Upload
others
View
10
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi. Haziran 2007. Cilt:IV, Sayı:I,19-44
http://efdergi.yyu.edu.tr
TALİP APAYDIN’IN ÇOCUK ROMANLARINDA
GEZİ- GÖZLEM, ARAŞTIRMA ve DİNLEME YOLUYLA ÖĞRENME
Yrd. Doç. Dr. Kemal EROL
Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü
ÖZET
Türkiye'de çocuk edebiyatının gelişmesi, bu alanda Batı’dan örneklerin çevirisiyle başlar.
Tanzimat'tan (1839) önce sözlü edebiyat türü hakimdi. Bunlardan masal, bilmece, tekerleme, atasözleri,
Karagöz ve Meddah biçimleri çocukların eğitim ve eğlencesine sunulurdu. Bu yönüyle Tanzimat
döneminin bizde çocuk edebiyatının da başlangıcı olduğu söylenebilir. Aynı dönem yazarlarından Şinasi
(1826-1871), Recaizâde Ekrem (1847-1914) ve Ahmet Mithat (1844-1912) tarafından Fransızca’dan
çevrilen şiirler ve fabller edebiyatımızda ilk çocuk kitapları olarak kabul edilir. Asıl 1960’tan sonra çocuk
kitaplarında gelişme görülür. Rıfat Ilgaz (1911-1993), Mehmet Seyda (1919-1986), Gülten Dayıoğlu
(d.1935) ve Talip Apaydın (d.1926) bu dönem çocuk edebiyatı yazarlarından bir kaçıdır.
Toprağa Basınca (1966), Dağdaki Kaynak (1981), Merdiven (1985), Biz Varız (1998) çocuk
romanları ile Çalgıcı Recep (1970), O Güzel İnsanlar (1978), Aloo Çocuklar (1979), Yangın (1981), Elif
Kızın Elleri (1981), Hem Uzak Hem Yakın (1985) adlı çocuk kitapları, Köy Enstitülü öğretmen yazar
Talip Apaydın’ın çocuk ve gençlik edebiyatını oluşturur. Adı geçen eserler, gençlere yol gösterme, onları
bilgilendirme ve geleceğe hazırlama amacıyla kurgulanmıştır. Bu çalışma ise, söz konusu eserlerde
çocukların anlama ve öğrenmelerini doğrudan etkileyen yöntemleri araştırmayı hedeflemektedir.
Anahtar Sözcükler: Talip Apaydın, çocuk romanları, öykü, öğrenme, gezi-gözlem, araştırma, dinleme
LEARNING BY MEANS OF TOUR, OBSERVATİON, RESEARCH AND LISTENING
IN TALİP APAYDIN'S JUVENILE FICTIONS
ABSTRACT
The development of children literature in Turkey begins with interpreting the West’s examples in this area.
Before Tanzimat (administrative reforms (1839)), oral literature was dominant. Among these, the forms of tales,
puzzles, tongue twisters, proverbs, Karagöz and Meddah were presented to children’s education and entertainment. In
this way, it can be said that Tanzimat period is also the beginning of our children literature. In fact, the development
in children’s literature begin after 1960. Rıfat Ilgaz (1911-1993), Mehmet Seyda (1919-1986), Gülten Dayıoğlu (d.
1935) ve Talip Apaydın (d.1926) are some of the children’s literature authors of this period.
With children novels , Toprağa Basınca (1966), Dağdaki Kaynak (1981), Merdiven (1985), Biz Varız
(1998) and the children’s books such as, Çalgıcı Recep ((1970), O Güzel İnsanlar (1978), Aloo Çocuklar (1979),
Yangın (1981), Elif Kızın Elleri (1981), Hem Uzak Hem Yakın (1985) form the author’s, Talip Apaydın, childhood
and adolescent literature period. The books mentioned above are prepared (written) to direct, inform and have
children ready for their future. Whereas This study aims to investigate the methods that directly effect the children’s
comprehending and learning in the works in guestion.
Key Words: Talip Apaydın, learning, story, childs’ novels, tour, observation, searching
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi. Haziran 2007. Cilt:IV, Sayı:I,19-44
http://efdergi.yyu.edu.tr
20
GİRİŞ
İnsanoğlu, doğuştan itibaren yaşamını sürdürebilmek ve bunun gereklerini
yerine getirebilmek için birtakım davaranışlar kazanmak zorunluluğunu hissetmiştir.
Nitekim insan davranışlarının tamamına yakını öğrenilmiş kurallardır. Tam anlamıyla
biyolojik bir organizma olarak dünyaya gelen bir bebek, açlık veya susuzluğunun
giderilmesi yolunda bazı tepkiler gösterir. Başlangıçta ağlamak veya el kol hareketleri
gibi bilinçli olmayan davranışlar, çocuğun bu ihtiyacının karşılanmasında rol
oynayacaksa zamanla aynı iş için çocuğun benzer bir tepki göstermesini sağlayacaktır.
İşte bu, belki de insanın ilk olarak edindiği bir öğrenmedir. Bebeklik aşamasında
başlayan bu öğrenme süreci, insanın yaşamı boyunca sürüp gidecektir. “İnsanlık
tarihinde, eğitim kadar eski, ikinci bir faaliyet biçimi gösterilemez. O, insanla ilgili
temel bir dokudur” (Akyüz, 1991, s.13) ve süreklidir. Biyolojik bir organizma olarak
içine doğduğu kültürel uyarıcılar bütünüyle sürekli etkileşim halinde olan insan, kültürel
çevresiyle ilişkileri neticesinde yeni yeni davranışlar kazanır. Birey açısından
“sosyalleşme”, “kültürlenme”; cemiyet açısından ise “sosyalleştirme”, “kültürleme”
süreci kesintisiz devam eder (Tekin,1993, s.2). Bireyin yaşamını idame ettirmesinde ve
toplumlararası rekabetin de yaşanabilmesinde kaçınılmaz bir zorunluluk olan eğitim ve
öğretim süreci, pek çok kurum ve çeşitli yöntemler aracılığıyla sürdürülür. Bu araçlar,
toplumun belli yaş grubuna ait kesimlerine göre farklılık göstermektedir. Her toplumun
edebiyatında olduğu gibi bizim edebiyatımızda da çocukların ve gençlerin eğitiminde
değişik edebî türlerden ve öğretim metotlarından yararlanılmaktadır. Bu da çocuğa
öğrenme, araştırma ve inceleme isteği kazandıran; duygu ve düşünce dünyasını
zenginleştiren bütün verimlerden müteşekkil çocuk edebiyatıdır.
Çocuk Edebiyatı amaç kapsam ve önem bakımından konu ile ilgili pek çok yazar
tarafından benzer ifadelerle tanımlanmıştır. Kimine göre “çocukların anlayacağı,
hoşlanıp yararlanacağı biçimde hazırlanan, çocukların hayal gücünü zenginleştiren ve
eğitimlerine yardımcı olan bir edebiyattır” (Tuncer, Yardımcı, 2000, s.17), kimine göre
de “çocukların büyüme ve gelişmelerine, hayal, duygu, düşünce ve duyarlıklarına,
zevklerine, eğitilirken eğlenmelerine katkıda bulunmak amacı ile gerçekleştirilen
çocuksu bir edebiyattır” (Şirin, 1994, s.9). Bu edebiyatın kapsamında yazılı türlerin
başını ninni, mani, bilmece, tekerleme, masal, fabl, destan, efsane, türkü-şarkı, hikâye,
roman, şiir, fıkra, anı, günlük, gezi yazıları, çizgi film, tiyarro, biyografi, tabiat ve fen
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi. Haziran 2007. Cilt:IV, Sayı:I,19-44
http://efdergi.yyu.edu.tr
21
olaylarını anlatan eserler çekmektedir. Buna göre, çoçuk edebiyatını, çocuk eğitim ve
öğretiminde kullanılan yazılı ve görsel basın araçlarının genel adı olarak algılamak
yanlış olmaz. Buna karşın, çocuk yaşını geçkin ergenlik dönemindeki gençlerin
okuduğu eserler macera hikâye ve roman ağırlıklıdır. Gençler realist olaylardan, sert
hareketlerden ve ürpertici tehlikelerden hoşlanırlar. Bilhassa genç kız çocukları
Pollyanna hissi hikâye ve romanlara eğilimlidirler (Baymur, Demiray; 1961, s.96)
A. Ferhan Oğuzkan, Çocuk Edebiyatı adlı kitabında çocuklara yönelik eserleri
değerlendirirken tespitlerini bir deneysel psikolog olarak Profesör Özbaydar’ın konu ile
ilgili görüşlerine dayandırmaktadır. Özbaydar’a göre bu tür kitaplar, çocukların hayal
âlemlerinin uyarılmasında ve canlanmasında etkilidir. Ayrıca çocuk, duygusal boşalma
ihtiyacını en kolay kitaplarla tatmin etmektedir. Burada çocuk cesaret, iyilik,
kahramanlık, güçlükleri yenme gibi olumlu yönlerde duygusal boşalmasını
yapabilmektedir. (Oğuzkan, 2001, s.388). Apaydın’ın da çocuklara yönelik yazdığı
roman, öykü ve masal gibi edebî türlerde aynı görüş ve düşüncelerle belli öğretim
yöntemlerini kullanarak çocuklara bir düzey kazandırmaya çalıştığı görülmektedir.
Biz Varız, 10-15 yaşlarda beş arkadaşın uzay boşluğu ve uzaylılar hakkında
kurdukları düşün romanıdır. “İnsanoğlunun başarılı olmasını gerekli kılan temel sebep
nedir?” sorusu, çocukların cevabını aradıkları asıl soruyu oluşturur. Romanların,
didaktik yönü ağır basan birer eser olması bakımından pek çok alanda aydınlatıcı
olduğu söylenebilir. Çocuklar, içinde yaşadıkları ancak insanları hiç de mutlu olmayan
kendi dünyaları ile düşünü kurdukları medenî dünya arasında mukayese yoluyla bir
sonuca varırlar. Amaç, kendi dünyalarının eksik yanlarını tespit etmek ve buna çözüm
bulmaktır. Hakikatte, dünyayı hayal edilen huzurlu bir mekâna dönüştürmek vardır.
Daha çok bilim kurgu veya fantastik türüne uygun görünen bu romanlarda arzulanan
dünya resmedilmeye çalışılır. Derin yapıda okunan ise, eşitlikçi ve mureffeh bir dünya
tasavvurudur. Toprağa Basınca’da, “amacı olmayan kişinin çalışması da verimli olmaz”
fikri etrafında çocukların gelecekle ilgili bir hedef belirlemeleri istenir. Başka bir
romanın Merdiven adını taşıması, eğitimsiz ve dolayısıyla bilgisiz kimselerin kol
gücüyle hayatını idame ettiremeyeceği; geleceği garantiye almak için çıkılacak ilk
basamağın “okumak” olacağı fikrine dayanır. Çocukları aramaya, çevrelerini
incelemeye çağıran; onlarda köy ve doğa sevgisini geliştirmeyi amaç edinen Dağdaki
Kaynak’ta, “baktığını gör, gördüğünü de anla” fikrinden yola çıkarak içinde yaşanılan
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi. Haziran 2007. Cilt:IV, Sayı:I,19-44
http://efdergi.yyu.edu.tr
22
dünyanın tanınması; toplumdaki sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel farkların
belirlenmesi ve buna bir çözüm yolunun bulunması istenmektedir.
