21
ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER Dr. Ömer Veysel ülkelerdeki sermaye menkul yapan göreli olarak yüksek bir risk düzeyinde yüksek kazançlar elde edebilme Yüksek riskin nedenleri, egemen devletlerin kaynak teknolojik deneyim, ve yönetim biçimlerinden olan ülkelerde, sistematik olmayan risk (non-syste- matic risk) grubuna giren siyasi ve ekonomik dengesizlikler gibi risk- ler bu riskler sistematik risk (systematic risk) grubuna giren sektör ve firma riski gibi mikroekonomik riskleri de olumsuz etkileyerek piyasalara olan güvenin olan bir ülkede siyasal riske derecesi ülkedeki makro eko- nomik dengelere Ekonominin temel göstergeleri (enflasyon, ticaret den- gesi, bütçe büyüme vs.) olumlu ise, siyasal için kar olanaklan gelmektedir. Temel göster- gelerin bozulmaya ise, ilgili ülkede siyasal girece- sermaye ya da maliyetinin yükselmesi sonuçlanna yol olan ülkelerde siyasal istikrarla birlikte, makro ekonomik istikrar ile sanayinin ve da Likidite ve finansal sistem) krizine bir ülkenin, tüm yükümlü- lüklerinde gibi, borç geri ödemelerinde de aksama Bu nokta, likidite krizleri ile borç krizleri tek gerçek ve bilinen borç krizlerini, likidite krizlerinden pekçok unsur Bir borç kri- * Gazi Üniversitesi, Bölümü

ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER - ejmanager.com · ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER Dr. Ömer Veysel Çalışkan* Değişik ülkelerdeki sermaye piyasaları aracılığıyla menkul kıymetiere

  • Upload
    others

  • View
    19

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER - ejmanager.com · ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER Dr. Ömer Veysel Çalışkan* Değişik ülkelerdeki sermaye piyasaları aracılığıyla menkul kıymetiere

ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER

Dr. Ömer Veysel Çalışkan*

Değişik ülkelerdeki sermaye piyasaları aracılığıyla menkul kıymetiere yatırım

yapan yatırımcılar, göreli olarak yüksek bir risk düzeyinde yüksek kazançlar elde

edebilme olasılığını arttırmaya çalışmaktadırlar. Yüksek riskin nedenleri, egemen

devletlerin kaynak dağılımı, teknolojik deneyim, işgücü ve yönetim biçimlerinden

kaynaklanmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde, sistematik olmayan risk (non-syste­

matic risk) grubuna giren siyasi istikrarsızlık ve ekonomik dengesizlikler gibi risk­

ler ağırlık taşırken, bu riskler sistematik risk (systematic risk) grubuna giren sektör

ve firma riski gibi mikroekonomik riskleri de olumsuz etkileyerek piyasalara olan

güvenin sağlanmasını zorlaştırmaktadır.

Gelişmekte olan bir ülkede siyasal riske açıklığın derecesi ülkedeki makro eko­

nomik dengelere bağlıdır. Ekonominin temel göstergeleri (enflasyon, dış ticaret den­

gesi, bütçe açıklan, büyüme oranları vs.) olumlu ise, siyasal istikrarsızlık yabancı

yatırımcılar için kullanılmamış kar olanaklan anlamına gelmektedir. Temel göster­

gelerin bozulmaya başlaması ise, piyasaların ilgili ülkede siyasal baskı altına girece­

ğini işaret edeceğinden sermaye çıkışı ya da maliyetinin yükselmesi sonuçlanna yol

açmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde siyasal istikrarla birlikte, makro ekonomik

istikrar ile yatırım yapılan sanayinin ve firmaların koşulları da değerlendirmeye alın­maktadır.

Likidite (bankacılık ve finansal sistem) krizine düşen bir ülkenin, tüm yükümlü­

lüklerinde olduğu gibi, dış borç geri ödemelerinde de aksama oluşabilir. Bu nokta,

likidite krizleri ile dış borç krizleri arasındaki tek gerçek ve bilinen ilişkidir. Dış borç

krizlerini, likidite krizlerinden ayıran pekçok unsur bulunmaktadır: Bir dış borç kri-

* Gazi Üniversitesi, İ.İ.B.F. İktisat Bölümü

Page 2: ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER - ejmanager.com · ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER Dr. Ömer Veysel Çalışkan* Değişik ülkelerdeki sermaye piyasaları aracılığıyla menkul kıymetiere

226 1 ÖMER VEYSEL ÇALlŞKAN

zi, bir ülkenin, dış borç geri ödeme, miktar ya da vadelerindeki yükümlülüklerini

tam ve eksiksiz bir şekilde yerine getir(e)meyeceği beyanı ile başlamış kabul edil­

mektedir. Bu tanıma göre, aksama, sürekli değil geçici ve bir döneme ait olabilir. Ancak yine de alacaklılar açısından bu durum "kriz" olarak algılanacaktır.

İkinci olarak, ülke geri ödemeye "muktedir" olduğu halde yükümlülüğünden ka­

çınmakta olabilir. Ülke kıt kaynaklarını yatırım ve üretim gibi alanlara tahsis ede­

rek, cezai yaptırırnma da katlanmak üzere, dış borç geri ödemelerini askıya alabilir

ve bu durumdan ironik bir şekilde, ilerleyen dönemlerdeki artan çıktıdan yararlanan

alacaklılar da kazançlı çıkabilmektedir. Dış borç geri ödemelerini aksatan ve dış

borç krizini başlatan bir ülke, bunu her zaman zorunluluktan başlatmamakta, bazı

durumlarda "kıt kaynakların öncelikli alanlara tahsis ve tercih sorunu" olarak da de­

ğerlendirmektedir.

Üçüncü olarak, bir dış borç krizi, borçlu ülkenin "beyanı" ile başlamaktadır. Ala­

caklı uluslararası finans kuruluşları ve devletler, gelişmekte olan ülkelerin, ödeme

yükümlülüklerindeki eksiklikler ve gecikmelerle sıkça karşılaşmaktadırlar. Ancak

bu sorunlar çoğu zaman üçüncü tarafiara duyurulmadan, yeniden vadelendirme ve

bir miktar cezai yaptırımlada geç iştirilmektedir.

Bir dış borç krizinin başladığı kabul edilen noktada ise, (herhangi bir yükümlü­

lüğün vadesinde gerçekleştirilememesi değil), borçlu ülkenin, en azından bir süre

için, yükümlülüklerinin tümünü ya da önemli bir kısmını yerine getirmeyeceğinin

ilanı bulunmaktadır. Dördüncü nokta ise, tek bir ülkedeki likidite krizi bile, tüm

dünya finansal sistemine önemli derecede olumsuz etkide bulunurken, dış borç kri­

zine düşen bir ülkenin olumsuz etkilerinin yalnızca alacaklı taraf(lar)la sınırlı kaldı­

ğıdır. Bu durum, aksayan ödemenin miktarı önemli derecede büyük olsa da geçerli­

dir.

Dış borçların, diğer tüm borçlanma türlerine göre, kendisine ait belirgin bir nite­

liği bulunmaktadır: Borçlu (ya da borca kefil) taraf, egemenlik hakları olan bir dev­

lettir. Diğer tüm borç sözleşmeleri için geçerli olan, "yükümlülüklerin yerine geti­

rilmemesi durumundaki yaptırımlar", egemen bir devlete uygulanamayacak türden­

dir. Borçlarını ödemediği gerekçesi ile savaş ilanı ya da ülke mülklerine el konulma­

sı, doğal olarak günümüz dünyasında uygulanamayacak yöntemlerdir.

1982'de Meksika'da yaşanan borç krizinden sonra, 1990'ların başından itibaren tüm uluslararası finansal göstergeler, gelişen piyasalara artan oranda bir fon akışının başladığını göstermektedir. Bu eğilim geleceğe ilişkin bir takım belirsizliklerle bir­likte bugün de devam etmektedir. Gelişmiş piyasalardaki arbitraj fırsatlarının gittik­çe düşmesi, yabancı yatırımcıları yeni pazarlar aramaya itmiştir. Bu duruma geliş­miş ülkelerin büyüme hızının yavaşlaması da eklenince, yatırımcılar daha dinamik

Page 3: ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER - ejmanager.com · ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER Dr. Ömer Veysel Çalışkan* Değişik ülkelerdeki sermaye piyasaları aracılığıyla menkul kıymetiere

EKONOMiK YAKLAŞ~ 227

ekonomilere ve daha yüksek büyüme oranlarına sahip olan gelişmekte olan pi­yasalara yönelmişlerdir.

Ticari bankaların ödeme güçlüğü çeken ülkelere kredi akışını kesmeleri ve bu ülkelere "Brady Planı" çerçevesinde uluslararası sermaye piyasalarına açılma yö­nünde yükümlülükleringetirilmesi de, sözkonusu ülkelerde sermaye piyasalarını bü­yük ölçüde canlandırmıştır. Brady Planı, ABD Hazine Bakanı Nicolas Brady'nin

önerisiyle morataryum ilan eden ülkelerin borçlarının "menkul kıymetleştirilme­si"dir. Plana dahil ülkelerin borçları IMF'nin reformlarını uygulayacakları taahhüdü sonucunda, ABD Hazine bonoları teminat gösterilerek menkul kıymetleştirilmiştir. 1980 yılında ticari banka kredileri Latin Amerika ülkelerine verilen kredilerin yak­laşık yarısını oluştururken, bu oran 1991 yılı sonunda %17.4'e düşmüştür. Fon ya­ratmak üzere yeni finansal araçların devreye sokulması yabancı sermaye girişini hız­landırarak ticari banka ağırlıklı borçlanma eğilimini banka dışı kaynaklara yönlen­dirmiştir. Özelleştirme uygulamalarının hız kazanması da portföy yatırımlarının kompozisyonunu bu yönde değiştirmiştir. Bu şekilde portföy yatırımları 1989 yılın­da 0,4 milyar Usd'den, 1995 yılında 15 kat artarak 6 milyar Usd'ye ulaşmıştır. Öte yandan gelişen piyasaların büyümesinin ve bu piyasalara yönelik portföy yatı­rımlarındaki artışın diğer önemli bir nedeni, uluslararası sermaye piyasalarında kısa

ve uzun vadeli faiz hadlerinde büyük düşüşler yaşanmasıdır. Özellikle ABD'de kısa vadeli faiz hadlerinin 1960'lı yıllardan bu yana en düşük düzeye inmesi, yatırımcı­ları yüksek risk ve düşük getiri içeren iç piyasadan uzaklaştırmıştır. Buna paralel olarak özellikle Latin Amerika'nın gelişen piyasalarındaki faiz hadleri, yabancı ya­tırımcıların ilgisini çekecek ölçüde artış göstermiştir. Bu gelişme, ağırlıklı olarak ABD kaynaklı olmak üzere uluslararası fonların ve kısa vadede işlem yapan spekü­latörlerin söz konusu piyasalara yönelmelerini sağlamıştır.

