ah çekme.

figân eylemek bağırmak, feryat etmek, inlemek.

fihris (A.) [ فهرس ] 1.içindekiler. 2.indeks, dizin.

Page 135: osmanlı türkçesi sözlüğü

135

fikir (A.) [ فکر ] fikir, düşünce.

fikr (A.) [ فکر ] düşünce, fikir.

fikren (A.) [ فکرا ] düşünce bakımından.

fikrî (A.) [ فکری ] düşünce ile ilgili.

fikriyyât (A.) [ فکریات ] düşünce ile ilgili çalışmalar.

fil (A.) [ فيل ] fil.

filâhat (A.) [ فالحت ] çiftçilik.

filasl (A.) [ فی االصل ] aslında.

filhakîka (A.) [ فی الحقيقه ] gerçekte, aslında, doğrusu.

filhâl (A.) [ فی الحال ] şimdi, derhal.

filiz (A.) [ فلز ] maden külçesi.

filmesel (A.) [ فی المثل ] örneğin, örnekte olduğu gibi.

filvâki (A.) [ فی الواقع ] aslında, gerçekte.

fîmâba’d (A.) [ فی ما بعد ] bundan böyle.

fînefsilemr (A.) [ فی نفس االمر ] işin aslında, gerçekte.

fir’avn (A.) [ فرعون ] firavun.

firâk (A.) [ فراق ] 1.ayrılık. 2.ayrılık acısı.

firâr (A.) [ فرار ] kaçış, kaçma.

firâr etmek kaçmak.

firârî (A.) [ فراری ] kaçak.

firâvân (F.) [ فراوان ] bol, çok.

firâz (F.) [ فراز ] 1.üst, yukarı. 2.yokuş.

firdevs (A.) [ فردوس ] 1.cennet. 2.bahçe.

Page 136: osmanlı türkçesi sözlüğü

136

fireng (F.) [ فرنگ ] Batı, Avrupa.

firîfte (F.) [ تهفریف ] aldanmış, aldatılmış.

firîfte olmak aldanmak.

firistâde (F.) [ فرستاده ] elçi.

firişte (F.) [ فرشته ] melek.

firiştehû (F.) [ فرشته خو ] melek gibi, melek huylu, güzel huylu.

firkat (A.) [ فرقت ] ayrılık.

fîrûz (F.) [ فيروز ] 1.talihli, kutlu. 2.muzaffer.

fîrûze (F.) [ فيروزه ] turkuaz, firuze taşı.

fîrûzefâm (F.) [ فيروزه فام ] turkuaz, açık mavi.

fîsebîlillah (A.) [ فی سبيل اهللا ] Tanrı rızası için, Tanrı yolunda.

fiten (A.) [ فتن ] fitneler.

fitne (A.) [ فتنه ] 1.bölücülük, kargaşa çıkartma. 2.sıkıntı.

fityân (A.) [ فتيان ] gençler.

fuâd (A.) [ فؤاد ] yürek.

fuhş (A.) [ فحش ] fuhuş.

fuhuş (A.) [ فحش ] fuhuş.

fukahâ (A.) [ فقها ] fıkıhçılar, islam hukukçuları.

fukarâ (A.) [ فقرا ] yoksullar.

fûlâd (F.) [ فوالد ] çelik.

furkân (A.) [ فرقان ] 1.Kur’ân. 2.iyi ile kötünün ayrıldığı yerleri gösteren.

fursat (A.) [ فرصت ] fırsat, uygun an.

fursatcû (A.-F.) [ فرصت جو ] fırsatçı.

Page 137: osmanlı türkçesi sözlüğü

137

fusahâ (A.) [ فصحا ] fasih konuşanlar.

fusûl (A.) [ فصول ] 1.fasıllar, bölümler. 2.mevsimler.

fuzalâ (A.) [ فضال ] 1.erdemliler. 2.bilginler.

fuzûl (A.) [ فضول ] 1.fazla, çok. 2.gereksiz, fuzuli.

fuzûlî (A.) [ فضولی ] 1.zevzek, boşboğaz. 2.gereksiz, boşuna, fazladan.

füceten (A.) [ ةفجئ ] apansız, ansızın.

fücûr (A.) [ فجور ] 1.yakın akraba evliliği. 2.günahkarlık, sefihlik.

fülân (A.) [ فالن ] falan, filan, falanca.

fülfül (A.) [ فلفل ] biber, karabiber.

füls (A.) [ فلس ] mangır.

fülûs (A.) [ فلوس ] mangırlar.

fünûn (A.) [ فنون ] 1.teknikler. 2.bilimler.

fürs (F.) [ فرس ] 1.Farsça. 2.Fars ülkesi, İran. 3.Fars, İranlı.

fürû’ (A.) [ فروع ] yan dallar, şubeler.

fürûğ (A.) [ فروغ ] 1.ışık. 2.parıltı.

fürûht (F.) [ فروخت ] satış.

fürûmâye (F.) [ فرومایه ] aşağılık, alçak.

fürûzân (F.) [ فروزان ] parlak.

füshat (A.) [ فسحت ] genişlik.

füsûn (F.) [ سونف ] afsun, büyü.

füsûnger (F.) [ فسونگر ] 1.afsuncu, büyücü. 2.büyüleyici.

füsürde (F.) [ فسرده ] donuk, solgun.

fütâde (F.) [ فتاده ] 1.düşkün. 2.düşmüş. 3.aşık. 4.tutkun.

Page 138: osmanlı türkçesi sözlüğü

138

fütûhât (A.) [ فتوحات ] fetihler.

fütûr (A.) [ فتور ] 1.gevşeklik. 2.bıkkınlık.

fütüvvet (A.) [فتوت ] 1.gençlik. 2.yiğitlik. 3.eskiden Anadolu’da kurulup gelişen

esnaf teşkilatı.

füyûz (A.) [ فيوض ] feyizler, bolluklar, bereketler.

füzûn (F.) [ فزون ] fazla.

Page 139: osmanlı türkçesi sözlüğü

139

G

gabâvet (A.) [ غباوت ] bönlük, dangalaklık, kalınkafalılık.

gabî (A.) [ غبی ] bön, dangalak, kalınkafalı.

gabn (A.) [ غبن ] kazıklama, alışverişte aldatma.

gaddâr (A.) [غدار ] zalim, acımasız.

gadr (A.) [ غدر ] haksızlık, zulüm.

gaffâr (A.) [ غفار ] bağışlayıcı Tanrı.

gâfil (A.) [ غافل ] habersiz.

gaflet (A.) [ غفلت ] habersizlik, dikkatsizlik, dalgınlık.

gafleten (A.) [ ةغفل ] dalgınlıkla.

gafûr (A.) [ غفور ] bağışlayıcı.

gâh (F.) [ گاه ] 1.kâh. 2.yer ve zaman bildiren kelimeler türetir.

gâhî (F.) [ گاهی ] kimi zaman, bazen, arasıra.

gâhvâre (F.) [ گاهواره ] beşik.

gâib (A.) [ غائب ] bulunmayan, ortada görünmeyen, kayıp.

gâile (A.) [ غائله ] 1.uğraşı, telaş, meşakkat. 2.savaş.

gâita (A.) [ غائطه ] dışkı.

galat (A.) [ غلط ] yanlış.

galebe (A.) [ غلبه ] 1.baskın çıkma, ağır basma. 2.kalabalık.

galeyân (A.) [ غليان ] kaynama.

gâlib (A.) [ غالب ] 1.ağır basan. 2.galip.

Page 140: osmanlı türkçesi sözlüğü

140

gâliba (A.) [ غالبا ] sanırım, belki.

gâlibiyyet (A.) [ غالبيت ] zafer, ağır basma, yenme.

galîz (A.) [ غليظ ] koyu, yoğun, kaba.

galle (A.) [ غله ] tahıl.

gam (A.) [ غم ] keder, üzüntü.

gâm (F.) [ گام ] 1.adım. 2.ayak.

gâmız (A.) [ غامض ] çapraşık, güç anlaşılır.

gammâz (A.) [ غماز ] ispiyoncu.

gamnâk (A.-F.) [ غمناک ] kederli, üzgün.

gamze (A.) [ 1 غمزه.yanak çukuru. 2.çene çukuru. 3.süzgün bakış.

ganâim (A.) [ غنائم ] ganimetler.

ganem (A.) [ غنم ] koyun.

ganî (A.) [ غنی ] zengin.

ganîmet (A.) [ غنيمت ] 1.savaşta düşmandan alınan her türlü eşya. 2.bedelsiz

kazanç.

gâr (A.) [ غار ] mağara.

garâbet (A.) [ غرابت ] gariplik.

garâib (A.) [ غرائب ] gariplikler.

garâm (A.) [ غرام ] tutku, aşk.

garaz (A.) [ غرض ] maksat.

garazâlûd (A.-F.) [ غرض آلود ] maksatlı.

garazkâr (A.-F.) [ غرضکار ] garazlı, maksatlı.

garb (A.) [ غرب ] 1.batı. 2.Batı dünyası.

Page 141: osmanlı türkçesi sözlüğü

141

garben (A.) [ غربا ] batıdan.

garbî (A.) [ غربی ] garbî batı, batı ile ilgili.

garbiyyûn (A.) [ غربيون ] batılılar, Avrupalılar.

gâret (A.) [ غارت ] yağma.

gâretger (A.-F.) [ غارتگر ] yağmacı.

garîb (A.) [ غریب ] 1.gurbette yaşayan. 2.yabancı. 3.kimsesiz. 4.tuhaf.

garibü’d-diyâr (A.) [ غریب الدیار ] gurbette.

garîk (A.) [ غریق ] boğulmuş.

garîze (A.) [ غریزه ] içgüdü.

garizî (A.) [ غریزی ] içgüdüsel.

gark (A.) [ غرق ] 1.boğulma, suda boğulma. 2.batırma.

garrâ (A.) [ غرا ] parlak.

gars (A.) [ غرس ] ağaç dikme.

gasb (A.) [ غصب ] el koyma, zorla elinden alma.

gaseyan (A.) [ غصيان ] 1.kusma. 2.kusmuk.

gâsıb (A.) [ غصيب ] gasp edici.

gasl (A.) [ غسل ] ölü yıkama.

gassâl (A.) [ غسال ] ölü yıkayıcı.

gâşiye (A.) [ غاشيه ] 1.perde, örtü. 2.zar.

gaşy (A.) [ غشی ] bayılma, kendinden geçme.

gâv (F.) [ گاو ] 1.inek. 2.öküz.

gavgâ (F.) [ غوغا ] 1.kavga. 2.savaş.

gavvâs (A.) [ غواص ] dalgıç.

Page 142: osmanlı türkçesi sözlüğü

142

gâyât (A.) [ غایات ] gayeler.

gayb (A.) [ غایب ] 1.gözle görülmeyen, gizli. 2.kayıp.

gaybûbet (A.) [ غيبوبت ] bulunmama, yokluk.

gâye (A.) [ غایه ] amaç.

gâyet (A.) [ غایت ] 1.son. 2.çok. 3.son derece.

gayr -i mahsûs [ غير محسوس ] hissedilmeyecek şekilde.

gayr (A.) [ غير ] 1.başka. 2.yabancı. 2.olmayan, değil.

gayr -i idrakî [ غير ادراکی ] idrak dışı.

gayr -i ihtiyarî [ غير اختياری ] elinde olmadan.

gayr -i kâbil [ غير قابل] mümkün olmayan, imkansız.

gayr -i kâbil-i fehm [ غير قابل فهم ] anlaşılmaz.

gayr -i kâbil-i izâle [ غير قابل ازاله ] yok edilemez, giderilemez.

gayr -i kâbil-i mukavemet [ غير قابل مقاومت ] karşı konulmaz.

gayr -i kâbil-i tebdil [ غير قابل تبدیل ] değiştirilmez.

gayr -i kâbil-i tefrik [ غير قابل تفریق ] ayırdedilmez.

gayr -i kâbil-i telif [ غير قابل تأليف ] birleştirilemez, uzlaştırılamaz.

gayr -i mahdûd [ غير محدود ] sınırsız.

gayr -i mer’î [ غير مرئی ] görülmez.

gayr -i meşrû [ غير مشروع ] yasal olmayan.

gayr -i muayyen [ غير معين ] belirsiz.

gayr -i muhtemel [ غير محتمل ] ihtimal verilmeyen.

gayr -i muntazam [ غير منتظم ] düzgün olmayan, düzenli olmayan, düzensiz.

gayr -i müslim [ غير مسلم ] müslüman olmayan.

Page 143: osmanlı türkçesi sözlüğü

143

gayrendîş (A.-F.) [ غير اندیش ] başkalarını düşünen.

gayret (A.) [ غيرت ] 1.çaba. 2.kıskançlık.

gayretkeş (A.-F.) [ غيرتکش ] 1.gayretli. 2.kıskanç.

gayretmend (A.-F.) [ غيرتمند ] gayretli.

gayriyyet (A.) [ غيریت ] gayrılık.

gayyâ (A.) [ غيا ] cehennemdeki kuyulardan birinin adı.

gayz (A.) [ غيظ ] öfke.

gazâ (A.) [ غزا ] savaş.

gazab (A.) [ غضب ] hiddet, kızgınlık.

gazâl (A.) [ غزال ] ceylan.

gazanfer (A.) [ غضنفر ] arslan.

gazavât (A.) [ غزوات ] savaşlar, harpler.

gazel (A.) [ غزل ] lirik şiir.

gazelhân (A.-F.) [ غزل خوان ] gazel okuyan.

gazeliyyât (A.) [ غزليات ] gazeller.

gazelserâ (A.-F.) [ غزل سرا ] gazel şairi.

gazî (A.) [ غازی ] savaşmış, gaza yapmış.

gazve (A.) [ غزوه ] savaş, din savaşı.

gebr (F.) [گبر ] ateşperest, ateşe tapan.

gedâ (F.) [ گدا ] 1.dilenci. 2.yoksul.

geh (F.) [ گه ] kimi zaman, bazı.

gehvâre (F.) [ گهواره ] beşik.

gele (F.) [ گله ] sürü.

Page 144: osmanlı türkçesi sözlüğü

144

gelû (F.) [ گلو ] boğaz.

genc (F.) [ گنج ] hazine.

gencîne (F.) [ گنجينه ] hazine.

gendîde (F.) [ گندیده ] kokuşmuş, kötü kokmuş.

gendûmgûn (F.) [ گندمگون ] buğday rengi.

gendüm (F.) [ گندم ] buğday.

ger (F.) [ گر ] eğer.

gerçi (F.) [ گرچه ] her ne kadar, ise de, gerçi.

gerd (F.) [ گرد ] toz.

gerdâlûd (F.) [ گرد آلود ] tozlu.

gerdân (F.) [ گردان ] dönen.

gerden (F.) [ گردن ] boyun.

gerdenbend (F.) [ گردن بند ] kolye, gerdanlık.

gerdenferâz (F.) [ گردن فراز ] mağrur.

gerdenkeş (F.) [ گردن کش ] başkaldıran, asi, dikbaşlı.

gerdiş (F.) [ گردش ] dönüş.

gerdûn (F.) [ گردون ] 1.felek. 2.dünya.

gerdûne (F.) [ گردونه ] at arabası.

germ (F.) [ گرم ] sıcak.

germâ (F.) [ گرما ] 1.sıcak. 2.sıcaklık.

germâbe (F.) [ گرمابه ] 1.hamam. 2.kaplıca.

germî (F.) [ گرمی ] sıcaklık.

geşt (F.) [ گشت ] dolaşma, gezinti.

Page 145: osmanlı türkçesi sözlüğü

145

geştügüzâr (F.) [ گشت و گزار ] dolaşma, gezinti, gezip tozma.

gevher (F.) [ گوهر ] 1.elmas. 2.mücevher. 3.öz.

gevherî (F.) [ گوهری ] mücevherci.

gevz (F.) [ گوز ] ceviz.

gezend (F.) [ گزند ] 1.zarar. 2.bela.

gıbta (A.) [ غبطه ] imrenme.

gıdâ (A.) [ غدا ] besin, gıda.

gılâf (A.) [ غالف ] kın, kılıf.

gıllügış (A.) [ غل و غش ] kin.

gılmân (A.) [ غلمان ] 1.köle. 2.genç, yeni yetme.

gılzet (A.) [ غلظت ] 1.yoğunluk. 2.kabalık. 3.kalınlık.

gınâ (A.) [ غنا ] 1.zenginlik. 2.bıkkınlık.

gırbâl (A.) [ غربال ] elek, kalbur.

gırîv (F.) [ گریو ] haykırış, çığlık.

gışâ (A.) [ غشا ] 1.örtü. 2.perde. 3.zar.

gışş (A.) [ غش ] hile, kötülük.

gıyâb (A.) [ غياب ] bulunmama, yokluk.

gıyâben (A.) [ غيابا ] yokluğunda, yokken, ardından.

gıyâs (A.) [ غياث ] yardım.

gıybet (A.) [ غيبت ] 1.çekiştirme. 2.bulunmama, yokluk.

gil (F.) [ گل ] 1.çamur, balçık. 2.kil.

gile (F.) [ گله ] sızlanma, yanıp yakılma.

gilemend (F.) [ گله مند ] şikayetçi, sızlanan.

Page 146: osmanlı türkçesi sözlüğü

146

girâmî (F.) [ گرامی ] değerli, kıymetli, saygın, sayın.

girân (F.) [ گران ] 1.ağır. 2.pahalı. 3.kokuşmuş. 4.katı.

giranbehâ (F.) [ گران بها ] değerli, kıymetli.

girankadr (F.-A.) [ گران قدر ] kıymetli.

girankıymet (F.-A.) [ گران قيمت ] kıymetli, değerli, pahalı.

girânmâye (F.) [ گران مایه ] değerli.

girânser (F.) [ گران سر ] mağrur, kendini beğenmiş, kasıntı.

gird (F.) [ گرد ] yuvarlak.

girdâb (F.) [ گرداب ] anafor, girdap.

girdâgird (F.) [ گرداگرد ] çepeçevre, fırdolayı.

girdbâd (F.) [ گردباد ] kasırga.

girdû (F.) [ گردو ] ceviz.

girîbân (F.) [ گریبان ] yaka.

girift (F.) [ گرفت ] karmaşık, çapraşık.

giriftâr (F.) [ گرفتار ] yakalanmış, tutulmuş, müptela.

girih (F.) [ گره ] düğüm.

girihgîr (F.) [ گره گير ] dolaşık.

girihgüşâ (F.) [ گره گشا ] 1.düğüm çözen. 2.sorunları halleden.

girîve (F.) [ گریوه ] 1.çıkmaz, sorun. 2.geçit.

gîrûdâr (F.) [ گيرودار ] kargaşa, kavga.

giryân (F.) [ گریان ] ağlayan.

giryân etmek ağlatmak.

giryân olmak ağlamak.

Page 147: osmanlı türkçesi sözlüğü

147

girye (F.) [ گریه ] ağlama, ağlayış.

giryeengîz (F.) [ گریه انگيز ] ağlatıcı.

giryenâk (F.) [ گریه ناک ] ağlamaklı, ağlayan.

gîsû (F.) [ گيسو ] saç.

gîsûbend (F.) [ گيسوبند ] saç bağı.

gîtî (F.) [ گيتی ] dünya.

giyâh (F.) [ گياه ] bitki.

gonca (F.) [ غنجه ] açmamış tomurcuk, gonca.

goncaruhsâr (F.) [ غنجه رخسار ] yanağı goncaya benzeyen.

gonce (F.) [ غنجه ] gonca.

goncedehân (F.) [ غنجه دهان ] küçük ağızlı, gonca ağızlı.

gubâr (A.) [ غبار ] toz.

gubârâlûd (A.-F.) [ غبار آلود ] tozlu.

gudde (A.) [ غده ] bez, salgı bezi.

guded (A.) [ غدد ] salgı bezleri.

gufrân (A.) [ غفران ] bağışlama.

gûgerd (F.) [ گوگرد ] kükürt.

gûk (F.) [ غوک ] kurbağa.

gûl (A.) [ گول ] gulyabani.

gulâm (A.) [ غالم ] 1.köle. 2.genç.

gulât (A.) [ غالت ] dinde aşırıya kaçanlar.

gulgule (F.) [غلغله] kaynaşma.

gumûm (A.) [ غموم ] gamlar, kederler.

Page 148: osmanlı türkçesi sözlüğü

148

gûnâgûn (F.) [ گوناگون ] rengarenk.

gûne (F.) [ گونه ] biçim, tarz.

gunûde (F.) [غنوده] 1.uyumuş. 2.ölü.

gûr (F.) [ گور ] 1.mezar. 2.yaban eşeği.

gurâb (A.) [ غراب ] karga.

gurbet (A.) [ غربت ] 1.gariplik. 2.yabancı diyar.

gurbetzede (A.-F.) [ غربت زده ] gurbet elde yaşayan.

gurebâ (A.) [ غربا ] garipler.

gûristân (F.) [ انگورست ] mezarlık.

gûrken (F.) [ گورکن ] mezarcı.

gurrân (F.) [ غران ] 1.kükreyen. 2.gürleyen.

gurre (A.) [ غره ] 1.arap aylarının ilk günü. 2.akıtma.

gurûb (A.) [ غروب ] batış.

gurûr (A.) [ غرور ] 1.mağrurluk. 2.aldanış.

gûsâle (F.) [ گوساله ] buzağı.

gûsâle (F.) [ گوساله ] dana.

gûsfend (F.) [ گوسفند ] koyun.

gusl (A.) [ غسل ] yıkanma.

gusn (A.) [ غصن ] dal.

gussa (A.) [ غصه ] üzüntü, keder.

gûş (F.) [ گوش ] kulak.

gûşe (F.) [ گوشه ] köşe.

gûşenişîn (F.) [ گوشه نشين ] köşesine çekilen, inziva hayatı süren.

Page 149: osmanlı türkçesi sözlüğü

149

gûşt (F.) [ گوشت ] et.

gûşvâre (F.) [ گوشواره ] küpe.

gûy (F.) [ گوی ] çevgen topu, polo topu.

gûyâ (F.) [ گویا ] sözümona.

güdâhte (F.) [ گداخته ] erimiş.

güftâr (F.) [ گفتار ] söz.

güfte (F.) [ گفته ] 1.söz. 2.şarkı sözü.

güftügû (F.) [ گفت و گو ] dedikodu.

güher (F.) [ گهر ] 1.elmas. 2.mücevher.

güherfurûş (F.) [گهرفروش] mücevheratçı.

gül (F.) [ گل ] 1.çiçek. 2.gül.

gülâb (F.) [ گالب ] gül suyu.

gülabdan (F.) [ گالبدان ] gülüptan.

gülbang (F.) [ گلبانگ ] ilahi.

gülbang -ı muhammedî [ گلبانگ محمدی ] ezan.

gülberg (F.) [ گلبرگ ] gül yaprağı.

gülbün (F.) [ گلبن ] 1.gül ağacı. 2.güllük.

gülçehre (F.) [ گل چهره ] gül yüzlü.

gülçin (F.) [ گلچين ] gül deren.

güldan (F.) [ گلدان ] vazo.

güldeste (F.) [ گلدسته ] çiçek demeti.

gülendâm (F.) [ گل اندام ] gül boylu.

gülfâm (F.) [ گلفام ] gül renkli.

Page 150: osmanlı türkçesi sözlüğü

150

gülgonce (F.) [ گل غنجه ] gül goncası.

gülgûn (F.) [ گلگون ] 1.gül renkli. 2.pembe.

gülistân (F.) [ گلستان ] gül bahçesi, güllük.

gülizar (F.-A.) [ گلعذار ] gül yanaklı, pembe yanaklı.

güllaç (F.) [ گالج ] güllaç.

gülmih (F.) [ گل ميخ ] kabara.

gülnâr (F.) [ گلنار ] nar çiçeği.

gülnihal (F.) [ گل نهال ] gül fidanı.

gülreng (F.) [ گل رنگ ] gül rengi, pembe.

gülriz (F.) [ گلریز ] gül saçan.

gülrû (F.) [ گل رو ] gül yüzlü.

gülruh (F.) [گل رخ] gül yüzlü.

gülşen (F.) [ گلشن ] gül bahçesi.

gülten (F.) [ گل تن ] gül vücutlu.

gülüptan (F.) [ گالبدان ] gülsuyu kabı.

gülzâr (F.) [ گلزار ] güllük, gül bahçesi.

gümân (F.) [ گمان ] zan, sanı.

gümnâm (F.) [ گمنام ] adı unutulmuş.

gümrâh (F.) [ گمراه ] yoldan çıkmış.

günah (F.) [ گناه ] 1.suç, kabahat. 2.dinî suç.

günahkâr (F.) [ گناهکار ] günah sahibi, suçlu.

günbed (F.) [ گنبد ] kümbet.

güncişk (F.) [ گنجشک ] serçe.

Page 151: osmanlı türkçesi sözlüğü

151

güneh (F.) [ گنه ] günah.

gürbe (F.) [ گربه ] kedi.

gürbüz (F.) [ گربز ] 1.yiğit. 2.kahraman.

gürg (F.) [ گرگ ] kurt.

güriz (F.) [ گریز ] kaçış.

gürîzân (F.) [ گریزان ] kaçan.

gürûh (F.) [ گروه ] topluluk, zümre, bölük.

güstâh (F.) [ گستاخ ] 1.küstah. 2.cesur.

güşâderû (F.) [ گشاده رو ] güleç, güleryüzlü.

güşâyiş (F.) [ گشایش ] açılış.

güvâh (F.) [ گواه ] tanık, şahıt.

güzâf (F.) [ گزاف ] saçma sapan, ipe sapa gelmez, boş, beyhude.

güzergâh (F.) [ گذرگاه ] geçit.

güzeşt (F.) [ گذشت ] 1.geçiş. 2.hoşgörü.

güzîde (F.) [ گزیده ] seçkin.

güzin (F.) [ نگزی ] 1.seçen. 2.seçilmiş.

güzîr (F.) [ گزیر ] 1.çare. 2.derman.

Page 152: osmanlı türkçesi sözlüğü

152

H

h [ ه ح خ ] 1. Osmanlı alfabesinin sekizinci harfi. 2.Ebced alfabesine göre sayısal

değeri: 8.

hâ (F.) [ خا ] çiğneyen.

hâ (F.) [ ها ] çoğul eki: -ler, -lar.

hâb (F.) [ خواب ] 1.uyku. 2.rüya.

habâb (A.) [ حباب ] hava kabarcığı.

habâbe (A.) [ حبابه ] hava kabarcığı.

habâis (A.) [ خبائث ] kötülükler.

hâbâlûd (F.) [ خواب آلود ] uykulu.

hâbâlûde (F.) [ خواب آلوده ] uykulu.

habâset (A.) [ خباثت ] kötülük, alçaklık.

habb (A.) [ حب ] 1.çekirdek, tohum. 2.hap.

habbât (A.) [ حبات ] 1.hava kabarcıkları. 2.haplar.

habbâz (A.) [ خباز ] ekmekçi.

habbe (A.) [ حبه ] taneler.

habbe-i hadrâ [ حبهء حضرا ] çitlembik.

habbe-i sevdâ [ حبهء سودا ] çörekotu.

habbezâ (A.) [ حبذا ] ne güzel.

habbülbülûğ (A.) [ حب البلوغ ] ergenlik sivilcesi.

hâbcâme (F.) [ خواب جامه ] 1.gecelik. 2.pijama.

Page 153: osmanlı türkçesi sözlüğü

153

haber (A.) [ خبر ] haber.

haberdar (A.-F.) [ خبردار ] haberli.

habeşe (A.) [ حبشه ] 1.Habeşistan. 2.Habeş.

hâbgâh (F.) [ خوابگاه ] yatak odası.

habîb (A.) [ حبيب ] 1.sevgili. 2.dost. 3.Hz. Muhammed

habîr (A.) [ خبير ] haberli.

habis (A.) [ خبيث ] kötü, pis.

habl (A.) [ حبل ] ip.

hablülmesâkin (A.) [ حبل المساکن ] sarmaşık.

hâbnâk (F.) [ خوابناک ] uykulu.

hâbnâme (F.) [ خواب نامه ] rüya tabiri kitabı.

habr (A.) [ حبر ] bilgin.

habs (A.) [ حبس ] 1.hapis. 2.tutma.

habshâne (A.-F.) [ حبس خانه ] hapishane, tutukevi.

habt (A.) [ خبط ] yanlış hareket.

habtühata (A.) [ خبط و خطا ] yanlış yapma.

hac (A.) [ حاج ] hacı.

hacâlet (A.) [ خجالت ] utanma.

hacâletâver (A.) [ خجالت آور ] utanç verici.

hacamat (A.) [ حجامت ] kan alma.

hacamat yapmak kan almak.

hacâmet (A.) [ حجامت ] kan alma, hacamat.

hâcât (A.) [ حاجات ] 1.ihtiyaçlar. 2.istekler.

Page 154: osmanlı türkçesi sözlüğü

154

haccâm (A.) [ حجام ] hacamatçı.

haccar (A.) [ حجار ] taş işçisi, taşçı.

hâcce (A.) [ حاجه ] bayan hacı.

hâce (F.) [ خواجه ] 1.hoca. 2.efendi. 3.ağa. 4.sahip. 5.vezir.

hâcegân (F.) [ خواجگان ] 1.hocalar. 2.efendiler.

hâcegî (F.) [ خواجگی ] 1.hocalık. 2.efendilik. 3.ağalık. 4.sahiplik. 5.tüccar.

hacel (A.) [ خجل ] utanma.

hacer (A.) [ حجر ] taş.

hacer-i esved [ حجر اسود] karataş.

hacer-i semâî [ حجر سمائی ] göktaşı.

hâceserâ (F.) [ خواجه سرا ] harem ağası.

hâcet (A.) [ حاجت ] ihtiyaç.

hâcetmend (A.-F.) [ حاجتمند ] muhtaç.

hacı (A.) [ حاجی ] hacı.

hacıyân (A.-F.) [ حاجيان ] hacılar.

hâcî (A.) [ هاجی ] hicveden, yeren.

hâcib (A.) [ حاجب ] 1.kapıcı. 2.perdedar. 3.engel. 4.kaş.

hacîl (A.) [ خجيل ] utangaç.

hâcir (A.) [ هاجر ] göçmen.

hâciz (A.) [ حاجز ] 1.ayıran. 2.haczeden.

hacle (A.) [ حجله ] gerdek odası.

haclegâh (A.-F.) [ حجله گاه ] gerdek odası.

haclet (A.) [ خجلت ] utanma.

Page 155: osmanlı türkçesi sözlüğü

155

hacletâver (A.-F.) [ خجلت آور ] utanç verici.

hacm (A.) [ حجم ] hacim.

hacmen (A.) [ حجما ] hacimce.

hacz (A.) [ حجز ] haciz.

hadâik (A.) [ حدائق ] bahçeler.

hâdd (A.) [ حاد ] 1.keskin. 2.sivri. 3.dar.

hadd (A.) [ حد ] 1.sınır. 2.şer’î ceza.

hadd (A.) [ خد ] yanak.

haddâ’ (A.) [ خداع ] düzenbaz.

haddâd (A.) [ حداد ] demirci.

haddâdî (A.-F.) [ حدادی ] demircilik.

hadd-i asgarî [ حد اصغری ] en az.

hadd-i azamî [ حد اعظمی ] en çok.

hadd-i tabiî [ حد طبيعی] normal hal.

hadd-i zâtında aslında.

hadeb (A.) [ حدب ] kamburluk.

hadem (A.) [ خدم ] hizmetçiler.

hademe (A.) [ خدمه ] hizmetçiler.

hadeng (F.) [ خدنگ ] ok.

hader (A.) [ خدر ] uyuşma.

hades (A.) [ سحد ] sezi, tahmin.

hâdî (A.) [ هادی ] doğru yolu gösteren.

hâdi’ (A.) [ خادع ] düzenbaz.

Page 156: osmanlı türkçesi sözlüğü

156

hadîka (A.) [ حدیقه ] bahçe.

hâdim (A.) [ خادم ] hizmetçi.

hâdim olmak hizmet etmek.

hâdime (A.) [ خادمه ] bayan hizmetçi.

hâdis (A.) [ حادث ] 1.meydana gelen. 2.yeni.

hadîs (A.) [ حدیث ] hadis, Peygamber sözü.

hâdisat (A.) [ حادثات ] olaylar.

hâdise (A.) [ حادثه ] olay.

hadnâşinas (A.-F.) [ حدناشناس ] haddini bilmez.

hadrâ (A.) [ حضرا ] yeşil.

hads (A.) [ حدس ] 1.tahmin. 2.seziş.

hadşe (A.) [ خدشه ] ürküntü.

hadşeâver (A.-F.) [ خدشه آور ] ürküntü verici.

hafâ (A.) [ خفا ] gizlilik.

hafâfîş (A.) [ خفافيش ] yarasalar.

hafâgâh (A.-F.) [ خفاگاه ] gizlenilecek yer.

hafâir (A.) [ حفائر ] 1.çukurlar. 2.oyuklar.

hafakan (A.) [ خفقان ] yürek çarpıntısı.

hafâyâ (A.) [ خفایا ] gizli şeyler.

hafız (A.) [ حافظ ] 1.koruyan. 2.ezberleyen. 3.Kur’ân hafızı.

hafıza (A.) [ حافظه ] bellek.

hâfız-ı kütüb [ حافظ کتب ] kütüphaneci.

hâfî (A.) [ حافی ] yalınayak koşan.

Page 157: osmanlı türkçesi sözlüğü

157

hafî (A.) [ خفی ] gizli

hafîd (A.) [ حفيد ] torun.

hafîde (A.) [ حفيده ] kız torun.

hafif (A.) [ خفيف ] hafif.

hâfir (A.) [ حافر ] kazan, kazıcı.

hafîr (A.) [ حفير ] 1.çukur. 2.mezar.

hafiyyât (A.) [ خفيات ] gizli şeyler.

hafiyye (A.) [ خفيه ] gizli polis.

hafiyyen (A.) [ خفيا ] gizlice.

hafr (A.) [ حفر ] kazma.

hafriyyât (A.) [ حفریات ] kazı.

haftân (A.) [ خفتان ] kaftan.

hâh (F.) [ خواه ] isteyen.

hâhân (F.) [ خواهان ] isteyen, istekli.

hâher (F.) [ خواهر ] kızkardeş.

hâherzâde (F.) [ خواهرزاده ] yeğen, kızkardeşin çocuğu.

hâhiş (F.) [ خواهش ] rica, istek.

hâhişger (F.) [ خواهشگر ] istekli.

hâhişkâr (F.) [ خواهشکار ] istekli.

hâhişkerde (F.) [ خواهش کرده ] istekli.

hâhnâhâh (F.) [ خواه ناخواه ] ister istemez.

hâif (A.) [ خائف ] korkak.

hâifen (A.) [ خائفا ] korkarak.

Page 158: osmanlı türkçesi sözlüğü

158

hâil (A.) [ هائل ] korkunç.

hâin (A.) [ خائن ] 1.hain. 2.acımasız.

hâinâne (A.-F.) [ خائنانه ] haince.

hâiz (A.) [ حائز ] sahip, bulunduran.

hâiz olmak bulundurmak, sahip olmak.

hâiz-i ehemmiyet [ حائز اهميت ] önemli.

hak (A.) [ حق ] 1.Tanrı. 2.doğru. 3.pay.

hâk (F.) [ خاک ] toprak.

hak etmek kazanmak.

hâk ile yeksân edilmek yerle bir edilmek.

hâk ile yeksân etmek yerle bir etmek.

hâk ile yeksân olmak yerle bir olmak.

Hak Teâlâ (A.) [حق تعالی ] Yüce Tanrı.

hakâik (A.) [ حقائق ] gerçekler.

hakâret (A.) [ قارتح ] aşağılama, hakaret.

hakaretâmiz (A.-F.) [ حقارت آميز ] aşağılayıcı.

hakâyık (A.) [ حقایق ] gerçekler.

hâkbîz (F.) [ خاک بيز ] kalbur.

hakem (A.) [ حکم ] hakem.

hâkezâ (A.) [ هکذا ] aynı şekilde.

hakgû (A.-F.) [ حق گو ] doğru sözlü.

hâkî (A.) [ حاکی ] hikaye eden.

hâkî (F.) [ خاکی ] 1.hâki, toprak rengi. 2.toprak ile ilgili.

Page 159: osmanlı türkçesi sözlüğü

159

hakîkat (A.) [ حقيقت ] gerçek.

hakîkaten (A.) [ ةحقيق ] gerçekten.

hakikat-ı halde aslında, gerçekte, işin aslında.

hakikatperver (A.-F.) gerçekçi.

hakikî (A.) [ حقيقی ] gerçek.

hakikiye (A.) [ حقيقيه ] gerçek.

hakîm (A.) [ حکيم ] 1.Tanrı. 2.hakim, yargıç.

hâkimiyet (A.) [ حاکميت ] egemenlik.

hakîr (A.) [ حقير ] 1.değersiz. 2.küçük. 3.bendeniz, ben.

hâkister (F.) [ خاکستر ] kül.

hâkisterî (F.) [ خاکستری ] kül rengi.

hakk (A.) [ حق ] 1.Tanrı. 2.doğru. 3.hak.

hakk (A.) [ حک ] kazıma.

hakkâ [ حقا ] gerçekten.

hakkâk (A.) [ حکاک ] 1.mühürcü. 2.kazıyıcı.

hakkaniyet (A.) [ حقانيت ] doğruluk.

hâkkedilmek kazılmak.

hâkketmek kazımak.

hâkrûb (F.) [ خاکروب ] süpürge.

hakşinas (A.-F.) [ حق شناس ] haktanır.

hakşinâsî (A.-F.) [ حق شناسی ] haktanırlık.

hâl (A.) [ حال ] 1.hal, durum. 2.şimdiki durum, şimdiki zaman.

hâl (A.) [ خال ] dayı.

Page 160: osmanlı türkçesi sözlüğü

160

hâl (F.) [ خال ] 1.ben. 2.benek.

hal’ (A.) [ خلع ] tahttan indirme.

hal’edilmek tahttan indirilmek.

hal’etmek tahttan indirmek.

hâlâ (A.) [ حاال ] şimdi, hâlâ.

halâ (A.) [ خال ] 1.tuvalet. 2.boş.

halâik (A.) [ خالئق ] 1.yaratıklar. 2.halayık.

halâl (A.) [ خالل ] mesafe, aralık, açıklık.

halâs (A.) [ خالص ] kurtuluş, kurtulma.

halâs bulmak kurtulmak.

halâs olmak kurtulmak.

halaskâr (A.-F.) [ خالصکار ] kurtarıcı.

hâlâşina (A.-F.) [ حال آشنا ] halden anlayan.

hâlât (A.) [ حاالت ] haller.

halâvet (A.) [ حالوت ] tatlılık.

haldâr (F.) [ خالدار ] benli.

hâle (A.) [ خاله ] 1.hala. 2.teyze.

hâle (A.) [ هاله ] ayça, hâle.

halecan (A.) [ خلجان ] çarpıntı.

halef (A.) [ خلف ] 1.evlat, oğul. 2.halef, yerine geçen, arkadan gelen

halel (A.) [ خلل ] bozukluk.

halel gelmek bozulmak, lekelenmek, gölge düşmek.

haleldâr (A.-F.) [ رخللدا ] bozulmuş, bozuk.

Page 161: osmanlı türkçesi sözlüğü

161

haleldâr etmek bozmak, halel getirmek.

haleldâr olmak bozulmak, halel gelmek.

halen (A.) [ حاال ] şimdilik, henüz.

hâlet (A.) [ حالت ] 1.hal. 2.nitelik.

hâlet-i ruhiye [حالت روحيه ] ruhsal durum.

halhal (A.) [ خلخال ] ayak bileziği, halhal.

hâlık (A.) [ خالق ] Yaratan, Tanrı.

hâlî (A.) [ خالی ] boş.

hâlî kalmak geri durmak.

halîb (A.) [ حليب ] süt.

halîc (A.) [ خليج ] körfez.

hâlid (A.) [ خالد ] sonsuz, ebedî.

halîfe (A.) [ خليفه ] 1.halife. 2.kalfa.

halihazır (A.-F.) [ .şimdiki durum [ حاضرحال

hâlik (A.) [ خالق ] 1.Tanrı. 2.yaratan.

hâlikiyet (A.) [ خالقيت ] yaratıcılık.

halîm (A.) [ حليم ] yumuşak huylu.

hâlis (A.) [ خالص ] 1.katışıksız, saf, som.

hâlisâne (A.-F.) [ خالصانه ] içtenlikle.

halîta (A.) [ خليطه ] 1.karışım. 2.alaşım.

hâliyâ (A.) [ حاليا ] şimdi, şu anda.

halk (A.) [ حلق ] boğaz.

halk (A.) [ خلق ] 1.yaratma. 2.yaratılma. 3.halk.

Page 162: osmanlı türkçesi sözlüğü

162

halk etmek yaratmak.

halka (A.) [ حلقه ] halka.

halkabegûş (A.-F.) [ حلقه بگوش ] köle.

halkiyat (A.) [ خلقيات ] folklor, halk bilimi.

hall (A.) [ حل ] 1.çözülme, erime. 2.çözme.

hallâc (A.) [ حالج ] halaç.

hallâk (A.) [ خالق ] yaratıcı.

hallâl (A.) [ حالل ] çözen.

hallüfasl (A.) [ حل و فصل ] halletme, yoluna koyma.

halt (A.) [ خلط ] karıştırma.

halûk (A.) [ خلوق ] iyi huylu.

halvet (A.) [ خلوت ] 1.tenha. 2.başbaşa kalma.

halvetgâh (A.-F.) [ خلوتگاه ] başbaşa kalınacak yer.

ham (F.) [ خام ] çiğ, ham.

ham (F.) [ خم ] 1.eğik eğri, bükük.

hamâil (A.) [ حمائل ] kılıç kayışı.

hamâkat (A.) [ حماقت ] ahmaklık.

hamâme (A.) [ حمامه ] güvercin.

hamâse (A.) [ حماسه ] kahramanlık şiiri.

hamâset (A.) [ حماست ] kahramanlık şiiri, hamase.

hamd (A.) [ حمد ] şükür.

hâme (F.) [ خامه ] kalem.

hamel (A.) [ حمل ] kuzu.

Page 163: osmanlı türkçesi sözlüğü

163

hamelât (A.) [ حمالت ] saldırılar, hamleler.

hâmî (A.) [ حامی ] gözeten, himaye eden.

hâmid (A.) [ حامد ] hamd eden, şükreden.

hamîde (F.) [ خميده ] eğik, eğri.

hâmil (A.) [ حامل ] 1.taşıyan. 2.hamile. 3.sahip.

hâmil olmak taşımak.

hâmile (A.) [ حامله ] gebe, hamile.

hamîr (A.) [ حمير ] hamur.

hâmis (A.) [ خامس ] beşinci.

hâmisen (A.) [ خامسا ] beşincisi.

hâmiş (A.) [ هامش ] mektup ilavesi.

hâmiz (A.) [ حامض ] 1.ekşi. 2.kekre.

haml (A.) [ حمل ] 1.taşıma. 2.gebelik. 3.yükleme.

hamle (A.) [ حمله ] 1.saldırı. 2.atak.

hamletmek yüklemek.

hammâl (A.) [ حمال ] hamal.

hammâm (A.) [ حمام ] 1.banyo. 2.hamam.

hammâr (A.) [ خمار ] meyhaneci.

hamr (A.) [ خمر ] şarap.

hamrâ (A.) [ خمرا ] kırmızı, kızıl.

hamrâlanmak kızarmak, kırmızılaşmak, al al olmak.

hams (A.) [ خمس ] beş.

hamse (A.) [ خمسه ] beş mesnevîlik eser.

Page 164: osmanlı türkçesi sözlüğü

164

hamsin (A.) [ خمسين ] elli.

hamûl (A.) [ حمول ] dayanıklı.

hamûle (A.) [ حموله ] yük.

hâmûn (F.) [ هامون ] çöl.

hâmûş (F.) [ خاموش ] suskun, sessiz.

hamyâze (F.) [ خميازه ] esneme.

hamz (A.) [ حمض ] ekşilik.

hân (F.) [ خوان ] okuyan.

hân (F.) [ خوان ] sofra.

hanâzir (A.) [ خنازیر ] domuzlar.

hancer (A.) [ خنجر ] hançer.

hancere (A.) [ حنجره ] gırtlak, hançere.

handan (F.) [ خندان ] güleç, gülen.

handan etmek güldürmek.

hande (F.) [ خنده ] gülüş.

handek (A.) [ خندق ] hendek.

handerûy (F.) [ خنده روی ] güleryüzlü.

hâne (F.) [ خانه ] ev.

hanedan (F.) [ خاندان ] sülale, hanedan.

hâneharâb (F.) [ خانه خراب ] 1.perişan. 2.evsiz yurtsuz. 3.cahil.

hânende (F.) [ خواننده ] 1.şarkıcı. 2.okuyucu.

hanif [ حنيف ] İslâmiyetten önce Tanrı’ya inanan.

hânkah (A.) [ خانقاه ] tekke.

Page 165: osmanlı türkçesi sözlüğü

165

hânman (F.) [ خانمان ] ev bark, yurt.

hannas (A.) [ خناس ] şeytan.

hânsâlar (F.) [ خوان ساالر ] kilerci.

hânüman (F.) [ خانمان ] ev bark, yurt.

hapis (A.) [ حبس ] bir yere kapatma veya kapanma.

hapishane (A.-F.) [ حبس خانه ] tutukevi, mahpushane.

hâr (F.) [ خار ] diken.

har (F.) [ خر ] eşek.

hâr (F.) [ خوار ] aşağılık, adi.

hâr (F.) [ خوار ] yiyen.

harâb (A.) [ خراب ] 1.yıkık, harap. 2.fitil gibi sarhoş.

harâb etmek yıkmak, bozmak, tahrip etmek.

harâb olmak yıkılmak, bozulmak, kırılmak.

harâbat (A.) [ خرابات ] meyhane.

harâbe (A.) [ خرابه ] yıkıntı, harabe.

harâc (A.) [ خراج ] haraç.

haram (A.) [ حرام ] haram.

harâmi (A.) [ حرامی ] eşkıya.

haramzâde (A.-F.) [ حرام زاده ] piç.

harâret (A.) [ رارتح ] 1.sıcaklık.

harâtin (A.) [ خراطين ] solucan.

harb (A.) [ حرب ] harp, savaş.

harbe (A.) [ حربه ] süngü.

Page 166: osmanlı türkçesi sözlüğü

166

harb-i umûmî [ حرب عمومی ] Birinci Dünya Savaşı.

harbiye (A.) [ حربيه ] harp okulu.

harbiye nezareti savunma bakanlığı.

harbiyeli Harp Okulu öğrencisi.

harbüze (F.) [ خربزه ] kavun.

harc (A.) [ خرج ] 1.vergi. 2.masraf.

harcıâlem [ خرج عالم ] herkese açık, herkese uygun.

harcırah [ خرج راه] yol parası.

harçeng (F.) [ خرچنگ ] yengeç.

hardal (A.) [ خردل ] hardal.

hâre (F.) [ خاره ] granit, sert taş.

harekât (A.) [ حرکات ] hareketler.

hareket (A.) [ حرکت ] 1.hareket. 2.davranış.

hareketsizlik hareket etmeme.

harem (A.) [ حرم ] harem, herkesin giremeyeceği yer.

haremlik (A.-T.) harem dairesi, evde harem kısmy, herkesin uluorta

giremeyeceği yer.

haremserây (A.-F.) [ حرم سرای ] harem dairesi.

harf (A.) [ حرف ] 1.harf. 2.söz.

hargâh (F.) [ خرگاه ] otağ.

hargûş (F.) [ خرگوش ] tavşan.

hârî (F.) [ خواری ] düşkünlük.

hârib (A.) [ هارب ] kaçan.

Page 167: osmanlı türkçesi sözlüğü

167

hâric (A.) [ خارج ] dış, dışarı.

hâricen (A.) [ خارجا ] dıştan, dışarıdan.

hâricî (A.) [ خارجی ] dış ile ilgili.

hariciye (A.) [ خارجيه ] 1.dışa bağlı, dışarıya ilişkin. 2.dışişleri bakanlığı.

harîd (F.) [ خرید ] satın alma.

harîdâr (F.) [ خریدار ] müşteri, alıcı.

harîf (A.) [ حریف ] 1.rakip. 2.meslektaş.

harîk (A.) [ حریق ] yangın.

hârika (A.) [ خارقه ] harika.

hârikulâde (A.) [ خارق العاده ] olağanüstü.

harîm (A.) [ حریم ] 1.kutsal. 2.harem. 3.avlu.

harîm-i ismet (F.) [ حریم عصمت ] kutsal saha.

harîr (A.) [ حریر ] ipek.

harîrî (A.) [ حریری ] ipekli.

hâris (A.) [ حارث ] çiftçi.

hâris (A.) [ حارس ] bekçi.

harîs (A.) [ حریص ] hırslı.

hâristan (F.) [ خارستان ] dikenlik.

harita (A.) [ خریطه ] harita.

harmen (F.) [ خرمن ] harman.

harmengâh (F.) [ خرمنگاه ] harman yeri.

harmühre (F.) [ خرمهره ] katır boncuğu.

harnub (A.) [ خرنوب ] keçi boynuzu.

Page 168: osmanlı türkçesi sözlüğü

168

hârpuşt (F.) [ خارپشت ] kirpi.

hârr (A.) [ حار ] kızgın, yakıcı.

harrât (A.) [ خراط ] doğramacı.

hars (A.) [ حرث ] kültür.

harsî (A.) [ حرثی ] kültürel.

harvâr (F.) [ خروار ] eşek yükü.

hârzâr (F.) [ خارزار ] dikenlik.

hâs (A.) [ خاص ] 1.özgü, has. 2.saf. 3.özel.

has (F.) [ خس ] çöp.

hasâdet (A.) [ حسادت ] kıskançlık.

hasâil (A.) [ خصائل ] hasletler, tabiatlar.

hasâis (A.) [ خصائص ] nitelikler, özellikler.

hasâr (A.) [ خسار ] zarar, hasar.

hasarât (A.) [ خسرات ] zararlar.

hasardîde (A.-F.) [ خساردیده ] hasarlı.

hasâret (A.) [ خسارت ] zarar, hasar.

hasâset (A.) [ خساست ] pintilik.

hasb (A.) [ حسب ] göre.

hasbe (A.) [ حصبه ] kızamık.

hasbelkader (A.) [ حسب القدر ] kaderden ileri gelen, kadere bak.

hasbetenlillah (A.) [ هللاةحسب ] Allah rızası için.

hasbihal (A.-F.) [ حسب حال] halleşme, dertleşme.

hasbihal etmek halleşmek, dertleşmek.

Page 169: osmanlı türkçesi sözlüğü

169

hasbü’l-mâhiye (A.) [ حسب الماهيه ] yapı bakımından.

hasebe (A.) [ حصبه ] kızamık.

hased (A.) [ حسد ] kıskançlık.

hased etmek kıskanmak.

hasen (A.) [ حسن ] güzel.

hasenât (A.) [ حسنات ] iyilikler.

hasene (A.) [ حسنه ] güzel, iyi.

hasenülhulk (A.) [ حسن الخلق ] huyu güzel.

hasf (A.) [ خسف ] ay tutulması.

hâsıd (A.) [ حاصد ] ekin biçen, hasatçı.

hâsıl (A.) [ حاصل ] ortaya çıkan, var olan.

hasıl etmek meydana getirmek, ortaya çıkarmak.

hâsıl olmak ortaya çıkmak, var olmak.

hâsılat (A.) [ حاصالت ] kazanç, gelir.

hâsılât-ı gayr-i sâfiye [ حاصالت غير صافيه ] brüt gelir.

hâsılât-ı sâfiye [ حاصالت صافيه ] net gelir.

hasıl-ı kelâm [ حاصل کالم ] sözün kısası.

hâsılı kısacası, sonuç olarak.

hasım (A.) [ خصم ] düşman.

hasîb (A.) [ حسيب ] 1.değerli. 2.muhasebeci.

hâsid (A.) [ حاسد ] kıskanç.

hasîn (A.) [ حصين ] sağlam, müstahkem.

hasîr (A.) [ حصير ] hasır.

Page 170: osmanlı türkçesi sözlüğü

170

hâsir (A.) [ خاسر ] zarar eden, hüsrana uğrayan.

hasis (A.) [ خسيس ] pinti.

hasîsa (A.) [ خصيصه ] karakter.

hasiy (A.) [ خصی ] iğdiş, hadım edilmiş.

haslet (A.) [ خصلت ] tabiat, yaratılıştan gelen huy.

hasm (A.) [ خصم ] düşman, hasım.

hasmâne (A.-F.) [ خصمانه ] düşmanca.

hasmî (A.-F.) [ خصمی ] düşmanlık.

hasnâ (A.) [ حسنا ] güzel kız, güzel kadın.

hasr (A.) [ حصر ] tahsis etme, ayırma, vakfetme, adama.

hasret (A.) [ حسرت ] özlem.

hasret çekmek özlem duymak.

hasretkeş (A.-F.) [ حسرت کش ] hasret çeken.

hasretmek adamak, ayırmak, tahsis etmek.

hassa (A.) [ خاصه ] özellik.

hassâd (A.) [ حصاد ] orakçı.

hassas (A.) [ حساس ] duygulu, hassas.

hassâsiyyet (A.) [ حساسيت ] hassaslık.

hâsse (A.) [ خاصه ] duyu.

hâsseten (A.) [ ةخاص ] özellikle, hele hele.

hâssuâmm [ خاص و عام ] herkes.

hâste (F.) [ خاسته ] kalkmış, ayağa kalkmış.

haste (F.) [ خسته ] hasta.

Page 171: osmanlı türkçesi sözlüğü

171

hâste (F.) [ خواسته ] 1.istemiş. 2.istek.

hastegî (F.) [ خستگی ] hastalık.

hâstgâr (F.) [ خواستگار ] görücü.

hâstgârî (F.) [ خواستگاری ] görücülük.

hasûd (A.) [ حسود ] kıskanç.

hasûdâne (A.-F.) [ حسودانه ] kıskanarak, kıskançlıkla.

hasûdî (A.-F.) [ حسودی ] kıskançlık.

hâşâ (A.) [ حاشا ] uzak dursun, hâşa.

hâşâk (F.) [ خاشاک ] çerçöp.

haşeb (A.) [ خشب ] odun.

haşem (A.) [ حشم ] maiyet.

haşerat (A.) [ حشرات ] haşereler, börtü böcek.

haşere (A.) [ حشره ] böcek, haşere.

haşhaş (A.) [ خشخاش ] haşhaş.

haşîn (A.) [ خشين ] kaba, sert.

hâşiye (A.) [ حاشيه ] 1.kenar. 2.şerh kitabı.

haşmet (A.) [ حشمت ] 1.görkem. 2.hiddet.

haşmetmeab (A.) [ حشمت مآب ] görkemli, haşmetli.

haşmgîn (F.) [ خشمگين ] öfkeli, hışımlı.

haşr (A.) [ حشر ] kıyamet, haşır.

haşv (A.) [ حشو ] 1.doldurulmuş, yararsız söz. 2.kuru ot.

haşyet (A.) [ خشيت ] korkma.

haşyetengiz (A.-F.) [ نگيزخشيت ا ] korku salan, korkunç.

Page 172: osmanlı türkçesi sözlüğü

172

hatâ (A.) [ خطا ] 1.yanlış, hata. 2.kusur.

hataâlûd (A.-F.) [ خطا آلود ] hatalı, yanlış dolu.

hatab (A.) [ حطب ] odun.

hatâbahş (A.-F.) [ خطا بخش ] hataları affeden.

hatâen (A.) [ خطاء ] yanlışlıkla.

hatâiyyât (A.) [ ائياتخط ] hatalar, yanlışlıklar.

hatakâr (A.-F.) [ خطاکار ] hatalı, hata yapan.

hatâpûş (A.-F.) [ خطاپوش ] hataları örten.

hatar (A.) [ خطر ] tehlike.

hatarât (A.) [ خطرات ] tehlikeler.

hatarnâk (A.-F.) [ خطرناک ] tehlikeli.

hatâyâ (A.) [ خطایا ] yanlışlar, hatalar.

hâtem (A.) [ خاتم ] 1.mühür. 2.yüzük.

hâtıf (A.) [ هاتف ] gaipten gelen ses.

hâtır (A.) [ خاطر ] hatır, gönül.

hâtıra (A.) [ خاطره ] hatıra, hatıra gelen.

hatıra getirmek aklına getirmek, düşünmek.

hâtıra hutûr etmek hatırlamak, anımsamak.

hâtırat (A.) [ خاطرات ] 1.hatıralar. 2.anı kitabı.

hâtırâzâr (A.-F.) [ خاطر آزار ] gönül inciten, hatır kıran.

hâtırâzürde (A.-F.) [ خاطر آزرده ] kalbi kırık.

hâtırşinâs (A.-F.) [ خاطرشناس ] hatırbilir.

hatîa (A.) [ خطيئه ] kabahat.

Page 173: osmanlı türkçesi sözlüğü

173

hatîb (A.) [ خطيب ] hatip.

hâtime (A.) [ خاتمه ] son.

hâtime vermek son vermek.

hatîr (A.) [ خطير ] 1.tehlikeli. 2.yüce.

hatm (A.) [ ختم ] 1.hatim, hatim indirme. 2.mühürleme.

hatn (A.) [ ختن ] sünnet.

hatt (A.) [ خط ] 1.çizgi. 2.yol. 3.yeni terlemiş bıyık.

hattâ (A.) [ حتی ] üstelik, hatta.

hattâb (A.) [ حطاب ] oduncu.

hattat (A.) [ خطاط ] hattat, güzel yazı yazan.

hatve (A.) [ خطوه ] adım.

havâ (A.) [ هوا ] hava.

havadar (F.) [ هوادار ] açık mekanlı

havâdis (A.) [ حوادث ] 1.yeni haberler. 2.olaylar.

havaî (A.) [ هوائی ] havaya ait.

havâkin (T.>A.) [ خواقين ] hakanlar.

havale (A.) [ حواله ] ısmarlama, havale.

havali (A.) [ حوالی ] yöre.

havârik (A.) [ خوارق ] harikalar.

havâss (A.) [ خواص ] 1.seçkin kişiler. 2.nitelikler.

havâtîn (T.>A.) [ خواتين ] hatunlar, saygın hanımlar.

havâyic (A.) [ حوایج ] ihtiyaçlar, gereksinimler.

hâven (A.) [ هاون ] havan.

Page 174: osmanlı türkçesi sözlüğü

174

hâver (F.) [ خاور ] doğu.

hâveran (F.) [ خاوران ] doğu ve batı.

hâverşinas (F.) [ خاورشناس ] doğubilimci, oryantalist, müsteşrik.

havf (A.) [ فخو ] korku.

havf eylemek korkmak.

havfnâk (A.-F.) [ خوفناک ] korkulu.

hâvî (A.) [ حاوی ] içeren, ihtiva eden.

havl (A.) [ حول ] 1.güç. 2.çevre.

havsala (A.) [ حوصله ] kavrama gücü, havsala.

havz (A.) [ حوض ] havuz.

hayâ (A.) [ حيا ] utanma, haya, ar.

hayâl (A.) [ خيال ] hayal, düş.

hayâlât (A.) [ خياالت ] hayaller, düşler.

hayâlen (A.) [ خياال ] hayali olarak.

hayâlet (A.) [ خيالت ] hayalet.

hayalî (A.) [ خيالی ] 1.hayalî, hayal ürünü. 2.Karagöz oynatan.

hayalperest (A.-F.) [ خيال پرست ] hayalci.

hayat (A.) [ حيات ] yaşam.

hayatbahş (A.-F.) [ حيات بخش ] hayat veren.

hayât-ı cinsiye [ حيات جنسيه ] cinsel yaşam.

hayât-ı diniye [ حيات دینيه ] dinsel yaşam.

hayât-ı rûz-i merre [ حيات روز مره ] gündelik yaşam.

hayatî (A.) [ حياتی ] hayatla ilgili, yaşamsal.

Page 175: osmanlı türkçesi sözlüğü

175

hayâtiyyât (A.) [ حياتيات ] biyoloji, yaşambilim.

haydud (Macarca>A.) [ حيدود ] eşkiya, haydut, yolkesen.

hâye (F.) [ خایه ] yumurta, haya.

hayf (A.) [ حيف ] yazık, vah vah.

hayır (A.) [ خير ] iyilik, hayır.

hayırhah (A.-F.) [ يرخواهخ ] iyiliksever.

hayız bk. hayz.

hayl (A.) [ خيل ] 1.yılkı, at sürüsü. 2.zümre.

hayli (F.) [ خيلی ] çok, fazla.

hayme (A.) [ خيمه ] çadır.

haymegâh (A.-F.) [ خيمه گاه ] çadır kurulan yer.

haymenişin (A.-F.) [ خيمه نشين ] göçebe, çadırda yaşayan.

hayr (A.) [ خير ] iyilik, hayır.

hayran (A.) [ حيران ] 1.şaşkın. 2.hayran, tutkun.

hayrendiş (A.-F.) [ خيراندیش ] iyi düşünceli.

hayret (A.) [ حيرت ] şaşkınlık.

hayretbahş (A.-F.) [ حيرت بخش ] hayret verici.

hayretkâr (A.-F.) [ حيرت کار ] hayret eden.

hayretzede (A.-F.) [ حيرت زده ] şaşkın.

haysiyyet (A.) [ حيثيت ] şeref, onur.

hayvan (A.) [ حيوان ] 1.canlı. 2.hayvan.

hayvanî (A.) [ حيوانی ] hayvansal.

hayvaniye (A.) [ حيوانيه ] hayvana özgü, hayvansal.

Page 176: osmanlı türkçesi sözlüğü

176

hayy (A.) [ حی ] diri.

hayyât (A.) [ خياط ] terzi.

hayye (A.) [ حيه ] yılan.

hayyir (A.) [ خير ] çok iyilik eden.

hayz (A.) [ خيض ] regl, aybaşı.

hazâin (A.) [ خزائن ] hazineler.

hazân (F.) [ خزان ] güz, sonbahar.

hazar (A.) [ حضر ] güvenlik.

hazer (A.) [ حذز ] sakınma.

hazerat (A.) [ حضرات ] hazretler.

hazf (A.) [ حذف ] silme, kaldırıp atma.

hâzık (A.) [ حاذق ] usta, yetenekli, ehil.

hazır (A.) [ حاضر ] 1.huzurda. 2.hazır, mevcut.

hâzırûn (A.) [ حاضرون ] bulunanlar, hazır olanlar.

hâzi (A.) [ خاضع ] alçakgönüllü.

hazîn (A.) [ حزین ] hüzün dolu.

hâzin (A.) [ خازن ] haznedar.

hazine (A.) [ خزینه ] hazine.

hazinedar (A.-F.) [ خزینه دار ] haznedar, hazinenin birinci derecede sorumlusu.

hazîre (A.) [ حظيره ] etrafı çevrili yer (mezarlık vs.)

hazm (A.) [ حضم ] sindirim.

hazret (A.) [ حضرت ] sayın, hazret.

hazz (A.) [ حظ ] sevinç, haz.

Page 177: osmanlı türkçesi sözlüğü

177

hebâ (A.) [ هبا ] boş.

hebâ etmek yitirmek, yazık etmek, elden kaçırmak.

hebâ olmak yitmek, yazık olmak, yok olmak.

hebâya gitmek boşa gitmek, yazık olmak.

hecâ (A.) [ هجا ] 1.hece. 2.yerme, hiciv.

hecâgû (A.-F.) [ هجاگو ] hicveden, yeren.

hecîn (A.) [ هجين ] iki hörgüçlü deve.

hecr (A.) [ هجر ] ayrılık.

hedâyâ (A.) [ هدایا ] armağanlar, hediyeler.

hedef (A.) [ هدف ] amaç, hedef.

heder (A.) [ هدر ] yazık olma, boşa gitme.

heder etmek yazık etmek, yitirmek, boşa harcamak.

heder olmak yazık olmak, yitmek, kaybolmak.

hediyye (A.) [ هدیه ] armağan, hediye.

heft (F.) [ هفت ] yedi.

heftâd (F.) [ هفتاد ] yetmiş.

hefte (F.) [ هفته ] hafta.

heftevreng (F.) [ هفت اورنگ ] yedi yıldız.

helâhil (A.) [ هالهل ] zehir, ağı, boğanotu.

helâk (A.) [ هالک ] 1.yok olma. 2.ölme.

helâk etmek 1.yok etmek, ortadan kaldırmak. 2.öldürmek.

helâk olmak 1.yok olmak, ortadan kalkmak. 2.ölmek. 3.çırpınmak.

helal (A.) [ حالل ] 1.helal. 2.eş, hanım.

Page 178: osmanlı türkçesi sözlüğü

178

helalzâde (A.-F.) [ حالل زاده ] 1.helal süt emmiş. 2.evli anne babanın çocuğu.

helezon (A.) [ حلزون ] 1.sümüklüböcek. 2.yılankavî.

helva (A.) [ حلوا ] helva.

helvafurûş (A.-F.) [ حلوا فروش ] helvacı.

helvâyî (A.) [ حلوایی ] helvacı.

hem (F.) [ هم ] 1. -deş, -daş anlamını verecek şekilde kelimeye türetmeye

yarayan ön ek. 2.hem, üstelik.

hemâgûş (F.) [ هم آگوش ] sarmaş dolaş, kucak kucağa.

hemâgûş olmak sarmaş dolaş olmak, kucaklaşmak.

hemâheng (F.) [ هم آهنگ ] uyumlu.

hemâhenk bk. hemâheng.

heman (F.) [ همان ] derhal, hemen.

hemânâ (F.) [ همانا ] adeta, tıpkı.

hemandem (F.) [ هماندم ] o anda.

hemânend (F.) [ همانند ] gibi.

hemasr (F.-A.) [ هم عصر ] çağdaş.

hemâvâz (F.) [ هم آواز ] bir ağız.

hembâz (F.) [ همباز ] ortak.

hemcevherlik (F.-T.) aynı cevherden olma, aynı asıldan gelme.

hemcins (F.-A.) [ هم جنس ] aynı cinsten.

hemcivâr (F.-A.) [ هم جوار ] komşu.

hemçü (F.) [ همچو ] gibi.

hemdem (F.) [ همدم ] arkadaş, yakın dost, sohbet arkadaşı.

Page 179: osmanlı türkçesi sözlüğü

179

hemderd (F.) [ هم درد ] dert ortağı.

hemdîger (F.) [ گرهمدی ] birbiri.

heme (F.) [ همه ] tümü, hepsi.

hemegân (F.) [ همگان ] tümü, hepsi, herkes.

hemfikir bk. hemfikr.

hemfikr (F.-A.) [ همفکر ] aynı düşüncede, hemfikir.

hemfikr olmak aynı fikri paylaşmak.

hemginân (F.) [ همگنان ] herkes.

hemhudûd (F.-A.) [ هم حدود ] sınırdaş.

hemhudut bk. hemhudûd.

hemin (F.) [ همين ] bu, işte bu.

hemîşe (F.) [ هميشه ] daima, her zaman.

hemkadd (F.-A.) [ هم قد ] boydaş, aynı boyda.

hemkâr (F.) [ همکار ] meslektaş.

hemkîş (F.) [ همکيش ] dindaş.

hemm (A.) [ هم ] kaygı.

hemnâm (F.) [ همنام ] adaş.

hempâ (F.) [ همپا ] arkadaş, kafadar.

hemrâh (F.) [ همراه ] yoldaş, yol arkadaşı.

hemrâz (F.) [ همراز ] sırdaş.

hemrîş (F.) [ همریش ] bacanak.

hemsâl (F.) [ همسال ] yaşıt.

hemsâye (F.) [ همسایه ] komşu.

Page 180: osmanlı türkçesi sözlüğü

180

hemsefer (F.-A.) [ همسفر ] yoldaş.

hemser (F.) [ همسر ] eş, karı kocadan her biri.

hemsinn (F.-A.) [ هم سن ] yaşıt.

hemsohbet (F.-A.) [ هم صحبت ] sohbet arkadaşı.

hemşehrî (F.-A.) [ هم شهری ] 1.hemşeri. 2.yurttaş.

hemşeri bk. hemşehrî.

hemşîre (F.) [ همشيره ] kızkardeş.

hemtâ (F.) [ همتا ] eş, benzer, denk.

hemvâr (F.) [ هموار ] düz.

hemvâre (F.) [ همواره ] daima.

hemyân (F.) [ هميان ] heybe.

hemzâd (F.) [ همزاد ] 1.doğuşla birlikte gelen. 2.birlikte doğan.

hemzebân (F.) [ همزبان ] aynı dili konuşan.

henâzir (A.) [ خنازیر ] domuzlar.

hendese (Peh.>A.) [ هندسه ] geometri.

hendesî (A.) [ هندسی ] geometrik.

hengâm (F.) [ هنگام ] vakit, zaman.

hengâme (F.) [ هنگامه ] kargaşa.

henüz (F.) [ هنوز ] ancak, daha.

her (F.) [ هر ] her.

her halde 1.mutlaka, her durumda.

her vakit her zaman, daima.

herâyîne (F.) [ هر آیينه ] mutlaka.

Page 181: osmanlı türkçesi sözlüğü

181

herbâr (F.) [ هربار ] her defasında.

hercâî (F.) [ هرجائی ] 1.şıpsevdi. 2.kararsız.

hercâyî bk. hercâî.

hercümerc (F.) [ هرج و مرج ] kargaşa, dağınıklık, düzensizlik.

herçend (F.) [ هرچند ] ise de, her ne kadar.

herçibâdâbâd (F.) [ هرچه بادا باد ] ne olursa olsun.

herdem (F.) [ هردم ] her an, daima.

herem (A.) [ هرم ] ehram.

hergele (F.) [ خرگله ] 1.sürünün başında giden kılavuz eşek. 2.eşek sürüsü.

3.haylaz, yaramaz adam.

hergiz (F.) [ هرگز ] asla.

herze (F.) [ هرزه ] saçma.

herzegû (F.) [ هرزه گو ] saçmalayan.

herzegûyî (F.) [ هرزه گویی ] saçmalama.

hesâb (A.) [ حساب ] hesap.

hestî (F.) [ هستی ] varlık.

heşt (F.) [ هشت ] sekiz.

heştâd (F.) [ هشتاد ] seksen.

hetk (A.) [ هتک ] yırtma.

hettâk (A.) [ هتاک ] yırtan.

hevâ (A.) [ هوا ] istek, nefis isteği.

hevâdâr (A.-F.) [ هوادار ] istekli, taraftar.

hevâdâr (F.) [ هوادار ] havalı, havadar.

Page 182: osmanlı türkçesi sözlüğü

182

hevâperest (A.-F.) [ هواپرست ] nefsinin istekleri peşinde koşan.

heves (A.) [ هوس ] istek, heves.

hevesât (A.) [ هوسات ] istekler, hevesler.

hevesdâr (A.-F.) [ هوسدار ] hevesli.

heveskâr (A.-F.) [ هوسکار ] hevesli, istekli.

hevl (A.) [ هول ] korku.

hevlnâk (A.-F.) [ هولناک ] korkunç.

hey’et (A.) [ هيئت ] 1.ekip. 2.dış görünüş. 3.kurul. 4.topluluk. 5.astronomi.

hey’etşinâs (A.-F.) [ هيئت شناس ] astronom.

heyâkil (A.) [ هياکل ] heykeller.

heyecân (A.) [ هيجان ] 1.coşku. 2.heyecan.

heyelân (A.) [ هيالن ] toprak kayması, heyelan.

heyet bk. hey’et

heyet-i ictimâiye [ ماعيههيئت اجت ] toplum.

heyet-i mecmua [ هيئت مجموعه ] genel, tüm.

heyet-i muallimîn [ هيئت معلمين ] öğretmenler kurulu

heyhât (A.) [ هيهات ] yazık.

heykel (A.) [ هيکل ] 1.heykel. 2.gövde.

heykeltıraş (A.-F.) [ هيکل تراش ] heykelci, heykeltıraş.

heyûlâ (A.) [ هيوال ] 1.ana madde. 2.zihinde tasarlanmış varlık.

heyzüm (F.) [ هيزم ] odun.

hezâr (F.) [ هزار ] 1.bin. 2.bülbül.

hezârân (F.) [ هزاران ] binlerce.

Page 183: osmanlı türkçesi sözlüğü

183

hezârân (F.) [ هزاران ] bülbül.

hezârdestân (F.) [ هزاردستان ] bülbül.

hezârpâ (F.) [ هزارپا ] kırkayak.

hezeyân (A.) [ هزیان ] 1.sayıklama. 2.saçmalama.

hezîmet (A.) [ هزیمت ] bozgun.

hezîmete uğramak bozguna uğramak.

hezl (A.) [ هزل ] şaka, şakalaşma.

hezlgû (A.-F.) [ هزل گو ] şakacı.

hıdiv (F.) [ خدیو ] Mısır valisi.

hıfz (A.) [ حفظ ] 1.koruma. 2.ezberleme.

hıfzetmek 1.ezberlemek. 2.korumak.

hıfzıssıhha (A.) [ حفظ الصحه ] sağlık koruma.

hılt (A.) [ خلط ] safra, sevda, dem (kan) ve balgam olmak üzere insan

vücudundaki dört ana maddenin herbiri.

hınâ (A.) [ حنا ] kına.

hınzîr (A.) [ خنزیر ] domuz.

hırâmân (F.) [ خرامان ] 1.salınan. 2.salınarak.

hıred (F.) [ خرد ] akıl.

hıredmend (F.) [ خردمند ] akıllı.

hırka (A.) [ خرقه ] hırka.

hırkapûş (A.-F.) [ خرقه پوش ] 1.hırka giyen. 2.derviş.

hırkapûş olmak 1.hırka giymek. 2.derviş olmak.

hırmân (A.) [ حرمان ] mahrumluk.

Page 184: osmanlı türkçesi sözlüğü

184

hırs (A.) [ حرص ] hırs.

hırs (F.) [ خرس ] ayı.

hırz (A.) [ حرز ] 1.sığınak. 2.nazar boncuğu.

hısâl (A.) [ خصال ] huy, haslet.

hısn (A.) [ حصن ] kale.

hışım (F.) [ خشم ] öfke.

hışımlanmak öfkelenmek.

hışm (F.) [ خشم ] öfke, hışım.

hışmgîn (F.) [ خشمگين ] öfkeli, hışımlı.

hışt (F.) [ خشت ] 1.kerpiç. 2.tuğla.

hıtat (A.) [ خطط ] ülkeler, diyarlar.

hıtta (A.) [ خطه ] ülke, diyar.

hıyâbân (F.) [ خيابان ] cadde.

hıyânet (A.) [ خيانت ] hainlik.

hıyânetkâr (A.-F.) [ رخيانتکا ] hain.

hıyâr (A.) [ خيار ] seçme hakkı.

hıyre (F.) [ خيره ] 1.kamaşmış. 2.fersiz.

hıyreçeşm (F.) [ خيره چشم ] 1.arsız, hayasız. 2.cesur, gözüpek.

hıyreser (F.) [ خيره سر ] sersem.

hibâb (A.) [ حباب ] 1.haplar. 2.tohumlar.

hibâle (A.) [ حباله ] 1.bağ. 2.tuzak.

hibe (A.) [ هبه ] bağışlama, hibe.

hibr (A.) [ حبر ] 1.Yahudi bilgini. 2.mürekkep.

Page 185: osmanlı türkçesi sözlüğü

185

hibre (A.) [ خبره ] deneyim.

hicâ (A.) [ هجا ] yerme.

hicâb (A.) [ حجاب ] 1.perde. 2.utanma.

hicaz (A.) [ حجاز ] 1.Arabistan’da Hicaz bölgesi. 2.hicaz makamı.

hiciv (A.) [ هجو ] yergi, taşlama.

hicr (A.) [ هجر ] ayrılık.

hicrân (A.) [ هجران ] 1.ayrılık. 2.ayrılık acısı.

hicret (A.) [ هجرت ] göç.

hicv (A.) [ هجو ] yergi, taşlama.

hicviye bk. hicviyye.

hicviyye (A.) [ هجویه ] taşlama, hicivle ilgili şiir veya düzyazı.

hîç (F.) [ هيچ ] hiç.

hîçkes (F.) [ هيچکس ] hiç kimse.

hidâ’ (A.) [ خداع ] düzen, komplo.

hidayet (A.) [ هدایت ] doğru yolu gösterme.

hidâyet etmek doğru yolu göstermek.

hiddet (A.) [ حدت ] 1.öfke. 2.keskinlik.

hiddetlenmek öfkelenmek.

hidemat (A.) [ خدمات ] hizmetler.

hidiv (F.) [ خدیو ] Mısır valisi.

hidmet (A.) [ خدمت ] hizmet.

hidmetkâr (A.-F.) [ خدمتکار ] hizmetçi.

hiffet (A.) [ خفت ] 1.hafiflik. 2.hoppalık.

