Upload
uc-nokta-fanzin
View
241
Download
0
Embed Size (px)
DESCRIPTION
Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı
Citation preview
1 |U ç N . k t a
İÇİNDEKİLER
BİZ, KISACA.
AHLÂKSIZLIĞIN, KENDİSİ ÖLÜMÜN ÖZGÜRLÜĞÜ
OLDUĞUNDA, AHLÂKSIZLIĞIN ANISINDAKİ ÖLÜM
SESSİZLİĞİ NE BÜYÜKTÜR! AŞK, AHLÂKSIZLIK İÇİNDE
NE BÜYÜKTÜR! AHLÂKSIZLIK AŞK İÇİNDE…
BATAILLE
3 |U ç N . k t a
Olağan
Adam, kendini aşağı çeken yokuşun başından yürürken temkinli dav-
ranıyor ve merdivenleri tercih ediyor. Aşağı doğru birkaç adım atarken
saydırdığı küfürleri bir duyan var mı diye sağı solu kolaçan etmeden du-
ramıyor, bunun ahlâki yanı değil onu rahatsız eden; yalnızca insanların bu
küfürleri duymasına karşın, hâlâ yaşamalarının mantıksızlığını ayrımsa-
mak istiyor. Merdivenden sıkılmış, yolun ortasına yöneliyor. Tüm dünya-
nın hâkimi gibi yürümeye devam ediyor; izlediği yalnızca parmak uçları
ve o parmak uçlarının ulaşmaya çalıştığı bir ‘son nokta’. Karşıdan gelen
arabanın sesini dinlerken köşeye çekiliyor ve o sırada sekiz-on adım öte-
deki kediyi izliyor. Kediye yaklaştıkça ne kadar da bakımsız, zayıf ve sah-
te bir ifadeye sahip olduğunu görüyor. Kedileri sevmesine karşın, gene de
bu kedide mide bulantısı yaratan şeyleri duyumsuyor.
−Amına koyduğumun kedisi!
Aracın sesi yükseliyor. Kedi hiçbir şeyin ayırdında değil. O sırada
adama dikkatle bakıyor ve kendine yaklaşmasını bekliyor kaçmak için.
Adam yaklaşıyor. Otomobil yaklaşıyor. Adam yolun köşesine çekildiğinde
kedi, o an adam ona doğru koşmak üzereymiş gibi irkiliveriyor ve sonra
adamın niyetinin bu olmadığını anlayarak yolunu tamamlamaya karar ve-
riyor. O sırada beklenmedik bir hızla gelen araç kediyi acımasızca ezerken,
kediden çıkan ses adamın üzerine sıçrayan kandan daha baskın ve sarsıcı
oluyor. Herhangi bir canlının son nefesini vermeden önce çıkardığı ses,
haykırmayla karışık bir inilti, belki bir rica tonlaması ya da bir sitem gibi.
En içten sitemi can verirken ediyor kedi. Tanrıya bir sitem olmalı:
−Böyle ölmemeliydim.
Aracın içindekiler bir kediyi öldürdüklerinin farkındalar ve gülü-
şüyorlar; gene de adamdan çekindikleri için hızlanarak yola devam edi-
yorlar. Adam öfkeden kıpkırmızı kesilmiş gözlerini, ağzının kenarındaki
4 |U ç N . k t a
kedi kanını bileğiyle silerken bile şoför ve arkadaşlarından ayırmaksızın
bağırıyor:
−Hay siktiğimin bebeleri, sıçtınız gömleğin içine!
Araç yüksek sesli müziğin sesiyle birlikte yokuşu tırmanıyor ve
otomobilin içinden hiçkimse arkasına bakmıyor bile.
Adam birkaç saniye önce kedi kanına boyanan gömleğini silmekle
silmemek arasında kararsız. Kedinin barsaklarının dışarı fırlamış haline
bakıyor. Yolun ortasında kedinin tüm iç organları özenle sergileniyormuş-
casına duruyor. Etrafında çember oluşturan kan lekeleri, kediyi belki de
ilk kez bir merkeze oturtuyor. Bu kedinin daha önce biri tarafından sevil-
miş olması olanaksız. Adam hangi küfürü edeceğini şaşırıyor. Kedinin is-
tençsiz ayak hareketine bakarken diğer yandan, gömleğini yeni sünnet ol-
muş bir çocuğun entarisini tutmasına benzer bir özenle tutarak, bu kez da-
ha hızlı adımlarla eve doğru yürüyor. Kedinin başına üşüşen diğer sokak
kedileri az önce olan olayı değerlendiriyormuşcasına birbirlerine bakıyor
ve adamın da anlamadığı bir dilde tartışıyorlar.
Adam eve vardığında, içeriden yükselen müzik sesine tekrar sinir-
leniyor.
−Şurada beni sikseler duymayacak kancık karı!
Anahtarını çıkardığında, artık tutmaktan yorulduğu kanlı gömlek,
yeniden vücuduna yapışıyor ve adamın yüzündeki tiksindirici ifade daha
da yoğunlaşıyor.
Eve girdiğinde müziğin dışında bir sesin daha olduğunu ayrımsıyor
ansızın. Koridorun diğer ucundan, yatak odasından geldiğini düşünüyor,
hızlı adımlarla oraya girdiğinde kimsenin olmadığını görmek bir an için
onu rahatlatsa da sesin kaynağına hâlâ ulaşamadığını anladığında tekrar
içine kuşkulanıyor. Belli belirsiz, sanki kendi kendine sayıklarcasına
“Havin?” diye sesleniyor. Duyan yok. Koridorun sonuna doğru yürüdü-
ğünde mutfaktaki masaya yüzükoyun uzanmış sevgilisini, Havin’i görü-
yor. İki elini duvara yapıştırmış ve arkasında kan-ter içinde bir adam.
