Upload
duongtram
View
238
Download
2
Embed Size (px)
Citation preview
ŞİA VE EHLİ SÜNNET EKOLÜNDE HADİS YAZIMI HAKKINDAKİ FARKLILIKLAR
Şia’nın yanında hadis dairesi ehli sünnetten daha geniştir. Zira Şia mektebi Kur’an ve Resulullah’ın
(s.a.a) öğretileri gereği masumların bir değil 14 olduğuna inanmaktadır. Yani Peygamber
Efendimizden sonra Hz. Fatıma ve 12 İmam’da masumdur. Bu bağlamda masumların söz, fiil ve takriri
Şia’nın yanında hüccettir. Dolayısıyla Şia mektebinde masumlardan birine ulaşmak üçüncü asra kadar
sürmüştür. Ama ehli sünnet inancına göre Allah Resulünün vefatından sonra masuma ulaşma imkanı
ortadan kalkmıştır.
Şia’nın yanında hiçbir zaman hadis yazımı yasaklanmamış ve mütevakkıf olmamıştır. Hz. Peygamber
(s.a.a) ve onun Ehlibeyt’inin öğretileri gereği Şia’da her zaman hadis yazımı yaygın olmuş ve revaç
bulmuştur.
Şia’nın Hadis Özellikleri
Şia’nın hadis tarihi dönemi dört yönden Ehli sünnetin hadis devrelerinden farklıdır. Bu farklar
şunlardan ibarettir:
Hz. Resulullah’ın (s.a.a) yaşadığı dönem, Şia ve Ehli sünnet açısından hadis konusunda müşterek bir
dönemdir. Peygamberimizin döneminde hadise oldukça fazla önem verilirdi. Sahabe efendimizin
hadislerini hem ezberler hem de yazardı.
Şia ve Ehli Sünnet Ekolünde Hadis
1. Şia’nın yanında hadis dairesi ehli sünnetten daha geniştir. Zira Şia mektebi Kur’an ve Resulullah’ın
(s.a.a) öğretileri gereği masumların bir değil 14 olduğuna inanmaktadır. Yani Peygamber
Efendimizden sonra Hz. Fatıma ve 12 İmam’da masumdur. Bu bağlamda masumların söz, fiil ve takriri
Şia’nın yanında hüccettir. Dolayısıyla Şia mektebinde masumlardan birine ulaşmak üçüncü asra kadar
sürmüştür. Ama ehli sünnet inancına göre Allah Resulünün vefatından sonra masuma ulaşma imkanı
ortadan kalkmıştır.
2. Şia’nın yanında hiçbir zaman hadis yazımı yasaklanmamış ve mütevakkıf olmamıştır. Hz. Peygamber
(s.a.a) ve onun Ehlibeyt’inin öğretileri gereği Şia’da her zaman hadis yazımı yaygın olmuş ve revaç
bulmuştur. Masum imamlar bu konuda öncü olmuş ve yaranlarından bu konuya önem vermelerini
istemiştir.
Dolayısıyla Şia mektebinde hadis konusunda hiçbir kopma ve kırılma yaşanmamıştır. Ancak bu durum
ehli sünnette daha farklı gelişmiştir. Şia’da hiçbir zaman hadis yazımı yasak olmadığı için (Halifelerin
emirleri doğrultusunda değil de Ehlibeytin emirleri doğrultusunda hareket ettiklerinden) her zaman
hadis yazılmış ve yaygınlaşmıştır. Ancak ehli sünnette hadis yazımı Peygamber Efendimizden yüz yıl
sonra başlamıştır. Hadis yazımı birinci Halife döneminde yasaklandıktan sonra efendimizin hadisleri
unutulmaya yüz tutmuştur. Ehli sünnet mektebi de Hilafet ekolünden geldiğinden hadis yazımı
yapmamıştır. Dolayısıyla hadis yazımı Peygamber efendimizden yaklaşık olarak bir asır sonra ve bir
kopma yaşandıktan sonra yazılmaya başlanmıştır. Yani hadis yazımı yaklaşık olarak Resulullah’tan yüz
yıl sonra başlamıştır.
Şia hadisleri üç merhaleye sahiptir. Bu merhale şu şekildedir:
a) Huzur Dönemi
b) Toplama ve Taksim Etme Dönemi
c) Hadis Mecmua ve Külliyatlarının yazılması
d) Şimdiki Asır
PEYGAMBER EFENDİMİZ VE İMAMLARIN HAYATTA OLDUĞU HUZUR DÖNEMİ
Zikredildiği gibi Peygamber efendimiz ve İmamların hazır olduğu dönem ehli sünnet ve Şia açısında
müşterek dönemdir. Bu dönemde sahabe hadis ezberlemeye ve yazımına önem vermekteydi… Hz.
Muhammed Mustafa’nın rıhletinden Hz. Mehdi’nin gaybet dönemine kadarki üç asırlık dönem Şia
hadisinin çekirdeğini oluşturmaktadır. “Vesailu’ş Şia” kitabının müellifi Şeyh Hürrü Amuli, hadis
naklettiği kitapların isimlerini zikrettikten sonra şöyle yazmaktadır: Şeyh Saduk, Şeyh Tusi ve başka
muhaddisler hadislerini 6300 kitaptan nakletmişlerdir. [1]
Rical kitaplarını inceleyen araştırmacılarından biri bu kitaplardan 1695’ini tespit ederek kaydetmiştir.
Bu dönem şu şekildedir:
Birinci tabaka: Hz. Peygamberin ashabından 5 kişi ve yazılan kitap sayısı 5.
İkinci tabaka: Hz. Ali’nin ashabından tabiin 15 kişi ve yazılan kitap sayısı 15.
Üçüncü tabaka: İmam Hasan ve İmam Hüseyin’in ashabından 2 kişi ve yazılan kitap sayısı 51.
Dördüncü tabaka: İmam Seccad’ın ashabından 9 kişi ve yazılan kitap sayısı 11.
Beşinci tabaka: İmam Muhammed Bakır’ın ashabından 13 kişi ve yazılan kitap sayısı 32.
Altıncı tabaka: İmam Cafer Sadık’ın ashabından 370 kişi ve yazılan kitap sayısı 503.
Yedinci tabaka: İmam Musa Kazım’ın ashabından 42 kişi ve yazılan kitap sayısı 246.
Sekizinci tabaka: İmam Ali Rıza’nın ashabından 78 kişi ve yazılan kitap sayısı 207.
Dokuzuncu tabaka: İmam Cevad’ın ashabından 26 kişi ve yazılan kitap sayısı 78.
Onuncu tabaka: İmam Hadi’nin ashabından 27 kişi ve yazılan kitap sayısı 429.
On birinci tabaka: İmam Hasan Askeri’nin ashabından 16 kişi ve yazılan kitap sayısı 118.
Toplam 1695 kitap.[2]
Bu dönemde İmamların (a.s) kendileri bizzat kitaplar yazmış ve ikinci derecede öğrencileri bu yazım
işine devam etmiştir.
İmam Ali’nin dönemi
Hz. İmam Ali’nin (a.s) bizzat yazdığı kitaplardan bazıları:
1. Kur’an tefsiri (Kur’an-ı Kerim’in nüzul sebepleri, mutlak mukayyet, muhkem, müteşabih, has,
umum, nesih, mensuh…)
2. Kitab’u Sunen ve’l Kazaya ve’l Ahkam (Fıkhın çeşitli bablarını içeren bir kitap)
3. Ali’nin kitabı diye meşhur olan kitap. Hz. Resulü Ekrem’in söylediği ve Hz. Ali’nin yazdığı bir kitap.
4. Ali’nin Sayfası.
İmam Hasan ve İmam Hüseyin’in Dönemi
Bu dönem Muaviye’nin hükümet ettiği dönem olduğu için Ehlibeyt imamlarına ve Şialara baskılar
zirveye çıkmıştı. Dolayısıyla bu dönemde kitap yazımı son derece güçleşmiştir. Buna rağmen her iki
İmamda hadis yazımını defalarca vurgulamıştır.
İmam Seccad’ın Dönemi
Hz. İmam Seccad’ın (a.s) bizzat yazdığı kitaplardan bazıları:
1. Sahife-i Seccadiye.
2. Menasik-i Hac.
3. Risaleyi Hukuk.
4. El-Cami Fi’l Fıkh.
5. Sahife-i Züht.
6. Kitab-ı Ali Bin Hüseyin.
7. Aynı şekilde Davut bin İsa Hz. Seccad’ın hadislerini bir araya getirmiştir.
İmam Muhammed Bakır’ın Dönemi
Hz. İmam Muhammed Bakır’a (a.s) nispet verilen kitaplardan bazıları şunlardır:
1. Tefsir-i Kur’an.
2. Nushe-i Ahadis.
3. Sahife-i Ahadis.
4. Risaletuhu ila Said el- İskaf.
5. Zurare’nin Rivayet ettiği kitap.
6. Abdul Mümin’in rivayet ettiği kitap.
İmam Cafer Sadık’ın Dönemi
Hz. İmam Cafer Sadık’a (a.s) nispet verilen kitaplardan bazıları şunlardır:
1. Allah Teâlâ’nın rububiyetini inkar edenlerin reddi için yazdığı “El-ihliliycetu fi’t Tevhit”
2. Et- Tevhit.
3. Risaleyi Ahvaziye.
4. Risaletu’l İmam ila Ashabihi.
5. Risaletu fi vucuhi maayişi’l İbad.
6. El-Caferiyat.
7. Nesruddur.
8. Kitabu’l Hac.
İmam Musa Kazım’ın Dönemi
Hz. İmam Musa Kazım’a (a.s) nispet verilen kitaplardan bazıları şunlardır:
1. Musnedu’l İmam Musa bin Cafer.
2. Ali bin Suveyd’in sorularına verdiği cevaplardan oluşan Risale.
3. Risaleyi Akıl.
4. Risaleyi Tevhid.
İmam Ali Rıza’nın dönemi
Hz. İmam Ali Rıza’ya (a.s) nispet verilen kitaplardan bazıları şunlardır:
1. Sahife-i Rıza.
2. Risaleyi Zehebiye.
3. Emali-u Rıza.
4. El-ihliliycet”
İmam Cevad’ın Dönemi
Hz. İmam Cevad’a (a.s) nispet verilen kitap:
1. Müsnedu’l İmam Cevad.
İmam Cevad’ın Dönemi
İmam Hadi Dönemi
İmam Hasan Akseri Dönemi
USUL-U ERBAA MİE (400 ASIL)
Şia’nın ilk hadis kitapları oldukça çoktur. Bunların ilk adları “Usul-u Erbaa Mie” idi. Usul-u Erbaa mie,
Şia’nın ilk asıl hadis kaynaklarıdır. Kafi, Tehzib, Men La Yahduruhu’l Fakih, İstibsar gibi Şia’nın
günümüzdeki kaynak hadis kitapları bu 400 asıldan alıntıdır.