Bu görüş ve düşüncelerle “çocuk kitapları” adı altında bir dizi eser veren
Apaydın’ın, eğitimden yoksun kalmış ya da yanlış bir eğitim modelinden geçmiş
toplumun önünü görmesi için işe, çocukları bilhassa okul ortamında eğitmekle
başlanması gerektiğine inandığı söylenebilir.
Okul ve Öğrenme İhtiyacı
Toplumların huzur ve refah düzeyi, sosyo kültürel ve sosyo-ekonomik düzeyiyle
doğrudan ilişkilidir. Bu nedenle toplumu oluşturan bireylerin eğitim seviyeleri
önemsenir. “Uygar toplumlar, sosyal yaşamını sürdürebilmek için çeşitli kurumlar
geliştirmiştir. Eğitimin kurumlaşması için de okullar oluşturmuştur. Ancak bu olgu,
eğitim kavramını okulla sınırlandırmak anlamına gelmemektedir” (Varış,1978, s.10).
Öğrenme kavramının ilgili olduğu temel unsur davranıştır. Davranış değişimini
sağlayan faktörlerin başında okul ortamı gelmektedir. Sanat eğitimi de daha çok bu tür
kurumlarda verilmektedir. Nitekim “sanat beğenisi kazandırılmamış kişi, Talip
Apaynın’ın ifadesiyle “insana ve topluma kapalıdır. İnsancıl sıcaklıktan yoksuldur.
Kişiliğinde ister istemez büyük eksiklikler ve katılıklar taşır. İlgileri, davranışları ve
becerileri kısıtlıdır, donuktur” (Apaydın, 1995, s.34). Ancak eğitim süreci, yalnızca
okul ortamından ve burada elde edilen kazanımlarla sınırlı değildir. Organizmanın
yaptığı her türlü hareketi ifade eden davranış biçimleri (Tekin,1993) farklı ortamlarda
da edinilebilir. Öğrenme ve eğitim kavramlarının birbiriyle ilişkisi, şu tanımdan da
anlaşılabilir: “Öğrenme ya bir davranış değişikliğinin veya yeni bir davranışın oluşması;
eğitim ise, içinde yaşanılan toplumca arzu edilen davranışların bireylerde oluşturulması
sürecidir” (Çilenti,1988,s.13). Okul dışında ve bir öğretici olmadan da gerçekleşen
pekçok öğrenme, bireyin toplumsal ve kültürel çevresiyle etkileşimi sonucu açığa çıkar.
Bunların başında gezi, gözlem, dinleme, araştırma-inceleme, karşılaştırma, tartışma,
örnek gösterme, folklorik unsurlardan yararlanma ve sunuş gibi öğrenme yöntemleri
gelmektedir.
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi. Haziran 2007. Cilt:IV, Sayı:I,19-44
http://efdergi.yyu.edu.tr
23
Gezi Gözlem Yöntemi
İnceleme amaçlı sağlanan öğrenme yöntemi, “öğretimde gözlem”dir. “Belli
eğitsel amaçları gerçekleştirmek için herhangi bir olay ya da varlığı, önceden
hazırlanmış bir plân çerçevesinde incelemek” (Büyükaragöz;Çivi,1997,s.99) demektir.
Gezi- gözlem ise, varlıkları gerçek tabiî ortam ve şartları içinde görmek ve anlamaktır.
Bu yöntem, “önceden saptanan belli özellikleri öğrencilere kazandırmaya çalışan okul
gibi maksatlı öğretim kurumları” (Tekin, 1993, s.7) laburatuvarlarının deney üzerindeki
inceleme çalışmasından farklıdır. “Gezi hikâye ve romanlarında, kişilerin yaşadıkları
olaylar serüven tarzında algılanır” (Tuncer, 2000, s. 144). Bu yöntemin önemi,
öğrencilerin hemen bütün duyu organlarını kullanmasına olanak tanıyacak, aktif
olmalarını sağlayacak, merak güdülerini tatmin edecek ve böylece problem çözme
becerilerini geliştirecek bir özelliği taşımasına dayanmaktadır. Gezi ve gözlem tekniği,
öğrencilerin yakın çevrelerini tanımaları, okulda kazandıkları teorik bilgiler ile gerçek
yaşam arasında ilişki kurmaları, belki de bilgileri gerçek kaynağından elde etmeleri
amacıyla kullanılmaktadır. Ülkemizde pek çok eğitimcinin, bilhassa 1940 kuşağı Köy
Enstitüsü çıkışlı öğretmenlerin çocuk eğitiminde başvurduğu gezi gözlem metodunun,
çocuklarda var olan araştırma, bulma ve tanıma eğiliminin gelişmesine hizmet ettiği
söylenebilir. Nitekim çocuk, daha çok gözlem yoluyla varlık ve olayları kendi tabiî
ortamlarında plânlı ve amaçlı olarak inceleme ve tanıma olanağını bulabilmektedir.
Öğretimde daha fazla duyuyu etkileyen bir metod olarak tanınan bu teknik, öğrenmeyi
kitaba bağımlılıktan ve sınıf atmosferinden kurtarmakta, bilginin daha kalıcı olmasını
sağlamaktadır. Gözlemi, dikkatin dış dünyadaki olay ve varlıklara yönelmesi olarak
tanımlayan psikoloji bilimine göre de gözleme katılan duyu organlarının fazlalığı
nispetinde öğrenme yaşantısının kalıcılık oranı artmaktadır.
Bir toplumun her bakımdan gelişmesinde ve kalkınmasında, insanın herhangi bir
alanda yetiştirilerek biçimlendirilmesinde eğitimin oynadığı rolün önemi yadsınamaz.
Köy Enstitülerinde yetişmiş öğretmen kökenli öykü ve roman yazarlarının, çocuklara
dönük yapıtlarında eğitici yönü ağır basan teknikler kullandıkları gözlemlenmektedir.
Onlar, okulda verilen bilgileri, çocuklara yakın çevrelerinde gezi gözlem yaptırmakla
pekiştirmeyi ön görmektedirler. Ayrıca çocukların, herhangi bir alanda bilgi, beceri ve
deneyime sahip kimseleri dinleyerek eşya ve tabiat hakkında fikir edinmelerinin
önemine dikkar çekmektedirler.
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi. Haziran 2007. Cilt:IV, Sayı:I,19-44
http://efdergi.yyu.edu.tr
24
Köy Enstitülü öğretmen ve yazarlardan biri olarak edebiyatımızda adını
duyuranTalip Apaydın’ın Toprağa Basınca, Dağdaki Kaynak, Merdiven, ve Biz Varız
adlı çocuk romanlarında teknik açıdan eğitsel ders gezileri olarak adlandırılan gözlem
metodunu sıklıkla kullandığı görülmektedir. Bu yöntemle öğrencilerin fabrika müze,
kütüphane, çeşitli resmi kurumlar, köy, dağ, orman, göl gibi yerlere götürülerek oralarda
doğrudan gözlem yapma fırsatının tanındığını, böylece onlara asıl kaynağından bilgi
edinmelerinin sağlandığı anlaşılmaktadır. Nitekim, çocuklar, yabancı mekânların
özelliklerini, doğal güzelliklerini, giyim kuşam ve yaşayış tarzlarını merak ederler.
Yabancı coğrafyalara özgü ilginç olaylar ve önemli uygarlıklar geziye ve gözleme
dayanan bu tür eserlerde dile getirilmektedir.
Dağdaki Kaynak, kentte yaşamakta olan üç çocuğun bir dağ köyüne
düzenledikleri gezi hikâye edilmektedir. Amaç, okul çağındaki çocukları araştırmaya,
öğrenmeye teşvik etmek; çevrelerini incelemeye yöneltmek; onlarda doğa sevgisini, köy
ve yurt sevgisini geliştirmektir. Talip Apaydın, Biz Varız’da çocukları uzay yolculuğuna
çıkararak özlemi duyulan gelişmiş medenî bir dünyayla tanıştırırken, onlara kendi
dünyalarının sorunlarını ve eksiklerini duyurmaktaydı. Dağdaki Kaynak’ta da kentli
çocukları yaz tatillerinde kırsal yörelere göndererek bir yandan köy-kent arasındaki
farklara dikkatlerini çekmekte, diğer yandan da doğayı daha iyi tanımaya ve yeraltı
zenginlik kaynaklarını anlamaya yönlendirmektedir. Çocuklar, tıpkı Kristof Kolomb’un
deniz ötesini merak edip sonuçta Amerika’yı keşfetmesi gibi dağların arkasında
bilinmedik bir şeylerin arayışındadırlar. On on iki yaşlarındaki Erkmen’le Aydın,
kentten babaları tarafından bu amaçla köye gönderilirler. Bu gezinin düşünülmesinde
öğretmenlerinin de payı büyüktür. Onlara göre insan, henüz küçük yaşlarda tabiatın
çetin şartlarına, yaşamın güçlüklerine alışmalı, gerektiğinde karşı koymayı
öğrenmelidir. Bunun için önce farklılıkları merak etmeli; yeni şeyler bulmaya
çalışmalıdır. Çünkü anlatıcıya göre bütün yenilikler, buluşlar ve icatlar bir merakın
ürünüdür.
