32
w w w . h u k u m d e r g i s i . c o m w w w . h u k u m d e r g i s i . c o m YIL : 2 SAYI : 20 AĞUSTOS 2014 Aylık İlim, Fikir ve Hareket Dergisi 14 29 18 06 OSMANLI YAŞASAYDI FİLİSTİN KAN KÖLÜNE DÖNER MİYDİ? Yusuf KAPLAN MULTİ MEZHEP EğİTİMİ ŞART MI? MURAT HÜDAVENDİGAR’IN YADİGâRI KOSOVA Adem ÖZKÖSE FİLİSTİN DİRENİŞİNİN MİMARİ: ŞEYH İZZETTİN EL-KASSAM Selim SEYHAN Mustafa ÖZCAN ÇAğIN HAYBER’İ İSRAİL DE YIKILACAK!

İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

  • Upload
    others

  • View
    5

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

www.huku

mde

rgisi.com

www.huku

mde

rgisi.com

YIL : 2 SAYI : 20 AĞUSTOS 2014 Aylık İlim, Fikir ve Hareket Dergisi

14 29 18 06

OSMANLI YAŞASAYDI FİLİSTİN KAN KÖLÜNE

DÖNER MİYDİ?Yusuf KAPLAN

MuLTİ MEzhEP EğİTİMİ ŞART MI?

MuRAT hÜDAvENDİgAR’IN YADİgâRI KOSOvA

Adem ÖzKÖSE

FİLİSTİN DİRENİŞİNİN MİMARİ: ŞEYh İzzETTİN EL-KASSAM

Selim SEYhAN Mustafa ÖzCAN

ÇAğIN hAYBER’İ İSRAİL DE YIKILACAK!

Page 2: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri MüdürüErdal ULU

Yayın KuruluSelim SEYHAN, Mehmet BÜYÜKMUTU Ahmet YAZICI, Abdullah KADIOĞLUBurhan YILDIRIM, Halit İSTANBULLU

Grafik-Tasarım

Muhammed Fatih DEMİRTÜRK

Baskı

Turkuvaz Matbaacılık Yayıncılık A.Ş.

Dağıtım Sorumlusu

Seyit ASLAN Cep: 0544 622 72 82Erdal ULU Adına Posta Çeki: 5262869

Genel DağıtımTurkuvaz Dağıtım Pazarlama A.Ş.

TashihGalip YİĞİTFahri TEPE

Yazıların ilmi, f ikri ve hukuki sorumluluğu yazarlara aittir.

Yönetim Yeri: Atikali Mah. Müezzin Bilal Sk. No: 16/3 Fatih / İSTANBUL e-mail: [email protected] www.hukumdergisi.com

Akpınar Mahallesi Hasan Basri Caddesi No: 4 Pk: 34885 Sancaktepe Kartal/İstanbul Tel: 0212 585 90 00 - Yayın Türü: Aylık Süreli Yayın

Yayın Danışmanlarıİhsan ŞENOCAK - Yusuf KAPLAN

Editörler

Yusuf Ziya MERMERTAŞMahmut Sami GÜLCÜ

Genel Yayın Yönetmeni Enes GÜR

Âlem-i İslam SorumlusuAdem ÖZKÖSE

Page 3: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

3www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014

İnsanı, hayvanda esas olan siste-me göre renk ve ırk bağlamında kıymetlendiren Batı, fert pla-

nında olduğu gibi, cemiyet planında da tükendi. Sömüren, ayrıştıran, aşağılayan değerleriyle yönettiği dünyayı savaş ala-nına çevirdi, ne söyleyecek bir sözü, ne de o söze inanacak muhatapları var ar-tık. Modernitesi intihar edince devlet başkanları, basın sözcüleri, düşünürleri, sanatçıları geviş getiren deve gibi eskileri yeni diye takdim edip, postmodern ham-lelerle insanlığın gözünü boyuyor.

Tasmasız Köleler ve Ulaşılamaz EfendilerDoymak için dünyayı aç bırakan,

ısınmak için yakan, giyinmek için soyan, yapmak için yıkan batı, enerji piyasasını elinde tutmak için sun’i ihtilaflar çıkardı. Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, içtimai

kriterleriyle kapitalist haydutların yö-nettiği köle pazarına çevirdi. Bir tarafta umudu, ruhu, geleceği sömürülen tas-masız köleler, diğer tarafta ise sadece ek-ranlarda görülen ulaşılamaz efendiler…. Batı, Çin ve Hint uygarlığı gibi kendin-den başka ne varsa ya asimile etti ya da zehirledi. Artık onlar da Batı gibi hiçbir ahlaki kritere riayet etmemeyi “mucîbi terakki” olarak görüyor. Batı, el attığı, iletişime girdiği her şeyi en az kendisi kadar kirletti. Uygarlıkların faziletlerini yok etti. Bilgelerini, hekimlerini “tarihi geçmiş varlıklar” haline getirdi. Ar da-marlarını çatlattı, hırsızlığı meşrulaştırdı, haramzade siyasetçiler, akademisyen-

ler, yöneticiler, sanayiciler yetiştirdi. 18. yüzyılın ortalarından itibaren üretimin buharlı makinelerle yapıldığı İngiltere, Fransa ve Almanya’da işçiler en zalim-den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı, fabrika çevresindeki ba-rakalarda kalmaya mecbur edildi, çeşitli iş kazaları ve meslek hastalıklarına karşı hiçbir tedbir alınmadı, ücretler ya günlük yaşamı sürdürülecek düzeyde ödendi ya da hiç verilmedi. Neticede ortalama işçi ömrü 40 yaşına kadar düştü. 19. yüzyıla gelindiğinde helak edici çalışma ve yaşa-ma şartlarına karşı büyük çaplı direnişler başladı. Bu direnişlerde binlerce işçi ya

öldürüldü ya da ağır darbeler aldı. Mil-yonlarla ifade edilen işçi sınıfının ayak-lanmasından çekinen Batı, sendikaları kurarak kapitalist haydutların zulmüne bir de sendika baronlarını ekledi. Biri doğrudan diğeri ise işçiden yana gözüke-rek alınterini sömürdü. Zahiren çevreyi, hakkı, emeği, tüketiciyi savunan müesse-seler kurarak insanlığın gazını aldı, küçük çaplı protestolarla büyük halk ayaklan-malarına mani oldu. Batı, yaktığı sömürü ateşinin içine kendi çocuklarını da yaktı. Bir farkla ki, sömürgeleştirdiği ülkeler-deki muzdaripler ölüm acısını her gün tadarken, kendi kıtasında ki mazlumlar yürek acılarını -lüks hayatın etkisiyle-

Ahmet AÇIKGÖ[email protected]

LONDRA AYDINLANSIN DİYE BAĞDAT’I YAKANLAR, GAZZE’DEKİ ATEŞİ SÖNDÜRÜR MÜ?

İki asırlık sömürü narkozundan uyanmaya çalışan insanlığı Batı’nın düblörü olan diğer uygarlıkla-rın kucağına düşmekten koruyacak yegane nizam olan İslam, sorunları çözecek bir muhteva ile ulema tarafından gündeme taşınmalı. ulema uygarlıkların kurbanı olan güruhların ellerinden tutup onları di-nin kaynağına götürmeli. Allah Rasulü nerede durdu, hangi sözü esas alarak “insanlık yürüyüşü”nü başlattıysa alimler de oradan başlamalı. Yeryüzü, “Paris’in ışıkları için Şam karartılamaz, Londra’nın

sofraları için Afrika aç bırakılamaz. Bir ırk, diğer ırkları köleleştiremez.” diyen İslam’ı dinlemeli.

Page 4: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

4 www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014

uyuşturulan bir hasta kadar hissetti.

Mazlumları Oyalama Müessesesi: BM Batı tarafından durdurulan insanlığın

“kulluk yürüyüşü” tekrar nereden başla-yacak; Roma, Yunan, Kilise ya da Özgür-lük Anıtı umut olabilir mi? Bosna’da ki katliamın baş müsebbibi olan BM Gazze için güven verebilir mi?

Batı tarihi aynı zamanda ihanetin ve cinayetin de tarihidir. 19. yüzyılda Kilise’nin bizzat organize ettiği olaylarda Balkanlar ve Kafkasya’da tam 6,5 milyon Müslüman öldürüldü, 5 milyon Müslü-man da Anadolu’ya sürüldü.

BM, Batı tarafından işlenen cinayet-ler karşısında Müslümanlar, toplu bir kıyama teşebbüs etmesin diye onları “Oyalama Müessesesi” olarak kuruldu. “Kurtardım, kurtarıyorum” vaadiyle bir taraftan katilleri cinayete teşvik etti, diğer taraftan ise katillere lojistik sağladı. Bal-kan savaşlarında tamamını öldüreme-dikleri müslümanları Bosna savaşında yok etmek için BM Barış gücü, kuruluş amacına uygun olarak Sırp katliamlarına koruyucu kalkan oldu. Bosna, Sancak ve

Kosova’yı Müslümanlar’dan arındırıp (!) AB’ye almak için yapılan bu katliam-lar esnasında Almanya çöp kamyonları içerisinde Sırplar’a silah taşıdı. Batılı hay-dutlar hafta sonu tatillerinde Bosna’ya Müslüman öldürmeye gitti. Yapılan kutlamalarda Sırp komutanlarla BM’ye ait iş birlikçiler “Avrupa’nın Müslüman-lardan kurtuluşu şerefine” diyerek kadeh tokuşturdu. Müslümanların topladıkla-rı paralarla satın alınan silahların Aliya İzzetbegoviç’e teslim edilmesine karşı çı-kan, silahlara el koyan BM, Sırplara silah sevkiyatını bizzat üstlendi. Bosna Cum-hurbaşkanı Yardımcısı Hakkı Turayliç’in bindiği BM’ye ait zırhlı bir araç havaala-nından Bosna’ya dönerken durduruldu ve BM’ye ait muhafızların gözü önünde Turayliç şehit edildi. Binlerce Müslüman kadına tecavüz edildi. Tarihi kan ve göz-yaşıyla yazılan böyle bir uygarlığın mü-esseselerine itimat edilebilir mi? Yeryü-zünü mezbahaneye çeviren, arenalarda köleleri arslanlara parçalatan bir zihni-yetin kurduğu BM, Gazze için güvence olabilir mi? Mazlumların zaviyesinden bakıldığında Batı kalması umulan değil, belki inkırazından sonra gelmesi korku-

lan bir deccaldır.

İslam’ın Yönettiği Dünya Yeryüzünü bu kriz ortamından sade-

ce İslam çıkarır. Akan kanı İslam durdu-rur, terör kamplarını İslam dağıtır. Silah tüccarlarının savaş tuzaklarını İslam bo-zar. İnsanlığın azâd kararını İslam verir. İnsana, ne olduğunu ve ne olması gerek-tiğinin yalnız İslam anlatabilir. Çünkü insanın doğuştan sahip olduğu özellikle-rin bir üstünlük ya da aşağılanma sebebi olmadığını sadece İslam söyler. İslam’a göre, “Allah katında en üstün olanınız, en müttaki olanınızdır.” (Hucurât: 13). İslam, ayrıştıran sistemleri yıkıp, insanı bu hakikat etrafında toplamak için gel-di. Hayatı bu esas üzerine kurdu. İnsanı, servete ve şöhrete bağlı bir hayattan tak-va üzerine ibtina eden bir yaşam şekline taşıdı. Mekke’de müşrikler İslam’ın na-maz emrine değil imtiyazlarını yok sayan yönüne direndi. Nitekim Ebû Cehil Al-lah Rasulü’ne hitaben, “Biz seni değil, imtiyazlarımızı elimizden alan dinini yalanlıyoruz” demişti. Çünkü İslam’ın insan standardı yeryüzündeki bütün kıymet vasıtalarını hükümsüz kıldı, kast

sistemlerini ortadan kaldırdı. “İnsan hak-kı üzerinde pazarlık olmaz.” dedi. Siyah kadının oğlu, beyaz kadının oğlu kadar hayatta itibar gördü. Allah Rasulü , tak-va ölçüsünü yerleştirmek için zaman za-man siyahlar adına pozitif ayrımcılık da yaptı. Siyahi bir müslümanın cenazesine katılmaya daha fazla gayret ederdi. Ni-tekim mescidi temizleyen siyah sahabi vefat edince Allah Rasulü’ne söylen-medi. Bir zaman sonra fark edince, “Ne-rede?” diye sordu. Vefat haberini alınca, “Bana söylemeniz gerekmez miydi?” bu-yurdu. Defnedildiği yeri sordu, kabrine gitti, cenaze namazını kıldı. Beyaz kadın-ların oğullarının ellerindeki imtiyazları aldı. İnsana, “Aslınız bir, hepiniz Adem’in çocuklarısınız, Adem de topraktandır. O halde ateşten yaratılan, onun gibi yük-selen, yakan, yıkan Şeytan’a mağlub ol-mayın! Toprak gibi münbit, toprak gibi mütevazi olun. Hayat sizin üzerinizde kurulsun.” dedi.

Takva MedeniyetiIrka, servete dayalı değer yargıları,

“takva nizamı” olan İslam karşısında dayanamadı. Medine’den Ceziretu’ l-

Yeryüzünü bu kriz ortamından sadece İslam çıkarır. Akan kanı

İslam durdurur, terör kamplarını İslam dağıtır. Silah tüccarlarının

savaş tuzaklarını İslam bozar. İnsanlığın azâd kararını İslam verir. İnsana, ne olduğunu ve ne olması gerektiğinin yalnız

İslam anlatabilir. Çünkü insanın doğuştan sahip olduğu özelliklerin bir üstünlük ya da aşağılanma se-bebi olmadığını sadece İslam söy-

ler. İslam’a göre, “Allah katında en üstün olanınız, en müttaki

olanınızdır.”

Page 5: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

5www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014

Arab’a, sonra İran’a, Mısır’a ulaştı takva medeniyeti. Kisra çöktü, Mısır fethedil-di, Bizans el ve ayaklarını kaybeden bir kütrüm haline geldi. İslam, insanlık va-disinde su gibi aktı, gittiği her noktaya hayat verdi. Beşer tarihinde yeni bir say-fa açıldı. Allah Azze ve Celle ümmetin maslahatına olsa dahi “takva nizamı”nın esnetilmesine müsaade etmedi. Bir gün Allah Rasulü , yeryüzü sistemine göre muteber olan Utbe, Şeybe, Ebû Cehil, Umeyye b. Halef, Velid b. Muğire’ye İslam’ı anlatırken, âma ve fakirliğinden dolayı onlara göre gayri muteber kabul edilen Abdullah b. Ümm-i Mektum gel-di. Allah Rasulü , malları, ve nüfuzlarıy-la İslam’ın yolunu kesen insanlara İslam’ı tebliğ etmekle meşgulken İbn Mektum, “Ya Rasulallah! Allah’ın sana öğrettikle-rinden bana da öğret/Âllimnî mimmâ âllemekellah.” dedi. İbn Mektum’un araya girmesini Allah Rasulü hoş kar-şılamadı. Bu hal, İbn Mektum’un göre-mediği şekliyle Peygamber-i Ekber’in

yüzüne de yansıdı. Bütün olanlar bu kadarla sınırlıydı. Ne –protokollerde ol-duğu gibi- İbn Mektum’a raci azarlayıcı, aşağılayıcı bir söz, ne de korumalar ta-

rafından fiili bir müdahale vardı. Ayrıca İbn Mektum bir kişiydi, karşıda ise bir heyet vardı. Bu heyet, İslam’ı kabul eder-se bütün Müslümanlar gibi İbn Mek-tum da rahatlayacaktı. Mekke’ye eman, Daru’ l-Erkam’a güven gelecekti. Allah Rasulü İslam’ın geleceği adına heyetle konuşmaya devam etme noktasında icti-had yaptı. Şahsı adına ne onlardan, ne de iktidarlarından bir talebi vardı. Peygam-ber cephesinde hadise, tamamıyla rıza-i ilahi merkezliydi. Zahir planda doğru görünen bu ictihadı Alalh Azze ve Celle, İslam’ın esası olan “takva nizamına aykırı buldu ve bir defalığına -ahlak ehramının zirve noktası- Allah Rasulü’ne müda-hale etti, “Hayır! Bir daha öyle yapma!/kella” (Abese: 11) buyurdu. Ona yapı-lan en ağır ikazın arka planında “takva nizamı”nın muhafazası vardı. Takvaya dayalı üstünlük nizamı uğruna peygam-berin maslahat gördüğünü konuşma dahi terk edildi. En büyük ahlakın sahibi uyarıldı. Allah Azze ve Celle bu hadise üzerine ümmeti büyük savrulmalardan koruyacak ayetleri indirdi, Peygamber

İbn Mektûm’u her gördüğünde, “Rab-bimin kendisi hakkında beni uyardığı

kişi merhaba/Ehlen bimen âtabenî fîhi Rabbî” diyerek hadiseyi yoldaki bir işa-ret gibi aktif hale getirdi. İki defa devlet başkanlığı vekaletini İbn Mektum’a bı-raktı. Bu ikaz, Zeyd b. Harise’yi kuman-dan atarken de, Bilal b. Rabah’ı müezzin olarak tayin ederken de risalet yolunda işaret oldu Allah Rasulü’ne . Ebû Be-kir, Ömer, Osman, Ali (radiyallahu an-hum) bu çizgide yürüdü. Uygarlıklarda bir dönüşüm onlarca yıl devam ederken, İslam’ı Allah Rasulü’nden 20 yıl sonra dünyanın en müessir nizamı haline geti-ren onun takva üzerine ibtina etmesiydi.

Romalı’ların Ateşini Kim Söndürecek?Osmanlı Devletiyle İslam, siyasi nü-

fuzunu kaybedince cahiliyenin değer yar-gıları dünya siyasetini istila etti. Paris, ay-dınlansın diye Şam karartıldı. Londra’nın mezesi için Afrika’daki sofralar boşaltıldı. Batı, güçlendikçe insanlığın yaşadığı kriz daha da derinleşti. Köleleri ayaklarındaki bukağılarla çalıştıran Roma, iki asır önce icat ettiği ölüm aleti silahlarla, küresel sö-mürü ağıyla geri döndü.

İki asırlık sömürü narkozundan uyan-

maya çalışan insanlığı Batı’nın düblörü olan diğer uygarlıkların kucağına düşmek-ten koruyacak yegane nizam olan İslam, sorunları çözecek bir muhteva ile ulema ta-rafından gündeme taşınmalı. Ulema uygar-lıkların kurbanı olan güruhların ellerinden tutup onları dinin kaynağına götürmeli. Allah Rasulü nerede durdu, hangi sözü esas alarak “insanlık yürüyüşü”nü başlat-tıysa alimler de oradan başlamalı. Yeryü-zü, “Paris’in ışıkları için Şam karartılamaz, Londra’nın sofraları için Afrika aç bırakı-lamaz. Bir ırk, diğer ırkları köleleştiremez.” diyen İslam’ı dinlemeli.

Düne göre bugün daha yi bir nokta-dayız. İnsanlar kurtulacaklarına bugün dünden daha çok inanıyor: “Roma’nın çocuklarının cehenneme çevirdiği dünyanın ateşini Hz. Muhammed’in

öğrencileri söndürecek.” diyorlar. O halde ekmeğini, suyunu bir de kazma-küreğini alan Müslümanlar, Yahudi’yi denize dökmek için Yenden-Yemen’den Kudüs’e doğru yürüyüşe geçmelidir. Safa ile Merve arasında Hacerlerin İsma-illeri kurtarma amaçlı yürüyüşü sa’y, va-cip; Gazze ateşinde yananları kurtarmak için yürümek ise ümmete farzdır.

Düne göre bugün daha yi bir noktadayız. İnsanlar kurtulacaklarına bugün dünden daha çok inanıyor:

“Roma’nın çocuklarının cehenneme çevirdiği dünyanın ateşini Hz. Muhammed’in öğrencileri söndürecek.”

diyorlar. O halde ekmeğini, suyunu bir de kazma-küreğini alan Müslümanlar, Yahudi’yi denize dökmek için Yenden-Yemen’den Kudüs’e doğru yürüyüşe geçmelidir. Safa ile Merve arasında Hacerlerin İsmailleri kurtarma amaçlı

yürüyüşü sa’y, vacip; Gazze ateşinde yananları kurtarmak için yürümek ise ümmete farzdır.

Page 6: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

6 www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014

T asavvuf ve tarihi üzerine uzman isimlerden birisi olan Prof. Mahmut Erol

Kılıç uzun yıllardır İran’da ikamet edi-yor. İran’da ikameti ve oradaki bağlan-tıları itibarıyla Şia mezhebine de aşina olduğu söylenebilir. İran meselesine birçok pencereden baktığı da varsa-yılabilir. Bununla birlikte Yeni Şafak gazetesinin Pazar Ekine ( 28 Haziran 2014) konuşmasını yadırgadım. Daha doğrusu, İran ile ilişkileri geliştirmek

için teklif ettiği husus gerçekten de yadırgatıcı. Prof. Mahmut Erol Kılıç dünyada özellikle Sünni ve Şii alemde mülti mezhep (çok mezhepli eğitim)eğitimi verilmesinin şart olduğunu ifade ediyor. Elbette bu teklifi samimi zeminde yapılmış ama içinde tehlikeyi göremeyen bir yaklaşımı barındırıyor. Belki de şöyle düşünmüş olabilir: İn-san bilmediğine düşmandır. Dolayısıy-la tanışarak aradaki ayrılıkları eritelim. Kaynaşalım. İyi bir dilek. Ama kötü bir sonuç doğurabilir. Bir güzel kadın çirkinliğiyle meşhur olan edip George Bernard Shaw’a bir teklifte bulunur. ‘Sen zeki ben ise güzelim; evlenirsek bu

izdivaçtan akıllı ve nur topu gibi güzel çocuklar dünyaya gelir’ der. Nüktedan ve hazır cevap olan Bernard Shaw bu-nun üzerine ‘güzelliği bana aklı sana çe-kerse halimiz nice olur’ diye bu teklifin yersizliğini ortaya koyar. Bu yaklaşıma karşı öncelikle şunu söylemek müm-kündür. Bu yaklaşım Şii mezhebinin tabiatını görememekten ileri geliyor. Tanıma meselesinde eksiğimiz var. Ka-bul. Elbette Şii mezhebini veya İran’ı tanıma konusunda eksiği olan alimle-rin ve akademisyenlerin eksikliği gide-rilmelidir. Bu hayati bir meseledir. Ava-ma gelince; kendi ilmihalini veya kendi mezhebine agah değilken veya bilmez-

ken bir de onu Şiilikle tanıştırmak her-halde en azından abes bir şey olacaktır. İkincisi, bu tanıtma kendi mezhebini ve tarihi seyri bilmeyen kitleler nezdinde meşrulaştırma aracı olacaktır. Bu teklif mezheplerin yakınlaştırılması projesi-nin kitleselleştirilmesi veya günümüz tabiriyle sosyalleştirilmesidir. Bundan daha tehlikeli bir şey olamaz.

Modern Şia içinde dört tehlikeli adamdan bahsedilebilir. Bunlardan bi-risi Cemaleddin Afgani’dir. Şii olma-sına rağmen kendisini gizlemiş; Sünni ve hatta Hanefi mezhebine bağlı biri olarak tanıtabilmiştir. Bunu iyi icra ettiği takiyye doktrinine borçludur.

Mustafa Ö[email protected]

MuLTİ MEzhEP EğİTİMİ ŞART MI?

Dördüncü adam ise Şiiliği durağan bir mezhebi kalıptan çıkararak, yeniden bir siya-si ve dini harekete çeviren ve çılgınlığı ve kiniyle milyonlarca kitleyi ölüme gönderen Humeyni’dir. Böylece Şah İsmail’in çığırını ihya etmiştir. Bugün İslam alemi bu çığırın getirdiği felaketlerle dağlanmaktadır.

Modern Şia içinde dört tehlikeli adamdan bahsedilebilir. Bunlardan birisi Cemaled-din Afgani’dir. Şii olmasına rağmen kendisini gizlemiş; Sünni ve hatta Hanefi mezhebine bağlı biri olarak tanıtabilmiştir. Bunu iyi icra ettiği takiyye doktrinine borçludur. Onun karşısında gözler o kadar bağlanmıştır ki, bazı alimlerin hakkındaki uyarıları teceddütçü aydınlar tarafından kale alınmamış ve kendi dünyası dışında Cemaleddin Afgani feno-men haline gelmiştir.