Uzun süredir kondisyonlu olduğu Havin’in zevk dolu inlemelerinden ve
adamın aynı süratle Havin’in içine girip çıkmasından öylesine belli ki,
adam bu enfes tabloyu hayranlıkla izlerken buluyor kendini bir an. Şaşkın
ifadesinin yerini yoğun bir öfke alan adam “Şimdi siktim belanızı!” diye
haykırdığında Havin sıçrarcasına sağına, adama doğru bakıyor ve kedinin
5 |U ç N . k t a
ezildiği an çıkardığı sese benzer bir ses çıkarıyor. Havin’in yorgun düşmüş
fakat hâlâ istençli vücudu, dimdik göğüsleri ve adamla şimdiye dek hiç
denemediği pozisyon adamı kısa bir süreliğine kıskandırıyor ve Havin’in
kaslı sevgilisine dönüp bağırıyor:
−Ayhan bu ulan! Öz kardeşimle bir de! Öz kardeşim lan, öz!
Havin’in ağzından tek bir söz çıkmıyor, ayak bileklerine kadar
indirdiği külodunu çekip eteğini düzeltirken Ayhan çaresiz, adamın ona
yaklaşmasını bekliyor. Gözbebekleri büyümüş, penisi hala aynı sertlikte –
adamınkinden hayli büyük, kımıldayacak hiçbir yeri yok ve Havin onu
itip köşeye çekildiğinde Ayhan adamın bakışlarından gözlerini alamıyor:
−Abi…
Ayhan sözünü bitiremeden, adam mutfak tezgâhındaki bıçağı almaya
yöneliyor. Ayhan bıçağı kendine alamayacağını kabullenip, daha seri bir
hamleyle tezgâhın yanındaki, İngiliz anahtarına benzer uzun saplı ve
çelikten et döveceğini kaptığı gibi savunmaya geçiyor. Adam onları sevi-
şirken gördüğü ilk andaki belli belirsiz küfürlere devam ederken Ayhan’ın
üzerine atlayıveriyor. Ayhan bıçakla üzerine gelen bu adama et dövece-
ğiyle esaslı bir tokat yapıştırıyor ve adam yere yığılıveriyor. Başta
ayırdında olmadan yaptığı bu hamle Ayhan’ın neredeyse hoşuna gitmiş
olmalı; darbeleri yineliyor ve bu kez kafatasına indirdiği darbeleri et
döveceğinin tırtıklı tarafıyla sürdürüyor. Adamın kafatasından
omuriliğine dek açılan yarığa hayran hayran bakıyor. Bir heykeli izler gibi,
merakla ve heyecanla bakıyor. Az önceki öfkeli adam gitmiş ve yerine
bütünüyle arınmış, tüm günahları affedilmiş bir adam gelmiş. Nefes
nefese kalan Ayhan, kolları yorulduğundan, diz çökmüş vaziyette adamın
beynini inceler gibi dikkatle izliyor eserini.
Havin adamın cansız bedeninin önünde, saçlarına yapışan beyin parça-
larını ve sevgilisinin yüzüne sıçrayan kan lekelerini silmeye eğildiğinde
Ayhan, kadına kayıtsızca soruyor:
−Duşa girelim mi?
Havin cevap vermeksizin Ayhan’ın yüzüne bakıyor. Sevişmeden önce
çektikleri tozun etkisinden çıkamadığını anlayan Ayhan soruyu yinele-
miyor. Havin doğrulup, adamın cansız bedenini ayağıyla köşeye ittikten
sonra yere uzanıyor ve külodunu indirip Ayhan’a bakıyor. Öncekinden
çok daha sert bir hamleyle üzerine atlayan Ayhan, Havin’in eteğini parça-
6 |U ç N . k t a
lara ayırmak ister gibi çekiştiriyor ve Havin’in içine girdiğinde Havin’in
çıkardığı ses gene kedinin sesiyle aynı. Bir yandan belli belirsiz
sayıklıyorsa da Ayhan’ın bu sayıklamaları anlaması mümkün değil.
Çünkü o da bu kez, önceki sessiz adamı unutturmak ister gibi haykırıyor.
Havin’in inlemeleri, Ayhan’ın üzerinde gidip gelmesiyle daha de yük-
selerek bir çığlık halini alıyor. Havin’in belini kavradığı gibi yüzükoyun
yere uzatıyor. Havin yüzüstü uzandığı zeminde kalçasını yukarı kaldırıp
içine almayı beklediği penisi eliyle yokluyor. Terden ve spermden kay-
ganlaşmış penisi kalçasının üzerinden vajinasına kadar sürttürerek aşağı
indiriyor. Ayhan bir eliyle kalçasına bastırırken diğer eliyle de ensesinden
kavrıyor Havin’in. Yalnızca boğulurken çıkabilecek bir sesle “devam et,”
diyebiliyor Havin. Ayhan o an becerdiği kadının kim olduğunun ayır-
dında bile değil gibi ensesine bastırmaya devam ediyor. Cevabını, tekrar
sertleşmiş penisini Havin’in vajinasına sertçe yerleştirerek veriyor sanki.
Havin düşecekmiş gibi iki eliyle yeri avuçlamaya çalışıyor. Tırnaklarını
geçirdiği zeminden Ayhan’ı irkilten çızırtılar çıkarıyor. Ayhan hızlanarak
gidip gelmeye devam ediyor Havin’in içinde. Havin’in sesini bastırır-
casına, salyalar saçarak haykırıyor ve kalçasını kavradığı elini Havin’in
saçlarına dolayıp, üzerine daha baskın bir şekilde yükleniyor. Zemini
sarsabilecek bir hızla gidip gelmeleri, Havin’in sessizliğiyle beraber hare-
ketsizliğinin ayırdına varmasını da engelliyor. Ayhan boşalırken gürleyen
bir aslanı andıran sesle beraber gergin vücudunu Havin’in üzerine bıra-
kıyor. Nefes alışını dengelemeye çalışırken Havin’in nefes almadığını,
vücudunun kendini çoktan yere bıraktığını fark ediyor. İrkilir gibi kendini
köşeye atıp sesleniyor:
−Havin, iyi misin? Uyan lan sürtük! Öldün mü lan, öldün mü anasını
sikeyim. Havin?