Talip Apaydın’ın, çocuk romanlarına seçtiği genç karakterler yetenekli, azimli,
çalışkan ve bu yüzden araştırmacı tiplerdir. Biz Varız’da uzay yolculuğuna umdukları
medeni dünyayı bulmak için çıkan Osman, Ali, Fadik, Ayşe ve Murat’ın yerini Dağdaki
Kaynak’ta Erkmen, Aydın ve Hüssam almaktadır. Araştırdıkları mekân ayrı da olsa gezi
ve gözlemlerinin amacı aynıdır: İçinde yaşadıkları dünyayı tanımak; sosyo-ekonomik ve
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi. Haziran 2007. Cilt:IV, Sayı:I,19-44
http://efdergi.yyu.edu.tr
25
sosyo-kültürel farkları belirlemek; bu yolla daha müreffeh bir yaşam standardını
yakalamaktır. Çocukları aramaya, çevrelerini incelemeye çağıran; onlarda köy ve doğa
sevgisini geliştirmeyi amaç edinen Dağdaki Kaynak’ta olayların geçtiği mekân,
Ankara’nın Günoluk köyüdür. Burası, birkaç yıl önce Ankara’ya taşınan, bir apartman
dairesinin bodrum katına yerleşmiş yoksul bir ailenin köyüdür. Kentli çocuklara bu
ailenin 10-12 yaşlarında köylü Hüssam rehberlik etmektedir. Ancak çocuklar babaları
tarafından yola çıkarılmaz. Amaç, çocukların kendi imkânlarıyla ne yapacaklarına karar
verebilme yeteneğini ve alışkanlığını kazanmalarıdır. Köy yolu, kentli çocukların hiç
görmedikleri dağların ve ormanların arasından geçmektedir. Burası, büyüleyici bir doğa
harikasından ibarettir. Kentli gençler, gittikçe sıklaşan ve güneşin görünmediği ormanda
korkulu ve meraklı bakışlarla ilerlerken Hüssam, alışkın olduğu yöreyi, bir bütün olarak
tabiatı, şehir yerinden daha güvenli ve rahat bulmaktadır. Erkmen ile Aydın,
kitaplardan, görsel yayınlardan bilinçaltlarına yerleşmiş vahşi tabiattan korkarlar. Ayı,
kurt, domuz gibi yırtıcı hayvanların ansızın önlerine çıkabileceklerinden çekinirler.
Oysa Hüssam, kendisini arkadaşlarının ürkütücü bulduğu bu vahşi mekânın bir parçası
gibi hissetmektedir. Aralarındaki bu farkın kaynağı, hiç şüphesiz içinde yetişip
büyüdükleri değişik mekânlardır.
Apaydın’ın yazdığı çocuk kitaplarında öğretici rolünün yanı sıra onları belli bir
dünya görüşü doğrultusunda kanalize etme yanlışından kurtulamadığı söylenebilir. Oysa
edebiyat eseri, kültürel sembolleri, duyarlıkları ile bir dünya görüşü alanı içine girse de
ileri sürülen fikirlerin şemetik-güdümlü yansımasına dönüşmemesi gerekir. Nitekim
çocuk edebiyatı üzerinde görüş belirten pek çok yazar bu konuda hemfikirdir. Mustafa
Ruhi Şirin, Çocuk Edebiyatı adlı kitabında “Bir düşünce veya dünya görüşünün haklı
olduğunu, üstünlüğünü ideolojik bakımdan edebiyata yüklemek ve bu yazarlığı çocuk
edebiyatı yazarlığı ile özdeşleştirmek mümkün değildir” (Şirin, 1995, s.190) derken
aynı konuda Gülten dayıoğlu’nun yaklaşımı da benzerlik göstermektedir. Güdümlü ve
ideolojik tercihleri ön plâna çıkararak çocuklar için yapılan edebiyatın zararlı olduğunu
öne süren Dayıoğlu, bu tehlikeye şu sözlerle işaret etmektedir: “Çocuk edebiyatının bu
etkin gücü, sömürüye açık olursa, gelecek kuşaklar zihnen ve ruhen çarpık kişiler
olarak katılabilirler aramıza” (Dayıoğlu, 1987, s.406).
Yol boyunca çocukların zihnini meşgul eden şey, Türkiye Coğrafyasının tahmin
ettiklerinden fazla büyük olmasıdır. Çevreyi, öğretmenlerinin, “Baktığını gör,
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi. Haziran 2007. Cilt:IV, Sayı:I,19-44
http://efdergi.yyu.edu.tr
26
gördüğünü de anla” (Apaydın,1982, s.43) sözünü akılda tutarak gözlemlemektedirler.
Onlar, artık okul dışında, tabiî çevrede yaptıkları gözlemle baş başadırlar. Köyde, kentin
sıkıcı labirent temalı ortamından kurtulmuş olmanın keyfini yaşarlar. Burada
alabildiğine geniş bir sahada her türlü kaza riskinden uzak oynamaktadırlar. Ankaralı
gençler, burada tanıştıkları köylü çocuklarla bir bilgi alışverişi içindedirler. Kentli
gençler, köylü çocukların yalnızca adını duydukları televizyonun hâlâ neden köyde
bulunmadığını anlamakta zorlanırlar. Çok geçmeden köyde elektriğin de olmadığını
öğrenmeleri, onlara Türkiye’de her yerin Ankara gibi gelişmediğini, insanların imkân ve
yaşayışlarının her yerde aynı olmadığını öğretir. Böylece yokluğun, yoksulluğun ne
demek olduğunun farkına varırlar. Kentli gençler, kendilerine eşlik eden köylü
delikanlılarla kimsenin engel olmadığı meydanlarda top koştururlar, bazen de
ormandaki ağaçlara tırmanırlar. Koyun, keçi ve kuzularla bütünleşirler. Onlara göre bu
zengin tabiatın bağrında yoklukla varlık iç içe girmiş durumdadır. Etrafı yeşil
ormanlarla çevrili, suyu bol, havası temiz; sütü-yoğurdu şifa olan bu köylerin insanları
için kent, neden bir cazibe merkezi olsun? Bu soru, onlar için bir araştırma konusu olur.
Kaval sesini dinledikleri yüzü kararmış, eski püskü giysiler içindeki çobanın zorlu
yaşamını düşünürler. Bu gözlem, onlarda mevcut yaşa kadar hiç hissetmedikleri bir
acıma duygusunun yoğunlaşmasına neden olur. Burada katlanılması güç koşullarda
yaşamını sürdüren çoban, kuru ekmeğine katık yaptığı çökelekle karnını doyurmaya
çalışırken, gençlerin anlamlı bakışlarına hedef olur. Çobanın yaşamı, onlara insanların
köyden kente niçin göç ettikleri sorusuna da cevap olur. Ayrıca köylülerin yanı
başlarındaki koca ormanda kışlık yakacaklarını dahi temin etmekte zorlandıklarını;
devletin, ormanları kentli zengin müteahhitlere kiraladığını öğrenirler. Elektriği,
çeşmesi, yolu, okulu, sağlık ocağı, ekili arazisi bulunmayan bu insanların işsiz güçsüz
yaşamalarına inanamazlar.
Gençler, köyde tabiatı, kırsal yaşamı az çok tanıdıktan sonra birkaç gün öncesine
kadar köye ve köylüye ait görüş ve düşüncelerinden bir hayli farklı bakışlara yönelirler.
Köylülerin, kendi sorunlarına çözüm olmak için söz verdikleri halde bunu unutan pek
çok aydının, bürokratın gelip geçtiği sözlerinden etkilenirler. Bu ruhsal atmosfer içinde
köyün ilerisindeki kayalık bir tepenin altından dupduru suların köpürerek kaynadığı
noktada yaşlarından beklenmeyen zorlu bir araştırmaya koyulurlar. Orada ufak bir gölet
oluşmuş, etrafı böğürtlen gürüzleri sarmıştır. Merak ettikleri şey, suyun neden böyle
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi. Haziran 2007. Cilt:IV, Sayı:I,19-44
http://efdergi.yyu.edu.tr
27
köpüklenerek hava kabarcıkları çıkardığıdır. Ayrıca bu duru suyun acı olmasının bir
nedeni olmalıdır. İçince yüzlerini buruştururlar. Bu, onlara bir şeyi hatırlatır. Su,
babalarının sık sık buzdolaplarında bulundurdukları maden suyunu çağrıştırır.
Akıllarına ilk gelen, aslında bir gerçeğin habercisidir: “Giderken bir şişe götürürüz.
Babam Ankara’da bunu incelettirir. Eğer maden suyu ise, köy zengin oldu gitti, şişesi
elli kuruş...” (Apaydın, 1982, s.81) diye söyleyen Erkmen’in bir de endişesi vardır:
Düşündüğü gibiyse konu önemlidir. Ancak devlet veya açıkgöz kentli zenginler haber
alırlarsa köylüyü yararlandırmayacaklardır. Burası da yeşil ormanların akıbetine
uğrayacaktır. Bu yüzden işin gizlilik içinde yürütülmesi gerekir. İleride gerçeğe
dönüşeceğinden habersiz bir hayalin içindedirler: “Yol yapılacak, su kamyonları vızır
vızır işlemeye başlayacak. Şişelerin üstünde ‘Günoluk Maden Suyu’ diye yazacak.
Lokantalarda, gazinolarda millet ‘Günoluk Maden Suyu’ içecek”tir (Apaydın,1982,
s.102).
Yazar, bu tür gezi ve gözlem yoluyla yapılacak eğitimin önemine vurgu
yapmaktadır. Nitekim Dursun Akçam, Avni Aytan, Ali Bozkurt ve Vahap Erdoğdu’yla
ortak yazdığı “Devrim İçin Eğitim” başlıklı bir makalede, eğitim sistemimizde esas
alınması gereken önceliklere uyulmadığını ileri sürmektedir: “Uygulanan eğitim,
öğrenciye toplum gerçeklerine aykırı, kişinin ve toplumun ihtiyaç duymayacağı bilgiler
öğretir. Öğrenciye çevreyi tanıtmak, içinde yaşadığı toplumsal değerleri öğretmek
yerine, kutuplardaki fok balıklarının hayatı öğretilir”( Apaydın ve diğ., 1971). Ayrıca
yazara göre, eğitim kalitesinin sosyal çevrelerdeki dağılımında da bir adaletsizlik vardır.
Bu yüzden eğitimsiz köylü çocuklar ile belli bir eğitimden geçmiş kentli gençlerin
tabiata, eşyaya bakışları farklı olacaktır. Biri baktığı halde nesneyi görmez, diğeri bakar
bakmaz ne gördüğünün farkındadır. Başarının sırrı da buradadır. Romanda kentli
gençler, köylünün dikkat edemediği mağaranın içinde ve etrafında büyük miktarda
odunun kendi kendine çürüyüp gittiğini görebilmektedirler. Bu dikkat, onlara köylünün
varlık içinde yokluğu yaşadığını düşündürür. Gördüklerini dikkatle
değerlendirdiklerinde gerçekleri yakalayabilen eğitimli gençler, devlet-köylü ilişkisinde
aslında yazarın görüşlerine sözcülük etmektedirler. Buna göre devlet, buraları acilen bir
hizmet programına almalı, köyün kentle ulaşım bağlantısını sağlayacak yolu yapmalı,
ormanları köylünün menfaati için hizmete sokmalıdır. Başlatılacak böylesi bir kalkınma
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi. Haziran 2007. Cilt:IV, Sayı:I,19-44
http://efdergi.yyu.edu.tr
28
hamlesiyle ancak köylünün cehaletten ve yoksulluktan kurtulması mümkün
olabilecektir.
