173
Küçük Şeyler Prof. Dr. Üstün Dökmen SİSTEM YAYINCILIK

(Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Prof. Dr. Üstün Dökmen SİSTEM YAYINCILIK Tel: (212) 293 8372 - pbx Faks: (212) 245 6614 Yayına hazırlayan: Seda Toksoy 0 (212) 613 68 94 (pbx) Tünel, Nergis Sokak, Sistem Apartmanı, No: 4 34430 Beyoğlu/İstanbul E-posta: sistem .@. sistem. com, tr Dizgi: Ebru Öner Yayınevimizden yazılı izin alınmadan kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz, Birinci Basım: Aralık 2004/İstanbul - 60.000 adet hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayınIanamaz. Sistem Yayıncılık: 452 Kişisel Gelişim Dizisi

Citation preview

Page 1: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Küçük Şeyler

Prof. Dr. Üstün Dökmen

SİSTEM YAYINCILIK

Page 2: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Sistem Yayıncılık: 452 Kişisel Gelişim Dizisi

KÜÇÜK ŞEYLER Prof. Dr. Üstün Dökmen

Yayına hazırlayan: Seda Toksoy

© Bu kitabın bütün yayın hakları Sistem Yayıncılık A.Ş.'ye aittir.

Yayınevimizden yazılı izin alınmadan kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz,

hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayınIanamaz.

Birinci Basım: Aralık 2004/İstanbul - 60.000 adet

Tk. No: 975-322-351-X Cilt 1: 975-322-352-8

Dizgi: Ebru Öner

Baskı - Cilt: Kurtiş Matbaacılık

0 (212) 613 68 94 (pbx)

Yayın ve Dağıtım: SİSTEM YAYINCILIK VE MAT. SAN. TİC. A.Ş.

Tünel, Nergis Sokak, Sistem Apartmanı, No: 4 34430 Beyoğlu/İstanbul

Tel: (212) 293 8372 - pbx Faks: (212) 245 6614

E-posta: sistem .@. sistem. com, tr

web: http://www.sistem.com.tr

SİSTEM YAYINCILIK BAYİİ VE KİTABEVLERİ

İZMİR : Sistem Kitabevi, 859 Sok. No: 5/A Konak/İZMİRTel: (232) 446 2729-pbx Faks: (232) 446 7567

BODRUM : Sistem Kitabevi, Üçkuyular Cad. No: 3 Azmakbaşı / BODRUMTel: (252) 313 1167 - 316 4304

ANKARA : Bilim Sanat Konur Sok. No: 11/A Kızılay/ANKARATel/Faks: (312) 418 75 22

Page 3: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Küçük Şeyler

Prof. Dr. Üstün Dökmen

SİSTEM YAYINCILIK

Page 4: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

İÇİNDEKİLERÖNSÖZ: KİTAP ÜZERİNE

1. KÜÇÜK ŞEYLER ÜZERİNE BİR ÖYKÜ: İKİ DOST, BİRKUŞ

2. KÜÇÜK ŞEYLERİN ÖNEMİ

Yaşamda Küçük Şeyler

İnsan İlişkilerinde Küçük Şeyler

Kadınların Empatik Becerileri Niçin Gelişmiş?

Küçük Şeylere Dikkat Öğrenilebilir

Çinliler Birbirine Benzer mi?

Mutlu Olmak Öğrenilebilen Bir Şey mi?

Küçük Şeylere Önem Vermek Her Zaman Mutluluk Getirir mi?

3. KİTABIN KAPAĞINDAKİ KÜÇÜK ŞEYLER

Midye Kabuklar Üzerine Bir Şiir

4. YAŞAMINIZDAKİ ENSTANTANELERİ YAKALAMAK:KÜÇÜK ŞEYLERDEN BÜYÜK MUTLULUKLAR ÜRETMEK

Rezalet mi Nezaket mi; Felaket mi Zarafet mi?

Yaşamınızdaki Enstantaneleri Yakalamak

5. MUTLU OLMAK POLYANNACILIK MI?

6. İNSAN EVRENİN MERKEZİNDE M?

7. ÖTEKİ--BİLMEZLİK/BEN-MERKEZCİLİK

Ben-Merkezci Davranışlara Örnekler

Fiziksel Ben-Merkezcilik: Kime Göre?

Zihinsel Ben-Merkezcilik

Duygusal Ben-Merkezcilik

8. KENDİNİ BİLMEZLİK (ROL TUTSAKLIĞI)

Page 5: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

9. DEĞERLERE UYMADA ÜÇ HATA

Değerler

Değerlere Uymada Üç Hata

Birinci Hata: Ortama Göre Değerlere Uymak

İkinci Hata: Keyfimize Göre Davranmak

Üçüncü Hata: Karşımızdaki Kişiye Göre Değerlere Uymak

İnsanların Onurlan Eşittir

Ekmek mi İnsan mı?

10. ÇELİŞKİLERİMİZ, İKİLEMLERİMİZ

Çelişki, İkilem

Buzun İçinde Ateş Var mı?

İkilemlerde Sıkılmak Bir Tür Çelişki mi?

Çelişkilerimize Birkaç Örnek

Moda

Kişisel Değerimiz

Gurur Duyma/Duymama ve Babalar

Ana Babalar ve Çocuklar Arasında Bir Benzerlik

Ötekini İkileme Sokmak

İkilemlerimiz ve İki Mantık

11. YÜZDE YÜZ HAKLI OLUNUR MU?

Hiç Yüzde Yüz Haklı Oldunuz mu?

Annem mi Haklıydı Babam mı?

"Kabul Et Haksızsın!"

Kissinger Siyaseti, Hitler'in Vagonu

Çocuğunuz Yalan Söylerse

Futbolda Bir Acı Anı

Page 6: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Trafik Canavarı Tamamen Canavar mı?

Mafyaya Destek Olmuşluğunuz Var mıdır?

Toparlama

12. "HEM ŞOFÖR MEHELLİ, HEM BEŞ KURUŞ" (VEYA"YÜZ ALTIN SENDROMU")

Diyelim Anahtarınızı Unuttunuz

Diyelim Öğrencisiniz

Diyelim Bir İşyerinde Çalışıyorsunuz

Diyelim Evlisiniz

Evlilik Yıldönümlerini Unutan Erkekler

13. KUSURSUZLUĞU ARAMANIN BEDELİ

14. MARİFET İLTİFATA TÂBİDİR

Bilime, Sanata, Spora İltifat

Arazi Olmaya Değil, Araziye İltifat Etmeli

Yanlış İltifat, Yanlış Beceri ("Benim oğlan pek zeki... ")

Ailede İltifat/-sızlık

İşyerinde İltifat/-sızlık

Tarihten Bugüne İltifat/-sızlık

Az İltifat, Az Marifet, Övgüden Kaçınma, Eleştiriye Rağbeti

Labirentteki Fareye İltifat

Labirentlerden Çıkarma Yolu

Çocuklara Şekil Vermek

Maslow'un Türkçe'si

15. CEZA, ÖDÜL, GERİBİLDİRİM, YAPTIRIM

Ceza Tuhaftır, Komiktir

Cezanın Güçsüzlüğü

Çocuğa Dayak Ahlak Dışı mı?

Page 7: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Ceza ve Ödül Yerine Geribildirim

Ödülün Sakıncaları

16. KÜÇÜKAĞAÇ'IN EĞİTİMİ

17. MOLA: TAMAMEN DURMAMAK İÇİN DURMAK

Genel Öfke Kontrolünde Mola

Çocuklara Mola

Ailemizde Bir Mola Uygulaması

18. KADININ DEĞERİ, BAMSI BEYREK'İN ŞEREFİ

Kadın--Erkek Eşitliği

Bamsı Beyrek Masalı

Annemin Değeri Babamın Şerefi

19. SİNERJİ

İmecede Sinerji

Doğada, Nesnelerde, Sandalyede Sinerji

Evlilikte Sinerji

İşyerinde Sinerji

20. YILDIRMA (MOBBİNG), İŞYERİ FOBİSİ, KURUMDEPRESYONU

21. HOBİ TERAPİ

SONSÖZ

Page 8: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Küçük Şeyler

Page 9: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

ÖNSÖZ:KİTAP ÜZERİNE

Bir süredir televizyonda "Küçük Şeyler" adlı bir programyapıyorum. Elinizdeki kitap, bu programdaki bazıkonuların genişletilmesiyle ve yeni konularıneklenmesiyle oluştu. Kitabın çerçevesi, insan ilişkileri,iletişim hataları, yaşama sevinci, çocuklarla iletişim,eşlerle iletişim, rollerimiz, kadın--erkek eşitliği...

Bugüne kadar akademik kitapların yanı sıra, kısmenakademik, kısmen popüler sayılabilecek iki psikolojikitabı yazdım. Bunlar "İletişim Çatışmaları ve Empati" ve"Varolmak, Gelişmek, Uzlaşmak"* adlarını taşıyor. Bukitaplarda, akademik çerçevede, bilindik bilgilerin yanısıra, yeni sayılabilecek bazı görüşlerime/iddialarıma yerverdim. Bunlar, daha çok meslektaşlarıma, psikoloji vepsikolojik danışmanlık öğrencilerine yönelikti. Fakatbunun yanı sıra bu iki kitapta, mesleği psikolojiolmayanlara da yönelmeye çalıştım. Buna rağmen, alanıpsikoloji--eğitim olmayanlara bu iki kitap, özelliklebirincisi biraz teknik geldi galiba. Bazı okuyucularım,kendileri için "daha rahat anlaşılır" bir kitap istediler.Elinizdeki kitapta bu öneriye uymaya çalıştım. Arada yenişeyler söylesem bile, büyük ölçüde teknik olmayan bir dilkullanacağım.

Kitapta, sözü edilen konularla ilgili tüm teknik bilgilere,bütün kuramsal görüşlere yer verilmeyecek. Temelkonulara, özellikle toplumun ihtiyacı olduğunudüşündüğüm ve seminerlerimde izleyenlerinetkilendiklerini gözlediğim konulara yer verilecektir.

Page 10: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Pek çok kişi televizyondaki "Küçük Şeyler" adlıprogramımızı izledi, beğendi. Şimdi içimde bir endişe var.Kitap ne kadar akıcı ve anlaşılır da olsa, yine de ekrandakikadar keyif verici olmayabilir. Kitap ve televizyon farklışeyler. Televizyon renkli, ama kitap da gerekli.Televizyonda paylaşamadığım, tartışamadığım konularıkitapta ele almaya çalışacağım. Ayrıca kitap okumaktanvazgeçmiş, sadece seyrederek veya kitapları kasettendinleyerek öğrenen bir topluma dönüşmemizden de endişeediyorum. Bu endişeleri okuyucularımla paylaşmakistedim.

Küçük Şeyler programı ülkemizde, kişilerarası iletişimkonusunda, aile rehberliği konusunda, belki bir anlamdakoruyucu hekimlik konusunda, ortaya çıkan sürecinhalkalarından birisi. Bu sürecin pek çok halkası var vehepsi de önemli. Belki ilk halka Selim Sırrı Tarcan.isveç'te incelemeler yapan Tarcan, yurda dönüşünde buülkedeki spor eğitimiyle, insan ilişkileriyle ilgili konferansvermiş. Birkaç izleyici gelmiş. Ertesi hafta "Selim SırrıFlütle İsveç Havaları Çalacak" diye ilân vermiş, bu sefersalon dolmuş. O da biraz flüt çalmış, sonra İsveç'ianlatmış. Bir başka önemli halka belki şu: Çocukluğumdahaftada bir gün beş dakika kadar radyoda birisi konuşur,çocukların nasıl yetiştirilmeleri gerektiğini anlatırdı.Konuşma bitince spiker "Eğitimci Orhan Çaplı'yıdinlediniz" derdi. Aklımda böyle kalmış. Sonra giderekyeni isimler çıktı ortaya. Bu alanda çok önemli bir halkayıProf. Dr. Atalay Yörükoğlu hocamızın, TRT'de yaptığı vesunduğu "Hata Kimde?" adlı bir program oluşturdu.Çocukların yetiştirilmesinde dikkat edilmesi gerekennoktalan vurguluyordu bu program. (Bütün bubüyüklerimizi rahmetle ve sevgiyle anıyorum; özellikletanıma onuruna eriştiğim Yörükoğlu hocamıza,

Page 11: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

yazdıklarıyla -çok değerli kitapları var-, anlattıklarıyla vetedavi ettikleriyle ülkemize olan katkılarından ötürüşükranlarımı sunuyorum.) Sonra Doğan Cüceloğlu -benimDoğan Ağabeyim-, ailelerle, çocuklarla ilgili programlaryaptı; çok izlendi. Sonra benim yazdığım ve sunduğumKüçük Şeyler yayımlandı TRT'de. Yurt içinde ve dışındabüyük bir izlenme oranı yakaladı bu dizi. Sanırım çoketkili oldu. O kadar ki, tıpatıp taklitleri çıktı; kırmızıkoltuğuyla, dekoruyla, skeç-leriyle benzerleri yapıldı. (Buolayın sevindirici olduğunu, bu tarzda programlaryapılmasının, toplumun konuya ilgisindenkaynaklandığını düşünüyorum. Küçük Şeylerinbenzerlerinin daha yaygın bir şekilde ekranlardagörülmesini dilerim.)

Elinizdeki kitaba televizyondaki program ilham verdi. Buyüzden dostlarıma teşekkür etmek istiyorum. KüçükŞeyler'in yönetmen ve yapımcıları olan Sayın MuhammedŞimşek'e, Muzaffer Evci'ye, Erol Evci'ye ve ErolYazıcı'ya, ayrıca eşine "Hocamla bir program yapsana"diyerek konuyu bizlerin gündemine getiren Dr. Esin UçakŞimşek'e teşekkür etmek isterim.

Benim açıklamalarım arasına serpiştirilmiş küçüktiyatrolar (skeçler) Küçük Şeyler'e büyük renk kattı. Buskeçlerin konularını ben belirledim, bazılarını yazdım,bazılarını değerli senarist arkadaşlarım, örneğin TurgayYıldız, Zehra Çelenk yazdılar. Değerli tiyatro sanatçısıarkadaşlarım Sükûn Isıtan, Serhat Mustafa Kılıç (Serji),Rıza Karaağaçlı, Elvan Karahasanoğlu, Ahmet Bacınoğlu,Sezin Akbaşoğulları ve Derya Keyfe teşekkür etmekistiyorum. (Ara ara bazıları ekibimizden ayrılıp İstanbul'agittiler; üzüldüm.) Ve yine her zamanki gibi anneme,babama, öğretmenlerime, yurt içindeki ve dışındaki bütün

Page 12: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

izleyicilerime, ülkeme ve dünyaya teşekkür etmekistiyorum.

Erdoğan Yenice kardeşim "Hocam bizi de unutma" dedi.Sistem Yayıncılığa, Şermin Yenice'ye teşekkür etmekistiyorum.

Ve son olarak, adetten değil ama kendime de teşekküretmek istiyorum. Hani el-gün yanında hatırım kalmasındiye.

* Sistem Yayıncılık

Page 13: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

1KÜÇÜK ŞEYLER

ÜZERİNEBİR ÖYKÜ: İKİ DOST,

BİR KUŞKitaba bir öyküyle başlamak istiyorum. Bu öyküyü benyazdım. Öyküm, şöyle kıssadan hisseli olsun istedim.Kelile ve Dimne'dekilere benzesin, Mevlâna'nın öykülerigibi bir şey olsun istedim. Olaya doğudan, doğrudanbakmaya çalıştım.

Öyküm şimdilik yeni. Eğer yıllar sonra anlatılırsamutlaka, "Bir zamanlar... " diye başlayacaklar. Mademfiyle, eskitilmiş tahtalar gibi, öykümü şimdiden eskiterekbaşlayalım söze:

Bir zamanlar bir ülkede iki arkadaş varmış. Bunlar pekhaylazmış, üstelik sürekli gevezelik ederlermiş.Çevrelerindeki büyükler bunlara o kadar çok "Evladım azve öz konuşun" demişler ki, sonunda adlan Az ve Özkalmış.

Az, çok haylazmış; Öz de haylazmış ama, iyi--kötüucundan kenarından okurmuş. Eski Yunan'dan, Eski

Page 14: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Roma'dan, Eski Türk'ten kitaplar okurmuş Öz. Aisopos'ubile tanırmış. (Yüz yüze görüşmemişler ama kalptentanışmış, o kısa, kambur, kekeme, ama tatlı dilli Aisoposustayla.)

Neyse lafı uzatmayalım, Az ile Öz günlerden bir gün kötüişlere bulaşmışlar, kötü adamlarla dalaşmışlar. Ve bir günolanlar olmuş. Haydutlar Az'ın ve Öz'ün gözlerinibağlayıp kaçırmışlar. Öyle az öteye değil; bir aracabindirip günlerce uzaktaki bir yere götürmüşler. Taştan birodaya kapatmışlar. Odanın duvarında ufak bir pencerevarmış. Demirli. Bu pencereden bakınca yalnızca gökyüzügözüküyormuş.

Günlerdir gözleri bağlı yolculuk eden Az ile Öz çokyorgun düşmüşler ve nerede bulundukları konusunda enküçük bir bilgileri yokmuş. Haydutlar iki arkadaşı taşodaya koyduklarında gözlerini açmışlar.

Öz hemen uyumuş. Az ne olur ne olmaz diye uyumadanbeklemiş. Bir süre sonra Öz uyanmış ve Az'a "Benuyurken ne oldu?" diye sormuş. Az, hiçbir şey olmadığınısöylemiş. Öz "Hiçbir şey duymadın mı, görmedin mi?"demiş. Az, "Hayır, sadece pencereye bir kuş kondu"demiş. Öz heyecanla "Nasıl bir kuştu?" demiş. Az"Bilmiyorum dikkat etmedim, basbayağı bir kuştu, tamgöremedim, sadece gagası gözüktü" demiş. Öz "Gagasınasıldı?" diye devam etmiş. Az, "Ne bileyim dikkatetmedim" demiş.

Öz bu duruma çok üzülmüş. "Hay ben sana ne diyeyim;eğer o kuşun gagasına dikkatli baksaydın, şimdi neredeolduğumuzu bilebilirdik" demiş. Az "Saçma, bir gaga çokküçük bir şey. Ona bakıp nerede bulunduğumuzu nasılanlayabiliriz ki?" demiş.

Page 15: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Öz "Bu dünyada küçük şeyler yoktur. Bakmasını bilengöz için her şeyin bir anlamı vardır" demiş ve devametmiş:

Bu dünyada küçük şeyler yoktur.

Bakmasını bilen göz için her şeyin bir anlamı vardır.

"Bak eğer kuşun gagası uzun ise bizi Alma'nın (Alma yolaçıktıkları kasaba imiş) kuzeydoğusundaki bataklık bölgeyegetirmişler demektir. Uzun gagalı kuşlar suyun dibindekisolucanları, küçük kabuklan toplar çünkü, Eğer kuşungagası, kısa, ince ve sivri ise ağaç kabuklarındakiböcekleri yiyordur; Söğüt Bülbülü'dür örneğin. Budurumda bizi güneydeki ormanlık bölgeye getirmişlerdir.Eğer gagası eğri, çapraz uçlu ise, çam kozalaklarınınpullarını ayıran bir çapraz gagadır. Bu durumda batıdakiçamlık bölgeye getirmişlerdir bizi. Eğer gagası kısa, kalın,güçlü ise tohumların, yemişlerin sert kabuklarınıkırıyordur. Bu durumda Alma'nın kuzey batısındayızdemektir. Nerede bulunduğumuzu bilmek ise kurtulmayolunda ilk adım olabilir."

Az duydukları karşısında hayretler içinde kalmış, Öz'e"Küçük bir şeyden böyle büyük sonuçlar çıkarabileceğinihiç düşünmemiştim. İyi de bütün bunları şimdiye kadarniçin bana öğretmedin?" Öz, "Şimdiye kadar böylesine zordurumda hiç kalmadık da o yüzden. Bu dünyada herdurumda işe yarayacak küçük bilgiler vardır. Uygundurumda uygun bilgiyi kullanırsan büyük sonuçlar çıkarortaya. Küçük, büyüğün anasıdır. Azlık çokluğun özüdür"demiş.

Küçük, büyüğün anasıdır. Azlık çokluğun özüdür.

Page 16: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Kıssadan Hisse (Öyküdeki Önem):

Büyük şeylere küçük adımlarla ulaşılır. Ve insan,bedenine ve dünyaya hapsedilmiştir; taştan bir hücredegibidir. Çevresindeki pek çok küçük şeyi fark ettiktensonra özgürlüğüne kavuşabilir. Bir gün yıldızlaraulaşabilmek için, bugün yeryüzündeki her şeyideğerlendirmeniz gerekir. Azlık çokluğun özüdür. Ve birde şu: Evren, bir bütündür, tektir. Belki bu yüzden evrendebirbiriyle tamamen ilişkisiz iki şey yoktur. İlişkilerigörebildiğinizde, evren kalbini açar size. İşte Az ile Öz'ünöyküsü bunları anlatıyor bize.

Page 17: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

2KÜÇÜK ŞEYLERİN

ÖNEMİYaşamda Küçük Şeyler

Yukarıdaki öyküde küçük şeylerin önemi anlatılmakisteniyor. Genelde büyük şeylere değer veririz. Ancakbüyük şeylere ulaşabilmek için küçük şeylere, küçükadımlara ihtiyacımız vardır.

Devasa büyüklükteki çığları ortaya çıkaran şey,başlangıçtaki ufacık kar parçacıklarıdır. Bütün büyükırmaklar, dağlardaki sızıntılarla, çanak büyüklüğündekigözelerle gözlerini dünyaya açarlar.

Akiro Krusava'nın çevirdiği Dersu Uzala adlı bir filmvardı. Sibirya'daki ormanlara uyum sağlamış bir adamıanlatıyordu. Dersu Uzala, ormanda bir ayak izigördüğünde, bu izin sahibinin genç bir insan mı yoksayaşlı mı olduğunu anlayabiliyordu. Gençlerin ayakizlerinin arkası, yaşlıların ise ön tarafı daha derinoluyormuş. Çünkü gençler dik, yaşlılar ise öne doğruhafifçe eğilerek yürürlermiş.

Benzeri şekilde iz süren Kızılderililer de, alışık

Page 18: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

olmayanların asla fark edemeyecekleri küçük ipuçlarındanyararlanarak, örneğin genç sürgünlerin hangi tarafaeğildiğine bakarak onun gittiği yönü bilirlermiş.

Yaşar Kemal'in İnce Memed'indeki Topal Ali doğadakiküçük ipuçlarını okuma konusunda efsanevi bir gücesahiptir.

Hayvanlarda belli bir türün üyeleri birbirinin tamamenbenzeri olmaz. Aralarında çok küçük farklılıklar bulunur.Bu farklılıklar türlerin zaman içinde değişime uğramasınave günümüzdeki tür zenginliğine yol açmıştır. Bununlailişkili olarak genlerdeki diziliş farklılıkları da yaşamdavazgeçilmez bir öneme sahiptir. Birbirlerinden çok farklıgözüken iki hayvanın genlerinin dizilişi arasında geneldeçok az farklılık vardır. Yani genlerin sıralanışındaki küçükfarklılıklar çok farklı türlerin ortaya çıkmasına yol açar.

Benzer şekilde atomları oluşturan parçacıklarda ortayaçıkan -bize göre- küçük farklılıklar, bambaşkaelementlerin, maddelerin oluşmasına yol açmıştır.

Fiziksel, biyolojik evrendeki küçük şeylerin büyüketkileri, yaşamın her alanında, doğada, insanda,Kızılderili'den Hintliye, Eskimo'dan Türk'e, topraktaniklime, hemen her yerde, her toplumda karşımıza çıkar.

Hintliler alışık olmayan gözlerin göremeyeceği ufacık birbulut kümesine bakıp muson yağmurunun başlayacağınıbilirlermiş. Anadolu köylüsü de bir zamanlar belirli biryönden çıkan küçük bulutları görür görmez, "sağanakgeliyor" diye harmanı toplardı.

Hekimler en küçük belirtileri, dedektifler ulaşabildikleribütün ipuçlarını değerlendirirler.

Page 19: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Sonuçta, ister bir ormanda, ister bir muayenehanedeolalım, yaşamdaki küçük ipuçlarını fark ettiğimizde,doğaya uyum sağlamamız, yarına kalmamız kolaylaşır.

Aslında bu durumun farkındayızdır. Küçük Şeylerinönemi geleneksel kültürümüzde "bir mıh (bir tür çivi) birnal kurtarır, bir nal bir süvari kurtarır" özdeyişiyle ifadeedilir. Ancak pratikte küçük şeylere ne ölçüde önemverdiğimiz ve özellikle küçük şeylerden mutlu olmayı neölçüde becerdiğimiz tartışmaya açık bir konudur.

Küçük ipuçlarını fark ettiğimizde,

doğaya uyum sağlamamız, yarına Kalmamız Kolaylaşır.

İnsan İlişkilerinde Küçük Şeyler

Küçük şeyler, doğa--insan etkileşiminde olduğu kadar,insanlar arasındaki iletişimlerde de önemlidir.Konuşurken, tek bir kelimeye alınırız veya tek birkelimeye seviniriz. Birbirimizin yüz ifadelerinden, enküçük mimiklerinden sürekli anlam çıkarmaya çalışırız.Karşımızdakinin sözleri ile mimikleri arasındaki küçükçelişkiler bizi çok ilgilendirir. Örneğin birisi bizi evinedavet ettiğinde, bu daveti yürekten mi, yoksa usulen miyaptığı konusunda ipucu yakalamak için onun yüzifadesini inceleriz. Genelde, davette bulunan gözlerini açaaça ve hafif yalvarır bir ifadeyle "Allah aşkına gel bak,gelmezsen ölümü gör" diyorsa, gitmemiz gerektiğinegönül rahatlığıyla karar veririz.

Kadınların Empatik Becerileri NiçinGelişmiş?

Page 20: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

İletişimde mimiklere dikkat etmek, bazı canlı türlerinde,özellikle insanlarda ilginç özellikler ortaya çıkarıyor.Örneğin, yapılan araştırmalar genelde kadınlarda empatikbecerinin erkeklere oranla daha yüksek olduğunugösteriyor.

Kadınların empatik becerilerinin erkeklerin empatikbecerisinden daha yüksek olması, "kadın duyarlılığı"kavramıyla açıklanabilir. İyi de kadınlar niçin dahaduyarlı? Niçin erkeklere oranla daha iyi empatikurabiliyorlar?

Kadınların erkeklere oranla daha iyi empati kurmalarınınçeşitli nedenleri bulunabilir. Bir görüşe göre bunedenlerden bir tanesi şu:

Bazı canlı gruplarında statüsü düşük olanlar saldırganlığauğramamak için yüksek statülülerin, örneğin liderindavranışlarını sürekli gözlerler. Benzer şekilde insanlardada nice toplumda aile ortamlarında erkeğin statüsükadınınkinden üstün olmuştur. Kadın, erkeğin gözünebakmak, onun sinirli olup olmadığını anlayıp kendini onagöre ayarlamak zorundadır. Aksi halde, sözel ya dafiziksel saldırıya uğrayabilir.

Erkeğin şu andaki davranışlarına bakıp az sonrakidavranışlarını tahmin etmek zorunda olan kadın, giderekonun yüz ifadelerine, vücut diline daha duyarlı olmuştur.Bu durum da kadının empatik becerisinin gelişmesine yolaçmıştır.

Çevremizde vardı, maalesef hâlâ var: Erkek akşam evegeldiğinde karısı kaygılı bir şekilde onun yüzüne bakar.Kocasının sinirli olup olmadığını, diğer bir ifadeyle eşrefsaatinin yerinde olup olmadığını anlamaya çalışır. Eğer

Page 21: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

evin beyi sinirliyse hemen çocuklarını uyarır, "Babanızsinirli, aman ortalarda dolaşmayın" dermiş.

Küçük şeylerin toplamı, doğada olsun, toplumda olsundaima büyük yekûnlar doğuruyor galiba. Yüzyıllarboyunca, onbinlerce kadın, gökyüzünde karabulutgözleyen çiftçiler gibi, kocalarının yüzünde bir kararma,bir öfke belirtisi gözleye gözleye, duyarlı hale gelmiş,empatik becerilerini geliştirmiş olabilirler. Erkeklerinbüyük çoğunluğunda, "ya karım kızarsa" korkusubulunmadığı için böylesine bir duyarlılık gelişmemişolabilir.

Küçük Şeylere Dikkat Öğrenilebilir

Kadınların empatik becerilerinin gelişmişliğinde, birbiyolojik temel, bir genetik yatkınlık da bulunabilir. Amakadın--erkek ilişkilerinden kaynaklanan öğrenme, annelerive çevredeki diğer kadınları örnek alma da etkili olmuşolabilir.

Empati, doğuştan sahip olunan bir özellik değildir.Araştırmalar, kadın--erkek herkesin empatik becerisinineğitim yoluyla geliştirilebileceğini, empati kurmanınöğrenilebilen bir şey olduğunu göstermektedir.

Dikkat konusuna ayrıntılı olarak girmeden, bu konudakiklasik bir araştırma sonucuna değinmek istiyorum: Bellimesleklerdeki kişiler, meslekleriyle ilgili şeylere giderekdaha fazla dikkat eder hale geliyorlarmış. Örneğin, terzilerinsanların elbiselerine, berberler saçlarına, ruh sağlığıuzmanları yüz ifadelerine daha fazla dikkat ediyorlarmış.Bir tiyatro salonunu, küçük bir deliği bir saniye açıpkapatarak bir tiyatrocuya gösterdiğinizde seyirci

Page 22: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

yoğunluğunu, bir itfaiyeciye gösterdiğinizde ise salondakaç kapı olduğunu algılıyormuş.

Bunlar ve benzeri örnekler, küçük şeylere dikkat etmenin,aslında öğrenilebilen bir şey olduğunu göstermektedir.Belirli ortamlar, belirli yaşam koşulları bize bazı şeylereözellikle dikkat etmeyi öğretir.

Bildiğim kadarıyla biz Türkçe'de kara iki ad veririz: Karve kırç. (Kırç, diş diş olmuş eski kardır.) Eskimolarda iseotuza yakın kar adı vardır. Kültürlerdeki bu farklılıklar,yaşam şartlarından kaynaklanıyor olsa gerek.

Bence bu konudaki en çarpıcı örnek, her toplumun kendiüyelerini birbirine benzemez, öteki toplumları ise benzeralgılamasıdır.

Çinliler Birbirine Benzer mi?

Küçük yaşlardan itibaren yakın çevrelerindeki insanların"Çinliler birbirlerine benzer mi?" sorusuna, doğu ve OrtaAsya dışında oturan pek çok kişi "Evet" cevabını veriyor.Ama Çinlilere sorduğunuz zaman onlar da "Biz

Çinliler birbirimize benzemeyiz, batılıların hepsi birbirinebenzer" derlermiş.

Bize göre zenciler, Çinliler birbirine benzer. Ama bizbenzemeyiz. Niye?

Galiba olayın açıklaması şu: içinde yaşadığımız toplumda,küçük yaşlardan beri yakından tanıdığımız çok sayıdainsan vardır. Böyle olunca bunların yüzleri arasındakiküçük farklılıkları yakalayabiliriz. Yeterli sayıda Çinliyle,yeterince uzun süre birlikte kalmadığımız için de,

Page 23: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Çinlilerin yüzleri arasındaki farklılıkları fark edemeyiz vehepsinin birbirine benzediğini düşünürüz.

Küçük farklılıkları yakalayamamak,

ötekileri yanlış algılamamıza, zaman zaman da mutsuzolmamıza yol açar.

Bir arkadaşım anlattı. Havaalanında bir grup Türkoturuyorlarmış. Birkaç Japon çocuk bunların karşınageçmiş, baş ve işaret parmaklarıyla gözlerinin altını veüstünü çekiştirip, yani çekik gözlerini yuvarlak halegetirmeye çalışarak bir yanda da "Hımm.. " sesiçıkarıyorlarmış. Birkaç kişinin bunlar bizimle dalgageçiyor diye canı sıkılmış. Arkadaşım ise "Kızmayın, bizde küçükken Çinlilerin karşısına geçip, parmaklarımızlagözlerimizi iki yana çekiştirip 'Hımmm... ' derdik" demiş.

Galiba herkes, kendi gözünün, kendine ait her şeyinnormal olduğunu, ötekilerde ise bir tuhaflık bulunduğunudüşünüyor.

Küçük şeylere dikkat etmenin önemi galiba bir de dilkonusunda ortaya çıkıyor. Anadili Türkçe olanlar için"cam" ve "çam" sözcüklerini birbirinden ayırt etmekkolaydır. Ancak Türkçe'yi ileri öğrenmeye çalışan, anadiliHint-Avrupa dili olan batılılar için c'yi ç'den ayırt etmekzordur. Bizim için de İngilizce'nin farklı t'larını (the iletree'yi) ayırt etmek güç. Yüzler arasındaki küçükfarklılıkları yakalamak da kültürle, öğrenmeyle ilgili.

Mutlu Olmak Öğrenilebilen Bir Şeymi?

Page 24: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Yukarıdaki tartışmalardan ortaya çıkan sonuç şu: Küçükşeylere dikkat öğrenilebilen bir şeydir, insanlar, içindeyaşadıkları ortama, aldıkları eğitime göre birtakım küçükşeylere dikkat etmeyi öğreniyorlar. Çiftçiler, hekimler,terziler, dedektifler, kendi uğraşlarıyla ilgili küçükipuçlarını değerlendirmeyi öğrenebiliyorlar.

Küçük şeylere dikkat etmeyi öğrenebilen insan, bunlarkarşısında mutlu veya mutsuz olmayı da öğrenebilir.Bazılarımız, küçük şeylere dikkat etmeyi ve bunlarkarşısında mutsuz olmayı öğrenmiş bulunuyoruz.Bazılarımız ise aynı küçük şeylere dikkat edip mutluolmayı öğrenmiş bulunuyoruz. (Maalesef, ikinci grubagirenlerin sayısı galiba daha az. En azından ülkemizde az.Bu konuda bir araştırma yürütmeye çalışıyoruz.)

Küçük şeylere dikkat etmeyi öğrenebilen insan,

bunlar karsısında mutlu veya mutsuz olmayı daöğrenebilir.

Yani bazıları bardağın yarısı boş diye esef etmeyi, bazılarıise yarısı dolu diye sevinmeyi, şükretmeyi öğrenmiş.Doğuştan iyimser veya kötümser olmuyoruz. Belirlidurumlar karşısında iyimser veya kötümser olmayı çeşitliyollarla öğreniyoruz. Örneğin, büyüklerimizi model alaraköğreniyoruz.

Page 25: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Bir düğüne giden insanların, bir şeyleri övmekten çok,negatif eleştiri yönelttiklerini görürüm. Ufacık ufacıkayrıntıları yakalayıp kurabiyeleri, limonataları, gelinin,damadın kaşını, gözünü, kayınvalidelerin elbiselerinieleştirdiklerini duyarım, insanlar eleştiriyorlar,eleştiriyorlar, ondan sonra da "Amann bize ne, Allahmesud etsin" diyorlar. İyi de, şu 'bize ne'yi en baştademeyi öğrenebilir miyiz acaba?

Eğer bir insan genelde kötümser, karamsar ise, galibazamanla bu karamsarlığı destekleyecek yönde küçükayrıntıları fark eder hale geliyor. Negatifi vurgulayavurgulaya, yaşama negatif bir bakış tarzı geliştiriyor. Budurumun sonucunda da, arabesk şarkılarda duyduğumuz"batsın bu dünya" tavrı çıkıyor ortaya.

Karamsarlığı öğrendiğimiz gibi iyimserliği deöğrenebiliriz. Bu konuyu ilerde tekrar ele alacağız.

Küçük Şeylere Önem Vermek HerZaman Mutluluk Getirir mi?

Eğer "Küçük şeyler önemlidir" dersek bu, bazı durumlardasıkıntı yaratabilir. Küçük şeylerden mutlu olabileceğimizgibi, mutsuz da olabiliriz. Biz uzmanlar, eğitimciler bukonuda galiba bir çelişki sergiliyoruz. Şöyle:

Örneğin diyoruz ki, "Komşun sana gülümserse, bu küçükşey aslında önemlidir, mutlu olmalısın. " İyi. Ama diyelimki komşunuz, size dik dik baktı ve selam vermedi. Budurumda ise galiba şunu söylüyoruz: "Komşunun sanaselam vermemesi küçük bir şeydir, moralini bozmanadeymez. " Bence burada bir çelişki var.

Page 26: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Veya, "Size trafikte teşekkür anlamında korna çalarlarsasevinin, eğer hakaret anlamında çalarlarsa aldırmayın. "Yine çelişki var. Eğer küçük şeyler önemliyse, o zamanüzülebiliriz de.

Bu konudaki çelişkiyi acaba şu mantıkla çözebilir miyiz?Neyin küçük, neyin büyük olduğu veya küçük şeylerdenhangisinin ne ölçüde önemli olduğu görecelidir (rölatiftir).Fiziksel dünyadaki hemen her şeyin göreceli olması gibi,insanın dünyasında bu şey de görecelidir.

Evrende yaklaşık 200 milyar civarında galaksi var. Buyaklaşık bir sayıdır. Dışardan bakınca bir tanesi eksikveya fazla, hiç önemli değildir. Ama bizim için bizimgalaksimiz çok önemlidir. Evrende 1021 (1, 000, 000, 000,000, 000, 000, 000) tane bizimkine benzer güneş vardır.Bunlardan bir tanesi eksik veya fazla olmuş, hiç önemlideğildir. Ama bizim güneşimiz bizim için çok önemlidir.Evrende her şey göreceli.

Neyin küçük, neyin büyük olduğu veya

küçük şeylerden hangisinin ne ölçüde

önemli olduğu görecelidir.

İnsanların dünyasında da neyin büyük, neyin küçükolduğu, neyin, ne zaman önemli veya önemsiz olduğugörecelidir. Ancak bu göreceli alemde insanın birüstünlüğü var. İnsan, nesnelere ve olaylara değerverebilen, onları değerlendirebilen bir varlıktır. Güneşinböyle bir gücü yoktur, ama insanın vardır.

O halde insan, karşılaştığı küçük şeylerden hangisine, neyönde önem vereceği konusunda iradesini kullanabilir.

Page 27: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Eldeki ölçüt bence, "yarına kalmak" olmalıdır. Eğer birolaya verdiğimiz değer, yarına kalma ihtimalimiziartıracaksa önemlidir, artırmayacaksa önemli değildir. Herşeyin göreceli olduğu bir dünyada kişinin kendinikoruması esas olmalıdır.

Eğer bir olaya verdiğimiz değer,

yarına kalma ihtimalimizi artıracaksa önemlidir,

artırmayacaksa önemli değildir.

Her şeyin göreceli olduğu bir dünyada

kişinin kendini koruması esas olmalıdır.

Diyelim ki komşunuz size selam verdi. Bundan hoşnutolursanız, kendinizi iyi hissedersiniz; bu da sizin yarınakalma ihtimalinizi artırır. Ama eğer 'Yahu bu adam birçıkarı olmadan babasının hayrına selam vermez"gibilerden düşünürseniz, kendinizi iyi hissetmezsiniz. Buda sizin yarına kalma ihtimalinizi azaltır.

Diyelim ki komşunuz size selam vermedi: Eğer buduruma fazlaca üzülürseniz, yarına kalma ihtimalinizazalır. "Görmemiştir" diye düşünür, fazlaca üzülmezseniz,yarına kalma ihtimaliniz artar.

Genelde yaşama pozitif bakmalıyız. Tehlikeler karşısındaönlem almak gerektiğinde, bazen negatif düşünmekgerekebilir. Fakat negatif düşünmeyi bir alışkanlık halinegetirmek, bizi tehlikelerden korumak yerine, tehlikeyeatıyor demek istiyorum. Olaylara ne zaman pozitif, nezaman negatif yaklaşacağımızı öğrenirsek; bizirahatlatacak olayları fark etmeyi, vurgulamayı, yanı sırarahatsız edecek olaylara fazlaca önem vermemeyi

Page 28: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

öğrenirsek ömrümüz uzar.

Tehlikeler karşısında önlem almak

gerektiğinde, bazen negatif düşünmek gerekebilir.

Fakat negatif düşünmeyi bir alışkanlık haline

getirmek, bizi tehlikelerden korumak yerine,

tehlikeye atıyor.

İnsanın, göreceli bir dünyada, dünyaya uyum sağlayacak,kendini mutlu kılacak şekilde, çevresindeki olaylarıönemli ya da önemsiz algılamaya yetecek beyin gücüvardır.

Bir çocuğun sokakta bana gülümsemesi çok önemli birolaydır. Birisinin ters ters bakması ise, düzeltmemgereken bir davranışım varsa önemlidir; amayapabileceğim bir şey yoksa hiç önemli değildir. Kendimibu şekilde düşünecek şekilde eğitebilirim.

Bireyin kendi gayretiyle duygularını tamamen denetimaltına alması ve ruhsal sorunlarını çözmesi mümkündeğildir. Bu konuda fazlaca enerji harcaması da, herhaldeuygun değildir. Bireye fazla yüklenmemek gerekir. Bukonuda özetle şunu söylemek istiyorum: Karamsarlığınbiyolojik birtakım nedenleri bulunabilir; ama karamsarlık,yaşama olumsuz bakış tarzı, bir açıdan çevredenöğrenilebilen bir şeydir, iyimserlik, yaşama olumlu bakıştarzı da, bir ölçüde öğrenilebilen bir şeydir. Birey, kendinifazla zorlamadan, kısmen de olsa yaşama olumlu gözlerlebakacak şekilde kendini eğitebilir. İnsanın RAM'i, sabit--diski buna müsaittir.

Page 29: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

3KİTABIN KAPAĞINDAKİ

KÜÇÜK ŞEYLERKitabın kapağında midye kabuklan var. Midye kabuklarıküçük şeylerdir. Çocukken ilgimi çekerdi; biriktirirdim.Bir midye kabuğu koleksiyonum vardı. Yetişkinolduğumda, kumsallarda güzel renkli olanları elime alıpilgiyle bakmaya devam ettim. Ama birkaç yıl öncesinekadar, o küçük midye kabuklarının içlerinde büyük birmatematik taşıdığını bilmiyordum.

Midye kabuklarındaki helezonu dikdörtgenler içineyerleştirdiğiniz zaman, Fibonacci dizisine uygun bir yapıortaya çıkıyormuş. Fibonacci dizisi 0, 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13,21, 34... şeklindedir. (Yani dizideki her sayı, kendindenönceki iki sayının toplamıdır.) Midye kabuğu, belki insankulağı, bu diziyi barındıran bir yapıya sahip.

Ayçiçeklerinin/günebakanların tanelerinin sıralanışı,ağaçların fidan verme, güllerin budanma düzenleri, hattaeni--boyu zarif altın oranlı dikdörtgen, midye kabuklarıgibi Fibonacci dizisini barındırıyormuş içinde.

Bir midye kabuğu veya bir ayçiçeği küçük bir şeydir.

Page 30: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Sayıların 1, 2, 3, 5, 8... diye peş peşe yazılması da birbakıma küçük, önemsiz bir şey sayılabilir. Ama midyekabuklarında ve ayçiçeklerinde bu sayı düzeninin ortayaçıkması, işte bu büyük bir şeydir. Küçük şeylerde, küçükolasılıkların, sürekli bir kesinlikle gözükmesi büyük birşeydir.

Bir insan parmağı, evrende çok küçük bir şeydir. Ama birparmak izinin, geçmişteki ve gelecekteki tüm parmakizlerinden farklı olması, işte bu büyük bir şeydir.(Olasılıklar aleminde, küçük olasılıkların mevcudiyeti,bazen ise büyük olasılıkların imkânsızlığı, büyük birşeydir.)

Eski Yunan Felsefesi, "Arke (arkhe), ana şey nedir?" diyebaşlamıştı işe. Dünyayı oluşturan ana şey, kimine göre birmaddeydi, örneğin toprak, hava, ateş, su idi. Kimine görearke, atomdu. Pythagoras Usta, arkenin sayı olduğunusöyledi. Ona göre uzayda sayıların dansı vardı; yerde,gökte, müzikte sayıların dansı vardı. Muhteşem bir iddia.Gerçekten, atomlarda, moleküllerde, galaksilerde, seslerindalga boylarında, müzikte, sayısal düzenler, matematikseltekrarlar var. Midye kabuğunda, fidanlarda sayısaldüzenler var. Belki gerçekten de evrende sayılar dansediyor; bazen sessiz, bazen müzikle...

Midye Kabukları Üzerine Bir Şiir

Bazen küçük bir şey, bütün bir yaşamımızı gözdengeçirmemize yol açabilir. Geçen sene, henüz elinizdekikitabın kapağı ortada yoktu. Samsun'a konferans vermeyegitmiştim. Sabah otelin önündeki kumsalda yürüyüşyaparken midye kabukları gördüm ve o gün şu şiiriyazdım:

Page 31: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

KOLEKSİYONCU

Kıyılar boyunca yürüdün yıllar yılı, çakıl taşları topladın ve midye kabuklar... Geçip gitmesin diye günler çekmecelerde sakladın.

Topladığın onca pul, kibrit, taş, kabuk bir kıyamet gününde gelip seni bulacaklar; "İşte!" diyecekler "bizi biriktiren çocuk"; ellerinden öpecekler.

Sanırım bu şiirde, küçük bir midye kabuğundan yola!çıkıp bütün bir yaşamı gözden geçirmiş oldum.

Page 32: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

4YAŞAMINIZDAKİ

ENSTANTANELERİYAKALAMAK:

KÜÇÜK ŞEYLERDENBÜYÜK

MUTLULUKLARÜRETMEK

Günlük yaşamda karşınıza çıkan küçük olayları, kendinizive çevrenizi mutsuz edecek şekilde, "çok büyük ve kötü"olaylar olarak algılayabilirsiniz. Böyle bir gücünüz vardır.Örneğin trafikte size haksız yere korna çalan birisiniaracınızla izleyip, sıkıştırıp, kavga edip, karakollara,hastanelere düşebilirsiniz. Bunu becermeye yetecekzihinsel ve bedensel gücünüz vardır.

Ama sizin aynı zamanda size haksız yere kornaçalınmasını küçük, önemsiz bir şey olarak algılama vesıkıntıya girmeme gücünüz de vardır.

Page 33: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Ve dahası, sizin, çevrenizdeki bazı küçük şeyleri fark ediponlarda büyük lezzetler, büyük mutluluklar yakalamagücünüz de vardır. Örneğin bir yolculukta, yoldan,yolculuktan, teknolojiyle bütünleşiyor olmaktan* ötürükeyif duymaya gücünüz vardır. Yaşamınızdaki enstanta-neleri yakalamaya gücünüz vardır. Eğer bunugerçekleştirirseniz -bir önceki bölümde belirtildiği gibi-yarına kalma ihtimaliniz artar. Eğer küçük şeylerde büyükmutsuzluklar yakalar, üzülür kavgalar ederseniz, ölmeihtimaliniz artar. Seçim size aittir.

Rezalet mi Nezaket mi; Felaket miZarafet mi?

Epiktetus'un da dediği ve bugün psikolojideki bazıyaklaşımlarda da vurgulandığı gibi, olaylar önemlideğildir, onları algılama şeklimiz önemlidir. Size kornaçalınmasını, anında cezalandırılması gereken büyük birkabalık olarak da algılayabilirsiniz, önemsiz bir ukalalık]olarak da algılayabilirsiniz.

Olaylar önemli değildir, onları algılama şeklimizönemlidir.

Neyin önemli, neyin önemsiz olduğu, neyin kabalık, neyinkibarlık olduğu, üç boyutta değişir: Kişiden kişiye değişir,toplumdan topluma değişir, zaman içinde değişir.

Page 34: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Dünyada bazı kültürlerde misafire dil çıkarmak zarafetsayılıyormuş. Eskiden Macaristan'da ev sahipleri, nezaketgösterip "gece yatıya kal" anlamında misafirin atarabasının tekerlerini söktürürlermiş. Şimdi bizmisafirimize dil çıkarsak zarafet değil felaket olur.Misafirimizin arabasının dört lastiğini çıkarıp arabayıtakozlara oturtsak, nezaket değil rezalet olur.

İçinde yaşadığımız toplumun kültürüne, değerlerine uyupuymamakta kısmen özgürüz. Tamamen özgür değiliz.Şehir parkında tüfekle kuş avlamaya veya çırılçıplakdolaşmaya karar verirsek ciddi problemler çıkar ortaya.Bu konuda başınız emniyetle derde girdiğinde, "Bakınbenim çıplak dolaşmam küçük bir olaydır; fazlabüyütmeyin" demeniz, pek anlamlı değildir. Zamanı vemevcut toplumsal değerleri hiçe saymak konusundatamamen özgür değiliz. Ama bireysel boyutta, galibabüyük ölçüde özgürlük var.

Örnek:

Çıplak dolaşamazsınız; ama sokakta yürürken elbisenizinlekeli olduğunu gördüğünüzde, bu olayı bir felaket olarakda algılayabilirsiniz, fazla büyütmeyebilirsiniz de.Misafirinize dil çıkarıp çıkarmama konusunda tamamenözgür değilsiniz. Misafirlerinize sürekli dil çıkarıyorsanız,size gelen misafir sayısında, en azından azalma ortayaçıkar. Ama misafire sunduğunuz cevizli kekin içindenceviz kabuğu çıktığında, günlerce üzülüp üzülmemekte,bu olayı fazlaca büyütüp büyütmemekte tamamenözgürünüz.

Yaşamınızda ortaya çıkan bazı aksilikleri büyük değil,küçük olarak algılamak, bazı güzellikleri isebüyük/önemli olarak algılamak mümkündür. Bu konuda

Page 35: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

kendinizi eğitebilirsiniz. Başlangıç olarak şunudüşünebilirsiniz: Karşılaştığınız olayları "rezillik mi"yoksa "güzellik mi" olarak algılayacağınız; eğergüzellikse ne büyüklükte bir güzellik olarakalgılayacağınız öğrenilebilen bir şeydir. Ve sizin bunuöğrenmeye gücünüz vardır. (Ve tabii öğrenmeye direnmekonusunda da gücünüz vardır. Seçim size aittir.)

Yaşamınızdaki EnstantaneleriYakalamak

Fotoğraf sanatçıları enstantane yakalamaktan söz ederler.Sürekli değişim içindeki bir dünyada, bir an için ortayaçıkan ve tekrarı mümkün olmayan bir hareketin, birdurumun fotoğrafını çekmek demektir enstantaneyakalamak.

Vesikalıklar enstantane değildir; poz veririz çünkü. AmaAfgan kızın o bir anlık bakışı veya duvar dibindekiamelelerin bir anlık varoluşları birer enstantanedir.

Enstantane küçük bir andır; ama o anı yakaladığınızda, oan ömür boyu karşınızdadır.

Karşınıza çıkan birtakım olayları önemsemeyebilirsiniz.Ya da onlardan bazılarını çekip çıkarma ve onlardanbüyük lezzetler alma konusunda, kısacası yaşantımızdakienstantaneleri yakalama konusunda kendinizieğitebilirsiniz.

Dünyada, bir insan olmadan kendi kendine enstantaneolmayı hak eden hiçbir manzara yoktur. Enstantane

sanatçının beynindedir. Sanatçı, enstantane yakalama

Page 36: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

konusunda, daha doğrusu, bir şeyi enstantane halinegetirme konusunda kendini eğitmiş kişidir. Dilerseniz sizde kendinizi eğitebilirsiniz.

Enstantane küçük bir andır;

ama o anı yakaladığınızda,

o an ömür boyu karşımızdadır.

28.08.2003 Perşembe 19.50

Şu anda balkondayım. Yanımda babaannem var. Babam içerigitti. Kitap yazıyor galiba. İki satır da benim katkım olsun.Garibim babaannem de böyle mahzun mahzun, bir ateş topugibi görünen güneşin batışını izliyor. Bayan Vasfi'nin üstündedeğişik renkte bir şal var. Manzara süper. Böyle masmavi birmanzaranın karşısında oturup yazı yazmak, kitap okumak veaval aval bakmak insana büyük bir zevk veriyor.

Babaannem "Tuğcan bir kayık alalım" diyor. Dağları delenSabahat Dökmen, biz tekneyi ne yapalım? Nasıl kullanırız?Alırız ama babamın aldığı o gereksiz eşyalar gibi bir köşedeboş boş durur. Haksız mıyım? Ya bu ses ne? Uçak desemdeğil, gök gürültüsü desem hiç değil. Burada

....................lütufta bulunmuş defterine bir iki şey yazıyor,

şimdi Üstün Bey bu işe kızar mı? Sanırım anlattıklarıyla tutarlıdavranmak için kızmaz. Kızarsa onun problemi. Bre...

Değerli okuyucularım, yukarıdaki çerçeve içindeki yazınereden çıktı diye düşüneceksiniz. Olay şu: Bir yazakşamı balkonda oturmuş bu kitabı yazıyordum; defterekalemle. Yanımda küçük kızım (o yıl ilköğretimibitirmişti) ve tekerlekli sandalyesinde annem oturuyordu.Bir ara içeri girdim. Balkona tekrar çıktığımda gördüm kikızım deftere yukarıdaki yazıyı yazmış. Şaka olsun diye.Silesim gelmedi. Daha sonra çıkarırım diye düşündüm,

Page 37: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

unuttum. Yayınevindeki arkadaşlarım müsveddeyi temizeçekerken, bilmeden bu yazıyı da yazmışlar. Yine içimdensilmek gelmedi, kaldı. Sonra bir ara düşündüm ki, bu dabir enstantane ya da ne bileyim, bir güzel tesadüf. Öylecebıraktım. İşte bu yazının öyküsü bu. Devam edelim:

Galiba, akıp giden zamandan elimizde kalan bir avuç şeyeenstantane diyoruz. Sizin evinize bugüne kadar Ara Gülerhiç gelmedi; bundan sonra da gelmeyecek. Bu demektirki, evinizdeki, yakalanması mümkün binlerce enstantaneziyan oldu ve ziyan olacak. Ama üzülmeyin, evinizdekienstantaneleri siz yakalayabilirsiniz.

Sizin evinize Ara Güler hiç gelmeyecek.

Evinizdeki ve yaşamınızdaki enstantaneleri

yakalamaktan siz sorumlusunuz.

Şu an bu kitabı okumaktasınız. Birazdan okumayıbırakacaksınız. Ve tarih boyunca, şu andaki duruşunuz,pozunuz bir daha hiç varolmayacak. Bakın ve buenstantaneyi fark edin. Gözlerinizle, zihninizle, içindesizin de bulunduğunuz şu enstantaneyi yakalayın. Tekkopya halinde zihninizde saklı kalsın.

Şu an evinizin en dağınık köşesini düşünün. Benimgörmemi istemezsiniz. Ama bir fotoğraf sanatçısı gelip oköşeyi öyle bir açıdan çeker ki, sergilere koyarlar;görseniz iftihar edersiniz. O halde o köşeyi bugün siz farkedin. Gözlerinizle, zihninizle o köşenin resmini çekin.

Hiç fark etmeden geçip gittiğimiz sokaklar vardır; kapıönlerinde çocuklar vardır. Ara Güler onları ölümsüz halegetirmiştir. Şemsi Güner onları ölümsüz hale getirmiştir.

Page 38: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Hiç fark etmediğimiz, çalarken bile tam bakmadığımızkapılar vardır. Şakir Eczacıbaşı, Laleper Aytek veyaYılmaz Bulut, onları ölümsüz hale getirmiştir. Onlar,binlerce kez açılıp kapanan kapıların resmini bir kezçektiler sözgelişi; ve o bir defalık görüntü, çok uzun birzaman, çok sayıda insan tarafından görülebilir oldu.Sadece (onlar değil; nice ressam, nice yazar, nicefotoğrafçı...

Bizim hiç duymadığımız, baktığımızda yalnızca pişmişhallerini hayal ettiğimiz alabalıkların sesini Schubertolmasaydı nasıl duyabilirdik. Eğer Osman Hamdi Bey'in ogözleri olmasaydı, o halıları, o kaplumbağaları nasılgörebilirdik. Van Gogh'un o basit ve dağınık odasının, oöylesine atılıvermiş eski postallarının böylesine ihtişamlıolduğunu, o göstermese nasıl görebilirdik.

Ve bugün, sizin tarafınızdan algılanan ve bir gün kay-l)olacak bir dünyayı, küçük--büyük, önemli--önemsizdemeden, siz topyekûn fark edip kucaklamazsanız, bir günkim fark edecektir?

Yaşamınızdaki küçük şeylerde büyük tatlar bulmaksizin sorumluluğunuzdur.

Sofrada, yakınlarınızdan birisinin bardağa su doldurmasınıbasit bir olay olarak algılayabilirsiniz. Ya da bu olayı tarihboyunca tekrarı olmayacak bir enstantane, muhteşem biran olarak da algılayabilirsiniz. Bir kadının bir odadandiğerine giderken eteğini savurması kocasının, veya birerkeğin kravatını düzeltmesi karısının yıllar sonra hasretlehatırlayacağı bir anı olacak belki. Acaba bunları,gördüğümüz o ilk anda keyifle seyretsek ve keyifaldığımızı onlara söylesek nasıl olur?

Page 39: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Dünyada enstantane sıkıntısı yoktur; önemli olan sizinobjektifinizin kaydetme gücüdür.

Page 40: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

5MUTLU OLMAK

POLYANNACILIK MI?Mutsuz olmayı, şuna buna söylenmeyi, karamsarlığıöylesine derinden öğrenmişiz ki, "Bu ülkede yaşanmaz"ve nihayet "Batsın bu dünya" demeye hakkımız olduğunudüşünüyoruz sonuçta. Ve daha da kötüsü, iyimser birinigördüklerinde canları sıkılıyor kötümserlerin, adeta "Şunabir şey söyleyeyim de keyfi kaçsın" diyorlar içlerinden.Yıllardır seminerlerimde iyimser olmanın öneminden sözettiğimde en az bir kişi çıkıp "Hoca iyi de o zaman bupolyannacılık olmaz mı?" der. Bu karamsarlığa prim verenbakış tarzı beni üzüyor. Şimdi söz konusu cümleye tekrarbakalım:

"İyimserlik, küçük şeylerden mutlu olmak polyannacılıksayılmaz mı?"

Bu görüşte, sanırım iki hata var. Birincisi "iyimserlikeşittir polyannacılık" iddiasıdır ki bu doğru değildir,ikincisi böyle söylendiğinde polyannacılığın kötü bir şeyolduğu varsayılmaktadır. Polyannacılığın kötü olduğunukim söyledi?

Polyannacılık, kayba uğradığımızda, elimizde kalanları

Page 41: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

fark etme ve sevinme becerisidir. Polyannacılık birpsikolojik savunma mekanizmasıdır, aşırı olmadanyerinde kullanıldığı sürece, kişiyi kaygıdan, sıkınadankorur, kişinin yarına kalma ihtimalini artırır.Polyannacılık, kendini avutmak değil, bardağın doluyanını fark etmektir.

Diyelim ki birisi bir bacağını kaybetti. Şüphesiz bu kötübir durumdur. Ancak bu kişinin önünde iki yol uzanır:

Birinci yol, bir bacak gittiği için yaşamdan elini çekmek,sürekli üzülmek, artık hiçbir şeyden keyif almamaktır,ikinci yol ise şudur: Kişi eğer geriye dönüş yoksa, mevcutdurumu kabullenir, elinde kalan bacak için sevinir,yaşamdan elini çekmez, yaşama sevincini kaybetmez,ikinci yol polyannacılıktır. Polyannacının ömrü, birinciyeoranla daha kaliteli geçer.

Polyannacı tavır, Çin atasözünü hatırlatıyor. Şöyle demişÇinli:

Tanrım, bana değiştirebileceğim şeyleri

değiştirme gücü ver.

Değiştiremeyeceğim şeyleri Kabullenmemi sağla, İkisiniayırt edebilmem için de akıl ver.

Değiştiremeyeceğimiz kayıplar karşısında, yaşamasevincimizi kaybetmemek polyannacılıktır. Karamsarlığaoranla da herhalde daha gerçekçi bir tavırdır.

Bir toplantıda polyannacılığı tartışıyorduk, bir dostumşunları anlattı:

"Üç yeğenim vardı. Marmara depreminde üçü de enkaz

Page 42: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

altındaydı. Bir tanesine ulaştık, çıkardık, ölmüştü.Mahvolduk. Daha sonra, aynı enkazın altından diğerlerisağ çıktı. Ölene üzüldük, ama sağlam çıkanlara sevindik.Ölene üzülmemek, sağlam çıkanlara sevinmemekmümkün değildi."

Yukarıdaki tavır, bir polyannacılık sayılabilir. Ama sadeceölene üzülüp sağlam çıkanlara sevinmeselerdi, en azındanayıp olurdu.

Tatsız olaylar karşısında, kafamızı kuma gömüp bir şeyyokmuş gibi davranmak, başımıza ne gelirse gelsin mutludolaşmak, polyannacılık değil, "devekuşluğu" olsa gerek.

Polyannacılık, yaşama devam edebilmek için,gerektiğinde sıkıntılarla baş edebilme sanatıdır.

SABAH SABAH AĞAÇ OLMAK Gerçek Bir öykü:

Büyük kızım küçükken -sanırım anaokuluna gidiyordu-sabahları yatağında beş dakika otururdu, ben de karşısınaotururdum. Küçük, spontan bir oyun oynardık. Ben, birhayvan, eşya veya bitki rolüne girerdim, o kendisi olurdu vekarşılıklı bir drama veya fabl diyebileceğimiz bir şeysergilerdik.

Bir sabah uyandı, oturup battaniyeye sarıldı ve "Hadi bana birağaç ol" dedi. O sabah, canım sıkkındı, keyfim yoktu; songünlerde irili ufaklı bir çok olay moralimi bozmuştu. İçimebaktım, oyun oynamak istemediğimi hissettim ve dürüstçebunu kızıma söylemeye karar verdim. "Canım benim" dedim"bu sabah keyfim yok, canım sıkılıyor, ağaç olmakistemiyorum. " Bir an durdu ve parmağını uzatarak "Babatamam" dedi "o zaman üzgün bir ağaç ol. " Tekrar içimebaktım, neşeli bir ağaç olmak istemiyordum, ama üzgün birağaç olabilirdim.

Ve üzgün ağaç oldum. Birilerinin meyvelerimi taşladığını,insanların canımı sıktığını anlattım. Anlattıkça, hafifledim,

Page 43: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

ferahladım. Beş dakika bittiğinde rahatlamıştım. (İfade edilensıkıntı, çoğunlukla bizi rahatlatır.)

Kıssadan hisse: Yaşamın her zerresi kutsaldır,değerlendirilmelidir. Güzelliklerden güzellikler çıkar; amasıkıntılardan da güzellikler çıkarmak mümkündür.

Page 44: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

6İNSAN EVRENİN

MERKEZİNDE Mİ?Eski Yunandan bir bilge "İnsan evrenin merkezindedir"demiş. Bu sözü çeşitli şekillerde yorumlamak mümkün.

Bir: İnsan önemlidir; her şey insan içindir. Örneğininsanlar kanunlar için değil, kanunlar insan için olmalıdır.Bilim ve sanat insan için olmalıdır.

"İnsan evrenin merkezindedir" sözünün ikinci yorumuşöyle olabilir: Dış uzay çok büyüktür; ama iç uzay da,yani insanın içindeki uzay da çok büyüktür. İnsan bu ikiuzayın tam ortasındadır, yani evrenin merkezindedir.Bugünkü bilgimize göre dış uzayda binlerce, binlercegalaksi var, güneş var. İç uzayda da binlerce hücre,binlerce gen var. İnsan da bunların arasında.

İnsanın evrenin merkezinde bulunduğu görüşü, galiba asılinsanın beyniyle ilişkili. Şöyle ki:

200 milyar civarında galaksi var evrende. Güneşimize enyakın ikinci güneşe, mevcut uzay gemisiyle 57 bin yıldaulaşabilirmişiz. Evrenimizde 1021 tane (yani 1, 000, 000,000, 000, 000, 000, 000 tane) güneş var. Sonuç: Siz, buevrende çok küçüksünüz; bir nokta bile etmezsiniz. Ama

Page 45: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

sizin şu ufacık beyniniz muhteşem bir şey başarıyor.Beyniniz, modelleme yoluyla bütün bir evreni alıp kendiiçine sokuyor.

Ben size, "Dış uzayda 200 milyar galaksi var" dediğimzaman, zihninizde az buçuk bir şeyler canlanıyor mu?Sanırım "evet" diyorsunuz. Demek ki evren beyninizegirmiş. Siz, dışarıdaki evren ile beyninizdeki evreninarasında, iki evrenin tam ortasında bulunuyorsunuz.Dışarıdaki evren çok büyüktür. Ama siz, modellemeyoluyla (bu işlemi hiçbir bilgisayar, sizin beyniniz dışındahiçbir makine beceremiyor) dışarıdakine eşit bir evrenibeyninizin içinde taşıyorsunuz. Dışarıdaki evrenin çapı,sizin beyninizin çapına eşittir. Siz gerçekten evreninmerkezindesiniz.

Evrenin çapı, beyninizin çapına eşittir.

Çünkü siz, evreni fark edebilen, algılayabilen,yorumlamaya çalışan, evrenin çapını ölçebilen birvarlıksınız, Siz, evreni idrak edebilen, ufak ama muhteşembir varlıksınız. Çapınız küçük, kapsamınız muhteşemdir.

Siz evreni idrak edebiliyorsunuz. Bilgisayarınız bunuyapamıyor, evreni ve tarihini idrak edemiyor. Güneşimizibugüne kadar çok güzel şeyler yaptı; ama bunun far kındadeğil. Güneş, ne evreni idrak edebiliyor ne kendisini ne deyaptıklarını. Siz, yaptıklarınızı ve yapabilecekleriniziidrak edebilen bir varlıksınız. Siz muhteşem bir evrendeyaşayan ve onu beyninde taşıyabilen bir varlıksınız.

Siz muhteşem bir evrende yaşayan ve onu beynindetaşıyabilen bir varlıksınız.

Madem böyle muhteşem insanoğlu, o halde niçin

Page 46: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

böylesine yalnız, mutsuz ve öfkeli. Bakalım, düşünelim,önümüzdeki bölümlerde anlamaya çalışalım.

Page 47: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

7ÖTEKİ--BİLMEZLİK/BEN-MERKEZCİLİK

"İnsan evrenin merkezindedir" sözünde, bu sözü söyleyenbilgenin kastetmediği bir de olumsuz anlam, üçüncü biranlam gizli belki. O da şu:

İnsanoğlu bencildir, kendini dünyanın merkezinde kabuleder; her şeyin onun için olduğunu, her şeyi key-fincesömürebileceğini düşünür.

İnsan, bir yandan iletişim kurar, sosyaldir, yardımseverdir;ama bir yandan ben-merkezcidir (ego-santriktir), olaylarakarşısındakinin bakış tarzıyla bakmaz, onunla empatikurmaz.

Bir insan eğer ben-merkezci davranıyor, kendinikarşısındaki insanların, ötekilerin yerine koyamıyor,onların bakış tarzlarını kavrayamıyorsa, bu durumu "öteki-bilmezlik" olarak adlandırmak istiyorum. (Kadirbilmezliği çağrıştıran bir kavram oldu.)

Bir insan, ben-merkezci davrandığında, sadece kendi bakıştarzını önemseyip ötekini bilmediğinde, onun bakış tarzınıkavrayamadığında sorunlar çıkar ortaya. Birkaç örnek:

Page 48: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Ben-Merkezci Davranışlara Örnekler

Bir müdür, hata yapan elemanına bağırıyor. Bu müdüreniçin böyle davrandığını sorsak, büyük ihtimalle şöyle der:"Beni sinirlendiriyor. İşlerini doğru dürüst yapsalarbağırmam. " Bu müdür, olaya yalnızca kendi açısındanbakmakta, ben-merkezci davranmaktadır. Elemanınınistemeden hata yapmış olabileceğini, kendisinebağırılmasından, özellikle başkalarının yanındabağırılmasından hoşlanmadığını düşünmemektedir.

Eğer bu müdür bağırdığı zaman elemanının rahatsızolduğunu fark edemiyorsa, ben-merkezcidir, öteki-bilmezdir, bu yüzden de empati kuramıyordur. (Eğermüdür, elemanının rahatsız olduğunu biliyor amaaldırmıyorsa, ben-merkezci değildir, öteki--bilmezdeğildir. Peki nedir? Sadistçe davrandığını, eziyettenhoşlandığını düşünsek yanılmış olur muyuz?)

Çatışmalarda insanların ben-merkezci davrandıklarını, çoknet bir şekilde olmasa da kısmen görebiliriz. Ancak ben-merkezciliği daha iyi görebilmek/gösterebilmek içinokuyucularıma birkaç soru soracağım:

1. Soru: Sıcak havada üç--beş günlük bir leş (hayvanölüsü) nasıl kokar?

2. Soru: Kaliteli bir losyon nasıl kokar?

3. Soru: Zeytinyağı sağlığa yararlı mıdır?

Lütfen yukarıdaki soruları cevapladıktan sonra kitabıokumaya devam ediniz:

Herhalde birinci soruya "Leş pis kokar" diye cevap

Page 49: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

verdiniz. Bakınız bence, "Leş pis kokar" demek ben-merkezci bakış tarzının ürünüdür. Çünkü, leş pis korkmaz,leşte bir pislik yoktur. Leş, taze et yiyen canlılara, aslana,insana pis kokar. Aynı leş, sırtlana, akbabaya herhaldemisk kokuyor.

Leşte bir pislik yoktur;

leş, taze et yiyen canlılara,

insana, aslana pis kokar;

leş, sırtlana misk gibi kokar.

İkinci soruya herhalde "Losyon hoş kokar diye cevapverdiniz. Aynı şekilde losyonda da herkes için geçerli birhoşluk yoktur. Losyon bize güzel kokar; bazı hayvanlaraiğrenç kokar; losyondan bucak bucak kaçarlar.

Herhalde üçüncü soruyu da "zeytinyağı sağlığa yararlıdır"diye cevapladınız. Bu cevap da ben-merkezci bakıştarzının, öteki--bilmezliğin ürünüdür. Zeytinyağı bizinsanlara yararlıdır; ama bir damlası bazı böcekleriöldürürmüş. (Hangi böcek olduğunu söylemekistemiyorum.)

Bakınız, yukarıdaki örneklerde de görüldüğü üzere,dünyaya bakarken kendimizi merkez alıyoruz, ben-merkezci düşünüyoruz. Dilimiz ile bu düşünme sistemiarasında paralellik oluşturmuş bulunuyoruz. "Leş piskokar, losyon güzel kokar" derken dünyada bizimdışımızda da yaşayanlar bulunduğunu unutuyoruz."Benim düşüncelerim en doğrusu" derken de bunuyapıyoruz. (Arada ben de yapıyorum bunu.) Amaunutmayalım:

Page 50: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Losyon bize güzel kokar,

zeytinyağı insan sağlığına yararlıdır.

Bu bilgiler bütün canlılar için geçerli değildir.

Ben-merkezciliğimizi üç grupta toplayabiliriz. Bunlar,fiziksel, zihinsel, duygusal.

Fiziksel Ben-Merkezcilik: Kime Göre?

Sokakta bir adres sorduğunuz zaman, insanların en azyarısı, eliyle göstermeden "soldaki yolu izle; sağa dön"benzeri şeyler söylerler. Bunu söyleyen kendi solunukasteder; o kişi karşınızda durduğu için onun solu sizinsağınız olur. Aslında sizin sağ tarafa gitmeniz gerekir amao "sol" dedi diye siz sola, yani yanlış tarafa gidersiniz. (Budurum yalnızca ülkemizde değil, dünyanın hemen heryerinde karşınıza çıkar.)

Adres tarifindeki bu yanlışlık, tarif eden kişinin ben-merkezciliğinden kaynaklanmaktadır. Tarif eden kişikendini karşısındakinin yerine koymamakta, fizikselaçıdan ben-merkezci düşünmekte ve davranmaktadır.

Bir öykü:

Karşıdaki Adam

Bir ırmağın bu yakasında bir adam varmış. Karşı yakasında dabaşka bir adam. Irmak geçilmesi zor bir ırmakmış. Bu yakadakikarşı yakadakine seslenmiş: "Hey, karşıya nasıl geçebilirim?"Karşı yakadaki adam hayretle cevap vermiş: "Ne lüzum var,sen zaten karşıdasın."

Nerede okuduğumu hatırlamıyorum. Internet'teki imzasızöykülerden biriydi galiba. İnsanın ben--merkezciliğini güzel

Page 51: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

anlatıyor.

Bu öyküyle benzer bir şey var. Nice İstanbulluya "Neredeoturuyorsun?" diye sorarsanız size "Karşıda" diye cevapveriyor. Anadolu'da oturanlar da öyle, Rumeli'de oturanlarda öyle.

Araba park ederken yardım eden çok olur. Arkadan şöylebir ses duyarım: "Gel, gel, gel, sağ yap, sol yap, topla,topla... " Ne yana toplamanı gerektiğini hiçanlamamışımdır.

Dünya haritasına bakınız. Avrupa kuzeyde, yukarıdadır.Bunun nedeni, coğrafyayı, coğrafyanın matematiğinigeliştirenlerin Avrupa'da yaşamış olmaları. Uzaydadünyanın aşağısı--yukarısı yoktur. Ama yeryüzünde biryerküre yaptığında, kendi ülkesini yukarıya yerleştirmekinsanoğluna iyi gelmektedir. Eğer coğrafyayı Aborijinlergeliştirmiş olsalardı, Avustralya bugün haritalarınyukarısında bulunurdu. (Aborijinler kendilerine "Gerçekinsanlar" diyorlarmış; galiba aynı şeyi Batılılar dakendileri için düşünüyorlar.)

Fiziksel ben-merkezcilikle ilgili bir son söz: Dünyagördüğünüz gibi değildir. Leş "size" pis kokmaktadır;dünya da size böyle görünmektedir. Eski Yunanda birbilge, muhteşem bir sezgiyle "Cisimlerde renk yoktur;renk ışıktadır" demiş. Galiba olay şu: Bir cisimdengözünüze belli dalga boylarında ışık gelir; beyin bunuyorumlar, "kırmızı" diye algılar. Cisimlerde renk yoktur;renk beyninizdedir. Nitekim bir köpek veya arı dünyayıbizim gibi görmez.

Dünya bizim gördüğümüz gibi değildir. Sağlam birduvarın dopdolu olduğunu görürüz. Oysa o duvarın

Page 52: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

onbinde biri atomların çekirdekleri ve elektronlarıtarafından doldurulmuştur; atomun içinde büyük birboşluk vardır. Duvarın onbinde 999'u boştur. Biz dolugörürüz.

Zihinsel Ben-Merkezcilik

Karşımızdakilerin dünyayı ve olayları algılama vedüşünme biçimlerinin yanlış olduğunu, bizim algılama vedüşünme biçimimizin ise tek doğru olduğunu düşünmekzihinsel ben-merkezciliktir. Fiziksel ben-merkezcilikzihinsel ben-merkezciliği besler.

Diyelim ki çocuğunuza matematik ödevinde yardımediyorsunuz. Size göre kolay bir şeyi anlamadı. Çocuğa'Yavrum bak çok kolay" deriz. Leşte pislik yoktur, bize pisgelir. Problemlerde de kolaylık veya zorluk yoktur; bizegöre kolay veya zordur.

Bir öykü:

Saz Çalamayan Bektaşi

Bir Bektaşi saz çalmayı bilmiyormuş. (Belki de biliyordu dabize ders vermek için bilmiyor gözükmüş.) Bilmediği için desol elinin bir parmağını sazın bir perdesinde hareketsiz tutupsağ eliyle de çalar gibi yapıyormuş. Bir ara birisi "Erenler,başkaları ellerini perdede gezdiriyor, senin elin niçin sabit?"diye sormuş. Bektaşi, "Benim tuttuğum yer en doğru yerdir.Onlar benim tuttuğum yeri arıyorlar" demiş.

Yukarıdaki öykü, ben-merkezciliği çok güzel anlatıyor.Ben-merkezci kişi, kendi bakış tarzının, kendidüşüncelerinin tek doğru olduğunu, kendisi gibidüşünmeyenlerde bir bozukluk bulunduğunu düşünür.Bazen de kendi gibi düşünmeyenleri değiştirmeye,

Page 53: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

kendine benzetmeye çabalar.

İnsan ilişkilerinde ben-merkezcilikten tamamenuzaklaşmak herhalde mümkün değil, belki gerekli dedeğil, u Ben-merkezciliğin fazla olmaması yeterli.

Bir öykü:

Menemen Treni

Bir dostum gerçek diye anlattı. Tren İzmir'den Menemenistikametinde yola çıkmış. Yaşlı bir teyze kondüktörü çağırıp"Yavrum Menimen'e varınca beni bildiriver, aman unutma"demiş.

Kondüktör de "Sen uyu teyzem, Menimen'i vannca ben senibildiricem" diye garanti vermiş. Teyze güvenip uyumuş.Kondüktör ise olayı unutmuş. Tren Menemen'i geçmiş. Epeysonra kondüktör teyzenin ineceğini hatırlayıp makinistekoşmuş. Treni durdurmuşlar ve üzülmüşler. Gecenin bir vaktikadıncağızın Menemen'e tek başına dönmesi olacak işdeğilmiş. Makinist "Dur, ben treni geri alayım, Menemen'e geridönelim. Gece fark eden olmaz; soran olursa da 'Yanlışmakasa girmişiz' deyip idare ederiz" demiş. Ve gecekaranlığında Menemen'e geri dönmüşler. Kondüktör koşupteyzeyi uyandırmış "Kalk teyzem, Menimen'i vardık" demiş.Teyze uyanmış "ömrüne bereket yavrum" diyerek çantasınıaçmış, bir hap çıkarıp yutmuş. Tekrar başını yaslamış.Kondüktör hayretler içinde, inmiyor musun diye sormuş. Teyze"Yok yavrum, ben bugün doktora gittiydim, doktor iki tane hapverdi. Birini Basmane'de alcen dedi, ikinciyi de Menimen'ivannca alcen. Ben hapımı aldım, kal sağlıcakla" demiş.

Karşınızdakinin sözlerine veya davranışlarına bakıp onunne düşündüğünü yüzde yüz anlamanız mümkün değildir.Ancak;

önemli olan, hata yapmamak değil,

yapılan hatalardan ders almak (geribildirim almak),

Page 54: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

tecrübe kazanmaktır.

Zihinsel ben-merkezcilik bireylere özgü değildir.Toplumlar da sergiler bu tavrı. Tarih boyunca nice toplumkendini herkesten üstün görmüştür. Bilimde, felsefede bilebu ben-merkezci tavrı görmek mümkündür.

Batılı bilim insanlarının yazdığı "Dünya Tarihi" veya"Bilim Tarihi" adını taşıyan nice kitap sadece Batıtarihinden ve biliminden söz eder. Pes.

Belki benzeri tavır bizde de var. Çocukluğumda şunu sıkduyardım: "Efendim, Batı bu seviyeye bizim sayemizdeulaştı. Barutu, kağıdı, pusulayı, biz Çin'den aldık; Batı dabizden öğrendi. Biz olmasaydık var ya, Batı geri kalırdı. "Pes.

Duygusal Ben-Merkezcilik

Karşınızdakinin haklı olduğunu düşünebilirsiniz, onunbakış tarzını kavrayabilirsiniz. Ama bir de onun nelerhissettiğini anlamalısınız. Karşınızdakinin duygularınakapalı kalıp yalnızca kendi duygularınızı fark ettiğinizdeduygusal ben-merkezcilik sergilemiş olursunuz.

Bazı beyler eşleri ağladığında, bunu gereksiz buluyorlarsa"Hanım bunda ağlayacak ne var" derler. Böylesöylediklerinde, farkında olmadan, bir insanın ağlamasıiçin mantıklı/makul nedenler bulunması gerektiğini ifadeetmiş olurlar. Oysa, bütün duygusal davranışlar gibiağlama da, öznel (sübjektif) bir değerlendirmeninsonucudur.

Bir öğrenci "Ders çalışmak beni sıkıyor" dediğindeannesi / babası "Biz senin yaşındayken hiç sıkılmazdık;

Page 55: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

sıkılma, bu senin istikbalin" derlerse, bu sözleri duygusalben-merkezciliğin ürünüdür. Anne-baba çocuğun, kendineözgü, öznel duyguları olabileceğini düşünmemektedir,onun duygularına benzer duygusal yaşantıgeçirememekte, kısacası çocuklarıyla empatikuramamaktadırlar.

Eğer ders çalışmaktan sıkıldığını söyleyen çocuğa "Senders çalışmaktan sıkılıyorsun" şeklinde basit bir mesajverseler, bu mesaj ben-merkezcilikten uzak olurdu.

Çocuğunuza "Çalışmaktan sıkılıyorsun" derseniz çalışmazdiye endişe edebilirsiniz. İyi de, "çalış" dediğiniz zamanda zaten çalışmıyor. Bari "sıkılıyorsun" diye empatikurarak söze başlayın da aranızda bir diyalog kurulmaihtimali artsın.

Bu konuda son olarak şunu belirtmekte yarar var. Fiziksel,zihinsel, duygusal ben-merkezcilik, birbirlerindentamamen bağımsız şeyler olmayıp birlikte işleyenyapılardır. İçlerinden birini sergilediğimizi farkettiğimizde, diğerlerini azaltma şansımız artar.

Page 56: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

8KENDİNİ BİLMEZLİK

(ROL TUTSAKLIĞI)Bir önceki bölümde öteki--bilmezlikten söz ettik. İnsandagaliba bir de kendini bilmezlik var. Kendini bilmezliğe"rol tutsaklığı" da diyebiliriz. Kendini bilmezlik, diğer birifadeyle rol tutsaklığı kısaca şu: Rollerimizin büyüsünekapılıp kendimizi, ben'imizi geri plana itiyorsak,rollerimiz olmadan kendimizi tanımlayamıyorsak, roltutsaklığı içindeyiz demektir. Rol tutsaklığı, kişininrolleriyle övünmesi, kendisine ait rolleri, farkındaolmadan kendinden üstün tutmasıdır. Rollerimizikendimizden üstün tuttuğumuz zaman, bir anlamdarollerimizin altında eziliriz, kendimizi bir kenara atmışoluruz.

Bu durumu anlatan bir öyküm var. Şöyle kıssadan; hisseli,hayat ateşinde eskitilmiş cinsten:

KERVANCI

Bir kervan yola çıkmaya hazırlanıyormuş. Sahrada mı desem,Orta Asya'da mı desem, işte öyle bir yerlerde. Kervanın sahibi,zenginler zengini Alihan Bey'miş. Alihan Bey telaşla sonhazırlıkları denetliyormuş. En kıymetli kumaşlar, ipekler,altından, gümüşten, sedeften paha biçilmez kaplar, kaçaklar,eşyalar, biber birer ve özenle denklere, bohçalara, sandıklara

Page 57: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

yerleştirilmiş. Seyisleri, muhafızları ve nice adamları, develeri,atları hazırmış.

Tam yola çıkılacak, ufak tefek çelimsiz bir adam koşarakgelmiş. Alihan Bey'e "Benim adım Veli; beni de alın yanınıza"demiş. Sonra aralarında şu konuşma geçmiş:

Alihan Bey: "Seni de alayım da senin ne hünerin vardır? Silahkuşanmasını bilir misin, seni muhafız yapalım."

Veli: "Ben silah kullanmayı bilmem."

Alihan Bey: "Seni seyis yapalım; attan deveden anlar mısın?"

Veli: "Vallahi hiç anlamam."

Alihan Bey: "Aşçı yapalım o zaman; yemekten anlar mısın?"

Veli: "Yemek yemeyi severim de, pişirmeyi bilmem. "

Alihan Bey: "Yıldızlardan anlar mısın? Seni mihmandaryapalım."

Veli: "Karanlık gecelerde sırtüstü yatıp yıldızları seyretmeyipek severim de, hangi yıldız hangi yönü gösterir, işte onubilemem."

Alihan Bey kızmış: "Kardeşim, hem elinden hiçbir iş gelmezhem de kervana katılmak istersin; bu nasıl iş?" demiş.

Veli şöyle karşılık vermiş: "Ben, seyis değilim, muhafızdeğilim, aşçı değilim, mihmandar değilim; satıcı veyamuhasebeci de değilim. Ben sadece yiyen, içen, konuşan,düşünen, seyreden, keyif alan bir varlığım. Ekmeğinizi yersem,karşılığında ufak tefek işler yaparım. Ama büyük hünerlerbeklemeyin benden. Kervana alırsanız pişman olmazsınız."

Alihan Bey'in aklı bu işe pek yatmamış. Ama tuhaf bir sezgigelmiş içine. Bu adamı alırsam iyi olacak; kalbini kırmayayım,ha bir eksik ha bir fazla diye düşünmüş. Katmış Veli'yi kervana.

Neyse, lafı uzatmayalım, kervan yola çıkmış. Başlangıçta herşey yolundaymış ama günler geçtikçe işler değişmiş. Birkaç

Page 58: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

kum fırtınasına yakalanmışlar çölde. Ardından bir hastalıkdadanmış hem adamlara hem develere. Bir de eşkıya basmazmı kervanı.

Ne yükten eser kalmış, ne maldan haber. Adamlar desen, yaölmüşler ya çil yavrusu gibi dağılmışlar dört bir yana.

Çölün sonlarına vardığında, Alihan Bey tek başınaymış. Bütünadamlarını, mallarını, develerini, atlarını kaybetmiş. Yan baygıngeçirdiği bir gecenin sonunda, bir de gözlerini açmış ki, Veliyanı başında oturuyor. Bir tek o gitmemiş.

Alihan Bey "Herkes beni terk etti, sen niye gitmedin?" diyesormuş Veli'ye. Veli "Onların her birinin bir işi vardı; kimiseyisti, kimi muhafızdı. İş bitti, hepsi gitti. Benim bir işimyoktu; gitmem de gerekmedi."

Alihan Bey: "Sağol da, ben şimdi ne yapayım? Malım mülkümgitti; yaşamam gereksiz şimdi."

Veli: "Hâlâ yapabileceğin bir şey var."

Alihan Bey: "Artık yapabileceğim hiçbir şey yok. Develerimisüremem, mallarımı satamam."

Veli: "Yapabileceğin şeyler var. Bir süre yanımda kal ve banabak. Ben senin varlığının, görünürde hiçbir işe yaramayan,ama aslında senin özünü oluşturan yanını gösteriyorum sana."

Alihan Bey: "Nasıl yani?"

Veli: "Önce şu ağaçlardaki hurmalardan yiyelim ve şu kuyudansu içelim. Bugüne kadar hep hasta olmamak için, ayakta kalıpmalına mülküne sahip çıkabilmek için yedin. Bugün yalnızkendin için yiyeceksin. Bugüne kadar ya bir sonraki menzilekadar ya su bulamazsan diye düşünüp su içtin. Bugün yalnızcakendin için içeceksin. Ve gece sırtüstü yatıp yıldızlarıseyredeceğiz. Sen bugüne kadar, gece yolunu bulabilmek içinbaktın yıldızlara. Bu gece yalnızca kendin için bakacaksınonlara. Bugüne kadar sen, altınlar, sandıklar için yaşadın;kendini sandıklara kapattın. "

Alihan Bey: "Ben, malım mülküm olmadan hiç işe yaramam."

Page 59: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Veli: "İyi de bu söyleyen, malı mülkü olan Alihan Bey mi, yoksasadece Alihan mı? Bütün unvanlarının dışında, konuşan,düşünen, yiyip içen, dinleyen, seyreden bir sen var seniniçinde. O seni, yani kendini unutma. Kendisi ile sahip olduklarıarasındaki farkı unutan, sahip olduklarını kaybettiğinde,kendini boşlukta hisseder bu alemde."

Kıssadan hisse:

"Ben" dediğimiz şeyi oluşturan pek çok rol var. "Acıkan,yiyen--içen ben" vardır; "konuşan, düşünen, algılayanben" vardır; bunlar psikolojik rollerimizdir. Bir de sosyalrollerimiz vardır, mesleki rollerimiz vardır; evlat, anne,baba, öğrenci, öğretmen, avukat, müdür, alıcı, satıcı...rollerine bürünürüz.

Sosyal/toplumsal rollerimizi o kadar benimseriz ki,giderek psikolojik rollerimizi küçümser, hatta unuturuz.Doktor, mühendis, müdür yanımıza çok önem veririz de,"yiyen--içen, uyuyan, konuşan, düşünen ben"i küçük birşey olarak algılarız. Oysa, psikolojik ve sosyal rollerimizbir bütündür ve psikolojik rollerimiz "küçük şey" değildir.

Sıcak bir yaz günü buz gibi bir bardak suyu Doktor AyşeHanım içmez; Ayşe içer. Doktor Ayşe Hanım hastalarınabakar.

Soğuk bir kış günü, bir bardak tarçınlı salebi Müdür Beyiçmez, Ahmet içer; Müdüre Hanım içmez, Zeynep içer.Biz günlük yaşamda salebi Ahmet'in değil, Müdür AhmetBey'in içtiğini düşünüyoruz. Müdürlüğü Ahmetlikten dahafazla önemsiyoruz. Hatalıdır bu tavrımız. Eğer, yiyen,içen, düşünen, manzarayı seyreden Ahmet olmasaydı,Müdür Ahmet de olmazdı.

Bir Çinli bilgenin sözü: Doğduğun zaman l'sin, sapsade

Page 60: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

bir 1. Zamanla l'in sağına sıfırlar eklersin; diplomalarınolur, unvanların, rollerin, rozetlerin olur, evler, arabalaralırsın. Bunların her biri bir sıfırdır ama l'in sağınaeklendikçe senin değerin artar. Şu hale gelirsin:

10000000000... 0

Bütün bu sıfırların ne zamana kadar değeri vardır? Senhayatta olduğun sürece. Sen öldün, 1 gitti,

0000000000... 0

oldu, sıfırların hiçbir anlamı kalmadı. İşte "1" bizimpsikolojik rollerimizi, 0'lar ise sosyal rollerimizisembolize ediyor. Alihan Bey'in bütün 0'ları gitmiştir;ama l'i hâlâ elindedir; onun değerini bilmelidir.

1 (bir) küçük bir şeydir. Ama sıfırlarınızın başında buküçük şey olmasa siz evreni fark edemezdiniz; o 1 olmasasiz şu an bu kitabı okuyor olmayacaktınız.

Kendini bilmezlik, rol tutsaklığı, varoluşu yaşayamamanınbelki de en temel göstergesi. Varoluşumuzuyaşayamadığımız zaman sahip olduğumuz toplumsalrolleri giderek öz varlığımızdan üstün tutmaya başlıyoruz.Pek çok kişiye "Müdür Bey", karısına da "Müdür Bey'inHanımı" denir. Ya da "Savcı Bey, Savcı Bey'in Hanımı".Kişilerin adları çevre için önemli değildir. İşin kötüsü,müdür bey de kendisini, giderek yalnızca "Müdür Bey"olarak algılamaya başlar. Peki, ya müdürlüğü giderse, işteo zaman felakettir.

Varoluşumuzu yaşayamadığımız zaman sahipolduğumuz toplumsal rolleri,

giderek öz varlığımızdan

Page 61: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

üstün tutmaya başlıyoruz.

Çevremde emekli olan bazı kişilerin büyük sıkıntıyadüştüklerini gözlemişimdir. Kendilerini sadece "müdür,mühendis, eş, evlat" diye tanımlayanlar, gün gelip de burollerini kaybettiklerinde sudan çıkmış balığa dönüyorlar.Örneğin emekli olduklarında kendilerini boşluktahissediyorlar.

Osmanlıda bir veziri padişah azletmiş. Rütbesini,tuğlarını, maiyetindeki adamları kaybeden vezir, akşamkonağına tek başına gelmiş. "Böyle hayat olmaz olsun"demiş, soyunup yatağına yatmış. Dokunmaya cesaretedememişler. Ertesi gün yorganı açmışlar ki, adamcağızölmüş. Oysa o vezir, küçük yaşlardan beri, sahip olduğupsikolojik rollerin de farkında olarak yetiştirilseydi ölmesigerekmezdi. Vezirliği kaybettikten sonra, şimdi hayal bileedemediğimiz, o günün yemyeşil İstanbul'unun keyfinisürebilir, geceleri gökyüzünü keyifle seyredebilirdi.Muhtemelen bütün parası elinden alınmıyordu; iftarsofralarında sohbetler edebilir, okuyup düşünebilirdi.

O vezir, vezirliğe büyük ihtimalle kırkından sonra erişti.Peki vezirliği kaybettiğinde yaşayamayan bu vezir vezirolmadan önce nasıl yaşıyordu? Emekli olur olmazhastalanan bazı büyüklerimiz, o mesleğe girmeden öncenasıl yaşıyorlardı?

Bazı rütbeler/makamlar/roller bir ayrıkotu gibi yaşambahçemizi öylesine kaplıyor ki, onlar sökülüp gittiğinde,artık ekilip biçilemeyen bir bahçe, işe yaramayan bir ömürkalıyor elimizde.

İşte bunu anlatıyor Alihan Bey'in öyküsü. Alihan Bey'inmalı mülkü önemlidir; sahip olduğu roller önemlidir.

Page 62: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Ancak bütün bu sosyal/mesleki rollerin yanı sıra,psikolojik rolleri de önemlidir. Yiyen, içen, uyuyan,konuşan, dinleyen, seyreden Alihan da önemlidir.Psikolojik rollerimiz, sosyal rollerimizden önceliklidir.Sosyal rollerimiz olmadan da psikolojik rollerimizleyaşayabiliriz. Ama psikolojik rollerimiz olmadanyaşayamayız. Veli, Alihan Bey'in, bu olmazsa olmazyanını, psikolojik rollerini sembolize etmektedir.

Hisse: Kendimiz ile sahip olduklarımız arasında ayrımyapmakta güçlük çekeriz. Oysa her insan, sahip olduğueşyaların, unvanların, rollerin dışında, yiyip içen, konuşupdüşünen, seyredip dinleyen bir ben'e sahiptir, içimizdekibu sapsade ben'e sahip çıktığımızda, o güne kadartatmadığımız bir mutluluğu yakalayabiliriz. Belki ozaman Aborijinler, bizim de gerçek insan olduğumuzusöylerler.

Her insan, sahip olduğu eşyaların,

unvanların, rollerin dışında, yiyip içen,

konuşup düşünen, seyredip dinleyen

bir ben'e sahiptir.

Page 63: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

9DEĞERLERE UYMADA

ÜÇ HATADeğerler

Toplumsal değerler insan yaşamının önemli bir yanınıoluşturur. Bir değer, belirli bir insan davranışının veyayaşam amacının, bir diğerinden daha üstün olduğuyönündeki tutarlı ve derin inançtır. Değerler, toplumdantopluma ve zaman içinde değişir. Toplumlar, değerleridoğrultusunda bazı davranışların sergilenmesini takdirlekarşılar. Örneğin, sadakat, sevgi, cesaret, dostluk,temizlik, saygı, dürüstlük, nezaket ve benzerleri, önemverilen toplumsal değerlerdir.

Değerler toplum için değerlidir; değerlere uygun davrananinsanlar da toplumun gözünde değerlidir.

Değerlere Uymada Üç Hata

Sokakta herhangi bir insana, toplumun değerlerine önemverip vermediğini sorarsanız, hiç duraksamadan önemverdiğini söyler. Hepimiz değerlere teorik olarak çokönem veririz. Ama pratikte sürekli olarak değerleriçiğneriz.

Page 64: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Değerlere uymada, kanıksamış olduğumuz, üç temel hatavardır:

1. Ortamına göre değerlere uyarız;

2. Keyfimizin/moralimizin iyi olup olmamasına göredeğerlere uyarız;

3. Karşımızdaki kişiye göre değerlere uyarız. Şimdi bu üçhatayı açıklamaya çalışalım.

Birinci Hata: Ortama Göre DeğerlereUymak

Bazı toplumsal değerlere bazı ortamlarda uyar, bazıortamlarda uymayız. Örneğin trafik polisinin yanındakikırmızı ışıkta dururuz, polis yoksa aynı kırmızıdadurmayız. Bu, değerlere uyma konusundaki birincihatadır. Bu tür hatalar, değerleri içselleştirmediğimiz içinortaya çıkar. Bir değeri gerçekten benimseyenler, herortamda, her durumda o değere uygun davranırlar.

"Temizlik" değerlerimizden birisi olarak kabul edilebilir.Bu değere, ne yazık ki toplumun en azından bir bölümüortamına göre uyuyor. Örneğin, hiç kimse evindeki halıya,koridora tükürmez, sigarasının izmaritini atmaz. Amasokağa tüküren, sigarasının izmaritini atan c, ok kişigörüyorum. Ortama göre davranıyoruz.

Avrupa ülkelerine giden vatandaşım, kaldırımatükürmüyor, piknik yaptığında çöpünü çime atmıyor. AmaKapıkule'yi geçince farklı davranıyor. "Niçin orada çöpatmıyorsun da burada atıyorsun?" desem, büyük ihtimalleşöyle diyecek bana; "Ama burada herkes atıyor. Bu

Page 65: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

cümleyi, birtakım değerlere ortamına göre uyduğumuzzaman, kendimizi savunmak için kullanıyoruz: "Amaburada herkes yapıyor."

Ve maalesef liste uzuyor: Vergi kaçıran, "Ama herkeskaçırıyor" diyor. Trafik kurallarını çiğneyen, "Amakurallara kimse uymuyor, ben niçin uyayım" diyor.

Belirli bir değere niçin uymadığımızı açıklamayaçalışırken "Ama... " diye başlayan mazeret cümlelerikurduğumuz zaman, bu tavrımız, söz konusu değeriyürekten benimsemediğimiz anlamına gelir. Bir değeriyürekten benimseyen kişi, o değere ortamına göre uymaz,başkalarına bakarak uymaz, ne olursa olsun uyar.

Ben, Batı ülkelerinde yere çöp atmıyorum; ben ülkemdede yere çöp atmıyorum. Ben temiz bir sokağa çöpatmıyorum; ben, başkaları tarafından çöp atılmış pis so-kaklara da çöp atmıyorum. O pis sokak, belki yere çöpatılmasını hak ediyor, ama ben oraya çöp atmayı haketmiyorum.

Pis bir sokak, üzerine yeni çöpler atılmasını hak ediyorolabilir.

Ama ben o sokağa çöp atmayı hak etmiyorum.

Eğer, bir toplumsal değeri yürekten benimsemişsek,içselleştirmişsek, başkalarının ne yaptığına bakmadan,ortama göre davranmadan uyarız o değere.

Bunca yıldır, evindeki halıya asla tükürmeyen bir insanınnasıl olup da sokağa rahatlıkla tükürdüğünü anlamaktagüçlük çekmişimdir. "Bunun mantıklı bir açıklamasıolması gerekir" diye düşünmüşümdür. Yıllardır

Page 66: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

beklediğim açıklamaya Ekrem Işın'ın "İstanbul'daGündelik Hayat"* adlı kitabında rastladım. Işın'ın bukonudaki açıklaması, iddiası, geçmişe yönelik, ispatı zorbir hipotez. Ama ilginç. Şöyle:

Eski İstanbul'da üç tane kutsal mekan vardı: Cami, çarşı,ev. İnsanlar sokakta fazla dolaşmazlardı; gezmek amacıylasokağa çıkmazlardı. Bu üç kutsal alandan birindendiğerine gidebilmek için sokaklardan geçerlerdi. Evlerindışarıya bakan pencereleri sınırlıydı; pencereler, "hayat"adı verilen, kapalı iç mekana açılırdı. Özellikle kadınlarınhayatı hayatta geçerdi. Yoğurtçu, sütçü kapıya gelirdi. Evkutsaldı.

Bu yaşam tarzı içinde, sokaklar kutsal değildi, köpeklereterk edilmişti. İstanbul'a gelen Batılı gezginleri hayretedüşüren iki şey vardı: Birincisi, sokaklarda çok miktardaköpek bulunmasıydı, diğeri ise sokakta çok az insangörülmesi.

İstanbullu merhametliydi. Büyük binaların dış yüzlerinetaştan kuş yuvaları (kuş köşkleri) yapılırdı. Sokakköpeklerine ise, sadece yemek artıkları değil, özel olarakhazırlanmış paparalar verilirdi.

* Yapı Kredi Yayınları.

Köpek pis (mekruh) kabul edilirdi, eve sokulmazdı. Amasokakta bakılırdı. Işın'a göre bunun nedeni, sokağın kutsalolmamasıydı; bu yüzden de köpeklere terk edilebilirdi.

Eğer bu açıklamanın gerçek payı varsa, kuşaklar boyuncainsanlar, model alma yoluyla evlerini temiz tutmayı, amasokağa aldırmamayı öğrenmiş olabilirler.

Konuya ilişkin başka pek çok açıklama yapılabilir.

Page 67: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Örneğin, bizim bugün şehirlerdeki, piknik yerlerindekiçöp atma rahatlığımızın nedenlerinden biri, göçebeyaşamış dedelerimizin doğadaki rahatlıkları olabilir.Onlar, yayladan göçerken, doğal atıklarını çevredebırakabilirlerdi; doğa bunları özümler, içine sindirebilirdi.Ancak bugün, teneke kutuları, naylon poşetleri doğa içinesindiremiyor. Belki bu yüzden eski alışkanlıklarımız, yenidünyada sorun yaratıyor.

Bunları belirtmemin amacı şu: Temiz olma değerineortamına göre uyuyor olmamız, basit bir olay değil, çokdeğişkenli karmaşık bir olaydır. Sokaklara çöp atanları,köpeklerinin kakasını kaldırımda bırakanları, "pis,görgüsüz" diye adlandırıp işin içinden çıkamayız. Olayı,daha derin, daha ayrıntılı düşünmek, yorumlamakzorundayız.

İkinci Hata: Keyfimize GöreDavranmak

Yaygın bir tavır vardır. Canımız sıkılıyorsa, keyfimizyoksa, çevremize ters davranırız, aksilik ederiz. Böyledavranmak bize gayet doğal gelir, işyerinde canımızsıkılmışsa ev halkına sinirli davranırız, trafikte canımızsıkılmışsa işyerinde çevremizdekilere öfkeleniriz.Kısacası, herhangi bir nedenden ötürü keyfimiz kaçmışsa,moralimiz bozuksa çevremize öfkeli davranırız, zamanzaman saygısızlık ederiz. Oysa böyle davranmak zorundadeğiliz. Keyfimiz var veya yok, çevremizdekilere saygılıdavranabiliriz, davranmalıyız.

Keyfimiz olmadığında da çevremizdekilere saygılıdavranabileceğimizi, Koreliler bize çok şık bir şekildegösterdiler.

Page 68: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Bizde futbol seyircisi için alışılagelmiş davranış şeklişudur: Eğer tuttuğunuz takım maçı kazanmışsa seviniriz,alkışlarız; kaybetmişse sinirleniriz, alkışlamayız. OysaKoreliler, son Dünya Kupası maçında böyledavranmadılar.

Üçüncülük maçında Koreliler Türk Milli Takımınayenilmişlerdi, üzgündüler. Ama yine de nezaketi eldenbırakmadılar. Yenilen takımlarını ve bizim takımımızıalkışladılar.

Üçüncülük maçında televizyonu maç biter bitmez açan birTürk izleyici herhalde şöyle derdi: "Tuh, maçı bizkaybetmişiz, Koreliler kazanmış. " Niçin böyle derdi?Çünkü Koreliler alkışlıyordu. Oysa Koreliler yenildiklerihalde alkışlıyorlardı. Yenilmişlerdi, üzgündüler, bunarağmen alkışlıyorlardı. İşte, bunu belirtmeye çalışıyorum.Keyfimiz var veya yok, çevremizdekilere,karşımızdakilere saygılı davranabiliriz. Koreliler gibi.

Dünya Kupasında üçüncülük maçını anlatan TRT spikeri,o güzel Türkçe'si ve her zamanki nezaketiyle şöylediyordu:

"Sevgili izleyiciler, inanmayacaksınız ama, maçınbitimine bir dakika var ve bir tek Koreli stadyumu terketmedi."

Maç bitti, Koreliler yenildi. Spiker arkadaşımızın hayretidaha da arttı. Çünkü, bir tek Koreli bile stadyumu terketmemişti ve üstelik tüm izleyiciler her iki takımı birdenalkışlıyorlardı. Ve dahası tribünlerde iki bayrak belirdi.Türk bayrağı daha büyüktü, Kore bayrağı daha ufak. (Buda ev sahibi nezaketi olsa gerek.)

Page 69: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Stadyuma gidip futbol maçı izlemem ama bildiğimkadarıyla bizde böyle şey olmaz. İki taraftan birininkaybettiği anlaşılınca, kaybeden takımın taraftarları, dahamaç bitmeden stadyumu terk etmeye başlar. Bu aradaoturulan plastik koltuklan kıranlar da olur. Bu, doğal kabuledilebilecek bir davranış değildir. Evde, maçta, işyerinde,bizim keyfimiz yok diye başkalarının da keyfinikaçırmamız şart değildir.

Keyfimiz var veya yok, çevrimizdekilere saygılıdavranabiliriz, davranmalıyız.

Üçüncü Hata: Karşımızdaki KişiyeGöre Değerlere Uymak

Bazı değerlere uyup uymama konusunda ölçütümüz,karşımızdaki kişidir. Örneğin fiziksel açıdan ve statüaçısından bizden güçlü kişilere saygılı davranırız. Güçlübulmadığımız kişiler karşısında ise saygılı davranmayız,davranışlarımızı kontrol etme ihtiyacı duymayız. Oysa,renkleri, cinsiyetleri, yaşları, statüleri ne olursa olsun, tüminsanların onurlan eşittir. Bu yüzden ayırım gözetmedenhepsine saygılı davranmalıyız.

İnsanların Onurları Eşittir

İnsanoğlu bilmiyor, bilmediğini de bilmiyor. İşte bu beniüzüyor. Sokakta herhangi birilerini durdurup "İnsanlarasaygılı mısınız?" diye sorarsanız, hemen hepsi "Evet" der.Ama bu evetçilerin birisi amirdir, hata yapan elemanınıazarlar; birisi öğretmendir, ödevini yapmayan öğrenciyebağırır; diğeri hekimdir, köylüye "sen" der, şehirliye "siz";bir diğeri polistir, hırsıza hakaret eder. Her ne kadar insanasaygılı olduklarını iddia etseler de, bu amir, bu öğretmen,

Page 70: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

bu hekim, bu polis insana saygılı değildir. Çünkü:

Kişiyi ve hatalı davranışını ayırmak zorundasınız. Hatalıdavranışını eleştirebilirsiniz, hatta hatalı davranışındanötürü bir yaptırım (müeyyide) uygulayabilirsiniz; fakatkişiyi topyekûn eleştirmeye hakkınız yoktur. Kişiyitopyekûn eleştirmek insana saygısızlıktır, insan onurunuumursamazlıktır.

Bir profesörün onuru bir çöpçünün onuruna eşittir; birkapıcının onuru, bir genel müdürün onuruna, hekiminonuru hastanın, hastabakıcının onuruna eşittir ve birmüfettişin onuru, bir hırsızın onuruna eşittir.

İster bir varsayım deyin, ister bir dogma, tüm insanlarınonurları eşittir bu dünyada. İnsanların bilgileri, yetkileri,statüleri, güçleri farklı farklı olabilir; ancak onurları eşittir.Hiçbir insan, renginden, cinsiyetinden, inançlarından veyahatalı bir davranışından ötürü aşağılanmamalıdır.

Bir hırsızın, diyelim ki on davranışı var. Dokuzu iyi, amaonuncu davranışı kötü, hırsızlık yapıyor. Bu onuncudavranış için onu tutuklayabilir, yaptırımuygulayabilirsiniz. Ama onu topyekûn suçlamaya,içinizden geldiği gibi aşağılamaya hakkınız yoktur.Tutukluların, mahkumların hakları vardır; haklarınıçiğnerseniz siz de suç işlemiş olursunuz. Bir ülkeninyasalarına göre bir kişiyi idam edeceksiniz diyelim. Bumahkumu idamdan önce aç bırakmaya veya ona küfüretmeye hakkınız yoktur. O mahkumun onuru, hapishanemüdürünün onuruna eşittir; benim onuruma da eşittir.

Benim onurum, bir çöpçünün onuruna eşittir. İkimizinbilgisi, yetkisi, statüsü farklıdır. O çöpçü, benimfakülteme gelip ders anlatma yetkisine sahip değildir; ben

Page 71: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

de sokaktaki çöp bidonunun yerini değiştirme yetkisinesahip değilim. O çöpçü evinin kralıdır. Köyüne gitse,kuyruk olup elini öperler. Ben kendimi ondan üstüngöremem.

Benim onurum, tuvalet temizleyen bir hanımın onurunaeşittir. O hanım, evine geç gitse, kızı kapıya çıkıp "Annegeç kaldın" diye yanaklarından öpüyor. Benim kızımın,eşimin yanağını öpmesi, o kızın annesinin yanağınıöpmesi veya hırsızlıktan hüküm giymiş bir kadı-nınkızının onun iki yanağından öpmesi aynı şeydir; aralarındahiçbir farklılık yoktur. Tüm insanların onurları eşittir.Kızılderili'nin ifadesiyle "Mitaku Oyasın" (Hepimiz-hayvanlar ve bitkiler dahil- kardeşiz).

Eğer bir mahkumun hatalı davranışı varsa onu eğitmeli,ıslah etmelisiniz. (Gelecekte mahkumlar tedaviedileceklerdir.) Ben, eğitilebilecek, tedavi edilebilecek birinsandan daha onurlu olduğumu nasıl düşünebilirim? Bizbugün, mahkumları tedavi edemediğimiz, eğitemediğimiziçin, arada bir af çıkarıyoruz. Hiç hastanelerde afçıkarıldığını, hastaların sevabına erken taburcuedildiklerini duydunuz mu?

İnsanlar, onurlarının eşit olduğunu düşünmek istemiyorlar.Kendilerini başkalarından üstün görüyorlar. Bir yönetici,bir müfettiş, başlangıçta iyi niyetle, işini hakkıylayapabilmek amacıyla, iş ilişkisi içinde bulunduğu kişileremesafeli durmaya başlıyor. Giderek bu mesafeli duruş,kendini üstün görmeye dönüşebiliyor. Bu kişiler, hemmesafeden hem de hiyerarşideki konumlarından ötürü,kendilerini her açıdan, bu arada onur açısından daötekilerden üstün görmeye başlıyorlar. Bu durum,ötekilerden daha fazla uzaklaşmalarına yol açıyor.

Page 72: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Sonuçta, kendi yalnızlıkları artıyor, ötekileri mutsuzediyorlar ve iş zarar görüyor.

Bir profesör sözlü sınavda cüppesini giyip, "adayıyakından tanıyor" demesinler, laf gelmesin diye,başlangıçta soğuk, giderek yukarıdan bakan bir ifadetakınıp bir engizisyon yargıcının yüz ifadesiyle, adaylahiçbir insani ilişki kurmadan mekanik bir sınav dayapabilir; ya da gülümseyerek selam verme, hatır sormagibi adayla insani ilişkiler kurduktan sonra, ilişkiyi ve işiayırt ederek, ilişkide eşitlikçi, insan onuruna saygılı, işteise objektif bir tavır takınabilir.

Bir müfettiş, başlangıçta işini iyi yapabilmek amacıylaciddi davranıp giderek üstatlarının abartısına kapılarakkendini Olimpos'tan inmiş Zeus gibi hissetmeye ve teftişheyeti başkanından başka dünyada kimseye saygıduymamaya da başlayabilir; ya da ilişkiyi ve işi ayırt ediptüm insanlara saygılı ama işinde objektif olabilir.

Kendilerini herkesten üstün görenler, kendi onurlarınaonulmaz biçimde hayran olanlar, insan ilişkilerikonusunda kendilerini eğitimle geliştirebileceklerineinanmayanlar, bana Küçük Ağaç'taki hindiyihatırlatıyorlar.

İlginç bir roman olan "Küçük Ağacın Eğitimi"*ndeKızılderili dede ve nine ile Küçük Ağaç adlı çocukarasındaki ilişki anlatılmaktadır.

Küçük Ağacın dedesi, giderek derinleşen, üstü dallaraörtülü, hindinin boynundan alçak bir tünel kazar, tüneliderin bir çukura bağlar. Toprağın yüzeyinden tünelin içinedoğru mısır taneleri serpiştirir. Yaban hindisi başını eğiptaneleri yiye yiye tüneli geçer, çukura girer. Başını

Page 73: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

kaldırır, çukurun üstü açıktır ama çukur derindir. Tek birçıkış yolu vardır, başını eğip tünelden gerisin geriyegitmek. Ancak hindi başını eğmeyi akıl edemediği içinçukurdan çıkamamaktadır.

Küçük Ağaç dedesine, "Dede, hindi niçin kafasını eğiptünelden dışarı çıkmıyor?" diye sorar. Dedesi 'Yavrum,hindi kendini herkesten üstün gördüğü için, öğrenebileceğiyeni bir şeyler bulunduğuna inanmadığı için, alçakgönüllülük gösterip başını eğemediği için girdiği çukurdançıkamıyor" der.

Çukurlar içinde kalakalma tehlikesi hepimiz için vardır.Ama eğer tüm insanların onurlarının eşit olduğunainanırsak bu tehlike bizden uzaklaşır. Daha onurlu birinsan olmaya çalışmak yerine, daha bilgili, daha etkili,daha iyimser, daha sevecen olmaya çalışmak, dahaakıllıca olsa gerek. Anadolu'da "Boş başak dik durur"derler.

* Küçük Ağacın Eğitimi, Forrest Carter, Say Yayınları, 2003

Dolu ve alçakgönüllü bir başak olduğumuzda, yaşamkalitemiz artacaktır.

Boş başak dik durur.

Ekmek mi İnsan mı?

Hangisi daha fazla saygı görüyor; ekmek mi, insan mı?Gözlenen o ki, ekmek daha fazla saygı görüyorülkemizde. Yukarıda değerlere uyma konusunda üç tür-kanıksadığımız- hata sergilediğimizi belirttik. Bazıdeğerler söz konusu olduğunda bu hataları yapmayız.Ekmeğe yönelik olarak da söz konusu hataların

Page 74: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

sergilendiğini hemen hiç görmeyiz.

Hangi ortamda olursa olsun -evde veya sokakta- ekmeğesaygı gösteririz. Yerdeyse basmayız, üstünden atlamayız;kaldırıp kenara, yüksekçe bir yere koyarız; hatta öperizekmeği. Ekmeğe gösterdiğimiz saygı, ekmeğinbüyüklüğünden ve niteliğinden bağımsızdır. Yerdekiekmeği kaldırma konusunda, büyük--küçük veya buğday-arpa ayırımı yapmayız. Keyfimiz olsa da olmasa dayerdeki ekmeğe basmayız.

İnsanlara, sokaklara karşı sergilediğimiz üç temel halayıekmeğe karşı sergilemeyiz. Kısacası ekmeğe çoksaygılıyızdır. Ekmeğe gösterdiğimiz saygıyı birbirimizegöstersek çok daha huzurlu yaşarız.

Ekmeğe niçin saygı gösteririz? Çünkü nimettir. İyi deeşlerimiz, çocuklarımız nimet değil mi? Öğrencilerimiz,çıraklarımız, komşularımız nimet değil mi?

Ekmeğe gösterdiğimiz saygıyı

birbirimize göstersek,

ne güzel olurdu.

Ben ülkemde yerdeki ekmeğe tekme atıldığını hiçgörmedim. Ama yerdeki insana tekme atıldığını çokgördüm. Yerdeki ekmeklere gösterdiğimiz saygıyıbirbirimize de göstereceğimiz günlerin gelmesinidiliyorum. (Sanırım o günler yakındır.)

Page 75: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

10ÇELİŞKİLERİMİZ,İKİLEMLERİMİZ

Çelişki, İkilem

Günlük yaşamda çelişki, ikilem, dilemma, paradokskavramlarını genelde yanlış kullanıyoruz, birbirinin yerinekullanıyoruz. Örneğin bazen "Hangisini seçeceğimkonusunda çelişkiye düştüm", bazen de, "İkilem içindeolduğunun farkında değil" diyoruz. Sanırım böyledediğimiz zaman, çelişki ve ikilem kavramlarını birbirinekarıştırmış oluyoruz. Konumuz çelişkilerimiz veikilemlerimiz. Dilemma ve paradoks kavramları içinfelsefe sözlüklerine bakılabilir. ("Ben adalıyım; bütünadalılar yalan söyler" demek bir dilemma sayılabilir. "Birokun hareket noktasıyla hedefi arasında sonsuz noktavardır; sonsuz noktayı kat etmek ise sonsuz zaman alır; buyüzden bir ok hedefine hiçbir zaman ulaşamaz" demek isegaliba bir paradoksal düşüncedir.) Şimdi çelişki ve ikilemkavramları arasındaki farka bakalım. Galiba doğrusu şu:

Doğada ya da insan zihninde zıtlıkların birlikte bulunmasıbir çelişki sayılabilir. (Bir tezin antitezini içermesi bir

Page 76: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

çelişki sayılabilir.) İnsan, sahibi olduğu çelişkilidüşüncelerin genelde farkında değildir, ikilem ise ikifarklı davranıştan hangisine yönelmek gerektiğikonusunda sıkıntı, kararsızlık çekmek demektir. Sahipolduğumuz çelişkili düşüncelerin, davranışların geneldefarkına varmayız, ikilemde ise farkında olduğumuz birkararsızlık söz konusudur.

Bir dostunuzu hem seviyor hem de kızıyorsanız ve bu ikizıt duyguya/düşünceye birlikte sahip olduğunuzunfarkında değilseniz, bu durumu bir "çelişki" olarakadlandırmaktan yanayım. Benzer şekilde, belirli bir olaykarşısında üzgün olduğunuz halde sevinmiş gibidavranıyorsanız ve bu tezadı fark etmiyorsanız, yineçelişki içinde olduğunuzu düşünebiliriz. Ama eğer birarkadaşınızı sevip sevmediğinize bir türlü kararveremiyorsanız veya iki meslekten hangisini seçeceğinizekarar veremiyorsanız, bir "ikilem" içinde olduğunuzkanısındayım.

Çoğunlukla alttaki çelişkiler, görünürdeki bir takımikilemleri yaratır. Bu durumda, çelişkilerimizi farketmekten, ikilemlerimizi ise çözmekten söz edebiliriz.

Çelişkiler ve ikilemler, farkında olduğumuz veolmadığımız sıkıntılar yaratır. Çelişkilerimizi farkettiğimiz, ikilemlerimizden rahatsız olmadığımız zaman,stresle baş etmemiz ve gelişmemiz kolaylaşır. Bazen birişi hem yapmak istersiniz hem yapmamak istersiniz; hemçalışmak istersiniz hem çalışmak istemezsiniz. Buikileminizi "can sıkıcı bir saçmalık" olarak adlandırırsanızsıkıntınız artar. Ama bu ikileminizin yaşamın doğal birparçası olduğunu düşünürseniz, onunla uzlaşma/çözmeşansınız artar.

Page 77: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Tamamen çelişkisiz, ikilemsiz olmak pek mümkün değil.Fazlaca çelişkiye, ikileme sahip olmak ise sorunyaratabilir, ruh sağlığını bozabilir. Bunlara belirlimiktarda sahip olmak, ancak yerine göre fark etmek,yerine göre baş etmeyi öğrenmek galiba en sağlıklısı.

İkilemler yaşamın ayrılmaz bir parçası, ikilemlerdenarınmış bir dünya mümkün görünmüyor. İkilemler,çelişkiler kimi zaman canımızı sıksa da, toplumların,bireylerin gelişmesi için bazen itici güç oldukları da birgerçek.

İkilemler yaşamın ayrılmaz bir parçası.

İkilemlerden arınmış bir dünya

mümkün görünmüyor.

Sadece canlılar, insanlar için değil, belki nesneler dünyasıiçin de geçerli ikilemler. Aynı anda hem maksimumkarmaşaya hem de minimum enerjili bir duruma ulaşmakisteyen sistemler, bir uzlaşma noktasına ulaştıklarında(fiziksel, kimyasal, biyolojik açıdan denge sağlandığında)gezegenler, yaşamlar ortaya çıkıyor belki.

İkilemler evrenin her köşesinde olabilir (olmayabilir de);ancak canlılar, özellikle insanlar, ikilemlere girmektenötürü acı çekiyorlar. İnsanın görevi, ikilemlerini farketmek, bunları yaşamın doğal bir parçası kabul etmek,çözebileceklerini çözmek, çözemediklerine ise uyumsağlamak olmalıdır.

Buzun İçinde Ateş Var mı?

Eski Yunan'dan bu yana hemen her şeyin kendi zıd- dını

Page 78: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

içinde barındırdığı görüşü var. Bu görüşten hareketleacaba şöyle düşünebilir miyiz? Buzun içinde ateş vardır.Nasıl mı? Elinize alacağınız bir buz kalıbı oksijen vehidrojen atomlarından oluşmaktadır. Atom çekirdeklerininetrafında dönen elektronlar ise yüksek enerjili cisimcikler,bir anlamda küçük ateşlerdir. Buz, bize göre buzdur.Ancak, eğer elektronların bilinci olsaydı, her-halde buzolduklarını düşünmezlerdi.

Bu düşünceden harekede, dalındaki bir yaprağın aslındaalev alev yandığını, ama bizim onu yeşil gördüğümüzüileri sürebiliriz. Galiba doğada zıtlıklar iç içe. Eğerböyleyse, insan zihninde birtakım zıtlıklar bulunmasıdoğal. O halde zihnimizi veya dış dünyayı çelişkilerden vebunların uzantısı olan ikilemlerden arındırmak yerine,onları fark etmek, onlarla birlikte yaşamayı öğrenmekdaha doğru olsa gerek. Çelişkiler, ikilemler yaşamın,yaşamlarımızın önemli bir parçası.

Doğada çelişkiler vardır,

insanın çelişkileri/ikilemleri olması da doğaldır.

Bu yüzden, çelişkisiz, ikilemsiz olmak değil,

onları fark etmek, onlarla uzlaşmak

bir fazilet sayılmalıdır.

İkilemlerde Sıkılmak Bir Tür Çelişkimi?

İkilemlere düşmekten yakındığımız zaman, farkındaolmadan bir çelişki içine girmiş oluyoruz. Şöyle ki:İkilemler içinde olmak bizi kısıtlar, "Onu mu seçeyim,

Page 79: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

bunu mu seçeyim?" diye sıkıntıya gireriz. Ama aynızamanda ikilemlere sahip olmak özgürlük sayılır; çünküikilem var demek, seçenekler var demektir, seçebileceğizdemektir. Belki de bu yüzden, ikilemler karşısındabunalırken, bir yandan söylenip bir yandan da sevinmekgerekir. Sizin için seçilebilecek tek bir mesleğin,evlenilebilecek tek bir kişinin bulunmasını ister miydiniz?İkileme girme zahmetinden, seçim yapma sıkıntısındankurtulurdunuz. Ama sanırım yine de önünüzde seçeneklerolmasını, gerektiğinde ikileme girmeyi tercih ederdiniz.

Çelişkilerimize Birkaç Örnek

Soru 1: Diyelim ki arabanızda veya bir otobüstesiniz.Trafik tıkandı, bekliyorsunuz, işe geç kaldınız. Kızarmısınız? Sanırım pek çoğunuz "evet" dersiniz.

Soru 2: Anneler günü, babalar günü, sevgililer günütüründen günleri anlamsız, gereksiz buluyor musunuz?Sanırım pek çok kişi bu soruya da "evet" diyecektir.

Yukarıdaki sorulara "evet" dediğiniz zaman, farkındaolmadan bir çelişki sergilemiş, adeta bindiğiniz dalıkesmiş olursunuz. Bakınız niçin:

Trafik tıkandığı zaman, tıkayanlara kızıyorsanız, trafiğitıkayan öğelerden birisi de sizsiniz. Bu yüzden kendinizede kızmaksınız, ama muhtemelen farkında değilsiniz.Trafikte "Yahu, her arabada bir ya da iki kişi var; niçindört komşu birleşip aynı araçla gitmiyor?" diyenarkadaşlarım olur bazen. Bunu söylediği sırada arabasındabiz de iki kişiyizdir. Bu çelişkinin farkında değildir.

Trafik niçin tıkanır? Metro yoktur, demiryolu azdır,karayolları yetersizdir, apartmanların park yeri yoktur...

Page 80: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Bir de şu: Ülkemizde trafikteki araç sayısı hızlaartmaktadır. Araç sayısının artması, bir açıdan, insanlarınen azından bir bölümünün parası olduğu anlamına gelir.Bu arabaları alacak kadar parası olanlar, her haldeparalarının tümünü bir arabaya yatırmazlar. Başkaalanlarda da harcarlar ve /veya israf ederler. Böyleceekonomi canlanır. Bu canlılık pek çoğumuzun cebine paraolarak girer, ancak farkında değilizdir.

Bankacısınız diyelim; araba alsınlar diye insanlara düşükfaizli kredi verirsiniz. Onlar da bakarlar kredi iyi, arabalarıalırlar. Ondan sonra sizin trafik tıkanıyor diyesinirlenmeniz bir çelişki mi, değil mi?

Bir zamanlar Bursa'da trafik çok kötüydü. Otomobilüreticisi bir firmada çalışan bir arkadaşımla birliktetrafikteydik, çok sinirlendi. Ben de ona "Niyesinirleniyorsun, bu arabaları siz yapıyorsunuz. Kapatınfirmayı iki yıl, trafik rahatlar" dedim. "Allah saklasın"diye karşılık verdi. "O zaman sıkılma; trafik tıkandığında'Çok şükür, önüm arkam, sağım solum müşteri' demelisin"dedim. Rahatladı mı bilmiyorum ama, sanırım birçelişkisini görmek ona ilginç geldi.

Anneler günü, sevgililer günü gibi günlerin temel amacıekonomiyi canlandırmak olmalı. Ekonomideki canlanma,araba satışları gibi hepimizin cebine katkı sağlıyor.(Ekonomideki canlanmanın getirilen olduğu gibigötürülen de var belki; büyük bir ihtimalle ekonomidekicanlanma çelişkisini de içinde taşıyor. Ekonomideki buzuniçinde de ateş olabilir. Yaşam göründüğünden dahakarmaşık.) En azından yüzeydeki bu katkıyı farketmiyoruz. Çiçekçi, yıl içindeki en büyük ciroyu annelergününde yapıyor, parasını götürüp bankaya yatırıyor.

Page 81: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Ondan sonra da hem çiçekçi hem bankacı anneler gününügereksiz buluyorlar. (Çiçekçi o gün çiçek satıyor, ancakbir ihtimal o günü anlamsız bulduğu için annesine çiçekgötürmüyor.) Alttaki durumu bir yana bırakırsak, çiçekçi,bankacı ve belki de hepimiz, bir çelişki içinde miyiz, değilmiyiz?

Moda

Moda konusunda, insana özgü, insanca bir çelişkisergileriz. Hem modaya uygun giyinmek isteriz hem degiydiğimiz başka kimsenin üzerinde olmasın isteriz. Bubir ikilemdir. (Gerçi moda tasarımcısı, hem modaya uygunhem tek olan kıyafetler tasarlayabilir; ama toplumunçoğunluğu böyle "hem benzeyen hem benzemeyen"giysiler talep ettiğinde, herkesin bu isteğini karşılamak,herhalde çok güç olacaktır.)

Kişisel Değerimiz

Kendimizi çok önemser ama beğenmeyiz. Örnek: Düğün--dernek olur, fotoğrafçı fotoğrafımızı çeker; az sonra basar,getirir. Elimize fotoğrafımızı alınca genel tavrımız şudur:Yalnızca ortada gözüken kendimize bakarız ama onu dabeğenmeyiz. "Ay, ne kötü çıkmışım", "Uf, ne biçimbakmışım" deriz.

Kendimizi çok önemser

ama beğenmeyiz.

Galiba bu tavrımız, kendimizi yeterincekabullenmemekten kaynaklanıyor. Kendimizikabullendiğimizde, kendimizle barışık olduğumuzda,

Page 82: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

fotoğraflarımıza daha rahat bakabileceğiz.

Kendimizi kabullenme sıkıntısından doğan önem vermeama aynı anda beğenmeme tavrımız, kendimize veyaşama objektif bakmamızı zorlaştırıyor. Çevremizdekiinsanlarla, yakınlarımızla sorunlar yaşamaya başlıyoruz.

İnsanlar, özellikle gençler, ana babalarını çok önemserler-önemsemiyor izlenimini verseler de, içten içe çokönemserler- ama onları kolay kolay beğenmezler, süreklieleştirirler. Ana babalarda bulunabilecek en küçük kusur,gençleri öfkelendirir.

Gurur Duyma/Duymama veBabalar

Yaygın ikilemlerimizden biri de babaların davranışlarındagözleniyor. Babalar kızlarıyla, oğullarıyla gururduyuyorlar (herhalde duyuyorlar) ama bunu yeterince açıkifade etmiyorlar.

Ülkemde nice baba, bir oğlu dünyaya geldiğinde günlercegururla dolaşır. Oğlanın daha hiçbir kişisel özelliği bellideğildir, tek belirgin özelliği cinsiyetidir. Ol sun, baba budurumdan müthiş gurur duyar, çevresindekilere neısmarlayacağını şaşırır.

Oğlan on beşine gelir, birçok özelliği belirmiştir,eksilerinin yanı sıra pek çok artısı vardır. Bu durumdan dababasının gurur duymasını bekleriz; ya duymaz ya daduyar ama içinde tutar.

Nice baba var, çevredeki gençleri beğenir de bir kendioğlunu beğenmez, bir tek kendi oğluyla gurur duymaz.

Page 83: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

"Bu oğlan adam olamayacak; bu oğlan benim istediğimgibi değil, benim istediğim gibi olsun, canımı alsın" der.("Senin istediğin nedir, yaz bakayım" desem, yazamaz.Çünkü bu babanın kafasındaki belirsiz bir rol tanımıdır.)

Ben tek çocuktum. Babam beni çok sever, sevgisini deaçıkça ifade ederdi. Ancak, çok beceriksiz bulurdu; bunuda sık sık söylerdi.

Babam için hayattaki en önemli şey "hayat adamı"olmaktı. Kendi bakış açısına göre kendisi tam bir hayatadamıydı. (Gerçekten de öyleydi; çok zor şartlardansıyrılıp kendini yetiştirmiş, her durumda pratik çözümlerbulabilen, her ortama uyum sağlayabilen, hayatla barışıkbir insandı.) Benim de bir hayat adamı olmamı isterdi,ama onun gözünde ben hiç mi hiç hayat adamı değildim.

Ortaokul, lise yıllarımda, çevremizde bulunan yaşıtımbütün gençler babama göre hayat adamıydı; bir tek bendeğildim. Babam anneme benim için, "Bu çocuğun tabanıağır, bir işi iki saatte yapıyor; hayat adamı değil" derdi.Bugün inanılmaz bir yaşam temposu içindeyim. Babambeni şimdi görse, herhalde iftihar ederdi.

Burada anlattıklarımı birkaç yıl önce bir toplantıdaanlattım. Bir arkadaşımın on yaşında oğlu varmış, o dababam gibi oğlunun ağır kanlılığından, yavaşlığındanyakınıyormuş. Babamla ilgili anlattıklarımı dinlediktensonra bana şunları söyledi: "Baban senin yavaşlığındanşikayet ediyormuş, ama bak sen şimdi iyi bir şeylerolmuşsun. Demek benim oğlan da ilerde bir şeylerolabilecek. Acaba ben boşuna mı telaşlanıyorum?"

Galiba olay şu: Anneler, babalar çocuklarını çokseviyorlar, onlara çok önem veriyorlar ve onların

Page 84: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

gelecekleri konusunda kaygı duyuyorlar.

Ana Babalar ve Çocuklar ArasındaBir Benzerlik

Psikologlar, özellikle gelişim psikologları, ergenlikdönemiyle ilgili olarak şunu sıklıkla vurgularlar: Ergenlikdöneminin özelliklerinden birisi, gencin bazı ikilemleriçinde olmasıdır. Bunlardan birisi, gencin ana babasınahem çok önem vermesi, onlarla özdeşim kurması, amaaynı zamanda onları eleştirmesi, onlarla çatışmasıdır.(Ergen, kendine özgü bir kimlik oluşturabilmek için buikilemi yaşamak zorundadır.)

Bugüne kadar ben de, ana babaya çok önem verip onlarlaözdeşim kurmanın, ama aynı zamanda onları eleştirmenin,ergenlik dönemine özgü bir özellik olduğunudüşünüyordum. Fakat bir süredir şunu fark etmeyebaşladım: Ana babalar da benzeri bir ikilem sergiliyorlar;çocuklarını hem çok seviyorlar, onlara önem veriyorlarhem de onları çok eleştiriyorlar, beğenmiyorlar. Ergenlerile ana babalar arasındaki bu benzerliğin üzerindedüşünmeye ve araştırma yapmaya değer olduğukanısındayım. Söz konusu ikilem, belki de yalnızcaergenlere özgü değil, herkes için geçerli.

Bir anı:

Hem Gurur Hem öfke

Seminerlerimden birisini izleyen bir babaya ait bir anıyıaktarmak istiyorum. Kendisinden izin aldım.

Bu beyin oğlu on altı yaşındayken bir gün annesine çıkışmış,sesini yükseltmiş. Bunun üzerine baba oğlunu yandaki odaya

Page 85: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

çekip sağ elinin işaret parmağıyla onun omzunu ittire ittire,"Bana bak, bir daha annenle öyle konuşma" demiş. Delikanlı,"Baba tamam, haklı olabilirsin, ama bir daha öyle el hareketiyapma" diye karşılık vermiş. Bey şöyle dedi: "Hocam,anlattığınız gibi, o an hem öfke duydum hem de gurur. Biryandan öfkelendim, ama bir yandan da, o ana kadar farketmediğim müthiş bir şeyi fark ettim; benim küçük oğlum,meğer kaşla göz arasında büyümüş, aslan olmuş, güçlenmiş.On yaşındayken onu parmağımla itekleseydim böyle bir şeyiasla söyleyemezdi. Şimdi onurlu, babayiğit bir delikanlıolmuş. Hem kızdım hem gurur duydum. Kızsam mı diyedüşündüm; sonra vazgeçtim, sesimi çıkarmadım. İyi ki bir şeydememişim."

Gençlerin ana babalarına, ana babaların çocuklarınayönelik ikilemli/çelişkili duyguları olabilir. Çocuklarımızakızabiliriz. Saldırmadan, küsmeden, uygun lisanla ifadeedelim. Fakat madem aynı anda onlarla gururduyabiliyoruz, o halde gurur duyduğumuzu da ifadeedelim. Böyle yaparsak, doğru davranmanın ötesinde,dürüst de davranmış oluruz. Dürüstlük türlerinden birisi,içimizdeki mevcudu, sansürlemeden dışarıya sunmaktır.

Dürüst olma yollarından birisi,

içimizdeki duyguları sansürlemeden

dışarıya ifade etmektir.

İkilemlerimiz olabilir; ikilemleri ifade etmek de birdürüstlüktür.

İkilemlerimiz olabilir; bu doğaldır. Ancak bunları farketmeyi ve gerektiğinde ifade etmeyi de doğal kabul etmekgerekir.

Ötekini İkileme Sokmak

Page 86: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Kendi içimizde ikilemlerin bizi sıkıntıya soktuğuyetmiyormuş gibi, bir de tutar birbirimizi ikilemlere iteriz.Örneğin "Eğer dostumsa iki eli kanda olsa gelmeli" deriz.Varsın, gerisini o düşünsün. (Ellerini mi yıkasın, polisedert mi anlatsın, yoksa kalkıp sizin düğününüze mi gelsin;artık ona kalmıştır.)

En kötüsü de bazen eşler birbirlerine "Ya ben, ya işin" yada "Ya annen ya ben" derler. İki seçenekten birisiniseçmek zorunda kalmak zordur, bazen ruh sağlığımızı bilebozabilir. Oysa yaratıcı düşündüğümüzde yeni yollarbulabiliriz, "hem bu hem o" diyebiliriz. İki seçenektenbirisini seçmeye zorlamak, zorlanmak, yaratıcılık değildir.Üçüncü seçeneği oluşturmak ise yaratıcılıktır. Üçüncüseçenek uzlaşma getirebilir.

İki seçenekten birisini seçmeye zorlamak,

zorlanmak, yaratıcılık değildir. Üçüncü seçeneğioluşturmak ise yaratıcılıktır.

İnsan, bazen çok gaddar olabiliyor. Ötekini ikilemesokmak kimi zaman işkenceye dönüşebiliyor. Gerçekyaşamda ve onun uzantısı olan sanatta bunun örneklerinerastlamak mümkün. Sophie'nin Seçimi adlı filmde olduğugibi. (Bu filmde Nazi subayı, bir anneye geriye dönüşüolmayan bir kapının önünde, iki çocuğundan birisiniyanına almasını söyler. Kadın seçmediği çocuğunusonsuza kadar göremeyecek ve onun akıbetinden haberdarolamayacaktır.) Tanrı, insanı insandan korusun!

Biz yetişkinler, birbirimize eziyet ettiğimiz yetmezmişgibi, bir de -belki de mazoşist yanımızı tatmin için-çocukları ikileme itmeye çalışırız. (Buna bayılanlarımızvardır.)

Page 87: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Kimimiz, bir çocukla ayaküstü sohbet etmekistediğimizde, aklımıza daha yaratıcı bir soru gelmediğiiçin "Söyle bakiim, anneni mi daha çok seviyorsun, yoksababanı mı?" diye sorarız. (Bu soru inanılmaz birsohbetçilik örneğidir.) Şimdi çocukcağız ne cevap versin?Annemi mi desin, babamı mı? Tut ki cevap verdi. Bucevap ne işimize yarayacak? En fazla çocuğu sıkıntıyasokmaya yarayacak.

İkilemlerimiz ve İki Mantık

Özetleyerek ifade edecek olursak, olayları "1 veya 0" diyedeğerlendiren bir düşünce şeklimiz vardır. Buna, günlükyaşamda "Aristo mantığı" diyoruz*. Bu ifade, "ya hep yahiç" anlamı taşır. Bu düşünme şekline göre, bir şey yadoğrudur ya yanlış, ya siyahtır ya beyaz. Griler yoktur.

Kuantum fiziği ortaya çıktığında, "1-0" mantığınınatomaltı parçacıklarda geçerli olmadığını gösterdi.Örneğin, fotonun ya dalga ya parçacık olması gerekirdieski bakış tarzına göre. Üçüncünün imkânsızlığıilkesinden ötürü, aynı anda hem dalga hem parçacıkolamazdı. Oysa kuantum fiziği, onun hem dalga hemparçacık olduğunu gösterdi.

Fizikteki bu gelişme, insanı ve günlük olaylarıdeğerlendirmede de yepyeni bir bakış tarzı kazandırdıbize. Bugün, günlük yaşamda, bazen Aristo, bazenkuantum mantığı kullanabileceğimizi düşünüyoruz.Özellikle insan ilişkilerinde sürekli Aristo mantığıkullanmak çatışmaları ve stresi artıran bir yaklaşımoluyor*.

* Aristo'ya haksızlık etmeyelim. Aristo mantığı bundan ibaret değil. ÜstelikAristo mantığını günlük dile bu şekilde taşımak, Aristo'nun hatası değil;

Page 88: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

bizim tercihimiz. Ya hep ya hiç tavrını "Aristo mantığı" diye basitleştirmek,yine bir "ya hep ya hiççilik" olsa gerek. Konu, Dökmen'in "Varolmak,Gelişmek, Uzlaşmak" adlı kitabında da ele alınmıştır.

Aristo mantığı kullanmak, düşünceleri doğrular-yanlışlar,insanları iyiler--kötüler diye katı sınıflara sokma anlamıtaşıyor. Televizyonlardaki açık oturumlarda katılımcılarbelki de böyle yaptıkları için sabahlara kadaruzlaşamıyorlar. (Çatışan tarafların bitirdiği açık oturumhiç görmedim; oturumu yöneten, "süremiz bitti" diyerekprogramı sonlan diriyor.) Oysa "1-0" diye düşünmekyerine, grileri de dikkate alsak, bu mantığı öğrenmeyebaşlasak, 1 ile 0 arasında çok sayıda değerbulunabileceğini düşünsek, uzlaşma ihtimali artacaktır.

Size bir soru soracağım, sadece Aristo mantığıyla "Evet"veya "Hayır" deme hakkınız var. Açıklama yapmanızyasak. Soru:

"Dünyada inek kutsal mıdır, değil midir?"

Bu soruya açıklama yapmaksızın, sadece "evet" veya"hayır" diye cevap vermeniz işe yaramaz. Oysa aynısoruya kuantum mantığı ile "1 ve 1" diye cevap verebilir,"Hem evet hem hayır" diyebilirsiniz. Bu dünyada inekbazı ülkelerde kutsaldır, bazılarında değildir.

* Kuantum mantığını yararlı bulanların yanı sıra, sakıncalı bulan, egemengüçlerin kitleleri yönlendirmede bu mantığı bir araç olarak kullanmasındanendişe edenler de var. Örneğin, "Sen de haklısın, sen de haklısın" diyerekinsanları "idare etmek" isteyenler bulunabilir diye kaygı duyanlar var.Olabilir. Ancak bu sakınca, Aristo mantığı için de geçerli. Birisi de çıkıp 'Yabenden yanaşın ya da karşımdasın; ikisinin arası yok" diyerek 1-0 mantığıylainsanları kutuplaştırabilir. Burada, kullanılan mantığın niteliğinden çok,kullanıcının niyeti önemli olsa gerek.

"1 veya 0" yaklaşımının, bazen dilemmalar, içindençıkılmaz ikilemler yaratabileceğini gösteren bir fıkra:

Page 89: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Sanık Bunalınca

Bazı filmlerde görürsünüz, tanıklar, zanlılar avukatların,savcıların sorularına yalnızca "evet" veya "hayır" diye cevapverebilirler, açıklama yapmaları yasaktır. Bu kuralın bazıyararları bulunabilir. Ancak bir hukukçu, bu kuraldanyararlanıp ustaca sorular sorarak tanığı zor durumadüşürebilir, ağzından istediği cevapları alabilir.

Sürekli "evet--hayır" diye cevap vermek zorunda kalan bir tanık-veya bir zanlı- çok bunalmış, hakime "Sayın hakim, izinverirseniz sayın avukata bir soru soracağım; ama o da benimgibi yalnızca evet veya hayır diyebilsin" demiş. Fıkra bu ya,hakim de izin vermiş. Bunun üzerine tanık avukata dönüp"Sayın avukat, hâlâ uyuşturucu kullanıyor musunuz?" diyesormuş. Avukat "Hayır" deyince tanık keyifle hakime dönüp"Başka sorum yok" demiş.

Bu fıkradaki avukatın işi zordur. Açıklama yapamadığısürece, evet de dese, hayır da dese, -en azından- birzamanlar uyuşturucu kullandığı düşünülecektir. Buyüzden avukatın evet--hayır dışında cevap verme hakkıolmalıdır.

Günlük yaşamda bazen 1-0 şeklindeki Aristo mantığını,bazen de 1-1 şeklindeki kuantum mantığını kullanmaktayarar vardır. Aslında zaten bu mantığı dolaylı olarakyaşamın her alanında kullanıyoruz. 'Ya istiklâl ya ölüm"bir Aristo mantığıdır. Elektrikteki seri devreler bir Aristomantığıdır; tek bir düğme açıldığında akım kesilir. Birsiperler savaşı olarak tarihe geçen Birinci DünyaSavaşındaki müdafaa hattı fikri bir Aristo mantığıdır.Bunların yanı sıra paralel devreler kuantum mantığınadaha yakındır; paralel devreler ya hep ya hiç değildir.Galiba "Hattı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır" fikride kuantum mantığına uygundur.

Page 90: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

11YÜZDE YÜZ HAKLI

OLUNUR MU?Hiç Yüzde Yüz Haklı Oldunuz mu?

Şu an geçmişte yaşadığınız ve kendinizi yüzde yüz haklıgördüğünüz birkaç çatışmayı hatırlamanızı rica ediyorum.Evde, trafikte veya işyerinizde, haklılık konusunda,kendinize yüz, çatıştığınız kişiye sıfır puan verdiğiniz enaz bir çatışma düşününüz.

Bu çatışma konusunda yüzde yüz haklı olduğunuza eminmisiniz?

Bence emin olmayın. Bugüne kadar yaşayarak öğrendiğimşeylerden birisi şu: Taraflardan birinin yüz, diğerinin sıfırolduğu hiçbir çatışma yoktur. Bakınız niçin? Öncelikleşunu düşünmek gerekir: Sizin "Yüzde yüz haklıyım"iddianızın matematiksel olarak doğru olabilmesi içinçatıştığınız kişinin de kendisini yüzde yüz haksız görmesigerekir. Eğer o kişi kendini yüzde on bile haklı görüyorise ortaya bir işlem hatası çıkar. Bir seçime katılanadayların aldıkları oy oranları toplandığı zaman sonuç yüzolmalıdır. Yüzden büyük çıkarsa bir işlem hatası vardemektir. Haklı olma konusunda da öyle. (Kavga eden

Page 91: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

pek çok kişi kendini yüzde yüz haklı gördüğü için, ortadayüzde iki yüzlük bir hakkaniyet durumu var gözüküyor.Bu, sanal bir durum olmalı. Yüzde iki yüz kağıt üzerindeolur da pratikte imkânsızdır.)

Taraflardan birinin yüz, diğerinin sıfır olduğu hiçbirçatışma yoktur.

Annem mi Haklıydı Babam mı?

Ben küçükken annemle babam birbirlerine güzel sıfatlarlaseslenirlerdi; "Hayatım, canım!" gibi. Ancak tartıştıkları,kavga ettikleri de olurdu. Tartıştıkları zaman üzülürdüm.

O yıllarda, tartıştıklarında hangisi haklı diyedüşündüğümde, bana hep annem haklı geliyordu. O günküdeğerlendirmeme göre, bütün tartışmalarda annem yüzdeyüz haklıydı, babam ise yüzde yüz haksız.

Büyüdüm, evlendim. İlk aylarda eşimle kavgamız yoktu;tartışmadık bile. Bebeğimiz doğduktan sonra bu durumdeğişti. İkimiz de doktora yapıyorduk, bebeğin bakımı,doktoru, aşısı, evin sorumlulukları ağır geldi. Tartışmaya,kavga etmeye başladık*.

O günlerde "Kim haklı?" diye baktığımda, yüzde elli ben,yüzde elli eşim haklı gibi geldi. Olabilir. Sonra bir gün,birden bire bir şeyi fark ettim: Annemle babamıntartışmalarında meğer yüzde elli annem haklıymış, yüzdeelli babam. O yıllarda babam hayattaydı. Bunu onasöyledim; "Baba ben küçükken seni hep haksız, annemihaklı görürdüm, şimdi anladım ki meğer yüzde elli senhaklıymışsın, yüzde elli de annem. " Bunu duyan babam,"Tabii oğlum" dedi, "Ben sana hep söylerdim, büyüyünce,baba olunca anlarsın diye, bak anladın". Evet, anladım.

Page 92: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Yüzde yüz haklı, galiba yoktu.

"Kabul Et Haksızsın!"

Şu ifade kulağınıza tanıdık gelecek mi? Bazen karı kocatartışırlar ve kadın öfkeli, incinmiş bir halde parmağınıeşine uzatarak, "Kabul et haksızsın; kabul et, bişiciklerdemeyeceğim!" der. Burada evin hanımı, "Ben tamamenhaklıyım, sen sıfırsın" demek istiyor olmalı. İyi de, evinbeyi de kendini tamamen -yüzde yüz- haklı görüyor.Erkek kendini biraz olsun haklı görmese çatışmayagirmez.

* O günlerde tartışmalar yüzünden evliliğimizin rengi kaçmaya başladı.Eşimle birlikte bir hocamıza, psikolog Prof. Dr. Işık Savaşır'a gitmeye kararverdik. Gittik. Çok yararlı oldu. İhtiyacı olan bütün çiftlerin böyle bir destekalabilmelerini diliyorum Işık Hoca'mızı da sevgi ve rahmetle anıyorum.

Evde veya işyerinde yüzde yüz haklı olduğunuzainansanız bile, bunu ille de karşınızdakine söyletmeyin,haklı olduğunuzu tescil ettirmeyin, bir anlamdahaksızlığını karşınızdakinin gözüne sokmayın, onunburnunu sürtmeyin. Eğer böyle yaparsanız, yani yüzdeyüz haksız olduğunu karşınızdakine itiraf ettirirseniz, budurumun kokusu ilerde kötü çıkar genellikle. Yüzdebüyük ölçüde, sözgelişi yüzde doksan beş haklıolabilirsiniz ama karşınızdakine de bir yüzde beş paybırakın; onun da kendince bir nedeni vardır, onu böyledavranmaya iten kendi dışında nedenler bulunabilir.

Evde veya işyerinde yüzde yüz

haklı olduğunuza inansanız bile,

bunu ille de karşınızdakine söyletmeyin.

Page 93: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Kissinger Siyaseti, Hitler'inVagonu,

Kissinger Siyaseti denilen bir şey var. Özetle şu:Uluslararası barış görüşmelerinde yüzde yüz haklılar veyüzde yüz haksızlar üretmemek, 1-0 diye ayrılmışgalipler, mağluplar yaratmamak gerekli. Eğer bunuyaparsanız, yani kayıtsız şartsız teslim anlaşmalarıimzalarsanız, bu durumun kokusu ilerde kötü çıkar.Müzakereden sıfırla çıkan taraf, bunun rövanşını bir günmutlaka almak ister.

Kissinger Siyaseti'nin Türkçe'si belki de şu: 'Yenilenpehlivan doymazmış. " Bu sözde, yenilen pehlivanın,kazanana veya berabere kalana oranla bir maç daha yapıpkazanmaya daha çok güdülendiği ifade ediliyor.

Gerçekten de tam yenilgi, kısmi yenilgiye oranla kazanmakonusunda daha güdüleyici olabilir. Sevr bir kayıtsızşartsız teslim antlaşmasıydı. İmzalandığı gün kazanan içinkârlıydı; ama az sonra kaybedeni kazanma konusundadaha güçlü bir şekilde güdüledi. (Belki de "Bir musibetbin nasihattan evlâdır", yani bir bela binlerce öğütten dahagüdüleyici olabilir.)

Rivayete göre Birinci Dünya Savaşı sonunda Almanya'nınkayıtsız şartsız teslim antlaşması bir vagonda imzalandı.(Versailles'da imzalandığı da söyleniyor; ancak sanırımgörüşmeler Versailles'da yapılmış, antlaşma vagondaimzalanmış.) Almanlar, kayıtsız şartsız teslim olayına çoküzülmüşler. İkinci Dünya Savaşı sırasında AlmanyaFransa'yı işgal edince bu sefer Fransa'nın kayıtsız şartsızteslim antlaşması imzalanacak. Almanlar bir öncekiantlaşmanın imzalandığı vagonu arayıp bulmuşlar,

Page 94: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Fransızlara antlaşmayı orada imzalatmışlar. Fransızlar dabu işe çok üzülmüş. İkinci Dünya Savaşı bitinceAlmanya'nın tekrar kayıtsız şartsız teslim antlaşmasıimzalanacak. Fransızlar ne yapmışlar, tahmin edin!

Şüphesiz onlar da aynı vagonu aramışlar. (O vagonolmadan olmuyor.) Ancak aksiliğe bakın ki vagon yok.Çünkü Hitler, "tarih boyunca Almanya dünyanın hakimiolacak, artık vagona ihtiyaç yok" diyerek vagonusöktürmüş. İleri sürüldüğüne göre vagonu bulamayanFransız lar çok üzülmüşler, ancak sonunda sorunuhalletmişler. Ne yapmışlar? Bir önceki antlaşmanınimzalanmasında kullanılan kalemi müzeden bulupgetirmişler; Almanları onunla imzalatmışlar.

Bütün bunlar ne anlama geliyor? Şüphesiz savaşların,askeri, ekonomik, politik, sosyolojik, antropolojik...sebepleri var; ancak bir de psikolojik sebepleri var. Vegaliba, sıfır--yüz şeklindeki kayıtsız şartsız teslimantlaşmaları, savaşların psikolojik nedenlerini körüklüyor,toplumların içinde bitmemiş--işler (ukdeler) oluşmasınayol açıyor. Kissinger Siyaseti diye adlandırılan görüş,benzeri tecrübelerden sonra ortaya atılmıştır.

Çocuğunuz Yalan Söylerse

Bazen çocuklar, gençler yalan söylerler. Ana babalar dabu yalanı yakalar. İşte bu an kimi ana baba, adeta lüferyakalamış gibi sevinir. Ana babanın gözünde çocuk/gençyüzde yüz haksızdır, sığınacak hiçbir limanı, mazeretiyoktur, bir anlamda batmıştır, bitmiştir. Ana baba, bukesin galibiyetin tadını çıkararak parmağını çocuğa uzatırve mağrur bir eda ile "Sus, ayıbınla otur, bana yalansöyledin!" der. Ana baba burada muhtemelen, "Ben yüzde

Page 95: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

yüz haklıyım, sen sıfırsın" demektedir.

Olabilir; çocuğun/gencin yalan söylemesinde kendi payıyüksektir. Fakat bu yalanda ana babanın hiç mi payıyoktur? Bence, çocuklarımızın söyledikleri her yalanda,biraz olsun bizim de tuzumuz vardır? Bakınız niçin:

1. Çocuğumuz yalan söylemiş ise, yalan söylemeyecekyapıda güçlü bir çocuk yetiştirememişiz demektir. Yalanabaşvurmayacak kadar güçlü bir yapısı yoksa, bu durum,biraz onun sorumluluğudur, biraz da bizim.

2. Çocuklarımız, bazı hatalarını yalana başvurmadanaçıkça ifade ettiklerinde, bu durumu her zaman olgunluklakarşılar mıyız? Galiba hayır. En azından bazılarımız,samimi itiraflar karşısında bazen bağırır, bazen debayılırız. Bu tavrımızla da çocuklarımızı istemeden yalanaiteriz.

3. Biz büyükler -kendimizce haklı nedenlerle- bazençocukların yanında başkalarına yalan söyleriz. Bazen de"onlara küçük beyaz yalanlar söylenir" diye çocuklarayalan söyleriz. Gün gelir bizim, belli durumlarda yalansöylediğimizi anlarlar. Onlar da belli durumlarda-kendilerince haklı gerekçelerle- yalan söylerler.(Çocuklara küçük beyaz yalanlar söylenebilir düşüncesitamamen yanlıştır.)

Sonuç: Yukarıda ifade edilenler, yalan söyleyen çocuklaraaldırmayalım, hoş görelim anlamına gelmiyor. Yalansöylediklerini fark ettiğimiz zaman, üzüldüğümüzü,rahatsız olduğumuzu belirtelim. Ancak, kendimizi yüzdeyüz haklı görüp önlenemez bir öfke içine girmeyelim.Çocuğumuzun yalanını yakaladığımızda kendimizi yüzdeyüz haklı görürsek, öfkemiz de yüzde yüz olur. Eğer

Page 96: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

çocuğunuz size yalan söylem işse bu yalanda sizin depayınız vardır. Bu gerçekten yola çıkarak olayabaktığımızda, daha ılımlı olabiliriz. Ilımlı olduğumuzzaman ise çocuğumuzu arzu ettiğimiz yönde değiştirme,geliştirme şansımız artar. Onların bir yalanlarına bugünaşırı öfkelenirsek, yarın daha dürüst olmalarına değil, dahaiyi kamufle edilmiş, daha organize yalanlar söylemelerineyol açarız.

Eğer çocuğunuz size yalan söylemişse bu yalanda sizinde payınız vardır.

"Yalan Yakalamak" İyi Bir İfade mi?

"Yalan yakalama" ifadesi bence peşinen gerginlik yaratan birifade. Bu ifade galiba içimizdeki avcılık isteğindenkaynaklanıyor. Kaçıp kurtulmaya çalışanlara sessizce yaklaşıpbir avcı atikliği ile onları yakalamak istiyoruz. Evlerde veişyerlerinde, yaş tahtalara basmamak için, bir kedi, bir pantergibi adımlarını yavaş ve yumuşak atan avcılara benziyoruz.(Eğer avcılık yaparsanız, avları yok ettiğinizi düşünebilirsiniz;ama bir yandan da avları kaçmaya, korunmaya teşvikedersiniz.) Olaylara bakış tarzlarımız ile onları adlandırmaşeklimiz arasında karşılıklı ilişki vardır; birisi değişince diğeride değişebilir. Bu durumda, "yalan yakaladım" yerine "yalanıfark ettim" veya "gerçeği sakladığını fark ettim" diye düşünseknasıl olur?

Not: Konuyla ilgisi yok ama istemediğim bir çağrışıma yolaçmasın diye şunu belirtmek isterim: Ben, genelde avlanmaya,bu arada özellikle ülkemiz gibi doğal yaşamı büyük ölçüdetahrip olmuş topraklarda avlanmaya karşıyım.

Futbolda Bir Acı Anı

Beni üzmüş bir olayı paylaşmak istiyorum: Çocuktum, ikiünlü takımımız futbol ligindeki son maçlarınıyapacaklardı. A ve B takımları diyelim. Puanları eşit,

Page 97: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

averajla A takımı önde. Yani maç berabere biterse Aşampiyon olacak, sonuç 1-0 B'nin lehine olursa daşampiyon o olacak. A takımından, yanlış hatırlamıyorsanGüven isimli bir oyuncu, heyecanlanıp gereksiz yere cezasahasında topa elini sürdü. Penaltı verildi. B takımıpenaltıyı gole çevirdi. B 1-0 galip gelerek şampiyon oldu.

A takımı ve taraftarları bu sonuç karşısında kahroldular.Eğer Güven topa gereksiz yere elini sürmeseydi bizşampiyon olacaktık diye hayıflandılar. A takımınınantrenörü Güven'e çok kızdı ve hiç affetmedi. YıllarcaGüven'i sahaya çıkarmadı, yedekte tuttu. Güven'in Atakımından başka bir takıma satılmasını istedi. Satmadılar,oynatmadılar. Böylece bir gencin hayatı mahvoldu.

A takımının antrenörü ve yöneticileri, pek çoğumuzunyaptığı bir hatayı yaptılar, yüz--sıfır diye düşündüler;bütün suçun Güven'de olduğuna inandılar. Penaltınınortaya çıkışında Güven'in payı/hatası vardı. Ancakantrenörün ve takımdan sorumlu olan herkesin de bupenaltıda payı vardı. Örneğin, futbolcuları maç öncesinderahatlatmayı beceremediler, belki de bir ölüm--kalımmücadelesine çıktıkları mesajını vererek onları daha dagerdiler. (Üniversite sınavı öncesindeki bazı ana babalargibi.) Ayrıca olayın doğasında gerginlik olduğunu,Güven'in bu gerginliğe kurban gittiğini düşünmediler.(Denk takımlar şampiyonluk maçına çıktıklarında,avantajlı başlayanlar çoğunlukla avantajsız konumageçerler. Son maçlarda ilk golü atan taraf genelde maçıkaybedermiş.) Eğer bunları düşünselerdi, çok daha iyiolurdu.

Trafik Canavarı Tamamen Canavar

Page 98: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

mı?

Size bir sorum var: Tek arabalık dar bir yoldagidiyorsunuz. (İki yana park etmiş araçlar yolu daraltmış.)Yolun sonunda kırmızı ışık yanıyor, ışıkta bir arabadurmuş. Mecburen siz de durdunuz, çünkü hem kırmızıyanıyor hem de önünüzdeki araç durmuş. Bu sıradaüçüncü bir araç gelip arkadan size çarpıyor. Acaba"Efendim bu durumda bendeniz yüzde yüz haklıyım!" dermisiniz?

Bence siz, yukarıda belirtilen durumda hukuksal açıdanyüzde yüz haklısınız; ancak ahlaki açıdan yüzde yüz haklıdeğilsiniz. Size arkadan çarpan adamın davranışında birmiktar sizin de tuzunuz vardır. Hatta bu olaydankilometrelerce uzakta bulunan bendenizin de çarpmaolayında tuzu/katkısı var. Bakınız niçin:

Yirmi yaşıma geldiğimde ehliyet için başvurdum. Oyıllarda ehliyet çok zor alınıyordu. Sınavlar çok zordu;arabayla geri giderek 8 çizmenizi isterlerdi. Hemen herkespek çok defa girdikten, araba kullanmayı iyiceöğrendikten sonra ehliyet alırdı. Sonra, seksenli yıllardabir mucize oldu, özel kurslar açıldı ve ehliyet almakbirden kolaylaştı. Adeta kontağı çevirebilenlere ehliyetverilmeye başladı. Kimse bu duruma itiraz etmedi.Örneğin o yıllarda ben öğretim üyesiydim; hiçbir yere,"Bu ülkede trafik kazaları zaten çok olur, ehliyet bu kadarkolay alınırsa kazalar artar" diye iki satır yazı yazmadım.Çevremdeki herkes, bu arada ben de ehliyet almakkolaylaştı diye sevindik. Şehirlerimizde metro yoktur,apartmanlara park yeri yapılmaz... Bütün bunlaratoplumca itiraz etmedik. Bu durumda, size arkadançarpılmasında, siz dahil herkesin biraz sorumluluğu vardır.

Page 99: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

En azından ahlaken sorumluyuz.

Mafyaya Destek Olmuşluğunuz Varmıdır?

Başlıktaki soruya herhalde pek çoğunuz "Hayır" dediniz.Emin misiniz? Eğer sokaktaki dilenci çocuklara, en az birdefa para verdiyseniz -pek çoğumuz hatalı olduğunubildiğimiz halde dayanamayıp bu işi yapıyoruz- siz dilencimafyasına destek oldunuz demektir. O çocuklarınsokaklarda açıkça ihmale ve istismara uğramalarınınnedeni aileleri, dilenci mafyası, bu durumu önleyemeyenilgili kuruluşlar olabilir. Ama onlara bilinçsiz şekilde paraveren bireyler de bu işin sürmesine destek oluyorlardiyebiliriz. Bir şehirde iki yıl kimse dilenci çocuklara paravermese, bu trajedi biterdi. (Dilenci çocuklarınkazandıkları para, ne okumalarına ne de kaliteliyaşamalarına katkıda bulunuyor. Yalnızca dilencimafyasına katkıda bulunuyor.)

Pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da, olaylarınahlaki sorumluluğunu üstlenmediğimizde olup bitenişlerin tamamen başkalarının sorumluluğunda olduğunudüşünüyoruz ve değişmeye/gelişmeye kişisel katkıdabulunamıyoruz.

Toparlama

İnsan, birtakım çelişkiler/ikilemler yaşar. Bukaçınılmazdır. Ancak eğer, yaşamının bir parçası olançelişkilerini fark ederse, kararsız kalma, acı çekmeihtimali azalır, üstelik toplumun gelişmesine katkıdabulunur. Ya hep-ya hiç, diğer bir ifadeyle yüz--sıfır, insanilişkilerini zedeleyen, gelişmeyi engelleyen önemli bir

Page 100: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

ikilemdir. Yüzde yüz haklıyım anlayışı, çözümsüzçatışmalar doğurabilir, ben-merkezci olmamıza yolaçabilir. 'Yüzde yüz haklıyım" anlayışından vazgeçmek,bireyin acı çekme ve acı çektirme ihtimalini azaltacak,insanları daha duyarlı hale getirecektir.

Ya hep-ya hiç, diğer bir ifadeyle yüz--sıfır,

insan ilişkilerini zedeleyen, gelişmeyi engelleyen önemlibir ikilemdir.

Page 101: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

12"HEM ŞOFÖR MEHELLİ,

HEM BEŞ KURUŞ"(VEYA "YÜZ ALTIN

SENDROMU")Psikolojide Bilişsel Davranışçı Yaklaşım adı verilen biryaklaşım var. Özetle şunu söylüyor: Duygularımızı vedavranışlarımızı ortaya çıkaran şey, dış faktörler değil,zihnimizin bir köşesine kaydetmiş olduğumuz kalıpdüşüncelerdir. Kimi kuramcılar, söz konusudüşüncelerden bazılarının akılcı/gerçekçi olmadığını vebunların sıkıntı yaratan duygulara ve davranışlara yolaçtığını, ruh sağlığını olumsuz yönde etkilediğinibelirtmektedirler*.

* Bilişsel Davranışçı Yaklaşımın genel çerçevesi içinde, "Ben yetersizim"şeklindeki bir kalıp düşünce/temel inanç, ana inançlara, ara inançlar ise "Benbu sınavdan geçemem" şeklindeki otomatik düşünceye yol açar, sıkıntıyaratır.

Duygularımızı ve davranışlarımızı

ortaya çıkaran şey, dış faktörler değil,

zihnimizin bir köşesine kaydetmiş olduğumuz

Page 102: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

kalıp düşüncelerdir.

Sıkıntı yaratan kalıp düşüncelere birkaç örnek:

"Herkes bana iyi ve kibar davranmalıdır."

"Her zaman her işte başarılı olmalıyım; kusursuz olmalıyım."

"Hayat bana istediklerimi hemen vermeli, istemediklerimivermemeli."

Yukarıdaki cümlelerden üçüncüsü, belki ilk ikisini dekapsıyor. Üçüncü cümlede, dünya ve onun bir parçası olantoplum, bana benim istediğim gibi davransın talebi var.Şüphesiz bu ben-merkezci bir tavır ve gerçekçi değil.

"Hayat bana istediklerimi tam olarak vermeli"düşüncesinin akılcı olmadığı ve bu düşünceninduygularımızı ve davranışlarımızı nasıl etkilediği, sonyıllarda Albert Ellis tarafından ortaya atılmış, incelenmiş.Ancak bundan yüzyıllar öncesinde insanlar Ellis'ingörüşüne paralel sayılabilecek görüşler ileri sürmüşler.Örneğin Epiktetos, "Olaylar önemli değildir; asıl onlarıalgılama şeklimiz önemlidir" demiş. Epiktetos'un bugörüşü, Bilişsel Davranışçı Yaklaşımı özetlemektedir.

Akılcı olmayan düşüncelerimizi, mükemmeliyetçiliğimizi-biraz da açgözlülüğü- irdeleyen, eleştiren bir Bektaşifıkrası var. Şöyle:

Bektaşi'nin Altınları

Bektaşi'nin biri bir gün "Tanrım, bana gökten yüz altın at. Bakama, doksan dokuz olsa kabul etmem" demiş.

Tanrıdan yüz altın isteyen, aşağısına razı olmayan Bektaşi, biranlamda, "Hayat bana istediklerimi hemen vermeli,istemediklerimi vermemeli" demektedir.

Page 103: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Söz konusu akılcı olmayan düşünceye ilişkin bir deErzurum hikâyesi var. Önce hikâyeye bakalım, sonra dayorumlayalım.

Hem Şoför Mehelli, Hem Beş Kuruş

Rivayete göre, 1940'larda geçmiş bir olay: O zamanlartaşımacılık kamyonla yapılıyor. Bir kamyon yolcularınıyüklenirken Erzurum yakınlarındaki Köprüköy'e gidecek biryolcu gelir. Şoför ile yolcu arasında şu konuşma geçer:

Yolcu: "Dadaş, hele beni bir Köprüköy'e götür. " Şoför: "Hegeç."

Yolcu: "Kurban, kamyonun üzerine binmeyeyim, sovuktur,rüzgârdır; şoför mehelline oturayım."

Şoför: "Tamam geç."

Yolcu: "Şoför mehelli kaç kuruştur?"

Şoför: "Yirmi beş kuruş."

Yolcu: "Ben beş kuruş versem olmaz mı?"

Şoför: "Dadaş, hem şoför mehelli hem Körpüköy hem beşkuruş; bu nasıl iş?"

Galiba pek çoğumuz, -belki de hepimiz- Bektaşi gibihayattan yüz altın istiyoruz. Veya dadaş gibi, hayat bizişoför mahallinde, Köprüköy'e beş kuruşa götürsünistiyoruz. Bu istediğimiz olmadığında da küçük aksiliklereesef ediyoruz, öfkeleniyoruz. Yüz altın sendromuyüzünden hem kendimizi hem çevremizi huzursuzediyoruz. Şu örneklere ne dersiniz?

Diyelim Anahtarınızı Unuttunuz

Diyelim bir sabah evden çıktınız ve anahtarı evde

Page 104: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

unuttuğunuzu fark ettiniz. Üç kat merdiven çıkıp anahtarıalacaksınız. Bu durumu olgunlukla kabullenir misiniz,yoksa kendinize esaslı miktarda kızar mısınız? Sanırımçoğunluk, "Allah beni kahretsin, Allah benim belamıversin" diye söylene söylene çıkıyor merdivenleri.

Niçin kızıyorsunuz kendinize? Bugüne kadar pek çok defaanahtarlı çıktınız evden; bu başarınızdan ötürü hiçkendinizi kutladınız mı? Hayır. Doğru şeyler yaptığımızzaman kendimizi kutlamayız, hatalı bir şey yapıncakızarız. Niçin? Bunun nedeni hayattan yüz altınbeklememiz olmalı.

Diyelim Öğrencisiniz

Diyelim öğrenciyiz, bize iyi bir gelecek sağlamaya katkısıolacak diye lisede veya üniversitede okuyoruz. Hemokuyoruz hem de durmadan derslerin ağırlığından,sınavların sıklığından şikayet ediyoruz. Hiç okumasaksıkıntı da olmaz ama iyi bir gelecek umudu da suya düşer.Yani hem sıkıntıya girmeyeceğimiz bir öğrencilikyaşamımız hem de iyi bir geleceğimiz olsun istiyoruz.Farkında olmadan hem şoför mahallinde oturmak hem beşkuruş ödemek istiyoruz. Ne yazık ki bu kadar cömert birdünyamız yok. Pratikte fazla cömert olmayan dünyayı,çok cömert hale getirmek istediğimizde kopya çekeriz. Budurumda hem şoför mahalli hem beş kuruş olur. Ama neyazık ki kopya, dürüst bir yol olmadığı gibi uzun vadedekârlı da değildir.

Diyelim Bir İşyerindeÇalışıyorsunuz

Bazı iş yerlerinde patron asgari ücreti, maksimum

Page 105: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

performansı, çalışanlar ise asgari performansı, maksimumücreti tercih ediyor. Sonuçta iki taraf da yüz altın'cıoluyor.

Diyelim bir işyerinde çok yoğun çalıyoruz. Ama bununkarşılığında da iyi sayılabilecek bir ücret alıyoruz, üstelikkendimizi geliştirmemiz, gerçekleştirmemiz de mümkünoluyor. Buna rağmen zaman zaman tablonun geneliniunutup çok çalışmaktan yakınıyoruz. Daha az ücrete dahaaz çalışmayı gerektiren bir iş bulabiliriz; ama bunu aslaistemeyiz. Yine, hayattan, istediklerimizi tam olarakvermesini, istemediklerimizi vermemesini, her şeyinkusursuz olmasını istedik demektir. Diğer bir ifadeyle,hem şoför mahalli hem beş kuruş. Ne yazık ki ikisi birarada olmuyor. Aslında, hem az çalışmak hem de çokkazanmak mümkündür. Bunun yollarından birisiüçkağıtçılık, hortumculuktur. Bunları yaptığınızda, hemşoför mahalli hem beş kuruş olur. Olur da, dürüst olmaz;uzun vadede kârlı olmaz. Torunlarınıza kötü bir miras,üçkağıtçı bir dünya bırakmış olursunuz.

Hem iyi ücret alayım hem az çalışayım gerçekçi değil.Ancak bunun tersi bir durum varsa ve siz yakınıyorsanız,gerçekçi düşünmediğinizi söyleyemeyiz. Örneğin birpatron, nasıl olsa piyasada iş az, eli mahkum diye düşünüpasgari ücretin altında bir ücretle sizi günde sekiz saatinçok üzerinde çalıştırır, bu arada sigortanızı da yaptırmazsave siz de bu durumdan sızlanırsanız, gerçekçidüşünüyorsunuz demektir. Bu patronunuzun ayıbıdır.Patronunuz kısa vadeli kârdadır; ancak torunlarınahaksızlığın, ahlaksızlığın arttığı bir dünya bırakacaktır.Torunlarının aynı sömürüye uğramayacağını kim garantiedebilir?

Page 106: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Diyelim işyerinizde bir hatanız oldu; herkes fark etti.Günlerce üzülür müsünüz? "Evet" dediğinizi duyargibiyim. Peki bu hataya eşit bir başarınız oldu. Günlercemi sevinirsiniz, yoksa daha kısa bir süre mi? Eğer "evet"derseniz, demektir ki, yine kusursuz davranmayı, hayatınsize kusursuzu vermesini istiyorsunuz.

Birkaç defa cerrahlar ameliyatta hastanın karnında makas,gazlı bez bırakmıştır. Bu kamuoyuna çok ilginç gelir,yıllarca söylenir. Ama aynı hekimler, her gün binlercehayatı kurtarır, binlerce kişiyi ölümün kıyısındandöndürür; bu ilginç gelmez. Bir eksi fark edilir, 9999 artıfark edilmez. Sanırım bu da bir yüz altın sendromu.

İşyerinde patronlar, amirler, elemanlarının binlerceartısını, gayretini görmezler de bir tek hataları olduğundaortaya çıkıverirler. Çünkü yüz altın isterler, kusursuzlukisterler.

"Peki patron hiç mi eleştirmesin?" diyebilirsiniz. Hiçeleştirmesin veya siz kendi kendinizi hiç eleştirmeyindemiyorum. Hatamız olunca birbirimizi eleştirelim amaolumlu davranışlarımızı da vurgulayalım, övelim. Kendikendimizi de gerektiğinde eleştirelim, davranışlarımızdangeribildirimler çıkaralım; ama olumlu davranışlarımızı dafark edelim, onlarla gurur duyalım. Marifet iltifata tâbidir.Çevremizdekilere çiçek atalım; arada bir de kendimizeatalım.

Hatamız olunca birbirimizi eleştirelim ama olumludavranışlarımızı da vurgulayalım, övelim.

İş stresi herkesi rahatsız eder. Bu stresi tamamen yoketmenin bir yolu vardır. Gayet basit: İstifa etmek. Eğeristifa ederseniz, bazı açılardan çok rahatlarsınız. Ancak

Page 107: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

parasız kalırsınız. Bu dünyada hem şoför mahalli hem beşkuruş yok. Kamyonun üzeri beş kuruştur ama soğuktur.Şoför mahalli yirmi beş kuruştur ama sıcaktır.

Diyelim Evlisiniz

Evlerimizde de yüz altın bekliyoruz. Eşler birbirlerindenkusursuzluk bekliyorlar, dört dörtlük eş, dört dörtlük hayatistiyorlar. Hayat bana istediklerimi tam versin istiyorlar.

Örneğin kadın, hem eşinin akşam belli bir saattegelmesini, mesaiye kalmamasını, tatillerde çalışmamasını,ama aynı anda da mevcut yaşam standartlarını aynensürdürmek ister. Veya bir erkek aynı şeyleri karısındanister. Bu iki istek bir arada nasıl olur? Bir insanın hem azçalışması hem çok kazanması oldukça zordur. (Aynı andadürüst olmak istediğimizde iyice zordur.) Bir insanailesine daha fazla zaman ayırmak için fazla çalışmaktanve fazla kazanmaktan vazgeçebilir. Ama bunların üçünübirden istemesi, kendini ve dünyayı zorlamak anlamınagelir; yüz altın istemek anlamına gelir.

Erkekler de eşlerinden yüz altınlık, kusursuz bir gayretbekliyorlar. Sözgelişi erkek açıkça söylüyor, açıkçasöylemese bile davranışlarıyla şöylesine bir tablosergiliyor: Eşi (yani kadın) para kazandığı bir işte çalışsınistiyor. Olabilir. Kadın aynı zamanda akşam kendisindenönce eve gelsin, çocuklarıyla ilgilensin, onların ödevleriniyaptırsın, yedirip içirip yatırsın istiyor. Olabilir. Erkekaynı zamanda, kendisi geç gelse bile sofra hazır, çorbadudak kıvamında/hemen içilebilir sıcaklıkta beklesinistiyor. Bu da olabilir. Erkek bir şey daha istiyor; geceninbir yarısı karısı kapıyı açtığında sabahlıklı, gecelikliolmasın, şöyle bir güzel giyinmiş olsun istiyor. Hadi bu da

Page 108: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

olabilir. Ancak erkek bir şey daha istiyor, "Karım kapıyıaçtığında, saat kaç olursa olsun güler yüzlü olsun" diyor.İşte bu olamaz. Dört başı mağrur olamaz; hem şoförmahalli hem beş kuruş olamaz; kadından ille de yüzaltınlık davranması istenemez. Gün boyu yüzün doksandokuzunu yerine getirmiş kadının, bir tane de eksiğiolmasını kabullenmek gerekli; onun yüzünü asmasını,serzenişte bulunmasını hoş görmek gerekli. (Şüphesizkadın da, söylenmeyi veya sızlanmayı abartmamalı. Eğerabartırsa, bu kez de o erkekten yüz altınlık bir gayretbeklemiş olur.)

Eşimizden yüz altın beklemeyelim. Ama eğer yüzüncüaltın yok diye, yani eşimiz bize kusursuz davranmıyordiye canımız sıkılırsa, bu durumda bu beklentimizi oturupkonuşalım. Sözgelişi, ev dışında da çalışan, evi--çocuklarıçekip çeviren bir kadın akşam eşi geç geldi diye yüzünüasarsa, bundan rahatsız olan kocası, ortam uygun ise o an,değilse daha sonra bu olayı gündeme getirmeli,rahatsızlığını belirtmeli.

Evlilik Yıldönümlerini UnutanErkekler

Nice ailede erkeğin evlilik yıldönümünü, eşinin doğumgününü unutması ciddi sorun yaratıyor. Evet bir erkekdiyelim eşinin doğum gününü unuttu. Yıl içindeki önemlibir günü unuttu. Ama aynı erkek bir yılda 364 gün işi için,evi için çalıştı, çabaladı. Bu erkeğe o 364 gün içinteşekkür edilmemiştir, ama o bir gün için esef edilir. Yinebir yüz altın beklentisi.

Özel bir günü unutan bir erkeğe eşi, kızmak yerine şöyledese nasıl olur: "Sağ ol, 364 gün evini, beni hatırladın,

Page 109: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

bizler için çalıştın. Ancak evlilik yıldönümümüzü unuttun.Seneye dilerim 364'ü 365 yaparsın."

Ya da son ana kadar bekleyip eşinizin evlilikyıldönümünü unuttuğu kesinleştikten sonra söylenmekyerine, bir gün önceden hatırlatabilirsiniz. Bakınız artıkpolisler

"Radar var!" diye tabela koyup önceden uyarıyorlar. Sizde peşin peşin uyarabilirsiniz.

(Not: Erkekler "Evlilik yıldönümümüzü unuttun" diyesöylenmezler. Çünkü kendileri hatırlamazlar.)

Page 110: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

13KUSURSUZLUĞU

ARAMANIN BEDELİBir önceki bölümde sözü edilen, "Hayat bana istediklerimitam olarak versin, istemediğimi vermesin" düşüncesigerçekçi değildir. Hayat, içinde çelişkileri de barındırır.Oysa biz çelişki sevmeyiz, çelişkilerden arındırılmış,kılçıkları ayıklanmış bir hayat isteriz. Bu gerçekçideğildir. Kusursuzluğu aramanın bedeli ağırdır.

Kusursuzu, kusursuzluğu aramak bize pahalıya malolabilir.

Kusursuzluğu aradığımızda, elde edemediğimiz tek şeyyüzünden, elimizde bulunmakta olan pek çok şeyikaybedebiliriz. Yüz altında direnmek, eldeki doksan dokuzaltını tehlikeye düşürebilir. En azından, yüzüncü gelmedidiye elimizdeki doksan dokuz altının tadını çıkaramayız.İşte bu yüzden kusursuzluğu aramanın bedeli ağırdır.

"Bir lokma, bir hırka" önerisinde bulunmuyoruz şüphesiz.Ancak, doksan lokmanız, elli de hırkanız varsa ve hâlâmutsuz dolaşıyorsanız, bunun gerçekçi olmadığını, birpsikologa, bir psikiyatriste gitmenizin iyi olabileceğinisöylüyoruz. (Yaşamımızdan hoşnut olmak, gelişmemize

Page 111: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

engel değildir. Bir çocuğu hem sevip hem onungelişmesini ister gibi, hem hayatınızdan hoşnut olup hemonu daha da iyiye götürmeye çabalayabilirsiniz. Bu konu"Varolmak, Gelişmek, Uzlaşmak" adlı kitabımda elealınmıştı.)

Kusursuzluğu aramakla ilgili bir Erzurum hikâyesi:

Çaysız Düğün Yemeği

Erzurumlu bir kadın İstanbul'a yerleşmiş, bir düğün yemeğinedavet etmişler, gitmiş. Sofra çok zenginmiş; çorbadandolmaya, tuzludan tatlıya her şey varmış. Ancak İstanbul'daadet olmadığı için yemekten sonra çay vermemişler. Bizimki,yemekten sonra çay içmeye alışık olduğu için, düğünçıkışında, pek çoğunun yaptığı bir şeyi yapmış, dedikoduetmiş. "Vıyh baba çıha, bir çay itmediler ki yediğimizi sindirek"demiş.

Ben, babam tarafından Erzurumluyum; Erzurumluhemşehrilerim alınmasınlar. Erzurumlu kadının yaptığınıaslında hepimiz yapıyoruz. Düğün yemeklerinden sonradedikodu etmesek içimize sinmiyor; adeta yemeği içimizesindiremiyoruz. Ve bir eksi yüzünden doksan dokuzartının değeri gözümüzde siliniveriyor. Örneğin, eşimizinbin tane güzelliği vardır, sesimizi çıkarmayız, bir eksikgördük mü kıyametleri koparırız. Binlerce güzel anımızolan bir arkadaşımız için, "Bir davranışını gördüm, çizdimüstünü; notunu verdim" deriz.

Yerine göre, sahip olduğumuz değerlere aykırı olankarşımızdaki kişiye ait küçük bir davranışı, büyük/önemlidiye algılamaya elbette hakkımız var. Ama günlükyaşamda her şey sürekli olarak sahip olduğumuz değerleritehdit mi ediyor? Yoksa, bazı küçük davranışlar, içimizdebilmediğimiz bir yerlere dokunduğu için mi gereğinden

Page 112: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

fazla öfkeli, kırılgan, kırıcı davranıyoruz?

İnsan, kusursuzluğu istiyor; yüz altın istiyor; her şeyibirlikte istiyor. İyi de, her şey'in içinde zıtlıklar da vardır.Her şey'e talip olan insan, dolayısıyla zıtlıklara da talipolmuş oluyor. Ama aynı zamanda zıtlıkları sevmiyor,tutarlılık istiyor. (Bu bir çelişkidir; insanın çelişkiyaşamaya da hakkı vardır.)

Yaşama tümüyle talip olan, ancak yaşamın içindekieksileri, ikilemleri ayıklamaya çalışan insan ikilemegiriyor, çoğunlukla da zorlanıyor, acı çekiyor. Bu konudabir şiirimi paylaşmak istiyorum:

PAZARCI

Dürüst olmak istiyorsun ve zengin olmakistiyorsun; satmak istiyorsun, saklamak istiyorsun. Seni sevsinler istiyorsun ve erkek olmakistiyorsun; ağlamak istiyorsun, görmesinler istiyorsun.

İşin zor be pazarcı, kimbilir daha neler istiyorsun.

Ekim 2002

Kusursuzluğu/mükemmeli istemek, zorlayıcı olmanınyanı sıra, galiba imkânsız da. Sürekli değişen, gelişen, birırmak gibi akıp giden yaşamda, sürekli kusursuzlukistemek, gelişmekten vazgeçmek anlamına gelir. Özelyaşamınızda veya işinizde, varsayalım ki kusursuzluğaulaştınız. Bu, artık bir anlamda gelişmeyeceksinizdemektir. Oysa değişmek, gelişmek kaçınılmazdır.Kusursuzluk sanal bir şey. Eğer sürekli gelişiyorsak, bir

Page 113: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

önce yaptığımızın kusursuz olması mümkün değildir. Buyüzden, kusursuza talip olmak yerine, bir "öncekine göredaha iyiye" talip olmak daha gerçekçi gözüküyor.

Eğer sürekli gelişiyorsak,

bir önce yaptığımızın kusursuz olması

mümkün değildir.

Page 114: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

14MARİFET İLTİFATA

TÂBİDİRDilimizde, dünden gelen birtakım atasözleri var. Bugünbunlardan bazılarını hâlâ beğeniyoruz, bugünkübilgilerimize uygun buluyoruz, bazılarını isebeğenmiyoruz*. Örneğin "Kızını dövmeyen dizini döver"sözü, eğitim psikolojisi kapsamındaki günümüzbilgileriyle bağdaşmıyor, tedavülden kalkmış gözüküyor.Ancak bazı atasözleri hâlâ geçerli. Bunlardan birisi şu:"Marifet iltifata tâbidir."

"Marifet iltifata tâbidir" sözü, bir insanda bir becerigeliştirmek istediğimizde, o insana iltifat etmekgerektiğini belirtiyor. Bu söz, psikolojideki edimsel(operant) şartlama yaklaşımını adeta özetlemektedir.

* Eğer dünyadaki bütün dillerde söylenmiş bütün atasözlerini gözdengeçirecek olsak, sanırım hemen her konuda, birbirinin zıttı nitelikte atasözübulabilirsiniz. Kültürler ve zamanlar arasındaki farklılıklar, atasözlerine deyansımış olsa gerek.

Edimsel şartlama kısaca şu: Bir insan veya hayvan, belirlibir uyarıcı karşısında bir davranış sergilediğinde, eğer birpekiştireç elde ederse -örneğin bir yiyecek veya aferinalırsa- gelecekte aynı davranışı sergileme ihtimali artar.

Page 115: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Köpeğiniz, adını söylediğinizde yanınıza gelse, siz de onayiyecek verseniz -veya yalnızca sevseniz-, ilerde adınısöylediğinizde yanınıza gelme ihtimali yükselir. Ya dadiyelim ki bir çocuk eline bir kitap aldı ve resimlerinebakmaya başladı; siz ona "aferin" derseniz, gelecekteçocuğun aynı davranışı tekrarlama ihtimali artar.

Kısacası siz, hayvanlara veya insanlara, bir şekilde iltifatederseniz (yiyecekle veya aferin vererek iltifat ederseniz),onların kendilerine özgü marifetler/beceriler edinmelerinekatkıda bulunmuş olursunuz.

(Bu noktada şunu belirtmekte yarar var: Edimselşartlamada, dış kaynaklı/güdümlü bir öğrenme, dahadoğrusu bir "öğretme" söz konusudur. Çocuğun yaşıbüyüdükçe, dışarıdan verilengeribildirimlerin/pekiştireçlerin yerini iç kaynaklı aferinleralmalıdır. Örneğin bir genç, birileri ona "aferin" dediğiiçin değil, başarmaktan haz duyduğu için çalışmalıdır.Ancak çocuklar büyüdüklerinde, dışarıdan verilenaferinler, azalarak da olsa devam etmelidir. Yetişkinlerinde, ara ara da olsa aferin'e ihtiyaçları vardır.)

Marifet iltifata tâbidir sözü, geleneksel kültürümüzünsezgi gücünü sergiliyor. Gerçi somut--soyut (yani yiyecekvererek veya överek) iltifat etmek, bir beceri geliştirmedetek yol değildir, insanlar hatta hayvanlar, model alma veyakeşfetme yoluyla da öğrenirler. Ancak pekiştireçverme/iltifat etme de öğretmede önemli bir yoldur.

Okulda aferin, evlilikte iltifatın her türlüsü, işyerindepara-övgü, sokakta teşekkür, insanların gelişmelerine,mutlu olmalarına yol açar.

Page 116: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Bilime, Sanata, Spora İltifat

Kişiler iltifat yoluyla gelişebilirler; aynı zamandaçevrelerine iltifat ederek veya etmeyerek çevrelerinişekillendirirler. İbn-i Sina "Bilim ve sanat iltifatgörmediği ülkeyi terk eder" demiş.

Eğer bilime, sanata iltifat ederseniz bunları geliştirirsiniz.Doğaya iltifat ederseniz, doğal yaşamı korursunuz. Availtifat ederseniz, doğal yaşamı zedeleyebilirsiniz.

Spora iltifat ederseniz sporu geliştirirsiniz. Gördüğümkadarıyla toplum olarak spora yeni yeni iltifat etmeyebaşladık. Ben ilkokuldayken, resim, müzik, beden eğitimiderslerinde çoğunlukla matematik yapardık. Günümüzdeartık böyle değil; resim dersinde resim yapılıyor. Ancakyine de toplumca, futbol dışındaki sporlara yeterince ilgigöstermediğimizi düşünüyorum. Halen okullarımızdaveli--öğretmen görüşmelerinde fizik, matematiköğretmenlerinin kapısında kuyruklar oluşuyor da, nehikmetse resim, müzik öğretmenlerinin kapılarındakuyruklar oluşmuyor.

Benim ülkem ne zaman ki resim, müzik, beden eğitimiöğretmenlerinin

kapısında kuyruk olacak,

biz o zaman resimde, müzikte, sporda ve

bunların etkisiyle bilimde daha başarılı olacağız.

Arazi Olmaya Değil, Araziye İltifatEtmeli

Page 117: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Neye iltifat ederseniz ona müstahak olursunuz (onu hakedersiniz). Ülkemize şöyle bir bakınız; insanımız arazisinedeğil, arazi olmaya iltifat ediyor. Şöyle:

Askere giden gençlere, yarı şaka yarı ciddi "Aklın varsaaskerde arazi olacaksın" diye öğüt verirler. Genç de tutar,arazi olmaya, ortalarda gözükmemeye çalışır. Bazıişyerlerinde insanlar, adı resmen konmasa da arazi olmayaçalışırlar. Yeni evlenen erkeklere, tecrübeli erkeklerin yarışaka yarı ciddi bir önerisi vardır: 'Yardım ediyorum diyemutfağa gir, karının bardaklarını kaza süsü vererek kır;seni bir daha mutfağa sokmaz. " Yani mutfakta da araziolmasını öğütlerler. Eh, artık herhalde ülkede de arazi ol,etliye, sütlüye karışma, bana dokunmayan yılan binyaşasın de! Bu kadar arazi olmak da kötü. Çünkü, bugünarazi olan yarın arazisiz kalır.

Bugün arazi olan yarın arazisiz kalır.

Arazi olmayın, arazinize sarılın.

Eğer siz toprağa iltifat ederseniz,

toprak da size eder.

Benim vatandaşım, üreterek kazanmak yerine toprağınısatarak kazanmayı tercih ediyor. Bu yıllardır böyle.Kıyılardaki zeytinlikleri, narenciye bahçelerini sattı,içerlerdeki buğday tarlalarını sattı benim vatandaşım.Zeytin, buğday üreterek kazanmak yerine, topraklarınısatıp şehirde bir apartman dairesi almayı tercih ediyor.Elinde kalan beş--on milyar parayla hayat boyu geçinirimsanıyor. Oysa hazıra dağlar dayanmaz. (Vatandaşımınsatarak kazanma tercihinde yanlışlık olabilir; ancak onubugüne getiren şartlarda da yanlışlıklar var. Sözgelişi,

Page 118: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

eğer kırsal kesimdeki yaşam şartlan onu tatmin etseydi,üreterek kazanmayı tercih edebilirdi. Eğer köy enstitülerikapatılmamış olsaydı, köyünde oturup üreterekkazanmaya iltifat edebilirdi.)

Yanlış İltifat, Yanlış Beceri("Benim oğlan pek zeki... ")

Edimsel şartlamada "tesadüfi pekiştirme" denilen bir olayvardır. Gelişigüzel verilen ödüller, hedeflenmeyendavranışların ortaya çıkmasına yol açabilir. Tasmasındantutmuş, köpeğinizi gezdirmektesiniz diyelim. Koşmayabaşladığında, onu yavaşlatmak amacıyla 'Yavaş!" diyerektutup severseniz, farkında olmadan, koşmamasını değil,koşmasını pekiştirmiş olabilirsiniz. Gelecekte, siz "Yavaş"dediğinizde koşma ihtimali artacaktır.

Bazen bir çocuk elini ağzına sokar, ana babası "Sokma"diyerek elini tutar, onu kucağına alır. Ana babanın budavranışı, çocuk için ilgi görmek anlamına gelir; bu ilgiyisürdürmek amacıyla elini ağzına sokmaya devam eder.Böylece çocuğun elini ağzına sokmaması değil, sokmasıpekiştirilmiş olur. Tesadüfi pekiştirme sayabileceğimiz buolayda, yanlış iltifat, istenmeyen bir davranışın ortayaçıkmasına yol açmıştır.

Yerinde kullanılmayan iltifatlar yersiz marifetlere yolaçabilir. Bu konuda bir örnek:

Nice baba oğluyla iftihar ederken, oğlunun dinlediğinifark etmeksizin birilerine, "Bu oğlan çok zeki; sınıftaöğretmeni bir dinler, hemen kapar; artık bir daha kitabıokuması gerekmez" der. Bu konuşmaya kulak misafiriolan oğlanlar galiba şu sonucu çıkarıyorlar: "Ben zekiyim

Page 119: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

(babam öyle diyor), öğretmeni bir dinleyip hemenkapıyorum, artık bir daha okumam gerekmiyor. Benimkadar zeki olmayanların, aptalların, ineklerin, harıl harılokumaları gerekebilir. Ama çok şükür ben zekiyim. " İştebilinçsizce pekiştirme sonucunda ortaya çıkan bir yargı:"Ben zekiyim; okumam şart değil!."

Baba çocukta böyle bir yargı oluşturmayı hedeflememişti.Ancak bu yargı ve bunun devamı olarak çıkacak"okumama davranışı" çocuğu hayatı boyunca etkileyebilir.(Burada babanın bir hatası daha var. O da şu: "Zeka eşittirezberleme becerisi" sanıyor. Oysa, yeni bilgilerikeşfetmek/ üretmek de en az ezberlemek kadar, belkiondan fazla zeka belirtisidir.)

Ailede İltifat/-sızlık

Aile üyeleri birbirlerine iltifat etmeli. Karı kocabirbirlerine zaman zaman iltifat etmeli. Kadın ve erkek, ogüne kadar eşinden aldığı güzel şeylerin ne olduğunusöylemeli. Sözgelişi "Bana güven verdin" veya "Bunca yılevimizin rızkını çıkardın" ya da "Seninle birlikte olmakkeyifli; senin yanında kendimi rahathissettim/hissediyorum" demeli. Eşimizin, mutlaka bizirahatsız eden davranışları vardır; bunları söyleyelim. Amalütfen, onun bizi olumlu yönde etkileyen geçmişe veya şuana ait olumlu duygularını, düşüncelerini, davranışlarınıda dile getirelim, insanlar, birbirlerinineksilerini/eksiklerini yakalamak için gözlerini dört açarlarda, artılarını, olumlu yanlarını yakalamak için aynı dikkatigöstermezler.

Bugüne kadar köyde, kentte nice ailenin sofrasına konukoldum. Bir kısmı akrabalarımdı, bir kısmı dostlarım. Aile

Page 120: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

üyeleri, çocuklar, babalar, zaman zaman evin annesineyemeklerde gördükleri eksikleri söylediler, şunun tuzuçok, bu biraz daha pişmeliydi dediler de, şöyle bir yürekdolusu, "Ellerine sağlık, pek güzel olmuş" denildiğini azduydum. Lokantalarda, yemekte bir eksik gören kimimüşteri, aşçıya iletilmesi amacıyla bu durumu garsonasöyler. Ancak, başarısı için aşçıyı kutladığını söyleyen çokaz kişi gördüm.

Konferanslarımda izleyicilere bazen, "Tipik bir baba,çocuklarına duygularını ifade eder mi?" diye soruyorum.Gurup hep bir ağızdan -bazen yüzlerce kişi- "Etmez" diyecevap veriyor. O zaman, "Arkadaşlar, olumsuz yanlarınıifade eder, olumlu yanlarını ifade etmez" diyorum.Gülüyorlar. Bazen de şöyle devam ediyorum: "Bir babaiçin sövmek kolay, övmek zordur."

Peki niçin böyle? Niçin çevremizdekilere olumsuzeleştirileri rahatça yöneltiyoruz da olumlularıyöneltemiyoruz? Bu konuda pek çok yorum yapılabilir.Şüphesiz konunun tarihsel, kültürel, sosyolojik nedenlerivar. Belki olumluyu söylediğimizde, eski bir alışkanlıklanazar değeceğinden korkuyoruz. Belki olumsuzusöylemek, öfkeli bir avcı davranışı ve bu davranıştoplumda prim yapıyor, statüyü yükseltiyor ve eleştirenkendisini güçlü hissediyor. Bu ve bunlara benzer derinyorumlar yapılabilir; ancak konunun basit yorumlarındanbirisi şu:

İnsanlar olumsuz eleştiride bulunmayı

birbirlerinden öğreniyorlar, özellikle bu konuda

büyüklerini model alıyorlar.

Page 121: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Eğer böyleyse, bu konuda yeni bir öğrenmegerçekleştirmek, olumluyu söylemeyi alışkanlık halinegetirmek mümkündür. Bu yeni öğrenme sürecinde ilkadım, olumsuzları söylemeyi alışkanlık halinegetirdiğimizi fark etmek olmalıdır.

Aile içinde yakınlarımızın sürekli eksiklerini,istemediğimiz davranışlarını gözleyip söyleyebiliriz. Amabunun yanı sıra onların güzel davranışlarını da gözleyipsöyleyebiliriz. Sözgelişi kayınvalidenizin, size göre pekçok olumsuz davranışı bulunabilir; ama onun en az iki deolumlu özelliği vardır. Bir, eşinizi doğurmuş vebüyütmüştür. İki, çocuklarınızınanneannesi/babaannesi'dir. Bunu hiç düşündünüz mü?

Kayınvalidenizin birtakım eksileri bulunabilir;

ama en az iki de artısı vardır: Eşinizi doğurmuştur ve

çocuklarınızın ninesidir.

Ailelerde kavgalar da olur, şirinlikler de. Aradan yıllargeçtiğinde hatırlananlar, hatırlanmak istenenler genelliklegüzelliklerdir, iltifatlardır. Annem ile babam aradatartışırlardı, kavga ederlerdi; ama birbirlerine sevgiyleseslendikleri de olurdu, muhabbetleri de çoktu. Şimdiçocukluğuma dönüp baktığımda kavgalarını, kavgaederken birbirlerine ne söylediklerini hiç hatırlamıyorum.Yalnızca birbirlerine söyledikleri güzel sözler kalmışhatırımda. Birbirlerine Sabahat'cığım, Salih'ciğimdemelerini hatırlıyorum, bir de babamın banyodan çıkmatörenini. Televizyonda paylaştım, okuyucularımla dapaylaşmak isterim.

Kubbemde Baki Kalan: Babamın Banyodan

Page 122: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Çıkma Töreni

Çocukluk anılarım arasında annemin banyodan nasıl çıktığınailişkin bir resim yoktur; çünkü törensizdi. Babamın banyodançıkışları ise bugünkü gibi aklımdadır, çünkü babamınbanyodan her çıkışında küçük çaplı bir tören yapılırdıevimizde. Aksıranlara "Çok yaşa" denmesi gibi alışkanlıkhaline gelmiş, annemle babamın yıllarca bıkmadan usanmadanciddiyetle sergiledikleri bir törendi bu. Babam yıkanır,kurulanır, giyinir, banyonun eşiğinde durup "Ceee!" diyençocuklar gibi "Çıktım açıklara!" diye bağırırdı. Annem de onaher seferinde aynı ciddiyet, aynı sevecenlikle "Canım benim,sıhhatler olsun" diye karşılık verirdi. Bunları dediler de neoldu? Çok iyi oldu. İyi ki öyle dediler; iyi ki öyle seslendiler. Buşirin tören, bu rutin, tarih boyunca evimizdetekrarlanmayacaktır. Çünkü artık babam hayatta değil. Bukubbede baki kalan, gerçekten hoş sadalardır. Zihnimde,kubbemde baki kalan, onların birbirlerine sevecenliklesöyledikleri o hoş sözlerdir. Kavga ettikleri zaman birbirlerinene söylediklerini gerçekten hatırlamıyorum. Sevgi sözcüklerinihatırlıyorum, üstelik hasretle hatırlıyorum.

Sizler sevgili okuyucularım, bugün evlerinizde bağırıp çağırıyorolabilirsiniz. Sanırım aradan kırk yıl geçtiği zaman,çocuklarınız bağırmalarınızı, itip kakmalarınızı hasretlehatırlamayacaklardır. Aradan kırk yıl geçtiği zamançocuklarınız, güzel geçmiş bir bayram gününü, keyifli birpazarı hasretle hatırlayacaklardır. Baki kalacak şey, sizin güzelsözleriniz olacaktır.

İşyerlerinde elemanlarınıza bağırıp çağırmalarınızı yıllar sonrakimse hasretle hatırlamayacaktır. Hasretle hatırlayacakları şey,bunaldıklarında yüreklendiren bir cümleniz, işe yenibaşladıklarında dostça sergilediğiniz bir tavır olacaktır.Yarınlarda baki kalacak şey, bugünlerdeki hoş sadalardır.

İşyerinde İltifat/-sızlık

Çevreme bakıyorum, işyerlerinde birbirlerine iltifatetmeyen insanlar görüyorum. Nice amir, elemanına doğru

Page 123: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

yaptığı bir iş için teşekkür etmiyor, "Teşekküre ne gerekvar, bunu yapmak için para alıyor" diye düşünüyor. Hattabu düşüncesini dile getiriyor.

Gözlediğim kadarıyla amirler memurlara iltifat etmiyor,memurlar da amirlere etmiyor. Amirin memura iltifatetmesi adetten değildir. Kafalarda olan belki de şu: Eğeramir memuruna iltifat ederse, amirin otoritesi sarsılabilir,memur şımarabilir, yüz bulur zam ister, hiç olmadı izinister. Eğer memur amirine iltifat ederse, kafalarda klişehazırdır; amirine iltifat eden memur, yağcılıkla,yalakalıkla, dalkavuklukla veya yöresel ifadelerimizdenbirisi olan omolukla suçlanır.

Bütün bunlar gerçekçi mi, yoksa kafalarımızdaki gerçekçiolmayan şemaların/şablonların mı ürünü? İşyerlerinde,gerçekten amir ile memur arasında büyükçe bir mesafe mibulunmalı, yoksa bulunması gerekli doğal mesafeyiabartıyor muyuz?

Sanırım amir ile memur arasındaki uzak durma problemi,işyerlerine özgü değil, günlük yaşamımızın hemen heralanında karşımıza çıkıyor. Örneğin babalar ile çocuklarıarasında da benzeri kopukluğu yaygın olarak görmekmümkün. Eskiye göre azalmakla birlikte halen sürüyor,nice oğlan, kız babasına onunla gurur duyduğunu açıkçasöyleyemiyor, babasına iltifat edemiyor. Bırakın iltifatı,babasıyla rahatlıkla konuşamıyor. Ve ne yazık ki nicebaba, oğlunu, kızını bağrına basıp şöyle bir dolu doluöpemiyor. Hadi işyerlerinde mesafeli duruş gereklidiyelim. Evde de mi gerekli? Hadi diyelim memurunamirini övmesi yağcılıktır. Aile içinde birbirimizi övmekde mi yağcılık?

Hemen her ortamda insanlar arasındaki ilişkilerde -fiziksel

Page 124: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

ve psikolojik anlamda- belirli bir mesafe gerekebilir.Ancak bu mesafeyi, kişisel kaygılarımızdan ötürügereğinden büyük tuttuğumuzda, iletişimde sorunlarortaya çıkıyor, gerginliğimiz artıyor, hatta bunlarınuzantısı olarak psikosomatik rahatsızlıklar beliriyor.

Eğer amirlerin memurları, gerektikçe, gerçekçi bir şekildeövmeleri yaygın bir tavır olursa, o zaman insanların bunuyadırgamaları, şımarmaları söz konusu olmaz. Ve eğer biramir kendine güveniyorsa, memurundan gelen hak ettiğiövgüleri yağcılık olarak algılamaz. (Kendilerine güvenleriaz olan kişiler, ne söylerseniz söyleyin yadırgarlar;övseniz bile hayra yormazlar.) Hem birbirimize iyidavranmak, birbirimizi yüreklendirmek hem de işimizi iyiyapmak mümkündür.

Tarihten Bugüne İltifat/-sızlık

Bu konuda tarihten iki örnek sunmak istiyorum. Birincisigerçek, ikincisi rivayet.

Osmanlı'nın son dönemlerinde zengin bir adamın iftarsofraları ün salmış. Bunu duyan padişah bir akşamhabersizce konuk gitmiş bu kişiye. Ev sahibitelaşlanmamış. Sadece adamlarına, günlük takımlar yerinealtın-gümüş çatal bıçak koymalarını söylemiş. Padişahbakmış, sofrada her şey mükemmel; yemekler güzel,hizmet kusursuz. Yemeğin sonlarına doğru kristal hoşafkasesinin eğri olduğunu fark etmiş ve hemen bunu evsahibine söylemiş. "Çelebi, kaselerin eğridir" demiş. Evsahibi, "Hünkârım, kaseler buzdandır" diye karşılıkvermiş. Meğer hoşafı buzdan yapılmış kaselerdesunmuşlar. (Böyle bir kasede hoşaf içmek ilginç ve keyifliolsa gerek.) Padişah hatalı bir çıkış yaptığını düşünmüş,

Page 125: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

canı sıkılmış.

Büyük ihtimalle padişah iftar için ev sahibine teşekküretmiştir. Ancak bunun yanı sıra, hepimizin pek çok zamanyaptığımız bir şeyi yapmış, nice olumlu ayrıntıyı tek tekvurgulamamış ama gördüğü olumsuz bir ayrıntınınalelacele altını çizip söyleyivermiş. Evlerde veişyerlerinde aynı tavrı sürekli sergilemiyor muyuz?

Övgüde, iltifatta mehter adımı gidiyoruz da,

olumsuzu söylemekte dörtnalayız.

Bir zamanlar padişahlar, vezirleri başarılı olduklarında,kürkler giydirerek, hediyeler vererek onlarıonurlandırırlardı. Ancak, bazen en ufak bir hataları üzerineonları idam ettirirlerdi. Piri Reis'in gerek askeri gereksebilim alanında pek çok başarısı olmuştu; ancak seksenyaşlarındayken bir seferdeki hatasından ötürü idam edildi.Geçmişteki bu tavır, bence günümüzde de, biraz stilizeolmuş halde de olsa devam ediyor. Şöyle:

İnsanlar birbirlerine bakıyorlar, bir hata görüyorlar,ardından da "Bir hatasını gördüm, çizdim üstünü abi; birdavranışını gördüm notunu verdim, sıfır" diyorlar. Bununsonucunda da ya küsüyorlar ya da birilerini iştenatıveriyorlar. Veya gençliklerinde nice emeği geçmişçalışanlara, politikacılara yaşlandıklarında, onların sonhallerine bakıp "dinozor" diyorlar, onca hizmetleriniunutuveriyorlar. Galiba tarih böyle tekerrür ediyor.

Rivayete göre bir sadrazam sade bir vatandaşla tavlaoynarmış. Oynarken zaman zaman oyun arkadaşına "Alefendim, ver efendim, buyur efendim" dermiş. Birsadrazamın halktan birisine kibar davranmasını

Page 126: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

yadırgayan bir yakını ona niçin böyle davrandığınısormuş. Sadrazam, 'Ben arada padişahla da tavla, satrançoynuyorum. Şimdi buna al ulan, ver ulan dersem, ağzımalışır da bir gün ya padişaha da öyle dersem" diye cevapvermiş. Sadrazam, vatandaşa endişesinden ötürü kibardavranıyormuş. Her yerde, her zaman çevremizdekilerekibar davranmalıyız. Biraz endişemizden ötürü, -buyetmez-, biraz da genelde insana olan saygımızdan ötürüağzımızı iyiye, güzele, iltifata alıştırmalıyız.Çocuklarımıza kötü modeller sergilememek için,birbirimizi kırmamak için.

Az İltifat, Az Marifet, ÖvgüdenKaçınma, Eleştiriye Rağbet

Çevremize iki tür eleştiri yöneltebiliriz: Olumlu eleştiri,olumsuz eleştiri.

Şimdi lütfen bir düşünür müsünüz? Evinizde, işyerinizde,okulunuzda... çevrenizdeki insanlara, daha

çok olumlu eleştiri mi yöneltiyorsunuz, yoksa olumsuzeleştiri mi?

Galiba çoğunluğumuz olumsuz eleştirileri daha fazlayöneltiyoruz.

Her yaşta çevreden gelen mesajlara/geribildirimlereihtiyacımız vardır. Bu mesajlar olumlu veya olumsuzolabilir. Hepsi davranışlarımıza yön verir; toplumda,doğada yapılması ve yapılmaması gerekenler konusundabu mesajları ölçüt alırız. Kısacası çevremizden gelenolumlu mesajlar da olumsuz mesajlar da işe yarar, bizigeliştirir.

Page 127: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Ancak olumlu mesajların bir işlevi daha vardır: Olumlumesajlar, olumlu eleştiriler bizi geliştirmenin yanı sıramutlu eder, yüreklendirir, motivasyonumuzu artırır.Olumlu eleştiriler bizde marifet geliştirir.

Olumlu eleştirilerin az olması, insanların marifet/becerigeliştirmelerini zorlaştırır. Çünkü ceza/eleştiri, daha çok,belirli bir davranışı yapmamayı öğretir. (Üstelik ceza,mevcut olduğunda etkilidir; ceza ortadan kalktığında,bastırdığı davranışın görülme ihtimali artar.)

Labirentteki Fareye İltifat

Ceza/eleştiri, bir davranışı yapmamayı öğretebilir. Ancakkarmaşık bir davranışı, hele hele bir bakış tarzını ceza ileöğretmek mümkün değildir. Örnek:

Labirente koyduğunuz bir fareye, elektrik şoku vererek birpedala dokunmamayı öğretebilirsiniz. (Pedaladokunduğunda birkaç defa şok verirseniz kısa sürededokunmamayı öğrenir. Burada korku koşullaması yoluylafobi oluşturulması söz konusudur; pedal karşısında kaçmave kaçınma sergileyen farede pedal fobisi yerleşir.) Ancakaynı fareye, labirentten çıkış yolunu şok verereköğretmek, son derece zordur. Fareye çıkışı öğretmekistiyorsak, hedefe yönelik doğru davranışlarınıödüllendirmek/pekiştirmek (bu amaçla daha çok şekerli suverilir), bir anlamda fareye iltifat etmek gerekir.

Bir başka örnek: Bir insana ufak şoklar vererek, bağırıpçağırarak, belirli bir araca dokunmamayı öğretebilirsiniz.Ama aynı insana şok vererek veya bağırarak, matematiği,dürüst olmayı veya mutlu olmayı öğretemezsiniz. Bunlarıöğretebilmek için o kişiye geribildirimler vermelisiniz,

Page 128: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

iltifat. etmelisiniz, gerektiğinde davranışlarınızla modelolmalısınız.

Marifet iltifata tâbidir; ceza faydasız, övgü keyif halidir.(Bu cümlenin ikinci yarımını, eski söyleme benzeterekbendeniz ekledi. )

Öğrenme, keyifle olmalıdır;

öğrenme sırasında, kişinin iç ve dış ortamı rahatolmalıdır.

Bir gün Ankara'da Milli Eğitim Şûra Salonu'nda biröğretmen grubuna konferans veriyordum. Bir ara,çevremize olumlu eleştirileri az, olumsuzları daha fazlayönelttiğimizden söz ettim ve o an aklıma gelen şu soruyusordum: "Değerli öğretmenlerim, eminim, sınıfta 'aferin'ietkili bir araç olarak kullanıyorsunuz. Peki, sınıftakullandığınız aferinlerin, övgülerin yüzde kaçını evdeeşinize yöneltiyorsunuz?" Çoğunluk gülümsedi, evde pekfazla aferin vermediklerini söylediler. Bir başka gün birgrup -çoğunluğu erkek- banka müdürüyle konuşuyordum,benzerini onlara sordum. Şöyle dedim: "Eminim, şubedeelemanlarınızın bir sorunu olunca, onları ilgiyle, anlayışlauzun uzun dinliyorsunuzdur. Elemanlarınıza gösterdiğinizbu 'anlayışlı dinleyici tavrını' evde eşinize de gösteriyormusunuz?" "Hayır evde yorgun oluyoruz; ne dinlemeyehalimiz oluyor ne konuşmaya" dediler.

Sadece öğretmenler veya bankacılar değil, hemen herkesbenzer şekilde davranıyor galiba.

Yakınlarımıza kızmayı doğal, onları dinlemeyi,

onlara güzel şeyler söylemeyi gereksiz buluyoruz.

Page 129: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Labirentlerden Çıkarma Yolu

Karmaşık bir labirentteki fareye çıkış yolunu öğretmekistiyorsak, farenin davranışlarına şekil veririz, yani hedefeyönelik küçük adımlarından sonra küçük ödüller veririz*.Çıkış yolunu buldurmak için iki yaklaşım dahadüşünebiliriz; ancak bunlar etkili değildir. Cezaverebiliriz, işe yaramaz. Fareyi kendi haline bırakıp çıkışıkendi kendine bulmasını bekleyebiliriz; bunungerçekleşmesi ise küçük bir ihtimaldir.

Fareye labirentin çıkışını öğretmenin en güvenli yolu,hedefe yönelik küçük doğrularına küçük ödüllervermektir. Aynı şey biz insanlar için de geçerli. Pekçoğumuz, zaman zaman yaşam savaşı verirken labirentleriçinde kayboluyoruz. Labirentlerde kaybolanlara, yardımistediklerinde rehberlik etmek, onları yüreklendirmek,gerektiğinde küçük doğrularına küçük aferinler vermek,bazı durumlarda onları kucaklayıp çıkarmak insanca bir işolsa gerek. Dünyada bunu çok güzel başaranlar var.Sözgelişi, dünyadaki açlara, hastalara, sokak çocuklarınayardım için labirentlere girenler var; bunlar, labirentleringönüllü ve onurlu yolcularıdır. Kendilerini hayvanlaraadayanlar var; bunlar, labirentlerin gönüllü ve onurluyolcularıdır. Sözgelişi adsız alkolikler var; bunlar,labirentlerden çıkmaya çalışan canlar için cansiperaneçalışan gönüllü ve onurlu yolculardır. Kat kat enkazaltından bir can kurtarmak için canını ortaya atan birAKUT üyesi, labirentlerin gönüllü ve onurlu yolcusudur.

* Davranışa şekil verme denilen işlemde, pekiştirme ve söndürme peş peşebelirli örüntülerle kullanılarak hedefe yönelik olmayan davranışlar ayıklanır,hedefe yönelik davranışlar güçlendirilir.

Dünyadaki açlara, hastalara, hayvanlara,

Page 130: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

sokak çocuklarına yardım için labirentlere girenler,

labirentlerin gönüllü ve onurlu yolcularıdır.

Öldürerek kazanmak yerine yaşatarak kazanmayaçalışanlar, sizler insanlığın ak yüzlerisiniz, yüz aklarısınız.

Çocuklara Şekil Vermek

Psikolojide hayvanların davranışlarına şekil vermektensöz ederiz. Hayvanların davranışlarına şekil vermedekullanılan teknikleri kullanarak insanların davranışlarınada şekil vermeye çalışmak mümkündür. Ancak buyaklaşım doğru olmadığı kadar işlevsel de olmaz.Öncelikle, insanları şekillendirmeye, şartlamaya hakkımızolup olmadığını düşünmek gerekiyor. (Aslında pek çokinsan, buna hakkı olduğuna inanıyor, bazen açıkça, bazenörtülü biçimde insanların düşüncelerini ve davranışlarını,kendi doğrulan doğrultusunda yönlendirmeye çalışıyor.)ikinci olarak, insan sadece şartlanarak eğitilebilecek bircanlı değildir. Çünkü davranışlarının arkasında karmaşıkve güçlü bir düşünce sistemi, bir bilişsel yapı vardır.İnsanın eğitilmesi, basit bir şartlamanın ürünü değil,düşünce yapılarının etkilenmesine dayanan karmaşık birsüreçtir. Bu yüzden bir psikolog hastasının davranışlarınaşekil vermek yerine onun düşüncelerini akılcı halegetirmeye çalışır. Benzeri şekilde bir öğretmen deöğrencilerinin tek tek davranışlarını değiştirmek yerine,onlara eleştirel bakış tarzı kazandırmaya çalışmalı,sistematik düşünmeyi öğretmelidir. Okullarda öğrencilerebilginin kavranması, uygulanması, analiz ve sentezedilmesi, değerlendirilmesi konusunda koçluk edilmeli,öğrencilerin spontanlıkları ve yaratıcılıklarıgeliştirilmelidir. Ancak burada, bunların tümünü ele

Page 131: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

almak yerine, çocukların/insanların eğitilmelerinde"iltifat" kavramından yola çıkarak küçük bir noktayadeğineceğim.

Çocuklarımızın belirli davranışları kazanmalarım, örneğinodalarını toplamalarını, okulda başarılı olmalarını isteriz.Ceza vererek bunları sağlamaya çalışmak, işe yaramayanbir yoldur. Çocuk hedefe ulaştığında ona büyük bir ödülvermek de, en azından her zaman işe yaramaz. Çocuğun,asıl amaca yönelik küçük davranışlarını, belirli aralarlaödüllendirmek en işlevsel yoldur. Örneğin, tamamen derlitoplu olunca onu ödüllendirmek yerine, küçük bir tertiplidavranışını, sözgelişi paltosunu askıya asmasını samimibir takdirle karşılamak daha fazla işe yarayabilir. (Tabii buarada ana babanın kendisi de derli toplu olmalı ve çocuğunmodelden öğrenmesine katkıda bulunmalıdır.)

Bazı babalar, çocukları, özellikle oğulları için "Benimistediğim gibi değil. İstediğim gibi olsun, canımı alsın.İstediğim gibi olmadı; bana böyle evlat gerekmiyor"diyorlar. Bu tavır doğru mu?

Çocuğa rehberlik etmeden, onu istediğimiz

kalıba sokmamız pek mümkün değildir.

Çocuklarının birden bire belirli bir davranış düzeyine,belirli bir kaliteye ulaşmasını bekleyen babaların durumu,acemi araştırmacılara benziyor:

Labirentteki faresi için şunları söyleyen acemi biraraştırmacı düşünelim: "Kendi kendine bulsun çıkışı. Eğerçıkışı bulursa ona çuvalla şeker vereceğim. Bulamazsa dabana böyle fare gerekmiyor. "

Page 132: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Galiba bazılarımız, bu acemi araştırmacı gibidüşünüyoruz. Bu tavrımızla çocuklarımıza çıkış yolunubulduramayız. Eğer yaşam labirentleri içindekaybolmalarını istemiyorsak, onları tek başlarınabırakmamalıyız, örnek/model olmalı, onlarla iletişimkurmalıyız, küçük doğrularını ödüllendiren, onlara güzelgeribildirimler veren yetişkinler olmalı, rehberliketmeliyiz. Yerine göre ne yapacaklarını göstererek, küçüködüller vererek, yerine göre onları doğrudanyönlendirmeden, Sokrat tarzı sorular sorarak,deneyimlerimizi paylaşarak ufuklarını açmalı, yollarınıaydınlatmalıyız. Onların yanında, yüksek sesle sistematikve eleştirel düşünmeliyiz. (Tabii bunları önce bizbilmeliyiz.)

Eğer çocuklarımızın yaşam labirentleri içinde

kaybolmalarını istemiyorsak,

onları tek başlarına bırakmamalı,

onlara örnek/model olmalı,

onlarla iletişim kurmalıyız.

Çocuklarımızı labirentlerden çıkarmak veya labirentlerehiç girmemeleri için, onların düşünme ve davranmatarzlarına şekil vermek mümkündür. Bunu yaparkenkullanabileceğimiz yollardan birisi de küçük doğrularınaödül vermektir. Ancak şunu da önemle hatırlatmakgerekir: Çocukları dışarıdan gelecek ödüllere bağımlıkılmak da sağlıklı değildir. Çocuk küçükken dış kaynaklıödüller gerekli olabilir. Ancak yaşı büyüdükçe dışkaynaklı ödüllerin yerini iç kaynaklı olanların almasındayarar vardır. Örneğin okuyup yeni bir şey öğrendiği, bir

Page 133: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

arkadaşına veya sokaktaki sakat bir hayvana yardım ettiğizaman, kendinden hoşnut olmalı, bir anlamda kendikendine "aferin" diyebilmelidir. Vicdan gelişimi bu yollaolur.

Maslow'un Türkçe'si

Psikolojide Maslow'un İhtiyaçlar Hiyerarşisi adı verilenbir yapı var. Buna göre bireyin ihtiyaçları hiyerarşik biryapı oluşturur, sırayla giderilmesi gerekir. Eğer,kişinin/çalışanın maddi ihtiyaçlarını karşılar, kendinigüvende hissetmesine yardımcı olursanız, çevresindensaygı-sevgi görmesini, mensup olduğu gruba kendisini aithissetmesini sağlarsanız, bu kişi kendini gerçekleştirmeyehazır demektir, kendisini gerçekleştirebilir, gelişmiş birinsan olabilir. Bu görüşü, yani Maslow'un İhtiyaçlarHiyerarşisi'ni acaba şöyle özetleyebilir miyiz?Kişiye/çalışana maddi--manevi iltifat ederseniz, o kişikendisine ve dünyaya iltifata hazır hale gelir.

Page 134: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

15CEZA, ÖDÜL,

GERİBİLDİRİM,YAPTIRIM

Ceza ve ödül, canlının belirli bir davranışı yapmasınısağlamak için bir insan tarafından kasıtlı olarak verilenuyarıcılardır. Geribildirim ve yaptırım (müeyyide) ise birdavranışın doğal sonucudur; davranışın neye yol açtığı,hedefe ne kadar yaklaştığı konusunda ortaya çıkanbilgidir. İstenen düğmeye basınca hayvanın yiyecekalması veya çocuğun istenen bir davranışı yapınca aferinalması ödüldür. Hayvana veya bir insana istenmeyen birdavranış yaptıktan sonra bir itici uyarıcı yöneltirsek, bu daceza olur. Bilgisayar başında bir tuşa dokunduktan sonraekranda bir şekil ortaya çıkması geribildirimdir; bir ayınınağaç kabuğunu kurcaladığında bal bulması geribildirimdir;öğrenciye verilen sınav sonuçları geribildirimdir.Geribildirimler olumlu veya olumsuz -eğer bir insanelinden çıkıyorsa ödül veya ceza- olabilir. Geribildirim,doğada veya toplumda ortaya çıkabilir, kasıtlı olabilirveya olmayabilir. Yaptırım ise geribildirimin özel birhalidir. "Yaptırım" dendiğinde, toplum kurallarınıgözetmeye yö-nelik kasıtlı geribildirimler kastedilir.Doğada yaban arılarını rahatsız ettiğinizde arıların sizi

Page 135: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

sokması, daha çok bir geribildirimdir. Trafik kurallarınıihlâl ettiğinizde polisin ceza yazması da bir geribildirim,ama aynı zamanda bir yaptırımdır.

Geribildirimde adeta yapılan bir işin sonucu hakkındabilgi verilir. Yaptırımda ise "yapmazsan yaptırırım"mantığı vardır. (Yaptırımların hepsi değilse de bir kısmıcezadır.)

Ceza Tuhaftır, Komiktir

Ceza doğal değildir, tuhaftır, komiktir. Bakınız niçin:

Geribildirim, yaptırım, bir davranış sonucunda ortayaçıkan doğal durumdur. Ceza doğal değildir. Çünkü doğadaceza veya ödül yoktur, geribildirimler, yani davranışınızsonucunda ortaya çıkan doğal durumlar vardır. Örnek:Doğada, elinize bir çubuk alıp yaban arılarını rahatsızederseniz, bu davranışınızın doğal sonucu şudur: Arılarsizi sokar. Arılar sizi cezalandırmak için sokmazlar;davranışınızın doğal sonucu sokulmaktır. Eğer siz arılarırahatsız ettiğiniz için bir fil gelip sırtınıza hortumuylavursaydı, bu ceza olurdu. Çok şükür doğada böyletuhaflıklar yoktur.

Eğer ormanda yanlış mantarı yerseniz, bunun doğalsonucu (geribildirimi) şudur: Hekimler midenize hortumsokup yıkarlar. Bunu size ceza olsun diye yapmazlar.

Yanlış mantar yemenin doğal sonucu, midenizinyıkanmasıdır. Eğer siz yanlış mantar yediğiniz için yabanatları size çifte atsaydı, bu ceza olurdu.

Trafikte ceza işe yaramıyor. İstediğiniz kadar para cezasıverin, insanlar bir yolunu bulup kurtulmayı beceriyorlar;

Page 136: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

kurtulmak için yöntemler geliştiriyorlar. Örneğin, şoförlerarası dayanışma (!) sergiliyorlar, radarı gören, diğerşoförleri uyarmak için sevabına (!) selektör yapıyor.

Trafik cezası işe yaramıyor. En azından parası olan içincaydırıcı değil. Bir de ehliyetin belirli bir süre alınmasıvar. Birkaç defa radara yakalanırsanız ve alkollü araçkullanırsanız ehliyetiniz alınıyor. Ehliyete el konması,kısmen ceza sayılabilir, ama bence daha çok bir yaptırım(müeyyide). Çünkü temelde insanların korunması amacınayönelik; ehliyet, alkollü sürücüyü ve başkalarını korumakamacıyla alınıyor.

Şimdi eğer alkollü yakalanan sürücüye polis, bir öğünyemek yememe cezası verseydi, çok tuhaf olurdu. (BazıBatılı filmlerde çocuklara yemek yememe cezasıverildiğini sıklıkla görebilirsiniz. Örneğin bir anne "Sanatatlı yok, çabuk odana çık" der.)

Ceza tuhaftır, çünkü yapılan davranış ile ceza arasındadoğrudan bir ilişki yoktur. Çocuğun sofrada gürültüyapması ile ceza alıp tatlı yememesi arasında doğrudan birilişki yoktur. Gürültü yapan çocuğa yemek yememe cezasıvermek yerine mola uygulanabilir. (Mola kavramını birsonraki bölümde ele alacağız.)

Çocuk yemek yemiyor, bağırıyoruz (cezadır bu), Kalemleduvarı çiziyor, bağırıyoruz. Suyla oynayıp üstünüıslatıyor, bağırıyoruz. Yemek yemiyor, bağırıyoruz.Tuhaflığı görüyor musunuz? Çocuğun davranış repertuarızengin, bizimki ise bir tane: Hep aynı davranışısergiliyoruz; bağırıyoruz ya da vuruyoruz.

Cezanın Güçsüzlüğü

Page 137: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Çocuk yemek yemiyorsa, biraz beklemek, uyarmak, dahasonra da sofrayı toplamak uygun olur. Bir sonraki öğünekadar sofra kurulmaz. Bu bir ceza değildir, işin doğasıgereğidir; bu bir geribildirimdir, yaptırımdır. Biz, önceyemedi diye çocuğa bağırıyoruz, daha sonra da iki öğünarasında istediği anda sofrayı kuruveriyoruz. Butavrımızda bir tutarsızlık vardır.

Çocuk eğer kalemle duvarı çizerse, bunun yaptırımıduvarı silmesi veya çizmemeyi öğrenene kadar kalemsizkalmasıdır. Eğer çocuk suyla oynarsa bunun yaptırımııslanmaktır.

Ahşap, toprak kap, yünlü, pamuklu gibi doğalmalzemelerin yanı sıra plastikler, sentetikler, doğalolmayan malzemeler var. Doğal olmayan eşyalar işimizeyarıyor. Ama sonuçta gönlümüz doğaldan yana. Doğa,doğal olmayan malzemeyi, örneğin plastiği kolay kolayhazmedemiyor. Bana öyle geliyor ki, insana geribildirimverilmesi, yaptırım uygulanması doğal, insanın doğasınauygun bir şey. Ceza ise insan doğasına aykırı bir şeydir.Plastiği hazmedemeyen doğa gibi, insan da cezayı kolaykolay hazmedemiyor, içine sindiremiyor.

Ceza, doğaya, insanın doğasına uygun değildir.

Plastiği hazmedemeyen doğa gibi,

insan da cezayı kolay kolay hazmedemiyor.

Oysa yaptırımlar doğaldır, doğamıza uygundur;

sindirilebilir.

Ceza/eleştiri, bir davranışı yapmamayı öğretir, örneğinceza okul fobisi oluşturabilir. Ancak karmaşık

Page 138: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

davranışları, eleştirel düşünmeyi, hayata olumlu bakmayı,insan sevgisini veya matematiği ceza ile öğretemeyiz.Ceza, korku yaratabilir, geriletebilir, ama geliştirmez. İştebu yüzden ceza güçsüzdür.

Güçsüzler, konuşmak yerine ceza vermeyi tercih ederler.Ama ne ilginç ki cezaları da kendileri gibi güçsüzdür.

Çocuğa Dayak Ahlak Dışı mı?

Maalesef evet. Çünkü, "Çocuğun iyiliği için" diyemantığa büründürsek bile, bir yetişkinin bir çocuğudövmesi demek, güçlünün zayıfı dövmesi demektir.Güçlünün zayıfı dövmesi ise genelde istenmeyen birşeydir, ahlaki bakımdan kabul edilmez. Güçlünün zayıfafiziksel güç uygulaması, toplumlarda göre geldiğimiz birşey. Doğada bu durum doğaldır; güçlünün zayıfı ezmesi,yemesi ahlak dışı değildir. Çünkü doğada "ahlak" kavramıyoktur. Neokortekse, dile, dilin refakat ettiği bilince sahipinsan, ahlak anlayışına da sahiptir. Ve insanlar içingüçlünün zayıfı ezmesi, işlevsel olabilir, ancak ahlakideğildir.

Güçlünün zayıfı ezmesi doğada doğaldır.

Ancak bu durum,

insanlar arasında doğal değildir,

anlak dışıdır.

Bir baba düşünün: Gün boyu ev dışında bir çok kişiyesinirleniyor; ama kendini tutuyor. Gittiği resmi dairedekikadın memura sinirleniyor, içinden bir tokat atmakgeçiyor belki ama asla böyle bir şey yapmıyor. So-kakta,

Page 139: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

işyerinde insanlara kızıyor, içinden vurmak geçiyor amavurmuyor. Niçin vurmuyor? Çünkü sağa sola birer tokatatarsa çok masraflı olur, karşılık verirler, mahkemeyedüşer.

Aynı baba evine geliyor ve on yaşındaki oğlu canınısıkıyor, o da kalkıp bir tokat atıyor. Niçin? Çünkü oğlunatokat atması masrafsızdır; babaya pahalıya mal olmaz.Çocuk karşılık veremez, mahkemeye veremez. Evde biriçocuğu dövmenin maliyeti yoktur. İşte bu yüzdençocuklarımızı dövmek ahlak dışıdır. Adamına göredavranıyoruz; karşımızdaki adam güçlüyse, arkası sağlamise öfkemizi kontrol ediyor, saygılı davranıyoruz. Eğerkarşımızda küçük bir adam, küçük bir hanım varsa,gücümüzü kullanıp onu eziyoruz. Bu tavır ahlak dışıdır.

Yaptığı sporun felsefesini kavramış bir tekvandocu birboksör sokakta dövüşmez; üzerine gelirlerse, kendinikorumadan önce uyarır. Böyle davranan bir sporcu,güçlünün zayıfı ezmesinin ahlakdışı olduğununfarkındadır.

Sokakta güçlünün zayıfı, evde ana babanın çocuğu veyaerkeğin karısını dövmesi ahlaki değildir. İşyerinde amirin,bana gücü yetmez rahatlığı içinde memura hakaret etmesiahlaki değildir.

Ceza ve Ödül Yerine Geribildirim

Eğitim psikolojisi alanında, farklı uzman görüşlerindenkaynaklanan çeşitli modalar yaşandı bugüne kadar.Örneğin, İkinci Dünya Savaşı'nda otorite altında insanlarınumulmadık saldırganlıklar sergilediklerini gözlemleyenuzmanlar, savaşı izleyen yıllarda, otoriteden uzak,

Page 140: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

tamamen serbest çocuklar yetiştirilmesini önerdiler.Ancak görüldü ki, "sıfır otorite" çocuk eğitiminde yararlıolmuyor. Çocukların ifadelerinden de anlaşılıyordu ki,çocuklar, ana babalarının baskıcı olmayan rehberliklerineihtiyaç duyuyorlardı. Neyi yapıp neyi yapamayacaklarınınkendilerine söylenmesini, ancak bu konuda ısrarcı ve katıdavranılmamasını istiyorlardı.

Yine bir dönem, çocukların ödül ve ceza ile eğitilmesigerektiği -bu aslında tarihin başından beri yaygın birgörüştü- önerildi. Daha sonra uzmanlar çocuklarınyalnızca ödülle eğitilebileceğini ileri sürdüler. Cezayakarşı bir tavır sergilendi. Son zamanlarda ise "Ne cezaolmalı ne ödül; yalnızca geribildirimle çocukyetiştirilebilir" görüşü yaygınlaştı. Öfkeli çocuklara molauygulaması, bu görüşün bir uzantısı oldu.

Günümüzdeki yaygın görüş, ödüle ve cezayabaşvurmadan, yalnızca geribildirimle çocuklarıneğitilebilecekleri yolunda.

Geribildirim nedir? Bir davranışın sonucu hakkındaçevreden edinilen bilgiye "geribildirim" adı verilir.(Yukarıda da belirtildiği üzere, bazı geribildirimleryaptırım niteliği de taşıyabilir.) Bu bilgiyi, yanigeribildirimi, çocuk bazen kendi kendine edinir,davranışının sonucunu kendi kendine değerlendirir.Örneğin odasını topladığında, bu durumun kendinekolaylık sağladığını fark eder. Kendi kendine aldığı bu türgeribildirimler çocuğun bağımsız, kendine güvenliolmasını kolaylaştırır.

Bazen de çocuğa geribildirimleri çevresi verir. Çocuğunuzodasını topladığında ona "aferin" derseniz, bu ifade içindeyoğun olarak ödül bulunan bir geribildirim sayılır.

Page 141: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Aşağıda tartışılacağı üzere, yerinde kullanılmayan ödülünbirtakım sakıncaları vardır. Eğer odasını topla yan çocuklabu davranışının ne işe yaradığını konuşursanız, örneğinona, "Artık aradığın kitabı kolayca buluyorsun, bu yüzdende sabahları çantanı rahat hazırlıyorsun, okula geçkalmayacaksın" derseniz, ona geribildirimi vermişolursunuz. Verilen bu geribildirim aynı zamanda bir ödülde içerir. Aslında her geribildirim, aynı zamanda bir ödülveya eleştiri içerir. Ancak her ödülün içinde, bu ödülünniçin verildiğine dair açık bir bilgi, yani geribildirimbulunmayabilir. Burada şunu belirtmek isterim: Ödülcezadan, geribildirim ise ödülden üstündür. Ödül ilegeribildirim arasında, geribildirimin lehine küçük birfarklılık bulunabilir. Ancak bu farklılık uygulamadaönemli farklar yaratabilir.

Ödül--ceza--geribildirim üçlüsünde benim tercihim,çocuklara "sıfır ceza, az ödül, bol geribildirim" vermektir.

Ödülün Sakıncaları

Çocuklarımıza ödül verelim, ancak ödül verirken şunlarıbilmekte yarar var:

1. Çocuğa küçükken, bazı şeyleri öğretirken, örneğintuvalet alışkanlığını kazandırırken aferin gibi, şeker gibidış ödüller verilebilir. Ancak çocuğun yaşı büyüdükçe, dışödüllerin yerini iç ödüller almalıdır; çocuk kendidavranışlarının sonucunu değerlendirebilmen, bazı şeyleribaşardığında kendisiyle gurur duymalıdır.

2. Ödül, çocuğu, ödül verene bağımlı kılabilir. Çocukkendisi istediği için veya gerekli olduğu için değil, birileriödül verdiği için bazı şeyleri yapmaya yönelebilir.

Page 142: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Bağımlı kılıcı özellikleriyle dış kaynaklı ödüller, vicdangelişimini ve bireyselleşmeyi engelleyebilir.

3. "Sınıfı geçersen sana şunu alırım" şeklindeki haberliödüller, bir tür rüşvet sayılabilir. Rüşvete alışan birelemanın, rüşvet olmadığında işini aksatması gibi, ödülealışan çocuklar da, ödül olmadığında istenen davranışlarısergilemeyebilirler.

4. Her ödül, her aferin, aynı zamanda bir eleştiri de içerir."Bugün çok şıksın" mesajının altında, dünkü kıyafeteilişkin bir eleştiri de bulunmaktadır. Bazen uzun saçlı birgenç erkek saçını kestirir, komşu teyzeler, "Aman pekefendi oldun" derler. Burada da saçını kestirmeden önceefendi olmadığı görüşü örtük şekilde dile getirilmektedir.

5. Okullarda, işyerlerinde ödül, kişilerin motivasyonunuartırabilir; ancak dikkatli verilmezse bazı ödüllerküskünler de yaratabilir. Özellikle okullarda, kimi öğrencikurdeleyi erken hak eder, bir diğeri nice sonra okumayaçıkar. Kurdeleyi geç takan öğrencinin bu durumdan zarargörmesini önlemek için öğretmenin birtakım telafi ediciönlemler alması gerekecektir. Hem okumaya erken çıkanımağdur etmeyecek hem geç çıkanı mahzun etmeyecekönlemler gereklidir.

Kurumlarda ödül verilirken,

hem ödülü hak edenler mağdur edilmemeli,

hem de ödül alamayanlar mahzun edilmemelidir.

6. Ödül karşılığında istenen davranışları sergileyen birçocuk, ödüle doyduğunda veya ödülü kendi gayretiyleelde ettiğinde* sizi dinlemeyecek, isteneni yapmayacaktır.

Page 143: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Çünkü ödül, bizi, yaptığımız işin doğruluğuna değil, kârlıolduğuna inandırır.

Ödül, bizi, yaptığımız işin doğru olduğuna değil,

kârlı olduğuna inandırır.

Geribildirim ise bize doğru yolda

olduğumuzu gösterir.

Çocuklarımıza, birbirimize ödül verelim, ancak dikkatliolalım.

Bu bölümde iletilen görüşlerin uygulaması sayılabilecekbir romandan, Küçük Ağaç'ın Eğitimi'nden söz et-mekistiyorum.

Page 144: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

16KÜÇÜK AĞACIN

EĞİTİMİKüçük Ağacın Eğitimi adlı romanda, bir Kızılderili dede,Küçük Ağaç isimli torununu eğitmektedir. Daha doğrusu,torununun gelişmesinde ona rehberlik/koçluk etmektedir.Yazar romanda, belki Kızılderili aileleri gözleyip aynenyansıtmış, belki de eğitim psikolojisi alanında edindiğibilgilerden yola çıkarak olayı kurgulamış. Hangisi,bilmiyorum. Ancak romanda sergilenen aile--içi iletişimbiçimi etkileyici.

Küçük Ağaç'ın dedesi, torununa hiç ceza vermemektedir;ödül de vermemektedir. Zaman zaman geribildirimlervererek, davranışlarının ne işe yaradığı konusundarehberlik etmektedir. Küçük Ağaç ise pozitifgeribildirimler aldıkça kendisiyle gurur duymaktadır.(Dede burada, kendisine güvenen yetişkin tavırlı bir insanyetiştirmektedir.*)

Dede, mısırı kazanda, belirli yöntemlerle kaynatarak viskiyapmaktadır. Bir gün Küçük Ağaç, kaynatma işlemibittiğinde dedesine "Kazanı ben temizleyebilir miyim?"diye sorar. Dedesi de "olur" der.

Page 145: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Küçük Ağaç, uzun süre uğraşıp kazanı temizler. Dedesigelip bakar, "aferin" demez; çünkü aferin ödüldür. Dede"Küçük Ağaç, sen kazanı çok iyi temizlemişsin, bulaşıkkalmamış, yarın viskimiz kötü kokmayacak. Ayrıca, bizezaman kazandırdın; kasabaya daha çabuk gidip geleceğiz"der. Burada dede geribildirim vermiştir. Küçük Ağaç,ailesine katkıda bulunduğu için kendisiyle gurur duyar.

Dede, verdiği geribildirimlerle, torununun davranışlarınınne işe yaradığını fark etmesine katkıda bulunmuştur.Küçük Ağaç davranışlarının ne işe yaradığını kendikendine fark etse, iç kaynaklı geribildirim alsa, belki dahaiyi olurdu. Ama henüz küçüktür ve bir büyüğünrehberliğine ihtiyacı vardır. Dede, Küçük Ağaç'ageribildirim vererek, neyi iyi yaptığını fark etmesikonusunda ona rehberlik etmiştir. (Neyin "iyi" olduğugörecelidir. Ancak insanların, göreceli olanları öğrenmeyede ihtiyaçları vardır. Üstelik dedenin yukarıda kazankonusunda verdiği mesajlar, göreceli olmaktan çok, yere,zamana göre pek fazla değişmeyecek bilgileriiçermektedir.)

* Yetişkin tavrının ne olduğu konusunda, Dökmen'in "İletişim Çatışmaları veEmpati" adlı kitabına bakılabilir; Sistem Yayıncılık, 2004

Eğer Küçük Ağaç kazanı iyi temizlemeseydi, dedesibüyük ihtimalle onu azarlamayacaktı. O zamangeribildirimi bir ihtimal şöyle verecekti: "Küçük Ağaç,şurası kirli kalmış, bu yüzden yarın viskimiz kötükokabilir."

Önceki bölümde, insanların, hayvanların davranışlarınıceza vererek şekillendirmenin, sınırlı bir etkiye sahipolduğunu, fazlaca işlevsel olmadığını belirttik. (Ceza,yapmamayı, korkmayı, fobi edinmeyi kolaylaştırıyordu;

Page 146: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

karmaşık şeyleri ceza ile öğretmek kolay değildi.)Özellikle insanların düşüncelerini ve bunun bir uzantısıolarak davranışlarını şekillendirmek istiyorsak, onlarakabul edici iletişim ortamları sağlamalı, uygungeribildirimler vermeli ve özellikle iltifat/ödülyöneltmeliyiz. "İnsanların düşüncelerini şekillendirmeyehakkımız var mı?" sorusu ayrı bir konu. Hakkımız varveya yok, pek çoğumuz, özellikle ana babalar veöğretmenler bunu yapıyoruz. Toplumsal değerlerdoğrultusunda galiba, aşırıya kaçmadan yapmak dazorundayız. (Eğer "Ben toplumun değerlerinin ödüllerlekişilere benimsetilmesine karşıyım" derseniz, bu da başkabir değerdir, toplumun üyelerinden birisi olan siz, kendideğerinizi ortaya koymuş olursunuz.)

Madem eninde sonunda, şu ya da bu değeri öne çıkarıpçocuklarımızın düşüncelerini ve davranışlarınışekillendirmeye çalışıyoruz, o halde bu işi usulüne uygunyapalım. Madem eninde sonunda, doğru veya yanlışinsanları yönlendireceğiz, bari onlara acı vermeden,cezalar vermeden yapalım. Ceza yerine geribildirimlerverelim, ödüller verelim, iltifatlar edelim. Yalnızca kendiisteklerimiz doğrultusunda onları şekillendirmek içindeğil, insan oldukları için iltifat edelim. Çağdaş,demokratik değerlere uygun davranabilmeleri için iltifatedelim. Bazen, yerine göre, Küçük Ağaç'ın dedesi gibiyeni yollar deneyelim. Romandan bir olay:

Dede bir gün yaban hindisi avına gideceğini söyler. KüçükAğaç da heveslenir, katılmak ister. Dede"Geleneklerimize göre, bir erkek hindi avına gideceğizaman, güneş doğmadan kendi kendine uyanmalıdır. Onukimse uyandırmaz. Eğer kendi kendine uyanabilirsengelirsin" der.

Page 147: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Küçük Ağaç o güne kadar hiç, güneş doğmadan kendikendine uyanmamıştır. Ava gidemeyeceğini düşünerekumutsuz bir şekilde yatar. Ancak o gecenin sabahındadede, barakada gürültü yapmaya başlar. Sağa sola vurur,çarpar, gürültüyle öksürür. Küçük Ağaç gürültüdenuyanır. Henüz güneş doğmamıştır. Hemen giyinip avluyaçıkar. Dedesi şöyle bir bakıp "A kalktın mı?" der. KüçükAğaç kendisiyle gurur duyarak "Evet" der. Birlikte avagiderler.

Burada ne olmuştur? Şu galiba: Dede pas vermiştir,Küçük Ağaç ise gol atmıştır. Burada iyi bir ekip/takımvardır.

Kazanı temizleme konusunda Küçük Ağaç topu ken-disiele geçirip gol attı diye düşünebiliriz. Ama hindi avıkonusunda topu kendisi ele geçirememiştir; dedesi ona pasvermiştir. Küçük Ağaç da bu pası değerlendirerek golatmıştır.

Şimdi sevgili ana babalara sormak isterim: Gerektiğindeçocuklarınıza pas veriyor musunuz? Yoksa, sabırsızlıkederek topu ayağınıza geçirip onlar adına gol mü atmayaçalışıyorsunuz? Eğer ödevlerini/projelerini sizyapıyorsanız, onlar adına gol atmaya çalışıyorsunuzdemektir. Yok, eğer ödevlerine kaynak bulmada yardımcıoluyor, neyin nasıl yapılacağı konusunda onlarla birliktesesli düşünerek olayı sorgulamalarınarehberlik/katalizörlük ediyorsanız, onlara pas veriyorsunuzdemektir.

Çocuklarımız kendileri gol attıklarında, kendilerinegüvenleri artar, benlik saygıları yükselir, becerigeliştirirler, bağımsız olmayı öğrenirler. Onlara destekolmak, rehberlik etmek yerine, bir şeyleri onlar adına

Page 148: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

planladığımızda, onlar adına kararlar aldığımızda,kendilerine güvenmeyen, kendi ayakları üzerindeduramayan, hayat boyu sürekli birilerinin desteğineihtiyaç duyacak bir insan yetiştirmeye başladık demektir.

Zaman zaman bazı okullarda (daha çok ilköğretimde) bazıvelilerin öğretmenlerin yüzüne karşı şöyle söylediğiniduymuşumdur: "Hocam hep söylüyorum, matematik, fen,ingilizce senin temel derslerin diyorum. Sen onlara çalış,öteki derslerin ödevlerini getir, ben yapayım diyorum. "Bu tavır yanlıştır; birkaç açıdan yanlıştır, haksızlıktır; hemöteki derslere karşı haksızlıktır hem de çocuğa karşıhaksızlıktır. Çocuğa haksızlıktır, çünkü çocuk, eğer iyiokutulursa tüm derslerde yaşamı boyunca kullanabileceğitemel beceriler kazanabilir. İlerde bir gün yönetici olacakbir çocuk, beden eğitimi dersinde ekip olmayı, resimdersinde organize etmeyi, müzik dersinde uyumsağlamayı öğrenebilir. Velinin bu tavrı, çocuğa olduğukadar resme, müziğe, beden eğitimine, kompozisyona dahaksızlıktır. Çünkü eğer bu derslere de iltifat etmezsek,sanata, spora ve topluma da haksızlık etmiş oluruz.Marifet iltifata tâbidir.

Page 149: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

17MOLA: TAMAMENDURMAMAK İÇİN

DURMAKGenel anlamıyla mola, bir yolculuk sırasında dinlenmekiçin yolculuğa ara vermek demektir. Yolculuklarda,özellikle kara yolculuklarında mola vermek gerektiğinibiliriz de, yaşam yolculuğu sırasında da bazen molavermek gerektiği pek çoğumuzun aklına gelmez. (Karayolcuğu sırasında mola vermek gerektiğini herkesinbildiğinden emin değilim; nice sürücü, bir günde dokuzsaatten, aralıksız olarak ise beş saatten fazla arabamakullanmama kuralını bilmiyor; nicesi de direksiyonunbaşından uzun süre kalkmamayı yiğitlik sayıyor.)

Evet, yaşam yolculuğu sırasında, yerinde ve zamanındamola vermek, yaşamımızın kalitesini ve süresiniartırabilir. Molasız çalışmak, bir gün tamamen durmaya,en azından tükenmişliğe (burnout sendromuna) yolaçabilir. Bu yüzden, tamamen durmamak için arada, kısaya da uzun molalar vermekte yarar vardır. İşkolikolduğumuz zaman mola, zaman kaybı gibi gelebilir.

Page 150: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Ancak işlevsel bir yaşamda, yerinde kullanılan molalar,kısa vadede zaman kaybı gibi gözükse de, uzun vadedekazanç getirir. Bu yüzden bir gün tamamen durmamakiçin, küçük durmaların gerekli olduğunu unutmamakgerekir. Mola küçük bir şeydir; ancak büyük şeyleri, bazenbütün bir hayatı kurtarabilir.

Yukarıdaki üç bölümde, ceza-ödül-geribildirim-yaptınmdörtlüsünü ele aldık, doğada ödül ve ceza bulunmadığını,geribildirimler bulunduğunu, "yaptırım (müeyyide)"denen şeyin ise, geribildirimi bir adım ileri götüren insanaözgü bir tür geribildirim olduğunu belirttik. Mola bir türyaptırımdır.

Mola iki ana konuda verilebilir: Bunlardan birisi, zihinselveya bedensel yorgunluk olduğunda, dinlenme amaçlımola vermektir, diğeri ise öfke kontrolü amacıyla molavermektir. Bu bölümde, öfke kontrolü amacıyla verilenmolalardan, özellikle çocuklara verilen molalardan sözetmek istiyoruz.

Genel Öfke Kontrolünde Mola

Mola, tarihin eski çağlarından beri, farklı adlarla da olsa,öfke kontrolünde kullanılan bir yaptırım şekli. Buanlamda mola, öfke duygusu ile öfkeli davranış arasınabelli bir mesafe koymak demektir. Çeşitli tarzlardauygulanır. Örneğin kültürümüzde "La havle... " diyebaşlanıp yedi--sekiz saniyelik bir la-havle çekilir.Şimdilerde öfkelenenlere yirmiye kadar saymalarıöğütleniyor. Bazı sporlarda, örneğin buz hokeyindehırçınlaşan oyuncuları belirli bir süre için saha dışınaalıyorlar. Bunlar, kişilerin kendi kendilerine verdikleriveya dışarıdan verdirilen molalardır.