Ayağa kalkıp koridora yöneliyor hızla. Kapı aralığından arkasındaki iki
cansız bedeni izlerken buluyor kendini. Beyni dağılmış bir adam ve
boğularak öldürülmüş bir kadına, Havin’e, ağabeyinin karısına bakıyor.
Kalbi öncekinden daha hızlı atmaya başlıyor. Mutfağın kapısını kapatıp
salona doğru hızlı adımlarla yürüyor. Televizyonun yanındaki müzik
setini kapatıyor ve karşısında duran tekli koltuğa oturup başını ellerinin
arasına almış şekilde yerdeki halının şekillerini izliyor. Ter damlalarının
oluşturduğu çizgiye gözü kayan Ayhan, aklına gelen bu yeni fikri nere-
7 |U ç N . k t a
deyse mutlulukla karşılayarak banyoya doğru yürüyor ve duşakabine
girip buz gibi suyla vücudunu temizlemeye koyuluyor. Ağabeyinin şam-
puanıyla başını şampuanlıyor, Havin’in kesesini alıp koltuk altlarını ve
penisini siliyor. Suyu kapatmadan banyodan dışarı çıkıp yatak odasına
doğru yürüyor. Ağabeyinin gardrobundan birkaç parça kıyafet ve bir
havlu çıkarıyor. Kurulanıp giyiniyor. Ağabeyinin yeni aldığı ayakkabıyı
ayağına geçirip dışarı çıkıyor. Kapıyı kapatmadan çıktığı için banyoda
suyun sesi apatmanın içine kadar geliyor. Evden uzaklaştığını suyun
sesinden uzaklaşırken ayrımsayabiliyor.
Evin önüne çıktığında derin bir nefes alıp hangi taraftan gitmesi
gerektiğini kestirmeye çalışıyor. Birkaç dakika boyunca iki yönü de tar-
tıyor gözünde. Yokuşun orta yerindeki evden aşağı doğru yollanmaya
karar verdiğinde aşağıdan gelen polis aracını görüyor. Aniden yokuşun
başına doğru yönelip koşmaya başlıyor. O an, kaçmaya çalıştığı aracın
onun peşinden gelmediğini anladığında yokuşun neredeyse başına gelmiş
oluyor. Yokuşun başından hızla aşağı, onun olduğu yöne doğru gelen
ambulansı görememesine karşın, oldukça rahatsız edici siren sesinin onu
ayıltmasıyla birlikte geriye doğru savruluyor. O sırada ambulans karşısına
çıkıyor ve sanki av aracının farlarına yakalanmış küçük bir tavşan gibi
hareketsizce aracı izliyor. Ambulansın şoförü Ayhan’ı görse de fren yap-
maya fırsat bulamadan, üzerinden geçiveriyor. Birkaç metre ilerde duran
ambulanstan aşağı inen görevli yerde yatan Ayhan’a bir bakış attıktan
sonra aracın ön tamponunu kontrol etmeye başlıyor. Köşede duran yaşlıca
bir adam görevliye uzaktan laf atıyor:
−Tampon gitmiş, daha da iflâh olmaz.
Ali C. Yoksuz
8 |U ç N . k t a
Çizim: Ayşegül Ç.
9 |U ç N . k t a
Ben Lovi
Saatte elli kilometre hızla koşabildiğime inanmamaları umrumda değil.
Bunu günde üç-dört hatta bazen beş kez yapıp, her seferinde dün-
yanın farklı bir şehrini gezdiğime inanmamaları ise, hiç umrumda değil.
Kaldı ki umurum da bende değil.
Aslında, -de hâlinin anlamsızlığından tüm bu karmaşa. Olay akışının
temel noktası; “-değil”. Bulunma hallerindeki bu debeleniş, ustan ırak.
Bende genel olarak her şey; “değil”. Anlaşılması ve anlatılması gereken
tam anlamıyla bu.
Adım Lovi. Lovi Lazcada çil demektir. Evet çillidir yüzüm. Saçlarımın
kızılı parladıkça, çillerim de parlar. Kimisi bunun kutsal bir görüntü oldu-
ğunu düşünüyor. Para almadan gülümsediklerim mesela. Benim için gül-
menin ücreti peşin alınmalıdır. Devamı ise müşteri memnuniyeti diyelim.
Henüz ödeme yapmayan olmadı, sanırım işimde iyiyim. Ve iş ile gerçek
gülüş asla karıştırılmamalıdır. Kurallarımda çok katıyım.
Babaannem bir Laz kızıymış ve adımın Lazca olmasını istemiş. Onun
adı da, verimli toprak anlamına gelen Nzeli imiş. Bana adımı bağışladığı
gün, tam da o anda dikivermiş nalları. Bu benim devamı seller misâli gele-
cek olan uğursuzluk yolumun ilk adımıdır. Kim hayatına babaanne katili
olarak başlama ayrıcalığına sahiptir ki?
Ben hep koştum. Her yeni isimde, her yeni pis nefeste, her izde, her
lekede. Şehirlerce, yollarca, yıllarca. Hiç durmadan. Yüzüme değen hiçbir
10 |U ç N . k t a
nefesi hatırlamam, çünkü ben hiç orda yoktum. Ya başka dağlarda, ya
başka sokak aralarında. Ama hep başkalarda
İşin ücretini başkaları belirler. Racon böyledir, ben ve benim gibiler
de hizmet ederiz bu ağ tutmuş racona. Etimizle, derimizle, bizim olup
da bizim olmayan her şeyimizle. Yabancı gelmemiş olmalı. Nazarımda
her yer artık birer alternatif kerhâne, arz ve talep edenler anlaşır ve
kalanlar hizmet sunar. Toplumun en âlâ pezevenk olduğunu
koşullarım sırasında keşfettim meselâ. Fiyat biçer, etiket koyar,
kuralları yapıştırır ve pazarlar sizi. Ve ben durmaksızın koşarım. Ah
bilseniz ne güzel şehirdir Cenova…
Bir defasında, marketten aldığım ten çorap için ödeme yaptığım beş
Lira kâğıt paranın peşinden, bir gün içinde tam dört şehir dolaştım. Be-
nim kâinatımda koşarak her yere yetişebilirsiniz ve hız yalnızca bir
histir. Zaman bir salınımdır. Hâkimiyet durağanlıkta, hüküm saydam-
lıktadır. Beş Liranın dolaşım şeklini ve niteliklerini araştırmak için çıktı-
ğınız bir keşifte, dünyanın zaman algısındaki günlük bir sürede, tüm
şehirler dolaşılabilir. Ama yerin altındaki şehirlere gitmek de varsa se-
yirde, fiziksel ve kimyasal koşulların değiştiğini vurgulamakta fayda
var. Bu da yabancı gelmiş olmamalı. Yerin altı, üstünden her kâinatta
büyüktür. Ve karanlık, damarlarda kandan hızlı ilerleyen tek şey.