Page 186: osmanlı türkçesi sözlüğü

186

hijdeh (F.) [ هژده ] onsekiz.

hîk (F.) [ خيک ] tulum.

hikâyât (A.) [ حکایات ] hikayeler, öyküler.

hikâyet (A.) [ حکایت ] öykü, hikaye.

hikem (A.) [ حکم ] hikmetler.

hikmet (A.) [ حکمت ] 1.bilgelik. 2.sebep.

hikmetşinâs (A.-F.) [ حکمت شناس ] hakîm, felsefeci.

hil’at (A.) [ خلعت ] kaftan.

hilâf (A.) [ خالف ] aykırı, zıt.

hilâfına aykırı olarak.

hilafında aykırı olarak.

hilâl (A.) [ خالل ] 1.aralık. 2.kürdan.

hilâl (A.) [ هالل ] yeni ay, ilkay.

hîle (A.) [ حيله ] düzen, oyun, hile.

hîlebaz (A.-F.) [ حيله باز ] hilekâr, düzenbaz.

hîlekâr (A.-F.) [ حيله کار ] düzenbaz, hileci.

hilkat (A.) [ خلقت ] 1.yaratılış. 2.Tanrı.

hilm (A.) [ حلم ] yumuşaklık.

hilye (A.) [ حليه ] 1.süs. 2.güzel yüz. 3.güzel özellikler.

himâr (A.) [ حمار ] eşek.

himaye (A.) [ حمایه ] koruma, esirgeme.

himayekârlık (A.-F.-T.) himaye etme.

hîme (F.) [ هيمه ] odun.

Page 187: osmanlı türkçesi sözlüğü

187

himem (A.) [ همم ] himmetler, çabalar.

himmet (A.) [ همت ] çaba.

himmet etmek çaba göstermek.

hîn (A.) [ حين ] zaman, vakit, esna.

hinduvâne (F.) [ هندوانه ] karpuz.

hîn-i hâcette ihtiyaç duyulduğu zaman.

hirâs (F.) [ هراس ] korku.

hired (F.) [ خرد ] akıl.

hiref (A.) [ حرف ] meslekler.

hirem (A.) [ هرم ] piramit.

hirfet (A.) [ حرفت ] meslek.

hirmân (A.) [ حرمان ] mahrumluk.

his bk. hiss.

hisâb (A.) [ حساب ] hesap.

hisân (A.) [ حصان ] at, aygır.

hisar (A.) [ ارحص ] kale, hisar.

hiss (A.) [ حس ] duygu.

hisse (A.) [ حصه ] pay.

hissedar (A.-F.) [ حصه دار ] pay sahibi.

hissedar olmak payını almak.

hisset (A.) [ خست ] pintilik.

hissetmek duymak, algılamak.

hisseyâb (A.-F.) [حصه یاب] pay alan.

Page 188: osmanlı türkçesi sözlüğü

188

hisseyâb olmak payını almak.

hissî (A.) [ حسی ] duygulu.

hiss-i kablelvukû (F.-A.) [حس قبل الوقوع] önsezi.

hissiyât (A.) [ حسيات ] duygular.

hissiye (A.) [ حسيه ] duygu.

hissolunmak duyulmak, hissedilmek.

hîş (F.) [ خویش ] 1.kendi. 2.akraba.

hitâb (A.) [ خطاب ] konuşma, hitap etme.

hitâb etmek muhatap alıp konuşmak.

hitâbe (A.) [ خطابه ] konuşma.

hitabet (A.) [ خطابت ] hatiplik.

hitâm (A.) [ ختام ] son. 2.son bulma.

hitam bulmak son bulmak, bitmek.

hitâma erdirmek bitirmek, sona erdirmek.

hitâma ermek sona ermek.

hitan (A.) [ ختان ] sünnet, sünnet etme.

hiyel (A.) [ حيل ] hileler.

hizâ (A.) [ حذا ] sıra.

hizâb (F.) [ خيزاب ] dalga.

hizâne (A.) [ خزانه ] hazine.

hizâya gelmek 1.boyun eğmek, itaat etmek, kabullenmek. 2.sırayı bozmadan

durmak.

hizâya girmek sıra olmak.

Page 189: osmanlı türkçesi sözlüğü

189

hizb (A.) [ حزب ] 1.parti. 2.grup.

hizmet (A.) [ خدمت ] hizmet, görev yapma.

hizmet etmek görev yapmak.

hizmet-i vataniye [ خدمت وطنيه ] 1.askerlik. 2.vatan hizmeti, vatan borcu.

hoca (F.) [ خواجه ] 1.hoca. 2.sahip. 3.efendi. 4.üstad.

hod (F.) [ خود ] kendi.

hodbehod (F.) [ خودبخود ] kendi kendine.

hodbin (F.) [ خودبين ] bencil.

hodkâm (F.) [ خودکام ] kendini beğenmiş, kendini düşünen.

hodkâmlık (F.-T.) kendini düşünme.

hodrey (F.-A.) [ خودرای ] başınabuyruk.

hodsitâ (F.) [ خودستا ] övüngen.

hokka (A.) [ حقه ] 1.mürekkep kabı. 2.tükürük kabı.

hokkabaz (A.-F.) [ حقه باز ] düzenbaz.

hoşab (F.) [ خوشاب ] hoşaf, komposto.

hoşaf (F.) [ خوشاب ] hoşaf, komposto.

hoşâmedgû (F.) [ خوش آمد گو ] hoşgeldiniz diyen.

hoşâvâz (F.) [ زخوش آوا ] tatlıses, güzelses.

hoşbû (F.) [ خوشبو ] hoş kokulu.

hoşgüvâr (F.) [ خوش گوار ] 1.leziz. 2.hazmy kolay.

hoşlanmak hoşuna gitmek, sevmek.

hoşnûd (F.) [ خشنود ] memnun, razı.

hoşnut bk. hoşnûd.

Page 190: osmanlı türkçesi sözlüğü

190

hoşrû (F.) [ خوش رو ] sevimli.

hoşsohbet (F.-A.) [ صحبتخوش ] tatlı sözü, sohbeti tatlı.

hû (A.) [ هو ] Tanrı.

hûb (F.) [ خوب ] 1.güzel. 2.iyi.

hubb (A.) [ حب ] sevgi.

hubbü’l-vatan mine’l-îmân (A.) [ حب الوطن من االیمان ] vatan sevgisi imandan

gelir.

hubeb (A.) [ حبب ] taneler.

hûbî (F.) [ خوبی ] güzellik.

hûbrûy (F.) [ خوبروی ] güzel yüzlü.

hûbter (F.) [ خوبتر ] daha güzel.

hubûb (A.) [ حبوب ] 1.taneler. 2.haplar.

hububat (A.) [ حبوبات ] tahıl.

hubz (A.) [ خبز ] ekmek.

huccâc (A.) [ حجاج ] hacılar.

huccet (A.) [ حجت ] delil, kanıt.

huceste (F.) [ خجسته ] kutlu, uğurlu.

hûd (F.) [ خود ] miğfer.

hud’a (A.) [ خدعه ] düzen, dalavere.

hudâ (F.) [ خدا ] Tanrı.

hudâdâd (F.) [ خداداد ] 1.Allah verdi. 2.Allah vergisi.

hudânekerde (F.) [ خدانکرده ] Allah göstermesin, Allah etmesin.

hudârâ (F.) [ خودآرا ] Allah aşkına.

Page 191: osmanlı türkçesi sözlüğü

191

hudâşinas (F.) [ خداشناس ] tanrıtanır.

hudâvend (F.) [ خداوند ] 1.Tanrı. 2.padişah. 3.efendi.

hudâvendigâr (F.) [ خداوندگار ] padişah.

hudâyâ (F.) [ خدایا ] Tanrım.

huddâm (A.) [ خدام ] hizmetçiler.

hudperest (F.) [ خودپرست ] bencil.

hudperestlik (F.-T.) bencillik, kendini düşünme.

hudûd (A.) [ حدود ] sınırlar.

hudûs (A.) [ حدوس ] meydana gelme, vukubulma.

huffâş (A.) [ خفاش ] yarasa.

huffâz (A.) [ حفاظ ] hafızlar.

hufre (A.) [ حفره ] 1.çukur. 2.oyuk, delik.

hufte (F.) [ خفته ] uyuyan, uyumuş.

hûk (F.) [ خوک ] domuz.

hukne (A.) [ حقنه ] şırınga.

hukuk (A.) [ حقوق ] 1.hukuk. 2.haklar.

hukuk-i siyasiye [ حقوق سياسيه ] siyasal hukuk.

hukukşinas (A.-F.) [ حقوق شناس ] hukukçu.

hulâsa (A.) [ خالصه ] özet.

hulâsa-i kelâm [ خالصهء کالم ] kısacası, sözün kısası.

hulâsaten (A.) [ ةخالص ] özetle, kısaca.

huld (A.) [ خلد ] cennet.

hulefa (A.) [ خلفا ] halifeler.

Page 192: osmanlı türkçesi sözlüğü

192

hulk (A.) [ خلق ] huy.

hulkum (A.) [ حلقوم ] boğaz.

hulûl (A.) [ حلول ] gelme, gelip çatma.

hulûl etmek gelmek, gelip çatmak.

hulûs (A.) [ خلوص ] içtenlik.

hulûskâr (A.-F.) [ خلوصکار ] yağcı, dalkavuk.

hulyâ (Yun.>A.) [ خوليا ] hülya, hayal.

hum (F.) [ خم ] küp.

humâr (A.) [ خمار ] mahmurluk.

humekâ (A.) [ حمقا ] ahmaklar.

humhâne (F.) [ خم خانه ] 1.şarap mahzeni. 2.meyhane.

humk (A.) [ حمق ] ahmaklık.

hummâ (A.) [ حما ] 1.nöbet, ateş nöbeti. 2.sıtma.

humret (A.) [ حمرت ] kırmızılık, kızıllık.

hums (A.) [ خمس ] beşte biri.

humûzet (A.) [ حموضت ] ekşilik.

hûn (F.) [ خون ] kan.

hûnâlûd (F.) [ لودخون آ ] kanlı, kana bulanmış.

hunbehâ (F.) [ خون بها ] diyet.

hunhâr (F.) [ خونخوار ] kan içen.

hunnâk (A.) [ خناق ] boğmaca.

hunrîz (F.) [ خونریز ] kan dökücü.

hunyâger (F.) [ خنياگر ] şarkıcı.

Page 193: osmanlı türkçesi sözlüğü

193

hûr (A.) [ حور ] huri.

hurâfât (A.) [ خرافات ] hurafeler, batıl inançlar.

hurafe (A.) [ خرافه ] batıl inanç.

hurafeperver (A.-F.) [ خرافه پرور ] hurafelere inanan.

hurafeperverlik (A.-F.-T.) hurafelere inanış.

hurd (F.) [ خرد ] küçük, ufak.

hurdebin (F.) [ خرده بين ] 1.büyüteç. 2.mikroskop.

hurdegîr (F.) [ خرده گير ] kusur bulan.

hûri (A.) [ حوری ] huri, cennet kızı.

hurûc (A.) [ خروج ] 1.çıkış. 2.ayaklanma.

hurûş (F.) [ خروش ] coşku, coşma.

husemâ (A.) [ خصما ] düşmanlar, hasımlar.

husûf (A.) [ خسوف ] ay tutulması.

husûl (A.) [ خصول ] ortaya çıkma, gerçekleşme, var olma.

husûle getirmek meydana getirmek, gerçekleştirmek.

husûmet (A.) [ خصومت ] düşmanlık.

husûs (A.) [ خصوص ] konu.

husûsat (A.) [ خصوصات ] hususlar, konular.

hususî (A.) [ خصوصی ] özel.

husûsiyet (A.) [ خصوصيت ] özellik.

husûsiyetle (A.-T.) özellikle, hele hele.

husûsiyle (A.-T.) özellikle, hele hele.

hûş (F.) [ هوش ] akıl.

Page 194: osmanlı türkçesi sözlüğü

194

hûşe (F.) [ خوشه ] 1.salkım. 2.başak.

huşk (F.) [ خشک ] kuru.

huşksâlî (F.) [ خشک سالی ] kuraklık.

huşû (A.) [ خشوع ] 1.alçakgönüllülük. 2.Tanrı’ya karşı korku ve saygı duyma.

huşûnet (A.) [ خشونت ] haşinlik, sertlik.

huşyâr (F.) [ هشيار ] akıllı.

hutût (A.) [ خطوط ] 1.hatlar, yollar. 2.çizgiler.

hûy (F.) [ خوی ] huy.

huzme (A.) [ حزمه ] demet.

huzûr(A.) [ حضور ] 1.hazır olma, bulunma. 2.rahatlık.

huzzâr (A.) [ حضار ] hazır olanlar, bulunanlar.

hüccet (A.) [ حجت ] delil, belge.

hücec (A.) [ حجج ] deliller, belgeler.

hüceyrat (A.) [ حجيرات ] hücrecikler.

hüceyre (A.) [ حجيره ] hücrecik.

hücre (A.) [ حجره ] 1.odacık. 2.hücre, canlı organizmaların en küçük yapıtaşı.

hücum (A.) [ هجوم ] saldırı, akın.

hücürât (A.) [ حجرات ] hücreler.

hüdhüd (A.) [ هدهد ] çavuşkuşu, ibibik.

hükemâ (A.) [ حکما ] bilgeler, hakîmler.

hükkâm (A.) [ حکام ] hakimler.

hükm (A.) [ حکم ] hüküm, emir, kesin karar.

hükmünde yerinde, gibi.

Page 195: osmanlı türkçesi sözlüğü

195

hükmünü almak yerine geçmek, gibi olmak.

hüküm vermek kesin karar vermek.

hükümat (A.) [حکومات] hükümetler.

hükümdar (A.-F.) [ حکمدار ] padişah, sultan, hüküm sahibi.

hükümdârî (A.-F.) hükümdarlık.

hükümet (A.) [ حکومت ] 1.hükümet. 2.hakimiyet. 3.devlet.

hükümet sürmek hakim olmak, hükmetmek, hüküm sürmek.

hükümet-i müstebide [ حکومت مستبده ] istibdat hükümeti.

hükümran (A.-F.) [ حکمران ] hüküm süren, hakim olan.

hükümran olmak hakim olmak.

hükümrânî (A.-F.) [ یحکمران ] hüküm sürme, padişahlık.

hülâsa (A.) [ خالصه ] özet.

hülâsa etmek özetlemek.

hülâsatan (A.) [ ةخالص ] özetle, kısaca.

hümâ (F.) [ هما ] 1.zümrütüanka. 2.devletkuşu.

hümâyûn (F.) [ همایون ] 1.kutlu. 2.padişah ile ile ilgili.

hüner (F.) [ هنر ] sanat, ustalık, beceri.

hünermend (F.) [ هنرمند ] marifetli, becerili, hüner sahibi.

hünkâr (F.) [ خنکار ] padişah.

hünsâ (A.) [ خنثی ] 1.erkek ve dişi organları üstünde bulunduran. 2.nötr.

hür (A.) [ حر ] özgür.

hürmet (A.) [ حرمت ] saygı.

hürmetkâr (A.-F.) [ حرمتکار ] saygı duyan.

Page 196: osmanlı türkçesi sözlüğü

196

hürr (A.) [ حر ] özgür.

hürriyet (A.) [ حریت ] özgürlük.

hüsam (A.) [ حسام ] kılıç.

hüsn (A.) [ حسن ] güzellik.

hüsn-i ahlak (A.-F.) [حسن اخالق ] güzel ahlak.

hüsn-i idare (A.-F.) [ حسن اداره ] iyi yönetim, iyi idare.

hüsn-i kabul görmek iyi karşılanmak.

hüsn-i kabul göstermek ilgi göstermek, iyi karşılamak.

hüsn-i sûret (A.-F.) [ حسن صورت ] 1. yüz güzelliği. 2.en iyi biçim.

hüsnü kabul göstermek bk. hüsn-i kabul göstermek.

hüsr (A.) [ خسر ] zarar.

hüsran (A.) [ خسران ] 1.zarar. 2.hayal kırıklığı.

hüsranhîz (A.-F.) [ خسران خيز ] zarar dolu, hüsran dolu.

hüsrev (F.) [ خسرو ] hükümdar, padişah.

hüveydâ (F.) [ هویدا ] açık, aşikâr, besbelli.

hüviyyet (A.) [ هویت ] asıl, kimlik.

hüzn (A.) [ حزن ] hüzün, üzüntü.

hüznengîz (A.-F.) [ حزن انگيز ] hüzün veren.

hüzzam (A.) [ حزام ] Türk musikîsinde bir makam.

Page 197: osmanlı türkçesi sözlüğü

197

I

ıhlamur (Yun.>A.) [ اخالمور ] ıhlamur.

ık’âd (A.) [ اقعاد ] oturtma.

ıkd (A.) [ عقد ] 1.dizi. 2.kolye, gerdanlık.

ıklîm (A.) [ اقليم ] iklim.

ıktıdâ (A.) [ اقتدا ] uyma.

ırdâ (A.) [ ارضاع ] emzirme, süt verme.

ırk (A.) [ عرق ] 1.soy, ırk. 2.damar. 3.kök.

ırk -ı ahmer [ عرق احمر ] kızılderili ırkı.

ırk -ı ebyaz [ عرق ابيض] beyaz ırk.

ırken (A.) [ عرقا ] ırk bakımından.

ırkî (A.) [ عرقی ] ırk ile ilgili.

ırz (A.) [ عرض ] namus, iffet.

ırzâ (A.) [ ارضاع ] emzirme, süt verme.

ısdâr (A.) [ اصدار ] çıkartma.

ısfırâr (A.) [ اصفرار ] sararma.

ıskât (A.) [ اسقاط ] düşürme.

ıslâh (A.) [ اصالح ] düzeltme, iyileştirme, reform.

ıslâh etmek düzeltmek, iyileştirmek.

ıslâhât (A.) [ اصالحات ] düzeltmeler, iyileştirmeler, reformlar.

ıslâhpezîr (A.-F.) [ اصالح پذیر ] ıslah edilebilir, iyileştirilebilir.

Page 198: osmanlı türkçesi sözlüğü

198

ısrar (A.) [ اصرار ] diretme, üsteleme.

ıstıbâr (A.) [ اصطبار ] sabretme.

ıstıfâ (A.) [ ااصطف ] seçme, ayıklama.

ıstıfâî (A.) [ اصطفائی ] seçimle ilgili.

ıstılâh (A.) [ اصطالح ] terim, tabir.

ıstılâhât (A.) [ صطالحات ] terimler, tabirler.

ıstınâ’ (A.) [ اصطناع ] seçme.

ıstırab (A.) [ اضطراب ] acı, ızdırap.

ışk (A.) [ عشق ] aşk.

ışka (A.) [ عشقه ] sarmaşık.

ıtk (A.) [ عتق ] âzâd etme, köle âzâd etme.

ıtknâme (A.-F.) [ عتق نامه ] âzâdlık belgesi.

ıtlak (A.) [ اطالق ] bırakma, salma.

ıtnâb (A.) [ اطناب ] sözü uzatma.

ıtr (A.) [ عطر ] koku, ıtır.

ıtrî (A.) [ عطری ] ıtırlı, kokulu.

ıtriyyât (A.) [ عطریات ] kokular, ıtırlar, parfümler.

ıttılâ’ (A.) [ اطالع ] bilgi sahibi olma.

ıttılâât (A.) [ اطالعات ] bilgiler.

ıttırad (A.) [ اطراد ] ritm.

ıyâdet (A.) [ عيادت ] hasta ziyareti.

ıyâl (A.) [ عيال ] eş, hanım.

ız’âf (A.) [ اضعاف ] zayıf düşürme, zayıflatma.

Page 199: osmanlı türkçesi sözlüğü

199

ızdırap (A.) [ اضطراب ] acı.

ızlâl (A.) [ اضالل ] yoldan çıkarma.

ızlâl (A.) [ اظالل ] gölgede bırakma.

ızrâr (A.) [ اضرار ] zarar verme, zarara sokma.

ızrâr etmek zarar vermek, zarara sokmak.

ıztırâb (A.) [ اضطراب ] ızdırap, acı.

ıztırâbâver (A.) [اضطراب آور] acı verici.

ıztırâr (A.) [ اضطرار ] zorunluluk.

ıztırârî (A.) [ اضطراری ] zorunlu.

Page 200: osmanlı türkçesi sözlüğü

200

İ

i’câz (A.) [ اعجاز ] 1.aciz bırakma. 2.şaşırtma.

i’dâdî (A.) [ اعدادی ] lise.

i’dâm (A.) [ اعدام ] yok etme, öldürme.

i’lâ (A.) [ اعال ] yükseltme, yüceltme.

i’lâ edilmek yükseltilmek, yüceltilmek.

i’lâm (A.) [ اعالم ] bildirme.

i’lâm edilmek bildirilmek.

i’lân (A.) [ اعالن ] ilan.

i’mâl (A.) [ اعمال ] yapma, işleme.

i’mâr (A.) [ اعمار ] bayındırlaştırma, mamûr etme.

i’râz (A.) [ اعراض ] 1.yüz çevirme. 2.uzak durma.

i’tâ (A.) [ اعطا ] 1.verme. 2.verilme. 3.ödeme. 4.ödenme.

i’tâ edilmek 1.verilmek. 2.ödenmek.

i’tâ etmek 1.vermek. 2.ödemek.

i’tâ olunmak verilmek.

i’tâk (A.) [ اعتاق ] âzâd etme, özgür bırakma.

i’tikâf (A.) [ اعتکاف ] bir yere kapanma, köşesine çekilerek yaşama.

i’tilâ (A.) [ اعتال ] 1.yükselme. 2.yüksek rütbeye ulaşma.

i’tizâl (A.) [ اعتزال ] köşesine çekilme.

i’tizâr (A.) [ اعتذار ] özür dileme.

i’vicâc (A.) [ اعوجاج ] eğrilme, burkulma.

Page 201: osmanlı türkçesi sözlüğü

201

i’zâm (A.) [ اعزام ] 1.gönderme. 2.gönderilme.

i’zâm edilmek gönderilmek, yollanmak.

i’zâm etmek göndermek, yollamak.

i’zâz (A.) [ اعزاز ] 1.değer verme. 2.ağırlama.

iâde (A.) [ اعاده ] geri verme, geri gönderme.

iâde edilmek geri verilmek, geri gönderilmek,

iâde etmek geri vermek, geri göndermek.

iâde eylemek geri vermek.

iâde -i âfiyet etmek sağlığına kavuşmak.

iâde -i itibâr edilmek itibarı geri verilmek.

iâde -i ziyâret etmek ziyarete karşılık vermek.

iâdeten (A.) [ ةاعاد ] geri verilmek üzere.

iânât (A.) [ اعانات ] yardımlar, bağışlar.

iâne (A.) [ اعانه ] yardım, bağış.

iâşe (A.) [ اعاشه ] geçindirme.

ib’âd (A.) [ ابعاد ] uzaklaştırma.

ibâ’ (A.) [ اباء ] çekinme, uzak durma, kaçınma.

ibâ’ etmek çekinmek, uzak durmak, kaçınmak.

ibâd (A.) [ عباد ] kullar.

ibâdât (A.) [ عبادات ] ibadetler.

ibâdet (A.) [ عبادت ] klluk, tapınma.

ibâdet etmek kulluk etmek, tapınmak.

ibadetgâh (A.-F.) [ عبادتگاه ] ibadet yeri, mabet.

Page 202: osmanlı türkçesi sözlüğü

202

ibâdethâne (A.-F.) [ عبادت خانه ] ibadet edilecek yer.

ibâdullah (A.) [ اهللاعباد ] 1.Tanrı’nın kulları. 2.çok, bol.

ibâhat (A.) [ اباحت ] helal sayma, mübah görme.

ibâhî (A.) [ اباحی ] helal sayan, mübah gören.

ibârât (A.) [ عبارات ] 1.cümleler. 2.paragraflar.

ibâre (A.) [ عباره ] 1.cümle. 2.paragraf.

ibâret (A.) [ عبارت ] meydana gelen, oluşan.

ibâte (A.) [ اباته ] gece yatırma, geceyi geçirtme, barındırma.

ibdâ’ (A.) [ ابداع ] yeni bir şey getirme, yaratma, geliştirme.

ibdâ’ etmek yeni bir şey getirmek, yaratmak, geliştirmek.

ibdâ’kâr (A.-F.) [ ابداعکار ] yaratıcı, yenilik getiren.

ibhâm (A.) [ ابهام ] belirsizlik.

ibhâmât (A.) [ ابهامات ] belirsizlikler.

ibkâ (A.) [ ابقا ] 1.devamlılık kazandırma. 2.sınıfta bırakma.

ibkâ etmek devamlılık kazandırmak, yaşatmak.

ibkâen (A.) [ ابقاء ] eski yerinde bırakarak.

ibl (A.) [ ابل ] deve.

iblâğ (A.) [ابالغ] 1.bildirme. 2.ulaştırma.

iblîs (A.) [ ابليس ] 1.şeytan. 2.hileci.

iblîsâne (A.-F.) [ ابليسانه ] şeytanca.

ibn (A.) [ ابن ] oğul.

ibrâ’ (A.) [ ابراء ] aklanma.

ibrâ’ etmek aklanmak.

Page 203: osmanlı türkçesi sözlüğü

203

ibrâm (A.) [ ابرام ] zorlama.

ibrânâme (A.-F.) [ ابرانامه ] aklanma belgesi.

ibrâz (A.) [ ابراز ] gösterme.

ibrâz edilmek gösterilmek.

ibrâz etmek göstermek.

ibre (A.) [ ابره ] 1.iğne. 2.gösterge.

ibret (A.) [ عبرت ] hayat dersi.

ibretâmîz (A.-F.) [ عبرت آميز ] ibret verici, ders verici.

ibretbahş (A.-F.) [ عبرت بخش ] ibret verici.

ibreten (A.) [ ةعبر ] ibret olsun diye, ibret olarak.

ibrîk (A.) [ ابریق ] ibrik, ıbrık, su, şarap gibi sıvı konulan kap.

ibrişim (F.) [ابریشم] ipek, ibrişim.

ibtâl (A.) [ ابطال ] geçersiz kılma, kaldırma, bozma.

ibtâl edilmek geçersiz kılınmak, kaldırılmak, bozulmak.

ibtâl etmek geçersiz kılmak, kaldırmak, bozmak.

ibtidâ (A.) [ ابتدا ] 1.ilkin, önce. 2.başlangıç. 3.başlama.

ibtidâ’ etmek başlamak.

ibtidâ’î (A.) [ ابتدائی ] 1.ilkel. 2.ilkokul.

ibtidâr (A.) [ ابتدار ] başlama, girişme.

ibtidâr edilmek başlanmak, girişilmek.

ibtidâr etmek başlamak, girişmek.

ibtihâc (A.) [ ابتهاج ] sevinme.

ibtilâ (A.) [ ابتال ] tutkunluk, müptelalık, düşkünlük.

Page 204: osmanlı türkçesi sözlüğü

204

ibtinâ (A.) [ ابتنا ] 1.bina etme. 2.dayanma. 3.bina edilme.

ibtinâ etmek 1.kurmak. 2.dayanmak.

ibtinâ’en (A.) [ ابتناء ] dayanarak.

ibzâr (A.) [ ابزار ] gösterme.

îcâb (A.) [ ایجاب ] gerekme, gerek.

îcâbât (A.) [ ایجابات ] gereklilikler, gerekler.

icâbet (A.) [ اجابت ] 1.kabul edilme. 2.uyma.

icâbet etmek uymak, muvafakat etmek.

îcâd (A.) [ ایجاد ] 1.var etme, yaratma. 2.icat.

îcâd edilmek 1.var edilmek, yaratılmak. 2.icat edilmek, buluş yapılmak.

îcâd etmek 1.var etmek, yaratmak. 2.icat etmek, buluş yapmak.

icâleten (A.) [ ةعجال ] aceleyle, acele olarak.

îcâr (A.) [ ایجار ] 1.kiralama. 2.kiraya verme. 3.kira.

îcâr edilmek kiraya verilmek.

îcâr etmek kiraya vermek.

icâre (A.) [ اجاره ] kira geliri.

îcâz (A.) [ ایجاز ] veciz anlatma, özlü söyleme.

icâzet (A.) [ اجازت ] 1.izin. 2.mezuniyet belgesi, diploma.

icâzetnâme (A.-F.) [ اجازت نامه ] diploma.

icbâr (A.) [ اجبار ] zorlama.

icbâr edilmek zorlanmak.

icbâr etmek zorlamak.

iclâl (A.) [ اجالل ] ululama.

Page 205: osmanlı türkçesi sözlüğü

205

icmâ’ (A.) [ اجماع ] bir araya getirme.

icmâl (A.) [ اجمال ] 1.özetleme. 2.özet. 3.toplam.

icmâl edilmek öçetlenmek.

icmâl etmek özetlemek.

icmâlen (A.) [ اجماال ] özetle, özetleyerek.

icmâlî (A.) [ اجمالی ] derli toplu, özet halinde.

icrâ (A.) [ اجرا ] 1.yürütme, yapma, yerine getirme. 2.yapılma, yerine getirilme,

yürütülme.

icrâ edilmek yürütülmek, yapılmak, yerine getirilmek.

icrâ etmek yürütmek, yapmak, yerine getirmek.

icrâât (A.) [ اجراآت ] yapılanlar.

ictihâd (A.) [ اجتهاد ] 1.çalışma, çabalama. 2.görüş. 3.dinî kaynaklar ışığında

görüş bildirme.

ictimâ’ (A.) [ اجتماع ] 1.toplanma, bir araya gelme, toplantı. 2.toplum.

ictimâ’ etmek toplanmak, bir araya gelmek.

ictimâât (A.) [ اجتماعات ] toplantılar, bir araya gelişler.

ictimâî (A.) [ اجتماعی ] toplumsal, sosyal, toplumbilimsel.

ictimâileşme (A.-T.) sosyalleşme, sosyalizasyon.

ictimâîleşmek sosyalleşmek.

ictimâiyyât (A.) [ اجتماعيات ] sosyoloji, toplumbilim.

ictimâiyyâtçı (A.-T.) sosyolog, toplumbilimci.

ictimâiyyûn (A.) [ اجتماعيون ] sosyologlar, toplumbilimciler.

ictinâb (A.) [ اجتناب ] kaçınma, uzak durma, çekinme.

ictinâb etmek kaçınmak, uzak durmak, çekinmek.

Page 206: osmanlı türkçesi sözlüğü

206

ictisâr (A.) [ اجتسار ] yüreklenme, cesaret bulma.

ictisâr etmek cesaretlenmek, cesaret bulmak.

îd (A.) [ عيد ] bayram.

îd -i adhâ [ عيد اضحی ] kurban bayramı.

îd -i fıtr [ عيد فطر ] ramazan bayramı, şeker bayramı.

idâme (A.) [ ادامه ] devam ettirme, sürdürme.

idâme edilmek sürdürülmek, devam edilmek.

idâre (A.) [ اداره ] 1.döndürme. 2.çekip çevirme, yönetme. 3.devlet dairesi.

4.yönetim.

idâre -i maslahat etmek işleri öyle veya böyle idare etmek.

idâre -i örfiyye [ اداره عرفيه ] sıkıyönetim.

idârehâne (A.-F.) [ اداره خانه ] yönetim bürosu.

idârî (A.) [ اداری ] yönetimsel.

idbâr (A.) [ ادبار ] talihsizlik.

iddiâ (A.) [ ادعا ] 1.düşüncesinde ısrar etme. 2.dava etme. 3.inat.

idhâl (A.) [ ادخال ] 1.içeri alma, sokma. 2.yurt dışından getirme, dışalım, ithal.

idhâl edilmek 1.içeri alınmak, sokulmak. 2.dışalım yapılmak.

idhâl etmek 1.içeri almak, sokmak. 2.yurt dışından getirmek, dışalım yapmak,

ithal etmek.

idhâlât (A.) [ ادخاالت ] ithalat, dışalım malları.

îdiyye (A.) [ عيدیه ] bayramlık, bayram bahşişi.

idmân (A.) [ ادمان ] 1.alıştırma. 2.spor, egzersiz.

idrâk (A.) [ ادراک ] 1.kavrama, anlama. 2.erişme.

idrâk edilmek 1.kavranmak, anlaşılmak. 2.yaşanmak.

Page 207: osmanlı türkçesi sözlüğü

207

idrak etmek1.kavramak, anlamak. 2.yaşamak, görmek.

idrâr (A.) [ ادرار ] sidik.

îfâ (A.) [ ایفا ] 1.yapma, yerine getirme. 2.ödeme.

îfâ edilmek 1.yapılmak, yerine getirilmek. 2.ödenmek.

îfâ etmek 1.yapmak, yerine getirmek. 2.ödemek.

îfâ -yı vazife [ ایفای وظيفه ] görev yapma.

îfâ -yı vazife etmek görev yapmak, görevini yerine getirmek.

ifâdât (A.) [ افادات ] ifadeler.

ifâde (A.) [ افاده ] söylem, anlatım, dile getirme.

ifâde edilmek anlatılmak, belirtilmek, dile getirilmek.

ifâde etmek anlatmak, belirtmek, dile getirmek.

ifâkat (A.) [ قتافا ] iyileşme.

ifâkat bulmak iyileşmek.

ifâze (A.) [ افاضه ] 1.taşma. 2.bereketlendirme.

iffet (A.) [ عفت ] namusluluk, namus düşkünlüğü.

ifhâm (A.) [ افهام ] anlatma.

ifhâm etmek anlatmak.

iflâh (A.) [ افالح ] rahata erme, kurtulma.

iflâh etmek ondurmak, dertten kurtarmak.

iflâh olmak iyileşmek, kurtulmak.

iflâs (A.) [ افالس ] her şeyini yitirme, bitip tükenme.

ifnâ (A.) [ افنا ] yok etme.

ifrâğ (A.) [ افراغ ] dökme, boşaltma.

Page 208: osmanlı türkçesi sözlüğü

208

ifrât (A.) [ افراط ] aşırıya kaçma.

ifrâtkâr (A.-F.) [ افراطکار ] aşırıya kaçan.

ifratperestî (A.) [ افراط پرستی ] aşırıcılık.

ifrâz (A.) [ افراز ] 1.parçalara bölme. 2.parselleme. 3.salgı.

ifraz edilmek salgılanmak, çıkarılmak.

ifrâzât (A.) [ افراضات ] 1.salgılar. 2.parsellemeler.

ifrît (A.) [ عفریت ] mitolojik canavar.

ifsâd (A.) [ افساد ] 1.bozma. 2.bozgunculuk yapma.

ifsâd etmek bozmak, fesada sürüklemek.

ifşâ (A.) [ افشا ] açığa vurma.

ifşâ edilmek açığa vurulmak.

ifşâ etmek açığa vurmak.

ifşâât (A.) [ افشاآت ] açığa vurmalar.

iftâr (A.) [ افطار ] 1.oruç açma. 2.Ramazan ayında verilen akşam yemeği.

iftâr etmek oruç açmak.

iftâriyye (A.) [ افطاریه ] iftarlık, iftar için hazırlanan yiyecek.

iftihâr (A.) [ افتخار ] övünme, kıvanma, kıvanç.

iftihar etmek övünmek, gurur duymak.

iftihâr etmek övünmek, kıvanç duymak.

iftikâr (A.) [ افتقار ]yoksulluk çekme.

iftirâ (A.) [ افترا ] birine işlemediği suçu yıkma.

iftirâk (A.) [ افتراق ] ayrılık.

iftirâs (A.) [ افتراس ] parçalama.

Page 209: osmanlı türkçesi sözlüğü

209

iftitâh (A.) [ افتتاح ] 1.açılış. 2.başlama.

iftizâh (A.) [ افتضاح ] rezillik, skandal.

iğbirâr (A.) [ اغبرار ] kırılma, alınma, gücenme.

iğfâl (A.) [ اغفال ] 1.aldatma, kandırma. 2.ırza geçme.

iğfâl edilmek 1.aldatılmak, kandırılmak. 2.ırzına geçilmek.

iğfâl etmek 1.aldatmak, kandırmak. 2.ırzına geçmek.

iğlâk (A.) [ اغالق ] üstü kapalı konuşma.

iğlât (A.) [ اغالط ] yanıltma.

iğmâz (A.) [ اغماض ] görmezden gelme, göz yumma.

iğnâ (A.) [ اغنا ] zengin etme, kimseye muhtaç olmayacak hale getirme.

iğrâk (A.) [ اغراق ] 1.boğma. 2.abartma.

iğtinâm (A.) [ اغتنام ] 1.ganimet bilme. 2.ganimet alma.

iğtişâş (A.) [ اغتشاش ] karışıklık, kargaşa, anarşi.

iğtişâşât (A.) [ اغتشاشات ] karışıklıklar, anarşiler.

iğvâ (A.) [ اغوا ] azdırma, ayartma.

iğvâ etmek azdırmak, ayartmak.

ihâle (A.) [ احاله ] havale etme, bırakma.

îhâm (A.) [ ایهام ] iki anlama gelen kelimenin uzak anlamını kasdetme.

ihânet (A.) [ اهانت ] hainlik.

ihâta (A.) [ احاطه ] 1.kavrama. 2.kuşatma, sarma.

ihâta edilmek çevrelenmek, sarılmak, kuşatılmak.

ihâta etmek 1.kavramak. 2.kuşatmak, sarmak.

ihbâr (A.) [ اخبار ] bildirme, haber verme.

Page 210: osmanlı türkçesi sözlüğü

210

ihbar etmek bildirmek, haber vermek.

ihbârnâme (A.-F.) [ اخبارنامه ] bildiri kağıdı.

ihdâ (A.) [ اهدا ] hediye etme.

ihdâ edilmek hediye edilmek.

ihdâ etmek hediye etmek.

ihdâs (A.) [ احداث ] kurma, oluşturma, meydana getirme.

ihdâs edilmek kurulmak, oluşturulmak, meydana getirilmek.

ihdâs etmek kurmak, oluşturmak, meydana getirmek.

ihdas olunmak kurulmak, oluşturulmak, konulmak.

ihfâ (A.) [ اخفا ] gizleme, saklama.

ihfâf (A.) [ اخفاف ] hafife alma.

ihkâk (A.) [ احقاق ] hakkını verme.

ihkâk -ı hak [ احقاق حق ] hakkını verme.

ihlâ (A.) [ اخال ] boşaltma.

ihlâk (A.) [ اهالک ] helak etme, yok etme, öldürme.

ihlâl (A.) [ اخالل ] bozma, lekeleme, halel getirme.

ihlâl edilmek bozulmak, halel getirilmek.

ihlâl etmek bozmak, halel getirmek.

ihlâs (A.) [ اخالص ] içtenlik, dürüstlük.

ihmâl (A.) [ اهمال ] önemsememe, savsaklatma.

ihmâlkâr (A.-F.) [ اهمالکار ] ihmalci.

ihrâc (A.) [ اخراج ] 1.çıkartma. 2.dışsatım, yurt dışına gönderme.

ihrâc edilmek 1.çıkarılmak. 2.dışsatım yapılmak, ihraç edilmek.

Page 211: osmanlı türkçesi sözlüğü

211

ihrâc etmek 1.çıkarmak. 2.dışsatım yapmak, ihraç etmek.

ihrac olunmak çıkarılmak.

ihrâcât (A.) [ اخراجات ] 1.çıkarmalar. 2.dışsatımlar.

ihrâk (A.) [ احراق ] yakma.

ihrak edilmek yakılmak.

ihrak olunmak yakılmak.

ihrâm (A.) [ احرام ] hac zamanı giyilen beyaz giysi.

ihrâz (A.) [ احراز ] kazanma, elde etme.

ihraz etmek kazanmak, elde etmek.

ihsâ (A.) [ احصا ] sayma.

ihsâî (A.) [ احصائی ] sayım ile ilgili, istatistik.

ihsâiyyât (A.) [ احصائيات ] istatistik.

ihsâiyye (A.) [ احصائيه ] istatistik.

ihsân (A.) [ احسان ] 1.bağış. 2.iyilik.

ihsâs (A.) [ احساس ] hissettirme.

ihtâr (A.) [ اخطار ] uyarı, hatırlatma.

ihtâr edilmek uyarılmak, hatırlatılmak.

ihtâr etmek uyarmak, hatırlatmak.

ihticâc (A.) [ احتجاج ] kanıt gösterme.

ihtidâ (A.) [ دااهت ] hidayete erme, müslüman olma.

ihtidâ etmek hidayete ermek, müslüman olmak.

ihtifâ (A.) [ اختفا ] gizlenme.

ihtifâl (A.) [ احتفال ] anma töreni.

Page 212: osmanlı türkçesi sözlüğü

212

ihtikâr (A.) [ احتکار ] vurgun.

ihtilâc (A.) [ اختالج ] 1.çırpınma. 2.seğirme.

ihtilâf (A.) [ اختالف ] uyuşmazlık.

ihtilâfat (A.) [ اختالفات ] uyuşmazlıklar.

ihtilâl (A.) [ اختالل ] 1.bozukluk, arıza. 2.ihtilal.

ihtilâlat (A.) [ اختالالت ] 1.bozukluklar. 2.ihtilaller.

ihtilâm (A.) [ احتالم ] düşazma, şeytan aldatması.

ihtilâs (A.) [ اختالس ] zimmetine para geçirme, para çalma.

ihtilât (A.) [ اختالط ] 1.karışma. 2.görüşme, kaynaşma.

ihtilât etmek karışmak.

ihtimâl (A.) [ احتمال ] 1.olasılık. 2.yüklenme. 3.belki.

ihtimal ki (A.-F.) [ احتمال که ] belki de, muhtemelen.

ihtimal vermek sanmak, tahmin etmek.

ihtimâlât (A.) [ احتماالت ] olasılıklar.

ihtimâm (A.) [ اهتمام ] özen.

ihtinâk (A.) [ اختناق ] boğulma.

ihtirâ (A.) [ اختراع ] icat, buluş.

ihtirâat (A.) [ اختراعات ] buluşlar.

ihtirak (A.) [ احتراق ] yanma.

ihtirâm (A.) [ احترام ] saygı duyma, hürmet etme.

ihtirâmen (A.) [ احتراما ] saygıyla, saygı duyarak.

ihtirâs (A.) [ احتراص ] aşırı hırs.

ihtirâz (A.) [ احتراز ] kaçınma, çekinme, uzak durma, geri durma.

Page 213: osmanlı türkçesi sözlüğü

213

ihtirâz etmek kaçınmak, çekinmek, uzak durmak, geri durmak.

ihtisâr (A.) [ ختصارا ] kısaltma, özetleme.

ihtisâr edilmek kısaltılmak, özetlenmek.

ihtisâr etmek kısaltmak, özetlemek.

ihtisâren (A.) [ اختصارا ] özetle, kısaltarak, kısaca.

ihtisâs (A.) [ اختصاص ] uzmanlık.

ihtişâm (A.) [ احتشام ] görkem.

ihtitâm (A.) [ اختتام ] sona erme.

ihtivâ (A.) [ احتوا ] içerme.

ihtivâ etmek içermek.

ihtiyâc (A.) [ احتياج ] 1.gereksinim2.yoksulluk.

ihtiyâcât (A.) [ احتياجات ] gereksinimler.

ihtiyâl (A.) [ احتيال ] hile yapma.

ihtiyâr (A.) [ اختيار ] 1.seçme. 2.seçilme. 3.seçme hakky. 4.yaşlı.

ihtiyârî (A.) [ اختياری ] kişisel seçime bağlı, isteğe bağlı.

ihtiyât (A.) [ احتياط ] 1.tedbirli davranış. 2.yedek.

ihtiyâten (A.) [ احتياطا ] tedbirli davranarak, ihtiyatlı olarak.

ihtiyatkâr (A.-F.) [ احتياط کار ] tedbirli, ihtiyatlı.

ihtizâr (A.) [ احتضار ] can çekişme.

ihtizâz (A.) [ اهتزاز ] titreme, titreyiş.

ihvân (A.) [ اخوان ] dostlar.

ihyâ (A.) [ احيا ] 1.diriltme, yaşatma. 2.canlılık kazandırma. 3.geceyi ibadet

ederek geçirme.

Page 214: osmanlı türkçesi sözlüğü

214

ihyâ olunmak yaşatılmak, canlandırılmak.

ihzâr (A.) [ احضار ] 1.çağırma, huzura getirme. 2.hazırlama. 3.hazırlanma.

ihzar etmek 1.hazırlamak. 2.getirmek.

ihzârî (A.) [ احضاری ] hazırlayıcı.

ik’âd (A.) [ اقعاد ] oturtma.

îkâ (A.) [ ایقا ] yapma.

îka etmek vermek, bırakmak.

ikâb (A.) [ عقاب ] ceza.

ikâl (A.) [ عقال ] 1.bağ. 2.köstek, pranga.

ikâme (A.) [ اقامه ] 1.kaldırma. 2.oturma. 3.yerine koyma.

ikâme etmek yerine koymak.

ikâmet (A.) [ اقامت ] 1.oturma. 2.namaza durma.

ikâmetgah (A.-F.) [ اقامتگاه ] oturma yeri.

îkâz (A.) [ ایقاظ ] 1.uyandırma. 2.uyarma.

îkâz edilmek uyarılmak.

îkâz etmek uyarmak.

ikbâl (A.) [ اقبال ] 1.talih. 2.mutluluk.

ikdâm (A.) [ اقدام ] girişim.

iklîm (A.) [ اقليم ] 1.ülke, yer, diyar. 2.coğrâfî yaşam koşulları.

ikmâl (A.) [ اکمال ] 1.tamamlama, bitirme. 2.bütünleme.

ikmâl edilmek tamamlanmak, bitirilmek.

ikmâl etmek tamamlamak, bitirmek.

iknâ (A.) [ اقناع ] razı etme.

Page 215: osmanlı türkçesi sözlüğü

215

iknâ etmek razı etmek.

ikrâh (A.) [ اکراه ] tiksinme, iğrenme.

ikrâh etmek tiksinmek, iğrenmek.

ikrâhen (A.) [ اکراها ] tiksinerek, iğrenerek.

ikrâm (A.) [ اکرام ] 1.cömertlik. 2.sunma, armağan etme.

ikrâmiyye (A.) [ اکراميه ] 1.bahşiş. 2.ikrâm olarak verilen para veya eşya.

ikrâr (A.) [ اقرار ] 1.itiraf. 2.dile getirme. 3.kabullenme.

ikrâr etmek 1.itiraf etmek. 2.dile getirmek. 3.kabullenmek.

ikrâz (A.) [ اقراض ] borçlandırma, borç verme.

iksîr (A.) [ اکثير ] olağanüstü etkileri olan şurup.

iktibâs (A.) [ اقتباس ] alıntı.

iktibâs edilmek alınmak.

iktibâs etmek alıntı yapmak, ödünç almak.

iktibâsât (A.) [ اقتباسات ] alıntılar.

iktidâ (A.) [ اقتدا ] uyma.

iktidâ etmek uymak.

iktidâr (A.) [ اقتدار ] 1.güçlülük, kudret. 2.görev başındaki yönetim.

iktifâ (A.) [ اکتفا ] yetinme.

iktifâ edilmek yetinilmek.

iktifâ etmek yetinmek.

iktihâl (A.) [ اکتحال ] sürme çekme.

iktirâh (A.) [ اقتراه ] içinden gelerek konuşma.

iktirân (A.) [ اقتران ] yakınlaşma, yaklaşma.

Page 216: osmanlı türkçesi sözlüğü

216

iktisâ (A.) [ اکتسا ] giyinme, bürünme.

iktisâ etmek giymek

iktisâb (A.) [ اکتساب ] kazanma, çalışarak kazanma.

iktisâb etmek kazanmak.

iktisâb eylemek kazanmak.

iktisâd (A.) [ اداقتص ] 1.tutum. 2.ekonomi.

iktisâdî (A.) [ اقتصادی ] ekonomik.

iktisâdiyyât (A.) [ اقتصادیات ] ekonomi.

iktisâdiyyûn (A.) [ اقتصادیون ] iktisatçılar, ekonomistler.

iktisâr (A.) [ اقتصار ] kısaltma.

iktitâf (A.) [ اقتطاف ] derme, devşirme, seçme.

iktizâ (A.) [ اقتضا ] 1.gerekme. 2.ihtiyaç.

iktizâ etmek gerekmek.

ilâ (A.) [ الی ] –e kadar.

ilâc (A.) [ عالج ] 1.ilaç. 2.tedavi. 3.çare.

ilâcnâpezîr (A.-F.) [ عالج ناپذیر ] tedavi edilmez.

ilâh (A.) [ الخ ] ve benzerleri, ve diğerleri.

ilâh (A.) [ اله ] tanrı, ilah.

ilâhe (A.) [ الهه ] tanrıça.

ilâhî (A.) [ الهی ] 1.tanrısal. 2.ilahî, dinî şarkı.

ilâhî (A.) [ الهی ] Tanrım.

ilâhiyyât (A.) [ الهيات ] tanrıbilim, teoloji.

ilânihâye (A.) [ الی نهایه ] sonuna kadar.

Page 217: osmanlı türkçesi sözlüğü

217

ilâvât (A.) [ عالوات ] ilaveler, ekler.

ilâve (A.) [ عالوه ] ek.

ilave etmek eklemek.

ilâveten (A.) [ ةعالو ] ek olarak, yanı sıra.

ilel (A.) [ علل ] 1.hastalıklar. 2.sebepler.

ilelebed (A.) [ الی االبد ] sonsuza dek.

ilgâ (A.) [ الغا ] lağvetme, kaldırma.

ilgâ eylemek lağvetmek, kaldırmak.

ilhâd (A.) [ الحاد ] dinden çıkma, dinsizlik.

ilhâk (A.) [ الحاق ] 1.katma, karıştırma. 2.katılma.

ilhak olunmak katılmak.

ilhâm (A.) [ الهام ] esin.

ilhâmât (A.) [ الهامات ] ilhamlar, esinler.

ilim (A.) [ علم ] ilim.

ilkâ (A.) [ القا ] atma, bırakma.

ilkâ etmek atmak.

ilkâh (A.) [ القاح ] aşılama, dölleme.

illâ (A.) [ اال ] 1. -den başka. 2.ille de, mutlaka. 3.yoksa, aksi takdirde.

illet (A.) [ علت ] 1.hastalık. 2.sebep.

illî (A.) [ علی ] nedensel.

illiyyet (A.) [ عليت ] nedensellik.

ilm (A.) [ علم ] bilim.

ilmî (A.) [ علمی ] bilimsel.

Page 218: osmanlı türkçesi sözlüğü

218

ilmiyye (A.) [ علميه ] din bilginleri.

ilsâk (A.) [ الصاق ] bitiştirme, yapıştırma, kavuşturma.

iltibâs (A.) [ التباس ] benzerlik.

ilticâ (A.) [ التجا ] sığınma.

ilticâgâh (A.-F.) [ هالتجاگا ] sığınak, sığınma yeri.

iltifat (A.) [ التفات ] 1.dönme. 2.ilgi gösterme. 2.gönül alma.

iltihâb (A.) [ التهاب ] 1.alevlenme. 2.yangı.

iltihak (A.) [ التحاق ] katılma.

iltihak etmek katılmak.

iltihâm (A.) [ التهام ] yara kapanması.

iltimâs (A.) [ لتماسا ] kayırma.

iltisâk (A.) [ التصاق ] kavuşma, yapışma.

iltisak etmek kavuşmak.

iltiyâm (A.) [ التيام ] yara iyileşmesi.

iltizâm (A.) [ التزام ] 1.gerekli görme. 2.taraf tutma.

iltizâz (A.) [ التذاذ ] lezzet alma.

ilzâm (A.) [ الزام ] susturma.

îmâ (A.) [ ایما ] dolaylı anlatım, işaret.

îmâ etmek işaret etmek, göstermek.

imâd (A.) [ عماد ] direk.

imâl etmek yapmak.

imâle (A.) [ اماله ] kısa heceyi uzun okuma.

imâm (A.) [ امام ] 1.namaz kıldıran. 2.önder, lider. 3.Hz. Ali’nin soyundan gelen.

Page 219: osmanlı türkçesi sözlüğü

219

îmân (A.) [ ایمان ] inanma.

iman etmek inanmak.

imâret (A.) [ عمارت ] 1.aşevi. 2.bayındırlık.

imdâd (A.) [ امداد ] yardım isteme, imdat.

imhâ (A.) [ امحا ] 1.yok etme. 2.yok edilme.

imhâ edilmek yok edilmek.

imhâ etmek yok etmek.

imkân (A.) [ امکان ] olanak.

imlâ (A.) [ امال ] 1.doldurma. 2.yazı bilgisi. 3.yazı

imrâr (A.) [ امرار ] geçirme.

imsâk (A.) [ امساک ] orucun başlangıç saati.

imsâkiyye (A.) [ امساکيه ] oruca başlama ve oruç açma saatlerini gösteren

çizelge.

imtidad etmek uzanmak.

imtihân (A.) [ امتحان ] 1.sınav. 2.deneme.

imtinâ (A.) [ امتناع ] kaçınma.

imtinâ etmek kaçınmak, geri durmak.

imtisâl (A.) [ امتثال ] 1.boyun eğme. 2.verilen işi yapma.

imtiyâz (A.) [ امتياز ] 1.ayrıcalık. 2.kapitülasyon.

imtizâc (A.) [ امتزاج ] uyuşma, uzlaşma.

imtizâc etmek uyuşmak, uzlaşmak.

în (F.) [ این ] bu.

in’âm (A.) [ انعام ] 1.bağış, ihsan. 2.bahşiş.

Page 220: osmanlı türkçesi sözlüğü

220

in’ikâd (A.) [ انعقاد ] 1.bağlanma. 2.toplanma.

in’ikâs (A.) [ اهعکاس ] yanıyma.

in’itâf (A.) [ انعطاف ] 1.bükülme. 2.dönme.

in’itâf etmek çevrilmek, dönmek.

inâd (A.) [ عناد ] inat.

inân (A.) [ عنان ] dizgin.

inâre (A.) [ اناره ] aydınlatma.

inâyât (A.) [ عنایات ] iyilikler.

inâyet (A.) [ عنایت ] iyilik.

incizâb (A.) [ انجذاب ] cazibeye kapılma.

ind (A.) [ عند ] 1.kat. 2.görüş. 3.yan.

indî (A.) [ عندی ] kişisel, kişinin kendi kanısına dayanan.

indifâ (A.) [ اندفاع ] püskürme.

indifâ etmek püskürmek.

ineb (A.) [ عنب ] üzüm.

infâk (A.) [ انفاق ] geçindirme, nafakalandırma.

infâz (A.) [ انفاذ ] uygulama, yerine getirme, yapma.

infiâl (A.) [ انفعال ] kırılma, gücenme.

infikâk (A.) [ انفکاک ] ayrılış.

infilâk (A.) [ انفالق ] patlama.

infirâd (A.) [ انفراد ] bir başına kalma.

infirâd ettirilmek bir başına bırakılmak.

infisâl (A.) [ انفصال ] ayrılma.

Page 221: osmanlı türkçesi sözlüğü

221

inhibât (A.) [ انهباط ] düşüş.

inhidâm (A.) [ انهدام ] yıkılma.

inhilâl (A.) [ انحالل ] 1.çözülme, ayrışma. 2.dağılma.

inhimâk (A.) [ انهماک ] aşırı düşkünlük.

inhinâ (A.) [ انحنا ] 1.eğri, yay. 2.kıvrılma, bükülme, yay şeklini alma.

inhirâf (A.) [ انحراف ] sapma.

inhiraf olunmak dönülmek.

inhisâf (A.) [ انخساف ] 1.ay tutulması. 2.gelişimini yitirmek, parlaklığını

kaybetmek.

inhisâr (A.) [ انحصار ] tekel.

inhitat (A.) [ انحطاط ] çöküş, düşüş.

inhizâm (A.) [ انهزام ] bozguna uğrama.

inkâr (A.) [ انکار ] yadsıma, reddetme.

inkâr edilmek yadsınmak.

inkâr etmek yadsımak.

inkılâb (A.) [ انقالب ] 1.devrim. 2.değişim, dönüşüm.

inkılâb etmek dönüşmek.

inkırâz bulmak tükenmek, çökmek.

inkıtâ (A.) [ انقطاع ] kesilme, kesintiye uğrama.

inkıyâd (A.) [ انقياد ] bağlanma, boyun eğme.

inkızâ (A.) [ انقضا ] geçip gitme.

inkibâz (A.) [ انقباض ] kabızlık.

inkirâz (A.) [ انقراض ] çökme, tükeniş.

Page 222: osmanlı türkçesi sözlüğü

222

inkisâm (A.) [ انقسام ] bölünme.

inkisâm etmek bölünmek.

inkisâr (A.) [ انکسار ] 1.ilenme, beddua etme. 2.kırılma.

inkişâf (A.) [ انکشاف ] 1.ortaya çıkma. 2.gelişim, gelişme.

inkişaf bulmak gelişmek.

inkişaf etmek gelişmek.

insâf (A.) [ انصاف ] acıma.

insânî (A.) [ انسانی ] 1.insanlık. 2.insan ile ilgili.

insaniyu’l-merkez (A.) [ انسانی المرکز ] insan merkezli.

insâniyyet (A.) [انسانيت] insanlık.

insibab etmek dökülmek.

insicâm (A.) [ انسجام ] düzen, sıra.

insiyâk (A.) [ انسياق ] içgüdü.

insiyâkî (A.) [ انسياقی ] içgüdüsel.

insücin (A.) [ انس و جن ] insanlar ve cinler.

inşâ (A.) [ انشا ] 1.yapma. 2.güzel yazı yazma. 3.kompozisyon.

inşiâb (A.) [ انشعاب ] 1.bölünme. 2.dallanma.

inşikâk (A.) [ انشقاق ] yarılma, bölünme.

inşikâk etmek yarılmak, bölünmek.

inşirâh (A.) [ انشراح ] açılma, ferahlama.

intâc (A.) [ انتاج ] 1.sonuçlandırma. 2.doğurma.

intâc etmek 1.sonuçlandırmak. 2.doğurmak.

intâk (A.) [ انطاق ] konuşturma.

Page 223: osmanlı türkçesi sözlüğü

223

intânî (A.) [ انتانی ] mikroplu.

intibâ (A.) [ انطباع ] 1.izlenim. 2.basılma.

intibâh (A.) [ انتباه ] uyanış.

intibâk (A.) [ انطباق ] uyum.

intifâ (A.) [ انطفا ] ateşin sönmesi.

intifâ’ (A.) [ انتفاع ] yararlanma.

intihâ (A.) [ انتها ] 1.son. 2.sona erme.

intihâb (A.) [ انتخاب ] 1.seçme. 2.seçilme. 3.seçim.

intihâb edilmek seçilmek.

intihab eylemek seçmek.

intihâbât (A.) [ انتخابات ] seçimler.

intihâl (A.) [ انتحال ] bir başkasının eserini sahiplenme.

intihâr (A.) [ انتحار ] kendini öldürme, canına kıyma.

intihâr etmek kendini öldürmek, canına kıymak.

intikâd (A.) [ انتقاد ] eleştiri, tenkit.

intikâl (A.) [ انتقال ] 1.göçme, taşınma. 2.kavrama. 3.miras geçmesi.

intikal etmek geçmek

intikâm (A.) [ انتقام ] öc.

intikam almak öc almak.

intikâmcû (A.-F.) [ انتقام جو ] intikamcı.

intisâb (A.) [ انتساب ] 1.bir yere mensup olma. 2.bir yere bağlanma, bir yerde

çalışmaya başlama.

intişâr (A.) [ انتشار ] 1.yayılma. 2.yayınlanma. 3.üreme.

Page 224: osmanlı türkçesi sözlüğü

224

intişâr etmek 1.yayılmak. 2.yayınlanmak.

intizâ’ (A.) [ انتزاع ] söküp alma.

intizâm (A.) [ انتظام ] düzen.

intizamperver (A.-F.) [ انتظام پرور ] düzeni seven, düzenli, tertipli.

intizâr (A.) [ انتظار ] bekleme, bekleyiş.

intizâr etmek beklemek.

inzâl (A.) [ انزال ] indirme.

inzibât (A.) [ انضباط ] zapturapt altında bulunma, düzen.

inzimâm (A.) [ انضمام ] eklenme.

inzivâ (A.) [ انزوا ] köşesine çekilme, tek başına yaşama.

inzivagâh (A.-F.) [ انزواگاه ] köşeye çekilme yeri, inziva yeri.

irâ’e (A.) [ ارائه ] gösterme.

irâ’e etmek göstermek.

îrâd (A.) [ ایراد ] 1.getirme, söyleme. 2.gelir, kazanç.

irâde (A.) [ اراده ] 1.istek. 2.buyruk.

irâdet (A.) [ ارادت ] isteme, istek.

îrânî (F.) [ ایرانی ] İranlı.

ircâ’ (A.) [ ارجاع ] eski haline döndürme, çevirme.

ircâ’ etmek döndürmek, çevirmek.

irfân (A.) [ عرفان ] 1.bilme. 2.kültür.

irfanperver (A.-F.) [ عرفان پرور ] kültürlü.

irs (A.) [ ارث ] 1.miras. 2.soyaçekim, kalıtım.

irsâl (A.) [ ارسال ] gönderme.

Page 225: osmanlı türkçesi sözlüğü

225

irsen (A.) [ ارثا ] kalıtımsal, miras yoluyla.

irsî (A.) [ ارثی ] kalıtımsal.

irsiyyet (A.) [ ارثيت ] kalıtımsallık, irsîlik.

irşâd (A.) [ ارشاد ] hidayete erdirme, doğru yolu gösterme.

irşâd etmek hidayete erdirmek, doğru yolu göstermek.

irtiâş (A.) [ ارتعاش ] titreme.

irtibât (A.) [ ارتباط ] bağlantı, ilişki, ilgi.

irticâ (A.) [ ارتجاع ] 1.geriye dönüş. 2.gericilik.

irticakâr (A.-F.) [ ارتجاعکار ] gerici.

irticâlen (A.) [ ارتجاال ] düşünmeden söyleyerek.

irtidâd (A.) [ ارتداد ] dinden çıkma.

irtifâ (A.) [ ارتفاع ] yükseklik.

irtihâl (A.) [ ارتحال ] 1.göçme. 2.ölüm.

irtihâl etmek ölmek.

irtikâ (A.) [ ارتقا ] 1.yükselme. 2.yüksek mevkiye gelme.

irtikâb (A.) [ ارتکاب ] suç işleme.

irtisam etmek resmedilmek, izi düşmek.

irtişâ (A.) [ ارتشا ] rüşvet yeme.

irtizâk (A.) [ ارتزاق ] rızıklanma.

irzâ (A.) [ ارضا ] ikna etme, razı etme.

irzâ’ (A.) [ ارضاع ] emzirme, süt verme.

is’âd (A.) [ اصعاد ] yükseltme.

is’âd etmek yükseltmek, çıkartmak.

Page 226: osmanlı türkçesi sözlüğü

226

is’âd olunmak yükseltilmek.

is’af olunmak yerine getirilmek.

is’âr (A.) [ اسعار ] fiyat belirleme.

isâbet (A.) [ اصابت ] rastgelme. 2.tutarlılık.

isâet (A.) [ اسائت ] kötülük etme.

îsâl (A.) [ ایصال ] kavuşturma, ulaştırma.

isâl etmek ulaştırmak.

isâle (A.) [ اساله ] akıtma.

isbât (A.) [ اثبات ] kanıtlama.

isbât -ı vücûd etmek bir yerde bulunmak, varlığını göstermek.

îsevî (A.) [ عيسوی ] Hıristiyan.

îseviyyet (A.) [ عيسویت ] Hıristiyanlık.

isfenc (F.) [ اسفنج ] sünger.

ishâl (A.) [ اسهال ] sürgün, cırcır olma.

iskân (A.) [ اسکان ] 1.yerleştirme. 2.yerleştirilme.

iskân edilmek yerleştirilmek.

iskân etmek yerleştirmek.

iskat (A.) [ اسقاط ] düşürme.

iskât (A.) [ اسکات ] susturma.

iskât etmek susturmak.

islâm (A.) [ اسالم ] 1.müslümanlık. 2.müslüman.

islâmiyyet (A.) [ اسالميت ] müslümanlık.

ism (A.) [ اسم ] ad.

Page 227: osmanlı türkçesi sözlüğü

227

ismet (A.) [ عصمت ] 1.masumluk. 2.haramdan kaçınma.

isnâ’aşer (A.) [ اثنی عشر ] oniki.

isnâd (A.) [ اسناد ] 1.dayama, yükleme. 2.iftira.

isneyn (A.) [ اثنين ] pazartesi.

isrâf (A.) [ اسراف ] savurganlık.

istî’âb (A.) [ استيعاب ] kapasite, alım gücü, sığıdırma.

isti’câl (A.) [ استعجال ] aceleci davranış.

isti’fâ (A.) [ استعفا ] 1.affını isteme. 2.görevinden ayrılma.

isti’kâf (A.) [ اسعکاف ] bir yere kapanma.

isti’lâm (A.) [ استعالم ] bilgi isteme.

isti’mâl (A.) [ استعمال ] 1.kullanma. 2.kullanılma. 3.yapılma.

isti’mâl edilmek kullanılmak.

isti’mâl etmek kullanmak.

istiâne (a.) [ استعانه ] yardım isteme.

istiâne olunmak yardım istenmek.

istib’âd (A.) [ استبعاد ] uzak görme.

istibdâd (A.) [ استبداد ] baskı rejimi.

istibdâdkâr (A.-F.) [ استبدادکار ] baskıcı.

isticâbet (A.) [ استجابت ] kabul edilme.

isticvâb etmek sorgulamak.

istid’â (A.) [ استدعا ] 1.dilekçe. 2.yalvararak isteme.

istid’ânâme (A.-F.) [ استدعانامه ] dilekçe.

istîdâd (A.) [ استعداد ] yetenek.

Page 228: osmanlı türkçesi sözlüğü

228

istidlâl (A.) [ استدالل ] delil ile hüküm çıkarma, akıl yürütme, delillerin ışığında

yargıda bulunma.

istifâdebahş (A.-F.) [ استفاده بخش ] yararlı.

istifhâm (A.) [ استفهام ] 1.sorma. 2.soru işareti.

istifrâğ (A.) [استفراغ] kusma.

istifrâğ etmek kusmak.

istifsâr etmek açıklama istemek.

istigâse (A.) [ استغاثه ] yardım isteme.

istiğnâ (A.) [ استغنا ] 1.kimseye muhtaç olmama. 2.eyvallah etmeme.

3.tokgözlülük.

istiğrâk (A.) [ استغراق ] 1.dalma, gömülme. 2.boğulma. 3.kendinden geçme.

istihâle (A.) [ استحاله ] 1.başkalaşım, değişim. 2.imkansızlık.

istihâre (A.) [ استخاره ] bir işin nasıl sonuçlanacağını anlamak için ibadetten

sonra uykuya yatma.

istihâse (A.) [ استحاثه ] fosilleşme.

istihbâr (A.) [ استخبار ] duyum, haber alma.

istihbârât (A.) [ استخبارات ] duyumlar, haber almalar.

istihdâf (A.) [ استهداف ] hedef edinme.

istihdaf eylemek hedef edinmek.

istihdâm (A.) [ استخدام ] hizmete alma.

istihfâf (A.) [ استخفاف ] hafife alma, küçümseme.

istihfâfkâr (A.-F.) [ استخفافکار ] hafife alan, küçümseyen.

istihfafkârlık (A.-F.-T.) küçümseme, hafife alma.

istihkak (A.) [ استحقاق ] 1.hak etme. 2.hak edilmiş şey.

Page 229: osmanlı türkçesi sözlüğü

229

istihkâm (A.) [ استحکام ] 1.sağlamlık. 2.siper.

istihkâr (A.) [ استحقار ] aşağılama.

istihlâk (A.) [ استهالک ] tüketim.

istihlâk etmek tüketmek, harcamak.

istihmâm (A.) [ استحمام ] banyo yapma, yıkanma.

istihrâc (A.) [ استخراج ] 1.çıkarma. 2.hüküm çıkarma. 3.anket.

istihrâc etmek çıkarmak.

istihsâl (A.) [ استحصال ] 1.elde etme. 2.elde edilme. 3.üretim.

istihsân (A.) [ استحسان ] güzel bulma, beğenme.

istihyâ (A.) [ استحيا ] utanma.

istihzâ (A.) [ ستهزاا ] alay.

istihzâ etmek alay etmek.

istihzâr (A.) [ استحضار ] 1.hazırlama. 2.hazırlanma. 2.huzura çağırma.

istikâmet (A.) [ استقامت ] 1.doğruluk. 2.dürüstlük. 3.yön.

istikamet vermek yön vermek.

istikbâh (A.) [ استقباح ] ayıplama.

istikbâl (A.) [ استقبال ] 1.karşılama. 2.gelecek. 3.kıbleye dönme.

istikbal etmek karşılamak.

istikbâr (A.) [ استکبار ] büyüklenme.

istikfâf (A.) [ استکفاف ] yetinme.

istiklâl (A.) [ استقالل ] bağımsızlık.

istikmâl (A.) [ استکمال ] tamamlama.

istikrâh (A.) [ هاستکرا ] iğrenme, tiksinme.

Page 230: osmanlı türkçesi sözlüğü

230

istikrâh etmek iğrenmek, tiksinmek.

istikrâr (A.) [ استقرار ] kararlılık.

istikrâz (A.) [ استقراض ] borçlanma.

istikşâf (A.) [ استکشاف ] keşif çalışması yapma.

istîlâ (A.) [ استيال ] yayılma, ele geçirme.

istîlâ etmek yayılmak, ele geçirmek.

istilzâm (A.) [ استلزام ] gerekme, gerektirme.

istilzâm etmek gerekmek, gerektirmek.

istilzâm eylemek gerektirmek.

istimâ’ (A.) [ استماع ] dinleme, kulak verme.

istimâ’ etmek kulak vermek, dinlemek.

istimdâd (A.) [ استمداد ] yardım isteme.

istimhâl (A.) [ استمهال ] ek süre isteme.

istimlâk (A.) [ استمالک ] kamulaştırma.

istimlâk edilmek kamulaştırılmak.

istimlâk etmek kamulaştırmak.

istimnâ’ (A.) [ استمناء ] mastürbasyon.

istimrâr (A.) [ استمرار ] süreklilik.

istinâd (A.) [ استناد ] 1.dayanma. 2.güvenme.

istinâd etmek dayanmak.

istinâden (A.) [ استنادا ] 1.dayanarak. 2.güvenerek.

istinadgâh (A.-F.) [ استنادگاه ] dayanak.

Page 231: osmanlı türkçesi sözlüğü

231

istînâf (A.) [ استيناف ] üst mahkemeye başvurarak alt mahkemenin kararının

feshini isteme.

istinbât (A.) [ تنباطاس ] anlam çıkarma, hüküm çıkarma.

istinkâf (A.) [ استنکاف ] çekimserlik.

istinkâf etmek çekimser kalmak.

istinşâk (A.) [ استنشاق ] buruna su çekme.

istintâk (A.) [ استنطاق ] sorgulama.

istintâk etmek sorgulamak, sorguya çekmek.

istirâhat (A.) [ راحتاست ] dinlenme.

istirâhat etmek dinlenmek.

istirâk-ı sem’ etmek kulak misafiri olmak.

istirdâd (A.) [ استرداد ] geri isteme, geri alma.

istirdâd edilmek geri alınmak.

istirdâd etmek geri almak.

istirhâm (A.) [ استرحام ] rica etme, yalvararak isteme.

istirhâm etmek rica etmek, yalvararak istemek.

istirhamkâr (A.-F.) [ استرحامکار ] yalvarırcasına.

istirkab etmek çekememek.

istiskâ (A.) [ استسقا ] 1.yağmur duasına çıkma. 2.vücutta su toplanması.

istiskâl (A.) [ استثقال ] hoş karşılamama, yüz vermeme.

istisnâ (A.) [ استثنا ] kural dışı.

istisnâ’î (A.) [ استثنائی ] kural dışı.

istişâre (A.) [ استشاره ] danışma.

Page 232: osmanlı türkçesi sözlüğü

232

istişâre etmek danışmak.

istişhâd (A.) [ استشهاد ] 1.kanıt gösterme. 2.örnek verme.

istişhâd yapmak örnek vermek.

istitâat (A.) [ استطاعت ] güç.

istitâr (A.) [ استتار ] örtünme.

istitrâden (A.) [ استطرادا ] sırası gelmişken.

istivâ (A.) [ استوا ] 1.eşitlik. 2.düzlük.

istiz’âf (A.) [ استضعاف ] zayıf düşürme, zayıf görme.

istîzâh (A.) [ استيضاح ] gensoru.

istîzân (A.) [ استيذان ] izin isteme.

isyân (A.) [ عصيان ] başkaldırı.

îş (A.) [ عيش ] 1.yaşama. 2.eğlenme, gününü gün etme.

iş’âr (A.) [ اشعار ] bildirme, gösterme.

işâa (A.) [ اشاعه ] duyurma, yayma.

işârât (A.) [ اشارات ] işaretler.

işâret (A.) [ اشارت ] 1.gösterme. 2.alamet. 3.iz.

işâreten (A.) [ ةاشار ] işaret ederek.

işbâ’ (A.) [ اشباع ] 1.doyurma. .doldurma.

işgâl (A.) [ اشغال ] 1.meşgul etme. 2.ele geçirme.

işgal etmek 1.meşgul etmek. 2.ele geçirmek.

işhâd (A.) [ اشهاد ] tanık getirme.

işkence (F.) [ اشکنجه ] acı verme, eziyet etme.

işmi’zâz (A.) [ اشمئزاز ] 1.surat ekşitme. 2.ürperme.

Page 233: osmanlı türkçesi sözlüğü

233

işrâk (A.) [ اشراق ] 1.doğma. 2.aydınlatma.

işrâkî (A.) [ اشراقی ] Pisagorcu.

işret (A.) [ عشرت ] 1.içki. 2.içki alemi.

işrîn (A.) [ عشرین ] yirmi.

iştiâl (A.) [ اشتعال ] alevlenme, yalazlanma, parlama, tutuşma.

iştibâh (A.) [ اشتباه ] kuşkuya düşme.

iştigâl (A.) [ اشتغال ] uğraşı.

iştigâl etmek uğraşmak, meşgul olmak.

iştihâ (A.) [ اشتها ] iştah.

iştihâengîz (A.) [ اشتها انگيز ] iştah açıcı, iştah verici.

iştihâr (A.) [ اراشته ] meşhur olma.

iştihâr etmek meşhur olmak.

iştikâk (A.) [ اشتقاق ] türeme.

iştimâl (A.) [ اشتمال ] kapsama.

iştirâ (A.) [ اشترا ] satın alma.

iştirâ etmek satın almak.

iştirâk (A.) [ اشتراک ] 1.katılım. 2.ortaklık.

iştirâkiyye (A.) [ اشتراکيه ] komünizm.

iştiyâk (A.) [ اشتياق ] şevklenme, şevk duyma.

îşü nûş etmek yiyip içmek, gününü gün etmek.

işve (A.) [ عشوه ] cilve, naz, eda.

işvebâz (A.-F.) [ عشوه باز ] işveli.

işveger (A.-F.) [ عشوه گر ] işveli.

Page 234: osmanlı türkçesi sözlüğü

234

işvekâr (A.-F.) [ عشوه کار ] işveli, şivekâr.

it’âm (A.) [ اطعام ] doyurma, yemek verme.

itâat (A.) [ اطاعت ] uyma, boyun eğme.

itâat etmek uymak, boyun eğmek.

itâb (A.) [ عتاب ] azarlama, paylama, çıkışma.

itâle (A.) [ اطاله ] uzatma.

itbâ (A.) [ اتباع ] tabi kılma.

itfâ (A.) [ اطفا ] söndürme.

itfâ etmek söndürmek.

itfâiyye (A.) [ اطفائيه ] yangın söndürme teşkilatı.

ithâf (A.) [ اتحاف ] 1.hediye etme. 2.eser sahibinin eserini birine veya bir

kuruluşa manen hediye etmesi.

ithâm (A.) [ اتهام ] suçlama, töhmet altında bırakma.

itham etmek suçlamak.

itibâr (A.) [ اعتبار ] saygınlık.

itibar etmek 1.değerlendirmek, dikkate almak.

itibâren (A.) [ اعتبارا ] –den beri.

itibârî (A.) [ اعتباری ] 1.göz kararı. 2.var sayılan.

itibariyle (A.-T.) bakımından.

itidâl (A.) [ اعتدال ] denge, ölçülü olma.

itikâd (A.) [ اعتقاد ] inanç.

itikâd etmek inanmak.

itikâdât (A.) [ اعتقادات ] inançlar.