Usul-u Erbaa mie, Emire’l Müminin Hz. Ali’nin (a.s) döneminden Hz. İmam Hasan Askeri’nin (a.s)
dönemine kadarki zaman diliminde yazılmıştır. Bu asıllar en fazla imam Cafer Sadık’ın (a.s)
döneminde kaleme alınmıştır. Bu asıllar İmamlara sunulmuş ve imamlar gerekli değişiklikleri yaparak
tahriften korunmuştur.
Usul-u Erbaa Mie’yi ilk olarak bir araya getirerek toplayan kişi Şeyh Kuleyni (r.a) olmuştur. Usul-u Kafi
kitabında bu asıllardan bazılarını bir araya getirmiştir. Şeyh Kuleyni, 20 yıl boyunca bir şehirden bir
şehre, bir köyden başka bir köye seferler düzenleyerek Nişabur’dan (İran’ın Meşhed yakınlarındaki bir
şehir) Bağdat’a kadar yolculuklar yaparak eline geçen bu asılların bazılarını bu kitapta bir araya
getirmiştir. Bu asılları toplayan ikinci kişi ise Şeyh Saduk’tur. Şeyh Saduk, 200 cildin üzerinde kitap
yazmıştır. Şeyh Saduk’tan sonra bu asılları toplayan üçüncü kişi ise Şeyh Tusi olmuştur. Bu asılların
bazılarını “İstibsar” ve “Tehzib” kitaplarında bir araya getirmiştir.
TOPLAMA VE TAKSİM ETME DÖNEMİ
Bu dönem, imam Mehdi’nin (a.s) küçük gaybetinden Safeviye dönemine kadar devam etmektedir. bu
dönemde bir çok kaynak hadis kitapları yazılmıştır. Genel bir bakış açısıyla bu dönemde kaleme alınan
kitapları iki grupta toplayabiliriz:
a) Kutb-u Erbaa; Dört Ana Kaynak Kitabın Yazılması
b) Dua ve Ziyaret Kitaplarının Yazılması
Kutub-u Erbaa; Dört Ana Kaynak Kitabı
Şia’nın yanında en çok itibarı olan ve değer verilen “Usul-u Kafi, Men La Yahduruhu’l Fakih , İstibsar ve
Tehzib” kitapları bu dönemde yazılmıştır. Bu dönemde bir çok kitap yazılmasına rağmen en çok bu
kitaplara önem verilmektedir. (ileriki günlerde sitemizde bu kitapları tek tek inceleyeceğiz)
HADİS MECMUASI VE KÜLLİYATLARININ YAZILMASI
Bu dönem, Şia inancına bağlı Safevi devletiyle aynı döneme rastlamaktadır. Şia ulema ve
muhaddisleri, devletin Şia devleti olması hasebiyle bir baskıya maruz kalınmamasını fırsat bilerek bu
dönemden yararlanarak hadis külliyatlarını yazmaya başlamıştır.
Bu dönemde yazılan hadis külliyatları şunlardan ibarettir:
El- Kafi kitabını, Molla Muhammed Muhsin Feyzi Kaşani, kaleme almıştır. Bu kitapta dört ana kitapta
yer alan hadisler tekrarları ve müellifin açıklamaları silinerek bir araya getirilmiştir.
Vesailu’ş Şia kitabını, Muhammed bin Hasan El- Hürrü Amuli yazmıştır. Müellif bu kitapta fıkhi
hadisleri bir araya getirmiştir. Ve sadece dört ana kaynaktan yararlanmamıştır. Vesailu’ş Şia kitabı 30
cilttir. Vesailu’ş Şia kitabında toplam 35.868 hadis bulunmaktadır.
Biharu’l Envar kitabını, Allame Muhammed Bakır Meclisi, kaleme almıştır. Bu kitap, şu ana kadar
yazılmış en büyük Şii hadis külliyatıdır. Şu an piyasada olan basımıyla 110 ciltlik muhteşem bir eserdir.
Avalimu’l Ulum ve’l Maarif ve’l Usul mine’l Ayat ve’l Ahbar ve’l Ekval, kitabını Allame Meclisi’nin
öğrencilerinden olan Abdullah Bahrani İsfahani yazmıştır. Bu kitap 100 cilt olarak yazılmıştır.
Müstedreku’l Vesail, kitabını Mirza Hüseyin Nuri kaleme almıştır. Müellif bu kitabı Vesailu’ş Şia
kitabını tamamlamak için kaleme almıştır. Müellife göre Vesailu’ş Şia kitabının yazarının eline hadis
kitaplarından bazıları ulaşmamıştır. O da bu boşluğu doldurmak için bu kitabı yazmıştır. Müstedreku’l
Vesail kitabında 23.129 hadis bulunmaktadır.
ŞİMDİKİ ASIR
Günümüzde Şia mektebine mensup ulema günümüzün şartlarına uygun olarak çok değerli çalışmalar
yapmaktadır. Bu çalışmalardan bazılarına değiniyoruz:
a) Sözlük Yazımı ve Kılavuz Eserler
Şu ana kadar “Nehcü’l Belağa, Usul-u Kafi, Men la Yahduruhu’l Fakih, İstibsar, Tehzib, Sahife-i
Seccadiye, Gureru’l Hikem, Vesailu’ş Şia, Biharu’l Envar, Mustedreku’l Vesail… ve daha bir çok esere
sözlükler, lügatler ve fihristler hazırlanmıştır.
b) Tashih ve Tahkik
Şia’nın kaynak kitapları olan Vesailu’ş Şia, Müstedreku’l Vesail, el- Vafi ve Şeyh Saduk’un kitapları
incelenerek üstünde gerekli tahkik ve araştırmalar yapılmıştır. Şu anda bu işi İran’da şu kurumlar
yapmaktadır: “Müessese-i Alu’l Bayt li ihya-i Turas”, “Müessese-i El- İmam Mehdi” ve “Mektebetu’l
İmam Emiru’l Müminin”
c) Senet ve Mesnet Yazımı
Rivayet ve hadislerin ayrımı ve hangi rivayetin hangi Masuma ait olduğunu ayırma işi eski yıllarda da
yapılmasına rağmen asrımızda bu iş çok daha kapsamlı ve detaylı yapılmaktadır. Şu ana kadar bu
alanda Masumların rivayetleri ayrılarak şu çalışmalar yapılmıştır: Yahya Felsefi Darai’nin yazdığı
“Müsnedu’r Resulu’l A’zam”, Seyyid Hasan Şirazi’nin yazdığı “Kelimetu’r Resulu’l A’zam”, Üstat
Ayetullah Ahmedi Miyaneci’nin yazdığı “Mekatibu’r Resul”, “Müsnedu’l İmam Rıza”, “Müsnedu’l
İmam Kazım”, “Müsnedu’l İmam Cevad”, “Müsnedu’l İmam Müçteba”, “Kelimetu’l İmam Hasan”,
“Belagatu’l Hüseyin”…
d) Kaynak Kitapların Telhis ve Özet Yazımı
e) Uydurma Hadislerin Temizlenmesi
Kitapların tamamı incelenerek içlerinde olabilecek muhtemel uydurma hadislerin ayrıştırılması. Şu
ana kadar üstat Allame Şuşteri “El- Ahbaru’d Dahliye” adlı kitapta bu çalışmayı yapmıştır.
• Ehli sünnetin ilk hadis toplayıcıları, hadisleri şifahi ve sözlü olarak toplayarak yazmaya
başlamıştır. Gerçekte Buhari ve Müslim, üstatlarından sözlü olarak duydukları hadisleri
yazmışlardır. Ama Şia’nın hadis toplayıcıları yazılı hadislerle karşı karşıya idiler. Hiçbir zaman
hadis yazımı durmadığı için hadisler her zaman yazılı olarak bir sonraki nesillere intikal
etmiştir. Bizler bu yazılı metinleri “Usul-u Erbaa Mie” unvanıyla tanımaktayız.
• Şia’nın hadis halkalarının bir bütün halinde olması ve hiç bir kopukluk yaşanmaması, yazılı
olması ve Ehlibeyt imamlarının bu yazılı metinlere nezaret etmesi, hadis uydurulması ve
İsrailiyatın metinlere sirayet etmesine mani olmuş veya oldukça az sirayet etmiştir. Ancak bu
durum ehli sünnet metinlerinde oldukça fazladır. Ve ehli sünnet nezdinde inkar
edilmemektedir.
Devam edecek…
ABNA24.COM
...............................................................
[1] - Vesailu’ş Şia, c. 30, s. 165.
[2] - İslam’da hadis seyri, s. 310.
ŞİİLER NEDEN SAHİHİ BUHARİ’YE İTİMAT ETMEMEKTE VE HADİS NAKLETMEMEKTEDİRLER?
Cevabın daha iyi anlaşılması için öncelikle Buhari’nin yazarını tanımamız gerekmektedir. Buhari’nin
yazarı Muhammed bin İsmail Buhari (vefat tarihi 256 kameri) bir süre Nişabur[1] şehrinde yaşamıştır.