İkinci tehlikeli adam Sünni dünyada Şii dailerinden Navvab Safavi’dir. Cemaleddin Afgani’nin halefi ve Humeyni’nin selefi olur.

Üçüncü adam ise Taki Kummi’dir. Ayetullah Burucerdi’nin tahtı himayesinde Sünni dünyaya yönelik olarak mezheplerin yakınlaştırılması çatısı altında dailik veya teşeyyü dalgasını harekete geçiren veya taarruzunda bulunan adamdır. Nasır’ın ifadesiyle pişmiş bir tavuğa fetva veren Ezher ulemasını epeyce avlamış ve ifsat etmiştir.

Page 7: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

7www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014

Onun karşısında gözler o kadar bağ-lanmıştır ki, bazı alimlerin hakkındaki uyarıları teceddütçü aydınlar tarafın-dan kale alınmamış ve kendi dünyası dışında Cemaleddin Afgani fenomen haline gelmiştir. İkinci tehlikeli adam Sünni dünyada Şii dailerinden Navvab Safavi’dir. Cemaleddin Afgani’nin ha-lefi ve Humeyni’nin selefi olur. Üçün-cü adam ise Taki Kummi’dir. Ayetullah Burucerdi’nin tahtı himayesinde Sün-ni dünyaya yönelik olarak mezheplerin yakınlaştırılması çatısı altında dailik veya teşeyyü dalgasını harekete geçiren veya taarruzunda bulunan adamdır. Nasır’ın ifadesiyle pişmiş bir tavuğa fetva veren Ezher ulemasını epeyce av-lamış ve ifsat etmiştir. Dördüncü adam ise Şiiliği durağan bir mezhebi kalıptan çıkararak, yeniden bir siyasi ve dini ha-rekete çeviren ve çılgınlığı ve kiniyle milyonlarca kitleyi ölüme gönderen Humeyni’dir. Böylece Şah İsmail’in çı-ğırını ihya etmiştir. Bugün İslam alemi bu çığırın getirdiği felaketlerle dağlan-maktadır.

*‘Mustafa Sıbai ve Faris Huri’ başlık-

lı yazımızda bunun tehlikesine dikkat çekmiş ve bazı tarihi tecrübeleri aktar-mıştık. O satırlardan bazıları:” Musta-fa Sibai de, takrip kurumuyla birlikte mezheplerin yakınlaştırılması iddiasın-da olan Şii mercilerin Ezher hocalarını tavlamaya çalıştıklarını yazar. Daha da ileri giderek şu hükümde bulunur: Şi-ilerce Takrip çağrısından murat sanki şudur: Ehl-i Sünneti Şia’ya yaklaştır-maktır yoksa iki mezhebi birbirine ısıtmak veya yaklaştırmak değil (Es süne ve Mekanetuha fi’t teşrii’ l İslami, s: 10 El Mektebü’ l İslami, Şam, Beyrut, ikinci baskı, 1978). Sibai’den önce de Muhammed Zahid el Kevseri, Şiilerin ve İsmaili Bohra taifesinin Ezher’i ve Mısır’ı yeniden ele geçirmek istedikle-rini yazmıştır. Günümüzde Mecelletü’ l Ezher’in yayın yönetmenliğini yapan Muhammed İmare de Zahid el Kevseri ve Sibai ile aynı kanaati paylaşmaktadır. Şiilerin yeniden Mısır ve Ezher’i ele geçirmek istediklerini söyler. Ve Aye-tullah Murtaza Mutahheri’den Sibai’yi teyiden bir alıntı/nakil yapar.

Ayetullah Humeyni’nin talebesi olan Murtaza Mutahhari, Dini Dü-şüncenin Eleştirisi adlı eserinde mez-heplerin yakınlaştırılması projesiyle ilgili şunları yazar “Amacımız takrip üzerinden İslam birliğini temin etmek değildir. Gerçek hedefimiz, Şii daveti ve propagandasının önündeki engelleri kaldırmaktır. Yoksa İslam birliği için Şii inançlarından ne bir mekruhu kaldırır ne de bir müstehaptan vazgeçeriz (Mu-hammed İmare, Fi’n nakd ez zati lifikri’ş Şii, El Ahram, 06/10/2012).” Amaç Şii dailiğinin ve propagandasının önünde-ki Sünni ihtiyatı takrip vesilesiyle orta-dan kaldırmaktır…”

Şia mezhebiyle Sünniliği bir araya getirmek üçüncü bir tür üretmek olur. Zira iki taraf kıyamete kadar aynı ka-zanda kaynasa karışamazlar. Zira birbir-lerini inkar ve ret üzerine kuruludurlar. Şia mezhep değil Sünniliği ret üzerine

kurulu anti mezheptir. Bundan dolayı tezat/dikotomik yapısı vardır. Müslü-manlar için tarih boyunca en büyük ip-tila vesilesidir. Elbette Şia’yı öğretmeli-yiz ama propagandalarına alet olmadan. Özellikle de ilahiyat talebelerine Şia’yı gerçek mahiyetiyle öğretmeliyiz. Asıl cehalet Şia’yı gerçek mahiyetiyle tanı-mamaktır. Yanlış tanıma üzerinden bir cehl-i mürekkep söz konusudur. Bu da onların lehinde kamuoyu oluşmasına sebep oluyor. Böylece kendi ayağımıza kurşun sıkıyoruz. Bunun yöntemi de Şia mezhebinin karakterini ortaya koy-mak olmalıdır. Şia’yı gerçeği üzerine ta-nımak için Sünnilik ile Şiiliğin tezat bir yol olduğunu ortaya koyan Ebu’ l Hasan en Nedevi’nin ‘Suretani Mütedaddani İnde Ehli’s Sünneti ve’ş Şia el İmamiy-ye’ gibi kitapları okutmalıyız. Hakikatin merkezine inen kitaplar bunlardır. Aksi takdirde, yaraya merhem olmak yerine

yapılan bu gibi afaki teklifler yarayı az-dırmaktan başka bir işe yaramaz. Kendi fıkhını ve ilmihalini öğrenemeyen kit-lelere bir de Şii fıkhı öğretmek yumu-şamadan öte sulanmayı sağlayacaktır. Kitlelerin saflığı ve ulemanın gevşekliği nedeniyle tehlikenin çapı büyüyor. Ule-ma uyanık olacağı yerde aksine başımızı devekuşu gibi kuma gömmemizi tavsi-ye ediyor.

*Prof. Mahmut Erol Kılıç’ın Yeni Şa-

fak Pazar Ekine yaptığı konuşmanın sa-tır başları bile yanlış. Siyasi ihtilafların ana sebebi din ve mezhep olmadığını söylüyor. Bu neyi değiştirir? Onlar si-yasi emellerine dini bir kisve giydirmiş olsalar da bu gerçeği değiştirir mi? Te-zadı ortadan mı kaldırır? Sonuç itiba-rıyla bu gibi mezheplerin çıkış noktası siyasidir. Lakin zamanla dini bir kisveye bürünmüştür. Şimdi ihtilafların teme-linin siyasi olduğunu söylememiz ne değiştirir? Bunu öğrenmemiz, onların velayet meselesi veya imamet meselesi üzerinden bize bakışlarını değiştirecek midir? Sahabeye bakışını ve Kur’an ve Sünnete bakışını değiştirecek midir? Ali Şeriati’nin ‘Ali Şiası Safavi Şiası’ adlı kitabında ifade ettiği gibi, imamları Allah’ la birlikte gökte tasavvur etmele-ri ve imamlarla Allah’a ortak koşmaları değişecek midir? Ali Şeriati’nin bile tarihi Şia’yı elerken bulaştığı tortular aramızda kapanmaz bir mesafe bırak-makta ve duvar örmektedir. Ona göre, Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer Hazreti Ali karşısında komitacılık yap-mışlar ve gizli örgüt kurmuşlardır. Ali Şeriati bütün arınmışlığına rağmen, tortuları nedeniyle Şii daisi ve onun ötesinde Pers şuubisi olmanın ötesi-ne geçememiştir. Maalesef ki böyle-dir. Tarihi Şia ile mücadele etmiş ama onun kalıplarının dışına çıkamamıştır. Kimileri Gazali’yi eleştirmek için şöyle söylerler: Felsefenin içine daldı ama çı-kamadı. Gazali’den ziyade bu tasvir Ali Şeriati’ye intibak eder, uyar. Şiiiyata gir-miş bir daha çıkamamıştır. Şia’da fani olmuştur.

Bazen ‘şerrün la büdde minhu/ka-çınılmaz şer’ denilir. Bediüzzaman’ın

Şia’yı gerçeği üzerine tanımak için Sünnilik ile Şiiliğin tezat bir yol olduğunu ortaya koyan Ebu’l hasan en Nedevi’nin ‘Suretani Mü-tedaddani İnde Ehli’s Sünneti ve’ş Şia el İmamiyye’ gibi kitapla-rı okutmalıyız. hakikatin merkezine inen kitaplar bunlardır. Aksi takdirde, yaraya merhem olmak yerine yapılan bu gibi afaki teklifler yarayı azdırmaktan başka bir işe yaramaz. Kendi fıkhını ve ilmiha-lini öğrenemeyen kitlelere bir de Şii fıkhı öğretmek yumuşamadan öte sulanmayı sağlayacaktır. Kitlelerin saflığı ve ulemanın gevşek-liği nedeniyle tehlikenin çapı büyüyor. ulema uyanık olacağı yerde aksine başımızı devekuşu gibi kuma gömmemizi tavsiye ediyor.

Page 8: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

8 www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014

dediği gibi “Hayr-ı kesîr için şerr-i kalîl kabul edilir”(Mektûbât, s.43) ... Gazali için söylenenleri Ebu’ l Hasan en Ne-devi de Revai ul İkbal adlı eserinde Muhammed İkbal’e uyarlar ve Batı de-nizinde inci mercan avlamaya giderken vurgun yediğini ama bunun öldürücü olmadığını söyler. Bazen şer affedilebi-lir miktarda olabilir.

Bir de Prof. Mahmut Erol Kılıç beyin Şiilerdeki merciiyet kurumunu yanlış tanıdığı anlaşılıyor. Ali Şeriati, Mahmut Agacari gibi isimler bu kuru-mun halkı cehalete mahkum ettiğini ve Şii kitleleri taassuba yönlendirdiğini ve kör alet gibi kullandığını söylemekte-dir. Humus üzerinden Şii ulemanın bir kısmı Karun gibi zenginleşirken mese-lenin ikinci mahzuru da insanların ce-halet üzerinden fikirlerinin manipüle edilmesidir. Şii kitleler hem mali hem de fikri açıdan din adamlarının mani-pülasyonuna maruzdur. Suyuti’nin yaptığı gibi içtihadı savunmak başka Şiilerin yaptığı gibi merciiyet ve içtihad kurumunu ruhban sınıfına çevirmek başkadır. Şii din adamları imtiyazlara sahip olan bir sınıftır ve devlet içinde devlettir. Mahmut Erol Kılıç Şia’daki yaşayan fakih modelini sevdiğini söy-lüyor. Halbuki, yaşayan fakih fitneye açıktır ve kitleleri ne yöne sevk edece-ği belli olmaz. Yaşayan fakih olunca sahabe veya imamlar neslini bir yana mı atacağız? Suyuti gibi her asırda iç-tihadı savunmak başka merci-i taklit kurumunu savunmak daha başkadır. Şiilikte din adamları kurumu avamın suistimali üzerine kuruludur. Bunu da yaşayan müçtehit anlayışı üzerin-den beceriyorlar. Şia’da avam, bürhana değil Şii din adamlarına tabidir. Yani avamın gerektiğinde din adamını delil karşısında sorgulama yolu kapalıdır. Bürhana tabi olmayan Sistani gibiler Bremer veya Rumsfeld’e tabi olurken Sünni kitlelere karşı da farz-ı kifaye ci-hadı çağrısı yapabiliyorlar.

Erol Kılıç Yeni Şafak gazetesinin Pazar Ekine yaptığı değerlendirmede, tasavvuf üzerinden karşılıklı irfan köp-rüsünün kurulabileceğini söylüyor. Bu da aldatmacadır. İran bu hususta da bir adım dahi atmadan ve yaklaşmadan ta-

savvuf damarını kullanmak ister. Kılıç da biliyor ki, İran’da tarikatlar yasaktır. Mevlana tarikat piri olarak yasak kap-samındadır. Lakin uluslar arası mahfil-lerde onu Türkiye’ye kaptırmamak için büyük gayret sarf ederler. Mevlana’yı şuubiliklerine alet ederler. Mahmut Erol Kılıç’ın sözleri temelsizdir. Hu-meyni ile Yavuz arasında İbni Arabi köprüsü kurulabilir mi? Bilindiği gibi, Yavuz Sultan Selim İbni Arabi hayran-larındandır. Humeyni de İbni Arabi’yi İslam güneşi olarak tanımlamış ve yakınlarda ölen Şevardnadze eliy-le Gorbaçov’a; İbni Arabi üzerinden İslam’ı tanımaya çağıran bir mektup göndermiştir. Şimdi bu buluşma köp-rüsü olur mu? Şah İsmail’in yerinde Humeyni’yi tasavvur edelim; Yavuz Sultan Selim Çaldıran muharebesin-

den geri mi dururdu?Bence Mahmut Erol Kılıç beyin bu

değerlendirmesini bir daha gözden ge-çirmesinde fayda var. Alimlerimiz ve akademisyenlerimiz elbette Şia’yı öğ-renmeli. Lakin bunun avama inmesine gerek var mıdır? Bu avamın önceliği olmadığı gibi, avam ilmihal öğrenme önceliğinden bile uzaktır. Panzehiri öğrenmek için zehri öğrenmemiz la-zım. Bundan dolayı eskiler şöyle de-mişlerdir: Taallemtü’ş şerre la lişşerri bel litevakkihi. Şerri şer yapmak için değil ondan kaçınmak için öğrendim. Şerri öğrendim lakin şer için değil şer-den korunmak için. Hayrı şerden ayırt edemeyen kimse şerre kapıldığı için. Şerden kaçınma yollarından birisi şerri öğrenmektir. Sahabelerden Huzeyfe Bin Yeman’ın yaptığı gibi.

Erol Kılıç Yeni Şafak gazetesinin Pazar Ekine

yaptığı değerlendirmede, tasavvuf üzerinden karşı-lıklı irfan köprüsünün ku-

rulabileceğini söylüyor. Bu da aldatmacadır. İran bu hususta da bir adım dahi atmadan ve yaklaşmadan tasavvuf damarını kullan-mak ister. Kılıç da biliyor ki, İran’da tarikatlar ya-

saktır. Mevlana tarikat piri olarak yasak kapsamın-

dadır. Lakin uluslar arası mahfillerde onu Türkiye’ye

kaptırmamak için bü-yük gayret sarf ederler.

Mevlana’yı şuubiliklerine alet ederler. Mahmut Erol Kılıç’ın sözleri temelsizdir.

humeyni ile Yavuz arasında İbni Arabi köprüsü kurula-bilir mi? Bilindiği gibi, Ya-

vuz Sultan Selim İbni Arabi hayranlarındandır. humey-

ni de İbni Arabi’yi İslam güneşi olarak tanımlamış

ve yakınlarda ölen Şevard-nadze eliyle gorbaçov’a;

İbni Arabi üzerinden İslam’ı tanımaya çağıran bir mek-

tup göndermiştir. Şimdi bu buluşma köprüsü olur mu? Şah İsmail’in yerin-

de humeyni’yi tasavvur edelim; Yavuz Sultan Selim Çaldıran muharebesinden

geri mi dururdu?

Prof. Mahmut Erol Kılıç

Page 9: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

9www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014

F arz Allah’ın kati emirlerine ve-rilen bir isimdir. Daha açık bir ifadeyle farz, mü’min olarak

itiraz edemeyeceğimiz, tercih hakkımı-zın bulunmadığı emirler için kullanılır. Mü’min isek onu yapmaya mecbur ol-duğumuz şey farzdır. Namazdan hacca kadar pek çok farz biliriz. Vahyin ilk indiği andan itibaren onlar farz olarak bilinirler.

Artık bugün farz olan şeyleri sayarken mesela ‘internet fıkhı’nın da farz olaca-ğını söylememiz bir iddia değildir. İleri derecede fıkıh bilgisine sahip olanların bilebileceği derin bir ilmi mesele de değil-dir konumuz. Dinin hayatı kuşatan geniş yelpazesine vakıf olan ve farzın ne anlam ifade ettiğini bilen herkesin bilgi alanında kalabilecek bir başlıktır bu. Böyle bir ku-ral için bilinmesi zorunlu bir bilgi de belki internetin ne olduğu ve hayatın neresinde durduğu başlığı olabilir. Şüphesiz inter-neti bir cin oyunu zanneden için ne farz ne de edep sınırları içine konabilecek bir konu değildir internet.

İnternet konusunun temel dini ki-taplarda bulunmayışını, onunla ilgili fık-hın farz olması veya olmaması açısından önemseyecek de değiliz. Bir hususun kitaplarda değil hayatta bulunup bulun-

madığına bakarız. Hayatımızı çepeçevre kuşatıp da dinimiz açısından farz, vacip, sünnet, mubah, mekruh veya haram ola-rak nitelendirilmeyen ne vardır? Dinimi-zin zaman ve mekânı kuşatan kapsamlılı-ğının en tabii sonuçlarından biri, bugün insanı olmazsa olmaz denecek çapta etki-si altına almış olan internet ve bağlantıları hakkında hüküm vermiş olmayı gerektir-mektedir.

Bu nedenle de internet fıkhı farz bilgiler arasındadır. Kim internet ile ne kadar ilgili ise, onu ne kadar kullanmak durumunda ise o kadar ‘internet fıkhı’ diyeceğimiz bir bilgiye sahip olmaya mecburdur. Tam anlamı ile böyle bir bilgi ‘ilmihâl’ bilgisidir. İnternet hâlimiz, haya-tımız olmuştur. Onunla ilgili dinimizin hükümleri de bizim abdest ve gusül hü-kümleri gibi özel hâlimize dair hükümler arasında bulunmalıdır. Ulemamız, tarihte kalmış veya günümüz için acilliği olma-yan konular yerine böyle acil konular hakkında meclisler oluşturmalı, eserler telif etmelidirler. Çocuklarımıza taharet meselelerini öğretmeye başlama yaşı, internet fıkhını öğretme yaşı ile aynıdır bile diyemiyoruz. Korkarız ki, çocukları-mızın internet ile alakası onların taharet hükümlerini bilmelerini gerektirecek yaşlarından önce olmaktadır. Konuşmayı ve ana dillerini öğrenmeden bilgisayar ve ona bağlı olarak da internet ile bağlantı

kuran çocuklarımız, ilk temas anından itibaren bu fıkhı bilmelidirler. Taharet bilgisi namazın farz olması ile başlayacak bir farz bilgidir. İnternet ise namazın farz olmasından çok önce çocuklarımızı ağla-rına takmış bulunmaktadır. Kabul edelim veya etmeyelim, bu bir hakikattir.

Çocuklarımız dinimizin en temel bilgilerini öğrenmek için camilere veya benzeri kurumlara gönderilmeye başlan-dığında orada ‘çocuğa din öğretmek’ du-rumunda olanlar, taharet kadar internet fıkhını da verip vermediklerinden mesul olacaklardır.

Hocaların diplomaları kadar bu asrın zaruriyatına dair fıkıh bilgisi sahibi olup olmadıklarına da bakmalıyız. İnternet kul-lanan hoca bir fark değildir. İnternet fıkhı bilen hoca ise şarttır.

Neden diye soramayız. Bunu sıradan bir iddia olarak da göremeyiz.

Şehirlerden köylere kadar ‘internetin kapsama alanında olmayan’ bir yer var mıdır? Hayatımızın internete mahkûm olmayan bir alanı kalmış mıdır? Camile-rin yönetimi ile ilgilenen Diyanet teşkila-tı camilerde internet hattını mecburi hale getirmiş bulunmaktadır. Bunun itiraz edilebilecek bir yanı da yoktur. Camilerin içine sokulan bir şeyin fıkhının olmama-sı mümkün olmayacağı gibi o bilginin ihmal edilmiş olması da kabul edilebilir olamaz. İnternet camiden hastaneye, ev-

den iş yerine, sokaktan yatak odasına ka-dar her yerde vardır ve hayatın neredeyse ekmeği kadar vazgeçilemezlerindendir. Fıkıh da hayata dair bulunan şeylerin bil-gisinin adıdır. Hayat ile bağı ne oranda ise mü’min için de bilgisi o oranda olacak-tır. Hastanede, ekmek fırınında, sokakta, toplu ulaşımda, camide, eğitimde; hayat olan her yerde kablolu veya kablosuz karşımıza çıkan ve gözle göremediğimiz bir ağın ‘farz bilgi’ kapsamında bilinmesi gerekiyor.

İnternete dair fıkhın bilinmesi farz ise o bilginin bilinmemesinin doğuracağı so-nuçlar da haram dairesinde kalacaktır.

Ticaret başta olmak üzere internet, hayatımızın her yerindedir. Sadece örnek olarak zikredecek olsak, internet üzerin-den kuyumcudan bir bilezik satın almanın hükmünü öğrenirken bile bu fıkıh bilgisi bir farz olarak karşımıza çıkar. Nerede kal-dı ki, çocuklarımızın ilk günlerinden itiba-ren gözlerini istila altına alan bir ağdan söz ediyoruz. İnternet, Allah Teâlâ’nın ‘gözleri koruma’ emrinin neredeyse en yaygın pra-tik alanı gibi durmaktadır. İyi veya kötü, hayata dair pek çok şeyin bilgi kaynağı durumundadır internet. Yalanın en ağırı, hakikatin en önemli sonuçları; her şey internetten öğrenilmektedir. Tüketilen elektrik faturası da internet üzerinden bil-dirilmektedir, tedavi için gerekli ilaçlar da bu ağdan temin edilmektedir.

İnternet hayatımızı kuşatmıştır. Al-dığımız nefesler bile o ağların içine ta-kılmış durumdadır. İlim adamlarımız, mü’minlerin sorumluluğunu omuzların-da taşımak durumunda olanlar bir inter-net fıkhı oluşturmaya mecburdurlar. Bu alanda geç kalınmıştır. İnternet her gün bir alanı daha ağlarına takarken bizim ona dair bir fıkhımızın olmayışının özür ola-rak yorumlanabilir bir yanı yoktur. İnter-netli bir hayat yaşıyoruz. Bu hayatı kendi hükümleri ile zapt edecek olan dinimizin nasıl bir interneti emrettiğini bilmek farz-dır. Abdest kadar, taharet kadar farzdır.

Bu alandaki gecikmemizin hiçbir ma-kul gerekçesi yoktur. İnternetsiz bir hayat talep etsek belki öyle bir talep, fıkıhsız internet kullanmayı tevil etmekten daha makul olabilirdi. İnterneti imha etmemiz mümkün olmadığına göre onu fıkhımızın sınırlarında kullanırız. İnternet bir nimet-tir. Bütün nimetler gibi onun da nimeti kullanma fıkhına göre kullanılması gere-kiyor. Aksi takdirde internet, mü’minler olarak bizi kullanacaktır.

Nurettin [email protected]

İnternet Fıkhı Farzdır

Page 10: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

10 www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014

A nadolu üzerinden İslam coğrafyasını kasıp kavuran, işgal ettikleri her karışın

kanını, canını sömüren Haçlılar, Osmanlı Devleti’nin zayıflamasıyla daha kuşatıcı, daha yıkıcı, daha yok edici bir şekilde av-det etti. Uzaktan bakıldığında hayret uyan-dıran fakat yanına varıldığında kapısı kırıl-dığından dolayı mazrufunu himaye etme özelliğini yitiren bir hana döndü Âlem-i İslam. Ümmete karşı birleşen küresel güç-lerin, istedikleri zaman içine girip operas-yon yapabildikleri, “Esaret zincirlerini kır, ayağa kalk Ey Milletim!” diyenleri de, “aşırı dinci” olarak itham edip marjinalleştirebil-dikleri(!) bir han… Kapı kırıldıktan son-ra –bir kaç İslami hareket dışında- küresel güçlere devlet çapında bir mukavemet, bir karşı koyuş olmadı. Meydan yerinde her-kesten daha fazla görünen müstagriblerin ipi ise, küresel güçlerin elinde olduğundan ameliyeleri de efendilerinin menfaatleriyle sınırlı kaldı. Onlar, “Savaş!” deyince savaştı

mustagrib; “Barış!” deyince barıştı; “İhtilal yap!”, deyince askeri halkın üzerine sürdü; “Dışarda İhvan’a mensup Müslüman bı-rakma!” deyince, zindanları Müslümanlar-la doldurdu.

Küresel Güçlerin Güvenlik Şubesi: BMKlasik Haçlı Seferlerinin güzergahı bel-

liydi. Çağdaş Haçlı Seferleri ise dışarıdan içeriye; içerden daha içeriye olmak üzere karmaşık bir yapıda cereyan etti. Ümmet, Âlem-i İslam’ın sınırlarını tecavüzden ko-ruyan, can, mal ve iffetleri muhafaza eden Osmanlı Devleti ile tarih yapma kürsüsün-den çekilince, İslam Coğrafyası içerden is-tilaya, dışardan ise kuşatmaya maruz kaldı. Tek vazifesi küresel güçlerin güvenliğini sağlamak olan BM, kuruluş amacından hiç taviz vermedi; Batı’nın özel güvenlik şube-si gibi çalıştı. Muhafızı olmayan mülteciler kampı gibi sürekli baskın yedi Müslüman-lar. Bu süreçte BM ya bizzat istilayı yapan ya hava saldırılarıyla istilaya direnen İslami Hareketleri etkisiz hale getiren ya da kur-gulanan bir iç savaşı daha da derinleştiren

bir aktör olarak cinayetler işledi. Kendini dünyanın tamamı adına yetkili gördüğün-den Müslümanların D-8 gibi siyasal birlik-teliklerine zemin hazırlayacak yapılanma-ları, gayri meşru ilan etti, kurucu akılları darbelerle iktidardan uzaklaştırdı.

Müslümanların En Büyük Sorunu: Allah’a Teslimiyet İslam coğrafyasındaki siyasi, iktisadi,

ictimai med-cezirlerin arka planında Batı vardır. Ekonomik krize giren Batılı bir ülke, ABD’nin Irak’ı işgalinde olduğu gibi, “İpini elinde tuttuğu bir devlet başkanına savaş!” talimatı verir, onu savaştırır sonra da uluslararası mahkemelerde, “Neden savaştın?” diye onu yargılar, mahkum eder. “Özgürlük getiriyorum.” yalanıyla işgal et-tiği ülkenin her şeyine el koyar.

Allah’a teslimiyet sorunu yaşayan Müslümanlar, küresel güçlere baş eğdi, leş kuşlarının sofrasında parçalanan bir ava döndü. Herkese kulak verdi, herkesi dinle-di fakat onu kurtaracak sözün sahibi Allah Rasulü ile iletişim sorunu yaşadı. Onun, ümmetin içine düştüğü felaketi haber ve-

ren ikazlarını dikkate almadı: “Yakında yemek yiyenlerin birbirini sofraya/kazana davet etmesi gibi küfrün küresel ittifakı da gücünüzü kırmak için birbirini sizin üze-rinize çağıracak. Bir sahabi, “Birbirlerini kolayca üzerimize çağırmaları bizim azlı-ğımızdan dolayı mı olacak Ya Rasullah?” diye sorunca, Efendimiz , “Bilakis o gün sayı itibariyle çok olacaksınız. Fakat güç itibariyle selin sürüklediği çer-çöp gibi zayıf olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden sizden korkma duygusunu çekip alacak, sizinkine de “vehn” atacak. Sahabi, “Vehn” nedir Ya Rasulellah? diye sorunca Efendimiz , “Dünyayı sevmek ve ölümden korkmaktır.” (Ebû Davud, Melahim,(4290) buyurdu.

Dağılan, dağıldıkça zayıflayan Müs-lümanlar, “vasat ümmet” olma (Bakara: 143) iddiasından vazgeçti, iktidarı ele ge-çiren müstagribler ülkelerinin yönetimi-ni Batılıların maslahatını önceleme esası üzerine kurguladı. İmanî zaafiyet ahlak binasını çökertti, ülkesini küresel güçlere satan, onlarla ittifaka girip Müslümanlara zulmeden hainler zuhur etti.

ÇAğIN hAYBER’İ İSRAİL, YESRİBLER MEDİNE OLuNCA YIKILACAK!İhsan Ş[email protected]

Page 11: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

11www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014

Sömürü Kuvvetleri ile Oryantalist Birlikler Omuz OmuzaÜmmetin bütün krizleri irfani biriki-

mine dönerek aştığını, tahrib olan millet yapısını imanla tamir ettiğini, her sarsıl-manın ardından daha büyük bir kuvvetle doğrulduğunu gören küresel güçler, uya-nışın kaynağı olan iman hakikatine yöne-lerek ona saldırdı, en az sömürü kuvvetleri kadar küfrün oryantalist birlikleri de çalı-şarak yüreklere şüpheler ekildi. Sömürüyü müdafaa edenler millet tarafından “hain”, oryantalizmin İslam iddialarını dillendi-renler ise, bilim adamı olarak görüldüğün-den, yıkımda oryantalizmin en az siyasi sömürü kadar payı vardır.

Oryantalizm, akademyayı belirlediği konular çerçevesinde sonu gelmeyen tar-tışmalar içerisine çekti. Kur’an-ı Kerim’de Müslümanların en büyük hasmı olarak anlatılan Yahudi hakkında satıh üstü bir malumatla iktifa eden tefsirciler zuhur etti. Hz. İsa’nın nüzulü ile alakalı bir bahis açıldığında ya da bir mustagrib mevzuyu usta bir manevrayla nuzül-ü İsa’ya çekin-ce heyecanlı konuşmalar yapıldı, ulema yargılandı. Fakat Kudüs’ün nasıl kurtula-cağı ile alakalı bir iki temenni cümlesinden

başka bir şey söylenmedi. “Vehn” bir salgın hastalık gibi önce akademyayı istila etti. Akademya halktan çok önce modernleşti. Tam da Allah Rasulü’nün haber verdi-ği gibi “Biz ne yapabiliriz ki?” diyen ve bu deyişiyle selin sürüklediği çer-çöpe dönen yığınlarla doldu ortalık. “Vehn”in Batı’ya aşık, İslam’a hasım yaptığı mustagrib, iz-mihlale sorumlu ararken her defasında tekkeden başlayıp medreseden çıktı. Bu tarz bir yaklaşım İslam coğrafyasını yangın yerine çeviren, sönmesi için su da verme-yen ABD’yi tezkiye, mağdurları tecziye etti. Bilumum İslam münekkitleri küresel güçlerin tezkiye memuru oldu. Hedef-ler değişti. Faziletler Batı’ya, hezimetler ümmete mal edildi. Mustagrib, Kur’an’da Firavun’un yıkıldığını defalarca okuması-na rağmen çağdaş firavunların da bir gün yıkılacağını hayal bile edemedi. Her ne kadar bu adamlar gezip, dolaşsa da, ekran-da-kürsüde konuşsa da ruhları olmayan kütük gibidirler. Çünkü tartıştıkları ya da gündemde tuttukları mevzular itibariyle ümmeti zillete razı olmaya çağırıyorlar.

Oryantalist Ajanda“Dünyayı sevme” marazı, mustagribe

yaratılış gayesini unutturdu; İslam’la şahsi

menfaatleri çatıştığında dini verip dünya-yı aldı. Kutsalını satılacak bir mal olarak gördü. Mizaç itibariyle de istihaleye uğ-radı, eşini kıskanma haysiyetini bile yitir-di. Batılılar gibi maddeyi kutsadı, Filistin yanarken sustu, şahsi emelleri için, “Kişi malını muhafaza ederken ölürse şehittir.” dedi. En doğruyu en yanlış davayı destek-lemek için kullandı. Dünyayı sevmek ve ölümden korkmak cihad etmesine, hatta o kelimeyi ağzına almasına, bu uğurda meşakkatlere tahammül etmesine mani oldu. Oryantalizmin ajandası için yıl boyu konuştu, Kur’an ve Sünnet’in müdafaası söz konusu olduğunda ise sukut etti. İm-sak vakti üzerine nutuk attı, boş bulduğu meclislerde Buhari’nin Sahihliğini tartıştı, iplerini ellerine verdiği efendilerine göre konuştu. Yüreklerinde ihanet mührü taşı-yanlar, şecaat kubbesi çökmüş, imandaki yakîn mertebesini kaybetmiş, şahsi menfa-ati için ümmeti satmış, Allah’a tevekkülün yerine, küresel eşkiyaya dayanma zilletini koymuş sefiller olarak tanınmakla iftihar etti. “Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini din-lersin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kü-tüklerdir. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar.” (Münafıkûn: 4).

Ümmet Şuurundan Ulus BilincineDünya sevgisi ve ölüm korkusu, kral-

lar, emirler, yazanlar-çizenler vasıtasıyla sel oldu, vurdu, çökertti yürekleri... İlk bunlar sarstı tevekkül sütunlarını. Bunlar söndür-dü yüreklerdeki cihad meşalesini, bunlar öğretti ümmete daraldıklarında düşman karargahına sığınmayı. Devlet Başkanlığı saraylarından çıkıp ilk bunlar eğildi katil-lerin karşısında. Bunlar “ümmet” şuuru ye-rine “ulus bilincini” koydu. Bunlar “kulluk ahdi” yerine “faşist andlar” uydurdu.

Kassam Tugayları 9 Devletten Daha BüyükEfendilerinin menfaatleri için dara-

ğaçları kuranlar, duruşmalarda mazlum-lara “müebbed mahkumiyet” yağdıranlar, imandaki bu değişimin bedelini ilk olarak Arap-İsrail savaşlarında ödedi.

Zalim de Mazlum daMüslümanSon iki asrın Müslümanları Kur’an’ı,

Sünnet’i, İttihad-ı İslam’ı terk etmeleri ci-hetiyle zalim, küresel güçlerin ve işbirlik-çilerin pençesi altında olmaları cihetiyle ise mazlumdurlar. İnandıkları dine ihanet

“Dünyayı sevme” marazı, mustagribe yaratılış gayesini unutturdu; İslam’la

şahsi menfaatleri çatıştığında dini verip dünyayı aldı. Kutsalını satılacak bir mal olarak gördü. Mizaç itibariyle

de istihaleye uğradı, eşini kıskanma haysiyetini bile yitirdi. Batılılar gibi maddeyi kutsadı, Filistin yanarken

sustu, şahsi emelleri için, “Kişi malını muhafaza ederken ölürse şehittir.”

dedi. En doğruyu en yanlış davayı desteklemek için kullandı. Dünyayı sevmek ve ölümden korkmak cihad

etmesine, hatta o kelimeyi ağzına almasına, bu uğurda meşakkatlere

tahammül etmesine mani oldu.

Page 12: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

12 www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014

etmeleri, tevfîk-i ilahinin tecellisine mani oldu. Biatlerimiz sahabe gibi gönülden olmayınca, Allah’ın kudret eli dağılan saf-larımızı toplamadı, hezimetlerimizi zafere tahvil etmedi, sema üzerimize meleklerini indirmedi. Bilakis Allah’ın adaleti zalim-ler eliyle tecelli etti. Allah Rasulü’nün Yesrib’i Medineleştirme sürecinde teczi-ye ettiği Yahudi, Hayber hezimetinden tam 13 asır sonra -müslümanlar ırkçılığa meyledip, İslam kardeşliğine zulmedince- Hayber, Benû Kaynuka’, Benû Nadr, Benû Kurayza gibi yardımcı unsurlarıyla geri döndü: “İşte böyle, yaptıkları günahlardan dolayı zalimlerden bir kısmını diğeri üzeri-ne musallat ederiz (Enâm: 129).

Hırsızlığıyla İftihar Eden MilletMüslümanlar, “Biz Türküz, biz Arabız,

biz Kürdüz.” diye parçalanınca Allah Azze ve Celle üzerlerine 13 asır sığıntı olarak yaşayan Yahudi’yi musallat etti. Yeryüzü, Yahudi’yle hiçbir zulüm düzeninde olma-dığı kadar çaplı bir ihanete maruz kaldı. Dünya siyaset tarihi, ümmi kabul ettikleri Araplar’ın mallarına el koymayı helal ka-bul eden (Âl-i İmran: 75), alenen yaptığı hırsızlığı savunan bir Yahudi’yle tanıştı. Yahudi, en lanetliden daha melun olduğu-nu (Nisâ:52) tescil edercesine hiçbir ideo-lojinin, hiç bir uygarlığın yapmaya cesaret edemeyeceğini yaptı; hırsızlıkla iftihar etti. Yeni Dünya Düzeni’nin esaslarını, BM’nin tüzüğünü bu hırsızlar kaleme aldı.

Yahudi Çürüğüİlaç kabul etmeyen bir bünye gibi çü-

rüdü ve insanlığı çürüttü Yahudi. Siyaset, iktisat, icitimaiyat dahil hayatın bütün şubelerine sirayet etti Yahudi çürüğü. Allah’ın kendilerini tedavi etmek için gönderdiği peygamberlerin bir kısmını yalanladı, diğerini ise katletti(Maide: 70) Yahudi. Müslümanlar, Allah Rasulü’nün

ufkundan uzaklaşıp zulme irtikap edin-ce, Allah Azze ve Celle peygamber katil-lerinin bebek katili torunlarını musallat etti üzerlerine.

Kutsal’ı Olmayan Millet Allah Azze ve Celle, Firavun’un ordusu

ile Yahudiler karşılaştığında Kızıl Deniz’i onlar için açtı, Yahudi’ye geçit; Firavun ve ordusuna mezar oldu deniz. Taş yarıldı, her boy için bir göze oluştu. Allah, aç kal-dıklarında sofralarına rızık olarak bıldırcın kuşu ve kudret helvası gönderdi. Buna rağ-

men Yahudi, Tevrat’ı tahrif etti; Allah’a ve Rasulleri’ne ihanet etti. Kızıl Deniz’den karşıya geçince buzağıya tapanları gördü, Hz. Musa’ya, “Bize de bunların ilahları gibi bir tanrı yap.” dedi (A’raf: 138). Tarihe, he-vasına tapan, Kutsal’ı olmayan yegane mil-let olarak geçti Yahudi.

İslam’ın Baş HasmıEhl-i İnsaf olanlar, “Bu kadar da iha-

net olmaz.” diye isyan edince, “Bize her yol mubah, çünkü biz, Allah’ın oğulları ve dostlarıyız.” (Mâide: 18) dediler. Allah’ın adaleti “dostları(!) için de tecelli etmez mi?” diye sorulunca, “Birkaç gün dışında bize Cehennem yok.” (Bakara: 80) cevabı-nı verdiler. Yalanlarını ortaya çıkaran Allah Rasulü ve ashabına hiçbir millete olma-dığı kadar düşman oldular. İslam’ın baş hasmı olarak kayda geçtiler (Mâide: 82).

Peygamberlere eza etmekle iştihar eden mel’unlar(Ahzâb: 69) Allah Rasulü ile de alay etti (Bakara: 104). Kelimelerle oy-nadılar. Selam’ı “sam” ile karıştırıp, Allah Rasulü’ne beddua ettiler.

Tefrikaya Memur MilletYahudi bozmaya, bölmeye memurdur.

Bu yüzden Allah Rasulü’nün İslam’la tevhit ettiği yüreklerden rahatsız oldu. Müseccel Yahudi Şas b. Kays’ın gön-derdiği gencin tahrikiyle Ensar’ı (Evs ve Hazreç’i) bile kılıç kılıca savaşın eşiğine getirdi. Allah Rasulü yetişti, “Allah’tan korkun Allah’tan! Ben aranızdayken bu cahiliye davası da neyin nesi?” buyurdu. Yahudi oyununu fark eden sahabe, silah-ları atıp, ağlayarak birbirinin boynuna sa-rıldı; “Toptan Allah’ın ipine yapışın.” (Âl-i İmran: 103) ayetine iktida etti.

Yahudi, İbn Sebe ile sahabeyi ikinci defa karşı karşıya getirdi ve Şia ile üm-met yapısından büyük bir parça kopardı. Ümmetin tarihi süreçte yaşadığı her bö-lünmede Yahudi aktif olarak görev aldı. Abdulhamid’in tahtan indirilmesini de o organize etti. Zulme irtikap eden Müs-lümanların gözlerini açması için Allah’ın onlara musallat ettiği Yahudi, bugün altın devrini yaşıyor. İşbirlikçileri vasıtasıyla ihtilal yapıyor, Mursi’yi zindana, Sisi’yi Saray’a koyuyor. İlahi adalet tarihi süreçte hep böyle tecelli etti: Mazlumlar uyana-cak, zulüm bitecek ve zalim hesap verecek.

Hudeybiye’den Hayber’eAllah Rasulü , Hayber’in fethi müj-

desini, Hudeybiye’den dönerken aldı (Fe-tih: 1-18). Mevzu mühimdi, fitneye me-mur bir millet etkisiz hale getirilecekti. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim Yahudi ile savaşıp Hayber’i fethedecek ordunun özellikleri-ni de tayin etti: Allah onlardan razı olacak ve yüreklerinde sekînet karar kılacak… Bu iki özellikten dolayı Allah Rasulü Hudeybiye’de biat eden 1400 kişi dışında kimseyi Hayber ordusuna kabul etmedi. Çünkü onlar en meşakkatli anlarda dahi ilahi rızayı gözetecek, Allah’tan başka hiç-bir gücü dikkate almayacaklardı.

Arap-İsrail SavaşıCennet’i arzulayan 1400 sahabi Ya-

hudi Devleti Hayber’i tarihten sildi. 13 asır devam eden Yahudi hezimeti 1400 sahabenin kılıç darbeleriyle başladı. Onlar ganimet, soy, sop için değil Allah’ın dini en yüce olsun diye cihad etti. Yaşamayı seven, ölümden korkan 9 Arap Devleti ise çağın Hayber’i İsrail karşısında 6 gün dayanamadı(1967), Kudüs’ü koruyama-dı. Ümmet ruhunu yok edenler, kökleri kemirilen dev cüsseli ağaçlar gibi yere serildi. Savaş başladığında bir umut var-dı Müslümanlarda… Sultan Baybars’ın Ayncalut’ta, durdurulamayan Moğol or-dusunu hezimete uğratması gibi, onlar da yeryüzünün kangren olmuş uzvu İsrail’i kesip atacaklardı. Ne var ki Ümmet, 67’de, 48’deki Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra ikin-ci inkisar-ı hayali yaşadı. Kur’an’da ve Allah Rasulü’nün hayatında, nice az müminle-rin büyük orduları tarihten sildiğine tanık olan ümmet, 9 devletten müteşekkil bir it-tifak ordusunun küçücük bir siyonist ordu karşısındaki mağlubiyetine esefle şahit oldu. Çünkü 1967’de Yahudi’nin karşısın-da Ayncalut’taki imani derinlikten ve ulvi

İlaç kabul etmeyen bir bünye gibi çürüdü ve insanlığı çürüttü Yahudi. Siyaset, iktisat, icitimaiyat dahil hayatın

bütün şubelerine sirayet etti Yahudi çürüğü. Allah’ın kend-ilerini tedavi etmek için gönderdiği peygamberlerin bir

kısmını yalanladı, diğerini ise katletti(Maide: 70) Yahudi. Müslümanlar, Allah Rasulü’nün ufkundan uzaklaşıp zulme

irtikap edince, Allah Azze ve Celle peygamber katillerinin bebek katili torunlarını musallat etti üzerlerine.

Page 13: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

13www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014

hedeflerden mahrum bir kalabalık vardı. Onlar da Baybars’ın askerleri gibi “Allah-u Ekber” diyordu fakat komutanları BM’yi, ABD’yi daha büyük görüyordu. Bu yüz-den Allah Ekber yelkenlerine rüzgar ver-medi. Çölün ortasında Siyonistlere yem oldular. İslam şehirlerine, okullarına kahr yağdı.

Hayber’de Yahudi’ye, etkisi tam 13 asır devam eden bir darbe vuran Allah Rasulü’nün ordusunda tam bir tevek-kül hali; 67’deki Arap ordusunda ise ölüm korkusu, hayat sevgisi, sahip olduklarını koruma arzusu, haysiyet savaşı gibi saikler vardı. Dava şahsileşince, Allah’ın yardımı kesildi; Hizlân, hezimet getirdi.

İzzeddin KassamÜmmet’in iftihar abidelerinden Ayn-

calut asırlar sonra İzzeddin Kassam’ın mü-cahit öğrencileriyle tekrar zuhur etti. Sabır, tevekkül, şecaat, mücahade onlarla yeniden dünyamıza döndü. Toprak parçası için, ır-kının şerefi için savaşanlar gitti, Hamas’la Allah’ın adını yüceltmek için canlarını or-taya koyan mücahitler geldi. İslam’ı müda-faa, Kudüs’ü hürriyetine kavuşturma azmi onlara yer altı tünellerinden İsrail üzerine yürüme cesareti verdi. Söz verdikleri gibi kimi şehit olan, kimi de şahadet sırasını bekleyen(Ahzab: 23) mücahitlerin ufkun-da Siyonist ordu döküldü. Onlar, ölümün üzerine yürüdükçe İsrail’in genişleme alanı kapandı. Dokuz devletle bir anda savaşan İsrail, askerine cesaret hapı içirmeden onu, Hamas’ın karşısına çıkaramadı. Küfrün sa-dece silahla durdurulamayacağını, zaferin imanla geleceğini gösterdi Hamas.

Ümmet’in GücüArap-İsrail Savaşları’nda yaşanan he-

zimet ve Hamas’ la gelen mukavemet gösterdi ki, mağlubiyetin de, muzafferiye-tin de temelinde iman var. Allah Azze ve Celle dünyayı imanla yürüyenlerin ayak-ları altına serer. Dünyayı isteyenler, onun için savaşanlar ise ayaklar altında kalır. Bu ümmetin gücü silah sanayiinden, hava filosundan, donanmasından ziyade kal-bindedir. Cihada, yüreğini imar ederek başlayan Hamas, en yüksek teknoloji ile imal edilen silahlarla savaşan en alçak or-duyu Gazze’ye gömmeye devam ediyor. Şehitler, daha büyük zaferleri büyütecek. “Zafer ne zaman” diye soruyorlar? En son teknoloji ile üretilen silahlarla ölüm kusan İsrail’in Hamas karşısında ilerleyememesi, askerlerinin kadınlar gibi ağlaması bir zafer

değil de nedir? İki asırlık hezimeti sonlandırmaya, za-

fer kapılarını açmaya, Ümmet’in makus talihini değiştirmeye dair cehdi olanlar yüreklerinize dönün! İnandığınız esaslara sahabe gibi yeniden inanın! İşte o zaman yüreklere sekinet yağacak. Bir hududun kapandığı surda Allah binlerce gedik aça-cak, her yönden Tel-Aviv’e akınlar olacak. Fesad, kan, göz yaşı bu neslin cihad bir-likleriyle son bulacak inşaallah. Allah’ın adı onlarla yücelecek. Ümmeti saran bu ateşi onlar söndürecek: Şüphesiz onlar, mutlaka mansur ve muzafferdir. Bizim ordumuz şüphesiz galip gelecektir.(Saf-fat: 172-3).

Anadolu Çocuklarındaki İsrail ÖfkesiEvet Allah’ın orduları galip gelecek.

Seksenlik ihtiyarlar inanmasa da, sekiz yaşındaki çocuklar buna nail olacak... Bunu, bir Cuma namazı çıkışında yapılan İsrail protestosuna katılan ve ihtiyarların meraklı bakışları arasında sıkılan yum-ruklarını kaldırıp, “Kahrolsun İsrail, Siyo-nist İsrail hesap verecek” diye slogan atan çocuklar başaracak. Evlerine giderken de yol boyunca, “Tekbir: Allah-u Ekber, Osmanlı dönecek zulüm bitecek” diye tel’ine devam eden Anadolu evlatlarına Allah nusret edecek. Gazze’de ölen ço-cukların hesabını onlar soracak. Onlar Birleşmiş İslam Mahkemesini kurarak İsrail’i yargılayacak.

Onlar belki de İsrail’in nerede oldu-ğunu tam olarak bilmiyorlar fakat onun İslam’ın en büyük hasmı olduğunu ve ço-cukları öldürdüğünü iyi biliyorlar. Bu yüz-den Allah-u Ekber derken taraf olduklarını

ilan ediyorlar. Kadınlardan, çocuklardan yana taraf olduklarını… İşte Osmanlı’nın düşmesiyle işgal edilen Filistin, o çocuk-larla hürriyetine kavuşacak.

Savaşın SonucuSiyonist yönetmeliklere dayanan İsrail

Ordusu, Allah’ın talimatları çerçevesinde cihad eden Kassam Tugayları karşısında er ya da geç hezimete uğrayacaktır. Bu savaşı 500 kişilik İngiliz Birliği tarafından kuşatıl-dığında 11 kişiden müteşekkil öğrencileri-ne, “Teslim olmayın! Rabbim’in huzuruna şehid olarak çıkalım.” diyen ve fecirden öğleye kadar İngiliz haydutlarıyla savaşa savaşa şehid düşen Filistin cihadının Ulu Hocası Osmanlı Alimi İzzed Kassâm’ın mücahid torunları kazanacaktır. İngiliz sakallı haydutların işbirliği ve ihanetini, Sünnet’e ittiba eden Müslümanların sabır ve şehadeti yıkacaktır.

Katilden Adalet Bekleyen DünyaİŞİD’ten Hizbullah’a kadar bütün uç

hareketlerin müessisinin Batı olduğunu söylediğinizde sizi, hamasi konuşmalar yapmakla itham ederler. Peki İngiliz ku-maşı dünyada rakipsiz olsun diye Hind-li dokuma ustalarının ellerini kesen, Afrika’yı sömüren, yüz binlerce insanı gemilere doldurup ülkelerine köle ola-rak götüren bunlar değil miydi? Âlem-i İslam’ı işgal eden, rezâil lugatındaki katil, hırsız gibi bilumum vasıflara sahip olan-lar da bunlar değil miydi? O halde böyle bir Batı’nın insan hakları diye bir davası olabilir mi ki, “İnsan Hakları Mahkeme-si” kursun. Yüzyıl öncesine kadar hayvan mahkemelerinde, insana zarar veren hay-vanı cezalandıran da bunlar değil miydi? Madem biz hamasi, monşerler de reel politiğe muvafık konuşuyor o halde, do-kumacıların ellerini kesen kaç işgalci bu mahkemelerde yargılanıp da cezalandı-rıldı?! İnsanlık katil, soyguncu, haydut Batı’dan adalet beklemeye devam ettikçe Yahudi’nin “özgürlük” kılıflı katliamları artarak sürecektir.

Ve bir gün gelecek -Allah Rasulü’nün haber verdiği gibi- Müslümanlarla Ya-

hudiler arasında büyük bir savaş olacak. Yer ve gök öfkeyle dolacak, ağaçlar, taşlar, “Ey Müslüman! Ey Allah’ın kulu arkamda bir Yahudi var, gel ve onu öldür.” diyecek. (Müslim, Fiten, 82). Hızla tarihin sonuna doğru, Yahudi’nin yok olacağı güne doğru gidiyoruz.

Ümmet’in iftihar abidelerinden Ayncalut asırlar sonra İzzeddin Kassam’ın mücahit öğrencileriyle tekrar zuhur etti. Sabır,

tevekkül, şecaat, mücahade onlarla yeniden dünyamıza döndü. Toprak parçası için, ırkının şerefi için savaşanlar gitti, hamas’la Allah’ın adını yüceltmek için canlarını ortaya koyan mücahitler geldi. İslam’ı müdafaa, Kudüs’ü hürriyetine kavuşturma azmi

onlara yer altı tünellerinden İsrail üzerine yürüme cesareti ver-di. Söz verdikleri gibi kimi şehit olan, kimi de şahadet sırasını

bekleyen(Ahzab: 23) mücahitlerin ufkunda Siyonist ordu döküldü. Onlar, ölümün üzerine yürüdükçe İsrail’in genişleme alanı kapandı. Dokuz devletle bir anda savaşan İsrail, askerine cesaret hapı içirmeden onu, hamas’ın karşısına çıkaramadı. Küfrün sadece silahla durdurulamayacağını, zaferin imanla

geleceğini gösterdi hamas.

Page 14: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

14 www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014

Bütün dünyanın gözü önünde insanın, insanlığın onuru, hay-siyeti ile oynanıyor ve dünya

bir şey yapamıyor! Bu ne ürkütücü, ne deh-şet verici bir şey böyle!

İsrail terör devleti Filistin’i kan gö-lüne çeviriyor! Sözümona ‘uluslararası anlaşmalar’ı ayaklarının altına alarak dün-yanın gözü önünde çoluk-çocuk, kadın-er-kek, genç-ihtiyar demeden masum Filistin halkına kan kusturuyor!

Bu nasıl bir kin, bu nasıl bir nefret, bu nasıl bir vahşet böyle!

Ve dünya sadece seyrediyor bu vahşeti!Devlet başkanları, etkili ve yetkililer sa-

dece demeçler yayınlamakla yetiniyor!Uluslararası kuruluşlar, sadece İsrail’i kı-

nayan yeni bir karar daha alıyorlar!İnsan hakları örgütleri, derhal bölgeye

damlayıp, İsrail’in vahşetine ‘dur’ diyecekle-rine, tüm olan bitenleri kınamakla geçiştiri-yorlar!

HAYSİYETSİZLİK VE SESSİZLİĞİN BÖYLESİ GÖRÜLMEDİ!Alçaklık bu! Onursuzluk! Haysiyetsiz-

lik!Oysa Filistin’de yapılanlar, sadece

Filistinliler’in onurlarıyla, haysiyetleriyle oy-nandığı anlamına gelmiyor!

İsrail, tüm insanlığın onuruyla, haysiye-tiyle oynuyor!

Çünkü İsrail vahşeti, tüm dünyanın gözü önünde cereyan ediyor! Ama kimse bir şey yapmıyor!

Bugüne kadar, insan hakları, özgürlük-ler, demokrasi bezirganlığı yapan; kendi çı-karları tehlikeye girdiği zaman istediği yere, istediği şekilde bombalar yağdırmaktan çe-kinmeyen Amerika bu kez de İsrail’i bom-balamayı aklının ucundan bile geçirmiyor!

Ama Irak’ı kaç kez işgal etti ve demokra-si diye diye tarumar etti Irak’ı!

ABD, İsrail’i bombalamak şöyle dur-sun, İsrail’in dünyanın gözü önünde işledi-ği vahşeti ‘İsrail’in kendini meşru müdafaa hakkı’ olarak değerlendiriyor ve İsrail’e ‘tam gaz ileri!’ diyor! Ve böylelikle İsrail’in insan onurunu, haysiyetini ayaklar altına alan cinayetlere, vahşete ve suça ortak ol-muş oluyor!

ŞUÇ ORTAKLARISuçlu sadece İsrail mi?Hayır!Suçlu, aynı zamanda, böylesine iğrenç,

alçakça, küstahça bir vahşet manzarası kar-

şısında susan herkestir!Suçlu, bütün insanlıktır!Suçlu hepimiziz! İnsan onurunun,

haysiyetinin ayaklar altına alınması kar-şısında hiçbir şey yapamayan biz zavallı dünyalılar!

SÖZ BİTTİ, SIRA EYLEMDE....İşte sözün bittiği yer burası!Sözün bittiğini söylemek, çok ürkütü-

cü elbette ki! İnsanın tüylerini diken diken eden bir şeydir, sözün bittiğini söylemek!

Ama söz bitti artık! Oysa sözün bitme-si, insanlığın bitmesi demektir! Nerede söz bitmişse, bilin ki, orada insanlık bitmiş de-mektir!

Söz bitti, diyorum; çünkü kimsenin laftan anladığı yok! Cafcaflı laflar etmenin, bin dereden su getirerek dil dökmenin, şık teoriler geliştirmenin hiçbir alemi ve anlamı yok artık!

Söz bitmişse, ‘eylem’ başlamış; harekete geçme zamanı gelip çatmış demektir! İşte Filistinliler’in yaptığı da bu!

Evet, dünya sistemi bu vahşeti durdur-mak için hiçbir şey yapmamakla, sembo-lik olarak da, fiilen de çökmüş; dolayısıyla güç’ten başka bir put tanımayan dünya sisteminin kurucu ve kollayıcısı Batı uygarlı-ğının insanlığa vereceği hiçbir şey kalmamış demektir!

Aslında Filistinliler, yarım asırdır, sade-ce kendilerinin ve Müslümanlar’ın değil, bütün insanlığın onurunu, haysiyetini ko-ruyorlar!

‘BİZDEN BAŞKASI CEHENNEM’Filistinliler, insanlığın haysiyet destanını

yazıyorlar!Filistinliler, yarım asırdır verdikleri mü-

cadeleyle, insanlığın onuruna, haysiyetine kasteden dünya sistemine, dünya sistemi-nin ‘bizden başkası cehennemdir’ diyen iki yüzlü, açgözlü, menfaatperest korsanlarına sadece Müslümanlar’ın direnebileceklerini hatırlatıyor ve onları ihtar ediyorlar!

FİLİSTİNLİLER, KÖLELİĞE HAYIR, DİYORLARDünya sisteminin korsanları,

Filistinliler’e karşı işlenen vahşî cinayet-lere sessiz ve seyirci kalmakla, sadece Filistinliler’i değil, tüm müslümanları ceza-landırmış, sadece Filistinlilere değil bütün müslümanlara ‘bizim hegemonyamıza bo-yun eğmemek, direnmeye kalkışmak ney-miş görün ve ayağınızı denk alın!’ demek istiyorlar!

Dünya sisteminin korsanlarını kor-kutan şey, işte Filistinliler’in ve dolayısıyla Müslümanlar’ın haksızlığa, adaletsizliğe,

Yusuf [email protected]

OSMANLI YAŞASAYDI FİLİSTİN KAN KÖLÜNE DÖNER MİYDİ?

Page 15: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

15www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014

hukuksuzluğa, insan onurunu ve haysiyeti-ni hiçe sayan zorbalıklara boyun eğmemesi; aksine destansı bir direniş mücadelesi ver-mesidir!

Filistinliler’in dünyanın gözü önünde vahşice cezalandırılmalarının, katledilmele-rinin en temel nedeni bu! Köleliğe boyun eğmemek! Her hal ve şartta haysiyetini, onurunu ve özgürlüğünü korumak!

İşte asıl zafer, asıl güç, asıl dinamizm, asıl hayat ve haysiyet kaynağı budur!

Aslında bütün insanlık, Filistinliler’e, insanın / insanlığın onurunu ve haysiyetini koruma konusunda verdikleri kararlı müca-deleden, destansı direnişten ötürü teşekkür borçludur!

İNSANLIĞIN KIYAMETİ BU!Evet, Gazze’yi vuruyorlar yine! Yine

susuyor bütün insanlık, yine seyrediyor bu kez de!

Ah Gazze! Ah, bu ne işkence! Bu kaçın-cı vuruluşun; söylesene!

Filistin, yine kan ağlıyor. Oluk oluk kan akıyor Filistin’de yine.

Günahsız çocukların, masum kadınla-rın, her ân pis bir İsrail saldırısının kurbanı olmaya aday bütün Filistinlilerin kaynayan kanı, fokur fokur kaynatıyor Filistin’deki cadı kazanını.

Köleleşmeye direndikleri için, hunhar-ca, barbarca cinayetler işleniyor yarım asır-dır Filistin’de dünyanın gözü önünde.

Ama bütün dünya susuyor!İnsanlığın kıyameti değil de, nedir bu?

CADI KAZANINI KURANLAR KİMLERDİ, EY İSRAİL?Avrupa tarihi, insanların, cadı kazanla-

rında cayır cayır yakıldıkları kanlı bir tarihtir, aynı zamanda. Cadı kazanlarını hiç söndür-medi Avrupalılar tarih boyunca.

Afrika yakıldı. Amerika yakıldı: Ameri-ka’daki bütün yerliler, kıtanın asıl sahipleri, hırsız, soysuz, haydut Avrupalılar tarafından gözlerinin yaşlarına bakılmadan alev alev yakıldı.

Yüzyıllarca Avrupa kentlerinde Yahudi cadı kazanları kuruldu; Yahudi darağaçları kuruldu; zincirlere vurularak sokaklarda sü-ründürüldü Yahudiler.

Luther, Yahudileri imha planları hazırla-dı. Luther’in torunu Hitler, gaz odaları kur-du; cayır cayır yaktı Yahudileri.

Avrupa, Yahudiler için tam bir cehen-nemdi. O yüzden Amerika’ya kaçtılar.

Amerika’yı kurdular. ‘Yahudi ruhu’ olmasaydı, Amerika ku-

rulabilir miydi? Hayır!Hayır; çünkü, ‘bu ruh’, kapitalizmin, aç-

gözlülüğün, doymak bilmezliğin, şımarıklı-ğın azdırdığı, azmanlaştırdığı bir ruhsuzluk hâlidir.

AVRUPA’DA ESİRDİLER, AMERİKA ONLARIN ESİRİ OLDUAmerika, New York demektir. New

York yoksa, Amerika da yoktur. Amerika’nın da, dünyanın da ‘kabe’sidir

New York: Finans dünyasının, siyaset dün-yasının, ekonomi dünyasının, medya dün-yasının seküler ve uygar barbar tapınakları New York’tadır.

New York’u New York yapanlar, Ya-hudilerdir: Dünyada İsrail’dekinden çok Yahudi’nin yaşadığı tek yer, New York’tur. O yüzden New York’a, ‘Jew York’ denir Batı’da. (‘Jew’, Yahudi demektir).

New York, Yahudiler tarafından rehin alınmıştır. Amerika ve dünya, ‘Jew York’ ta-rafından esir ve rehin alınmıştır.

Bu gerçeği, Batı’da yaşayan herkes bilir, iliklerine kadar hisseder; ama hiçbir şey de-mez, diyemez. Bir şey demeye kalktığı ân, hayatının söndürüleceğini iyi bilir çünkü.

Nitekim Actor’s Studio’nun yetenek-li ‘metodist’ oyuncusu, Marlon Brando,

‘Hollywood’a Yahudiler hâkim’ demişti de, ‘anasından doğduğuna pişman’ edilmiş-ti. Bütün gazeteler ve televizyonlar, Mar-lon Brando’ya bu dünyayı dar etmişlerdi. Adam, sonunda kahrından öldü gitti.

Avrupa’da Yahudiler esirdiler. Amerika ise, Yahudilerin esiri oldu.

DÜNYA, FRANKENSTEIN RUHLULARA EMANET EDİLEBİLİR Mİ?Amerika’yı ve Avrupa’yı dize getirmeyi

başaran Siyonistler, Filistinlileri dize getire-medikleri için çıldırıyorlar. Kuduruyorlar. O yüzden, kan banyosu yaptırıyorlar, kan kusturuyorlar Filistinlilere. Bütün Müslü-manlara ibret olsun diye.

Ama nâfile! Geri tepecek bu kirli oyun ve bir Frankenstein gibi, kendilerini vuracak gelecekte.

Oysa tarih boyunca Batılıların aşağı-lamalarından, cadı kazanlarından sadece Müslümanlar kurtarmış, Müslümanlar ku-cak açmışlardı Yahudilere.

Yahudiler, intikamlarını Batılılardan ala-caklarına Müslümanlardan alıyorlar. Böyle bir şeyi, ancak insanlıktan nasibini almamış bir varlık türü yapabilir/di yalnızca.

Kansız bu adamlar. Kana susamışlar. Kan içerek yaşabiliyorlar. Çünkü Frankens-tein ruhu var bunlarda. Dünya, Frankenste-in ruhlulara emanet edilebilir mi?

FİLİSTİN DİRENİŞİ: İNSANLIĞIN ONURU!Yahudilere, “Filistin’in bir karış toprağını

YEDİRTMEM size” diyen Abdülhamid’in Osmanlı’sı YAŞASAYDI, Filistin KAN GÖLÜNE dönebilir miydi?

Elbette ki dönmezdi. Çünkü bedeli ne olursa olsun, haysiyetini koruyan ve insanın haysiyetini çiğnetmeyen adam Müslüman denir’di.

Osmanlı bu şuurla varolduğu için beş asır üç kıtanın kesiştiği kavşak noktası, Bal-kanları, Ortadoğu’yu ve Kafkasları barış yurdu hâline getirmeyi başarabilmiş tarihte tek tarih kurucu aktördü.

İşte Osmanlı ruhundan izler taşıyan, Osmanlı’nın çocukları Filistinliler, bu kez büyük bir vahşete karşı destansı bir direniş örneği ortaya koyuyorlar.

O yüzden şunu söylüyorum: Bütün insanlık duysun ki, Filistin’de kurtarılıyor in-sanlığın onuru! İnsanca bir dünya Filistin’in, Filistinlilerin bu inanılmaz çilelerinin, di-rençlerinin omuzlarında yükselecek!

Üzülme Ey Filistin! Rabbimiz seninle! Kalbimiz, kalpten yaptığımız dualarımız seninle!

Gazan da, şehadetin de mübarek olsun Ey Filistin!

Şunu aslâ unutma ki, insanlığa, insanlık dersi veriyor bu direncin! İnsanlığın onuru-nu kurtarıyor bu destansı direnişin!

Page 16: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

16 www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014

Y ahudi bir musibettir. İn-sanlığın başının belası, İslam’ın eskimeyen düş-

manıdır. Medine’de, Müslümanlar ara-sına fitneyi sokmaya çalışan, dedikodu-larla Müslümanları birbirine düşüren ve Hz. Osman’ın şehit edilmesine sebep olan Yahudidir. Allah Rasulü’nün ter-temiz hanesine iftiralar atan, yalan haber-ler uyduran Yahudidir. Devlet-i Aliyye’yi parçalayan, milliyetçi ve ırkçı hareketle-rin arkasında sinsi emellerini gerçekleş-tirmeye çalışan, Sultan Abdülhamit Han hazretlerini tahttan indiren ve ümmeti başsız bırakan Yahudidir. Yeryüzünün her noktasında, İslâm’a karşı savaşan güçlerin arkasında Yahudi vardır. Müs-lümanlara karşı başlatılan savaşları her yerde destekleyen, para ve silâh yardı-mında bulunan Yahudidir. Materyalizm felsefesini kurarak, maddeyi ilâhlaştıran, cinsi arzuların serbest olmasını isteyen, cinsi arzunun hayatın temeli olduğunu savunan, aile hayatını yıkan ve sosyal ilişkileri bozan Yahudidir. Karl Marks, Freud, Durkheim, gibi ifsadın felsefesini yapanlar da Yahudidir.

Fitne, fesad, zulüm ve daha nice kötülü-ğün üretim merkezi olduğundan Kur’an-ı Hakîm Bakara Suresi’nde onlarca ayette Yahudiden bahseder. Kitabın tamamında ise yüzlerce ayette bahsi geçer. Bununla Müslüman, Yahudiye karşı aşılanır. Nesiller boyu mücadele edilecek bir düşmanın ade-ta röntgeni çekilip Müslümana verilir.

Tankların İçindeki KorkaklarYahudi korkaktır. Balon patlasa ba-

şına el-Kassam’ın bombası düştü sanır. Koşarak sığınağa girer. Siyonist İsrail’in Gazze’nin şehadete aç gençleri karşısında ki perişanlığı da bu korkaklıktan müte-vellittir. Yahudi’de ki bu korkaklık atala-rından tevarüs eden bir gerçek. Nitekim Kur’an-ı Hâkim onların ödlek olduğun-dan bahseder. Bunun yanında kurdukları birliklerin, dostlukların hepsinin yalan olduğunu anlatır ve şöyle buyurur. “Ey inananlar! Onların yüreklerine korku sa-lan, Allah’tan çok sizlersiniz; çünkü onlar anlamayan bir topluluktur. Onlar sizinle toplu olarak savaşamazlar, ancak müstah-

kem şehirlerde yahut duvarların ardından sizinle savaşmak isterler. Kendi aralarında-ki çekişmeleri şiddetlidir. Sen onları toplu sanırsın, ancak onların kalpleri dağınıktır. Böyledir, çünkü onlar düşünmeyen bir topluluktur.”(Haşr,13-14) Ayet-i Kerime-nin sebebi nüzulü ile alakalı rivayet şu şekil-dedir: Resulullah Medine’ye hicret ettiği vakit Yahudilerle antlaşma yapmıştı. Fakat Allah Rasulü Bedir’den zaferle dönünce Yahudiler kıskançlık ettiler. Resulullah onların bu kıskançlıklarını işitince kendile-rini Beni Kaynuka çarşısında toplayıp şöyle buyurdu: “Kureyş’in başına gelenlerden sakının, İslâm’a girin. Çünkü benim Allah Teâlâ tarafından gönderilmiş bir Peygam-ber olduğumu anladınız.” Bunun üzerine, “Ya Muhammed! Harp etmesini bilmeyen bir kavimle karşılaştın da onlardan bir fırsat yakaladın. Sakın buna aldanma!” diyerek Allah Rasulü’ne meydan okudular.

Bir gün Müslüman bir kadın Beni Kaynuka çarşısına giderek sütünü satmak istemiş ve bir kuyumcunun yanında otur-

muştu. Yahudiler kadının yüzünü açmak istiyorlar kadın ise yüzünü açmamakta ısrar ediyordu. Bu sırada Yahudi kuyumcu gizli-ce kadının eteğini arkasından sırtına iliştir-di. Kadın farkına varmadan aniden kalkın-ca avret mahalli açıldı. Kaynuka Yahudileri hadiseye katılarak gülmüşlerdi. Bunun üze-rine Müslümanlardan birisi de o adamı vurup öldürmüştü. Olayı öğrenen Beni Kaynuka Yahudileri hemen Resulullah’a karşı ahitlerini bozup, kalelerine girdiler ve siperlere çöktüler. Resulullah da onları on beş gün muhasara altında tuttu. Nihayet Peygamber’in hükmüne teslim olarak kale-den indiler ve Medine’den sürüldüler.(İbn Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye, IV,376).Allah Rasulü’ne karşı cesaretle savaşabileceği-nin gürültüsünü çıkaran Yahudi siperlerin arkasından ancak teslim olarak çıkabildi. Medine’de hezimete uğradı. Yok oldu.

Yürekleri de Yok Birlikleri deMezkûr ayette bahsedilen diğer bir

husus ise onların kurdukları zahirde de-

vasa birliklerdir. Kur’an-ı Hâkim onların bütün ortak paktlarının hükümsüz oldu-ğunu ilan eder. Şehidü’l İslam Seyid Ku-tub “Ma’reketuna mea’l Yehûd/Yahudi ile Savaşımız” adlı eserinde mevzu ile alakalı şunları söyler: “Dış görünüş bizi aldatabilir. Yahudilerin ve münafıkların birbirlerine karşı gösterdikleri sadakat ve sevgiyi, onlar arasında bir büyük birlik ve beraberliğin meydanda oluştuğuna bakar ve yanılı-rız. Bu güce karşı koymanın ve bu birliği bozmanın zor olduğuna inanır ve böyle-ce ümitsizliğe kapılırız. Oysa yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de bize, onların bu dış gö-rünüşlerine bakıp, onların birlik içinde ol-duğunu sanıp kanmamamızı istemekte ve onların kendi aralarında çıkar çekişmeleri dolayısı ile ayrılık içinde olduğunu haber vermektedir (Haşr,14). Yüce Allah’ın ver-diği bilgi ve haberler kesindir. Onlar ancak, perde arkasında Müslümanlarla savaşmayı göze alabilirler. İslâm’a karşı, göğüs göğüse çarpışacak yürekleri yoktur.

Onların, dıştan görünen üstünlüğü, dünyanın onları desteklemesi, onların bü-tün dünya insanlarıyla birlik, beraberlik, dostluk ve destek içinde olduğunu gös-termez. Bu dış görünüş, sadece bir aldat-macadır. Bu sahte yüzün üzerinden çıkar perdesini attığınız zaman, işin iç yüzü orta-ya çıkacak ve Siyonist dünyanın kendi ara-larında çıkar ayrılığı içinde bulunduğunu açık ve kesin olarak göreceksiniz.”(Yahudi ile Savaşımız, s.274)

Zulüm Kusan Başkentler Yıkılacak Korkaklığı müseccel olan Siyonist İs-

rail üstün teknolojiyle donatılmış uçak-larıyla, insansız hava araçlarıyla yalnız bebekleri, kadınları ve yaşlıları katleden bir ölüm makinesidir. Ne savaşabilecek kabiliyette askeri ne de ordusunda ölüm-den korkmayan bir yüreğe sahip tek bir neferi vardır. Dünyanın küresel güçleri hamisi gibi gözükse de Allah’ın inayetiy-le Siyonizmin bütün birlikleri yakın ge-lecekte parçalanıp yok olacaktır. İhanet içindeki Müslüman devlet başkanlarının yerini alacak İttihad-ı İslam fedaisi idare-cilerin zuhur ettiği, hilafetin yeniden tesis edildiği ve halifenin arkasından ümme-tin yürüdüğü vahdet gününde Tel Aviv de, zulüm kusan diğer bütün başkentler de yıkılacaktır.

Abdullah KADIOĞ[email protected]

ONLAR ALLAH’TAN ÇOK SİZDEN KORKARLAR!

Page 17: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

17www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014

P eygamberde fena olmak, O’nun bütün değerlerini kuşanabilmek Ashab-ı Ki-

ram olmanın en öncelikli şartıdır. Kendi-leri için ilham kaynağı olan Efendimiz ufkunda yeniden doğmak için akın akın Necid’den, Tihame’den ve uzak diyarlar-dan O’na geldiler. Rasulullah sadece İslam diyerek Latı, Uzzayı, Menatı ayak-lar altına alınca tereddüt etmeden ana-mız, babamız ve canımız getirdiklerine feda olsun Ya Rasulallah dediler. Hayat-ları boyunca aldatılmışlardı ama O’nun mübarek simasını görenler “ma huve bi vechi kezzab/bu yüz bir yalancının yüzü olamaz” dediler. Başlangıçta kahin diyenler, sihirbaz isnadında bulunanlar bir kez Ömer(r.anh) gibi nazar kılınca oluşları, duruşları değişti. “Nefsim de da-hil, hayata dair nelere değer veriyorsam yoluna feda olsun Ya Rasulallah” dediler. Bu şekilde aşk makamına erdiler.

Asr-ı Saadet Gençliğiİslam Medeniyetinin müessisi olan

Allah Rasulü cahiliyenin karanlığına gömülmüş bir cemiyetten harikulade bir nesil inşa etti. “Kim var?” denildiğin-de sağına soluna bakmadan fert fert ben varım diyebilecek aşkta, belalara hazır mısın denildiğinde tereddüt etmeden ateşe dahi gözünü kırpmadan girebile-cek bir nesil. “O söylüyorsa doğrudur” diyen, “Allah bizi İslam’la aziz kıldıktan sonra bütün ideolojiler zillettir.” anlayı-şına sahip olan, ilerlemiş yaşına rağmen hicret sevdasıyla yollara düşen, “sen bize şu denizi göstersen tereddütsüz dalarız” diyen bir nesilden bahsediyoruz. Sevgi-liler sevgilisini görür görmez birden aşk makamına uruc eden bu güzide topluluk öğrendikleri bütün hakikatleri başkaları-na taşıma gayreti içerisinde oldular. On-ların zihninde cihat, varoluş amacıydı. Cihadı sebeb-i vücutları olarak gördük-leri için canları ve malları ile din-i mubi-ne hizmet ediyorlardı. Bunların birçoğu ise Rasulullah’ın etrafında pervane olan genç sahabelerdi. Mesela genç yaşta İslam’ı kabul edenlerden Hz. Ali, Abdul-lah b. Ömer, Ubeyde b. el-Cerrah, Cabir b. Abdullah, Zeyd b. Harise 10-15 yaşları

arasında, Abdullah b. Mesud, Habbab b. Eret , Zubeyr b. Avvam, Talha b. Ubey-dullah, Abdurrahman b. Avf, Erkam b. Ebi’ l-Erkam, Sa’d b. Ebi Vakkas, Muaz b. Cebel, Musab b. Umeyr, Ebû Musa el-Eşari 16-19, Cafer b. Ebî Talip 22, Os-man b. Huveyris, Osman b. Affan, Ebû Ubeyde, Ebû Hureyre ve Hz. Ömer 25 ile 31 yaşlarındaydılar.( Sarıçam İbra-him, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesa-jı, s. 304, Ankara-2001).

İzzet Zillete Nasıl Tahavvül EttiŞu can alıcı soruyu burada sormak

gerekir. Gökyüzünden belaların en şid-detlisinin yağdığı zamanlarda dahi haki-kati haykırmaktan korkmayan bir nesil-den hakikat adına ne varsa ondan firar eden bir nesle nasıl evrildik. Rahman Su-resi nazil olunca kısacık boyu ile Daru’n-Nedve’nin önünde okuyarak ölesiye dayak yiyen Abdullah b. Mesud ve diğer Ashab’ın aşk ve muhabbetinden, Kuranı Kerim okuyamayan, Rasulullah’ın adı-nı dahi telaffuz etmekte güçlük çeken bir gençliğin zuhuru nasıl mümkün oldu?

Çok açık ve net bir şekilde söyleye-biliriz ki televizyon, sinema, gazete, dergi vb. basın yayın organları ile algılarımıza müdahale eden Batı’nın tesiriyle Allah Rasulü’nün ikliminden uzaklaştık, O’na yabancılaştık. Karton kahramanları gençle-rimize dayatarak Allah Rasulü’nün tale-beleri olan hakiki kahramanları unutturdu. Artık gençlerimizin ashabı kiramı örnek almaları şöyle dursun onların isimlerini dahi duymamış olduklarını esefle müşa-hade ediyoruz. Yabancı futbol takımlarının oyuncularının tamamının isimlerini rahat-lıkla tadad eden bir ilkokul çocuğu maale-sef Rasulullah’a nasıl salavat getirileceği-ni bilmiyor. Böyle bir hakikatten mahrum olarak neşv-ü nema bulan bir nesil Allah ve Rasulü için feday-ı canda nasıl bulunabilir. Din-i mübinin emir ve nehiylerini tatbik etme hususunda mütereddit olmak şöyle dursun bu vecibe onların gündemine dahi girmeyecektir.

Sünnetini İhyaya MecburuzEfendimiz maddi ve manevi

halaskâr idi. Yetiştirdiği talebeleri, can-larını O’nun yoluna feda ederek ondan

aldıkları hakikati Necid’i, Tihame’yi aşa-rak farklı iklimlere taşıdılar. Bu hakikat-leri taşıyanlardan birisi de 17 yaşındaki Mus’ab b. Umeyr (r.anh) idi. Medine’ye gelerek peygamberin gelişine şehri ve insanlığı hazırlama adına kapı kapı dola-şarak hakikati anlattı. Esad b. Zürare’nin evinde 40 kişiye Cuma namazı kıldırınca “işte şehir ve işte cemiyet, emrine amade-dir ya Rasulallah” dedi. Veda tepesinde Allah rasulünü karşılayanların hocası Mus’ab b. Umeyr, Mekke de Rasullah’ın

mübarek elinden izzet libasını giyerek Mus’ab oldu. Onun getirdiklerine karşı tam teslimiyet göstererek Medine’yi tes-lim aldı. O kadar O’nunla hem hal oldu ki gittikçe O’na benzedi. O’na itaat ettikçe muhatabı üzerinde tesiri arttı. Sünnetini ihya ederek ruhen olduğu gibi cismen de Rasulullah’a benzedi. O halde Allah Rasulü’nün sünnetinin olmadığı bir dünyada İslam’a hizmet akim kalacaktır. Muhatapta müessir olmak için Onun sünnetini ihya mecburiyetimiz var. Ra-sulullah , sünneti seniyyesi ile yeniden aramıza dönmeli. Bu gerçekleşmediği müddetçe Müslümanlar olarak içine düştüğümüz anafordan kurtulmamız mümkün değildir. İslam Coğrafyası’nın kan, gözyaşı ve hasretinin dinmesi için buna şiddetle ihtiyacımız var. Şu anda bu manadan mahrum olduğumuzdan dola-yı son iki asırdır İslam coğrafyasında kan, gözyaşı ve zulüm var. Gazze, Şam, Bağ-dat, İslamabad ve İstanbul birbirinden habersiz. Düşmanın insafına terkedilen Arakan’da, Doğu Türkistan’da, Gazze’de küçücük yavruların bedenleri parçalanı-yor, kadınların namusları kirletiliyor. Biz ise suskun sanki dilimiz kesilmiş.

Bütün bu zilleti izzete tahvil etmenin yegane yolu tekrar Rasulullah’a evleri-mizi gönüllerimizi açmaktır. Günde beş defa Allah’ın ismi ile birlikte Rasullah’ın adının telaffuz edildiği ezanın hakikatini idrak ederek . “Dinle Paris dinle Londra dinle ey ülkesine özgürlük anıtını dikip de dünyaya toplumsal köleliği getiren Ame-rika! Allah en büyüktür ve Muhammed aleyhisselam O’nun kulu ve Rasulüdür.” diyen müezzine kulak vermektir. İşte o zaman Medine’yi teslim alan Musab mi-sali yeni kahramanlar çıkarak Batı’yı teslim alacaktır. Böylece biz de batı da zilletten kurtularak izzetle tanışacaktır.

Mahmut Sami GÜLCÜ[email protected]

İZZET LİBASINIKUŞANACAK NESİL

Page 18: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

18 www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014

İ nsanlığın vicdanında, varoluşunu “Yahudilik hegemonyasını ku-rabilmek için insanlığı bölmek,

ufalamak, çözmek ve çürütmek... “ üzerine bina eden Yahudi’ye karşı hep bir nefret büyüdü. Vicdanlarda da, Kur’an’da da me-lundu Yahudi. Nefret kitlelere sirayet etti ve Rönesans’la birlikte bütün bir Avrupa’da anti-semitizm yükselmeye başladı. Yahudi-lerin geleceği adına endişelenen, çare ara-yanlardan biri de Yahudi asıllı Hukuk dok-toru Viyanalı gazeteci Theodore Herzl’di. Siyonizm’in fikir babası olarak da bilinen Herzl 1896’da, “Yahudilere karşı önyargılar batı toplumunun içine öylesine işlemiştir ki, bu önyargıları asimilasyon veya enteg-rasyon yoluyla kırmak mümkün değildir. Antisemitizm’in tek çaresi Yahudilerin kendi devletini kurmasıdır.” şeklinde özet-lenebilecek “Yahudi Devleti” adlı bir kitap yayımladı. Daha çok ferdi gayretleriyle Bi-rinci Siyonist Kongresi’ni 1897’de Basel’de

toplayarak Dünya Siyonist Örgütü’nü kurdu. Herzl’in Siyonizm’inin hedefi “arzı mev’ud/vadedilen topraklar” üzerinde Bü-yük İsrail devletini kurmaktı. Eski Kudüs’ün dışında, Yahudilerce kutsal sayılan bir tepe-nin adı olan “Siyon” Yahudi tarihi boyunca Kudüs’le eş anlamlı olarak kullanıldı. Tah-rif edilen Tevrat’tan mülhem projeye göre bzvaşkenti Kudüs olan bu devletin sınırları güneyde Süveyş Kanalına, Kuzeyde Kapa-dokya’daki Orta Anadolu dağlarına kadar dayanıyor, Nil’den Fırat’a kadar uzanıyordu.

Kenya YolundaDoğal müttefikleri olan İngilizler’in

desteğini alan Siyonistler, Ulu Hakan Abdulhamid’le yaptıkları görüşmelerden cazip tekliflerine rağmen hiçbir sonuç ala-madı. Bunun üzerine Britanya’nın yarı sö-mürgesi olan Mısır’a bağlı el Ariş/Sina Ya-rımadası için İngilizlerle görüşmeler yapıldı. Fransa’nın karşı çıkması üzerine İngilizler Herzl’e Batı Afrika’daki kolonisi Uganda’ya (bugünkü Kenya) yerleşmelerini önerdi. Uganda’ya giden heyet bölgenin vahşi hay-

vanlar, öldürücü böcekler ve pek dost olma-yan Massai kabilesiyle meskûn olduğunu rapor edince bu seçenekten de vazgeçildi.

1904’te Herzl’in ölümüyle yerine geçen Haim Weizman’ın çalışmaları neticesinde İsrail’in kuruluşuna giden kilometre taşla-rından biri daha döşendi. 2 Kasım 1917’de İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Arthur James Balfour’un İngiltere’deki Yahudi teşkilat-ları federasyonu başkanı Lionel Walter Rothschild’e hitaben yazdığı Balfour Dek-larasyonu olarak bilinen mektupta, “Majes-telerinin Hükümeti, Filistin’de Museviler için bir milli yurt kurulmasını uygun kar-şılamaktadır ve bu hedefin gerçekleştiril-mesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır…” müjdesini verdi. Birinci dün-ya savaşıyla işgal edilen bu topraklara artık Yahudilerin yerleşmesinin önünde bir engel kalmamıştı. Bu adımın atılmasından kısa bir süre sonra 1918’de Fransa, İtalya ve ABD konuyla alakalı yapılacak bütün girişimleri destekleyeceklerini deklare etti.

Filistin’e göç eden Yahudiler sadece bölgeye yerleşmekle kalmamış bir yandan

da Haganah, Irgun, Stern gibi terör örgüt-leri kurarak Filistin halkı üzerinde baskı ve şiddet uygulamaya başladı. I. Dünya sava-şından sonra Yahudiler Batı’nın şımarık ço-cuğu haline gelmiş ve bu gelişmeler savaşın son bulmasından sonra da hızlanarak de-vam etmiş, Filistin halkı kendi topraklarında teröre, şiddete maruz kalan bir halk haline gelmiştir. II. Dünya savaşının ardından da 14 Mayıs 1948’de İsrail devleti’nin resmen kurulduğu ilan edilmiştir.

Sufi Bir Mücahid Yahudi’ye karşı mücadeleyi organize bir

şekilde yapabilmek için müşahhas adımlar atan Şeyh İzzettin el-Kassam sufi bir ailede Suriye’nin Lazkiye şehrine bağlı Cebele kö-yünde dünyaya geldi. El-Kassam’ın hayatını araştırarak, “Şeyh İzzettin el-Kassam Hayatı ve Fikri” adlı bir eser de kaleme alan müh-tedi müsteşrik Abdullah Schleifer’in belirt-tiğine göre O’nun dedesi Irak tarafından Cebele ’ye gelip yerleşen Kadiri tarikatının mümtaz şahsiyetlerinden biriydi. Babası ise Osmanlı’nın Şer’i mahkemelerinden birin-

Selim [email protected]

FİLİSTİN DİRENİŞİNİN MİMARI: ŞEYH İzzETTİN EL-KASSAM

Bir Alim-i Rabbani olan El-Kassam’ın hayatı ve mücadelesi

bütün Müslümanlar için, özellikle Filistinli gençler için ilham kaynağı olmuştur. Dün

ulu hocalarının yaptığı gibi bugün de onlar Siyonist zalimleri

Cehennem’e göndermeye devam ederek hergün biraz

daha geliştirdikleri el yapımı füzeleriyle demir kubbeli İsrail’i çökertecekler. El-leyletü hubla/Geceler gebedir. Yaşayan görür.

Page 19: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

19www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014

de görev yapan Kadiri tarikatının mürşitle-rindendi. Kendisi ise Filistin’e yerleşmeden önce Mısır, Sudan, Libya, Suriye, Filistin, Irak, Arap Yarımadasında oldukça etkili olan Şeyh Cezairi olarak bilinen Muham-med b. Abdulmalik el-Alemi ile tanıştıktan sonra Ticaniliğe intisap etmişti. Hatta daha sonra kendisine nispetle “Kassamiler” ola-rak adlandırılacak hareketini de Ticani ta-rikatının esaslarına göre inşa etti. Çocuklu-ğunu böyle bir çevrede geçiren el-Kassam, Kahire’ye giderek El Ezher Üniversitesi’ne kaydoldu. Burada yeni bir çevre edinerek Müslüman Kardeşlere katıldı. Bilahare dö-nüp köyünün camisinde imamlık yapmaya başladı. Bu esnada emperyalizmaya karşı akdettiği ateşli vaazlarıyla şöhreti gün be gün bütün Suriye’de yayıldı.

İtalyanların Libya’yı işgal etmesi üzeri-ne etrafına topladığı mücahitlerle birlikte İtalyanlara karşı cihad etmek üzere Libya’ya hareket etti. Zamanın hükümetinin engel-lemeleri neticesinde hedefine ulaşamayan Kassam bir arkadaşı vasıtasıyla gizlice ken-disi Libya’ya giderek toplanan yardımları cihadın lideri Ömer Muhtar’a teslim et-tikten sonra ülkesine geri döndü. I. Dünya Savaşı’nın ardından Şam’ın Fransız işgalin-den kurtarılması için halkı örgütlemeye baş-layan El-Kassam işgale direnmek amacıyla küçük askeri birlikler kurarak Lübnan-Fi-listin sınırında gerilla savaşı başlattı. Filistin topraklarını işgal altında tutan İngilizlerin yoğun bir şekilde Yahudileri getirip bu top-raklara yerleştirdiklerini görünce Hayfa kenti yakınlarında bir köye yerleşti. Bir yan-dan medresede müderrislik yaparken diğer yandan da yüksek İslâm meclisine bağlı Şer’i bir mahkemede çalıştı. Bu esnada ka-tıldığı Genç Müslümanlar Birliği’nde Filis-tin ulusal savaşına önderlik eden El Fetih’in fikir babası Hacı Emin El Hüseyni ile tanıştı. Fakat onun milliyetçi fikirlerine iltifat etme-di. Kaderin garip bir tecellisi olarak yıllar sonra Hacı Emin ve El-Kassam’ın fikri ön-derliğini yaptığı hareketler, Filistin Kurtu-luş Örgütü ve HAMAS adıyla birbirlerine rakip oldular. Bu süreçte Hayfa’daki İstiklal Camisinde verdiği vaazlarda Filistin toprak-larının Yahudi göçmenlere satılmasına, işgal edilmesine şiddetle karşı çıktı. Daha sonra bağlı bulunduğu teşkilatın emriyle bütün görevlerinden ayrılarak işgale karşı Filistin’i müdafaa edecek askeri bir birlik kurma ça-lışmalarına başladı. “Kassamiler” olarak da adlandırılan bu birliğe özellikle gözü kara,

şehadet sevdalısı gençleri seçti. Hayfa’da ve Filistin’in kuzeyinde verdikleri mücadele-lerle Müslümanların nazarında büyük bir itibar kazanan Kassamiler İngilizlerin ve Si-yonist Yahudilerin korkulu rüyası oldu.

Kassamiler’in silahlı mücadelesi Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasını destekleyen İngiltere’yi rahatsız etse de çalış-malarını çok gizli yürüten mücahitlerin izini bir türlü bulamıyorlardı. 1935’in sonbaharı-na gelindiğinde Kassamiler önemli ölçüde gelişme kaydederek Kudüs’teki Kurtuluş Örgütü’yle güçbirliği yapmış, hareket bir-likteliği sağlamıştı. İçin için kaynayan halk da muhtemel bir hesaplaşma için gizli gizli hazırlanıyordu. Tarihler Yahudilerin zafer günü olarak ilan ettikleri 2 Kasım 1935’i gösterirken Şeyh El-Kassam talebeleriyle birlikte “Ceniğ’ dağına çıkarak cihad ilan etti. Filistinlilerin İngilizler’e karşı başlattığı altıncı kıyam olarak tarihteki yerini alan bu mücadelede İngilizler mücahitleri ortadan kaldırmak için bölgedeki bütün kuvvetlerini Şeyh İzzettin üzerine gönderdiler. Uzun süre

devam eden şiddetli çatışmalar esnasında düşman ağır kayıplar verdi. Vur-kaç taktiğini başarıyla uygulayan kassamiler izlerini kay-bettirdi. İngilizler El-Kassam ve mücahitleri ele geçirmek için türlü teşebbüslerde bulun-sa da hiçbirinden netice alamadı. Çünkü Halk Şeyh El-Kassam’ı seviyor ve destek-liyordu. Fakat sonunda İngilizler kendileri namına casusluk yapan bir emniyet görev-lisinin ihbarıyla Şeyh El-Kassam’ın ve tale-belerinin yerini tespit etti. Derhal üzerlerine büyük bir kuvvet göndererek muhasara etti. Sayıları çok az olmasına rağmen mücahitler savaşmayı tercih etti. Çok şiddetli çatışma-lardan sonra Şeyh İzzettin ve üç arkadaşı şe-hit olurken, diğer arkadaşları da yaralanarak esir düştü. Daha sonra esirler askeri mahke-mede yargılanarak iki ile on beş yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırıldı. Şeyh İz-zettin ve arkadaşlarının şehadeti Müslüman-lar arasında büyük bir infiale sebep oldu. Bir taraftan gösteriler yapılırken diğer taraftan da şehit İzzettin ve arkadaşlarının naaşlarının şanlarına layık bir şekilde defnedilmesi için

bütün Müslümanlardan cenaze namazına katılmaları isteniyordu. On binlerce Müslü-man tarafından kılınan Cenaze namazının ardından naaşları “Bacur” şehitliğinde top-rağa verilerek kendisi için bir türbe yapıldı. Şehit İzzettin’in cenazesine iştirak edenlerin kesafetinden ürken İngilizler korkarak top-luluğu dağıtmak isteyince İngiliz askerleriyle Müslümanlar arasında çatışma çıktı. Bu ça-tışma esnasında hem İngiliz askerlerinden hem de Müslümanlardan yaralananlar oldu. Şeyh İzzettin ve arkadaşlarının yerini ihbar eden casus ise daha sonra mücahitler tara-fından tespit edilerek öldürüldü.

Bir Alim-i Rabbani olan El-Kassam’ın hayatı ve mücadelesi bütün Müslümanlar için, özellikle Filistinli gençler için ilham kaynağı olmuştur. Dün ulu hocalarının yap-tığı gibi bugün de onlar Siyonist zalimleri Cehennem’e göndermeye devam ederek hergün biraz daha geliştirdikleri el yapımı füzeleriyle demir kubbeli İsrail’i çökerte-cekler. El-leyletü hubla/Geceler gebedir. Yaşayan görür.

İtalyanların Libya’yı işgal etmesi üzerine etrafına topladığı mücahitlerle birlikte İtalyanlara karşı cihad etmek üzere Libya’ya hareket etti. zamanın hükümetinin engellemeleri neticesinde hedefine ulaşamayan Kassam bir arkadaşı vasıtasıyla

gizlice kendisi Libya’ya giderek toplanan yardımları cihadın lideri Ömer Muhtar’a teslim ettikten sonra ülkesine geri döndü.

Page 20: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

20 www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014

S ürgünü “kulluk” bitirecek. Korkuyu “kulluk” öldüre-cek. Zulmü, “kulluk” aydın-

latacak. Gazze’yi “kulluk” özgürleştire-cek. Allah’ın halifelerini göreve “kulluk” hazırlayacak. Cennet’in kapılarını “kul-luk” açacak. Menzili mahşer olan sefer, kullukla başlayacak.

Hayvaniyetten İnsaniyeteKulluğun kemal noktası olan na-

maz, insanı bir halden başka bir hale taşıyacak. Namaz, heva zincirlerini kırıp, halis hürriyeti Allah’a kullukta tatmaya çağıracak; Hayvaniyetten insaniyete yükseltecek. Şeytanla halvetten, kula şahdamarından daha yakın olan Allah’a döndürecek. Namaz, müslümana, “Ala-ka eksikliğinden dolayı ortada sahipsiz kalan Allah’ın dinine yardıma koş” diye-cek. Hidayete erdirip, insanları hidayete çağırma azmi verecek.

Namaz, cemiyete dönüp, “Yalnız ba-şına kurtuluş, kurtuluş değildir, ‘Haydi felaha, haydi namaza’ diyerek bütün bir insanlığı kullukla kurtuluşa çağırmaktır. Her eğilişte ve kalkışta “Allah-u Ekber” diyerek, Allah’ın adının en yüce, kafir-lerin ise en zelil olduğunu ilan ediştir. Namaz, en kötü halden en güzele hale avdet ediştir.

Ateşlere Girse de LebbeykHac mevsimi girip kameri takvim

Şevval’i gösterince sabah-akşam sefer başlar Haremeyn’e… Karadan, hava-dan, denizden binlerce insan hayatın konforunu bırakır, ailesini terk eder, iki parça kumaştan müteşekkil ihramını giyer, iki rekat namaz kılar, iç dünyası-na doğru uzun bir sefere çıkar. Secdede yani teslimiyetin zirve noktasında, ne dediğini, bu uğurda nelere, ne kadar gö-ğüs gerebileceğini idrak ettikten sonra, “Lebbeyk Allahumme Lebbeyk/Buyur Allah’ım buyur.” der. Artık o her şeye hazırdır. Ateşlere girse de, başına taş yağ-sa da, darağaçlarına gönderilse de her

şeyin Allah Azze ve Celle’nin izni dahi-linde olduğunu, O müsaade etmeden kimsenin ona zarar veremeyeceğini, tak-dir ettiği bir hayra da kimsenin mani ola-mayacağını bilir(Yunus, 107). Ağlatma-da, güldürmede; yaşatmada, öldürmede Rabbi’ne boyun büker, teslim olur:

Hoştur bana senden gelen: Ya hilat-ü yahut kefen, Ya taze gül, yahut diken… Kahrında hoş lütfun da hoş. Namazdaki “Allah-u Ekber”den,

“Lebbeyk”e yürürken benden geçer, ki-birden arınır. Bilir ki mütekebbir kulun, “Allah-u Ekber” deyişi de, “Lebbeyk”i de bir riyakar sözüdür ve dilinden kalbine inmez.

“Lebbeyk” diyen zenginle fakir ara-sındaki mesafe kalkar, yürekler yakın-laşır, bir kitap gibi bütün uzuvlardan tevazu okunur. Allah’a söz vermenin he-yecanıyla yüzlere tebessüm yürür. Hü-zün gider, nefret zail olur. Zulüm kalkar, hadde tecavüz son bulur. Farklı dillerde konuşan birbirini tanımayan insanlar, aynı lisanda ayet okur, sûre okur. Kalpler

kuşlar gibi hafifler, ameller melekler gibi hasenata ayarlanır, ruhlar evliya ahlakı ile yücelir.

Huşuya Meftun YüreklerUzaktan, yakından yollara düşen

bahtiyar kullar, ağlayan gözler, zikreden diller, huşuya meftun yürekler, secde izi armalı alınlar, tevbekar kalpler aynı noktada toplanır; Sultanın kapısında oturup, “Hacetim çözülmeden kalk-mam.” diyen muzdarib gibi, “Padişah-ı Lemyezel”den mağrifet diler. Kendisi, ailesi, dostları ve ümmeti için dua eder. “Gazze, Mısır, Doğu Türkistan için hür-riyet, Âlem-i İslam için izzet ihsan et Ya Rabbi!; Yaşayan ölüleri, ölümle dirilen mücahitler gibi kıl ki ümmetin evleri makber olmaktan kurtulsun!” niyazında bulunur.

Müslüman yüreğiyle dua eder. Ağ-lamaklı bir sesle bir camide ya da bir ictimada şiir gibi okunan dua metinleri, kablosu kesik telefonda konuşmak gibi-dir, onları sadece çevredeki insanlar du-yar fakat onlar Allah’a ulaşmaz, yerden

Halit İ[email protected]

ÜMMETİN gÖKKuBBESİ SENSİN!

uzaktan, yakından yollara düşen bahtiyar kullar, ağlayan gözler, zikre-den diller, huşuya meftun yürekler, secde izi armalı alınlar, tevbekar kalpler aynı noktada toplanır; Sultanın kapısında oturup, “hacetim çözülme-den kalkmam.” diyen muzdarib gibi, “Padişah-ı Lemyezel”den mağrifet diler. Kendisi, ailesi, dostları ve üm-meti için dua eder. “gazze, Mısır, Doğu Türkistan için hürriyet, âlem-i İslam için izzet ihsan et Ya Rabbi!; Yaşayan ölüleri, ölümle dirilen mücahitler gibi kıl ki ümmetin evleri makber olmak-tan kurtulsun!” niyazında bulunur.

Page 21: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

21www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014

göğe çıkamaz. “Lebbeyk”le Huzura gelir, dua ile

Metaf ’a iner, elini kaldırır, Allah-u Ek-ber dedikten sonra Kabe-i Muazzama etrafında dönmeye başlar. Yağmurda, güneşte, gecede gündüzde ictiması hiç bitmeyen en büyük bir ordunun içeri-sindeki kadınları, çocukları, pir-i fani-leri görür; Yaşlı gözleriyle, “Ey Kitabı indiren, hesabı çabuk gören Allah’ım! Düşman birliklerini hezimete uğrat!”, “İslam’a ve Müslümanlara yardım et!” diye niyazda bulunur. Arafat’ta sadece Allah’a ellerini açan, Mina’da affı arzu-layan, Müzdelife’de “yakîn makamın-da” daha yakın olduğu şuuruna erenler arasına karışıp, saçı-başı dağınık, toz-toprak içerisinde, Şeytan taşlamaya iner. Bu haliyle, “Ne kadar yorgun olsam da, artık biliyorum ki, ‘Lebbeyk’e sadakat

göstermek yıkılmamayı îcab eder, bu-rada ve her yerde en yalnız ve en çare-siz olduğum anlarda dahi Şeytanlarla hesaplaşmaktan ödün vermeyeceğim Ya Rabbi!” der ve sonra bunun nasıl olacağını gösterme noktasında fiili adım atar: “Bismillah ı Allah-u Ekber rağmen li’ş-şeytani ve hizbih/ Allah’ın adıyla... Şeytan ve taraftarlarına rağmen, Allah en büyüktür!”. Malını ve canını da Al-lah yolunda feda edeceğine remiz olsun diye kurban keser, bedeninden bir parça olan saçını tıraş eder.

Üst Üste Sorular Soru İçinde O artık varoluş yolundadır ve her

durakta durur, başını iki eli arasına alıp düşünür: “Niçin ihrama girdi, ne-den evinden ayrıldı, Arafat’ta, Mina’da, Müzdelife’de ümmetle aynı anda top-

lanmasının amacı neydi, Kabe’de tavafa başlarken ellerini kaldırıp neyin sözünü verdi, kimlerden şikayetçi oldu, kime ha-lini arz etti, ne umdu, ne buldu, bir aile büyüdükçe dağılırken nasıl oldu da uzak diyarlardan gelen, lehçeleri, ırkları, yaş-ları, cinsiyetleri, kültürleri, rütbeleri, ırk-ları, yurtları farklı insanlar kardeşten öte kardeşler gibi birbiriyle selamlaştı, ku-caklaştı, daracık mekanları paylaştı, saf-larda birbirlerine yer açtı. Beyaz siyaha, “kardeşim!” diye hitap etti. Yeryüzünde, kavurucu sıcak altında doğulu ile batılı-nın, Arap’ la Acem’in, büyükle küçüğün, kadınla erkeğin, yaşlı ile gencin, zenginle fakirin, alimle cahilin, amirle memurun, sağlam ile hastanın, isyankar ile itaatka-rın, abidle gafilin bir araya geldiği başka bir bölge var mıydı? Bakışlar, duyuşlar nasıl yenilendi, ruh nasıl esaretten kur-

tuldu, ufuklar nasıl genişledi, şeytan na-sıl hezimete uğradı, kardeşlik nasıl can-landı, melekiyet insana nasıl avdet etti?

“Akıl olmazların zoru içindeÜst üste sorular soru içinde.”

Kemal NoktasıBütün bunların nihayetinde, “Ey

iman edenler! Allah’ın yardımcıları olu-nuz.” (Saf, 14) hitabını duyar, büyük bir mazhariyete muhatap olmanın heye-canı kaplar onu. İslam’a ya da bir veliye değil doğrudan Allah’a yardımcı olma payesine yükselir müslüman. Allah Azze ve Celle’nin felaha ereceğini haber ver-diği “Taraftarları/Hizbullah” kadrosuna dahil olur. Faaliyetlerinde hedefine ula-şabilmek ve Şeytandan yana taraftarlığı-nı gizleyebilmek için gaspettiği “Hizbul-lah” adıyla eşkıyalık yapanların bu ulvi

“Lebbeyk”le huzura gelir, dua ile Metaf’a iner, elini kaldırır, Allah-u Ekber dedikten sonra Kabe-i Muazzama etrafında dönmeye başlar. Yağmurda, güneşte, gecede gündüzde ictiması hiç bitmeyen en büyük bir ordunun içerisindeki kadınları, çocukları, pir-i fanileri görür; Yaşlı gözleriyle, “Ey Kitabı indiren, hesabı çabuk gören Allah’ım! Düşman birliklerini hezim-ete uğrat!”, “İslam’a ve Müslümanlara yardım et!” diye niyazda bulunur. Arafat’ta sadece Allah’a ellerini açan, Mina’da affı

arzulayan, Müzdelife’de “yakîn makamında” daha yakın olduğu şuuruna erenler arasına karışıp, saçı-başı dağınık, toz-toprak içerisinde, Şeytan taşlamaya iner.

Page 22: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

22 www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014

terkible sadece ismen bir alakaları oldu-ğunu bilir. O gerçek anlamda Allah’a ta-raftartır. İşte bir müslümanın yükselebi-leceği en büyük kemal noktası… Devlet başkanının, valinin değil yer ve göklerin sahibi Allah Azze ve Celle’nin davasının görevlisi ve yardımcısı… O’nun taraf-tarı…

Cemaatle namaz ona, “Sen Müslü-mansın, kardeşlerinden ayrı olamazsın.” der. Bütün mihrabların bağlandığı en büyük mihrak olan Kabe gözünde o ka-dar büyür ki, kesreti vahdete çevirir, mü-minleri tek noktada cem eder. Her şeyin onun yani kulluğun etrafında döndüğü-nü görür.

Baş Komutan’ın Karargahında Müslüman, İslam’ la küfrün son

büyük meydan muharebesinin gerçek-leştiği Hicaz’da kulluk ahdini yeniler, hidayet yurdunda nura gark olur. Baş Komutan’ın namaz kıldığı yerlerde Rabbi’ne secde eder, nail olduğu nimet-lere şükreder, ümmetin yitirilen izzetinin avdeti için dua eder. “Lebbeyk Allahum-me Lebbeyk” dedikçe sarsılır, ruhundan kirler dökülür. Allah Rasulü’nden teslim alınan ve nesilden nesile ellerde taşınan İslam sancağından başkasını ta-şımayacağına dair ahdini yineler. İhanet eden, geri kalan, İslam’ı sadece ibadete hasreden Müslümanlar adına i’tizarda bulunur: “İçimizdeki beyinsizlerin yap-tıklarından dolayı bizi de helak eder mi-sin Ya Rabbi!”(A’raf: 155) der.

Namaz, günde beş defa, hac ise yılda bir defa köyü, şehri, beyazı, siyahı hası-lı topyekün Âlem-i İslam’ı tek noktada

cem eder. Irklar, renkler, rütbeler, ci-hetler aynı kalıba, Allah’ın yardımcıları olarak alınmak üzere dökülür. Allah’ın adını yüceltmede, muhtacın yanında yer almada, iyiliği emretmede, kötülü-ğe karşı koymada, kalabalıkları irşad edip, “Durun! Bu cadde çıkmaz sokak.” demede, hangi cephede bir mağduriyet varsa oraya imdad etmede Allah’ın yar-dımcıları olmak için namaz kılınır.

Nerede Siyonistler? Kul, “Ahdinize vefa gösteriniz.” aye-

tini dinler, bir anda “Hep bir ağızdan, işittik ve itaat ettik” diye sesler yükselir. Kalabalıklar arasından biri ayağa kalkıp, “Allah müminlerden canlarını ve mal-larını Cennet karşılığında satın almış-tır.” ayetini okumaya başlayınca, diğeri Bedir’de Ebû Cehil’i soran iki çocuğu

hatırlar, “Vah bize. Hayatımızda kaç defa Siyonist katliama şahit olduk. Fakat bir defa Müslüman katili Siyonistler nere-de? diye soramadık.” şeklinde serzenişte bulunur. Uhud anılınca gözler dolar, affa dair umutlar yeşerir, “Allah Rasulü, ‘Kişi sevdiği ile beraberdir.’ buyuruyor, ‘Biz de, bir birimizi sevdik Ya Rabbi! Siyahı be-yazdan ayırmak isteyenlere fırsat verme, Türk’ le Arab’ın arasına tefrika sokmak isteyenleri hezimete uğrat! Allah Rasulü

Uhud’a giderken, adamlarıyla birlikte İslam ordusundan ayrılan İbn Übeyy gibi beni bu ümmeti bölen, rüzgarını dağıtan bir sefil olmaktan muhafaza eyle Ya Rabbi!” diye dua cümleleri duyulur, sesler titrer, gözden yaşlar boşalır, dua cümleleri birbirine karışır, “aminler” arşı inletir. Huzurdaki herkes nefsine döner ve der ki; “Müslümanlar ağlarken gülme

Müslüman, İslam’la küfrün son büyük meydan muharebesinin gerçekleştiği hicaz’da kulluk ahdini yeniler, hidayet yur-dunda nura gark olur. Baş Komutan’ın namaz kıldığı yerlerde Rabbi’ne secde eder, nail olduğu nimetlere şükreder, üm-metin yitirilen izzetinin avdeti için dua eder. “Lebbeyk Allahumme Lebbeyk” dedikçe sarsılır, ruhundan kirler dökülür. Allah

Rasulü’nden teslim alınan ve nesilden nesile ellerde taşınan İslam sancağından başkasını taşımayacağına dair ahdini yineler. İhanet eden, geri kalan, İslam’ı sadece ibadete hasreden Müslümanlar adına i’tizarda bulunur: “İçimizdeki beyinsi-

zlerin yaptıklarından dolayı bizi de helak eder misin Ya Rabbi!”(A’raf: 155) der.

Page 23: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

23www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014

ki kıyamette onlar gülerken sen ağlayan-lardan olma!”.

Kalk Ayağa! Sen’in Olmadığın Yerde Yetimlik ve Çaresizlik Var Ey bütün duaların ve ahitlerin sahibi!

Vakfede yan yana durduğun, dönüp bak-tığın, duasına “amîn” dediğin müslüman Arakan’da, Doğu Türkistan’da, Gazze’de ne halde, ne yer, ne içer, günde kaç şehid verir, sordun mu? Dünya kupasıyla ala-kadar olduğun kadar ümmetle ilgilendin mi? Oysa sen, onların gözünde hala dara düştüklerinde ordular gönderen, açlarını doyuran, açıklarını giydiren Osmanlı’sın. Sen Halife’sin, sen Abdulhamid’sin. Ölürken milletlerini önce Allah’a sonra sana emanet ettiler. Bosna’da, Kosova’da, Gazze’de aksakallı ihtiyarlar, “Artık meza-lime dayanmaya mecalimiz kalmadı” di-yen yavrularını, “Sabredin! Yakında Allah Azze ve Celle Osmanlı İslam ordusunu gönderecek.” diye seninle teselli etti. Hala

kubbelerde Hüdevandigar, minarelerde Sinan, yüreklerde senin mefahirin var. Namazı bunları da hissetmek için kıldın. Hacca, “Kardeşlerini gör, onlara karşı ödevlerini hatırla” diye çağrıldın. Madem ki, senin olmadığın yerde yetimlik, yal-nızlık, çaresizlik var. Krallar, melikler ve sınırsız ihanetler var. Madem ki, ümmet, “Mısır’da, Şam’da, Kudüs’te, Türkistan’da başına çöken gök kubbeyi senin ayağa kaldıracağına inanıyor.”. O halde neden hala oyunda oynaştasın? Niçin basit mü-şahhasa sahip olabilmek için ulvi mücer-retten vazgeçiyorsun? Haydi davran! Her sabah niyetini yenile, “Şahit ol ey yeryüzü! Malımı da, canımı da Allah’a sattım.” De!

Ey Gök kubbemizin ortadireği! “Al-lah de ve doğrul artık.” Eğer sen doğrul-mazsan kardeşlerin ihanet şemsiyeleri altında dertleriyle baş başa kalacak.

Sünnet inkarcılığı ile Allah Rasulü’ne düşman bir cemaat yetiştiren, O

saldırıya maruz kaldığında, “Hani! ‘bi-lim adamıyım.’ diyordun, sen de İslam’ı

müdafaa noktasında bir şeyler söyle.” dendiğinde, “Evet ben bilim insanıyım, Peygamber’in avukatı değilim.” diyerek İslam hakkında en düşmandan daha düşmanların bile söylemeye cesaret edemeyeceği cümleleri kurarak, küfrün İslam’a dair uydurduğu iftiraları tasdik eden din simsarlarının yolundan uzak dur! Unutma! Sünnet düşmanlarının safsataları ile değil, bütün bir ümmete hayat veren İman’ la, İslam’ la, İhsan’ la ayağa kalkacaksın.

Ümmetin cepheleri düşerken de, “Buhari’nin Sahihliği” ya da “imsak vak-ti” gibi tartışmalar üzerinden gündem olmaya çalışan, Ümmet’in derdiyle hemhal olmayan sefihlere, “Sizler ancak iplerinizi ellerine verdiğiniz efendileri-nize göre konuşan sefiller olabilirsiniz.” demekten imtina etme! Sahte kahra-manların alnına ihanet mührünü vur ki, kardeşlerin mürşid diye deccallerin pe-şinden gitmesin.

Unutma! Sen yola çıkınca azlar ço-

ğalacak, “Allah gören gözün, işiten kula-ğın, hakkı söyleyen lisanın olacak.”. Ma-ruz kalacağın belalara sabrettikçe büyük ecirler kazanmanın sevincini yaşayacak-sın; “Lütfun da hoş, kahrın da hoş Ya Rabbi!” diyeceksin. Furkan Doğan, Ab-dulkadir Molla, Biltaci’nin kızı Esma ve diğer şehidler gibi sen de Cennet’e şahid olacaksın. Senin de duan kabul olacak.

Unutma! Beşer planında da yalnız değilsin, kardeşin Muhammed Mursi Hz. Yusuf ’un medresesi zindanda irade ve sabır eğitimi alıyor; İhvan ve Hamas cihada devam ediyor. Sen, ittihad-ı İslam için son hamleyi yaparken hepsi koşup, gelecek. Bütün bunlardan sonra mazeret makamında, “Allah bize şehidsiz ve zin-dansız fetih vermez mi?” diye sorarsan, Kur’an-ı Kerim sana der ki, “İşte böyle biz, zafer günlerini insanlar arasında ba-zen bir gruba, bazen de diğerine nasip ederiz. Ta ki, Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şehitler edinsin.” (Âl-i İmran: 140).

Unutma! Sen yola çıkınca azlar çoğalacak, “Allah gören gözün, işiten kulağın, hakkı söyleyen lisanın

olacak.”. Maruz kalacağın belalara sabrettikçe büyük ecirler kazanmanın sevincini yaşayacaksın;

“Lütfun da hoş, kahrın da hoş Ya Rabbi!” diyeceksin. Furkan Doğan, Abdulkadir Molla, Biltaci’nin kızı Esma ve diğer şehidler gibi sen de Cennet’e şahid

olacaksın. Senin de duan kabul olacak. Unutma! Beşer planında da yalnız değilsin,

kardeşin Muhammed Mursi Hz. Yusuf’un medresesi zindanda irade ve sabır eğitimi alıyor;

İhvan ve Hamas cihada devam ediyor. Sen, ittihad-ı İslam için son hamleyi yaparken hepsi

koşup, gelecek. Bütün bunlardan sonra mazeret makamında, “Allah bize şehidsiz ve zindansız fetih

vermez mi?” diye sorarsan, Kur’an-ı Kerim sana der ki, “İşte böyle biz, zafer günlerini insanlar

arasında bazen bir gruba, bazen de diğerine nasip ederiz. Ta ki, Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve

aranızdan şehitler edinsin.” (Âl-i İmran: 140).

Page 24: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

24 www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014

Kardeşim!Mektubumu, karadan, denizden, ha-

vadan kuşatılan, hastaneleri, pazar yerle-ri, basın büroları vurulan Gazze’den yazı-yorum. Bundan böyle bize dair haberleri rüyalarda alacak, “Kudüs eteklerinde doktorları şehit düşen, tıbbı malzemele-ri enkaz altında kalan muzdarib Müslü-manlar var.” diyeceksin.

BM’nin Sükut OrucuKardeşim!“Ashab-ı Uhdud” geri döndü. Bütün

dünya günlerdir Gazze bombardımanı-nı seyrediyor. Anneler, çocuklar yanıyor fakat dünya tepkisiz, dünya sessiz… BM, AB, ABD vesaire hepsi sükut oru-cunda… Evlerimiz yok artık. Ambargo mağduru çarşılarımız bütünüyle virane-ye döndü. Ölüm yavrularımızı sahilde oynarken, iftar vakti eve dönerken vur-du. Gazze’yi herkes gibi sen de görü-yorsun. Tanklar ölüm püskürüyor. Bu mektubu okuduğunda belki biraz daha duygusallaşacak ve belki de gönderdiğin

ekmeklerin sayısını artıracaksın. Fakat Yahudi’nin salındığı, ümmetin bağlan-dığı bir dünyada ölüyoruz… Bizi açlık değil ihanet, terkedilmişlik ve kurşun öldürüyor. Yine de Allah’tan sonra umu-dumuz sizsiniz! Marmara Gemisi’ni ge-tiren ve gönderenden Allah Azze ve Cel-le ebeden razı olsun.

Kölelik TasmasıKardeşim!Bizim için yas ilan etmişsiniz; Biz-

se, Türk donanmasının himayesinde yeni Marmara gemilerinin Akdeniz’e açılacağı ve Kudüs için seferberlik ilan edileceği günü bekliyoruz. Sisi kapıları kapattı, tünellere ateş salındı, ekmeği-miz tükendi diye tasalanmayın. Rızkı-mızı Rezzak olan Allah tekeffül ettik-ten sonra ne gam. İzzeddin Kassam’ın torunları, Ahmed Yasin’in çocukları için açlık teferruattır. Çünkü biz ulu hocalarımızdan, Allah Rasulü’nün açlıktan karnına iki taş bağlayıp cihad ettiğini dinlemiştik. O, bu haliyle bize, “Aç bir karna taş bağlayıp mevzide kal-mak boyna tasma takmaktan binlerce kat daha güzeldir. Çünkü ilkinde izzet,

ikincisinde ise zillet vardır.” buyurmuş-tu. Bu yüzden mücadelemizin merke-zinde, karındaki taştan değil, ümmetin boynundaki modern köleliğin tasma-sından kurtulmak var.

Ahmed Yasin İzzeddin Kassam’ın şahadetinden

(1935) bir yıl sonra dünyaya gelen, Arap-İsrail savaşında(1948) ırkı için savaşan Arap devletlerinin hezimetini gören, Hamas’ı kuran, kütrüm haliy-le “Mescidu’l-Abbasi” minberinden Siyonizm’e meydan okuyan, Mısır ve İs-rail zindanlarında yıllarca kalan Ahmed Yasin bize, krallara değil Allah’a tevekkül etmeyi öğretti. O bize demişti ki, “Birleşik Arap Devletleri İsrail’ le savaş sürecinde Filistinlilere, “’Silah sadece orduda olma-lı. Elinizde ne kadar silah varsa getirin ve teslim edin.’ demesiydi, Arap devletleri hezimete uğrayınca biz de yenilmeyecek, cihada devam edecektik.” Kütrüm şeyh-leri Ahmed Yasin’i ancak üç füzeyle şehid edebilen Siyonistleri titreten Hamas, böy-le bir süreçte sadece Allah’a itaat edenle-rin kurduğu Ehl-i Sünnet bir harekettir. (2004).

Limuzinler ve SaraylarKardeşim! Uzunca bir zamandır kendi ken-

dime, “Bu suskunluk neyin nesidir, bu kavga sadece bizim midir?” diye sorup duruyordum. “Kudüs bu üm-metin dünyaya hakimiyetinin remzi değil midir? Allah Rasulü Miracı’na, Kudüs’teki bu manaya işaret etmek için buradan başlamamış, bütün pey-gamberlere de burada bunun için imamlık yapmamış mıdır?” Allah Rasülü’nün imameti aslında Kudüs’ü fetheden Müslümanların bütün pey-gamberlerin ümmetlerine de imamlık yapacağına işaret etmişti. Onun için Hz. Ömer Kudüs’e yürümüştü, onun için Salahaddin Eyyubi Kudüs işgal altında iken gülmemişti. Kralların, Emirlerin, Sisilerin yani yüreklerini dünya sevgisinin kapladığı zavallıların Gazze’yi dert edinmesini değil, bir an önce hezimetlerini bekliyoruz. Limu-zinler ve saraylar… O mekanlardan, o şehvetle, o vasıtalarla, o yollarla ancak Cehennem’e gidilir. İşte bunun için dev bütçeleriyle Siyonizme taşeronluk yapıyorlar.

Ahmet [email protected]

GAZZE’DEN ÜMMET’E MEKTUB

Page 25: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

25www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014

Türk Donanması Refakatinde Mavi MarmaraKardeşim!Allah’tan gayri ilk ve son sığınak seni

görmüş ve defalarca postacı mektupları-mı sana taşımıştı. Bu Ramazan’da da yüz-lerce kardeşimizi Gazze’de şehid verdik. Onlar arzularına ulaştı. Bizse bir taraftan Siyonist katilleri öldürüp Cehennem’e gönderiyor, diğer taraftan ise Türk Deniz Kuvvetleri refakatinde İstanbul’dan gele-cek yeni Mavi Marmaraları bekliyoruz.

Obama’nın Masasındaki MektupKardeşim! Bir akşam üstüydü… İzlediğim batı

ajansları seyircilerine şöyle bir haber ge-çiyordu: “Lübnan sahillerinde İsrail’in attığı zararlı atıklar arasında can çekişen hayvanlar batılı hayvan koruma dernek-leri üyeleri tarafından kurtarıldı.” O an kendime döndüm ve şöyle dedim: “Ma-dem kardeşlerim şu an itibariyle Gazze’yi kurtaracak güce sahip olmadıklarını ya da uluslararası güçlerin buna müsaade etmeyeceklerini düşünüyorlar, ben de bu kez mektubumu birkaç hayvan için

bütün imkanlarını seferber eden çağdaş Batı’ya yazayım… ”.

İlk mektubumu kapital gücün babası Beyazsaray’a yazdım. Başkana ulaşma ih-timali son derece düşük de olsa deneme-liydim bunu. Tevafuk ya, olmaz olmuştu. İmza bekleyen evraklar arasına karışan mektup başkanın masasına kadar gitti. “Bu da ne?” diye sordu Obama. Bir ta-raftan hayretini ifade ediyor diğer taraf-tan da mektubu okuyordu. Okudukça keyiflendi, arada kaşlarını çattı, dudak-larını büktü, oh der gibi omuzunu silkti. İlkokul yıllarında ona aşılanan haçlı ruhu müthiş bir nefretle beynini istila etti. İşte tam bu noktada satırlara döktüğüm bü-tün umutlarımı parçalayıp çöpe attı.

Papa Soykırımın Neresinde?Her ne kadar haçlı ruhunun gerçek

propagandistleri olsalar da yine de in-sandırlar diye Vatikan’a/Papa’ya yazdım ikinci mektubu. Şüphesiz ben de biliyor-dum, papa gayretiyle (!) yapılan Kudüs ve Endülüs’teki Müslüman katliamlarını. Bütün bunlara rağmen beni bu mektubu yazmaya iten, Müslüman kardeşlerimin uzun bir zamandır onlarla sürdürdükleri

diyalog (!) çalışmalarıydı. Belki bizi ta-nımışlardır, imdada koşarlar diye umut-landım, fakat nafile... Papa İsrail’e dur de-mek şöyle dursun, sükut ederek vahşeti ikrar etti. Nasıl etmesin ki bizim hocamız bile taziye mesajında İsrail’i telinden is-tinkaf etmişti. O an Batı’nın bütün ku-rum ve kuruluşlarıyla İsrail’in gönüllü ya da ödüllü işbirlikçisi olduğunu bir daha anladım.

Kardeşim!Senden sonra daha kimlere başvur-

madım ki… Fakat ağzındaki emziğiyle şehid olan bebeklerin acısını yüreğin-de hisseden tek bir kurum bulamadım. Bütün kapılar yüzüme kapatıldı. Ne AGK’ten, ne LAHEY’den, ne AB’den, ne de BM’den olumlu bir yanıt alabildim.

Bir buçuk milyarlık bir ümme-te sahip olmakla iftihar eden Karde-şim! Tel-Aviv Müslüman katliamıyla gülerken sen meydanlara milyonları toplamalıydın. Milyonlarla, “Gazze ne kadar İstanbul’sa, İstanbul’da o kadar Gazze’dir.” diye haykırmalıydın. Krallar gibi büsbütün alakasız da kalmadın ama nihai hamleyi de yapamadın. Unutma ki, sen ayağa kalkmazsan, Newyork,

Londra, Paris daha çok gülecek; Şam, Bağdat, Gazze, Doğu Türkistan, Arakan çok daha ağlayacak.

Kardeşim! Sultan Abdulhamid’in gidişi yani

ümmetin yetim kalması üzerinden bir asır geçti. Yüreklerdeki acı ise, Sultan dün gitmiş gibi ter-u taze. Onun dağı-lan devletinin, dağılmayan tek birliği Kassam Tugayları “Şehadet nöbeti” tutuyor. Onu bekliyoruz. Bekliyoruz çünkü Abdulhamid idealleriyle dünya-mıza dönecek. O dönünce İslam birliği yeniden kurulacak, ümmet Cava Ada-larından Cebelitarık’a kadar bir ittihat, bir kardeşlik akdi imzalayacak. Bu yüz-den yeni mektuplarımı günde beş defa Sultan-ı Ezel ve Ebed Allah Azze ve Celle’ye yazıyorum: “Allah’ım! Ümme-tin başına yeni felaketler gelmeden on-lara bir baş gönder, eğer gönderdiysen nusretinle teyit eyle ki küresel güçlere karşı dahilde ve hariçte muzaffer ol-sun. Olsun ki, yeni Mavi Marmaraları donanmalar eşliğinde göndersin. Gön-dersin ki, Siyonizm Müslümanların sa-dece ekmek dağıtan yardım kuruluşları olmadıklarını anlasın.”

Kardeşim! Sultan Abdulhamid’in gidişi yani ümmetin

yetim kalması üzerinden bir asır geçti. Yürekler-deki acı ise, Sultan dün gitmiş gibi ter-u taze… Onun dağılan devletinin, dağılmayan tek birliği

Kassam Tugayları “Şehadet nöbeti” tutuyor. Onu bekliyoruz; Bekliyoruz çünkü Abdulhamid ide-alleriyle dünyamıza dönecek. O dönünce İslam

birliği yeniden kurulacak, ümmet Cava Adaların-dan Cebelitarık’a kadar bir ittihat, bir kardeşlik akdi imzalayacak. Bu yüzden yeni mektupları-mı günde beş defa Sultan-ı Ezel ve Ebed Allah

Azze ve Celle’ye yazıyorum: “Allah’ım! Ümmetin başına yeni felaketler gelmeden onlara bir baş

gönder, eğer gönderdiysen nusretinle teyit eyle ki küresel güçlere karşı dahilde ve hariçte mu-zaffer olsun. Olsun ki, yeni Mavi Marmaraları

donanmalar eşliğinde göndersin. Göndersin ki, Siyonizm Müslümanların sadece ekmek dağıtan

yardım kuruluşları olmadıklarını anlasın.”

Page 26: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

26 www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014

Y erinde duran, mevzisini bekleyen bir asker büyük bir tehlikeye sebep olacak

bir sızmaya mani olduğunda bir ordu komutanından daha büyük bir vazife görür. Muvaffakiyetlerin de hezimetlerin de temelinde mevzilerinde duran ya da durmayan neferler vardır. Bir nefer bir ordunun galibiyetine de mağlubiyetine de sebep olur.

Bedir’deki muvaffakiyetin arkasında, “Denize girsen de ardından geliriz. Biz Yahudilerin Hz. Musa’ya, ‘Sen ve Rabbin git, savaş.’ dediği gibi demeyiz.” diyen sa-

habe iradesi, Uhut’ta ki hezimetin sebep planında ise, “ganimet, ganimet” diyerek mevziyi terk edenlerin “dünya muhabbe-ti” var.

Nöbetteyizİslam-küfür savaşında adı duyulma-

dık kaç yüz bin namsız-nişansız nefer var ki onlar sarsılmadan, usanmadan, yağ-mur, çamur demeden mevzilerinde bek-ler. Seksen beş yıllık hayatının son kırk yılını masonlarla mücadele ile geçiren Ömer Amca, “Nöbetteyiz Evladım! Vazi-fe namustur.” diyen Müslümanlardandı. Kolay olana meyletmedi, ubudiyet san-cağı altındaki ictimayı hiç terk etmedi, ahde vefa gösterdi, “Mühim olan, saldırı esnasında da mevzide durmaktır.” dedi.

Karakoldaki Kur’an Talebeleri12 Eylül İhtilalinde rütbeli zevat yeni

yeni canlanan Kur’an Kursları’na bas-kın yapar öğrencilere, “Fatiha’ya mana verebilir misin? Hadi ver de göreyim seni.” diye tuzak bir soru sorarak kursta Arapça okunup-okunmadığını öğren-meye çalışırdı. İthamlar ya da ucuz ba-hanelerle kamyon kasalarına dolduru-lan öğrenciler gece yarılarında karakol önüne yığılırdı. Ömer Amca’yı o gün-lerde Kur’an Kursu kapısında nöbette, mahkemede savunmada görürdünüz. Kenan Evren’e, “Millete zulmetme, başörtüsüne elini uzatma!” diye mek-tuplar yazmıştı. Ömer Amca’yı alıp-götürdüler, sorguladılar fakat cihadın en efdali olan, zalim sultan huzurunda

hakkı söylemesine mani olamadılar.

Şubat ZulmüAllah’ın mîzanında, fetihten önce

malını Allah yolunda harcayıp, cihad edenlerle, fetihten sonra mücahid olan-lar aynı değil, nimet anında gelenle “nigmet vakti” meydan yerine çıkanı ayırıyor Kur’an(Hadîd: 10). Zira biri, İslam’ın yanında durmanın bedel istedi-ği bir zamanda, Hz. Ebû Bekir gibi dün-yevi bir beklentiye kapılmadan malın-dan infak edip, cihad etti, Hz. Bilal gibi işkence görürken “Allah-u Ekber” dedi, diğeri ise Müslüman olmanın dünyevi açıdan da itibar sağladığı bir zamanda “muhacir” oldu. Bu yüzden Allah Rasu-lü , Mekke fethinden sonra hicret et-

Recep [email protected]

MEVZİSİNİ TERKETMEYEN BİR MÜSLÜMANDI ÖMER AMCA

Milleti riddete zorlayanlar, devlet dilinden de, kitaptan da “bismillah”ı çıkaranlar, Bismillah’sız bir nesil var edecek, ülkeyi Allah’a değil kendine güvenen insanlarla kalkındıracaklardı. “Özgüven” yalanıyla “Bismillah”ı kayıtlardan çıkaran, telaffuzunu

yasaklayan irade, Allah’ın adı yerine kendi ismini koydu. O kadar ki helaya giden yollara bile ismini yazdılar. Ömer Amca böyle bir zamanda, “Bizim bir ‘Bismillah davamız var. Bize ait her şey gibi Bismillah’ı da geri verin.” dedi. “Bismillah”la başlayan dile-

kçeleri işleme alınmadı. Fakat usanmadı. Dava Allah’ın davasıydı. 1990 yılında kurulan İslam Kültür ve Dayanışma vakfı’nın tüzüğüne “Bismillahirrahmanirrahim” yazınca dilekçeleri gibi tüzüğü de onaylanmadı. gerekçe aynıydı; “Bir metin Allah’ın

adıyla başlayamaz.”dendi. Ömer Amca “Bismillah” için Samsun’dan Ankara’ya onlarca sefer yaptı, ilgili müesseseler arasında kapı kapı dolaştı, sonunda muvaffak oldu, Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk defa Allah’ın adıyla başlayan bir vakıf tüzüğü onaylandı.

Page 27: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

27www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014

mek isteyenlere, “Bundan sonra hicret yok. Cihad ve niyet var.”, buyurdu. Kişi, Kelime-i şahadet getirerek Müslüman olur fakat sözle “muhacir” olamaz. Kişi ancak malını ve canını İslam’ın yolunda bezlederek “muhacir” olabilir. Bunun için Allah Azze ve Celle’nin rızasına muhatap olma noktasında ilk muha-cirlerle ilk ensarı sonrakilerden ayrı zikrediyor(Tevbe: 100).

Ateşe Su Taşıyan KarıncalarBabalar, çocuklarına Ebû Bekir,

Ömer adını ya da başka bir ismi koyar-ken o isimle şöhret bulanların şahsiyet-lerinden etkilenmelerini de amaçlar. Kâmeti nisbetinde her Ömer de, Hz. Ömer’den pay alır. Ömer Amca da Hz. Ömer’in cesaretinden nasibdar olan bahtiyarlardandı. 28 Şubat’ın en sert günlerinden biriydi… Samsun’da kısa adı İKDAV olan İslam Kültür ve Da-yanışma Vakfı’nın yurt binasında “hâle dair” bir toplantı vardı. Bir anda yur-dun etrafı birkaç minibüse dolup gelen kolluk kuvvetleri ile sarıldı. Silahları ve ayakkabılarıyla içeriye girmeye çalışan memurlarla tartışırken Ömer Amca geldi. Hz. Ömer’in azametli bedeni-nin içerisindeki muhteşem yüreğinden nasibdar olmanın bereketiyle, kapı önünde dikildi ve “Bu halinizle, bu be-deni çiğnemeden içeriye giremezsiniz.” dedi. Müslüman, mevzide durmak-la mükelleftir; Mevziyi korumak ise Allah’ın tasarrufundadır. Allah bizden zafer değil, sefer istiyor. Karıncaların suyunu küçümsemeyin. Ateşi karınca-lar da söndürür. Allah Rasulü’nün attığını isabet ettiren, karınca suyuyla ateş söndürmeye de kadirdir. Ateşe, “İbrahim için serinlik ve selamet ol” O, diyecek, yanmama kararını O verecek, kuralları O değiştirecek, sabahı O ge-tirecek bizdense karınca gibi ateşe su taşımayı, tarafımızı izhar etmeyi istiyor. Eğer her Müslüman namazda Hakk’ın huzurunda durduğu gibi, zalimlerin karşısında durabilse, İmam-Hatiplerin, medreselerin kapısında bekleyebilseydi 28 Şubat’ın tahribatı bu kadar derin ve sarsıcı olabilirimiydi?

Mevzide durmak, mücerret olarak bir noktada beklemekten ibaret değildir. Mevzide durmak, müslümanca yaşama-nın gereğini yapmaktır. Hayatın hemen

bütün şubelerini istila eden riddete karşı da çare aramaktır. Asırlık yanlışları tas-hihe doğru yerden başlamak, sonra da insanları doğru yerden başlamaya çağır-maktır.

Besmele SeferleriKur’an-ı Kerim “besmele” ile başlar,

Allah Rasulu de , “Besmele ile başlama-yan her mesele ebter olmaya mahkum-dur.” buyurur. Müslüman “besmele” ile kan gibi, can gibi beraberdir. Sofraya otu-rur bismillah, kapıyı açar bismillah, adım atar bismillah, kalemi eline alır bismillah, derse başlar bismillah…

Milleti riddete zorlayanlar, devlet di-linden de, kitaptan da “bismillah”ı çıka-ranlar, Bismillah’sız bir nesil var edecek, ülkeyi Allah’a değil kendine güvenen insanlarla kalkındıracaklardı. “Özgüven” yalanıyla “Bismillah”ı kayıtlardan çıka-ran, telaffuzunu yasaklayan irade, Allah’ın adı yerine kendi ismini koydu. O kadar ki helaya giden yollara bile ismini yazdılar. Ömer Amca böyle bir zamanda, “Bizim bir ‘Bismillah davamız var. Bize ait her şey gibi Bismillah’ı da geri verin.” dedi. “Bismillah”la başlayan dilekçeleri işleme alınmadı. Fakat usanmadı. Dava Allah’ın davasıydı. 1990 yılında kurulan İslam

Kültür ve Dayanışma Vakfı’nın tüzüğü-ne “Bismillahirrahmanirrahim” yazınca dilekçeleri gibi tüzüğü de onaylanma-dı. Gerekçe aynıydı; “Bir metin Allah’ın adıyla başlayamaz.”dendi. Ömer Amca “Bismillah” için Samsun’dan Ankara’ya onlarca sefer yaptı, ilgili müesseseler arasında kapı kapı dolaştı, sonunda mu-vaffak oldu, Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk defa Allah’ın adıyla başlayan bir vakıf tüzüğü onaylandı.

İhtilalin malum şeklinde de, post-moderninde de, “Ben müslümanım ‘Çiğnerim, çiğnenirim Hakkı tutar kal-dırırım.” diyen Ömer Amca, çocukken bize, “Müslüman, Allah’tan başka kimse-den korkmaz. Otoritenin gücüne, maruz kalacağınız zararın şiddetine bakmadan hakkı söyleyeceksiniz.” derdi.

Şeriat ölçüsü dahilinde ulemaya sınırsız hürmeti vardı… Muhterem Mahmud Efendi Samsun’a geldiğin-de muhabbetten onda bir telaş olurdu. 1991 yılıydı… Muhterem Mahmud Efendi’nin o yıl ki “emr-i bilmaruf seferi” seçim arafesine denk düşmüş, bu yüzden Onu Refah Parti’ne isnat eden güruhta rahatsızlık olmuştu. Müftülükten mü-saade alınmış, Abdulhamid’in validesi tarafından yaptırılan “Büyük Cami”de vaaza başlamıştı. Öğle Ezan’ı okunurken, “Efendimizden de bir hadis-i şerif okuya-yım, Allah Rasulü’nün hatırı kalmasın, bilahare sohbeti sonlandırayım.” derken içeriye Samsunlular tarafından yakın-dan tanınan İslam kıyafetli biri girdi, Muhterem Mahmud Efendi’yi kürsüde görünce, Refah Partisi’ne oy topluyor su-i zannıyla, “İn aşağıya, millet seni mi dinleyecek” diyerek bağırmaya başladı. Cami karışıyordu ki Muhterem Mah-mud Efendi, muarıza tek cümle ile cevap vermeden cemaati teskin etti, biri salat-u selam getirdi, öğlenin sünnetine kalkıldı. Hadisenin yaşandığı gün orada olama-yan Ömer Amca meseleyi öğrenir-öğ-renmez, malum şahsın işyerine giderek “Muhterem Mahmud Efendi’ye söyledi-ği cümleleri aynısıyla ona iade etti.” Ara-dan çok zaman geçmedi, “Bu şahıs işini de, itibarını da kaybetti.”

Ömer Amca, seksen beş yıllık ha-yatının son anlarında dilinde sabır ve tevekkül cümleleriyle, gök kubbede hoş sadalar bırakarak ruhunu Rabbi’ne tes-lim etti.

Mevzide durmak, mücerret olarak bir noktada beklemekten ibaret değildir.

Mevzide durmak, müslümanca yaşamanın gereğini yapmaktır. Hayatın hemen

bütün şubelerini istila eden riddete karşı da çare aramaktır. Asırlık yanlışları

tashihe doğru yerden başlamak, sonra da insanları doğru yerden başlamaya

çağırmaktır.

Page 28: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

28 www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014

A llah Teala’nın ve Resulü’nün koymuş olduğu esas ve

hükümlere iman etmemiz aslında hilkatimizdeki amaca, kâinatta belirlenen konumumuza münasip bir yol tutmamızı ve hayatımızı ona göre tanzim etmemizi gerekli kılar.. Bizi ilim ve kudre-tiyle yaratan Allah Teala en güzel biçimde yaşamamızı murat etmiş ve bunu bize Pey-gamber ve bir kitap vasıtasıyla bildirmiştir. Peygambere kulak verip getirdiklerine iman eden bir kimse için dünya üzerindeki hiçbir iş, cehennemden kurtulmak için ya-pılacak işlerden önemli olamaz. Onun için en büyük tehlike cehennemdir. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim’in sahibi insanlığa mahşer sahnelerinden defalarca bahsederek adeta insana işte manzara önünde bu resme ba-karak Dünya’da biletini alırken dikkatli ol mesajı vermiştir.

Kur’an-ı Hakim bizlere cennet ve cehennemin yollarını beyan ederken “zulümât ve nur” kelimelerini kullanır. Nur kelimesi müfred olup imanı temsil ederken ‘zulümât’ ise cemi olarak getirilmiştir. Çün-kü küfrün, karanlığın yolları birden fazladır. İnsanı cehenneme götüren yollardan biri de kötü arkadaştır. Her insan psikolojik olarak çevrenin, kültürün veya yakın bildi-ği kişilerin az veya çok tesiri altında kalır. Dünyada kötü arkadaş edinen bir kimse-nin ahiretteki durumu ayeti kerimelerde şöyle anlatılmaktadır. “O gün, zalim kimse ellerini ısırıp: “Keşke Peygamberle bir yol tutsaydım, vay başıma gelene; keşke fa-lancayı dost edinmeseydim. Andolsun ki beni, bana gelen zikirden o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor” der.(Furkan, 27-29)

Peygamberi Değil Arkadaşını Hoşnut Eden AdamDünyada Kur’an-ı Mubin’e, Peygam-

bere ittiba etmeyen bir kimsenin ahi-retteki pişmanlığını dile getiren bu ayeti kerimelerin nüzul sebebi her ne kadar hususi olsa da mana olarak umumilik ifa-

de ederler. Bu ayetler Ukbe b. Ebi Mu’ayt b. Ümeyye b. Abdişems hakkında nazil olmuştur. O, bir yerden döndüğünde Mekke eşrafını davet ederek bir ziyafet ve-rirdi. Allah Resulü’nün sözleri hoşuna gittiği için Hz. Peygamber (s.a.s) ile pek sık otururdu. Derken yine böyle bir gün; bir ziyafet hazırlayıp Allah Resülü’nü de (s.a.s) davet etti. Hz. Peygamber (s.a.s) “Sen kelime-i şehadet getirip müslüman olmadıkça yemeğini yemem” dedi. O da, kelime-i şehadet getirerek müslüman oldu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s) onun ziyafetine iştirak etti. Bunu duyan Allah ve Resul düşmanı Ümeyye

b. Halef “Sapıttın ey Ukbe” dedi. Ümeyye, Ukbe’nin samimi arkadaşı idi. Ukbe “Ben bunu, o benim yemeğimi yesin, yemek esnasında bir tatsızlık çıkmasın diye söy-ledim” deyince, Ümeyye b. Halef, “Hayır, vallahi gidip onun yüzüne tükürmedik-çe ve boynuna basmadıkça senden razı olmam, yüzüm sana haram olsun” dedi. Ukbe Ümeyye’nin bu telkinlerine uyun-ca “O gün, o zalim nedametle iki elini ısırır” ayeti nazil oldu. (Fahreddin Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, XIV/75) Allah’a isyanın olduğu yerde kula itaat edilmeyeceğini idrak edemeyen, güneşi gördükten sonra ateşböceğinin peşinden giderek dünyada

arkadaşsız kalmak istemeyen Ukbe ahi-rette “Keşke ben, Ümeyye’yi dost edin-meseydim. Vallahi o beni zikirden, Hz. Muhammed (s.a.s) sayesinde bana gelen imandan uzaklaştırdı” diyerek, pişmanlı-ğını izhar edecektir.

Arkadaşlarımla Beraberken Namaz KılamıyorumGeçenlerde seyir halinde iken benim-

le aynı istikamete gitmek isteyen bir genç bindi arabama. Tanışma faslından sonra bana dönerek: “Hocam! Namazlarımı elimden geldiğince kılmaya çalışıyorum. Fakat arkadaşlarımla beraberken bu has-sasiyeti gösteremiyor, namazlarımı vaktin-de kılamıyorum.” dedi. Belki o genç aynı durumda olan binlerce gençten sadece bir tanesi. Günümüzde Müslümanların birço-ğunu Kur’an-ı Kerim’den, namazdan alı-koyan arkadaşlar arasına teknolojik aletler de girmiş durumda. Gece yarılarına kadar televizyon izlenen evlerde sabah namazı kılınmaz oldu. Gün boyu internet kafeler-de bilgisayar karşısında vaktini heba eden genç, Rabbinin huzuruna çıkması gerekti-ğini unuttu. Elinde akıllı telefonları olanlar ezan okununca camiye koşma yerine te-lefonla oyun oynamayı daha cazip gördü. Ramazan geceleri teravih namazına değil kahvehanelere, playstation salonlarına akın edildi. Allah ve Resulü’nü sevdiğini iddia edenler adet ve gelenekler karşısında anne babamız üzülmesin, arkadaşım mahcup olmasın diyenler asıl memnun edilmesi gerekenlerin Allah ve Resulü olduğunu unuttu. Edindiği arkadaşlar sebebiyle ahi-reti unutanlara kurtuluşu, kurtuluş yolunu yine merhameti bol olan Allah Azze ve Celle gösteriyor. “Keşke Peygamberle bir yol tutsaydım.” ayet-i kerimesi kimlerle be-raber olmamız gerektiğini beyan ederken “Keşke falancayı dost edinmeseydim.” Aye-ti Celilesi de kimlerden uzak durmamız gerektiğini tenbih etmektedir. Her konuda olduğu gibi bu konuda da bizi uyaran bizi bizden daha çok düşünen Allah Resulü’ne

kulak verelim: “Kişi dostunun dini üzere-dir. O halde sizden birisi kiminle arkadaşlık ettiğine dikkat etsin.” ( Ebû Dâvûd, Edeb 16; Tirmizî, Zühd 45.)

Fahri [email protected]

ALLAh’A İSYANIN OLDuğu YERDE KuLA İTAAT YOKTuR

Kur’an-ı hakim bizlere cennet ve cehennemin yollarını beyan ederken “zulümât ve nur” kelimelerini kullanır. Nur kelimesi müfred olup imanı temsil ederken ‘zulümât’ ise cemi olarak getirilmiştir. Çünkü küfrün, karanlığın yolları birden fazladır. İnsanı cehenneme götüren yollardan biri de kötü arkadaştır.

her insan psikolojik olarak çevrenin, kültürün veya yakın bildiği kişilerin az veya çok tesiri altında kalır. Dünyada kötü arkadaş edinen bir kimsenin ahiretteki durumu ayeti kerimelerde şöyle anlatılmaktadır. “O gün, zalim kimse ellerini ısırıp: “Keşke Pey-gamberle bir yol tutsaydım, vay başıma gelene; keşke falancayı

dost edinmeseydim. Andolsun ki beni, bana gelen zikirden o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor” der.

Page 29: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

29www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014 Âlem-i İslam

İ nsanların hayatlarına anlam katan en önemli sütun fikirdir. Cesed nasıl ayakta kalmak için

yemeye, suya ihtiyaç duyuyorsa ruh ve zi-hin de fikre ihtiyaç duyar. İnsan en aşılmaz yolları fikirle aşar, en ulaşılamaz menzillere fikirle ulaşır. Fikirsiz insan ise yaşayan bir ölü gibidir. Çünkü ruh ancak fikirle ayağa kalkar, fikirle kanatlanır. Hayatı şiir tadında yaşamanın tek yolu da fikri yaşamak, yaşa-mayı fikir bilmektir. Büyük mütefekkirle-rin, fedakar dava adamlarının ön açıcı çaba-larıyla toplumsallaşan fikir zamanla ortak bir muhayyileye dönüşür. Fikir ortak bir muhayyileye dönüştükten sonra toplum

adeta bir orkestra düzeni alır. İnsanlar farklı enstrümanlar kullansalar da ortak bir ruha sahip oldukları için ortaya harika bir ritim çıkar. Fikrin şiire, edebiyata, mimariye, kül-türe, şahsiyete, eğitime dönüştüğü bu ritim toplumu kısa zamanda ayağa kaldırır. Fikir medeniyet olur, hayat bulur. Ölü canlara ruh verir. Toplumda bir ritme dönüşmüş, belli bir zamana damgasını vurmuş fikrin izleri ise üzerinden yüzyıllar geçse de kolay kolay silinmez. Tıpkı fikrin medeniyete, ha-yata dönüştüğü Osmanlı’nın Balkanlarda-ki, bu sefer ki durağımız olan Kosova’daki izlerinin silinemediği gibi…

Arnavutlar Müslüman fakat…2 milyondan fazla bir nüfusa sahip olan

Kosova; Sırbistan, Karadağ, Makedonya ve

Arnavutluk’la komşu olan bir ülkedir. Yü-zölçümü 10 bin 887 kilometre kare olan ül-kenin başkenti ise Priştine... Arnavut, Türk, Sırp, Boşnak, Gora ve Torbeşlerin bir arada yaşadıkları Kosova’nın nüfusunun yüzde doksanından fazlası Arnavutlardan oluşu-yor. Kosova’da yaşayan Arnavutların tama-mına yakını ise Müslüman... Her ne kadar İslami kültür ve yaşam tarzından şimdilik bir hayli uzak olsalar da… 2008 yılında bağımsızlığına kavuşan ülke, şu an Kosovalı yöneticiler ve Avrupa Birliği temsilcileri ta-rafından yönetiliyor.

Kosova’ya vize yokKosova bulunduğu coğrafi konum iti-

bariyle Batılı devletler tarafından önemli bir stratejik nokta olarak görülüyor. Ülkede

resmi dil olarak ise Arnavutça ve Sırpça ka-bul ediliyor. Sırpların genel nüfusa oranları yüzde 2 olmasına rağmen Sırbistan’ın bas-kılarıyla Kosova’da Sırpça resmi dil olarak kabul edilmiş. Ayrıca Kosova yönetimi Türk vatandaşlarından vize istemezken, İstanbul’dan uçakla 1 saat 15 dakika içinde Kosova’nın başkenti Priştine’de olabiliyor-sunuz… Yani Kosova bize Anadolu’nun şehirleri kadar yakın.

Osmanlı’dan kalma izlerKosova’yı başkent Priştine’den gez-

meye başlıyorum ve soluğu adeta şehrin manevi merkezi olan Çarşı bölgesinde alı-yorum. Başkent Prişitine’nin merkezinde 50 metre aralıklarla 3 tarihi cami bulunu-yor. Osmanlı’dan kalma olan bu camilerin

Adem ÖZKÖ[email protected]

“Kosova’da Hristiyan misyonerlerin rahat hareket etmesinde özellikle Hıristiyanların siyasette etkili olmasının büyük bir etkisi var. Erbakan Hoca boşuna ‘Eğer Müslümanlar siyasete önem vermezlerse, si-yaseti Müslümanlara önem vermeyenler yönetirler” dememiş. Nüfusunun büyük bir kesimi Müslüman

olan Kosova’nın durumu bu sözün ne kadar doğru olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.”

MURAT HÜDAVENDİgAR’IN YADİgâRI KOSOVA

Page 30: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

30 www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014Âlem-i İslam

isimleri Fatih Sultan Mehmet, Yahya Paşa ve Sultan Murat Camileri… Çarşı ismi verilen mıntıkada bulunan bu 3 tarihi cami Osmanlı’nın Balkanlarda bıraktığı izlerin ne denli güçlü olduğunu da ortaya koyuyor. Bu camiler arasında insanı en çok etkileyen cami ise Osmanlı mimarisinin özelliklerini üzerinde barındıran Fatih Sultan Mehmet Camii… Fatih Sultan Mehmet tarafından Balkanların fethinin ardından 1460 yılında inşa edilen cami şehrin en eski yapıtların-dan da biri aynı zamanda… Özellikle 18. Yüzyıl’dan kalma resim süslemeleriyle ünlü olan camiye Türkiye devleti tarafından sa-hip çıkılmış ve Fatih Sultan Mehmet Camii TİKA eliyle restorasyondan geçirilmiş.

Tarih bir ışıktırSeyahatlerim esnasında ziyaret ettiğim

şehirlerin mutlaka önceden tarihlerini bil-mek isterim. Çünkü tarih önünüzü aydınla-tan, o şehirle ilgili zihninizde gerçek bir fo-toğrafın oluşmasını sağlayan bir ışık gibidir. Tarihini bilmediğiniz şehri ise ışıksız gezmiş olursunuz. Başkent Priştine’nin tarihi hak-kında araştırmalar yaparken şu bilgilere rastladım: “Tarihi ortaçağa kadar uzanan şe-hir, 1459 yılında Osmanlı tarafından fethe-dilmiş. 19. Yüzyıl’ın sonunda Kosova vila-yetine bağlanan Priştine, Balkan Savaşı’nın ardından tekrar Sırp egemenliğine girmiş.

2. Dünya Savaşı’nda Almanya ve İtalya’nın kontrolünde kalan Priştine, daha sonra Yu-goslavya topraklarına dâhil edilmiş. 1999 yılından 2008’e kadar Birleşmiş Milletler kontrolünde olan şehir, Kosova’nın 17 Şu-bat 2008 yılında bağımsızlığını ilan etme-siyle birlikte ülkenin başkenti olmuş.

Eğer siyasette etkili olamazsan…Kosova’da Amerikan kültürü özellikle

yeni neslin üzerinde bir hayli etkili... Ayrıca Kosova’daki Hıristiyanlar nüfusun sadece yüzde ikisini oluşturmalarına rağmen her alanda Müslümanlardan daha ön plandalar. Camilerin açılmasında bir çok zorluk çıka-ran Kosova hükümeti, katedral veya kilise-lerin inşasında ise çeşitli kolaylıklar sağlıyor. Batı tarafından da yoğun şekilde destekle-nen Hıristiyanlar Kosova’da hiçbir engelle karşılaşmıyorlar. Fakat İslami gruplara ya-kın dernek ve vakıfların İslam dünyasından yardım alması Kosova yönetimi tarafından engelleniyor. Kosova’da Hıristiyan misyo-nerlerin rahat hareket etmesinde özellikle Hıristiyanların siyasette etkili olmasının da büyük bir etkisi var. Erbakan Hoca bo-şuna “Eğer Müslümanlar siyasete önem vermezlerse, siyaseti Müslümanlara önem vermeyenler yönetirler” dememiş. Nüfusu-nun büyük bir kesimi Müslüman olmasına

rağmen Müslümanların etkili olamadıkları Kosova’nın durumu bu sözün ne kadar doğru olduğunu çok iyi özetliyor.

Murat Hüdâvendigar’ı ziyaretKosova demek, benim için aslın-

da Sultan Murat Hüdâvendigar demek. Bundan dolayı bulduğum ilk fırsatta Bal-kanların kapılarını İslam’a açan Sultan Murat Hüdâvendigar’ın türbesini ziya-ret etmek için yola çıkıyorum. Meşhedi Hüdâvendigar ismiyle meşhur olan türbe Kosova Meydan Muharebesi’nin yapıldığı yerde bulunuyor. Sultan Murat Han’ın iç organları Kosova’daki türbesinde gömü-lürken nâşı ise Bursa’ya defnedilmiş. Murat Hüdevendigar’ın türbesi bana tarihimizi, dedelerimizin İslam’ın yayılması için ger-çekleştirdiği cenkleri hatırlatıyor. Balkan-ların kapılarını İslam’a açan Sultan Murat Han’ın Kosova’daki türbesinde tefekküre dalarken, aklıma Murat Hüdavendigar’ın meşhur duası geliyor.

Sultan Murat’ın duasıSultan Murat şehit düşmeden önce

âlemlerin Rabbi’ne şu şekilde yalvarmış: “Ya Rabbi, bunca kere duamı kabul edip beni mahcup etmedin. Duamı yine kabul eyle! Mal ve mülk senindir, kime istersen verirsin. Ben mal ve mülk istemiyorum. Ben

yalnızca senin rızanı istiyorum. Ya Rabbi, beni bu Müslümanlara kurban eyle! Mü-minleri bu küffar diyarında mağlup ve helâk eyleme. Müslümanları üstün ve muzaffer kıl! Müminler için ben canımı kurban ede-rim. Yeter ki sen kabul eyle! Beni önce gazi kıldın, şimdi de bana şehadeti nasip eyle..”

Sırpların bitmeyen kiniSultan Murat’ın türbesine karşı Sırplar

da 1. Sultan Murat’ı hançerleyerek şehit eden Sırp Milos Obiliç adına bir anıt mezar yaptırmışlar. Sultan Murat’tan nefret eden, Sırp çocuklarına önce Osmanlı’dan nefret etmeyi öğreten Sırplar, Sultan Murat’ın ka-tili Miloç Obiliç’i tarihlerinin en büyük kah-ramanlarından biri olarak görüyorlar.

Meydanın sembol mekânlarından bir diğeri de savaş sırasında şehit düşen Sultan Murat’ın sancaktarı Gazi Mistan’ın türbe-si… 1. Kosova Savaşı’ndan önce bölgeye gelen ve elde ettiği istihbari bilgileri Sultan Murat Han’a ulaştıran Gazi Mistan’ın tür-besi İslam bayrağının Balkanlarda dalga-lanması için Kosova’da verdiğimiz şehidleri simgeliyor. Bu türbeleri ziyaret ederken du-daklarıma bir kez daha Üstad Necip Fazıl’ın

“Nerede kardeşlerim, cömert Nil, yeşil Tuna;

Giden şanlı akıncı ne gün döner yurdu-na?” mısraları takılıyor…

Murat Hüdavendigar hazretlerinin Kosova’daki türbesi…

Sultan Murat şehit düşme-den önce âlemlerin Rabbi’ne şu

şekilde yalvarmış: “Ya Rabbi, bunca kere duamı kabul edip

beni mahcup etmedin. Duamı yine kabul eyle! Mal ve mülk

senindir, kime istersen verirsin. Ben mal ve mülk istemiyorum.

Ben yalnızca senin rızanı istiyo-rum. Ya Rabbi, beni bu Müslü-manlara kurban eyle! Mümin-

leri bu küffar diyarında mağlup ve helâk eyleme. Müslümanları

üstün ve muzaffer kıl! Mü-minler için ben canımı kurban

ederim. Yeter ki sen kabul eyle! Beni önce gazi kıldın, şimdi de

bana şehadeti nasip eyle..”

Page 31: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

31www.hukumdergisi.com

AĞUSTOS 2014

Bir masal şehir PrizrenTamamen Amerikan kültürünün esa-

reti altına girmiş, Osmanlı’dan kalma eser-lerin, Murat Hüdavendigar’ın türbesinin dışında şehre ruh veren hiçbir şeyin bulun-madığı, caddelerin isimlerinin bile George Bush, Bill Clinton olduğu Priştine beni ade-ta boğuyor. Bunun üzerine Priştine’den ay-rılıp Prizren’e doğru yola çıkıyorum. Birkaç saatlik bir araba yolculuğunun ardından Prizren’deyim. Kosova’nın güneybatısında bulunan Prizren şehri, Şar Dağları’nın etek-lerine kurulu bir masal şehir adeta… Önce Sultan Murat tarafından fethedilen şehrin tamamen fethi 1455 yılında Fatih Sultan Mehmet Han tarafından gerçekleştirilmiş. Prizren’de Arnavut, Türk ve Boşnaklar bir arada yaşıyor. Bir zamanlar Türkçe ko-nuşmak kültürlü, aydın olmak anlamına geldiği için Osmanlı’dan günümüze kadar Prizrenlilerin kültür ve anlaşma dili Türkçe olmuş. Prizren’in toplam nüfusu ise 110 bin… Ülkenin diğer şehirlerinde olduğu gibi Prizren’de de Arnavutlar çoğunluğu oluşturuyor.

Şehrin kalbi Şadırvan MeydanıPrizren’e girer girmez bizi şehrin en

önemli meydanı olan Şadırvan Meyda-nı karşılıyor. Ortasında bir şadırvanın

bulunduğu meydan Prizren’in adeta kal-bi, her şeyi. Bazı şehirleri görür görmez sever, sanki yıllardır o şehri tanıdığınızı hissedersiniz. İşte Prizren de böyle bir şehir. Ben de insanlarından kırmızı tuğ-lalı evlerine, sokaklarından minare ve köprülerine kadar her şeyin tanıdık ol-duğu Prizren’e hemen alışıyor, bu güzel Balkan şehrini hemen benimsiyorum. Başkent Priştine’nin ruhumda oluş-turduğu bunalım yerini huzura bırakı-yor. Taş Köprü’nün üzerine çıkıp AK Nehir’in akışını izlemeye başlıyorum. Yine Âlem-i İslam’la ilgili hayallere dalı-yor, ötelere doğru yolculuğa çıkıyorum. Prizren’e bambaşka bir güzellik katan Ak Nehir’in akışı ise bu yolculukta bana yoldaşlık yapıyor.

Camisi bol olan şehirBalkanların en güzel şehirlerinden biri

olan Prizren tam bir camiler şehri… Her köşe başında karşınıza çıkan şehirdeki camiler Prizren’in slüetinin en öne çıkan noktalarını oluşturuyor. 40’a yakın cami-nin olduğu şehri kaleden seyrederken özel-likle Sinan Paşa ve Bayraklı Camileri dikka-timi çekiyor. 1657 yılında Sinan Paşa’nın Bosna Valiliği sırasında yaptırdığı Sinan Paşa Camii, tıpkı Taş Köprü gibi Prizren’in sembollerinden biri haline gelmiş.

Prizren’in dikkat çeken camilerinden bir diğeri de Bayraklı Camii... 1574 yılın-da zamanın Prizren Valisi Rüstem Paşa tarafından yaptırılan Bayraklı Camii, aynı zamanda Prizren’in en büyük camii ola-rak da biliniyor. Yapılışından bugüne iftar vakitlerinde ilk kandiller bu camide yakıl-dığından Prizrenliler yüzyıllardır Bayraklı Camii’nin minaresinin kandillerine baka-rak iftarlarını açıyorlarmış.

Fatih Sultandedemizin namazgâhıTam bir Anadolu şehri olan Prizren’in

çay ocaklarında oturuyor, Prizrenlilerle bol bol sohbet ediyor, uzun uzun şehri seyre dalıyorum. Sokakta gezerken Türk olduğumu anlayan Prizrenli bir ablanın beni durdurarak “Bizim Türkiye’mize sahip çıkın” demesi, sonra da çekip git-mesi gözlerimin yaşlarla dolmasına ne-den oluyor. Şehirden ayrılmadan önce son olarak Fatih Sultan Mehmet Han’ın ordusuna namaz kıldırdığı Namazgâh’a gidiyorum. Prizren’in kuzey batısın-da Cakova yolunun üzerinde bulunan namazgâha ayrıca Kırık Mescid de de-niliyor. Kırık Mescid dün olduğu gibi bugün de insanlara Fatih Sultan Meh-met Han’ı ve kahraman ordusunu ha-tırlatmaya, o şanlı ordunun bir gün bu

topraklara geri döneceği yönündeki umudun her daim diri kalmasına neden oluyor.

Yetimlerin Kalesi Kula YetimaKosova ile ilgili yazıma son verme-

den önce bir gün yolu Prizren şehrine düşecek olanlara bir hatırlatmada bu-lunmak istiyorum. Prizren’in merkezine taksiyle 20 dakikalık bir mesafede Kula Yetima isimli bir konaklama merkezi bu-lunuyor. Şar Dağları’nın eteklerine kurul-muş olan Kula Yetime, Kosova Kurtuluş Ordusu’na bağlı mücahidler tarafından İHH’nın katkılarıyla inşa edilmiş. Savaşta şehit düşen arkadaşlarının çocuklarına sahip çıkmak için Kula Yetima’yı inşa eden eski mücahidler, buranın geliriy-le yüzlerce yetime bakıyorlar. Ailelerin rahatça kalabilecekleri bir otel tarzında yapılmış olan Kula Yetima’nın bütün ge-liri ise yetimlere gidiyor. Kula Yetima da zaten Yetimlerin Kalesi, korunağı anla-mına geliyor. Ben Prizren’de kaldığım za-man gecelerimi burada geçirdim ve eski mücahidlerle tadına doyulmaz sohbet-ler gerçekleştirdik. Eğer sizin de bir gün yolunuz Prizren’e düşerse mutlaka Kula Yetima’ya gidin, geceleri burada kalın de-rim. İnanın pişman olmayacaksınız.

Âlem-i İslam

Page 32: İSRAİL DE YIKILACAK! · 2020. 4. 16. · Adeta yeryüzünü siyasi, iktisadi, ... den daha zalim patronlar idaresinde ka-dın, çocuk ayırımı yapılmadan günde 18 saat çalıştırıldı,

E y bütün duaların ve ahitlerin sa-hibi! Vakfede yan yana durdu-ğun, dönüp baktığın, duasına

“amîn” dediğin müslüman Arakan’da, Doğu Türkistan’da, Gazze’de ne halde, ne yer, ne içer, günde kaç şehid verir, sordun mu? Dünya ku-pasıyla alakadar olduğun kadar ümmetle ilgi-lendin mi? Oysa sen, onların gözünde hala dara düştüklerinde ordular gönderen, açları-nı doyuran, açıklarını giydiren Osmanlı’sın. Sen Halife’sin, sen Abdulhamid’sin. Ölürken milletlerini önce Allah’a sonra sana emanet ettiler. Bosna’da, Kosova’da, Gazze’de aksa-kallı ihtiyarlar, “Artık mezalime dayanmaya mecalimiz kalmadı” diyen yavrularını, “Sab-redin! Yakında Allah Azze ve Celle Osmanlı İslam ordusunu gönderecek.” diye seninle teselli etti. Hala kubbelerde Hüdevandigar, minarelerde Sinan, yüreklerde senin mefa-hirin var. Namazı bunları da hissetmek için kıldın. Hacca, “Kardeşlerini gör, onlara karşı ödevlerini hatırla” diye çağrıldın. Madem ki, senin olmadığın yerde yetimlik, yalnızlık, ça-resizlik var. Krallar, melikler ve sınırsız ihanet-ler var. Madem ki, ümmet, “Mısır’da, Şam’da, Kudüs’te, Türkistan’da başına çöken gök kubbeyi senin ayağa kaldıracağına inanıyor.”

O halde neden hala oyunda oynaştasın? Ni-çin basit müşahhasa sahip olabilmek için ulvi mücerretten vazgeçiyorsun? Haydi davran! Her sabah niyetini yenile, “Şahit ol ey yeryü-zü! Malımı da, canımı da Allah’a sattım.” de!

Ey Gök kubbemizin ortadireği! “Allah de ve doğrul artık.” Eğer sen doğrulmazsan kardeş-lerin ihanet şemsiyeleri altında dertleriyle baş başa kalacak.

Sünnet inkarcılığı ile Allah Rasulü’ne düşman bir cemaat yetiştiren, O saldırıya maruz kaldığında, “Hani! ‘bilim adamıyım.’ diyordun, sen de İslam’ı müdafaa noktasın-da bir şeyler söyle.” dendiğinde, “Evet ben bilim insanıyım, Peygamber’in avukatı de-ğilim.” diyerek İslam hakkında en düşman-dan daha düşmanların bile söylemeye cesa-ret edemeyeceği cümleleri kurarak, küfrün İslam’a dair uydurduğu iftiraları tasdik eden din simsarlarının yolundan uzak dur! Unut-ma! Sünnet düşmanlarının safsataları ile de-ğil, bütün bir ümmete hayat veren İman’la, İslam’la, İhsan’ la ayağa kalkacaksın.

Ümmetin cepheleri düşerken de, “Buhari’nin Sahihliği” ya da “imsak vakti” gibi tartışmalar üzerinden gündem olmaya çalışan, Ümmet’in derdiyle hemhal olmayan sefihlere,

“Sizler ancak iplerinizi ellerine verdiğiniz efen-dilerinize göre konuşan sefiller olabilirsiniz.” demekten imtina etme! Sahte kahramanla-rın alnına ihanet mührünü vur ki, kardeşlerin mürşid diye deccallerin peşinden gitmesin.

Unutma! Sen yola çıkınca azlar çoğalacak, “Allah gören gözün, işiten kulağın, hakkı söyle-yen lisanın olacak.” Maruz kalacağın belalara sabrettikçe büyük ecirler kazanmanın sevin-cini yaşayacaksın; “Lütfun da hoş, kahrın da hoş Ya Rabbi!” diyeceksin. Furkan Doğan, Ab-dulkadir Molla, Biltaci’nin kızı Esma ve diğer şehidler gibi sen de Cennet’e şahid olacaksın. Senin de duan kabul olacak.

Unutma! Beşer planında da yalnız değilsin, kardeşin Muhammed Mursi Hz. Yusuf ’un medresesi zindanda irade ve sabır eğitimi alı-yor; İhvan ve Hamas cihada devam ediyor. Sen, ittihad-ı İslam için son hamleyi yaparken hepsi koşup, gelecek. Bütün bunlardan son-ra mazeret makamında, “Allah bize şehidsiz ve zindansız fetih vermez mi?” diye sorarsan, Kur’an-ı Kerim sana der ki, “İşte böyle biz, zafer günlerini insanlar arasında bazen bir gruba, ba-zen de diğerine nasip ederiz. Ta ki, Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şehitler edinsin.” (Âl-i İmran: 140).

SENİN OLMADIĞIN YERDEYETİMLİK VE ÇARESİZLİK VAR