Page 235: osmanlı türkçesi sözlüğü

235

itikadiyât (A.) [ اعتقادیات ] inançla ilgili şeyler.

itikadperverlik (A.-F.-T.) inanç besleme.

itilâf (A.) [ ائتالف ] 1.uzlaşma, görüş birliğine varma. 2.alışma.

itilafkâr (A.-F.) [ ائتالفکار ] uzlaştırıcı, birleştirici.

itimâd (A.) [ اعتماد ] güven.

itimâd edilmek güvenilmek.

itimâd etmek güvenmek.

itimâden (A.) [ اعتمادا ] güvenerek.

itimâdnâme (A.-F.) [ اعتمادنامه ] güven mektubu.

itinâ (A.) [ اعتنا ] özen.

itinâ edilmek özen gösterilmek.

itinâ etmek özen göstermek.

itinakâr (A.-F.) [ اعتناکار ] özen gösteren, itinalı.

itirâf (A.) [ اعتراف ] 1.sakladığı şeyi söyleme. 2.hakkın verme.

itisâf (A.) [ اعتساف ] yolsuzluk.

itiyâd (A.) [ اعتياد ] alışkanlık.

itiyâd kesb etmek alışkanlık kazanmak.

itizâm -ı mâ lâ yelzem [ التزام ما ال یلزم ] abesle iştigal etmek.

itkân (A.) [ اتقان ] 1.emin olma. 2.sağlamlaştırma.

itlâf (A.) [ اتالف ] öldürme, telef etme, ortadan kaldırma.

itmâm (A.) [ اتمام ] tamamlama, bitirme.

itmâm edilmek tamamlanmak, bitirilmek.

itmâm etmek tamamlamak, bitirmek.

Page 236: osmanlı türkçesi sözlüğü

236

itmînân (A.) [ اطمينان ] emin olma, kendine güvenme.

ittibâ (A.) [ اتباع ] uyma, izleme.

ittibâ etmek uymak, izlemek.

ittibâen (A.) [ اتباعا ] uyarak, izleyerek, ardından giderek.

ittifâk (A.) [ اتفاق ] birleşme.

ittifâken (A.) [ اتفاقا ] tesadüfen, rastgele.

ittifâkî (A.) [ اتفاقی ] tesadüfî.

ittihâd (A.) [ اتحاد ] birlik.

ittihâd -ı islâm [ اتحاد اسالم ] panislamizm.

ittihâm (A.) [ اتهام ] töhmet altında kalma.

ittihâz (A.) [ اتخاذ ] 1.alma. 2.kabul etme. 3.kullanma. 4.değerlendirme.

ittihâz edilmek 1.alınmak. 2.kabul edilmek. 3.kullanılmak. 4.değerlendirilmek.

ittihâz etmek 1.almak. 2.kabul etmek. 3.kullanmak. 4.değerlendirmek.

ittikâ (A.) [ اتکا ] dayanma, yaslanma.

ittikâ etmek dayanmak, yaslanmak.

ittisâ (A.) [ اتساع ] 1.genişlik. 2.genişleme.

ittisâl (A.) [ اتصال ] 1.birleşme, kavuşma. 2.bitişik.

ityân (A.) [ اتيان ] getirme.

ivaz (A.) [ عوض ] karşılık, bedel.

ivazan (A.) [ عوضا ] karşılığında, karşılık olarak.

iyâbüzihâb (A.) [ عياب و ذهاب ] gidiş geliş.

iyâl (A.) [ عيال ] hanım, eş.

iyân (A.) [ عيان ] açık, ayan beyan.

Page 237: osmanlı türkçesi sözlüğü

237

iz’âc etmek rahatsız etmek.

iz’âf (A.) [ اضعاف ] zayıflatma.

iz’ân (A.) [ اذعان ] 1.kavrayış. 2.terbiye.

iz’ân etmek akıl etmek.

izâbe (A.) [ اذابه ] eritme.

izâe (A.) [ اضائه ] aydınlatma.

izâfe (A.) [ اضافه ] ekleme.

izâfet (A.) [ اضافت ] 1.ilgi, bağ. 2.tamlama.

izâfeten (A.) [ ةاضاف ] ek olarak, yanı sıra.

izâfî (A.) [ اضافی ] göreceli.

izâfiyyet (A.) [ اضافيت ] görecelilik.

îzâh (A.) [ ایضاح ] açıklama.

îzâh edilmek açıklanmak.

îzâh etmek açıklamak.

îzâhât (A.) [ ایضاحات ] açıklamalar.

îzâhât vermek açıklamada bulunmak, açıklama yapmak.

îzâhen (A.) [ ایضاحا ] açıklayarak.

izâle (A.) [ ازاله ] 1.yok etme. 2.giderme.

izâle edilmek 1.yok edilmek. 2.giderilmek.

izâle etmek 1.yok etmek. 2.gidermek.

izâm (A.) [ عظام ] büyükler, ulular.

izâr (A.) [ ازار ] peştemal.

izâr (A.) [ عذار ] yanak.

Page 238: osmanlı türkçesi sözlüğü

238

izdihâm (A.) [ ازدحام ] aşırı kalabalık, aşırı yığılma.

izdivâc (A.) [ ازدواج ] evlilik.

izdiyâd (A.) [ ازدیاد ] artış, çoğalma.

îzed (F.) [ ایزد ] Tanrı.

izhâr (A.) [ اظهار ] gösterme.

izhâr etmek göstermek, belli etmek, açığa vurmak.

izin (A.) [ اذن ] izin.

izkâr (A.) [ اذکار ] zikretme, dile getirme, hatırlatma.

izlâl (A.) [ اذالل ] alçaltma.

izmihlâl (A.) [ اضمحالل ] yok olma.

izn (A.) [ اذن ] izin.

izz (A.) [ عز ] 1.değer. 2.yücelik.

izzet (A.) [ عزت ] 1.değer. 2.yücelik. 3.saygı.

Page 239: osmanlı türkçesi sözlüğü

239

J

jâj (F.) [ ژاژ ] anlamsız söz, zırva.

jâjhây (F.) [ ژاژخای ] boşboğaz, zevzek.

jâle (F.) [ ژاله ] çiy, şebnem.

jeng (F.) [ ژنگ ] pas.

jengâr (F.) [ ژنگار ] pas.

jerf (F.) [ ژرف ] derin.

jerfâ (F.) [ ژرفا ] derinlik.

jerfbîn (F.) [ ژرف بين ] ayrıntılı düşünen, dikkatli.

jinde (F.) [ ژنده ] 1.yırtık, eski. 2.yamalı hırka.

jindepûş (F.) [ ژنده پوش ] 1.yamalı hırka giyen. 2.derviş.

jiyân (F.) [ ژیان ] 1.kükremiş. 2.kızgın.

jülîde (F.) [ ژوليده ] dağınık, karışık.

Page 240: osmanlı türkçesi sözlüğü

240

K

ka’b (A.) [ کعب ] 1.aşık kemiği. 2.tavla zarı. 3.küp.

ka’r (A.) [ قعر ] 1.derinlik. 2.çukur. 3.dip.

kabâ (A.) [ قبا ] cübbe.

kabahat (A.) [ قباحت ] suç, kusur.

kabâih (A.) [ قبائح ] suçlular, kabahatliler.

kabâil (A.) [ قبائل ] kâbileler.

kabîh (A.) [ قبيح ] çirkin, hoş olmayan.

kâbil (A.) [ قابل ] 1.mümkün. 2.yetenekli.

kabîl (A.) [ قبيل ] gibi, benzeri.

kâbil olmak mümkün olmak, elvermek.

kâbile (A.) [ قابله ] ebe.

kabîle (A.) [ قبيله ] boy, kâbile.

kâbil-i kıyas [ قابل قياس ] kıyaslanabilir, karşılaştırılabilir.

kâbiliyet (A.) [ قابليت ] yetenek.

kâbiliyyât (A.) [ قابليات ] yetenekler.

kâbin (F.) [ کابين ] mehir.

kabir (A.) [ قبر ] mezar.

kabl (A.) [ قبل ] önce.

kablelmîlad (A.) [ قبل الميالد ] milattan önce.

kablettârih (A.) [ قبل التاریخ ] tarih öncesi.

Page 241: osmanlı türkçesi sözlüğü

241

kablettarihî (A.) [ صبل التاریخی ] tarih öncesi.

kabr (A.) [ رقب ] mezar kabir.

kabristan (A.-F.) [ قبرستان ] mezarlık.

kabul (A.) [ قبول ] 1.kabul etme. 2.alma.

kâbûs (A.) [ کابوس ] karabasan.

kabz (A.) [ قبض ] tutma, kavrama.

kabza (A.) [قبضه ] sap.

kâc (F.) [ کاج ] çam.

kad (A.) [ قد ] boy.

kadd (A.) [ قد ] boy.

kadeh (A.) [ قدح ] 1.bardak. 2.içki kadehi.

kadem (A.) [ قدم ] 1.adım. 2.ayak.

kademe (A.) [ قدمه ] 1.basamak. 2.derece.

kader (A.) [ قدر ] ilahî takdir.

kadh (A.) [ قدح ] kötüleme, kınama.

kadı (A.) [ قاضی ] dinî yargıç.

kadid (A.) [ قدید ] 1.kurutulmuş et, kadit. 2.canlı cenaze.

kâdilkudât (A.) [ قاضی القضات ] başkadı.

kadim (A.) [ قدیم ] eski.

kadîmen (A.) [ قدیما ] eskiden.

kâdir (A.) [ قادر ] güçlü.

kadîr (A.) [ قدیر ] çok güçlü.

kadirdân (A.-F.) [ قدردان ] değerbilir.

Page 242: osmanlı türkçesi sözlüğü

242

kadirşinâs (A.-F.) [ قدرشناس ] değerbilir.

kadirşinaslık (A.-F.-T.) değerbilirlik.

kadr (A.) [ قدر ] 1.değer. 2.şeref. 3.derece.

kadrdân (A.-F.) [ قدردان ] değerbilir.

kadrşinâs (A.-F.) [ قدرشناس ] değerbilir.

kafâ (A.) [ قفا ] baş.

kafes (F.) [ قفس ] 1.kafes. 2.pencere kafesi.

kâffe (A.) [ کافه ] tümü, hepsi.

kâfi (A.) [ کافی ] yeterli.

kâfile (A.) [ قافله ] 1.kervan. 2.topluluk, kafile.

kafiyeperdâz (A.-F.) [ قافيه پرداز ] şair.

kâğıd (F.) [ کاغد ] kağıt.

kâh (F.) [ کاخ ] köşk, kasır.

kâh (F.) [ کاه ] saman.

kahbe (A.) [ قحبه ] 1.fahişe, 2.alçak, namussuz.

kâhgil (F.) [ کاهگل ] sıva.

kahhar (A.) [ قهار ] kahredici.

kahır (A.) [ قهر ] 1.yok etme. 2.çok üzülme.

kâhil (A.) [ کاهل ] tembel.

kâhin (A.) [ کاهن ] gaipten haber veren, kehanette bulunan.

kâhir (A.) [ قاهر ] kahreden, yok eden.

kahpe (A.) [ قحبه ] 1.fahişe. 2.alçak, namussuz.

kahr (A.) [ قهر ] 1.yok etme. 2.çok üzülme.

Page 243: osmanlı türkçesi sözlüğü

243

kahraman (F.) [ قهرمان ] yiğit

kahrübâ (A.) [ کاهربا ] kehribar.

kaht (A.) [ قحط ] kıtlık.

kahve (A.) [ قهوه ] kahve.

kâid (A.) [ قائد ] komutan.

kâide (A.) [ قاعده ] 1.kural. 2.temel, esas.

kâideten (A.) [ ةقاعد ] kural olarak, esas itibarıyla.

kâil (A.) [ قائل ] 1.söyleyen. 2.razı olan.

kâil olmak razı olmak.

kâim (A.) [ قائم ] 1.ayakta. 2.yerine geçen. 3.dik.

kâim olmak (A.-T.) yerine geçmek.

kâime (A.) [ قائمه ] 1.kağıt para. 2.ferman.

kâimmakam (A.) [ قائم مقام ] 1.kaymakam. 2.yerine geçen.

kâin (A.) [ کائن ] bulunan, yer alan.

kâinât (A.) [ کائنات ] 1.evren. 2.dünya.

kâkül (F.) [ کاکل ] perçem.

kâl (A.) [ قال ] söz, laf.

kal’ (A.) [ قلع ] koparma, sökme.

kal’a (A.) [ قلعه ] kale

kâlâ (F.) [ کاال ] 1.mal. 2.kumaş.

kalb (A.) [ قلب ] 1.yürek. 2.gönül.

kalb (A.) [ قلب ] değiştirme.

kalb etmek dönüştürmek, değiştirmek.

Page 244: osmanlı türkçesi sözlüğü

244

kalbî (A.) [ قلبی ] 1.yürekten. 2.kalp ile ilgili.

kalbüd (F.) [ کالبد ] 1.beden. 2.kalıp. 3.kireç kalıpı.

kalbzen (A.-F.) [ قلب زن ] kalpazan.

kalem (A.) [ قلم ] 1.kalem. 2.keski. 3.büro.

kalemkârî (A.-F.) [ قلمکاری ] 1.nakkaşlık. 2.kalem işi.

kalemrev (A.-F.) [ قلمرو ] ülke, diyar, topraklar.

kâlıb (A.) [ قالب ] 1.kalıp. 2.beden.

kalil (A.) [ قليل ] az.

kallâş (A.) [ قالش ] kalleş.

kalyân (F.) [ قليان ] nargile.

kâm (F.) [ کام ] 1.damak. 2.arzu.

kamer (A.) [ قمر ] ay.

kameriyye (A.) [ قمریه ] çardak.

kâmet (A.) [ امتق ] boy.

kâmil (A.) [ کامل ] 1.tam. 2.olgun. 3.bilgili.

kâmilen (A.) [ کامال ] tamamen, büsbütün, tümüyle.

kamîs (A.) [ قميص ] gömlek.

kâmkâr (F.) [ کامکار ] mutlu.

kamus (A.) [ قاموس ] sözlük.

kâmyâb (F.) [ کامياب ] mutlu.

kân (F.) [ کان ] 1.maden ocağı. 2.yurt, ocak.

kanâat (A.) [ قناعت ] yetinme.

kanaat etmek yetinmek.

Page 245: osmanlı türkçesi sözlüğü

245

kanât (A.) [ قنات ] yeraltı su kanalı.

kand (A.) [ قند ] şeker.

kâni (A.) [ قانع ] yetinen, kanaat eden.

kâni etmek ikna etmek.

kâni olmak ikna olmak.

kannâd (A.) [ قناد ] şekerci.

kantar (A.) [ قنطار ] baskül.

kanun (A.) [ قانون ] 1.yasa. 2.yol yordam.

kânûn (A.) [ کانون ] 1.ocak. 2.mangal. 3.Aralık ve Ocak ayları.

kanunî (A.) [ قانونی ] 1.yasal. 2.kanun çalan. 3.yasa koyucu.

kâr (F.) [ کار ] iş.

kâr etmek işlemek, tesir etmek.

karâbet (A.) [ قرابت ] yakınlık, akrabalık.

karâin (A.) [ قرائن ] ipuçları, karineler.

karar (A.) [ قرار ] 1.durma. 2.devamlılık. 3.yeterli ölçü.

karargîr (A.-F.) [ قرارگير ] karar verilmiş.

karargîr olmak karara bağlanmak.

kârbân (F.) [ کاربان ] kervan.

kârd (F.) [ کارد ] bıçak.

kârdân (F.) [ کاردان ] işbilir.

kârgâh (F.) [ کارگاه ] işlik, iş yeri.

kârger (F.) [ کارگر ] işçi.

karha (A.) [ قرحه ] yara.

Page 246: osmanlı türkçesi sözlüğü

246

kârhane (F.) [ کارخانه ] 1.fabrika. 2.işlik.

kâr-ı kadim [ کار قدیم ] eski el işi.

kâri’ (A.) [ قارء ] okuyucu.

kâri’în (A.) [ قارئين ] okuyucular.

kâria (A.) [ قارئه ] bayan okuyucu.

karîb (A.) [ قریب ] yakın.

karîben (A.) [ قریبا ] yakında.

karîha (A.) [ قریحه ] düşünme gücü.

karin (A.) [ قرین ] 1.yakın. 2.eş dost.

karîne (A.) [ قرینه ] ipucu.

kâriz (F.) [ کاریز ] yeraltı su kanalı.

karn (A.) [ قرن ] 1.boynuz. 2.yüzyıl.

kârşinâs (F.) [ کارشناس ] uzman, işten anlayan.

karûre (A.) [ قاروره ] idrar şişesi, ördek.

kârvan (F.) [ کاروان ] kervan.

karvanserây (A.) [ وان سرایکار ] kervansaray.

karye (A.) [ قریه ] köy.

karz (A.) [ قرض ] borç.

kârzâr (F.) [ کارزار ] savaş.

kasab (A.) [ قصب ] 1.şeker kamışı. 2.nefes borusu. 3.ince keten.

kasaba (A.) [ قصبه ] kasaba.

kasâid (A.) [ قصائد ] kasideler.

kasâvet (A.) [ تقساو ] 1.katılık, sertlik. 2.keder.

Page 247: osmanlı türkçesi sözlüğü

247

kasd (A.) [ قصد ] 1.kasıt. 2.dövme.

kasden (A.) [ قصدا ] kasıtlı olarak.

kâse (F.) [ کاسه ] 1.çanak, kâse.

kâse-i ser [ کاسهء سر ] kafatası.

kâselîs (F.) [ کاسه ليس ] çanak yalayıcı.

kasem (A.) [ قسم ] yemin.

kasır (A.) [ قصر ] köşk.

kâsib (A.) [ کاسب ] kazanan.

kâsid (A.) [ قاصد ] 1.ulak. 2.kasteden.

kaside (A.) [ قصيده ] kaside.

kasîdeserâ (A.-F.) [ قصيده سرا ] kaside şairi.

kasîr (A.) [ قصير ] kısa.

kasr (A.) [ قصر ] kasır, köşk.

kassab (A.) [ قصاب ] kasap.

kassar (A.) [ قصار ] çamaşırcı, çırpıcı.

kasvet (A.) [ قسوت ] 1.katılık. 2.gönül darlığı.

kasvet basmak gönlü daralmak.

kâş (F.) [ کاش ] keşke.

kâşâne (F.) [ کاشانه ] 1.yuva. 2.mâlikâne.

kâşî (F.) [ کاشی ] çini, fayans.

kâşif (A.) [ کاشف ] keşfeden.

kâşki (F.) [ کاشکی ] keşke.

kat’ (A.) [ قطع ] 1.kesme. 2.kesilme.

Page 248: osmanlı türkçesi sözlüğü

248

kat’an (A.) [ قطعا ] kesinlikle.

kat’en (A.) [ قطعا ] kesinlikle.

kat’î (A.) [ قطعی ] kesin.

kat’î sûrette kesin olarak, kesinlikle.

kat’iyet (A.) [ قطعيت ] kesinlik.

kat’iyyen (A.) [ قطعيا ] 1.kesinlikle. 2.asla.

katarât (A.) [ قطرات ] damlalar.

katf (A.) [ قطف ] devşirme.

kâtıbeten (A.) [ ةقاطب ] asla, kesinlikle.

kâti’ (A.) [ قاطع ] kesen, kesici.

kâtib (A.) [ کاتب ] yazıcı.

kâtil (A.) [ قاتل ] öldüren.

katil (A.) [ قتل ] öldürme.

kâtip (A.) [ کاتب ] yazıcı.

katl (A.) [ قتل ] öldürme, katil.

katre (A.) [ قطره ] damla.

kavâfil (A.) [ قوافل ] kafileler.

kavâid (A.) [ قواعد ] kurallar, kâideler.

kavânîn (A.) [ قوانين ] kanunlar.

kavî (A.) [ قوی ] güçlü.

kavim (A.) [ قوم ] topluluk, ulus.

kavis (A.) [ قوس ] yay.

kaviyü’l-bünye (A.) [ قوی البنيه ] sağlam yapılı.

Page 249: osmanlı türkçesi sözlüğü

249

kavl (A.) [ قول ] söz.

kavm (A.) [ قوم ] kavim, topluluk.

kavmî (A.) [ قومی ] kavme dayalı.

kavmiyet (A.) [ قوميت ] kavimlik.

kavs (A.) [ قوس ] yay.

kay’ (A.) [ قی ء ] kusma.

kayd (A.) [ قيد ] 1.bağ. 2.zincir. 3.kayıt.

kazâ (A.) [ قضا ] 1.ilahî takdir. 2.kadılık. 3.kaza. 4.ilçe.

kazâî (A.) [ قضائی ] yargı ile ilgili.

kazârâ (A.-F.) [ قضارا ] tesadüfen.

kazâyâ (A.) [ قضایا ] meseleler, problemler.

kâzî (A.) [ قاضی ] kadı.

kâzib (A.) [ کاذب ] yalancı.

kaziyye (A.) [ قضيه ] 1.mesele. 2.önerme.

ke’enlemyekün (A.) [ کأن لم یکن ] olmamışçasına, yok sayarak.

ke’s (A.) [ کأس ] 1.çanak. 2.kadeh.

kebed (A.) [ کبد ] karaciğer.

kebîr (A.) [ کبير ] büyük.

kebş (A.) [ کبش ] koç.

kebûd (F.) [ کبود ] mavi.

kebûter (F.) [ کبود ] güvercin.

kec (F.) [ کج ] eğri.

kecbîn (F.) [ کجبين ] şaşı.

Page 250: osmanlı türkçesi sözlüğü

250

keçel (F.) [ کچل ] kel.

kedd (A.) [ کد ] emek.

keder (A.) [ کدر ] 1.üzüntü. 2.bulanıklık.

kedernâk (A.-F.) [ کدرناک ] üzüntülü, kederli.

kedhüda (F.) [ کدخدا ] kâhya.

kedû (F.) [ کدو ] kabak.

kef (F.) [ کف ] köpük.

kefâlet (A.) [ کفالت ] kefillik.

kefçe (F.) [ کفچه ] kepçe.

kefel (A.) [ کفل ] kalça.

kefere (A.) [ کفره ] kafirler.

keff (A.) [ کف ] 1.aya. 2.avuç.

keffe (A.) [ کفه ] kefe.

kefgîr (F.) [ کفگير ] kevgir.

kefil (A.) [ کفيل ] kefil, kefalet eden.

kefş (F.) [ کفش ] ayakkabı.

keftâr (F.) [ کفتار ] sırtlan.

kefter (F.) [ کفتر ] güvercin.

kehânet (A.) [ کهانت ] falcılık, kahinlik.

kehene (A.) [ کهنه ] kahinler.

kehf (A.) [ کهف ] mağara.

kehhâl (A.) [ کحال ] 1.göze sürme çeken. 2.göz hekimi.

kehkeşan (F.) [ کهکشان ] samanyolu.

Page 251: osmanlı türkçesi sözlüğü

251

kej (F.) [ کژ ] eğik, eğri.

kejdüm (F.) [ کژدم ] akrep.

kelâğ (F.) [ کالغ ] karakarga, kuzgun.

kelâm (A.) [ مکال ] söz.

kelâm-ı kadim [ کالم قدیم ] Kur’ân.

kelâm-ı kibâr [ کالم کبار ] büyük insanların özlü sözleri.

kelb (A.) [ کلب ] köpek.

kelimât (A.) [ کلمات ] kelimeler, sözcükler.

kelime (A.) [ کلمه ] sözcük.

kelle (F.) [ کله ] baş.

kem (F.) [ کم ] az, eksik.

kemâbîş (F.) [ کمابيش ] az çok, aşağı yukarı.

kemâfissâbık (A.) [ کما فی السابق ] eskiden olduğu gibi.

kemâkân (A.) [ کماکان ] eskiden olduğu gibi.

kemâl (A.) [ کمال ] olgunluk, mükemmellik.

kemal-i dikkatle (A.-F.-T.) büyük bir dikkatle.

kemâl-i ihtimâm ile büyük bir özenle.

kemân (F.) [ کمان ] 1.yay. 2.keman.

kemânebrû (F.) [ کمان ابرو ] kaşı yay gibi olan sevgili.

kemankeş (F.) [ کمانکش ] okçu, yay çeken.

kemâyenbağî (A.) [ کما ینبغی ] gerektiği gibi.

kemend (F.) [ کمند ] kement.

kemend-i zülf (F.) [ کمند زلف ] saçlarının kemendi.

Page 252: osmanlı türkçesi sözlüğü

252

kemer (F.) [ کمر ] bel.

kemerbend (F.) [ کمربند ]] bel kayışı.

kemîn (F.) [ کمين ] pusu, tuzak.

kemmiyet (A.) [ کميت ] nicelik.

kemmiyet (A.) [ کميت ] nicelik.

kemter (F.) [ کمتر ] 1.daha az. 2.değersiz.

kemyâb (F.) [ کمياب ] az bulunur.

kenâr (F.) [ کنار ] 1.kıyı. 2.kenar, yan.

kenef (A.) [ کنف ] 1.çevre. 2.sığınacak yer.

kenîse (A.) [ کنيسه ] kilise.

kenîz (F.) [ کنيز ] cariye.

kenz (A.) [ کنز ] hazine.

ker (F.) [ کر ] sağır.

kerâhet (A.) [ کراهت ] iğrenme tiksinme.

kerâmet (A.) [ کرامت ] 1.cömertlik, kerem. 2.velîlerin gösterdikleri olağandışı

hal.

kerân (F.) [ کران ] uç, kıyı.

kere (A.) [ کره ] kez.

kerefs (F.) [ کرفس ] kereviz.

kerem (A.) [ کرم ] cömertlik.

kerem kılmak kerem etmek, iyilik etmek.

keremkâr (A.-F.) [ کرمکار ] cömert.

kerhen (A.) [ کرها ] istemeyerek, iğrenerek.

Page 253: osmanlı türkçesi sözlüğü

253

kerîh (A.) [ کریه ] iğrenç.

kerîm (A.) [ کریم ] 1.cömert. 2.yüce.

kerîme (A.) [ کریمه ] kız çocuk.

kerkes (A.) [ کرکس ] akbaba.

kerrât (A.) [ کرات ] defalar.

kerre (A.) [ کره ] defa.

kerûbî (A.) [ کروبی ] büyük melek.

kervan (F.) [ کروان ] kafile, kervan.

kervansaray bk. karvanserây.

kes (F.) [ کس ] kişi, kimse.

kesâd (A.) [ کساد ] sürümsüz, kesat.

kesâfet (A.) [ کثافت ] 1.yoğunluk. 2.çokluk.

kesâlet (A.) [ کسالت ] tembellik, gevşeklik.

kesb (A.) [ کسب ] çalışarak kazanma.

kesbî (A.) [ کسبی ] çalışarak elde edilen.

kese (F.) [ کيسه ] torba, küçük torba.

kesîf (A.) [ کثيف ] 1.yoğun. 2.kalın. 3.koyu.

kesîr (A.) [ کثير ] çok, bol.

kesîrü’l-istimâl (A.) [ کثيراالستعمال ] çok kullanılan.

kesret (A.) [ کثرت ] çokluk, bolluk.

kesretle :(A.-T.) çokça, bolca.

kesretli (A.-T.) çok, fazla.

keşf (A.) [ کشف ] keşif, bulma, ortaya çıkarma.

Page 254: osmanlı türkçesi sözlüğü

254

keşif (A.) [ کشف ] keşfetme, bulma.

keşkûl (F.) [ کشکول ] 1.dilenci çanağı. 2.keşkül, bir tür tatlı.

keşmekeş (F.) [ کشمکش ] kargaşa, çekişme.

keştî (F.) [ کشتی ] gemi.

keştîbân (F.) [ کشتيبان ] kaptan.

ketif (A.) [ کتف ] 1.omuz. 2.kürek kemiği.

ketm (A.) [ کتم ] gizleme, saklama.

kettân (A.) [ کتان ] keten.

ketûm (A.) [ کتوم ] sır saklayan, ağzı sıkı.

kevâkib (A.) [ کواکب ] yıldızlar.

kevkeb (A.) [ کوکب ] yıldız.

kevkebe (A.) [ کوکبه ] gösteriş.

kevn (A.) [ کون ] varlık.

kevser (A.) [ کوثر ] 1.cennet. 2.cennetteki bir havuz.

keyd (A.) [ کيد ] hile, düzen.

keyf (A.) [ کيف ] keyif, afiyet.

keyfe mâ ittafak (A.) [ کيف ما اتفق ] rastgele.

keyfiyet (A.) [ کيفيت ] nitelik

keyfiyyet (A.) [ کيفيت ] nitelik.

keyhân (F.) [ کيهان ] dünya.

keyvan (F.) [ کيوان ] Satürn, Zuhal.

kezâ (A.) [ کذا ] aynı şekilde, böylece.

kezâlik (A.) [ کذالک ] aynı şekilde.

Page 255: osmanlı türkçesi sözlüğü

255

kezzâb (A.) [ کذاب ] çok yalancı.

kıbâb (A.) [ قباب ] kubbeler.

kıbel (A.) [ قبل ] taraf, yön.

kıble (A.) [ قبله ] 1.Kâbe tarafı. 2.güney. 3.güney rüzgarı.

kıbtî (A.) [ قبطی ] çingene.

kıdem (A.) [ قدم ] eskilik.

kıdve (A.) [ قدوه ] önder.

kılâ’ (A.) [ قالع ] kaleler.

kıllet (A.) [ قلت ] azlık.

kırâat (A.) [ قرائت ] okuma.

kırâat etmek okumak.

kırâathâne (A.-F.) [ قرائت خانه ] 1. kahvehane. 2.okuma salonu.

kıran (A.) [ قران ] 1.yakınlaşma. 2.iki gezegenin aynı burçta birbirine

yaklaşması.

kırba (A.) [ قربه ] deriden yapılmış su kabı.

kırtâsiye (A.) [ قرطاسيه ] kağıt işleri.

kısas (A.) [ قصه ] kıssalar, hikayeler.

kısm (A.) [ قسم ] kısım, bölüm.

kısmen (A.) [ قسما ] bir kısmı.

kısmet (A.) [ قسمت ] 1.nasip, pay. 2.bölme.

kıssa (A.) [ قصه ] 1.öykü, fıkra. 2.olay.

kıst (A.) [ قسط ] 1.taksit. 2.parça.

kıstas (A.) [ قسطاس ] 1.ölçü. 2.terazi.

Page 256: osmanlı türkçesi sözlüğü

256

kışr (A.) [ قشر ] kabuk.

kıt’a (A.) [ قطعه ] parça.

kıtal (A.) [ قتال ] 1.savaş. 2.birbirini öldürme.

kıyafet (A.) [ قيافت ] kılık, görünüm.

kıyâm (A.) [ قيام ] 1.kalkma. 2.ayaklanma.

kıyam etmek başkaldırmak, isyan etmek, ayaklanmak.

kıyamet (A.) [ قيامت ] 1.mahşer günü. 2.gürültü patırtı.

kıyas (A.) [ قياس ] karşılaştırma, mukayese.

kıymet (A.) [ قيمت ] değer.

kıymet vermek değer vermek.

kıymetbilmez (A.-T.) değer bilmeyen.

kıymetdar (A.-F.) [ قيمتدار ] değerli.

kıyr (A.) [ قير ] katran, zift.

kıyye (A.) [ قيه ] okka.

kibar (A.) [ کبار ] büyükler.

kibr (A.) [ کبر ] büyüklük taslama, şişinme.

kifayet (A.) [ کفایت ] 1.yeterli olma. 2.yararlılık.

kifâyetsizlik (A.-T.) yetersizlik.

kihâlet (A.) [ کحالت ] 1.göz hekimliği. 2.sürmecilik.

kîl (A.) [ قيل ] söz.

kilâb (A.) [ کالب ] köpekler.

kîle (A.) [ کيله ] kile.

kilîsa (F.) [ کليسا ] kilise.

Page 257: osmanlı türkçesi sözlüğü

257

kilk (F.) [ کلک ] kamış kalem.

kîlükâl (A.) [ قيل و قال ] dedikodu.

kilye (A.) [ کليه ] böbrek.

kimyâger (A.-F.) [ کيمياگر ] kimyacı.

kimyevî (A.) [ کيميوی ] kimyasal.

kinâyeâmîz (A.-F.) [ کنایه آميز ] kinayeli.

kindar (F.) [ کيندار ] kinci.

kînecû (F.) [ کينه جو ] kinci.

kirâm (A.) [ کرام ] 1.yüce kişiler. 2.cömertler.

kirâren (A.) [ کرارا ] defalarca.

kirbâs (A.) [ کرباس ] bez.

kirm (F.) [ کرم ] kurt, kurtçuk.

kirm-i ebrîşem [ کرم ابریشم ] ipek böceği.

kirm-i şebefruz [ زکرم شب افرو ] ateş böceği.

kîse (F.) [ کيسه ] 1.torba, kese. 2.para kesesi.

kisve (A.) [ کسوه ] giysi.

kisvet (A.) [ کسوت ] 1.giysi. 2.güreşçi kisbeti.

kîş (F.) [ کيش ] din.

kişt (F.) [ کشت ] ekin.

kiştzar (F.) [ کشتزار ] tarla.

kişver (F.) [ کشور ] ülke.

kişverküşâ (F.) [ کشورکشا ] fatih, ülkeler alan.

kitâb (A.) [ کتاب ] kitap.

Page 258: osmanlı türkçesi sözlüğü

258

kitâbe (A.) [ کتابه ] 1.mezar taşı yazısı. 2.yazıt.

kitabhâne (A.-F.) [ کتابخانه ] kütüphane.

kitmân (A.) [ کتمان ] sır saklama, ketumluk.

kitmân etmek saklamak.

kiyâset (A.) [ کياست ] zekilik, uyanıklık.

kizb (A.) [ کذب ] yalan.

köhne (F.) [ کهنه ] eski.

kubh (A.) [ قبح ] çirkinlik.

kubûr (A.) [ قبور ] mezarlar.

kûçe (F.) [ کوچه ] sokak.

kudât (A.) [ قضات ] kadılar.

kûdek (F.) [ کودک ] çocuk.

kudemâ (A.) [ قدما ] eskiler.

kudret (A.) [ قدرت ] güç.

kudsî (A.) [ قدسی ] kutsal.

kudsiyân (A.-F.) [ قدسيان ] melekler.

kudsiyet (A.) [ قدسيت ] kutsallık.

kudsiyetşiken (A.-F.) [ قدسيت شکن ] kutsallığı bozan; kutsal olan şeylere karşı

saygısız.

kudûm (A.) [ قدوم ] 1.gelme. 2.kudüm.

kudûmzen (A.-F.) [ قدوم زن ] kudüm çalan.

kûfe (F.) [ کوفه ] küfe.

kufl (A.) [ قفل ] kilit.

Page 259: osmanlı türkçesi sözlüğü

259

kûfte (F.) [ کوفته ] 1.ezik. 2.köfte.

kûh (F.) [ کوه ] dağ.

kûhân (F.) [ کوهان ] hörgüç.

kûhistan (F.) [ کوهستان ] dağlık.

kuhl (A.) [ کحل ] göz sürmesi.

kulel (A.) [ قلل ] 1.kuleler. 2.doruklar.

kullâb (A.) [ قالب ] kanca, çengel.

kulle (A.) [ قله ] 1.kule. 2.doruk.

kulûb (A.) [ قلوب ] kalpler.

kumâr (A.) [ قمار ] kumar.

kumâş (A.) [ قماش ] kumaş.

kumrî (A.) [ قمری ] kumru.

kûr (F.) [ کور ] kör.

kur’a (A.) [ قرعه ] kur’a, ad çekme.

kurâ (A.) [ قراء ] köyler.

kurâze (A.) [ قراضه ] kırıntı, döküntü.

kurb (A.) [ قرب ] 1.yakınlık. 2.yakın.

kûre (F.) [ کوره ] kuyumcu ocağı.

kûrî (F.) [ کوری ] körlük.

kurrâ (A.) [ قراء ] Kur’ân okuyucular.

kurs (A.) [ قرص ] yuvarlak.

kurûn (A.) [ قرون ] 1.yüzyıllar. 2.çağlar.

kurûn-i kadîme (F.) [ قرون قدیمه ] eski çağlar.

Page 260: osmanlı türkçesi sözlüğü

260

kurûn-i ûlâ [ قرون اولی ] ilkçağ.

kurûn-i vüstâ [ قرون وسطی ] ortaçağ.

kûs (F.) [ کوس ] kös, büyük davul.

kûse (F.) [ کوسه ] köse.

kusûr (A.) [ قصور ] 1.kasırlar. 2.eksiklik, hata, ihmal.

kusur eylemek ihmalde bulunmak, hata yapmak.

kûşe (F.) [ کوشه ] köşe.

kûşiş (F.) [ کوشش ] çaba.

kûşk (F.) [ کوشک ] köşk.

kût (A.) [ قوت ] azık, yiyecek.

kûtah (F.) [ کوتاه ] kısa.

kûtahnazar (F.-A.) [ کوتاه نظر ] kıt görüşlü, basiretsiz.

kutb (A.) [ قطب ] kutup.

kutn (A.) [ قطن ] pamuk.

kutr (A.) [ قطر ] çap.

kuûd (A.) [ قعود ] oturma.

kuvâ (A.) [ قوا ] güçler, kuvvetler.

kuvve (A.) [ قوه ] güç, kuvvet.

kuvve-i muhayyile [ ء مخيلهقوه ] hayal gücü.

kuvve-i müeyyide [ قوهء مؤیده ] yaptırım gücü.

kuvvet (A.) [ قوت ] 1.güç. 2.askerî güç.

kûy (F.) [ کوی ] 1.köy. 2.sokak. 3.sevgilinin evinin bulunduğu yer.

kuyûd (A.) [ قيود ] 1.bağlar. 2.kayıtlar.

Page 261: osmanlı türkçesi sözlüğü

261

kuyûdat (A.) [ قيودات ] kayıtlar.

kuzât (A.) [ قضات ] kadılar.

kûze (F.) [ کوزه ]] testi.

kübrâ (A.) [ کبرا ] en büyük.

küdûr (A.) [ کدور ] kederler.

küdûret (A.) [ کدورت ] 1.bulanıklık. 2.tasa.

küffar (A.) [ کفار ] kafirler.

küfr (A.) [ کفر ] 1.kafirlik. 2.küfür.

küfrbâz (A.-F.) [ کفرباز ] küfürbaz.

kühen (F.) [ کهن ] eski.

külah (F.) [ کاله ] şapka.

külbe (F.) [ کلبه ] kulübe.

küleh (F.) [ کله ] külah, şapka.

külfet (A.) [ کلفت ] 1.zahmet. 2.merasim.

küll (A.) [ کل ] tüm, bütün.

küllî (A.) [ کلی ] 1.genel. 2.çok.

külliyyen (A.) [ کليا ] tamamen, tümü.

künc (F.) [ کنج ] köşe.

küngüre (F.) [ کنگره ] şerefe.

künh (A.) [ کنه ] asıl, öz.

künûn (F.) [ کنون ] şimdi.

künûz (A.) [ کنوز ] hazineler.

küre (A.) [ کره ] küre.

Page 262: osmanlı türkçesi sözlüğü

262

küre-i arz [ کرهء ارض ] yerküre, dünya.

kürevî (A.) [ کروی ] küresel.

kürre (F.) [ کره ] 1.sıpa. 2.tay.

kürsî (A.) [ کرسی ] 1.kürsü, taht. 2.başkent.

küsûf (A.) [ کثوف ] 1.güneş tutulması. 2.tutulma.

küsûr (A.) [ کسور ] 1.kesirler. 2.parçalar.

küşad (F.) [ کشاد ] 1.açma. 2.açılma, açılış.

küşâd etmek açılış yapmak, açmak.

küştî (F.) [ کشتی ] güreş.

küttâb (A.) [ کتاب ] kâtipler, yazıcılar.

kütüb (A.) [ کتب ] kitaplar.

kütübhâne (A.-F.) [ کتبخانه ] kütüphane.

Page 263: osmanlı türkçesi sözlüğü

263

L

lâ (A.) [ ال ] 1.hayır. 2.yoktur.

la’l (A.) [ لعل ] 1.al. 2.lal taşı. 3.kırmızı dudak.

lâakal (A.) [ الاقل ] en azından, hiç olmazsa.

lâbe (F.) [ البه ] yalvarma.

lâbis (A.) [ البس ] giyen.

lâbis olmak giymek.

lâbüd (A.) [ البد ] gerekli, lazım.

lâcerem (A.) [ الجرم ] kuşkusuz.

lâcverd (F.) [ الجورد ] lacivert.

lâdînî (A.) [ الدینی ] laik, din dışı.

lâf (F.) [ الف ] söz.

lafazan (F.) [ الفزن ] geveze.

lafız (A.) [ لفظ ] söz.

lâfügüzâf (F.) [ الف و گزاف ] boş söz, zırva.

lafz (A.) [ لفظ ] söz, lafız.

lafzî (A.) [ لفظی ] lafız ile ilgili, söz ile ilgili.

lâgar (F.) [ الغر ] zayıf, cılız.

lağv (A.) [ لغو ] 1.kaldırma. 2.boşuna.

lağvedilmek (A.-T.) 1.kaldırılmak. 2.hükümsüz kılınmak.

lağvetmek (A.-T.) 1.kaldırmak. 2.hükümsüz kılmak.

Page 264: osmanlı türkçesi sözlüğü

264

lağvolmak (A.-T.) 1.kaldırılmak. 2.hükümsüz kalmak.

lağvolunmak (A.-T.) 1.kaldırılmak. 2.hükümsüz kılınmak.

lağz (A.) [ لغز ] sürçme.

lağziş (F.) [ لغزش ] sürçme, kayma.

lahd (A.) [ لحد ] mezar, lahit.

lahika (A.) [ الحقه ] ek.

lahm (A.) [ لحم ] et.

lahn (A.) [ لحن ] 1.uyum. 2.tavır. 3.dil.

laht (F.) [ لخت ] parça.

lâhûtî (A.) [ الهوتی ] ilahî.

lahza (A.) [ لحظه ] an, lahza.

laîn (A.) [ لعين ] lanetlenmiş.

lakab (A.) [ لقب ] lakap.

lâkayd (A.) [ القيد ] kayıtsız.

lâkaydî (A.) [ القيدی ] kayıtsızlık.

lâkin (A.) [ لکن ] ancak, ne var ki.

laklâk (A.) [ لقالق ] leylek.

laklaka (A.) [ لقلقه ] boş laf.

lâl (F.) [ الل ] dilsiz.

lâle (F.) [ الله ] lale çiçeği.

lâlekâ (F.) [ اللکا ] 1.pabuç. 2.taç, ibik.

lâlettayin (A.) [ ال علی التعيين ] gelişigüzel.

lâlezar (F.) [ الله زار ] lale bahçesi.

Page 265: osmanlı türkçesi sözlüğü

265

lâmehâle (A.) [ لهالمحا ] ister istemez, çaresiz.

lâmekan (A.) [ المکان ] mekansızlık.

lâmi’ (A.) [ المع ] parlayan.

lâmia (A.) [ المعه ] parlayan.

lâmise (A.) [ المسه ] dokunma duyusu.

lâne (F.) [ النه ] yuva.

lanet (A.) [ لعنت ] lanet, beddua.

lâsiyyema (A.) [ السيما ] özellikle.

lâşe (F.) [ الشه ] leş.

lâşehâr (F.) [ الشه خوار ] leş yiyen.

latif (A.) [ لطيف ] hoş, yumuşak.

latife (A.) [ لطيفه ] şaka.

latife etmek (A.-T.) şaka yapmak.

latifegû (A.-F.) [ لطيفه گو ] şakacı.

latme (A.) [ لطمه ] tokat.

lâubali (A.) [ الابالی ] kayıtsız, gamsız.

lâubalîlik (A.-T.) kayıtsızlık, gamsızlık.

lây (F.) [ الی ] 1.çamur. 2.tortu.

lâya’kil (A.) [ الیعقل ] kendinde olmayan.

lâyemut (A.) [ الیموت ] ölümsüz.

lâyenkatı (A.) [ الینقطع ] kesintisiz, sürekli.

lâyetecezza (A.) [ الیتجزا ] parçalanmaz, ayrılmaz.

lâyetegayyer (A.) [ الیتغير ] değişmez.

Page 266: osmanlı türkçesi sözlüğü

266

lâyetenâhi (A.) [ ال یتناهی ] sonsuz.

lâyetezelzül (A.) [ ال یتزلزل ] sarsılmaz.

lâyiha (A.) [ الیحه ] tasarı.

lâyuad (A.) [ الیعد ] sayısız.

lâzevâl (A.) [ الزوال ] yok olmaz, ölümsüz.

lâzım (A.) [ الزم ] 1.gerekli. 2.geçişsiz.

lâzıme (A.) [ الزمه ] gerekli.

leâli (A.) [ لئالی ] inciler.

leb (F.) [ لب ] dudak.

lebâleb (F.) [ لبالب ] ağzına kadar dolu.

leben (A.) [ لبن ] süt.

leb-i derya (F.) [ لب دریا ] sahil, deniz kenarı.

lecâcet (A.) [ لجاجت ] inat.

lecûc (A.) [ لجوج ] inatçı.

ledünnî (A.) [ لدنی ] Tanrı sırlarıyla ilgili.

leffen (A.) [ لفا ] ilişikte.

leh (A.) [ له ] yan, yana, yararına.

lehv (A.) [ لهو ] 1.oyun. 2.yararı olmayan işler.

leîm (A.) [ لئيم ] alçak.

leîmâne (A.-F.) [ لئيمانه ] alçakça.

leked (F.) [ لکد ] 1.tekme. 2.çifte.

lekedâr (F.) [ لکه دار ] lekeli.

lem’a (A.) [ لمعه ] parıltı.

Page 267: osmanlı türkçesi sözlüğü

267

lemeân (A.) [ لمعان ] parıldama.

lemeât (A.) [ لمعات ] parıltılar.

lems (A.) [ لمس ] dokunma.

lemyezel (A.) [ لم یزل ] 1.yok olmayan, kalıcı. 2.Tanrı.

leng (F.) [ لنگ ] aksak, topal.

lerzân (F.) [ لرزان ] titrek.

lerziş (F.) [ لرزش ] titreme.

leşker (F.) [ لشکر ] 1.asker. 2.ordu.

letâfet (A.) [ لطافت ] 1.hoşluk. 2.yumuşaklık. 3.güzellik.

letâif (A.) [ لطائف ] şakalar, fıkralar, latifeler.

levâhık (A.) [ لواحق ] ekler.

levâyih (A.) [ لوایح ] tasarılar.

levâzım (A.) [ لوازم ] gereçler, gerekli şeyler.

levend (F.) [ لوند ] 1.Osmanlı deniz eri. 2.ayyaş. 3.zampara. 4.kabadayı.

levh (A.) [ لوح ] levha.

levha (A.) [ لوحه ] plaka, tabela.

levn (A.) [ لون ] 1.renk. 2.tür.

levs (A.) [ لوث ] pislik.

levze (A.) [ لوزه ] 1.badem. 2.bademcik.

leyâlî (A.) [ ليالی ] geceler.

leyl (A.) [ ليل ] gece.

leyle (A.) [ ليله ] gece.

leylî (A.) [ ليلی ] yatılı.

Page 268: osmanlı türkçesi sözlüğü

268

leylünehâr (A.) [ ليل و نهار ] gece gündüz.

leyyin (A.) [ لين ] yumuşak.

lezâiz (A.) [ لذات ] lezzetler.

lezîz (A.) [ لذیذ ] lezzetli.

lezzât (A.) [ لذات ] 1.lezzetler. 2.zevkler.

lezzet (A.) [ لذت ] 1.lezzet, tad. 2.zevk.

libas (A.) [ لباس ] giysi.

licâm (F.) [ لجام ] gem.

lifâfe (A.) [ لفافه ] sargı.

ligâm (F.) [ لگام ] 1.gem. 2.dizgin.

lihâf (A.) [ لحاف ] yorgan.

lihye (A.) [ لحيه ] sakal.

lîk (F.) [ ليک ] ama ancak.

likâ (A.) [ لقا ] 1.buluşma. 2.yüz.

lîme (F.) [ ليمه ] parça.

lîmû (F.) [ ليمو ] limon.

lisân (A.) [ لسان ] dil.

lisanî (A.) [ لسانی ] dil ile ilgili.

lisâniyyat (A.) [ لسانيات ] dilbilim.

lise (A.) [ لثه ] diş eti.

livâ (A.) [ لوا ] sancak, bayrak.

livata (A.) [لواطه ] kulamparalık, oğlancılık.

liyakat (A.) [ لياقت ] yaraşma.

Page 269: osmanlı türkçesi sözlüğü

269

lu’bet (A.) [ لعبت ] oyuncak.

lu’betbaz (A.-F.) [ لعبت باز ] kuklacı.

luâb (A.) [ لعاب ] salya.

lugât (A.) [ لغات ] 1.sözlük. 2.kelimeler.

lugat (A.) [ لغت ] 1.söz. 2.sözlük. 3.kelime.

lugaz (A.) [ لغز ] bilmece.

lukme (A.) [ لقمه ] lokma.

lûle (F.) [ لوله ] 1.boru. 2.lüle, kağıt külah.

lutf (A.) [ لطف ] 1.iyilik, lütuf. 2.güzellik.

lutfeylemek ilgi göstermek, iyilik etmek.

lutfkâr (A.-F.) [ لطفکار ] lütuf sahibi.

lutufdîde (A.-F.) [ لطف دیده ] iyilik görmüş, lütuf görmüş.

lutufkâr (A.-F.) [ لطفکار ] lütuf sahibi.

lü’lü (A.) [ لؤلؤ ] inci.

lübb (A.) [ لب ] öz.

lücce (A.) [ لجه ] 1.kalabalık. 2.gümüş. 3.deniz, engin su.

lüknet (A.) [ لکنت ] dil tutukluğu.

lüle (F.) [ لوله ] 1.boru. 2.lüle, kağıt külah.

lüzum (A.) [ لزوم ] gereklilik, lazım olma.

lüzum görmek gerekli bulmak.

Page 270: osmanlı türkçesi sözlüğü

270

M

mâ (A.) [ ما ] su.

mâ (F.) [ ما ] biz.

ma’âyib (A.) [ معایب ] kusurlar, ayıplar.

ma’ber (A.) [ معبر ] geçit.

ma’ni (A.) [ معنی ] anlam.

ma’raz (A.) [ معرض ] sergi.

ma’reke (A.) [معرکه ] savaş alanı.

ma’şerî (A.) [ معشری ] kollektif.

maâbid (A.) [ معابد ] mabetler, ibadet yerleri.

maâbir (A.) [ معابر ] geçitler.

maâd (A.) [ معاد ] 1.dönüş yeri. 2.ahiret.

mâadâ (A.) [ ماعدا ] dışında, -den başka, başka, öte, yanı sıra.

maâdin (A.) [ معادن ] madenler.

maalesef (A.) [ مع األسف ] ne yazık ki.

maalmemnûniye (A.) [ مع الممنونيه ] seve seve.

maânî (A.) [ معانی ] anlamlar.

maârif (A.) [ معارف ] 1.bilimler. 2.kültür. 3.Millî Eğitim Bakanlığı.

maarif nezareti millî eğitim bakanlığı.

maâş (A.) [ معاش ] 1.geçim. 2.aylık.

Page 271: osmanlı türkçesi sözlüğü

271

maatteessüf (A.) [ مع التأسف ] ne yazık ki, üzülerek, maalesef.

maazâlik (A.) [ مع ذلک ] bununla birlikte.

maâzallah (A.) [ معاذ اهللا ] Allah esirgesin.

mâba’dut-tabîa (A.) [ مابعدالطبيعه ] fizik ötesi, doğa ötesi.

mâba’duttabîiyye (A.) [ مابعدالطبيعيه ] metafizik, doğa ötesi.

mâbad (A.) [ مابعد ] sonraki.

mâbadı var (A.-T.) devam edecek, sürecek, arkası var.

mabed (A.) [ معبد ] 1.tapınak. 2.ibadethane.

mâbeyn (A.) [ مابين ] 1.arası. 2.padişah sarayı.

mabud (A.) [ دمعبو ] ibadet edilen,

mâcera (A.) [ ماجرا ] 1.cereyan eden. 2.serüven.

mâceraperest (A.-F.) [ ماجراپرست ] maceracı.

maceraperestî (A.-F.) [ ماجراپرستی ] maceracılık, maceraperestlik.

mâdâmülhayat (A.) [ مادامالحيات ] ömür boyu.

madde be madde (A.-F.) [ ماده بماده ] madde madde.

maddî (A.) [ مادی ] 1.madde ile ilgili. 2.materyalist.

maddiyet (A.) [ مادیت ] maddîlik.

maddiyye (A.) [ مادیه ] 1.madde ile ilgili. 2.matetaryalist.

mâde (F.) [ ماده ] dişi.

mâdelet (A.) [ معدلت ] adalet.

madeniyyât (A.) [ معدنيات ] madencilik bilimi, mineraloji.

mâder (F.) [ مادر ] anne.

maderî (F.) [ مادری ] anne ile ilgili, ana tarafı.

Page 272: osmanlı türkçesi sözlüğü

272

mâderzâd (F.) [ مادرزاد ] anadan doğma.

mâdiyân (F.) [ مادیان ] kısrak.

madûd (A.) [ معدود ] sayılı.

madûd olmak sayılmak.

mâdum (A.) [ معدوم ] yok olmuş.

mâdumiyet (A.) [ معدوميت ] yokluk.

mâdun (A.) [ مادون ] ast, aşağıda, alt.

mâfevk (A.) [ مافوق ] üst, üstü, yukarısı.

mafsal (A.) [ مفصل ] eklem.

magâre (A.) [ مغاره ] mağara.

mağâk (F.) [ مغاک ] 1.çukur. 2.mezar.

mağâzî (A.) [ مغازی ] 1.savaşlar, gazalar. 2.savaş öyküleri.

mağbûn (A.) [ مغبون ] aldatılmış.

mağdûr (A.) [ مغدور ] haksızlığa uğramış.

mağdur etmek haksızlığa uğratarak zor durumda bırakmak.

mağdur olmak haksızlığa uğramayarak zor durumda kalmak.

mağduriyet (A.) [ مغدوریت ] haksızlığa uğrama, mağdur olma.

mağfiret (A.) [ مغفرت ] yarlıgama.

mağfiret etmek yarlıgamak.

mağfur (A.) [ مغفور ] yarlıganmış.

mağlata (A.) [ مغلطه ] laf salatası, yanıltmaca.

mağlub (A.) [ مغلوب ] yenik.

mağmûm (A.) [ مغموم ] gamlı, kederli.

Page 273: osmanlı türkçesi sözlüğü

273

mağrib (A.) [ مغرب ] 1.batı. 2.akşam namazı. 3.Kuzeybatı Afrika. 4.Fas.

mağrur (A.) [ مغرور ] gururlu, kendini beğenmiş.

mağrûr olmak gururlanmak.

mağrûrane (A.-F.) [ مغرورانه ] gururlanarak, kendini beğenerek.

mağsub (A.) [ مغصوب ] gaspedilmiş.

mağşuş (A.) [ مغشوش ] karışmış.

mağz (F.) [ مغز ] 1.beyin. 2.iç, öz. 3.ilik.

mağzûb (A.) [ مغضوب ] gazaba uğratılmış.

mâh (F.) [ ماه ] ay.

mahabbet (A.) [ محبت ] sevgi.

mahabbet eylemek sevmek.

mahâfil (A.) [ محافل ] 1.mahfiller. 2.toplantı yerleri.

mahâkim (A.) [ محاکم ] mahkemeler.

mahal (A.) [ محل ] yer.

mahall (A.) [ محل ] yer.

mahallî (A.) [ محلی ] 1.yerel. 2.yerli.

mahalliye (A.) [ محليه ] yerel.

mâhâne (F.) [ ماهانه ] aylık.

mahâret (A.) [ مهارت ] beceri.

mâhasal (A.) [ حصلما ] sonuç.

mahâsin (A.) [ محاسن ] iyilikler, güzellikler.

mâhazar (A.) [ ماحضر ] hazırda olan.

mahâzin (A.) [ مخازن ] mahzenler.

Page 274: osmanlı türkçesi sözlüğü

274

mahâzîr (A.) [ محاذیر ] sakıncalar.

mahbes (A.) [ محبس ] hapishane.

mahbûb (A.) [ محبوب ] 1.sevilen. 2.sevgili.

mahbus (A.) [ محبوس ] 1.hapsedilmiş. 2.hapishane.

mahcûb (A.) [ محجوب ] 1.örtülmüş. 2.utangaç.

mahcûb etmek utandırmak.

mahcûb olmak utanmak.

mahcûbiyet (A.) [ محجوبيت ] utangaçlık.

mahcûz (A.) [ محجوظ ] hacizli.

mahcûz olmak haczedilmek.

mahdud (A.) [ دودمح ] sınırlı, kasıtlı.

mahdum (A.) [ مخدوم ] oğul.

mâhe (F.) [ ماهه ] matkap.

mahfaza (A.) [ محفظه ] kutu, kap.

mahfî (A.) [ مخفی ] gizli.

mahfil (A.) [ محفل ] 1.toplantı yeri. 2.cami mahfili.

mahfiyyen (A.) [ مخفيا ] gizlice.

mahfuz (A.) [ محفوظ ] korunmuş, saklanmış.

mâh-ı nev (F.) [ ماه نو ] hilal, ay.

mâh-ı sipihr [ ماه سپهر ] ay, gökyüzündeki ay.

mâhî (F.) [ ماهی ] balık.

mahir (A.) [ ماهر ] becerili, maharetli.

mahiyet (A.) [ ماهيت ] asıl, esas, içyüzü.

Page 275: osmanlı türkçesi sözlüğü

275

mahkûk (A.) [ محکوک ] kazılmış, kazılarak yazılmış, yontulmuş.

mahkum (A.) [ محکوم ] hüküm giymiş.

mahkûm etmek hüküm giydirmek.

mahkum olmak hüküm giymek.

mahlas (A.) [ مخلص ] takma ad.

mahlû (A.) [ مخلوع ] tahttan indirilmiş.

mahluk (A.) [ مخلوق ] yaratık.

mahlul (A.) [ لمحلو ] erimiş, çözülmüş, hallolmuş.

mahlut (A.) [ مخلوط ] karışık.

mahmûd (A.) [ محمود ] 1.övülmüş. 2.hamd edilmiş.

mahmul (A.) [ محمول ] yüklü.

mahmur (A.) [ مخمور ] uykulu, baygın.

mâhpâre (F.) [ ماه پاره ] 1.ay parçası. 2.çok güzel.

mahrec (A.) [ رجمخ ] çıkış yeri.

mahrem (A.) [ محرم ] 1.nikah düşmeyen. 2.gizli.

mâhru (F.) [ ماهرو ] ay yüzlü, güzel yüzlü.

mahruk (A.) [ محروق ] yanık, yanmış.

mahrûkat (A.) [ محروقات ] yakacak.

mahrum (A.) [ محروم ] yoksun.

mahrum etmek yoksun bırakmak.

mahrum olmak yoksun kalmak.

mahrumiyet (A.) [ محروميت ] yoksunluk, mahrumluk.

mahrut (A.) [ مخروط ] koni.

Page 276: osmanlı türkçesi sözlüğü

276

mahsûb (A.) [ محسوب ] hesap edilen.

mahsûl (A.) [ محصول ] ürün, sonuç.

mahsur (A.) [ محصور ] kuşatılmış.

mahsus (A.) [ مخصوص ] 1.özgü, ayrılmış. 2.bilerek.

mahsûs (A.) [ مخصوص ] hissedilen, hissedilir.

mahşer (A.) [ محشر ] 1.kıyamet yeri. 2.aşırı kalabalık.

mâhtâb (F.) [ ماهتاب ] mehtap.

mahtûm (A.) [ مختوم ] mühürlü.

mahtût (A.) [ مخطوط ] 1.yazılı. 2.çizili.

mahv (A.) [ محو ] 1.yok etme. 2.yok olma.

mahvetmek (A.-T.) yok etmek.

mahz (A.) [ محض ] sırf, sade, tam.

mahzar (A.) [ محضر ] 1.huzur, kat. 2.görünüş.

mahzun (A.) [ محزون ] hüzünlü.

mahzun etmek hüzünlendirmek.

mahzun olmak hüzünlenmek.

mahzûnane (A.-F.) [ محزونانه ] hüzünlü bir halde.

mahzur (A.) [ محذور ] sakınca.

mahzur görmek sakıncalı bulmak.

mahzûzat (A.) [ محظوظات ] hoşa gidecek şeyler.

mâî (A.) [ مائی ] 1.su ile ilgili. 2.mavi.

mâ-i mukattar [ ماء مقطر ] damıtık su.

mâide (A.) [ مائده ] sofra.

Page 277: osmanlı türkçesi sözlüğü

277

mâil (A.) [ مائل ] 1.eğilimli, istekli. 2.eğimli, meyilli. 3.çalan.

mâil olmak eğilim göstermek.

maîşet (A.) [ معيشت ] geçim, dirlik.

maiyyet (A.) [ معيت ] birlik, beraberlik, yanında bulunma.

mak’ad (A.) [ مقعد ] 1.makat, kıç. 2.minder.

makâbir (A.) [ مقابر ] mezarlar, kabirler.

mâkabl (A.) [ ماقبل ] önceki, önü.

mâkablettârih (A.) [ ماقبل التاریخ ] tarih öncesi.

makâl (A.) [ مقال ] söz.

makam (A.) [ مقام ] 1.yer. 2.kat, huzur. 3.musikî makamı

makâmat (A.) [ مقامات ] makamlar.

makarr (A.) [ مقر ] 1.başkent. 2.merkez.

makâsıd (A.) [ مقاصد ] maksatlar.

makber (A.) [ مقبر ] mezar.

makbere (A.) [ مقبره ] mezar.

makbul (A.) [ مقبول ] kabul edilen, beğenilen.

makbuz (A.) [ مقبوض ] 1.alınmış. 2.alındı belgesi.

makdem (A.) [ مقدم ] gelme, geliş.

makdur (A.) [ مقدور ] 1.güç. 2.elden gelen.

makes (A.) [ معکس ] yansıma yeri.

makes bulmak (A.-T.) yansımak, yansıyacak yer bulmak.

makes olmak (A.-T.) yansıtmak, yansıma yeri olmak.

makhûr (A.) [ مقهور ] 1.kahrolmuş, yenilmiş. 2.gazaba uğramış.

Page 278: osmanlı türkçesi sözlüğü

278

mâkiyan (F.) [ ماکيان ] tavuk.

makrun (A.) [ مقرون ] yakın.

maksad (A.) [ مقصد ] amaç.)

maksûd (A.) [ مقصود ] istenilen, maksat.

makta (A.) [ مقطع ] 1.kesim yeri. 2.kesit.)

maktel (A.) [ مقتل ] 1.öldürme yeri. 2.ünlü birinin ölümü üzerine yazılan şiir.

maktû (A.) [ مقطوع ] 1.kesilmiş, kesik. 2.pazarlık yapılmaz.

maktül (A.) [ مقتول ] öldürülen.

maktül olmak öldürülmek.

mâkul (A.) [ معقول ] akla uygun.

makûlat (A.) [ معقوالت ] aklî bilgiler.

makûle (A.) [ مقوله ] kategori.

makûs (A.) [ معکوس ] 1.ters. 2.uğursuz.

mal (A.) [ الم ] 1.mal. 2.servet.

mâlâmâl (F.) [ ماالمال ] dopdolu.

mâlî (A.) [ مالی ] 1.mal ile ilgili. 2.maliye ile ilgili.

mâlihulya (Yun.-A.) [ مالی خوليا ] melankoli.

mâlik (A.) [ مالک ] sahip.

mâlikiyet (A.) [ مالکيت ] sahip olma.

maliye (A.) [ ماليه ] devletin gelir ve gider işlerini takip eden bakanlık ve ona

bağlı daireler.

malûl (A.) [ معلول ] özürlü, hastalıklı.

malûlen (A.) [ معلوال ] sakatlanmış olarak, özürlü olarak.

Page 279: osmanlı türkçesi sözlüğü

279

malûlîn (A.) [ معلولين ] hastalar, sakatlar.

malûm (A.) [ معلوم ] bilinen.

malûm olmak anlaşılmak, bilinmek.

malûmat (A.) [ معلومات ] bilgi.

malûmatfurûş (A.-F.) [ معلومات فروش ] bilgiçlik taslayan.

malûmatfurûşluk (A.-F.-T.) bilgiçlik taslama.

malûmatfurûşluk etmek bilgiçlik taslamak.

mâmafih (A.) [ مع مافيه ] bununla birlikte.

mâmelek (A.) [ ماملک ] sahip olunan.

mamûl (A.) [ معمول ] 1.yapılmış, imal edilmiş. 2.alışılmış.

mamûlat (A.) [ معموالت ] imal edilenler.

mamûlün fevkinde alışılmışın ötesinde.

mamûr (A.) [ معمور ] bayındır, imar edilmiş.

mamûr edilmek bayındırlaştırılmak, imar edilmek.

mamûr etmek bayındırlaştırmak.

mamûr olmak bayındır olmak.

mamûre (A.) [ معموره ] bayındır yer.

mamûriyet (A.) [ معموریت ] bayındırlık.

mana (A.) [ معنی ] anlam.

manalandırmak anlam kazandırmak.

manen (A.) [ معنا ] 1.mana yolu ile. 2.gönülden.

mânend (F.) [ مانند ] gibi.

manevî (A.) [ معنوی ] 1.anlam ile ilgili. 2.ruh ile ilgili.

Page 280: osmanlı türkçesi sözlüğü

280

maneviyat (A.) [ معنویات ] 1.manaya dayalı şeyler. 2.moral değerler.

mani (A.) [ معنی ] engel.

mani olmak engel olmak.

mânia (A.) [ مانعه ] engel.

manidar (A.-F.) [ معنی دار ] anlamlı.

mansıb (A.) [ منصب ] devlet memuriyetindeki makam.

mansıbdar (A.-F.) [ منصبدار ] makam sahibi devlet memuru.

mansur (A.) [ منصور ] Tanrı’nın yardımıyla zafer kazanan.

mantıkan (A.) [ منطقا ] mantık bakımından.

mantıkî (A.) [ منطقی ] mantıklı.

mantıkiyyûn (A.) [ منطقيون ] mantıkçılar, mantık bilginleri.

manzar (A.) [ منظر ] 1.seyir yeri. 2.görünüş. 3.yüz.

manzara (A.) [ منظره ] görünüm.

manzum (A.) [ منظوم ] nazmedilmiş.

manzûmât (A.) [ منظومات ] manzumeler.

manzûme (A.) [ منظومه ] 1.dizilmiş. 2.vezinli söz, şiir. 3.sistem.

manzur (A.) [ منظور ] 1.bakılan. 2.dikkat çeken.

manzur olmak görülmek, göze çarpmak.

mâr (F.) [ مار ] yılan.

maraz (A.) [ مرض ] hastalık.

marazî (A.) [ مرضی ] hastalıklı, hastalkla ilgili.

mârgîr (F.) [ مارگير ] yılancı, yılan tutan.

marifet (A.) [ معرفت ] 1.bilme. 2.ustalık, beceri. 3.aracı.

Page 281: osmanlı türkçesi sözlüğü

281

mariz (A.) [ مریض ] hasta.

mârpîç (F.) [ مارپيچ ] marpuç, nargile marpucu.

maruf (A.) [ معروف ] 1.bilinen. 2.ünlü, tanınmış.

marûf olmak tanınmak, bilinmek.

maruz (A.) [ معروض ] 1.arzedilen, sunulan. 2.karşı karşıya kalma, tutulma.

maruz olmak karşı karşıya kalmak.

maruzat (A.) [ معروضات ] sunulanlar, arzedilecek şeyler.

mâsabak (A.) [ ماسبق ] geçen, geçmiş.

masâri (A.) [ عمصار ] dizeler, mısralar.

masârif (A.) [ مصارف ] harcamalar.

masdar (A.) [ مصدر ] 1.çıkış yeri, kaynak. 2.masdar.

mâsebak (A.) [ ماسبق ] geçen, geçmiş.

mashara (A.) [ مسخره ] soytarı.

mâsiva (A.) [ ماسوی ] 1.Tanrı’nın dışındaki varlıklar. 2.dünyaya özgü her şey.

masiyet (A.) [ معصيت ] 1.günah. 2.isyan.

maskat (A.) [ مسقط ] 1.düşüş yeri.

maskat-ı re’s [ مسقط رأس ] doğum yeri.

maslahat (A.) [ مصلحت ] 1.iş. 2.dirlik düzenlik.

maslahatgüzar (A.-F.) [مصلحت گزار ] elçi adına devlet işlerini yürüten.

masnû (A.) [ مصنوع ] 1.yapma, yapay. 2.sanatlı.

masraf (A.) [ مصرف ] harcama, gider.

masrû (A.) [ مصروع ] saralı.

masrûf (A.) [ مصروف ] harcanmış.

Page 282: osmanlı türkçesi sözlüğü

282

masruf olmak harcanmak.

mass (A.) [ مص ] emme.

massetmek emmek, çekmek.

mâst (F.) [ ماست ] yoğurt.

mastaba (A.) [ مصطبه ] 1.meyhane. 2.sedir.

masum (A.) [ معصوم ] 1.suçsuz, günahsız. 2.küçük çocuk.

masumane (A.-F.) [ معصومانه ] masumca.

masume (A.) [ معصومه ] 1.suçsuz, günahsız. 2.küçük kız çocuğu.

masumiyet (A.) [ معصوميت ] masumluk, suçsuzluk.

masûn (A.) [ مصون ] korunmuş, saklanmış.

masûn kalmak korunmak, zarar gelmemek.

mâşe (F.) [ ماشه ] maşa.

maşer (A.) [ معشر ] toplum.

maşerî (A.) [ معشری ] kollektif, ortaklaşa.

mâşıta (A.) [ ماشطه ] kadın makyajcısı, kadın kuaförü.

mâşî (A.) [ ماشی ] yürüyen.

mâşiyen (A.) [ ماشيا ] yürüyerek.

maşrık (A.) [ مشرق ] doğu.

maşûk (A.) [ معشوق ] (erkek) sevgili.

maşuka (A.) [ معشوقه ] (bayan) sevgili.

matbaa (A.) [ مطبعه ] basımevi.

matbah (A.) [ مطبخ ] mutfak.

matbû (A.) [ مطبوع ] 1.basılı. 2.hoşa giden, hoş.

Page 283: osmanlı türkçesi sözlüğü

283

matbûat (A.) [ مطبوعات ] 1.basın. 2.basılı şeyler.

mâtem (A.) [ ماتم ] yas.

mâtem tutmak yas tutmak.

mâtemdar (A.-F.) [ ماتمدار ] yaslı.

mâtemî (A.-F.) [ ماتمی ] yaslı.

mâtemli (A.-T.) yaslı.

mâtemserâ (A.-F.) [ ماتمسرا ] yas tutulan ev.

mâtemzede (A.-F.) [ ماتم زده ] yaslı.

matla (A.) [ مطلع ] 1.doğuş yeri. 2.kaside ve gazelin ilk beyti.

matlab (A.) [ مطلب ] 1.konu. 2.istek.

matlub (A.) [ مطلوب ] 1.istenilen, aranan. 2.alacak.

matlûb etmek istemek.

matrûd (A.) [ مطرود ] kovulmuş.

matrûş (A.) [ مطروش ] 1.sakalsız. 2.tıraşlanmış.

matuf (A.) [ معطوف ] yönelik, çevrili.

matûh (A.) [ معتوه ] bunak, bunamış.

matûhe (A.) [ معتوهه ] bunak, bunamış (bayan).

mâvaka (A.) [ ماوقع ] olup biten.

mâverâ (A.) [ ماورا ] 1.öte, ötesinde. 2.ahiret, öbür dünya.

mavtın (A.) [ موطن ] yurt tutulan yer.

mâye (F.) [ مایه ] 1.maya. 2.para. 3.mal. 4.güç.

mâyedar (F.) [ مایه دار ] 1.mayalı. 2.paralı. 3.mal sahibi. 4.güçlü.

mâyi (A.) [ مایع ] sıvı.

Page 284: osmanlı türkçesi sözlüğü

284

mayûb (A.) [ معيوب ] 1.kusurlu. 2.ayıplanmış.

mazanna (A.) [ مظنه ] 1.ermiş sanılan.2.zan altındaki.

mazarrat (A.) [ مضرت ] 1.zarar verme. 2.zarar.

mazarrât (A.) [ مضرات ] zararlar.

mazbata (A.) [ مضبطه ] tutanak.

mazbata tanzim etmek tutanak düzenlemek.

mazbut (A.) [ مضبوط ] 1.zaptedilmiş. 2.kayda geçirilmiş. 3.derli toplu. 4.sağlam.

mazbutat (A.) [ مضبوطات ] kayda geçirilenler.

mazeret (A.) [ معذرت ] özür.

mazerethâh (A.-F.) [ معذرت خواه ] özür dileyen.

mazhar (A.) [ مظهر ] 1.ortaya çıkış yeri. 2.şereflenme, nail olma.

mazhar olmak karşılaşmak, nail olmak.

mâzi (A.) [ ماضی ] geçmiş, geçmiş zaman.

mazlum (A.) [ مظلوم ] 1.zulme uğramış. 2.sesiz sedasız.

mazlumâne (A.-F.) [ مظلومانه ] mazlumca.

mazlûmiyet (A.) [ مظلوميت ] 1.mazlumluk, zulme uğramışlık. 2.sesiz sedasız

olma.

mazmaza (A.) [ مضمضه ] gargara.

mazmaza yapmak gargara yapmak, ağızda su çalkalamak.

mazmun (A.) [ مضمون ] 1.kavram. 2.ince söz.

maznun (A.) [ مظنون ] zanlı.

maznun olmak zan altında kalmak.

mazrub (A.) [ مضروب ] 1.dövülen. 2.çarpılan.

Page 285: osmanlı türkçesi sözlüğü

285

mazruf (A.) [ مظروف ] 1.kaba konulan. 2.zarflı.

mâzu (F.) [ مازو ] mazı.

mazûl (A.) [ معزول ] görevden alınmış, azledilmiş.

mazul olmak görevden alınmak, azledilmek.

mazur (A.) [ معذور ] özürlü.

me’vâ (A.) [ مأوا ] sığınma yeri.

me’yûs (A.) [ مأیوس ] umutsuz.

me’yûs etmek umutsuz bırakmak.

me’yûs olmak umudunu yitirmek.

meâb (A.) [ مآب ] sığınma yeri.

meâd (A.) [ معاد ] 1.dönüş yeri. 2.ahiret.

meâhiz (A.) [ مآخذ ] kaynaklar.

meâl (A.) [ مآل ] anlam.

meâric (A.) [ معارج ] merdivenler.

meâsî (A.) [ معاصی ] 1.isyanlar. 2.günahlar.

meâyib (A.) [ معایب ] kusurlar, ayıplar.

mebâd (F.) [ مباد ] sakın, aman sakın, olmaya.

mebâdâ (F.) [ مبادا ] sakın, aman sakın, olmaya.

mebâdî (A.) [ مبادی ] ilkeler, prensipler.

mebâhis (A.) [ مباحث ] konular, bahisler.

mebânî (A.) [ مبانی ] 1.temeller. 2.yapılar, binalar.

mebde’ (A.) [ مبدأ ] 1.başlangıç noktası.

mebde-i tarih [ مبدأ تاریخ ] tarih başlangıcı.

Page 286: osmanlı türkçesi sözlüğü

286

mebhas (A.) [ مبحث ] 1.bölüm, fasıl. 2.bilim.

mebhûs (A.) [ مبحوث ] bahsedilen.

mebhût (A.) [ مبهوت ] şaşkın.

meblağ (A.) [ مبلغ ] 1.tutar. 2.para.

mebnâ (A.) [ مبنی ] bina.

mebnî (A.) [ مبنی ] 1.dayanan. 2.bina edilmiş.

mebsût (A.) [ مبسوط ] yaygın, açık.

mebsûten (A.) [ مبسوطا ] yaygın olarak.

mebus (A.) [ مبعوث ] 1.gönderilmiş. 2.milletvekili. 3.ölümden sonra dirilen.

mebzûl (A.) [ ذولمب ] bol.

mebzûlen (A.) [ مبذوال ] bolca.

mebzûliyet (A.) [ مبذوليت ] bolluk.

mec’ûl (A.) [ مجعول ] yapay.

mecâl (A.) [ مجال ] 1.güç, kuvvet. 2.fırsat.

mecâlis (A.) [ مجالس ] meclisler.

mecâmi (A.) [ مجامع ] toplantı yerleri.

mecânîn (A.) [ ينمجان ] mecnunlar, çılgınlar.

mecbûr (A.) [ مجبور ] 1.zorunlu. 2.zora koşulmuş.

mecbûrî (A.) [ مجبوری ] zorunlu.

mecbûriyet (A.) [ مجبوریت ] zorunluluk.

meccânen (A.) [ مجانا ] parasız olarak.

meccânî (A.) [ مجانی ] parasız.

mecd (A.) [ مجد ] ululuk.