Dış borçların aksaması konusu son dönemde özellikle iki uluslararası kurumu, Dünya Bankası ve IMF'yi ön plana çıkartmıştır. Bu kurumlardan Dünya Banka­

sı'nın dış borç kavramına bakış açısı bazı farklılıklar taşımaktadır.

Dünya Bankası kaynaklarında toplam dış borç stoku kavramı, kamu tarafından doğrudan veya kamu garantisiyle alınmış uzun vadeli dış borçlanmayı, özel kesimin kamu garantisi olmayan uzun vadeli dış borçlanmasını, kullanılan IMF kredilerini ve kısa vadeli tüm dış borçlanmaları kapsamaktadır. Uzun vadeli borç, bir yıldan da­ha uzun vade ile alınmış ya da geri ödemesi daha sonradan bir yıldan uzun bir vade­ye yayılmış ve yerleşik olmayan kişilere yabancı para cinsinden yapılan bir borç tü­rüdür. Üç kısımdan oluşmaktadır: Kamu kesimince alınan, kamu garantisi ile alınan ve kamu garantisi olmadan özel sektörce alınan.

Borç sorunlarının olası kaynaklarına yönelik modelleri basit Harrod-Domar mo­dellerindeki borç sorunlarının kaynakları ile karşılaştırmak ilginç sonuçlar vermek-

Page 4: ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER - ejmanager.com · ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER Dr. Ömer Veysel Çalışkan* Değişik ülkelerdeki sermaye piyasaları aracılığıyla menkul kıymetiere

228 1 ÖMER VEYSEL ÇALlŞKAN

tedir. İlk geliştirilen modellerde, gelirden sürekli olarak daha yüksek gerçekleşen bir tüketim olasılığı ve bunu arttıran bir (çıktı düzeyi tarafından belirlenen) toplam tü­ketim davranışı vardır. Daha sonraki modellerde ise, sorun aynı fakat daha belirgin­dir ve devlet harcamaları ile ilişkilendirilmiştir. Açıktır ki, yüksek borçlanma ile aşı­rı devlet harcamaları arasında da belirgin bir bağ vardır.

Bir dış borç krizi, borçlu devletin eksiksiz bir geri ödeme gerçekleştirmeyip, tek taraflı olarak ödeme yap(a)mayacağını ilan etmesidir. Bunun gerçek bir temele da­yanıp dayanmadığından bağımsız olarak "dış borç krizi" borçlunun bu yöndeki be­yanından itibaren başlamış sayılmaktadır. Borç krizi için borçlunun iflas etmesi şart da değildir.

Ülkeler dış borç krizleri ile karşılaştıkları zaman ilk soru, durumun geçici mi ka­lıcı mı olduğunun, bir diğer ifadeyle ülkenin likidite kısıtı (illiquidity) ile mi yoksa çözümsüzlükle (insolvency) ile mi karşılaştığının tesbitidir. Borçlular için yanıt ilki­

dir ve likidite sağlanması ile sorun aşılacaktır ancak alacaklılar için yanıt koşullara bağlıdır. Alacaklıların tepkisi kayıpları kesrnek için yeni borçlanmaları durdurmak şeklinde belirlenebilir. Borçlular gerçekten, kısa dönemli bir likidite sıkışıklığından kaynaklanan krizlerde, bu tavır nedeniyle uzun dönemde çok ağır maliyetlerle kar­

şılaşmaktadır.

Bir diğer kötümser öngörü, alacaklıların ülkenin likidite sıkışıklığına girdiği 1 gi­

receği durumda, geri ödemeleri aksatmamak için yurtiçi yatırımlardan fedakarlık edeceğini, bunun da ulusal geliri düşüreceğinden, gelecek geri ödemeleri aksataca­ğına dair beklentisidir. Bu durumda borçlu ülke, tahvil ihraçlarını belirlediği bir fi­yatın altına düşmesi durumunda askıya alacağını ilan edebilir. Bu politika önerme­s i, dış borçlanmanın ancak merkezi hükümet eliyle yapıldığı ve özel girişimcilerin yurtdışı piyasalara giremediği durumda etkin olarak uygulanabilecektir.

Bu türden "kötümser beklentilerden kaynaklanan borç krizlerinde" (pessimistic self-fullfilling debt crises) borç yönetim teknikleri ince ayarla uygulanmalıdır. Ül­

kenin bir kriz sürecine girmeden tahvil ihraçları ile ortamı gerginleştirmemesi ise

çözümsüzlüğe kayma tehlikesine yol açacaktır.

Borçlu ülkenin böyle bir ortamda dış piyasalara güven vermesinin ikinci yolu ise, yapısal reformları hızlandıran politikalar geliştirmesidir. Diamond'ın modelinde özellikle geçmişleri, aksamalada ve kötü bir itibar ile kayıtlı ülkeler için yapısal re­

formların bir ön koşul olarak öne sürülmesi de gündeme gelebilecektir.

Dış borç piyasasındaki büyük paya sahip bir bankanın iflası, başka bir büyük borçlanıcı ülkenin konkordata ilanı ya da bir şekilde ikincil piyasalardaki fiyatların düşmesi nedeniyle likidite sıkışıklığı gibi dışsal sorunların borçlu ülkeye etkisi, ül-

Page 5: ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER - ejmanager.com · ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER Dr. Ömer Veysel Çalışkan* Değişik ülkelerdeki sermaye piyasaları aracılığıyla menkul kıymetiere

EKONOMiK YAKLAŞlM 1 229

ke içinden kaynaklanan bir krizden daha az olmayacaktır. Bu durumda kredibilitesi yüksek bir borçlanıcı için bile finansman kaynakları daralmaktadır.

Kriz sırasında alacaklıları bekleyen en önemli sorun alacaklıların birbirlerinden bağımsız hareketleri ya da panik riskidir. 1982 Meksika dış borç krizinin ardından Brezilya, Arjantin, Bolivya, Venezuella, Filipinler ve Sudan başta olmak üzere bir dizi az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeden, dış borç servisini artık sağlayama­yacakları yönünde açıklamalar gelmiştir.

1970' li yılların başında gelişmekte olan ülkelerin dış borç yükümlülükleri 100 milyar doların altında idi. ı973-74 petrol krizi ile başlayarak ı980'lere gelindiğinde ise bu rakam 565 milyar dolara ulaşmıştır. 1980 ile ı983 yılları arasındaki dönem­de ise 800 milyar doları aşmıştır. Ülkelerin bu şekilde dış borç stoklannın arttığı söz konusu yıllarda gözlenen genel eğilim, borç vadelerinin kısalmakta oluşudur. ı 979-1982 yılları arasında azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin borç stokları

içindeki kısa vadeli sermaye hareketleri yoluyla sağlanan fonların oranı yüzde 100'ün üzerinde artış göstermiştir. ı 982-1986 yılları haricinde günümüze kadar bu eğilim devam etmiş ve kısa vadeli dış borçların toplam döviz kompozisyonu içinde­ki payı sürekli bir şekilde artmıştır. Pekçok gözlemci krizierin altında kısa vadeli sermaye hareketlerindeki bu artışın olduğunu öne sürmektedir.

Ostry global bir krize giden süreci 9 ana aşamada tanımlamaktadır: Birinci aşa­mada, (ı971-1973) gelişmiş ülkelerdeki bankalar azgelişmiş ülkelere borç açma ça­basındadırlar. İkinci aşamada (197 4- ı 975), verilen kredilerin geri dönmesi noktasın­da ilgili ülkelerde yaşanan yerel düzeyli resesyonlar meydana gelmektedir. Bu dö­nemde gerçek bir krizi Zaire yaşamıştır.

Üçüncü aşamada (1976-1979), sanayi ürünleri ihraç eden ve petrol üretmeyen ül­kelerdeki dış açıkların azalmaya başladığı gözlenmektedir. Ayrıca bu dönem euro­piyasaların tekrar önem kazandıkları ve OPEC üyelerinin ise daralma yaşadıkları bir dönemdir. İkinci petrol şokunun yaşandığı 1979 Haziran'ının ardından dördüncü aşama (1979-1981) 'de başlamış ve pekçok petrol ithalatçısı ülke ciddi ekonomik darboğazlada karşılaşmaya başlamıştır. 1979'da US Federal Reserve Bank'ın açık­ladığı yeni para politikası sonucunda ise, faizlerin yükselmesi ile dış borç yükümlü­sü ülkelerin borç stoklarındaki genişlernelerin önü açılmaya başlanmıştır.

Beşinci aşamada (198ı-1982), gelişmekte olan ülkelere açılan kredilerdeki risk artışı libor faiz oranına ekler yapılarak telafi edilmeye başlanmıştır. Altıncı aşama­da (1982-1986) borç servis krizlerine tepki olarak uluslararası bankalar kredilerini kısmaya başlamışlardır. Bu dönemde IMF istikrar politikalarının uygulanması, yeni kredi açılması için bir ön koşul olarak gündeme gelmiştir. Dış borçların yeniden ya­pılandırılmasında ilk uygulamalar devreye girmeye başlamış ancak söz konusu dö­nemde bu politika uygulamalarında etkinlik sağlanamamıştır.