Ben Lovi. Lakabım ışıktır. Karanlıkta dahi olsa, parlar çillerim. Bu
durum odamın ziyaretçi sayısında değişime yol açar. Sürekli aynı ziyaret-
çilerim vardır mesela, yenilerin parlak çillere alışması zaman aldığından
olsa gerek. Ben koşuya karanlıkta çıkarım hep. Doğal karanlığı sağlayama-
dığımda, perdeler yetişir imdadıma.
Ben Lovi. Toplumun adlandırmasına göre nâmım orospudur. Bu
durum başıma gelen en kötü şey değil. Hiçbir ahlâk itelemesi gücen-
dirmez beni. Çünkü koşullarım sırasındaki keşiflerimden biri de ahlâkın
ahlâksızlığı olmuştur. Karanlıkta ahlâk uyur, ben koşarım. Ekseriyetle,
tüm kılcal damarlara ve dokulara.
Ben Lovi. Kuyruğunu yutmuş yılanım. Soru içinde cevap, cevap içinde
soruyum. Başıma gelen en kötü şey yaftalar değildir çünkü başka şey-
lerdir. Ben Lovi. Koşarken, kendi insanı tarafından katledilmiş insanlara,
kendi devleti tarafından soyulmuş, paramparça edilmiş, gömülmüş çocuk-
lara şahit olmuş Lovi. Tüm bu vahşetin ahlâk ve toplum itelemeleriyle
11 |U ç N . k t a
gerçekleştirildiğini gören, tutsak insanoğlunun acısına tanık Lovi. Vahşeti
günah ve ahlâksızlık saymayan zihniyet tarafından bedenini hür kullan-
dığı için infaz edilmek istenen, tüm ‘karşıdakini ve var olan bütün kaynak-
ları tüket’ çılgınlığı karşısında sade ve sadece kendi bedenini tüketme
tercihinde bulunmuş orospu Lovi.
Ben koşarım. Her şehri avucumun içi gibi bilir, hızı hissederek keser,
kendi içimdeki çamur nehrinde hareler yaratırım. Ve ben bilirim. Ben
bilirim ki, orospuluk var olan düzen içerisinde şerefli bir meslek sayılır.
Göndere, ne bayrak, ne din, ne politika, ne geçmişin büyük liderlerinden
birinin flamasını çekmeden kendi bedenini çekmektir.
Ben Lovi. Saatte elli kilometre hızla koşabildiğime inanmamaları
umurumda değil. Değil. Çünkü ben parlarım, gülümsediğimde para
almadığımda hele. Ah ne güzeldir şehirler ve çocuklara gülümsemek
karşılık beklemden. Ne güzeldir renkli basamaklar, ne güzeldir
Amsterdam…
Nur An
12 |U ç N . k t a
13 |U ç N . k t a
Wagner Gibi Geldi
Dalgalar çok yüksek ve ben yüzmeyi öğrendiğim için kendimle gurur
duyacak yaştayım. Hatta yaşımın bana kattığı hayalcilikten mi, karam tam
randımanlı çalışmadığından mıdır ne, üstünde durduğumuz şeyin (alla-
hım lütfen gemi olsun) şekli sürekli değişiyor. Neyse ki tayfanın bana
aldırdığı yok. Hepsi saatlerdir sağa sola yağdırdığım manasız emirlerin
tesirindeler.
−Sen uzun boylu güverteyi cilala. Sen arkadaki kısa olan yelkenler
alabanda, ortanca dağmat git bana mutfaktan uzunca bir şey getir, gümüş
takımları parlatılmadı mı hâlâ…
Hiçkimse, ben dahi bir allahın kulu ne olduğunu anlayabilmiş değil
ama demin dediğim gibi dalgalar çok büyük. İnsanı korkudan uysallaş-
tırıyor. Uysallığımızı da ayaklarımızın bastığı, hayatlarımızı bağladığımız
koca gövdenin süngerden oluşunun tedirginliği süslüyor. Gemiyi yönet-
mek bu kadar zor olmamalı, hayatın akışı kendiliğinden olmalı, beş yaşın-
da bir çocuğun rüyasında Wagner çalmamalı. Ama çalıyor. Fonda.
−Kaptan (aslında babam kaptan) Kaptan batıyoruz. Balonu terk edip
filikalara gitmeliyiz.
Ulan filika dediğin geminin küçüğü; gemiyi batıran fırtınadan filikaya
kaçılır mı? Hayatın sunduğu seçenekleri sikeyim. İşin içinden çıka-
mayalım diye yaşıyoruz.
14 |U ç N . k t a
−Hayır sersemler, sizi gidi kokuşmuş korkak deniz sıçanları. Ben ne
dersem o olacak. Sen çapa mayna, gözlüklü, halatlar vira, biriniz bana dür-
bünümü getirin. Herkes iş başına. O beyaz balığı bulmadan dönmek yok.
Atarım ulan hepinizi bu yaşlı okyanusa.