Page 287: osmanlı türkçesi sözlüğü

287

mecelle (A.) [ مجله ] dergi.

mechûl (A.) [ مجهول ] bilinmeyen.

mechûlât (A.) [ مجهوالت ] bilinmeyenler.

mechûliyet (A.) [ مجهوليت ] bilinmezlik.

mechûlünneseb (A.) [ مجهول النسب ] onun bunun çocuğu.

mecîd (A.) [ مجيد ] ulu.

meclis (A.) [ مجلس ] toplantı yeri.

meclisefrûz (A.-F.) [ مجلس افروز ] meclisi aydınlatan, meclisi şenlendiren.

meclûb (A.) [ مجلوب ] 1.celbedilmiş. 2.aşık, tutkun.

mecma’ (A.) [ مجمع ] toplantı yeri.

mecmû’ (A.) [ مجموع ] toplam, tümü.

mecmûa (A.) [ مجموعه ] 1.dergi. 2.küçük risale veya farklı kitapların bir araya

getirildiği eser.

mecmûan (A.) [ مجموعا ] toplam olarak.

mecnûn (A.) [ مجنون ] 1.delice seven. 2.cinli. 3.Leyla’nın aşığı.

mecnûnâne (A.-F.) [ مجنونانه ] çılğınca, delicesine.

mecrâ (A.) [ مجرا ] 1.su yatağı. 2.yol, güzergah.

mecrûh (A.) [ مجروح ] yaralı.

mecrûhîn (A.) [ مجروحين ] yaralılar.

mecûsî (A.) [ مجوسی ] ateşperest, ateşe tapan.

meczûb (A.) [ مجذوب ] 1.cezbedilmiş. 2.Tanrı sevgisiyle cezbeye kapılan. 2.deli.

med’uv (A.) [ مدعو ] davetli.

med’uvvîn (A.) [ مدعوین ] davetliler.

Page 288: osmanlı türkçesi sözlüğü

288

medâfin (A.) [ مدافن ] mezarlar.

medâr (A.) [ مدار ] 1.yörünge 2.dönence. 3.vesile, vasıta. 4.yardımcı.

medâric (A.) [ مدارج ] merdivenler.

medâris (A.) [ مدارس ] medreseler.

medd (A.) [ مد ] 1.uzatma. 2.çekme.

meddâh (A.) [ مداح ] 1.çok öven. 2.meddah.

meded (A.) [ مدد ] yardım, medet.

mededhâh (A.-F.) [ مددخواه ] yardım isteyen.

mededkâr (A.-F.) [ مددکار ] yardım eden, yardımcı.

mededres (A.-F.) [ مددرس ] yardıma koşan, imdada koşan.

medenî (A.) [ مدنی ] 1.şehirli. 2.uygar. 3.görgülü. 4.Medineli.

medenîleşmek uygarlaşmak.

medeniyyet (A.) [ مدنيت ] uygarlık.

medfa (A.) [ مدفع ] top.

medfen (A.) [ مدفن ] mezar, defin yeri.

medfû (A.) [ مدفوع ] 1.çıkarılmış. 2.dışkı. 3.para kasasından çıkmış.

medfûn (A.) [ دفونم ] gömülü, defnedilmiş.

medfûn edilmek gömülmek.

medh (A.) [ مدح ] övgü.

medhal (A.) [ مدخل ] 1.giriş. 2.giriş yeri. 3.başlangıç. 4.dehalet.

medhaldâr (A.-F.) [ مدخلدار ] parmağı olan, müdahale etmiş olan.

medhaldar bulunmak (A.-F.-T.) parmağı olmak; müdahalesi bulunmak.

medhedilmek övülmek.

Page 289: osmanlı türkçesi sözlüğü

289

medhetmek övmek.

medhiye (A.) [ مدحيه ] övgü.

medhiyyât (A.) [ مدحيات ] övgüler.

medhûş (A.) [ مدهوش ] dehşete kapılmış.

medîd (A.) [ مدید ] 1.uzun. 2.çekilmiş.

medîde (A.) [ مدیده ] 1.uzun. 2.çekilmiş.

medîha (A.) [ مدیحه ] övgü şiiri, kaside.

medîhagû (A.-F.) [ مدیحه گو ] övgü şairi, kaside şairi.

medîne (A.) [ مدینه ] 1.şehir. 2.Medine.

medînetünnebî (A.) [ النبیةمدین ] Medine.

medînetüsselam (A.) [ السالمةمدین ] Bağdat.

medlûl (A.) [ مدلول ] kanıt olarak gösterilen.

medresevî (A.) [ مدرسوی ] medrese ile ilgili.

medrûs (A.) [ مدروس ] 1.eski, yırtık pırtık. 2.ders olarak verilen.

medyûn (A.) [ مدیون ] borçlu.

mefâhîm (A.) [ مفاهيم ] mefhumlar.

mefâhir (A.) [ مفاخر ] övünülecek şeyler.

mefâsıl (A.) [ مفاصل ] eklemler.

mefâtih (A.) [ مفاتيح ] anahtarlar.

mefhar (A.) [ مفخر ] övünç kaynağı.

mefhum (A.) [ مفهوم ] kavram.

mefhûm olmak anlaşılmak.

mefkûd (A.) [ مفقود ] 1.kayıp. 2.yok olmuş.

Page 290: osmanlı türkçesi sözlüğü

290

mefkûd olmak 1.kaybolmak. 2.yok olmak.

mefkûre (A.) [ مفکوره ] ülkü, ideal.

mefkûrevî (A.) [ مفکوروی ] ülkü ile ilgili.

meflûc (A.) [ مفلوج ] felçli.

meflûc olmak felç olmak, kımıldayamaz hale gelmek.

meflûciyet (A.) [ مفلوجيت ] 1.felçlilik. 2.kıpırdayamama.

mefrûş (A.) [ مفروش ] döşenmiş.

mefrûşat (A.) [ مفروشات ] döşeme.

mefrûz (A.) [ مفروز ] ayırılmış.

mefrûz (A.) [ مفروض ] farzedilmiş.

meftûh (A.) [ مفتوح ] 1.açık. 2.fethedilmiş. 3.fethalı.

meftûn (A.) [ مفتون ] tutkun, aşık.

meftûn etmek aşık etmek.

meftûn olmak aşık olmak, tutulmak.

meftûniyet (A.) [ مفتونيت ] tutkunluk.

meger (F.) [ مگر ] 1.meğer. 2.oysa.

meges (F.) [ مگس ] sinek.

meğâk (F.) [ مغاک ] 1.çukur. 2.mezar.

meh (F.) [ مه ] ay.

mehâbet (A.) [ مهابت ] heybetlilik.

mehâlik (A.) [ مهالک ] tehlikeli yerler.

mehâr (F.) [ هارم ] yular, dizgin.

mehaz (A.) [ مأخذ ]] kaynak.

Page 291: osmanlı türkçesi sözlüğü

291

mehbil (A.) [ مهبل ] rahim yolu.

mehd (A.) [ مهد ] beşik.

mehekk (A.) [ محک ] mihenk taşı.

mehîb (A.) [ مهيب ] heybetli.

mehl (A.) [ مهل ] süre tanıma.

mehleke (A.) [ مهلکه ] tehlikeli yer.

mehlikâ (F.-A.) [ مه لقا ] ay yüzlü, güzel yüzlü.

mehpare (F.) [ مه پاره ] 1.ay parçası. 2.güzel yüzlü.

mehpeyker (F.) [ مه پيکر ] güzel yüzlü, parlak yüzlü.

mehr (A.) [ مهر ] mehir.

mehrû (F.) [ مهرو ] ay yüzlü, güzel yüzlü.

mehtâb (F.) [ مهتاب ] mehtap, ay ışığı.

mehûz (A.) [ مأخوذ ] alınmış.

mehveş (F.) [ مهوش ] 1.ay gibi, ay kadar güzel. 2.güzel yüzlü.

mekân (A.) [ مکان ] 1.yer. 2.ev.

mekâre (A.) [ مکاره ] kiralık binek veya yük hayvanı.

mekâreci (A.-T.) binek veya yük hayvanı kiralayan.

mekârim (A.) [ مکارم ] cömertlikler.

mekâtîb (A.) [ مکاتيب ] mektuplar.

mekâtib (A.) [ مکاتب ] okullar.

mekâtib-i âliye [ مکاتب عاليه ] yüksekokullar.

mekâtib-i askeriye [ مکاتب عسکریه ] askerî okullar.

mekhûl (A.) [ مکحول ] sürmeli.

Page 292: osmanlı türkçesi sözlüğü

292

meknûn (A.) [ مکنون ] 1.dizili. 2.gizli.

mekr (A.) [ مکر ] hile.

mekrûh (A.) [ مکروه ] iğrenç.

meks (A.) [ مکث ] duralama, duraklama.

meksur (A.) [ مکسور ] kırık.

mekşûf (A.) [ مکشوف ] keşfedilmiş.

mekteb (A.) [ مکتب ] 1.okul. 2.ekol.

mekteb-i âlî [ مکتب عالی ] yüksekokul.

mekteb-i harbiye [ مکتب حربيه ] harp okulu.

mekteb-i i’dâdî [ مکتب اعدادی ] lise.

mekteb-i ibtidâî [ مکتب ابتدائی ] ilkokul.

mekteb-i rüşdî [ مکتب رشدی ] ortaokul.

mekteb-i sultânî [ مکتب سلطانی ] Galatasaray Lisesi.

mektep (A.) [ مکتب ] okul.

mektub (A.) [ مکتوب ] 1.yazılı. 2.mektup.

mektûbat (A.) [ مکتوبات ] mektuplar.

mektûbî (A.) [ مکتوبی ] valilik özel kalem müdürü.

mektûm (A.) [ مکتوم ] gizli.

melabe (A.) [ ملعبه ] oyuncak.

melâbis (A.) [ مالبس ] giysiler.

melah (F.) [ ملخ ] çekirge.

melahat (A.) [ مالحت ] yüz güzelliği.

melâhide (A.) [ مالحده ] dinsizler, tanrıtanımazlar.

Page 293: osmanlı türkçesi sözlüğü

293

melâik (A.) [ مالئک ] melekler.

melâike (A.) [ مالئکه ] melekler.)

melâl (A.) [ مالل ] sıkıntı, usanma.

melalli (A.-T.) sıkıntılı.

melanet (A.) [ ملعنت ] melunluk.

melce (A.) [ ملجأ ] sığınak, sığınacak yer.

melekât (A.) [ ملکات ] yetiler.

meleke (A.) [ ملکه ] yeti.

meleksîmâ (A.) [ ملک سيما ] melek yüzlü güzel.

melekût (A.) [ ملکوت ] ruhlar alemi.

melfûfen (A.) [ ملفوفا ] ilişikte.

melhûz (A.) [ ظملحو ] düşünülen, öngörülen.

melik (A.) [ ملک ] padişah.

mellah (A.) [ مالح ] gemici.

melsûk (A.) [ ملصوق ] yapışık.

melûf (A.) [ مألوف ] alışık.

melun (A.) [ ملعون ] lanet olası.

memâlik (A.) [ ممالک ] 1.ülkeler. 2.topraklar, diyarlar.

memât (A.) [ ممات ] ölüm.

memduh (A.) [ ممدوح ] övülmüş.

memer (A.) [ ممر ] geçit.

memhûr (A.) [ ممهور ] mühürlü.

memleket (A.) [ مملکت ] 1.ülke. 2.şehir.

Page 294: osmanlı türkçesi sözlüğü

294

memlûk (A.) [ مملوک ] köle.

memnû (A.) [ ممنوع ] yasak.

memnûa (A.) [ ممنوعه ] yasak.

memnûiyet (A.) [ منوعيت ] yasak olma hali.

memnûn (A.) [ ممنون ] 1.mutlu, razı. 2.sevinçli.

memnun etmek 1.mutlu edilmek, razı edilmek. 2.sevindirilmek.

memnuniyet (A.) [ ممنونيت ] memnunluk.

memûl (A.) [ مأمول ] umulan, beklenilen.

memur (A.) [ مأمور ] 1.görevli. 2.devlet memuru.

memurîn (A.) [ مأمورین ] memurlar, görevliler.

memûriyet (A.) [ مأموریت ] memurluk.

memzuc (A.) [ ممزوج ] karışık.

men (F.) [ من ] ben.

men’ (A.) [ منع ] 1.engel olma, alıkoyma. 2.engel olunma, alıkonulma.

3.yasaklama. 4.yasaklanma.

men’ edilmek yasaklanmak.

men’ etmek 1.engel olmak, alıkoymak. 2.yasaklamak.

men’ olunmak yasaklanmak.

menâbi’ (A.) [ منابع ] kaynaklar.

menâfi’ (A.) [ منافع ] menfaatler, çıkarlar, yararlar.

menâkıb (A.) [ مناقب ] menkıbeler, övgüye değer özellikler.

menâm (A.) [ منام ] 1.uyku. 2.rüya.

menâre (A.) [ مناره ] minare.

Page 295: osmanlı türkçesi sözlüğü

295

menâsıb (A.) [ مناصب ] makamlar.

menâtık (A.) [ مناطق ] bölgeler.

menâzır (A.) [ مناظر ] manzaralar.

menâzil (A.) [ منازل ] 1.konaklar. 2.aşamalar.

menba (A.) [ منبع ] 1.kaynak. 2.pınar.

menfâ (A.) [ منفی ] sürgün.

menfaat (A.) [ منفعت ] çıkar, yarar.

menfaatperest (A.-F.) [ منفعت پرست ] çıkarcı.

menfâlık (A.-T.) sürgün hayatı.

menfez (A.) [ منفذ ] nüfuz etme yeri, delik, yarık, giriş veya çıkış yolu.

menfî (A.) [ منفی ] 1.olumsuz. 2.hep olumsuz düşünen, her şeye olumsuz

yaklaşan. 3.sürgüne gönderilmiş.

menfur (A.) [ منفور ] nefret edilen.

menhî (A.) [ منهی ] yasaklanmış.

menhiyat (A.) [ منهيات ] yasaklar.

menhus (A.) [منحوس ] uğursuz.

meni (A.) [ منی ] sperma.

menî (F.) [ منی ] benlik.

menî’ (A.) [ منيع ] aşılmaz, sarp, geçit vermez.

menkabe (A.) [ منقبه ] ünlü kişilerin yaşamlarına ilişkin ve çoğu gerçekle

bağdaşmaz öyküler.

menkûha (A.) [ منکوحه ] nikahlı hanım, eş.

menkul (A.) [ منقول ] 1.nakledilen. 2.anlatılan, rivayet edilen.

menkûş (A.) [ منقوش ] nakışlı, işlemeli, desenli.

Page 296: osmanlı türkçesi sözlüğü

296

mensûb (A.) [ منصوب ] nispet edilen, ait, bağlı.

mensûbîn (A.) [ منصوبين ] mensuplar.

mensubiyet (A.) [ منصوبيت ] mensup olma, bağlı olma.

mensûc (A.) [ منسوج ] dokunmuş.

mensûcât (A.) [ منسوجات ] 1.dokumalar. 2.dokuma sektörü.

mensûh (A.) [ منسوخ ] hükümsüz.

mensûr (A.) [ منثور ] düzyazı.

menşe (A.) [ منشا ] köken..

menşur (A.) [ منشور ] 1.ferman. 2.prizma.

menus (A.) [ مأنوس ] 1.alışılmış. 2.alışkın.

menût (A.) [ منوط ] bağlı.

menzil (A.) [ منزل ] 1.konak. 2.ev. 3.bir günde gidilebilen yol.

menzil alınmak yol alınmak.

menzil almak yol almak.

menzilgâh (A.-F.) [ منزلگاه ] konak yeri.

mer’î (A.) [ مرئی ] yürürlükte, geçerli.

mera (A.) [ مرعی ] otlak.

merâkiz (A.) [ زمراک ] merkezler.

merâm (A.) [ مرام ] amaç, anlatılmak istenen şey.

merâret (A.) [ مرارت ] acılık.

merâsî (A.) [ مراثی ] ağıtlar, mersiyeler.

merâsim (A.) [ مراسم ] 1.törenler. 2.tören.

merâtib (A.) [ مراتب ] rütbeler, mertebeler.

Page 297: osmanlı türkçesi sözlüğü

297

merbut (A.) [ مربوط ] bağlı.

merbûtiyet (A.) [ مربوطيت ] 1.bağlılık. 2.düşkünlük, aşırı ilgi.

mercân (A.) [ مرجان ] mercan.

merci (A.) [ مرجع ] başvuru yeri.

merd (F.) [ مرد ] 1.adam. 2.yiğit.

merdâne (F.) [ مردانه ] yiğitçe.

merdiven (F.) [ نردبان ] merdiven.

merdûd (A.) [ مردود ] reddedilmiş, kabul edilmemiş.

merdum (F.) [ مردم ] 1.insan. 2.halk. 3.gözbebeği.

merdumharlık (F.-T.) insan eti yeme, yamyamlık..

merdüm (F.) [ مردم ] 1.insan. 2.halk. 3.gözbebeği.

merdümek (F.) [ مردمک ] gözbebeği.

merdümgiriz (F.) [ مرمگریز ] insanlardan kaçan.

merdümhar (F.) [ مردم خوار ] insan yiyen, yamyam.

merdümî (F.) [ مردمی ] 1.insanlık. 2.yiğitlik.

meremmet (A.) [ مرمت ] onarım.

meremmet etmek onarmak.

merg (F.) [ مرگ ] ölüm.

mergub (A.) [ مرغوب ] rağbet edilen, aranılan, istenilen.

merhale (A.) [ مرحله ] 1.aşama. 2.konak, menzil.

merhamet (A.) [ مرحمت ] acıma.

merhamet etmek acımak.

merhametli (A.-T.) acıyan.

Page 298: osmanlı türkçesi sözlüğü

298

merhametsiz (A.-T.) acımasız.

merhem (A.) [ مرهم ] pomad, yara kremi.

merhemsâz olmak çare bulmak.

merhûm (A.) [ مرحوم ] (erkek) ölü.

merhûme (A.) [ مرحومه ] (bayan) ölü.

merhun (A.) [ مرهون ] 1.rehinli, ipotekli. 2.zamana bağlı, bir şeye bağlı.

merih (A.) [ مریخ ] Mars.

merkad (A.) [ مرقد ] mezar.

merkeb (A.) [ مرکب ] 1.binit. 2.eşek.

merkum (A.) [ مرقوم ] adı geçen, anılan; yazılmış.

merkûz (A.) [ مرکوز ] dikili, dikilmiş.

mermi (A.) [ مرمی ] kurşun.

mermûz (A.) [ مرموز ] 1.gizemli. 2.rumuzlu.

merrât (A.) [ مرات ] defalar.

merre (A.) [ مره ] defa.

mersiye (A.) [ مرثيه ] ağıt, mersiye.

mertebe (A.) [ مرتبه ] 1.derece. 2.miktar.

merzagî (A.) [ مرزغی ] bataklık.

merzüban (F.) [ مرزبان ] 1.sınır muhafızı. 2.sınır beyi.

mesâ (A.) [ مسا ] akşam.

mesâcid (A.) [ مساجد ] mesçitler.

mesafe (A.) [ مسافه ] uzaklık.

mesâha (A.) [ مساحه ] ölçüm.

Page 299: osmanlı türkçesi sözlüğü

299

mesai (A.) [ مساعی ] çalışma, çalışmalar.

mesâib (A.) [ مصائب ] musibetler.

mesâil (A.) [ مسائل ] meseleler.

mesâkîn (A.) [ مساکن ] 1.yoksullar. 2.miskinler.

mesâkin (A.) [ مساکن ] konutlar.

mesâme (A.) [ مسامه ] derideki küçük delikler.

mesârif (A.) [ مصارف] harcamalar.

mesâvî (A.) [ مساوی ] kötülükler.

mescid (A.) [ مسجد ] mesçit.

mesdûd (A.) [ مسدود ] kapalı, set çekili, tıkalı.

mesel (A.) [ مثل ] 1.örnek. 2.özlü söz. 3.öğretici hikaye.

meselâ (A.) [ مثال ] örneğin.

mesele (A.) [ مسئله ] 1.mesele, konu. 2.sorun. 3.problem.

meserrât (A.) [ مسرات ] sevinçler.

meserret (A.) [ مسرت ] sevinç.

mesh (A.) [ مسخ ] silme, sıvama.

meshetmek silmek, sıvamak.

meshûr (A.) [ مسحور ] büyülenmiş.

meshûr etmek büyülemek.

meshûr olmak büyülenmek.

mesîh (A.) [ مسيح ] İsa.

mesîhî (A.) [ مسيحی ] Hıristiyan.

mesîhiyyet (A.) [ مسيحيت ] Hıristiyanlık.

Page 300: osmanlı türkçesi sözlüğü

300

mesîr (A.) [ مسير ] 1.seyir yeri. 2.güzergah.

mesîre (A.) [ مسيره ] gezinti yeri.

mesken (A.) [ مسکن ] konut.

mesken etmek yurt tutmak.

mesken ittihaz etmek (A.-T.) yurt tutmak, mesken edinmek.

meskenet (A.) [ مسکنت ] miskinlik.

meskûkât (A.) [ مسکوکات ] madenî paralar, sikkeler.

meskûn (A.) [ مسکون ] yerleşilmiş, iskan edilmiş.

meslah (A.) [ مسلخ ] mezbaha.

meslek (A.) [ مسلک ] 1.yol, tarz. 2.sistem. 3.uğraşı, meslek.

meslûl (A.) [ مسلول ] veremli.

mesmû (A.) [ مسموع ] duyulan, işitilen.

mesmûat (A.) [ مسموعات ] duyulanlar, işitilenler.

mesmûm (A.) [ مسموم ] zehirli.

mesned (A.) [ مسند ] 1.dayanak. 2.makam.

mesnevîhan (A.-F.) [ مثنوی خوان ] mesnevi okuyan.

mesruk (A.) [ مسروق ] çalınmış.

mesrûr (A.) [ مسرور ] sevinçli.

mesrûrane (A.-F.) [ مسرورانه ] sevinçle.

messah (A.) [ مساح ] ölçümcü.

mest (F.) [ مست ] sarhoş, mest.

mestâne (F.) [ مستانه ] sarhoşça.

mestî (F.) [ مستی ] sarhoşluk.

Page 301: osmanlı türkçesi sözlüğü

301

mest-i harâb (F.-A.) [ مست خراب ] körkütük sarhoş.

mest-i harâb olmak körkütük sarhoş olmak.

mestûr (A.) [ مستور ] örtülü, gizli, kapalı.

mestûr (A.) [ مسطور ] yazılı.

mesud (A.) [ مسعود ] 1.mutlu, saadetli. 2.kutlu.

mesûdâne (A.-F.) [ مسعودانه ] mesutça, bahtiyarlıkla.

mesuliyet (A.) [ مسئوليت ] sorumluluk.

meş’al (A.) [ مشعل ] meşale.

meş’um (A.) [ مشئوم ] uğursuz, şom.

meş’ûr (A.) [ مشعور ] bilinçli, şuurlu.

meşâgil (A.) [ مشاغل ] uğraşlar.

meşâhîr (A.) [ مشاهير ] ünlüler.

meşâil (A.) [ مشاعل ] meşaleler.

meşakkat (A.) [ مشقت ] sıkıntı, güçlük.

meşakkat çekmek sıkıntı çekmek, güçlüğe katlanmak.

meşâmm (A.) [ مشام ] burun.

meşârık (A.) [ مشارق ] doğular.

meşâyih (A.) [ مشایخ ] şeyhler.

meşbû (A.) [ مشبوع ] 1.dolu. 2.tok, doygun.

meşcer (A.) [ مشجر ] ağaçlık.

meşcere (A.) [ مشجره ] ağaçlık.

meşgale (A.) [ مشغله ] uğraşı.

meşgûliyet (A.) [ مشغوليت ] iş güç.

Page 302: osmanlı türkçesi sözlüğü

302

meşhed (A.) [ مشهد ] şehit düşülen yer.

meşher (A.) [ مشهر ] sergi, sergilenen yer.

meşhûd (A.) [ مشهود ] görülmüş, gözlenmiş.

meşhûd olmak görülmek, gözlenmek.

meşhûn (A.) [ مشحون ] dolu.

meşhûr (A.) [ مشهور ] ünlü, tanınmış, bilinen.

meşîhat (A.) [ مشيخت ] 1.şeyhlik. 2.şeyhlik makamı.

meşk (A.) [ مشق ] 1.yazı örneği. 2.temrin.

meşk (F.) [ مشک ] kırba.

meşkûk (A.) [ کوکمش ] şüphe götürür.

meşkûkiyyet (A.) [ مشکوکيت ] şüphe götürme.

meşkûr (A.) [ مشکور ] övülen, beğenilen.

meşreb (A.) [ مشرب ] 1.yaratılış, tabiat. 2.içme yeri.

meşrebe (A.) [ مشربه ] maşrapa.

meşrû (A.) [ مشروع ] yasal.

meşrûbât (A.) [ مشروبات ] içilecek şeyler.

meşrûh (A.) [ مشروح ] açıklanmış, şerhedilmiş.

meşrûhât (A.) [ مشروحات ] açıklamalar.

meşrûiyyet (A.) [ مشروعيت ] yasallık.

meşrût (A.) [ مشروط ] koşullu.

meşrut olunmak şart koşulmak.

meşşâte (A.) [ مشاطه ] gelin süsleyen.

meşveret (A.) [ مشورت ] danışma.

Page 303: osmanlı türkçesi sözlüğü

303

meşveret etmek danışmak.

metâ (A.) [ متاع ] mal, eşya.

metâli (A.) [ مطالع ] doğuş yerleri.

metânet (A.) [ متانت ] dayanıklılık.

metbû (A.) [ متبوع ] uyulan, izinden gidilen, tâbi olunan.

metin (A.) [ متين ] sağlam, dayanıklı.

metn (A.) [ متن ] yazıya dökülmüş bilgi.

metremik’ab (A.) [ مترو مکعب ] metreküp.

metrûk (A.) [ متروک ] terkedilmiş.

metrûkat (A.) [ متروکات ] miras olarak bırakılanlar, geride bırakılanlar.

metrûkiyete uğramak (A.-T.) terkedilmek, metruk bırakılmak.

mev’ize (A.) [ موعظه ] öğüt.

mev’ûd (A.) [ موعود ] 1.vaat edilmiş. 2.vadeli.

mevâd (A.) [ مواد ] maddeler.

mevârid (A.) [ موارد ] konular, hususlar, yerler.

mevc (A.) [ موج ] dalga.

mevce (A.) [ موجه ] dalga.

mevcûd (A.) [ موجود ] 1.var. 2.hazır. 3.varlık.

mevcûdât (A.) [ موجودات ] varlıklar.

mevcûdiyet göstermek varlık göstermek.

mevcûdiyyet (A.) [ موجودیت ] var olma, varlık.

meveddet (A.) [ مودت ] sevgi.

mevhibe (A.) [ موهبه ] bağış.

Page 304: osmanlı türkçesi sözlüğü

304

mevhûm (A.) [ موهوم ] vehmedilmiş, asılsız, kuruntuya dayalı.

mevki (A.) [ موقع ] 1.durum, konum. 2.yer.

mevkib (A.) [ موکب ] alay, kafile.

mevkif (A.) [ موقف ] 1.durak. 2.istasyon.

mevki-i rüchan (A.-F.) [ موقع رجحان ] tercih mevkii.

mevkûf (A.) [ موقوف ] vakfedilmiş.

mevkufleh (A.) [ موقوف له ] vakfeden.

mevlâ (A.) [ مولی ] 1.Tanrı. 2.efendi. 3.velî. 4.köle azat eden.

mevlid (A.) [ مولد ] 1.doğum yeri, doğuş yeri. 2.mevlüt.

mevsuk (A.) [ موثوق ] güvenilir, belgeye dayanan.

mevsûkiyet (A.) [ موثوقيت ] güvenilirlik, belgeye dayanma.

mevsûm (A.) [ موسوم ] adlandırılmış.

mevt (A.) [ موت ] ölüm.

mevtâ (A.) [ موتا ] ölüler.

mevtâî (A.) [ موتائی ] ölümcül.

mevtın (A.) [ موطن ] yurt.

mevzi (A.) [ موضع ] yer.

mevzi’î (A.) [ موضعی ] yerel.

mevzû (A.) [ موضوع ] konu.

mevzu-i bahis (A.-F.) [ موضوع بحث ] sözkonusu.

mevzun (A.) [ موزون ] 1.biçimli, düzgün. 2.vezinli.

mey (F.) [ می ] 1.şarap. 2.içki.

meyânında (F.-T.) arasında.

Page 305: osmanlı türkçesi sözlüğü

305

meydân (A.) [ ميدان ] alan.

meygûn (F.) [ ميگون ] şarap rengi.

meyhâne (F.) [ ميخانه ] şarap içilen yer, içkievi.

meyhâr (F.) [ ميخوار ] içkici.

meyil (A.) [ ميل ] istek, eğilim.

meyil vermek eğilim göstermek.

meykede (F.) [ ميکده ] meyhane.

meyl (A.) [ ميل ] 1.eğim. 2.eğilim, istek. 3.yatkınlık.

meyl etmek (A.-T.) eğilmek.

meymene (A.) [ ميمنه ] sağ kanat.

meymûn (A.) [ ميمون ] uğurlu.

meysere (A.) [ ميسره ] sol kanat.

meyt (A.) [ ميت ] ölü.

meyus (A.) [ مأیوس ] umutsuz, üzgün.

meyvedâr (F.) [ ميوه دار ] meşveli.

meyyâl (A.) [ ميال ] 1.eğimli. 2.eğilimli.

meyyit (A.) [ ميت ] ölü.

mezâhib (A.) [ هبمذا ] mezhepler.

mezâlim (A.) [ مظالم ] zulümlerr.

mezâmin (A.) [ مضامن ] 1.kavramlar. 2.incelikler. 3.semboller.

mezargâh (A.-F.) [ مزارگاه ] mezar yeri.

mezâri (A.) [ مزارع ] tarlalar.

mezâyâ (A.) [ مزایا ] meziyetler, üstünlükler.

Page 306: osmanlı türkçesi sözlüğü

306

mezbele (A.) [ زبلهم ] çöplük, döküntü alanı.

mezbuh (A.) [ مذبوح ] boğazlanmış.

mezbûr (A.) [ مزبور ] anılan, belirtilen.

mezc (A.) [ مزج ] karıştırma.

mezcetmek (A.-T.) karıştırmak.

mezellet (A.) [ مذلت ] düşkünlük.

mezheb (A.) [ مذهب ] 1.yol. 2.mezhep. 3.ekol.

mezîd etmek (A.-T.) arttırmak, çoğaltmak.

meziyyât (A.) [ مزیات ] meziyetler, üstünlükler.

meziyyet (A.) [ مزیت ] üstünlük.

mezkûr (A.) [ مذکور ] zikredilen, belirtilen, adı geçen.

mezmûm (A.) [ مذموم ] kötülenmiş, ayıplanmış.

mezra (A.) [ مزرع ] tarla.

mezra’a (A.) [ مزرعه ] tarla.

mezrû (A.) [ مزروع ] ekili.

mezun (A.) [ مأذون ] 1.izinli. 2.diplomalı.

mezunen (A.) [ مأذونا ] izin alarak, izinli olarak.

mıkraz (A.) [ مقراض ] makas.

mıntaka (A.) [ منطقه ] 1.bölge, mıntıka. 2.iklim kuşağı.

mısbah (A.) [ مصباح ] kandil.

mısdak (A.) [ مصداق ] ölçüt, kriter.

mısra (A.) [ مصراع ] dize.

mıtrak (A.) [ مطرق ] 1.değnek. 2.tokmak. 3.çekiç.

Page 307: osmanlı türkçesi sözlüğü

307

mızrab (A.) [ مضرب ] mızrap.

mızrak (A.) [ مزراق ] kargı.

miâd (A.) [ ميعاد ] buluşma yeri.

micmer (A.) [ رمجم ] buhurdan.

midevî (A.) [ معدوی ] mideyi yormayan.

midhat (A.) [ مدحت ] övgü.

mie (A.) [ مائه ] yüz.

miftah (A.) [ مفتاح ] anahtar.

miğfer (A.) [ مغفر ] tulga.

mîh (F.) [ ميخ ] çivi.

mihekk (A.) [ محک ] mihenk taşı.

mihen (A.) [ محن ] sıkıntılar.

mihmân (F.) [ مهمان ] konuk.

mihmannevaz (F.) [ مهمان نواز ] misafirsever.

mihmannevazlık (F.-T.) misavirseverlik.

mihmannüvaz (F.) [ مهمان نواز ] misafirsever.

mihmânserâ (F.) [ مهمان سرا ] misafirhane.

mihnet (A.) [ محنت ] sıkıntı, acı, dert.

mihr (F.) [ مهر ] 1.sevgi. 2.güneş.

mihrak (A.) [ محراق ] odak.

mihrbân (F.) [ مهربان ] sevgi dolu, şefkatli.

mihter (F.) [ مهتر ] 1.daha büyük. 2.büyük insan.

mihver (A.) [ محور ] eksen.

Page 308: osmanlı türkçesi sözlüğü

308

mik’ab (A.) [ مکعب ] küp.

mîkat (A.) [ ميقات ] 1.buluşma yeri. 2.buluşma zamanı.

mikdar (A.) [ مقدار ] 1.miktar. 2.değer. 3.derece.

mikraz (A.) [ مقراض ] makas.

mikyas (A.) [ مقياس ] ölçek, ölçü.

mil (A.) [ ميل ] 1.şiş. 2.yol işareti.

mîlâd (A.) [ ميالد ] doğum günü.

milel (A.) [ ملل ] 1.milletler. 2.dinler.

milhafe (A.) [ ملحفه ] yorgan.

milk (A.) [ ملک ] mülk.

millet (A.) [ ملت ] 1.din. 2.ulus.

millî (A.) [ ملی ] ulusal.

milliyetperver (A.-F.) [ مایت پرور ] milliyetçi, nasyonalist.

milliyetperverlik (A.-F.-T.) milliyetçilik, nasyonalizm.

milliyye (A.) [ مليه ] ulusal.

mîna (F.) [ مينا ] mine.

minba’d (A.) [من بعد ] bundan sonra.

minelkadim (A.) [ من القدیم ] eskiden beri.

minen (A.) [ منن ] minnetler.

minkale (A.) [ منقله ] iletki.

minkar (A.) [ منقار ] gaga.

minkaş (A.) [ منقاش ] cımbız.

minnetdâr (A.-F.) [ منتدار ] minnet altında kalan.

Page 309: osmanlı türkçesi sözlüğü

309

minşâr (A.) [ منشار ] bıçkı.

minvâl (A.) [ منوال ] tarz, yol.

mir’ât (A.) [ مرآت ] ayna.

mirâc (A.) [ معراج ] miraç, göğe ağma.

mîrahur (A.-F.) [ ميرآخور ] imrahor.

miralay (F.-T.) [ ميرآالی ] albay.

mirâren (A.) [ مرارا ] defalarca, birçok kez.

mirashâr (A.-F.) [ ميراث خوار ] mirasyedi.

mirliva (F.-A.) [ ميرلوا ] tuğgeneral.

mirsâd (A.) [ مرصاد ] gözlemevi, gözlem yeri.

mirvaha (A.) [ مروحه ] yelpaze.

mirza (F.) [ ميرزا ] beyzade.

mîsak (A.) [ ثاقمي ] sözleşme.

misal (A.) [ ] örnek.

misal almak örnek almak.

misâli (A.-T.) gibi.

misillü (A.-T.) gibi.

miskin (A.) [ مسکين ] 1.zavallı, uyuşuk. 2.cüzzamlı.

miskîn (F.) [ مسکين ] misk sürülmüş, miskli.

misl (A.) [ مثل ] 1.gibi. 2.kat.

mîşîn (F.) [ ميشين ] meşin.

mithara (A.) [ مطهره ] matara.

mîvedar (F.) [ ميوه دار ] meyvalı.

Page 310: osmanlı türkçesi sözlüğü

310

miyâh (A.) [ مياه ] sular.

miyân (F.) [ ميان ] 1.orta. 2.bel. 3.ara.

miyâr (A.) [ معيار ] ölçü.

mizâc (A.) [ مزاج ] huy, tabiat, mizaç.

mîzan (A.) [ ميزان ] 1.terazi. 2.ölçü. 3.terazi burcu. 4.mahşer günü, kıyamet

günü.

mû (F.) [ مو ] kıl.

muhafazakâr (A.-F.) [ محافظه کار ] tutucu.

mu‘arrif (A.) [ معرف ] 1.tanıtan, sunan, bildiren. 2.hayır sahiplerinin adlarını

okuyan müezzin.

mu’cizât (A.) [ معجزات ] mucizeler.

mu’cizegû (A.-F.) [ معجزه گو ] 1.mucizeler anlatan. 2.mucize gibi söyleyen.

mu’tâ (A.) [ معطی ] 1.veri. 2.verilen, verilmiş.

mu’tâd (A.) [ معتاد ] alışılmış.

mu’tâde (A.) [ معتاده ] alışılmış.

mu’tiyat (A.) [ معطيات ] veri.

muabbir (A.) [ معبر ] rüya yorumcusu.

muaccel (A.) [ معجل ] 1.peşin. 2.acele edilmiş.

muaddil (A.) [ معدل ] denk.

muâdele (A.) [ معادله ] denklem.

muâdelet (A.) [ معادلت ] denklik.

muâdil (A.) [ معادل ] denk, eşdeğer.

muâfiyet (A.) [ معافيت ] 1.muaf tutulma. 2.bağışıklık.

muâhede (A.) [ معاهده ] ahitleşme, antlaşma.

Page 311: osmanlı türkçesi sözlüğü

311

muâhede yapmak antlaşma yapmak.

muâhedenâme (A.-F.) [ معاهده نامه ] antlaşma metni.

muâheze (A.) [ مؤاخذه ] çıkışma, azarlama, paylama.

muahhar (A.) [ مؤخر ] sonraki, daha sonraki, geç.

muakkib (A.) [ معقب ] takip eden, izleyen.

mualla (A.) [ معلی ] yüce, yüksek.

muallak (A.) [ معلق ] asılı, havada.

muallakiyet (A.) [ معلقيت ] havada kalma, asılı kalma, hükümsüz olma.

muallim (A.) [ معلم ] öğretmen.

muallimât (A.) [ معلمات ] bayan öğretmenler.

muallime (A.) [ معلمه ] bayan öğretmen.

muallimîn (A.) [ معلمين ] öğretmenler.

muamelat (A.) [ معامالت ] işlemler.

muamele (A.) [ معامله ] 1.işlem. 2.davranış.

muamma (A.) [ معما ] bilmece.

muanber (A.) [ معنبر ] hoş kokulu, amberli.

muânid (A.) [ معاند ] inatçı.

muannid (A.) [ معند ] inatçı.

muâraza (A.) [ معارضه ] çatışkı.

muârız (A.) [ معارض ] karşıt, itirazcı.

muarrâ (A.) [ معری ] arınmış.

muâsır (A.) [ معاصر ] çağdaş.

muasırlaşmak çağdaşlaşmak.

Page 312: osmanlı türkçesi sözlüğü

312

muâşaka (A.) [ معاشقه ] sevişme.

muâvaza (A.) [ معاوضه ] değiştokuş.

muavenet (A.) [ معاونت ] yardım.

muavenet etmek yardım etmek.

muavin (A.) [ معاون ] yardımcı.

muayede (A.) [ معایده ] bayramlaşma.

muayyen (A.) [ معين ] belirli.

muazzam (A.) [ معظم ] azametli, ulu.

muazzeb (A.) [ معذب ] acı çeken, azap çeken.

muazzez (A.) [ معزز ] değerli, aziz.

mubassır (A.) [ مبصر ] okul düzenini sağlayan görevli.

mûcez (A.) [ موجز ] derli toplu, özlü.

mûcib (A.) [ موجب ] 1.gereken. 2.sebep.

mûcib olmak sebep olmak.

mûcid (A.) [ موجد ] icat eden, mucit.

mudhike (A.) [ مضحکه ] gülünç.

mufassalan (A.) [ مفصال ] ayrıntılı olarak.

mugâlata (A.) [ مغالطه ] yanıltmaca.

mugannî (A.) [ مغنی ] şarkıcı.

muganniye (A.) [ مغنيه ] bayan şarkıcı.

mugâyeret (A.) [ مغایرت ] zıtlık, aykırılık.

mugayir (A.) [ مغایر ] aykırı, zıt.

mugîlân (A.>F.) [ مغيالن ] deve dikeni.

Page 313: osmanlı türkçesi sözlüğü

313

muğber (A.) [ مغبر ] kırgın, gücenik.

muğber olmak kırılmak, gücenmek.

muğfil (A.) [ مغفل ] aldatan, aldatıcı.

muğlak (A.) [ مغلق ] karmaşık, çapraşık.

muğlakiyet (A.) [ مغلقيت ] karmaşıklık, çapraşıklık.

muhabbet (A.) [ محبت ] sevgi.

muhabere (A.) [ مخابره ] haberleşme.

muhabir (A.) [ مخابر ] haberci.

muhâceret (A.) [ مهاجرت ] göç.

muhacim (A.) [ مهاجم ] 1.saldıran. 2.saldırgan.

muhacir (A.) [ مهاجر ] göçmen.

muhaddir (A.) [ مخدر ] uyuşturucu.

muhaddis (A.) [ محدث ] hadis bilgini.

muhafaza (A.) [ محافظه ] koruma.

muhafaza etmek korumak, saklamak.

muhafaza olunmak korunmak, saklanmak.

muhafazakâr (A.-F.) [ محافظه کار ] tutucu.

muhafazakârlık (A.-F.-T.) tutuculuk.

muhaffef (A.) [ مخفف ] hafifletilmiş.

muhaffif (A.) [ مخفف ] hafifletici.

muhâfız (A.) [ محافظ ] koruyucu.

muhâkemat (A.) [ محاکمات ] 1.hüküm yürütmeler. 2.yargılamalar.

muhakeme (A.) [ محاکمه ] 1.hüküm yürütme. 2.yargılama.

Page 314: osmanlı türkçesi sözlüğü

314

muhakkak (A.) [ محقق ] 1.doğru. 2.kesin. 3.mutlaka.

muhakkık (A.) [ محقق ] araştırmacı, tahkik edici.

muhâl (A.) [ محال ] imkansız.

muhalefet (A.) [ مخالفت ] karşı düşüncede olma.

muhallil (A.) [ محلل ] hülleci.

muhammen (A.) [ مخمن ] tahmin edilen.

muhammer (A.) [ مخمر ] mayalı.

muhammes (A.) [ مخمس ] 1.beşli. 2.beşgen. 3.beş dizeli şiir.

muhannens (A.) [ مخنث ] kalleş.

muhannet (A.) [ محنط ] kalleş.

muhannetlik etmek kalleşlik etmek, edilik etmek.

muharebat (A.) [ محاربات ] harpler, muharebeler.

muharebe (A.) [ محاربه ] harbetme, savaş.

muharib (A.) [ محارب ] savaşçı.

muharremât (A.) [ محرمات ] dinî yasaklar.

muharrer (A.) [ محرر ] yazılı.

muharrib (A.) [ مخرب ] tahrip edici, yıkıcı.

muharrik (A.) [ محرق ] yakıcı.

muharrir (A.) [ محرر ] yazar.

muhasara (A.) [ صرهمحا ] sarma, kuşatma.

muhasara etmek sarmak, kuşatmak.

muhasib (A.) [ محاسب ] muhasebeci.

muhassala (A.) [ محصله ] sonuç.

Page 315: osmanlı türkçesi sözlüğü

315

muhassas (A.) [ مخصص ] tahsis edilmiş, özgü.

muhât (A.) [ محاط ] çevrili, kuşatılmış.

muhatara (A.) [ مخاطره ] 1.tehlike. 2.zarar, ziyan.

muhavere (A.) [ محاوره ] konuşma.

muhayyel (A.) [ مخيل ] hayal edilen.

muhayyile (A.) [ مخيله ] hayal gücü.

muhayyirülukûl (A.) [ محيرالعقول ] akıllara durgunluk veren.

muhbir (A.) [ مخبر ] haber veren, haberci.

muhık (A.) [ محق ] haklı.

muhib (A.) [ محب ] seven.

mûhiş (A.) [ موحش ] korkunç, korkutucu.

muhit (A.) [ محيط ] 1.çevre. 2.saran, kuşatan.

muhtâc (A.) [ محتاج ] 1.ihtiyaç sahibi. 2.yoksul.

muhtariyet (A.) [ مختاریت ] özerklik.

muhtasar (A.) [ مختصر ] kısa, özlü.

muhtasaran (A.) [ مختصرا ] kısaca.

muhtekir (A.) [ محتکر ] vurguncu.

muhtelefünfîh (A.) [ مختلف فيه ] ihtilaflı.

muhtelif (A.) [ مختلف ] türlü.

muhtelit (A.) [ مختلط ] karışık.

muhterem (A.) [ محترم ] saygın, saygıdeğer.

muhterik olmak yanmak.

muhteriz (A.) [ محترز ] kaçınan, uzak duran.

Page 316: osmanlı türkçesi sözlüğü

316

muhteşem (A.) [ محتشم ] görkemli, ihtişamlı.

muhteva (A.) [ محتوا ] içerik.

muhtevî (A.) [ محتوی ] içeren, içine alan.

muhtevî olmak içermek, içine almak.

muhteviyat (A.) [ محتویات ] içindekiler.

muhyî (A.) [ محيی ] hayat veren.

mukâbil (A.) [ مقابل ] 1.karşılığında. 2.karşılık.

mukaddem (A.) [ مقدم ] 1.önde. 2.önce, önceki.

mukaddemâ (A.) [ مقدما ] önceden.

mukadderat (A.) [ مقدرات ] yazgı.

mukaddes (A.) [ مقدس ] kutsal.

mukaddesat (A.) [ مقدسات ] kutsal değerler.

mukaddime (A.) [ مقدمه ] 1.giriş. 2.önsöz.

mukallid (A.) [ مقلد ] taklitçi.

mukanna (A.) [ مقنع ] peçeli.

mukannin (A.) [ مقنن ] yasa koyucu.

mukarreb (A.) [ مقرب ] yakın.

mukarrer (A.) [ مقرر ] 1.kararlaştırılmış. 2.kesin.

mukarrerat (A.) [ مقررات ] kararlar.

mukassır (A.) [ مقصر ] kusurlu.

mukattar (A.) [ مقطر ] damıtılmış.

mukavelat (A.) [ مقاوالت ] sözleşmeler.

mukavele (A.) [ مقاوله ] sözleşme.

Page 317: osmanlı türkçesi sözlüğü

317

mukavelename (A.-F.) [ مقاوله نامه ] sözleşme metni.)

mukavemet (A.) [ مقاومت ] karşı koyma, direnme.

mukavemet etmek karşı koymak, direnmek.

mukavim (A.) [ مقاوم ] karşı koyan, direnen, dirençli.

mukavvî (A.) [ مقوی ] güç veren.

mukâyese (A.) [ مقایسه ] kıyaslama, karşılaştırma.

mukayyed (A.) [ مقيد ] 1.bağlı, zincire vurulmuş. 2.kayıtlı.

mukayyi (A.) [ مقيیء ] kusturucu.

mukırr (A.) [ مقر] itirafçı.

mukîm (A.) [ مقيم ] oturan, yerleşik.

mukni (A.) [ مقنع ] ikna edici.

muktebes (A.) [ مقتبس ] alıntı yapılmış.

muktedâ (A.) [ مقتدا ] uyulan.

muktedî (A.) [ مقتدی ] uyan.

muktedî olmak uymak.

muktedir (A.) [ مقتدر ] güçlü, iktidarlı.

muktesid (A.) [ مقتصد ] tutumlu, iktisatlı.)

muktezî (A.) [ مقتضی ] gereken.

mûmâileyh (A.) [ مومی اليه ] anılan, adı geçen.

mûmâileyhim (A.) [ مومی اليهم ] adı geçenler.

mumza (A.) [ یممض ] imzalı, imzalanmış.

munfasıl (A.) [ منفصل ] ayrı.

munis (A.) [ مونس ] cana yakın, alışılmış.

Page 318: osmanlı türkçesi sözlüğü

318

munkalib (A.) [ منقلب ] değişen, dönüşen.

munkalib olmak değişmek, dönüşmek.

munkarız (A.) [ منقرض ] yıkılan, çöken, sönen.

munkarız olmak yıkılmak, çökmek, sönmek.

munsarif (A.) [ منصرف ] vazgeçen.

munsarif olmak vazgeçmek.

munsif (A.) [ منصف ] insaflı.

muntabık (A.) [ منطبق ] uygun, uyumlu.

muntazam (A.) [ منتظم ] düzenli, düzgün, intizamlı.

muntazaman (A.) [ منتظما ] düzenli olarak.

muntazır (A.) [ منتظر ] bekleyen.

munzam (A.) [ منضم ] ek.

mûr (F.) [ مور ] karınca.

murabba (A.) [ مربع ] 1.dörtgen. 2.kare.

murabbauşşekl (A.) [ مربع الشکل ] dörtgen şeklinde, kare şeklinde.

murâd (A) [ مراد ] istek, arzu.

murâfaa (A.) [ مرافعه ] duruşma.

murahhas (A.) [ مرخص ] delege.

murakabe (A.) [ مراقبه ] 1.denetim. 2.kendi iç dünyasına dalma.

murakıb (A.) [ مراقب ] denetçi.

murakka (A.) [ مرقع ] yamalı.

murassa (A.) [ مرصع ] değerli taşlarla süslenmiş.

murg (F.) [ مرغ ] kuş.

Page 319: osmanlı türkçesi sözlüğü

319

murûr etmek geçmek.

murzia (A.) [ مرضعه ] sütanne.

musâb (A.) [ مصاب ] yakalanmış, tutulmuş, uğramış.

musâb olmak yakalanmak, tutulmak.

musadif (A.) [ مصادف ] rastlayan.

musâfaha (A.) [ مصافحه ] tokalaşma.

musâfaha etmek tokalaşmak, el sıkışmak.

musahabe (A.) [ بهمصاح ] konuşma, sohbet etme.

musahhah (A.) [ مصحح ] düzeltilmiş.

musahib (A.) [ مصاحب ] 1.arkadaş, sohbet arkadaşı. 2.padişahın özel işlerine

bakan.

musalaha (A.) [ مصالحه ] barış.

musanna 1.gösterişli. 2.usta elinden çıkmış.

musannif (A.) [ مصنف ] yazar, kitap yazarı.

musarra (A.) [ مصرع ] iki mısraı birbiriyle kafiyelendirilmiş beyit.

musattah (A.) [ مسطح ] düz.

musavver (A.) [ مصور ] 1.resimli. 2.tasvir edilmiş.

musavvir (A.) [ مصور ] ressam.

mushaf (A.) [ مصحف ] Kur’ân.

musîbet (A.) [ مصيبت ] 1.bela. 2.şirret, uğursuz.

mûsikîşinas (A.-F.) [ موسيقی شناس ] müzisyen.

musir (A.) [ مصر ] ısrarcı, ısrar eden.

musirrane (A.-F.) [ مصرانه ] ısrarla, ısrar ederek.

Page 320: osmanlı türkçesi sözlüğü

320

mustakim (A.) [ مستقيم ] doğru, düz, dosdoğru.

mûş (F.) [ موش ] fare.

muşamma (A.) [ مشمع ] muşamba.

mûşikâfâne (F.) [ موشکافانه ] kılı kırk yararak.

muşt (F.) [ مشت ] 1.yumruk. 2.avuç.

muta’assıb (A.) [ متعصب ] taassup gösteren, aşırı tutucu, yobaz.

mutabık (A.) [ مطابق ] uyan, uyumlu.

mutâlebât (A.) [ مطالبات ] istekler.

mutâlebe (A.) [ مطالبه ] 1.istek. 2.isteme, talep.

mutâlebe etmek istemek, talep etmek.

mutantan (A.) [ مطنطن ] 1.tantanalı. 2.gösterişli.

mutarriden (A.) [ مطردا ] biteviye.

mutasarrıf (A.) [ متصرف ] sancak beyi.

mutasavvıfâne (A.-F.) [ متصوفانه ] sûfice.

mutâva’at (A.) [ مطاوعت ] baş eğme, boyun eğme, itaat.

mutavattın (A.) [ متوطن ] yurt tutmuş.

mutayebe (A.) [ مطایبه ] şakalaşma, birbirine fıkra anlatma.

mutazammin (A.) [ متضمن ] içeren.

mutazarrır (A.) [ متضرر ] zarar gören.

mutazarrır olmak zarar görmek.

muteber (A.) [ معتبر ] 1.itibarlı. 2.geçerli.

mutedil (A.) [ معتدل ] 1.ylıman. 2.mülayim, hoşgörülü.

mutekid (A.) [ معتقد ] inanan, inancında olan.

Page 321: osmanlı türkçesi sözlüğü

321

mutemed (A.) [ معتمد ] güvenilir.

mutî (A.) [ مطيع ] itaat eden, boyun eğen.

mutî olmak itaat etmek, boyun eğmek.

mutlak (A.) [ مطلق ] kesin.

mutlaka (A.) [ مطلقا ] kesinlikle, zorunlu olarak, kayıtsız şartsız.

mutrib (A.) [ مطرب ] 1.çalgıcı. 2.şarkıcı.

muttasıl (A.) [ متصل ] sürekli, durmadan.

muvacehe (A.) [ مواجهه ] karşı, yüzyüze.

muvaffak (A.) [ موفق ] başarılı.

muvaffak olmak başarmak, başarılı olmak.

muvaffakiyet (A.) [ موفقيت ] başarı.

muvaffakiyet ihraz etmek başarı göstermek.

muvafık gelmek uygun olmak.

muvahhiş (A.) [ موحش ] korkutucu.

muvakkar (A.) [ موقر ] ağırbaşlı.

muvakkat (A.) [ موقت ] geçici.

muvakkaten (A.) [ موقتا ] geçici olarak.

muvâsalat (A.) [ مواصالت ] varma, ulaşma.

muvâsalat etmek ulaşmak, varmak.

muvâzaten (A.) [ موازاتا ] paralel olarak.

muvazene (A.) [ موازنه ] denge.

muvazene-i umûmiye kanunu bütçe kanunu.

muvazenesiz (A.-T.) dengesiz.

Page 322: osmanlı türkçesi sözlüğü

322

muvazi (A.) [ موازی ] paralel.

muvazzaf (A.) [ موظف ] görevli.

muzaffer olmak zafer kazanmak.

muzafferiyet (A.) [ مظفریت ] zafer kazanma.

muzdarip (A.) [ مضطرب ] ızdıraplı, acı çeken.

muzdarip etmek ızdırap vermek, üzmek.

muzır (A.) [ مضر ] zararlı, muzur.

muzlim (A.) [ مظلم ] karanlık.

muztarib (A.) [ مضطرب ] acı çeken, ızdıraplı.

mübadele (A.) [ مبادله ] değiştokuş, alışveriş.

mübahesat (A.) [ مباحثات ] tartışmalar.

mübahese (A.) [ مباحثه ] tartışma.

mübahese olunmak tartışılmak.

mübalağa (A.) [ مبالغه ] 1.abartma. 2.abartı.

mübalağa edilmek abartılmak.

mübalağa etmek abartmak.

mübarek (A.) [ مبارک ] kutlu, bereketli.

mübareze (A.) [ مبارزه ] 1.uğraşı, mücadele. 2.savaş.

mübareze etmek mücadele etmek.

mübaşeret olunmak girişilmek, işe başlanmak.

mübâyaa (A.) [ مبایعه ] satın alma.

mübâyaa edilmek alınmak, satın alınmak.

mübâyaa etmek almak, satın almak.

Page 323: osmanlı türkçesi sözlüğü

323

mübdi (A.) [ مبدع ] yenilik getiren, yeni bir şey bulan.

mübeşşir (A.) [ مبشر ] müjdeci, müjdeleyen.

mübhem (A.) [ مبهم ] belirsiz.

mübin (A.) [ مبين ] açıklayan, açıklayıcı.

mübrem (A.) [ مبرم ] kaçınılmaz, zorunlu.

mübremleşmek kaçınılmaz bir hal almak.

mübtedi (A.) [ مبتدی ] 1.başlayan. 2.ilkokula başlayan öğrenci.

mübtela (A.) [ مبتال ] uğramış, tutulmuş, yakalanmış.

mübtela olmak uğramak, tutulmak, yakalanmak.

mübtenî (A.) [ مبتنی ] dayanan.

mübtezel (A.) [ مبتذل ] 1.ele ayağa düşmüş. 2.orta malı. 3.çok bulunan.

mücadele (A.) [ مجادله ] savaşım.

mücavir (A.) [ مجاور ] komşu.

mücazat (A.) [ مجازات ] 1.cezalandırma. 2.karşılık verme.

mücbir (A.) [ مجبر ] zorlayıcı.

müceddid (A.) [ مجدد ] yenilikçi.

mücehhez (A.) [ مجهز ] donanmış.

mücellâ (A.) [ مجال ] cilalı.

mücellid (A.) [ مجلد ] ciltçi.

mücerreb (A.) [ مجرب ] deneyimli.

mücerred (A.) [ مجرد ] 1.bekar. 2.soyut.

mücmelen (A.) [ مجمال ] özetle.

mücrim (A.) [ مجرم ] suçlu.

Page 324: osmanlı türkçesi sözlüğü

324

müctemi’ (A.) [ مجتمع ] derli toplu.

müdafaa (A.) [ مدافعه ] savunma.

müdahale (A.) [ مداخله ] karışma.

müdahene (A.) [ مداهنه ] yağcılık, yardakçılık.

müdavim (A.) [ مداوم ] devam eden.

müddeî (A.) [ مدعی ] 1.davacı. 2.inatçı.

müddet (A.) [ مدت ] süre.

müddet-i muvakkata [ مدت موقته ] geçici süre.

müddet-i tahsiliye [ مدت تحصيليه ] öğrenim süresi.

müdevver (A.) [ مدور ] yuvarlak.

müdhiş (A.) [ مدهش ] dehşet verici.

müdhişe (A.) [ مدهشه ] dehşet verici.

müdrik (A.) [ مدرک ] idrak eden.

müdrik olmak idrak etmek.

müebbeden (A.) [ مؤبدا ] ömür boyu.

müellefat (A.) [ مؤلفات ] telif edilmiş yapıtlar.

müellif (A.) [ مؤلف ] yazar.

müesses (A.) [ مؤسس ] kurulu, kurulmuş.

müessesat (A.) [ مؤسسات ] kurumlar, kuruluşlar, müesseseler.

müessese (A.) [ مؤسسه ] kurum, kuruluş.

müessif (A.) [ مؤسف ] üzücü.

müessir (A.) [ مؤثر ]1.etkileyici, etkili.

müessiriyet (A.) [ مؤثریت ] etkileme gücü.

Page 325: osmanlı türkçesi sözlüğü

325

müessis (A.) [ مؤسس ] kurucu.

müeyyide (A.) [ مؤیده ] yaptırım.

müfekkire (A.) [ مفکره ] düşünme gücü.

müfid (A.) [ مفيد ] yararlı.

müflis (A.) [ مفلس ] 1.iflas etmiş. 2.sefil.

müfreze (A.) [ مفرزه ] askerî birlik.

müfrit (A.) [ مفرط ] aşırı.

müfsid (A.) [ مفسد ] bozucu.

müftehir (A.) [ مفتخر ] iftihar eden.

müftekir (A.) [ مفتقر ] 1.yoksul. 2.bağlı, muhtaç.

müfteri (A.) [ مفتری ] iftiracı.

müheyya (A.) [ مهيا ] hazır.

müheyyic (A.) [ مهيج ] heyecan verici.

mühim (A.) [ مهم ] önemli.

mühimmat (A.) [ مهمات ] savaş malzemesi.

mühimme (A.) [ مهمه ] önemli.

mühlet (A.) [ مهلت ] tanınmış süre.

mühlet vermek süre tanımak.

mühlik (A.) [ مهلک ] öldürücü.

mühr (F.) [ مهر ] mühür.

mühtedî (A.) [ مهتدی ] islam dinini kabul etmiş.

mühtez (A.) [ مهتز ] titrek.

mühürdar (F.) [ مهردار ] özel kalem müdürü.

Page 326: osmanlı türkçesi sözlüğü

326

müje (F.) [ مژه ] kirpik.

müjgan (F.) [ مژگان ] 1. kirpik. 2.kirpikler.

mükâfat (A.) [ مکافات ] ödül.

mükâleme (A.) [ مکالمه ] konuşma.

mükâtebe (A.) [ مکاتبه ] yazışma.

mükedder (A.) [ مکدر ] kederli.

mükemmelen (A.) [ مکمال ] tam olarak, mükemmel olarak.

mükemmeliyet (A.) [ مکمليت ] mükemmellik.

mükerrer (A.) [ مکرر ] tekrarlanmış, yinelenmiş.

mükerreren (A.) [ مکررا ] tekrar tekrar.

mükeyyif (A.) [ مکيف ] keyif verici.

mükteseb (A.) [ مکتسب ] kazanılmış.

müktesebat (A.) [ مکتسبات ] bilgi birikimi.

müktesebe (A.) [ مکتسبه ] kazanılmış.

mülakat (A.) [ مالقات ] 1.buluşma. 2.görüşme.

mülâki olmak 1.karşılaşmak. 2.görüşmek.

mülayim (A.) [ مالیم ] yumuşak.

mülazemet etmek 1.devam etmek. 2.staj yapmak. 3.bir işle ilgilenmek.

mülazım (A.) [ مالزم ] teğmen.

mülazım-ı evvel [ مالزم اول ] üsteğmen.

mülazım-ı sâni [ مالزم ثانی ] teğmen.

mülevven (A.) [ ملون ] rengarenk.

mülevves (A.) [ ملوث ] kirli.

Page 327: osmanlı türkçesi sözlüğü

327

mülga (A.) [ ملغا ] kaldırılmış.

mülhakat (A.) [ ملحقات ] 1.ekler. 2.bir yere bağlı olan başka yerler.

mülk (A.) [ ملک ] 1.yurt. 2.kazanç getiren taşınmaz.

mülteci (A.) [ ملتجی ] sığınmacı.

mültefit (A.) [ ملتفت ] iltifat eden, güleryüzlü.

mülûk (A.) [ ملوک ] melikler.

mümane’et (A.) [ ممانعت ] engelleme.

mümaselet (A.) [ مماثلت ] benzerlik.

mümasil (A.) [ مماثل ] benzer, andıran.

mümasil olmak berbirine benzemek.

mümâşat (A.) [ مماشات ] uysallık, suyuna gitme, alttan alma.

mümessil (A.) [ ممثل ] 1.temsilci. 2.sınıf temsilcisi.

mümeyyiz (A.) [ مميز ] 1.katip. 2.sınava giren öğretmen.

mümeyyize (A.) [ مميزه ] tırnak işareti.

mümin (A.) [ مؤمن ] inanan, iman eden.

müminîn (A.) [ مؤمنين ] inananlar, iman edenler.

mümkin (A.) [ ممکن ] mümkün.

mümsik (A.) [ ممسک ] elisıkı.

mümtaz (A.) [ ممتاز ] seçkin.

mümtehin (A.) [ ممتحن ] sınav yapan, sınayan.

mümteni (A.) [ ممتنع ] imkansız.

mümzâ (A.) [ ممضی ] imzalı, imzalanmış.

mün’adim olmak yok olmak.

Page 328: osmanlı türkçesi sözlüğü

328

mün’akid (A.) [ منعقد ] yapılmış, imzalanmış, kabul edilmiş.

mün’akis (A.) [ منعکس ] yansıtan.

mün’im (A.) [ منعم ] 1.Tanrı. 2.velînimet.

münâcat (A.) [ مناجات ] Tanrı’ya yakarma.

münâdi (A.) [ منادی ] 1.müezzin. 2.tellal, çığırtkan.

münafık (A.) [ منافق ] ikiyüzlü, nifak sokucu.

münâkalat (A.) [ ناقالتم ] taşımacılık.

münâkasa (A.) [ مناقصه ] açık eksiltme.

münâkaşa [ مناقشه ] 1.tartışma. 2.irdeleme.

münâkız olmak (A.-T.) çelişmek.

münakkaş (A.) [ منقش ] nakışlı, işlemeli, desenli.

münasebat (A.) [ مناسبات ] münasebetler.

münatif (A.) [ عطفمن ] çevrilmiş,yönelik.

münatif olmak çevrilmek.

münâvebeten (A.) [ ةمناوب ] dönüşümlü olaram.

münaza’ât (A.) [ منازعات ] çatışmalar, çekişmeler.

münbais (A.) [ منبعث ] ileri gelen, kaynaklanan.

münbit (A.) [ منبت ] verimli.

müncemid (A.) [ منجمد ] donuk.

müncer olmak sonuçlanmak.

mündemic (A.) [ مندمج ] içinde yer alan, içinde bulunan.

mündericât (A.) [ مندرجات ] içindekiler.

münderis olmak izi kalmamak.

Page 329: osmanlı türkçesi sözlüğü

329

münebbih (A.) [ منبه ] uyarıcı, uyandırıcı.

münekkid (A.) [ منقد ] eleştirmen.

münevver (A.) [ منور ] 1.aydınlanmış, parlak. 2.aydın fikirli.

münevver eylemek aydınlatmak.

münfail olmak gücenmek, alınmak.

münferid (A.) [ منفرد ] 1.ayrı, tek başına. 2.tektük.

münhal (A.) [ منحل ] 1.boş, açık. 2.çölülmüş.

münhasır (A.) [ منحصر ] dönük, ait, yönelik.

münhasıran (A.) [ منحصرا ] sırf, sadece.

münhedim olmak yıkılmak, yok olmak.

münhezim (A.) [ منهزم ] bozguna uğramış.

münhezim olmak bozguna uğramak.

müneccim (A.) [ منجم ] yıldızbilimci, astrolog.

münkasım (A.) [ منقسم ] bölünmüş.

münkasım olmak bölünmek, bölünmüş olmak.

münker (A.) [ منکر ] inkâr edilen.

münkesir (A.) [ منکسر ] kırık.

münkesir olmak kırılmak.

münkir (A.) [ منکر ] inkâr eden.

münselib olmak kalmamak.

müntahab (A.) [ منتخب ] seçilmiş, seçkin.

müntahabat (A.) [ خباتمنت ] seçki, antoloji.

müntakim (A.) [ منتقم ] intikam alan.

Page 330: osmanlı türkçesi sözlüğü

330

münteha (A.) [ منتها ] son.

müntehi olmak sona ermek, son bulmak.

müntesib (A.) [ منتسب ] mensup, intisab etmiş.

müntesip bk. müntesib.

münteşir (A.) [ منتشر ] yaygın.

müphem (A.) [ ممبه ] belirsiz, belli belirsiz.

müptelâ (A.) [ مبتال ] uğramış, tutulmuş, yakalanmış.

müptelâ olmak tutulmak, yakalanmak, uğramak.

mürâat (A.) [ مراعات ] gözetme.

müracaat (A.) [ مراجعت ] başvuru. 2.geri dönüş.

müracaat etmek 1.başvurmak. 2.geri dönmek.

müradif (A.) [ مرادف ] eşanlamlı.

mürai (A.) [ مرائی ] ikiyüzlü.

müraselât (A.) [ مراسالت ] mektuplaşmalar.

mürasele (A.) [ مراسله ] mektuplaşma.

mürde (F.) [ مرده ] ölü.

mürebbî (A.) [ مربی ] eğitmen, eğitici.

müreccah (A.) [ مرجح ] tercih sebebi, tercih edilir.

müreffeh (A.) [ مرفه ] refah içinde, bolluk içinde.

mürekkeb (A.) [ مرکب ] 1.oluşan, bileşen. 2.mürekkep.

müretteb (A.) [ مرتب ] 1.düzenlenmiş, tertip edilmiş. 2.dizilmiş.

mürettib (A.) [ مرتب ] dizgici.

mürevvic (A.) [ مروج ] revaç veren, propagandasını yapan.

Page 331: osmanlı türkçesi sözlüğü

331

mürg (F.) [ مرغ ] kuş.

mürgâb (F.) [ مرغاب ] 1.ördek. 2.kurbağa.

mürid (A.) [ مرید ] 1.buyuran. 2.şeyhe bağlı kişi, mürit.

mürit bk. murid.

mürşid (A.) [ مرشد ] 1.şeyh. 2.doğru yolu gösteren, irşad eden.

mürteci (A.) [ رتجعم ] gerici.

mürted (A.) [ مرتد ] islam dininden çıkan.

mürtefi (A.) [ مرتفع ] yüksek.

mürtehen (A.) [ مرتهن ] rehinli, ipotekli.

mürteiş (A.) [ مرتعش ] titrek.

mürtekib (A.) [ مرتکب ] kötü bir iş yapan, işleyen.

mürteşî (A.) [ مرتشی ] rüşvetçi, rüşvet yiyen.

mürûr (A.) [ مرور ] geçme, geçip gitme, geçiş.

mürûr -i zaman [ مرور زمان ] zamanın akışı.

mürûr etmek geçmek.

mürûr eylemek 1.geçmek. 2.uğramak.

mürüvvet (A.) [ مروت ] 1.insanlık. 2.iyilik.

müsaade (A.) [ مساعده ] 1.izin. 2.yardım.

müsaade edilmek izin verilmek.

müsaade etmek izin vermek.

müsaadekâr (A.-F.) [ مساعده کار ] yardımcı, izin verici.

müsaadekârlık (A.-F.-T.) yardımcı olma, izin verme.

müsabaka (A.) [ مسابقه ] yarışma.

Page 332: osmanlı türkçesi sözlüğü

332

müsabık (A.) [ مسابق ] yarışmacı.

müsademe (A.) [ مصادمه ] 1.çarpışma. 2.çatışma.

müsadere (A.) [ مصادره ] mal varlığına el koyma.

müsadere edilmek mal varlığına el konulmak.

müsadere etmek mal varlığına el koymak.

müsâdif (A.) [ مصادف ] rastlar, rastlayan.

müsafir (A.) [ مسافر ] 1.yolcu. 2.konuk.

müsâhelekârlık (A.-F.-T.) kolaylık gösterme.

müsaid (A.) [ مساعد ] uygun.

müsalaha (A.) [ مصالحه ] barış yapma.

müsalemetkâr (A.-F.) [ مسالمت کار ] barışçıl.

müsâmaha (A.) [ مسامحه ] hoşgörü.

müsâmahakâr (A.-F.) [ مسامحه کار ] hoşgörülü.

müsamere (A.) [ مسامره ] 1.gece eğlencesi. 2.okul piyesi.

müsâvat (A.) [ مساوات ] eşitlik.

müsâvatsızlık (A.-T.) eşitsizlik.

müsbet (A.) [ مثبت ] olumlu, pozitif.

müsebbib (A.) [ مسبب ] yol açan, sebep olan.

müseccel (A.) [ مسجل ] tescilli.

müsekkin (A.) [ نمسک ] sakinleştirici, yatıştırıcı.

müsekkit (A.) [ مسکت ] susturucu.

müsellah (A.) [ مسلح ] silahlı.

müselleme (A.) [ مسلمه ] herkes tarafından kabul edilmiş.

Page 333: osmanlı türkçesi sözlüğü

333

müselles (A.) [ مثلث ] üçgen.

müsellesat (A.) [ مثلثات ] trigonometri.

müsellesüşşekl (A.) [ مثلث الشکل ] üçgen şeklinde.

müselmân (A.) [ مسلمان ] müslüman.

müselsel (A.) [ مسلسل ] zincirleme.

müsemma (A.) [ مسمی ] adlandırılmış.

müshil (A.) [ مسهل ] 1.kolaylaştıran. 2.ishal edici.

müsin (A.) [ مسن ] yaşlı.

müskirat (A.) [ مسکرات ] sarhoş edici şeyler.

müslim (A.) [ مسلم ] müslüman.

müsmir (A.) [ مثمر ] 1.verimli. 2.iyi sonuç veren.

müsmiriyet (A.) [ مثمریت ] verimlilik.

müsrif (A.) [ مسرف ] savurgan.

müsta’mere (A.) [ مستعمره ] sömürge.

müstab'ed (A.) [ مستبعد ] uzak.

müsta'fî (A.) [ مستعفی ] istifa etmiş, istifa eden.

müstağnî (A.) [ مستغنی ] doygun, eyvallah etmeyen.

müstahak (A.) [ مستحق ] hak kazanmış.

müstahdem (A.) [ مستخدم ] çalışan, hizmet eden.

müstahdemîn (A.) [ مستخدمين ] çalışanlar, hizmet edenler.

müstaid (A.) [ مستعد ] yetenekli.

müstakil (A.) [ مستقل ] bağımsız.

müstakillen (A.) [ مستقال ] bağımsız olarak, ayrıca.

Page 334: osmanlı türkçesi sözlüğü

334

müstakraza (A.) [ مستقرضه ] borç alınan.

müstamel (A.) [ مستعمل ] 1.kullanılmış. 2.kullanılan.

müstantık (A.) [ مستنطق ] sorgu yargıcı.

müste’cir (A.) [ مستأجر ] kiracı.

müstebân olmak anlaşılmak.

müstebid (A.) [ مستبد ] despot.

müstefid olmak yararlanmak.

müstehlik (A.) [ مستهلک ] tüketici.

müstehzi (A.) [ مستهزی ] alaycı.

müstemleke (A.) [ مستملکه ] sömürge, koloni.

müstenid (A.) [ مستند ] dayanan.

müsteniden (A.) [ مستندا ] dayanarak.

müsterih (A.) [ مستریح ] gönlü rahat.

müstesnâ (A.) [ مستثنی ] 1.apayrı. 2.dışında haricinde.

müsteşar (A.) [ مستشار ] danışman.

müsteşrik (A.) [ مستشرق ] doğubilimci, oryantalist.

müsvedde (A.) [ مسوده ] taslak.

müşa’şa (A.) [ مشعشع ] gösterişli, şaşaalı.

müşabehet (A.) [ مشابهت ] benzerlik.

müşabih (A.) [ مشابه ] benzer.

müşahedât (A.) [ مشاهدات ] gözlemler.

müşâhede (A.) [ مشاهده ] gözlem.

müşâhede edilmek gözlemlenmek.

Page 335: osmanlı türkçesi sözlüğü

335

müşâhede olunmak gözlemlenmek.

müşahhas (A.) [ مشخص ] somut.

müşarik (A.) [ مشارک ] ortak.

müşarünileyh (A.) [ مشار اليه ] anılan, adı geçen.

müşavere (A.) [ مشاوره ] danışma.

müşavere etmek danışmak.

müşekkel (A.) [ مشکل ] biçimli, kalıplı.

müşerref olmak şeref kazanmak.

müşevveş (A.) [ مشوش ] karışık.

müşfik (A.) [ مشفق ] şefkatli.

müşir (A.) [ مشير ] mareşal.

müşkil (A.) [ مشکل ] güç, zor.

müşkilât (A.) [ مشکالت ] güçlükler, zorluklar.

müşkilat çekmek zorluk çekmek, sıkıntı çekmek.

müşkilpesend (A.-F.) [ مشکل پسند ] güç beğenen.

müşt (F.) [ مشت ] 1.yumruk. 2.avuç.

müştail (A.) [ مشتعل ] alevli.

müştak (A.) [ مشتاق ] çok isteyen, can atan.

müştehir (A.) [ مشتهر ] ünlü.

müşteki (A.) [ مشتکی ] şikayetçi.

müştemilat (A.) [ مشتمالت ] eklentiler, ek yapılar.

müştereken (A.) [ مشترکا ] ortaklaşa.

mütalaa (A.) [ مطالعه ] 1.okuma. 2.görüş. 3.inceleme.

Page 336: osmanlı türkçesi sözlüğü

336

mütareke (A.) [ متارکه ] bırakışma, karşılıklı silah bırakma.

müteaddid (A.) [ متعدد ] birçok.

müteaffin (A.) [ متعفن ] kokuşmuş.

müteahhid (A.) [ متعهد ] taahhüt eden, üstlenen.

müteakib (A.) [ متعاقب ] ardından.

müteallik (A.) [ متعلق ] ilgili, ilişkin.

müteallim (A.) [ متعلم ] öğrenci.

müteammim (A.) [ متعمم ] yaygın.

müteannid (A.) [ متعند ] inatçı.

müteârife (A.) [ متعارفه ] kanıtlanmak gerektirmeyecek kadar açık.

müteassıb (A.) [ متعصب ] taassup gösteren.

mütebahhir (A.) [ متبحر ] derin bilgi sahibi.

mütebahhirane (A.-F.) [ متبحرانه ] derinlemesine.

mütebaki (A.) [ متباقی ] kalan, geriye kalan.

mütebariz (A.) [ متبارز ] açık seçik, belirgin.

mütebasbıs (A.) [ متبصبص ] yaltakçı, yardakçı.

mütebessim (A.) [ متبسم ] gülümseyen, tebessüm eden.

mütecânis (A.) [ متجانس ] aynı cinsten, homojen.

mütecâviz (A.) [ متجاوز ] 1.aşkın. 2.saldırgan, tecavüzkâr. 3.sarkıntılık eden,

tecavüzcü.

müteceddid (A.) [ متجدد ] 1.yenilikçi. 2.yenileşen.

mütecellî (A.) [ متجلی ] görünen, tecelli eden.

mütecessis (A.) [ متجسس ] meraklı, merak eden.