Karşılaştırma Yöntemi
Talip Adaydın, kimi zaman astronominin çocukların zihinsel gelişimindeki
rolüne bilim kurgu yoluyla dikkat çekmektedir. Yazar, çocuk romanlarında muhakeme -
müzakere yeteneği gelişmiş belli yaş grubundaki çocukları ve gençleri gerçeğe
ulaşmaları için çevrelerinde araştırma yapmaya sevk etmeyi vazgeçilmez bir öğretim
metodu olarak görmektedir. Apaydın’ın, eserlerinde çocuklara eşyayı ve evreni
öğretme, bunlara bir anlam kazandırma yolunda gösterdiği çabayla bilhassa yukarıda
adı zikredilen romanları nitelikli birer kaynak haline getirdiği söylenebilir.
Romanlarda kişiler, içinde bulundukları yaşam biçimi itibariyle tematik bir güç
oluştururlar. Apaydın, çocuk romanlarını gençlere yol göstermek, onları bilgilendirmek
ve geleceğe hazırlamak amacıyla kurgulamıştır. Bu yüzden yazarın, çocuklar için
yazdığı romanlara mekân olarak çok iyi bildiği köy ortamını ve kahraman olarak da
yakından tanıdığı köy çocuklarını sözü edilen amaca uygun seçtiği düşünülebilir.
Biz Varız, on – on iki yaşlarında beş arkadaşın uzay boşluğu ve uzaylılar
hakkında kurduğu düşün romanıdır. Kahramanların düşleri, her gün farklı bir boyut
kazanır. İçinde yaşadıkları ancak kendileri gibi kimseyi mutlu etmeyen kendi dünyaları
ile tasarladıkları medenî dünya arasında ciddi bir fark vardır. Yapılan karşılaştırmada
asıl amaç, kendi gerçek dünyalarının eksik yanlarını tespit etmek ve duyurmaktır.
Hakikatte, dünyayı hayal edilen huzurlu bir mekâna dönüştürmek vardır. Düş
yolculuğu, bir gece yarısı, “uçan daire” dedikleri cinsten acayip bir taşıt ile başlar. Bu
taşıtın içinde, yüzleri görünmeyen “maden giysili” uzaylılar vardır. Araç
havalandığında, içinde Osman, Ali, Fadik, Ayşe ve Murat adlarında çocuklar vardır.
Uzayda ilgi duydukları mesleklerde iyice yetiştirildikten sonra geri getirileceklerdir.
Gençler, romanda dünyadaki tüm çocukların temsilcisi olarak uzaylılar arasında
yer almaktadırlar. İçlerinde, dünyalı yaşıtlarının düşlerini, özlemlerini taşırlar. Kendileri
gibi onları da yepyeni bir yaşama dahil etmek için bir arayış içindedirler. Amaçları,
yalnızca kendilerini kurtarmak değil, bütün insanları kurtarmaktır. Hedeflerinde
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi. Haziran 2007. Cilt:IV, Sayı:I,19-44
http://efdergi.yyu.edu.tr
29
dünyanın sorunlarına çözüm bulmak, bu yüzden öğrenmek ve burada öğrendiklerini,
döndüklerinde insanlık hizmetine sunmak vardır.
Uzay aracında sofraları türlü doğal gıdalarla donatılan gençlerin eğitimcileri
doktor, mühendis gibi uzman kişilerdir. Bir uzaylı, bu doğal yiyeceklerin zekâyı,
dolayısıyla öğrenmeyi çabuklaştırdığını söyler” (Apaydın, 1998, s.21). Burada besin
değeri yüksek yiyeceklerle beslenen çocuklar, yeniden alındıkları banyolarda
vücutlarına uygulanan köpüklü bir ilaçla yetişkin birer genç insan görünümünü
kazanırlar.
Gençlerin hayal dünyasındaki yolculuklarında kullanılan ulaşım aracı aynı
zamanda bir eğitim merkezidir. Burada her birine ders öncesi öğrenmeyi kolaylaştırıcı
haplar içirilir. Murat’a ilgi alanı olan edebiyat tarihi öğretilir: “Dünyanın ilk büyük
ozanı Homeros’un çağı, şiir, eski Yunan, Roma…. Sonra diller; İngilizce, uzay dili….”
(Apaydın, 1998, s.47). Fadik, sanat ve ses eğitiminden geçirilir. Ayşe, insan sağlığı ve
anatomisi hakkında bilgilendirilir; Ali, evreni yöneten, değiştiren, geliştiren deneysel
bilgiler edinir; Osman ise, teknik onarım işlerini öğrenir. Orada yaşam bambaşkadır.
Kendi dünyalarındakine benzemez. Taşıtlar, ya yer altında ya da havada uçak benzeri
küçük otobüslerdir. Bunlarla çok uzun mesafeler kısa bir zamanda aşılabilmektedir.
Evler, parklar, her biri sanat eseri gibidir. İnsanlar hep güler yüzlü ve mutludurlar.
Burada yoksul kimseye rastlanmaz. Her yerde ve her şeyde bolluk vardır. Bütün yapılar,
parklar, eşyalar henüz yapılmış gibi yenidir. Gençler, “Bu dünyada yoksul yok mu?”
(Apaydın,1998, s.68) diye sorarlar; zengin-fakir farkı var mı diye öğrenmek isterler. Ne
var ki, burada “zengin, fakir” kavramı bilinmediği için soruları anlaşılmaz. Uzaylılar,
“Dünyada kimi insanların kazancı az olur, her şeyi alamıyorlar” (Apaydın,1998, s.77)
diyen gençlere, “Alanlar nasıl rahat ediyor peki?” (Apaydın,1998, s.77) diye
şaşkınlıklarını belirtirler. Uzaylıların mantıklarının kabul etmediği gençlerin gerçek
dünyaları şu sözlerle tanıtılır: “Milyonlarca insan açlık çeker, çok kötü evlerde oturur.
Çocuklar bakımsızlıktan ölür. Zenginlerin kılı kımıldamaz” (Apaydın, 1998, s.77).
Buna karşı özlemi duyulan dünya, uzaylıların dünyasıdır. Orası, tek bir devlettir. Devlet
başkanı ile işçiler, çiftçiler, hamallar aynı biçim evlerde otururlar. Buna göre kimilerine
hamal dense de bunlar gerçek dünyadaki gibi değildir. Onların işlerini makineler,
robotlar yapmaktadır. Burada çocuklar, yalnız ailelerin değil, tüm toplumun çocuğu
kabul edilir. Orada her gün saat “on-iki arası” okuma saatidir. Her insan en az haftada
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi. Haziran 2007. Cilt:IV, Sayı:I,19-44
http://efdergi.yyu.edu.tr
30
iki kitap okumaktadır. İşsiz kimse yoktur, eğitim mükemmeldir. Her öğretmene “yedi
öğrenci” (Apaydın,1998, s.80) düşmektedir.
Uzayda eğitilen dünyalı gençlere kendi alanlarıyla ilgili kurumlar tanıtılır.
Mühendis Ali, uzay araçları yapan bir fabrikayı dolaşır. Burası tamamen çalışanlarındır.
Doktor Ayşe, kalp ameliyatının iki dakikada yapıldığı ve hastanın ikinci gün taburcu
olabildiği bir hastaneye tanık olur. Müzisyen Fadik ise, gezdiği konservatuarda
gördükleri karşısında şok geçirir. Bu ilerlemişliğin, gelişmişliğin sırrını öğrenirler. Her
şey, uzaylıların mevcut kaynakları ve insanların yeteneklerini aklın yolunda bilimsel
yöntemlerle kullanmaları sonucu gelişmiştir. Sonuç, yazarın öne sürdüğü sosyalist
dünya görüşünün öğretisinden ibarettir. Burada insanlık evrene egemen olmuş, bireysel
veya etnik bencillik ve çıkarcılık terk edilmiştir. Böylece farklı sosyal sınıflar ve
sömürü düzenleri tarihe karışmış, insanlık mutlu sona kavuşmuştur (Apaydın,1998,
s.82). Oysa kendi dünyaları, bu anlayışın aksini körüklemekle meşguldür. Dünyalının
geri kalmışlığının temelinde bu yanılgı vardır.
Dünyanın başlıca sorunlarından biri de çevreyle ilgilidir. Oysa uzaylıların
dünyasında böyle bir problem yoktur. Orada akarsular, denizler, ormanlar, kentler
tertemizdir. Sanayi bölgeleri dahil her yer mükemmeldir. Tüm sanayi elektrik gücüyle
veya güneş enerjisiyle çalışır. Fabrikalara giren su arıtılarak ilk temizliğine
kavuşturulur. Tarım arazilerinde yalnızca fabrika değil, tek bir ev dahi yapılmaz.
Toprak, bilimsel yöntemlerle alabildiğine verimli hale getirilmiştir. İşlenmemiş araziye
rastlanmaz. Ağaçlar, ekinler, çiçekler, nereye bakılsa pitoresk bir tablo görünümündedir.
Kayalık yerlerde bile ağaç dikilip büyütülmektedir. Evlerden uçar kamyonlarla
toplatılan çöpler özel fabrikalarda gübreye çevrilmektedir. Ormanlarında çeşit çeşit
kuşlar, yırtıcı hayvanlar eğitilerek insanlarla yan yana zararsız yaşamaları sağlanmıştır.
Tarımdaki ilerlemişlik inanılmaz boyutlardadır. Sebzeler meyveler birbirlerine
aşılanmakta, tohumların genleri üzerinde deneyler yapılmakta ve bundan akıl almaz
sonuçlar alınmaktadır. Nitekim üretilen portakallar, kavun büyüklüğündedir. Bunların
tadı kavununkine benzerken, kokusu portakalı andırmaktadır.
Çocukların dünyadaki sosyolojik, ekonomik ve kültürel farklılıkları anlamak
bakımından hayal güçlerini geliştirmek ve bu konuda bilgi edinmelerini sağlamak
amacına dönük araştırmalar Apaydın’ın kimi öykülerinde de rastlanmaktadır. “Aloo
Çocuklar”da zengin bir hayal gücüne sahip çocukların uzay aracı içinde “dünyanın iki
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi. Haziran 2007. Cilt:IV, Sayı:I,19-44
http://efdergi.yyu.edu.tr
31
yüz km. yukarısından” Güney Amerika’nın Amazon kıyılarında, Norveç kıyılarında,
Sibirya’da, Orta Asya’da Çin’de, Panama kanalı çevresinde, Küba’da ve Filistin’de
yaşayan aç, susuz, perişan çocuklara seslenişi yer alır. Öyküde sözü edilen coğrafyaların
genel özellikleri ve buralarda yaşayan insanlar hakkında bilgi verilir. “Dağın Ardı”nda
“dağ” motifi, ülkeler arasında çizilen sınırları temsil etmektedir. Aslında öykü, bütün
dünya çocuklarının merak ettiği bir konuya eğilmektedir. Çocukların hedefi, doğup
büyüdükleri memleketin sınırlarını aşarak ötelerde yer alan farklı toplumları, değişik
kültürel yapıları, yaşayış biçimleri, inançları, gelenek görenekleri tanımaktır. Çocuklar,
sınır ötesinde nasıl bir dünyanın olduğunu merak etmektedirler. Öyküde dünya
çocuklarının düşlerinden asırlar boyu çıkmadığı ileri sürülen bu merakın bir an önce
giderilmesi istenmektedir. Yazar, bu öyküyle çocukların söz konusu duygularına
tercüman olmayı hedeflemektedir. “Düş Kuran Ali”nin kahramanı, ne “Aloo
Çocuklar”daki gibi uzay aracında; ne “Bulut At”ın kahramanı Ahmet gibi “ak buluttan
şaha kalkmış kocaman bir at” sırtında; ne de “Dağın Ardı”nda ne olup bittiğini merak
eden çocuklar gibi dünya haritasında dolaşmaktadır. Onun düşlerinin mekânı kendi iç
dünyasıdır. Ali, kendine kötülük edenlerden burada düş kurarak öç almakta, iyilik
edenleri de burada ödüllendirmektedir. O, umutsuzluklardan umut çıkarır. En kötü
insanları burada iyi kişilere dönüştürür. Amacı, dünyayı yaşanır hale getirmek için
güzelleştirmektir. Ali, iç dünyasında keşfettiği ama bir hayli uzak olan bir adada
üzüntülerini sevince dönüştürebilmektedir. Nitekim onun varlığını saran bütün
güzellikler burada vücuda gelmektedir.
