7
DEĞERLENDİRMELER HAZAR PORU 85 Prof. Dr. Fuat Keyman Türkiye bölgesel ve küresel çapta izlediği aktif dış politika ile başarıya ulaşabildi mi? Genel olarak 2002’den bugüne baktığımız zaman, bir başarı var tabii, bu yadsınamaz. Bunu rakamlara, algıya, Türkiye’nin aktif dış politikasının hareket alanına ve Türkiye dış politikası üzerine sadece ülkemizde değil, Avrupa’da, Amerika’da ve dünyanın farklı yerlerinde yapılan tartışmalara bakarak da başarılı olduğunu söyleyebiliriz. O yüzden de genel anlamda başarılı bir dış politika, ama aynı zamanda gerekli olan bir dış politikaydı. Çünkü Soğuk Savaş sonrası, özellikle 2001’deki 11 Eylül olayından sonra olan gelişmelerle dünyanın alt-üst oluşunda Türkiye’nin rolü arttı. Türkiye gibi ülkelere, yani bir taraftan seküler, laik bir rejimi olan, diğer taraftan %99’lara varan yaygın bir Müslüman toplumu olan. Fakat burada bir demokrasi havzasında sürekli ileri gitmeye çalışan darbeler olsa da, iki ileri bir geri olsa da, yani havzası ve geleceği bir demokrasi temelinde olan bir ülkenin önemi olacaktı zaten. O yüzden, bir gereklilikle belli düzeyde başarı birlikte geldi. Fakat tabii bunu söylemek, son dönemdeki riskleri ve bu sürecin, özellikle Arap Baharı bağlamında geldiği noktayı göz ardı etmek anlamına geliyor. Türk dış politikasına baktığımız zaman 2002 ve 2010 yılları arasını, bugün yani bir Arap baharı dönemeciyle birlikte düşünmekte yarar var. Çünkü Arap Baharı’ndan itibaren bu başarıda ciddi bir ikilem ortaya çıktı. Bir taraftan başarılı olması gereken, hatta başarılı oldukça da önemi gittikçe artan Türkiye olasılığı var ve bu örneğin Tunus’a ve Mısır’a baktığımız zaman ortaya çıkabiliyor. Fakat Suriye Krizi’nde bir duvara vuran, orada kapasitesiyle ilgili ciddi sorunlar çıkan yahut sorular ortaya atılan bir Türkiye var. O yüzden de bugün esasında başarıdan ziyade son 10 yıldan sonra bir kavşak noktası haline gelmiş, o kavşak noktasında bu aktif dış politikasını geçmiş, başarılı olsa bile çok ciddi anlamda yeniden düşünmesi gereken bir Türkiye var. Türkiye Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki değişimler karşısında doğru tutum sergilemiş midir? Türkiye genel anlamıyla doğru tutum gösterdi. Yani Tunus’ta başlayan Mısır’a giden, Libya’ya giden, bugün Suriye’de tıkanan, ama esasında Türk Dış Politikası

Türk Dış Politikası - İSTİHBARAT SAHASI · Türk dış politikasına baktığımız zaman 2002 ve 2010 yılları arasını, bugün yani bir Arap baharı dönemeciyle birlikte

  • Upload
    others

  • View
    26

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

DEĞERLENDİRMELER

HAZAR RAPORU87

DEĞERLENDİRMELER

HAZAR RAPORU85

Prof. Dr. Fuat Keyman

Türkiye bölgesel ve küresel çapta izlediği aktif dış politika ile başarıya ulaşabildi mi?