Page 337: osmanlı türkçesi sözlüğü

337

mütecessisâne (A.-F.) [ متجسسانه ] merak ederek, meraklı.

mütedair (A.) [ متدائر ] ilişkin.

mütedeyyin (A.) [ متدین ] dindar, dinine düşkün.

müteehhil (A.) [ متأهل ] evli.

müteellim (A.) [ متألم ] elemli.

müteessif (A.) [ متأسف ] üzgün.

müteessif olmak üzülmek.

müteessifâne (A.-F.) [ متأسفانه ] üzgün, esefli.

müteessir (A.) [ متأثر ] 1.üzgün. 2.etkilenen.

müteessir olmak 1.üzülmek. 2.etkilenmek.

müteezzî (A.) [ متأذی ] eziyet çekmiş, eza görmüş.

müteezzi etmek acı çektirmek.

mütefekkir (A.) [ متفکر ] 1.düşünür. 2.düşünceli.

mütefekkirane (A.-F.) [ متفکرانه ] düşünceli düşünceli.

mütefelsifâne (A.-F.) [ متفلسفانه ] bir filozof gibi.

mütefennin (A.) [ متفنن ] fen bilimleri ile uğraşan, teknik ile uğraşan.

müteferrik (A.) [ متفرق ] dağınık.

mütefessih (A.) [ متفسخ ] bozulmuş, kokuşmuş, çürümüş.

mütegallib (A.) [ متغلب ] zorba.

mütegâyir (A.) [ متغایر ] birbirine zıt.

mütehaccir (A.) [ متحجر ] taşlaşmış, fosilleşmiş.

mütehalif (A.) [ متخالف ] birbirine uymayan.

mütehammil (A.) [ متحمل ] dayanan.

Page 338: osmanlı türkçesi sözlüğü

338

müteharrî (A.) [ متحری ] araştırıcı, araştıran.

müteharrik (A.) [ متحرک ] hareket eden, kıpırdayan.

mütehassıs (A.) [ متخصص ] uzman.

mütehassir (A.) [ متحسر ] özlem duyan.

mütehassis (A.) [ متحسس ] duygulu.

mütehâşi (A.) [ متحاشی ] çekingen.

mütehavvil (A.) [ متحول ] değişken.

mütehayyir (A.) [ متحير ] şaşkın, şaşırmış.

mütekâbil (A.) [ متقابل ] karşılıklı.

mütekâbile (A.) [ متقابله ] karşılıklı.

mütekâbilen (A.) [ متقابال ] karşılıklı olarak.

mütekaddim (A.) [ متقدم ] geçmiş, eski.

mütekaid (A.) [ متقاعد ] emekli.

mütekamil (A.) [ متکامل ] olgun, tam, gelişmiş.

mütekebbir (A.) [ متکبر ] kendini beğenmiş, şişinen, büyüklenen.

mütekeddir (A.) [ متکدر ] kederli.

mütekellim (A.) [ متکلم ] 1.konuşan. 2.birinci tekil şahıs.

mütelebbis (A.) [ متلبس ] giyinmiş, kuşanmış.

mütelevvin (A.) [ متلون ] renkten renge giren, yanar döner.

mütemadi (A.) [ متمادی ] sürekli.

mütemadiyen (A.) [ متمادیا ] sürekli olarak.

mütemayil (A.) [ متمایل ] 1.eğimli. 2.eğilimli, yönelik.

mütemeddin (A.) [ متمدن ] uygar.

Page 339: osmanlı türkçesi sözlüğü

339

mütemellik (A.) [ متملک ] dalkavuk, yardakçı.

mütemerkiz (A.) [ متمرکز ] bir merkezde toplanma.

mütemevvic (A.) [ متموج ] dalgalı.

mütemevvil (A.) [ متمول ] varlıklı, zengin.

mütemmim (A.) [ متمم ] 1.tamamlayıcı. 2.tümleç.

mütenâhi (A.) [ متناهی ] sona eren.

mütenasib (A.) [ متناسب ] uygun, uyumlu.

mütenavib (A.) [ متناوب ] dönüşümlü.

mütenâzır (A.) [ متناظر ] 1.birbirine bakan. 2.simetrik.

müteneffizân (A.-F.) [ متنفذان ] etkili kişiler, nüfuz sahipleri, sözü geçenler.

mütenevvi (A.) [ متنوع ] çeşitli, türlü türlü.

müteradif (A.) [ مترادف ] eşanlamlı.

müterafik (A.) [ مترافق ] 1.refakat eden. 2.karışık, bir arada.

mütercem (A.) [ مترجم ] çevrilmiş, tercüme edilmiş.

mütercim (A.) [ مترجم ] çevirmen.

mütesadif (A.) [ متصادف ] rastlayan, tesadüf eden.

mütesâvi (A.) [ متساوی ] eşit.

mütesâviyen (A.) [ اویامتس ] eşit olarak.

müteselli (A.) [ متسلی ] teselli bulan, avunan.

müteselli olmak teselli bulmak, avunmak.

müteselsil (A.) [ متسلسل ] zincirleme.

müteselsilen (A.) [ متسلسال ] zincirleme olarak, birbirinin ardı sıra.

müteşâir (A.) [ متشاعر ] şair geçinen, şair müsveddesi.

Page 340: osmanlı türkçesi sözlüğü

340

müteşebbis (A.) [ متشبث ] 1.girişen, teşebbüs eden. 2.girişimci.

müteşekkî (A.) [ متشکی ] şikayetçi.

müteşekkil (A.) [ متشکل ] oluşmuş, teşekkül etmiş.

müteşekkir (A.) [ متشکر ] şükran borçlu.

müteşettit (A.) [ متشتت ] karışık, dağınık.

mütetebbi (A.) [ متتبع ] araştırmacı.

mütevakkıf (A.) [ متوقف ] bağlı.

mütevaliyen (A.) [ متواليا ] sürekli olarak.

mütevattın (A.) [ متوطن ] yerleşik, yurt tutmuş.

mütevâzı (A.) [ متواضع ] alçakgönüllü.

mütevâzıyâne (A.-F.) [ متواضيانه ] alçakgönüllülükle.

mütevazin (A.) [ متوازن ] oranlı, uyumlu, dengeli.

müteveccih (A.) [ متوجه ] dönük, yönelik.

müteveccihen (A.) [ متوجها ] 1.dönük olarak. 2.bir yere gitmek üzere.

müteveffâ (A.) [ متوفا ] ölmüş, ölü.

mütevekkil (A.) [ متوکل ] tevekkül eden her işini Tanrı’nın iradesine bırakan.

mütevellî (A.) [ متولی ] bir vakfın üst yöneticisi.

mütevellid (A.) [ متولد ] 1.doğan. 2.ileri gelen, kaynaklanan.

müteverrim (A.) [ متورم ] veremli, verem hastası.

müteyakkız (A.) [ متيقظ ] uyanık, teyakkuz durumunda olan.

mütezâyid (A.) [ متزاید ] artan, çoğalan.

mütezelzil (A.) [ متزلزل ] sarsılan.

mütezelzil olmak 1.sarsılmak. 2.bozulmak.

Page 341: osmanlı türkçesi sözlüğü

341

müttefik (A.) [ متفق ] birlik olmuş, ittifak yapmış.

müttehid (A.) [ متحد ] birleşik.

müvekkil (A.) [ کلمو ] vekalet veren.

müverrah (A.) [ مورخ ] tarihli.

müverrih (A.) [ مورخ ] tarihçi, tarih yazarı.

müverrihin (A.) [ مورخين ] tarihçiler.

müyesser olmak gerçekleşmek.

müzaheret (A.) [ مظاهرت ] destek, yardım, arka çıkma.

müzahrefat (A.) [ مزخرفات ] 1.pislikler, süprüntüler, döküntüler.

müzakere (A.) [ مذاکره ] görüşme.

müzayede (A.) [ مزایده ] açık arttırma.

müzehheb (A.) [ مذهب ] altın yaldızlı.

müzekker (A.) [ مذکر ] eril.

müzevvir (A.) [ مزور ] arabozucu.

müzeyyen (A.) [ مزین ] süslü, ziynetli.

müzmin (A.) [ مزمن ] kronik, süreğen.

Page 342: osmanlı türkçesi sözlüğü

342

N

nâ (F.) [ نا ] olumsuzluk eki.

na’l (A.) [ نعل ] nal.

na’lbend (A.-F.) [ نعلبند ] nalbant.

na’lbur (A.-F.) [ نعلبر ] nalbur.

na’lçe (A.-F.) [ نعلچه ] nalça.

na’nâ’ (A.) [ نعناع ] nane.

na’re (A.) [ نعره ] nara, haykırma.

na’ş (A.) [ نعش ] naaş, cenaze.

na’t (A.) [ نعت ] 1.övme. 2.Hz. Muhammed’i övücü şiir.

nââşnâ (F.) [ نا آشنا ] yabancı.

naat (A.) [ نعت ] 1.övme. 2.Hz. Muhammed’i övücü şiir.

nâb (F.) [ ناب ] saf, halis, katışıksız.

nâbecâ (F.) [ نابجا ] yersiz.

nâbehre (F.) [ نابهره ] 1.nasipsiz. 2.soysuz.

nâbekâr (F.) [ نابکار ] 1.hayırsız. 2.işe yaramaz.

nâbîna (F.) [ نابينا ] kör.

nâbûd (F.) [ نابود ] 1.yok. 2.yokluk. 3.perişan.

nabz (A.) [ نبض ] nabız.

nabzgîr (A.-F.) [ نبض گير ] nabza göre şerbet veren.

Page 343: osmanlı türkçesi sözlüğü

343

nâcî (A.) [ ناجی ] kurtulan.

nâcins (F.-A.) [ ناجنس ] soysuz, cinsi bozuk.

nâçâr (F.) [ ناچار ] 1.çaresiz, sorunda. 2.ister istemez.

nâçîz (F.) [ ناچيز ] değersiz, önemsiz.

nâdân (F.) [ نادان ] 1.cahil. 2.hödük.

nâdânlık (F.-T.) 1.cahillik. 2.hödüklük.

nâdî (A.) [ نادی ] seslenen, çağıran.

nâdim (A.) [ نادم ] pişman.

nâdim etmek pişman etmek.

nâdim olmak pişman olmak.

nâdir (A.) [ نادر ] az bulunur.

nâdirât (A.) [ نادرات ] az bulunur şeyler.

nâdire (A.) [ نادره ] az bulunur.

nâdiren (A.) [ نادرا ] nadir olarak.

nâehl (F.-A.) [ ناأهل ] ehil olmayan, ehliyetli olmayan.

nâf (F.) [ ناف ] göbek.

nafaka (A.) [ نفقه ] geçim parası.

nâfe (F.) [ نافه ] 1.ceylanın göbeğinden çıkan misk. 2.sevgilinin saçı.

nâfercâm (F.) [ فرجامنا ] sonu iyi olmayan, yararsız.

nâfıa (A.) [ نافعه ] bayındırlık işleri.

nâfıa müdüriyeti bayındırlık müdürlüğü.

nâfıa nâzırı bayındırlık bakanı.

nâfıa nezareti bayındırlık bakanlığı.

Page 344: osmanlı türkçesi sözlüğü

344

nâfıa vekâleti bayındırlık bakanlığı.

nâfile (A.) [ نافله ] 1.boşuna. 2.nafile namazı, farz dışında kılınan namaz.

nâfiz (A.) [ نافذ ] etkileyici, nüfuz edici, işleyici.

nâgâh (F.) [ ناگاه ] ansızın.

nâgehan (F.) [ ناگهان ] ansızın.

nağamât (A.) [ نغمات ] nağmeler.

nağme (A.) [ نغمه ] ezgi, melodi.

nağz (F.) [ غزن ] güzel, hoş.

nâhak (F.-A.) [ ناحق ] haksız.

nâhalef (F.-A.) [ ناخلف ] hayırsız evlat.

nahçîr (F.) [ نخچير ] av hayvanı.

nâhencâr (F.) [ ناهنجار ] doğru olmayan, uygun olmayan.

nâhid (F.) [ ناهيد ] Venüs, Çulpan, Zühre.

nahif (A.) [ نحيف ] cılız.

nâhiye (A.) [ ناحيه ] 1.yöre, bölge. 2.bucak. 3.taraf.

nahl (A.) [ نخل ] hurma ağacı.

nahl (A.) [ نحل ] bal arısı.

nahlistan (A.-F.) [ نخلستان ] hurmalık.

nâhoş (F.) [ ناخوش ] hoş olmayan.

nahs (A.) [ نحس ] uğursuzluk.

nâhudâ (F.) [ ناخدا ] kaptan.

nâhudâ (F.) [ ناخدا ] Allahsız.

nâhun (F.) [ ناخن ] tırnak.

Page 345: osmanlı türkçesi sözlüğü

345

nahv (A.) [ نحو ] 1.sözdizimi. 2.taraf. 3.gibi.

nahvet (A.) [ نخوت ] böbürlenme.

nahvî (A.) [ نحوی ] gramerci, nahiv uzmanı.

nâib (A.) [ نائب ] 1.vekil. 2.kadı, yargıç.

nâil (A.) [ نائل ] erişen, kavuşan, murada eren.

nail olmak muradına ermek, kavuşmak, erişmek.

nâim (A.) [ نائم ] uyuyan.

nâka (A.) [ ناقه ] dişi deve.

nakd (A.) [ نقد ] 1.nakit. 2.madeni para.

nakden (A.) [ نقدا ] peşin olarak.

nâkes (F.) [ ناکس ] 1.soysuz, işe yaramaz. 2.pinti, nekes.

nâkıs (A.) [ ناقص ] 1.eksik. 2.eksi.

nakış (A.) [ نقش ] desen.

nakib (A.) [ نقيب ] 1.şeyh yardımcısı. 2.reis vekili.

nâkil (A.) [ ناقل ] 1.taşıma, nakil. 2.anlatan, nakleden.

nakîsa (A.) [ نقيصه ] kusur.

nakîse (A.) [ نقيصه ] kusur.

nakkad (A.) [ نقاد ] eleştirmen.

nakkal (A.) [ نقال ] nakleden, öykü veya masal anlatan.

nakkare (A.) [ نقاره ] 1.davul. 2.dümbelek.

nakl (A.) [ نقل ] 1.nakil, anlatma. 2.taşıma.

nakledilmek 1.anlatılmak. 2.taşınmak.

naklen (A.) [ نقال ] naklederek, nakil yolu ile.

Page 346: osmanlı türkçesi sözlüğü

346

nakletmek 1.anlatmak. 2.taşımak.

nakliyat (A.) [ نقليات ] taşımacılık.

nakliye (A.) [ نقليه ] taşıma.

nakş (A.) [ نقش ] 1.nakış, desen. 2.resim. 3.duvar resmi.

nakşedilmek işlenmek.

nakş etmek işlemek.

nâkus (A.) [ ناقوس ] çan.

nakz (A.) [ نقض ] 1.yok sayma. 2.bozma, çözme.

nâlân (F.) [ ناالن ] inleyen.

nâlân etmek inletmek.

nâlân olmak inlemek.

nâle (F.) [ ناله ] inilti.

nâlende (F.) [ نالنده ] inleyen.

nâm (F.) [ نام ] 1.ad. 2.adında, adlı. 3.ün, şöhret.

nam vermek ad vermek, adlandırmak.

nâmahdud (F.-A.) [ نامحدود ] sınırsız.

nâmahrem (F.-A.) [ نامحرم ] 1.mahrem olmayan. 2.nikah düşmeyen kişi.

3.yabancı.

nâmahsus (F.-A.) [ نامحسوس ] hissedilmeyen.

nâmakbul (F.-A.) [ نامقبول ] makbul olmayan.

nâmakul (F.-A.)) [ نامعقول ] makul olmayan.

nâmalûm (F.-A.) [ نامعلوم ] bilinmeyen.

nâmâver (F.) [ نام آور ] ünlü, sanlı.

Page 347: osmanlı türkçesi sözlüğü

347

namaz (F.) [ نماز ] namaz.

namazgâh (F.) [ نمازگاه ] namazlık, üstü açık mesçit.

nâmberdar (F.) [ نامبردار ] ünlü, sanlı.

nâmcû (F.) [ نامجو ] yiğit.

nâmdar (F.) [ نامدار ] ünlü, namlı.

nâme (F.) [ نامه ] 1.mektup. 2.kitap.

nâme’mûl (F.-A.) [ نامأمول ] umulmayan, beklenmedik.

nâmefhûm (F.-A.) [ نامفهوم ] anlaşılmaz.

nâmer’î (F.-A.) [ نامرئی ] görülmeyen, görülmez.

nâmerd (F.) [ نامرد ] alçak, aşağılık, namert.

nâmesbûk (F.-A.) [ نامسبوق ] olmamış, geçmemiş, cereyan etmemiş.

nâmına (F.-T.) adına.

nâmî (F.) [ نامی ] ünlü, namlı.

nâmurad (F.-A.) [ نامراد ] muradına ermemiş.

nâmus (A.<Yun.) [ ناموس ] 1.ırz. 2.dürüstlük. 3.yasa.

nâmuskâr (A.-F.) [ اموسکارن ] namuslu.

namuskârane (A.-F.) [ ناموسکارانه ] namusluca, namuslulara yakışır.

nâmüsaid (F.-A.) [ نامساعد ] uygun olmayan.

nâmütenahi (F.-A.) [ نامتناهی ] sonsuz, engin.

nâmver (F.) [ نامور ] ünlü.

namzed (F.) [ نامزد ] 1.aday. 2.nişanlı.

nân (F.) [ نان ] ekmek.

nâpâyidar (F.) [ ناپایدار ] kalıcı olmayan.

Page 348: osmanlı türkçesi sözlüğü

348

nâpervâ (F.) [ ناپروا ] korkusuz, pervasız.

nâr (A.) [ نار ] ateş.

nâr (F.) [ نار ] nar.

nârencî (F.) [ نارنجی ] turuncu.

nâres (F.) [ نارس ] ham, olgunlaşmamış.

nâresâ (F.) [ سانار ] 1.ham. 2.uygun olmayan.

nârevâ (F.) [ ناروا ] yakışık almaz.

narh (F.) [ نرخ ] nark.

nâs (A.) [ ناس ] insanlar.

nasâra (A.) [ نصارا ] Hıristiyanlar.

nasâyih (A.) [ نصایح ] öğütler.

nasib (A.) [ نصيب ] 1.pay. 2.Tanrı’nın kula verdiği.

nasihat (A.) [ نصيحت ] öğüt.

nâsipas (F.) [ ناسپاس ] nankör.

nâsiye (A.) [ ناصيه ] alın.

nasrâni (A.) [ نصرانی ] Hıristiyan.

nass (A.) [ نص ] kesinlik.

nâsûtî (A.) [ ناسوتی ] insanlık ile ilgili.

nâşî (A.) [ ناشی ] ileri gelen, kaynaklanan, dolayı.

nâşinas (F.) [ ناشناس ] yabancı.

nâşir (A.) [ ناشر ] yayıncı.

nâtamam (F.-A.) [ ناتمام ] tamamlanmamış, yarım kalmış.

nâtık (A.) [ ناطق ] konuşan.

Page 349: osmanlı türkçesi sözlüğü

349

nâtıka (A.) [ ناطقه ] konuşma gücü.

nâtıkaperdâz (A.-F.) [ ناطقه پرداز ] düzgün ve etkili konuşan.

nats (A.) [ نطس ] nadas.

natûk (A.) [ نطوق ] düzgün konuşan.

nâtüvân (F.) [ ناتوان ] güçsüz, zayıf.

nâv (F.) [ ناو ] 1.gemi. 2.kayık.

nâvdan (F.) [ ناودان ] oluk.

nâvek (F.) [ ناوک ] ok.

nây (F.) [ نای ] 1.ney. 2.kamış.

nâyçe (F.) [ نایچه ] küçük ney.

nâyî (F.) [ نایی ] neyzen.

nâyzen (F.) [ نایزن ] neyzen.

naz (F.) [ ناز ] 1.işve, cilve. 2.kapris. 3.naz.

naza çekmek nazlanmak.

nâzan (F.) [ نازان ] nazlı.

nazar (A.) [ نظر ] 1.bakış. 2.ilgi gösterme, iltifat etme. 3. bakış açısı.

nazaran (A.) [ نظرا ] göre, nispetle, bakılırsa.

nazargâh (A.-F.) [ نظرگاه ] 1.bakış yeri. 2.bakılan yer.

nazar-ı şübhe [ نظر شبهه ] şüpheli göz, şüpheli bakış.

nazarında (A.-T.) göre, fikrince, gözünde.

nazarî (A.) [ نظری ] teorik.

nazariyat (A.) [ نظریات ] teoriler, nazariyeler.

nazariye (A.) [ نظریه ] teori.

Page 350: osmanlı türkçesi sözlüğü

350

nazariyyat (A.) [ نظریات ] teoriler, nazariyeler.

nâzende (F.) [ نازنده ] nazlı.

nâzenin (F.) [ نازنين ] 1.nazlı. 2.narin.

nâzım (A.) [ ناظم ] 1.düzenleyen. 2.nazmeden.

nâzır (A.) [ ناظر ] 1.bakan. 2.nezaret eden.

nâzırlık (A.-T.) bakanlık.

nazif (A.) [ نظيف ] temiz.

nâzik (F.) [ نازک ] 1.ince. 2.kibar.

nâzikâne (F.) [ نازکانه ] kibarca, nazikçe.

nâzil (A.) [ نازل ] inen.

nâzil olmak inmek.

nazile (A.) [ نازله ] 1.nezle. 2.inmiş. 3.sıkıntı.

nazîr (A.) [ نظير ] benzer.

nazm (A.) [ نظم ] 1.dizme. 2.düzenleme, tertip etme. 3.vezinli ve kafiyeli söz

söyleme.

nazmen (A.) [ نظما ] manzum olarak.

nâzperver (F.) [ نازپرور ] nazlı, naz eden.

nâzperverde (F.) [ نازپرورده ] nazlı, naz içinde büyümüş.

nebât (A.) [ نبات ] bitki.

nebat (F.) [ نبات ] nöbet şekeri.

nebâtât (A.) [ نباتات ] 1.bitkiler. 2.botanik.

nebatî (A.) [ نباتی ] bitkisel.

neberd (F.) [ نبرد ] savaş.

Page 351: osmanlı türkçesi sözlüğü

351

nebî (A.) [ نبی ] peygamber.

nebîre (A.) [ نبيره ] torun.

necabet (A.) [ نجابت ] soyluluk.

necâset (A.) [ نجاست ] pislik.

necîb (A.) [ نجيب ] soylu, asil, kişizade.

necîs (A.) [ نجيس ] pis.

necm (A.) [ نجم ] yıldız.

nedâmet (A.) [ ندامت ] pişmanlık.

nedâmet getirmek pişman olmak.

nedim (A.) [ ندیم ] 1.padişahların ve yüksek rütbeli devlet ricalinin sohbet

arkadaşı. 2.güzel hikaye anlatan.

nedret (A.) [ ندرت ] azlık.

nef’ (A.) [ نفع ] çıkar, yarar.

nefâis (A.) [ نفائس ] değerli ve nefis eserler.

nefâset (A.) [ نفاست ] nefislik.

nefer (A.) [ نفر ] 1.kişi. 2.asker.

nefh etmek nefes vermek, kazandırmak.

nefha (A.) [ نفحه ] üfürme.

nefîr (A.) [ نفير ] boynuzdan yapılmış boru.

nefrin (F.) [ نفرین ] lanet, ilenç.

nefs (A.) [ نفس ] 1.nefis, can. 2.kendi. 3.iç.

nefs- i emmâre [ نفس اماره ] kötülükleri emreden nefis.

nefs-i (A.-F.) [ ِنفس ] içinde.

Page 352: osmanlı türkçesi sözlüğü

352

nefsî (A.) [ نفسی ] 1.nefis ile ilgili. 2.subjektif.

neftî (F.) [ نفتی ] petrol yeşili.

nefy (A.) [ ] sürgün.

nehâr (A.) [ نهار ] gündüz.

nehârî (A.) [ نهاری ] yatılı olmayan okul.

nehc (A.) [ نهج ] 1.yol. 2.kast teşkilatı.

neheng (F.) [ نهنگ ] timsah.

nehiy (A.) [ نهی ] 1.olumsuzluk. 2.yasaklama.

nehr (A.) [ نهر ] ırmak, nehir.

nehy (A.) [ نهی ] 1.olumsuzluk. 2.yasaklama.

nehy etmek yasaklamak.

nejad (F.) [ نژاد ] soy, ırk.

nekahet (A.) [ نقاهت ] hastalıktan sonraki tehlikeli geçiş dönemi.

nekbet (A.) [ نکبت ] 1.talihsizlik. 2.felaket.

nekes (F.) [ نکس ] 1.hayırsız. 2.elisıkı.

nem (F.) [ نم ] rutubet.

nemâ (A.) [ نما ] 1.gelişme, büyüme, serpilme. 2.faiz.

nemed (F.) [ نمد ] keçe.

nemedpûş (F.) [ نمدپوش ] derviş.

nemek (F.) [ نمک ] tuz.

neml (A.) [ نمل ] karınca.

nemnâk (F.) [ نمناک ] nemli.

neng (F.) [ ننگ ] ar, utanma.

Page 353: osmanlı türkçesi sözlüğü

353

nerd (F.) [ نرد ] tavla.

nerm (F.) [ نرم ] yumuşak.

nermin (F.) [ نرمين ] yumuşak.

nesc (A.) [ نسج ] doku.

neseb (A.) [ نسب ] soy.

nesh (A.) [ نسخ ] 1.hükümsüz kılma. 2.nesih yazı.

nesîm (F.) [ نسيم ] meltem, esinti.

nesl (A.) [ نسل ] kuşak, nesil.

nesr (A.) [ نثر ] düzyazı.

nesren (A.) [ نثرا ] düzyazı ile.

nesrin (F.) [ نسرین ] yaban gülü.

nessac (A.) [ نساج ] dokumacı.

nesteren (F.) [ نسترن ] yaban gülü.

neş’et (A.) [ نشئت ] kaynaklanma, ileri gelme, doğma, doğuş.

neş’et etmek kaynaklanmak, ileri gelmek.

neşat (A.) [ نشاط ] sevinç.

neşîde (A.) [ نشيده ] 1.şiir. 2.besteli ve güfteli eser.

neşr (A.) [ نشر ] 1.yayma. 2.yayınlama. 3.yayınlanma.

neşr etmek 1.yaymak. 2.yayınlamak.

neşr olunmak yayınlanmak.

neşriyat (A.) [ نشریات ] yayın.

neşv ü nemâ (A.) [ نشو و نما ] serpilme, gelişme, büyüme.

neşv ü nemâ bulmak gelişmek, yayılmak.

Page 354: osmanlı türkçesi sözlüğü

354

neşve (A.) [ نشوه ] sevinç.

neşvedâr (A.-F.) [ نشوه دار ] neşeli.

neşveyâb olmak neşelenmek.

netâic (A.) [ نتائج ] sonuçlar.

netîce (A.) [ نتيجه ] sonuç.

netice çıkarmak sonuç çıkarmak, sonuca varmak.

netîcepezîr olmak sonuçlanmak.

nev (F.) [ نو ] 1.yeni. 2.taze, körpe.

nev’ (A.) [ نوع ] tür, nevi, çeşit.

nev’an mâ (A.) [ نوعا ما ] bir bakıma.

nevâ (F.) [ نوا ] ses.

nevâde (F.) [ نواده ] torun.

nevâdir (A.) [ نوادر ] nadir olan değerli eşyalar.

nevâle (A.) [ نواله ] 1.kısmet. 2.azık.

nevâz (F.) [ نواز ] okşayan.

nevâziş (F.) [ نوازش ] okşama.

nevâziş eylemek okşamak.

nevbahar (F.) [ نوبهار ] ilkbahar.

nevbet (A.) [ نوبت ] sıra, nöbet.

nevcivan (F.) [ نوجوان ] delikanlı, genç.

nevdevlet (F.-A.) [ نودولت ] sonradan görme.

neve (F.) [ نوه ] torun.

nevha (A.) [ نوحه ] ağıt.

Page 355: osmanlı türkçesi sözlüğü

355

nevi (A.) [ نوع ] tür, çeşit.

nevid (F.) [ نوید ] müjde.

nevin (F.) [ نوین ] yeni.

nevm (A.) [ نوم ] uyku.

nevmîd (F.) [ نوميد ] umutsuz.

nevmîd etmek umutsuzluğa düşürmek.

nevmîd olmak umutsuzluğa kapılmak.

nevnihal (F.) [ نونهال ] genç fidan.

nevres (F.) [ نورس ] yeti yetişmiş.

nevruz (F.) [ نوروز ] 1.yeni gün. 2.nevruz.

nevruziye (F.-A.) [ نوروزیه ] nevruz için yazılan kaside.

nevzad (F.) [ نوزاد ] 1.yeni doğmuş. 2.bebek.

neyistan (F.) [ نيستان ] sazlık, kamışlık.

neyzâr (F.) [ نيزار ] sazlık, kamışlık.

neyzen (F.) [ نيزن ] ney üfleyen.

nez’ edilmek (A.-T.) ayırılmak, çekip atılmak, sökülmek.

nez’ (A.) [ نزع ] 1.can çekişme. 2.sökme, koparma, zorla alma.

nez’ eylemek ayırmak, çekip atmak, sökmek, koparmak.

nezâfet (A.) [ نظافت ] temizlik.

nezâket (Osmanlıca>A.) [ نزاکت ] 1.incelik. 2.hassaslık.

nezâret (A.) [ نظارت ] 1.nazırlık. 2.gözetme.

nezd (F.) [ نزد ] 1.yan, yanı. 2.kat.

nezih (A.) [ نزیه ] temiz.

Page 356: osmanlı türkçesi sözlüğü

356

nezr (A.) [ نذر ] adak.

nezr etmek adamak.

nısf (A.) [ نصف ] yarı, yarım.

nısf -ı ahîr [ نصف اخير ] son yarısı.

nısfunnehâr (A.) [ نصف النهار ] meridyen.

niam (A.) [ نعم ] nimetler.

nida etmek seslenmek.

nidâ eylemek seslenmek, duyurmak.

nidâ’ (A.) [ نداء ] ses.

nifâk (A.) [ نفاق ] ikiyüzlülük.

nigâh (F.) [ نگاه ] bakış.

nigâh eylemek bakmak.

nigâr (F.) [ نگار ] 1.sevgili. 2.resim.

nigeh (F.) [ نگه ] bakış.

nigîn (F.) [ نگين ] 1.yüzük. 2.yüzük kaşı. 3.mühür.

nihâd (F.) [ نهاد ] yaratılış, tabiat.

nihâl (F.) [ نهال ] fidan.

nihân (F.) [ نهان ] 1.gizli. 2.gizlice.

nihan olmak gizlenmek, saklanmak, kaybolmak.

nihayet (A.) [ نهایت ] son.

nihayet bulmak sona ermek.

nijâd (F.) [ نژاد ] soy.

nîk (F.) [ نيک ] iyi, güzel.

Page 357: osmanlı türkçesi sözlüğü

357

nikab (A.) [ نقاب ] peçe.

nikbin (F.) [ نيکبين ] iyimser.

nilgun (F.) [ نيلگون ] lacivert.

nîm (F.) [ نيم ] 1.yarı. 2.yarım. 3.buçuk.

nîm muzlim (F.-A.) [ نيم مظلم ] loş.

nîm cahilî (F.-A.) [ نيم جاهلی ] yarıcahil, yarı cahilî.

nimet (A.) [ نعمت ] 1.iyilik. 2.yiyecek.

nîm resmî (F.-A.) [ نيم رسمی ] yarı resmî.

nîreng (F.) [ نيرنگ ] 1.afsun. 2.hile, düzen.

nisâ (A.) [ نسا ] kadınlar.

nisâb (A.) [ نصاب ] 1.aranan sınır. 2.sermaye.

nisâr (A.) [ نثار ] saçma.

nisâr etmek saçmak.

nisbet (A.) [ نسبت ] 1.oran. 2.oranla.

nisbî (A.) [ نسبی ] göreceli.

nisvân (A.) [ نسوان ] kadınlar.

nisyân (A.) [ نسيان ] 1.unutma. 2.unutulma.

nişan (F.) [ نشان ] 1.iz. 2.belirti. 3.nişan yeri. 4.devlet madalyası.

nişâne (F.) [ نشانه ] belirti, işaret.

nişangâh (F.) [ نشانگاه ] nişan tahtası.

nişîn (F.) [ نشين ] oturan.

niyâbet (A.) [ نيابت ] naiplik, vekillik.

niyâm (F.) [ نيام ] kın.

Page 358: osmanlı türkçesi sözlüğü

358

niyâz (F.) [ نياز ] 1.yalvarma. 2.dua.

niyâz etmek 1.yalvarmak. 2.rica etmek.

niyâzmend (F.) [ نيازمند ] muhtaç.

niyyet (A.) [ نيت ] niyet.

nizâ (A.) [ نزاع ] kavga, çekişme.

nizâm (A.) [ نظام ] düzen.

nizâm bulmak düzene girmek.

nizâmname (A.-F.) [ نظام نامه ] tüzük.

nîze (F.) [ نيزه ] 1.mızrak. 2.süngü.

nohudî (F.) [ نخودی ] nohut rengi.

noksân (A.) [ نقصان ] 1.eksiklik. 2.kusur. 3.eksik.

nokta-i nazar [ نقطهء نظر ] görüş açısı, bakım.

nuhbe (A.) [ نخبه ] seçkin.

nukât (A.) [ نقاط ] noktalar, hususlar.

nukud (A.) [ نقود ] nakitler.

nukûş (A.) [ نقوش ] nakışlar, işlemeler.

nur (A.) [ نور ] ışık.

nuranî (A.) [ نورانی ] nurlu, ışıklı.

nush (A.) [ نصح ] öğüt, nasihat.

nusrat vermek üstünlük vermek.

nusret (A.) [ نصرت ] 1.Tanrı’nın yardımı. 2.üstünlük.

nûş etmek içmek.

nûşin (F.) [ نوشين ] tatlı.

Page 359: osmanlı türkçesi sözlüğü

359

nutfe (A.) [ نطفه ] sperma.

nutk (A.) [ نطق ] 1.nutuk, söylev. 2.konuşma.

nuzzâr (A.) [ نظار ] nazırlar.

nübüvvet (A.) [ نبوت ] peygamberlik.

nücum (A.) [ نجوم ] 1.yıldızlar. 2.astoroloji.

nüfus (A.) [ نفوس ] 1.nefisler. 2.insanlar.

nüfuz (A.) [ نفوذ ] 1.etki etme, işleme. 2.etki gücü.

nüfuz etmek işlemek, etki etmek.

nükhet (A.) [ نکهت ] koku.

nükte (A.) [ نکته ] ince anlam.

nüktedan (A.-F.) [ نکته دان ] zarif insan, nükteli sözler bilen.

nümayan (F.) [ نمایان ] görünen.

nümayan olmak görünmek.

nümayiş (F.) [ نمایش ] gösteri.

nümune (F.) [ نمونه ] örnek.

nüsah (A.) [ نسخ ] nüshalar.

nüsha (A.) [ نسخه ] 1.yazılı belge. 2.muska. 3.süreli yayın sayısı.

nüve (A.) [ نوه ] çekirdek.

nüvid (F.) [ نوید ] müjde.

nüzhet (A.) [ نزهت ] gezinti, gezip dolaşma.

nüzul (A.) [ نزول ] 1.inme. 2.felç. 3.konaklama.

Page 360: osmanlı türkçesi sözlüğü

360

Ö

ömr (A.) [ عمر ] ömür.

örf (A.) [ عرف ] gelenek, âdet.

örfen (A.) [ عرفا ] geleneğe göre.

örfî (A.) [ عرفی ] geleneksel.

örfî idare [ عرفی اداره ] sıkıyönetim.

örfiyyât (A.) [ عرفيات ] gelenekle ilgili şeyler.

öşr (A.) [ عشر ] 1.onda bir. 2.öşür vergisi.

özr (A.) [ عذر ] 1.özür. 2.bahane. 3.engel.

özrhâh (A.-F.) [ هعذرخوا ] özür dileyen.

Page 361: osmanlı türkçesi sözlüğü

361

P

pâ (F.) [ پا ] ayak.

pâbend (F.) [ پابند ] ayak bağı.

pâbercâ (F.) [ پابرجا ] yerinde, duran, ayakta duran.

pâberikâb (F.-A.) [ پابرکاب ] gitmek üzere, hareket etmek üzere.

pâbeste (F.) [ پابسته ] ayağı bağlı.

pâbirehne (F.) [ پابرهنه ] yalınayak.

pâbûsî (F.) [ پابوسی ] ayak öpme.

pâcâme (F.) [ پاجامه ] pijama.

pâçe (F.) [ پاچه ] paça.

pâdşâh (F.) [ پادشاه ] padişah.

pâdşâhî (F.) [ پادشاهی ] padişahlık.

pâdzehr (F.) [ پادزهر ] panzehir.

paha (F.) [ بها ]değer, kıymet.

pâk (F.) [ پاک ] temiz.

pâkbâz (F.) [ پاکباز ] 1.fedai. 2.canını hiçe sayan aşık.

pâkdâmen (F.) [ پاک دامن ] iffetli.

pâkîze (F.) [ پاکيزه ] temiz.

paklanmak temizlenmek.

pâlân (F.) [ پاالن ] semer, palan.

Page 362: osmanlı türkçesi sözlüğü

362

pâlânduz (F.) [ پاالن دوز ] semerci.

pâmâl (F.) [ پامال ] ezilmek, çiğnenmek.

pâmâl olmak ezilmek, çiğnenmek, ayaklar altında kalmak.

pâpûş (F.) [ پاپوش ] pabuç.

paralamak parçalamak, parça parça etmek.

paralanmak parça parça olmak.

pârçe (F.) [ پارچه ] parça.

pâre (F.) [ پاره ] parça.

pâre pâre (F.) 1.parça parça. 2.paramparça.

pârelenmek parça parça olmak.

pars (F.) [ پارس ] İran, Pers ülkesi.

pars (F.) [ پارس ] panter.

pârsâ (F.) [ پارسا ] sofu.

pârsî (F.) [ پارسی ] farsça.

pâsban (F.) [ پاسبان ] bekçi, gece bekçisi.

pâş (F.) [ شپا ] saçan, serpen.

pây (F.) [ پای ] 1.ayak. 2.dip.

pâyân (F.) [ پایان ] son.

pâyânsız (F.-T.) sonsuz, bitmez tükenmez, engin.

pâybend (F.) [ پایبند ] 1.ayak bağı. 2.engel.

pâybûsî (F.) [ پایبوسی ] ayak öpme.

pâydâr (F.) [ پایدار ] kalıcı, sağlam, sürekli, devamlı.

pâye (F.) [ پایه ] 1.rütbe, derece. 2.basamak.

Page 363: osmanlı türkçesi sözlüğü

363

pâyende (F.) [ پاینده ] 1.kalıcı, sürekli. 2.payanda, destek.

pâyidar (F.) [ پایدار ] kalıcı, sağlam, sürekli, devamlı.

pâyin (F.) [ پایين ] aşağı.

pâyitaht (F.) [ پایتخت ] başkent.

pâyîz (F.) [ پایيز ] güz.

pâykûb (F.) [ پایکوب ] dans eden.

pâzâr (F.) [ بازار ] 1.çarşı, pazar. 2.alışveriş.

pazar eylemek alışveriş yapmak.

peder (F.) [ پدر ] baba.

pederâne (F.) [ پدرانه ] babaca.

pederî (F.) [ پدری ] 1.babalık. 2.babaya ait, baba tarafı.

pederşâhî (F.) [ پدرشاهی ] ataerkil.

pehlevân (F.) [ پهلوان ] 1.yiğit. 2.pehlivan.

pehlivan bk. pehlevân.

pehlû (F.) [ پهلو ] böğür, yan.

pehn (F.) [ پهن ] geniş.

pehnâver (F.) [ پهناور ] 1.engin. 2.geniş.

pejmürde (F.) [ پژمرده ] 1.solgun. 2.dağınık. 3.yırtık.

pelas (F.) [ پالس ] 1.kilim. 2.çul.

peleng (F.) [ پلنگ ] 1.leopar. 2.kaplan.

pelîd (F.) [ پليد ] kirli.

penah (F.) [ پناه ] sığınma.

penahgâh (F.) [ پناهگاه ] sığınacak yer, sığınak.

Page 364: osmanlı türkçesi sözlüğü

364

penâhî (F.) [ پناهی ] sığınma.

penbe (F.) [ اهیپن ] 1.pamuk. 2.pembe.

penc (F.) [ پنج ] beş.

pence (F.) [ پنجه ] pençe.

pencidü bk. pencüdü.

pencise bk. pencüse.

penciyek bk. pencüyek.

pencüdü (F.) [ پنج و دو ] beş ve iki.

pencüse (F.) [ پنج و سه ] beş ve üç.

pencüyek (F.) [ پنج و یک ] beş ve bir.

pençe (F.) [ پنجه ] pençe.

pend (F.) [ پند ] öğüt.

pendname (F.) [ پندنامه ] öğüt kitabı.

penîr (F.) [ پنير ] peynir.

per (F.) [ پر ] 1.kanat. 2.kuşların iri tüyü, yelek.

perakende (F.) [ پراکنده ] 1.dağınık. 2.toptan olmayan.

perçem (F.) [ پرچم ] 1.kakül. 2.yele. 3.bayrak. 4.bayrak püskülü.

perdedar (F.) [ پرده دار ] kapı görevlisi.

perend (F.) [ پرند ] atlas.

perende (F.) [ پرنده ] 1.kuş. 2.takla.

perest (F.) [ پرست ] tapan.

perestâr (F.) [ پرستار ] 1.tapan. 2.besleme. 3.dalkavuk.

perestîde (F.) [ پرستيده ] 1.tapınılan. 2.taparcasına sevilen, sevgili.

Page 365: osmanlı türkçesi sözlüğü

365

perestiş (F.) [ پرستش ] 1.tapınma. 2.taparcasına sevme.

perestişgâh (F.) [ پرستش ] mabet, tapınak.

perestişkâr (F.) [ پرستشکار ] 1.tapan. 2.taparcasına seven.

perestişkârâne (F.) [ انهپرستشکار ] taparcasına.

perestû (F.) [ پرستو ] kırlangıç.

pergâl (F.) [ پرگال ] pergel.

pergâr (F.) [ پرگار ] pergel.

perhizkâr (F.) [ پرهيزکار ] sakınan.

perîçihre (F.) [ پری چهره ] 1.peri kadar güzel yüzlü.

perihan (F.) [ پری خان] peri padişahı.

perîpeyker (F.) [ پری پيکر ] peri kadar güzel yüzlü.

perîşan (F.) [ پریشان ] 1.dağınık. 2.kötü durumda, perişan.

perişan olmak darmadağın olmak.

perîşanhal (F.-A.) [ پریشان حال ] hali perişan olan.

perîveş (F.) [ پری وش ] peri gibi güzel.

perniyân (F.) [ پرنيان ] işlemeli atlas.

pertavsız (F.) büyüteç.

pertev (F.) [ پرتو ] ışık.

pertevsuz (F.) [ پرتوسوز ] büyüteç.

pervâ (F.) [ پروا ] 1.çekinme. 2.korku.

pervâne (F.) [ پروانه ] 1.pervane böceği. 2.fırıldak, pervane. 3.ulak.

pervâneveş (F.) [ وشپروانه ] pervane gibi.

pervâsız (F.-T.) [پرواسز ] 1.çekinmeyen. 2.korkmayan.

Page 366: osmanlı türkçesi sözlüğü

366

pervaz (F.) [ پرواز ] 1.uçma. 2.saçak.

perver (F.) [ پرور ] yetiştiren, eğiten, büyüten, besleyen.

perverde etmek beslemek, gütmek.

perverdigâr (F.) [ پروردگار ] Tanrı.

pervin (F.) [ پروین ] Ülker, Süreyya.

pes (F.) [ پس ] arka.

pesend (F.) [ پسند ] beğenen.

pesendîde (F.) [ پسندیده ] beğenilmiş, makbul.

pesmânde (F.) [ پس مانده ] arta kalan.

peszinde (F.) [ پس زنده ] geriye kalan, yaşayan son örnekler.

peşîman (F.) [ شيمانپ ] pişman.

peşin (F.) [ پيشين ] önceden.

peşm (F.) [ پشم ] yün.

peşşe (F.) [ پشه ] sivrisinek.

peşşebend (F.) [ پشه بند ] cibinlik.

peştemal (F.) [ پشتمال ] peştemal, hamam havlusu.

peyâm (F.) [ پيام ] haber.

peyamber (F.) [ پيامبر ] peygamber.

peydâ (F.) [ پيدا ] ortada, açıkta.

peyderpey (F.) [ پی در پی ] peşpeşe, ardy sıra.

peygam (F.) [ پيغام ] haber.

peygamber (F.) [ پيغمبر ] 1.peygamber. 2.haberci.

peyk (F.) [ پيک ] ulak.

Page 367: osmanlı türkçesi sözlüğü

367

peykân (F.) [ پيکان ] temren.

peyke (F.) [ پيکه ] sedir, kanepe.

peyker (F.) [ پيکر ] yüz.

peymâ (F.) [ پيما ] yol alan, kateden, ölçen.

peymâne (F.) [ پيمانه ] kadeh.

pîl (F.) [ پيل ] fil.

pinhan (F.) [ پنهان ] gizli, saklı.

pîr (F.) [ پير ] 1.yaşlı. 2.tarikat kurucusu.

pîrahen (F.) [ پيراهن ] gömlek, mintan.

pîrâye (F.) [ پيرایه ] süs.

pîrezen (F.) [ پيره زن ] yaşlı kadın.

pistan (F.) [ پستان ] meme.

piste (F.) [ پسته ] fıstık.

pîş (F.) [ پيش ] 1.ön. 2.yan. 3.huzur. 4.önce.

pîşânî (F.) [ پيشانی ] alın.

pîşdar (F.) [ پيشدار ] öncü.

pîşe (F.) [ پيشه ] 1.meslek. 2.sanat. 3.huy.

pîşekâr (F.) [ پيشه کار ] 1.sanatçı. 2.meslek sahibi. 3.ortaoyununda oyunu

başlatan sanatçı.

pîşgâh (F.) [ پيشگاه ] 1.ön. 2.huzur.

pîşgîr (F.) [ پيشگير ] peşkir.

pîşîn (F.) [ پيشين ] peşin.

pîşva (F.) [ پيشوا ] önder, lider.

Page 368: osmanlı türkçesi sözlüğü

368

piyâde (F.) [ پياده ] 1.yaya, yürüyen. 2.askerlikte piyade sınıfy. 3.satranç

taşlarından paytak.

piyâle (F.) [ پياله ] 1.kadeh. 2.şarap kadehi.

post (F.) [ پست ] 1.hayvan derisi. 2.post. 3.makam.

postîn (F.) [ پستين ] kürk.

postnişin (F.) [ نپست نشي ] 1.postta oturan. 2.pîre vekaletle postta oturan, tekke

şeyhi.

pûd (F.) [ پود ] argaç, dokumada enine dokunulan ip.

puhte (F.) [ پخته ] pişmiş, pişkin, olgun.

pul (F.) [ پول ] para.

pûlâd (F.) [ پوالد ] çelik, polat.

pulat (F.) [ پوالد ] çelik, polat.

pur (F.) [ پر ] dolu.

pûr (F.) [ پور ] oğul.

pûş (F.) [ پوش ] giyen, örten.

pûşîde (F.) [ پوشيده ] 1.örtülü. 2.gizli. 3.kapalı. 4.örtü.

pûte (F.) [ پوته ] pota.

pûyân (F.) [ پویان ] 1.koşan, hızla giden. 2.geçip giden.

pûyân olmak geçip gitmek.

pûziş (F.) [ پوزش ] özür.

pür (F.) [ پر ] dolu.

pürhûn (F.) [ پرخون ] kan dolu, kanlı.

pürsükût (F.-A.) [ پرسکوت ] derin sessizlik içinde.

pürz (F.) [ پرز ] hav, kumaş havı.

Page 369: osmanlı türkçesi sözlüğü

369

püser (F.) [ پسر ] oğul.

püşt (F.) [ پشت ] 1.arka. 2.sırt. 3.homoseksüel erkek.

püştîban (F.) [ پشتيبان ] 1.destek. 2.destek veren.

Page 370: osmanlı türkçesi sözlüğü

370

R

ra’d (A.) [ رعد ] gökgürültüsü.

ra’nâ (A.) [ رعنا ] güzel, hoş.

ra’şe (A.) [ رعشه ] titreme.

ra’şe vermek titretmek.

ra’şedâr (A.-F.) [ رعشه دار ] titrek, titreyen.

rabb (A.) [ رب ] 1.Tanrı, Allah. 2.efendi.

rabbânî (A.) [ ربانی ] 1.tanrısal, ilahî. 2.Tanrı’dan başka bir şey düşünmeyen.

rabbî (A.) [ ربی ] Tanrım.

râbıta (A.) [ رابظه ] 1.bağ, ilişki, temas. 2.sıra, düzen.

râbıtadar (A.-F.) [ رابطه دار ] bağlantılı, ilintili.

râbi (A.) [ رابع ] dördüncü.

râbian (A.) [ رابعا ] dördüncüsü.

rabt (A.) [ ربط ] bağlama.

rabt edilmek bağlanmak, tutturulmak.

rabt etmek bağlamak, tutturmak.

rabt olunmak bağlanmak, tutturulmak, ilişkilendirilmek.

râci (A.) [ راجی ] 1.rica eden. 2.ümitli.

raci olmak (A.-T.) ait olmak, dönük olmak, yönelik olmak.

râci’ (A.) [ راجع ] 1.hakkında. 2.dönen.

Page 371: osmanlı türkçesi sözlüğü

371

racîm (A.) [ رجيم ] taşlanmış, recmedilmiş.

radde (A.) [ راده ] 1.derece. 2.civar.

rağbet (A.) [ رغبت ] 1.istek. 2.ilgi duyma.

rağbet etmek ilgi duymak.

râh (F.) [ راه ] yol.

râhib (A.) [ راهب ] rahip.

rahîm (A.) [ رحيم ] 1.merhametli. 2.merhamet eden Tanrı.

rahl (A.) [ رحل ] semer.

rahm (A.) [ رحم ] acıma, merhamet.

rahm etmek acımak, merhamet etmek.

rahm (A.) [ رحم ] rahim, döl yatağı.

rahman (A.) [ رحمان ] merhametli Tanrı.

rahmet (A.) [ رحمت ] 1.acıma, merhamet. 2.yağmur.

râhname (F.) [ راهنامه ] yol haritası.

rahne (F.) [ رخنه ] 1.yarık, gedik. 2.bozukluk.

rahnedar etmek 1.gedik açmak. 2.zarar vermek.

rahnedar olmak 1.yarılmak, gedik açılmak. 2.bozulmak, zarar görmek.

rahnüma (F.) [ راهنما ] yol gösteren, kılavuz.

rahşan (F.) [ رخشان ] parlak.

rahşende (F.) [ رخشنده ] parlayan.

raht (F.) [ رخت ] 1.ev eşyası. 2.koşum takımı.

rahvar (F.) [ راهوار ] atın eşkin yürümesi.

râhzen (F.) [ راهزن ] yol kesen, haydut.

Page 372: osmanlı türkçesi sözlüğü

372

raiyyet (A.) [ رعيت ] halk, hükümdar tebası.

râkım (A.) [ راقم ] 1.yazan. 2.deniz seviyesinden yükseklik.

rakîb (A.) [ رقيب ] rakip.

râkib (A.) [ راکب ] 1.binen. 2.binici.

râkib olmak binmek.

râkiben (A.) [ راکبا ] binerek.

râkid (A.) [ راکد ] durgun.

rakik (A.) [ رقيق ] 1.ince. 2.hassas. 3.köle.

rakkas (A.) [ رقاص ] 1.dansçı. 2.sarkaç.

rakkase (A.) [ رقاصه ] dansöz, çengi.

raks (A.) [ رقص ] dans.

raks etmek dans etmek.

râm (F.) [ رام ] itaat eden, boyun eğen.

râm etmek boyun eğdirmek, itaat ettirmek.

râm olmak boyun eğmek, itaat etmek.

ramak (A.) [ رمق ] 1.çok az. 2.son nefeslik hayat.

ramak kalmak çok az bir şey kalmak.

ramazaniye (A.) [ رمضانيه ] ramazan kasidesi.

raptetmek (A.-T.) bağlamak, tutturmak, ilişkilendirmek.

rasad (A.) [ رصد ] 1.gözlem. 2.gözetleme.

rasad edilmek gözlemlenmek.

rasad etmek 1.gözlem yapmak. 2.gözetlemek.

rasadhane (A.-F.) [ رصدخانه ] gözlemevi.

Page 373: osmanlı türkçesi sözlüğü

373

rasadî (A.) [ رصدی ] gözlemle ilgili.

râsih (A.) [ راسخ ] 1.derin din bilgisi olan. 2.temeli sağlam olan.

rassad (A.) [ رصاد ] gözlemci, gözlem yapan.

râst (F.) [ راست ] 1.doğru. 2.düz. 3.sağ.

râstbin (F.) [ راست بين ] gerçekçi, doğruları gören.

râstgû (F.) [ راست گو ] doğru sözlü.

râstperverâne (F.) [ راست پرورانه ] doğruluktan yana.

ratbüyâbis (A.) [ رطب و یابس ] 1.yaş ve kuru. 2.düşünmeden konuşan, boşboğaz.

râtib (A.) [ راطب ] nemli, rutubetli.

râtibe (A.) [ راتبه ] aylık, maaş.

ratl (A.) [ رطل ] 1.hemen hemen bir litrelik sıvı ölçeği. 2.kadeh.

rauf (A.) [ رؤف ] esirgeyici.

râvi (A.) [ راوی ] 1.rivayet eden. 2.anlatan, hikaye eden.

ravza (A.) [ روضه ] bahçe.

ravza-i mutahhara [ روضهء مطهره ] Hz. Muhammedin mezarının bulunduğu yer.

rây (A.) [ رای ] 1.fikir. 2.oy.

râyât (A.) [ رایات ] sancaklar.

rayb (A.) [ ریب ] kuşku, şüphe.

râyet (A.) [ رایت ] sancak.

râygân (F.) [ رایگان ] parasız, bedava.

râyic (A.) [ رایج ] yaygın, revaçta.

râyiha (A.) [ رایحه ] koku.

râyihadar (A.-F.) [ رایحه دار ] kokulu.

Page 374: osmanlı türkçesi sözlüğü

374

râz (F.) [ راز ] sır.

râzık (A.) [ رازق ] rızık veren Tanrı.

râzi (A.) [ راضی ] rıza gösteren.

re’fet (A.) [ رأفت ] esirgeme.

re’s (A.) [ رأس ] 1.baş. 2.başkan.

re’sen (A.) [ رأسا ] doğrudan doğruya, danışmaksızın.

re’sülmal (A.) [ رأس المال ] sermaye, anapara, kapital.

re’y (A.) [ رأی ] görüş.

reâya (A.) [ رعایا ] halk.

rebî’ (A.) [ ربيع ] bahar.

recâ (A.) [ رجا ] 1.ümit. 2.rica.

recm (A.) [ رجم ] taşlama, taşa tutma.

recm edilmek taşlanarak öldürülmek.

recül (A.) [ رجل ] erkek.

recül-i siyasî [ رجل سياسی ] politikacı.

recüliyyet (A.) [ رجليت ] erkeklik.

redd (A.) [ رد ] 1.geri çevirme. 2.inkar etme.

redd ü cerh etmek reddedip çürütmek.

ref’ (A.) [ رفع ] 1.kaldırma. 2.giderme. 3.yüceltme.

refâh (A.) [ رفاه ] bolluk.

refâkat (A.) [ رفاقت ] eşlik.

refâkat etmek eşlik etmek.

refakatinde eşliğinde, beraberinde.

Page 375: osmanlı türkçesi sözlüğü

375

reff (A.) [ رف ] raf.

refî’ (A.) [ رفيع ] yüksek, yüce.

refik (A.) [ رفيق ] arkadaş, yoldaş.

refîka (A.) [ رفيقه ] eş, zevce, hayat arkadaşı.

reft (F.) [ رفت ] gidiş.

reftâr (F.) [ رفتار ] 1.gidiş. 2.davranış.

reg (F.) [ رگ ] damar.

regzen (F.) [ رگ زن ] hacamatçı.

reh (F.) [ ره ] yol.

rehâ (F.) [ رها ] kurtuluş.

rehâkâr (F.) [ رهاکار ] kurtarıcı.

rehavet (A.) [ رخاوت ] 1.gevşeklik. 2.tembellik.

rehavetkâr (A.-F.) [ رخاوتکار ] rehavet verici.

rehber (F.) [ رهبر ] kılavuz.

rehgüzâr (F.) [ رهگذار ] geçit.

rehîn (A.) [ رهين ] rehinli, ipotekli.

rehn (A.) [ رهن ] rehin.

rehnüma (F.) [ رهنما ] yol gösterici.

reis (A.) [ رئيس ] başkan.

rekâket (A.) [ رکاکت ] 1.kekemelik. 2.söz kusuru.

rekz (A.) [ رکز ] dikme.

rekz edilmek dikilmek.

rekz etmek dikmek.

Page 376: osmanlı türkçesi sözlüğü

376

remîde (F.) [ رميده ] ürkmüş.

remiz (A.) [ رمز ] 1.sembol, işaret, rumuz.

reml (A.) [ رمل ] 1.kum. 2.remil, falcılık.

remmal (A.) [ رمال ] falcı.

remz (A.) [ رمز ] 1.sembol, işaret. 2.imalı konuşma.

renc (F.) [ رنج ] sıkıntı, zahmet, meşakkat.

rencber (F.) [ رنجبر ] 1.sıkıntı çeken. 2.amele, yrgat.

rencîde (F.) [ رنج دیده ] incinmiş.

rencîde etmek incitmek.

rencîde olmak incinmek.

rencûr (F.) [ رنجور ] hasta.

reng (F.) [ رنگ ] renk.

rengâreng (F.) [ رنگارنگ ] renkli, renk renk.

rengin (F.) [ رنگين ] 1.renkli. 2.hoş, havalı.

resâ (F.) [ رسا ] olgun.

resâil (A.) [ رسائل ] 1.risaleler. 2.dergiler.

resm (A.) [ رسم ] 1.resim. 2.çizme. 3.fotoğraf. 4.tören. 5.usül. 6.vergi.

resm -i geçit geçit töreni.

resm-i küşâd [ رسم کشاد ] açılış töreni.

resmen (A.) [ رسما ] 1.resmî olarak.. 2.kesinlikle.

resmiyet bk. resmiyyet.

resmiyete dökmek resmîleştirmek, resmîlik kazandırmak.

resmiyyet (A.) [ رسميت ] resmîlik.

Page 377: osmanlı türkçesi sözlüğü

377

resul (A.) [ رسول ] 1.elçi. 2.peygamber.

reşehat (A.) [ حاترش ] sızıntılar.

reşid (A.) [ رشيد ] 1.ergin, büluğa ermiş. 2.doğru yolda giden.

reşk (F.) [ رشک ] kıskançlık.

reşkâver (F.) [ رشک آور ] kıskandırıcı.

retküfetk (A.) [ رتق و فتق ] bir işi iyi idare etme.

revâ (F.) [ روا ] uygun, layık.

revâbıt (A.) [ روابط ] bağlar, ilgiler, ilişkiler.

revac (A.) [ رواج ] yaygınlık, revaç, sürüm.

revaç bk. revac.

revak (A.) [ رواق ] 1.sundurma. 2.çardak.

revân (F.) [ روان ] 1.giden. 2.akan. 3.ruh.

revan olmak gitmek, yola koyulmak.

revgan bk. rugan

reviş (F.) [ وشر ] 1.gidiş. 2.tarz, yöntem.

revnak (A.) [ رونق ] parlaklık.

revnak vermek canlılık kazandırmak.

revnakbahş (A.-F.) [ رونق بخش ] parlaklık veren, canlılık kazandıran.

revnakdar (A.-F.) [ رونقدار ] revnaklı.

revzen (F.) [ روزن ] pencere.

re'y (A.) [ أیر ] 1.görüş. 2.oy.

reyhan (A.) [ ریحان ] fesleğen.

rez (F.) [ رز ] asma.

Page 378: osmanlı türkçesi sözlüğü

378

rezâil (A.) [ رذائل ] rezaletler.

rezâlet (A.) [ رذالت ] rezillik.

rezzak (A.) [ رزاق ] rızıklandıran.

rıdvan (A.) [ رضوان ] 1.cennet. 2.cennetin kapıcısı.

rıhlet (A.) [ رحلت ] 1.göçüş. 2.ölme.

rızâ (A.) [ رضا ] 1.razılık, memnunluk. 2.istek.

rızk (A.) [ رزق ] rızık.

riâyet (A.) [ رعایت ] 1.uyma. 2.sayma.

riâyet etmek 1.uymak. 2.saymak.

riâyetkâr (A.-F.) [ رعایتکار ] saygılı.

ribâ (A.) [ ربا ] tefecinin aldığı aşırı faiz.

ribâhar (F.-A.) [ رباخوار ] tefeci.

ribat (A.) [ رباط ] 1.konak. 2.han, kervansaray. 3.tekke.

ric’at (A.) [ رجعت ] 1.geri dönüş. 2.geri çekilme.

ricakâr (A.-F.) [ رجاکار ] ricası, yalvarırcasına.

ricâl (A.) [ رجال ] 1.erkekler. 2.üst düzeyde bulunanlar.

ridâ (A.) [ ردا ] 1.örtü. 2.hırka. 3.derviş postu.

rie (A.) [ رئه ] akciğer.

rihlet (A.) [ رحلت ] 1.göç. 2.ölme.

rihlet etmek 1.göçmek. 2.ölmek.

rikâb (A.) [ رکاب ] 1.üzengi. 2.huzur, kat.

rikkat (A.) [ رقت ] 1.incelik, hassaslık. 2.acıma.

rind (F.) [ رند ] dünyayı umursamayan.

Page 379: osmanlı türkçesi sözlüğü

379

rîş (F.) [ ریش ] 1.yara. 2.sakal. 3.kök.

rîşe (F.) [ ریشه ] kök, saçaklı kök.

rîşhand (F.) [ ریشخند ] bıyık altından gülüş.

rişvet (A.) [ رشوت ] rüşvet.

rivâyât (A.) [ روایات ] rivayetler, söylentiler.

rivâyet (A.) [ روایت ] 1.nakletme, hikaye etme. 2.söylenti.

riyâ (A.) [ ریا ] ikiyüzlü.

riyâkâr (A.-F.) [ ریاکار ] ikiyüzlü.

riyâkârâne (A.-F.) [ ریاکارانه ] ikiyüzlüce.

riyakarlık (A.-F.-T.) ikiyüzlülük.

riyâset (A.) [ ریاست ] başkanlık.

riyâset etmek başkanlık yapmak.

riyâz (A.) [ ریاض ] bahçeler.

riyâzet (A.) [ ریاضت ] nefsinin isteklerine boyun eğmeden yaşama.

riyâzî (A.) [ ریاضی ] 1.matematikçi. 2.matematiksel.

riyâziyat (A.) [ ریاضيات ] matematik.

riyâziyatçı (A.-T.) matematikçi.

riyâziyyûn (A.) [ اضيونری ] matematikçiler.

rû (F.) [ رو ] yüz.

rub’ (A.) [ ربع ] çeyrek, dörtte bir.

rûbah (F.) [ روباه ] tilki.

rubaiyat (A.) [ رباعيات ] rubailer.

rûbeh (F.) [ روبه ] tilki.

Page 380: osmanlı türkçesi sözlüğü

380

rûberû (F.) [ روبرو ] yüzyüze.

rugan (F.) [ روغن ] yağ.

rûh (A.) [ روح ] can, ruh.

ruh (F.) [ رخ ] yanak, yüz.

ruham (A.) [ رخام ] mermer.

ruhbân (A.) [ رهبان ] papazlar.

ruhbâniyyet (A.) [ رهبانيت ] ruhbanlık.

rûhefza (A.-F.) [ روح افزا ] cana can katan.

rûhî (A.) [ روحی ] 1.ruh ile ilgili. 2.ruhsal.

rûhiyyat (A.) [ روحيات ] psikoloji.

ruhsâr (F.) [ رخسار ] yüz.

ruhsat (A.) [ رخصت ] izin.

ruk’a (A.) [ رقعه ] 1.pusula. 2.dilekçe. 3.yama.

rumûz (A.) [ رموز ] işaretler, semboller.

rûşen (F.) [ روشن ] 1.aydınlık. 2.açık, aşikar.

rûşen kılmak açıklamak, söylemek.

rutûbet (A.) [ رطوبت ] nem.

rûy (F.) [ روی ] yüz.

rûy-i zemin (F.) [ روی زمين ] 1.yeryüzü. 2.yer.

rûz (F.) [ روز ] 1.gün. 2.gündüz.

rûz -i cezâ [ روز جزا ] kıyamet günü.

rûze (F.) [ روزه ] oruç.

rûzgâr (F.) [ روزگار ] zaman.

Page 381: osmanlı türkçesi sözlüğü

381

rûznâmçe (F.) [ مچهروزنا ] yevmiye defteri.

rûzüşeb (F.) [ روز و شب ] gündüz gece.

rü’yet (A.) [ رؤیت ] görme.

rübab (A.) [ رباب ] rebap.

rübai (A.) [ رباعی ] dörtlük, rubai.

rüchan (A.) [ رجحان ] üstünlük.

rücû (A.) [ رجوع ] geri dönme.

rüesâ (A.) [ رؤسا ] başkanlar, reisler.

rüfekâ (A.) [ رفقا ] arkadaşlar.

rükn (A.) [ رکن ] 1.direk, sütun. 2.esas.

rüsum (A.) [ رسوم ] 1.vergi. 2.tören.

rüsûmat (A.) [ رسومات ] gümrük idaresi.

rüsvâ /y (F.) [ رسوای ] rezil.

rüşd (A.) [ رشد ] 1.gelişme. 2.erginlik. 3.doğru yolda gidiş.

rüşvet (A.) [ رشوت ] rüşvet.

rüya (A.) [ رویا ] düş.

rüzgâr (F.) [ روزگار ] 1.zaman. 2.devir.

Page 382: osmanlı türkçesi sözlüğü

382

S

sâ’î (A.) [ ساعی ] çalışan, gayret eden.

sâ’î olmak çalışmak, gayret etmek.

sa’leb (A.) [ ثعلب ] tilki.

sa’y (A.) [ سعی ] çalışma, çaba gösterme.

saâdet (A.) [ سعادت ] mutluluk.

saâdetbahş (A.-F.) [ سعادت بخش ] mutluluk veren.

saâdetmend (A.-F.) [ سعادتمند ] mutlu, bahtiyar.

sabâ (A.) [ صبا ] 1.meltem, gündoğusunden esen yel. 2.sabâ makamı.

sabâvet (A.) [ صباوت ] çocukluk.

sâbık (A.) [ سابق ] 1.eski. 2.bir önceki.

sâbıka (A.) [ سابقه ] 1.geçmişte kalan suç. 2.bir insanın geçmişteki hali.

sâbıküzzikr (A.) [ سابق الذکر ] anılan, zikredilen.

sabır (A.) [ صبر ] dayanma, kendini tutma.

sabî (A.) [ صبی ] 1.bebek. 2.küçük çocuk.

sâbi’ (A.) [ سابع ] yedinci.

sâbi’an (A.) [ سابعا ] yedincisi, yedinci olarak.

sâbi’î (A.) [ صابئی ] yıldıza tapan.

sâbir (A.) [ صابر ] sabırlı.

sâbit (A.) [ ثابت ] 1.kanıtlanmış. 2.yerinde duran.

sabr (A.) [ صبر ] sabır.

Page 383: osmanlı türkçesi sözlüğü

383

sabûh (A.) [ صبوح ] sabah içilen şarap.

sabun (A.) [ صابون ] sabun.

sabûr (A.) [ صبور ] çok sabırlı.

sâcid (A.) [ ساجد ] secde eden.

sad (F.) [ صد ] yüz.

sadâ (A.) [ صدا ] ses.

sadâkat (A.) [ صداقت ] bağlılık.

sadâret (A.) [ صدارت ] sadrazamlık.

sadâretpenah (A.-F.) [ صدارت پناه ] sadrazam.

sâdât (A.) [ سادات ] seyyitler.

sâde (F.) [ ساده ] 1.basit. 2.yalın. 3.süssüz. 4.sadece.

saded (A.) [ صدد ] konu, asıl mesele.

sâdedil (F.) [ ساده دل ] 1.saf, temiz yürekli. 2.ebleh, bön.

sâdedilâne (F.) [ ساده دالنه ] safça.

sadef (A.) [ صدف ] sedef.

sâdelevh (F.-A.) [ ساده لوح ] saf, temiz yürekli.

sademat (A.) [ صدمات ] 1.sadmeler, çarpmalar, darbeler. 2.musibetler.

sâdık (A.) [ صادق ] 1.yürekten bağlı olan. 2.doğru.

sâdıkülkavl (A.) [ صادق القول ] doğru sözlü.

sâdır (A.) [ صادر ] çıkan.

sâdır olmak 1.çıkmak, meydana gelmek. 2.imzadan çıkmak.

sâdire (A.) [ صادره ] çıkan.

sâdis (A.) [ سادس ] altıncı.

Page 384: osmanlı türkçesi sözlüğü

384

sâdisen (A.) [ سادسا ] altıncısı, altıncı olarak.

sadme (A.) [ صدمه ] 1.çarpma, vurma, tokuşma. 2.musibet.

sadpâre (F.) [ صدپاره ] yüz parça.

sadr (A.) [ صدر ] 1.göğüs. 2.baş. 3.başköşe. 4.sadrazam.

sadra şifa vermek işe yaramak, rahatlatmak.

sadr-ı a’zam [ صدر اعظم ] sadrazam.

sadr-ı esbak [ صدر اسبق ] eski sadrazam.

sadsâl (F.) [ صدسال ] yüzyıl.

sâf (A.) [ صاف ] 1.temiz, arı, halis. 2.açık.

saf (A.) [ صف ] sıra.

safâ (A.) [ صفا ] 1.saflık. 2.gönül rahatlığı, gönlün şen olması.

safâ eylemek şenlenmek.

safâbahş (A.-F.) [ صفابخش ] gönüle rahatlık veren.

safahât (A.) [ صفحات ] aşamalar.

safbeste (A.-F.) [ صف بسته ] sıralanmış, sıra olmuş.

safder (A.-F.) [ صفدر ] düşman saflarını yaran, savaşçı.

safderûn (A.-F.) [ صاف درون ] 1.saf, yüreği temiz. 2.ebleh, bön.

safderûnâne (A.-F.) [ صاف درونانه ] safça.

safdil (A.-F.) [ صاف دل ] 1.yüreği temiz. 2.saf.

safdilâne (A.-F.) [ صاف دالنه ] 1.yürek temizliği ile. 2.safça.

safdillik (A.-F.-T.) 1.yürek temizliği. 2.saflık.

saff (A.) [ صف ] sıra, dizi, saf.

safha (A.) [ صفحه ] 1.aşama. 2.düz olan yüz. 3.sayfa.

Page 385: osmanlı türkçesi sözlüğü

385

sâfî (A.) [ صافی ] temiz, arı, halis.

sâfil (A.) [ سافل ] aşağı, aşağıda.

safîr (A.) [ صفير ] ıslık.

safra (A.) [ صفره ] 1.öd. 2.sarı.

safsâf (A.) [ صفصاف ] söğüt.

safsata (A.) [ سفسطه ] doğru olmadığı halde doğru gibi gösterilen düşünce veya

söz.

safşikâf (A.-F.) [ صف شکاف ] düşman saflarını yaran savaşçı.

safşiken (A.-F.) [ صاف شکن ] düşman saflarını yaran savaşçı.

safvet (A.) [ صفوت ] saflık, temizlik, arılık.

sâgar (A.) [ ساغر ] kadeh, içki kadehi.

sagîr (A.) [ صغير ] 1.küçük. 2.küçük çocuk.

sağr (A.) [ ثغر ] sınır, hudut.

sahâ (A.) [ ساخه ] cömertlik, eliaçıklık.

sâha (A.) [ ساحه ] alan.

sahâbe (A.) [ صحابه ] Hz. Muhammed’in sohbetlerine katılan müslüman.

sahâbî (A.) [ صحابی ] Hz. Muhammed’in sohbetlerini katılan müslüman.

sahâif (A.) [ صحائف ] sayfalar.

sahâkâr bk. sehâkâr.

sahâra (A.) [ صحاری ] 1.çöller. 2.kırlar.

sahâvet bk. sehâvet.

sahbâ (A.) [ صهبا ] şarap.

sahhaf (A.) [ صحاف ] kitapçı.

Page 386: osmanlı türkçesi sözlüğü

386

sahî (A.) [ سخی ] cömert, eliaçık.

sâhib (A.) [ صاحب ] sahip.

sâhibcemâl (A.-F.) [ صاحب جمال ] güzel yüzlü, güzel.

sâhibe (A.) [ صاحبه ] bayan sahip.

sâhibkemal (A.-F.) [ صاحب کمال ] olgun insan.

sâhibkerâmet (A.-F.) [ صاحب کرامت ] keramet sahibi.

sâhibkıran (A.-F.) [ صاحب قران ] muzaffer hükümdar.

sâhibnazar (A.-F.) [ صاحب نظر ] görüş sahibi, deneyimli.

sahife (A.) [ صحيفه ] sayfa.

sahih (A.) [ صحيح ] 1.doğru. 2.gerçek.

sâhil (A.) [ ساحل ] kıyı.

sâhilhane (A.-F.) [ ساحل خانه ] yalı.

sâhir (A.) [ ساحر ] 1.büyücü. 2.büyüleyici.

sahleb (A.) [ ثعلب ] sâlep.

sahn (A.) [ صحن ] 1.avlu. 2.boşluk. 3.sahne. 4.üstü kubbeli alan.

sahr (A.) [ صخر ] kaya.

sahra (A.) [ صحرا ] 1.çöl. 2.kır.

sahre (A.) [ صخره ] kaya.

saht (F.) [ سخت ] 1.çok. 2.katı. 3.şiddetli. 4.güç.

sahte (F.) [ ساخته ] 1.yapay, yapma. 2.düzmece. 3.kalp, sahte.

sahtekâr (F.) [ ساخته کار ] 1.sahteci. 2.kalpazan.

sahtiyan (F.) [ سختيان ] işlenmiş cilalı deri.

sahûr (A.) [ ساحور ] sahur.

Page 387: osmanlı türkçesi sözlüğü

387

sâib (A.) [ صائب ] isabetli.

sâibî (A.) [ صائبی ] yıldıza tapan.

sâid (A.) [ ساعد ] kol, bilek ile dirsek arası.

sâik (A.) [ سائق ] sevk eden.

sâika (A.) [ سائقه ] yıldırım.

sâil (A.) [ سائل ] 1.dilenci. 2.soran. 3.akan.

sâim (A.) [ صائم ] oruçlu.

sâir (A.) [ سائر ] 1.diğer. 2.gezen.

sâirfilmenâm (A.) [ سائر فی المنام ] uyurgezer.

saiy (A.) [ سعی ] çalışma, çaba.

sâk (A.) [ ساق ] 1.baldır. 2.sap.

sakâmet (A.) [ سقامت ] 1.sakatlık. 2.yanlışlık.

sâkeyn (A.) [ ساقين ] ikizkenar.

sâkeyn-i şibh-i münharif [ ساقين شبه منحرف ] yamuk.

sakf (A.) [ سقف ] 1.tavan. 2.çatı.

sâkıb (A.) [ ثاقب ] 1.delici. 2.parlak yıldız.

sâkıt (A.) [ ساقط ] 1.düşük, düşük cenin. 2.düşen.

sâkıt olmak düşmek.

sâkî (A.) [ ساقی ] 1.içki sunan. 2.saka.

sakil (A.) [ ثقيل ] 1.ağır. 2.hoş olmayan, yakışmayan.

sakim (A.) [ سقيم ] hastalıklı, sakat.

sâkin (A.) [ ساکن ] 1.yerleşik. 2.kendi halinde.

sâkit (A.) [ ساکت ] suskun.