Sesimin desibeli Wagner’in desteğiyle tayfamda uyarıcı, denizde afyon
etkisi yaptı. İlahi bir senkronizasyona tutulan adamlar gemiyi düze getir-
di, rüzgârı arkaladı ve rotayı önümüze aldı. Dalgalar Musanın değneğini
yemiş gibi yol veriyordu.
Hemen direğe fırlayıp bastım cilayı tayfaya: “Sizler şu an şu koca yaşlı
domuzu dize getirdiniz. Dizginlemekle kalmayıp köpek ettiniz ulan, siz
var ya siz ağzına sıçtınız fırtınanın, amına koydunuz tayfunun lan, helal
lan!”
−Kaptan?!!
−Adamlık müessesesi bu güne dek böyle şanlı, böyle başarılı, böyle-
sine kodum mu oturtup ve heeeyt deyince…
−Kaptan??!!
−Ne o kara mı?
−Ee bana teşekkür yok mu genç denizci?
Babam her hikâyenin tamam olması için illa ki bir kadına ihtiyacı oldu-
ğunu söylerdi. Tahmin ettiğiniz gibi arkamda bir kadın vardı ve yanlış
zamanda, yanlış yerde ortaya çıkmıştı (sonradan hayatıma girecek kadın-
larla ilgili bütün sorunlarsa benden kaynaklandı. Bakınız: bundan sonra
yazacağım hikâye). Kadın gitmeliydi. Ben niye gemideydim. Bu nasıl rüya
lan!
Gök karardı, deniz köpürdü, elle tutulan her şey ters yüz oldu. Tüm
tayfa po sırasına geçip, “lanet, lanet” diye bağırıp denize atladı. Direk-
lerimize yıldırımlar düştü, çevremizi saracak köpekbalığı sürüsünün ilk
yüzgeçleri ufaktan gözükmeye başladı, kadın soyunup kanatlarını takıp
beni terk etti. Aklıma gelen tek şey ise eksik ateri kasetlerimi Atilla’nın
almış olabileceğiydi. Durum böyle olunca Tarkan’ı yutamayan dev
ahtapot gibi gelip beni asrdı ve anason kokulu denize çekti.
Hava yok. Gram oksijen yok. Sadece buram buram anason. Deniz yok.
Nefes yok. Gemi zaten gitti. Zaten bisküvidendi. Ve karşımda babam.
−Ali kalk.
15 |U ç N . k t a
Ağzı yüzü kan, ağlamış. Kafası gözü şişmiş. Sarhoş kafayla bisikletten
düşmüş eve gelirken.
Babam değil ama babam yaşında başka bir adam yaklaşık şöyle bir şey
demişti (bunu aslında ben de söylemiş olabilirim): İnsan yapama-
yacaklarını görüp kendi sınırlarının sert duvarlarına çarpıp sersemlediği
zaman olgunlaşır. Yapamayacaklarının bilcine vardığında.
Babam o gün iki şişe rakı içip bisiklete binmeyeceğini öğrenmiş, “ne
olacan lan büyüyünce” diye sordu.
−Doktor, dedim. Aslında itfaiyeci olmak istiyordum ama babam o
haldeyken su hortumu bir işimize yaramazdı.
−Siktir git yal lan yatağına, dedi.
O gün annem evden gitti. Tabi ki ben doktor olamadım.
Hikâyemdeki kadın da henüz ortaya çıkmadı. Daha yirmi yıl vardı
ortaya çıkmasına. Çıkıp rakı içmemize. Pisi pisine vedalaşıp bir daha hiç
görüşemeyecek olmamıza.
Kamuran Sertdüş
16 |U ç N . k t a
17 |U ç N . k t a
Nekromantik
Her defasında dişlerimi fırçalıyordun, inkâr etme biliyordum. Dudak-
larımdan tiksiniyordun, dilimden, dişlerimden, ağzımdan, tüm bede-
nimden. Beni hissetmekten nefret ediyordun. Her defasında duşa giriyor-
dun, benden arınmak istiyordun, teninde bıraktığım parmak izlerinden.
Sana bakmamdan nefret ediyordun, yanağındaki gamzeye dokunmam-
dan, boynuna öpücükler kondurmamdan, saçlarını okşamamdan. Beni
görmeye tahammül edemiyodun. Yüzünü öteye çevirdiğinde aynayı
görüyordun ve aynada ikimiz, birbiri içinde kaybolan iki beden. Gözlerini
kapıyordun. Görmeye dayanamıyordun. Her defasında camdan dışarı
bakardın, biliyordum. tek beri biliyordum, nefret ediyordun. Az önce
bakışlarını benden kaçırmana izin vermeden, hallettim her şeyi. Sen tekrar
camdan bakmadan önce. Dişlerini fırçalamadan, duş almadan önce.
Ellerim nasin boynunda akan yaşamı durdurana kadar devam ediyordu
her şey. O an anladım beni ne kadar sevdiğini. Bana öyle yumuşak bir
aşkla bakıyordun ki. Küvetin içinde ıslak, çırılçıplak. Gözlerinde büyümüş
18 |U ç N . k t a
aşkla, belki böyle öğrenmiştin büyümeyi. Sana hiç kızmadım, seni öyle
sevdim ki…
Elimde sönmeye başlayan sigarayla yanına sokuluyorum şimdi. Hisset
beni. Buz gibi küvet, soğumaya başlayan sen. Boynun istemsizce bana
dönüyor, yanına sokulunca. Kendi isteğinde bana bakıyordun. Gamzene
ne oldu? Yok mu artık? Dikkatli bakınca görüyorum, bir öpücük kondu-
ruyorum ona. Artık cansız olan boynunu okşuyorum. Öyle narin, öyle
ince ki, öyle kırılgan. İçimde bir şeyler uyanıyor, içimde hoş olmayan bir
şey var, bana kızmana neden olacak bir şey. Sana sahip olmak istiyorum,
bana bakarken gözlerin. Morarmaya başlayan dudaklarına dokunuyorum
dudaklarımla, ağzımı gezdiriyorum tüm bedeninde, bir parça yaşam
bulmak için. Oysa biliyorum, son nefesinle akıp gitti küvetin giderinden
yaşamın. Olsun bana bakıyorsun ya, hâlâ bakıyorsun. Görmek istiyorsun
beni. Sana izin vereceğim, hiç merak etme. Her şey için özür dilersin
benden. Seni severim yine. Hâlâ kaygansın ve hala sıcak. Çok güzelsin.