Sunuş Yöntemi
Apaydın’ın çocuk romanlarında gezi gözlemden başka, okullarda bilgi aktarımı
için yaygın kavram ilke ve genellemelerin açıklanmasında kullanılan sunuş yoluyla
öğretim stratejisine de başvurulmaktadır. Bu yöntem, aslında öğretmenin birr konuya
ilişkin verdiği bilgileri, karşısında pasif bir şekilde oturarak dinleyen öğrencilere
iletmesi biçiminde uygulanan “anlatma (takrir) metodu”yla içiçedir (Büyükaraz ve Çivi,
1997). Apaydın, Dağdaki Kaynak, Toprağa Basınca ve Biz Varız’da olduğu gibi
Merdiven’de de her başarının temelinde bilinçli ve programlı bir çalışmanın yer aldığı
mesajını vermektedir. Bunun da eşyayı ve tabiatı doğru algılamaya ve kişinin ilgi
duyduğu alanda çalışmasına bağlı olduğu vurgulanmaktadır. İnsan, herkesin söylediği
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi. Haziran 2007. Cilt:IV, Sayı:I,19-44
http://efdergi.yyu.edu.tr
32
ya da söyleyebileceği şeyleri değil, kendisine özgü düşünceleri açığa çıkararak ilgi
çekmelidir. Merdiven’de Hasan’ın Türkçe dersinde yazdığı “Merdiven” başlıklı
kompozisyon yazısına Mehmet öğretmenin yorumu kayda değerdir. Köylü çocuklar,
çıkmaya çalıştıkları hayat merdiveninin şehir çocuklarına nazaran kendileri için çok dik
olduğunun farkınadırlar ama zor da olsa tırmanıp çıkacaklarına inançları tamdır. O
halde başarılı olmak için tek başına çalışkanlık yetmez, insanın geleceğe dair kendisine
güven duyması da gerekir. Hasan gibi bir zamanlar çocuk olan yazar ve sanatkarlar, bu
çalışma azimleri ve kendilerine güvenleri sayesinde hayat merdivenini bir bir çıkıp
mutlu sonu yakalayabilmişlerdir. Her mesleğin başarılı adamları, çetin uğraşlardan
sonra belli bir yere varabilmiştir. Bir mimar kolayca mesleğinin erbabı olamadığı gibi,
bir doktor da kendisine kolayca can emanet edilebilecek seviyeye gelemez. Öğretmenin
şu sözleri konuya ilişkin mesajı özetler mahiyettedir : “Başarı, çalışmak ister, derin bilgi
ve ciddi bir ilgi ister. Hiçbir zaman kolaya sapmayın, işi rastlantıya bırakmayın,
öğrenin, öğreninceye kadar inatla çalışın. Başarının gizi budur” (Apaydın, 1985, s.30).
Bu öğüt, öğretme sürecinde eğitimin ikinci görevi olan toplumun değerlerini ve
toplumsal kurallarını çocuğa doğrudan anlatım yoluyla başlatılması gerektiğini
göstermektedir. Kültürün aşılandığı bu süreç, aynı zamanda “toplumsallaşma süreci”dir
(Tezcan, 1992, s.50).
Dinleme Yöntemi
Öğrenme yöntemlerinin temelini oluşturan ana işlevlerden biri de hiç şüphesiz
dinleme etkinliğidir. Aynı zamanda bir iletişim kurma yolu olarak bilinen dinlemenin,
öğrenme sürecinde önemli bir payı bulunmaktadır. Bilinçli bir dinleyici olarak panel,
sempozyum, konferans veya tartışma gibi kültürel etkinliklere katılmak; radyo
dinlemek; tiyatro, film veya televizyon izlemek; yaşamın akışı içinde edindiği
tecrübelerle pek çok konuya vakıf yaşlı bilge kimselerin konuşmalarına ve nasihatlerine
kulak vermek de bilgi edinmenin bir başka yoludur. Nitekim atalarımız, “yüz dinle, bin
düşün, bir söyle” sözleriyle dinlemenin ehemmiyetine dikkat çekmişlerdir. Daha ilkokul
sıralarından başlayarak öğrenci öğretmen arasındaki iletişimin karşılıklı konuşma ve
dinleme esasına dayanması da bu yüzdendir. Çünkü “her iyi konuşma iki kutuplu bir
muhavere, gidiş gelişli bir yoldur”(Muallimoğlu,1994). İyi bir öğrenme aktivitesinde
alıcının doğru dinleme etkinliği önemlidir. Ancak bu dinleme, yalnız işitmeyi değil
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi. Haziran 2007. Cilt:IV, Sayı:I,19-44
http://efdergi.yyu.edu.tr
33
anlamayı ve kavramayı gerektirir. Nitekim belli bir amaç doğrultusunda yapılan
dinleme işi, alıcının isteği ve iradesi dışında gerçekleşen işitme olgusundan farklı bir
etkinliktir (Aktaş ve Gündüz, 2005). Öğretmenin sık sık başvurduğu öğretim
yöntemlerinden biri de sınıfta herhangi bir konuyu, bir öyküyü yüksek sesle okumak ya
da birine okutmaktır. Amaç, çocukların ilgi ve anlama seviyelerine uygun anlatılan
konudan veya okunanan yazılı metinden öğrencilerin sebep-sonuç ilişkisini kurarak bir
yargıya varmalarını sağlamaktır. Bu yöntem, öğrencilerin anlatılanları dikkatle
dinlemelerini öngörür. Çünkü dinleyici hedef kitlenin konuya motive olması ancak bu
yolla sağlanabilir.
Pek çok eğitimci gibi Talip Apaydın da öğretmenlik yaşamı boyunca
öğrencilerin ezber yöntemiyle hareket etmelerine karşı çıkmış, bunun yerine anlamayı
ve kavramayı esas almıştır (Apaydın ve Akçam, 1968). Çocuk romanlarına da yansıyan
anlayış budur. Apaydın, Dağdaki Kaynak’ta çok iyi bildiği köy ortamını ve yakından
tanıdığı köylüleri kentli çocukların bilgisine sunmaktadır. Çocuklar, önce babalarının
sonra da öğretmenlerinin konu ile ilgili söylediklerini dikkatle dinleyerek ön bilgileri
edinirler. Merdiven’de çocukların, öğretmenlerinden dinledikleri sözler, gerçek yaşamı
anlamalarını sağlamaya yöneliktir: “Çocuklar, yaşam bir merdivene benzer. Bazıları
için diktir bu merdiven, bazıları için yataydır. Hepiniz bu merdivenleri çıkıyorsunuz.
Kiminiz zorlanarak, kiminiz düz bir yolda yürür gibi…” (Apaydın,1982, s.29)
Öğrenciler, bu sözlerden yaşamın her aşamasında kimi zorluklarla karşılaşmanın normal
olduğu, her mesleğin başarılı adamlarının çetin uğraşlardan sonra ancak belli bir yere
gelebildikleri yolunda bir hüküm çıkarırlar.
Talip Apaydın’ın kelime kadrosu ve anlatım örgüsü içinde Halk Edebiyatının
kendine özgü kelime dağarcığına ve anlatım motiflerine de rastlanmaktadır. Çocukların
eğitiminde önemini vurguladığı bu edebiyatın ürünlerine ilişkin görüşünü şu sözlerle
ifade eder: “Türk halk edebiyatı şiirde olsun, düz anlatım sanatlarında olsun, çok zengin
bir kaynaktır. Masallar, destanlar ve sözlü anlatım biçimleriyle ta Dede Korkut
öykülerinden gelen bir Anadolu anlatım geleneği vardır ki, çağdaş yazın ustalarının
çoğunu bu kaynak beslemektedir” (Apaydın, 1980, s.3). Yıllarca ilk öğretimde
öğretmenlik yapan Apaydın’ın roman ve öykülerinde masal, bilmece, oyun gibi Sözlü
Halk Edebiyatı ürünlerine ve anlatım biçimine yönelmesi, aslında öğretmenlik
mesleğine dayandırılabilir. Yazarın çocuklar için kaleme aldığı romanlarda pek çok
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi. Haziran 2007. Cilt:IV, Sayı:I,19-44
http://efdergi.yyu.edu.tr
34
“bilmece” örneğine rastlanmaktadır. Çocukları eğlendirme vasıtası olarak kullandığı bu
tür, “bir şeyin adını anmadan vasıflarını üstü kapalı söyleyerek o şeyin ne olduğunu
bulmayı dinleyene veya okuyana bırakmaktan ibaret olan eğlence”
(Karaalioğlu,1980,s.255) olarak tanımlanabilir. Çocukların yaşamlarında okul
öncesinden başlayarak önemli bir yere sahip olan tekerleme ve bilmeceler, çocuk
edebiyatı malzemeleri arasında sayılmaktadır. Anlamına pek önem verilmeyen bu
türlerin çocukları eğlendirme özelliği ön plândadır. Özellikle bilmeceler, çocuğun
öğrendiği kelimelerle sentez yapmasına, bilgi ve kelime dağarcığını genişletmesine;
böylece öğrendiği sözcükler arasında anlam ilgisi kurmasına ve sözcükleri kavram
olarak algılamasına yaramaktadır (Ciravoğlu, 1998, s.135). Toprağa Basınca adlı
romanında bu yazı türünün dikkat çeken örneklerinden bazıları şunlardır:
“Yeraltında sakallı dede”, “Karşıdan baktım hiç yok, yanına vardım pek çok”,
“Dükkândan alınmaz / Mendile konulmaz / Ondan tatlı şey olmaz”, “Sarıdır sarkar /
Düşerim diye korkar”, “Bir küçük fıçıcık / İçi dolu turşucuk”, “Gök oğlak kökünde
bağlı”, “Alaca bulaca / Eski sermiş yamaca”, “Kertül kertül / On iki köy ver kurtul”,
“İçi bitli başı tatlı” (Apaydın,1966, s.162-165).