Page 151: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Kötü giden evliliklerde, boşanmaya yönelmeden önceçiftin evliliğe mola vermesi önerilebilir. Bu geçici ayrılıkdönemi bazen, kadının ve erkeğin sakinleşmesine,evliliklerinin artılarına ve eksilerine sakin bir gözlebakabilmelerine yol açar. Boşanmak üzereyken molaveren, birkaç aylık ayrılık döneminden sonra evliliklerinibaşarıyla yürütmeyi beceren çiftler vardır. Soluklanmagenellikle işe yarar.

Çocuklara Mola

Batı ülkelerinde mola çocuklara yaygın olarakuygulanıyor. Ülkemizde, okullarımızda molanınuygulanması konusunda lehte, aleyhte görüşler var.(Molanın uygulanıp uygulanmaması, uygulanacaksa nasıluygulanacağı konusunda, geneldeki tartışmaların yanısıra, bir okuldaki öğretmenlerin, o okula özgü yapıyı dadikkate alarak karar almalarında yarar var.)

Mola kısaca şu: Hırçınlaşan, öfkeli davranışlar sergileyençocuklar veya gençler, bir süreliğine ortamın dışınaçıkarılır. Örneğin salonda hırçınlık yapıyorsa bir başkaodaya gönderilir. Sınıfta saldırganca davranıştabulunuyorsa, okulun bu iş için ayrılmış bir odasınagönderilir. Bu odalarda sakinleştikten sonra eski ortamadönerler.

Sınıfta öğretmenin, yaramazlık eden öğrenciye "Git, katmuavinini gör" demesi mola sayılmaz. Bu tür sözler, olsaolsa ceza--tehdit karışımı bir şey sayılmalıdır.

Çocuklara mola uygularken dikkatli olmak gerekir.

Burada molayı bütün yönleriyle ele almayacağız. Yalnızcaiki noktayı vurgulamak istiyorum: Mola, sadece öfkeli

Page 152: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

davranışlar sergileyen, disiplini bozan çocuklarauygulanmalıdır. İstediğimiz şeyleri yapmayan çocuklarınmolaya gönderilmesi yanlıştır. Yemek yemedi, ödevyapmadı diye çocuğu molaya gönderirsek, mola değil,hapis cezası olur bu.

Mola konusunda dikkat edilmesi gereken diğer nokta,çocuğun mola için gittiği yerin, geldiği yerden, belirginşekilde daha çekici olmamasıdır. Mola yeri, ne fazla renklibir ortam ne de hapishane benzeri bir tecrit odasıolmalıdır. Mola yeri, yalnızca sakinleşmek için kısa süredurulan bir ortam olmalıdır.

Ailemizde Bir Mola Uygulaması

Aileme ait bir anıyı okuyucularımla paylaşmak istiyorum.(Paylaşabilmek için ev halkından izin aldım.)

Küçük kızımız dört--beş yaşlarındaydı; zaman zaman,özellikle de sofrada hırçınlık ediyordu. Eşimmeslektaşımdır; kitaplardan okuduk, değerli bir çocukpsikologu arkadaşımıza danıştık, mola uygulamaya kararverdik. Birkaç defa hırçınlık yaptığında, olayı kendisineaçıklayarak odasına gitmesini söyledik.

Mola uygularken kitaplarda yazmayan bir şey ekledik.Birlikte yemek yerken onu molaya göndereceğimiz zaman"Odana git, sakinleş, gel; sen gelene kadar biz diğeryemeğe geçmeyeceğiz, seni bekleyeceğiz" dedik.

Diğer yemeğe geçmememizin üç gerekçesi vardı:Birincisi, diğer yemeğe geçmeyip onu bekleyerek,kendisini yalnız hissetmemesini sağlamak, grubun/aileninbir parçası olduğunu hissettirmek istedik; ailede birinin birsıkıntısı varsa, bunu herkes paylaşmalıydı, ikinci neden,

Page 153: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

sofradakilerin kendisini bekliyor olmaları, üzerinde birbaskı yaratsın ve bir an önce sakinleşsin düşüncesiydi,üçüncüsü ve belki de asıl neden, o olmadan yemeğinboğazımızdan geçmemesiydi.

Mola uygulaması iyi sonuç verdi. Kızımızın sofradaki-özellikle ablasıyla arasındaki- hırçın davranışları büyükölçüde azaldı. Ancak bir gün ilginç bir şey oldu. Birakşam sofrada yemek yerken ben sesimi yükselttim. (Benbu olayı, eşim sesini yükseltti diye hatırlıyorum; ancakeşim "Sen yanlış hatırlıyorsun, o sendin" diyor. Eşimdaima haklı olduğu ve belleği de benden güçlü olduğuiçin, olayın öznesinin ben olduğumu belirttim.) Neyse bensesimi yükselttim. Bir an küçük kızımın gözleri parladı ve"Baba çabuk odana git, sakinleş, öyle gel!" dedi.

O an, "Bu kural sizin için geçerli, büyükler için değil"demeyi düşündüm, ancak vazgeçtim. Daha sonra eşimlekonuşup mola uygulamasında değişiklik yaptık. Yenikuralımız şuydu: Sofrada sesini yükseltip gerginlikyaratan içeriye gidip sakinleştikten sonra dönecekti. Bukural, yani mola uygulaması çocukların yanı sıra bizbüyükler için de geçerliydi.

Sonra ne oldu? Yeni uygulamayı izleyen günlerde ailedekiherkes ayağını denk aldı; mola almamak için dikkatlidavrandık.

Page 154: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

18KADININ DEĞERİ,BAMSI BEYREK'İN

ŞEREFİKadın--Erkek Eşitliği

Pek çok konuda neyin küçük neyin büyük olduğu göreceli.Bu arada kadın ile erkeğin arasındaki farklılığın önemli miönemsiz mi olduğu da göreceli. Biyolojik açıdancinsiyetler arasında önemli farklılık -ama birbirinitamamlayan, yaşam için gerekli olan bir farklılık-bulunmaktadır. Ancak kadın ile erkek arasında, sosyalaçıdan, kişilik özellikleri, yaşamdaki roller açısından,abartıldığı kadar önemli, zorunlu bir farklılık yoktur. İkicinsiyet arasında farklılık varsa da, bu farklılık "farklılıkvar" dendiği için, zamanla yapay olarak ortaya çıkmışfarklılıklardır.

Kadın ile erkek arasındaki küçük biyolojik farklaryüzyıllar boyunca vurgulana vurgulana, sosyal açıdanbüyük farklılıklar ortaya çıktı. Aşağıdaki Bamsı Beyrekmasalını bu duruma örnek vereceğiz. Ancak daha önceşunu belirtmek istiyorum:

Page 155: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Erkek ile kadın arasında yapay olarak ortaya çıkarılmışfarklılıkların bir benzeri, galiba asil--halk ayırımında daortaya çıkıyor. Herhalde başlangıçta asillerle asilolmayanlar arasında küçük farklılıklar vardı.Lider/yönetici, eşitler arasında birinciydi, belki dekavgalarda bir adım önde dövüşüyordu. Sonra giderek farkaçıldı; küçük farklılıklar zamanla büyük farklılığadönüştü; asiller sınıfı çıktı ortaya, kastlar oluştu.

Asalet konusunda da, cinsiyetler arasında da, kendiniziinandırır, tarihsel süreci dikkate almazsanız, ciddifarklılıklar bulunduğunu ileri sürebilirsiniz. KanımcaBamsı Beyrek bu konuda güzel bir örnek.

Bamsı Beyrek Masalı

Dede Korkut masallarından Bamsı Beyrek özetle şöyle:Bamsı Beyrek ile Banıçiçek beşik kertmesidirler, ancakbirbirlerini tanımamaktadırlar. Ayrı ayrı avlanırlarkenyolları kesişir, aralarında anlaşmazlık çıkar. Güreşetutuşurlar. (Güreşleri düello niteliğindedir.)

Bamsı Beyrek'in kırk yiğidi, Banıçiçek'in kırk ince bellikızı güreşi seyretmektedir. Bamsı Beyrek çok uğraşır amagüreşi kazanamaz; ne yapsa Banıçiçek cevabınıvermektedir. Güçleri denktir.

Bamsı Beyrek kırk yiğidinin kendisini ayıplamasındankorkar, tutup Banıçiçek'in emceğini (göğsünü) sıkar. Budurumdan rahatsız olan Banıçiçek bir an duralayınca,Beyrek dalıp tuş eder onu.

Bamsı Beyrek güreşi kazanmıştır. Ama nasıl? Banıçiçek'ikadınlığıyla vurarak kazanmıştır. Beyrek bence, kadınıkadınlığıyla vurmuştur. Başlangıçta güçleri denkti. Beyrek

Page 156: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

küçük bir farklılıktan, rakibinin bir cinsel özelliğindenyararlanarak onu yendi. Aslında, Banıçiçek de erkeklereözgü bir özellikten yararlanıp belden aşağısına vursaydıBamsı Beyrek'i yenebilirdi. Ama ayıp olurdu, BamsıBeyrek de ayıp etmiştir.

Galiba Bamsı Beyrek'in bu tavrını, bilinçli veya bilinçsizolarak pek çoğumuz sürdürüyoruz. Beyrek ne yaptı?Kadını kadınlığıyla vurdu. Eğer bugün biz, sadece kadınolduğu gerekçesiyle bir elemanımızı yükseltmezsek ya dakreş açmak zorunda kalmamak için belirli sayınınüzerinde kadın işçi çalıştırmazsak, Beyrek gibi kadınlarıkadınlıklarıyla vurmuş oluruz.

Kültürümüzün müstesna öğelerinden birisi olan DedeKorkut masallarındaki tüm diğer mesajlar gibi, BamsıBeyrek masalında da derin, zengin ve ince bir mesajınverildiği kanısındayım. Kıssadan hisse:

Zekada veya güçte

kadınlarımızla başa baş olmaktan gocunmayalım; veKadınlarımızı kadınlıklarıyla vurmayalım.

Bamsı Beyrek ile Banıçiçek sonuçta evlenirler.

Masallarda veya gerçek yaşamda Bamsı Beyrekler,eşlerinin gücünden rahatsız olmamalı, eşlerinin gücünükendi şereflerini tehdit eden bir şey olarak görmemeliler.Dilerim bu gelecekte gerçekleşir. Ancak az sayıda da olsageçmişte bunu gerçekleştirenler oldu. Örneğin babam.

Annemin Değeri Babamın Şerefi

Babam, Birinci Dünya Savaşı yıllarında anasız babasız

Page 157: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

büyümüş bir çocukmuş. Üniversitede okuyamamış. Kendiimkânlarıyla sanat okulunu bitirip dökümcü olmuş.Hatırladığım kadarıyla kendine son derece güvenen birinsandı.

Babam, üniversite mezunu (İstanbul Edebiyat Fakültesimezunu) bir kızla, annemle evlendi. (Evlendiler.)Evliyken annem, babamın da desteğiyle HukukFakültesi'ni de bitirdi; yıllarca hem öğretmenlik hemavukatlık yaptı.

Sanat okulu mezunu bir erkek, iki fakülte mezunu birkadın. Şimdi beklenir ki bu erkek, bu durumdanrahatsızlık duysun, eşiyle yarışa kalksın. Babam bunu aslayapmadı. Karısına değer verdi. Yüzüne karşı veyaarkasından, onu hep övdü. Onunla gurur duydu. Bir anneveya baba, kendisinden daha tahsilli çocuğuyla nasıl gururduyarsa, babam da annemle öyle gurur duydu.

Ben bu yönden babama çektim. Eşimin güçlü bir kadınolmasıyla, bilgili olmasıyla, istatistiği benden daha iyibilmesiyle, yaşamda benden daha becerikli olmasıylagurur duydum. (Ondan iyi yaptığım şeylerden ötürü o

da benimle gurur duyuyor.) Yalnız eşimle değil, annemle,kayınvalidemle, İffet hocamla, Işık hocamla, Yıldızhocamla, Türk ve dünya tarihindeki, bilim ve sanattarihindeki güçlü kadınlarla, Nene Hatun'la, BayanCurie'yle, Halide Edip Hanımla gurur duydum.Tarihimizde güçlü kadınlar olması, erkeklerin şerefinehalel getirmez. Aile içinde de öyle.

Not: Eşim Doç. Dr. Zehra Yaşın Dökmen'in "ToplumsalCinsiyet: Sosyal Psikolojik Açıklamalar" adlı bir kitabıyayınlandı (2004, Sistem Yayıncılık). Konuyla

Page 158: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

ilgilenenlere önermek isterim.

Page 159: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

19SİNERJİ

Bir evlilikte çiftlerden birisi, eşinin değerinin, kendideğerine/şerefine zarar vermediğini düşünürse, o evliliksinerjik olmaya hazır demektir. Bir şirkette, elemanlar işarkadaşlarının değerinin, kendi değerlerine/şereflerinezarar vermediğini düşünürlerse, o işyeri sinerjik olmayahazır demektir. Sinerji nedir?

Sinerji kısaca şu demek: Ortak bir sonuca katkısıolabilecek birkaç etkenin belirli bir etkileşim sonucunda,bu etkenlerden her birisinin tek tek sergileyebileceğietkilerin toplamından daha güçlü bir etki üretmeleridurumuna "sinerji" adı verilir. Başlangıçta daha çok tıpalanında ilaçların etkileşimi konusunda kullanılan bukavram, günümüzde gelişim psikolojisinde (psiko--motordavranışların ortaya çıkmasında) ve örgütsel davranışlarınincelenmesinde önemli bir yere sahiptir. Sinerjigünümüzde daha çok, ortak bir amaca yönelmiş insanlarınişbirliğini açıklamada kullanılmaktadır; ancak ortayaçıkışı da dikkate alındığında bu kavramı, aşağıda dabelirtileceği üzere, doğayı, nesneler dünyasınıyorumlamada da kullanabiliriz.

Sinerji bir anlamda işbirliği yoluyla güç artırımı demektir.Diyelim ki bir kişi "a" kadar enerji kullanıp "5"

Page 160: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

miktarında üretim gerçekleştiriyor, ikinci kişi de böyle.\ncak bu iki kişi işbirliği yaptıkları zaman, yine her biri 'a"kadar enerji harcayacak, ancak toplamlarında 5x2=10kadar değil, 10'dan fazla, sözgelişi 14 düzeyinde üretimgerçekleştirebileceklerdir.

İki kişi sinerji sergilediklerinde, bazen enerjiden, basenmalzemeden, bazen zamandan tasarruf edebilirler, sonuçtada üretimlerinin bazen kalitesi, bazen miktarı, bazen deher ikisi birden artar.

Sinerji kurumları ileriye götürür. Eğer bir işyerinde, birailede veya bir ülkede sinerji varsa gelişme kolaylaşır,takım olmak, "biz" olmak kolaylaşır.

Sinerjik iletişimde her zaman enerji tasarrufu, üretimartımı gözetilmemelidir. Bezen birkaç kişinin mutluluğu,dostluğu paylaşmaları, bir tür sinerji sayılabilir. Birzamanlar çok beğendiğim bir karikatür görmüştüm. Neyazık ki şu an elimde yok. Sanırım Balkan ülkelerindenbir sanatçıya aitti. Bu karikatürü betimlemek istiyorum:

Bir Karikatür: Dostumsun

Boyları, yaşlan, kiloları eşit iki mahkum vardı karikatürde.Çizgili mahkum elbisesi giymişlerdi. Her ikisinin de ayakbileğine zincirle bağlı bir demir küre gözüküyordu. (Bu demirküreler, günlük yaşamında mahkuma eziyet olsun diyekonulmuştur.) Şimdi her bir mahkum kendi küresini taşımakzorundadır. Ancak bu iki mahkum birbirilerinin kürelerinitaşıyorlar. Bu durumda fiziksel anlamda hiçbir şey değişmiyor.Kendi kürelerini taşısalar aynı enerjiyi harcayacaklar. Fizikselanlamda bir sinerji yok. Ama duygusal anlamda müthiş birsinerji, inanılmaz bir paylaşım var. Bu mahkumlar, kendikürelerini taşımak yerine birbirlerinin kürelerini taşıyarakbirbirlerine "Sen benim dostumsun" mesajını veriyorlar. Bumahkumlar ortak bir kaderi paylaşmak zorunda olabilirler.Birbirlerinin kürelerini taşıdıkları zaman kaderlerine yeni bir

Page 161: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

boyut katıyorlar. Bizlere verdikleri mesaj belki de şu:Yapılabilecek bir şey kalmamış gibi göründüğünde, yine deyapılabilecek bir şeyler vardır. Yaşamın ayağınıza, sırtınızavurduğu yükü, bazen düşüncelerinizle, duygularınızlahafifletebilirsiniz. Ben böyle yorumladım bu karikatürü.(Ellerinde karikatürün kopyası olan dostlarımın göndermelerinirica ediyorum. Böyle bir karikatür çizebiliriz; ancak sanatçınınimzası olmadan uygun olmaz.)

Yukarıda dile getirilen karikatürde iki insanın sinerjikiletişimi, ürün veya para değil, dostluk üretiyor. Hem ürünhem dostluk üreten bir başka sinerjik iletişim de imece.

Yapılabilecek bir şey kalmamış gibi göründüğünde,

yine de yapılabilecek bir şeyler vardır.

Yaşamın ayağınıza, sırtınıza vurduğu yükü,

bazen düşüncelerinizle, duygularınızla hafifletebilirsiniz.

İmecede Sinerji

Geleneksel kültürümüzde "imece" adı verilen bir etkinlikvardı. (Azalmakla birlikte hâlâ yaşıyor.) Bir kadın,tarhana, tavudka, kurut, yatak--yorgan gibi kışlıkhazırlıklarını tek başına diyelim on beş günde ancakyapabilecektir. Mahalle veya köydeki on kadın, sırayla hergün bir evde toplanır, maniler, türküler söyleyerek, on beşgünlük işi bir gün içinde yapıverirlerdi. İmece denilen buetkinlisin, bir sinerjik etkileşim olduğunu düşünebiliriz.

İmecede zaman tasarrufu olabilir, farklı bilgilerden, farklıbakış tarzlarından ötürü, ürünlerde kalite artışı görülebilir.Bunlar olmasa bile imece, en azından katılanlar arasındabirlik ve beraberlik duygusunu artırabilir, yalnızlığıgiderebilir.

Page 162: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Doğada, Nesnelerde, SandalyedeSinerji

Sinerjik etkileşim yalnızca insanlara özgü de değil.Hayvanlar da bunu beceriyorlar. Örneğin arılar,karıncalar, aslanlar... Belki bazı nesnelerin işlevleri de birtür sinerjik etkileşim sayılabilir. Bu düşünceden hareketle,doğada, nesnelerde, örneğin bir sandalyenin bacaklarıarasında bir tür sinerji bulunduğunu söyleyebilir miyiz?Sinerji, işbirliği/dayanışma yoluyla güç artırımı demekti.Bir sandalyeyi oluşturan parçalar, bir araya geldiklerinde,tek başlarına oldukları zamana kıyasla daha işlevselolurlar.

Bir sandalyenin ortasına otursanız ve ayaklarınızı yerdenkaldırırsanız, dört bacaktan her biri sizin ağırlığınızınyüzde 25'ini taşır. Eğer bu dört bacaktan birisini kesersek,vücudunuzun yüzde 25'i değil, tümü birden devrilir yere.Bu durumda şunu düşünebilir miyiz: Sandalyenin herbacağı, ağırlığınızın hem yüzde 25'ini hem yüzde 100'ünütaşımaktadır. (Bu durum, kuantum fiziğindeki, birelektronun aynı anda iki farklı enerji durumundabulunabileceği bilgisine benzemektedir.) Bunun yanı sıra,sandalye, her bir bacağının tek tek taşıyabileceği yükündört katından fazlasını taşımaktadır.

Bir sandalyeyi oluşturan parçalar,

bir araya geldiklerinde, tek baslarına oldukları

zamana kıyasla daha işlevsel olurlar

Bütün bunlara baktığımızda, sandalyenin dört bacağıarasında muhteşem bir sinerji bulunduğunu düşünebiliriz.

Page 163: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Sandalye örneğinden yola çıkarak, doğadaki ya da yapayçevredeki pek çok şeye bu gözle bakmak mümkündür.Ekolojik dengede de bir tür sinerji bulunduğunudüşünebiliriz. Coğrafi koşullar, bitkiler ve hayvanlar,karşılıklı dayanışma içinde, tek başlarına yapamayacaklarıolağanüstü bir şey yapmakta, büyük bir güç ve güzellikyaratmaktalar.

Evlilikte Sinerji

Bir çiftin evliliklerindeki payları yüzde kaçtır? Yüzde 50-50 mi? Tam değil. Kadının evlilikteki payı hem yüzde 50hem yüzde 100'dür. Erkeğinki de öyle. Sandalye örneğinebenzer şekilde. Eğer kadının ve erkeğin evlilikteki paylarıyüzde 50 ve yüzde 100 olmazsa, sözgelişi yüzde 51 veyüzde 49 olursa o evlilik sağlam durmaz. Sandalyeninbacaklarından birisi diğerlerinden uzun olursa, o sandalyede sağlam durmaz.

Bir kadın ile erkek arasındaki sinerji, hem biyolojikanlamda çoğalmaya hem de mutluluğa yol açar.

İşyerinde Sinerji

İşyerlerinde, bireyler ve birimler arasında sinerjibulunmalıdır. Ancak bunu her zaman görmek mümkünolmuyor. Bazı şirketlerde üretim biriminin, zaman zamankendini fazla önemsediğini, en azından satış birimindenüstün gördüğünü duyabilirsiniz. Aynı anda satış birimininde kendini üstün gördüğünü, "Ben satamazsam onlarınüretmesi neye yarar, depolar dolar taşar, üretimi kısmakzorunda kalırlar" dediğini işitebilirsiniz. Üretim ve satışbirimlerinin bu tavırları sinerjik değildir.

Page 164: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Acaba bir şirketteki birimleri sandalyenin bacakları gibidüşünebilir miyiz? Diyelim ki bir şirkete ait üretim,pazarlama, bilgiişlem ve insan kaynakları bir sandalyenindört bacağı gibi bir bütünü oluşturmaktadır. Her birininbütün içindeki payı yüzde 25'tir ve yüzde 100'dür.Sandalyenin dört bacağından hangisinin diğerlerindendaha önemli olduğunu söyleyemediğimiz gibi, bir şirketioluşturan birimlerden hangisinin diğerlerinden dahaönemli olduğunu da söyleyemeyiz. Tek başlarına önemlibir işlev sergileyemeyecek olan birimler, bir araya gelipsinerjik bir iletişim oluşturduklarında, büyük bir gücesahip bir şirket ortaya çıkarabilirler.

Giderek artan bir şekilde iş dünyasında sinerjiden, ekipolmaktan söz ediliyor. Ekip olmak önemli şüphesiz.Ancak ekip olmayı olmazsa olmaz bir şart kabul etmek,ekip olamayanların işe yaramaz olduklarını düşünmek, herhalde bir abartı olsa gerek. Her konuda olduğu gibi bukonuda da aşırılıktan kaçınmak, gerektiğinde istisnalarıkendi sınırları içinde değerlendirmek doğru olmalı. Yerinegöre yöneticilerin, ekip çalışmasına yatkın olmayankişileri, kendi yetenekleri ve tercihleri doğrultusunda,bireysel olarak çalışabilecekleri işlere yönlendirmeleriyararlı olabilir.

Moreno'nun Sosyometri'sinde, birlikte çalışan, yaşayaninsanlara, kiminle birlikte çalışmak, yaşamak istediklerisorulur*. Araştırmalar, karşılıklı olarak birbirlerini seçenkişilerden oluşan ekiplerde verimin arttığını, hata oranınındüştüğünü göstermektedir. Bu konudaki klasik çalışmalarışığında yeni araştırmalar yapılmasında, günümüzdeişyerlerinde pek dikkate alınmayan sosyometrik tercihlereönem verilmesinde yarar vardır. Sinerjik etkileşim için,ekip olabilmek için, çalışanların sosyometrik tercihlerinin

Page 165: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

sorulması, bu alanda yeni ufuklar açabilir.

* Moreno, (1962) Sosyometri ve Psikodrama, Dökmen, Ü., SistemYayıncılık, 2003

Page 166: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

20YILDIRMA (MOBBING),İŞYERİ FOBİSİ, KURUM

DEPRESYONUGenellikle küçük sorunlar bir araya gelir, önemli sorunlarayol açar, bunlar da sinerjik etkileşimi, ekip olmayızorlaştırır veya imkânsız kılar. Küçük birikimler büyükpatlamalara, damlalar sellere sebep olur. Küçükbirikimlerin yol açtığı büyük sorunlardan üç tanesininadını belirtecek olursak şunları sıralayabiliriz: Yıldırma,kurum depresyonu ve işyeri fobisi. Bunlar, birbirlerindenbağımsız olarak ortaya çıkabilecekleri gibi, birbirleriylekarşılıklı etkileşim içinde de görülebilirler.

Söz konusu bu üç kavramı, gelecek kitapta ayrıntılı olarakele alacağız. Şimdi kısaca, niteliklerinden ve bunlarailişkin araştırmamdan söz etmek istiyorum.

Mobbing karşılığı olarak dilimizde ilk kez "İşyerindeduygusal taciz" denildi; daha sonra ben "İşyeri zorbalığı"ifadesini kullandım. Son olarak meslektaşlarımla"yıldırma" kelimesi üzerinde karar kıldık. Yıldırma kısacaşu: Bir işyerinde, bir apartmanda veya bir mahalledebirlikte yaşayan bir grup insan, çok küçük bazı

Page 167: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

farklılıklarından ötürü (bu farklılıklar, ille de olumsuzözellikler olmak zorunda değildir), içlerinden birisini,bilinçli/kasıtlı olmaksızın kurban olarak seçerler vegiderek artan bir tempoda onu beceriksiz, geçimsiz olarakalgılamaya başlayıp itici davranışlarıyla bu kişiyigerçekten de beceriksiz, geçimsiz, mutsuz, sorunlu birinsan haline getirirler; o kişiyi psikolojik ve fizikselanlamda ciddi olarak zedelerler.

İşyeri fobisi kavramı tarafımdan ortaya atıldı. Okulfobisine benzer bir oluşumun işyerlerinde de ortaya çıktığıkanısındayım. Çeşitli nedenlerden kaynaklanabilecekişyeri fobisinin niteliği ve ülkemizdeki yaygınlığıaraştırılmaya değer bir konudur. Yıldırma ve işyeri fobisikonusundaki araştırmaya temel oluşturmak üzereİnternet'te www. isyerifobisi. com adlı bir site oluşturduk.Bu siteye girip yıldırma konusunda çevrenizdegözlediğiniz veya başınızdan geçmiş olayları anlatarak veişyeri fobisiyle ilgili ölçeği doldurarak, veri toplanmasınakatkıda bulunabilirsiniz.

Lütfen İnternet'te

www.isyerifobisi.com adlı siteye bakınız.

Bilimsel literatürde kurum/örgüt depresyonu(organizational depression) adı verilen şey, anaçizgileriyle bireyin depresyonunu hatırlatır nitelikte. Kimikurumlarda ortaya çıkan kurum depresyonunda,kurumdaki genel havada umutsuzluk vardır; elemanlardakurumu değersiz görme, kurumu ve birbirlerini suçlamaeğilimi yaygındır. Özellikle kurumun geleceğine ilişkinmotive edici beklentiler yoktur, karar verme sıkıntısıvardır.

Page 168: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Kurum depresyonu içinde bulunan kurumlarda,dilimizdeki ifadesiyle kurum üyelerinin üzerine ölütoprağı serpilmiş gibidir. Vizyon ya hiç yoktur ya daunutulmuştur. Kurum genelde yeniliklere açık değildir.Yeni katılan bir kişi, henüz depresif havaya kapılmamışolsa ve herhangi bir yenilik önerse, diğer üyelerin tepkilerigenelde "İlginç, ama bizde olmaz; genel müdür sıcakbakmaz; daha önce denedik olmadı" şeklindedir. Bu türkurumlarda ne önerirseniz önerin, ne hikmetse daha öncebir kere denenmiş (!) ama işe yaramamıştır. Kısacasıyapacak bir şey yoktur.

Kurum depresyonu, ölçülebilir, teşhis edilebilir birsorundur. Giderilmesinde, bilişsel--davranışçıyaklaşımdan ve hobi terapiden ağırlıklı olarakyararlanılabileceği görüşündeyim.

Page 169: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

21HOBİ TERAPİ

Okuma terapisi (biblioterapi), filmterapisi (sineterapi) adıverilen yaklaşımlar var. Birincisinde belirli kitaplarıokuyan, ikincisinde ise film izleyen bir grup bunu biruzmanın denetiminde tartışır. Söz konusu uzmanın,etkileşim grupları konusunda bilgi sahibi bir psikolog,psikiyatrist veya psikolojik danışman olması gereklidir.Bu yaklaşımlar, tedavi amaçlı uygulanabileceği gibi,rehberlik/psikolojik danışma kapsamında ruhsal gelişimsağlamak amacıyla da kullanılabilir. Kullanım amacı neolursa olsun, grubu yönetecek liderin psikoloji, rehberlikveya psikiyatri alanında uzman olması vazgeçilmez şartolmalıdır. Bu alanlar dışında uzmanlaşmış kişilerinyönetecekleri tartışma grupları da şüphesiz yararlı olabilir,ancak başka bir şey sayılır; biblioterapi veya sineterapisayılmaz.

Bir süredir, kişilerarası iletişimle ilgili seminerlerimde,konferanslarımda zaman zaman astronomiyle, biyolojiyleilgili kısa kısa bilgiler vermeye başladım.

Bazen de müzik eşliğinde, Büyük Patlama'dan (belkiböyle bir şey var) bu yana evrenin, dünyanın oluşumunuanlatıyorum. Bu uygulamaya "Evreni HatırlamaEgzersizi" adını verdim. Bunların tümünün izleyicilere iyi

Page 170: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

geldiğini, onları rahatlattığını, yaşama farklı bir gözlebakmalarını sağladığını, yaşama sevinçlerini artırdığınıgözlüyorum. Bu gözlemlerden yola çıkarak vebiblioterapi, sineterapi kavramlarından esinlenerek "Hobiterapi" adını verdini bir yaklaşım ortaya koymayıdüşünüyorum.

Hobi terapide, küçük gruplarda katılımcılara astronomi,biyoloji, arkeoloji, antropoloji, fizik, coğrafya gibialanlarda veya el sanatları konusunda, herkes tarafındananlaşılabilir dilde, çoğunluğun ilgisini çekebileceknitelikte bilgiler verilecek, küçük uygulamalar yapılacak,etkileşim grupları konusunda eğitim almış bir psikolog,psikolojik danışman veya psikiyatrist liderliğinde, grupüyelerinin duyguları--düşünceleri ele alınacaktır.

İnsanlar, coğrafya okuyor, teleskopla gözlem yapıyor veyael sanatlarıyla uğraşıyorlar; bunlar zaten hobi terapi oluyordiye düşünülebilir; ancak bu doğru olmaz. Bu tür uğraşlar,hobiler, uğraşana iyi geliyor olabilir, belirli bir terapötiketkileri bulunabilir. Ama burada söz konusu olan terapötiketki, kontrol altına alınmış, sistematik hale getirilmiş biretki değildir; tesadüfi niteliktedir. Bu yüzden biyolojiokumayı, hobi edinmeyi, hobi terapi saymıyoruz. Hobiterapide, sistematik bir tarzda psikolojik müdahale, liderinbilinçli bir katalizörlüğü söz konusudur. Hobi terapininişleyişi genel çizgileriyle şöyle olmalıdır:

Grup, etkileşim grupları konusunda uzmanlaşmış bir ruhsağlığı uzmanının liderliğinde toplanır. Astronomi,biyoloji... konularında yetişmiş bir uzman, grubunanlayacağı dilde bilgiler verir; veya grup lideri, astronomi,biyoloji... uzmanlarınca hazırlanmış bilgileri okuduktansonra gruba aktarır; ya da grup üyeleri biblioterapide

Page 171: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

olduğu gibi grup öncesinde bu bilgileri kendileri okurlar.Bunun üzerine lider grup içinde paylaşım başlatır. Üyeleredindikleri bilgilere ilişkin duygularını, izlenimlerinipaylaşırlarken, lider belirli psikoterapi/psikolojik danışmayaklaşımlarına uygun olarak grubu yönetir. Örneğinpsikodrama yapabilir veya bilişsel--davranışçı yaklaşımıuygulayabilir. Gerekli bulduğunda eklektik bir yaklaşımizleyebilir.

Hobi terapinin iki temel işlevi olacaktır. Birincisi,astronomide, biyolojide veya el sanatlarında edinilenbilgiler, psikodramadaki ısınma aşaması gibi, grupetkinlikleri için bir ısınma sağlayabilir, ikincisi, belki dedaha önemlisi, katılımcıların, kendileriyle uğraşmaktanuzaklaşıp dış dünyaya ilgi göstermeleri, ilgi alanlarını,dolayısıyla yaşam alanlarını genişletmeleri sağlanabilir.Her iki işlev de ruhsal gelişime katkıda bulunacakniteliktedir.

Büyük bir ihtimalle hobi terapinin en etkili yanı,katılımcıların, yaşamı ilginç ve heyecan verici bulmaları,dış dünya ile iletişimlerini artırarak ruhsal sorunlarındanuzaklaşmaları olacaktır. Ruh sağlığı ile dış dünyaya ilgiduyma arasında karşılıklı etkileşim bulunduğunudüşünebiliriz. Kişinin ruh sağlığı bozuldukça dış dünya ileetkileşimi de azalacaktır. Aynı anda dış dünya ileetkileşimin azalması da ruh sağlığını bozucu bir etkiyesahiptir. Yoğun ruhsal sorunları olan kişilere hobiterapinin yarar sağlayacağını herhalde düşünemeyiz.Ancak hobi terapinin bir tür koruyucu ruh sağlığı işlevinesahip olacağını, dış dünya ile sağlıklı etkileşim içindebulunan bir kişinin ruh sağlığının bozulma ihtimalinin-sıfır olmasa da- azalacağını düşünebiliriz.

Page 172: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

Hobi terapi, günlük yaşamda karşımıza sık sık çıkan,bazen ise hiç çıkmayan küçük şeyleri fark etme veheyecan duyma ihtimalimizi artıracaktır. Belki deyaşamımızın süresine ve kalitesine katkıda bulunacaktır.Eğer bu olursa, yaşamda küçük şeylerden büyükkazançlara giden yolda bir tür sinerji de yaratmış oluruz.

Hobi terapinin niteliği ve işlevleri konusundaöğrencilerimle program geliştirmeye ve deneyselaraştırma yapmaya çalışıyoruz.

Page 173: (Turkce Ekitap) - Dokmen,Ustun.-Kucuk_Seyler-(v2.0)

SONSÖZ

Küçük Şeyler'de her zaman söylediğim bir şeyitekrarlayarak kitabı bitirmek istiyorum. Çocuklarınızıeğitirken bazı hatalar yaptığınız için sakın kendinizisuçlamayınız. Ana babaların sayılabilir miktarda hatalarıvardır; ama sayılamayacak kadar artıları vardır.Çocuklarınız için nice şey yaptınız; hepsinden önemlisisevdiniz onları. Sayılabilir miktarda hatanız var diye,binlerce, onbinlerce artınız çöpe gitmesin. Önemli olan,gelişmek ve fark edilen hataları tekrarlamamaktır.Fransızların dediği gibi, başkalarına çiçek atınız ama bukonuda da -her konuda da- arada bir de kendinize çiçekatınız.

Dağlarda, koparılmamış bütün çiçekleri, koparmadansizlere hediye ediyorum. Görüşmek üzere.

.