İçine doğmayacak çocuklarımı bırakıyorum. Ölü doğan tohumlar. Bey-
hude bir çabayla, canlı bir yumurta aramaya çalışıyorlar. Umurumda
değil. Kendimden tiksiniyor, seni seviyorum. Tanrım kendimi görmeye
dayanamıyorum! Ağzım, gözlerim, yüzüm iğrenç! Ellerim titriyor. Ayna,
sana bakamıyorum. Bir şeyler yapmalıyım…
Yüzümü çeviriyorum ona, artık çok soğuk. Vücudu, dudakları, yüzü,
bakışları bile. Her şeyi ısıtmak için yapmam gereken şeyi yapıyorum.
Kesiyorum hayatla olan bağımı. Kırmızı bir ölüm sızıyor bileklerimden
küvete. Onun bedenine, benim bedenimden. Bu onu canlandıracak. Elimi
uzatıyorum, gözlerini kapıyorum. Gözkapakları kızıla boyanıyor. Biraz-
dan uyanacak derin uykusundan. Bedenim titriyor, üşüyorum. Yüzümü
yüzüne yaklaştırıyorum. Son nefesim küvetin giderinden akıp gidiyor
ruhumla beraber. Ölüyken kendime biraz da olsa tahammül
edebiliyorum…
Ve yeni bir hayat doğuyor. Arsız bir sperm, yumurtaya ulaşıyor. İki ölümden
can uyanıyor. Kırmızı ve sıcak, hiç doğmayacak. Yaşamı bilmeden ölümü görüyor.
Burak Albayrak
19 |U ç N . k t a
Kir
Uykusunda onu izlerken ağlıyordum. Üzüldüğüm için değil hâlbuki.
Küçükken annemi pek göremezdim. Çalışıp babamın boşluğunu da dol-
durması gerekirdi. Ayda bir kereye mahsus tatlı alırdı bana. O uyurken,
küçükken yediğim o tatlının kokusu gelirdi burnuma. Uyurken izlerdim.
İzlerken ağlardım. Benim için bu kadar kıymetli bir şey daha olabileceğini
düşünmemiştim hiç. Kısa süre önce hiçbir şey yokken hayatımda, bu gün
bu hâlde ağlıyor olmam hiç doğru değil. Ama yanlış olması benim için bir
anlam ifade etmiyordu.
Yaratıcılık kisvesi altında insanları kandırmaya yönelik hareketler para
kazanmamı sağlıyordu. Evet, bir reklam şirketinde çalışıyordum ve
bununla gurur duymuyordum. Geçimimi sağlamak için bir işte çalışmak
zorunda olduğum aşikârdı ve diplomasına sahip olduğum okul insanları
kandırmayı öğretmekten başka bir işe yaramıyordu. İşim gereği insanları
dış görünüşümle etkilemek, halkla ilişkilere hâkim olmak ve fazlasıyla
insan tanımak zorundaydım. İlk izlenimin önemli olduğu bu dünyada bir
insanı etkileyebilmek, sahip olmanız gereken ilk vasıftı. Yıl içinde onlarca
reklam tasarlıyor, hayata geçmesini sağlıyordum. Başarılı olduğumu bir-
çok ağızdan duymak mümkündü benim için. Başarı böyle bir şeydi çünkü.
İnsanları kandırmak bir başarıydı.
Kirli dünyada tanıdığım temiz yüz: Ece. Yeni reklam yıldızımız. Uzun
boylu, esmer ve uzun saçlı. Gözler anlatır insanı derler ya. Gözleri dün-
20 |U ç N . k t a
yaları temsil ediyordu. Gülüşündeki etkileyicilik, marka olabilecek kadar
güçlüydü. Adına ‘reklam yıldızı’ denen kişilerle pek uzun süreli olmazdı
ilişkimiz. Bu yüzden beni bu denli derinden etkileyen insanla tanışmak
için pek vaktim yoktu. Durum değerlendirmesinden sonra ilk adımı at-
mıştım.
Mevkiim sayesinde kolaylıkla tanışma fırsatı bulmuştum. Fakat karak-
teristik özelliklerim nedeniyle hiç kolay olmamıştı gözlerinin içindeki
dünyalardan birinde yaşamak istediğimi söylemek. İşim gereği yalan söy-
lerken ne kadar rahatsam, duygularımı ifade ederkenki dürüstlüğüm bir o
kadar kasvetli oluyor. Tek başıma altından kalkamayacağım için etrafım-
dakilerden öneriler almaya başlamıştım. Zaman daralıyordu.
Çokça tavsiye aldıktan sonra derdimi anlatmak için lüks bir restoranda
iki kişilik rezervasyon yaptırmam ve Ece’yi benimle yemek yemeye ikna
etmem gerekiyordu. Bunun için okulda öğrendiğim birçok bilgiyi kullan-
mak zorunda kaldım. Kandırdığım için gurur duymasam da, yemeğin so-
nunda Ece’nin benimle bir şeyler yaşamayı denemek istemesini öğrenmiş
olmam, aslında kandırmaya değil de kandırılmaya attığım bir ‘ilk
adım’mış. Başarı işte buydu; sadece benim farkına varmam biraz zaman
almıştı.
Uzun vakitler geçirirdik. Şiirler okudum. Gözlerinin içine bakardım.
Sarılırdım. Uzun uzun sarılırdım. Hiç konuşmadan. Nefes alıp verişini
dinlerdim. Sıkılırdı bundan. Ben hayatımın sonunun bu hâldeyken gel-
mesini çok istedim. Çok çabuk kaptırmıştım kendimi ona. Ben koşu-
yordum. O sadece bekliyordu. Aldırış etmiyordum buna. Geceleri onu
izler ve ağlardım.
−Karnım ağrıyor.
−Az önce yedik yemeği, Doymadın mı ki?
−Karnım tok olmasına tok da, sana doyamamışımdır belki.
Yetişkin insanların ilişki süreesini fazlasıyla aşmıştık. Postmodern
insanlarların ilişkisi iki aydan fazla sürmezdi. Yetişkin insanların iliş-
kilerindeki büyün hataları tekrarlamıştık. Sîneye çekmek zor gelse de vaz-
geçebilecek kadar, hatta bunu aklıma getirebilecek kadar dahi güçlü değil-
dim.
O güçlüydü!
21 |U ç N . k t a
Ufak yalanlarla başlamıştı. Yalanın boyutu ve rengi değiştikçe zedele-
nen ilişki, yıkılmaya yüz tutmuştu neredeyse. Kabullenemiyordum. Bir
kadın tarafından yaşatılacak tüm acıyı yaşamış, tüm zorluklara katlanmak
zorunda bırakılmıştım. Aldatılmıştım. Yarı yolda bırakılmıştım. Sevil-
mediğimi işitmişti kulaklarım. Peki, bu benim duygularımı değiştirmeli
miydi. Vazgeçmek mi gerekiyordu bu sevgiden? Yaşattığı onca şeye karşın
tüm duygularımı inkâr edip sevmiyorum mu demeliydim? Tüm hayatım
boyunca tekrarladığım hatayı yeniden mi yapmalıydım?
Hayır. Yalan söyleyemezdim. Bunu kendime yapamazdım.
Nedendir bilmem, o da bırakamıyordu beni. Ayrılmıyordu bir yere.
Kullanmayı seviyordu beni. Farkında olsam bile karşı koyamıyordum.
−Gidelim, dedim ona. Her şeyi ve herkesi bırakalım geride. Sadece
gidelim.
Gelemiyorum demek ne kadar zor geldiyse artık; düşüncesini ifade
ediş tarzı bile hayli heves kırıcıydı:
−Benim hayatım senden ibaret değil, biraz saygılı ol lütfen.
−Tekrarlamayalım aynı hataları, dedim ona. Bu bir hastalıksa eğer,
tedavi edelim, dedim.
Sonuç beklentimin üstünde olmadı:
−Benim karakterim bu demek ki. Değişmeyi düşünmüyorum.
Bırakmak istedim. Onu bırakmak istedim. Sırf bu yüzden kendimden
nefret ettiğim anlar oldu. Belki bir imtihandı bu yaşananlar benim için.
Gerçekten onu hak edip etmediğimi görmemi sağlayacak bir imtihandı.
Belki de kendimi kandırıyordum sadece. Dönem dönem farklı yüzlerini
gördüm onun. Beni sevdiğini söylüyordu bir yüzü. “Daha iyisini bulur-
sam, bırakıp giderim,” diyordu öteki yüzü. Hangisinin gerçek olduğunu
bilmesem de seviyordum. Sadece seviyordum.
Her şey bir anda gelişmişti. Hayatıma girişi, bana yaşattıkları ve ben-
den gidişi. Peki, bu neyi değiştirecekti? Ben yaşamaya devam ettikçe
gitmesinin etkisi yalnızca ‘özlem’ olacaktı. Güneş, ikimizin üzerine birden
doğacaktı her seferinde. O bunun farkında olmasa da tarafımdan sevilerek
uykuya dalacaktı.
Yine de inkâr edilemeyecek seviyede kötü zamanlardı.
Parçalanmıştım. Her parçam ayrı yerlerde acı çekiyordu. Mutlu olmayı
hak etmiştim artık. sarılmayı, uyurken onu izlemeyi ve onu izlerken ağla-
22 |U ç N . k t a
mayı fazlasıyla hak etmiştim. Ne yazık ki hak etmek yeterli değildi. Bir
başkası ona sarılacaktı. Bense, sadece gözlerimi kapadığım zamanlarda
canlanan bir hayalin içinden bakabilecektim onunla gökyüzüne...
Böyle düşündükten tam yedi yıl, on bir ay, dört gün sonra karşıma,
Kadıköy-Beşiktaş iskelesinde çıkıvermişti. O beni fark etmemişti ama ben
farkındaydım onun. O dönmüştü ve bu tesadüf olmak için fazlasıyla uç bir
durumdu. Beni fark etmesini sağlamam güç oldu biraz. Görür görmez
gözleri yoldu. Yanıma geldi:
−Saçların ağarmış.
−Neredeyse sekiz sene geçti.
Aslında tam tarihi biliyordum. Fakat söylemeyerek, bir an kendimi
ağırdan sattığım konusunda, kendimi bile kandırmıştım.
−Hiç değişmedin değil mi. Kalbin hâlâ aynı hızda atıyor olmalı.
−Bazı şeyleri değiştmeye gücü yetmiyor sekiz senenin.
Birer kahve içmek için oturduk. Sekiz yıl içinde başından geçenleri
anlatmasını beklerken, beni terk ettiği günün hemen ertesinde, her şeyin
farkına vardığını söyledi. Geri dönecek yüzü olmadığı için ve geri dönerse
daha çok üzüleceğinden korktuğu için böyle bir şey yapmadığını söyledi.
O an ayağa kalkıp, tokadı patlatacaktım. Sadece:
−Keşke gelseydin. Daha fazla zarar verilebilecek durumda değildim,
diyebildim.
Sonuçta her tokat surata atılmıyordu. Değişmişti. Farklı bakıyordu
bana. Benim ona baktığım gibi değildi. Hayat belirtisi artıyordu yüzünde.
−Gittiğinden beri gülümseyemiyorum.
−Gittiğimden beri gülmek istemiyorum.
Başıma gelen onca şeyden, onca acıdan sonra bunların doğru olmadığı
ortadaydı. Ama inkâr edilemez seviyede seviyordum.
Tüm olanlara, tüm yaşattıklarına rağmen, kalbim hâlâ onun için çarpı-
yordu. Farkındaydım ve bunu reddedemezdim. Sadece bir gece gelip be-
nimle birlikte uyumasını istedim.
Hâlâ o uyurken, ben onu izleyip ağlıyordum. Fakat bu kez uyanmıştı.
−Neyin var, niye ağlıyorsun?
−Özür dilerim. Uyandıracak kadar yüksek sesli olduğunu fark ede-
medim.
−Sese uyanmadım zaten.
23 |U ç N . k t a
Bu verdiği cevap beni sevdiğini, artık beni sevdiğini gösteriyordu.
Hiçbir zaman inançlı birisi olmadım. Fakat bu yaşadıklarımdan sonra
inandığım tek şey, insanın sevmekten vazgeçmediğinde her şeyi kazana-
bileceğiydi.
−İşte bu yüzden bu kadar geç evlendim.
−Baba iyi de bu bahsettiğin kadın annem değil.
−Evet.
−Peki, neden anlattın bunu bana.
−Hayat her zaman istediklerimizi vermez bize. Anneni kaybedeli üç
sene oluyor. Bu bahsettiklerimden sonra hayata bağlanmam zor oldu.
Annen karşıma çıkmasaydı, beni bu yaşadıklarımdan sonra hayata
bağlamasaydı eğer, şu anda, burada sana bunları anlatmak yerine, çok
farklı bir yerde, çok daha kötü bir durumda olabilirdim.
‘Kazanmak’ fiilinin ifade ettiği şey, her zaman aynı değildir.
−Annemle nasıl tanıştınız peki?
−O da başka bir ‘hikâye’. Başka bir zaman da onu anlatırım.
−İyi geceler babacığım.
−İyi geceler kızım…
Ufkum Ç.
24 |U ç N . k t a
25 |U ç N . k t a
Boş Oda
birinin nefesi var,
bomboş odamda...
birisi kıpırdanıyor,
hışırtısı geliyor.
ekmek atıyor balkona,
kargalar balkona geliyor.
ve bu boş odada
gerçekten, benden başkası var!
teybe kaset koyuyor,
-hep neşeli-
neşesi korkutuyor.
başımda dikilip izliyor,
gözleri korkutuyor.
kan kokuyor, birinin bacaklarından sızan
bileklerinin inceliği korkutuyor
26 |U ç N . k t a
uyumam lazım, korkuyorum
ondan da kendimden de...
şiir okuyorum ona
belki korkutmaz,
olmuyor!
şiir yazıyorum ona
belki korkutmaz,
olmuyor!
saçlarını da toplamıyor
sinir ediyor beni; saçlarının kıvrımları
-hiç böyle demezdim-, korkuyorum!
banyoya gireyim diyorum, korkuyorum
çığlığı tenimi boyarsa diye!
Êzman Anuşavan Laşer
27 |U ç N . k t a
●
yoksulluk biter, yalnızlık başlar
bana hep aynı sokakları verdiniz
aynı hediyelik eşyaları dükkanların
yolcu bekleyen otobüsleri durakların
sizler hep aynı sokaklardan geçtiniz
bana da aynı sokakları verdiniz
almadım, iyi mi ettim, kötü mü?
bana hep aynı sokakları verdiniz
aynı insanları da beraberinizde getirdiniz
oysa asıl yoksulluk burada başlıyordu
insanlara yoksulduk ve sokaklara
bana hep aynı sokakları verdiniz
aynı bekleyişleri sokak lambaları ışığında
aynı bağırtıları küçük esnafların
sizler hep aynı sokaklardan geçtiniz
bana da aynı sokakları verdiniz
almadım, iyi mi ettim, kötü mü?
bana hep aynı sokakları verdiniz
aynı seslerini koydunuz kulaklarıma insanların
aynı bakışları astınız gözbebeklerime
aynı kelimelerini taktınız dilime merhabaların
sizler bana hep aynı sokakları verdiniz
oysa asıl yoksulluk burada başladı
almadım, yoksulluk bitti, yalnızlık başladı
Zelal Pelin
28 |U ç N . k t a
Sus Us Ve Yalnızlık
rakseden dilberler ile savaşarak devirdim düşmanlarımı
sesiz bir ıslık yankılandı tüm ülkede..
furuh içinde sıyırdım kırbacımı rüzgara
nem kaptı buluttan dokunamadım bir süre...
cellata emanet ettiğim düşümden geriye
sadece``
sus..
us..
ve yalnızlık kaldı benim ile
düellolar kazandım kentin en soylularından
sadece öfkem kaldı geriye mataramda tek içimlik abıhayat
işte bu yüzden asiliğim tanrıya
sevişirken dokunamayışım bu yüzden
tanrının kadınlarına...
Sidikli Ruhlar Atölyesi
29 |U ç N . k t a
Kör Gözüme İşerken
betim ile...
tüm uyarıcılar ile...
biraz üşüdüm.
kör kütük tabutum
taht ile barut,
kör topal cennet.
kurdeşen döken kabuslarım...
kumda batan ayetlerimi yak!
esefle kınıyorum kendimi.
düşündüm de şafağı görmeden
kır dilimi
kır köprücük kemiklerimi
eşref-i evkat gerek
bu tiyatro ölümden serin
çocuk.
tok karnımı parmaklarım;
kustu ölü tohumlar.
külden ceninlerin elinden beslendi umutlar...
kilden hudut
kaç kurşunu göğüsler
velhasıl kelam dikişler ile ilişki deyim
çeltik mühendisi
yaktı
yandı
yalvardı...
30 |U ç N . k t a
uzun bir sessizlik
sesi kesik kelime grupları
gruplaşmış güdü kafiyeleri
kahvesi fincanını yadırgamış
başım celladını
uykular gözümü
gözüm önünü
önüm yarını
yarın beni
ben beni
ben hayata şeker kattım kar amacı gütmeden kestim şarap nehirlerini
düşlerimde düşündüklerime ben bile inanmadım
-inan
+inanmadım.
"gabriel"
31 |U ç N . k t a