Page 388: osmanlı türkçesi sözlüğü

388

sakka (A.) [ سقا ] saka.

sâl (F.) [ سال ] yıl.

salâbet (A.) [ صالبت ] sağlamlık.

salâh (A.) [ صالح ] 1.düzgünlük, yolunda gitme. 2.barış. 3.dine bağlılık.

salâhiyet (A.) [ صالحيت ] yetki..

salâhiyetdâr (A.-F.) [ صالحيت دار ] yetkili.

salât (A.) [ صالت ] namaz.

sâldîde (F.) [ سال دیده ] 1.yaşlı. 2.deneyimli.

salib (A.) [ صليب ] haç.

salîbî (A.) [ صليبی ] haçlı.

sâlifüzzikr (A.) [ سالف الذکر ] zikredilen, anılan.

sâlih (A.) [ صالح ] dinin kurallarına uyan.

sâlik (A.) [ سالک ] tarikat mensubu.

sâlim (A.) [ سالم ] 1.sağ, esenlik içinde. 2.sağlam.

sâlimen (A.) [ سالما ] sağ salim.

sâlis (A.) [ ثالث ] üçüncü.

sâlisen (A.) [ ثالثا ] üçüncüsü, üçüncü olarak.

sâlnâme (F.) [ سالنامه ] yıllık.

sâlûs (F.) [ سالوس ] iki yüzlü.

sâmân (F.) [ سامان ] 1.zenginlik. 2.huzur. 3.düzen.

sâmî (A.) [ سامی ] yüce.

sâmi’ (A.) [ سامع ] dinleyen.

sâmia (A.) [ سامعه ] işitme duyusu.

Page 389: osmanlı türkçesi sözlüğü

389

samîmâne (A.-F.) [ صميمانه ] içtenlikle.

samîmî (A.) [ صميمی ] içten.

samimiyet (A.) [ صميميت ] içtenlik.

sâmin (A.) [ ثامن ] sekezinci.

sâminen (A.) [ ثامنا ] sekizincisi, sekizinci olarak.

sanâyi (A.) [ صنایع ] sanatlar.

sanâyi -i nefîse [ صنایع نفيسه ] güzel sanatlar.

sandûk (A.) [ صندوق ] sandık.

sandukdar (A.-F.) [ صندوقدار ] veznedar.

sanem (A.) [ صنم ] 1.put. 2.put kadar güzel.

sânevî (A.) [ ثانوی ] ikinci.

sânî (A.) [ ثانی ] ikinci.

sâni’ (A.) [ صانع ] 1.yaratıcı, Tanrı. 2.yapan.

saniye (A.) [ ثانيه ] ikinci.

sâniyen (A.) [ ثانيا ] ikincisi, ikinci olarak.

sâr (A.) [ ثار ] öc.

sarâhat (A.) [ صراحت ] açıklık.

sarâhaten (A.) [ ةصراح ] açıkça.

sârban (F.) [ ساربان ] kervancı.

sarf (A.) [ صرف ] 1.harcama. 2.gramer.

sarf olunmak harcanmak.

sarfiyat (A.) [ صرفيات ] 1.harcamalar. 2.salgılar.

sârî (A.) [ ساری ] bulaşıcı.

Page 390: osmanlı türkçesi sözlüğü

390

sarîh (A.) [ صریح ] açık, kuşku götürmeyen.

sarîhan (A.) [ صریحا ] açıkça.

sârik (A.) [ سارق ] hırsız.

sârim (A.) [ صارم ] keskin.

sarsar (A.) [ صرصر ] fırtına.

sath (A.) [ سطح ] yüzey, satıh.

sathî (A.) [ سطحی ] yüzeysel, üstünkörü.

satl (A.) [ سطل ] kova.

satvet (A.) [ سطوت ] güçlülük.

savâb (A.) [ ثواب ] 1.doğru. 2.dürüstlük.

savb (A.) [ صوب ] yön.

savlet (A.) [ صولت ] akın, saldırı.

savm (A.) [ صوم ] oruç.

savmaa (A.) [ صومعه ] 1.manastır. 2.mabet.

savt (A.) [ صوت ] ses.

sayd (A.) [ صيد ] av.

saydgâh (A.-F.) [ صيدگاه ] avlak.

sâye (F.) [ سایه ] gölge.

sâyeban (F.) [ سایبان ] 1.gölgelik. 2.çadır.

sâyedar (F.) [ سایه دار ] gölgeli.

sayf (A.) [ صيف ] yaz.

sayfiye (A.) [ صيفيه ] yazlık.

sayha (A.) [ صيحه ] haykırış.

Page 391: osmanlı türkçesi sözlüğü

391

sâyis (A.) [ سایس ] seyis.

saykal (A.) [ صيقل ] cila.

saykalkâr (A.-F.) [ صيقلدار ] yaldızcı.

sayyad (A.) [ صياد ] avcı.

saz (F.) [ ساز ] enstrüman, saz.

se (F.) [ سه ] üç.

seb’ (A.) [ سبع ] yedi.

seb’in (A.) [ سبعين ] yetmiş.

seb’ûn (A.) [ سبعون ] yetmiş.

sebak (A.) [ سبق ] ders.

sebât (A.) [ ثبات ] yerinden kımıldamama, kararından vazgeçmeme.

sebâtkâr (A.-F.) [ ثباتکار ] sebat eden.

sebâyidü (F.) [ سه با دو ] üç ve iki.

sebbâbe (A.) [ سبابه ] işaret parmağı, şehadet parmağı.

sebeb (A.) [ سبب ] sebep, neden.

sebebiyet (A.) [ سببيت ] sebep olma.

sebebiyet vermek sebep olmak.

sebed (A.) [ سبد ] sepet.

sebîke (A.) [ سبيکه ] külçe.

sebil (A.) [ سبيل ] 1.yol. 2.su dağıtım yeri, sebil.

sebk (A.) [ سبک ] üslup.

sebkat (A.) [ سبقت ] geçme.

seblâ (A.) [ سبال ] uzun kirpikli göz.

Page 392: osmanlı türkçesi sözlüğü

392

sebt (A.) [ ثبت ] kayda geçirme.

sebt edilmek kayda geçirilmek.

sebt etmek kayda geçirmek.

sebû (F.) [ سبو ] testi.

sebük (F.) [ سبک ] 1.hafif. 2.kıvrak, çevik. 3.çabuk.

sebükmağz (F.) [ سبک مز ] dangalak.

sebükmizac (F.-A.) [ سبک مزاج ] hoppa.

sebükpây (F.) [ سبک پای ] ayağına çabuk.

sebükser (F.) [ سبک سر ] 1.dangalak. 2.aşağılık.

sebz (F.) [سبز ] yeşil.

sebze (F.) [ سبزه ] 1.çimenlik. 2.sebze.

sec’ (A.) [ سجع ] seci sanatı. Düzyazıda kafiyelendirme sanatı.

secâyâ (A.) [ سجایا ] karakterler.

secdegâh (A.-F.) [ سجده گاه ] secde edilen yer.

seciyevî (A.) [ سجيوی ] karakter ile ilgili.

seciyye (A.) [ سجيه ] karakter.

seciyyesiz (A.-T.) karaktersiz.

sedâ (A.) [ صدا ] ses.

sedânüvis (A.-F.) [ صدا نویس ] 1.teyp. 2.gramofon.

sedâyâ (A.) [ ثدایا ] memeler.

sedd (A.) [ سد ] 1.set. 2.baraj. 3.engel. 3.kapama, tıkama. 4.kapatılma.

sedd edilmek örtülmek, örülmek, kapatılmak.

seddâd (A.) [ سداد ] 1.tıkaç. 2.tampon.

Page 393: osmanlı türkçesi sözlüğü

393

sedefî (A.) [ صدفی ] 1.sedefli. 2.sedef ile ilgili. 3.sedef rengi.

sedy (A.) [ ثدی ] meme.

sefâhat (A.) [ سفاحت ] sefihlik, zevk ve eğlence düşkünlüğü.

sefâin (A.) [ سفائن ] gemiler.

sefâlet (A.) [ سفالت ] sefillik.

sefâret (A.) [ سفارت ] elçilik, büyükelçilik.

sefârethâne (A.-F.) [ سفارت خانه ] elçilik binası, elçilik.

sefer (A.) [ سفر ] 1.yolculuk. 2.savaş. 3.kez.

seferber (A.-F.) [ رسفرب ] 1.savaşa gönderilmiş. 2.savaşa hazırlanmış.

seferberlik (A.-F.-T.) savaşa hazırlanma hali, savaş hali.

seferî (A.) [ سفری ] 1.yolcu. 2.savaş ile ilgili.

seffâh (A.) [ سفاح ] 1.kandökücü. 2.cömert.

seffâk (A.) [ سفاک ] kandökücü.

sefîd (F.) [ سفيد ] beyaz, ak.

sefih (A.) [ سفيه ] zevk ve eğlence düşkünü.

sefil (A.) [ سفيل ] 1.aşağılık. 2.yoksul.

sefile (A.) [ سفيله ] 1.aşağılık kadın. 2.yoksul kadın. 3.orospu.

sefîne (A.) [ سفينه ] 1.gemi. 2.şiir mecmuası.

sefir (A.) [ سفير ] elçi.

sefirikebir (A.-F.) [ سفيرکبير ] büyükelçi.

seg (F.) [ سگ ] köpek.

segâbi (F.) [ سگ آبی ] kunduz.

sehâ (A.) [ سخا ] cömertlik, eliaçıklık.

Page 394: osmanlı türkçesi sözlüğü

394

sehâb (A.) [ سحاب ] bulut.

sehâbâlûd (A.-F.) [ سحاب آلود ] bulutlu.

sehâkâr (A.-F.) [ سخاکار ] cömert, eliaçık.

sehâkârlık (A.-F.-T.) cömertlik, eliaçıklık.

sehâvet (A.) [ سخاوت ] cömertlik, eliaçıklık.

sehergâh (A.-F.) [ سحرگاه ] seher vakti.

seherhîz (A.-F.) [ سحرخيز ] seher vakti kalkan.

sehhâr (A.) [ سحار ] büyüleyici.

sehî (F.) [ سهی ] 1.fidan gibi. 3.düz, doğru.

sehîkad (F.-A.) [ سهی قد ] servi boylu, düzgün boylu.

sehîkâmet (F.-A.) [ سهی قامت ] servi boylu, düzgün boylu.

sehîm (A.) [ سهيم ] pay sahibi.

sehl (A.) [ سهل ] kolay.

sehm (A.) [ سهم ] 1.pay. 2.ok.

sehm (F.) [ سهم ] korkunç.

sehmgîn (F.) [ سهمگين ] korkunç.

sehmnâk (F.) [ سهمناک ] korkunç.

sehv (A.) [ سهو ] yanılgı.

sehven (A.) [ سهوا ] yanlışlıkla.

sehviyyât (A.) [ سهویات ] 1.yanlışlıklar. 2.yanılgılar.

sekene (A.) [ سکنه ] oturanlar, sâkinler.

sekiz zılı'lı (T.-A.) sekizgen, sekiz kenarlı.

sekr (A.) [ سکر ] sarhoşluk.

Page 395: osmanlı türkçesi sözlüğü

395

sekrâver (A.-F.) [ سکر آور ] sarhoşluk veren.

sekte (A.) [ سکته ] 1.durma. 2.kesilme.

sekte vermek durgunluk vermek, sekteye uğratmak.

sektedâr etmek durdurmak, sekteye uğratmak.

selâmet (A.) [ سالمت ] esenlik.

selâs (A.) [ ثالث ] üç.

selâse (A.) [ ثالثه ] üç.

selâset (A.) [ سالست ] akıcılık.

selâsil (A.) [ سالسل ] zincirler.

selâsîn (A.) [ ثلثين ] otuz.

selâsûn (A.) [ ثلثون ] otuz.

selâtîn (A.) [ سالطين ] sultanlar.

selb (A.) [ سلب ] 1.kapma, kendine çekme. 2.inkâr etme.

selb etmek 1.kapmak, çekmek, almak. 2.inkâr etmek. 3.yok etmek.

selcûkî (A.) [ سلجوقی ] Selçuklu.

selef (A.) [ سلف ] öncekiler, önceki görevliler.

selh (A.) [ سلخ ] deri yüzme.

selhhâne (A.-F.) [ سلخ خانه ] kesim yeri, mezbaha, salhane.

selîka (A.) [ سليقه ] güzel konuşma ve yazma yeteneği.

selim (A.) [ سليم ] sağlam.

selîmülkalb (A.) [ سليم القلب ] temiz yürekli.

selîs (A.) [ سليس ] akıcı.

selle (A.) [ سله ] sele.

Page 396: osmanlı türkçesi sözlüğü

396

sellebâf (A.-F.) [ سله باف ] sepetçi.

sem (A.) [ سم ] zehir.

sem’ (A.) [ سمع ] 1.işitme. 2.kulak.

semâ (A.) [ سما ] gökyüzü.

semâcet (A.) [ سماجت ] çirkinlik.

semâhâne (A.-F.) [ سماع خانه ] mevlevî dervişlerinin semâ ettikleri özel mekan.

semahat (A.) [ سماحت ] iyilikseverlik.

semân (A.) [ ثمان ] sekiz.

semânun (A.) [ ثمانون ] seksen.

semâvât (A.) [ سموات ] gökler.

semâvî (A.) [ سماوی ] 1.gök ile ilgili. 2.tanrısal.

semdâr (A.-F.) [ سمدار ] zehirli.

semek (A.) [ سمک ] balık.

semen (A.) [ ثمن ] değer, kıymet.

semen (A.) [ سمن ] semizlik.

semen (F.) [ سمن ] yasemin.

semenber (F.) [ سمنبر ] yasemin göğüslü.

semend (F.) [ سمند ] güzel ve çevik at.

semer (A.) [ ثمر ] 1.meyva. 2.ürün. 3.sonuç.

semerât (A.) [ ثمرات ] 1.meyvalar. 2.ürünler. 3.sonuçlar.

semere (A.) [ ثمره ] 1.meyva. 2.ürün. 3.sonuç.

semere vermek 1.meyva vermek. 2.sonuç vermek.

semeredâr (A.-F.) [ ثمره دار ] 1.meyvalı. 2.ürün veren. 3.sonuç veren.

Page 397: osmanlı türkçesi sözlüğü

397

semî (A.) [ سميع ] çok iyi işiten.

semîn (A.) [ ثمين ] değerli.

semin (A.) [ سمين ] semirmiş, semiz.

semmûr (A.) [ سمور ] samur.

semra (A.) [ مراس ] esmer.

semt (A.) [ سمت ] 1.taraf. 2.yöre. 3.mahalle.

senâ (A.) [ ثنا ] övgü.

senâ etmek övmek.

senâgû (A.-F.) [ ثناگو ] öven.

senâhân (A.-F.) [ ثناخوان ] öven.

senâkâr (A.-F.) [ ثناکار ] öven.

senâya (A.) [ ثنایا ] ön dişler.

sencîde (F.) [ نجيدهس ] tartılı.

sene (A.) [ سنه ] yıl.

sene -i hicriyye [ سنهء هجریه ] hicrî yıl.

sene -i kameriyye [ سنهء قمریه ] kamerî yıl.

sene -i mîlâdiyye [ ميالدیه< سنه ] miladî yıl.

sene -i şemsiyye [ سنهء شمسيه ] şemsî yıl.

senebesene (A.-F.) [ هسنه بسن ] yıldan yıla.

sened (A.) [ سند ] 1.belge. 2.tapu.

senedât (A.) [ سندات ] belgeler.

senevât (A.) [ سنوات ] yıllar.

senevî (A.) [ سنوی ] yıllık.

Page 398: osmanlı türkçesi sözlüğü

398

seng (F.) [ سنگ ] taş.

sengdil (F.) [ سنگ دل ] taş yürekli, acımasız.

sengdilâne (F.) [ سنگ دالنه ] acımasızca.

sengîn (F.) [ سنگين ] 1.ağır. 2.taştan.

senglâh (F.) [ سنگالخ ] taşlık arazi.

sengtıraş (F.) [ سنگ تراش ] taş ustası.

seniyye (A.) [ سنيه ] ulu, yüce.

sepîd (F.) [ سپيد ] beyaz, ak.

sepîdedem (F.) [ سپيده دم ] tan ağartısı.

ser (F.) [ سر ] 1.baş. 2.başkan. 3.uç.

serâ (A.) [ ثرا ] toprak.

serâ (F.) [ سرا ] saray.

serâb (A.) [ سراب ] serap.

serâğâz (F.) [ سرآغاز ] başlangıç.

serâir (A.) [ سرائر ] sırlar.

serâmed (F.) [ سرآمد ] ileri gelen, önde gelen.

serâmedân (F.) [ سر آمدان ] ileri gelenler, önde gelenler.

serâpâ (F.) [ سراپا ] baştan ayağa, bir baştan bir başa, tüm.

serâperde (F.) [ ساراپرده ] 1.saray perdesi. 2.otağ.

serâser (F.) [ سراسر ] bir baştan bir başa.

serâsîme (F.) [ سراسيمه ] afallamış, sersemleşmiş.

serasker (F.-A.) [ سرعسکر ] 1.başkomutan. 2.savunma bakanı, harbiye nazırı.

Page 399: osmanlı türkçesi sözlüğü

399

seraskerî (F.-A.) [ سرعسکری ] 1.başkomutanlık. 2.savunma bakanlığı, harbiye

nazırlığı.

serây (F.) [ سرای ] saray.

serbeser (F.) [ سربسر ] bir baştan bir başa.

serbest (F.) [ سربست ] 1.özgür. 2.kayıtsız.

serbestî (F.) [ سربستی ] serbestlik.

serbesücûd (F.-A.) [ سر بسجود ] alnı secdede.

serbülend (F.) [ سربلند ] başı yüce, yücebaşlı..

serçeşme (F.) [ سرچشمه ] 1.kaynak. 2.pınarbaşı. 3.önder.

serd (A.) [ سرد ] düzgün dile getirme.

serd (F.) [ سرد ] 1.soğuk. 2.sert, haşin.

serd etmek dile getirmek.

serdâr (F.) [ سردار ] 1.önder. 2.komutan, başkomutan.

serden geçmek başından vazgeçmek, ölümü göze almak.

serefrâz (F.) [ سرافراز ] 1.başı yüce. 2.başta gelen.

serencâm (F.) [ سرانجام ] 1.son. 2.başa gelen olay.

seretân (A.) [ سرطان ] yengeç.

serfirâz (F.) [ سرفراز ] başı yüce.

serfürû (F.) [ سرفرو ] başı önde, başı eğik, itaat eden.

serfürû etmek 1.itaat etmek. 2.başını eğmek. 3.düşünceye dalmak.

sergerdân (F.) [ سرگردان ] 1.avare, aylak. 2.şaşkın.

sergüzeşt (F.) [ سرگذشت ] macera, serüven.

serhad (F.-A.) [ سرحد ] sınır.

Page 400: osmanlı türkçesi sözlüğü

400

serheng (F.) [ سرهنگ ] çavuş.

serî (A.) [ سریع ] hızlı.

serîr (A.) [ سریر ] taht.

serîülintikal (A.) [ سریع االنتقال ] kıvrak zekalı.

seriyye (A.) [ سریه ] müfreze.

serkâtib (F.-A.) [ سرکاتب ] başkâtip.

serkerde (F.) [ سرکرده ] 1.lider, baş. 2.elebaşı.

serkeş (F.) [ سرکش ] dikkafalı, inatçı.

serkeşî (F.) [ سرکشی ] dikkafalılık, inatçılık.

serkûy (F.) [ سرکوی ] sokak başı, mahalle başı.

serlevha (F.-A.) [ سرلوحه ] başlık.

sermâ (F.) [ سرما ] 1.soğuk. 2.kış.

sermâye (F.) [ سرمایه ] 1.anapara. 2.genelev kadını.

sermâyedâr (F.) [ سرمایه دار ] sermaye sahibi, kapitalist.

sermed (F.) [ سرمد ] ebedî, sürekli.

sermest (F.) [ سرمست ] sarhoş.

sermestî (F.) [ سرمستی ] sarhoşluk.

sermuharrir (F.-A.) [ سرمحرر ] başyazar.

sermüneccim (F.-A.) [ سرمنجم ] müneccimbaşı.

sernâme (F.) [ سرنامه ] mektup başlığı.

sernigun (F.) [ سرنگون ] başaşağı, tepetakla.

sernigûn olmak tepetakla olmak, başaşağı gelmek, yenilmek.

sernüvişt (F.) [ سرنوشت ] yazgı, alın yazısı.

Page 401: osmanlı türkçesi sözlüğü

401

serpuş (F.) [ سرپوش ] başlık.

serrâc (A.) [ سراج ] saraç.

serrâchâne (A.-F.) [ سراج خانه ] saraçhane.

serserî (F.) [ سرسری ] 1.aylak. 2.anlamsız.

serşâr (F.) [ سرشار ] dolu, ağzına kadar dolu.

sertâpâ (F.) [ سرتاپا ] baştan ayağa, baştanbaşa.

sertâser (A.) [ سرتاسر ] baştanbaşa.

serv (F.) [ سرو ] servi, selvi.

serv -i bülend [ سرو بلند ] boyu servi gibi düzgün ve uzun olan sevgili.

serv -i hırâmân [ سرو خرامان ] salınarak yürüyen sevgili.

serv -i nihâl [ سرو نهال ] 1.fidan gibi düz servi. 2.servi boylu güzel.

serv -i revân [ سرو روان ] 1.yürüyen servi. 2.yürüyen servi boylu güzel.

servendâm (F.) [ سرواندام ] servi boylu.

server (F.) [ سرور ] önder, lider, baş.

serverân (F.) [ سروران ] önderler, liderler, başlar.

servet (A.) [ ثروت ] 1.zenginlik, varlık. 2.ekonomi.

servistân (F.) [ سروستان ] servilik.

servkadd (F.-A.) [ سروقد ] servi boylu.

serzeniş (F.) [ سرزنش ] sitem, başa kakma.

serzenişkâr (F.) [ سرزنشکار ] sitem edici.

setr (A.) [ ستر ] örtme, gizleme.

setr etmek örtmek, gizlemek, kamufle etmek.

settâr (A.) [ ستار ] 1.örten. 2.günahları örten Tanrı.

Page 402: osmanlı türkçesi sözlüğü

402

sevâb (A.) [ ثواب ] 1.sevap. 2.hayır, iyilik.

sevâbit (A.) [ ثوابت ] yıldızlar.

sevâd (A.) [ سواد ] 1.karalık. 2.karalama, yazma.

sevâhil (A.) [ سواحل ] kıyılar.

sevb (A.) [ ثوب ] giysi.

sevdâ (A.) [ سودا ] 1.kara, siyah. 2.insan yapısında bulunan dört maddeden biri.

sevdâzede (F.) [ سودازده ] sevdalı.

seviyye (A.) [ سویه ] düzey.

sevk (A.) [ سوق ] gönderme.

sevk -i tabi’î [ سوق طبيعی ] içgüdü.

sevk etmek göndermek, yönlendirmek, götürmek.

sevkülceyş (A.) [ سوق الجيش ] strateji.

sevkülceyşî (A.) [ سوق الجيشی ] stratejik.

sevr (A.) [ ثور ] 1.boğa. 2.öküz. 3.boğa burcu.

seyâhat (A.) [ سياحت ] gezi.

seyelân (A.) [ سيالن ] akış, akma.

seyf (A.) [ سيف ] kılıç.

seyfiyye (A.) [ سيفيه ] asker kesimi.

seyl (A.) [ سيل ] sel.

seylâb (A.-F.) [ سيالب ] sel suyu.

seylâbe (A.-F.) [ سيالبه ] sel suyu.

seylhîz (A.-F.) [ سيلخيز ] su taşkını, taşkın.

seyr (A.) [ سير ] 1.seyir. 2.yürüme. 3.gezi. 4.izleme.

Page 403: osmanlı türkçesi sözlüğü

403

seyr etmek izlemek.

seyrân (A.) [ سيران ] gezinme.

seyrangâh (A.-F.) [ سيرانگاه ] gezinti yeri.

seyrfilmenâm (A.) [ سير فی المنام ] uyurgezer.

seyrüsefer (A.) [ سير و سفر ] trafik, gidişgeliş.

seyyâh (A.) [ سياح ] 1.gezgin. 2.turist.

seyyâhin (A.) [ سياحين ] 1.gezginler. 2.turistler.

seyyâl (A.) [ سيال ] akışkan.

seyyâle (A.) [ سياله ] 1.akıntı. 2.sıvı.

seyyar (A.) [ سيار ] 1.taşınabilir. 2.gezen.

seyyârât (A.) [ سيارات ] gezegenler.

seyyâre (A.) [ سياره ] gezegen.

seyyiât (A.) [ سيئات ] 1.günahlar. 2.kötülükler. 3.olumsuzluklar.

seyyib (A.) [ ثيب ] dul kadın.

seyyibât (A.) [ ثيبات ] dul kadınlar.

seyyibe (A.) [ ثيبه ] dul kadın.

seyyid (A.) [ سيد ] 1.Hz. Hasan’yn soyundan gelen. 2.efendi. 3.ağa. 4.başkan.

seyyie (A.) [ سيئه ] 1.günah. 2.kötülük.

sezâ (F.) [ سزا ] layık, yaraşır.

sezâvar (F.) [ سزاوار ] layık, yaraşır.

sıbt (A.) [ سبط ] torun.

sıbyân (A.) [ صبيان ] çocuklar.

sıddık (A.) [ صدیق ] sözünün eri.

Page 404: osmanlı türkçesi sözlüğü

404

sıdk (A.) [ صدق ] 1.doğruluk. 2.kalp temizliği.

sıfat (A.) [ صفت ] özellik, vasıf.

sıfât (A.) [ صفات ] özellikler, vasıflar.

sıfr (A.) [ صفر ] sıfır.

sığâr (A.) [ صغار ] küçükler.

sığar (A.) [ صغر ] küçüklük.

sıhhat (A.) [ صحت ] 1.doğruluk. 2.sağlık.

sıhhî (A.) [ صحی ] sağlıkla ilgili.

sıhhiye (A.) [ صحيه ] sağlık işleri dairesi.

sıhr (A.) [ صهر ] evlilikten doğan akrabalık.

sıhriyet (A.) [ صهریت ] evlilikten doğan akrabalık, kan bağı.

sıklet (A.) [ ثقلت ] 1.ağırlık. 2.sıkıntı.

sıklet vermek ağırlık vermek, rahatsız etmek, sıkıntı vermek.

sıla (A.) [ صله ] yakınlarını ziyarete gitme özlemi.

sıla -i rahm [ صلهء رحم ] yakınlarını ziyaret edip özlem gidermek.

sıle (A.) [ صله ] şaire verilen para ödülü.

sımt (A.) [ سمط ] dizi.

sınâ’î (A.) [ صناعی ] 1.sanatla ilgili. 2.sanayi ile ilgili.

sınâat (A.) [ صناعت ] 1.sanat. 2.sanayi.

sınâât (A.) [ صناعات ] sanatlar.

sınâât -ı edebî [ صناعات ادبی ] edebî sanatlar.

sınf (A.) [ صنف ] sınıf.

sırâc (A.) [ سراج ] kandil.

Page 405: osmanlı türkçesi sözlüğü

405

sırât (A.) [ صراط ] yol.

sırât -ı müstakîm [ صراط مستقيم ] 1.doğru yol. 2.sırat köprüsü.

sırf (A.) [ صرف ] sadece, yalnız.

sırr (A.) [ سر ] giz, sır.

sıyâm (A.) [ صيام ] oruç.

sıyânet (A.) [ صيانت ] koruma.

sî (F.) [ سی ] otuz.

siâyet (A.) [ سعایت ] çekiştirme, dedikodu.

sîb (F.) [ سيب ] elma.

sicill (A.) [ سجل ] kayıt kütüğü.

sidrenişin (A.-F.) [ سدره نشين ] sidretülmüntehâda oturan melek.

sidretülmüntehâ (A.) [ المنتها ةسدر ] uzayda bulunduğu varsanılan ve ötesine

geçilemeyen bir ağaç.

sifâl (F.) [ سفال ] çanak çömlek.

sifâlîn (F.) [ سفالين ] topraktan yapılmış.

sih (F.) [ سيخ ] şiş.

sihâm (A.) [ سهام ] 1.oklar. 2.paylar.

sihir (A.) [ سحر ] büyü.

sihr (A.) [ سحر ] sihir, büyü.

sihrâmîz (A.-F.) [ سحر آميز ] büyüleyici.

sihrbâz (A.-F.) [ سحرباز ] 1.sihirbaz. 2.büyücü.

sika (A.) [ ثقه ] güvenilir kişi.

sikke (A.) [ سکه ] 1.madenî para. 2.mevlevî külahı.

Page 406: osmanlı türkçesi sözlüğü

406

sikkîn (A.) [ سکين ] bıçak.

silâhdâr (A.-F.) [ سالحدار ] silahtar.

sîlî (F.) [ سيلی ] tokat, sille.

silk (A.) [ سلک ] 1.dizi. 2.iplik. 3.meslek.

sill (A.) [ سل ] verem.

sillürrie (A.) [ سل الرئه ] akciğer veremi.

silsile (A.) [ سلسله ] 1.zincir. 2.hanedan. 3.sıradağ. 4.dizi.

silsile -i merâtib [ سلسلهء مراتب ] hiyerarşi.

sîm (F.) [ سيم ] 1.gümüş. 2.gümüş tel. 3.gümüş para.

sîmâ (F.) [ سيما ] 1.yüz. 2.kişi.

sîmâb (F.) [ سيماب ] cıva.

simât (A.) [ سماط ] 1.sofra. 2.ziyafet.

sîmber (F.) [ سيمبر ] gümüş gibi beyaz göğüslü.

sîmîn (F.) [ سيمين ] 1.gümüşten. 2.gümüş gibi beyaz.

simsâr (A.) [ سمسار ] komisyoncu.

simsâriyye (A.) [ سمساریه ] komisyon ücreti.

sîmten (F.) [ سيم تن ] gümüş tenli.

sîmurg (F.) [ سيمرغ ] zümrütüanka.

sin (A.) [ سن ] 1.yaş. 2.diş.

sinan (A.) [ سنان ] mızrak.

sindân (F.) [ سندان ] örs.

sîne (A.) [ سينه ] 1.göğüs. 2.yürek.

sine (A.) [ سنه ] uyuklama.

Page 407: osmanlı türkçesi sözlüğü

407

sînebend (A.-F.) [ سينه بند ] sütyen.

sîneçâk (A.-F.) [ سيه چاک ] göğsü parçalanmış, göğsü yaralı.

sînezen (A.-F.) [ سينه زن ] göğsünü döven.

sînî (F.) [ سينی ] tepsi.

sinîn (A.) [ سنين ] yıllar.

sinn (A.) [ سن ] 1.yaş. 2.diş.

sinnen (A.) [ سنا ] yaşça.

sipâh (F.) [ سپاه ] 1.ordu. 2.asker.

sipâriş (F.) [ سپارش ] ısmarlama.

sipâs (F.) [ سپاس ] şükür.

sipasgüzâr (F.) [ سپای گزار ] şükreden.

sipeh (F.) [ سپه ] 1.ordu. 2.asker.

sipehsâlâr (F.) [ سپه ساالر ] başkomutan.

sipihr (F.) [ سپهر ] gökyüzü.

sîr (F.) [ سير ] sarmısak.

sîr (F.) [ سير ] tok.

sirâyet (A.) [ سرایت ] bulaşma, geçme.

sirâyet etmek geçmek, bulaşmak.

sîret (A.) [ سيرت ] 1.hal ve gidiş. 2.biyografi.

sirişk (F.) [ سرشک ] gözyaşı.

sirişt (F.) [ سرشت ] yaratılış.

sirkat (A.) [ سرقت ] hırsızlık.

sirkat edilmek çalınmak.

Page 408: osmanlı türkçesi sözlüğü

408

sitâre (F.) [ ستاره ] yıldız.

sitâyiş (F.) [ ستایش ] övgü.

sitâyişkâr (F.) [ ستایشکار ] 1.övücü. 2.öven.

sitebr (F.) [ ستبر ] 1.kalın. 2.yoğun. 3.kaba.

sitem (F.) [ ستم ] 1.zulüm. 2.haksızlık.

sitemdîde (F.) [ ست دیده ] zulme uğramış.

sitemger (F.) [ ستمگر ] zalim.

sitemkâr (F.) [ ستمکار ] zalim.

sitîz (F.) [ ستيز ] 1.kavga. 2.çekişme.

sitîze (F.) [ ستيره ] 1.kavga. 2.çekişme.

sitt (A.) [ ست ] altı.

sitte (A.) [ سته ] altı.

sittîn (A.) [ ستين ] altmış.

sittin sene [ ستتين سنه ] 1.altmış sene. 2.belirlenemeyecek kadar uzun bir zaman.

sivâ (A.) [ سوا ] öte, başka, gayrı.

siyâb (A.) [ ثياب ] giysiler.

siyâdet (A.) [ سيادت ] 1.seyyidlik. 2.efendilik.

siyâh (F.) [ سياه ] kara.

siyâhbaht (F.) [ سياه بخت ] karatalihli.

siyâhî (F.) [ سياهی ] 1.siyahlık. 2.zenci.

siyâk u sibak (A.) [ سياق و سباق ] sözün gelişi.

siyâset (A.) [ سياست ] 1.politika. 2.idam cezası.

siyasî (A.) [ سياسی ] 1.siyasal. 2.politikacı.

Page 409: osmanlı türkçesi sözlüğü

409

siyasiyat (A.) [ سياسيات ] politika.

siyasiyûn (A.) [ سياسيون ] siyasetçiler, politikacılar.

siyeh (F.) [ سيه ] kara, siyah.

siyyânen (A.) [ سيانا ] eşit olarak.

sôfî (A.) [ صوفی ] tasavvufla ilgilenen, mutasavvıf.

sohbet (A.) [ صحبت ] konuşma.

sû (F.) [ سو ] yön, taraf.

sû’ (A.) [ سوء ] kötülük.

su’âl (A.) [ سؤال ] soru.

su’âl eylemek soru sormak.

su’âl olunmak soru sorulmak.

su’âlât (A.) [ سؤاالت ] sorular.

su’bân (A.) [ ثعبان ] ejderha.

su’ûbet (A.) [ صعوبت ] güçlük.

suâl îrad edilmek soru yöneltmek.

sûbesû (F.) [ سوبسو ] her taraf, her tarafta.

subh (A.) [ صبح ] sabah.

subh ü mesâ [ اصبح و مس ] sabah akşam.

subhdem (A.-F.) [ صبح دم ] sabah vakti, sabahleyin.

subhgâh (A.-F.) [ صبحگاه ] sabah vakti, sabahleyin.

sûd (F.) [ سود ] 1. kâr, kazanç. 2.yarar.

sudâ’ (A.) [ صداع ] baş ağrısı.

sûdâger (F.) [ سوداگر ] tüccar.

Page 410: osmanlı türkçesi sözlüğü

410

sûdmend (F.) [ سودمند ] yararlı.

sudûr (A.) [ صدور ] 1.çıkış. 2.göğüsler.

sûf (A.) [ صوف ] yün.

suffe (A.) [ صفه ] sofa.

sûfî (A.) [ صوفی ] 1.mutasavvıf. 2.sofu.

sûfiyye (A.) [ صوفيه ] mutasavvıflar, tasavvufla uğraşanlar.

sufûf (A.) [ صفوف ] sıralar, saflar.

sugrâ (A.) [ صغرا ] küçük.

suhan (F.) [ سخن ] söz.

sûhân (F.) [ سوهان ] törpü.

suhen (F.) [ سخن ] söz.

sûhte (F.) [ سوخته ] yanık.

suhuf (A.) [ صحف ] sayfalar.

sûikasd (A.-F.) [ سوء قصد ] suikast, cana kıyma.

sûinazar (A.-F.) [ سوء نظر ] kötü gözle bakış.

sûiniyet (A.-F.) [ سوء نيت ] kötü niyet.

sûizan (A.-F.) [ سوء ظن ] kötü kanıya düşme.

sûk (A.) [ سوق ] çarşı.

sukût (A.) [ سقوط ] düşüş.

sulb (A.) [ صلب ] 1.döl, soy. 2.katı.

sulehâ (A.) [ صلحا ] salih kişiler, iyi amelli kullar.

sulh (A.) [ صلح ] barış.

sulhâmîz (A.-F.) [ صلح آميز ] barışçıl.

Page 411: osmanlı türkçesi sözlüğü

411

sulhen (A.) [ صلحا ] barış yoluyla.

sulta (A.) [ سلطه ] baskı.

sultân (A.) [ سلطان ] 1.hükümdar. 2.hükümdar eşi ve kız çocuğu. 3.sevgili.

sun’ (A.) [ صنع ] 1.yapma. 2.yaratma. 3.güç.

sun’î (A.) [ صنعی ] yapay.

sunûf (A.) [ صنوف ] sınıflar.

sûr (A.) [ سور ] hisar.

sûr (A.) [ صور ] 1.boru. 2.kıyamette üflenecek boru.

sûr (F.) [ سور ] 1.düğün. 2.şenlik.

sûrâh (F.) [ سوراخ ] delik.

surahî (A.) [ صراحی ] sürahi.

sûret (A.) [ صورت ] 1.yüz. 2.çare. 3.biçim. 4.tarz.

sûretâ (A.) [ صورتا ] görünüşte.

sûretger (A.-F.) [ صورتگر ] ressam.

sûrnâ (F.) [ سورنا ] zurna.

surre (A.) [ صره ] 1.para kesesi. 2.hükümdar tarafından Mekke’ye gönderilen

paralar ve armağanlar.

sûsen (F.) [ سوسن ] susam.

sûsmâr (F.) [ سوسمار ] kertenkele.

sutûh (A.) [ سطوح ] yüzeyler, satıhlar.

sutûr (A.) [ سطور ] satırlar.

suver (A.) [ صور ] 1.yüzler. 2.çareler. 3.biçimler. 4.tarzlar.

sûy (F.) [ سوی ] yön, taraf.

Page 412: osmanlı türkçesi sözlüğü

412

sûz (F.) [ سوز ] 1.yanma. 2.yakma. 3.ateş. 4.yakan.

sûzân (F.) [ سوزان ] 1.yakıcı. 2.yanıcı.

sûzen (F.) [ سوزن ] iğne.

sûzende (F.) [ سوزنده ] yakıcı.

sûziş (F.) [ سوزش ] yanma, yangı.

sûznâk (F.) [ سوزناک ] yakıcı.

sübhan (A.) [ سبحان ] Tanrı.

sübhânî (A.) [ سبحانی ] tanrısal.

sübût (A.) [ ثبوت ] 1.sabitleşme. 2.gerçekleşme. 3.kanıtlanma.

sübût bulmak gerçekleşmek, olmak.

sücûd (A.) [ سجود ] secde etme, yere kapanma.

südde (A.) [ سده ] 1.kapı. 2.eşik.

süedâ (A.) [ سؤدا ] kutlu kişiler.

süfehâ (A.) [ سفها ] alçaklar, sefihler.

süferâ (A.) [ سفرا ] elçiler, büyükelçiler.

süflî (A.) [ سفلی ] 1.aşağı, aşağıda. 2.adi, bayağı.

süfte (F.) [ سفته ] delinmiş.

süfün (A.) [ سفن ] gemiler.

sügur (A.) [ ثغور ] sınırlar.

sühan (F.) [ سخن ] söz.

sühandan (F.) [ سخندان ] söz bilen, sözden anlayan.

sühanperdaz (F.) [ سخن پرداز ] ağzı laf yapan.

sühûlet (A.) [ سهولت ] kolaylık.

Page 413: osmanlı türkçesi sözlüğü

413

sühûnet (A.) [ سخونت sıcaklık.

sükkân (A.) [ سکانoturanlar, sakinler.

sükker (A.) [ سکر şeker.

sükûn (A.) [ سکونsakinlik, hareketsizlik.

sükûnet (A.) [ سکونت.sakinlik, hareketsizlik. 2.rahatlık.

sükûnet bulmak yatışmak, sakinleşmek.

sükût (A.) [ سکوت ] sessizlik.

sülâle (A.) [ سالله ] soy sop.

sülâsâ (A.) [ ثلثا ] salı.

süllem (A.) [ سلم ] merdiven.

süls (A.) [ ثلث ] üçtebir.

sülûk (A.) [ سلوک ] 1.yola girme. 2.tarikata girme.

sülüsân (A.) [ ثلثالن ] üçte iki.

süm (F.) [ سم ] toynak.

sümpâre (F.) [ سم پاره ] zımpara.

sümûm (A.) [ سموم ] zehirler.

sünbâde (F.) [ سنباده ] zımpara.

sünbül (F.) [ سنبل ] sümbül.

sünbüle (A.) [ سنبله ] başak.

sünen (A.) [ سنن ] sünnetler.

sünûhat (A.) [ سنوحات ] akla gelenler, içe doğanlar.

sürâdık (A.) [ سرادق ] saray perdesi.

sürb (F.) [ سرب ] 1.kurşun. 2.kalay.

Page 414: osmanlı türkçesi sözlüğü

414

süreyya (A.) [ ثریا ] Ülker, Pervin.

sürfe (F.) [ سرفه ] öksürük.

sürh (F.) [ سرخ ] 1.kırmızı, kızıl. 2.kırmızı mürekkep.

sürmedan (T.-F.) [ سرمه دان ] sürmelik.

sürûd (F.) [ سرود ] şarkı, melodi.

sürur (A.) [ سرور ] sevinç.

sürûrengîz (A.-F.) [ سرور انگيز ] sevinçli.

sürûş (F.) [ سروش ] melek.

süst (F.) [ سست ] 1.gevşek. 2.tembel, uyuşuk.

sütre (A.) [ ستره ] 1.örtü. 2.perde.

sütûde (F.) [ ستوده ] övülmüş.

sütûn (F.) [ ستون ] direk.

sütur (F.) [ ستور ] 1.binek hayvanı. 2.yük hayvanı.

süvar (F.) [ سوار ] 1.binmiş. 2.binen.

süvârî (F.) [ سواری ] 1.binici. 2.atlı asker. 3.gemi kaptanı.

süyûf (A.) [ سيوف ] kılıçlar.

Page 415: osmanlı türkçesi sözlüğü

415

ş

şa’r (A.) [ شعر ] kıl.

şa’riyye (A.) [ شعریه ] şehriye.

şa’şa’a (A.) [ شعشعه ] 1.gösteriş. 2.parlaklık.

şa’şa’adâr (A.-F.) [ شعشعه دار ] 1.gösterişli. 2.parlak.

şâd (F.) [ شاد ] sevinçli.

şâd etmek sevindirmek, mutlu etmek.

şâd olmak sevinmek, mutlu olmak.

şâdân (F.) [ شادان ] sevinçli.

şâdî (F.) [ شادی ] sevinç.

şâdmân (F.) [ شادمان ] sevinçli.

şâdmânî (F.) [ شادمانی ] sevinç.

şâdurvan (F.) [ شادروان ] şadırvan.

şafak (A.) [ شفق ] güneşin doğacağı sıradaki aydınlık.

şâfi’ (A.) [ فعشا ] şefaatçi.

şâgird (F.) [ شاگرد ] 1.öğrenci. 2.çırak.

şâgirdân (F.) [ شاگردان ] 1.öğrenciler. 2.çıraklar.

şâh (F.) [ شاخ ] 1.dal. 2.boynuz.

şâh (F.) [ شاه ] 1.padişah. 2.ıran şahı.

şahâdet (A.) [ شهادت ] 1.tanıklık, şahitlik. 2.şehadet getirme. 3.şehitlik.

Page 416: osmanlı türkçesi sözlüğü

416

şahâdetname (A.-F.) [ شهادت نامه ] diploma.

şâhân (F.) [ شاهان ] şahlar.

şâhâne (F.) [ شاهانه ] 1.şahlara yakışır. 2.şahlarla ilgili.

şahbal (F.) [ شاهبال ] kanattaki en uzun tüy.

şâhenşâh (F.) [ شاهنشاه ] şahlar şahı.

şâheser (F.-A.) [ اثرشاه ] üstün nitelikli eser.

şâhî (F.) [ شاهی ] şahlık.

şâhid (A.) [ شاهد ] 1.tanık. 2.güzel. 3.sevgili.

şâhika (A.) [ شاهقه ] doruk.

şahin (F.) [ شاهين ] şahin.

şâhkâr (F.) [ شاهکار ] şaheser, başyapıt.

şahne (A.) [ شحنه ] güvenlik görevlisi, polis.

şâhnişin (F.) [ شاهنشين ] cumba.

şâhrah (F.) [ شاهراه ] anayol.

şâhreg (F.) [ شاهرگ ] atardamar.

şahs (A.) [ شخص ] kişi, şahıs.

şâhsâr (F.) [ شاخسار ] çalılık.

şahsen (A.) [ شخصا ] bizzet, kendisi.

şahsî (A.) [ شخصی ] kişisel.

şahsiyet (A.) [ خصيتش ] kişilik.

şahsüvar (F.) [ شاه سوار ] usta binici.

şahvar (F.) [ شاهوار ] 1.şah gibi. 2.büyük inci.

şâhzade (F.) [ شاهزاده ] şehzade.

Page 417: osmanlı türkçesi sözlüğü

417

şâibe (A.) [ شائبه ] leke, kötü iz.

şaîr (A.) [ شعير ] arpa.

şâir (A.) [ شاعر ] ozan, şair.

şâiran (A.-F.) [ شاعران ] şairler.

şâirâne (A.-F.) [ شاعرانه ] romantik, şairce.

şâire (A.) [ شاعره ] bayan şair.

şakâikünnumân A.) [ شقاءق النعمان ] gelincik.

şakî (A.) [ شقی ] haydut.

şâkî (A.) [ شاکی ] şikayetçi.

şâkir (A.) [ شاکر ] şükr eden.

şâkird (F.) [ شاکرد ] 1.öğrenci. 2.çırak.

şakk (A.) [ شق ] yarık, çatlak.

şâkûl (A.) [ شاکول ] çekül.

şâl (F.) [ شال ] şal.

şâm (F.) [ شام ] akşam.

şâme (F.) [ شامه ] başörtüsü.

şâmgâh (F.) [ شامگاه ] akşam vakti, akşamüstü.

şâmî (A.) [ شامی ] şamlı.

şâmih (A.) [ امخش ] yüksek, yüce.

şâmil (A.) [ شامل ] kapsayan.

şâmil olmak kapsamak.

şâmme (A.) [ شامه ] koku alma duyusu.

şân (A.) [ شان ] 1.şöhret, şan. 2.durum. 3.gösteriş.

Page 418: osmanlı türkçesi sözlüğü

418

şâne (F.) [ شانه ] tarak.

şarâb (A.) [ شراب ] şarap.

şarâbî (A.) [ شرابی ] 1.şarapçı. 2.şarap rengi.

şâri’ (A.) [ شارع ] yasa koyucu.

şâribülleyli vennehâr (A.) [ شارب الليل والنهار ] ayyaş, gece demez gündüz demez

içki içen.

şârih (A.) [ شارح ] şerh eden.

şark (A.) [ شرق ] 1.doğu. 2.Doğu, Doğu dünyası.

şarkan (A.) [ شرقا ] 1.doğudan. 2.doğusunda.

şarkî (A.) [ شرقی ] doğu, doğu ile ilgili.

şarkiyat (A.) [ شرقيات ] doğubilim.

şarkiyatçı (A.-T.) doğubilimci, oryntalist, müsteşrik.

şarkiyyûn (A.) [ شرقيون ] doğulular.

şart (A.) [ شرط ] 1.koşul. 2.yemin. 3.durum.

şartiyyet (A.) [ شرطيت ] koşulluluk.

şartnâme (A.-F.) [ شرط نامه ] şart mektubu.

şast (F.) [ شست ] altmış.

şathiyyat (A.) [ شطحيات ] ince anlamlı ve eğlendirici manzume.

şâtır (A.) [ شاطر ] neşeli.

şatranc (A.) [ شطرنج ] satranç.

şatt (A.) [ شط ] ırmak, büyük nehir.

şâyân (F.) [ شایان ] layık, yaraşır, yakışık alır.

şâyed (F.) [ شاید ] belki, şayet.

Page 419: osmanlı türkçesi sözlüğü

419

şâyeste (F.) [ شایسته ] yaraşır, layık.

şâyestegî (F.) [ شایستگی ] yaraşma.

şâygân (F.) [ شایگان ] yaraşır, yakışık alır.

şâyi’ (A.) [ شایع ] yayılmış.

şâyia (A.) [ شایعه ] söylenti.

şâz (A.) [ شاذ ] kural dışı.

şe’n (A.) [ شأن ] iş.

şe’niyet (A.) [ شأنيت ] gerçeklik, realite.

şeâmet (A.) [ شآمت ] uğursuzluk.

şeb (F.) [ شب ] gece.

şeb -i arûs [ شب عروس ] 1.düğün gecesi. 2.Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin

ölüm gecesi.

şeb -i yeldâ [ شب یلدا ] yılın en uzun gecesi.

şebâb (A.) [ شباب ] gençlik.

şebâhet (A.) [ شباهت ] benzerlik.

şebân (F.) [ شبان ] geceler.

şebangâh (F.) [ شبانگاه ] geceleyin, gece vakti.

şebâviz (F.) [ شباویز ] ishak kuşu.

şebbûy (F.) [ بویشب ] şebboy.

şebefrûz (F.) [ شب افروز ] geceyi aydınlatan.

şebeke (A.) [ شبکه ] 1.ağ. 2.balık ağı. 3.dokular.

şebgerd (F.) [ شبگرد ] bekçi.

şebgîr (F.) [ شبگير ] geceleri uyuyamayan, uykusuzluk çeken. 2.sabah.

Page 420: osmanlı türkçesi sözlüğü

420

şebîh (A.) [ شبيه ] benzer, benzeyen.

şebîhûn (F.) [ شبيخون ] gece baskını.

şebistan (F.) [ شبستان ] 1.yatak odası. 2.harem dairesi.

şebnem (F.) [ شبنم ] çiy.

şebpere (F.) [ شب پره ] yarasa.

şebreng (F.) [ شب رنگ ] 1.siyah. 2.gece rengi.

şebtâb (F.) [ شبتاب ] ateş böceği.

şeburûz (F.) [ ب و روزش ] gece gündüz.

şebzindedâr (F.) [ شب زنده دار ] geceleri ibadet eden.

şecâat (A.) [ شجاعت ] cesaret, yiğitlik.

şecer (A.) [ شجر ] ağaç.

şecere (A.) [ شجره ] soyağacı.

şecî (A.) [ شجيع ] cesur, yiğit.

şedîd (A.) [ شدید ] şiddetli.

şefâat (A.) [ شفاعت ] af için aracılık etme.

şefafet (A.) [ شفافت ] saydamlık.

şefakat (A.) [ شفقت ] şefkat.

şeffaf (A.) [ شفاف ] saydam.

şefî’ (A.) [ شفيع ] şefaatçi, şefaat eden.

şefik (A.) [ شفيق ] müşfik, şefkatli.

şeftâlû (F.) [ شفتالو ] şeftali.

şegal (F.) [ شغال ] çakal.

şeh (F.) [ شه ] şah, padişah.

Page 421: osmanlı türkçesi sözlüğü

421

şehâ (F.) [ شها ] ey şah.

şehâdet (A.) [ شهادت ] 1.tanıklık. 2.şehitlik.

şehâdetnâme (A.-F.) [ شهادت نامه ] diploma, mezuniyet belgesi.

şehâmet (A.) [ شهامت ] yiğitlik.

şehbâl (F.) [ شهبال ] kanattaki en uzun tüy.

şehbender (F.) [ شهبندر ] konsolos.

şehbenderhâne (F.) [ شهبندر خانه ] konsolosluk.

şehd (A.) [ شهد ] bal.

şehenşâh (F.) [ شهنشاه ] büyük şah, şahlar şahı.

şehevât (A.) [ شهوات ] şehvetler.

şehîd (A.) [ شهيد ] şehit.

şehîr (A.) [ يرشه ] ünlü, meşhur.

şehlâ (A.) [ شهال ] 1.hafif şaşı. 2.ela gözlü.

şehnişin (F.) [ شهنشين ] cumba.

şehper (F.) [ شهپر ] kuş kanadındaki en uzun tüy.

şehr (A.) [ شهر ] ay.

şehr (Pehlevî>F.) [ شهر ] kent, şehir.

şehrâşûb (F.) [ شهر آشوب ] şehir karıştıran.

şehremâneti (F.-A.-T.) 1.belediye. 2.belediye başkanlığı.

şehremini (F.-A.-T.) belediye başkanı.

şehrî (F.) [ شهری ] şehirli, kentli.

şehristan (F.) [ شهرستان ] kent, büyük şehir.

şehryâr (F.) [ شهریار ] hükümdar, şah.

Page 422: osmanlı türkçesi sözlüğü

422

şehryârî (F.) [ شهریاری ] hükümdarlık, şahlık.

şehsüvar (F.) [ شهسوار ] binici, usta binici.

şehvânî (A.) [ شهوانی ] 1.şehvetle ilgili. 2.şehvet düşkünü.

şehvât (A.) [ شهوات ] şehvetler.

şehvet (A.) [ شهوت ] 1.aşırı cinsel istek. 2.aşırı istek.

şehvetengîz (A.-F.) [ شهوت انگيز ] şehvet verici.

şehvetperest (A.-F.) [ شهوت پرست ] şehvet düşkünü.

şehzâde (F.) [ شهزاده ] şah çocuğu, şehzade.

şehzâdegân (F.) [ شهزادگان ] şehzadeler.

şekâvet (A.) [ شقاوت ] haydutluk.

şeker (F.) [ شکر ] şeker.

şekerâb (F.) [ شکراب ] tatsızlık, kırgınlık.

şekerhand (F.) [ شکرخند ] tatlı gülüş, sevgilinin tatlı gülüşü.

şekerleb (F.) [ شکرلب ] 1.tatlı dudaklı. 2.şirin sözlü.

şekîbâ (F.) [ شکيبا ] sabırlı.

şekk (A.) [ شک ] kuşku, şüphe.

şekl (A.) [ شکل ] 1.şekil. 2.tür. 3.resim, çizim, kroki.

şeklen (A.) [ شکال ] şekilce.

şeklî (A.) [ شکلی ] şekle dayanan, biçimsel.

şekvâ (A.) [ شکوا ] şikayet, sızlanma.

şekvâ etmek şikayet etmek.

şekvâ eylemek şikayet etmek, sızlanmak.

şekvâlanmak sızlanmak, şikayetçi olmak.

Page 423: osmanlı türkçesi sözlüğü

423

şelgam (F.) [ شلغم ] şalgam.

şellâle (A.) [ شالله ] çağlayan, şelale.

şelvâr (F.) [ شلوار ] 1.pantolon. 2.şalvar.

şelvârbend (F.) [ شلواربند ] uçkur.

şem’ (A.) [ شمع ] 1.mum. 2.balmumu.

şem’dan (A.-F.) [ شمعدان ] mumluk, şamdan.

şemâil (A.) [ شمائل ] huylar, tavırlar.

şemâte (A.) [ شماطه ] şamata.

şemîm (A.) [ شميم ] 1.güzel koku. 2.güzel kokulu.

şemme (A.) [ شمه ] çok az.

şems (A.) [ شمس ] güneş.

şemsî (A.) [ شمسی ] 1.güneşle ilgili. 2.güneş takvimi.

şemsiye (A.) [ شمسيه ] 1.güneşlik. 2.şemsiye.

şemşîr (F.) [ شمشير ] kılıç.

şenâat (A.) [ شناعت ] kötülük.

şenbe (F.) [ شنبه ] cumartesi.

şenî’ (A.) [ شنيع ] kötü, çirkin.

şer (A.) [ شر ] kötülük.

şer’ (A.) [ شرع ] din kuralları.

şer’an (A.) [ شرعا ] şer’î olarak, şeriat hükümlerine göre.

şer’î (A.) [ شرعی ] şeriat ile ilgili, şeriata uyan.

şer’iye (A.) [ شرعيه ] şeriat ile ilgili, şeriata uyan.

şerâbhâr (A.-F.) [ شرابخوار ] şarap içen.

Page 424: osmanlı türkçesi sözlüğü

424

şerâfet (A.) [ شرافت ] 1.şereflilik. 2.soyluluk.

şerâit (A.) [ شرائط ] koşullar.

şerâket (A.) [ شراکت ] ortaklık.

şerâre (A.) [ شراره ] kıvılcım.

şerâret (A.) [ شرارت ] kötülük, şerlilik.

şerâyi’ (A.) [ شرایع ] şeriat hükümleri.

şerbet (A.) [ شربت ] şurup.

şeref (A.) [ شرف ] 1.şeref. 2.üstünlük. 3.kıvanç.

şerefbahş (A.-F.) [ شرفبخش ] şeref veren.

şerefsâdır olmak padişahın emriyle çıkmak.

şerefsudûr olmak padişahın emriyle çıkmak.

şerefvârid olmak şerefle gelmek.

şerefvusûl olmak şerefle gelmek.

şerefzâhir olmak şerefle çıkmak.

şerefzuhûr olmak şerefle çıkmak.

şerer (A.) [ شرر ] kıvılcımlar.

şerh (A.) [ شرح ] 1.açma. 2.açılama.

şerha (A.) [ شرحه ] dilim dilim olmuş.

şerha şerha dilim dilim, parçamparça.

şeriat (A.) [ شریعت ] 1.din hükümleri. 2.doğru yol.

şerif (A.) [ شریف ] 1.şerefli. 2.Hz. Hüseyin soyundan gelen.

şerik (A.) [ شریک ] 1.ortak. 2.okul arkadaşı.

şerîr (A.) [ شریر ] kötü, şirret.

Page 425: osmanlı türkçesi sözlüğü

425

şerîta (A.) [ شریطه ] koşul.

şerm (F.) [ شرم ] utanç, utanma.

şermende (F.) [ شرمنده ] utangaç.

şermendegî (F.) [ شرمندگی ] utangaçlık.

şermgîn (F.) [ شرمگين ] utangaç.

şermnâk (F.) [ شرمناک ] utangaç.

şermsâr (F.) [ شرمسار ] utangaç.

şerr (A.) [ شر ] 1.kötülük. 2.kötü davranış.

şerîr (A.) [ شریر ] kötü insan, kötülük eden insan.

şest (F.) [ شست ] 1.okçu yüksüğü. 2.olta.

şeş (F.) [ شش ] altı.

şeşbeş (F.-T.) [ شش بش ] altı ve beş.

şeşcihar (F.) [ شش جهار ] altı ve dört.

şeşise (F.) [ شش و سه ] altı ve üç.

şeşiyek (F.) [ شش و یک ] altı ve bir.

şeşper (F.) [ شش پر ] topuz.

şeşüdü (F.) [ شش و دو ] altı ve iki.

şeşüm (F.) [ ششم ] altıncı.

şeşüse (F.) [ شش و سه ] altı ve üç.

şeşüyek (F.) [ شش و یک ] altı ve bir.

şetâret (A.) [ شطارت ] neşe.

şetm (A.) [ شتم ] küfür, sövgü.

şetm etmek küfretmek, sövmek.

Page 426: osmanlı türkçesi sözlüğü

426

şevâgil (A.) [ شواغل ] uğraşılar.

şevher (F.) [ شوهر ] koca.

şevk (A.) [ شوق ] 1.çok isteme. 2.sevinç.

şevket (A.) [ شوکت ] ululuk.

şevketmeâb (A.) [ شوکت مآب ] yüce padişah.

şevketpenâh (A.-F.) [ شوکت پناه ] yüce padişah.

şey’ (A.) [ شیء ] şey.

şey’î (A.) [ شيئی ] nesnel, objektif.

şey’iyet (A.) [ شيئيت ] nesnellik, objektiflik.

şeyâtin (A.) [ شياطين ] şeytanlar.

şeyb (A.) [ شيب ] yaşlılık, ihtiyarlık.

şeydâ (F.) [ شيدا ] mecnun.

şeyh (A.) [ شيخ ] 1.yaşlı, ihtiyar. 2.tarikat şeyhi.

şeyhûhet (A.) [ شيخوخت ] yaşlılık.

şeytanet (A.) [ شيطنت ] şeytanlık, hilekârlık.

şeytânî (A.) [ شيطانی ] 1.şeytanlık. 2.şeytanca.

şıhne (A.) [ شحنه ] güvenlik görevlisi, inzibat görevlisi.

şık (A.) [ شق ] ikiye bölünmüş bir şeyin her parçası.

şi’r (A.) [ شعر ] şiir.

şîa (A.) [ شيعه ] şiî.

şiâr (A.) [ شعار ] 1.slogan. 2.işaret.

şiâr edinmek slogan haline getirmek, meslek edinmek.

şibh (A.) [ شبه ] 1.benzeme. 2.benzer.

Page 427: osmanlı türkçesi sözlüğü

427

şibh-i cezîre (A.-F.) [ شبه جزیره ] yarımada.

şibh-i münharif (A.-F.) [ شبه منحرف ] yamuk.

şicâ’ (A.) [ شجاع ] cesurlar.

şiddet (A.) [ شدت ] 1.sertlik. 2.aşırılık, fazlalık.

şiddetle (A.-T.) kesin olarak.

şifa bahşetmek şifa vermek, iyileştirmek.

şifa bulmak iyileşmek.

şifâ’ (A.) [ شفاء ] şifa,iyileşme.

şifâbahş (A.-F.) [ شفابخش ] şifa verme, iyileştirme.

şifâbahş olmak şifa vermek, iyileştirmek.

şifâhane (A.-F.) [ شفاخانه ] hastane.

şifâhen (A.) [ شفاها ] sözlü olarak.

şifâhî (A.) [ شفاهی ] sözlü olarak.

şifakâr (A.-F.) [ شفاکار ] şifa veren, iyileştiren.

şifânâpezîr (A.-F.) [ شفاناپذیر ] iyileşmez, onulmaz, şifa bulmaz.

şifâresân (A.-F.) [ شفارسان ] şifa veren, iyileştiren.

şifâyâb (A.-F.) [ شفایاب ] şifa bulan.

şifâyâb olmak şifa bulmak, iyileşmek.

şîfte (F.) [ شيفته ] delicesine aşık.

şîftedil (F.) [ شيفته دل ] gönlünü kaptırmış, delicesine aşık.

şihâb (A.) [ شهاب ] 1.akan yıldız, kayan yıldız. 2.kıvılcım.

şîhe (F.) [ شيهه ] kişneme.

şîî (A.) [ شيعی ] şiî, şîa mezhebine mensup.

Page 428: osmanlı türkçesi sözlüğü

428

şiirâlud (A.-F.) [ شعر آلود ] şiirli.

şîiyyet (A.) [ شيعيت ] şiîlik.

şikâf (F.) [ ] 1 شکاف.yarık. 2.yaran.

şikâr (F.) [ شکار ] 1.av. 2.av hayvanı.

şikâr etmek avlamak.

şikâr olmak avlanmak, av olmak.

şikârgah (F.) [ شکارگاه ] avlak.

şikârî (F.) [ شکاری ] 1.avcı. 2.av ile ilgili.

şikâyât (A.) [ شکایات ] şikayetler.

şikâyet (A.) [ شکایت ] sızlanma, şikayet.

şikâyetnâme (A.-F.) [ شکایت نامه ] 1.şikayet mektubu. 2.şikayeti konu alan

yapıt.

şikem (F.) [ شکم ] 1.karın. 2.mide.

şikembe (F.) [ شکمبه ] işkembe.

şikemderd (F.) [ شکم درد ] karın ağrısı.

şikemperest (F.) [ شکم پرست ] obur.

şikemperver (F.) [ شکم پرور ] obur.

şiken (F.) [ شکن ] 1.kıran. 2.kıvrım, büklüm.

şikence (F.) [ شکنجه ] işkence.

şikest (F.) [ شکست ] 1.kırık. 2.yenilgi. 3.kırma. 4.kırılma.

şikest bulmak kırılmak.

şikest olmak kırılmak.

şikeste (F.) [ شکسته ] 1.kırık. 2.yenik, mağlup.

Page 429: osmanlı türkçesi sözlüğü

429

şikestebâl (F.) [ شکسته بال ] 1.kanadı kırık. 2.çaresiz, üzgün.

şikestebeste (F.) [ شکسته بسته ] kırık dökük.

şikestedil (F.) [ شکسته دل ] gönlü yaralı.

şikestetâli’ (F.-A.) [ شکسته طالع ] talihsiz.

şimâl (A.) [ شمال ] 1.kuzey. 2.sol.

şimâlen (A.) [ شماال ] 1.kuzeyden. 2.kuzeyde.

şimâlî (A.) [ شمالی ] kuzeye ait. kutb-i ~ kuzey kutbu.

şimşâd (F.) [ شمشاد ] şimşir.

şimşir (F.) [ شمشير ] kılıç.

şinâs (F.) [ شناس ] 1.tanıyan. 2.bilen. 3.sayan.

şîr (F.) [ شير ] arslan.

şîr (F.) [ شير ] süt.

şîrâze (F.) [ شيرازه ] 1.kitap sırtındaki kumaş şerit. 2.düzen.

şîrdan (F.) [ شيردان ] şirden.

şîrdil (F.) [ شيردل ] yiğit, arslan yürekli.

şîre (F.) [ رهشي ] 1.şıra. 2.özsuyu. 3.süt.

şîrhar (F.) [ شيرخوار ] süt çocuğu.

şîrin (F.) [ شيرین ] 1.tatlı. 2.şirin, sevimli.

şîrinkâr (F.) [ شيرینکار ] davranışları güzel.

şîrinzeban (F.) [ شيرین زبان ] tatlı dilli.

şirk (A.) [ شرک ] Tanrı’ya ortak koşma.

şirket (A.) [ شرکت ] ortaklık.

şîrmerd (F.) [ شيرمرد ] yürekli, yiğit.

Page 430: osmanlı türkçesi sözlüğü

430

şîrpençe (F.) [ شيرپنچه ] 1.arslan pençesi. 2.sırtta ve boyunda çıkan bir tür kan

çıbanı.

şirret (A.) [ شرت ] 1.kötülük. 2.kötü insan.

şiryân (A.) [ شریان ] atardamar.

şîşe (F.) [ شيشه ] şişe.

şitâ (A.) [ شتا ] kış.

şitâbân (F.) [ شتابان ] koşan, seğirten.

şitâbân olmak koşmak, seğirtmek.

şitâiyye (A.) [ شتائيه ] 1.kışlık. 2.kış için yazılan şiir.

şîve (F.) [ شيوه ] 1.tarz, usül. 2.naz, işve. 3.aksan.

şîvebaz (F.) [ شيوه باز ] işveli.

şîvekâr (F.) [ شيوه کار ] işveli, cilveli.

şîven (F.) [ شيون ] ağıt.

şöhre (A.) [ شهره ] ünlü.

şöhret (A.) [ شهرت ] ün.

şöhretşiâr (A.) [ شهرت شعار ] ünlü.

şu’le (A.) [ شعله ] alev, şule.

şu’ledar (A.-F.) [ شعله دار ] alevli, şuleli.

şu’lereng (A.-F.) [ شعله رنگ ] alev rengi.

şu’lever (A.-F.) [ شعله ور ] 1.alevli. 2.parlak, aydınlık.

şuâ (A.) [ شعاع ] ışın.

şuâât (A.) [ شعاعات ] ışınlar.

şuabât (A.) [ شعبات ] şubeler.

Page 431: osmanlı türkçesi sözlüğü

431

şuarâ (A.) [ شعرا ] şairler.

şube (A.) [ شعبه ] kol, dal, şube.

şubede (F.) [ شعبده ] hokkabazlık.

şubedebâz (F.) [ شعبده باز ] hokkabaz.

şuebât (A.) [ شعبات ] şubeler.

şugl (A.) [ شغل ] iş, uğraşı.

şugûl (A.) [ شغول ] uğraşılar.

şûh (F.) [ شوخ ] 1.oynak ve neşeli. 2.hareketlerinde serbest olan. 3. neşeli güzel.

şûhmeşreb (F.-A.) [ شوخ مشرب ] şen şakrak.

şûm (F.) [ شوم ] uğursuz, şom.

şûr (F.) [ شور ] 1.heyecan, coşku. 2.tuzlu. 3.gürültü.

şûrâ (A.) [ شورا ] danışma.

şûrbaht (F.) [ شوربخت ] talihsiz.

şûre (F.) [ شوره ] çorak.

şûrezâr (F.) [ شوره زار ] çorak arazi.

şûrîde (F.) [ شوریده ] 1.perişan. 2.karasevdalı.

şûrîdebaht (F.) [ شوریده بخت ] talihsiz.

şûrîdehâtır (F.-A.) [ شوریده خاطر ] gönlü perişan, aklı karışık.

şûristân (F.) [ شورستان ] çorak arazi.

şûriş (F.) [ شورش ] kargaşa.

şurta (A.) [ شرطه ] öncü asker.

şurûb (A.) [ شروب ] şurup.

şurût (A.) [ شروط ] koşullar.

Page 432: osmanlı türkçesi sözlüğü

432

şuûbiyye (A.) [ شعوبيه ] şuûbîlik.

şuûn (A.) [ شئون ] 1.işler. 2.olaylar.

şuur (A.) [ شعور ] bilinç.

şûy (F.) [ شوی ] koca.

şübhe (A.) [ شبهه ] şüphe.

şübhedar (A.-F.) [ دارشبهه ] şüpheli, kuşkulu.

şücâ’ (A.) [ شجاع ] cesur.

şücâ’at (A.) [ شجاعت ] cesurluk, yiğitlik.

şüfeâ (A.) [ شفعا ] şefaatçılar.

şühedâ (A.) [ شهدا ] şehitler.

şühud (A.) [ شهود ] 1.görme. 2.görünme. 3.tanıklar.

şühûr (A.) [ شهور ] aylar.

şükr (A.) [ شکر ] şükür, teşekkür.

şükrân (A.) [ شکران ] teşekkür borcu, iyiliğin bilinmesi.

şükrâne (A.-F.) [ شکرانه ] teşekkür borcu olarak, teşekkür alameti.

şükrgüzar (A.-F.) [ شکرگزار ] teşekkür eden.

şükûfe (F.) [ شکوفه ] çiçek.

şükûfezar (F.) [ رشکوفه زا ] çiçeği çok olan yer, çiçek bahçesi.

şükûh (F.) [ شکوه ] görkem, ululuk.

şüküfte (F.) [ شکفته ] açılmış, çiçek açmış.

şükür (A.) [ شکر ] teşekkür, iyilik bilme.

şümâr (F.) [ شمار ] 1.sayı. 2.sayan.

şümûl (A.) [ شمول ] 1.kapsam. 2.kapsama.

Page 433: osmanlı türkçesi sözlüğü

433

şümürde (F.) [ شمرده ] sayılı.

şüpüş (F.) [ شپش ] bit.

şürb (A.) [ شرب ] içme.

şürefâ (A.) [ شرفا ] şerifler, Hz. Muhammed soyundan gelenler.

şürekâ (A.) [ شرکا ] ortaklar.

şürû (A.) [ شروع ] başlama.

şürûh (A.) [ شروح ] şerhler, açılamalar.

şürûr (A.) [ شرور ] kötülükler.

şürut (A.) [ شروط ] koşullar.

şüs (F.) [ شس ] akciğer.

şüst (F.) [ شست ] yıkama.

şüstüşû (F.) [ شست و شو ] 1.yıkama. 2.yıkanma.

şüş (F.) [ شش ] karaciğer.

şütür (F.) [ شتر ] deve.

şütürban (F.) [ شتربان ] deveci.

şütürdil (F.) [ شتردل ] kinci.

şütürhâr (F.) [ شترخوار ] deve dikeni.

şütürmürg (F.) [ شترمرغ ] devekuşu.

şüûn (A.) [ شئون ] 1.işler. 2.olaylar.

şüûnât (A.) [ شئونات ] olaylar.

şüyû (A.) [ شيوع ] 1.yayılma. 2.dağılma. 3.duyulma.

şüyûh (A.) [ شيوخ ] 1.şeyhler. 2.ihtiyarlar, yaşlılar.

Page 434: osmanlı türkçesi sözlüğü

434

T

tâ (F.) [ تا ] 1.kat. 2.büklüm. 3.tane.

tâ (F.) [ تا ] kadar.

ta’biye (A.) [ تعبيه ] 1.yerine koyma. 2.kurulu düzen.

ta’biyetülceyş (A.) [ الجيشةتعبي ] strateji.

ta’cîl (A.) [ تعجيل ] acele ettirme.

ta’dâd (A.) [ تعداد ] 1.sayma. 2.sayım. 3.sayı.

ta’dâd etmek 1.saymak. 2.değerlendirmek, kabul etmek.

ta’dîl (A.) [ تعدیل ] 1.değiştirme. 2.doğrulama.

ta’dîlat (A.) [ تعدیالت ] değiştirmeler, değişiklik.

ta’dilât yapmak değişiklik yapmak.

ta’dîlen (A.) [ تعدیال ] değiştirilerek, değişiklik yapılarak.

ta’kîb (A.) [ تعقيب ] takip, ardına düşme.

ta’kîbât (A.) [ تعقيبات ] kovuşturma.

ta’kîbat yapmak kovuşturmak.

ta’kîben (A.) [ تعقيبا ] takip ederek, ardına düşerek.

ta’lîk (A.) [ تعليق ] 1.askıya alma. erteleme.

ta’lîk edilmek asılmak, iliştirilmek, tutturulmak.

ta’lîl (A.) [ تعليل ] 1.sebep gösterme. 2.tümdengelim.

ta’lîm (A.) [ تعليم ] 1.öğretme. 2.öğrenme. 3.meşk. 4.idman, egzersiz.

Page 435: osmanlı türkçesi sözlüğü

435

ta’lîmât (A.) [ تعليمات ] direktif.

ta’lîmât vermek direktif vermek.

ta’lîmatname (A.-F.) [ تعليمات نامه ] yönetmelik.

ta’lîmhâne (A.-F.) [ تعليم خانه ] eğitim alanı.

ta’lîmî (A.) [ تعليمی ] öğretici, didaktik.

ta’mîk (A.) [ تعميق ] 1.derinleştirme. 2.derinlemesine inceleme.

ta’mîm (A.) [ تعميم ] 1.genelleştirme. 2.genelge.

ta’mîmen (A.) [ تعميما ] 1.genelleştirerek. 2.genelge ile.

ta’mîr (A.) [ تعمير ] onarım.

ta’mîr edilmek onarılmak.

ta’mîr etmek onarmak.

ta’mîrât (A.) [ تعميرات ] onarım, onarımlar.

ta’mîren (A.) [ تعميرا ] tamir ederek, onararak.

ta’n (A.) [ طعن ] ayıplama, kınama, kötüleme, suçlama.

ta’n edilmek ayıplanmak, kınanmak, kötülenmek, suçlanmak.

ta’n etmek ayıplamak, kınamak, kötülemek, suçlamak.

ta’ne (A.) [ طعنه ] ayıplama, kınama, kötüleme, suçlama.

ta’nezen (A.-F.) [ طعنه ] ayıplayan, kınayan, kötüleyen, suçlayan.

ta’rîb (A.) [ تعریب ] arapçalaştırma.

ta’rîb edilmek arapçalaştırılmak.

ta’rîb etmek arapçalaştırmak.

ta’rîf (A.) [ تعریف ] 1.anlatma. 2.tanımlama, tanım.

ta’rîf edilmek 1.anlatılmak. 2.tanımlanmak.

Page 436: osmanlı türkçesi sözlüğü

436

ta’rîf etmek 1.anlatmak. 2.tanımlamak.

ta’rife (A.) [ تعرفه ] çizelge.

ta’rîz (A.) [ تعریض ] laf çarpma, dokundurma, taşlama.

ta’tîl (A.) [ تعطيل ] 1.durdurma. 2.kapatma. 3.faaliyete son verme.

ta’tîlât (A.) [ تعطيالت ] tatiller.

ta’vîk (A.) [ تعویق ] askıya alma, geciktirme, erteleme, oyalama.

ta’vîk edilmek geciktirilmek, ertelenmek, askıya alınmak.

ta’vîk etmek geciktirmek, ertelemek, askıya almak.

ta’vîz (A.) [ تعویذ ] muska.

ta’vîz (A.) [ تعویض ] 1.ödün. 2.değiştirme.

ta’yîb (A.) [ تعييب ] ayıplama.

ta’yîn (A.) [ تعيين ] 1.belirleme. 2.belirlenme. 3.atama. 4.atanma. 5.tayın.

ta’zîb (A.) [ تعذیب ] azap verme.

ta’zîm (A.) [ تعظيم ] 1.saygı gösterme. 2.ululama, yüceltme.

ta’zîm etmek 1.saygı göstermek. 2.ululamak.

ta’zîmen (A.) [ تعظيما ] 1.saygı göstererek. 2.ululayarak, yücelterek.

ta’zîr (A.) [ تعذیر ] özrünü bildirme.

ta’ziye (A.) [ تعزیه ] 1.başsağlığı dileme. 2.şiîlikte yas töreni.

ta’ziyet (A.) [ تعزیت ] başsağlığı dileme.

ta’ziyetnâme (A.-F.) [ تعزیت نامه ] başsağlığı mektubu.

ta’zîz (A.) [ تعزیز ] aziz tutma, değer verme.

taab (A.) [ تعب ] 1.sıkıntı, zahmet. 2.yorgunluk.

taabbüd (A.) [ تعبد ] kulluk, ibadet, tapınma.