O dönemler Nişabur şehri Ehli sünnetin önemli ilmi merkezlerinden biri konumundaydı. Büyük
ulemalar ve edipler bu ilmi havzada yetişmiştir. Hatta İmam Rıza (a.s) Medine’den Meşhed’e giderken
Nişabur kentinden geçerken burada öğrenim gören alimler, edipler ve öğrenciler imam Rıza’nın (a.s)
yolunu keserek ondan Peygamber efendimizden kendi senediyle bir hadis nakletmesini istemişlerdir.*
Buhari, Nişabur ilmi havzasının büyüklerinden olan Ebu Zerai Razi, Ebu Hatem Razi ve Muhammed bin
Yahya Nişaburi gibi üstatların yanında bulunmuş ve onların şakirtliğini yapmıştır. Muhammed bin
Yahya bin Abdullah bin Halit Zehli Nişaburi (ölümü 258) Nişabur medresesinin büyük alimi ve Buhari
ve Müslim’in şeyhidir. [2] O ve bazı Nişabur ulaması Buhari’nin akaidinin batıl olduğuna
inanmaktaydılar. Dolayısıyla ondan hadis nakledilmesi yasaklanmıştı. Buhari ve Müslim’i akaitte
sapma gerekçesiyle Nişabur’dan kovmuşlardı. [3] Bundan dolayı Buhari, kitabında Muhammed bin
Yahya’dan rivayet naklettiğinde onun adını sarih ve açıkça getirmez, onun yerine Muhammed,
Muhammed bin Abdullah (dedesi) veya Muhammed bin Halit (dedesinin babası) isimleriyle getirir. [4]
Cerh ve tadil konusunda mütaahhirlerin imamı ve muasırın itimat ettiği Şemsettin Zehebi, “El- Muğni
Fi’z Zuafa” kitabında Muhammed bin İsmail Buhari’den bahsetmiş ve onun hakkında şöyle demiştir:
“Buhari, Ebu Zerai ve Ebu Hatem Razi’nin ta’n ve hakaretinden ari değildi.”[5]
Buhari, sadece Şiaların yanında itimat edilmeyen ve güvenilmeyen olarak anılmaz, bilakis Buhari
kendi asrındaki büyük ehli sünnet ulemaları tarafından hatta kendi üstatları tarafından bile
eleştirilmiş ve akaidinin batıl olduğu söylenmiştir. İbn Hacer, Buhari’yi müdlisler[6] (aldatan, kandıran)
tabakasından saymıştır. Fethul Bari kitabında Buhari’nin akaidini Hüseyin El Kerabisi ve İbn
Kelab’tan[7] aldığını tasrih etmektedir. “Tehzibu’l Tehzib” kitabında ise İbn Kelab’ın Hıristiyan
[8] olduğunu ifade eder. Bu sebepten dolayı Buhari’de İsrailiyat çoktur…
Buhari, ilk önce Hanefi mezhebine eğilim göstermiş, ama daha sonra Şafi mezhebine girmiştir. Bu
sebepten dolayı Ebu Hanife’yi “Ez Zuafa ve’l Metrukin” kitabında adını getirmekte ve onun hakkında
şöyle demektedir:
، يهدم اإلسالم عروة عروة وما ولد مولود أشّر منه لعنه َّللاه
“Allah ona lanet etsin, İslam’ı ilmik ilmik ederek tahrip etmiştir. Ondan daha kötü birisi dünyaya
gelmemiştir.” [9][10] (Ebu Hanife hakkında sadece Buhari yorum yapmamış bilakis bir çok ehli sünnet
büyüğü onun hakkında kötü açıklamalarda bulunmuşlardır. Örneğin Dört ehli sünnet imamından biri
olan İmam Malik Ebu Hanife hakkında şöyle demektedir: “İslam’da Ebu Hanife’den daha uğursuz biri
dünyaya gelmemiştir.” Başka bir yerde “Ebu Hanife’nin bu ümmete fitnesinin zararı, iblisin zararından
daha çoktur” demiştir.
Dört ehli sünnet imamından bir diğeri olan Ahmet bin Hambeli, Ebu Hanife hakkında şöyle demiştir:
“Ebu Hanife’nin sözleriyle (at veya eşek) pisliği benim açımdan eşittir.”
Dört ehli sünnet imamından biri olan İmam Şafi ise şöyle yazmaktadır: Ebu Hanife’nin 120 veya 130
sayfası olan kitabına baktım. 80 sayfası abdest ve namaz hakkındaydı. Bunlar ya Allah’ın kitabına veya
Resulü Ekrem’in (s.a.a) sünnetine muhalifti… Tarih-i Bağdad Li’l Hatib Bağdadi, c. 13, s.413)
Buhari’nin Zayıf Olduğuna Dair Deliller
Şiaların Buhari’nin rivayetlerine itimat etmemesinin bazı sebepleri şunlardan ibarettir:
1. Buhari, Hz. İmam Hadi ve Hz. İmam Hasan Askeri (a.s) döneminde yaşamıştır. Ancak kitabında bir
tane bile bu iki imamdan hadis olmadığı gibi önceki imamlardan da hadis nakletmemiştir. Buhari, o
kadar çok taassup sahibiydi ki hatta İmamların çocuklarından ve ashabından bile hiçbir hadis
nakletmemiştir!! Halbuki imamların (a.s) ashabı arasında çok büyük ulemalar ve muhaddisler
bulunmaktaydı. Buraya kadar şayet Buhari’nin Resulullah’ın (s.a.a) Ehlibeytine karşı (a.s) bir inadının
olmadığı düşünülebilir. Hadis nakletmemesinin sebebi sadece Peygamber efendimizin ehlibeytine
sevgi beslemediğinden kaynaklanmış denilebilir, ancak buna karşın Ehlibeyt’e (a.s) açıkça ve aleni bir
biçimde düşmanlık güden Harici ve Nasibilerden bir çok hadis nakletmiştir!! Elbette Buhari’nin böyle
yapması onun düşmanlığını ve Ehlibeyt düşmanlarına olan güvenini göstermektedir. Bazı ehli sünnet
ulaması Buhari’nin bu tutumunu tevcih etmeye kalkmış ve şöyle demişlerdir: Buhari’nin hadis
naklettiği bu hariciler şayet o dönemler Peygamber Ehlibeytine düşmanlık gütmüyorlardı ve o
dönemlerde harici ve nasibi çatısı altına girmemişlerdi! İbn Hacer Askalani, bazı ehli sünnet
alimlerinin bu görüşünü zikrettikten sonra hepsini reddetmektedir. Her ne olursa olsun İmran bin
Hattan gibi birisinden hadis nakletmesi bu ihtimali çürütmektedir. İmran bin Hattan, İmam Ali’nin
(a.s) katili İbn Mülcem hakkında şiir okumuş ve Emirel Müminin Hz. Ali’yi (a.s) şehit ettiği için ona
teşekkür etmiştir! [11] Sonuç olarak Buhari’nin böyle birinden hadis nakletmesi onun Peygamber
Ehlibeyt’ine (a.s) olan düşmanlığını açıkça ortaya koymaktadır. Sadece bu delil bile ona
güvenilemeyeceğini ve naklettiği hadislerin reddine yeterlidir.
2. Sahihi Müslim’de Ehlibeytin (a.s) bazı fazilet ve menkıbeleri zikredilmiştir. Ancak Buhari, bu
hadisleri nakletmekten sakınmıştır. Bu konu bile onun Peygamber Ehlibeytine olan muhalefetini
ortaya koymaktadır. Şayet Sahihi Buhari’nin Sahihi Müslim’e tercih edilmesinin sebebi de bazı taassup
sahibi Sünnilerden kaynaklanmıştır.
3. Buhari’nin kitabındaki hadislerde tahrif ve oynama oldukça fazladır. Sahihi Müslim’de rivayet
edilen bazı hadisler aynı senet akışıyla Sahihi Buhari’de de nakledilmiştir, ancak aynı hadis birkaç
hadise bölünmüş ve farklı şekillerde nakledilmiştir. [12] Bunun kendisi açıkça hadislerde oynandığını
göstermektedir.
4. İbn Hacer, Buhari ve Müslim’in kitaplarını inceledikten sonra şöyle yazmaktadır:
حصل لمسلم في كتابه حظ عظيم مفرط لم يحصل ألحد مثله، بحيث أن بعض الناس كان يفّضله على صحيح محّمد بن إسماعيل،
وذلك لما اختص به من جمع الطرق وجودة السياق والمحافظة على أداء األلفاظ كما هي من غير تقطيع وال رواية بمعنى
“Müslim bin Haccac için hasıl olan büyük fayda, ondan başka kimse için hasıl olmamıştır. Bundan
dolayı bazıları onu Muhammed Bin İsmail’in sahihinden daha faziletli saymıştır. Çünkü yolun birliği,
siyakta dikkat, lafızların edasının korunması, Segmentasyon, bölümleme ve manayla nakilden
kaçınmıştır.” [13]
4. Hadisleri bölümlemesi.
5. Hadisleri manalarına göre nakletmesi.
6. Rivayetlerin lafızlarını korumaması. (farklı lafızlarda getirmesi)
7. Uydurma ve zayıf hadislerin Buhari’de bulunması.
8. Sahihi Buhari’deki sıkıntılardan biri de tüm kitabın ona ait olup olmadığının tartışma konusu olması.
Bazı ulemalar bu konuyu kendi yerinde ele alıp incelemiştir.
Kısacası zikrettiğimiz bu hata ve yanlışlıkların dışında şahsiyeti hakkındaki bir çok menfi sözler doğal
olarak Şia’nın ona itimat etmemesine sebep olmaktadır. Dolayısıyla kitabına güvenmemektedirler.
Ancak bazı yerlerde Sahihi Buhari’den kaynak getirilmesi başka bir konudur. Bunun anlamı ona itimat
edildiğinden değil Ehli sünnet nezdinde kabul edildiğinden delil ve kanıt anlamında getirilmektedir.
[14]
* Bu makalede nakledilen tüm kitap, kaynak ve ulemalar Ehli sünnete aittir.
ABNA24.COM
...................................................................................
[1] - Nişabur, İran’ın Horasan bölgesinde bir şehirdir.
[2] - Tarih-i Bağdat, 2 / 31 ve 32: 424.
[3] - Tarih-i Bağdat aynı adres ve Seyr-u İ’lamu’n Nubela, 12 / 456-463
[4] - Vefayetu’l A’yan, 5 / 195: 248.
[5] - El- Muğni Fi’z Zuafa, 2 / 268: 5311.
[6] - Tabakatu’l Mudlisin, 24: 23
[7] - Fethu’l Bari, 1 / 243.
[8] - Tehzibu’l Tehzib, 2 / 310 – 311 ve El- Vafi Bi’l Vafiyat, 17 / 265.
[9] - El- İntika fi Fezailu’s Selasete’l Eimete’l Fukaha, 1 / 149 ve Ez Zuafa Buhari, 1 / 132: 388.
[10] - Bu konuda şüphesi olan okuyucularımız şu internet adreslerine başvurabilirler:
• http://www.mumsema.com/sizden-gelen-sorular/105825-imam-buhari-ile-imam-i-azam-
ebu-hanife-arasinda-bir-sorun-mu-vardi.html
• http://forum.memurlar.net/konu/750703/
• http://www.iktibasdergisi.com/author_article_detail.php?id=303
• http://www.sorularlaislamiyet.com/article/10268/imam-buhari-imam-azam-i-elestirmis-
midir.html
[11] - İbn Hattan’ın İbn Mülcem’i öven şiiri şudur:
يا ضربة من تقّيٍّ ما أراد بها إاّل ليبلغ من ذي العرش رضوانا
أوفى البرية عند َّللاه ميزانا إني ألذكره حيناً وأحسبه
Fethu’l Bari, 10 / 290; El-İstiab, 3 / 1128; El- İsabet, 5 / 303: 6880; Tarih-i Dimeşk, 43 / 495 ve Seyr
İ’lamu’n Nubela, 4 / 215.
[12] - Örnek olarak Sahihi Buhari’deki Teyemmüm ve Bey (alış veriş) bablarındaki hadislerle Sahihi
Müslim’deki hadisler karşılaştırılabilir.
[13] - Tehzibu’l Tehzib, 10 / 114: 227.
[14] - Cevahiru’l Kelam Fi Marifeti’l İmamet ve’l İmam, Ayetullah Seyyid Ali Milani, s. 84.
EHL-İ SÜNNETİN HADİS KAYNAKLARI ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA
İki İslâmî grup (Şia ve Sünni) arasındaki farklılıklara rağmen, hadis kaynaklarında ortak rivayetlerin
yanı sıra, sadece bir gruba has, yâni diğer grubun kesinlikle nakletmediği veya asla kabul etmediği
rivayetler de vardır. Bizim bu yazıdan amacımız, her iki grubun hadis kaynaklarının güvenilirlik
ölçüsünü incelemek, özellikle yazılmış olan hadisin, Allah Resulü’nden duyulmuş olan hadise oranla
doğruluk değerini ölçmek böylece de Hz. Peygamber'in (s.a.a) gerçek sünnetini elde etmektir.
Bütün raviler sadık, sıka ve doğru-dürüst olsalar da onların farkları şundadır ki, onlardan bazıları
hadisleri duyduktan sonra hemen yazmış, bazıları da hafızasında tutup uzun bir zaman geçtikten
sonra onu nakletmiştir.[1]
Ehl-i Sünnet Hadislerinin Tedvin Aşamaları
Ehl-i Sünnet arasında hadis tedvini üç dönem geçirmiştir:
a) Hz. Peygamber’in hadislerinin nakledilme, dinlenilme ve yazılmasının yasaklanış dönemi.
b) Hadis uydurma ve teksir etme dönemi.
c) Hadis tedvin etme dönemi.
Hz. Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in vefatından sonra, O Hazretin hadislerini yazmak, nakletmek, hatta
dinlemek bile yasaklanmıştı. Bu yasak yüz yıl sürdü. Ondan sonra hadis yazımı ve tedvini resmen
başlamış oldu. Malik’in “Muvatta” kitabı tedvin edilen ilk hadis kitaplarındandır. Ondan sonra bir çok
sihah ve müsnetler telif ve tedvin edildi. Bir süre de yazılmış olan hadisler incelenmeye tabi tutulup
sahih olan hadisler, zayıf olan hadislerden arındırılmış ve o dönemin neticesinde “Sihah-ı Sitte”
oluşmuştur. Şimdi her aşamayı tafsilatıyla açıklıyoruz:
İlk Aşama: Hz. Peygamber (s.a.a)’in hadislerinin nakledilme, dinlenilme ve yazılmasının yasaklanışı
a) Hz. Peygamber’in Hadislerini Yazmanın Yasaklanması
Ahmed bin Hanbel, Müslim, Daremi, Tirmizi ve Nesaî, Ebu Said-i Hudri’den naklen Hz. Peygamber
(s.a.a)’in şöyle buyurduğunu naklediyorlar:
“Benden, Kur’ân’dan başka bir şey yazmayın; Kur’ân’dan başka bir şey yazan, onu mahvetsin.”[2]
Bu hadis, kitaplarda yazılmış ve çeşitli beyan ve şekillerde nakledilmiştir; ama ortak manaları,
naklettiğimiz şekildedir. Yine Ebu Said-i Hudri’den, hadis yazmanın câiz olmaması hususunda diğer
hadisler de nakledilmiştir. Örneğin:
“(Ashaptan bazıları) hadis yazmak için Peygamber (s.a.a)’den izin istediler; fakat Peygamber (s.a.a)
onlara izin vermedi.”[3]
b) Birinci ve ikinci hâlifenin emriyle hadis yazımının yasaklanışı:
1- Zehebi Tezkiret-ul Huffaz’da, Merasil bin Ebi Melike’den şöyle naklediyor:
Ebu Bekir, Hz. Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra hâlkı toplayıp şöyle dedi:
“Siz Peygamberden, hakkında ihtilafa düştüğünüz bazı hadisler naklediyorsunuz; hâlkın sizlerden
sonra o hadisler hususunda ihtilafları daha çok olacaktır. Binaenaleyh Resulullah’tan bir şey
nakletmeyiniz! Eğer bir kimse sizden soru sorarsa, Allah’ın kitabı bizimle sizin aranızdadır, onun
helâlini helâl, haramını da haram bilin, deyin”[4]
2- Çeşitli rivayetlerde ikinci hâlifenin sünen yazmak istediği, bu konu hakkında ashaptan görüş alış-
verişinde bulunduğu, bir ay boyunca Allah’tan hayırlı bir yol talep ettiği ve nihayet bir şey yazmamak
için karar alıp şöyle dediği nakledilmiştir:
“Ben, sizden önceki bir kavmi hatırladım; onlar bir çok kitaplar yazdılar; sonra o kitaplara önem
vererek Allah’ın kitabını terk ettiler. Allah’a ant olsun ki, ben Allah’ın kitabını başka bir şeyle kesinlikle
karıştırmayacağım.”[5]
Daha sonra şehirlere şöyle bir genelge gönderdi:
“Kimin yanında Peygamber’den (s.a.a) bir hadis varsa onu yok etsin.”[6]
3- Aişe şöyle naklediyor:
“Babam Peygamber’den (s.a.a) beş yüz hadis yazmıştı; bir gece sabaha kadar uyumadı; sabah olunca
bana şöyle dedi: “Kızım, yanında olan hadisleri getir.” Ben de onları getirdim; derken onları yaktı ve
şöyle dedi: “Ölüp de onların senin yanında kalmasından korktum...”[7]
4- Zeyd bin Sabit kendi sahifesini (kitabını) suyla yıkadı, daha sonra onu yakarak şöyle dedi: “Eğer
başka sahifelerin de uzak yerlerde olduğunu öğrenmiş olursam, tüm çabamla oraya gidip onları da
yok ederim.”
Abdullah bin Mes’ud da sahifeleri yok etmek için çaba sarf edip şöyle diyordu:
“Bu kalpler, adeta bir kaptır; öyleyse onu Kur’an’la işgal edin (doldurun), başka bir şeyle değil.”[8]
c) Hz. Peygamber’den hadis nakletmeği yasaklama!:
İkinci hâlife, Abdullah bin Huzeyfe, Ebu Derda, Ebuzer, İbn-i Mes’ud ve Ukbet bin Amir gibi bir çok
hadis ravisini çağırtıp, onları, hadis nakletmekten alıkoymak için hapse attı. İkinci hâlife öldürüldükten
sonra, Osman’ın vasıtasıyla serbest bırakıldılar.[9]
Kurza bin Ka’b şöyle naklediyor:
“Irak’a yolculuk etmeği düşünüyordum; Ömer beni, Sırar’a (Medine’nin yakınlarında bir yerin ismi)
kadar yolcu etti. Daha sonra; “Sizinle birlikte buraya kadar niçin geldiğimi biliyor musun?”diye sordu.
Cevaben; “Bizi yolcu etmek ve bize ikramda bulunmak kastıyla herhâlde” dedim. Ömer bu sözüme
karşılık şöyle dedi: “Başka bir kastım da var; siz öyle bir şehre gidiyorsunuz ki, o şehrin bütün hâlkı
Kur’an okumakla meşguldür; onları hadisle meşgul etmeyiniz; Kur’an’ı güzelleştirin, Resulullah’tan
hadis rivayet etmeği ise azaltın.”
Kurza Irak’a vardığında, hâlk ondan hadis söylemesini rica etti; o da cevaben; “Ömer beni hadis
nakletmekten nehy etmiştir” dedi.[10]
Ömer bir gün, İbn-i Mes’ud, Ebu Derda ve Ebuzer’in hadis nakletmelerine itiraz etti; daha sonra onları
hapse attı; onlar ikinci hâlifenin ölümüne dek hapiste kaldılar.[11]
Ashap öyle bir korku ve vahşet atmosferi içinde idi ki, eğer bir kimsenin ağzından, farkında olmadan
“kâle Resulullah” (Resulullah buyurdu) sözü çıkmış olsaydı, korkuya kapılıp ne yapacağını bilmezdi.
Örneğin:
Amr bin Meymun şöyle diyor: “Bir yıl, İbn-i Mes’ud’la gidiş gelişimiz vardı; onun kesinlikle Resulullah
(s.a.a)’den bir hadis naklettiğini görmedim. Bir gün konuşuyorken ağzından “kâle Resulullah” lafzı
çıktı; bundan dolayı çok sıkılıp gama büründü; öyle ki alnından ter akmaya başladı.”[12]
Buhari, Said bin Zeyd’den şöyle dediğini naklediyor: “Benim Talha bin Ubeydullah, Sa’d bin Ebi
Vakkas, Mikdad bin Esved ve Abdurrahman bin Avf ile sohbetim oluyordu; onların hiçbirinden
Resulullah (s.a.a)’den bir hadis naklettiklerini görmedim; sadece Talha, Uhud savaşından söz
ediyordu.”[13]
Zeyd bin Erkam’a; “Bize hadis söyle” dediklerinde; “Kebirna ve nesiyna” (İhtiyarladık; unuttuk)
diyordu. Aşere-i Mübeşşere’den biri olan Said bin Zeyd bin Amr bin Nufeyl gibi bazı sahabeler çok az
hadis nakletmişlerdir. Ebu Ubeyde-i Cerrah’ın, Sahih-i Müslim ve Sahih-i Buhari’de hiçbir hadisi
yoktur.[14]
Elbette Feth-ul Bâri, Buhari’nin şerhinde, Said bin Zeyd’in kıssasının dipnotunda şöyle yazıyor: “Onlar,
hadisin azaltılıp çoğaltılmasından korktuklarından dolayı konuşmuyorlardı.” Feth-ul Bâri onların
amelini, ihtiyatlı bir hareket olarak göstermeğe çalışıyor.
Her hâlükârda, sürekli Peygamber (s.a.a)’le birlikte olan ashabın bu tutumu, ister kıyamet gününden
korkarak, isterse hakim olan baskıdan korkarak hadis nakletmekten çekinmeleri, Hz. Peygamber
(s.a.a)’in sünnetinin yok olmasına sebep oldu. Birinci neslin vefat etmesi ve çeşitli tebligatlar
neticesinde artık sabit ve güvenilecek bir hadis bâki kalmadı. Şimdi Sihah-i Sitte’nin, sözümüzü teyit
eden hadislerine dikkatinizi çekiyorum:
1- Namazın teşehhüdünün sigaları (okunuş şekli):
Teşehhüt, namazın farzlarından biri olmasına ve her gün kaç defa tekrarlanmasına rağmen, bir çeşit
sigası (okunuş şekli) yoktur. Zira Sahih-i Müslim ve Sahih-i Buhari’de İbn-i Mes’ud’un teşehhüdü
şöyledir:
“Ettehiyyatu lillahi ve’s-selevatu ve’t teyyibatu, es selamu aleyke eyyühe’n nebiyyu ve rahmetullahi
ve berekatuh, es selamu aleyna ve ala ibadillah’is salihin, eşhedu en la ilahe illellahu ve eşhedu enne
Muhammeden abduhu ve resuluh.”
İbn-i Abbas’ın teşehhüdü ise şöyle:
“Et tehiyyat’ul mübarekatu ve’s salavat’ut tayyibatu lillahi, es selamu aleyke eyyuhe’n nebiyyu ve
berekatuh, es selamu aleyna ve ala ibadillah’is salihin, eşhedu en la ilahe illallahu ve eşhedu enne
Muhammed’en resulullah.”
Ömer bin Hattab’ın minberin üzerinde de okuduğu teşehhüt şöyle:
“Et tehiyyat’uz zakiyatu lillah’it tayyibati salavatullahi...”
Serahsî’nin rivayetinde de şöyle:
“Et tehiyyat’un namiyat’uz zakiyat’ul mübarekat’ut tayyibatu lillahi ...”
Ebu Said-i Hudri’nin teşehhüdü ise şöyle:
“Et tehiyyatu, es salavat’ut tayyibatu, es selamu aleyke...”
Ebu Said-i Hudri daha sonra şöyle diyor:
“Biz Kur’an ve teşehhüdün haricinde bir şey yazmıyorduk.”[15]
2- Nikah akdinin sigası (okunuş tarzı):
“Bir kadın Resulullah (s.a.a)’in yanına gelerek, kendisini O Hazrete bağışlamak istedi. Bu arada bir
şahıs ileri çıkarak Hazrete; “Onun nikahını bana kıy” dedi. O adamın kadına mihriye verecek bir gücü
yoklu; fakat Kur’an’ın bazı ayetlerini ezberlemişti; bunları o kadına öğretebilirdi. Bundan dolayı
Resulullah (s.a.a) o kadını, (bildiği ayetleri ona öğretmesi şartıyla) o adama nikahladı.”
Resulullah (s.a.a)’in onları nasıl bir siga ve cümle ile evlendirmesine gelince, bir rivayette Hazretin
şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“Enkehtukeha bima meake min’el Kur’an”
İkinci bir rivayette ise Hazretin şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“ Kad zevvectukeha bima meake min’el Kur’an.”
Üçüncü bir rivayette ise şöyle buyurduğu geçmiştir:
“Zevvectukeha ala ma meake.”
Dördüncü bir rivayette ise şöyle:
“Kad mette’tukeha bima meake.”
Beşinci rivayette ise şöyle:
“Kad mette’tukeha bima meake min’el-Kur’an.”
Altıncı rivayette ise şöyle:
“Enkehtukeha ala en tegreaha ve tuellimeha.”
Yedinci bir rivayette ise şöyle:
“Emkehnakeha...”
Sekizinci bir rivayette ise şöyle:
“Huzha bima meake.”[16]
Bu ihtilaflardan bir çok helâl ve haramlar doğmaktadır. Bunlar sadece lafzi ihtilaf değil, kendilerine
has bir takım fıkhî etkileri de vardır.
Hz. Peygamber (s.a.a)’in hadisleri uzun yıllar boyunca yazılmadığına göre, hadislerdeki uyduruk ve
tahrif ihtimalini görmezlikten gelsek de, yine de hiçbir lafız ve mazmunun Hz. Peygamber (s.a.a)’in
kendisinden sadır olduğuna yakin edilmez.
b) Hadis uydurma ve teksir etme:
İlk hâlifeler, hadis yasaklama ve Kur’an okumaya teşvik etmekle bir çok hadislerin unutulmasına
sebep oldular. Osman’ın zamanından itibaren bazı kimseler, çeşitli amaçlardan dolayı hadis
uydurmaya teşebbüs ettiler. Her fırka diğer bir fırkaya galip olmak için, kendisini bir hadisle
Resulullah’a intisap ediyordu.[17]
Dediğimiz gibi çeşitli sebeplerden dolayı bir çok hadisler uydurulmuş oldu. O sebeplerden bazıları
şunlardır:
1- Dini yanlış tanıtmak için bir çok hadislerin zındıklar tarafından uydurulması.
2- Bazı İslâmî grupların, birbirlerine galip ve hakim olmak için bir çok hadisleri vazetmeleri. Örneğin:
Hanefiler, Şafiilerin aleyhinde şöyle bir hadis uydurdular:
“Ümmetimin arasından Muhammed bin İdris isminde bir adam çıkacaktır; o, ümmetime İblis’ten daha
zararlıdır; Ümmetim arasından kendisine Ebu Hanife denilen bir adam gelecektir; o, ümmetimin
kandilidir.”[18]
Bu hadisin senedinde, Me’mun bin Ahmed-i Selmi ve Ahmed bin Abdullah-i Hunbari isimlerinde hadis
uyduran iki şahıs vardır. Bu hadisi, Hatib-i Bağdadi Ebu Hureyre’den merfu olarak (senedini
zikretmeksizin) nakletmiştir.
Buna karşılık Şafiiler de başka bir hadis uydurdular; o hadis şudur:
“Kureyş’e ikram edin; şüphesiz Kureyş’in alimi yerin tabakalarını ilimle doldurmaktadır.”[19]
3- Hadis uydurmanın diğer sebeplerinden biri de, hadisi iyice ezberlememektir. Şöyle ki, hadis
nakledenin hadis uydurma diye bir kastı yoktur. Ama hafızası az olduğundan dolayı, sözü yanlış
duymuş ve böylece onu yanlış olarak da halka aktarmıştır; onu nakletmek de bir çeşit hadis uydurmak
sayılmaktadır.
4- Hakim ve sultanlara yakın olmak için hadis uydurmak.
5- Yaşlılık ve hafızayı kaybetme neticesinde hadis uydurmak.
6- Münazarada karşı tarafa galip olmak için hadis uydurmak.
7- Halkın rızasını kazanmak için hadis uydurmak. Örneğin; hikaye anlatırken onu güzelleştirmek için
bazı şeyler artırmak.
8- Mekruhlardan korkutmak ve müstehaplara teşvik etmek için hadis uydurmak.
Çeşitli sebeplerden dolayı hadsiz hesapsız bir şekilde hadis uydurmaya koyuldular. Hatta kıyas ve
istinbatlarından elde ettikleri neticeyi bile Hz. Peygamber’e nispet verdiler.[20] Örneğin şöyle dediler:
“Eğer Peygamber’in eşi olan Ebu Süfyan’ın kızı, “Ümm-ül Müminin’” (müminlerin annesi) ise, Muaviye
de “Hâl-ul Müminin” (müminlerin dayısı)’dır.
Kaç yıl böyle geçti; nihayet ümmetin fikir sahipleri, sahih olan hadisleri toplamaya ve onları binlerce
batıl hadislerin arasından ayırt etmeğe karar verdiler. Böylece üçüncü aşama, yâni sahih hadisleri
toplamak ve onları tedvin etmek aşamasına gelinmiş oldu.
c) Hadis Tedvin Etme Dönemi Malik’in Muvatta’sı
Ehl-i Sünnetten Hz. Peygamber (s.a.a)’in hadisini toplayan ilk şahıs, Medine’nin fakihi olan Malik bin
Enes’tir. Hicri 91-93 yılları arası doğmuş ve 179’da ise vefat etmiştir. Ehl-i Sünnet alimleri, onun
kitabını kabullenmişlerdir. Şafii onun kitabı hakkında şöyle diyor:
“Malik’in Muvatta’sı Allah’ın kitabından sonra en sahih kitaptır.”[21]
Dehlevi “Hüccetullah’il Baliğa” kitabında şöyle demiştir:
“Birinci tabakada yer alan hadis kitapları, şu üç kitaptan ibarettir: Muvatta, Sahih-i Buhari ve Sahih-i
Müslim.”[22]
Suyuti “Tenvir-ul Havalik” kitabında, Kadı Ebu Bekr bin Arabi’den şöyle naklediyor:
“Malik’in Muvatta kitabı birinci asıl, Buhari’nin sahihi ise ikinci asıldır.[23] Malik, yüz bin hadis rivayet
etti; fakat Muvatta kitabında on bin tanesine yer verdi. Daha sonra bu hadisleri sürekli olarak Kur’an’a
ve Hz. Peygamber’in ameli sünnetine sunuyordu; nihayet beş yüz hadis bâki kaldı.” [24]
Ferhun “El Mezheb-u fî Marifet-i A’yan’il Mezheb” adlı kitabın önsözünde, Atik bin Zübeydî’den şöyle
naklediyor:
“Malik, Muvatta kitabında on bin hadis topladı; her yıl o kitaba bakarak bazı hadisleri çıkarıp atıyordu.
Eğer birazcık da yaşayacak olsaydı, hepsini silip atacaktı.”[25]
Zerkanî’nin Muvatta’ya yazdığı şerhde, İbn-i Hebbab, Ulkiya Heras ve Ebheri’den de üstte geçen
ibarelere benzer sözler nakledilmiştir.[26]
Malik’in Muvatta’sıyla ilgili bazı nükteler:
Evvela; Malik hicretten takriben 90 yıl sonra dünyaya geldi. Eğer hadis yazımına 30 yaşından itibaren
başlamış ve Hz. Peygamber-i Ekrem’in zamanında yaşayanlardan veya en azından hicret zamanından
O’nunla birlikte olanlardan hadis nakletmek istemiş olursa, o zaman dört vasıtaya ihtiyaç duyması
gerekir. Birinci aşamada değindiğimiz gibi, ilk raviler, yâni ashap, hadis yazmadılar; Hz.
Peygamber’den sonra da bir şey yazılmadı. Çünkü o zamanlar hadis nakletmek ve hadis toplamak
yasaktı.
Birinci aşamadaki sözleri dikkate aldığımızda, Muvatta’nın bir hadisinin bile Hz. Peygamber’den sadır
olduğunu söylemek mümkün değildir. Hak, Atik bin Zübeyr’ledir; ki şöyle demişti: “Eğer Malik daha
çok yaşamış olsaydı, Muvatta’nın bütün hadislerini silip atacaktı.”
Saniyen; “Malik, sahih hadisi zayıf hadisten ayırt edebilmek için toplamış olduğu hadisleri Kur’an ve
Hz. Peygamber’in ameli sünnetiyle mukayese etmiştir.” deniliyor. Bunun anlamı, Malik’in Kur’an ve
sünnetten kavradığı anlayışı kendisine ölçü edindiğidir. Buradaki asil soru şudur ki, onun kitap ve
sünnetten elde ettiği anlayışın doğru olduğunun delili nedir? Malik’in yanılmadığına dair elimizde bir
garanti yoktur. Dolayısıyla da Malik ve onun gibi kişilerin tashih ve taz’ifleri, buradaki sorunu çözme
hükmünde değildir.
Diğer bir soru da Hz. Peygamber’in ameli sünnetinin Malik’in eline nasıl ulaştığıdır. Acaba
hükümetlerin, keza toplumun iktisadi ve siyasi durumu, halkın yaşam tarzları ve onların sünneti
algılama tarzı üzerinde herhangi bir etkisi olmamış mıydı? Acaba halkın arpa ekmeği yediği zamanla,
bazı insanların altını keserle kırdığı zaman arasında sünnete bakış açısından bir farklılık oluşmamış
mıydı? Acaba Malik hangi sünneti, Hz. Peygamber’in ameli sünneti olarak kabul etmişti? Diğer bir
nükte de şu ki, hadis konusunda ilk tedvin olunmuş olan Muvatta kitabının nüshâları, muhteva
(içerik), takdim, tehir ve bablar açısından birbirleriyle farklıdır. Dolayısıyla da, dört vasıta ve bunca
nüsha ihtilaflarıyla elimize ulaşan Muvatta ve benzeri hadis kitapları bizim onlara güvenirliğimizi
azaltmaktadır.
Sahih-i Buhari
Hadis toplamaya koyulan ikinci şahıs, Buhari lakabıyla meşhur olan Ebu Abdullah Muhammed bin
İsmail-i Farisî idi. Buhari, hicri 194 yılında doğmuş, 256’da ise vefat etmiştir. O, “Sahih-i Buhari” adlı
hadis kitabını yazmak için 16 yıl zahmet çekmiştir. Onun kitabı hakkında şöyle diyorlar:
“Buhari, kendi Sahih’ini 600 bin hadisin içerisinden istihraç etmiştir.”[27]
İsmaili, Buhari’den şöyle dediğini nakletmiştir:
“Bu kitapta sadece sahih hadisleri yazdım; yazmadığım sahih hadisler yazdığımdan daha çoktur.”[28]
Yine şöyle demiştir:
“Ben yüz bin sahih hadis ve iki yüz bin de sahih olmayan hadis ezberledim.”[29]
Buhari’ye Tenkitler Birinci tenkit:
Hatib-i Bağdadi kendi tarihinde Buhari’nin şöyle dediğini naklediyor:
Nice hadisleri Basra’da duydum; onları Şam’da yazdım; nice hadisleri Şam’da duydum; onları Mısır’da
yazdım.” Kendisine: “Ea Eba Abdullah (lakabı), kâmil bir şekilde mi yazdınız?” dediklerinde ise susarak
cevap vermedi.[30]
Buhara’nın Emiri Uhaydir bin Ebi Cafer de aynı sözü ondan nakletmiştir.[31] İbn-i Hacer-i Askalani de
şöyle naklediyor: “Buhari sahihinde “Nevadir” diye adlandırdığı hadisleri, bir senet, iki lafızla tahriç
etmiştir.”[32]
Velhasıl birinci tenkit şudur ki, Buhari duymuş olduğu hadisleri bir yerde topluyormuş. Onun bu ameli
normal olarak bazı kelimelerin değişmesine veya atılmasına sebep oluyormuş. Bazen de bir hadisin
senedi diğer hadisin senediyle karışmıştır. Buhari’nin kendisi de hem amelen, hem de lafzen bu
gerçeği itiraf etmiştir.
İkinci tenkit:
Çeşitli karine ve tenkitlerle, Sahih-i Buhari’nin müellifinin kendi hayatında, söz konusu kitabın temize
çekilip tanzim edilmediği anlaşılmaktadır. O karine ve delillerden biri, Ebu İshak el- Mustemeli, Ebu
Muhammed es Serahsi, Ebu Heysem Keşmiyheni ve Ebu Zeyd Mervzi’nin rivayetlerindeki takdim ve
tehirler (kelimelerin ileri geri yazılmış olmalarıdır;) ve Abdurrahman bin Avf ve Said bin Ziyad’ın
biyografilerinin zikredilmemesidir.
Üçüncü tenkit:
Buhari sahihinde, zayıf, yalancı, meçhul ve ithamlı olan insanlardan pek çok hadisler nakletmiştir.
Feth’ul Bari’nin takriben 65 sayfası, bu şahısların isim ve sakıncalı olmalarıyla ilgilidir.[33]
Bunların hepsi Sünni kardeşlerin söz konusu ettikleri tenkitlerdir. Eğer bu tenkitlere, birinci aşamada
Malik’in Muvatta’sı hakkında değindiğimiz tenkit ve sözler de eklenmiş olursa, artık hiçbir lafız ve
mazmuna güven kalmaz. Şayet bu tenkitten dolayıdır ki, Reşit Rıza el-Menar’da şöyle demektedir:
“Bu hadisler hakkında iyice düşündüğünüzde anlayacaksınız ki, o (Sahih-i Buhari) iman ve İslâm’ın
esas ve erkanından değildir ki, her Müslüman Buhari’nin naklettiği her hadise iman etmiş olsun;
nerede kaldı ki uyduruk hadislere iman etmesi gereksin. Hiç kimse, İslâm’ın sıhhati ve onun tafsili
maarifi için, Sahih-i Buhari’yi tanımayı ve onda olan her şeye ikrar etmeyi şart koşmamıştır.”[34]
O hadislerin sıhhatine itikat etmek, İslâm’ın bir cüz’ü olmamasıyla birlikte, onların hepsinin
doğruluğuna itikat etmek, insanın İslâmiyetine bile darbe vurabilir. Aslında gerçek olmayan senetleri
Resulullah’a nispet vermek haramdır. Elbette o kitapta varolan her şeyin batıl olduğuna dair hüküm
vermek de doğru değildir. Ama hüccet olacak herhangi bir delil onda yoktur diyebiliriz.
Sahih-i Müslim
Hadis toplayanlardan üçüncü şahıs, “Sahih-i Müslim” diye tanınan kitabın sahibi Ebu’l Hasan Müslim
bin Haccac el Kuşeyri en Nişaburi’dir. Müslim, hicri 204’te doğmuş, 268’de ise vefat etmiştir.
Vasıtanın çokluğu, lafızların değişikliği vb. yönlerden önceki kitaplara olan tenkitler bu kitaba da
yöneliktir.[35]
Müslim yazıların üzerinden hadis topluyor ve hadisin lafzına da sadık kalıyormuş. Ama onunla Hz.
Peygamber-i Ekrem (s.a.a) arasında takriben on vasıta vardır. Bu yönden Sahih-i Müslim-i daha fazla
incelemekten vazgeçiyoruz. Ama sadece nakillerdeki müsamahaya, üstatlar hakkındaki
dikkatsizliklere ve çeşitli asırlar boyunca kitabın korunmasına dikkatinizi çekmek için Sahih-i Müslim’in
şarihi olan Nevevi’nin senedini nakledip onu incelemek istiyoruz. 631 yılında doğan, 767 yılında ise
vefat eden[36] Nevevi şöyle diyor:
“Şeyh-ul Emin Ebu İshak İbrahim bin Ebi Hafs, İmam Muslim bin Haccac’ın Sahihinin hepsini bana
nakletti. Demek ki Sahih-i Müslim’i kendisine nakleden Nevevi’nin üstadı, İbrahim bin Ebi Hafs imiş.
(Ö: 664)
İbrahim bin Ebi Hafs da, Müslim’in kitabını üstadı Mensur bin Abdulmun’im’den (D: 522; Ö: 608)
nakletmiştir; Mensur da mezkur kitabı Muhammed bin Fazl-i Efravi’den (D: 541; Ö: 530) öğrenmiştir;
Muhammed de mezkur kitabı Abdulğafir-i Farisi’den (D: 353; Ö: 448) öğrenmiştir.[37]
Nevevi’nin Müslim’in kitabına olan senedini devam etmeden önce dikkatinizi şu nükteye çekiyoruz ki,
Nevevi’nin kendi itirafına göre Mensur bin Abdulmun’im-i Feravi hicri 522’de doğmuştur.
Mensur da şöyle diyor: Ebu Cedy Ebu Abdullah Muhammed bin Fazl-el Feravi (Ö: 530), bu kitabı bize
nakletmiştir; yâni Mensur, sahih olan ve Allah ile kul arasında hüccet sayılan bu önemli kitabı 8
yaşından önce öğrenmiş olması gerekir.
Yine hicri 441’de doğan Ebu Abdullah Muhammed bin Fazl El Feravi, adı geçen kitabı, hicri 448 yılında
vefat eden bir kimseden öğrenmiştir; yâni Sahih-i Müslim’i 7 yaşından önce öğrenmiş olması gerekir
ki, bize nakletmiş olabilsin! Ama eğer; senetlerin zikredilmesi sadece teşrifatıdır denilmiş olursa, o
zaman da bu yorumu ispat etmek zor olacaktır. Şöyle de denilebilir:
“Sahih-i Müslim’in istinadı Müslim’le mütevatirdir; işte bu yüzden Nevevi bu kitap için doğru bir senet
göstermeğe çaba sarf etmemiştir!”
Oysa o zamanlarda baskı yoktu, kitaplar istinsah ediliyordu, hadislerde ca’l ve tahrif imkanı daha
güçlü idi. Öyleyse sadece o hadis ve kitaplar kabul edilebilir ki, öğrenci üstadından kâmil bir şekilde
duymuş olsun, kendi yazısını ezberlemiş olsun ve böylece kitabındaki bütün sözleri onun müellifine
nispet vermiş olabilsin.
Her hâlükarda bu çeşit tenkitler, Ehl-i Sünnetin diğer sahih, müsned ve hadis kitapları hakkında da söz
konusudur. Dolayısıyla sihah ve sünenler arasındaki fasıla, ilk kitabın, yâni Muvatta’nın yazıldığı
zamana kadar araştırmalı ki, ilk yazılmış olan hadislerin de sihah ve müsnetler sahiplerinin ellerine
sahih olarak ulaşmış olmaları, müstenit olmaları ve hangisinin senedinin sahih olduğu, hangisinin
senedi zayıf olduğu anlaşılmış olsun. Özellikle de sahabelerin bazen tabiinden, büyüklerin
küçüklerden, bazen de sahabelerin Ka’b bin Ahbar gibi insanlardan hadis nakletmeleri, bazen de
hadislerin, Hz. Peygamber-i Ekrem’in ömrünün sonlarında iman eden Ebu Hureyre’den ve Hz.
Peygamber’in zamanında erginlik çağına ermemiş İbn-i Abbas gibi insanlardan nakledilmiş olmaları
insanın şüphesine yol açmaktadır.[38]
Fahrattin Altan
Abna24.com
--------------------------------------------------------------------------------
[1]- Şu açıktır ki, hafızalarda korunan bir şey, bir çok yönlerden de değerini kaybetmektedir. Çünkü
hafızadan aktarılan bir şey, ister istemez unutularak azaltılıp çoğaltılıyor, edebi nükte ve özelliğini
kaybediyor, bazen de diğer hadislerle karıştırılmış oluyor... Ama ağızdan çıkar çıkmaz yazılan sözlerde
bu ihtimaller söz konusu değildir. (Müt.)
[2]- Kenz’ul- Ummal, c. 1, hadis: 1005; c.10, hadis: 29168
[3]- Tirmizi, c. 2, s. 11. Hindistan bas.
[4]- Tezkiret’ul- Huffaz, c.1, s. 3; Beyrut bas.
[5]- İbn-i Abdulbir ve Beyhaki, Ezva’un ala’s Sünnet’il Muhammediyye’den nakletmekteler. s. 47;
Tezkiret’il Huffaz’dan naklen.
[6]- Tabakat-i İbn-i Sa’d, c. 1, s. 3; Ezva’un ala’s Sünnet’il Muhammediyye’den naklen, s. 206.
[7]- Tezkiret’ul Huffaz, c. 1, s.5.
[8]- Ezva’un ala’s Sünnet’il Muhammediyye, hadis yazımının nehy edilmesi bölümü, s. 49. Mezkur söz
ikinci hâlifeden de nakledilmiştir; Tezkiret’ul Huffaz’dan naklen, c.1, s.7.
[9]- Tezkiret’ul Huffaz, c.1, s.7. Buna benzer sözler de Müstedrek-i Hakim’de nakledilmiştir.
[10]- Aynı Kaynak
[11]- Sire-i Pişvayan, bu sözü Müstedrek-i Hakim’den (c.1, s. 102, Beyrut, Dar’ul Marife bas.)
nakletmiştir.
[12]- Ezva’un ala’s Sünnet’il Muhammediyye, s. 55- 56.
[13]- Aynı Kaynak s. 56. Sahih-i Buhari’den naklen, c.6, s. 28.
[14]- Aynı Kaynak s. 56.
[15]- Ezva’un ala’s Sünnet’il Muhammediyye, s. 82- 83; Takyiyd’ul İlm’den naklen, s. 95, müellif:
Hatib- i Bağdadî.
[16]- Aynı Kaynak s. 91.
[17]- Ezva’un ala’s Sünnet’il Muhammediyye,s. 118.
[18]- Aynı Kaynak s. 121-130.
[19]- Aynı Kaynak
[20]- Aynı Kaynak
[21]- Ezva’un ala’s Sünnet’il Muhammediyye, s. 296-297; şerh-i Zerkani’den naklen, c. 1, s. 11 ve 25.
[22]- Aynı Kaynak
[23]- Aynı Kaynak
[24]- Aynı Kaynak
[25]- Aynı Kaynak
[26]- Aynı Kaynak
[27]- Mukaddime-i Feth’ul Bari, s. 4; Ezva’un ala’s Sünnet’il Muhammediyye’den naklen.
[28]- Aynı Kaynak
[29]- Aynı Kaynak
[30]- Aynı Kaynak c. 2,s. 11. Ezva’un ala’s Sünnet’il Muhammediyye’den naklen.
[31]- Hude’s Sari, c. 2, s. 201. Aynı kitaptan naklen.
[32]- Feth’ul Bari,c. 1, s. 186. Aynı kaynaktan naklen.
[33]- Mukaddime- i Feth’ul Bari, c. 2, s. 112- 176.
[34]- El- Menar, c. 104-105.
[35]- Ezva’un ala’s Sünnet’il Muhammediyye, s. 308.
[36]- Mukaddime-i Sahih-i Müslim, s. -Z- harfi.
[37]- Hadisin senet silsilesinin hepsi, doğum ve ölüm yılları, Sahih-i Müslim’in birinci cildinde, s. 7 ve
9’da zikredilmiştir.
[38]- Ezva’un ala’s Sünnet’il Muhammediyye, s. 71- 72.
ŞİA’DA HADİS TEDVİNİNİN AŞAMALARI
Şia’nın hadisleri, Ehl-i sünnetin hadislerinin aksine ilk önceden yazılmıştır. Çünkü Şiiler genellikle Ehl-i
Beyt İmamlarının huzurunda veya evlerine döndükten hemen sonra duydukları hadisleri yazıyorlardı.
Bazen yazdıkları hadisleri Ehl-i Beyt İmamlarına bile sunuyorlardı; özellikle bazı hadisler hakkında
şüpheye düştüklerinde hadisin doğruluğundan emin olmaları için masum İmamlara başvuruyorlardı...
Şia’nın hadislerini bir kaç bölümde incelemek gerekir:
Hz. Peygamber (s.a.a)’in zamanından Hz. Cafer Sadık (a.s)’ın zamanına kadarki dönem; Kutub-u
Erbea’nın tedvin edildiği dönem; Kutub-u Erbea’nın tedvin edildiği zamandan Günümüze kadarki
dönem.
Birinci Aşama: Hz. Peygamber (s.a.a)’in Zamanından Hz. Sadık (a.s)’ın Zamanına Kadarki Dönem
Hz. Ali (a.s), vahiy katiplerinden olmasıyla birlikte, Kur’an’ın nüzul sebebi, nazil olduğu zaman, nasih
mensuhu ve diğer konular hakkındaki ilmin yazılması hususunda ısrarlıydı. Hz. Ali (a.s)’ın yazıları
çeşitli isimlerle tanıtılmışlardır. Örneğin: “Sahifet-u Ali”, “Kitab-ı Ali”, “Sünnetuha, Kazavetuha ve
Hikemuha” kitabı ve “Camia” kitabı.
Hz. Ali (a.s)’ın Sahifesi hakkında görüş birliği vardır. Yani hem Şia ve hem de Ehl-i Sünnet alimleri onun
var olduğu kanısındalar. Ahmed bin Hanbel, Şeyheyn ve Sünen sahipleri, ilim, cihat, diyat, harem-i
Medine, zimmet’ul-muslimin ve diğer birçok bablarda bu Sahifeden söz etmişlerdir. (39)
Şia’nın hadislerinden, “Sahifet-u Ali” kitabının, “Kitab-ı Ali” kitabından farklı bir kitap olduğu
anlaşılmaktadır. Bu iki kitabın her ikisi de İmam Bakır (a.s)’la İmam Cafer Sadık (a.s)’ın yanlarında
mevcut imiş, bundan dolayı da o kitaptan ashabı için bazı sözler nakl etmişlerdir. (40)
Bu kitaplar hakkında mufassal konuşmalar olmuştur; bunların birbirinden farklı kitaplar olduğunu
savunanlar olmuştur. Örneğin: Seyyid Hasan-ı Sadır (r.a) ve Seyyid Muhammed Rıza Celali el-Hüseyni
onların farklı kitaplar olduğuna dair istidlal etmişlerdir.
Önemli bir nükte:
Hz. Peygamber’in zamanında ve O Hazretten sonra sadece Hz. Ali (a.s) değil, birçok muhlis Şiiler de
hadis yazıyorlardır. Onlardan bazılarının isimleri şunlardır:
1- İbrahim bin Ebu Rafi.
Bu şahıs Hz. Peygamberin amcası Abbas’ın kölesi idi. Abbas onu Resulullah’a bağışladı, Resulullah da
onu serbest bıraktı.
İbrahim bin Ebu Rafi’nin “Es- Sünen ve’l- Ahkam ve’l- Kazaya” isminde bir kitabı vardı. Necaşi’nin o
kitaba olan esnadı şöyledir:
“Muhammed bin Cafer en-Nehvi, Ahmed bin Muhammed bin Said’den, o da Hafs bin Muhammed bin
Said el- Ehmesi’den, o da Hasan bin Hüseyn el- Ensari’den, o da Ali bin Kasım el-Kindi’den, o da
Muhammed bin Ubeydullah bin Ebî Rafi’den, o da babasından, babası da atası Ebi Rafi’den, o da
Ali’den bu kitabı bize nakletmiştir.” (41)
2- Selman-i Farisi.
3- Ebuzer-i Gifari.
4- Abdullah bin Abbas.
5- Cabir bin Abdullah-i Ensari.
6- Ubeydullah bin Ebu Rafi.
7- Ali bin Ebu Rafi.
8- Esbeğ bin Nebate.
9- Süleym bin Kays-i Hilali.
10- Meysem-i Temmar.
11- Haris bin Abdullah.
12- Hucr bin Adi.
13- Reşid-i Hicri.
14- Muhammed bin Kays-i Beceli.
15- Atiyye... (42)
Bu şahsiyetlerden bazıları hadisleri, bizzat Hz. Resulullah (s.a.a)’in kendisinden duyup kaydetmişlerdir.
Bazıları da Hz. Ali’den öğrenmişlerdir. Ebu Rafi’nin oğulları gibi bazı kimseler de babadan elde ettikleri
kitabı sonraki nesle aktarmışlardır. Cabir gibi uzun ömrü olan bazı kimseler de İmam Bakır (a.s)’ın
zamanına kadar yaşamış, Peygamber-i Ekrem ve diğer İmamların söz ve amellerini insanlara
anlatmışlardır.
Her halükarda Şia, Hz. Peygamber’in zamanından, bünyesinde böyle büyük yazarlar bulundurarak
hadisleri İmam Bakır ve İmam Sadık (a.s)’ın zamanlarına kadar ve nesilden nesle intikal ettirmişlerdir.
İkinci Aşama: İmam Cafer Sadık (a.s)’ın Zamanından Gaybet-i Suğraya (küçük gizlilik) Kadarki Dönem
Masum İmamlar, özellikle 5. ve 6. İmam (aleyhum’us- selam), Şiileri aydınlatmakta ve Şiiliğin bir
mektep olarak tanınmasında en büyük rolü oynamışlardır. Sürekli ashaplarına, öğrendikleri şeyleri
kayıt etmelerini tavsiye etmişlerdir; onlar da öğrendikleri şeyleri yazmışlardır. İşte bundan dolayı bu
İmamların öğrencilerinden bir çoğunun kitap ve asılları vardı. Bu asıllar, sonraki İmamların
zamanlarda yaşayan insanlar tarafından “Musannefat” adı altında bir araya toplanmıştır; hadislerin
sıhhatini sağlamak için onları, son zamanlarda yaşayan Ehl-i Beyt İmamlarına sunmuşlardır; onlar da
sahih olan hadisleri zayıf olan hadislerden arındırarak onları bu konuda aydınlatmışlardır. Örneğin:
Necaşi (Ö: 450) Zürare bin A’yen hakkında şöyle diyor:
“Zürare bin A’yen kendi zamanında ashabımızın şeyhi, onların önünde gelen, Kur’ân okuyan, fakih,
mütekellim, şair ve edip bir şahsiyet idi; fazilet ve din onda toplanmıştı, rivayet ettiği şeyde sadıktı.
Şeyh Saduk adıyla meşhur olan Ebu Cafer Muhammed Ali bin Hüseyn bin Babeveyh (onun hakkında)
şöyle demiştir: Zürare’nin, Cebir ve İstitaat... hakkında bir kitabını gördüm. Zürare, hicri 150’de vefat
etmiştir.” (43)
Yine Necaşi, Ebu Hamza-i Sumali diye meşhur olan Sabit bin Dinar hakkında şöyle demiştir:
“Ebu Abdullah (İmam Sadık-a.s)’dan şöyle rivayet edilmiştir:
“Ebu Hamza kendi zamanında, Selman’ın kendi zamanında olduğu gibi idi.”
Ehl-i Sünnet alimleri ondan hadis nakletmişlerdir. Ebu Hamza, hicri 150’de vefat etmiştir. Onun
“Kitab-u Tefsir’il-Kur’an”, “Kitab’un-Nevadir” ve “Risalet’ul-Hukuk an Ali bin Hüseyn-a.s” vs. konular
hakkında bir takım kitapları vardır.” (44)
Görüldüğü gibi bu iki şahsiyetten her biri, Muvatta sahibi Malikten bir tabaka -30 yıl- önce yaşamıştır.
Malik hicri 179’da vefat etmiştir; onlar ise hicri 150’de vefat etmişlerdir. Bu iki şahsiyetin usulleri
(kitap) de vardı.
Tasnif aşamasında, Safvan bin Yahya ve Sa’d bin Abdullah gibi Şii şahsiyetler vardır. Necaşi, Safvan
hakkında şöyle diyor:
“Safvan Kufelidir, sıka birisidir, onun babası, Ebu Abdullah (İmam Sadık)’tan, kendisi de Rıza (a.s)’dan
hadis rivayet etmiştir... Takva ve ibadette onun dengi bir kimse yoktu. Ashabımızın zikrettiğine göre
otuz kitap tasnif etmiştir. Şimdi o kitaplardan tanınanlar şunlardır: “Kitab’ul- Vuzu”, “Kitab’us- Salat”,
“Kitab’us- Savm”, “Kitab’ul- Hac”, “Kitab’uz- Zekat”, “Kitab’un- Nikah”, “Kitab’ut- Talak”, “Kitab’ul-
Feraiz”, “Kitab’ul- Vesaya”, Kitab’uş- Şira’i ve’l- Bey”, “Kitab’ul- Itk ve’t- Tedbir”, “Kitab’ul- Beşarat”...
Sa’d bin Abdullah hakkında da şöyle diyor:
“Sa’d bu taifenin (Şia’nın) şeyhi, fakihi ve ünlü şahsiyetlerindendir. Ehl-i Sünnetten birçok hadis
duymuştur, hadis elde etmek için birçok yolculuklar yapmıştır, onların büyüklerinden; Hasan bin
Arafe, Muhammed bin Abdulmelik-i Dakiki, Eba Hatem er-Razi, Abbas el-Berheki ve mevlamız Eba
Muhammed (a.s)’ı mülakat etmiştir... Sa’d birçok kitaplar tasnif etmiş, tasnif ettiği kitaplardan
“Kitab’ur-Rahmet” ve “Kitab’ul-Vuzu” bize ulaşmıştır.”
Bu sözlerden, Şia’nın tasnifatının Ehl-i Sünnet’in Sihah-i Sitte’sinden daha önce yazılmış olduğu da
anlaşılmaktadır.
Üçüncü Aşama: Kütub-u Erbea’nın (Dört Kitabın) Tedvini
Gaybet asrı başladıktan sonra Şia alimleri, tasnif olan ve sürekli üstadın öğrencilere okuduğu kitapları
ve tasnif edilmemiş fakat sürekli olarak öğrencinin üstattan duyduğu rivayetleri bir araya
toplamışlardır. O tedvin edenlerden ilk şahıs, Muhammed bin Yakub-u Kuleyni (Ö:329)’dir. Necaşi
onun hakkında şöyle diyor:
“Kuleyni, hadiste insanların en güvenirlisi ve en itimat edileni idi. O, hicri 320’de “Kafi” diye meşhur
olan büyük bir kitap tasnif etmiştir. Onun Kafi’den başka diğer kitapları da vardır. Örneğin: “er-Redd-u
ala’l- Karamita”, “Resail’ul- Eimme-a.s-“, “Ta’bir’ur- Ru’ya”, “er- Rical”, “Ma Kıyle fi’l- Eimmet-i
min’eş- Şi’r”... Kuleyni (r.a) hicri 329’da Bağdat kentinde vefat etti.” (46)
Merhum Kuleyni’den sonra, Saduk lakabıyla meşhur olan Muhammed bin Ali bin Hüseyn bin
Babaveyh-i Kummi (Ö: 381) gelmektedir. Merhum Saduk “Men la Yahzuruh’ul- Fakih” kitabını dört
ciltte yazmıştır. (47) Merhum Saduk’tan sonra da Şeyh’ur- Taifa lakabıyla meşhur olan Muhammed
bin Hasan-i Tusi (ö:460) gelmektedir. “Tehzib’ul- Ahkam” ve “İstibsar” kitaplarının da müellifidir.
Binaenaleyh Şia’nın hadisleri, kopuk olmayan sınıfsal fasılayı gözeterek yazılmıştır. Sürekli üstat
öğrenciye okumuş ve son derste ise üstat yazılan hadislerin sıhhatini teyit etmiştir. İşte bundan dolayı
Şia’da nüsha ihtilafları çok azdır; bir hadisin bir nüshada bulunup diğer nüshada tamamıyla sakıt
olması söz konusu değildir. Eğer bir hadis, çeşitli nüshalarda farklı olursa, artık o hadisle istişhat
edilmez (delil gösterilmez). Çünkü hadis nüshalarının ihtilafı, itimat ve güveni sarsmaktadır.
Bir Kaç Önemli Nükteyi Hatırlatma
1- Eğer her iki fırka (Şia ve Ehl-i Sünnet), herhangi bir hususta ittifak etmiş olurlarsa, artık hadisleri
tanıtma ve sahih olanı sahih olmayandan ayırt etme diye bir bahis söz konusu edilmeyecektir.
Örneğin: İslam dininin zaruriyatından sayılan meseleler gibi; yani eğer bir hadis, gerçi müsnet ve sahih
de olsa, ama İslam’ın zaruri (kesin) olan hükümlerinden birine aykırı olarak nakl edilmiş olursa ya
yorumlanmalı veya reddedilmelidir; sadece zaruri olan hükme teveccüh edilmelidir. Mesala Kur’an’ın
tahrifi ve tebdili hakkında iki fırkanın kitaplarında nakl olunan hadisler gibi. Çünkü İslam dininin zaruri
meseleleri, yakini ve kesin bir hüküm olarak diğer mesele ve hükümlerden önde gelmektedir.
2- Eğer akıl, bir sözün doğru olduğuna açıkça delalet ederse, Hz. Peygamber’den sadır olan lafzı artık
tahkik etmek gerekmez. Çünkü şarinin (şeriat kanununu koyanın) sözü, bizi aklın verdiği hükme irşat
etmektedir; bu gibi yerlerde hadisin yazılı veya yazılı olmamasının, mürsel veya müsnet olmasının bir
zararı yoktur.
3- Eğer bir hadis, şeriatın teabbudi olan özel bir hükmünü açıklıyorsa, o hadis öyle bir şekilde olmalıdır
ki, o kelamın şari’den sadır olduğuna dair büyük ihtimal verilmeli. Binaenaleyh eğer bir hadis bir takım
raviler tarafında çeşitli şekillerde nakledilmiş olursa, ihtilaflı olan yerlerde onlara temessük edilemez;
sadece böyle bir mazmunun Hz. Peygamber veya masum Ehl-i Beyt’inden sadır olduğuna kanaat
edilebilir. Bu yönde Şia ve Sünni hadisleri arasında bir fark yoktur. İki fırkanın hadislerinin
mukayesesinin semeresi (faydası), hüccet olan iki hadisin tearuz ettiği (çeliştiği) bahiste de zahir
olmaktadır. Yani iki hadis, mesala Şia tarikiyle nakledilmiş olursa, her iki hadisin ravileri de güvenilir
olup da o hadislerden biri kitap ve asl sahibi olan bir kimseden, diğeri ise “kitap” sahibi olmayan bir
kimseden olursa, bu durumda birinci hadis ikinci hadisten önde tutulur ve o tercih edilir. Örneğin:
Zürare’nin Ammar-i Sabati’ye nispeti gibi. İşte bu milak (ölçü) ile, Hz. Peygamberden aynı lafızla sadır
olan hadisleri, O Hazertten mazmunen nakl olan hadislere tercih edebiliriz.
Fahrettin Altan
Abna24.com
-------------------------------------------
Kaynaklar
39- Ezva’un- ala’s- Sünnet-il Muhammediyye, s. 94- 95. Elbette onlardan bazıları, o Sahifenin kılıcın
kınına girebilecek kadar küçük olduğunu söylemişlerdir. Ama Füru-u Kafi’nin (c. 7, s. 97) rivayetine
göre, Hz. Ali’nin Sahifesi bir devenin butu kadar kalın ve büyük imiş.
Zürare bin A’yen şöyle diyor: İmam Bakır (a.s)’dan dedenin mirası hakkında soru sorduğumda şöyle
buyurdular: “Yarın gel Hz. Ali (a.s)’ın kitabını sana okuyayım...” O günün sabahı müsait bir vakitte
Hazretin yanına gittiğimde oğlu Cafer’e: “Faraiz (miraslar) Sahifesini Zürare’ye oku” buyurup kendisi
istirahat etmeğe gitti. Cafer (a.s) devenin butu gibi olan bir sahife getirerek şöyle buyurdular: “Bizim
iznimiz olmaksızın, okuduğunu kimseye söylemeyeceğine dair söz vermelisin, yoksa okuman”...
40- Bir gün Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
“Ya Ali! Sana imla ettiğim şeyi yaz.” Ya Resulullah! Unutacağımdan mı korkuyorsun? dediğimde şöyle
buyurdular: “Hayır... fakat evlatlarından olan İmamlar için yaz...” (Mucem’ul- Müfehris li Ehadis-i
Bihar’ul- Envar, c. 1, s. 18. Çeşitli senetlerle.) Hz. Ali (a.s) ashabına şöyle buyurdu: “İlmi, yazmakla
koruyun.” Yine şöyle buyuruyordu: “Katibin aklı, onun kalemidir.” (A. K. c. 1, s. 30)
41- Rical- i Necaşi, s. 4-5.
42- El- Mucem’ul- Müfehris li Elfazi Ehadis’il- Bihar, c.1, s. 30- 32.
43- Rical-i Necaşi, s. 125. bas. Mektebet’üd- Daveri, Kum.
44- A. K. s. 83.
45- A. K. s. 139.