Page 6: ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER - ejmanager.com · ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER Dr. Ömer Veysel Çalışkan* Değişik ülkelerdeki sermaye piyasaları aracılığıyla menkul kıymetiere

230 1 ÖMER VEYSEL ÇALlŞKAN

Yedinci aşama (1985-1987) Baker planının devreye girmesidir. Plan, bankaları krizdeki ülkelere yönelik kredilerini yükseltıneye teşvik etmeye ve Dünya Bankası

ile IMF'nin desteğini artırmasını sağlamaya yöneliktir. Karşılığında da, söz konusu ülkelerin arz yönlü politikaları uygulaması ve yabancı yatırım ile özel sektörün ge­

nişlemesi sağlanacaktır. Bu aşama Brezilya'nın morataryum ilanı ile sona ermiştir. Sekizinci aşamada (1987-1989) ülkelerin dış borçlarının iskontolu değerleri üzerin­den el değiştirdiği ve ikincil piyasalardaki fiyatların keskin biçimde düştüğü görül­müştür. Dokuzuncu aşamada (1989'dan günümüze) revize edilen Brady planı, ba­ğışlamasız bir dış borç indirgemesini hedeflemiştir. Bu yolla borcun servis edilebi­lecek bir düzeye inmesi sağlanırsa (ki bu oran ulusal gelirin yüzde 20'si olarak ön­

görülmüştür) bunun gelecekteki ödemeleri garanti altına alacak yöntem olduğunun üzerinde durulmuştur.

Gelişmekte olan ülkelerin dış borçlarındaki artış, 1973 yılındaki petrol fiyatların­daki yükselme ile birlikte hızlı bir genişleme trendine girmiş, ı 97 4-7 5 yıllarında dünya ekonomisinde yaşanan ekonomik durgunluk ve 1978 yılındaki yeni petrol şo­ku, 1980-1982 döneminde dış borç faiz oranlarının ve Amerikan dolarının değerinin yükselmesi ile birlikte dış borç krizleri sürecini başlatmıştır. "Libor + spread" şek­linde uygulanan dalgalı faiz oranlarının oldukça yükselmesi ile birlikte krizler derin­

leşmiştir. 1973 yılında azgelişmiş ve gelişmekte olan ülke borçları toplamının

GSYİH'larına oranı yüzde 22'den 29'a çıkmış, dış borçların ihracata oranı ise yüz­de llS'den 128'e yükselmiştir. Gerçekte 1975 yılında başlamış olan dış borç ertele­me talepleri, ı 982 ve sonrasında, gerek miktar gerekse de başvuran ülke sayısı açı­sından, dış borç krizlerini dünya gündemine getirmiştir.

İktisat literatüründe 'dış borcun on yılı' (debt decade) olarak adlandırılan sürecin

miladı olarak Ağustos 1982'deki Meksika morataryum ilanı gösterilmektedir. 1983'te Brezilya'nın dış borç erteleme talebi zorunlu olarak uygulamaya alınmış, 1985 Mayıs'ında ise Şili dış borçlarını konversiyona tabi tutmuştur. Brezilya 1987 Şubat'ında morataryum ilan etmiştir. Aynı yıl Arjantin görüşmeler yoluyla dış borç­

larında indirim sağlamış ve 1988 Toronto G-7 zirvesinde Afrika ülkelerinin iki yön­lü resmi kredi geri ödemeleri ertelenmiştir.

1980'li yıllarda yaşanan dünya dış borç krizinin nedenlerini iki ayrı grupta de­ğerlendirmek yararlı olacaktır. Bunları dünya ekonomisine bağlı nedenler ve azge­lişmiş ülkelerin kendi politikalarından kaynaklanan nedenler olarak sıralayabiliriz.

Krizin, dünya ekonomisine bağlı nedenleri; 1973 birinci petrol şoku, 1975 resesyo­nu, özellikle ABD'nin uyguladığı sıkı para politikası sonucu dolar faiz haddinin yük­

selmesi olarak öncelikle belirtilebilir.

Page 7: ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER - ejmanager.com · ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER Dr. Ömer Veysel Çalışkan* Değişik ülkelerdeki sermaye piyasaları aracılığıyla menkul kıymetiere

EKONOMiK YAKLAŞlM 1 231

Faiz oranlarının yükselmesiyle, değişken faiz haddinden alınan eski borçların fa­

iz yükü artmıştır. Ulusal parayla ifade edilen borç yükü artarken, borç erteleme an­

laşmaları yeni faiz oranları üzerinden yapılmıştır. Uzun vadeli kredi sağlanması güç­

leşmiş ve maliyeti artmıştır.

İlk petrol şokunun ardından OPEC ülkelerinin döviz fazlaları uluslararası banka

sistemine yönelirken, İran-Irak savaşının etkisiyle gündeme gelen ikinci petrol şo­

kunun etkisiyle, OPEC ülkelerinin likidite tercihleri oldukça yüksek düzeyde ger­

çekleşmiştir. Birbirinin tersi bu iki gelişme, uluslararası borç krizinin diğer nedenle­

ri olarak ifade edilebilir.

Diğer taraftan dış kredilerin uluslararası banka sisteminden sağlanması, krizin

bir başka nedeni olarak ifade edilebilir. Uluslararası banka sisteminden azgelişmiş

ülkelere verilen krediler 1971-1982 döneminde yirmi kat artarak 210 milyar dolara

ulaşmış, uygulanan faiz oranı 1980'lerde % lO'dan %20'ye yükselmiştir. 1979-

1982 aralığında gelişmiş ülkelerdeki ortalama enflasyon, 1980'de % 13.5'den; 1982'de% 6.2'ye gerilemiştir. Tüm bu gelişmeler, ister dünya ekonomisinden, is­

ter az gelişmiş ülkelerden kaynaklansın, dış borç krizinin on yılını ortaya çıkarmış

ve moratoryumlarla sonuçlanmıştır.

Azgelişmiş ülkelerin dış borçları, 1984-1987 yılları arasında bir duraklama dö­

nemine girmiş, bu süre içerisinde % 8'lik bir tempoda artan dış borçlar 1988'de sa­

dece % 1 oranında artış göstermiştir. 1992 yılında, bir önceki yıla göre % 2.2 ora­

nında artış gösteren dış borç stoklarının GSYİH'ya oranı da 1992 yılında % 28 .6'ya

düşmüştür. Bu dönem içerisinde, birçok ülkenin borç ödeme güçlüğü yaşamasına rağmen, dış borç yükünde azalma eğilimi söz konusudur. Bu eğilimin oluşmasında,

dış borç krizine önerilen çözüm planlarının etkisi büyüktür.

Borç birikiminin en önemli nedenlerinden bir diğeri, hiç kuşkusuz petrol fiyatla­

rındaki yükselmedir. Daha sonra borç krizine giren ülkelerden yalnızca Meksika,

Endonezya, Venezuella ve Ekvador petrol ihracatçısıydı. Cline tarafından petrol it­

hal eden ülkelerdeki petrol fiyat artışlarının dış borç stokuna etkileri hesaplanmıştır.

Buna göre, petrol krizinin gelişen ülke ekonomilerine getirdiği ek maliyet artışı

1973- ı 982 yılları arası itibarıyla 260 milyar dolar düzeyindedir. ı 982 yılına kadar

borç birikimi dikkat çekmemiştir ancak bu yıldan sonra yükselen faiz oranları ve

borç-ihracat oranındaki yükselmeler, ülkelerin borçlarını geri ödemek için kendi

varlıklarından da eklemek zorunda olmalarına yol açmıştır.

Aynı dönemde dikkat çeken bir diğer olgu ise kısa vadeli sermaye hareketlerinin

kazandığı ivmedir. Pekçok ülke, sadece bu kısa vadeli fonları ülkesine yöneltebil­

mek için, az değerlenmiş döviz kurları, kredibilitenin uluslararası kuruluşlarca de­

ğerlendirilmesi, düşük vergi oranları ya da vergi istisnaları gibi pekçok aracı devre-

Page 8: ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER - ejmanager.com · ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER Dr. Ömer Veysel Çalışkan* Değişik ülkelerdeki sermaye piyasaları aracılığıyla menkul kıymetiere

232 1 ÖMER VEYSEL ÇALlŞKAN

ye sokmuştur. Bu fonların, yeni düzenlemeleri en geniş kapsamda gerçekleştiren,

özellikle Latin Amerika ülkelerine yönelmeleri bu açıdan dikkat çekicidir.

Yedi başat Amerikan bankasının uluslararası borç krizlerinin yaygınlaşmasında çok önemli etkileri olmuştur ve bu bankaların yabancı devletlerin risklerinin analiz ve değerlendirmesindeki hatalarma da dikkat çekilmektedir. Aynı çalışmada 1978-1982 yılları arasında Amerikan bankalarının yüzde 75'inin gelişmekte olan ülke hü­kümetlerine kredi açtığı ve bu kredilerin risk analizlerindeki hatalar da yer almakta­dır.

Dış borç krizleri değişik ülkelerde cari açıklarını dahi kapatmaya yetecek dere­cede yeni borçlanma sağlayamama, döviz rezervlerindeki erime, borç geri ödemele­rinde gecikme ya da durma, süreli ya da süresi belirsiz morataryum ilanları ve so­nuç olarak alacaklılarla dış borçların yeniden yapılandırılması görüşmeleri gibi ben­zer etkiler ortaya çıkarmıştır.