Page 437: osmanlı türkçesi sözlüğü

437

taabbüd etmek kulluk etmek, tapınmak.

taaccüb (A.) [ تعجب ] şaşırma.

taaccüb etmek şaşırmak.

taaddî (A.) [ تعدی ] 1.zulüm. 2.haksızlık.

taaddî etmek 1.zulmetmek. 2.haksızlık etmek.

taaddüd (A.) [ تعدد ] 1.çokluk. 2.çoğalma.

taadiyât (A.) [ تعدیات ] 1.zulümler. 2.haksızlıklar.

taaffün (A.) [ تعفن ] kokuşma.

taaffün etmek kokuşmak.

taahhüd (A.) [ تعهد ] üstlenme.

taahhüd etmek üstlenmek.

taahhüdname (A.-F.) [ هد نامهتع ] taahhüt belgesi.

taakkul (A.) [ تعقل ] 1.akıl erdirme. 2.akıl etme.

taakkul etmek 1.akıl erdirmek. 2.akıl etmek.

taalluk (A.) [ تعلق ] 1.ilgili olma. 2.ait olma.

taallukât (A.) [ تعلقات ] 1.ilgili olanlar. 2.akraba, yakınlar.

taâm (A.) [ طعام ] yemek.

taâm etmek yemek yemek.

taâmhane (A.-F.) [ طعام خانه ] yemekhane.

taammuk (A.) [ تعمق ] derinleşme.

taammuk etmek derinleşmek.

taammüd (A.) [ تعمد ] bilerek yapma.

taammüden (A.) [ تعمدا ] bilerek, kasıtlı olarak.

Page 438: osmanlı türkçesi sözlüğü

438

taammüm (A.) [ تعمم ] genelleşme, yayılma.

taammüm etmek genelleşmek, yayılmak.

taannüd (A.) [ تعند ] inat etme.

taannüd etmek inat etmek.

taarruz (A.) [ تعرض ] 1.saldırı. 2.sataşma.

taarrüb (A.) [ تعرب ] araplaşma.

taassub (A.) [ تعصب ] 1.fanatiklik, katı yandaşlık. 2.yobazlık.

taassubkâr (A.-F.) [ تعصبکار ] fanatik, mutaassıp.

taassubkârî (A.-F.) [ تعصبکاری ] fanatiklik, mutaassıplık, taassup.

taassür (A.) [ تعسر ] güçleşme.

taaşşuk (A.) [ تعشق ] aşık olma.

tâat (A.) [ طاعت ] 1.ibadet. 2.itaat.

tâat kılmak ibadet etmek.

taavvuk (A.) [ تعوق ] gecikme, oyalanma.

taayYün (A.) [ تعين ] ortaya çıkma, belirme.

taayYüş (A.) [ تعيش ] yaşama.

taayYüş etmek yaşamak.

taazzuv (A.) [ تعضو ] şekillenme, biçim alma, organ oluşturma.

tâb (F.) [ تاب ] 1.güç. 2.sıcaklık. 3.parlaklık. 4.kıvrım. 5.eğen, büken.

6.aydınlatan.

tab’ (A.) [ طبع ] 1.huy. 2.basım, baskı.

tab’ edilmek basılmak.

tab’ etmek basmak.

Page 439: osmanlı türkçesi sözlüğü

439

tab’ olunmak basılmak.

tab’an (A.) [ طبعا ] doğal olarak, tabiatıyla.

tab’âniyye (A.) [ طبعانيه ] natüralizm.

tabâbet (A.) [ طبابت ] doktorluk.

tabâhat (A.) [ طباخت ] aşçılık.

tabak (A.) [ طبق ] tabak.

tabaka (A.) [ طبقه ] 1.kat. 2.katman. 3.sınıf.

tabakât (A.) [ طبقات ] 1.katlar. 2.katmanlar. 3.sınıflar.

tabakâtülarz (A.) [ االرضةطبق ] jeoloji.

tabakhâne (A.-F.) [ خانهطبق ] derilerin sepilendiği yer, tabakhane.

tâbân (F.) [ تابان ] parlak, aydınlık.

tabasbus (A.) [ تبصبص ] yardakçılık, yaltaklanma.

tabasbus etmek yaltaklanmak.

tâbâver (F.) [ تاب آور ] dayanıklı.

tabâyi’ (A.) [ طبایع ] tabiatler, huylar.

tabbâh (A.) [ طباخ ] aşçı.

tabbâl (A.) [ طبال ] davulcu.

tâbdar (F.) [ تابدار ] 1.kıvrım kıvrım, kıvrık. 2.parlak.

tâbe (F.) [ تابه ] tava.

tâbende (F.) [ تابنده ] parlak, ışık veren.

tabh (A.) [ طبخ ] pişirme.

tabhâne (A.-F.) [ طبع خانه ] basımevi.

tâbi (A.) [ تابع ] 1.uyan, tabi olan. 2.boyun eğen.

Page 440: osmanlı türkçesi sözlüğü

440

tâbi’ (A.) [ طابع ] kitap basan.

tabiat (A.) [ طبيعت ] 1.doğa. 2.huy, yaratılış.

tabib (A.) [ طبيب ] doktor.

tabîban (A.-F.) [ طبيبان ] doktorlar.

tabîî (A.) [ طبيعی ] 1.doğal. 2.doğal olarak.

tabîiyyât (A.) [ طبيعيات ] doğa bilimleri.

tâbiiyyet (A.) [ تابعيت ] uyruk.

tabîiyyûn (A.) [ طبيعيون ] natüralistler.

tabir (A.) [ تعبير ] 1.yorumlama. 2.terim.

tâbirat (A.) [ تعبيرات ] 1.yorumlar. 2.terimler. 3.deyişler.

tâbistan (F.) [ تابستان ] yaz.

tâbistânî (F.) [ تابستانی ] yazlık.

tâbiş (F.) [ تابش ] parlama.

tabl (A.) [ طبل ] davul.

tablzen (A.-F.) [ طبل زن ] davulcu.

tâbnâk (F.) [ تابناک ] parlak.

tâbut (A.) [ تابوت ] tabut.

tâc (A.) [ تاج ] 1.taç. 2.sorguç.

tâcdâr (A.-F.) [ تاجدار ] taç sahibi, padişah.

tâcıser (A.-F.) [ تاج سر ] baştacı.

tacidar (A.-F.) [ تاجدار ] taç sahibi, padişah.

tacir (A.) [ تاجر ] tüccar, ticaret yapan.

taciz (A.) [ تعجيز ] rahatsız etme.

Page 441: osmanlı türkçesi sözlüğü

441

taciz etmek rahatsız etmek.

tâcser (A.-F.) [ تاجسر ] baştacı.

tâcver (A.-F.) [ تاجور ] taçlı, taç sahibi, padişah.

tadâd (A.) [ تعداد ] 1.sayı. 2.sayma.

tafazzul (A.) [ تفضل ] bilgiçlik taslama.

tafra (A.) [ طفره ] atıp tutma.

tafrafurûş (A.-F.) [ طفده فروش ] atıp tutan.

tafrafurûşluk (A.-F.-T.) atıp tutma.

tafsil (A.) [ صيلتف ] ayrıntılı açıklama.

tafsilât (A.) [ تفصيالت ] 1.ayrıntılı açıklama. 2.ayrıntı.

tafsilât vermek ayrıntılı açıklamada bulunmak.

tafsilâtıyla (A.-T.) bütün ayrıntılarıyla.

tafsilatlı (A.-T.) ayrıntılı.

tafsîlen (A.) [ تفصيال ] ayrıntılı olarak.

tagaddî (A.) [ تغدی ] beslenme.

tagaddî etmek beslenmek.

tagallüb (A.) [ تغلب ] zorbalık.

tagannî (A.) [ تغنی ] 1.zenginlik. 2.makamına göre şarkı söyleme.

tagannî etmek şarkı söylemek.

tagayyür (A.) [ تغير ] değişme, başkalaşma.

tagazzî (A.) [ تغذی ] beslenme.

tagazzî etmek beslenmek.

tağdiye (A.) [ تغذیه ] besleme.

Page 442: osmanlı türkçesi sözlüğü

442

tağdiye etmek beslemek.

tâğî (A.) [ طاغی ] isyancı.

tağlik (A.) [ تغليق ] 1.kilit vurma. 2.kapama.

tağlît (A.) [ تغليط ] yanıltma.

tağrîb etmek uzaklaştırmak.

tâğun (A.) [ طاغون ] azılılar.

tâğût (A.) [ طاغوت ] 1.büyücü. 2.şeytan.

tağyîr (A.) [ تغيير ] değiştirme, başkalaştırma.

tağyîr edilmek değiştirilmek.

tağyîr etmek değiştirmek.

tağyîrât (A.) [ تغييرات ] değişiklikler.

tağziye (A.) [ تغذیه ] 1.besleme. 2.beslenme.

tahaccür (A.) [ تحجر ] taşlaşma.

tahaccür etmek taşlaşmak.

tahaddüb (A.) [ تحدب ] tümsekleşme.

tahaddüb etmek tümsekleşmek, kamburlaşmak.

tahaddüs (A.) [ تحدس ] 1.sezgi. 2.meydana gelme.

tahaddüs etmek meydana gelmek, ortaya çıkmak.

tahaddüsiyye (A.) [ تحدسيه ] sezgicilik.

tahakkuk (A.) [ تحقق ] gerçekleşme.

tahakkuk etmek gerçekleşmek.

tahakküm (A.) [ تحکم ] hükmetme, hükmü altında tutma.

tahakküm etmek hükmetmek, hükmü altında tutmak.

Page 443: osmanlı türkçesi sözlüğü

443

tahallüs (A.) [ تخلص ] 1.kurtulma. 2.şiirde mahlas kullanma.

tahammur etmek mayalanmak.

tahammül (A.) [ تحمل ] dayanma, katlanma.

tahammül etmek dayanmak, katlanmak.

tahammülfersâ (A.-F.) [ تحمل فرسا ] dayanılmaz, takat kesici.

tahammür (A.) [ تخمر ] mayalaşma.

tahâret (A.) [ طهارت ] 1.temizlik. 2.temizlenme.

tahâret etmek temizlenmek.

taharrî (A.) [ تحری ] 1.arama. 2.araştırma.

taharrî edilmek 1.aranmak. 2.araştırılmak.

taharrî etmek 1.aramak. 2.arştırmak.

taharriyât (A.) [ تحریات ] araştırmalar.

taharriyatçı (A.-T.) araştırmacı.

tahassür (A.) [ تحسر ] 1.özlem duyma. 2.üzülme.

tahassüs (A.) [ تحسس ] duygulanma, hislenme.

tahaşşî (A.) [ تخشی ] ürperme.

tahattî (A.) [ تخطی ] haddini bilmeme, sınırı geçme, çizgiyi geçme.

tahattur (A.) [ تخطر ] anımsama, hatırlama.

tahattur etmek anımsamak, hatırlamak.

tahavvül (A.) [ تحول ] değişim.

tahavvül etmek değişmek.

tahavvülât (A.) [ تحوالت ] değişimler.

tahayyül (A.) [ تخيل ] hayal etme.

Page 444: osmanlı türkçesi sözlüğü

444

tahayyül etmek hayal etmek.

tahayyülât (A.) [ تخيالت ] hayal etmeler, hayale dalışlar.

tahayyülî (A.) [ تخيلی ] hayalî.

tahayyür (A.) [ تحير ] hayranlık.

tahayyür etmek hayran kalmak, şaşakalmak.

tahcîr (A.) [ تحجير ] çit çekme.

tahdîd (A.) [ تحدید ] sınırlandırma.

tahdîd edilmek sınırlandırılmak.

tahdîd etmek sınırlandırmak.

tahdîdât (A.) [ تحدیدات ] sınırlandırmalar, kısıtlamalar.

tahfîf (A.) [ تخفيف ] hafifletme.

tahfîf etmek hafifletmek.

tâhir (A.) [ طاهر ] temiz.

tahkik (A.) [ تحقيق ] araştırma, gerçeği arama.

tahkik edilmek araştırılmak.

tahkik etmek araştırmak.

tahkîkat (A.) [ تحقيقات ] araştırmalar.

tahkim (A.) [ تحکيم ] sağlamlaştırma.

tahkim edilmek sağlamlaştırılmak.

tahkim etmek sağlamlaştırmak.

tahkîmât (A.) [ تحکيمات ] 1.sağlamlaştırmalar. 2.sağlamlaştırılmış yer.

tahkîr (A.) [ تحقير ] küçümseme, aşağılama.

tahkîr edilmek aşağılanmak.

Page 445: osmanlı türkçesi sözlüğü

445

tahkîr etmek aşağılamak.

tahkîrâmiz (A.-F.) [ تحقير آميز ] aşağılayıcı.

tahkiye etmek anlatmak, hikaye etmek.

tahlîf (A.) [ تحليف ] 1.and içirme. 2.and içme.

tahlîf etmek halef bırakmak.

tahlîl (A.) [ تحليل ] ayrıştırma, çözümleme, analiz.

tahlil etmek değerlendirme yapmak, analiz yapmak.

tahlîlât (A.) [ تحليالت ] analizler, tahliller.

tahlîs (A.) [ تخليص ] kurtarma.

tahlit (A.) [ تخليط ] karıştırma.

tahliye (A.) [ تخليه ] 1.boşaltma. 2.salıverme.

tahliye edilmek 1.boşaltılmak. 2.salıverilmek.

tahliye etmek 1.boşaltmak. 2.salıvermek.

tahmîl (A.) [ تحميل ] 1.yükleme. 2.sorumluluk verme.

tahmînen (A.) [ تخمينا ] tahminle, aşağı yukarı.

tahmînî (A.) [ تخمينی ] tahmin edilen.

tahmîr (A.) [ تخمير ] 1.mayalandırma. 2.yoğurma.

tahmis (A.) [ تخميس ] 1.beşleme. 2.beş dizeye çıkarma.

tahnit (A.) [ تحنيط ] ilaçlama.

tahrib (A.) [ تخریب ] yıkma, harap etme.

tahrîb edilmek yıkılmak, bozulmak, harap edilmek.

tahrîb etmek yıkmak, bozmak, harap etmek.

tahrîbât (A.) [ تخریبات ] yıkmalar, yıkımlar.

Page 446: osmanlı türkçesi sözlüğü

446

tahrîbkâr (A.-F.) [ تخریبکار ] tahrip edici, yıkıcı, bozucu.

tahrîf (A.) [ تحریف ] üstünde kalem oynatarak bozma, asıl anlamını bozma.

tahrîfat (A.) [ تحریفات ] anlamından uzaklaştıracak şekilde üstünde kalem

oynatmalar.

tahrîk (A.) [ تحریک ] 1.hareket ettirme, oynatma. 2.kışkırtma.

tahrîkâmiz (A.-F.) [ تحریک آميز ] tahrik edici, kışkırtıcı.

tahrim (A.) [ تحریم ] 1.yasaklama. 2.yasaklanma.

tahrir (A.) [ تحریر ] 1.yazma. 2.yazılma. 3.kitap yazma. 4.serbest bırakma.

tahrîr edilmek yazılmak.

tahrîr etmek yazmak.

tahrîr ettirilmek yazdırılmak.

tahrîrî (A.) [ تحریری ] yazılı.

tahris (A.) [ تحریص ] hırslandırma.

tahrîs etmek hırslandırmak.

tahriş (A.) [ تخریش ] tırmalama, kazıma.

tahriş etmek tırmalamak.

tahsil (A.) [ تحصيل ] 1.elde etme. 2.öğrenim.

tahsîlat (A.) [ تحصيالت ] para ve vergi toplama.

tahsildar (A.-F.) [ تحصيلدار ] vergi memuru.

tahsin (A.) [ تحسين ] beğenme, güzel bulma, takdir etme.

tahsis (A.) [ تخصيص ] özgü kılma, ayırma.

tahsis edilmek ayırılmak.

tahsis etmek ayırmak.

Page 447: osmanlı türkçesi sözlüğü

447

tahsisat (A.) [ تخصيصات ] ödenek.

tahşiye (A.) [ تحشيه ] haşiye yazma.

tahşiye edilmek haşiye yazılmak.

tahşiye etmek haşiye yazmak.

taht (A.) [ تحت ] alt, aşağı.

taht (F.) [ تخت ] 1.saltanat koltuğu. 2.saltanat makamı.

tahtânî (A.) [ تحتانی ] alttaki.

tahte (F.) [ تخته ] tahta.

tahtelarz (A.) [ تحت االرض ] yeraltı.

tahtelbahir (A.) [ تحت البحر ] denizaltı.

tahteşşuur (A.) [ تحت الشعور ] bilinçaltı.

tahtgâh (F.) [ تختگاه ] başkent.

tahtıe (A.) [ تخطئه ] hata bulma.

tahtît-i arazi (A.-F.) [ تخطيط اراضی ] topoğrafya.

tahtnişin (F.) [ ت نشينتخ ] tahtta oturan, hükümdar.

tahtüşşuûr (A.) [ تحت الشعور ] bilinçaltı.

tahvil (A.) [ تحویل ] 1.değiştirme. 2.borç senedi.

tahvil edilmek 1.değiştirilmek, dönüştürülmek.2.teslim edilmek.

tahvil etmek 1.değiştirmek. 2.teslim etmek.

tahvîlât (A.) [ تحویالت ] tahviller, borç senetleri.

tahzîr (A.) [ تحذیر ] sakındırma.

tahzîr etmek sakındırmak.

tâib (A.) [ تائب ] tövbekâr, tövbe eden.

Page 448: osmanlı türkçesi sözlüğü

448

tâife (A.) [ طائفه ] 1.zümre. 2.tayfa. 3.kavim.

tâir (A.) [ طائر ] kuş.

tâk (A.) [ طاق ] kemer.

tâk (F.) [ تاک ] asma, asma kütüğü.

takabbül (A.) [ تقبل ] 1.kabul etme. 2.benimseyiş.

takaddüm (A.) [ تقدم ] 1.öncelik. 2.öne geçme.

takaddüm etmek öne geçmek.

takallüs (A.) [ تقلص ] kasılma.

takallüs etmek kasılmak.

takarrüb (A.) [ تقرب ] yaklaşma, yakınlaşma.

takarrüb etmek yaklaşmak, yakınlaşmak.

takarrür (A.) [ تقرر ] 1.karar kılma. 2.yerleşme.

takarrür etmek 1.karar kılmak. 2.kararlaştırılmak. 3.yerleşmek.

tâkat (A.) [ طاقت ] dayanma gücü.

tâkatfersâ (A.-F.) [ طاقت فرسا ] takat tüketici, dayanılmaz.

takattur (A.) [ تقطر ] damlama.

takâvim (A.) [ تقاویم ] takvimler.

takayyüd (A.) [ تقيد ] 1.bağlanma. 2.özen gösterme.

takbîh (A.) [ تقبيح ] ayıplama, çirkin görme.

takbîh etmek ayıplamak, kınamak.

tâkçe (A.-F.) [ طاقچه ] 1.küçük kemer. 2.küçük pencere.

takdim (A.) [ تقدیم ] 1.sunma, sunuş. 2.öne alma.

takdim edilmek sunulmak.

Page 449: osmanlı türkçesi sözlüğü

449

takdim etmek sunmak.

takdime (A.) [ تقدمه ] 1.sunuş. 2.armağan.

takdir (A.) [ تقدیر ] 1.değerlendirme. 2.beğenme. 3.Tanrı’nın isteği.

takdîr edilmek 1.değerlendirilmek. 2.beğenilmek. 3.değer biçilmek.

takdîr etmek 1.değerlendirmek. 2.beğenmek. 3.değer biçmek.

takdîren (A.) [ تقدیرا ] takdir ederek.

takdîrname (A.-F.) [ تقدیرنامه ] başarı belgesi.

takdîs (A.) [ تقدیس ] kutsama, ululama.

takıyye (A.) [ تقيه ] 1.gizleme. 2.sakınma.

tâkıyye (A.) [ طاقيه ] takke.

takıyye yapmak 1.mezhebini gizlemek. 2.amacını gizlemek.

takîb etmek izlemek.

takiben (A.) [ تعقيبا ] takip ederek, izleyerek.

taklîd (A.) [ تقليد ] 1.taklit, öykünme. 2.sahte.

taklîden (A.) [ تقليدا ] öykünerek, taklit ederek.

taklîl (A.) [ تقليل ] 1.azaltma, kısma. 2.azaltılma, kısılma.

takrîb (A.) [ تقریب ] yaklaştırma.

takrîben (A.) [ تقریبا ] yaklaşık olarak.

takrîbî (A.) [ تقریبی ] yaklaşık olarak.

takrîr (A.) [ تقریر ] 1.yerleştirme. 2.anlatma. 3.önerge. 4.sağlama.

takrîren (A.) [ تقریرا ] anlatarak.

takrîz (A.) [ تقریظ ] eleştiri.

takrîz (A.) [ تقریض ] 1.borç verme. 2.kitaba beğeni yazısı yazma.

Page 450: osmanlı türkçesi sözlüğü

450

taksîm (A.) [ تقسيم ] 1.bölme. 2.bölüm. 3.bölü.

taksîm edilmek bölünmek.

taksîm etmek bölmek.

taksimat (A.) [ تقسيمات ] bölümlendirme, bölme.

taksîr (A.) [ تقصير ] 1.kısaltma. 2.kusur.

taksîrât (A.) [ تقصيرات ] kusurlar.

taksît (A.) [ تقسيط ] borç parçası, taksit.

taktî’ (A.) [ تقطيع ] 1.kesme. 2.şiiri veznine göre parçalara ayırma.

taktîr (A.) [ تقطير ] damıtma.

takvâ (A.) [ تقوا ] haramdan kaçınma.

takviye (A.) [ تقویه ] kuvvetlendirme.

takviye edilmek kuvvetlendirilmek, desteklenmek.

takviye etmek kuvvetlendirmek, desteklemek.

takviyet (A.) [ تقویت ] kuvvetlendirme.

tal’at (A.) [ طلعت ] 1.yüz. 2.güzellik.

talâk (A.) [ طالق ] 1.boşama. 2.boşanma.

talâknâme (A.-F.) [ طالق نامه ] boşanma belgesi.

tâlân (F.) [ تاالن ] talan, yağma.

taleb (A.) [ طلب ] 1.isteme. 2.istek.

taleb edilmek istenmek.

taleb etmek istemek.

talebdar (A.-F.) [ طلبدار ] alacaklı.

talebe (A.) [ طلبه ] 1.öğrenci. 2.istekliler.

Page 451: osmanlı türkçesi sözlüğü

451

talebkâr (A.-F.) [ طلبکار ] 1.istekli. 2.alacaklı.

tâlî (A.) [ تالی ] ikincil.

tâli’ (A.) [ طالع ] 1.doğan. 2.talih.

talîa (A.) [ طليعه ] öncü.

tâlib (A.) [ طالب ] istekli.

taltif (A.) [ تلطيف ] 1.ödüllendirme. 2.gönlünü alma.

tama’ (A.) [ طمع ] tamah, açgözlülük.

tama’kâr (A.-F.) [ طمعکار ] açgözlü.

tamâm (A.) [ تمام ] 1.tam. 2.bitiş, sona erme. 3.bütün.

tamâmen (A.) [ تماما ] tümüyle.

tamâmıyla (A.-T.) tümüyle, tamamen.

ta'mîm (A.) [ متعمي ] 1.genelleştirme, yayma. 2.genelleştirilme, yayılma.

tâmm (A.) [ تام ] tam, eksiksiz.

tâmme (A.) [ تامه ] tam, eksiksiz.

tanbûr (A.) [ طنبور ] tambur.

tanbûrî (A.) [ طنبوری ] tanbur virtüözü.

tanîn (A.) [ طنين ] tınlama, tını.

tanînendâz (A.-F.) [ طنين انداز ] tınlayan, tını veren, çınlayan.

tannâz (A.) [ طناز ] alaya alan, eğlenen.

tantana (A.) [ طنطنه ] gürültü patırtı ile gösteriş yapma.

tanz (A.) [ طنز ] alaya alma, eğlenme.

tanzîf (A.) [ تنظيف ] temizleme.

tanzîfât (A.) [ تنظيفات ] temizlik işleri.

Page 452: osmanlı türkçesi sözlüğü

452

tanzîm (A.) [ تنظيم ] düzenleme, tertipleme.

tanzim edilmek düzenlenmek, tertip edilmek.

tanzim etmek düzenlemek, tertip etmek.

tanzîr (A.) [ تنظير ] 1.benzetme. 2.nazire yazma.

tanzîr edilmek 1.benzetilmek. 2.nazire yazılmak.

tanzîr etmek 1.benzetmek. 2.nazire yazmak.

târ (F.) [ تار ] 1.tel. 2.saç teli. 3.enstrüman teli. 3.karanlık. 4.tepe. 5.karanlık.

târ olmak kararmak.

tarab (A.) [ طرب ] şenlik, neşelenme.

tarabengîz (A.-F.) [ طرب انگيز ] neşe veren.

tarabgâh (A.-F.) [ طربگاه ] neşelenme yeri, eğlence yeri.

târâc (F.) [ تاراج ] yağma.

taraf (A.) [ طرف ] 1.yön. 2.ülke. 3.muhatap iki kişiden her biri. 4.yer.

tarafdâr (A.-F.) [ طرفدار ] yandaş.

tarafdârân (A.-F.) [ طرفداران ] yandaşlar, taraftarlar.

tarafdârî (A.-F.) [ طرفداری ] yandaşlık.

tarafeyn (A.) [ طرفين ] iki taraf.

tarafgîr (A.) [ طرفگير ] yan tutan, yandaş.

tarafgîrlik etmek yan tutmak, taraf tutmak.

tarassud (A.) [ ترصد ] gözleme.

tarassud edilmek gözlenmek.

tarassud etmek gözlemek.

tarâvet (A.) [ طراوت ] tazelik.

Page 453: osmanlı türkçesi sözlüğü

453

tard (A.) [ طرد ] 1.kovma. 2.görevden uzaklaştırma.

tard etmek kovmak.

târem (F.) [ تارم ] kubbe.

tarf (A.) [ طرف ] akış.

tarfe (A.) [ طرفه ] göz açıp kapayış.

tarfetülayn (A.) [ العينةطرف ] göz açıp kapayıncaya dek, bir anda.

tarh (A.) [ طرح ] 1.atma. 2.düzenleme. 3.desen. 4.plan.

târık (A.) [ طارق ] Çulpan, Zühre, Venüs.

târihnüvis (A.-F.) [ تاریخ نویس ] tarihçi, tarih yazarı.

târihşinâs (A.-F.) [ تاریخ شناس ] tarihçi.

tarîk (A.) [ طریق ] 1.yol. 2.yöntem. 3.meslek. 4.tarikat.

târîk (F.) [ تاریک ] karanlık.

tarrâr (A.) [ طرار ] yankesici.

târümâr (F.) [ تارومار ] 1.dağınık. 2.perişan.

târümâr etmek 1.dağıtmak, karıştırmak. 2.perişan etmek.

tarümâr olmak 1.dağılmak, karışmak. 2.perişan olmak.

târüpûd (F.) [ تار و پود ] 1.kumaşın çözgü ve atkısı. 2.doku.

tarz (A.) [ طرز ] 1.şekil, biçim. 2.yöntem.

tâs (F.) [ تاس ] tas.

tasaddî (A.) [ تصدی ] girişme, başlama, el atma.

tasaddî etmek girişmek, başlamak, el atmak.

tasallut (A.) [ تسلط ] musallat olma.

tasannu (A.) [ تصنع ] yapmacık.

Page 454: osmanlı türkçesi sözlüğü

454

tasarruf (A.) [ تصرف ] 1.tutum. 2.elinde bulundurma. 3.para arttırma.

tasâvîr (A.) [ تصاویر ] resimler.

tasavvufî (A.) [ تصوفی ] tasavvuf ile ilgili.

tasavvur (A.) [ تصور ] zihinde kurma.

tasavvurât (A.) [ تصورات ] tasavvurlar.

tasdî’ (A.) [ تصدیع ] baş ağrıtma, rahatsız etme.

tasdî’ etmek baş ağrıtmak, rahatsız etmek.

tasdîk (A.) [ تصدیق ] onay, doğrulama.

tasdîk etmek onaylamak.

tâse (F.) [ تاسه ] tasa.

tasfiye (A.) [ تصفيه ] 1.arıtma. 2.temizleme.

tasfiye edilmek 1.arıtılmak. 2.temizlenmek.

tasfiye etmek 1.arıtmak. 2.temizlemek.

tasfiyehane (A.-F.) [ تصفيه خانه ] rafineri.

tasgîr (A.) [ تصغير ] küçültme.

tashîf (A.) [ تصحيف ] kelimeyi yanlış yazma.

tashih (A.) [ تصحيح ] düzelti.

tashih edilmek düzeltilmek.

tashih etmek düzeltmek.

tâsi’ (A.) [ تاسع ] dokuzuncu.

tâsi’an (A.) [ تاسعا ] dokuzuncusu.

tâsme (F.) [ تاسمه ] tasma.

tasmîm (A.) [ تصميم ] kesin karar.

Page 455: osmanlı türkçesi sözlüğü

455

tasmîm ittihaz etmek karar almak.

tasmîmât (A.) [ تصميمات ] kesin kararlar.

tasnî’ (A.) [ تصنيع ] 1.yapma. 2.uydurma.

tasnî’ olunmak yapılmak, oluşturulmak.

tasnîf (A.) [ تصنيف ] sınıflandırma.

tasrîf (A.) [ تصریف ] fiil çekimi.

tasrîf etmek fiil çekmek.

tasrîh (A.) [ تصریح ] açıkça belirtme.

tasrîh etmek açıkça belirtmek.

tasrîhen (A.) [ تصریحا ] açıkça bildirerek.

tasvib (A.) [ صویبت ] uygun görme.

tasvîb edilmek uygun görülmek.

tasvîb etmek uygun görmek.

tasvîb olunmak uygun görülmek.

tasvîr (A.) [ تصویر ] 1.resmetme. 2.resim. 3.niteleme.

tasvirkâr (A.-F.) [ تصویرکار ] tasvir edici, tasvir eden.

taşt (F.) [ طشت ] leğen.

tatbîk (A.) [ تطبيق ] uygulama.

tatbîkan (A.) [ تطبيقا ] uygulayarak.

tatbîkat (A.) [ تطبيقات ] 1.uygulamalar. 2.tatbikat.

tatbîkat yapmak uygulama yapmak.

tatbîkî (A.) [ تطبيقی ] uygulamalı.

tathîr (A.) [ تطهير ] temizleme.

Page 456: osmanlı türkçesi sözlüğü

456

tathîrat (A.) [ تطهيرات ] temizlik.

tatlîk (A.) [ تطليق ] boşama.

tatmin (A.) [ تطمين ] 1.doyurma. 2.doyma.

tatvîl (A.) [ تطویل ] uzatma.

tâûn (A.) [ طاعون ] veba.

tav’ (A.) [ طوع ] boyun eğme, itaat.

tav’an (A.) [ طوعا ] isteyerek.

tav’î (A.) [ طوعی ] kendiliğinden.

tavâf (A.) [ طواف ] etrafında dönme.

tavâf etmek etrafında dönmek.

tavâif (A.) [ طوائف ] 1.zümreler. 2.tayfalar. 3.kavimler.

tavassut (A.) [ توسط ] aracılık.

tavassut etmek aracılık etmek, aracı olmak.

tavattun (A.) [ توطن ] yerleşme, yurt tutma.

tavattun etmek yerleşmek, yurt tutmak.

tavîl (A.) [ طویل ] 1.uzun. 2.uzun süreli.

tavk (A.) [ طوق ] 1.kolye, gerdanlık. 2.tasma.

tavr (A.) [ طور ] tavır.

tavsîf (A.) [ توصيف ] vasıflandırma, niteleme.

tavsîf edilmek vasıflandırılmak, nitelenmek.

tavsîf etmek vasıflandırmak, nitelemek.

tavsiye (A.) [ توصيه ] 1.vasiyet etme. 2.ısmarlama. 3.öğüt verme.

tâvus (A.) [ طاوس ] tavus kuşu.

Page 457: osmanlı türkçesi sözlüğü

457

tavzîf (A.) [ توظيف ] görevlendirme.

tavzîh (A.) [ توضيح ] açıklama.

tavzîh etmek açıklamak, açıklığa kavuşturmak.

tavzîhat (A.) [ توضيحات ] açıklamalar.

tây (F.) [ تای ] denk, eşit.

taylasan (A.) [ طيلسان ] sarığın sarkan ucu.

tayr (A.) [ طير ] kuş.

tayy (A.) [ طی ] 1.geçip gitme. 2.katlama, dürme. 3.silme. 4.yok etme.

tayyâr (A.) [ طيار ] uçucu.

tayyâre (A.) [ طياره ] uçak.

tayyib (A.) [ طيب ] güzel, hoş.

tayyibe (A.) [ طيبه ] iyi davranış.

tâz (F.) [ تاز ] koşma, koşuşturma.

taz’îf (A.) [ تضعيف ] 1.zayıf düşürme. 2.iki kat yapma.

tazallüm (A.) [ تظلم ] sızlanma, yakınma.

tazallüm etmek sızlanmak, yakınmak.

tazammun (A.) [ تضمن ] 1.içinde bulundurma. 2.kefil olma.

tazammun etmek 1.içinde bulundurmak. 2.kefil olmak.

tazarru’ (A.) [ تضرع ] yalvarıp yakarma.

tazarru’ât (A.) [ تضرعات ] yalvarıp yakarmalar.

tazarrur (A.) [ تضرر ] zarar görme, zarar etme.

tâze (F.) [ ازهت ] 1.körpe, taze. 2.genç. 3.yeni.

tâzegî (F.) [ تازگی ] 1.körpelik, tazelik. 2.gençlik. 3.yenilik.

Page 458: osmanlı türkçesi sözlüğü

458

tâzî (F.) [ تازی ] 1.Arapça. 2.tazı.

tâziyân (F.) [ تازیان ] araplar.

tâziyâne (F.) [ تازیانه ] 1.kırbaç. 2.tezene.

tazmîn (A.) [ تضمين ] 1.zarar ödeme, tazminat verme, zarar karşılama. 2.bir

başka şaire ait beyti sahibinin adını da bildirerek kendi şiirinde kullanma.

tazmîn edilmek tazminat verilmek, zarar karşılanmak.

tazmîn etmek 1.tazminat vermek, zararı karşılamak. 2.içinde bulundurmak,

içermek.

tazmînât (A.) [ تضمينات ] zarar ödemeleri, tazminat.

tazmînat vermek zarar ödemesinde bulunmak.

tazyîk (A.) [ تضييق ] 1.sıkıştırma, daraltma. 2.basınç yapma, bastırma. 3.basınç.

tehâsum (A.) [ تخاصم ] birbirine düşmanlık gütme.

te’hîrli (A.-T.) gecikmeli.

te’cîl (A.) [ تأجيل ] geciktirme, erteleme.

te’cîl edilmek geciktirilmek, ertelenmek.

te’cîl etmek geciktirmek, ertelemek.

te’dîb (A.) [ تأدیب ] 1.eğitme, terbiye etme. 2.cezalandırma.

te’dîb etmek 1.eğitmek, terbiye etmek. 2.cezalandırmak.

te’dîb olunmak 1.eğitilmek, terbiye edilmek. 2.cezalandırılmak.

te’diyât (A.) [ تأدیات ] ödemeler.

te’diye (A.) [ تأدیه ] ödeme.

te’diye edilmek ödenmek.

te’diye etmek ödemek.

te’hîr (A.) [ تأخير ] 1.geciktirme. 2.gecikme.

Page 459: osmanlı türkçesi sözlüğü

459

te’hîr edilmek geciktirilmek.

te’hîr etmek geciktirmek.

te’kîd (A.) [ تأکيد ] pekiştirme, sağlamlaştırma.

te’kîd etmek 1.pekiştirmek, sağlamlaştırmak. 2.önceki yazıyı tekrarlamak.

te’lîf (A.) [ تأليف ] 1.yanyana getirme, alıştırma. 2.kaleme alma, yazma.

te’lîf edilmek 1.bir araya getirilmek, birleştirilmek. 2.kaleme alınmak, yazılmak.

te’lîf etmek 1.bir araya getirmek. 2.kaleme almak, yazmak.

te’lîf olunmak 1.bir araya getirilmek, birleştirilmek. 2.kaleme alınmak.

te’lîfât (A.) [ تأليفات ] kaleme alınmış eserler.

te’lifbîn (A.-F.) [ بينتأليف ] uzlaştırıcı, birleşirici.

te’lîfkerde (F.) [ تأليف کرده ] biri tarafından kaleme alınmış.

te’nîs (A.) [ تأنيس ] alıştırma.

te’sîr (A.) [ تأثير ] 1.iz bırakma. 2.etkileme. 3.etki.

te’sîrât (A.) [ تأثيرات ] etkiler.

te’sîs (A.) [ تأسيس ] 1.kurma. 2.temel atma. 3.kuruluş.

te’sîs edilmek kurulmak.

te’sîs etmek kurmak.

te’sîsât (A.) [ تأسيسات ] 1.kuruluşlar. 2.düzenek.

te’vîl (A.) [ تأویل ] başka bir yorum getirme.

te’vîl etmek başka bir yorum getirmek.

te’yîd (A.) [ تأیيد ] pekiştirme.

te’yîd edilmek pekiştirilmek.

te’yîd etmek pekiştirmek.

Page 460: osmanlı türkçesi sözlüğü

460

teâdül (A.) [ تعادل ] denklik.

teâkub (A.) [ تعاقب ] birbirini izleme.

teâkub etmek birbirini izlemek.

teâkud etmek karşılıklı akitleşmek.

teâlî (A.) [ تعالی ] yükselme.

teâmül (A.) [ تعامل ] 1.alışılagelmiş uygulama. 2.iş. 3.tepkime.

teâmülât (A.) [ تعامالت ] alışılagelmiş uygulamalar.

tearrî (A.) [ تعری ] 1.arınma. 2.çıplaklaşma.

teâruz (A.) [ تعارض ] karşılıklı zıtlık, çelişme.

teâruz etmek çelişmek.

teârüf (A.) [ تعارف ] 1.birbirini bilme. 2.herkesçe bilinme.

teâtî (A.) [ تعاطی ] birbirine verme.

teâtî edilmek birbirine verilmek.

teâvün (A.) [ تعاون ] yardımlaşma.

teb (F.) [ تب ] 1.ateş, hastalık harareti. 2.sıtma.

teb’îd (A.) [ تبعيد ] 1.uzaklaştırma. 2.sürgün etme.

teb’îd edilmek 1.uzaklaştırılmak. 2.sürgün edilmek.

teb’îd etmek 1.uzaklaştırmak. 2.sürgün etmek.

tebaa (A.) [ تبعه ] uyruk, teba.

tebâh (F.) [ تباه ] 1.yok olmuş. 2.yıkılmış. 3.bozulmuş, çürümüş.

tebâh etmek 1.yok etmek. 2.yıkmak. 3.bozmak, çürütmek.

tebâh olmak 1.yok olmak. 2.yıkılmak. 3.bozulmak, çürümek.

tebahhur (A.) [ تبخر ] buharlanma.

Page 461: osmanlı türkçesi sözlüğü

461

tebahhur (A.) [ تبحر ] 1.göllenme. 2.derin bilgi sahibi olma, uzmanlaşma.

tebahhur etmek buharlanmak.

tebâhkâr (F.) [ تباهکار ] yok eden, mahveden, yıkan.

tebahtur (A.) [ تبختر ] kibirlenerek yürüme.

tebaiyyet (A.) [ تبعيت ] uyrukluk.

tebaiyyeten (A.) [ ةتبعي ] uyarak.

tebâr (F.) [ تبار ] soy.

tebâşîr (F.) [ تباشير ] tebeşir.

tebâüd (A.) [ تباعد ] uzaklaşma.

tebâüd etmek uzaklaşmak.

tebâyün (A.) [ تباین ] zıtlık, aykırılık.

tebcîl (A.) [ تبجيل ] ululama.

tebcîl edilmek ululanmak.

tebcîl etmek ululamak.

tebcilkârlık (A.-F.-T.) yüceltme, ululama.

tebdîl (A.) [ تبدیل ] değiştirme, dönüştürme, değişiklik.

tebdîl edilmek değiştirilmek, dönüştürülmek.

tebdîl etmek değiştirmek, dönüştürmek.

tebdîl olmak dönüşmek.

tebdîlen (A.) [ تبدیال ] 1.değiştirerek, dönüştürerek. 2.değiştirilerek,

dönüştürülerek.

tebe’a (A.) [ تبعه ] tebalar, uyruklar.

tebe’an (A.) [ تبعا ] uyarak.

Page 462: osmanlı türkçesi sözlüğü

462

tebeddül (A.) [ تبدل ] değişim.

tebeddül etmek değişmek.

tebeddülât (A.) [ تبدالت ] değişimler, değişiklikler.

tebellüğ (A.) [ تبلغ ] alma.

tebellüğ etmek bizzat almak.

teber (F.) [ تبر ] balta.

teberdâr (F.) [ تبردار ] baltacı.

teberrâ (A.) [ تبرا ] uzak durma.

teberru (A.) [ تبرع ] bağış.

teberruan (A.) [ تبرعا ] bağışlayarak.

teberruât (A.) [ تبرعات ] bağışlar.

teberrüd (A.) [ تبرد ] soğuma.

teberrüd etmek soğumak.

teberrük (A.) [ تبرک ] mübarek görme, kutlu sayma.

teberrüken (A.) [ تبرکا ] mübarek görerek,uğur sayarak.

teberzin (F.) [ تبرزین ] savaş baltası.

tebessüm (A.) [ تبسم ] gülümseme.

tebessüm etmek gülümsemek.

tebettül (A.) [ تبتل ] köşesine çekilme.

tebettül etmek köşesine çekilmek.

tebevvül (A.) [ تبول ] idrar yapma, işeme.

tebeyyün (A.) [ تبين ] ortaya çıkma, anlaşılma.

tebeyyün etmek ortaya çıkmak, anlaşılmak.

Page 463: osmanlı türkçesi sözlüğü

463

tebhâl (A.) [ تبخال ] uçuk.

tebhîr (A.) [ تبخير ] buharlaştırma.

teblerze (F.) [ تب لرزه ] sıtma nöbeti.

teblîğ (A.) [ تبليغ ] 1.bildiri. 2.yetiştirme.

teblîğât (A.) [ تبليغات ] bildiriler.

tebrîd (A.) [ تبرید ] soğutma.

tebrie (A.) [ تبرئه ] arındırma, temize çıkarma.

tebrie etmek temize çıkarmak.

tebrîk (A.) [ تبریک ] kutlama.

tebrîk edilmek kutlanmak.

tebrîk etmek kutlamak.

tebrîkât (A.) [ تبریکات ] kutlamalar.

tebrîkname (A.-F.) [ تبریک نامه ] kutlama yazısı.

tebşîr (A.) [ تبشير ] müjdeleme.

tebşîr etmek müjdelemek.

tebyîn etmek açıklığa kavuşturmak.

tebyîz etmek temize çekmek.

tebzîr etmek savurganlık etmek, israf etmek.

tecâhül (A.) [ تجاهل ] bilmezlikten gelme.

tecârib (A.) [ تجارب ] tecrübeler, denemeler.

tecâsür (A.) [ تجاسر ] yüreklenme.

tecâvüz (A.) [ تجاوز ] 1.haddini aşma, sınırı geçme. 2.sarkıntılık etme.

tecâvüz etmek 1.sınırı geçmek, başkasının haklarını hiçe saymak. 2.ırza geçmek.

Page 464: osmanlı türkçesi sözlüğü

464

tecavüzkâr (A.-F.) [ تجاوزکار ] 1.sınırı geçen, saldırgan. 2.sarkıntılık eden.

tecdîd (A.) [ تجدید ] 1.yenileme. 2.yenilenme.

tecdîd edilmek yenilenmek.

tecdîd etmek yenilemek.

tecdîd olunmak yinelenmek.

teceddüd (A.) [ تجدد ] yenilenme, yenilik.

teceddüdât (A.) [ تجددات ] yenilenmeler, yenilikler.

tecellî (A.) [ تجلی ] 1.görünme, ortaya çıkma. 2.kader.

tecellî etmek görünmek.

tecellîgâh (A.-F.) [ تجليگاه ] görünme yeri, zuhur yeri, ortaya çıkış yeri.

tecemmu (A.) [ تجمع ] toplanma, bir araya gelme.

tecemmu etmek toplanmak, bir araya gelmek.

tecemmül (A.) [ جملت ] süslenme.

tecennün (A.) [ تجنن ] cinnet geçirme.

tecerru’ (A.) [ تجرع ] yudumlama.

tecerru’ etmek yudumlamak.

tecerrüd (A.) [ تجرد ] 1.bekarlık. 2.çıplaklık. 3.soyutlanma.

tecerrüd etmek 1.çıplak kalmak. 2.soyutlanmak.

tecessüm (A.) [ تجسم ] cisimleşme, şekillenme.

tecessüm etmek cisim halinde ortaya çıkmak.

tecessüs (A.) [ تجسس ] 1.araştırma. 2.merak.

tecessüs etmek araştırmak.

tecessüskâr (A.-F.) [ تجسسکار ] meraklı, mütecessis.

Page 465: osmanlı türkçesi sözlüğü

465

tecevvüf (A.) [ تجوف ] kofluk.

tecezzî (A.) [ تجزی ] bölünme, parçalanma, ayrışma.

techîl (A.) [ تجهيل ] bilgisizliğini çıkarma.

techîz (A.) [ تجهيز ] donatım.

techîz edilmek donatılmak.

techîz etmek donatmak.

techîzât (A.) [ تجهيزات ] donatım.

tecnîs (A.) [ تجنيس ] cinas yapma, iki anlamlı söz kullanma.

tecribe (A.) [ تجربه ] 1.deneme, sınama. 2.deneyim.

tecribî (A.) [ تجربی ] deneysel, tecrübî.

tecrîd (A.) [ تجرید ] soyutlama.

tecrîd edilmek soyutlanmak.

tecrîd etmek soyutlamak.

tecrîden (A.) [ تجریدا ] soyutlayarak.

tecrübe (A.) [ تجربه ] 1.deneme, sınama. 2.deneyim.

tecrübe edilmek denenmek, sınanmak.

tecrübe etmek denemek, sınamak.

tecvîd (A.) [ تجوید ] Kur’ân’ı usûlüne göre okuma.

tecvîz (A.) [ تجویز ] 1.uygun görme. 2.izin verme.

teczie (A.) [ تجزئه ] parçalara ayırma, bölme.

teczîr (A.) [ تجذیر ] karekök alma.

tecziye (A.) [ تجزیه ] cezalandırma.

tecziye edilmek cezalandırılmak.

Page 466: osmanlı türkçesi sözlüğü

466

tecziye etmek cezalandırmak.

tecziye olunmak cezalandırılmak.

tedâbir (A.) [ تدابير ] çareler, tedbirler.

tedâfü (A.) [ تدافع ] savunma.

tedâfüî (A.) [ تدافعی ] savunma ile ilgili.

tedâhül (A.) [ تداخل ] 1.karışma. 2.yığılışma.

tedâî (A.) [ تداعی ] çağrışım.

tedarikât (A.) [ تدارکات ] hazırlıklar.

tedârukât (A.) [ تدارکات ] hazırlıklar.

tedârük (A.) [ تدارک ] hazırlama, temin etme.

tedâvül (A.) [ تداول ] dolaşım.

tedbîr (A.) [ تدبير ] çare, önlem.

tedbîrülmenzil (A.) [ تدبيرالمنزل ] ekonomi.

tedennî (A.) [ تدنی ] gerileme, alçalma, düşüş.

tedennî etmek gerilemek, alçalmak.

tederrüs (A.) [ تدرس ] ders alma.

tedfîn (A.) [ تدفين ] gömme.

tedfîn edilmek gömülmek.

tedfîn etmek gömmek.

tedhîn (A.) [ تدخين ] 1.dumanlama. 2.tütsüleme.

tedhîn (A.) [ تدهين ] yağ sürme.

tedhîş (A.) [ تدهيش ] dehşet salma, dehşete düşürme.

tedkîk (A.) [ تدقيق ] inceleme, tetkik.

Page 467: osmanlı türkçesi sözlüğü

467

tedkîk edilmek incelenmek.

tedkîk etmek incelemek.

tedkîk olunmak incelenmek.

tedkîkât (A.) [ تدقيقات ] incelemeler, tetkikler.

tedrîcen (A.) [ تدریجا ] gitgide, adım adım, yavaş yavaş.

tedrîcî (A.) [ تدریجی ] yavaş yavaş, azar azar, gittikçe.

tedrîs (A.) [ تدریس ] ders verme.

tedrîs etmek ders vermek.

tedrîsât (A.) [ تدریسات ] öğretim.

tedvîn edilmek kitap haline getirilmek.

tedvîr (A.) [ تدویر ] 1.döndürme. 2.idare etme.

tedviye etmek ilaç vermek.

teeddüb (A.) [ تأدب ] utanma, terbiye ile çekinme.

teeddüb etmek utanmak.

teeddüben (A.) [ اتأدب ] terbiye ile çekinerek, utanarak.

teehhül (A.) [ تأهل ] 1.evlenme. 2.evcilleşme.

teehhül etmek evlenmek.

teehhür (A.) [ تأخر ] gecikme.

teehhür etmek gecikmek.

teekküd etmek (A.-T.) pekişmek, tekid edilmek.

teemmül (A.) [ تأمل ] enikonu düşünme.

teemmül etmek enikonu düşünmek.

teennî (A.) [ تأنی ] 1.yavaşlama, duraksama. 2.dikkat gösterme.

Page 468: osmanlı türkçesi sözlüğü

468

teessüf (A.) [ تأسف ] üzülme, hayıflanma.

teessüf etmek üzülmek, hayıflanmak.

teessür (A.) [ تأثر ] 1.üzülme, üzüntü. 2.etkilenme.

teessüs (A.) [ تأسس ] kurulma.

teessüs etmek kurulmak.

teeyyüd etmek pekişmek.

tefahhur (A.) [ تفخر ] şişinme, övünme.

tefahhus (A.) [ تفحص ] derinlemesine araştırma.

tefâhür (A.) [ تفاخر ] övünme.

tefakkud (A.) [ تفقد ] arkasını arayıp sorma.

tefâsîl (A.) [ تفاصيل ] ayrıntılar.

tefâsîr (A.) [ تفاسير ] tefsirler, yorumlar.

tefâvüt (A.) [ تفاوت ] farklılık.

tefavvuk (A.) [ تفوق ] üstünlük.

tefazzul (A.) [ تفضل ] üstünlük taslama.

tefe’ül (A.) [ تفأل ] 1.fal açma. 2.hayra yorma, uğur sayma.

tefe’ül etmek 1.fal açmak. 2.hayra yormak, uğur saymak.

tefehhüm (A.) [ تفهم ] anlama.

tefehhüm etmek anlamak, farkına varmak.

tefekkür (A.) [ تفکر ] düşünme, kafa yorma.

tefekkür etmek düşünmek, kafa yormak.

tefekkürât (A.) [ تفکرات ] düşünmeler, düşünceler.

tefelsüf (A.) [ سفتفل ] felsefe yapma.

Page 469: osmanlı türkçesi sözlüğü

469

teferru’ât (A.) [ تفرعات ] ayrıntılar.

teferrüc (A.) [ تفرج ] gezinti.

teferrücgâh (A.-F.) [ تفرجگاه ] gezinti yeri.

teferrüd (A.) [ تفرد ] 1.yalnızlık. 2.benzersizlik.

tefessüh (A.) [ تفسخ ] çürüme, çürüyerek dağılma.

tefessüh etmek çürümek, çürüyerek dağılmak.

tefevvuh (A.) [ تفوه ] dile getirme.

tefevvuk (A.) [ تفوق ] üstünlük.

tefhîm (A.) [ تفخيم ] yüceltme, ululama.

tefhîm (A.) [ تفهيم ] anlatma.

tefhîm etmek anlatmak.

tefrîh (A.) [ تفریح ] ferahlık verme.

tefrîk (A.) [ تفریق ] ayırma, ayırdetme.

tefrîk edilmek ayırılmak, ayırt edilmek.

tefrîk etmek ayırmak, ayırt etmek.

tefrîk olunmak ayrılmak.

tefrika (A.) [ تفرقه ] 1.bölücülük. 2.ayrılma. 3.bölüm bölüm yayınlama.

tefriş (A.) [ تفریش ] döşeme.

tefriş edilmek döşenmek.

tefriş etmek döşemek.

tefrişat (A.) [ تفریشات ] döşemeler.

tefrît (A.) [ تفریط ] aşırılık.

tefsir (A.) [ تفسير ] yorum.

Page 470: osmanlı türkçesi sözlüğü

470

tefsir edilmek yorumlanmak.

tefsir etmek yorumlamak.

tefsirât (A.) [ تفسيرات ] yorumlar.

tefte (F.) [ تفته ] kızgın.

teftîn (A.) [ تفتين ] 1.fitne sokma. 2.meftun etme.

teftiş (A.) [ تفتيش ] denetleme.

teftiş edilmek denetlenmek.

teftiş etmek denetlemek.

tefviz (A.) [ تفویض ] 1.birine bırakma. 2.ihale etme.

tefviz edilmek 1.birine bırakılmak. 2.ihale edilmek.

tegaddî etmek beslenmek.

tegafül (A.) [ تغافل ] bilmezlikten gelme, anlamazlıktan gelme.

tegafül etmek anlamazlıktan gelmek.

tegayür (A.) [ تغایر ] zıtlık.

tegayyür (A.) [ تغير ] değişme, başkalaşma.

tegayyür etmek değişmek, başkalaşmak.

tegazzî etmek beslenmek.

tegazzül (A.) [ تغزل ] gazel söyleme.

teh (F.) [ ته ] dip.

tehâcî (A.) [ تهاجی ] hicivleşme.

tehâcüm (A.) [ تهاجم ] 1.saldırı. 2.üşüşme.

tehâcüm etmek üşüşmek.

tehallüf (A.) [ تخلف ] uygunsuzluk, uymama.

Page 471: osmanlı türkçesi sözlüğü

471

tehallüs (A.) [ تخلص ] mahlas kullanma.

tehâlüf (A.) [ تخالف ] 1.uygunsuzluk, uymama. 2.farklılık.

tehâlük (A.) [ تهالک ] can atış, can atma, atılma, çok arzu etme.

tehâsum (A.) [ تخاصم ] birbirine düşmanlık gütme.

tehâşî (A.) [ تحاشی ] çekinme.

tehâvün (A.) [ تهاون ] hafife alma.

tehcîr (A.) [ تهجير ] göçe zorlama, göç ettirme.

tehcîr etmek göç ettirmek.

tehdîd (A.) [ تهدید ] gözdağı.

tehdîd edilmek gözdağı verilmek.

tehdîd etmek gözdağı vermek.

tehdîdâmîz (A.-F.) [ تهدید آميز ] gözdağı vererek, tehdit edici.

tehdîden (A.) [ تهدیدا ] gözdağı vererek tehdit ederek.

tehdîdkâr (A.-F.) [ تهدیدکار ] gözdağı verici, tehdit edici.

tehdîdkârâne (A.-F.) [ تهدیدکارانه ] tehdit ederek.

teheccî (A.) [ تهجی ] heceleme.

teheccî etmek hecelemek.

tehevvu (A.) [ تهوع ] kusma.

tehevvu etmek kusmak.

tehevvür (A.) [ تهور ] küplere binme, köpürme.

tehevvür etmek küplere binmek, köpürmek.

teheyyüc (A.) [ تهيج ] heyecanlanma.

tehî (F.) [ تهی ] 1.boş. 2.anlamsız, yararsız.

Page 472: osmanlı türkçesi sözlüğü

472

tehîdest (F.) [ تهی دست ] 1.yoksul. 2.eli boş.

tehîdestî (F.) [ تهيدستی ] 1.yoksulluk. 2.eli boşluk.

tehîmağz (F.) [ تهی مغز ] samankafalı, boşkafalı.

tehîmiyân (F.) [ تهی ميان ] 1.içi boş. 2.kof.

tehiyye (A.) [ تهيه ] hazırlama.

tehiyye edilmek hazırlanmak.

tehiyye etmek hazırlamak.

tehniyet (A.) [ تهنيت ] kutlama.

tehyie (A.) [ تهيئه ] hazırlama.

tehzîb (A.) [ تهذیب ] süsleme.

tehzîl (A.) [ تهزیل ] alaya alış.

tehzîz (A.) [ تهزیز ] titretme.

tekabül (A.) [ تقابل ] karşılama.

tekabül etmek karşılamak.

tekâlîf (A.) [ تکاليف ] 1.öneriler, teklifler. 2.vergiler. 3.ibadetler.

tekâmül (A.) [ تکامل ] 1.olgunlaşma. 2.evrim.

tekâmül etmek olgunlaşmak, gelişmek.

tekâpu (F.) [ تکاپو ] 1.telaş, koşuşturma. 2.dalkavukluk.

tekârîr (A.) [ تقاریر ] önergeler.

tekârub (A.) [ تقارب ] yakınlaşma.

tekâsüf (A.) [ تکاثف ] 1.yoğunlaşma. 2.koyulaşma.

tekâsüf etmek yoğunlaşmak.

tekâsül (A.) [ تکاسل ] üşengeçlik, tembellik.

Page 473: osmanlı türkçesi sözlüğü

473

tekâsür (A.) [ تکاثر ] çoğalma.

tekâtu’ (A.) [ تقاطع ] kesişme.

tekâüd (A.) [ تقاعد ] emeklilik.

tekâüd olmak emekliye ayrılmak, emekli olmak.

tekâüdiye (A.) [ تقاعدیه ] emekli aylığı.

tekâvîm (A.) [ تقاویم ] takvimler.

tekâyâ (A.) [ تکایا ] tekkeler.

tekbîr (A.) [ تکبير ] Allahuekber deme.

tekbîr getirmek Allahuekber demek.

tekdîr (A.) [ تکدیر ] 1.azarlama. 2.bulandırma.

tekebbür (A.) [ تکبر ] büyüklük taslama.

tekeffül (A.) [ تکفل ] kefil olma.

tekeffül etmek kefil olmak.

tekellüm (A.) [ تکلم ] konuşma.

tekemmül (A.) [ تکمل ] 1.tamamlanma. 2.olgunlaşma.

tekemmül etmek 1.tamamlanmak. 2.olgunlaşmak.

tekerrür (A.) [ تکرر ] tekrarlanma.

tekerrür etmek tekrarlanmak.

tekessur (A.) [ تکسر ] kırılma.

tekessür (A.) [ تکثر ] çoğalma.

tekevvün (A.) [ تکون ] oluşum, oluşma.

tekevvün etmek 1.oluşmak. 2.meydana gelmek, olmak.

tekevvünât (A.) [ تکونات ] oluşumlar, oluşmalar.

Page 474: osmanlı türkçesi sözlüğü

474

tekeyyüf (A.) [ تکيف ] keyiflenme.

tekfîl (A.) [ لتکفي ] kefil etme, kefil gösterme.

tekfîn (A.) [ تکفين ] kefenleme.

tekfîr (A.) [ تکفير ] kafirlikle suçlama.

teklîf (A.) [ تکليف ] 1.öneri. 2.vergi.

teklîfât (A.) [ تکليفات ] öneriler.

tekmîl (A.) [ تکميل ] 1.tamamlama. 2.bütün, tüm.

tekmile (A.) [ ملهتک ] ek.

tekrâr (A.) [ تکرار ] yine.

tekrâren (A.) [ تکرارا ] tekrar tekrar.

tekrîm (A.) [ تکریم ] saygı gösterme.

tekrîr (A.) [ تکریر ] tekrarlama.

teksîf (A.) [ تکثيف ] 1.yoğunlaştırma. 2.toplama.

teksîf etmek yoğunlaştırmak.

teksîr (A.) [ تکثير ] çoğaltma.

teksîr edilmek çoğaltılmak.

teksîr etmek çoğaltmak.

tekvîn (A.) [ تکوین ] yaratma, var etme.

tekye (A.) [ تکيه ] tekke.

tekzîb (A.) [ تکذیب ] yalanlama.

tekzîb edilmek yalanlanmak.

tekzîb etmek yalanlamak.

tel’în (A.) [ تلعين ] lanetleme.

Page 475: osmanlı türkçesi sözlüğü

475

tel’în edilmek lanetlenmek.

tel’în etmek lanetlemek.

telâfî (A.) [ تالفی ] zarar karşılama.

telâkî (A.) [ تالقی ] buluşma, görüşme.

telakkî (A.) [ تلقی ] anlayış, görüş, değerlendirme.

telakkî etmek anlamak, değerlendirmek.

telakkiyât (A.) [ تلقيات ] görüşler, anlayışlar, değerlendirmeler.

telâmîz (A.) [ تالميذ ] öğrenciler.

telâsuk (A.) [ تالصق ] bitişme, yapışma.

telâşî (A.) [ تالشی ] dağılma.

telattuf (A.) [ تلطف ] yumuşak davranma.

telâtum (A.) [ تالطم ] çalkantı.

telbîs (A.) [ تلبيس ] hile yaparak aldatma.

tele (A.) [ تله ] kapan, tuzak.

tele’lu (A.) [ تأللؤ ] ışıldama.

telebbüs (A.) [ تلبس ] giyinme.

telef (A.) [ تلف ] 1.ölme. 2.boşa gitme.

telef etmek harcamak, tüketmek, yok etmek.

telef olmak 1.ölmek. 2.boşa gitmek.

telefât (A.) [ لفاتت ] can kaybı, ölümler.

telehhüf (A.) [ تلهف ] yanıp yakılma.

telemmüz (A.) [تلمذ] öğrencilik.

telemmüz etmek öğrenci olmak, öğrencilik etmek.

Page 476: osmanlı türkçesi sözlüğü

476

televvün (A.) [ تلون ] yanardönerlik.

telh (F.) [ تلخ ] acı.

telhîs (A.) [ تلخيص ] 1.kısaltma. 2.özetleme.

telhîs etmek özetlemek.

telhîsen (A.) [ تلخيصا ] özetle.

telhkâm (F.) [ تلخکام ] üzgün, acılı.

telkârî (T.-F.) [ تل کاری ] gümüş işleme.

telkîh (A.) [ تلقيح ] aşılama.

telkîn (A.) [ تلقين ] öğretme, kulağına anlatma.

telkînî (A.) [ تلقينی ] telkine dayalı.

tell (A.) [ تل ] tepe, sırt.

telmîh (A.) [ تلميح ] gönderme, îmâlı anlatma.

telmîhât (A.) [ تلميحات ] göndermeler, îmâlı anlatmalar..

telmîhen (A.) [ تلميحا ] göndermede bulunarak.

telvîn (A.) [ تلوین ] boyama.

telvîs etmek kirletmek. Beni de telvis ettiniz.

temâdî (A.) [ تمادی ] uzama, sürme.

temâdî etmek uzamak, sürmek, devam etmek.

temâs (A.) [ تماس ] dokunma.

temâs etmek dokunmak.

temâsîl (A.) [ تماثيل ] 1.resimler. 2.semboller.

temâsül (A.) [ تماثل ] benzeşme.

temâşâ (F.) [ اشاتم ] seyretme.

Page 477: osmanlı türkçesi sözlüğü

477

temâşâ etmek seyretmek.

temaşagâh (F.) [ تماشاگاه ] seyir yeri.

temâyül (A.) [ تمایل ] eğilim.

temâyülât (A.) [ تمایالت ] eğilimler.

temâyüz (A.) [ تمایز ] seçkinlik, üstünlük, ayrıcalık.

temayüz etmek seçkinlik kazanmak, ayrıcalık kazanmak, dikkat çekmek.

temcîd (A.) [ تمجيد ] ululama.

temdîd (A.) [ تمدید ] 1.uzatma. 2.süre uzatma.

temdîd edilmek uzatılmak.

temdîd etmek uzatmak.

temeddün (A.) [ تمدن ] uygarlık.

temeddün eylemek uygarlaşmak.

temekkün (A.) [ تمکن ] yerleşme.

temelluk (A.) [ تملق ] yaltaklanma.

temellük (A.) [ تملک ] mülk edinme.

temellük etmek mülk edinmek.

temennî (A.) [ تمنی ] istek, arzu.

temennî edilmek arzu edilmek.

temennî etmek arzu etmek.

temerküz (A.) [ تمرکز ] toplanma, yığılışma.

temerküz etmek toplanmak, yığılışmak.

temerrüd (A.) [ تمرد ] dikbaşlılık, direniş.

temerrüd etmek direnmek, dikbaşlılık etmek.

Page 478: osmanlı türkçesi sözlüğü

478

temeshur (A.) [ تمسخر ] maskaralık.

temeshur etmek maskaralık etmek.

temessüh etmek şekil değiştirmek.

temessük etmek sımsıkı tutunmak, sarılmak.

temessül etmek 1.cisimlenmek. 2.benzeşmek. 3.özümlemek.

temettü (A.) [ تمتع ] kazanç, kâr.

temevvüc (A.) [ تموج ] dalgalanma.

temevvüc etmek dalgalanmak.

temevvül (A.) [ تمول ] zenginlik.

temeyyüz (A.) [ تميز ] kendini gösterme, sivrilme, ayrıcalık kazanma.

temeyyüz etmek kendini göstermek.

temhîl etmek süre tanımak.

temîn (A.) [ تأمين ] 1.gerçekleştirme, sağlama. 2.gerçekleştirilme, sağlanma.

3.emin kılma, güvence verme.

temîn edilmek 1.sağlanmak, gerçekleştirilmek. 2.güvenci verilmek, emin

kılınmak.

temîn etmek güvence vermek, kesin konuşmak.

temînât (A.) [ تأمينات ] güvence parası.

temînen (A.) [ تأمينا ] sağlanarak, temin edilerek.

temkîn (A.) [ تمکين ] 1.ihtiyatlı davranma. 2.sağlamlık. 3.ağırbaşlılık.

temlîk (A.) [ تمليک ] mülk verme, mülk edindirme.

temr (A.) [ تمر ] hurma.

temrîn (A.) [ تمرین ] alıştırma, egzersiz.

temsîl (A.) [ تمثيل ] 1.tiyatro oyunu. 2.sözgelişi. 3.özümseme.

Page 479: osmanlı türkçesi sözlüğü

479

temsîlât (A.) [ تمثيالت ] tiyatro oyunları.

temyîz (A.) [ تمييز ] 1.ayırdetme. 2.seçme.

ten (F.) [ تن ] 1.vücut, beden. 2.dış yüz.

tena’um (A.) [ تنعم ] bolluk içinde yaşama.

tenâfür (A.) [ تنافر ] 1.birbirinden nefret etme. 2.kulağa hoş gelmeyen sözcükleri

sık sık kullanma.

tenahnuh (A.) [ تنحنح ] boğazını temizleme.

tenâkus (A.) [ تناقص ] eksilme, azalma.

tenâkus etmek eksilmek, azalmak.

tenâkuz (A.) [ تناقض ] çelişki.

tenâkür (A.) [ تناکر ] antipati.

tenâsân (F.) [ تن آسان ] canının kıymetini bilen, rahatına düşkün.

tenâsur (A.) [ تناصر ] yardımlaşma.

tenâsüb (A.) [ تناسب ] 1.uygunluk. 2.orantı.

tenâsüh (A.) [ تناسخ ] ruhun bedenler arası göçü.

tenâsül (A.) [ تناسل ] üreme, üreyiş.

tenâsülî (A.) [ تناسلی ] üreyiş ile ilgili.

tenâvüb (A.) [ تناوب ] dönüşüm.

tenâzur (A.) [ تناظر ] bakışma, bıkışım, simetri.

tenâzurî (A.) [ تناظری ] bakışık, simetrik.

tenbân (F.) [ تنبان ] don.

tenbel (F.) [ تنبل ] tembel.

tenbîh (A.) [ تنبيه ] 1.uyandırma. 2.uyarı, tembih.

Page 480: osmanlı türkçesi sözlüğü

480

tenbîh edilmek 1.uyandırılmak. 2.uyarılmak, tembihlenmek.

tenbîh etmek uyarmak, tembihlemek.

tenbîhât (A.) [ تنبيهات ] uyarılar, tembihler.

tendürüst (F.) [ تن درست ] sağlıklı, sağlam yapılı.

tene (F.) [ تنه ] gövde.

tenebbüh (A.) [ تنبه ] 1.uyanma. 2.uyarım.

tenebbüt (A.) [ تنبت ] bitme, yeşerme.

tenebbüt etmek bitmek, yeşermek.

teneffür (A.) [ تنفر ] nefret etme, iğrenme.

teneffür etmek nefret etmek, iğrenmek.

teneffüs (A.) [ تنفس ] 1.soluk alma.

teneffüs edilmek soluk alınmak.

teneffüs etmek soluk almak.

tenemmüv etmek serpilmek, gelişip büyümek.

tenevvü' (A.) [ تنوع ] çeşitlilik.

tenevvür (A.) [ تنور ] aydınlanma.

tenevvür etmek aydınlanmak.

tenezzüh (A.) [ تنزه ] gezinti.

tenezzüh etmek gezinti yapmak, gezinmek.

tenezzül (A.) [ تنزل ] 1.alçalma. 2.alçakgönüllülük.

tenezzülen (A.) [ تنزال ] alçakgönüllülükle.

teng (F.) [ تنگ ] dar.

tengdest (F.) [ تنگ دست ] elidarda, yoksul.

Page 481: osmanlı türkçesi sözlüğü

481

tenhâ (F.) [ تنها ] 1.tek başına, yalnız. 2.boş yer, yssız yer.

tenkîd (A.) [ تنقيد ] eleştiri.

tenkîd edilmek eleştirilmek.

tenkîd etmek eleştirmek.

tenkîdât (A.) [ تنقيدات ] eleştiriler.

tenkîh (A.) [ تنقيح ] nikahlama.

tenkîl (A.) [ تنکيل ] 1.uzaklaştırma. 2.ortadan kaldırma. 3.cezalandırma.

tenkîs (A.) [ تنقيص ] azaltma, eksiltme.

tenkîsât (A.) [ تنقيصات ] azaltmalar, eksiltmeler.

tenmiye (A.) [ تنميه ] geliştirme, artırma, nemalandırma.

tenmiye etmek geliştirmek, artırmak.

tennûr (A.) [ تنور ] 1.tandır. 2.fırın.

tennûre (A.) [ تنوره ] mevlevî dervişlerinin sema giysisi.

tenperver (F.) [ تن پرور ] rahatına düşkün.

tensîb (A.) [ تنسيب ] uygun görme.

tensîb edilmek uygun görülmek.

tensîb etmek uygun görmek.

tensîk (A.) [ قتنسي ] düzenleme, tertip etme.

tenşît (A.) [ تنشيط ] neşelendirme.

tenûmend (F.) [ تنومند ] iriyarı, çamyarması.

tenvîm (A.) [ تنویم ] uyutma.

tenvîr (A.) [ تنویر ] 1.aydınlatma, ışıklandırma. 2.düşünce yoluyla aydınlatma.

tenvîr etmek aydınlatmak.

Page 482: osmanlı türkçesi sözlüğü

482

tenzîh (A.) [ تنزیه ] arındırma, uzak tutma, kusur kondurmama.

tenzîh etmek uzak tutmak, kusur kondurmamak.

tenzîl (A.) [ تنزیل ] 1.indirme. 2.indirim.

tenzîlât (A.) [ تنزیالت ] indirim.

tenzîlât yapmak fiyat düşürmek, indirim yapmak.

ter (F.) [ تر ] 1.taze.. 2.ıslak.

ter’îb (A.) [ ترعيب ] korkutma.

terâfuk (A.) [ ترافق ] yardımlaşma.

terâfuk etmek birbirine yardım etmek.

terahhum (A.) [ ترحم ] acıma, merhamet etme.

terahhum etmek acımak, merhamet etmek.

terahhum kılmak acımak, merhamet etmek.

terakkî (A.) [ ترقی ] ilerleme, gelişme.

terakkîperver (A.-F.) [ ترقی پرور ] ilerleme yanlısı.

terakkiyât (A.) [ ترقيات ] ilerlemeler.

terâküm (A.) [ تراکم ] birikim, birikme, yığılma.

terâküm etmek birikmek, yığılmak.

terâküm ettirmek biriktirmek.

terâne (F.) [ ترانه ] 1.İran edebiyatına özgü rubai şekli. 2.makam, ahenk. 3.şarkı.

terâzû (F.) [ ترازو ] terazi.

terbî’ (A.) [ تربيع ] 1.dörtleme. 2.dördün.

terbiye (A.) [ تربيه ] 1.yetiştirme. 2.eğitim. 3.cezalandırma.

terbiyevî (A.) [ تربيوی ] eğitimsel.

Page 483: osmanlı türkçesi sözlüğü

483

terceme (A.) [ ترجمه ] çeviri.

tercî’ (A.) [ ترجيع ] geri çevirme.

tercîh (A.) [ ترجيح ] yeğleme.

tercüman (A.) [ ترجمان ] 1.çevirmen. 2.duyguları, görüşleri dile getiren.

terdâmen (F.) [ تردامن ] iffetsiz. 2.namussuz.

terdîd (A.) [ تردید ] geri çevirme.

terdîf (A.) [ تردیف ] 1.ekleme, iliştirme. 2.terkiye alma.

terdîf eylemek eklemek.

tereddî etmek soysuzlaşmak.

tereddüd (A.) [ تردد ] 1.gidip gelme.2.ikirciklenme.

tereddüd etmek ikirciklenmek.

tereke (A.) [ ترکه ] ölenin geride bıraktıkları.

terekküb (A.) [ ترکب ] 1.oluşum. 2.bileşim.

terekküb etmek oluşmak.

terekkübât (A.) [ ترکبات ] oluşumlar.

terennüm (A.) [ ترنم ] 1. şarkı söyleme, şakıma. 2.dile getirme.

terennüm etmek 1.şarkı söylemek, şakımak. 2.dile getirmek.

teressüb (A.) [ ترسب ] tortulanma.

teressüb etmek tortulanmak.

tereşşüh (A.) [ ترشح ] sızıntı.

terettüb (A.) [ ترتب ] 1.gerekme. 2.üzerine görev düşmek.

terettüb etmek 1.gerekmek. 2.üzerine görev düşmek.

terfî’ (A.) [ ترفيع ] 1.yükseltme. 2.rütbesini yükseltme. 3.bir üst sınıfa geçme.

Page 484: osmanlı türkçesi sözlüğü

484

terfî’ etmek 1.yükselmek. 2.rütbesi yükselmek. 3.bir üst sınıfa geçme.

terfîk (A.) [ ترفيق ] 1.ayak uydurma. 2.arkadaş etme.

terfîk etmek ayak uydurmak.

tergîb (A.) [ ترغيب ] rağbet ettirme, istek uyandırma.

tergîb etmek rağbet ettirmek, istek uyandırmak.

terhîb etmek gözünü korkutmak.

terhîn (A.) [ ترهين ] rehin bırakma.

terhis (A.) [ ترخيص ] 1.izin verme. 2.askerlik süresi dolanı serbest bırakma.

terk (A.) [ ترک ] 1.bırakma. 2.vazgeçme. 3.ayrılma.

terk edilmek 1.bırakılmak. 2.vazgeçilmek.

terk etmek 1.bırakmak. 2.vazgeçmek. 4.ayrılmak.

terk olunmak 1.bırakılmak. 2.vazgeçilmek.

terkeş (F.) [ ترکش ] okluk, sadak.

terkîb (A.) [ ترکيب ] birleştirme, terkip.

terkuve (A.) [ ترقوه ] köprücük kemiği.

termîm (A.) [ ترميم ] onarma, onarım.

termîm edilmek onarılmak.

termîm etmek onarmak.

termîmât (A.) [ تریمات ] onarımlar.

ters (F.) [ ترس ] korku.

tersâ (F.) [ ترسا ] Hıristiyan.

tersân (F.) [ ترسان ] korku ile, korkarak.

tersâyân (F.) [ ترسایان ] Hıristiyanlar.