Genel olarak 2002’den bugüne baktığımız zaman, bir başarı var tabii, bu yadsınamaz. Bunu rakamlara, algıya, Türkiye’nin aktif dış politikasının hareket alanına ve Türkiye dış politikası üzerine sadece ülkemizde değil, Avrupa’da, Amerika’da ve dünyanın farklı yerlerinde yapılan tartışmalara bakarak da başarılı olduğunu söyleyebiliriz. O yüzden de genel anlamda başarılı bir dış politika, ama aynı zamanda gerekli olan bir dış politikaydı. Çünkü Soğuk Savaş sonrası, özellikle 2001’deki 11 Eylül olayından sonra olan gelişmelerle dünyanın alt-üst oluşunda Türkiye’nin rolü arttı. Türkiye gibi ülkelere, yani bir taraftan seküler, laik bir rejimi olan, diğer taraftan %99’lara varan yaygın bir Müslüman toplumu olan. Fakat burada bir demokrasi havzasında sürekli ileri gitmeye çalışan darbeler olsa da, iki ileri bir geri olsa da, yani havzası ve geleceği bir demokrasi temelinde olan bir ülkenin önemi olacaktı zaten. O yüzden, bir gereklilikle belli düzeyde başarı birlikte geldi. Fakat tabii bunu

söylemek, son dönemdeki riskleri ve bu sürecin, özellikle Arap Baharı bağlamında geldiği noktayı göz ardı etmek anlamına geliyor. Türk dış politikasına baktığımız zaman 2002 ve 2010 yılları arasını, bugün yani bir Arap baharı dönemeciyle birlikte düşünmekte yarar var. Çünkü Arap Baharı’ndan itibaren bu başarıda ciddi bir ikilem ortaya çıktı. Bir taraftan başarılı olması gereken, hatta başarılı oldukça da önemi gittikçe artan Türkiye olasılığı var ve bu örneğin Tunus’a ve Mısır’a baktığımız zaman ortaya çıkabiliyor. Fakat Suriye Krizi’nde bir duvara vuran, orada kapasitesiyle ilgili ciddi sorunlar çıkan yahut sorular ortaya atılan bir Türkiye var. O yüzden de bugün esasında başarıdan ziyade son 10 yıldan sonra bir kavşak noktası haline gelmiş, o kavşak noktasında bu aktif dış politikasını geçmiş, başarılı olsa bile çok ciddi anlamda yeniden düşünmesi gereken bir Türkiye var.

Türkiye Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki değişimler karşısında doğru tutum sergilemiş midir?

Türkiye genel anlamıyla doğru tutum gösterdi. Yani Tunus’ta başlayan Mısır’a giden, Libya’ya giden, bugün Suriye’de tıkanan, ama esasında

Türk Dış Politikası

DEĞERLENDİRMELER

88

DEĞERLENDİRMELER

86

hem Orta Doğu’da hem Kuzey Afrika’da çok ciddi bir şekilde dönüşüm yaratacak olan bu süreçte bence halkın, değişimin, dönüşümün ve demokrasinin yanında yer almak sadece ilkesel değil siyasi anlamda da doğru duruştu. Çünkü bu coğrafya buraya doğru gidecek. Yani daha geriye gidecek; daha totaliter, otoriter yapılara geri dönecek. Örneğin; İslami anlamda şeriat devletlerinin veya sert devletlerin olduğu bir yapıya gidecek, yani bu değil, bu olmayacak. Tam bunun tersi demokratikleşme, tabii sorunları olacak, belirsizlikleri var, ama demokratikleşmenin iyi yönetimin, daha farklı bir yönetimin en azından çok partili bir yönetimin, biz ona siyaset biliminde “demokrasiye geçiş” diyoruz. Demokrasiye geçiş dönemine girmiş bir Arap coğrafyası var. Fakat Arap coğrafyasının, Arap Baharı’nın, Türkiye’ye çok ciddi bir meydan okuması oldu. Çünkü biraz önceki soruda ima etmeye çalıştığım, 2002-2012 arasında Türkiye’nin aktif dış politikasının temel kavramlarından biri olan “komşularla sıfır sorununu” bitirmiş oldu. Yani burada, Türkiye’nin yaptığı bir hatadan daha önemli olarak altı çizilmesi gereken nokta; Arap Baharı’nın kendisinin komşularla sıfır sorununu bitirmiş olmasıdır. Dışişleri Bakanımızın, Türkiye’nin yapmış olduğu belli okuma hataları olabilir, bunları tartışabiliriz. Ama doğru okusaydı bile, bence Arap baharı Türkiye’nin komşularla sıfir sorun politikasını bitirmişti. Niye bitirmişti? Çünkü komşularla sıfir sorun; aynı şeyi biz Kafkasya’da yaşayacağımız ve Balkanlar’da yaşamaya başladığımız için, bu coğrafyada önemliydi. Türkiye var olan rejimlerle ilişkiye girip, bu rejimleri ekonomik-kültürel ilişkileri

yoğunlaştırarak reforma götüren ve götürmeye çalışan ve bu bağlamda var olan rejimler temelinde bölgede bir istikrar sağlama açılışı, bir politika güdüyordu. Ama Arap Baharı bu rejimlerin gitmesi anlamına geliyor. Yani halkın; yolsuzluğu olmayan, toplumdaki insanlara iş sağlama zorunluluğu olan ve performansı bu anlamda ölçülecek olan yeni rejimleri isteyen bir süreç Arap baharı. O yüzden zaten Türkiye bu noktada da doğru olan; halka birlikte olma kararını aldığı zaman, komşularla sıfır sorunu bitmiş oldu. Çünkü her komşusu sorunlu oldu. Örneğin; bugün, bu mülakatı yaptığımız gün, İran ekonomisinin ana noktalarından biri olan Çarşı dediğimiz yerde, İran’daki ekonomik krizle birlikte,çok ciddi bir süreç başlayabilir. O yüzden Arap Baharı’ndan bu coğrafyada herkes nasibini alacak, böyle bir dönüşüm olacak. Zaten o ülkelerde bir dönüşüm olduğu için, o ülkelerin gitmesi gereken rejimleriyle iyi ilişkiler temelinde oluşmuş, komşularla sıfır sorununun zaten devam etmesi mümkün değildi. Türkiye bu bağlamda da kendisini ve dış politikasını yenilemek durumundadır.

Komşularla sıfir sorun politikası gerçekçi bir politika mıdır?

Tabii bundan önceki dönem için gerçekçiydi fakat bugün gerçekçi değil. Niye gerçekçi değil? Çünkü her ülke bir dönüşüm,değişim içinde. O yüzden Türkiye eğer doğrudan bu değişim ve dönüşümde yer alacaksa, ona katkı verecekse bu katkısının hangi alanda olacağı üzerine yeniden yapılanması gerekiyor. Türkiye, dış politikasında, benim her zaman söylediğim üzere; bu kapasite sorununun üzerinde

HAZAR RAPORU89

HAZAR RAPORU87

durması gerekiyor. Türkiye’nin katkı verme kapasitesi nedir ve bu kapasitenin kaynakları nelerdir? Örneğin; bu gün geldiğimiz noktada; ekonomi, demokrasi, yolsuzluğa karşı mücadele alanlarında; 2002-2012 arasında, bugüne kadar olan süreçteki yolsuzluğa karşı mücadele performansına baktığımız zaman, yaptığı işler bağlamında Türkiye, uluslararası ilişkiler literatüründe İngilizce olarak; “Demonstrative Effect” yani “deneyimlerinden öğrenilmesi gereken” bir ülke hükmündedir. Mısır’ın bundan sonra kendisini demokratikleştirirken işsizlikle mücadele, yolsuzlukla mücadele ve iyi yönetim yahut yoksulluğa karşı mücadele, girişimci kültür ve sivil toplumun geliştirilmesi anlamında Türkiye’den öğreneceği Türkiye’yle birlikte çalışarak yapacağı çok şey var. O yüzden şu an esas olarak bizim konuştuğumuz; Türkiye’nin kapasitesinin nerede olduğu ve ne derece olduğudur. Burada ortaya çıkıyor ki; Türkiye bu alanlarda Arap Baharı’na ve değişime katkı verirse güçlü oluyor. Ama Suriye gibi, rejim değişikliğine gittiği zaman hem kapasitesinde ciddi bir düşüş oluyor, hem de bugün yaşadığımız tezkereler, insanların kafasının karışması, “savaşa mı gidiyoruz?” gibi soruların veya algıların ortaya çıkmasına sebep oluyor. Yani o noktada sadece kapasitede bir düşüş olmuyor, aynı zamanda risklerde artmaya başlıyor. O yüzden bugün komşularla sıfır sorununu konuştuğumuz zaman, Türkiye’nin artık kendisine yeni bir vizyon çizmesi gerekiyor. Bu tabii aktif dış politikadan geriye gitmek, hiçbir şeye karışmamak suretiyle olmayacak. Türkiye bunlara karışacaktır. Çünkü istese de istemese de hem uluslararası sistemin kendisinden beklentileri var hem Türkiye’nin

son 10 yılda geçirdiği büyük bir dönüşüm söz konusu. Türkiye burada istikrara ne kadar katkı verirse kendi içinde de istikrarın artacağını biliyor. Örneğin; Kürt sorunu bunun önemli göstergelerinden bir tanesi. O yüzden komşularla artık sıfır sorun değil, aktif dış politikanın başka bağlamlarda yenilenmesi gerekiyor. Örneğin; bunun çok önemli iki tane ayağından ilki; deminde söylediğim gibi kapasite, kapasiteyi çok iyi bilmesi. İkincisi ise; bu kapasite çerçevesinde doğru, gerçekçi stratejileri oluşturması, yani var olan yapıyı doğru okuması. Mesela Suriye bağlamında altı çizilmesi gereken noktalardan biri, komşularla sıfır sorun politikasından daha çok Türkiye, Esad rejimin gitmesini tam doğru okumamış gibi gözüküyor. Çünkü Esad rejiminin gitmesi, Türkiye’den ziyade örneğin; Rusya gibi çok önemli ülkelerin kararlarına ve tercihlerine bağlı.

Türkiye-İsrail ilişkilerine yönelik perspektifleriniz nelerdir?

Şuanda tıkanmış ve işlemeyen bir ilişki var. Bir fark da söz konusu tabii. Bundan önceki dönemlerde ilişkiler çok sertti, fakat

DEĞERLENDİRMELER

90

DEĞERLENDİRMELER

88

bu sertliğin hem İsrail’e hem Türkiye’ye yaramadığı ortaya çıkınca, her ne kadar bu tıkanma ve donma devam edecek gibi gözükse de, aktörler -örneğin; Türkiye’den Başbakan Erdoğan, Dışişleri Bakanı Davutoğlu aynı zamanda İsrail’den aktörler- birbirleriyle ilişkilerindeseslerini kestiler; çok sert demeçlerde, suçlamalarda bulunmuyorlar. Donma noktasında olan, fakat daha da sertleşmesi istenmeyen bir pozisyonda Türkiye-İsrail İlişkileri. Fakat tüm bu bölgenin dönüşümüne vebiraz önce örnek verdiğim İran’da da beklenen gelişmelere baktığımız zaman; İran kendi içinde ekonomik bir dönüşüme gitme zorunda kalabilir ki bu çok olumludur demokrasiye gitme açısından ama aynı zamanda bir İsrail atağı, saldırısıyla da karşı karşıya kalabilir. O yüzden bu donma noktasında her ne kadar aktörlerin birbirleriyleolan ilişkilerinde seslerini yükseltmemeleri iyiyse de, yani çok sert olmayan seyirde ilişkiler devam ediyorsa da, esasında bence bu ilişkilerin normalleşmesinde, biraz düzelmesinde sadece Türkiye için değil aynı zamanda bölge için de bir yarar var. Çünkü bir taraftan Suriye krizi ve Arap Baharı var, bir taraftan İsrail-İran temelinde bir eksen var, tabi bir tarafta da enstitünüzün ilgi alanı olan Kafkasya’da, yani Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan’da da bir güvenlik havzası, ekseni var. Hepsi bir arada olduğundan Türkiye arada kalan, bir taraftan çok önemli fakat bir taraftan çok etkilenebilecek bir ülke olduğu için,Türkiye-İsrail ilişkilerinin biraz normalleşmeye gitmesinin bölge açısından, İsrail açısından çok faydası var, Türkiye açısından da faydası

var. Tabii bir de, İsrail-Türkiye ilişkilerini daha uzun tartışmak gerekebilir ama Arap Baharı, Mısır’daki dönüşüm ve bu dönüşüm başarılı olursa, esasında İsrail’in de kendisini yeniden yapılandırması gerekiyor. Hem güçlü bir Türkiye hem güçlü bir Mısır ve bunlar arasındaki ilişkilerin güçlü olması, İsrail’de var olan politikaların sürdürülmesini oldukça fazla zorluyor. O yüzden, bugün her aktörün kendisini sadece bugün açısından değil yarın açısından da yeniden yapılama, yeniden düşünme zamanı. Bu sebeple belli bir normalleşmeye gitmenin, her ne kadar Türkiye bunu daha ağırlıklı olarak istemiyor gibi gözüküyor olsa da, Türkiye ve İsrail arasındaki bu donma noktasını biraz normalleştirmenin, bence herkes açısından bir yararı var diye düşünüyorum.