Sözlü Halk Edebiyatı mahsullerine bir yerde kırsal kesimde yaşayan halkın, yani
köylünün kaynaklık ettiği söylenebilir. Çünkü bu edebiyatın hemen her nevinde
köylünün iç dünyasından izlere rastlamak mümkündür. Eserlerini köye ve köylü
çocukların dünyasına dayandıran Apaydın, dil ve anlatımında da halkın sözlü
edebiyatından mümkün oldukça yararlanmaktadır. Köyde çetin ve uzun geçen kış
aylarında halkın durgun yaşayışına canlılık katabilmek için bilhassa çocukların ilgi
duyduğu zekâya dayalı ve şiire özgü anonim halk edebiyatı türünü kullanmaktadır.
Çocukların katıldıkları eğlenceli türkü, tekerleme ve bilmece gibi Halk Edebiyatı
unsurları, bu yaşlarda ilgi duyulan oyunun bir parçası olarak kabul edilebilir. Yazar,
çocukları köylü yaşlı kadınların ağzından dinledikleri masal ve bilmeceler yoluyla
eğlendirmektedir. Bilmeceyi soran kişi, cevabını alıncaya kadar bu sonu uyaklı kalıp
cümlelerle örülü metni okumaya devam eder: “Beri gel İstanbul. İstanbul geledursun,
yüzüme güledursun. Karşıdan kaz gelir, eti bana az gelir. Ceviz yaprağı kat kat, başıma
düşsün pat pat. Ben bal küpüne, sen katran küpüne. Şu büyük taşı kaldırdım, seni altına
daldırdım. Gel gel İstanbul, dağınla taşınla, içi dolu malınla mülkünle, inci yalın
sözlerinle, sırma saçlı kızlarınla… Neyimiş, neymiş…” (Apaydın,1966, s.164). Aynı
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi. Haziran 2007. Cilt:IV, Sayı:I,19-44
http://efdergi.yyu.edu.tr
35
zamanda yazdığı masallarla da çocukları düşündürmeye sevk eden yazar, ilgi çekici bir
anlatımla masal nevini kullanarak çocukların hayal güçlerini geliştirmeyi
hedeflemektedir Asıl amaç, bir fikri, bir düşünceyi ortaya koymak, hicvetmek,
toplumun aksak yanlarını belirtmektir. Bunu da Sözlü Halk Edebiyatı ürünlerinden
masal türü ile sergilemektedir: “Zamanın birinde, suyu bol bir ülkede gürül gürül akan
bir çeşme varmış. Suyu da buz gibi soğukmuş. Gelen içer giden içer, yaptırana dua
edermiş. …” (Apaydın, 1966, s.121) sözleriyle başlayan masalın dili, herkesin
anlayabileceği bir sadelik taşır. Didaktik yönü ağır basan halk masallarının anlatım
gücünden faydalanan Apaydın, kimi zaman dinleyeni güldürmekte; kimi zaman da
gerçekçi bir yaklaşımla, nükteli özelliklerle okuru veya dinleyeni düşündürme yoluna
gitmektedir. Toprağa Basınca’da “Dev Masalı” ile “Yanaz Hamdi” masalı buna örnek
gösterilebilir.
Tartışma Yöntemi
Talip Apaydın’ın çocuk romanlarında öğretmen-öğrenci etkileşimine dayalı
dialoglara da rastlanmaktadır. Öğrencilerin bir konu üzerinde kendi düşüncelerini
söylemelerine olanak veren, görüşlerin karşılıklı etkileşimini sağlayan ve analiz, sentez,
değerlendirme becerilerinin kazanılmasına ortam hazırlayan tartışma yöntemine de yer
verilmektedir.
Yazarın romanlarda gerçekleşen gezi, gözlem ve araştırmalarda cevabı aranan
asıl soru şudur : İnsanoğlunun başarılı olmasını gerekli kılan temel sebep nedir? Bu
sorunun cevabı, eserlerin bütünlüğü içinde dikkat çeken tartışmalarda arandığı zaman
bunun, huzurlu ve mutlu bir yaşam elde etmek olduğu anlaşılacaktır. Buna göre,
insanoğlunun özlemi çok yönlü de olsa bir bütündür. En başta yoksulluktan kurtulmayı
istemektedir. Köylerde ve kentin varoşlarında yoksul insanların en büyük özlemi,
oturulabilir rahat bir eve ve geçimini sağlayacak normal bir işe sahip olmaktır. Biz
Varız’da Ayşe, huzurlu olmanın ilk şartı olarak sağlıklı olmayı öne sürse de, Osman’ın
konuya bakışı farklıdır. Bir insanın belli bir sanatı, hüneri yoksa bedenen sağlıklı olması
mutluluk getirmeyecektir. Yoksulluktan kurtulamayacak bir insanın ruhen sağlıklı
olması beklenemez. Fadik ise, olaya kendi ilgi alanı penceresinden bakmaktadır. Ona
göre, iş-güç ve ev bark sahibi de olsa bir insan eğer sanatı sevmiyorsa hiç bir
güzellikten tat alması mümkün değildir. Bu durumda kişinin mutluluğu yakalaması söz
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi. Haziran 2007. Cilt:IV, Sayı:I,19-44
http://efdergi.yyu.edu.tr
36
konusu olamaz. Önemli olan, bir şeyde güzelliği yakalamak ve onda yaşama sevincini
bulmaktır. Aralarındaki tartışmayı toparlayan konu üzerinde somut örneklerle genel bir
değerlendirme yapan Murat, insanın ilerleyen zaman içinde değişken olması gerektiğini
savunur. Ona göre kişi, durmadan ileriyi, yeniyi aramalıdır. Uygarlık durağan değildir.
İnsan da her dönemde değişen uygarlık gibi bir tekamül evresinden geçmektedir. Bir
zamanlar dünyada elektrik bilinmiyordu, motor gürültüsü yoktu; uçak, gemi, otomobil
denilen vasıtalar hayal bile edilmezdi. Yakın bir geçmişte bile insanlar Ankara-İstanbul
arasını atlı arabalarla günlerce süren bir yolculuktan sonra ancak kat edebiliyorlardı.
Oysa şimdi uçakla “kırk dakika”da ulaşabilmektedir. Telefonla denizaşırı mesafelerden
saniye farkı yaşamadan görüşmeler yapılabilmektedir. İnsanı bu seviyedeki başarıya
onun azmi, isteği, kendine güveni ve aralıksız çalışması ulaştırmıştır. Yeni şeyler icat
ettikçe değişen yaşamı nispetinde mutluluğu yakalamıştır. Çocuklar arasında bu yolla
sürdürülen fikir teatisi, düşündürmeyi ve böylece bir sonuca ulaşmayı hedeflemektedir.
Romanda yaşamın pek çok alanında tartışma yollu fikirler ileri sürülmektedir.
Örneğin, mutluluk için kaçınılmaz görülen şeyler -yuva, sağlık, sanat- birinci derecede
önemsenen ve birbirini tamamlayan unsurlar olarak gösterilmektedir. Biri olmadan
diğeri tek başına anlam ifade etmez. Bu durum, fırında ekmek pişirmek için un, su, tuz
ve ateşin gerekliliğine benzer. Bunlardan biri yoksa ortaya ekmek çıkmaz. Afrika’da
filler tat almak için tuzu yüz kilometre uzaktaki kaya dağlarında aramaya giderler.
Çünkü mutlulukları buna bağlıdır, yorulmaları bunun içindir. İnsanların mutlulukları
uğruna sarf ettiği çaba da bundan farklı değildir.
Araştırma – İnceleme Yöntemi
Talip Apaydın’ın çocuklar için yazdığı eserlerde öğretmenin kılavuzluk rolüne
vurgu yapılmaktadır. Yazara göre öğretmen yalnızca öğretici değil, aynı zamanda
eğiticidir; yönlendirici, yol göstericidir; önemi, öğrencilerini araştırma ve inceleme
yapmalarına olanak tanıyan öğretim yaklaşımlarını ortaya koyabilmesine
dayanmaktadır.
Öykü kitapları, yazarın okul yaşındaki çocukları gezip görmeye; gözlem yoluyla
öğrenmeye; tabiatı ve eşyayı araştırmaya; bu yolla yeni bazı şeyleri keşfetmeye
yöneltme çabasının bir ürünüdür. Çalgıcı Recep (1970), O Güzel İnsanlar (1978), Aloo
Çocuklar (1979), Elif Kızın Elleri (1981) adlı eserler, taşıdıkları bütün öykülerle insan
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi. Haziran 2007. Cilt:IV, Sayı:I,19-44
http://efdergi.yyu.edu.tr
37
azmini, merakı, çalışkanlığı, araştırmayı, bulmayı, öğrenmeyi ve mutlu olmayı öne
çıkaran bir tematik zemine oturtulmuştur. Gezi-gözlem, araştırma ve incelemenin bu
öykülerdeki yeri birer konu gibi görünse bile ayrıntılarda ortaya çıkan gerçeğin tematik
bir güç oluşturduğu görülmektedir.
Yazar, ilk okul yaşındaki çocukları düşünmeye alıştırmak; ilgilerini kendi
sorunlarını ve yaşadıkları çevrenin genel özelliklerini anlamaya yöneltmek; onlara
gerçek milliyetçilik ve yurtseverlik duygularını aşılamak amacını gütmektedir. Ülkenin
zengin topraklarının üstünde ve altında var olan kaynakları tespit etmek ve bunlardan
ülke insanlarını yararlandırmak için çocukları araştırmaya sevk eden yazar, buna ilgi
duymayan yetişkin kuşağın görevini çalışkanlığına ve azmine güven duyduğu yeni
neslin genç kuşağına yüklemektedir. Bu yeni neslin önünde öğreticilik ve rehberlik
görevini üstlenmiş eğitimli ve bilinçli öğretmenler vardır. Onlara göre bozuk düzeni
oluşturmada ve bu düzenin devamını sağlamada ileri yaştaki kuşağın payı büyüktür. Bu
kuşağın söz konusu düzeni değiştirme ve yeniden yapılandırma gayreti içindeki genç
kuşak karşısında dayanma gücü kalmamıştır. Çocuklara ve gençlere konuya ilişkin
araştırmaların yaptırıldığı bir başka eser de Yolun Kıyısındaki Adam adlı öykü kitabıdır.