Page 485: osmanlı türkçesi sözlüğü

485

tersengîz (F.) [ زترس انگي ] korkunç, korku salan.

tersî’ (A.) [ ترصيع ] mücevher işleme, mücevher kakma.

tersîb (A.) [ ترسيب ] tortulandırma.

tersîm (A.) [ ترسيم ] resmetme, resimleme.

tersîm edilmek resimlenmek, resmedilmek.

tersîm etmek resimlemek, resmetmek.

tersnâk (F.) [ ترسناک ] korkunç.

tertîb (A.) [ ترتيب ] 1.dizme. 2.düzen. 3.hazırlama, düzenleme.

tertîb edilmek hazırlanmak, düzenlenmek.

tertîb etmek hazırlamak, düzenlemek.

tertîbât (A.) [ ترتيبات ] düzenlemeler, düzenler.

terütâze (F.) [ تروتازه ] taptaze, çok körpe.

tervîc (A.) [ ترویج ] 1.yaygınlaştırma, rayiç kılma. 2.değerini artırma.

terzebân (F.) [ ترزبان ] hazırcevap.

terzîk (A.) [ ترزیق ] rızıklandırma.

terzîl (A.) [ ترذیل ] rezil etme.

terzîl edilmek rezil edilmek.

terzîl etmek rezil etmek.

tes’îd (A.) [ تسعيد ] kutlama.

tes’îd edilmek kutlanmak.

tes’îd etmek kutlamak.

tesâdüf (A.) [ تصادف ] 1.rastlama. 2.rastlantı.

tesâdüf edilmek rastlanmak.

Page 486: osmanlı türkçesi sözlüğü

486

tesâdüf etmek rastlamak.

tesâdüfen (A.) [ تصادفا ] rastlantı eseri, rastgele.

tesâdüfî (A.) [ تصادفی ] rastlantı eseri, rastgele.

tesâdüm (A.) [ تصادم ] çarpışma, tokuşma.

tesâdüm etmek çarpışmak, tokuşmak.

tesâhub (A.) [ تصاحب ] 1.sahip çıkma. 2.arkadaşlık etme.

tesâmüh (A.) [ تسامح ] hoşgörü.

tesâmühkâr (A.-F.) [ تسامحکار ] hoşgörülü.

tesâmühkârlık (A.-F.-T.) hoşgörü.

tesâmühperver (A.-F.) [ تشامح پرور ] hoşgörülü.

tesânîf (A.) [ تصانيف ] kitaplar.

tesânüd (A.) [ تساند ] dayanışma.

tesâud (A.) [ تصاعد ] göklere yükselme, ağma.

tesâvî (A.) [ تساوی ] eşitlik.

tesâvîr (A.) [ تصاویر ] resimler, tasvirler.

tesbîh (A.) [ تسبيح ] tespih.

tesbît (A.) [ تثبيت ] 1.sağlamlaştırma, tutturma. 2.kanıtlama.

tesbît edilmek 1.tutturulmak. 2.kanıtlamak. 3.belirlenmek.

tesbît etmek 1.tutturmak. 2.kanıtlamak. 3.belirlemek.

tescîl (A.) [ تسجيل ] kayıt defterine geçirme, sicile kaydetme.

tescîl edilmek sicile kaydedilmek.

tescîl etmek sicile kaydetmek.

tesdîs (A.) [ تسدیس ] altılama.

Page 487: osmanlı türkçesi sözlüğü

487

tesellî (A.) [ تسلی ] avutma.

tesellî vermek avutmak.

tesellîkâr (A.-F.) [ تسلی کار ] avutan, teselli veren.

tesellüm (A.) [ تسلم ] teslim alma.

tesellüm etmek teslim almak.

teselsül (A.) [ تسلسل ] zincirleme.

tesettür (A.) [ تستر ] örtünme.

teseyyüb (A.) [ تثيب ] dul kalma.

teshîl (A.) [ تسهيل ] kolaylaştırma.

teshîl etmek kolaylaştırmak.

teshîlât (A.) [ تسهيالت ] kolaylıklar.

teshîr (A.) [ تسخير ] ele geçirme.

teshîr (A.) [ تسحير ] büyüleme.

teskîn (A.) [ تسکين ] yatıştırma, sakinleştirme.

teskîn etmek yatıştırmak, sakinleştirmek.

teskîn olmak yatışmak, sakinleşmek.

teslîh (A.) [ تسليح ] 1.silahlandırma. 2.silahlandırılma.

teslîh edilmek silahlandırılmak.

teslîh etmek silahlandırmak.

teslîm (A.) [ تسليم ] 1.sahibine verme. 2.hakkını verme, doğrulama.

teslîs (A.) [ تثليث ] üçleme.

tesmîm (A.) [ تسميم ] 1.zehirleme. 2.zehirlenme.

tesmîm edilmek zehirlenmek.

Page 488: osmanlı türkçesi sözlüğü

488

tesmîm etmek zehirlemek.

tesmiye (A.) [ تسميه ] adlandırma.

tesmiye edilmek adlandırılmak, denilmek.

tesmiye etmek adlandırmak, demek.

tesmiye olunmak adlandırılmak, denilmek.

tesrî’ (A.) [ تسریع ] hızlandırma.

tesrî’ edilmek hızlandırılmak.

tesrî’ etmek hızlandırmak.

tesvîd (A.) [ تسوید ] 1.karartma. 2.müsvedde yazma.

tesviye (A.) [ تسویه ] 1.eşitleme. 2.düzleme. 3.sonuçlandırma. 4.hesap kapatma.

tesviye edilmek 1.eşitlenmek. 2.düzlenmek. 3.sonuçlandırılmak. 4.hesap

katılmak.

tesviye etmek 1.eşitlemek. 2.düzlemek. 3.sonuçlandırmak. 4.hesap kapatmak.

teşa’şu’ (A.) [ تشعشع ] ışıma.

teşa’ub (A.) [ تشعب ] şubelenme, dallanma.

teşâbüh (A.) [ تشابه ] benzeşme.

teşbîh (A.) [ تشبيه ] benzetme.

teşbîh edilmek benzetilmek.

teşbîh etmek benzetmek.

teşcî’ (A.) [ تشجيع ] yüreklendirme.

teşcî’ edilmek yüreklendirilmek.

teşcî’ etmek yüreklendirmek.

teşcîr etmek ağaçlandırmak.

Page 489: osmanlı türkçesi sözlüğü

489

teşdîd (A.) [ تشدید ] şiddetlendirme, arttırma, çoğaltma.

teşdîd etmek şiddetlendirmek.

teşebbüs (A.) [ تشبث ] girişim.

teşebbüs etmek girişmek, girişimde bulunmak.

teşebbüsât (A.) [ تشبثات ] girişimler.

teşeccür etmek ağaçlaşmak.

teşekkül (A.) [ تشکل ] oluşma, oluşum.

teşekkül etmek oluşmak.

teşekkürât (A.) [ تشکرات ] teşekkürler.

teşennüc (A.) [ تشنج ] kasılma, spazm.

teşerrüf (A.) [ تشرف ] şereflenme.

teşerrüf etmek şereflenmek.

teşevvüş (A.) [ تشوش ] karışıklık.

teşeyyu’ (A.) [ تشيع ] şiîlik.

teşfiye (A.) [ تشفيه ] şifa verme.

teşhîr (A.) [ تشهير ] 1.meşhur etme. 2.sergileme. 3.sergilenme.

teşhîr edilmek sergilenmek.

teşhîr etmek sergilemek.

teşhîs (A.) [ تشخيص ] 1.ayırt etme. 2.kişilik kazandırma. 3.tanı.

teşhîs edilmek 1.ayırt edilmek. 2.tanı konulmak.

teşhîs etmek 1.ayırt etmek. 2.tanı koymak.

teşhîs olunmak. ayırt edilmek.

teşkîl (A.) [ تشکيل ] 1.şekillendirme, oluşturma. 2.kurma.

Page 490: osmanlı türkçesi sözlüğü

490

teşkîl edilmek kurulmak.

teşkîl etmek oluşturmak.

teşne (F.) [ تشنه ] susuz,susamış.

teşnedil (F.) [ تشنه دل ] seven, arzulu, can atan.

teşrî’ (A.) [ تشریع ] yasa koyma.

teşrîf (A.) [ تشریف ] 1.şereflendirme. 2.gelme.

teşrîfât (A.) [ تشریفات ] protokol.

teşrîfatçı (A.-T.) protokol görevlisi.

teşrîh (A.) [ تشریح ] 1.açma. 2.açılama, şerh etme. 3.otopsi. 4.anatomi.

teşrîh etmek açılamak, açıklamalı olarak söylemek veya yazmak.

teşrîhhâne (A.-F.) [ تشریح خانه ] otopsi odası.

teşrîk (A.) [ تشریک ] ortak etme.

teşrîn-i evvel (A.-F.) [ تشرین اول ] Ekim.

teşrîn-i sânî (A.-F.) [ تشرین ثانی ] Kasım.

teşvîk (A.) [ تشویق ] şevklendirme.

teşvîk edilmek şevklendirilmek.

teşvîk etmek şevklendirmek.

teşvîkât (A.) [ تشویقات ] teşvikler.

teşyî’ (A.) [ تشييع ] uğurlama.

teşyî’ edilmek uğurlanmak.

teşyî’ etmek uğurlamak.

tetâbuk (A.) [ تطابق ] uyma, uygun düşme.

tetâbuk etmek uymak, uygun düşmek.

Page 491: osmanlı türkçesi sözlüğü

491

tetebbu’ (A.) [ تتبع ] derinlemesine araştırma, inceleme.

tetebbu’ etmek incelemek.

tetebu’ât (A.) [ تتبعات ] incelemeler.

tetimme (A.) [ تتمه ] tamamlayıcı ek.

tevâfuk (A.) [ توافق ] uygun gelme.

tevaggul (A.) [ توغل ] sürekli uğraşı.

tevahhuş (A.) [ توحش ] korku, korkma.

tevakki (A.) [ توقی ] sakınma, korunma, çekinme.

tevakku’ (A.) [ توقع ] beklenti.

tevakkuf (A.) [ توقف ] durma.

tevakkuf etmek durmak.

tevâlî (A.) [ توالی ] kesintisiz sürme, birbirini izleme.

tevâlî etmek kesintisiz sürmek, birbirini izlemek.

tevânâ (F.) [ توانا ] güçlü.

tevârîh (A.) [ تواریخ ] tarihler.

tevârüs (A.) [ توارث ] miras alma.

tevârüs etmek miras almak.

tevâtur (A.) [ تواتر ] yaygın söylenti.

tevâzu (A.) [ تواضع ] alçakgönüllülük.

tevâzün (A.) [ توازن ] denklik.

tevbe (A.) [ توبه ] tövbe.

tevbîh (A.) [ توبيخ ] azarlama, azar.

tevbîh olunmak azarlanmak.

Page 492: osmanlı türkçesi sözlüğü

492

tevcîh (A.) [ توجيه ] 1.yöneltme, yönlendirme. 2.yorumlama. 3.rütbe verme.

tevdî’ (A.) [ تودیع ] bırakma, görev verme.

tevdî’ etmek bırakmak.

teveccüh (A.) [ توجه ] 1.yönelme, dönme. 2.ilgi gösterme.

teveccüh etmek 1.yönelmek, dönmek. 2.ilgi göstermek. 3.düşmek.

tevellüd (A.) [ تولد ] 1.doğma. 2.doğum. 3.doğum tarihi.

tevellüd etmek doğmak.

teverrüm (A.) [ تورم ] 1.şişme. 2.verem olma.

teverrüm etmek şişmek.

tevessü (A.) [ توسع ] genişleme.

tevessü etmek genişlemek.

tevessül (A.) [ توسل ] 1.el atma, girişme. 3.inanma. 3.sarılma.

tevessül etmek 1.el atmak. 2.sarılmak.

tevezzü’ (A.) [ توزع ] dağılım.

tevfîkan (A.) [ توفيقا ] -e göre, uyarak, bakılarak.

tevhîd (A.) [ توحيد ] birleştirme.

tevhîd edilmek birleştirilmek.

tevhîd etmek birleştirmek.

tevhit etmek bk. tevhîd etmek.

tevkîf (A.) [ توقيف ] 1.durdurma. 2.kapatma. 3.tutuklama.

tevkîf edilmek 1.durdurulmak. 2.kapatılmak. 3.tutuklanmak.

tevkîf etmek 1.durdurmak. 2.kapatmak. 3.tutuklamak.

tevkîl etmek vekil bırakmak.

Page 493: osmanlı türkçesi sözlüğü

493

tevlîd (A.) [ توليد ] 1.doğurtma, üretme. 2.meydana getirme.

tevlîd etmek 1.üretmek. 2.meydana getirmek.

tevsî etmek genişletmek.

tevsî’ (A.) [ توسيع ] 1.genişletme. 2.genişletilme.

tevsî’ edilmek genişletilmek.

tevsîk (A.) [ توثيق ] 1.belgeleme. 2sağlamlaştırma.

tevsîk edilmek belgelendirilmek.

tevsîk etmek belgelendirmek.

tevşîh (A.) [ توشيح ] 1.süsleme. 2.çifte kafiye kullanma.

tevvâb (A.) [ تواب ] 1.çok tövbe eden. 2.tövbe kabul eden Tanrı.

tevzî’ (A.) [ توزیع ] dağıtım, dağıtma.

tevzî’ edilmek dağıtılmak.

tevzî’ etmek dağıtmak.

teyakkuz (A.) [ تيقظ ] uyanıklık.

teyemmün (A.) [ تيمم ] uğur sayma.

tezâd (A.) [ تضاد ] zıtlık, çelişki.

tezâhür (A.) [ تظاهر ] ortaya çıkma, belirme.

tezâhür etmek ortaya çıkmak, belirmek.

tezâhürât (A.) [ تظاهرات ] 1.ortaya çıkışlar, oluşlar. 2.destekler.

tezâyüd (A.) [ تزاید ] artma, çoğalma.

tezâyüd etmek artmak, çoğalmak.

tezekkür (A.) [ تذکر ] ele alınma.

tezelzül (A.) [ تزلزل ] sarsılma, sarsıntı.

Page 494: osmanlı türkçesi sözlüğü

494

tezerv (F.) [ تذرو ] sülün.

tezevvüc (A.) [ تزوج ] evllilik, evlenme.

tezhîb (A.) [ تذهيب ] 1.süsleme. 2.yaldızlama. 3.altın sürme.

tezkâr (A.) [ تذکار ] anma hatırlama.

tezkâr eylemek hatırlatmak.

tezkîr (A.) [ تذکير ] hatırlatma.

tezkîr edilmek hatırlatılmak, dile getirilmek.

tezkîr etmek hatırlatmak, dile getirmek.

tezlîl (A.) [ تذليل ] aşağılama, zelil etme.

tezvîc (A.) [ تزویج ] evlendirme.

tezvîc etmek evlendirmek.

tezvîr (A.) [ تزویر ] arabozuculuk.

tezyîd (A.) [ تزیيد ] arttırma.

tezyîd etmek arttırmak.

tezyîd olunmak arttırılmak.

tezyîn (A.) [ ينتزی ] 1.süsleme. 2.süslenme.

tezyîn edilmek süslenmek, bezenmek.

tezyînat (A.) [ تزیينات ] süslemeler, süsler.

tıbb (A.) [ طب ] tıp.

tıbbî (A.) [ طبی ] tıp ile ilgili.

tıbbiye (A.) [ طبيه ] tıp fakültesi, tıp okulu.

tıfl (A.) [ طفل ] küçük çocuk.

tıflâne (A.-F.) [ طفالنه ] çocukça, çocuksu.

Page 495: osmanlı türkçesi sözlüğü

495

tılâ (A.) [ طالع ] yaldız.

tınab (A.) [ طناب ] sicim, çadır ipi.

tıraş (F.) [ تراش ] tıraş.

tıynet (A.) [ طينت ] mizaç.

tıynetsiz (A.-T.) kötü mayalı, karaktersiz.

tîb (A.) [ طيب ] güzel koku.

ticârethâne (A.-F.) [ تجارت خانه ] ticaret yapılan işyeri.

tîğ (F.) [ تيغ ] kılıç.

tilâvet (A.) [ تالوت ] güzel Kur’ân okuma.

tilâvet etmek usûlüne göre Kur’ân okumak.

tilmîz (A.) [ تلميذ ] öğrenci.

tîmâr (F.) [ تيمار ] 1.bakım. 2.tımar.

tîmârhâne (F.) [ رخانهتيما ] akıl hastanesi.

timsâh (A.) [ تمساح ] timsah.

timsâl (A.) [ تمثال ] 1.resim. 2.sembol.

timsâlî (A.) [ تمثالی ] sembolik.

tîr (F.) [ تير ] 1.ok. 2.sevgilinin kirpiği.

tîrâje (F.) [ تيراژه ] gökkuşağı.

tîrdân (F.) [ تيردان ] okluk, sadak.

tîre (F.) [ تيره ] 1.karanlık. 2.bulanık. 3.koyu.

tîrendâz (F.) [ تيرانداز ] okçu.

tîrkeş (F.) [ تيرکش ] okluk, sadak.

tiryâk (A.) [ تریاک ] 1.panzehir. 2.afyon.

Page 496: osmanlı türkçesi sözlüğü

496

tiryâkî (A.) [ تریاکی ] 1.esrarkeş. 2.sigara tutkunu.

tis’a (A.) [ تسعه ] dokuz.

tis’în (A.) [ تسعين ] doksan.

tîşe (F.) [ تيشه ] 1.keser. 2.balta.

tîz (F.) [ تيز ] 1.keskin. 2.sivri. 3.çabuk tez.

tîzâb (F.) [ تيزاب ] kezzap.

töhmet (A.) [ تهمت ] suç.

tu’me (A.) [ طعمه ] 1.yem. 2.yiyecek. 2.tat.

tûde (F.) [ توده ] yığın.

tufeylât (A.) [ طفيالت ] parazitler.

tufeylî (A.) [ طفيلی ] parazit.

tufeyliyet (A.) [ طفيليت ] parazitlik.

tuffah (A.) [ تفاح ] elma.

tufû (F.) [ تفو ] 1.tükrük. 2.tüh!

tufûliyyet (A.) [ طفوليت ] çocukluk.

tuğrâkeş (T.-F.) [ طغراکش ] tuğracı.

tuğyân (A.) [ يانطغ ] 1.taşkınlık, azgınlık. 2.taşkın.

tuhaf (A.) [ تحف ] 1.ilginç. 2.hediyeler. 3.gülünç.

tuhfe (A.) [ تحفه ] hediye.

tuhm (F.) [ تخم ] tohum.

tûl (A.) [ طول ] 1.uzunluk. 2.boylam.

tûlânî (A.) [ طوالنی ] uzunluğuna.

tullâb (A.) [ طالب ] öğrenciler.

Page 497: osmanlı türkçesi sözlüğü

497

tulû (A.) [ طلوع ] doğuş.

tulûât (A.) [ طلوعات ] doğaçlamalar.

tûranî (T.-F.) [ تورانی ] Turanlı.

tûraniyülasl (T.-A.) [ تورانی االصل ] Tûran asıllı.

turfa (A.) [ طرفه ] yepyeni, görülmemiş şey.

turre (A.) [ طره ] saç lülesi.

turş (F.) [ ترش ] ekşi.

turuk (A.) [ طرق ] yollar.

turuncî (F.) [ ترنجی] turuncu.

tûsen (F.) [ توسن ] serkeş at.

tûşe (F.) [ توشه ] azık.

tût (F.) [ توت ] dut.

tûtî (F.) [ طوطی ] papağan, dudu kuşu.

tuyûf (A.) [ طيوف ] tayflar.

tuyûr (A.) [ طيور ] kuşlar.

tüccâr (A.) [ تجار ] tacirler.

tükme (F.) [ تکمه ] düğme.

tünbek (F.) [ تنبک ] dümbelek.

tünd (F.) [ تند ] 1.hızlı. 2.keskin. 3.acı. 3.şiddetli.

tündbâd (F.) [ تندباد ] kasırga.

tündmizâc (F.-A.) [ تندمزاج ] asabî mizaçlı.

türâb (A.) [ تراب ] toprak.

türb (F.) [ ترب ] turp.

Page 498: osmanlı türkçesi sözlüğü

498

türbet (F.) [ تربت ] türbe.

türk 1.Türk. 2.güzel.

türkân (T.-F.) [ ترکان ] 1.Türkler. 2.güzeller.

türkiyât (T.-A.) [ ترکيات ] Türklük araştırmaları, türkoloji.

türktâz (T.-F.) [ ترکتاز ] 1.koşturma, koşma. 2.yağmalama.

türrehe (A.) [ ترهه ] zırva.

türşî (F.) [ ترشی ] 1.ekşilik. 2.turşu.

türşrû (F.) [ ترش رو ] suratı sirke satan, ekşi suratlı.

tüvân (F.) [ توان ] güç.

tüvânâ (F.) [ توانا ] güçlü.

tüvânger (F.) [ توانگر ] zengin.

Page 499: osmanlı türkçesi sözlüğü

499

U

u’cûbe (A.) [ اعجوبه ] acayip, şaşılacak şey.

ubûdiyyet (A.) [ عبودیت ] kulluk.

ubûr (A.) [ عبور ] geçiş.

ucb (A.) [ عجب ] kendini beğenme.

ûd (A.) [ عود ] 1.öd ağacı. 2.ud.

ûdî (A.) [ عودی ] ud sanatçısı.

udûl (A.) [ عدول ] vazgeçme.

udûl etmek vazgeçmek.

ufuk (A.) [ افق ] ufuk.

ufûnet (A.) [ عفونت ] 1.yangı. 2.kötü koku.

uhde (A.) [ عهده ] sorumluluk.

uhrâ (A.) [ اخری ] başka, diğer.

uhrevî (A.) [ اخروی ] ahiret ile ilgili.

uht (A.) [ اخت ] kızkardeş.

uhuvvet (A.) [ اخوت ] kardeşlik.

ukâb (A.) [ عقاب ] kartal.

ukalâ (A.) [ عقال ] akıl sahipleri.

ukbâ (A.) [ عقبی ] ahiret.

ukde (A.) [ عقده ] 1.düğüm. 2.gönül üzüntüsü. 3.sorun.

Page 500: osmanlı türkçesi sözlüğü

500

ukûbât (A.) [ عقوبات ] cezalar.

ukûbet (A.) [ عقوبت ] ceza.

ukûbet bulmak cezalandırılmak.

ukûd (A.) [ عقود ] akitler.

ukûl (A.) [ عقول ] akıllar.

ûlâ (A.) [ اولی ] ilk, birinci.

ulemâ (A.) [ علما ] bilginler.

ulûfe (A.) [ علوفه ] 1.yem. 2.yeniçeri maaşı.

ulûhiyyet (A.) [ الوهيت ] tanrılık.

ulûm (A.) [ علوم ] ilimler.

ûlülazm (A.) [ اولو العظم ] büyük peygamber.

ûlülebsâr (A.) [ بصاراولو اال ] görüş sahipleri.

ûlülemr (A.) [ اولو االمر ] padişah.

ulüvv (A.) [ علو ] yücelik.

ulvî (A.) [ علوی ] yüce.

ulyâ (A.) [ عليا ] 1.çok yüce. 2.yukarı, üst.

umde (A.) [ عمده ] 1.dayanak. 2.ilke, prensip.

umk (A.) [ عمق ] derinlik.

ummâl (A.) [ عمال ] 1.görevliler. 2.yöneticiler.

ummân (A.) [ عمان ] okyanus.

umran (A.) [ عمران ] bayındırlık.

umûm (A.) [ عموم ] 1.genel. 2.halk. 3.tüm.

umûmen (A.) [ عموما ] genellikle.

Page 501: osmanlı türkçesi sözlüğü

501

umûmhâne (A.-F.) [ عموم خانه ] genelev.

umûmî (A.) [ عمومی ] genel.

umûmîleşmek genelleşmek.

umûmiyyet (A.) [ عموميت ] genellik.

umûmiyyetle (A.-T.) genellikle.

umûr (A.) [ امور ] işler.

unf (A.) [ عنف ] sertlik, katılık, şiddet.

unfen (A.) [ عنفا ] sertçe, şiddet kullanarak, kabalıkla.

unfuvân (A.) [ عنفوان ] gençlik ödnemi.

unmûzec (A.) [ انموذج ] örnek.

unnâb (A.) [ عناب ] hünnap.

unsur (A.) [ عنصر ] 1.eleman.madde. 2.topluluk.

urefâ (A.) [ عرفا ] arifler.

urûc (A.) [ عروج ] yükselme, göklere ağma.

urûc etmek yükselmek, göklere ağmak.

urûk (A.) [ عروق ] 1.damarlar. 2.ırklar.

urve (A.) [ عروه ] kulp.

uryân (A.) [ عریان ] çıplak, üryan.

usâre (A.) [ عصاره ] özsuyu.

usr (A.) [ عسر ] güçlük.

usret (A.) [ عسرت ] güçlük, sıkıntı, zorluk.

ustûre (A.) [ اسطوره ] efsane, mitoloji.

ustûrevî (A.) [ اسطوروی ] efsanevî, mitolojik.

Page 502: osmanlı türkçesi sözlüğü

502

usûl (A.) [ اصول ] 1.asıllar. 2.yöntem, yol yordam, metod.

usûlî (A.) [ اصولی ] metodik.

uşşâk (A.) [ عشاق ] aşıklar.

utrûş (A.) [ اطروش ] sağır.

utûfet (A.) [ عطوفت ] şefkat.

uyûb (A.) [ عيوب ] kusurlar.

uyûn (A.) [ عيون ] gözler.

uzlet (A.) [ عزلت ] köşesine çekilme.

uzletgâh (A.-F.) [ عزلتگاه ] inziva yeri.

uzletgüzin (A.-F.) [ عزلت گزین ] köşesine çekilen, münzevi.

uzletgüzin olmak köşesine çekilmek.

uzmâ (A.) [ عظمی ] büyük, çok büyük.

uzûbet (A.) [ عذوبت ] 1.tatlılık. 2.şirinlik, alımlılık.

uzûbet (A.) [ عزوبت ] bekarlık.

uzv (A.) [ عضو ] 1.organ. 2.üye.

uzvî (A.) [ عضوی ] organik.

uzviyye (A.) [ عضویه ] canlı, organik.

uzviyyet (A.) [ عضویت ] canlı.

Page 503: osmanlı türkçesi sözlüğü

503

Ü

übbehet (A.) [ ابهت ] ululuk.

übüvvet (A.) [ تابو ] babalık.

ücret (A.) [ اجرت ] hizmet karşılığında verilen para.

ücûr (A.) [ اجور ] ücretler.

ücûrât (A.) [ اجورات ] ücretler.

üdebâ (A.) [ ادبا ] edipler.

üf’ûle (A.) [ افعوله ] .görev, fonksiyon.

üf’ûlevî (A.) [ افعولوی ] görevle ilgili, fonksiyonel.

üftâde (F.) [ افتاده ] 1.düşmüş. 2.düşkün. 3.aşık. 4.zavallı.

üftâdegân (F.) [ افتادگان ] 1.düşmüşler. 2.düşkünler. 3.aşıklar. 4.zavallılar.

üftânühîzân (F.) [ افتان و خيزان ] düşe kalka.

üfûl (A.) [ افول ] 1.batış. 2.ölüm.

ükül (A.) [ اکل ] 1.meyva. 2.azık. 3.zeka.

ülfet (A.) [ الفت ] 1.dostluk. 2.kaynaşma. 3.görüşme, konuşma.

ülfet etmek 1.dostluk kurmak. 2.kaynaşmak, alışmak. 3.görüşmek, konuşmak.

ümem (A.) [ امم ] ümmetler.

ümenâ (A.) [ امنا ] güvenilir kişiler.

ümerâ (A.) [ امرا ] emirler.

ümîd (F.) [اميد ] ümit, umut.

Page 504: osmanlı türkçesi sözlüğü

504

ümîd etmek umutlanmak.

ümîdbahş (F.) [ اميدبخش ] ümit verici.

ümîdbahşî (F.) [ اميدبخشی ] ümit verme.

ümîdvâr (F.) [ اميدوار ] ümitli.

ümîdvârî (F.) [ اميدواری ] ümitli olma.

ümm (A.) [ ام ] anne, ana.

ümmehât (A.) [ امهات ] 1.anneler. 2.temeller, esaslar.

ümmet (A.) [ امت ] ümmet, bir peygambere bağlı olanlar.

ümmîd (F.) [ اميد ] ümit.

ümmiyyet (A.) [ اميت ] ümmîlik, hiç okuma yazma bilmeyen.

ümmülbilâd (A.) [ ام البالد ] Mekke.

ümmülkitâb (A.) [ ام الکتاب ] 1.Fâtiha sûresi. 2.levhimahfuz.

ümmülkurâ (A.) [ ام القرا ] Mekke.

ümrân (A.) [ عمران ] bayındırlık, kalkınma.

ünâs (A.) [ اناس ] halk.

ünbûbe (A.) [ انبوبه ] 1.boru. 2.kılcal damar.

üns (A.) [ انس ] alışma.

ünsiyyet (A.) [ انسيت ] alışma.

ünsiyyet kesb etmek alışmak.

ünûset (A.) [ انوثت ] dişilik.

ürcûfe (A.) [ ارجوفه ] yalan dolan, uydurma söz, martaval.

üryân (A.) [ عریان ] çıplak, anadan doğma.

üsbû’ (A.) [ اسبوع ] hafta.

Page 505: osmanlı türkçesi sözlüğü

505

üsbû’î (A.) [ اسبوعی ] haftalık.

üserâ (A.) [ اسرا ] tutsaklar, esirler.

üskuf (A.) [ اسقف ] papaz.

üslûb (A.) [ اسلوب ] anlatım tarzı.

üss (A.) [ اس ] 1.üs. 2.esas.

üssülesâs (A.) [ اس االساس ] asıl, temel.

üstâd (F.) [ استاد ] 1.üstat. 2.profesör. 3.usta.

üstâdâne (F.) [ استادانه ] ustaca.

üstâdî (F.) [ استادی ] 1.ustalık. 2.üstatlık.

üstûr (F.) [ استور ] binek ve yük hayvanı.

üstûre (A.) [ اسطوره ] 1.efsane. 2.uydurma söz.

üstühan (F.) [ استخوان ] kemik.

üstüre (F.) [ استره ] ustura.

üstüvâne (A.) [ استوانه ] silindir.

üstüvâr (F.) [ استوار ] 1.sağlam. 2.güvenilir.

üstüvârî (F.) [استواری] 1.sağlamlık. 2.güvenilirlik.

üştür (F.) [ اشتر ] deve.

üştürban (F.) [ اشتربان ] deveci.

üştürdil (F.) [ اشتردل ] kinci.

üştürhâr (F.) [ اشترخار ] deve dikeni.

üzn (A.) [ اذن ] kulak.

Page 506: osmanlı türkçesi sözlüğü

506

V

va’d (A.) [ وعد ] vaat.

va’d edilmek vaat edilmek.

va’d etmek vaat etmek.

va’z (A.) [ وعظ ] vaaz, dinî öğüt.

vâbeste (F.) [ وابسته ] bağlı.

vâbestegân (F.) [ وابستگان ] bağlılar.

vâcib (A.) [ واجب ] gerekli.

vâcib olmak gerekmek.

vâcibât (A.) [ واجبات ] gerekenler, yapılması gerekli olanlar.

vâcibe (A.) [ واجبه ] gereken, yapılması gerekli olan.

vâcibülîfâ (A.) [ واجب االیفا ] yapılması gereken, yerine getirilmesi gereken.

vâcibülvücûd (A.) [ واجب الوجود ] Tanrı.

vâcid (A.) [ واجد ] 1.Tanrı. 2.meydana getiren.

vâdî (A.) [ وادی ] 1.vadi. 2.nehir yatağı. 2.saha, alan.

vâfir (A.) [ وافر ] bol.

vâh (A.) [ واه ] vah, yazık.

vâha (A.) [ واحه ] vaha, çöl ortasındaki yeşil alan.

vahâmet (A.) [ وخامت ] korkunçluk, vehamet, tehlikeli durum.

vâhasretâ (A.) [ واحسرتا ] eyvahlar olsun.

Page 507: osmanlı türkçesi sözlüğü

507

vâhayfâ (A.) [ واحيفا ] yazıklar olsun, eyvahlar olsun, vah vah.

vahdânî (A.) [ وحدانی ] Tanrı’nın birliği ile ilgili.

vahdâniyyet (A.) [ وحدانيت ] Tanrı’nın tekliği.

vahdet (A.) [ وحدت ] 1.teklik. 2.birlik, beraberlik.

vâhî (A.) [ واهی ] yararsız.

vâhid (A.) [ واحد ] tek, bir tane.

vahîd (A.) [ وحيد ] tek, biricik.

vahîm (A.) [ وخيم ] korkunç.

vahş (A.) [ وحش ] yabanıl.

vahşet (A.) [ وحشت ] 1.yabanîlik. 2.korku.

vahşetengîz (A.-F.) [ وحشت انگيز ] korkunç, korku salan.

vahşetnâk (A.-F.) [ وحشتناک ] 1.korkunç. 2.ıssız.

vahşî (A.) [ وحشی ] 1.yabanî. 2.acımasız.

vahy (A.) [ وحی ] vahiy.

vâiz (A.) [ واعظ ] vaaz veren, dinî öğütler eden.

vâjgûn (F.) [ واژگون ] baş aşağı, tepetakla, tersyüz olmuş.

vak’a (A.) [ وقعه ] 1.olay. 2.savaş.

vak’anüvis (A.-F.) [ وقعه نویس ] tarih yazarı.

vak’anüvîsân (A.-F.) [ وقعه نویسان ] tarih yazarları.

vakar (A.) [ وقار ] ağırbaşlılık.

vakâyi’ (A.) [ وقایع ] olaylar.

vakf (A.) [ وقف ] 1.durma, duruş. 2.durdurma. 3.vakıf. 4.adama.

vakfe (A.) [ وقفه ] durma, duraklama.

Page 508: osmanlı türkçesi sözlüğü

508

vakfegâh (A.-F.) [ وقفه گاه ] durulacak yer, durak.

vakfiyye (A.) [ وقفيه ] vakıf belgesi.

vâkıa (A.) [ واقعه ] 1.olay. 2.gerçek.

vâkıât (A.) [واقعات ] olaylar.

vâkıf (A.) [ واقف ] 1.vakfeden. 2.anlamak, bilmek.

vâki (A.) [ عواق ] olan, meydana gelen, gerçekleşmiş olan.

vâki’ olmak 1.olmak, meydana gelmek, gerçekleşmek. 2.bulunmak, yer almak.

vakiyye (A.) [ وقيه ] okka.

vakt (A.) [ وقت ] vakit.

vaktâki (A.-F.) [ وقتاکه ] –diği zaman.

vakûr (A.) [ وقور ] ağırbaşlı.

vakûrâne (A.-F.) [ وقورانه ] ağırbaşlılıkla.

vâlâ (F.) [ واال ] yüksek, yüce.

vâlâcâh (F.) [ واالجاه ] yüksek mevki sahibi.

vâlâkadr (F.-A.) [ واالقدر ] saygıdeğer.

vâlid (A.) [ والد ] 1.baba. 2.yol açan, doğuran.

vâlide (A.) [ والده ] anne, ana.

vâlideyn (A.) [ والدین ] anababa.

vâlih (A.) [ واله ] şaşkın.

vâliyân (A.-F.) [ واليان ] valiler.

vâm (F.) [ وام ] borç.

vâmdâr (F.) [ وامدار ] borçlu.

vâmhâh (F.) [ وامخواه ] alacaklı.

Page 509: osmanlı türkçesi sözlüğü

509

vâpesin (F.) [ واپسين ] sonuncu.

vâr (F.) [ وار ] gibi, benzer.

varak (A.) [ ورق ] 1.yaprak. 2.kağıt. 3.plaka.

varaka (A.) [ ورقه ] 1.belge. 2.bir yaprak.

varakpâre (A.-F.) [ ورق پاره ] 1.kağıt parçası. 2.pusula, not.

vâreste (F.) [ وارسته ] 1.kurtulmuş, rahat. 2.uzak.

vârî (F.) [ واری ] gibi.

vârid (A.) [ وارد ] 1.gelen, ulaşan. 2.sözkonusu.

vâridât (A.) [ واردات ] kazanç, gelir.

vâride (A.) [ وارده ] 1.gelen, ulaşan. 2.akla gelen.

vâris (A.) [ وارث ] mirasçı.

varta (A.) [ ورطه ] 1.uçurum. 2.tehlike.

vârûn (F.) [ وارون ] ters, başaşağı.

vârûne (F.) [ وارونه ] ters, başaşağı.

vasat (A.) [ وسط ] 1.orta. 2.ortalama.

vasatî (A.) [ وسطی ] 1.ortalama. 2.orta.

vasf (A.) [ وصف ] 1.nitelik, özellik. 2.övgü.

vâsıl (A.) [ واصل ] ulaşan, kavuşan, gelen.

vâsıl olmak ulaşmak, kavuşmak.

vâsıta (A.) [ واسطه ] 1.aracı. 2.araç, alet.

vâsi’ (A.) [ واسع ] 1.geniş. 2.yaygın. 3.kapsamlı. 4.enli. 5.bol.

vasiyyet (A.) [ وصيت ] vasiyet.

vasiyyetnâme (A.-F.) [ وصيت نامه ] vasiyet mektubu.

Page 510: osmanlı türkçesi sözlüğü

510

vasl (A.) [ وصل ] 1.ulaşma. 2.kavuşma, vuslat. 3.bağlama, ulama.

vassaf (A.) [ وصاف ] öven, anlatan, tavsif eden.

vassal (A.) [ وصال ] ulaştıran.

vatan (A.) [ وطن ] yurt.

vatandaş (A.-T.) [ وطنداش ] yurttaş.

vatanî (A.) [ وطنی ] yurt ile ilgili.

vatanperver (A.-F.) [ وطن پرور ] yurtsever.

vatanperverâne (A.-F.) [ وطن پرورانه ] yurtseverce.

vâveylâ (A.) [ واویال ] 1.yazık, eyvahlar olsun. 2.çığlık.

vâveylâ düşmek çığlıklar atılmak.

vâye (F.) [ وایه ] kısmet.

vaz’ (A.) [ وضع ] 1.koyma, konulma. 2.bırakma. 3.atama. 4.durum, konum.

vaz’ -ı haml [ وضع حمل ] doğum.

vaz’ -ı kadîm [ ع قدیموض ] eski konum, eski durum.

vaz’ -ı yed [ وضع ید ] el koyma.

vaz’ -ı yed edilmek el konulmak.

vaz’ -ı yed etmek el koymak.

vaz’ etmek koymak.

vaz’an (A.) [ وضعا ] konumu bakımından.

vazâif (A.) [ وظائف ] görevler, ödevler.

vâzı’ (A.) [ واضع ] 1.koyan, koyucu. 2.hazırlayıcı.

vâzıh (A.) [ واضح ] açık, net.

vâzıhan (A.) [ واضحا ] açıkça, açık olarak.

Page 511: osmanlı türkçesi sözlüğü

511

vazî' (A.) [ وضيع ] 1.alçak, aşağı. 2.mütevazi.

vazîfe (A.) [ وظيفه ] 1.görev. 2.ödev.

vazîfedâr (A.-F.) [ وظيفه دار ] görevli.

vazîfeşinas (A.) [ وظيفه شناس ] görevine düşkün.

vaziyet (A.) [ وضعيت ] durum, konum.

vebâl (A.) [ وبال ] günah.

vecâhet (A.) [ وجاهت ] yüz güzelliği.

vecd (A.) [ وجد ] coşku.

vecdâver (A.-F.) [ وجدآور ] coşkulu, heyecanlandıran.

vech (A.) [ وجه ] 1.yüz. 2.sebep, ilgi, münasebet, vasıta. 3.yüzey.

veche (A.) [ وجهه ] 1.yüz. 2.yön, taraf.

vecîbe (A.) [ وجيبه ] yapılması gereken, görev.

vecîz (A.) [ وجيز ] özlü.

vecîze (A.) [ وجيزه ] özdeyiş.

vedâ (A.) [ وداع ] ayrılış, ayrılma.

vedâyi’ (A.) [ ودایع ] emanetler.

vedîa (A.) [ ودیعه ] emanet.

vefâ (A.) [ وفا ] 1.sözünde durma. 2.dostluğu sürdürme.

vefâ etmek sözünde durmak, vefa göstermek.

vefâdâr (A.-F.) [ وفادار ] vefalı.

vefâkâr (A.-F.) [ وفاکار ] vefalı.

vefât (A.) [ وفات ] ölüm.

vefât etmek ölmek.

Page 512: osmanlı türkçesi sözlüğü

512

vefeyât (A.) [ وفيات ] ölümler.

vefk (A.) [ وفق ] 1.uyum. 2.uygun.

vegayrühü (A.) [ وغيره ] ondan başka.

vegayrühüm (A.) [ وغيرهم ] ondan başkaları.

veh (F.-A.) [ وه ] vah.

vehb (A.) [ وهب ] bağış, vergi.

vehbî (A.) [ وهبی ] Tanrı vergisi.

vehelümmecerrâ (A.) [ و هلم جری ] var gerisini kıyas et.

vehhâb (A.) [ وهاب ] çok bağışlayıcı Tanrı.

vehhâbiyyet (A.) [ وهابيت ] vehhâbîlik.

vehhâbiyyûn (A.) [ وهابيون ] vehhâbîler.

vehim (A.) [ وهم ] kuruntu.

vehleten (A.) [ ةوهل ] ansızın.

vehm (A.) [ همو ] kuruntu.

vehmî (A.) [ وهمی ] kuruntuya dayalı, evham üstüne kurulmuş.

vehmnâk (A.-F.) [ وهمناک ] kuruntulu.

veillâ (A.) [ واال ] yoksa, aksi takdirde.

vekâhat (A.) [ وقاحت ] arsızlık, utanmazlık, hayasızlık.

vekâlet (A.) [ وکالت ] 1.vekillik. 2.bakanlık. 3.avukatlık.

vekâleten (A.) [ ةوکال ] vekil olarak.

vekâletnâme (A.-F.) [ وکالت نامه ] vekillik belgesi.

vekâletpenâh (A.-F.) [ وکالت پناه ] sadrazam.

vekâyi’ (A.) [ وقایع ] 1.olaylar. 2.savaşlar.

Page 513: osmanlı türkçesi sözlüğü

513

vekıs’alâhâzâ (A.) [ وقس علی هذا ] bununla kıyasla.

vekil (A.) [ وکيل ] 1.avukat. 2.biri tarafından yetki verilmiş. 3.bakan.

velâdet (A.) [ والدت ] 1.doğum. 2.doğum günü.

velâyet (A.) [ والیت ] 1.velîlik. 2.dostluk. 3.otorite.

velev (A.) [ ولو ] olsa da.

velhâsıl (A.) [ والحاصل ] kısaca, sözün kısası.

velî (A.) [ ولی ] 1.ermiş, velî. 2.çocuktan sorumlu olan.

velî (F.) [ ولی ] ama, fakat.

velîahd (A.) [ وليعهد ] veliaht.

velîk (F.) [ وليک ] ama, ancak.

velîkin (F.) [ وليکن ] ama, ancak.

velîme (A.) [ وليمه ] 1.ziyafet. 2.düğün.

velûd (A.) [ ولود ] 1.doğurgan. 2.üretken.

velvele (A.) [ ولوله ] gürültü patırtı.

verâ (A.) [ ورا ] öte.

verâset (A.) [ وراثت ] varislik.

verd (A.) [ ورد ] gül.

verem (A.) [ ورم ] 1.şişkinlik, şiş. 2.verem, tüberküloz.

verese (A.) [ ورثه ] varisler, mirasçılar.

verîd (A.) [ ورید ] toplardamar.

vesâik (A.) [ وثائق ] belgeler.

vesâil (A.) [ وسائل ] sebepler.

vesâit (A.) [ وسائط ] 1.araçlar. 2.aracılar.

Page 514: osmanlı türkçesi sözlüğü

514

vesâtet (A.) [ وساطت ] aracılık.

vesâyâ (A.) [ وصایا ] vasiyetler.

vesîka (A.) [ وثيقه ] belge.

vesîle (A.) [ وسيله ] 1.sebep, bahane. 2.yol.

vesme (A.) [ وسمه ] rastık.

vesvese (A.) [ وسوسه ] kuruntu.

veş (F.) [ وش ] gibi.

veşak (A.) [ وشق ] vaşak.

veted (A.) [ وتد ] kazık.

veter (A.) [ وتر ] 1.kiriş. 2.saz teli.

vetîre (A.) [ وتيره ] 1.üslup. 2.süreç. 3.dar yol.

veyl (A.) [ ویل ] yazık, yazıklar olsun, eyvahlar olsun.

vezâif (A.) [ وظائف ] görevler, ödevler.

vezân (F.) [ وزان ] esen.

vezâret (A.) [ وزارت ] vezirlik.

vezîr (A.) [ وزیر ] eskiden bakanlık görevini üstlenen kişi.

vezn (A.) [ وزن ] ağırlık.

vezne (A.) [ وزنه ] 1.ağırlık. 2.tartı. 3.para gişesi.

veznedâr (A.-F.) [ وزنه دار ] gişe görevlisi.

vicâhen (A.) [ وجاها ] yüzleşerek, yüzüne karşı.

vicâhî (A.) [ وجاهی ] yüzyüze.

vicdân (A.) [ وجدان ] iyi ile kötüyü ayırt edip değerlendirme duygusu.

vicdânen (A.) [ وجدانا ] vicdan bakımından.

Page 515: osmanlı türkçesi sözlüğü

515

vidâd (A.) [ وداد ] 1.sevgi. 2.dostluk.

vikâye (A.) [ وقایه ] koruma.

vikâye etmek korumak, esirgemek, kayırmak.

vilâdet (A.) [ والدت ] 1.doğum. 2.doğum günü.

vilâyât (A.) [ والیات ] vilayetler.

vildân (A.) [ ولدان ] 1.bebekler. 2.köleler.

vîrân (F.) [ ویران ] 1.yıkık, harap olmuş. 2.yıkıntı, harabe.

vîrân etmek yıkmak, harap etmek.

vîrân olmak 1.yıkılmak, harap olmak. 2.perişan olmak.

vîrâne (F.) [ ویرانه ] yıkıntı alan, harap yer, harap bina.

vîrânî (F.) [ ویرانی ] haraplık.

vird (A.) [ ورد ] dua.

vird etmek dua etmek.

visâk (A.) [ وثاق ] antlaşma.

visâl (A.) [ وصال ] 1.ulaşma, varma. 2.kavuşma, vuslat.

vufûr (A.) [ وفور ] bolluk.

vuhûş (A.) [ وحوش ] 1.vahşiler. 2.yaban hayvanları.

vukû bulmak meydana gelmek, cereyan etmek, gerçekleşmek.

vukû’ (A.) [ وقوع ] meydana gelme, cereyan etme.

vukûât (A.) [ وقوعات ] 1.olaylar. 2.polisiye olaylar.

vukûf (A.) [ وقوف ] bir konu hakkında geniş bilgi sahibi olma.

vukufsuz (A.-T.) bilgisiz.

vuskâ (A.) [ وثقی ] sağlam.

Page 516: osmanlı türkçesi sözlüğü

516

vusla (A.) [ وصله ] 1.ek. 2.yama.

vuslat (A.) [ وصلت ] 1.ulaşma. 2.kavuşma.

vustâ (A.) [ وسطی ] orta, iç.

vusûl (A.) [ وصول ] ulaşma, gelme.

vusûl eylemek gelmek, ulaşmak.

vuzû (A.) [ وضوء ] abdest.

vuzûh (A.) [ وضوح ] açıklık.

vücûb (A.) [ وجوب ] gereklilik.

vücûd (A.) [ وجود ] 1.varlık. 2.beden. 3.var oluş.

vücûd bulmak meydana gelmek, oluşmak.

vücûh (A.) [ وجوه ] 1.yüzler. 2.şekiller, tarzlar. 3.yüzeyler. 4.ileri gelenler.

vüfûd (A.) [ وفود ] elçiler.

vüfûr (A.) [ وفور ] bolluk.

vükelâ (A.) [ وکال ] 1.vekiller. 2.bakanlar.

vülât (A.) [ والت ] valiler.

vürûd (A.) [ ورود ] giriş, geliş.

vürûd etmek girmek, gelmek.

vüs’ (A.) [ وسع ] 1.genişlik. 2.kapasite. 3.takat.

vüs’at (A.) [ وسعت ] 1.genişlik. 2.kapasite. 3.parasal yeterlik. 4.genlik.

vüskâ (A.) [ وثقی ] sağlam.

vüsûk (A.) [ وثوق ] 1.sağlamlık. 2.güvenilirlik.

vüzerâ (A.) [ وزرا ] vezirler.

Page 517: osmanlı türkçesi sözlüğü

517

Y

yâ (A.) [ یا ] ey.

yâb (F.) [ یاب ] bulan.

yâbis (A.) [ یابس ] kuru.

yâd (F.) [ یاد ] 1.hatırlama. 2.gönül, hatır. 3.anı, hatıra.

yâd edilmek anılmak, hatırlanmak.

yâd etmek anmak, hatırlamak.

yâdgâr (F.) [ یادگار ] 1.anı. 2.hatıra.

yadigâr bk. yâdgâr.

yağmâ (F.) [ یغما ] talan, çapul.

yağma eylemek talan etmek, yağmalamak.

yağmâger (F.) [ یغماگر ] yağmacı.

yah (F.) [ یخ ] buz.

yahbeste (F.) [ یخ بسته ] buzlanmış, donmuş.

yâhud (F.) [ یاخود ] yahut.

yâis (A.) [ یائس ] umutsuz.

yakaza (A.) [ یقظه ] uyanıklık.

yakîn (A.) [ یقين ] kesin bilgi.

yakînen (A.) [ یقينا ] kesin olarak.

yâkût (A.) [ یاقوت ] 1.yakut. 2.dudak.

Page 518: osmanlı türkçesi sözlüğü

518

yakzân (A.) [ یقظان ] uyanık.

yâl (F.) [ یال ] 1.yele. 2.boyun.

yâleyte (A.) [ یا ليت ] keşke.

yâr (F.) [ یار ] 1.dost. 2.sevgili. 3.arkadaş.

yârâ (F.) [ یارا ] güç.

yârân (F.) [ یاران ] dostlar, arkadaşlar.

yârî (F.) [ رییا ] 1.dostluk. 2.yardım.

yâsemen (F.) [ یاسمن ] yasemin.

yâve (F.) [ یاوه ] zırva, saçma.

yâvegû (F.) [ یاوه گو ] zırvalayan, saçmalayan.

yâver (F.) [ یاور ] yardımcı.

yâzdeh (F.) [ یازده ] onbir.

ye’s (A.) [ یأس ] umutsuzluk.

ye’sefzâ (A.-F.) [ س افزایأ ] üzücü.

yebânî (F.) [ یبانی ] 1.yabanıl. 2.ürkek. 3.kaba.

yed (A.) [ ید ] 1.el. 2.güç.

yegân (F.) [ یگان ] birler.

yegân yegân (F.) [ یگان یگان ] bir bir, tek tek.

yegâne (F.) [ یگانه ] biricik.

yegânegî (F.) [ یگانگی ] birlik, teklik.

yek (F.) [ یک ] bir.

yekbeyek (F.) [ یک بيک ] bir bir, birer birer.

yekcihet (F.-A.) [ یک جهت ] 1.tek yön. 2.aynı görüşlü.

Page 519: osmanlı türkçesi sözlüğü

519

yekcins (F.-A.) [ یک جنس ] aynı türden.

yekdîger (F.) [ یک دیگر ] birbiri.

yekdil (F.) [ یک دل ] bir gönül.

yeknazarda (F.-A.-T.) ilk bakışta, bir bakışta.

yekpâre (F.) [ یک پاره ] 1.tek parça. 2.bütün.

yeksân (F.) [ یکسان ] 1.bir şekilde. 2.birlikte.

yekseviye (F.-A.) [ یک سویه ] aynı düzeyde, eşit seviyeli.

yekşenbe (F.) [ یک شنبه ] pazar.

yektene (F.) [ یک تنه ] tek başına.

yekûn (A.) [ یکون ] toplam.

yel (F.) [ یل ] yiğit.

yeldâ (F.) [ یلدا ] uzun.

yemîn (A.) [ یمين ] 1.sağ, sağ yön. 2.ant, yemin.

yesâr (A.) [ یسار ] sol, sol taraf.

yesîr (A.) [ یسير ] kolay.

yetîm (A.) [ یتيم ] biricik, tek. 2.yetim.

yetîme (A.) [ یتيمه ] yetim kız çocuğu.

yetîmhâne (A.-F.) [ یتيم خانه ] yetimler evi.

yevâkît (A.) [ یواقيت ] yakutlar.

yevm (A.) [ یوم ] gün.

yevmenfeyevmen (A.) [ یوما فيوما ] günden güne.

yevmî (A.) [ یومی ] günlük, gündelik.

yevmiyye (A.) [ یومی ] gündelik ücret.

Page 520: osmanlı türkçesi sözlüğü

520

yezdân (F.) [ یزدان ] Tanrı.

yubûset (A.) [ یبوست ] kuruluk.

yûğ (F.) [ یوغ ] boyunduruk.

yûz (F.) [ یوز ] pars.

yübûset (A.) [ یبوست ] kuruluk.

yümkin (A.) [ یمکن ] mümkün, olabilir, olası.

yümn (A.) [ یمن ] uğur.

yümnâ (A.) [ یمنی ] sağ taraf.

yümnî (A.) [ یمنی ] uğurlu.

yüsr (A.) [ یسر ] 1.kolaylık. 2.zenginlik.

yüsrâ (A.) [ یسری ] sol taraf.

Page 521: osmanlı türkçesi sözlüğü

521

Z

za’f (A.) [ ضعف ] zayıflık, zaaf.

za’f gelmek zayıflamak.

za’ferân (A.) [ زعفران ] safran.

za’fî (A.) [ ضعفی ] zayıflıkla ilgili, zaaf ile ilgili.

za’fiyyet (A.) [ ضعفيت ] zayıflık, zafiyet.

zâbıta (A.) [ ضابطه ] güvenlik görevlisi.

zâbih (A.) [ ذابح ] boğazlayan.

zâbit (A.) [ ضابط ] subay.

zâbitân (A.-F.) [ ضابطان ] subaylar.

zabt (A.) [ ضبط ] 1.tutma. 2.ele geçirme. 3.kavrama.

zabt edilmek ele geçirilmek.

zabt etmek ele geçirmek.

zabtiye nâzırı emniyet genel müdürü.

zabtiye nezâreti emniyet genel müdürlüğü.

zabtiyye (A.) [ ضبطيه ] güvenlik güçleri, polis, jandarma.

zabtnâme (A.-F.) [ ضبط نامه ] tutanak, zabıt yazısı.

zabtürabt (A.) [ ضبط و ربط ] disiplin.

zâc (A.) [ زاج ] göztaşı.

zâd (A.) [ زاد ] azık.

Page 522: osmanlı türkçesi sözlüğü

522

zâd (F.) [ زاد ] 1.doğmuş. 2.doğum.

zâde (F.) [ زاده ] 1.doğmuş. 2.evlat.

zâdegân (F.) [ زادگان ] soylular, aristokratlar.

zâdgegânlık satmak soyluluk taslamak.

zafer (A.) [ ظفر ] üstünlük kazanma.

zaferyâb (A.-F.) [ ظفریاب ] üstünlük kazanan, muzaffer olan.

zaferyâb olmak üstünlük kazanmak, muzaffer olmak.

zâğ (F.) [ زاغ ] karga.

zağan (F.) [ زغن ] çaylak.

zahâir (A.) [ ذخائر ] zahireler.

zâhib (A.) [ بذاه ] 1.giden. 2.sanıya kapılan.

zâhib olmak 1.gitmek. 2.sanıya kapılmak.

zâhid (A.) [ زاهد ] aşırı dindar, zühd ile uğraşan.

zâhidâne (A.-F.) [ زاهدانه ] zahitçe.

zâhir (A.) [ ظاهر ] 1.ortaya çıkan, görünen, zuhur eden. 2.belli, açık, aşikâr.

3.sanırım. 4.görünüş, dış yüz.

zâhir olmak ortaya çıkmak, görünmek, zuhur etmek.

zâhirbîn (A.-F.) [ ظاهربين ] sadece görünüşe bakan.

zahîre (A.) [ ذخيره ] depolanmış erzak.

zâhiren (A.) [ ظاهرا ] görünüşte, görünüşe göre.

zâhirî (A.) [ ظاهری ] dış görünüş ile ilgili, görünüşteki.

zâhirperest (A.-F.) [ ظاهرپرست ] sadece dış görünüşe bakan.

zahm (F.) [ زخم ] yara.

Page 523: osmanlı türkçesi sözlüğü

523

zahmdâr (F.) [ زخمدار ] yaralı.

zahme (F.) [ زخمه ] 1.vuruş. 2.yara. 3.tezene, mızrap.

zahmet (A.) [ زحمت ] 1.sıkıntı, meşakkat. 2.güç.

zahmzede (F.) [ زخم زده ] yaralı.

zahr (A.) [ ظهر ] 1.sırt, arka. 2.arka yüz.

zahriye (A.) [ ظهریه ] kağıdın arka yüzündeki yazı.

zâid (A.) [ زائد ] 1.artık. 2.artan. 3.artı. 4.gereksiz.

zaîf (A.) [ ضعيف ] zayıf, güçsüz.

zâik (A.) [ ذائق ] tadan, tadına varan.

zâika (A.) [ ذائقه ] tat alma duyusu.

zâil (A.) [ زائل ] yok olan, yok olucu.

zâil olmak yok olmak, ortadan kalkmak.

zâir (A.) [ زائر ] ziyaretçi.

zâkir (A.) [ ذاکر ] zikreden.

zakkûm (A.) [ زقوم ] 1.zakkum ağacı. 2.zıkkım.

zâl (F.) [ زال ] saçları ağarmış, ihtiyar.

zalâm (A.) [ ظالم ] karanlık.

zâlim (A.) [ ظالم ] zulüm eden.

zâlimâne (A.-F.) [ ظالمانه ] zalimce.

zamâim (A.) [ ضمائم ] ekler.

zamâne (A.) [ زمانه ] 1.devir. 2.felek.

zamîme (A.) [ ضميمه ] ek.

zamimeten (A.) [ ةضميم ] ek olarak.

Page 524: osmanlı türkçesi sözlüğü

524

zâmin (A.) [ ضامن ] tazmin eden.

zamîr (A.) [ ضمير ] 1.gönül. 2.iç. 3.zamir, adıl.

zamm (A.) [ ضم ] ekleme, arttırma.

zamm edilmek eklenmek, arttırılmak.

zamm etmek eklemek, arttırmak.

zamm olunmak eklenmek, ilave edilmek.

zamme (A.) [ ضمه ] ötre.

zan (A.) [ ظن ] zan, sanı.

zanbak (A.) [ زنبق ] zambak.

zanîn (A.) [ ظنين ] zan altında bulunan.

zann (A.) [ ظن ] zan, sanı.

zannedilmek sanılmak.

zannetmek sanmak.

zânû (F.) [ زانو ] diz.

zapt bk. zabt.

zapt edilmek ele geçirmek.

zapt etmek ele geçirmek.

zaptiye bk. zabtiyye

zâr (F.) [ زار ] 1.perişan, ağlayan, inleyen. 2.inilti.

zâr (F.) [ زار ] yer.

zâr etmek ağlayıp inlemek.

zâr olmak ağlayıp inlemek.

zarâfet (A.) [ ظرافت ] zariflik.

Page 525: osmanlı türkçesi sözlüğü

525

zarar (A.) [ ضرر ] ziyan.

zarardîde (A.-F.) [ ردیدهضر ] zarar gören.

zarb (A.) [ ضرب ] vuruş.

zarbhâne (A.-F.) [ ضرب خانه ] darphane.

zarf (A.) [ ظرف ] 1.kap. 2.mektup zarfı. 3.zarf.

zarfiyyet (A.) [ ظرفيت ] kapasite.

zârî (F.) [ زاری ] inleme, zar zar ağlama.

zâri’ (A.) [ زارع ] ekici, çiftçi.

zarîf (A.) [ ظریف ] zarafet sahibi, nazik, nüktedan.

zarîfâne (A.-F.) [ ظریفانه ] zarifçe.

zarûrât (A.) [ ضرورات ] sıkıntılar, mecburiyetler.

zarûret (A.) [ ضرورت ] 1.sıkıntı. 2.yoksulluk. 3.zorunluluk.

zarûrî (A.) [ ضروری ] zorunlu.

zarûriyyât (A.) [ ضروریات ] zorunluluklar.

zât (A.) [ ذات ] 1.kişi. 2.kendi.

zâten (A.) [ ذاتا ] aslında.

zâtî (A.) [ ذاتی ] kişisel.

zâtülcenb (A.) [ ذات الجنب ] akciğer zarı iltihabı, zatülcenp.

zâtürrie (A.) [ ذات الرئه ] zatürriye, akciğer iltihabı.

zav’ (A.) [ ضوء ] ışık.

zavâhir (A.) [ ظواهر ] dış yüzler.

zâviye (A.) [ زاویه ] 1.açı. 2.köşe. 3.küçük tekke.

zâyi’ (A.) [ ضایع ] kaybolan.

Page 526: osmanlı türkçesi sözlüğü

526

zâyi’ etmek kaybetmek, yitirmek.

zâyi’ olmak kaybolmak, yitmek.

zâyi’ât (A.) [ ضایعات ] kayıplar.

zebân (F.) [ زبان ] dil.

zebândıraz (F.) [ زبان دراز ] dili uzun.

zebâne (F.) [ زبانه ] 1.yalaz. 2.dilimsi.

zebânzed (F.) [ زبانزد ] ünlü, dillerde dolaşan.

zeber (F.) [ زبر ] üst.

zebercedî (A.) [ زبرجدی ] fıstık yeşili.

zebh (A.) [ ذبح ] boğazlama.

zebh edilmek boğazlanmak, kesilmek.

zebh etmek boğazlamak, kesmek.

zebîh (A.) [ ذبيح ] kesilmiş hayvan, boğazlanmış.

zebîl (A.) [ زبيل ] 1.pislik. 2.gübre.

zebûn (F.) [ زبون ] 1.alçak. 2.aciz, zavallı. 3.güçsüz.

zebûn etmek 1.alçaltmak. 2.aciz bırakmak. 3.güçsüz bırakmak.

zebûn olmak 1.alçalmak. 2.aciz kalmak. 3.güçsüz kalmak.

zecr (A.) [ زجر ] 1.zorlama. 2.eziyet etme.

zecrî (A.) [ زجری ] zorlayarak, zorlayıcı.

zede (F.) [ زده ] 1.vurmuş, dövmüş. 2.vurulmuş, dövülmüş. 3.uğramış, müptela

olmuş.

zehâb (A.) [ ذهاب ] 1.gidiş. 2.sanıya kapılma.

zeheb (A.) [ ذهب ] altın.

Page 527: osmanlı türkçesi sözlüğü

527

zehr (A.) [ زهر ] çiçek.

zehr (F.) [ زهر ] zehir, ağı.

zehre (A.) [ زهره ] çiçek.

zehrhand (F.) [ زهرخند ] acı gülüş.

zehrnâk (F.) [ زهرناک ] zehirli.

zekâ (A.) [ ذکا ] zekilik.

zekan (A.) [ زقن ] çene.

zekâvet (A.) [ ذکاوت ] zekilik.

zeker (A.) [ ذکر ] 1.erkek. 2.erkeklik üreme organı.

zelâzil (A.) [ زالزل ] depremler.

zelîl (A.) [ ذليل ] düşkün, zavallı.

zell (A.) [ زل ] sürçme, kayma.

zelzele (A.) [ زلزله ] deprem.

zemân (A.) [ زمان ] 1.zaman. 2.çağ. 3.süre.

zemâne (A.) [ زمانه ] 1.devir. 2.felek.

zemherîr (A.) [ زمهریر ] karakış.

zemîm (A.) [ ذميم ] kötü.

zemîn (F.) [ زمين ] 1.yer. 2.dünya. 3.fon. 4.konu, alan.

zeminbûsî (F.) [ زمين بوسی ] saygı ile yer öpme.

zemistan (F.) [ زمستان ] kış.

zemistânî (F.) [ زمستانی ] kışlık.

zemm (A.) [ ذم ] kötüleme, yerme.

zemm edilmek kötülenmek, yerilmek.

Page 528: osmanlı türkçesi sözlüğü

528

zemm etmek kötülemek, yermek.

zemzeme (A.) [ زمزمه ] 1.melodi. 2.mırıltı.

zen (F.) [ زن ] kadın.

zenâdıka (A.) [ زنادقه ] zındıklar.

zenâne (F.) [ زنانه ] 1.kadınca, kadınsı. 2.kadın işi.

zenb (A.) [ ذنب ] suç, günah.

zenbîl (A.) [ زنبيل ] zembil.

zenbûrek (F.) [ زنبورک ] zemberek.

zencebîl (A.) [ زنجبيل ] zencefil.

zencî (A.) [ زنجی ] siyahî, zenci.

zencîr (F.) [ زنجير ] zincir.

zencîrî (F.) [ زنجيری ] 1.zincirli. 2.zincirlik deli.

zendeka (A.) [ زندقه ] zındıklık.

zendost (F.) [ زن دوست ] zampara.

zeneb (A.) [ ذنب ] kuyruk.

zenehdân (F.) [ زنخدان ] çene.

zeng (F.) [ زنگ ] 1.zil. 2.pas.

zengî (F.) [ زنگی ] zenci, siyahî.

zengûle (F.) [ زنگوله ] 1.çan. 2.çıngırak.

zenne (F.) [ زنه ] kadın rolünü üstlenen erkek sanatçı.

zenperest (F.) [ زن پرست ] kadın düşkünü.

zer (F.) [ زر ] 1.altın. 2.akçe.

zer’ (A.) [ زرع ] ekim.

Page 529: osmanlı türkçesi sözlüğü

529

zerâfe (A.) [ زرافه ] zürafa.

zerbâf (F.) [ زرباف ] sırmacı.

zerd (F.) [ زرد ] sarı.

zerdâlû (F.) [ زردالو ] zerdali.

zerde (F.) [ زرده ] 1.zerde. 2.sarılık. 3.safran.

zerdûz (F.) [ زردوز ] sırmacı.

zerefşân (F.) [ زرافشان ] altın saçılmış, altın yaldızlı.

zerger (F.) [ زرگر ] kuyumcu.

zerharîd (F.) [ یدزرخر ] köle.

zerîn (F.) [ زرین ] altından.

zerk (A.) [ زرق ] deri altına verme, şırınga etme.

zerrâ’ (A.) [ زراع ] ekici, çiftçi.

zerrâk (A.) [ زراق ] ikiyüzlü.

zerrât (A.) [ ذرات ] zerreler.

zerre (A.) [ ذره ] 1.en küçük parça, molekül. 2.azıcık, birazcık.

zerreşikâf (A.-F.) [ ذره شکاف ] kılı kırk yaran.

zerrin (F.) [ زرین ] altından.

zevâl (A.) [ زوال ] 1.yok olma, yok oluş. 2.batma. 3.öğle.

zevâlnâpezîr (A.-F.) [ زوال ناپذیر ] yok olmayan, kalıcı.

zevâlpezîr (A.-F.) [ زوالپذیر ] yok olucu, fani.

zevât (A.) [ ذوات ] kişiler.

zevâyâ (A.) [ زوایا ] 1.açılar. 2.köşeler. 3.küçük tekkeler, zaviyeler.

zevc (A.) [ زوج ] 1.koca. 2.çiftin teki.

Page 530: osmanlı türkçesi sözlüğü

530

zevcât (A.) [ زوجات ] nikahlı kadınlar, karılar.

zevce (A.) [ زوجه ] nikahlı kadın, karı.

zevceteyn (A.) [ زوجتين ] karıkoca.

zevceyn (A.) [ زوجين ] karıkoca.

zevciyet (A.) [ زوجيت ] eşlik.

zevebân (A.) [ ذوبان ] erime.

zevk (A.) [ ذوق ] 1.beğeni, hoşlanma. 2.tat.

zevkbahş (A.-F.) [ ذوق بخش ] zevk veren.

zevrak (A.) [ زورق ] kayık.

zeyl (A.) [ ذیل ] 1.ek, zeyil. 2.etek.

zeylen (A.) [ ذیال ] ek olarak.

zeyn (A.) [ زین ] süs.

zeyn olmak süslenmek.

zeytûn (A.) [ زیتون ] zeytin.

zıdd (A.) [ ضد ] zıt, karşıt.

zıddiyyet (A.) [ ضدیت ] zıtlık, karşıtlık.

zılâl (A.) [ ظالل ] gölgeler.

zıll (A.) [ ظل ] gölge.

zımnen (A.) [ ضمنا ] bu arada, dolayısıyla.

zımnî (A.) [ ضمنی ] dolaylı, üstü kapalı.

zırh (F.) [ زره ] zırh.

zırhpûş (F.) [ زره پوش ] zırhlı.

zıyâ’ (A.) [ ضياع ] kaybolma.

Page 531: osmanlı türkçesi sözlüğü

531

zıyâ’ (A.) [ ضياء ] çiftlikler.

zî (A.) [ ذی ] sahip.

zi’b (A.) [ ذئب ] kurt.

zîbâyî (F.) [ زیبایی ] güzellik.

zîbâ (F.) [ زیبا ] güzel.

zîbak (A.) [ زیبق ] cıva.

zîc (A.) [ زیج ] yıldız atlası.

zifâf (A.) [ زفاف ] gerdek.

zih (F.) [ زه ] kiriş.

zîhayât (A.) [ ذی حيات ] canlı.

zihgîr (F.) [ زهگير ] okçu yüzüğü.

zihî (F.) [ زهی ] ne güzel, bravo.

zihin (A.) [ ذهن ] zihin.

zihn (A.) [ ذهن ] zihin.

zihnen (A.) [ ذهنا ] zihin yoluyla.

zihnî (A.) [ ذهنی ] sihinsel.

zihniyyet (A.) [ ذهنيت ] düşünce tarzı, anlayış.

zîk (A.) [ ضيق ] darlık.

zîkıymet (A.) [ متذی قي ] değerli.

zikr (A.) [ ذکر ] zikir, anma.

zikr etmek anmak.

zikr olunmak anılmak, zikredilmek.

zîkudret (A.) [ ذی قدرت ] güçlü, kudretli.

Page 532: osmanlı türkçesi sözlüğü

532

zillet (A.) [ ذلت ] düşkünlük, aşağılık, alçaklık.

zilzâl (A.) [ زلزال ] sarsıntı.

zimâm (A.) [ زمام ] yular.

zimâmdâr (A.-F.) [ زمامدار ] 1.yular tutan. 2.işleri yürüten, sorumlu.

zîmedhal (A.) [ ذی مدخل ] müdahalesi olan.

zimmet (A.) [ ذمت ] elde tutma zorunluluğu.

zîn (F.) [ زین ] eyer.

zinâ’ (A.) [ زناء ] zina, nikahsız cinsel ilişki.

zinâkâr (A.-F.) [ زناکار ] zina eden.

zencîrbend (F.) [ زنجيربند ] zincire vurulmuş.

zencîrbend edilmek zincire vurulmak.

zindân (F.) [ زندان ] hapishane.

zindânî (F.) [ زندانی ] 1.zindancı. 2.mahpus.

zinde (F.) [ زنده ] 1.diri, canlı. 2.sağlığı yerinde.

zindegânî (F.) [ زندگانی ] yaşam.

zindîk (A.) [ زندیق ] zındık.

zînet (A.) [ زینت ] ziynet, süs.

zinhâr (F.) [ زنهار ] sakın.

zîr (F.) [ زیر ] alt, aşağı.

zîrâ (F.) [ زیرا ] çünkü.

zirâ’ (A.) [ ذراع ] 90-75 cm. lik bir uzunluk ölçüsü birimi, dirsek ile orta parmak

ucu arasındaki uzaklık.

zirâ’at (A.) [ زراعت ] tarım.

Page 533: osmanlı türkçesi sözlüğü

533

zirâ’î (A.) [ زراعی ] tarımsal.

zirâ’at nezareti tarım bakanlığı.

zîrdest (F.) [ زیردست ] el altındaki, emir altındaki, ast.

zîre (F.) [ زیره ] kimyon.

zîrek (F.) [ زیرک ] uyanık, zeyrek.

zîrîn (F.) [ زیرین ] alttaki.

zîrûh (A.) [ ذی روح ] canlı.

zîrüzeber (F.) [ زیر و زبر ] altüst.

zîrüzeber etmek altüst etmek, yerle bir etmek.

zîrüzeber olmak altüst olmak, yerle bir olmak.

zirve (A.) [ زروه ] doruk.

zîşan (A.) [ ذی شان ] şerefli.

zişt (F.) [ زشت ] çirkin.

ziştî (F.) [ زشتی ] çirkinlik.

zîvekâr (A.) [ ذی وقار ] ağırbaşlı.

zîver (F.) [ زیور ] 1.süs. 2.ziynet, takı.

ziyâ’ (A.) [ ضياء ] ışık.

ziyâdâr (A.-F.) [ ضيادار ] aşıklı.

ziyâde (A.) [ زیاده ] fazla, çok.

ziyâfet (A.) [ يافتض ] şölen, ziyafet.

ziyân (F.) [ زیان ] zarar.

ziyânkâr (F.) [ زیانکار ] zarar veren.

ziyâretgâh (A.-F.) [ زیارتگاه ] ziyaret yeri.

Page 534: osmanlı türkçesi sözlüğü

534

zû’(A.) [ ضوء ] aydınlık, ışık.

zu’bân (A.) [ ذؤبان ] kurtlar.

zu’m (A.) [ زعم ] sanı.

zuafâ’ (A.) [ ضعفا ] zayıflar.

zucret (A.) [ ضجرت ] yürek daralması, iç sıkıntısı.

zûd (F.) [ زود ] 1.çabuk. 2.erken.

zufr (A.) [ ظفر ] tırnak.

zuhr (A.) [ظهر ] öğle.

zuhûr (A.) [ ظهور ] ortaya çıkma, görünme.

zuhur etmek ortaya çıkmak, çıkmak.

zuhûrât (A.) [ ظهورات ] beklenmedik gelişmeler.

zukâk (A.) [ زقاق ] sokak.

zulm (A.) [ ظلم ] cefa, eziyet.

zulm etmek zulüm yapmak.

zulmânî (A.) [ ظلمانی ] karanlıkla ilgili.

zulmet (A.) [ ظلمت ] karanlık.

zulmetefzâ (A.-F.) [ ظلمت افزا ] karanlığı arttıran.

zulümât (A.) [ ماتظل ] karanlıklar.

zunûn (A.) [ ظنون ] zanlar.

zûr (F.) [ زور ] güç.

zurafâ (A.) [ ظرفا ] 1.zarifler. 2.seviciler, sevici kadınlar.

zûrbâ (F.) [ زوربا ] 1.güçlü. 2.zorba.

zûrmend (F.) [ زورمند ] güçlü.

Page 535: osmanlı türkçesi sözlüğü

535

zurûf (A.) [ ظروف ] 1.kaplar. 2.zarflar.

zübde (A.) [ زبده ] öz.

zücâc (A.) [ زجاج ] cam.

zücâciyye (A.) [ زجاجيه ] cam eşyalar.

zühd (A.) [ زهد ] zahitlik, aşırı sofuluk.

zühhâd (A.) [ زهاد ] zahitler.

zühre (A.) [ زهره ] Venüs, Çoban Yıldızı.

zührevî (A.) [ زهروی ] cinsel ilişkiyle bulaşan.

zühûl (A.) [ ذهول ] dalgınlıkla unutma.

zükâm (A.) [ زکام ] nezle.

zükûr (A.) [ ذکور ] erkekler.

zülâl (A.) [ زالل ] berrak, saf.

zülf (F.) [ زلف ] zülüf.

züll (A.) [ ذل ] alçalma, alçaklık, düşkünlük, zillet.

zülüf (F.) [ زلف ] zülüf, iki yandaki lüleli saç.

zümre (A.) [ زمره ] grup, topluluk.

zümûm (A.) [ ذموم ] yermeler, kötülemeler.

zümürrüd (A.) [ زمرد ] zümrüt.

zünbûr (A.) [ زنبور ] eşek arısı.

zünnâr (A.) [ زنار ] papaz kuşağı.

zünûb (A.) [ ذنوب ] 1.suçlar, günahlar. 2.kuyruklar.

zürâfe (A.) [ زرافه ] zürafa.

zürefâ (A.) [ ظرفا ] zarifler.

Page 536: osmanlı türkçesi sözlüğü

536

zürrâ’ (A.) [ زراع ] ekiciler, çiftçiler.

zürriyyât (A.) [ ذریات ] soylar, zürriyetler.

zürriyyet (A.) [ ذریت ] soy, zürriyet.

züvvâr (A.) [ زوار ] ziyaretçiler.

züyûl (A.) [ ذیول ] ekler, zeyiller.

www.webturkiyeforum.com


Recommended