Bu dönemde 'Paris Klübü' resmi borçlanma görüşmelerinin yeri olurken, özel kesim borç yapılandırmaları ise çoğunlukla Londra'da gerçekleşmiştir. Paris Klübü, resmi bir kimliğe sahip olmamakla birlikte, operasyonlarda önemli bir yer edinmiş ve yerleştirdİğİ ilkeleri ilerleyen süreç içerisinde pekçok ülke ile görüşmelerde temel alınmıştır. Paris Klübünün borçlu ile görüşmedeki ilk koşulu, IMF ile bir uyum programı üzerinde anlaşacağını taahhüt etmesidir. Yalnızca borçlu hükümetleri mu­hatap kabul etmiştir ve yalnızca devlet tarafından doğrudan alınmış kredilerle dev­

let garantisinde alınmış kredileri görüşme kapsamında tutmuştur. Ancak borç kriz­lerinin birbiri ardına sökün etmesi ve değerlerinin yüzlerce milyar doları bulması ile ilkelerde bazı değişiklikler de yapılmıştır. Önceki görüşmelerde alacaklı bankaların alacaklı devletlere göre daha zayıf kalmaları nedeniyle, bankaların görüşmelerdeki temsil güçleri yeniden düzenlenmiştir.

Latin Amerika ülkelerinin Quito Bildirisini yayınlamasından sonra, borç krizine çözüm bulmak amacıyla girişimler de yoğunlaşmıştır: 1984 Mayıs ayındaki bildiri­de Meksika, Brezilya, Arjantin ve Kolombiya devlet başkanları yedi sanayileşmiş

ülkenin Londra zirvesine gönderdikleri mektupta, borç sorununa çözüm bulmak üzere Kortegana konferansına katılmalarını talep etmekteydiler. 21-22 Haziran

1984'de on bir Latin Amerika ülkesi Kolombiya'nın Kortegana kentinde toplanmış­lardı. Bu oturumda borçların uzun vadeye ertelenmesi ve hatta silinmesi gibi konu­lar ortaya atılmıştır. Kortegana konferansını takib eden 13-14 Eylül 1984'de Arjan­tin'de Mar Del Platc kentinde bir konferans daha yapılmıştır, bu toplantının

hemen sonrasında Meksika'nın borçlarının bir bölümü 14 yıl süre ile ertelenmiş ve altı yıl ödemesiz süre tanınmış ve faiz oranları düşürülmüştür. Ayrıca Meksika'nın faiz yükünde 5 milyar dolarlık indirim sağlanmıştır. Meksika'ya tanınan bu kolay-

Page 9: ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER - ejmanager.com · ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER Dr. Ömer Veysel Çalışkan* Değişik ülkelerdeki sermaye piyasaları aracılığıyla menkul kıymetiere

f

t ~

l 1

ı

EKONOMiK YAKLAŞlM 1 233

lıklar, borçlular karteli oluşmasını engelleme niyetini taşıyordu. Latin Amerika ül­

keleri 1985 yılının ilk yarısında düzenleyecekleri Kortegana konferansına sanayi­

leşmiş batılı ülkeleri siyasal diyalog için davet ettiler, ancak batılı ülkeler bu

konferansa katılmanın, borçluların oluşturdukları karteli onaylamak anlamına ge­

leceğini öne sürerek katılmadılar.

1980 'I erin başında, dış borç kriz yönetimi ile ilgili olarak oluşturulan çerçevenin

genel özellikleri şunlardır: Banka borçlarının kriz yönetimi, gelişmiş ülkelerin Merkez

Bankalan kadar uluslararası resmi organizasyonlan da ön plana çıkartmıştır. IMF,

1974 Eylül'ünde yapısal nitelikteki geri ödeme aksamalarının giderilmesi amacıyla

orta vadeli kredilere olanak tanıyan Genişletilmiş Fon Kolaylığı (Extended Fund Fa­

cility) adında bir fon oluşturmuş ve ek kredilere performans kriteri getirmişti.

Performans kriteri, kredi politikalarını, hükümet ve kamu sektörü borçlanma ta­

lebini, ticaret ve ödemelerin kısılmasına yönelik politika uygulamalarını kapsamak­

tadır. Bu kritere göre ilerideki aşamalarda kaynakların serbest bırakılması, üye ülke­lerin istikrar programlarını sağlamadaki başaniarına endekslenmiştir. Politikalar da­

ha çok gelir ve harcama dengesinin sağlanabilmesi amacıyla harcamalann kısılma­

sına yöneliktir. Sıkı para ve maliye politikaları, IMF destekli programlarda dış den­

genin sağlanmasına yönelik en önemli araçlardan biriydi.

IMF bu politikalannda bazı nedenlerden dolayı başarı sağlayamamıştır. Ülkeler

IMF'nin koşulllarını egemenliklerine müdahale olarak algılamışlardır. Birçok ala­

caklı ülke, planı de~klemek amacıyla faiz ödemelerini erteleyip kesinti yaparken,

IMF sert bir kemer sıkma politikasında ısrar etmiş, piyasa değeri üzerinden faiz öde­

melerinin yapılmasını istemiştir. Baker Planı, bu nedenle Dünya Bankasının etkinli­

ğinin sağlanması ve IMF'nin kemer sıkma politikalarının yerini arz yönlü mikro

ekonomik politikaların alması yönünde görüş bildirmiştir.

Kreditörler, borçlu Latin Amerika ülkelerinin moratoryuma gitmelerini engelle­

mek amacıyla yeniden borç verilmesini tercih etmişlerdir. Ancak sorun iki farklı

tavra sahip banka olması nedeniyle karmaşık hale gelmiştir. Toplam aktiflerinin bü­

yük bir payını belli başlı borçlu ülkelere ödünç veren bankaların temel amacı, bu

borçlu ülkelerin borçlarını ödememe olasılıklarını ortadan kaldırmaktı. Diğer grup

ise verdikleri borçlar toplam kaynaklarının ve sermayelerinin küçük bir bölümünü

oluşturan bankaların yeni borç vermek yerine risklerini azaltınayı tercih etmeleri ile

oluşmuştu.

Dış borç krizindeki ülkelerin tüm bu girişimleri, alacaklı ülkeleri daha geniş kap­

samlı ve ortak bir plan üzerinde hareket etmeye yöneltmiştir ve süreç Baker ve

Brady adı verilen, hazırlandığı dönemdeki ABD Hazine Genel Sekreterlerinin isim­c.--,.krHle anılan iki plan ile sürmüştür.

Page 10: ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER - ejmanager.com · ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER Dr. Ömer Veysel Çalışkan* Değişik ülkelerdeki sermaye piyasaları aracılığıyla menkul kıymetiere

234 1 ÖMER VEYSEL ÇALlŞKAN

Baker planı 1985 yılında Seul'de toplanan Dünya Bankası ve IMF ortak toplan­tısında kabul edilmiştir. Baker planında büyüme stratejileri ile dış dengenin sağlan­ması arasındaki ilişkiler üzerinde durulmakta ve borçlu ülkeler kadar alacaklı ülke­lerin de işbirliğinin gerekliliği vurgulanmıştır. Bu plana göre gerek resmi, gerekse özel kaynaklardan az gelişmiş ülkelere yeni krediler sağlanacaktır ve özel bankalar mevcut borçlarını erteleyerek yeni finansman vereceklerdir. Bu amaçla IMF bünye­sinde yapısal uyum hesabı kurulmuş ve bu hesaptan az gelişmiş ülkelere makro den­ge ve yapısal uyum amacıyla kredi verilmesi sağlanmıştır. Baker planının temel he­defleri, ticaretin liberalleştirilmesi, kamu kuruluşlarının özelleştirilmesi ve yabancı doğrudan yatırımın ülkeye transferinin hızlandırılmasıdır.

ABD Hazine Genel Sekreteri James Bakertarafından kendi adını taşıyan Plan, 1985 yılının Ekim ayında Seul'de toplanan Dünya Bankası ve IMF ortak top­lantısında sunulmuş ve bankaların onayını almıştır. Bu planda, ağır dış borç yü­kü altındaki ülkelerin, borçlarını ödeyeceklerini garanti etmeleri durumunda kendi­lerine ödeme kolaylıklarının sağlanması ilke olarak benimsenmiştir.

Baker planı genel olarak; kamu kesiminin ekonomideki ağırlığı ve etkinliğini azaltırken, özel kesiminkini arttırmaya ve yatırım artışını sağlayacak vergi ve iş gü­cü piyasası reformları ile finans kurumlarının geliştirilmesini, doğrudan yabancı ya­tırımları ve sermaye girişini özendirecek dış ticaretin liberalize edilmesini ve ka­mu kuruluşlarının özelleştirilmesi gibi önlemlerin alınmasını içermiştir.

Görüldüğü gibi Baker Planı, temelde IMF istikrar programları ile çelişınedi­

ği gibi adeta bu programları tamamlayıcı bir görev de üstlenmiştir. Baker Planı­na dahil olan ülkelerin, 1985 yılındaki toplam borçları 431 milyar dolardır. En çok borçlu on beş ülkeyi kapsayan Plan içerisinde borçların %80'ine sahip Latin Ameri­ka ülkeleri ve %20'sine sahip diğer beş ülke yer almıştır. Ayrıca Baker Planına dahil ülkelerin toplam borçlarının %63'ü ticari bankalara ait bulunmaktadır.

Ticari bankaların alacakları Latin Amerika ülkelerinde oldukça yüksektir. 1985'de bu oran Arjantin'de %65, Brezilya'da %71, Meksika'da %74 gibi yüksek oranlarda seyretmiştir. Baker planını izleyen 3 yıl içinde Dünya Bankası kaynakla­rı ile birlikte otuz milyar dolarlık yeni kredi Latin Amerika ülkelerine yönel­miştir. Ancak 3 yılda açılan yeni kredi toplamı, yalnızca Meksika'nın 198l'de gerek­sinim duyduğu krediye eşit bulunmaktadır. Yine Meksika'nın sadece 1986'da dış

borcunu ödemesi için 10 milyar dolara gereksinimi vardı. Diğer taraftan borçlu ül­kelerin 3 yılda ödemeleri gereken faiz borcunun 130 milyar dolar olduğu tahmin edilmiştir. Böylece, bu kurtarma operasyonu sağlanan yeni kredilerin yetersizliği nedeniyle borç krizini çözmekten uzak kalmıştır. Zaten uzun vade - düşük fa­iz formülü, uluslararası bankalar açısından bankacılık gerekleri ile uyuşmaz gö­rülmüştür. Bu konuda uluslararası bankaların ikna edilmesi mümkün olmamıştır.

Page 11: ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER - ejmanager.com · ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER Dr. Ömer Veysel Çalışkan* Değişik ülkelerdeki sermaye piyasaları aracılığıyla menkul kıymetiere

EKONOMiK YAKLAŞlM 1 235

IMF yerine Dünya Bankasının rolünü ön plana çıkaran Baker Planı, IMF'nin is­

tikrar programlarıyla büyük ölçüde çelişmeyen hükümler de getirmiştir. Getir­

diği yükümlülüklerle borçlu ülkelerin daha çok dışa açılmasını, yabancı serma­ye girişini özendirecek önlemlerin artırılınasını ve halk kitlelerinin daha çok özveri­

de bulunmasını öngörmüştür. Borçlu ülkelerin ekonomik gerçeklerinin ve toplum­

sal kesimlerin taleplerini dikkate almadan hazırladığı gibi, Plan, borçlu ülkele­

rin borçlarına karşılık olarak sağlanacak ek kaynağın büyüklüğünü de oldukça

sınırlı bir düzeyde tutmuştur. Bu nedenle Baker Planının genel olarak kabul edil­

diği gibi, oyalama ve zaman kazanma işlevini yerine getirmekten başka hiçbir

fonksiyonu olmadığı kabul edilmektedir.

Baker planının bir çok bakımdan yetersiz olması ve uluslararası borç krizine ka­

lıcı bir çözüm getiremernesi sonucu yeni bir plan gereksinimi doğmuştur. Bu neden­

le, 1989 yılında ABD Maliye Bakanı Nicholas Brady tarafından, borç sorunu­

nu çözmek için yeni bir plan teklif edilmiş ve Brady planı adıyla uygulamaya konul­

muştur: Planın en önemli maddesini, borçların bir bölümünün silinmesine ilişkin

karar oluşturmaktadır. Plana göre IMF, Dünya Bankası ve Japonya'ya ait kay­nakların kullanılarak borçların bir bölümünün silinmesi önerilmektedir. Böyle­

ce borç yükünün hafifteyeceği ve borçlu ülkelerin borç ödeme güçlerinin göreli ola­

rak düzeleceği öne sürülmüştür. Planda borçların silinmesinde esas yükün azge­

lişmiş ülkelerin borçlarının içinde %37'lik bir paya sahip olan ticari bankaların üze­

rinde olması öngörülmüştür.

Baker planından 4 yıl sonra 1989'da yeni ABD Hazine Bakanı Nicholas Brady

Planı olarak literatüre geçen programda dört uygulama önerilmektedir. Borçların bir

kısmının alacaklı bankalar tarafından silinmesi ve borcun geri kalanının aksatılma­

dan ödenmesi bu önerilerin ilk ikisidir. Üçüncü olarak, döviz gelirlerinin bir bölü­

münün gelecek yılların borç ödemelerine tahsis edilmesi öngörülmektedir. Brady

Planına göre son olarak önerilen uygulama, IMF ve Dünya Bankası'nın verdiği

uyum kredierinin bir bölümünün borç yükünü hafifletmek amacıyla kullanılması­

dır.

Tıpkı Baker Planında olduğu gibi IMF ve Dünya Bankasının uluslararası

borç sorununda etkin bir rol aynaması gerektiği, Brady planında da ortaya konmuş­tur. Plana göre borçların silinmesinde IMF, Dünya Bankası ve Japonya'ya ait kay­

naklar kullanılacaktır. Bu şekilde Brady Planında en önemli maddeyi, borçların bir

bölümünün silinmesi ve bu yolla borçlu ülkelerin borç ödeme güçlerinin göreli ola­rak düzeleceği oluşturmaktadır. Borçların silinmesinde ticari bankaların tutumları

oldukça önemlidir.

Page 12: ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER - ejmanager.com · ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER Dr. Ömer Veysel Çalışkan* Değişik ülkelerdeki sermaye piyasaları aracılığıyla menkul kıymetiere

236 1 ÖMER VEYSEL ÇALlŞKAN

Brady Planı uyarınca borçların azaltılmasında iki ayrı yöntem uygulanacaktır. Bu yöntemler; borçların itibari değerleri eşit ancak düşük faizli devlet tahvilleriyle değiştirilmesi ve borçların sözkonusu borçlu ülkeye ait kamu ortaklığı niteliğin­

deki işletmelerin hisse senetleriyle değiştirilmesi olarak özetlenebilir. Borçlu ülke Brady fonları ile borcun bir bölümünü ikincil piyasalardaki değeri üzerinden satın alabilecektir. Diğer bölümünün karşılığında ise ihracatını ve doğayı verebilecek ve­ya KİT hisseleri ile değiştirilebilecektir.

Bazı Latin Amerika ülkelerinin 1988 yılındaki dış borç toplamı ve 1987 yılına ait bazı dış borç göstergeleri verilmiştir. Brady Planı öncelikle Latin Amerika ülkeleri­

nin dış borçlarının % 20 azaltılmasını öngörmektedir. Bu nedenle Brady Planı ABD'nin yalnızca komşusu olan borçlu ülkelerin ticari borçlarına çözüm getirmeye çalışmasıyla eleştirilmektedir. Diğer taraftan Brady Planı; kaynaklarının sınırlılığı ve bütün ticari bankalarca kabul görmeyişi gibi konularda da eleştirilmektedir.

Brady Planı 'nın uygulamasında da bazı aksaklıklar görülmektedir. Özellikle ba­zı ticari bankaların, Planı finanse etmek istemeyişi, müzakereterin zor olması gibi et­kenler de uygulamayı zorlaştırmıştır. Planın başarısı faiz hadleri ile yakından ilişki­

lidir. Faiz hadlerinin yükselmesi borç azaltına çabalarını başarısızlığa uğratacaktır. Bu nedenle Planın hazırlayıcısı N. Brady; IMF ve Dünya Bankasının faiz desteğinin

başarı için ön koşul olduğunu öne sürmüştür.

Plan IMF ve Dünya Bankası tarafından oluşturulan bir havuzun, borçlu ülkeler için finansman olanağı sağlamasım ve alacaklı bankalar ile borçlu ülkeler arasında yapılacak borç erteleme görüşmelerinde bu havuzun borçlu ülkelerin geri kalan borçları için garanti oluşturmasını da önermiştir.

10 Mart 1989 tarihli Brady planı ile borçların askıya alınması ile gelişmekte olan ülkelerin yeniden piyasaya girmelerinin yolu açılmaya çalışılmıştır. Yükselen ikin­cil piyasa fiyatları (düşen getiri), borçlu ülkelerin yeni senet (ya da hisse) ihracı ya­

pabileceğini ve bunun koşullarının da daha iyi olabileceğini göstermektedir.

Dış borç reform planları olarak adlandırılan bu çözüm arayışları, dış borç soru­

nuna kalıcı bir çözüm amacını gütmektedirler. Bu planların en önemlileri Rohatyn,

Zombanakis, Weinert ve Lever Planı olarak ifade edilebilir.

Weinert Planına göre, Dünya Bankası azgelişmiş ülkelerin borç yükünü azai­tabilecek tek kurumdur. Dünya Bankası bu amaçla, ticari bankaların azgelişmiş ül­kelerden olan alacaklarını ihraç edeceği tahvillerle değiştirecektir. Tahviiierin faiz oranı borçlu ülkelerin ödeme kapasiteleri dikkate alınarak belirlenecektir ve faiz ödemeleri, borçlunun ihracat hacmine göre değişecektir. Bankaların faaliyetlerini is­

tikrarlı bir şekilde sürdürebilmeleri için uygulanan minimum faiz oranı, borçlu ülke-

Page 13: ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER - ejmanager.com · ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER Dr. Ömer Veysel Çalışkan* Değişik ülkelerdeki sermaye piyasaları aracılığıyla menkul kıymetiere

EKONOMiK YAKLAŞlM 1 237

nin ödeme kapasitesini aştığı takdirde aradaki fark, Dünya Bankası tarafından karşı­lanacaktır. Yatırım bankacılı ğı uzmanı Leslie Weinert'in önerileri bazı sakıncalar da taşımaktadır. Öncelikle banka alacaklarının daha düşük faizli tahviller karşılığı ulus­lararası bir kuruluşa transferi, azgelişmiş ülkelerin gelecekteki borçlanma olanak­larını olumsuz etkileyecektir. Dolayısıyla borç yükünde indirim sağlansa bile, azge­

lişmiş ülkelerden kaynak transferi devam edecektir.

Rohatyn Planı ise, kısa vadeli ve değişken faizli banka alacaklarını 15-30 yıl va­deli % 6 faizli tahvillerle değiştirecek uluslararası bir kurumun oluşturulmasını ön­görmektedir. IMF ve Dünya Bankası'da bu görevi üstlenecektir. Rohatyn'a göre 300

milyar $'lık dış borcun belirtilen özelliklere uygun tahvillerle değiştirilmesi ile yıllık faiz tasarrufu 15-20 milyar$ düzeyinde olacaktır.

Zombanakis Planı; dış borç ödeme güçlüğü çeken ülkelerin, IMF ile işbirliği ya­parak 11-13 yıllık bir ekonomik uyum programı önermektedir. Uyum programı ko­nusunda bankaların onayı alındıktan sonra, IMF ticari bankalara borçlu ülkelerin borçlarının ertelenmesini önerecektir. Borçlu ülke uyum programının gereklerini ye­rine getirdiği halde borç servisini gerçekleştiremezse, IMF sözkonusu ülkenin borç servisini kendisi yerine getirecektir. Mevcut borç düzeyinden herhangi bir indirim söz konusu olmayan planda, IMF'ye de yerine getirmekte zorlanacağı bir fonksiyon

yüklenmektedir. Ayrıca IMF programlarının uygulanabilirliği konusunda da bazı

şüpheler oluşmaktadır.

Son olarak Harold - Lever tarafından hazırlanan planda; negatif kaynak trans­ferinin önlenebilmesi ve batık kredilerin kurtarılabilmesi için yeni borçların veril­mesi öngörülmektedir. İngiltere eski Maliye Bakanı Lever, gelişmiş ülkelerin yeni krediler garanti etmesi gerektiğini öne sürmüştür. Bu amaca yönelik olarak, ihracat kredisi kurumlarının azgelişmiş ülkelere yönelik ticari akımlarla birlikte, bu akım­ların sonucu oluşan cari işlemler açıklarını finanse etmeye yönelik bir fonksiyonları

olmalıdır.

1985 yılından itibaren dış borç krizinin aşılmasına yönelik tüm planlar, genelde IMF ve ticari bankaların tutumlarını ön plana alarak, gelişmiş ülkelere önemli

görevler yüklemiştir. Bu nedenle bu planların uygulamada birçok aksaklık göster­diği ve tam anlamıyla başarılı olamadığı açıktır.

Son dönem başarılı dış borç yeniden yapılandırma politikalarından birini Mek­sika uygulamıştır. Uyguladığı yöntemde alacaklılara üç seçenek sunulmuştur: (i) El­lerindeki borcun iskontolu yeni borçla, libor artı 13, yani yaklaşık önceki değerinin yüzde 65 iskonto oranı üzerinden değiştirilmesi, (ii) eşit itibari değere sahip ancak yüzde 6.25 sabit faizli bir borçla değiştirilmesi, (iskontolu ya da aynı itibari değerli yeni ihraçlar FED'in garantisini taşımaktaydı) ve (iii) exit bond kanalıyla önceki

Page 14: ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER - ejmanager.com · ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER Dr. Ömer Veysel Çalışkan* Değişik ülkelerdeki sermaye piyasaları aracılığıyla menkul kıymetiere

238 1 ÖMER VEYSEL ÇALlŞKAN

borcun yüzde 25'i kadar yeni kaynak da üzerine eklenmesi koşuluyla (ancak garan­tisiz şekilde) eski borcun yenilenmesi idi.

Faiz ödemeleri bütün seçeneklerde ilk 18 ay için askıya alınmıştı. Alacaklıların yaklaşık yarısı eşit itibari değerli seçeneği, yüzde 40'ı iskontolu senedi, yüzde lO'u ise yenileme seçeneğini tercih etti. Ülkeye 7 milyar dolar nakit gerekiyordu. IMF ve Dünya Bankası biri 2.05, diğeri 1.8 olmak üzere iki kredi ve Japonya 2.02 milyar dolarlık kısmını sağladı. Wijnbergen (199l)'e göre bu uygulama son dönemlerin en başarılı dış borç yapılandırmasıdır.

Son döneme ilişkin bir diğer uygulamada ise 700 milyon dolarlık bağış sonrası İsviçre, ihracatçılarının tahsil edilemeyen ticari kredilerine karşılık 58 milyon SFr harcamıştır. Ticari kredilerin yüzde 95'i bu yolla geri alınmıştır. 0.15 fiyatı işlem sonrası 0.19'a yükselmiştir. İsviçre hükümeti aynı uygulamayı İsviçre bankaları içinde yapmayı denemiş ancak fiyattaki artış beklentisi nedeniyle bankaların hiçbiri uygulamaya yanaşmamıştır. İsviçre ayrıca 199l'de 700. yıl kutlamaları çerçevesin­de değişik ülkelere ait 700 milyon dolar alacağını bağışlamıştır.

Uluslararası borç krizinin çözümü için ileri sürülen öneriler arasında en çok pop­ularite kazananlardan biri de resmi kreditörlerin gelişmekte olan ülkelerin dış borç yüklerinin azaltılmasına genel olarak katkıda bulunacakları Uluslararası Dış Borç Kurumu'nun (IDF- International Debt Facility) kurulmasıdır.

Önerilere göre IDF aracılığıyla gelişmekte olan ülkelerin dış borç yüklerinin azaltılmasında başlıca iki yöntem kullanılabilir: (i) IDF gelişmekte olan ülkelerin bankalara olan borçlarını ikincil piyasa fiyatları üzerinden kendi ihraç edeceği daha düşük faizli ya da daha uzun vadeli tahvillerle değiştirebilir ve (ii) gelişmekte olan ülkelerin bankalara olan borçları karşılığında ihraç ettikleri tahviller IDF tarafından garanti edilebilir.

Fakat IDF'nin uygulamada bazı olumsuz sonuçlara neden olacağı da ileri sürül­müştür. IDF'nin kurulması gelişmiş ülkelerdeki kamu kuruluşlarına ve vergi ödeyi­cilerine önemli yük yükleyecektir. Bankaların alacaklarını nominal değerinin altın­da bir fiyattan satmaktan dolayı uğrayacakları zarar, beyan edecekleri gelir miktarını düşürerek gelişmiş ülkelerin vergi gelirlerini azaltacağından, gelişmiş ülkelerin kat­lanacakları yük, taahhüt ettikleri sermaye miktarı ile sınırlı kalmayacaktır. IDF'nin borç konversiyonu işlemi ile borçlu ülkelerin borç yükleri azalıp geriye kalan borç­larını ödeme olasılığı artacağından, her bir banka diğer bankaların katılıp kendi alacağının tamamının ödenmesini beklemeyi tercih edecektir.

Ayrıca IDF'nin kurulmasıyla bankalar alacaklarını batık kredi haline getirmekten kurtarmak için yeni krediler vermek zorunda kalmayacaklarından dolayı, borçlu ül­kelere yönelik yeni kredi akımları da azalacaktır.

ı

Page 15: ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER - ejmanager.com · ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER Dr. Ömer Veysel Çalışkan* Değişik ülkelerdeki sermaye piyasaları aracılığıyla menkul kıymetiere

EKONOMiK YAKLAŞlM 1 239

Bu eleştirilere karşı olarak ise aşağıdaki görüşler ileri sürülmüştür: (i) IDF kurul­

sa da kurulmasa da, bankalar gelişmekte olan ülkelere verdikleri borçlardan dolayı

zarara uğrayacaklar ve beyan ettikleri gelir miktarı azalacaktır. (ii) IDF'nin ban­

kalardan borçları satınalma fiyatı ikincil piyasadaki fiyatına eşit ya da onunla yakın­

dan bağlantılıysa, borçlu ülkeler piyasa fiyatını aşağıya doğru indirmeye çalışacak­

lardır. Eğer satınalma fiyatının belirlenmesinde IDF'nin kuruluş dönemindeki piyasa fiyatları baz alınırsa bu sorun da ortadan kalkacaktır. (iii) IDF tarafından

borçların yeniden düzenlenmesi borçluların geri kalan borçlarını ödeme gücünü art­

tırıp kredibilitelerini yükselteceğinden, yeniden borçlanmalarını kolaylaştıracaktır. (iv) Ayrıca gelişmiş ülkelerce yeni krediler için garanti sağlamak ve yeni kredi ver­

mekten kaçınan bankaların borçlarını işleme tabi tutmamak gibi ek önlemler de

alınabilecektir.

IDF kurumu dış borçların yeniden yapılandırılması fonksiyonu ile değil ama gelişmekte olan ülkelere yönelik kalkınma politikaları geliştiren bir organizasyon

olarak Dünya Bankası bünyesinde faaliyet göstermeye 1990 yılında başlamıştır.

Bir borç krizinin çözüldüğünün en önemli işareti, ülkenin uluslararası piyasalara,

diğerleri ile aynı koşullarda girebilmesidir. Alacaklıların aksama riskini üstlenecek

bir ek faiz talepleri bile, tek başına aksama olasılığının kendisini artırmaktadır. İkin­

ci olumlu işaret, ülke kaynaklarının önemli kısmının dışarıya transferinin önüne

geçilmesidir. Bunu sağlayacak olan ise yüksek büyüme oranları ve gelişmiş ülkelere

yaklaşan yaşam standartları olacaktır. Böylece IMF ve Dünya Bankası da ana ilgi

konuları olan uluslararası parasal istikrar ve ekonomik kalkınma konularına, borç

geri ödemelerinden daha fazla zaman ayırabileceklerdir.

Bir dış borç sorununun gelişmekte olan bir ülke için çözüldüğünün en önemli

işareti, söz konusu ülkenin, uluslararası piyasalara "diğer borçlanıcılar"la aynı

koşullarda girebilmesidir. Bu koşullar, en başta vade ve faiz olarak kendisini göster­

mektedir. Borçlanıcı ülke, yeni borç edinmelerinde, (piyasada oluşmuş vade ve faiz

yapısı ile sözleşme koşullarına göre) "ek" bir maliyet yüklenmiyorsa, ülkenin

yeniden yapılandırma gereği sona ermiş kabul edilebilecek ve süreç tamamlanacak­

tır.

Page 16: ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER - ejmanager.com · ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER Dr. Ömer Veysel Çalışkan* Değişik ülkelerdeki sermaye piyasaları aracılığıyla menkul kıymetiere

240 1 ÖMER VEYSEL ÇALlŞKAN

KAYNAKÇA

B ARDHAN, Pranab K :,"Optimum Foreign Borrowing" Essays on the Theory of

Optimal Economic Growth içinde (M.I.T. Press 1967),pp.ll7-128.

BEN-BASSAT, Avraham: "The Optimal Composition of Foreign Exchange

Reserves," Journal of International Economics, Vol. 10, pp. 285-95, 1980.

EA TON, Jonathan and Mark Gersovitz.: "De bt w ith Potential Repudiation: Theoretical and Empirical Analysis", Review of Economic Studies, vol. 48: 289- 309, 1981.

FISCHER, Stanley ."On the Need for an International Lender of Last Resort." Mimeo, Washington, D.C.: IMF (January), 1999.

FISCHER, Stanley. "Resolving the International Debt Crisis", Mc Graw-Hill Book Company, 1990.

FISCHER,Stanley and Jacob A.Frenkel. "Investment, the Two Seetar Model and Trade in Debt and Capital Goods" Journal oflnternational Economics,Vol.2 (August 1972),pp.211-233, 1972.

OBSTFELD, Maurice.:"Macroeconomic Policy,Exchange Rate Dynamics and

Optimal Asset Accumulation" Journal of Political Economy, Vol 89 (December 1981) pp1142-1161, 1981.

SACHS,Jeffrey D. :"LDC Debt in the 1980s:Risk and Reforms," Crisis in .the Economic anf Financial Structure, içinde, (Lexington, Massachusetts.1

982,)pp 197-243, 1982.

Page 17: ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER - ejmanager.com · ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER Dr. Ömer Veysel Çalışkan* Değişik ülkelerdeki sermaye piyasaları aracılığıyla menkul kıymetiere

EKONOMiK YAKLAŞlM 1 241

SORU-CEVAP PROF. DR. OKTAR TÜREL (Oturum Başkanı)- Soruların muhtemelen tümünü

cevaplama imkanımız olmayabilir. Ben konuşma sırası içinde bazılarını bir araya getirerek ya da toplayarak bir seçme yapmak durumunda olursam beni lütfen bağış­layın.

Soruların önemli bir bölümü Profesör Sönmez' e yöneltilmiş.

Bayan Yıldız, "Merkez Bankası'nın yabancı sermaye giriş-çıkışiarına bağlı ola­rak para arzını kontrol etmesi ve faiz oranlarının belirlenmesinde yabancı sermaye giriş-çıkışının rolünü açıklayabilir misiniz" der.

Doktor Togay, "32 sayılı kararda yapılması gereken değişiklikler sizce neler ol­malıdır" sorusunu yöneltir.

Adını belirtmeyen bir arkadaşımız, "sermaye hareketlerinin sınırlanması gerek­tiğini söylediniz, gelişmiş ülkelerin finansal entegrasyonlarını gerçekleştirdiği bir dönemde bu gelişmelerle sermaye hareketlerinin sınırlanması uzlaşır mı" der.

Yine adını belirtmeyen bir arkadaşımız, "yabancı sermaye hareketleriyle ilgili olarak Türkiye için önerdiğiniz çözüm nedir" sorusunu yöneltir.

Sayın Demir Türkiye Kalkınma Bankası'ndan, "sermaye hareketlerinin kontrol altında olduğu bir ülkede döviz kuru rejimi ne olmalıdır" sorusunu yöneltir.

Sayın Tunalı Türk Eximbank'tan, "vade bazında sınırlama getirilse, bu olumlu sonuçlar doğurmaz mı? Örneğin vadeleri uzatmaya çalışan Şili bu açıdan başarılı ol­muş sayılmaz mı"diye sorar.

Sayın Dikme n, "1 980 sonrası liberasyon uygulamasının başarısızlığıyla ilgili olarak yapısal sorunlar ön plana çıkmaktadır" der ve 32 sayılı kararının revizyonuy­la ilgili olarak biraz daha tamamlayıcı bilgi sorar.

Adını belirtmeyen bir öğrencimiz, "spekülatif para girişini önlemek amacıyla sermaye girişinin belirli bir oranda vergilendirilmesi ya da reel faizin belirli bir oran­da vergilendirilmesi mümkün olabilir mi" der.

Bir öğrencimiz, Sayın Ünal, "finans kapitalizminin son aşaması finansal serbest­leşmeden geçmektedir, bu bir yerde aynı zamanda kapitalizmin de bir başarısızlık aşaması mıdır" sorusunu yöneltir ...

PROF. DR. SiNAN SÖNMEZ- Şimdi, Sayın Başkan, kaç dakika sürem var, ba­na ne kadar süre vereceksiniz?

OTURUM BAŞKANI- Büyük çoğunluğu örtüşen sorulan toplayarak cevap ve­rebilir. Yani tek tek alması mümkün değil.

PROF. DR. SiNAN SÖNMEZ- Kaç dakika? Hayır, tek tek alınam mümkün de­ğil.

OTURUM BAŞKANI- Yani maksimum 5 dakika içerisinde.

Page 18: ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER - ejmanager.com · ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER Dr. Ömer Veysel Çalışkan* Değişik ülkelerdeki sermaye piyasaları aracılığıyla menkul kıymetiere

242 1 EKONOMiK YAKLAŞlM

PROF. DR. SİNAN SÖNMEZ- Maksimum 5 dakika içinde ancak değinebilece­ğim, kusura bakmayın, yani Oktar Hocamızın söylediklerinden aklımda kalanları söyleyebileceğim çünkü. Bayağı soru var ve panelde yer alan meslektaşlanma, ar­kadaşlarıma havaleediyorum bunları, onlar tartışabilirler en azından. Korktuğumda başıma geldi alsında, bu kadar soruyla.

Şimdi efendim, bağdaştırmaya çalıştırayım. Yani sırayla gitmeyeceğim belki ama, 32 sayılı kararın, yani burada ben tabii ne uygulayıcıyım, açıkça bir akademis­yenim. Akademisyen olduğum için de serbestçe görüşlerimi açıklama gayet tabii olanağım var, muhalefet etme olanağım da var. Ancak bana, adaylığımı koyar, se­çimlerde oy verirseniz, beni cesaretlendirdi, iktidara gelirsem bağımsız olarak, o za­man uygulanm ekibimle birlikte bütün bu söylediklerimi. Yoksa hiçbir zaman uy­gulama olanağım olmayacaktır.

Şimdi bir defa şunu söyleyeyim: 32 sayılı karar konusunda radikal bir dönüşüm olabilir; yani tümüyle kaldırabilirsiniz birinci seçenek. Bunun karşılığında, karşısın­da da, bunu şöyle söyleyelim: Gözden geçirilmesi gerekebilir, bir tür revizyon ola­bilir. Şimdi, bu revizyon çerçevesinde çeşitli öneriler, çeşitli çözümler ortaya çıka­bilir. Bir arkadaşımız, zannediyorum Sayın Tunaboylu, söylediği Şili örneğini vere­rek, vadenin uzatılınası konusunda mı demişti? Yani, sadece 32 sayılı kararla birlik­te, yani nasıl olabilir? Bu kararı gözden geçirirken, Merkez Bankası'nın alacağı bir­takım önlemler ile bu sermaye hareketleri, özellikle çıkma noktasında birtakım kı­sıtlamalar getirilebilir; bu mümkündür, bundan korkmamak lazım yani, hiçbir şeyde korkmamak lazım. Bunun ciddi ciddi planının yapılması lazım. Bunu 2-3 dakikada ben anlatamam yalnız yani, mümkün değil.

Diğer bir nokta, Hazine, Sayın Emi! burada, Hazine'nin de devreye girmesi ge­rektiği kanısındayım; artı vergi sistemini, vergi sistemini gözden geçirirseniz, bence vergi sistemi, bir de maliyeci olarak onu da söyleyeyim, çok üzerinde hassasiyetle duruyorum ve bu bağlamda topu atmak değil, 4369 Sayılı Yasa, AKP henüz iktida­ra gelmeden, iktidara gelmişti de, Hükümet programında, acil eylem planında ne vardı? İlk yapılacak şey 4369'u ortadan kaldırınaktı ve yaptılar, ilk icraatlarıdır. Da­ha önceki Hükümetin de gücü yetmedi. Neden? Finansal serbestçilik var, 32 sayılı karar var. Bakın, ne oluyor? Sermaye giriyor-çıkıyor, hareket ediyor, vergileyemi­yorsunuz arkadaşlarım, vergi alamıyorsunuz. Çok net bir olay vardır, vergilendire­miyorsunuz. Neden vergilendiremiyorsunuz? Çünkü yakalamak zor. Yani, mevcut vergi sistemiyle o dönemdeki, 98'deki vergi sistemiyle de bu hareketleri yakalamak ve vergilendirmek finansal olanaklan mümkün değildir. Hem onu vergilendiremez­siniz, kayıt dışını engelleyemezsiniz. Ne yapmak lazım? İşte 4369 Sayılı Yasa gibi bir yasa lazımdı. Bir yasa lazımdı; kayda almak gerekiyordu ve finansal rantlan da, bu sıcak para hareketleriyle elde edilen rantlan da vergilendirmek lazımdı. 32 sayı­lı kararın bu şekilde tabii törpülenmesi söz konusuydu. Şimdi, buna uygun iktisat politikaları uygulamak lazım. Sıcak para girişine yönelik bir spekülatif büyürneyi

Page 19: ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER - ejmanager.com · ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER Dr. Ömer Veysel Çalışkan* Değişik ülkelerdeki sermaye piyasaları aracılığıyla menkul kıymetiere

EKONOMiK YAKLAŞlM 1 243

yakalamaya çalışırsanız, faiz-kur arbitrajını gayet tabii devreye sokarsınız o zaman. Mal hareketleriyle parasal hareketler tamamıyla birbirinden koptu, kopartıldı. Bir bütün olarak düşünmemiz lazım. Yoksa, 32 sayılı kararda ısrar etmenin anlamı şu değil: Efendim, bu bir sihirli değnektir. 32 sayılı kararı törpülersek, büyük ölçüde o zaman biz bu faiz-kur arbitrajı meselesini de çözeriz o zaman. O zaman ne yaparız? Özerklik kazanan Merkez Bankası'nın bence, şahsen, o zaman açıkçası, bir arkada­şımızın sorduğu soru vardı, nasıl oluyor diye, nasıl oluyor, nasıl bağımlı oluyor? Çok açık olan bir şey vardır; kur politikasını belirlemekte, faiz politikasını belirle­mekte otonom şekilde hareket edemiyor. Nedir şey? İşte spekülatif hareketlere yeşil ışık yakmak, bu çerçevede giren sermayenin esiri olmaktır. Çok net olarak görmek lazım. Bu politikalarla Merkez Bankası'nı atalete yönlendirmiş oluyorsunuz.

Dolayısıyla, 32 sayılı karardan, bence gözden geçirilmesi, -bitiriyorum Sayın Başkan- bu bağlamda bence iktisat politikalarının değişmesine yol açacak çok önemli bir adımdır diye düşünüyorum.

Tabii kusura bakmayın, bütün soruları yanıtlamarn mümkün değil. Sayın Başkan bıraksadaha çok söyleyeceğim şeyler var ama ...

OTURUM BAŞKANI- Soruların bir kısmı tabii çay-kahve molası sırasında da konuşmacımıza yöneltİlebilir.

PROF. DR. OGUZ ESEN- Bana Sayın Suat Özeren'den bir soru gelmiş, "yakın gelecekte dalgalı kur altında sermaye hareketlerinin hacmi nasıl olacak ve nasıl ge­lişecektir" diye.

Yani ben, bugünkü izlenen politikalarla, bu 89'dan beri izlenen politikalarının sürdürülme çabası içinde olunduğunu düşünüyorum, yani uygun bir ortam yaratıl­maya çalışılıyor tekrar sıcak para girişine.

Profesör Tuba Ongun da, "madem tarihsel örnekler iyi yönetişim ve iyi politika­ların geçerli olmadığını gösteriyor, o zaman neden koşulluk içinde var" deniyor, "borçların geri ödenmesini sağlamak için mi" deniyor.

Büyük ölçüde öyle olduğunu düşünüyorum ben de.

"Etkin yönetim ve kurumsal düzenlemeleri kalkınınayı yeterince sağlamıyorsa, gelişmiş ülke deneyimleri nelerdir?"

Bu bir, gelişmeyi sağlayacak bir politika olarak, bir kalkınma politikası olarak sunulmadığını düşünüyorum, bütün bu IMF ve Dünya Bankası politikalarının.

Ben kısaca bu kadar söyleyeceğim.

OTURUM BAŞKANI-Teşekkür ederim Sayın Esen.

Sayın Çalışkan; buyurun efendim.

DR. ÖMER VEYSEL ÇALlŞKAN- Bana gelen soruda, Anne Krueger'ın üzerin­de çalıştığı, borçlu ülkelerin iflası programıyla ilgili bilgi isteniyor.

Page 20: ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER - ejmanager.com · ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER Dr. Ömer Veysel Çalışkan* Değişik ülkelerdeki sermaye piyasaları aracılığıyla menkul kıymetiere

244 1 EKONOMiK YAKLAŞlM

Şimdi, bu, dış borç yeniden yapılandırılması, değişik ve birbirinden kopuk tek­nikleri içeren bir üst başlık. Bu dış borçların yeniden yapılandırılmasında borç öz sermaye değişimi adı verilen, özelleştirmeyi borç ödemeleriyle tek bir havuzda top­layarak, tek bir teknik olarak uygulamayı öne süren bir teknik var. Borç doğa deği­şimi var bazı Güney Amerika ülkelerinde, doğayı, çevreyi korumaları karşılığında borç ödemelerinde kolaylık ya da borç silinmesi gibi yöntemleri birleştiren. Çok yaygın bir şekilde kullanılan çıkış senetleri var, itibarlı alacaklı gibi bir statü kuran. Şimdi, bunların her birini tek tek ayrıntılı olarak tabii ki açıklamayacağım ama, bu tekniklerin hem hepsi bir yönüyle işe yaradı, hem hiçbiri soruna çözüm olamadı. Şimdi, konuşmanın son kısmında, son dakikalarında anlatmaya çalıştığım gibi, bu birbirinden bağımsız teknikleri öncelikle uygulayacak bir üst kurul arayışı var ve IMF de, Dünya Bankası da bugünkü görev ve yükümlülükleri itibarıyla bunu ger­çekleştirmekten uzak görünüyorlar. Birinci arayış çabası, bu üst kurul çabası dünya çapında.

İkincisi, biraz önce yine söz konusu edildiği gibi, borçlunun tek, fakat alacaklı­nın neredeyse sonsuz denecek sayıda dağınık olmasından gelen bir sorun.

Bu tekniklerde şöyle bir durum ortaya çıkıyor: Borç yapılandırmasına önce giren alacaklı zararlı çıkıyor, çünkü kalan borçların değeri yükseliyor. Dolayısıyla, bu de­ğişik ve parçalanmış alacaklılan da bir arada toplamak bir mesele. Dolayısıyla, A. Krueger aslında biraz, basma sık yansıdığı için, adı çok sık duyulduğu için, san­ki bu işle özel olarak böyle bir çözüm öneriyormuş gibi. Fakat, onunla birlikte pek çok dünya çapında iktisatçının bu değişik ve dağınık teknikleri toplayıp, tek bir çö­züm önerisi hiUine, bir program haline getirmeye çalıştıklarını özellikle IMF bünye­sinde takip ediyoruz.

OTURUM BAŞKAN!- Teşekkür ederim.

FERHAT EMİL- Ben çok kısa olarak bana yöneltilmiş iki soruya yanıt vermeye çalışayım.

Sayın Fuat Yılmaz'ın sorusu, "Türkiye' nin iç borç ödemesini emisyona giderek gerçekleştirmesi ve daha sonra hızlı bir özelleştirme sürecine giderek bu parayı ge­ri çekmesi mümkün müdür" diye sormuş.

Bence bu ortamda mümkün değildir. Birincisi pratik değildir; çünkü Merkez Bankası artık böyle emisyon yapmıyor. İkincisi de, zaten böyle bir ortamda Merkez Bankası emisyon yapsa, bizim özelleştirme sürecindeki sicilimize bakacak olsa bu­nu öyle hızlı falan yapabilecek bir halimiz ve durumumuz yok. O anlamda da pratik değil.

"Sizce Türkiye'nin iç borcunu bugünkü politikalarla halletmesi mümkün müdür? Bu tabii herkese göre değişir. Ama bana göre, şu andaki politikalarımızla, borcun sürdürülebilirliğin i ve borcun gayrisafi milli hasıla içindeki oranını giderek düşüre­bileceğimizi düşünüyoruz. Bu anlamda bugünkü politikalarla bunun halledilmesi

Page 21: ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER - ejmanager.com · ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER Dr. Ömer Veysel Çalışkan* Değişik ülkelerdeki sermaye piyasaları aracılığıyla menkul kıymetiere

.. 1

r

(

EKONOMiK YAKLAŞlM 1 245

mümkün gibi gözüküyor. Nedir bu? İşte faiz dışı fazla meselesi var, güvenin sağlan­ması meselesi var. Bence, bunlarla birlikte bir de harcama politikalarının kalitesi meselesine de bakmamız lazım. Sanırım bir tek orada eksiğimiz var. Yani, kaliteli bir mali uyum ve intibak yapabilme konusunda sorunumuz var, onu gidermemiz la­zım. Ama, onu da giderdiğİrniz anda, şu andaki politikalarla borcun sürdürülebilir­liğini, eğer bir yanlışlık yapılmazsa geçmişte olduğu gibi, sürdürülebilirliğinin

mümkün olduğunu düşünüyorum.

Sayın Doktor Kadir Eser, "yeni uluslararası finansal mimari yapıda sermaye kontrollerine nasıl bir rol biçilmektedir" demişti.

Yani biçilen rol, artık bunun, evet olabilir şeklinde düşünülüyor, ama bir kriz or­taya çıktığı anda. Geçici olması söz konusu. Hangi araçlar olabilir? İşte sermaye çı­kışına idari kontrollerin geçici olarak getirilmesi söz konusu olabilir. Yine kamu borcunun, dışarıya ödenecek kamu borcunun askıya alınması yeni bir görüşme orta­mına geçilenekadar olabilir. Tabii yine bunların daha bir bütüncül, uluslararası hu­kukla bağdaştırılmış bir biçimde sürdürülmesi, biraz önce Sayın Veysel Çalışkan Hocanın da belirttiği gibi, işte ülke borcunun yeniden yapılandırılması mekanizma­lan içinde de tartışılıyor. Yani burada bunlar söz ediliyor. Prensip olarak G7 ülkele­rinin belgelerine girmiş, tartışmalarına girmiş, ama üzerinde çok da tartışılan husus­lar var. UNCTAD'ın karşı olduğu birtakım meseleler var. Fakat sonuç olarak G7 uluslararası finansal mimaride başka uluslararası kuruluşlan ya da iktisatçılan bir noktada bir kenara bırakıp, yine bu işin IMF, Dünya Bankası patronajında gitmesi yönünde de bir tercihleri var. Ama, olay sermaye kontrolleri olabilir. Kriz anında mümkündür, fakat geçici olmak koşuluyla şeklinde özetlenebilir.

OTURUM BAŞKAN!- Çok teşekkür ederim.

Toplantıyı kapatmadan önce izninizle Sayın Emil'e ufak bir gönderme yapmayı düşünüyorum.

Ben son 20 yılı aşkın sürede IMF ve Dünya Bankası'nın yoğun ideolojik bom­bardımanı altında Hazine'de kambiyo kontrolü nedir ne değildir diyebilen kişinin kalmadığı inancındaydım. Ama, Ferhat Emil'in 17 sayılı kararı nedir ne değildir, na­sıl uygulanır; o dönemi yaşadığı ortaya çıktı. En azından bu ileride şu veya bu şekil­de bir kambiyo kontrolü gerektiğinde bu işi yapabilecek insanlarımızın olduğuna bir işarettir. Yani bu en azından benimkuşağım için ve benim düşüneerne sahip iktisat­çılar için sevindirici bir husustur.

Teşekkür ediyoruz.Y ani şöyle bir şey yok: Biz dışanya açalım, onlar gelsinler, biz onların sermayesini de, parasını da kullanalım. Hayır, onlar sizi kullanmaya ça­lışacaktır. Bunu dikkate almak gerekir. Yahut bu sermaye girişinin, özellikle uzun vadeli sermaye girişinin birtakım koşulları var; bir ortam istiyor o sermaye. Onlar sağlanamadıysa küreselleşme sürecinden yararlanmak zordur. Dünya Bankası çalış­masının bulgusu da budur.

Tekrar teşekkür ederim.