“Tarih sürekli bir yenileşme zinciridir (ve) yenileşme, yeni düşüncelerle
gerçekleşmektedir” (Apaydın, 1979, s.172). Oysa bu durum, kendi çıkarları
doğrultusunda işleyen düzene hâkim kesimlerin işine gelmemektedir. Henüz hiçbir
kötülüğe bulaşmamış gençlerin onlar gibi “ne elleri halkın cebindedir ne de sesleri
sömürücülerin sesindendir” (Apaydın, 1979, s.175). Çünkü anlatıcıya göre, “gerçek
milliyetçilik”, ülkenin genel coğrafyasını, sosyo- ekonomik ve kültürel yapısını iyi
tanımayı; halkı yoksullaştıran, onun gelişmesini engelleyen bütün nedenleri bulup
ortadan kaldırmayı gerektirmektedir.
Talip Apaydın’ın araştırmacı kişileri, okullarda okuyan dinamik, atak, çalışkan,
zeki ve çevresini merak eden uyanık çocuklardır. Bunlar, yoksulluklarını umutlarıyla,
çabalarıyla ve onurlarıyla örtmesini bilen mağrur tiplerdir. Bazılarının okuma imkânını
bulamadığı halde hayatın güç şartlarına karşı direngen, mücadeleci ve inatçı tipler
oldukları dikkatten kaçmaz.
“Kömürün Öyküsü”nde yurdumuzda kömürü ilk bulan Uzun Mehmet’in
araştırma, inceleme merakı ve yeteneği anlatılmaktadır. Uzun Mehmet, kömürü ilk
olarak İstanbul’da yaptığı askerlik görevi sırasında tanımıştır. İngiltere’den geldiğini
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi. Haziran 2007. Cilt:IV, Sayı:I,19-44
http://efdergi.yyu.edu.tr
38
öğrendiği bu enerji kaynağını çok ilginç bulur. Geminin makine dairesinde ocakçı
olarak çalıştığı zamanlarda hep bunu düşünür. Öykünün kahramanı, kışlada yaşlı bir
subayın, “Toprağında kömür bulunan ülkeler zengin oluyor. Günümüzde en büyük güç
kaynağı kömürdür…” (Apaydın,1978, s.8) sözleriyle başlayan dersinden çok
etkilenmiştir. Herkesin bulunduğu köyde kömür araması gerektiğini söyleyen subayın,
“Bulana ödül verilecektir. Devlete büyük hizmet ettiği için adı tarihe geçecek.
Kahraman gibi anılacak” (Apaydın,1978, s.8) sözleri de Uzun Mehmet’e ayrı bir güç
kazandırır. Askerliği bittikten sonra memleketi olan Zonguldak’a giden Uzun Mehmet,
kendi köyünün çevresinde kömür arama işine başlar. Uzun aramalardan sonra bulduğu
kömürü hükümete teslim eder.
Bir başka araştırmacı gencin öyküsü “Burak Usta”da yer alır. Burak Usta, köyde
sığır çobanlığını yapan gariban bir gençtir. En büyük merakı değişik türden ağaçlara aşı
yapmaktır. Dur durak bilmeyen bilgi edinme çabası, yıllar sonra onu bu işte “usta”
düzeyine yükseltir. Tarlaların meyve bahçesi haline geldiği köylerde farklı türden
ağaçların dallarında ayrı ayrı meyve yetişmesini sağlayan Durak Usta “eski köye yeni
düzen” getiren kişi olarak anılır. Yazar, geçmiş zamanda vuku bulan bir olayı masal
türü ve anlatım tekniği içinde bir öykü oluşturmaktadır. Bunu yaparken öne çıkardığı
tema, başarıdır. Apaydın, öyküde insanın kendisine bahşedilen aklı sayesinde
bilinmeyeni ortaya çıkarabileceği tezinden hareket etmektedir. Nitekim Durak Usta,
yıllar boyu yalnızca çobanlık yapan biri gibi görünse de, dağlarda, derelerde, kimsenin
bilmediği kuytu yerlerde yüzlerce ağaç aşılayan ve hiç kimsenin haberdar olmadığı
böyle bir buluştan dolayı çevre halkının takdirini kazanan örnek bir kişidir.
Örnek Gösterme Yöntemi
Talip Apaydın’ın çocuk öykülerinde her çocuk bir buluşun, bir icadın, bir şeyler
keşfetmenin peşindedir. Onların zihinleri açık, ufukları geniş, gözlemleri güçlüdür.
Yaşamı ve çevreyi iyi anlamaya çalışan bu çocuklar, öğrendiklerini de birbirleriyle
paylaşırlar. Bunu yaparken yazarın belirlediği bazı öğretim programları içinde başarılı
görünürler. Apaydın’ın öğrenci davranışında istenilen değişikliği oluşturmak amacıyla
plânladığı öğretim programında örnek olay, deney, gezi gözlem, tartışma, problem
çözme ve araştırma inceleme gibi pek çok yöntemi kullandığı dikkat çekmektedir.
Öğrencilerin psikomotor becerilerini kazanmalarına ve yaparak yaşayarak
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi. Haziran 2007. Cilt:IV, Sayı:I,19-44
http://efdergi.yyu.edu.tr
39
öğrenmelerine imkan tanır. Bunun için bir işlemin uygulanması ve bir araç gerecin
çalıştırılmasıyla ilgili açıklama ve uygulamaların bir arada ele alındığı ‘gösterip
yaptırma yöntemi’ de devreye sokar. “Ev Yapanlar” adlı öyküde, ilkokulda okuyan
anlatıcının çevresi üzerindeki gözlemleri anlatılır. Kahramanın en çok dikkatini çeken
şey çalışan insanlardır. Hatta, yavrularının rahat büyümesi için etraftan yumuşak otları,
tüyleri toplayıp yuva yapan kuşlardır. Bu manzara, okurda çalışmadan, bir şeyler
yapmaya gayret etmeden bir yere varılamayacağı ve dolayısıyla mutlu olunamayacağı
düşüncesini uyandırır. Yazar, bu yolla çocukları düşündürmeye, gelecekte uğraşacakları
şeyler hakkında plânlar yapmaya yöneltme çabasındadır.
Aynı çaba, “Elif Kızın Elleri”nde birbirinden güzel desenlerle kilim dokunurken
dikkat çekmektedir. Evinin geçimini bu işle sağlayan Elif, başarısıyla köyde örnek
alınan geç bir kızdır. “Merak, öğrenmenin anasıdır” temi ekseninde “ne, nasıl, niçin”
sorularına her alanda cevap aramaya çalışan çocukların ve dikkatleri tamamen yapıcılık
sanatına çevriren öykü kahramanı Ahmet’in çalışkanlığı, bir başka olumlu örnek
“Küçük Usta” adlı öyküde yer almaktadır. Yazarın başka bir öyküsü olan “Güneşli
Kırlar”da araştırmacı köylü çocukları, doğanın yapısını, yer şekillerini ve hayvan
türlerini öğrenmeye çalışırken de yine bu öğretim metodundan yararlandırılırlar.
Folklorik Unsurlardan Yararlanma Yöntemi
Toplumu oluşturan birey için yaşamsal bir önem arz eden eğitim sürecinde
öğrenmeyi kolaylaştıran temel faktörlerden biri de oyundur. Nitekim bir eğitim bilimci
konuya ilişkin şu tespitlerde bulunmaktadır: “Oyun çağındaki çocuk, oyun içinde
yetiştirilmelidir. Bu ortamda oyun disiplini, amaç birliği, ekip ruhu içinde, sağlıklı bir
kişilik geliştirme şansını ve kendini kanıtlama olanağını yakalamış olur. Yine bu
ortamda korku ve tehdit değil, sevgi ve özendirme; yasak değil, kural koyma, ona
bağlılık, kendini anlatma serbestisi ve rehberlik esastır” (Ataünal, 2000, s.10).
Toprağa Basınca’da köye yaz tatilini geçirmeye gelen kentli çocuklara, köy
çocuklarının oynamaktan hoşlandıkları oyunlar da tanıtılır. Bunlar koyun ve keçilerin
ön bacağından çıkan şekilli küçük bir kemikle karşı uzağında kurulu aynı kemikleri
vurup düşürmeyle kazanılan, yani nişancılık hünerine dayanan “âşık oyunu”; yine üç
beş kişinin dizilerek ellerindeki küçük yassı taşlarla uzağa diktikleri “ene” adı verilen
yuvarlak taşa isabet ettirme hünerine dayanan “gagı oyunu”; kırlarda köy çocuklarının
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi. Haziran 2007. Cilt:IV, Sayı:I,19-44
http://efdergi.yyu.edu.tr
40
iki gruba ayrılarak köyün içine dağılıp birbirini kovalamak yoluyla karşı gruptan
yakaladıklarını tutup kral tayin ettikleri birine teslim etmeleri esasına dayanan “esir
alma oyunu” gibi çocukların vazgeçemediği eğlencelerden ibarettir.
Apaaydın’ın romanlarında olaydan çok gözlem yoluyla tespit edilen ve dikkat
çekilen durumlar zinciri yer alır. Bu yüzden romanların serim, gerilim, dolantı, merak
ve heyecan uyandıracak biçimde düzenlenmediği görülür. Romanda çocukları köy,
köylü ve kırsal yaşam hakkında bilgilendirme amacına hizmet edilmiştir. Romanların
üzerine temellendiği eylem/durum zincirinde merak edilen husus, sonuçtan çok kişilerin
duygu ve düşüncelerinin ifadesi olan mesajdır. Apaydın’a göre, romanda olay veya
gözlemin asıl işlevinin roman kişilerinin karakterlerini açığa çıkarmaktan çok,
çocukların olaylara ve çevrelerine bakış açılarını saptamaktır. Yazarın, sosyal sorunların
anlaşılmasına yönelik belirlemelere dikkatleri çevirmesi de bu yüzdendir.
SONUÇ
Apaydın’ın çocuk romanlarında gözlem sonuçlarına ilişkin bir değerlendirme
yapılır; gözlem sırasında tutulan notlar elde edilen veriler, tanık olunan olaylar;
fotoğraf, film, ses kayıtları gibi materyaller ayrıntılı olarak ele alınır. Bütün bunlar gezi
gözlemin sonuçlarını ortaya koyan bir rapor niteliğindedir. Bu rapor, gezi sırasında ve
sonrasında anlatıcı yazarın ağzından aktarılır. Yazar-anlatıcıya göre, “İnsan yalnız
aklıyla öğrenmez. Duygularıyla da öğrenir. Özellikle sanat, aklın ve duyarlığın
birleşmesidir” (Apaydın, 1998, s.58). Bu yüzden romanlarda çocuklara yaşamın hangi
evrelerinde nelerle ilgili olup olunmayacağına dair yol gösterilir. Gençlik dönemlerinde
sürekli birbirlerini düşünerek aşka giden bir yolda öğrenme güçlükleriyle karşılaşan
Fadik ile Osman örnek gösterilerek romanda çocuklara öğütler verilir ve bu aşamada
dikkatli olmaları önerilir. Çocukların öğrenme çağında geleceğe hazırlanırlarken
yaşadıkları duygusal ilişkiler yüzünden ortaya çıkan problemlere dikkat çekilir.