Doğu Akdeniz’de muhtemel enerji rezervlerinin geliştirilmesi bölgesel dinamikleri nasıl etkiler?

Burada mesela, bizim Kıbrıs sorunumuz çok önemli oluyor ve biz İstanbul Politikalar Merkezi olarak, bu sorunu tamda bu soru bağlamında çalışmaya başladık. Çünkü Türkiye-Avrupa Birliği’nin de, Türkiye-İsrail ilişkileri gibi olmasa bile, benzer olarak donma noktasında olması, çarpıların açılmaması, bir yere gitmemesi, örneğin; AKParti kurultayında Başbakan’ın yapmış olduğu uzun konuşmanın hiç AB referansı olmaması noktasında sorun var. Bu sorunun önemli ayaklarından biri de Kıbrıs sorunu ve Kıbrıs sorununda çözüme gitmemek. Ama o sorunun çözüme gitmemesinde bir açılım, Mart ayında Güney Kıbrıs’taki cumhurbaşkanlığı

HAZAR RAPORU91HAZAR RAPORU89

seçimlerindeki cumhurbaşkanı değişimi olacaktır. Çünkü Hristofyas aday olmayacak, büyük bir ihtimalle Anastasyas cumhurbaşkanı olacaktır. O güne kadar, özellikle Kıbrıs üzerine biraz çalışmak gerekiyor ki, Mart ayında cumhurbaşkanlığı düzeyinde de bir değişim olduğu zaman“ acaba bu çözüme doğru bir açılım olabilir mi?” sorusuna kolaylıkla bir cevap bulunabilsin. Bu çalışmada birkaç tane husus çok önemli oluyor. Bunlar; Akdeniz’deki doğalgaz çalışmaları, hidrokarbon çalışmaları, aynı zamanda Kıbrıs’taki su ve elektrik sorunlarıdır. O yüzden şöyle düşünmek gerekiyor. Burada aktörler birbirleriyle ilişkilerini geliştirerek bir kazan-kazan mantığına girebilirlerse, esasında bu durum Doğu Akdeniz’in yalnızca daha da zenginleşmesi değil aynı zamanda daha da istikrarlı olma olasılığını ortaya çıkaracak. Aktörler güvenlik ve kendi ulusal çıkarları temelinde bir kazan-kazan değil de kazan-kaybet pozisyonuna girerlerse, o zaman elbette ki istikrar değil, istikrarsızlık olacak, çatışma olacak. Ama bizim yaptığımız çalışmalarda şuana kadar, ki benim görüşümde aynı yönde, böyle bir tercih esasında ciddi anlamında kazan-kaybet durumundan, kaybet-kaybet durumuna geçecektir. O yüzden böylesi ilginç bir kazan-kazan durumunun istikrar ve zenginlik getirebileceği düşünülebilir. Ama tabii sizlerin de bildiği gibi, uluslararası ilişkiler öyle işlemiyor. Çünkü aktörler çıkar temelinde kooperasyona, işbirliğine gitme eğiliminde olmuyorlar ve bir anlamda da birbirlerinden şüphelendikleri, birbirlerine güvenmedikleri için, kazan-kaybet mantığını esas alıp, ben kazanayım o kaybetsin diyorlar. Fakat bu

mantıkla, esasında sadece Doğu Akdeniz değil aynı zamanda Türkiye-AB ilişkileri ve bu bağlamda Türkiye-İsrail ilişkileri de kazananı olmayan kaybet-kaybet halini alacak.O yüzden bu sorunun yanıtınabiraz çalışmak lazım, daha somut söylemek lazım. Tabii somut fikirler çalışıldıktan sonra dile getirilebilir. Kazan-kazanla, kazan-kaybet arasında tercih yapılması söz konusu olursa, Akdeniz’de kaybet-kaybet arasında gidip gelen bir döneme girdiğimizi söyleyebiliriz. O yüzden tercihler çok önemli.

Türkiye’nin İran politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’nin İran politikası, eksen kayması tartışmaları bundan birkaç yıl evvel olmuştu. O zaman eksen kayması eleştirisine karşıydım ve hatta bu bağlamda yazılar da yazdım. Çünkü Türkiye’nin o dönemdeki tavrı doğruydu. Hatta o zamana baktığımızda, eksen kayması tartışması Türkiye’nin batıyla yani AB ile olan ilişkileri bugünden daha iyiydi. Yani en azından o zaman Sayın Başbakan, Sayın Davutoğlu, “evet, ilişkiler doğuya doğru gitsin ama doğu batıyı da güçlendirir” şeklinde ikili düşünme durumu da vardı. Ama bugün, biraz önce de söylediğim gibi, Başbakan’ın uzun konuşmasında, ki bir vizyon konuşması gibiydi, AB’ye hiç yer yoktu. Mevcut durumda, ilginçbir şekilde İran sorunu varken o eksen kaymalarından sonra geldiğimiz noktada, esasında AB kısmı bitmiş bir Türkiye var. Bunu şunun için söylüyorum, Türkiye’nin bu eksen kaymalarına karşı önemli referanslarından biri olan, İran, Brezilya ve Türkiye inisiyatifi

DEĞERLENDİRMELER

92

DEĞERLENDİRMELER

90

çok doğru bir inisiyatiftir ve bu kaçırılmış bir şanstır. Zaten Washington’a gittiğinizde bazı toplantılarda bunun kaçırılmış bir inisiyatif olduğu dasöyleniyor. O inisiyatif, İran’a yapılan yatırımlardan daha güçlü ve daha etkili olabilecek bir inisiyatifti. Hatta sizlerde biliyorsunuzdur, BM’den bazı ülkelerden gelen çalışmalarla İstanbul’un, İngilizcesi “Conflict Resolution and Mediation” olan, yani çatışma alanlarında uzlaşma merkezi olma, İstanbul’u böyle bir uzlaşma merkezi haline getirme isteği var. Ve İstanbul’da şuanda esasında AB ve İran arasında müzakereler, konuşmalar sürüyor. Onların bir ayağı İstanbul’da yapılıyor. Fakat bugün geldiğimiz bir noktada kaçırılmış bir şans, biraz da bu Suriye Krizi nedeniyle birbirleriyle rekabet haline girmiş bir Türkiye-İran ilişkisi görüyoruz. Türkiye o anlamda biraz İran’ın dışında kalıyor. Fakat İran’a kendi içinde baktığımız zaman, çok partili döneme tekrar geçmenin, demokrasiyi kurmanın daha zor bir ülke olduğunu söyleyebilirim. Bununla birlikte, ikili bir durum ortaya çıkmıştır. Yani İran kendi içinde dönüşebilir, kendi insanlarının talepleriyle dönüşebilir, demokrasiye adım atabilir. Bence bunun desteklenmesi lazım. Ama öbür türlü İran-İsrail ilişkilerinde, İsrail saldırısı da olabilir. Tabi o zaman bunların hepsi bitip, var olan rejim çok daha güçlenir. Çünkü İran’a bir saldırı yapılmış olur. O yüzden temkinli bir dönemdeyiz. Şuan Türkiye’nin, İran’ın biraz dışında olması bence daha iyi. Çünkü İran’daki bu süreci izlemek gerekiyor. Muhakkak saldırıya karşı çıkmak gerekiyor, muhakkak tavrı çok net almak lazım. İsrail’in İran’a öyle veya böyle saldırmaması lazım.

Ama öbür taraftan da İran’ın iç işlerine karışmadan oradaki iç sürece bakmak lazım. Çünkü bugün benim görebildiğim kadarıyla başlayan ekonomik kriz bizim sanki 2001’de ekonomimizi çökerten büyük devalüasyona yol açan ciddi kriz niteliğinde bir kriz. O yüzden bugün sanki biraz rakip olan biraz atışan, esasında karşılıklı ilişkilerinde birbirlerini kollayan bir Türkiye-İran varve bence şuan Türkiye’nin biraz dışarıdan bakıp İran’ı iyi izlemesi lazım. Ama muhakkak İran’a karşı olan saldırı hususunda, dün olduğu gibi bugün de net tavır alması gerekiyor.

Terör konusunda Türkiye’de yürütülen politikalarla beraber uluslararası platformda neler yapılmalı?

Türkiye esasında uluslararası toplum nezdinde, bölgesel olarak da elinden geleni yapıyor. Fakat uluslararası toplumdan Türkiye’ye pek fazla katkı gelmiyor. Uluslararası toplumdan ve onun önemli boyutlarından biri olan AB’den Türkiye’ye hiç eleştiri gelmiyor, bu çok önemli. Çünkü daha öncelerde, hatırlarsınız 90’lı yıllarda,özellikle 1995-2000’li dönemlerdeki AB tartışmasında hep egemenlik bahsi, “bizim iç işlerimize karışıyorsunuz” gibi çok tepkici ve ulusalcı bir yapı vardı. Bunun nedenlerinden biri de Kürt sorunu bağlamında AB’nin çıkışlarıydı. Esasına baktığımız zaman, o çıkışlar doğruydu. Çünkü hakikaten o zaman bir savaş vardı. O savaş içerisinde çok mağdur olanlar da vardır. Kürt sorunu olsun, faili meçhul olaylar olsun; o bölgedeki insanların günlük yaşamlarında güvensizlikler mevcuttu. Fakat bugün geldiğimiz noktada

HAZAR RAPORU93

HAZAR RAPORU91

bunun tam tersi durum yaşanıyor. AB’nin bu son dönemle ilgili Türkiye’ye hiçbir eleştirisi olmadığı gibi PKK eleştirisi vardır.Bir taraftan tabii ki de parlamentoda PKK’nın ve onun uzantılarının, örgütün toplantıları filan oluyor. O toplantılarda Kürt diasporası diyebileceğimiz bir oluşum var; bu da ilginçtir, iyi tartışmak gerekir. Türkiye’nin 90’larda yaptığı büyük hataların sonucunda Avrupa’da güçlenmiş bir Kürt diasporası oluşmuştur. Avrupa kurumları Kürt diasporasına; etnik milliyetçiliği yükseltmeyin, vatandaşlık hakları olarak yaklaşın ikazını sürekli yapıyor. O yüzden zaten Avrupa kurumlarıyla PKK ve Kürt diasporası arasında bir gerilim vardır. Bir taraftan alanların açılması, toplantıların yapılması, festivallerin yapılması gibi bir durum var, ama öbür taraftan da gerilim var. Çünkü Avrupa da Türkiye’yi eleştiriyor ama aynı zamanda Kürt diasporasına “siz etnik milliyetçiliği güçlendiriyorsunuz, şiddeti güçlendiriyorsunuz, bundan vazgeçin” diyor. Durum böyle olunca, uluslararası düzeyi biraz ikili düşünmek gerekiyor. Hem katkı vermiyor gibi geliyor ama öbür taraftan Türkiye’ye hiç

eleştiri de gelmiyor. Bence teröre karşı mücadelede, ilk ve ikinci soruda konuştuğumuz Arap Baharı’nın ve Suriye Krizi’nin çok büyük etkisi var. Çünkü bugün herkesin kafası karışık ama artık iki tane PKK var gibi. Bir tanesi Türk PKK’sı, diğeri ise Suriye PKK’sı. Türkiye’nin bu son yazında geçirdiği PKK’nın eylemlerinde daha evvel siviller yokken bugün sivillerinde

olduğu bu dönüşümde Suriye ayağının çok etkisi var. O yüzden de esasında teröre karşı mücadele içeride demokrasiyi barındırıyor ama bu Arap Baharı’nda dış politikanın yeniden düzenlenmesi bu Suriye Krizi’nin muhakkak çözümlenmesini gerekli kılıyor diye düşünüyorum.