Gençlerin bilgi edinme ve yetişme aşamasında ciddi bir projeyi gerçekleştirmeye
çalışırlarken istikballerini olumsuz etkileyecek sorumsuzluklardan ve zamansız
ilişkilerden kaçınmalarına vurgu yapılır. Buna göre, gençlerin bilhassa karşıt cinse ilgi
zevklerini zamanı gelinceye kadar ertelemeleri gerekir. Küçük yaşlarda hayallerini
araştırma ve öğrenme üzerine geliştirmeyenler, gelecekte acı hakikatin ağır yükü altında
ezilmekten kurtulamayacaklardır. Romanın kişi kadrosu hayal güçleri geniş, araştırmaya
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi. Haziran 2007. Cilt:IV, Sayı:I,19-44
http://efdergi.yyu.edu.tr
41
ve öğrenmeye hevesli, azimli kişiler olarak resmedilmektedir. Hayal, onlar için hakikâte
ulaşmanın olmazsa olmazıdır.
Biz Varız’da içerik, daha çok bilim kurgu veya fantastik türüne uygun
görünmektedir. Apaydın’ın amacı, her gerçeğin veya buluşun bir hayalden çıktığını
göstermektir. Romanlarının genelinde yaşamın gerçekleri objektif bir bakış açısıyla ele
alınırken, bu romanda ‘olan’ yerine ‘olması gereken’ dünya resmedilmeye çalışılır.
Derin yapıda okunan; eşitlikçi, sosyalist ve mureffeh bir dünya tasavvurudur. Biz Varız,
Talip Apaydın’ın ütopyası olarak değerlendirilebilir.
Değerlendirmede uzaylıların dünyası karşısında kendi dünyalarının bu kadar geri
kalmışlığı ve insanlarının bu denli mutsuz oluşları çok farklı nedenlere bağlanmaktadır.
Romanın ana karakterlerinden birine göre, bireysel çıkarcılığın kaynaklık ettiği sömürü
düzeni bu nedenlerin başındadır. Kimse kimsenin daha iyi olmasını istemez. Herkes
kendi çıkarı için başkalarını kullanır. Kollektif bir proje ve çalışma zihniyeti yoktur.
Kişilerden biri, halkın tembelliğini öne sürerken; bir başkası kendi dünya insanlarının
akıldan çok duygu ve bâtıl inanışlarla hareket ettiği görüşündedir. İnsanlar arasında
binlerce yıl süregelen alışkanlıklar, aslında kurnazlık ve işin kolayına kaçma
hastalığıdır. Halk, yöneticiler tarafından korkutulmuş, iyi yanları köreltilmiştir. Bu
yüzden akıllarını kullanamaz hale gelen insanlar, yöneticiler tarafından aynı zamanda
ikide bir anlamsız savaşlara sürülmüştür. Binlerce yıldır savaşlara harcanan paraların
kalkınmaya harcanmış olması halinde, yoksulluğun ve ilkelliğin bu boyutlarda
kalmasının imkânsızlığı öne sürülür. Oysa malı, mülkü, parayı arkalarına yığarak
başkalarını sömürmekten, ezmekten zevk alan kimi aç gözlü dünyalılar çocuklarını da
kendileri gibi alıştırmaktadırlar. Bu çocukların en sevdikleri eşya, oyuncak silahlardır.
Öldürmek, daha çok küçük yaşlarda onların bilinçaltlarına yerleşir. Oysa uzaylılara
göre, “insan dövüşmez, savaşmaz. Ancak bazı hayvanlar dövüşür. Onlar da silah
kullanmaz (Apaydın,1998, s.87). Bu görüş, yazarın toplumda herkesin, bilhassa
çocukların taşımasını arzuladığı zihniyetin kendisidir.
Romanda yönetim biçimi, insanların eşit şartlarda yaşayışları, devlet-halk
ilişkisindeki yakınlık ve sosyal adaletiyle topyekûn bir gıpta nedeni olan uzay, idealize
edilen gelişmiş dünyayı; yerküre ise, yoksul kentleri temsil etmektedir. Gençler,
aydınlardan içinde büyüyüp biçimlendikleri bu köhnemiş köy görünümündeki yerleri
unutmamalarını, devlet yöneticilerini temsil eden uzaylılardan da bu kötü manzarayı
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi. Haziran 2007. Cilt:IV, Sayı:I,19-44
http://efdergi.yyu.edu.tr
42
düzeltmelerini istemektedirler. Ayrıca, aydın ve sanatçıların eğitilmemiş insanlara
nazaran daha duyarlı olmaları vurgulanır. Buna göre aydınların akıldan bağımsız bir
duyarlılık yanlışına girmemelidirler. Bilgililer cahilleri, zenginler fakirleri, sıhhatlılar
hastaları kendi durumlarına kavuşturmaları için çalışmalıdırlar. Kentliler de köylüleri
kendi yaşam standartlarına ulaştırmayı hedeflemelidirler. Gençlerin hayal ettikleri ve
özlemini duydukları dünya budur.
Çocuk kitapları, sözel geleneklerden beslenen şiir, öykü, roman, masal ve tiyatro
gibi edebî türlerden oluşmaktadır. Çocukların ve gençlerin yaratıcı güçlerini harekete
geçirmek, onları yaşam gerçeklerine hazırlamak için oluşturulan bu yazılı ve sözlü
ürünler, asırlarla ifade edilebilecek tarihsel bir geçmişe dayanır. Bu yayınların dil ve
anlatım biçimi açısından, seçilecek konu ve verilecek fikir bakımından çocukların veya
gençlerin yaş seviyesine uygun olması önemlidir. Bu uygunluk, çocukların ruh ve beden
gelişimlerine katkıda bulunmayı, onların hayal dünyalarının zenginleşmesini sağlamayı;
eğitirken dozunda bir mizâh kullanarak eğlendirmeyi; okuduğunu kolaylıkla anlama,
kavrama ve yorumlama yeteneğini kazandırmayı hedeflemektedir. Apaydın’ın adı geçen
eserleri de çocuğun geniş bir hayal dünyasını keşfetmesine; aklın, bilimin ve
teknolojinin sağladığı kolaylıklarla tanışmasına zemin hazırlamaktadır.
Sonuç olarak, “İnsan yalnız aklıyla öğrenmez, duygularıyla da öğrenir. Özellikle
sanat, aklın ve duyarlığın birleşmesidir” diyen Talip Adaydın, çocuk romanlarında
çocukları/gençleri kendi çevrelerinde araştırmaya ve öğrenmeye sevk ederken, onların
gezi-gözlem, araştırma ve dinleme yöntemlerinde yararlanmalarını sağlamaktadır.
Ayrıca romanlarda çocuklara yaşamın hangi evrelerinde nelerle ilgili olup
olunmayacağına dair yol göstermektedir.
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi. Haziran 2007. Cilt:IV, Sayı:I,19-44
http://efdergi.yyu.edu.tr
43
KAYNAKLAR
Aktaş, Ş., Gündüz, O. (2005). Yazılı ve Sözlü Anlatım, Akçağ Yay., 7. Baskı., Ankara.
Akyüz, H. (1991). Eğitim Sosyolojisinin Temel Kavram ve Alanları Üzerine Bir
Araştırma, MEB Yay., İstanbul.
Apaydın, T. (1966). Toprağa Basınca, 1. Baskı, Arkın Yay., İstanbul.
Apaydın, T. (1982). Dağdaki Kaynak, 2. Baskı, Can Yay., İstanbul.
Apaydın, T. (1985). Merdiven, 1. Baskı, Öğretmen Yay., Ankara .
Apaydın, T. (1998). Biz Varız, 2. Baskı, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara .
Apaydın, T. (1978). O Güzel İnsanlar, 2. Bsk., Cem Yay., İstanbul.
Apaydın, T. (1979a). Aloo Çocuklar, 2. Bsk., Abece Yay., İstanbul .
Apaydın, T. (1981). Elif Kızın Elleri, 2. Bsk.,Cem Yay., İstanbul .
Apaydın, T. (1979b). Yolun Kıyısındaki Adam, 1. Bsk., Cem Yay., İstanbul.
Apaydın, T. (1980). “Halk Edebiyatından Yararlanmak”, Yaba, 11-12 (Haziran-
Temmuz).
Apaydın, T. (1995). Bilgiden Bilince Eğitim, Eğit-Der Yay., 1. bsk., Ankara .
Apaydın, T., Akçam, D. (1971, a). Devrim İçin Eğitim, Töykoy Y., Ankara..
Apaydın, T., Akçam, D. (1968, b). Geri Kalmış Ülkelerde, Özellikle Türkiye’de Eğitim
Sorunları ve Devrim İhtiyaçları,Yeni Gün Matbaası, Ankara..
Ataünal, A. (2000). Öğretmenlik Mesleğine Giriş veya Nasıl Bir İnsan, 20 Mayıs Eğitim
Kültür ve Sosyal Dayanışma Vakfı Yay., Ankara.
Baymur, F., Demiray, K. (1961). Çocuk Edebiyatı Antolojisi, Milli Eğitim Basımevi,
İstanbul,
Büyükkaragöz, S., Çivi, C. (1997). Genel Öğretim Metotları, Öz Eğitim Yay., 7. Bsk.,
İstanbul .
Ciravoğlu, Ö. (1998). Çocuk Edebiyatı, Esin Yay., 2. Bsk., İstanbul.
Çilenti, K. (1988). Eğitim Teknolojisi ve Öğretim, Gül Yay., Ankara.
Çocuk Edebiyatı Yıllığı; (1987). Gökyüzü Yay., İstanbul.
Karaalioğlu, S. K. (1980). Türk Edebiyatı Tarihi I, İnkılap ve Aka Kitapevi, 2. Bsk.,
İstanbul.
Oğuzkan, A. F. (2001). Çocuk Edebiyatı, Anı Yay., 7. Bsk., Ankara..
Şirin, M.R., Doksan Dokuz Soruda Çocuk Edebiyatı, (1995). Bengisu Yay., İstanbul.
Tekin, H. (1993). Eğitimde Ölçme ve Değerlendirme, Yargı Yayınları, 7. Bsk., Ankara..
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi. Haziran 2007. Cilt:IV, Sayı:I,19-44
http://efdergi.yyu.edu.tr
44
Tezcan, M. (1992). Eğitim Sosyolojisi, Zirve Yay, Ankara .
Tuncer, H.,Yardımcı, M.. (2000). Anadolu Öğretmen Liseleri İçin Çocuk Edebiyatı,
Milli Eğitim Bakanlığı Yay., Ankara.
Varış, F. (1978). Eğitim Bilimine Giriş, Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi.