Upload
others
View
12
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Türktoplumunun
varlığı
devletlekanıtlanır
Seyyit NezirS. 4
Cin Ali’ler adam olmaz
M. Salih KurtS. 9
Dar bir roman
hakkında geniş bir
kampanya
Seza ÖzdemirS. 6
GEÇEN HAFTA 64.103 OKURA ULAŞTIK
Aydınlık19 Nisan 2013
Cuma Yıl: 2
Sayı: 60Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidirKITAP
.
Sahi yalnız mıyızbu kentte?
“İzmir’de yalnızlığımızı yaşıyoruz”
İzmir’inyazarları
19 N�SAN 2013 CUMA 3Aydınlık KİTAP
18. İzmir Kitap Fuarı dolayısyla bu güzel kente ve bu ken-tin yazarlarına dair dosyamızla karşınızdayız. Şehir ve in-san ya da şehir ve yazar konuları Türk edebiyatında ciddibir yer tutar. Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, Ca-hit Külebi, Tarın Dursun K. ... Ve Edip Cansever söyler:“İnsan yaşadığı yere benzer.” Bu yazarların derdi bir kentemethiyeler düzmek değil elbette. Ama biz fuarı fırsat bilip,içinde bulunduğumuz ortamda çokça atıf yapılan şehri-miz İzmir'i analım istedik. İzmir'i ve İzmir'in bize kazan-dırdığı değerleri...
Aydınlık Kitap olarak biz de fuarda yerimizi alacağız;standımızda okurlarımızla buluşacağız. Bekleriz.
* * *
J.K. Rowling, dünyaca ünlü “bestseller”, Harry Potterdizisinin yazarı. Son kitabı “Boş Koltuk” Türkçeye çevril-di. Kitap nedir ya da daha çok ne değildir, Seza Özdemiryazdı. Çıktığından beri sayısız yerde tanıtımı yapılan, öv-güler yağdırılan bu kitaba dair okuayacağınız bu yazı, hiçde diğerlerine benzemiyor! Dikkatinize sunuyoruz.
* * *
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı yakla-şıyor. Geçen yıl bu tarihlerde çocuklara özel sayımızlaçıkmıştık. Bu yıl mümkün olmadı. Yine de çocuk sayfa-mıza bir göz atmanızda fayda var. Sayfamızda bu haftada çocuklar için eğlenceli, bir o kadar da geliştirici kitapönerileri bulacaksınız. Aydınlık Kitap yayına başladığıgünden bu yana çocukları unutmuyor. Her hafta İremHalıç arkadaşımız, renkli üslubuyla çocuk kitapları dün-yasından kesitler sunuyor. Çocuklar geleceğimiz. Gelece-ğimiz okuyarak var olacak. Kitap aydınlatır!
Haftaya görüşmek dileğiyle...
AYDINLIK KİTAP
İÇİNDEKİLER
Dar bir roman hakkında geniş bir kampanya s. 6
Kemal Tahir’e göre Türk toplumunun
varlığı devletle kanıtlanır s. 4
Bilim için yeni bir savunma s. 10
Kapak: İzmir… Çünkü suya verdim adını! s. 12-13
Alelade gidişe razı öyküler s. 14
Cin Ali’ler adam olmaz s. 9
Gösteri toplumuna çomak çekmek s. 15
Kim, bir anıdan nesnel olmasını bekleyebilir? s. 16
Karşı kültürün sıçrama tahtası: Thatcher s. 17
Yeni Çıkanlar s. 18
Çocuk-Genç: Kakaların gücü adına s.20
18. İzmir Kitap Fuarı Etkinlik Programı s.21-22
İnsanın vahşileşen doğasından kaçış s. 8
Kitap zayıflatır! s. 11
[email protected]@aydinlikgazete.comBaskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.
Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34
Genel Müdür YardımcısıSaynur Okuroğlu
Reklam MüdürüKamile Karakadı[email protected]
Reklam Servisi
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
Sahibi
Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.
Genel Müdür: Yalçın Büyükdağlı
Genel Yayın Yönetmeni: Mustafa İlker Yücel
Sorumlu Müdür: Mehmet Bozkurt
Tüzel Kişi Temsilcisi: Metin Aktaş
Aydınlık
KITAP.
Sayfa Sekreteri Ebru Baysan
Editör Pınar Akkoç[email protected]
Yayın Yönetmeni Haldun Çubukçu
Yazıişleri İrem Halıç, Cenk Özdağ
Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı[email protected]
Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbulTel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04
Faks: 0212 252 51 22
19 N�SAN 2013 CUMA4 Aydınlık KİTAP
Romanımızın büyük ustalarından, düşüncedünyamızın çarpıcı kişiliklerinden, aykırı sav-larıyla döne döne tartıştığımız Kemal Tahir,vardığı sonuçlarla değilse bile, gözlem ve sap-tamalarının güncelliğiyle, ölümünün 40. yı-lında da ilgiyi hakkediyor. Gerek romancı,gerekse düşün adamı olarak onu özellikle1960’lardan sonra farklı kılan yönü, hiçbirdüşünce kalıbına bağlı kalmaksızın, yerlilik- evrensellik diyalektiğini Doğu-Batı çatış-ması eksenine oturtmasıydı. Kemal Tahir,tarihsel gerçekliğin yorumlanmasında Mark-sist yöntemden yararlanıyor-sa da, onun geçmişten bugü-ne taşınıp geleceğe yöneltil-mesinde farklı ve özgün bul-guları öne çıkarıyor, Türktoplumunun evriminde sınıfçatışması tezlerinin geçersiz-liğini savunuyordu. Tarih veedebiyatı birbirinin izdüşümüolarak kavrayıp romancılığı-nı tarihsel birikime dayan-dırmak isteğiyle gözlemleriniciltler dolusu tarih defterindetoplaması da yerel ve evren-sel dair diyalektiği canlı ya-kalama tutkusunun ürünüy-dü. Ne ki onun bu girişimi, salt kendi öz-nelliğine dayanmıyordu.
Önemli bir bölümünü Nâzım Hikmet’leaynı cezaevinde yatarak geçirdiği 12 yıllıkmapusane hayatında Kemal Tahir, Türk top-lumunun en bıçkın, asi, benliğine tutkun, ölü-müne sevdalı, tarihsel ve toplumsal değer-leri içselleştirmiş, nice dramlar sonrasındaayakta kalmış, dilini en yetkin düzeydekullanan kişileriyle günübütün bir arada ya-şamanın getirdiği birikim ve üstünlüğü ya-pıtlarına yansıtabilmiş bir yazardır. DahasıTürk toplumu üstüne Marksizm’in kuru-cularının temel belirlemelerinin de farkın-daydı. Bu belirlemelerde Doğu-Batı çatış-masının gerek 1850’lerdeki Kırım Savaşı, ge-rekse 93 Harbi sırasında dünya devrimi sü-reci için nasıl algılandığını görüyor, ku-ramsal donanımını ona göre oluşturuyordu.
MARX’A GÖRE BATI VE OSMANLIMarx’a göre, 1848 devrimci dalgası çe-
kilince kapitalist Avrupa ülkeleri “Doğu So-runu”nu ivedilikle gündeme taşır: Osman-lı korkusu sık sık anımsatılarak, bu çürüyenülkenin zorbalığı altında inleyen halklarınkurtuluş savaşlarına sözde çözüm aranırken,Rusya gericiliğinin Avrupa halkları ve dev-rimcileri üzerinde gölge etmesi için Türki-ye ve Rusya arasındaki dengenin korunmasıçabaları hiç ihmal edilmez. Soru hep şudur:“Türkiye’ye ne yapacağız?” Yanıtsa şöyle-
dir: “Türkiye’de status quo’yu koru!” (DoğuSorunu [DS], s. 20-21, çev.: Yurdakul Fin-cancı, Sol Y., Mart 1977)
Engels, tam da İngiliz siyasetçi Urqu-hart’ın tanımladığı biçimde [tıpkı bir satrançpartisinde olduğu gibi], Fransız Devrimi son-rasında Avrupa’da, iki siyasi kuvvetin çar-pıştığını belirtir: “Rusya ve mutlakiyetçilik”ile “Devrim ve Demokrasi”. Kırım Sava-şı’nda İngiltere ve Fransa’nın Osmanlıyla it-tifakını bu saflaşmaya dayandırır:
“Türkiye’nin bağımsızlığının korunma-sı ya da Osmanlı İmparatorluğunun olası çö-zülüşü durumunda, bu toprakları Rus-ya’nın kendine katma tasarısının önlen-mesi, en önemli sorundur. Böyle bir du-
rumda, devrimci demokrasi ile İn-giltere’nin çıkarları aynı doğrul-tudadır. İstanbul’un Çarca baş-kentlerinden biri yapılmasına nedevrimci demokrasi ne de İngil-tere izin verebilir.” (DS, s. 35)
Kemal Tahir’in savlarınınTürkiye solunda dalgalanma-lar yarattığı yıllarda, SelahattinHilav da, İsaiah Berlin’e daya-narak şu anımsatmada bulunu-yor: “Marx, Yakındoğu’da Türkköylüsünün devrimci ve demok-ratik bir rol oynayacağına ina-nıyordu.” (Türkiye Üzerine[TÜ], s. 10, Gerçek Y., Aralık
1966) Ayrıca Marx, Balkanlardaki “koyunhırsızı” kimi halkların Osmanlı otoritesi-ne karşı giriştiği haydutlukların bağımsız-lık savaşı olarak adlandırılmasını gülünçbuluyordu (TÜ, s. 116).
BATI’NIN �K�YÜZLÜLÜ�ÜÇağının devrimci süreci Doğu sorunu-
nu gitgide merkeze taşırken, Marx ve Engelsde Doğu-Batı çatışması üstüne daha yoğundüşünürler: Türkler konusunda ikisinin dekulağı delik ve handiyse hep kiriştedir. Kı-rım Savaşı sürecinde Abdülaziz’e karşımedrese öğrencilerinin, 1876’daki Kanun-i Esasi (anayasa) devrimi öncesinde MithatPaşa ve Yeni Osmanlıların savaşımlarını ba-sında günü gününe izlemişlerdir (Petrosyan,Sovyet Gözüyle Jöntürkler, Bilgi Y., çev.: M.Beyhan, A. Hacıhasanoğlu, Nisan 1974).Marx’a, Türk devriminin gerekçesini şöylebelirtiyordu:
“Kuran ve ondan doğan Müslümanlıkyasaları, birbirinden farklı olan halkların coğ-rafyasıyla etnografyasını iki ulus, iki ülke şek-linde basit ve kolay bir ayıma indirger:Müslümanlar ve Kâfirler. Kâfirler ‘har-bî’dir, yani düşmandır. İslâmiyet Kâfirler ‘mil-let’ini reddeder. Böylece Müslümanlarlainançsızlar arasında sürekli bir düşmanlıkhali yaratır.” (DS, s. 326)
Ne ki tüm Osmanlı (Bizans) toplumsalyapısına yönelmeyen, dinsel ilişkilerde öz-
gürlüğe öncelik verilmesini yeterli bulan birsiyasal devrim bu olumsuzluğu gideremez:
“Onların [reayanın] Kuran çerçevesin-de baş eğişlerine medenî özgürlükle son ve-rirseniz, ... toplumsal, siyasal ve dinsel iliş-kilerinde bir devrimi kışkırtırsınız. Bu dev-rim her şeyden önce ve kaçınılmaz olarak on-ları Rusların eline teslim eder. Eğer Kuran’ınyerine bir code civil [medeni hukuk] koya-caksanız, Bizans toplum yapısını tümden ba-tılılaştırmanız gerekir.”* (DS, s. 327)
Engels, devrim meselesinin yanı sıra, Kı-rım Savaşı’nda Osmanlı’nın askeri başarılarıkarşısında da Batı’nın ikiyüzlülüğünün ge-rekçesini apaçık sergiler:
“Ömer Paşa, muzaffer ordusuyla Ef-lak’a girse, Rusya’yla savaş içinde olanTürkler, son deneyimlerine dayanarak,[Avrupa devrimlerinin] 1848 anayasasını,‘cumhuriyeti ve komünizmi’ ile yeniden yü-rürlüğe koyarlar, o anayasayı izleyerek1848’de yaratılmış bütün kurumları can-landırırlar.” (DS, s. 417)
“TÜRKLER�N YANINDAYIZ”Osmanlı toplumundaki ilerlemeci adım-
ların statükocu tutum nedeniyle Batı tara-fından görmezden gelinmesiniMarx büyük tarihsel yanılgıolarak görüyor:
“Size çok daha önce söy-lediğim gibi, Batılı devletlerilerlemeye tek katkıda bulu-nabilirler, o da Türkiye’yi,modası geçmiş Avrupa düze-ninin bu köşe taşını, devrimcibir değişikliğe uğratmaktır.”(DS, s. 442)
Marx ve Engels, gerici Çar-lık Rusya’sına karşı Osmanlıyıyalnızca Kırım Savaşı’nda tut-makla kalmaz, 93 Harbi’nde(1877-78 Osmanlı-Rus sava-şında) yine Türklerin safındayer alırlar. Dönemin sosyal demokratları ara-sında bu durumun merak uyandırması üs-tüne, Marx, W. Liebknecht’e mektubundatutumunun nedenini şöyle açıklar:
“İki nedenle kesin olarak Türklerin ya-nında yer alıyoruz: 1) Türk köylüsünü –yaniTürk halkının kitlesini– incelediğimiz veonda hiç kuşkusuz Avrupa köylülüğünün enyetenekli ve en ahlaklı temsilcisini gördü-ğümüz için; 2) Rusların yenilgisi Rusya’da,sonuç olarak da bütün Avrupa’da sosyal dev-rimi büyük ölçüde hızlandıracağı için.”(Marx-Engels ve Osmanlı Toplumu, s. 71,Yordam K., 2012)
TAH�R’� YEN�DEN OKUMANIN ANLAMI
Kemal Tahir, uzun cezaevi yıllarında hal-kın farklı kesimlerinden kişileri her yönden in-celeme olanağı bulur ve şu sonuca varır:
Toplumun yenilik adına yabancı değerlere kar-şı katı ve su geçirmez bir yapısı vardır; kaldıki ilerleme niyetine Batılılaşmacılık, tarihselDoğu-Batı karşıtlığının gizlenerek Türk top-lumunun kendi özünden uzaklaştırılması veemperyalizme teslim edilmesidir.
Kemal Tahir, başta ‘Devlet Ana’ olmaküzere engin bir deneyim birikimiyle işledi-ği romanlarda, bu vargıyı kanıtlamaya çalı-şır. Yazara göre Türk toplumunun varlığıdevletle kanıtlanır, bu nedenle devletten bü-yük olgu yoktur. Devlet; vatan ve millet da-hil her şeyin üstündedir, dinin de... Bu bağ-lamda kerîm devlet ve kerametleri, Ana-dolu’da Türk milletinin oluşumu, göçebe ya-şamın bağrında vatan kavramının biçim-lenmesi, Celali isyanları sonrasında halk ve
devlet bütünlüğünün bozul-maya uğraması, Batı aşısınıntutmayışı konuları binlerce say-falık romanlar ve tarih defter-leri boyunca tartışılır.
Marx’tan 100 yıl sonraTürkleri ve devrimini yenidenDoğu-Batı çatışması merke-zinde tartışan Kemal Tahir’insavlarını, bu kez de 40 yıl son-ra Türk devletinin “Ergene-kon Davası” adı altında yıkıl-ması girişimiyle ilişkili düzlem-de ele almak ihtiyacı karşımızaçıkıyor. Özellikle “Kurt Kanu-nu”, “Yorgun Savaşçı”, “Yol
Ayrımı” romanları üzerinden yürütülecekbir tartışma, edebî olduğu kadar, tarihselönerileriyle de gündeme yakıcı biçimdeoturacak kapsamlar içeriyor...
*Taner Timur, bu son cümleyi şöyle çeviriyor:“Eğer Şeriat’ın yerine bir Medeni Kanun [CodeCivil] koyarsanız, tüm Bizans toplumunu (OsmanlıDevleti kastediliyor –T.T.) Batılılaştırmış olursu-nuz.” (Marx-Engels ve Osmanlı Toplumu, s. 28,Yordam K., 2012) Aynı cümlenin iki farklı çeviri-si anlamca karşıtlık yansıtıyor: Fincancı (Sol Y.) çe-virisinde, “medeni hukuku yerleştirmenin tüm top-lum yapısının laikleşmesi ve batılılaşmasıyla müm-kün olabileceği” vurgulanıyor. Timur çevirisinde,“Medeni Kanun’u şeriata ikame etmekle tüm top-lumun Batılılaşmış olacağı” söyleniyor. Aynı cüm-lenin böyle iki karşıt biçim ve anlamda çevrilebil-mesi son derece şaşırtıcıdır. Toplumsal tarih ve fel-sefe üstüne kırk yıldır nice yapıt vermiş olan Sa-yın Timur’un, Marx’a ait bu öngörüyle Mustafa Ke-mal Atatürk arasındaki kuramsal ilişkiyi göstermeküzere bunca zaman beklemiş olması da işin bir baş-ka şaşırtıcı yönüdür.
Onun savlar�n� Do�u-Bat� çat��mas� merkezinde, 40 y�l sonra Türk devletinin “ErgenekonDavas�” ad� alt�nda y�k�lmas� giri�imiyle ili�kili düzlemde ele almak yak�c� ihtiyaçt�r
Kemal Tahir’e göre Türk toplumununvarlığı devletle kanıtlanırSEYYİT NEZİ[email protected]
ARAKABLO
Kemal TahirKemal TahirKemal TahirKemal Tahir
19 N�SAN 2013 CUMA6 Aydınlık KİTAP
Dar bir roman hakkındageniş bir kampanya
Bugünün dünyas�nda önemli olan “hak etmek” de�il, “satmak”! Art�k sava� ve bar�� bile bir pazarlamameselesi haline geldi. Hal böyleyken bir roman�n gerçekten büyük olup olmad���na kim bakar
Özellikle medya, siyaset ve finans alanlarında
çokça maruz kaldığımız “pazarlama” yanılsa-
masına, son 20 yılda sanat özellikle de edebi-
yat da dahil oldu. Kitabın, “sektör nesnesi” ola-
rak ele alındığı bir çağda, bir romandan ko-
laylıkla “büyük” olarak söz edilir hale geldi. Bu-
nun son örneği de, Harry Potter adlı fantastik
roman dizisiyle bugünün çocuklarına bir ha-
yal kahramanı sunmayı başaran yazar J.K. Row-
ling’in ülkemizde yayınlanan yeni romanı.
ALICIYA B�R ET�KET VER YETER!
Doğan Kitap, yazarın “Boş Koltuk” adlı ro-
manını “Yüzyılın en büyük hikâye anlatıcısı J.K.
Rowling’den... Küçük bir kasaba hakkında bü-
yük bir roman” sözleriyle Mart ayında raflara çı-
kardı. Hatta yetmedi, kitabın arka kapağına bile
bu yargıyı ekledi. Kitap hakkında ne düşüne-
ceğini bilmeyen(!) okura önceden yol göstermek
gerek, değil mi? Peki, önceki yazdıklarından tür
olarak farklı bir romanla okur karşısına çıkan
Rowling’in “Boş Koltuk”u gerçekten “büyük ro-
man” nitelemesini hak ediyor mu?
Roman, bir İngiliz kasabası olan Pag-
ford’daki insanlar ve o insanlar arasındaki top-
lumsal çatışmalar üzerinden büyük bir iş yap-
mayı hedefliyor. Yazar, Harry Potter’daki iyi-
kötü çatışması üzerine kurulu o fantastik
dünyanın tersine bu kez gerçek dünyaya ve ger-
çek insan doğasına bakmaya çalışmış. Bunu ya-
parken de önemli bir başlangıç noktası yaka-
lamış ancak ne yazık ki bunu layıkıyla kulla-
nabildiğini söyleyemiyoruz.
KOLTUK SAVA�IYLAKURGULANAN B�R TOPLUMSAL H�C�V
Koltuk savaşı, hem sinemada hem edebi-
yatta öykü için önemli bir unsur olabilir. Hele
ki insan doğasına ve toplumsal varoluşa dair
söyleyebileceklerinizi kurgulamak için verim-
li bir araç. “Boş Koltuk” adlı romanın yazarı
Rowling de, Pagford Belediye Meclisi üyesi
Barry Fairbrother’ın beklenmedik ölümü ne-
deniyle boşalan koltuğu ile o kasabadaki insani
ve toplumsal çatışmaların su yüzüne çıkışını an-
latmaya çalışmış.
Dışarıdan her şeyin “normal” göründüğü
Pagford’da buzdağının altında kalanları, bir ki-
şinin beklenmedik ölümü nasıl su yüzüne vu-
racaksa; yine o kasabadaki ikiyüzlülük, kin, hırs
ve yalanları da, belediye meclisinin internet si-
tesinde “Barry Fairbrother’ın Hayaleti” mah-
lasıyla yayınlanan mesajlar ortaya çıkaracak.
Yazar Rowling, romanda üst tabakanın alt ta-
bakayla çatışması, ailelerin çocuklarıyla çatış-
ması, kadınların kocalarıyla ve öğrencilerin öğ-
retmenleriyle çatışmasını anlatıyor ancak ne ya-
zık ki okura bunları derinlikli ve sahici bir bi-
çimde gösteremiyor.
KARTON KARAKTERLERLEEZBERE ANLATIMLAR
Zenginlerin yoksulları hakir gördüğü, on-
ların sorumluluğunu almak istemediği temel
bir toplumsal çatışma, belediye meclisinde bo-
şalan koltuğun hangi tarafın çıkarına dolaca-
ğı sorusunda somutlaştırılmaya çalışılmış. An-
cak ortaya konan bu mücadelede taraflardan
biri, çatışmanın doğal tarafı yoksullar olması
gerekirken, onların yerine mücadele eden ve
sosyo-ekonomik açıdan iyi durumda olan bir-
kaç karakterden başkası değil. Dolayısıyla sı-
nıfsalmış gibi görünen koltuk savaşında bile as-
lında sınıfsal bir kavga yok.
İnsanlar arası ilişkilerde yaşanan hırs, kin
ve birbirinin kirli çamaşırlarının ortaya çık-
masından alınan haz bile; karakterler hakkında
başarılı psikolojik çözümlemeler yapılamaması
nedeniyle son derece ezbere anlatılmış oluyor.
YARATICI B�R VAHADAN D�Z� KILIKLI B�R ROMANA
Usta işi olabilecek hikâye, karakterler iyi
analiz edilmeyip canlı birer insana dönüşe-
mediği için bir televizyon dizisinin insan tip-
leriyle yaşamaya çalışıyor. Romanın başında
ölen Fairbrother’ın baş rakibi Howard Molli-
son ya da Fairbrother’ın en yakın dostu Dok-
tor Parminder Jawanda’nın bile varoluş özel-
liklerinin temelinde nelerin yattığı kaba bir ne-
den-sonuç ilişkisinin ötesine geçemiyor. Ro-
manın gerçek zamanında sadece birkaç saat-
liğine yaşatılan Barry Fairbrother bile, zamanda
geriye gidişlerde anlatıldığı kadarıyla daha can-
lı bir karakter izlenimi veriyor. Onun öldüğü
gün başlayan hikâyede kasaba insanlarının hiç-
birinin ne yazık ki yeterince içine girip onları
sindiremiyorsunuz.
Samantha Mollison’ın kocası Miles ile ya-
şadığı çatışmanın temeli, erken yaşta hamile
kalıp evlenen bir kadının bir türlü inandırıcı ola-
mayan açmazından öteye gidemiyor. Yazar da
bunu anlamış olmalı ki, bu açmaza hikâyenin
sonunda okurun nasıl olduğunu bir türlü an-
layamayacağı bir mutlu son çizmiş. Shirley Mol-
lison’ın tipik özellikleri, onu karton karakter-
den bir insana dönüştürmüyor. Tessa, Gavin
ve Kay’in yaşadığı ikilemler, ne yazık ki ka-
lıp/şablon anlatımları aşamıyor. Şişko lakaplı
Stuart Wall’ın anne ve babasıyla yaşadığı
“varsayılan” çatışma öyle gerçek dışı ki; yine
ailesiyle sorun yaşayan bir genç olan Andrew
Price’nin ağzından yalanlanmış oluyor. Yani,
Andrew bile arkadaşı Şişko’nun ailesiyle olan
sorununu anlamıyor ve böylece okur yerine
daha yazarın kendisi karakterlerine inanmıyor,
onları sahici bulmuyor.
Bir yazarın karakter yaratmadaki başarı-
sızlığının en önemli göstergelerden biri, inan-
dırıcılık ve sahicilikse; biri de çokboyutluluk.
Doğan Kitap’ın “yüzyılın en büyük hikaye an-
latıcısı” olarak pazarladığı Rowling’in yine “bü-
yük roman”ı olarak sunduğu “Boş Koltuk”; öy-
küsü ve kurgusuyla başarılı ve sağlam bir ze-
min üzerinde yükselebilecekken, karakter ya-
ratımıyla başarısızlığa uğruyor. Eğer olgulara
odaklanan bir yapıt vermek istiyorsanız ka-
rakterleri yeterince olgunlaştıramamak bir
kusur olarak görülüp geçilebilir. Ancak insa-
noğlunun varoluşuna ve gerçek toplumsal
hayata dair söz söyleme iddiası karşısında; okur
için öncelikli olan, karakterlerin televizyondaki
dizi karakterlerinden daha sahici ve derinlik-
li çizilip çizilemediği, psikolojik çözümlemenin
ne kadar etkin yapılabildiği oluyor.
SAT G�TS�N! “Pazarlama”, yaşadığımız yüzyılı anlatan
ve belki de tarihte bu döneme ilişkin anah-
tar sözcük olabilecek kavramlardan biri. İn-
sanoğlu iki dünya savaşı, bir soğuk savaş gör-
dükten sonra (ve artık sömürü ve savaşın bile
çok daha kalleşçe yapıldığı bir zamanda) her-
hangi bir şeye ya da birine “hakkını ver-
mek”ten çok, onu “küçülterek” ya da “bü-
yüterek” pazarlamaya sarıldı. Bugünün dün-
yasında önemli olan “hak etmek” değil, “sat-
mak”! Artık savaş ve barış bile bir pazarlama
meselesi haline geldi. Hal böyleyken bir ro-
manın gerçekten büyük olup olmadığına
kim bakar, “Küçük bir kasaba hakkında bü-
yük bir roman” deyin, pazarlayın gitsin…
SEZA ÖZDEMİ[email protected]
Boş Koltuk, J.K. Rowling, Doğan Kitap, Çev: Dost Körpe, 592 s.
Belçikalı yazar Misha Defonsea’nın tari-
hin kapkara bir dönemini bir kurgu roman
tarzıyla anlattığı ve sinemaya da uyarlanan
“Kurtlarla Yaşam” dilimize çevrilerek
yayınlandı. Oldukça ses getiren ve tartı-
şılan bu kitabı elinize aldığınızda ilk ola-
rak ‘Anne Frank’ın Hatıra Defteri’ ve Jack
London’ın ‘Beyaz Diş’i benzeri bir şeyle
karşılaşacağınız tahmininde bulunabilir-
siniz. Ya da ikisinin harmanlanmış halini
düşünebilirsiniz.
Nazi’lerin dünyayı yakıp yıktığı, in-
sanlığın katledildiği yıllara
giderek, bir hayvanın yaşa-
mından hareketle insanın
insanlaşmış doğasını terk
edip vahşileşmiş halini gö-
rebilmek mümkün.
Misha Defonseca, kü-
çük bir kız çocuğunun yü-
reğinden yaşananları anla-
tırken hep bir çatışmayı
öne çıkarıyor: İnsan mı
daha dost insana yoksa on-
dan korkmadığını ve ona
zarar vermeyeceğini hisset-
tirirse bir insanın gerçek
dostu bir hayvan mı?
Anne ve babası savaş
sırasında Naziler tarafın-
dan tutuklanan ve onları
aramak için yola düşen 7 yaşında Mis-
ha adındaki bir kız çocuğunun serüve-
ni bu eser.
Kurtların arasında yaşayan, bedenen
ve ruhen de kurtlaşan bir çocuk.
Geçmişini arayan, insanlara tepkili
ve umutsuz…
Almanya, Belçika, Polonya, Ukray-
na, Yugoslavya,, İtalya… Nazilerin pos-
talları altında ezilen bir coğrafya…
Kan, ölüm, kuru taş kokusu; sonra ça-
mur ve bataklık…
Yalnız kaldığında insanlardan mer-
hamet ya da yardım istemeyen, aç kal-
dığında yiyecek istemeyen, dilenmeyen
bunlar yerine hep çalmaya yönelen bir
çocuk.
Anne ve babasını, onların sevgisi ve
adını çaldıklarında 6, kaçmak zorunda kal-
dığında ise 7 yaşında olan bir çocuk. Ka-
muflaj için sahte kimliğinde 4 yaşında olan
adı ‘Mishke’ diye değişen bir çocuk…
�NSANIN KEND�NE DÜ�MAN VAH�ET�…
Hep saklanmak zorunda kalmış bir ço-
cuktur Misha. Annesi Rus kökenli Yahudi,
babası Alman kökenli bir Yahudidir. Al-
manya’dan kaçıp Belçika’ya sığınırlar.
Almanların işgali nedeniyle hep sakla-
nırlar.
Tehlikeyi gören ailesi bir miktar para
vererek korunması için çocuklarını bir ai-
lenin yanına verirler. Burada tanıdığı bü-
yükbaba ona çok şey öğretir. Direnmeyi
ve güçlü olmayı öğretir.
Ve gizli bir örgütün yardımıyla güvenli
bir yere kaçırılır.
Anne ve babasını ara-
maya koyulur. Yanı ba-
şında düşman, içinde bü-
yük bir boşluk.
Hep doğuya doğru bir
yolculuk. Issız ormanlar,
dağlar, bayırlar, yollar…
Açlık, yanı başında
kol gezen ölüm, korku…
Her yer kan ve gözyaşı.
Upuzun bir yürüyüş...
İnsanın kendisine düş-
man vahşetinden hay-
vanların ‘vahşi’ dünyasına
sığınarak kurtulan ve on-
lar gibi yaşamaya çalışan
bir çocuk.
Bir kurdun ininde
kurt yavrusu gibi yaşar
ve dişi bir kurdu annesi bilir. Kurt bir
gün postu için öldürüldüğünde sorar; ya-
şamak ve hayatta kalmak için öldürmek
zorunda kalan bir hayvan mı daha vah-
şi yoksa gözünü bile kırpmadan canlıları
katleden bir insan mı?Bu soruyu sık sık
soruyor yazar.
Bir yetişkin kadının çocukluğuna dö-
nerek anlattığı anlatımlarla örülü bu kur-
gu romanın sonunda bir sürpriz bekliyor
sizi. Yayıncı ve yazarın notlarını okudu-
ğunuzda bu sürprize tepkiniz ne olur bi-
lemem ama yazarın küçük bir çocuğun
dünyasından çıkarak hayvanlarla özellik-
le de kurtlarla kurduğu empati ve onların
gözünden yaşamı anlatımı etkileyici.
Tabi zaman zaman düşülen tekrarlar,
hayal gücünün ve kurgunun abartılı hal-
leriyle de karşılaşmıyor değilsiniz. Hele de
anlatılanların gerçek mi değil mi diye so-
ruyor ve beklentinizi buna göre oluştu-
ruyorsanız işiniz zor…
8 Aydınlık KİTAP
Anne ve babas� sava� s�ras�nda Naziler taraf�ndantutuklanan ve onlar� aramak için yola dü�en 7
ya��nda Misha ad�ndaki bir k�z çocu�unun serüveni
İnsanın vahşileşendoğasından kaçış
ŞENOL Ç[email protected]
Kurtlarla Yaşam, MishaDefonsea, YKY, Çev. Zehra
Gencsoman, 231 s.
19 N�SAN 2013 CUMA 9Aydınlık KİTAPBABİL BALIĞI
“Bir gün, yeniden peri masallarınıokumaya başlamak için yeterliyaşa geleceksin.”
C. S. Lewis
Bu hafta da sıra dışı bir kitabı konu edi-
neceğiz. İthaki Yayınları’nın dilimize ka-
zandırdığı “Şamatacı Suçlular ve Daha
Fazlası”, 11 yazarın öykülerinden oluşan
bir derleme (önsözü yazan Lemony
Snicket’ı da dahil ederseniz 12 elbette).
Aralarında Neil Gaiman, Jonathan Saf-
ran Foer gibi ülkemiz okurunun da ya-
kından bildiği isimlerin olduğu yazarları
içeren öykü toplamasının tam adı ise bir
hayli uzun. Kitabın, tam, uzun adı şu şek-
lide: “Şamatacı Suçlular, Dost Canlısı
Olmayan Su Kabarcıkları ve Hakkında
Ne Hissettiğinize Bağlı Olarak, Belki de
O Kadar da Korkutucu Olmayan Baş-
ka Şeyler, Kayıp Bir Ülke, Sahipsiz
Cep Telefonları, Gök Yüzünden Gelen
Varlıklar, Peru’da Kaybolan Ebeveynler,
Lars Farf Adında Bir Adam ve Tam Ola-
rak Bitiremediğimiz Bir Başka Hikâye,
Bu Yüzden Belki Bize Yardımcı Olur-
sunuz.”
Hayır, kitabın neredeyse bir paragraf
uzunluğundaki bu ismi, öykülerin isim-
lerinden oluşmuyor, fakat içerikleri
hakkında ipuçları taşıyor. Öte yandan
yazarlara çizerler de eşlik ediyor ve re-
simlemeleriyle öykülere ayrı bir zevk ka-
tıyorlar (Hatta tamamı çizgi bir öykü de
mevcut). Özellikle estetik anlayışını ve
renk paletini, hayranı olduğum Tony Di-
Terlizzi’ye (kitaplarının değil, çizimle-
rinin) çok benzettiğim Peter de Séve’in
illüstrasyonlarıyla karşılaşmak güzel
bir sürpriz oldu. Normal kalıpların bir
hayli dışında olan öykülerin genel tu-
tumunu tam anlatabilmek için öncelikle
kitabın orijinal yayıncısı hakkında bazı
bilgileri, birkaç tavsiyeyle paylaşmam ge-
rekiyor.
SIRA DI�I YAYINCIDANKitabın yayıncısı McSweeney’s, San
Francisco merkezli, aynı zamanda sü-
reli yayınları da bulunan bir yayınevi.
Yayınladıkları kitaplar, olağanın dı-
şında, farklı, yenilikçi, kendine has bir
üslubu barındırıyor. Özellikle “farklılık”
donesi, artık öyle noktalara dayanmış
durumdaki kendilerine ait bir alt kül-
türün markası konumuna gelmiş du-
rumdalar. Elbette bir yandan kimi ha-
yal kırıklığı yaratan kitaplarıyla birlik-
te, “farklı” şeyler sunma gayretinin
artık yüzeysel bir “farklı” olma amacı-
na dönüştüğü yönünde eleştirileri üst-
lerine çekiyorlar. Fakat buna karşın, ya-
yımlamış bulundukları ve yayımla-
makta oldukları pek çok, öyle olmak is-
tediği için değil, zaten öyle olduğu
için ciddi anlamda “farklı” kitap göz
ardı edilemeyecek olduğundan, her
alternatif hareketin biriken hayran kit-
lesiyle karşılaşacağı anti-marka söy-
levlerden sıyrılabildiklerini söylememiz
mümkün. Yayıncıyı daha iyi tanımak
adına, özellikle köşedeki kitap tavsi-
yelerini de önemseyen okur için ya-
yınladıkları kitaplardan, henüz tercü-
mesi bulunmayan, bir anti-kahramanın
nasıl yazılması gerektiği yönünde ders
olarak okutulabilecek Bill Cotter’ın
“Fever Chart” kitabına ve çıktığı zaman
bir hayli tartışma yaratan, Millard Ka-
ufman’ın “Bowl of Cherries” kitabına
özellikle göz atmanızı tavsiye ederim.
İşte, “Şamatacı Suçlular” da (kısa
adıyla) yayınevine münhasır, bir kalıba
sığmayan, sığmamakla kalmayıp çıktı-
ğı kabuğu da reddeden bir öykü der-
lemesi. Bu nedenle pek çok okuyucu ki-
tapla ilgili farklı izlenimlere sahip ola-
caktır –ki internet aramalarımda kitapla
ilgili yapılan birbirinden farklı yorum-
lar, çoğu okurun kafasının nasıl karı-
şacağına yönelik komik ve eğlenceli do-
neler barındırıyordu.
KABU�UNU REDDEDEN ÖYKÜLER
İlk olarak karşıla-
şacağınız yanlış izle-
nim, öykülerin çocuklar
için yazılmış olduğu yö-
nündedir. Neil Gaiman
ve Jon Scieszka’nın
(Scieszka’nın reklam
metinlerinden kolaj
oluşturan öyküsüne
özellikle dikkat) öykü-
leri hariç tutulduğunda,
yazılan bütün öyküle-
rin, rahatlıkla bir ço-
cuğun anlayabileceği
öyküler olduğu elbette
tartışma götürmez.
Hatta, öykülerin anlat-
mak istediği meseleler
de tıpkı bir çocuk kita-
bı gibi oldukça net ve
açık durumdalar. Yine
bir çocuk öyküsünde karşılaşılabilecek
macera ve korku da (elbette zaman za-
man Lemony Snicket muziplik dere-
cesine de sıçrayarak) yer alıyor. Naif
olaylar pek çok yerde kahkahayı da ta-
şıyor. Fakat gelgelelim kitabın hedef kit-
lesi çocuklar değil. Peki o halde, yetiş-
kinler mi? Hala çocuk ruhunu taşıya-
bilen ve iyi bir çocuk öyküsünün sade-
ce çocuğun onu anlamasıyla nokta-
lanmayacağını, aynı zamanda ancak bir
çocuğun anlatıyor olabileceği bir hikaye
halinde yazılırsa zevkine varılabilece-
ğinin bilincinde, belki çocukluk hayal-
lerine dönmek isteyen ye-
tişkinler mi? İşte bu da
ikinci yanılgı. Elbette her
iki (yetişkin ve çocuk) okur
kitlesini de kavrayacak öy-
küler bunlar. Ancak asıl
okuması gereken kitle, ye-
nilenen ve güncellenen so-
runlara, sorunu kökünden,
yani çocukluklarına tek-
rar dönerek, öykülerde çö-
zümlemek isteyen büyü-
müş çocuklardır. Eski usul
çocuk kitapları, çağımızın
yetişkinlerine ve yetişkin
adayı çocuklarına çözüm-
leme sunma yetilerini artık
kaybetmişlerdir. Belki bi-
raz haddimi aşacağım ama
çağımızda hala yazılmakta
olan pek çok çocuk kita-
bının da durumu ne yazık ki içler acı-
sı. Yarattığı yetişkinler, işe yaramazlı-
ğın ötesine geçmeyen çocuk kitapları-
nın sorun çözümlemelerini taklit etmek,
sonuç olarak ortaya koyduğu yetişkin-
ler kadar işe yaramaz kitaplar ortaya çı-
karmaktadır. Yer kısıtlı olduğundan ne
yazık ki bu uzun konuyu her iki yönden,
tek örnekle, sorularla açıklamaya çalı-
şabileceğim (bunun için eski bir öykü-
yü -Yalancı Çoban- ve “Şamatacı Suç-
lular”dan bir öyküyü -kitaptaki 2. öykü-
seçtim).
Etik ve ahlaki anlamda “yalan”
söylemenin gri alanlarda fazla gezindiği,
“beyaz” yalan adı altında yetişkinlerin
artık toptan bir alışkanlığı reddetmek
yerine felsefi ve içtimai alt açıklamalara
ihtiyaç duyduğu bir çağdayız. Yetiş-
kinlerin artık bazı durumlarda “ya-
lan”ı olumladığı bir çağda, “yalan”ı top-
tan reddeden geçmiş dünyanın çocuk
öyküleri, geleceğe yönelik sorunları
çözümlemede bizlere yardımcı olabilir
mi? Yalan, artık bir yetişkin adayı (ço-
cuk) sorunu mudur? Yoksa yeni ço-
cukluk sorunlarımız başka bir yerde mi-
dir? Aşırı evham, çocuklarımıza karşı
işlediğimiz büyük bir suç olabilir mi?
Sevdiğimiz şeyi kaybetme korkusuyla
yaptığımız şeyler, birbirimize karşı iş-
lediğimiz bir suç sayılabilir mi? Her şe-
yin yanlış gitmeye başladığı yer belki bu-
rasıdır. Belki de eski masallarımızla çö-
zemeyeceğimiz, çağımızın çocuk so-
runlarından biri budur… Bu noktada
sözü, düşünmeyi ve gerisini keşfetme-
yi sizlere bırakıyorum…
Haftaya görüşmek dileğiyle…
M. SALİH [email protected]
Cin Ali’ler adam olmaz
Şamatacı Suçlular ve DahaFazlası, Derleme, İthakiYayınları, Çev: Sevinç
Kayır, 207s.
19 N�SAN 2013 CUMA10 Aydınlık KİTAP
Bilim için yeni bir savunmaEpistemolojide, bilim felsefesinde ve zihin felsefesinde materyalist ve devrimci dü�üncelerin yenidenüretildi�ine tan�kl�k ediyoruz. Ancak ne yaz�k ki ülkemizdeki çeviri çal��malar�n�n yeterli olmamas�ndan
ve akademimizin körlü�ünden dolay� bunlar�n birço�u Türk okura ula�am�yor ya da geç ula��yor
Belge manyaklığının, veri bombardımanının ve
hurafelerin yaygınlaştığı çağımızda epistemo-
loji ve bilim felsefesinin konuları önem ka-
zanmaktadır. “Görmeden inanmam!”, “Her-
kes bir şeyler söylüyor, at izi it izine karıştı” tü-
ründen birbirine karşıt ifadeler sıklıkla dile ge-
tirilir oldu. Buna bir de katmerli ve nitelikli hu-
rafeler, çok sayıda kavramla ambalajlanmış bey-
lik sözler ve son olarak unvanla desteklenen
fetvalar eklenince sorun büsbütün rahatsız edi-
ci bir hal alıyor.
Hurafelerle savaş adına ortaya çıkan
Richard Dawkins, A. Celal Şengör gibi po-
zitivist (ya da neo-pozitivist), hatta zaman za-
man Popperci olan, aydınların Marksizm ve
diyalektik düşmanlığında hurafelere kucak
açan post-modernistlerle uzlaştığı görül-
mektedir. Bilimi ve felsefeyi sınıf çatışma-
sından, politikadan ve kitlelerin yaşam tar-
zından bütünüyle ayıran pozitivizmle; bilim
ve felsefenin sınıf çatışmasında, politikada kit-
lelerin çıkarına savunulamayacağını ve dahası
savunulmamasının gerektiğini söyleyen post-
modernizmin uyuşması şaşırtıcı değildir.
ARTIK TÜRKÇEDEBu gerici ittifaka karşı Marksizmin ve di-
yalektik düşüncenin farklı tonlarında karşıt ses-
ler de yükselmektedir. Epistemolojide, bilim fel-
sefesinde ve zihin felsefesinde materyalist ve
devrimci düşüncelerin yeniden üretildiğine
tanıklık ediyoruz. Ancak ne yazık ki ülkemiz-
deki çeviri çalışmalarının yeterli olmamasından
ve akademimizin körlüğünden dolayı bunların
birçoğu Türk okura ulaşamıyor ya da geç ula-
şıyor. Ama bunların en önemlilerinden biri
Türkçeye kazandırıldı. Ünlü (ne yazık ki ül-
kemizde bu kişi için “ünlü” demek pek de
mümkün değil) filozof Roy Bhaskar’ın “The
Possibility of Naturalism, A Philosophical Cri-
tique of the Contemporary Human Sciences”
adlı eseri bundan böyle genç akademisyen Vefa
Saygın Öğütle’nin “Naturalizmin Olanaklılığı,
Çağdaş İnsan Bilimlerinin Felsefi Bir Eleştiri-
si” adıyla, titiz çevirisinden okunabilecek.
ROY BHASKAR’IN KEND�NE ÖZGÜLÜ�Ü
Roy Bhaskar, hem çok şanslı hem de çok
şanssız bir filozof. Şanslı, çünkü kariyerinin he-
nüz yarısındayken kendi kuramı olan Eleştirel
Gerçekçilik (Critical Realism) adına dernek-
ler, merkezler kurulmuş ve çalışmaları birçok
tez çalışmasına konu olmuş. Bunun da ötesinde,
ilahiyattan sosyolojiye, felsefeden siyaset bili-
mine birçok farklı dalda takipçi kazanmış bir
filozof. Şanssız, çünkü bu denli hacimli ve ve-
rimli eserleri henüz hala yeterince ilgi görme-
miş, eleştirilerine gerekli yanıtlar verilmemiş bir
akademisyen. Tanınırlığının ve üretkenliğinin
etkisiyle kibirine yenik düşmeyip hemen her-
kesle konuşabilen, gençlerle çok çabuk kay-
naşabilen ve özellikle de onları sabırla dinleyen
bu alçak gönüllü filozofun ülkemizde yeterin-
ce tanınmamış olması belki de sırf bu vasıfla-
rı nedeniyle olağan karşılanmalı.
KAR�ITLI�IN B�RBÜTÜN OLARAKORTADANKALDIRILMASI
Yazımızın konusunu oluş-
turan eser, “Naturalizmin
Olanaklılığı” bilim-felsefe iliş-
kisine, sosyal bilim-doğa bilim
ayrımına, naturalizm ve po-
zitivizm ile hermeneutik kar-
şıtlığına odaklanıyor. Eserin,
birinci baskısına yazdığı ön-
sözde Bhaskar, bilim-felsefe
ilişkisi konusunda indirge-
meci yaklaşımlara karşı şun-
ları söylüyor: “...felsefenin,
inter alia [diğer şeylerin yanı
sıra] bilime indirgenemez ve
bilim için temel olduğuna
inanmaktayım.” Kendi ko-
numunu açıkladıktan sonra
eserinin asıl hedefini şöyle dile getiriyor:
“Hem egemen natüralist gelenek olan poziti-
vizm hem de onun anti-natüralist herme-
neutik karşıtı, söz konusu gelişmelerin demode
kıldığı bir ontolojiye dayanmaktadır. Şu halde,
bunların tarihi karşıtlıklarını ‘feshetmek’ için
zaman geldi de geçiyor.” (Birinci baskıya ön-
söz). Pozitivizm ve natüralizmin hermeneutikle
karşı olduklarını, hermeneutik’in anti-natüralist
bir yaklaşım olduğunu ve karşısına aldığı po-
zitivizmin bir felsefe, bir yöntem olduğu kadar
bir ideoloji de olduğunu söyleyen Bhaskar, söz
konusu karşıtlığın aşılabilmesi için iki akımın
da dayandığı ontolojik ve epistemolojik zemini
hedef almaktadır.
Bhaskar’ın eserlerinin okunması biraz zor-
dur, ancak kullandığı kavramların ve tanımla-
rın net bir biçimde sunulmasıyla, esasında
başka birçok eserde rastlanan muğlaklığın
aşıldığı da ortadadır. Bunun için Bhaskar, kul-
landığı terimleri olabildiğince net bir biçimde
tanımlamaya çalışır.
Tartışmamız açısından
önemli olan “natüralizm” te-
rimini ele alalım:
“Natüralizm, doğa bilimleri
ile sosyal bilimler arasında öz-
sel bir yöntem birliği olduğu (ya
da olabileceği) tezi şeklinde ta-
nımlanabilir.” (s. 21). Bunun
karşıtı olan akım içinse, Bhas-
kar, şunları söyler:
“Pozitivizme karşıt olarak
anti-natüralist gelenek ise doğa
bilimleri ile sosyal bilimler ara-
sında, inceleme nesnelerinin
farklılığından temellenen bir
yöntemde yarılma varsaymış-
tır.” (s. 20). Karşıtlığı kendi ifa-
deleriyle ortaya koyduktan
sonra, eserde savunacağı gö-
rüşleri dile getirir: “... Özde rea-
list bir bilim görüşüne dayanan,
asgari standartları sağlamış ve anti-pozitivist bir
natüralizmi savunacağım. Bu türden bir na-
türalizm, hem doğa bilimlerinin hem de sos-
yal bilimlerin uygun ve az-çok spesifik yön-
temlerini bir arada kapsayacak bir bilim tanı-
mı vermenin mümkün olduğunu savunur.” (s.
21). Dahası, savunduğu bilim anlayışının kap-
samını kitabın ileriki sayfalarında daha net bir
biçimde tarif ederek ayrıntılandırır. Bu bilim
anlayışının ortaya konulması kitabın esas
amacıdır. Bhaskar’ın kendi ifadeleriyle söy-
lersek: “Bu kitabın iddiası şudur: İnsan bilimleri,
doğa bilimleri gibi, kesinlikle aynı biçimde ol-
masa da, kesinlikle aynı anlamda bilim olabi-
lirler.” (s. 199).
FELSEFE �LE B�L�M�N B�RB�R�N� BESLEMES�
Felsefe ile bilim arasındaki ilişkiye de de-
ğinen Bhaskar, bunların birbirleriyle ilişkili iki
farklı pratik olduğunu ortaya koyarak görüş-
lerini şu ifadelerle özetler:
“Felsefe, bilimle bir arada yaşamaya me-
yillidir. O, bilimi kodifiye ve hatta motive eder;
diğer yandan bilim de felsefeye, varacağı so-
nuçlar için veri sağlar ve yanı sıra başlıca ana-
lojilerini verir.” (s. 23)
POZ�T�V�ZM�N B�REYC�L���N�N �FLASI
Siyaseten pozitivizmin bireyciliğine karşı
olan Bhaskar, yöntemsel bireyciliği de mercek
altına alarak pozitivizmin bireycilik açmazı ko-
nusunda şunları söyler: “... Gerçek mesele, sos-
yal davranışın bireyci bir açıklamasının nasıl ve-
rilebileceği değil, bireysel (yani en azından ka-
rakteristik anlamda insana ait) davranışın sos-
yal-olmayan (yani kesin bir biçimde bireyci) bir
açıklamasının nasıl verilebileceğidir!... Motiv-
lere ve kurallara yönelik (genel yasalar altın-
da sınıflandırılmış olsun ya da olmasın) yapı-
lan açıklama atfı ya da yeniden-betimleme (ta-
nımlama), daima indirgenemez sosyal yük-
lemleri ihtiva eder.” (s. 50)
Pozitivizmin bu açmazdan kurtulma gi-
rişimleri bir bireyler kümesi yaratarak ona
ilişkin istatistiki değerlendirmeler sunmak
olur. Bhaskar bunu da sorunlu bularak
şunları söyler: “Sözüm ona hakiki ‘bütüncü’
davranış olarak zikrettikleri, kargaşalı is-
yanlar ve sefahat alemleri gibi örnekler, sa-
dece ve sadece, sosyal olana dönük zımni
kavrayışlarının sefaletini açığa çıkarır. Zira
çalışmaları üzerine yapılacak bir analiz gös-
terecektir ki; çoğu bireyci, ‘sosyal’i ‘grup’un
eşanlamlısı zannetmektedir.” (s. 51).
Filozof, bu yanlışlara düşülmesinin nede-
ninin pozitivist ideolojinin geleceğe ilişkin
projesi olduğunu Watkins’in “Ideal Types” adlı
eserinden aldığı alıntıya not düşerek üstü ör-
tülü olarak belirtir: “Belirli durumlarda, ben-
cil özel motivler [kapitalizm olarak anlayın] iyi
sosyal sonuçlara yol açabiliyorken, iyi politik ni-
yetler [sosyalizm olarak anlayın] ise kötü sos-
yal sonuçlara yol açabilmektedir.” (s. 52).
Kitapta, doğrulama, yanlışlanabilirlik gibi
kavramlar ayrıntılı olarak ele alınmakta, ta-
rihsicilik, kavramların (ve bilginin) tarihselliği,
politikliği ve konvensiyonel karakteri bilimi sa-
vunarak ortaya konulmaktadır.
CENK ÖZDAĞ[email protected]
Natüralizmin Olanaklılığı,Roy Bhaskar,
Pratika Yayınevi, Çev: Vefa Saygın Öğütle,
238 s.
Roy Bhaskar gençlerle çok çabuk kayna�abilen, alçak gönüllü bir filozof
Roy Bhaskar gençlerle çok çabuk kayna�abilen, alçak gönüllü bir filozof
Roy Bhaskar gençlerle çok çabuk kayna�abilen, alçak gönüllü bir filozof
Roy Bhaskar gençlerle çok çabuk kayna�abilen, alçak gönüllü bir filozof
Yaşça küçük, bedence büyük olduğum
dönemlerden birinde, bir yaz tatilinde
anneannemleri ziyarete gitmiş, onlarla
haftalar geçirmiştim. O günlerden bi-
rinde hayli şişmanca bir komşu geldi
anneannemlere. “Hafize abla” dedi,
“aslında zayıflama işi çok basit. Aldı-
ğın kalori yaktığın kaloriden az olacak.
Bu kadar.”
O dönemde bu basit önerme aklı-
ma yatmış olsa da, sonradan, “iyi de,
madem bu kadar basitse mesele, ne-
den o kadın ve onun gibi milyonlarca
kadın, bir o kadar da adam niye bu iş
için göbeklerini çatlatıyor bunca sene-
dir?” sorusu gelince aklıma, fark ettim
ki iş bu kadar basit olmasa gerek.
Gerçi işin bu kadar basit olmadığı-
nı “su içsem yarıyorlar”
ile “yerim yerim kilo al-
mamlar”ın oluşturduğu
“bünye meselesi” kıs-
men açıklıyordu halk
arasında; ama iş bunun-
la da bitmiyordu. Bun-
ların yanı sıra, “iş kafa-
da bitiyor”lar vardı bir
de, neredeyse her ko-
nuya bulaşan, ama iş “iş
kafada bitiyor”la da bit-
miyordu.
Yoksa nasıl açıkla-
nırdı, av peşinde bir
deri bir kemik koşarken
tarımı icat edip yavaş
yavaş durulmaya başla-
yan, duruldukça göbek
büyütmeyi öğrenen in-
sanın bugünlerdeki ölümcül kilo savaş-
ları. Acaba bir tür meta fetişisti olan
biz insanlar, vücudumuzda da meta ba-
rındırmayı, onu günü gelince kullan-
mayı hayal etmeyi de mi öğrendik, ekip
biçmeyi ve biriktirmeyi öğrenince?
Yoksa bizi hayatın devamlılığına çeken
evrimsel emirlerden biri miydi yemek
ve yemek yemekle iyi hissetmek?
Sahi, boğazımızdan lokma geçişi
neden mutlu eder ki bizleri?
Kendisini eski bir yemek bağımlısı
olarak tanımlayan meşhur Dr. Mike
Dow tam da bundan bahsediyor, Rem-
zi Kitabevi’nin göbeklerimizin üstüne
kondurduğu “Yemek Bağımlılığı”
isimli eserinde. Bizlere yemek yemenin
bir bağımlılık hâline gelebildiğini ve bu
durumun sadece şişman çevrelerde gö-
rülmediğini, kendisine tedavi için ge-
len süpermodellerde bile buna rastla-
dığını söylüyor.
Bağımlılık girince işin içine, işin
rengi değişiyor tabii içten içe. Zira bir
bireyin bir malzemeye bağımlı olabil-
mesi için, o şeyin bireydeki eksiklerin
yerine geçmesi lazım geliyor. Örneğin,
serotoninin. Adını medyada sıkça duy-
duğumuz uyuşturucuların pek çoğu-
nun işlevi beyindeki “iyi hissetme kim-
yasalı” olan serotonin üzerinde oyna-
dığı biliniyor ya da kişiye kendini güçlü
ve enerjik hissettiren dopamin adlı be-
yin kimyasalının. Bu maddelerin be-
yinde kullanılabilir miktarlarını zıpla-
tan uyuşturucular kişileri de oradan
oraya zıplatıp, “Hayat çok güzel, bense
muhteşemim!” diye bağırtabiliyor. Ta-
bii bu uyuşturucuların
etkisini kaybetmesiyle
kişiyi büyükçe bir hüs-
ranın beklediği ve türlü
çöküşleri getirdiği de
malum. Yani pek çok
şeyin olduğu gibi, sero-
toninin ve dopaminin
de dengelisi karar, azı
çoğu zarar.
Peki bu anlattıkları-
mın yemek bağımlılığıy-
la ne ilgisi var?
Bağımlılık ve ye-
mekler üzerine uzman-
laşmış bir psikoterapist
olan Dr. Dow’a göre bu
konular birbirlerine gö-
bekten bağlılar. Zira
yediğimiz karbonhidrat
dolu yiyecekler seroto-
nini, yağ dolu yiyeceklerse dopamini
çoğaltıyor ve beyinde bir tür uyuşturu-
cu etkisi yaratıyorlar. O yüzden bizler -
bilerek ya da bilmeyerek- iyi hissetme-
ye ihtiyaç duyduğumuz anlarda buzdo-
labına dadanıyoruz. Ve bir süre sonra
buna alışıp bunu her fırsatta yapar
hâle geliyoruz. Dr. Dow bize “Yemek Bağımlılığı”
kitabında bu durumdan kurtulmanın na-sıl mümkün olacağını, beyinlerimizdedolaşan “iyi hissetme” kimyasallarını ar-tırmanın yemek harici ve yemekle ilgiliyollarını anlatıyor. Hem de bizi o çoksevdiğimiz abur cuburlardan cebrenayırmayacağı, bizi güzel yaşamaya tatlıtatlı alıştıracağı sözünü vererek!
11Aydınlık KİTAP
Acaba bir tür meta feti�isti olan biz insanlar,vücudumuzda da meta bar�nd�rmay�, onu günü
gelince kullanmay� hayal etmeyi de mi ö�rendik, ekipbiçmeyi ve biriktirmeyi ö�renince?
Kitap zayıflatır!
MURAT HATUNOĞ[email protected]
Yemek Bağımlılığı, Mike Dow,Remzi Kitabevi,
Çev: Müge Yalçın, 414 s.
BİR KENTİN EDEBİYATA YANSIMASIBİR KENTİN EDEBİYATA YANSIMASIBİR KENTİN EDEBİYATA YANSIMASIBİR KENTİN EDEBİYATA YANSIMASI
İZMİR… Çünkü suyaverdim adını!
İZMİR… Çünkü suyaverdim adını!
İZMİR… Çünkü suyaverdim adını!
İZMİR… Çünkü suyaverdim adını!
İZMİR… Çünkü suyaverdim adını!
İZMİR… Çünkü suyaverdim adını!
İZMİR… Çünkü suyaverdim adını!
İZMİR… Çünkü suyaverdim adını!
19 N�SAN 2013 CUMA12 Aydınlık KİTAP
Bahçelerde kalem varArkamızdan gelen varKalkın gidelim efelerYar fidan boylumİçimizde ölen varİzmir Türküsü
Kentlerin rengi olduğunu düşünürüm
hep. İstanbul gri bir şehirdir. Güvercin
telaşı vardır sokaklarında. Doğu’da kum
tozuna döner iklim. Kahve tonlarındadır
teni, taş binaların. Güneye, Akdeniz’e
inildiğinde alabildiğine camgöbeği mes-
kun mahal! İzmir’inse rengi sudur. Pale-
timdeki su!
Çünkü suyun taşkınlığı vardır maya-
sında! Hoyratlığı, eyvallah nedir bilme-
yen hali… Hasan Tahsin’in gavura sıktı-
ğı ilk kurşunun azameti! Sakin atın çifte-
sidir İzmir; toprağa eşelenen yalanı, en
zayıf dalgada örten su!
1960’lı yıllarda İzmir’de gazetecilik
yapan Attila İlhan, Alsancak’ta dikili bir
taş görür. Taşın üzerinde eski harflerle
bir şeyler yazmaktadır. Derhal kaleme
davranıp, not kağıdına iliştirir yazıyı.
Eski yazı bilen bir ahbabı, metnin anla-
mını açıklar: “Vatan ve namus”… Taşın
evveliyatını irdelediğinde, hikaye gün
yüzüne çıkar. 1922’de Manisa üzerinden
İzmir’e giren Fahrettin Paşa’nın süvari-
leri, hükümet konağına şanlı bayrağı
dikmek için yol alırlar. O esnada, Yunan
askerinin kurduğu pusuyla; üç askerimiz
şehit olacaktır. İşte bu taş, o acı günün
timsalidir.
İzmir ahalisinin, yasını unutmamak
için diktiği bu abide; kaba betona değil,
ruhlarımıza temeldir oysa. Kordonbo-
yu’nun o emsalsiz, o bayındır rüzgarı
bundandır. Kafkavari kaygılar taşısa da,
kaybetmez aydınlığını. Tıpkı, İzmir’in
soluğunda kanatlanan bir başka şair
Tuğrul Keskin’in dizelerinde olduğu
gibi…
…
çoğalmasından usandım intiharlarınsokaklara koşuyorum, daralan sokaklara çantamda taslak halinde bir kafka kemeraltını yürüyorum karmakarışık bütün yüzler genç sevgililer, yaşlı evliler ve çocuklar başlıyorum yeniden mayakovski okuma-ya.
(“Acılarımın Üstüne Koyayım Seni”
şiirinden…)İntiharların çoğaldığı günlerdeyiz.
Zihnimizin, vicdanımızın ipe asıldığı
günlerde… Gitgide uzuyor sessizlik...
Ufunetli bir hava hakim oluyor göğümü-
ze. Dönüp, Mayakovski okuyoruz; Na-
zım okuyoruz. İçinden “her şeye rağ-
men” geçen cümleler kuruyoruz. Umut
ölüme sevdalanmış ya, “her şeye rağ-
men” umut var diyoruz!
Zira, hala dudakları bayrak kırmızısı,
güzel kadınlar geçiyor Alsancak’tan. Se-
vinç Pastanesi’nin önünde göz göze ge-
lip, cadde boyu salınıyor sevgililer…
Yine, Kordonboyu uçurtmalar havalanı-
yor mavi ufuklara… Pasaportta, çay bar-
daklarının melodisi duyuluyor. Kumru
yarenlik ediyor sıcak damaklara. Karşı-
yaka’ya bir vapur yanaşıyor. Gözleri ışıl-
tılı insanlar dökülüyor geniş yollara. Bi-
raz da bundan, “su” imgesi… Çünkü
inanıyoruz suyun ışıltısına, ferahına… O
kiri, irini götürecek su… Yine tertemiz
edecek saf, Anadolu ruhlarımızı…Taşın
hatrına, atalarımızın hatrına, “Vatan”
gibi bizim, “Namus” gibi vazgeçemediği-
miz kadınlar koklayacağız İzmir’in so-
kaklarında.
Saygıdeğer okur, “İzmir Kitap Fua-
rı” yarın itibariyle başlıyor. Birbirinden
değerli yazarların söyleşileri, yeni basıl-
mış kitapların kendine has kokusu ve
ilim/irfan yolculuğu… Hepsi siz kıymetli
okurların huzuruna sunulacak. Henüz 6-
7 yaşlarındayken, babamın beni elimden
tutup götürdüğü İzmir Fuarı’ndaki gibi
bir şenlik havası! Oysa kitaplar, bu mut-
luluğu yaşamak kadar; başkalarının acı-
larını duyumsayabilmek, algıları ve vic-
danı derinleştirebilmek içindir.
Kolay tüketilebilir, kuru ve popülist
akıl; hiçbir zaman edebiyatla hemhal
olanların odağında olmamıştır.Vatan uğ-
runa evlat feda edenlerin, fakir olmaya
razı lakin onurundan ödün vermeyenle-
rin, çığlığına sancak olsun diyedir kitap-
lar… İzmir gibi namusun ve vatan sev-
dasının timsali olmuş bir kente, irfan
tembihleyenlerin suretine; yüzyıllar ön-
cesinden büyük sofuların kelamlarını
çarpsın diyedir kitaplar… Devir, kuru ve
güdümlü aklın, garabetin devri olsa da;
kadına, toprağa, vatana, yaratana aşkın
hallerini yaşatan kitaplar!
Ne akilim ne divaneGel gör beni aşk neyledi
Yunus Emre
DAĞHAN DÖ[email protected]
19 N�SAN 2013 CUMA 13Aydınlık KİTAP
Sahi yalnız mıyız bu kentte?
Smyrna’da (İzmir’in eski adı) bir ezgi
yükselir; İmbat rüzgârına aşina yürek-
leri doldurur gibi.
Alsancak’ta bir sokak başında
beklersiniz. O sokağın adı çocukluğu-
muzun babacan yazarı Muzaffer
İzgü’dür. Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde
her an rastlayabilirsiniz ona.
Öyle çok sanatçı, şair ve yazar ta-
nıdım ki bu kentte. Hem öyle büyük
ve kalabalık şehirlerin çok çok ünlüle-
ri gibi kaçmazlar ve siyah güneş göz-
lüklerinin arkasından bakmazlar in-
sanlara. Kibir denen şeye yüz verme-
miştir pek çoğu…
Kordon’da dolaşırken Tuğrul Abi
(Keskin)’yi görürsünüz. Sanki serenat
yapar martılara, yeşille mavinin buluş-
tuğu Kordon’da. Şiir gibi konuşur
merhabasında, dizeler saklıdır. Yeni
bir dörtlüğünü duyabilirsiniz o
anda…
Hidayet Karakuş’u görürsünüz
Muzaffer İzgü’yle omuz omuza; ‘Şiir
yaşamın imbiğidir’ der.
Akşam üstleri şair Halim Yazıcı
görünür Yakın Kitabevi’nde. Masasın-
da sohbet eder, kağıdı kalemiyle ade-
ta dans eder. Kelepçesini 226 gün bir
abide gibi taşımış, “Avludaki Kuş Ses-
leri”yle içinin güvercinlerini gökyüzü-
ne salıvermiştir…
Hüseyin Yurttaş’ın şu dizeleri dö-
ner durur belki kafanızda;
“Bir tanık değilseniz yaşamaResminiz tanık olmaz yaşadığınıza”
Ve Bekir Yurdakul, Veysel Çolak,
Ümit Yaşar Işıkhan…
Ve Yalçın Benlican, Mehmet Sa-
dık Kırımlı, Atilla Er, Necati Yıldı-
rım, Çınar Çığ, Bahri Karaduman,
Okan Yüksel, Zeynep Uzunbay, Sel-
çuk Oğuz, Fatma Aras, Dikle Özkan,
Neslihan Perşembe, Nesrin İnankul…
Hasan Hüseyin Korkmazgil’in ço-
cukluk arkadaşı, çınar gibi dimdik
Zeki Büyüktanır Ağabeyimiz, yaşar ve
halâ üretir bu kentte.
Değerli hocalarımız Zeki Arıkan,
Salih Özbaran, Ergun Aybars, Oktay
Gökdemir ve güleç yüzlü Sancar Ma-
ruflu ağabey, Yüksel Pazarkaya…
Ve Yaşar Aksoy, Mavisel Yener,
Oğuz Tümbaş, Lütfü Dağtaş, Avram
Ventura, Haluk Işık, Sadettin Öztürk,
Savaş Ünlü, Efdal Sevinçli, Bekir Öz-
gen, Erdoğan Aytekin…
Hatırlatmakta fayda var bu arada
Ahmet Cemal, Tarık Dursun K., Yıl-
maz Özdil, İhsan Oktay Anar da İz-
mirlidir.
Ve Erdinç Gültekin. Adını ilk defa
duymuş olabilirsiniz belki. Genç yaşı-
na rağmen iki öykü ve iki şiir kitabına
imza atmış bir emekçidir. Hala üret-
mektedir. Neden günün birinde İz-
mir’in bir ‘”Jack London”ı, “Gorki”si
olmasın ki!
Ve yürürken Gündoğdu Meyda-
nı’nda maviyle yeşile komşu kırmızı
bir sonsuzluk karşılar sizi. Dizelerini
yumruk yapmış şairlerin sesidir bu
duyduğumuz. Gün gelir Silivri’de du-
yulur bu ses.
“Hayır”ını haykırırken görürüz.
Piyasalaşmamış, post-modernizme
“nanik” yapmışların sesidir bu.
Üniversite öğrenimi için gittiğim
İzmir’de tanıştığım bir sanatçının söy-
lediği “Biz İzmir’de yalnızlığımızı ya-
şıyoruz” sözü kulaklarımda kalmış.
Şimdi bu çok sevdiğim, güzelim İs-
tanbul’da ruhsuz, tahammülsüz kala-
balıklar arasındayken bu sözü bir kez
daha düşünüyorum. Her şeyin merke-
zi bir kentte, kalabalıklar arasında
yalnızlaşan bireylerin oluşturduğu yı-
ğınların arasındayız. Sahi hangi şehir
öksüz, kim yalnız?
Eh şimdi söyle İzmirli ağabeyim
bunun adı yalnızlık mıdır sence?
ŞENOL Ç[email protected]
Bertolt Brecht, Elias Canetti, Stefan Zwe-
ig, Ingeborg Bachmann, Paul Celan, Rai-
ner Maria Rilke, Friedrich Hölderlin,
Heinrich von Kleist, Georg Lukacs, Anna
Seghers, Erich M. Remarque, Manès
Sperber, Franz Kafka, Walter Benjamin,
Robert Musil, Ernst Fischer... Liste uzun.
Ahmet Cemal tartışmasız Türkiye’nin en
büyük çevirmenlerinden biri. Bir diğer söy-
leşimizde sormuştuk. Kimleri ya da neyi çe-
vireceğine neye göre karar veriyordu?
Sevdiği eserleri çevirirmiş genelde. Bunu
öğrenince mutlu oluyoruz sanki. Sevdik-
leri sevdiklerimizle örtüştüğü için. “Çevi-
ri dillerin dili”dir Akşit Göktürk’e göre. Ye-
niden yazmaktır kimilerinin deyimiyle.
“To be or not to be”yi Can Yücel gibi “bir
ihtimal daha var o da ölmek mi dersin”
diye aktarabilmektir. Bunun için yazar ol-
mak gerekir. Yazar olmak yetmez şair ol-
mak gerekir. İşte Ahmet Cemal öyle biri.
Bu yıl 18. kez düzenlenen İzmir Kitap Fua-
rı’nın onur konuğu Ahmet Cemal...
� Sizi çevirmen kimliginizle tanıyoruzgenelde. Deneme türünde kitaplarınız davar ama yine de Ahmet Cemal deyinceçeviri gelir akla. Daha önce bir çevirmenbir fuarın onur konuğu olmuş muydu?
Çevirmen kimliğimin ağır bastığı
doğru. Ama son yıllarda yazarlığım da
kanımca onun hemen ardından geli-
yor. On deneme kitabım var. Onların
dışında çıkmış bir romanım, bir öykü
ve bir şiir kitabım da var. 2012 Sedat
Simavi Edebiyat Ödülü’nün “Lanet-
lenmiş Ağustos Böcekleri” adlı dene-
me kitabıma verilmiş olması da sanı-
rım bu bağlamda bir işaret sayılabilir.
Daha önce sayın Cevat Çapan, çeviri-
leri nedeniyle TÜYAP İstanbul Kitap Fua-
rı’nın onur konuğu olmuştu.
� Türkiye’de çeviri ne durumda? Nasıl
görüyorsunuz? Eksiklikler neler? Çevirihakları ne durumda?
Türkiye’de çevirinin durumuna ilişkin
sorulara bir süredir alışılandan epey farklı
yanıtlar veriyorum. Burada da öyle yapa-
cağım. Yetmişli ve seksenli yıllarda “çevi-
rinin sorunları”ndan söz etmekte haklı
olabilirdik; çünkü o zamanlar anadilimiz
henüz bugünkü kadar yıkıma uğramamış-
tı ve biz de doğru kullandığımız bir anadi-
li çıkış noktası alarak çevirinin sorunlarını
tartışmakta haklı olabilirdik. Ama bugün
artık çoktandır bir yandan “mesaj dili”nin
işgali yüzünden öte yandan da yeterince
edebiyat okumama nedeniyle artık yıkı-
ma uğramış bir anadili kullanmaya çalıştı-
ğımızdan, çevirinin sorunlarıyla uğraş-
mak lüks kaçar!
� Yeni çıkacak deneme türü çalışmanız-dan bahseder misiniz?
Yeni deneme kitabımın başlığı “Ek-
naton’un Yalnızlığı”. Bitmek üzere. Şim-
dilik bu kadar söyleyebilirim...
� İzmir’le bağınız nedir? Ülkenin önemlidüşünürleri bu şehirle bir bağ kurmuş-lar. Sizin de var mı bu şehre dair bir duy-gusallığınız?
İzmir benim doğduğum şehir. Ama
bir buçuk yaşımda iken İstanbul’a gelmi-
şiz. Aradan yetmiş yıl geçtikten sonra
doğduğum şehre üstelik TÜYAP gibi
saygın bir kuruluşun onur konuğu olarak
gelmek benim için çok anlamlı ve heye-
can verici bir olay...
Fuarın onur konuğu Ahmet CemalPINAR AKKOÇpı[email protected]
�hsan Oktay Anar�hsan Oktay Anar�hsan Oktay Anar�hsan Oktay AnarAttila �lhan Hidayet Karaku�
Tar�k Dursun K.
Muzaffer �zgü
Zeki Ar�kan
19 N�SAN 2013 CUMA14 Aydınlık KİTAP
Alelade gidişe razı öyküler Kereste atölyesinde geçirilen bir, iki saat anlat�lm�� o öyküde yaln�zca. Ben her gün kaba
ah�ab� oyan, kesen, yontan “iki ya�l� el”in hayat�n� bilmek isterdim
Çoğunu büyük beğenilerle okuduğum, eskiama eskimeyen klasik eserlerimiz ve bu eser-lerin sahibi yazarlarımızın yeni yazılmış ki-tapları dışında; güncel edebiyatımızla tanış-ma fırsatını Tuncer Erdem’in, “Güzel Eşya,Alelade Dünya” kitabı ile buldum. Kendimizepek çok kez sorduğumuz şu sorular aklımdabu vesileyle tekrar canlandı:
YAZARIN AYDIN SORUMLULU�UÖncelikle edebiyat neden vardır? Yalnızca
edebiyat yapmak için mi? Yoksa bundan baş-ka sorumlulukları da var mıdır edebiyatçının?Aydın olma sorumluluğu mesela? Aydın; dilbilme, entelektüel bir birikime sahip olma, sa-nat, siyaset ve benzeri alanlarda faaliyet gös-terme özelliklerinin yanı sıra, mensubu bu-lunduğu sınıfı, o sınıfa manevi üretimde bu-lunarak, kendi belirleyen ve toplumu aydın-latma görevini doğal olarak üstenmiş kimsedir.Güncel edebiyatımız bu konuda eksik kalıyor.Ne yazık ki Erdem’in öykü kitabı da bu boş-luğu doldurabilmiş değil.
Bir öykü okurken; bir aşk öyküsünü örne-
ğin, Sabahattin Ali’nin “De-ğirmen”indeki gibi bir öyküarıyor insan. Ya da Muzaffer İz-gü’nün, Aziz Nesin’in eleştirel,mizahi öykülerini… Refik Ha-lit’in “Yatık Emine”si gibi bir öy-küde de mizahi olmayan tarzdabir eleştiri görmek istiyor ya da.
Bunu yaparken de esas öl-çütü gerçek yaşantıdan etkilen-mek, gerçek kişilerin hayatındanyola çıkarak, genel bir hükmevarmak olmalı yazarın. Top-lumsal sorunlara dair bir far-kındalık yaratmak olmalı ve ya-zar, bunları değiştirmek eğili-miyle de okuruna güven vermeli.
Ne anlatmak istediğimi kitaptan bir örnekvererek somutlayayım: “Toz” adlı öykü. Bir ah-şap atölyesinde geçen bir zaman dilimi anlatı-lıyor. Yerlerdeki toz birikintilerinden yola çı-karak… Toz birikintisi kişileştirilmiş öyküde. On-ların da bir hayatı olduğunu, birleşik halde du-rup yer yer ayrılarak farklı birliktelikler kur-duklarını, rüzgarı sevmediklerini ama hayatla-rının bir gerçeği olarak gördüklerini anlatıyor.Bir toz zerresinin yere düşüşü de uzun bir pa-ragrafta betimlenmiş.
Bir arkadaşımla konuşurkentesadüfi olarak öğrendiğim bir de-tayı da eklemek istiyorum. O toz zer-releri bilerek süpürülmezmiş keresteatölyelerinde. Birincisi çok güzelkokarmış. Ben öyküde o kokuyu ala-madım örneğin. İkincisi ve esas se-bebi de; birikinti bir parmak kalın-lığına ulaşınca süpürülüp, bir tene-ke kabın içerisinde preslenerek katıhale getirilir ve yakacak olarak kul-lanılırmış. Çok uzun süre yanabilen
bu kerestenin açığa çıkardığı ısı-yı da hissedemedim okurken.
Kereste atölyesinde geçirilenbir, iki saat anlatılmış o öyküdeyalnızca. Ben her gün kaba ah-
şabı oyan, kesen, yontan “iki yaşlı el”in ha-yatını bilmek isterdim. Ailesi var mı, yalnız mıyaşıyor? O keresteyle ısınabiliyor mu acaba?Atölyedeki sonsuz ayrıntılara bakarak eğle-nen “iki meraklı göz”den bu soruların da ce-vabını almak isterdim.
ÖYKÜNÜN GÖRÜNMEYEN K���S�: YAZAR
Erdem’in öykülerinde dikkatimi çeken tek-nik bir özellik var. Yazar, kendini öykülerine gö-
rünmez bir kişi olarak eklemiş. Orada olan, herşeyi gören ama olayların gidişatına müdahale ede-meyen bir karakter olarak… Örneğin ilk öykü-de sudan iskeleye çıkmaya çalışan bir çocuk be-liriyor gölde. Belki de uzun süredir var ama ya-zarın dikkatini ancak çekebiliyor. Çocuk çırpınıyor,yazar izliyor. Diyor ki: “ Ve ne yazık ki ben onayardım edemem. Suya fazla yaklaşamam, kor-karım, başım döner, içim kalkar, tökezler düşe-rim, üstelik yüzme de bilmem; o köhne iskeleninkararmış, gelişigüzel ve aralıklı dizilmiş tahtala-rının üzerine çıkıp da aşağıdaki karanlık suya bak-mam bile mümkün değil. Ben sadece çocuğu iz-leyebilirim, durumunu tasvir edebilirim, elimdekikağıt tomarının sarı sayfalarına habire mürekkepakıtan dolmakalemimle onun çaresiz çırpınışınıyazabilirim.” Teknik açıdan çok beğendiğim biryöntem ama işin kötüsü bunu, zaten gidişata mü-dahale edemeyeceğini, işinin yalnızca yazmak ol-duğunu kabullenmiş bir tavırla yapması.
Öğrenmeye ve anlamaya çalışan, itham veyargıdan kaçınan, samimi bir gözle yazmayaçalıştığım bu yazıda son olarak belirtmeliyimki yazarın da söylediği gibi eşya güzel, ama ha-yata müdehale edemeyen, dünyanın “alela-de” gidişine razı olan yazar, eşyanın donuk-luğuna da razı demektir.
ELİF SEDEF ÇELİ[email protected]
Güzel Eşya, Alelade Dünya,Tuncer Erdem, Yapı Kredi
Yayınları, 96 s.
Jack Kerouac’�n “Yolda” roman�n�n ve Walter Salles’in yönetti�i ayn� adl� filmin keskin karakteri Neal Cassady -nâm� di�er Dean Moriarty- Beat Ku�a��’n�n ilah�yd�. “Size yazmay� ö�retece�im!” düsturuyla yola ç�kan yazar
birkaç �iir ve makale yazmakla yetindi belki, ancak otobiyografik eseri “Üçün Biri” ile bir döneme kaynakl�k etti
Gösteri toplumuna çomak çekmek
Dünyayı istiyoruz, hemen şimdi istiyoruz.
Jim Morrison
Yeraltında yaşayanlar, hırsızlar, fahişe-
ler, deliler, torbacılar, katiller; yeraltı-
na itilenler, eşcinseller, idealist üniver-
site öğrencileri, anarşistler, direnişçi-
ler… Aralarından bir yazar çıktığında
ve kendi marjinal (kime göre?) dünya-
sını anlattığında buna “yeraltı edebiya-
tı” diyoruz. Robert Desnos, Arthur
Rimbaud, Edgar Allan Poe, Louis-
Ferdinand Celine, Jean Genet ve ha-
pishanelere, toplama kamplarına, tı-
marhanelere atılan, sürgün edilen di-
ğer yazarlar. Benzer yaşam tarzları
olsa da dil evrenleri farklı, işte bu yüz-
den bir “tür” olarak değil ama gerçek-
lik olarak var yeraltı edebiyatı.
Ne 1950’lerin Beat Kuşağı yazarla-
rı, ne de 1966’da Vietnam Savaşı’nın
birleştirdiği, amaçları
Amerikan değerlerini
protesto etmek olan
gençlerin yarattığı “kar-
şı kültür” yeraltı edebi-
yatının başlangıç nokta-
sı olarak görülemez.
İlle de bir başlangıç
aranıyorsa, Antik Yu-
nan filozoflarından bu
yana tartışılagelen ede-
biyat kuramlarına bir
göz atmak gerekir.
KAR�IKÜLTÜRÜNDO�U�U
Bu yazıda Antik Yu-
nan’a gitmeden, son dönem yeraltı
edebiyatını yaratan Beat Kuşağı ince-
lenecek. Muhafazakâr Amerikan ya-
şam tarzına karşı çıkan Beatnikler,
farklı hasat zamanlarına yetişmek için
trenlerle yolculuk yapan mevsimlik iş-
çilerden esinlendi. Aslolan yolun ken-
disidir, diyerek otostopla Amerika’yı
dolaşmaya başlayan gençler, farklı eya-
letlerde ilişki kurdukları insanları mu-
halif fikirlerle tanıştırdı. The Doors,
Pink Floyd gibi gruplar yaptıkları de-
neysel çalışmalarla Beat etkisini his-
settirdi. Beat romanları dehşete kapı-
lan hükümet tarafından ortaya çıkar
çıkmaz sansürlendi. (Bu sansürcü zih-
niyetin ülkemizde hala iktidarda olma-
sı duyulan korkunun büyüklüğüne işa-
ret eder.) Mülkiyetsiz-aidiyetsiz hippi-
ler ve 68 Kuşağı da açık bir şekilde Be-
atniklerden etkisi altında kaldı.
Kendisinden sonra gelen “underg-
round” akımlarda varlığını sürdüren
Beatniklerin, sosyolojik açıdan ne bü-
yük devrimlere ön ayak olduğu su gö-
türmez bir gerçek. Rahatsız sanatçılar
topluluğu, cinsel devrim (eşcinsellerin
özgürleşmesi), siyahların mücadelesi,
çevrecilik, sansür karşıtlığı gibi konu-
larda halkı, özellikle de gençleri bilin-
çlendirip ayaklanmalarına dayanak
oldu.
Beat Kuşağı yazarlarına ve yeraltı
edebiyatına ağırlık veren Altıkırkbeş
Yayınları, Neal Cassady’nin “Üçün
Biri” adlı otobiyografik romanını ya-
yımladı. Yayın yönetmenliğini Kaan
Çaydamlı’nın ve Şenol Erdoğan’ın üst-
lendiği kitap, ilk kez 1999 yılında Pa-
rantez Yayınları tarafından yayımlan-
mıştı.
B�R ARABA HIRSIZI VE B�R �LAH
Jack Kerouac’ın “Yolda” romanı-
nın ve Walter Salles’in yönettiği aynı
adlı filmin keskin karakteri Neal Cas-
sady -nâmı diğer Dean
Moriarty- Beat Kuşa-
ğı’nın ilahıydı. “Size
yazmayı öğreteceğim!”
düsturuyla yola çıkan
yazar birkaç şiir ve ma-
kale yazmakla yetindi
belki, ancak otobiyogra-
fik eseri “Üçün Biri” ile
bir döneme kaynaklık
etti. Onu diğerlerinden
ayıran neydi? Gösteri
düzenine direnen edebi-
yat dehasını, aylak bir
araba hırsızından ayıran
çizgi mi, yoksa o çizgi-
nin aslında hiç var ol-
maması mı?
Öte yandan, bir ara-
ba hırsızı edebiyatla nasıl tanışır? Ya-
şadığı apartmanın bodrum katında ku-
mar masaları arasında yasadışı dövüş-
ler düzenlenirken, “kadınlarının sayısı
yıldızlardan çok” olan Cassady, bu ya-
şantıdan bir parça sıkılınca üniversite-
ye gitmeye karar verdi. 1946 yılında
Columbia Üniversitesi’ne girdi ve ileri-
de birlikte Beat Akımı’nı oluşturacağı
Kerouac ve Allen Ginsberg ile tanıştı.
“Huzur içinde çürümektense yola çı-
kıp gebermeyi” seçen özgür ruhlu Cas-
sady yeni arkadaşlarının ve tüm Beat-
niklerin gözünde yarı insan-yarı tanrı
oldu.
Babası ve dedesiyle aynı ismi payla-
şan bu adam yaşamaktan yazmaya va-
kit bulamadı, fakat onlarca başka hi-
kâyenin kahramanı oldu-babasıyla ve
dedesiyle paylaşmadığı isimlerle. Başta
Kerouac olmak üzere, Ginsberg, Char-
les Bukowski ve 1999’da bir söyleşide
“beatnik olmak için çok genç, hippi ol-
mak için çok yaşlı olduğunu” belirten
Ken Kesey gibi yazarları etkilemekle
kalmadı, onların romanlarına da ko-
nuk oldu.
“(…) Cassady’nin bu başıboş varlı-
ğı, o eski Vahşi Batı efsanesinin kay-
nak materyali haline gelmektedir, san-
ki Cassady son halk kahramanları nes-
linden biridir, yüz sene önce bir kanun
kaçağı olabilecek, erken dönem şehir
kovboyu modeli. (Ve Kerouac’ın ‘Yol-
da’ kitabında onu gördüğü gibi.)
Özellikle yakın zamanda bulunan,
varlığından haberdar olunmayan ‘Gi-
riş,’ kısmıyla (Neal sahneye çıkmadan
önce yaşanan Cassady ailesi hikâyesi)
birlikte, Faulkner ve Thomas Wol-
fe’unkiler kadar gerçek ve derin (ve
onların cümleleri kadar çetrefilli) ve
Paul Bunyan kadar bu
topraklara ait bir Ameri-
kan destanına sahip ol-
duk. Bu gösterişsiz, ilkel
düz yazının kesinlikle
naif bir cazibesi var, ilk
bakışta tuhaf ve antika,
beceriksiz bir yönü var,
hızla konuşan biri gibi
aynı yollarda geri dönü-
yor (ki Cassady bir yazar
olmaktan ziyade aslında
buydu, hızla konuşan
biri, ‘The Hustler’daki
hızlandırılmış Paul New-
man gibi hareket edip
konuşurdu).
Okurken onun tez
canlı sesini duyun…”
MELİS YALÇ[email protected]
19 N�SAN 2013 CUMA 15Aydınlık KİTAP
Üçün Biri, Neal Cassady,Altıkırkbeş Yayınları,
Çev: Gonca Gülbey, 222 s.
Neal CassadyNeal CassadyNeal CassadyNeal Cassady
19 N�SAN 2013 CUMA16 Aydınlık KİTAP
Memet Fuat, “Anılara güvendiğimi
söyleyemem”, diyor “Gölgede Kalan
Yıllar” adlı kitabında; “Bir olayı iki
ayrı kişinin anılarında okuyun, anlatı-
lanların birbirini tutmadığını görürsü-
nüz. Kimi değiştirerek, gönlüne göre
anlatır, süsler, tatlılaştırır, kimi işine
geldiği gibi anlatır, kendine yontar,
kimi yanlış yorumlar yapar.
“Çok nesnel davranmak isteyenler
bile birtakım şeyleri unutmuş olabilir-
ler.” (Age, Yapı Kredi Yayınları, İstan-bul, Şubat 2013, sf. 8).
Anı yazmanın zorluğu, yazım işin-
den çok, yeterince nesnel olmayı başa-
ramama tehlikesinden ileri gelmekte-
dir bana kalırsa. Başka
deyişle, derecesi iyi ayar-
lanmış, kıvamı iyi tuttu-
rulmuş öznellik, bir hatı-
ratın en önemli –vazgeçil-
mez,- niteliğidir. Bu, aynı
zamanda, yeterince nes-
nel olmayı sağlayan yegâ-
ne şeydir de.
Edebiyatımıza, başlı
başına bir tür olarak di-
ğer modern birçok tür
gibi Tanzimat’tan sonra
girmeye başlayan “anı”,
uzun süre Fransızca “me-
mories” sözcüğünün tam
çevirisi “hatırât”la karşı-
landı. Türe “anı” denilmeye başlanma-
sı yeni olmakla birlikte, eski edebiyatı-
mızda “vekayi”, “sergüzeşt”, “seyahat-
name”, “sefaretname”, “vefayetna-
me”, “tezkire” gibi edebi eserlerde
belli başlı bazı bahisler olarak rastlan-
maktaydı. Bu açıdan da, sözü, bir ulu-
sun çok uzak bir geçmişteki hatıraları
olarak da niteleyeceğimiz Orhun Ya-
zıtları’na kadar götürmemiz mümkün-
dür.
�LK �K� ÖRNEKBâbür Şah’ın “Bâbürname”si, Evli-
ya Çelebi’nin “Seyahatname”si, Murat
Reis’in “Gazavât-ı Hayreddin Paşa”sı,
Malta korsanlarına esir düşen Kıbrıs
kadısı Mustafa Efendi’nin “Sergüzeşt-i
Esir-i Malta”sı ile ikinci Viyana kuşat-
masında esir düşen Temaşvarlı Osman
Ağa’nın hatıralarını on beşinci, on al-
tıncı ve on yedinci yüzyıldan örnekler
olarak zikredebiliriz.
Tanzimat’tan sonraki çok daha ol-
gun örnekler ise, kendileri dışında,
eski edebiyatımızın birçok başka ese-
rindeki bu belli başlı münferit bahisle-
ri türe yaklaştırmışlardır. Keçecizade
İzzet Molla’nın Keşan, Ahmet Mithat
Efendi’nin Rodos’taki sürgün günleri-
ni anlattıkları “Mihnetkeşan” ile
“Menfa” türün ilerde benzerlerine sık
rastlanacak ilk iki örneğidir. Ziya
Paşa’nın Jean Jacque Rousseau’nun
“İtiraflar”ından etkile-
nerek yazdığı “Defter-i
A’mâl”i, Muallim
Naci’nin “Medrese Ha-
tıraları” ile “Ömer’in
Çocukluğu”, Sami Pa-
şazade Sezai’nin “Lon-
dra Hatıraları” hatırat
türünün bizdeki batılı
anlamda ilk örnekleri-
dir.
Zaman içinde siya-
si, edebi, bireysel gibi
alt ve daha alt türleri
de ortaya çıkmaya baş-
layan hatırat, şimdiki
adıyla anı, bugün ede-
biyatımızın zengin türlerinden biridir.
ÖZGÜN, BENZERS�Z VE TEKSiyasi hatırat alt türünün en başına
yazacağımız “Nutuk”, ilk sözünden
son sözüne dek üzerinde çalışılmış
zengin bir edebi metindir. Söylev tü-
ründeki en özgün eserlerden biri olan
Nutuk’ta çok derinden akan bir Orhun
ruhu bulmamız da öte yandan, Musta-
fa Kemal’in eski meclis binasında yan-
kılanan sesinde Bilge Kağan’ın sesini
duymamızdan… Nutuk, ayrıca belge-
sel bir yapıya oluşuyla da özgün, ben-
zersiz ve tek’tir.
“Abdülhamid’in Hatıra Defteri”,
“Talat Paşa’nın Hatıraları”, “Enver
Paşa’nın Anıları”, “Cemal Paşa Hatı-
rât”ı, “Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e”,
“İstiklâl Harbimiz” (Kâzım Karabe-
kir), “Ben de Yazdım” Celal Bayar,
“Kavgalarım” (Hüseyin Cahit Yalçın),
“Saray ve Ötesi” (Halit Ziya Uşaklı-
gil), “Vatan Yolunda”, “Politikada 45
Yıl” (Yakup Kadri Karaosmanoğlu),
“Türkün Ateşle İmtihanı” (Halide
Edip Adıvar), “Anılar ve Düşünceler”
Erdal İnönü, “Arkadaşım Menderes”
(Samet Ağaoğlu), “Ben Müsteşarken”
(Emre Kongar) vb. siyasi hatırat tü-
ründe hemen aklımıza gelenler.
“Matbuat Hatıralarım” (Ahmet İh-
san Tokgöz), “Bizim
Yokuş” (Yusuf Ziya
Ortaç), “Toprak Uya-
nırsa”, “Suyu Arayan
Adam” (Şevket Sürey-
ya Aydemir), “Bir Acı
Hikâye” (Halit Ziya
Uşaklıgil), “Eski Za-
man Kadınları Ara-
sında” (Nahid Sırrı
Örik), “Mavi Sürgün”
(Halikarnas Balıkçısı),
“Bir Sürgünün Anıla-
rı” (Aziz Nesin), “Yıl-
dırım” Bölge Kadınlar
Koğuşu” (Sevgi Soy-
sal), “Hadi Anlat Bakalım” (Halit Kı-
vanç), bireysel alt türe sokabileceğimiz
bu türdeki eserlerden birkaçı.
Kültür, sanat ve edebiyat ağırlıklı
anılara da belli başlı şu örnekleri vere-
yim:
“Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi
ve Edebi Hatıralarım”, “Siyasi ve Ede-
bi Portreler” (Yahya Kemal Beyatlı),
“Yahya Kemal’e Veda” (Abdülhak Şi-
nasi Hisar), “Gülüp Ağladıklarım”,
“Falaka” (Ahmet Rasim), “Mor Sal-
kımlı Ev” (Halide Edip Adıvar), “Ede-
biyat Dostları” (Mehmet Seyda),
“Akan Zaman Duran Zaman” (Melih
Cevdet Anday), “Bir Avuç Alkış”
(Mücap Ofluoğlu), “Şair Dostlarım”
(Oktay Akbal), “Ah Beyoğlu Vah Be-
yoğlu” (Salah Birsel), “Kıldan İnce Kı-
lıçtan Keskince (Gülriz Sururi), “Hatı-
ralar” (Sezai Karakoç), “Mavi Gözlü
Dev”, “Nâzım Hikmet’in Son Yılları”
(Zekeriya Sertel).
TÜRK�YE’N�N “GÖLGEDEKALAN YILLAR”I
Siyasi hatırâtta Atatürk’le ilgili anı-
ların çokluğu, bu alt başlık altında top-
lanabilecek yüzlerce kitaptan oluşan
bir liste verir bize. Edebi hatırâtta ise,
Zekeriya Sertel’den verdiğim son iki
örnekten hareketle, Nâzım Hikmet’le
ilgili kitapların çokluğu dikkat çekici-
dir. Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat
Vakfı’nın internet sitesin-
de, Öner Yağcı’nın büyük
şairle ilgili hazırladığı
bibliyografyadan bu tür-
deki kitapların bir listesi-
ne ulaşılabiliyor.
Bu uzun girişten sonra
gelecek hafta sözünü ede-
ceğim kitap ise, bu konu-
daki eserlerin de en
önemlilerinden biri olan,
yazının başında söz etti-
ğim, Memet Fuat’ın
“Gölgede Kalan Yıllar”ı.
Ancak, “Gölgede Kalan
Yıllar”, Nâzım Hikmet’le
de ilgili olması yanında
Memet Fuat’ın, hayatında hatırladığı
ilk şeylerden başlayarak anlattığı kendi
anıları. Anlatılan her hayat, anlatanın
kendi hayatı kadar, uzak-yakın, çevre-
sinde bulunan insanların hayatların-
dan da parçalar içerdiği cihetle, Türki-
ye’nin belli bir dönemini, “Gölgede
Kalan Yıllar”ını edebiyatımıza büyük
emekler vermiş bir ustanın kalemin-
den okumanın dimağımızda bırakacağı
değişik tatlar ise tarif edilemez.
(25 Nisan Perşembe günü İzmir Ki-
tap Fuarı’nda Seyyit Nezir ile “Ölümü-
nün 60. Yılında Neyzen Tevfik” başlık-
lı bir söyleşi gerçekleştireceğiz. Broy
Yayınevi’nin düzenlediği panel, saat
18.15-19.15’te Konferans Salonu III’te.
Bekleriz).
MECİT Ü[email protected]
GÜLDEN TERAZİ
Kim, bir anıdan nesnelolmasını bekleyebilir?
“MİHNETKEŞAN”DAN “GÖLGEDE KALAN YILLAR”A…
An� yazman�n zorlu�u, yaz�m i�inden çok, yeterince nesnel olmay� ba�aramama tehlikesinden ilerigelmektedir bana kal�rsa. Derecesi iyi ayarlanm��, k�vam� iyi tutturulmu� öznellik, bir hat�rat�n en
önemli niteli�idir. Bu, ayn� zamanda, yeterince nesnel olmay� sa�layan yegâne �eydir de
Margareth Thatcher, İngiliz kültürünü iste-
meyerek şahlandırdı. Thatcher’e göre, ba-
şarıya ulaşmak isteyen sanatçılar herkes gibi
başlarının çaresine bakmak zorundaydı.
Birleşik Krallık’ta kültüre ayrılan kay-
nakları en aza indiren, küçük ödünleri bile
çok gören Thatcher, İngiltere’de eşi görül-
memiş bir sanatsal yaratıcılığı başlattı: Sert,
acımasız, kendi ihtiyacını kendi karşılayan
“kontrkültür”, Thatcher’in on yıllık başba-
kanlık görevinden sonra da sürdü.
“Popüler Kültürde Çağdaş Sorunlar”
(Problèmes Contemporains dans la Culture
Populaire) adlı kitabın yazarı David Khabaz’a
göre, Thatcher’in sanat üzerindeki etkisi bir
ideolojik sıçramayla başladı, fenomene dön-
üştü. Khabaz’a göre, paradoksal bir durum-
du bu. Thatcher’in, mali kaynakları keserek
sanata saldırması, İngiltere’de ideolojik kül-
türün ortaya çıkmasını sağladı.
MADENC�LER EN BA�TAKültür dünyasını ayağa kaldıran, iki ne-
den daha vardı. Bunlardan biri, Sovyetler
Bloku ve Malouines Adaları konusunda iz-
lediği diplomatik yönetim; ötekiyse ma-
denciler, Kuzey İrlanda ve işsizlik gibi sos-
yal sorunları yönetme biçimiydi.
“İngiliz Kültürüne Giriş” (Culture Bri-
tannique, Introduction) adlı kitabın yazarı
David Christopher’e göre Demir Lady;
müzik, resim, sinema, edebiyat, tiyatro, tel-
evizyon, mimari, hatta moda içinde olmak
üzere, güncel yaşamın her alanını etkiledi.
En güçlü ve dikkat çekici tepki müzik
dünyasında verildi. 1988’de şarkıcı Morris-
sey, “olağanüstü rüya”sında, Thatcher’i gi-
yotin sehpasında gördüğünü açıkladı. Der
demez, Thatcher’i istifaya çağıran, hatta Pi-
nochet ile çay içtiği için ölümünü isteyen on-
larca şarkı yazıldı. Üstelik kimi şarkılarda,
İngiltere sözcüğü, yerini “hayat kadını” de-
yişine bıraktı.
1970’te Sex Pistols tarafından ortaya atı-
lan “Punk Hareketi”; The Clash, Elvis Cas-
tello, Billy Bragg, Paul Wenner, The Com-
munardism, Madness, Prefab Sprout, Lloyd
Cole ve The Smiths gibi topluluklarca tem-
sil edilen “AntiThatcher” hareketiyle birleşti.
KAR�IKÜLTÜR HAREKET�Sanatçılar, 1987 seçimleri öncesinde bir
araya gelerek Red Wedge adlı gurubu kur-
dular, gelirinden işsizlerin yararlanacağı
gösteriler düzenlediler.
Grafik Sanatları öğrencileri, 1988’de
Freeze adlı sergiyle eserlerini tanıttılar.
Bunlardan Damien Hirst, 2007 yılında, ha-
yattayken eseri en pahalı satılan sanatçı re-
korunu kırdı. “Kontrkültür” hareketine
destek veren sayısız galeri İngiliz kültürünün
sıçrama tahtası oldu.
1982’de kurulan, yalnızca reklam gelir-
leriyle yaşayan devlet kanalı Channel 4, tel-
evizyon seyircilerine yönelik sosyal içerikli,
daha sonra beyaz perdede büyük sükse ya-
pacak filmler gerçekleştirerek, “kontrkültür”
hareketini destekledi.
Hanif Kureishi’nin yazdığı, Stephen Fre-
ars’ın yönettiği “My Beautiful Laundrette”
adlı film bunlardan biri. Thacherisme’in
ezip susturduğu işçi sınıfını ve halk kesimlerini
anlatan gerçekçi eserlerin sahipleri arasın-
da, Nobel Edebiyat Ödülünü alan Harold
Pinter’le film yönetmenleri Ken Loach,
Mike Leihg ve Mark Herman var.
Bu yaratıcılık rüzgȃrı, Margareth Thatc-
her’in 1990’da görevinden ayrılmasına dek
sürdü. 2008’de, Londra’da bir tiyatroda
“Margareth’in Ölümü” adlı oyun sahnelen-
di. 2011’de konu sinemanın eline geçti.
Amerikalı aktris Meryl Streep’in canlandır-
dığı, sanatçıya 3. Oskar’ı kazandıran, ince ay-
rıntıların dikkat çektiği “Demir Lady” adlı
film çevrildi. (Kaynak: Le Point.fr,
08/04/2013)
17 Aydınlık KİTAP
Karşı kültürün sıçramatahtası: Thatcher
DÜNYADA KÜLTÜR VE EDEBİYAT
BERKİZ BERKSOYGalatasaray Üni. Öğr. Gör.
Thatcher
Thatcher’�n sol görü�lüsanata sald�r�s� güçlü birideolojikdayan��man�nba�lang�c�oldu
19 N�SAN 2013 CUMA18 Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR
Estetik
Daha iyi bir gelecek hayali kuran
gençlerle, artık hayal bile kurmayan-
larla, İslamcılarla, Müslümanlarla,
dilencilerle, fahişelerle, hırsızlarla ve
çokça kitapla, son tahlilde, ateşle
birlikte, karanlıklarla savaşmanın
tek yolu olmayı sürdüren kitaplarla
yolunuzun kesişeceği bir roman bu.
Kaderleri birbirine sıkı sıkıya
bağlı iki medeniyete de, Ortado-
ğu’ya da Avrupa’ya da aynı hoşgörü
ve aynı sertlikle yaklaşan ve ortak
insanî gerçeği arayan bir aydının
elinden çıkan bu roman, coğrafyaya
ve zamana dair hiçbir sınır tanıma-
yan açık bir zihnin ve adil bir vicda-
nın ürünü.
H�rs�zlar Soka��
Kanserin son evresindeki gelini-
ni her gün hastanede ziyarete giden
anlatıcı, banliyö ile merkez arasın-
daki mesafeyi katederken geçmişi
ile bugün arasında da yol almakta-
dır. Naziler tarafından öldürülen bir
direnişçinin sevgili anısı ve onun
celladının koyu gölgesi kırk yıl ön-
cesinden gelip steril hastane odasını
dolduruyor. Metanetli bir yazardan
ölüme ve yaşama, ümide ve direni-
şe, güce ve tutkuya dair katmanlı,
yalın ve dokunaklı bir roman...
Henry Bauchau’nun tüm yapıtında
görülen o bıçak sırtındaki dehşet
dengesi içinde hayatın canlılığına,
nefes almanın ihtişamına bir övgü.
Çevre Yolu
Ioan James bu önemli çalışma-
sında, günümüzden 450 yıl geriye
uzanarak elli büyük fizikçinin bi-
yografilerini kaleme alıyor. Kitap,
fizikçilerin bilimsel başarılarının
yanı sıra her biri oldukça merak
uyandırıcı yaşam öyküleri üzerin-
de de titizlikle duruyor.
Kronolojik olarak düzenlenmiş
biyografilerle, fiziğin yıllar içinde
hangi toplumsal koşullarda gelişti-
ğine dair çarpıcı bir tablo sunulu-
yor. Bilimsel ve teknik ayrıntıları
asgaride tutan kitap, konuya ilgi
duyan bütün okurları modern ge-
lişmeleri kolayca izlemeye davet
ediyor.
Büyük Fizikçiler
Christopher Kul-Want, Piero,NTV Yay�nlar�,
Çev: Erhan Kibaro�lu, 176 s.
Peki estetiğin bu ikisi ile nasıl bir
ilişkisi var? Algı ve duygularımız
aracılığı ile deneyimlememizin do-
ğasına ilişkin felsefe dalı estetiktir.
Estetik çalışması; felsefi, sanatsal ve
edebi uygulamaları ile Romantik
dönemin hemen başında el üstünde
tutulur hale geldi. O zamanlar farkı-
na varılan şey estetiğin şimdi ile
olan ilişkisiydi. Estetik günümüzde
sadece akademik bir çalışma alanı
değil aynı zamanda duygu üzerine
kurulu felsefi bir yaşam kurmak için
gerekli bir araçtır. Elinizdeki kitap
Platon’dan postmodernist düşünür-
lere kadar çok geniş bir soruşturma
alanını kapsayan bir rehberdir.
Ioan James, �� Bankas� Kültür Yay�nlar�,Çev: Sibel Erduman, 552 s.
Henry Bauchau, Metis Yay�nlar�,
Çev: Sosi Dolano�lu, 216 s.
Mathias Enard, Can Yay�nlar�,
Çev: Aysel Bora, 312 s.
Philebos
Felsefe nedir? Felsefe ne za-
man ortaya çıktı ve hangi tarihsel
süreçlerin ürünü oldu? İdealizm
mi yoksa materyalizm mi daha
önce ortaya çıktı?
Tarihten günümüze değişme-
yen felsefi bir çizgi var mı? Felse-
fede eşitlik düşüncesinin kaynağı
nedir ve ütopya ile ilişkisi nedir?
Elinizdeki bu eser, hem dünya-
yı değiştiren düşünürlerin eserle-
rinden bir seçki sunuyor hem de
yukarıdaki sorulara yanıtlar veri-
yor.
Dört cilt olarak hazırlanan bu
eserde felsefenin temel metinleri
yer alacaktır.
Dünyay� De�i�tirenDü�ünürler (Cilt: 1)
MİT’in 1996 tarihli “Çiller Ör-
gütü” Raporu ilk kez tam metin
olarak bu kitapta yer alıyor.
Rapor, MİT Müsteşarı Sön-
mez Köksal tarafından imzalana-
rak “Başbakanlığa” “Kişiye Özel”
damgası vurularak teslim edilmiş-
tir.
Rapor, Tansu Çiller, Fethullah
Gülen, Mehmet Ağar, Mehmet
Eymür ve Abdullah Çatlı’nın de-
rin ilişkilerini gözler önüne seri-
yor. Raporun ortaya koyduğu gö-
rüşe göre, Çiller Örgütünde görev
alanların büyük çoğunluğu şimdi
Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve
Fethullah Gülen ile birlikte.
M�T’in Çiller ÖrgütüRaporu
“Biz de nedense oyalanırmışız,
nasılsa tren Türkçenin en uzun
kelimesi diye...
Oysa tren birazdan Haydarpa-
şa’dan kalkacak, iskeleye bir vapur
yanaşacakmış, kim bilir orada bizi
hangi vazife bekliyormuş, miço ol-
mak mı, çımacılık mı, Edip Bey’in
‘mavi bir suyun düşünü uyutur’
dediği bir tayfa olmak mı, yoksa
‘deniz’ olmak mı?
Uzatmayalım, yol verelim tren
kitabına, yolculuk başlasın 21 ya-
zarın tren yazılarına ve düşlerimiz-
de vardığımız her gar Haydarpaşa
olsun diyelim bu sefer de, her se-
ferde...”
Trenler KalkarHaydarpa�a’dan
Platon (Eflatun), Say Yay�nlar�,Çev: Furkan Akderin, 120 s.
Platon, hiç kuşku yok ki dü-
şünce tarihinin en önemli ve etkili
filozoflarından biridir.
Felsefenin kurumsallaşmasına
ve felsefede yazılı geleneğin oluş-
masına katkıda bulunmuş, iki dün-
yalı metafiziğiyle bütün bir Orta-
çağ düşüncesini belirleyecek olan
idealist felsefe geleneğinin başlatı-
cısı olmuştur. Hıristiyan Ortaçağ
felsefesine ve İslam düşüncesine
etkisi bakımından da ayrıca önem
taşıyan Platon, düşünce tarihi bo-
yunca tartışılan tüm problemleri
yüzlerce yıl öncesinden ele almış
ve ilk büyük felsefi sistemi inşa et-
miştir.
Haydar Ergülen, K�rm�z� KediYay�nevi, 264 s.
Nusret Senem, Kaynak Yay�nlar�, 288 s.
Sad�k Usta, Yordam Kitap, 364 s.
19 N�SAN 2013 CUMA20 Aydınlık KİTAP ÇOCUK - GENÇ
Belki birçoğunuz biliyorsunuz ama ben
ancak okuyabildim şimdi bahsedece-
ğim eğlenceli iki öyküyü. Fatih Erdo-
ğan’ın “Kakalar Günü” adlı kitabında-
ki biri kakalı, diğeri fındık ezmeli iki öy-
küden bahsediyorum. Açıkçası kitaba
başlarken bu kadar eğlenceli olabilece-
ğini tahmin etmemiştim. Fatih Erdo-
ğan’ın kıkır kıkır güldüren esprileri ve
Mustafa Delioğlu’nun geleneksel çi-
zimleri eşliğinde nefis bir on beş daki-
ka geçirdim, sonra dönüp dönüp çi-
zimleri inceledim. Nereden çıktı şimdi
bu kaka diyenler için öykülerden biraz
bahsedeyim:
Ç�ÇEKTEN BÖCEKTENSIKILANLARIND�KKAT�NE
İlk öykü, kitabın da
ismi olan “Kakalar
Günü”. Görünürde ka-
kasını yapamayan in-
sanların çektiği çileyi
anlatsa da, toplumsal
sorunlara dair doğru
eleştiriler barındırıyor.
Bir gün Güçlüpınar Ka-
sabası’na damdan düşer
gibi gelen bir adam kah-
vede otururken ortaya
bir soru atıyor: “Hepini-
zin evinde birer tuvalet
var. Hiç düşündünüz mü,
ya hepinizin aynı anda tu-
valeti geliverirse?” Asla
şakaya gelmeyecek olan bu konu kasa-
balının aklını kurcalamaya başlıyor. Öyle
dert ediyorlar ki bu meseleyi, sıkıntıdan
kakalarını da yapamaz hale geliyorlar.
Yapamadıkça sıkıntı daha da büyüyor. Ve
bir gün, bu dertten hiç haberi olmayan
bir bebek kasabanın orta yerinde bezini
dolduruveriyor. Gerisini gülmekten oku-
yamayacaksınız.
İkinci öykü ise, ağabeyine fındık ez-
mesi almak için bakkala giden Ceren De-
niz’in birbirinden saf üç adam tarafından
kaçırılmasını anlatıyor. Hatta öykü pat
diye Ceren Deniz’in kaçırılmasıyla baş-
lıyor. Konuya en can alıcı noktasından
dalış yapan Fatih Erdoğan buradan iti-
baren beni çok güldürdü. Nedeni kitap-
taki mizahın gerçekçi, samimi ve sade ol-
ması sanırım. Toplumsal sorunlara dem
vuran, doğruyu yanlışı gösteren, ahlak
dersi veren çok çocuk kita-
bı var ama hepsi çocukla is-
tenilen bağı kuramıyor. Bu-
nun çözümünü bulmak için
Fatih Erdoğan’ın kullandı-
ğı dili incelemek yeterli.
Ceren Deniz’e dönelim.
MATEMAT���SEVMEYENLER�ND�KKAT�NE
Ceren’i kaçıran adam-
lar babasından fidye iste-
yecekler ama istedikleri
para tam olarak üçe bö-
lünemezse başları çok sı-
kışacak. Tam da böyle oluyor
zaten, çünkü Ceren Deniz’in
babası en fazla beş bin lira ve-
rebileceğini söylüyor onlara. Bu adam-
lar için çocuk kaçırmak bile bölme işle-
mini yapmaktan daha kolay. Bu durumu
gören Ceren Deniz’in aklına dahice bir
fikir geliyor. Ama öncesinde Ceren De-
niz’i de biraz tanımak lazım. Bu küçük
kız sayılarla epey haşır neşir olan, hayat
boyu işine yaramayacağını söyleseler
bile Matematik dersini çok sevmekten
vazgeçmeyen, bakkalda çakkalda gör-
düğü her şeyi saymaya başlayan bir ço-
cuk. Dolayısıyla beş bini üçe bölmek
onun için çocuk oyuncağı. Ama Ceren
Deniz kolay lokma değil tabii, adam-
lardan parayı aralarında nasıl pay ede-
cekleri konusunda yardım etmenin kar-
şılığında öyle bir şey talep ediyor ki; so-
nunda paylaşılacak para kalmıyor. Na-
sıl olduğunu anlatmayacağım elbette.
Ama okuduktan sonra dilimden düşü-
remediğim bir bölümü de yazmadan
da edemeyeceğim:
“Kaç para düşüyor?’ Uzun bir
sessizlik oldu. Ceren Deniz’in
bu sorusunu her iki adam da
duymuş oldukları halde san-
ki hiç duymamış gibi
davranıyorlardı .
Sanki Ceren De-
niz ‘Kaç para dü-
şüyor?’ deme-
miş de
‘Köfte olsa da yesek’ demişçesine kayıt-
sız davranmaya çalışıyor, biri ceketinin
sallanmakta olan düğmesini parmağıyla
döndürüp dururken, saçsız olanı eliyle
kafasını okşayıp duruyordu.”
Eğlenceli okumalar diliyoruz.
İREM HALIÇ[email protected]
Kakalar Günü, Fatih Erdo�an,
Mavibulut Yay�nlar�, 88 s.
Toplumsal sorunlara dem vuran, do�ruyu yanl��� gösteren, ahlak dersi veren çok çocukkitab� var ama hepsi çocukla istenilen ba�� kuram�yor. Bunun çözümünü bulmak için
Fatih Erdo�an’�n kulland��� dili incelemek yeterli
Kakaların gücü adına
Tatilin �lk Günü
Pora, tatilin ilk gününde mutlu bir
şekilde yataktan kalktı, koridorda
Nafiş teyze ile karşılaştı. Ne zaman
koridorda Nafiş teyzeyle karşılaşsa
ezileceğini düşünen Pora, o sabah
tüm cesaretini topladı
ve rahatça geçiverdi.
O güne kadar gerek-
siz yere endişelendiği-
ni anlayan Pora, duy-
gularının algılarını
değiştirebildiğini ve
korkularını içinde
boş yere büyüttüğü-
nü öğrendi.
Nesteren Gazio�lu, Final Kültür Sanat Yay�nlar�, 64 s.
Denizler Alt�nda K�rm�z� Somon
Modern yaşamın insanlığa sağla-
dığı kolaylıklar saymakla bitmez.
Ancak bu faydaların yanında do-
ğanın kirlenmesi ve çevremizi sa-
ran canlıların yaşamının olumsuz
yönde etkilenmesi de üzerinde dü-
şünülmesi gere-
ken bir konu.
“Çevreci Dost-
lar” dizisindeki
tüm dostları-
mız, çevremize
yakından bak-
mamızı öneri-
yorlar.
Aysun Berktay Özmen, Alt�n Kitaplar, 40 s.
Acaba
“Acaba”, insanı sorgulamaya ve
düşünmeye yönelten resimli
bir kitap. Felsefi sorular, arkadaş-
lık, sevgi, keder
duygularıyla ve
kendi seçtiği ha-
yatı yaşama ce-
saretine dair
resimli bir öy-
küyle sarmala-
narak
okuyucuya
sunuluyor.
Ak�n Düzak�n, Jostein Gaarder, Pan Yay�nc�l�k,
Çev: Ayfer Erbaydar, 72 s.
��p�d�klar
Denizlerdeki yavru balıkları kim-
ler büyütür? Elbette, okyanusla-
rın yedi kat altında yaşayan Şıpı-
dıklar! Bu sevimli yaratıkların
dünyasında her şey vardır. Ancak
güzel sanatların ne olduğunu bil-
mezler.
Bir gün ülkele-
ri Şıpıdıkya’ya bir
yabancı gelir. Ve
bütün Şıpıdıklar
önce heykel sana-
tıyla, sonra da
güzel sanatların
diğer dallarıyla
tanışırlar.
Nurgül Ate�, Çizmeli Kedi Yay�nlar�, 64 s.
Res
imle
yen:
Mus
tafa
Del
ioğl
u
19 N�SAN 2013 CUMA 21Aydınlık KİTAP
20 NİSAN 2013 CumartesiKonferans Salonu I14.00-15.00Söyleşi: “Benim Külrengi Za-
manlarım”
Konuşmacılar: Ahmet
Cemal, Enver Ercan
Düzenleyen: TÜYAP
15.15-16.15Panel: “Küba’nın başarısı ‘’Sosya-
list Anayasa ‘’
Konuşmacı: Eks.Jorge Quesada
Concepción
Düzenleyen: José Marti Küba
Dostluk Derneği İzmir Şube
16.30-17.30Söyleşi: “Gerçek Dünya, Sanal
Politika”
Konuşmacı: Ercan Karakaş
Düzenleyen: Destek Yayınları
17.45-18.45Söyleşi: “21. Yüzyılda İşçi Sınıfı”
Konuşmacı: Haluk Yurtsever
Düzenleyen: Yordam Kitap
Konferans Salonu II14.00-15.00Söyleşi: “Atatürk ve İslam”
Konuşmacılar: Anıl Çeçen, Ah-
met Akgül
Düzenleyen: Togan Yayıncılık
15.15-16.15Söyleşi: Türkçe Konuşmak
Konuşmacı: Gülgûn Feyman
Düzenleyen: İnkılap Kitabevi
16.30-17.30Söyleşi: “Zamana Karşı Orhan
Kemal”
Konuşmacılar: Işık Öğütçü,
Mazlum Vesek
Düzenleyen: Everest Yayınları
17.45-18.45Söyleşi: “Deftera Wenda-Kayıp
Defter”
Katılımcılar: Ronî War, Receb
Dildar
Düzenleyen: Ava Yayınları
Konferans Salonu III14.00-15.00
Söyleşi: Nihat Genç’le Söyleşi
Konuşmacı: Nihat Genç
Düzenleyen: Kırmızı Kedi
15.15-16.15Söyleşi: Metristepe Nasıl Metres-
tepe Oldu?
Konuşmacı: Üstün Dökmen
Düzenleyen: Remzi Kitap
16.30-17.30Söyleşi: “Faruk Dilaver “Yunus
Emre’ye Dair”
Konuşmacı: Faruk Dilaver
Düzenleyen: Destek Yayınları
19.00-20.00Panel: “Başkanlık Sistemi ve
Türkiye”
Yöneten: Devrim Barış Çelik
Konuşmacılar: Ercan Karakaş,
Erdal Aksünger
Düzenleyen: SODEV
21 NİSAN 2013 PAZARKonferans Salonu I11.00-11.45Söyleşi: “Bakalım N’olacak?”
Konuk Yazarlar: Çiğdem Özel-
sancak Ataş, Fidan Çobanoğlu
Kaplan
Yöneten: E. Pınar Ayçiçek
Düzenleyen: Top Yayıncılık, TA-
KEV Özel İlköğretim Okulu
13.15-14.15Söyleşi: “Kendi Everest’inize Tır-
manın”
Konuşmacı: Nasuh Mahruki
Düzenleyen: Alfa Yayınları
14.30-16.00Söyleşi: “Sevdiğim Roman Kah-
ramanları”
Konuşmacılar: Nilüfer Kuyaş,
Faruk Duman, Mehmet Anıl, Si-
bel Türker, Cemil Kavukçu
Düzenleyen: Can Yayınları
16.15-17.15Söyleşi: “Kürt Sorunu, Suriye ve
Ortadoğu Denklemi”
Konuşmacı: Haluk Gerger
Düzenleyen: Yordam Kitap
17.30-18.30
Söyleşi: Ölümünün 40.Yılında
Kemal Tahir
Konuşmacılar: Cengiz Yazoğlu,
Sezai Coşkun, Korkut Tuna
Düzenleyen: İthaki Yayınları
18.45-19.30Söyleşi: Şiir, Tanışmalar, Hatıra-
lar
Konuşmacılar: Nesrin Kültür Ki-
raz, Sezai Sarıoğlu, Eşber Yağ-
murdereli
Düzenleyen: Kibele Yayınları
Konferans Salonu II12.00-13.00Söyleşi: “Hadi Konuşalım”
Konuşmacı: Esra Harmanda
Düzenleyen: Altın Kitaplar
13.15-14.15Söyleşi: “Korku Çağında Edebi-
yat”
Konuşmacılar: Onur Behramoğ-
lu - Kadir Aydemir
Düzenleyen: Yitik Ülke Yayınları
15.45-16.45Panel: “Savaş Politikaları” Tartış-
maları
Yöneten: Serhat Halis
Konuşmacılar: Ahmet Kale, Gü-
lümser Seyitcemaloğlu
Düzenleyen: Sorun Yayınları Ko-
lektifi
18.15-19.15Söyleşi: “Ulusalcılık, İşçi Sınıfı
Enternasyonalizmi ve 1 Mayıs”
Kolaylaştırıcı: Gürsel Köse
Konuşmacılar: Makum Alagöz,
Abdullah Varlı
Düzenleyen: Evrensel Basım Ya-
yın
Konferans Salonu III12.00-13.00Söyleşi: Siyasetin Sefaleti
Konuşmacı: Osman Pamukoğlu
Düzenleyen: İnkılap Kitabevi
13.15-14.15Panel: “Barış Süreci ve Demok-
rasi”
Yöneten: Hakkı Ülkü
Konuşmacılar: Alaattin Yüksel,
Levent Tüzel
Düzenleyen: SODEV
14.30-15.30Söyleşi: “Tarihin Işığında Günü-
müz Sorunları”
Konuşmacı: Erdoğan Aydın
Düzenleyen: Literatür
15.45-16.45Söyleşi: Aykırı Sorular
Konuşmacı: Enver Aysever
Düzenleyen: Remzi Kitabevi
17.00-18.00Söyleşi: “Türkiye Nereye
Gidiyor?”
Konuşmacı: Merdan Yanardağ
Düzenleyen: Destek Yayınları
22 NİSAN 2013 PAZARTESİKonferans Salonu I12.00-13.00Söyleşi: Ekrem Güneş’le Söyleşi
“ Okudukça Neler Değişir?”
Düzenleyen: Tudem Yayınları
13.15-14.15Söyleşi: “Ergenliğin Zorlu Yolla-
rını Resmeden Gençlik Romanı:
Defne’yi Beklerken”
Konuşmacı: Aslı Der
Düzenleyen: Günışığı Kitaplığı
14.30-15.30Söyleşi: “Kaptan’ın Zekâ Oyun-
ları”
Konuk Yazar: Nevzat Erkmen
Yöneten: E. Pınar Ayçiçek
Düzenleyen: Top Yayıncılık, Özel
Ege Lisesi
15.45-16.45Panel: “Edebiyatta Yaratıcılık”
Yönlendirici: Hülya Soyşekerci
Konuşmacılar: Yusuf Alper, Le-
vent Mete, Yılmaz Okyay
Düzenleyen: Edebiyatçılar Der-
neği
17.00-18.00Panel: “Kent ve Edebiyat Dili ve
İzmir”
Yöneten: Tekin Sönmez
Konuşmacılar: Mehmet Güler,
Ahmet Özer, Hasan
Kantarcı
Düzenleyen: Nis Medya
18.15-19.15Söyleşi: Şiirin Adı İzmir
Katılımcılar: Ahmet Günbaş,
Berin Taşan, Hüseyin Yurttaş,
Oğuz Tümbaş, Bilsen Başaran,
Hülya Deniz Ünal, Emel Kayın,
Hüseyin Peker, Halim Yazıcı, Sa-
dık Kırımlı, Süreyya Güven Ak-
çay
Düzenleyen: Türkiye Yazarlar
Sendikası
Konferans Salonu III12.00-13.00Söyleşi: “İyi ki Doğdun Palyaço!”
Konuk Şair: Kazım Şahin
Yöneten: Özden Ölmez Ceylan
Düzenleyen: Top Yayıncılık,
MEV Özel Güzelbahçe Koleji,
Yöneliş Koleji
14.30-15.30Söyleşi: “Çok Şikâyetim Var/ Kü-
çük Şikâyetler Defteri”
Konuk Yazar: Nursel Çetin
Yöneten: Yunus Bekir Yurdakul
Düzenleyen: Top Yayıncılık, İz-
mir Türk Koleji, Yücel Tonguç
Koleji
15.45-16.45Panel: Şiirde Dilin Gücü
Yöneten: Celâl Fedai
Konuşmacılar: Yunus Koray,
Yusuf Alper , Fergun Özelli, Mu-
rat Acar
Düzenleyen: İzmir Edebiyat Plat-
formu
17.00-18.00Kutlama: “Dil Derneği 26 Yaşın-
da”
Şiir Saati: “26. Yılımızda 26 Şiir-
le...”
Açılış Konuşması: Sevgi Özel
Konuklar: Bahri Karaduman,
Bedri Karayağmurlar, Berin Ta-
şan, Berrin Nazlı, Erdoğan Ayte-
kin, Ergün Yazıcı, Eşref Karadağ,
H. Recai Atalay, Hakan Cem,
Halim Yazıcı, Hidayet Karakuş,
Hüseyin Yurttaş, İlhan Soytürk,
M. Sadık Kırımlı, Mavisel Yener,
Mehmet Atilla, Mehmet Genç,
Mehmet Rayman, Mehmet Sars-
maz, Mevlüt Kaplan, Mukadder
Özakman, Muzaffer Sarıgül, Ne-
vin Konuk, Oğuz Tümbaş, Sıtkı
Salih Gör, Şengül Kıran, Tahsin
Şimşek, Talat Avcı, Tuğrul Kes-
kin, Veli Başak
Sunan: İffet Diler
Düzenleme: Cumhuriyet Kitapla-
rı-Dil Derneği
18.15-19.15Şiir Dinletisi: İzmir’de Bir Aşktır
Şiir
Sunum: Bekir Yurdakul
Şairler: Ahmet Günbaş, Azime
A. Yazıcı, Atila Er, Aydın Uysal,
Emel Kayın, Eşref Karadağ,Hi-
dayet Karakuş, Halim Yazıcı,
Mehmet Sadık Kırımlı, Mazhar
Alphan, Nesrin İnankul, Neyzar
Karahan, Oğuz Tümbaş, Özgen
Seçkin, Pelin Onay, Turgut Bay-
gın, Selami Şimşek,Serap Telöz,
Şerif Temurtaş, Süreyya Güven
Akçay.
Düzenleyen: Kurşun Kalem Ed.
dergisi ve Neziher Yayınları
23 NİSAN 2013 SALIKonferans Salonu I12.00-13.00Söyleşi: “Ayla Çınaroğlu’yla Söy-
leşi “Bilgebaş Olmak”
Düzenleyen: Uçanbalık Yayınları
13.15-14.00Söyleşi: “Büyük Atatürk’ten Kü-
çük Öyküler”
Konuşmacı: Süleyman Bulut
Düzenleyen: Can Çocuk
14.15-15.45Söyleşi : “Diyaloglar: “Saatleri
Ayarlama Enstitüsü”
Konuşmacılar: Ayfer Tunç , Mu-
rat Gülsoy
Düzenleyen: Can Yayınları
16.00-17.00Söyleşi: ‘Çocuklar ve Büyük Ço-
cuklar İçin Şiir Yazmak’
Konuşmacı: Haydar Ergülen
Düzenleyen: Kırmızı Kedi
17.15-18.15Söyleşi: Kardeşlik ve Gelecek Şi-
irleri
ETKİNLİK PROGRAMI
19 N�SAN 2013 CUMA22 Aydınlık KİTAP
Konuşmacılar: Tuğrul Keskin,
Aydın Şimşek
Düzenleyen: Everest Yayınları
18.30-19.30Söyleşi: “Bir Çizgi Karakter ve
Arkadaş Arasındaki Müzik”
Konuşmacı: Güneri İçoğlu
Düzenleyen: Leman Dergisi
Konferans Salonu II13.15-14.15Söyleşi: Türkiye’nin Dönüşüm
Yılları”
Konuşmacılar: Işın Çelebi
Düzenleyen: AlfaYayınları
14.30-15.30Panel: “Genç Öykücüler Buluş-
ması”
Yöneten: Hülya Soyşekerci
Konuşmacılar: Sinan Sülün, De-
niz Gezgin, Oylum Yılmaz,
Düzenleyen: SEL
15.45-16.45Söyleşi: “19 Mayıs’tan 23 Ni-
san’a-23 Nisan’dan 9 Eylül’e
Birinci Ulusal Kurtuluş Sava-
şı’mız”
Konuşmacı: Gürdal Çıngı
Yönetici: Tacettin Çolak
Düzenleyen: Derleniş Yayınları
17.00-18.00Şiir Dinletisi: “Aşkın Şiiri-Şiirin
Aşkı”
Konuşmacı: Tacim Çiçek, Şevket
Karakış
Müzik: Grup Mamiran
Düzenleyen: Ozan Yayıncılık
Konferans Salonu III13.15-14.15Söyleşi: “Ahmet Şerif İzgören ile
Söyleşi”
Konuşmacı: Ahmet Şerif İzgören
Düzenleyen: Elma Yayınevi
14.30-15.30Söyleşi: Soner Yalçın Büyük
Oyunu Anlatıyor
Konuşmacı: Soner Yalçın
Düzenleyen: Kırmızı Kedi
15.45-16.45Söyleşi: “AKP’li Yıllarda Türkiye
Ekonomisi ve Emekçiler”
Konuşmacılar: Erinç Yeldan,
Mustafa Sönmez
Düzenleyen: Yordam Kitap
17.00-17.45Söyleşi: ‘’Nil’den Fırat’a Devlet
Oyunları ‘’
Konuşmacı: Erdal Sarızeybek
Düzenleyen: İleri Kitabevi
24 NİSAN 2013 ÇARŞAMBAKonferans Salonu I13.15-14.15Hamdullah Köseoğlu’yla Söyleşi
“Sözün ve Yazının Gücü”
Düzenleyen: Tudem Yayınları
14.30-15.30Söyleşi: Günlük Hayatın Sonsuz-
luğu ve Şiir”
Konuşmacı: Şükrü Erbaş
Düzenleyen: Kırmızı Kedi
15.45-16.45Söyleşi: “Futbol ve Milliyetçilik”
Konuşmacılar: Gökhan Daca,
Devrim Cem
Düzenleyen: Evrensel Basım Ya-
yın
17.00-18.00Panel: “Kadın Edebiyatçıların
Aynasından”
Yönlen: Güzin Oralkan
Konuşmacılar: Lütfiye Aydın,
Neriman Ağaoğlu, Birsen Ferahlı
Düzenleyen: Edebiyatçılar Der-
neği
Konferans Salonu III14.30-15.30Söyleşi: “Bakalım N’olacak?”
Konuk Yazarlar: İmren Tübcil,
Türkay Çakalağaoğlu
Yöneten: Yunus Bekir Yurdakul
Düzenleyen: Top Yayıncılık, Özel
Çakabey Okulları
15.45-16.45Ödül Töreni: 16. Mevlüt Kaplan
Edebiyat Ödülleri Töreni
Panel: Çocuk Edebiyatı ve İşlev,
Ödüllerin Önemi
Yöneten: Özgür Kaplan
Konuşmacılar: Bilsen Başaran,
Mevlüt Kaplan, Hüseyin Tuncer,
Timuçin Özyürekli
Düzenleyen: Özgür Eğitim Ya-
yınları
17.00-18.00Panel: “Cumhuriyet ve 68’liler”
Yöneten: Abdürrahim Sercan
Konuşmacılar: Mustafa İlker
Gürkan, Zihni Çetiner, Hakkı
Karadeniz
Düzenleyen: 68’liler Birliği Vakfı
18.15-19.15Şiir Dinletisi: “İmbatın Rüzgarı
Barış İçin Esiyor (Barış için Şiir-
ler)”
Katılan Şairler: Aydın Şimşek,
Tuğrul Keskin, Namık Kuyumcu,
Hayri K.Yetik, Fergun Özelli,
Yusuf Alper, Özgen Seçkin, Ut-
kun Büyükaşık,Özer Alptekin,
Erhan Söğüt, Aydın Uysal, Bur-
cin İvren
Düzenleyen: Kanguru Yayınları
25 NİSAN 2013 PERŞEMBEKonferans Salonu I
11.15-12.15Söyleşi: İzmir Sokaklarında
Bir Simitçi Çocuk: Gevrekçiii
Konuşmacı: Hacer Kılcıoğlu
Düzenleyen: Günışığı Kitaplığı
13.15-14.15Söyleşi: “Çocuk ve Gençlik Ede-
biyatında 50 Yılın Ardından”
Konuşmacı: Gülten Dayıoğlu
Düzenleyen: Altın Kitaplar
14.30-15.30Söyleşi: Mehmet Atilla’yla Söyle-
şi “Düşle Gerçeği Buluşturan
Edebiyat”
Düzenleyen: Tudem Yayınları
15.45-16.45Söyleşi:”Öykünün İzmir Bahçe-
sinde”
Konuşmacılar: Aydın Şimşek,
Turan Horzum, Hüsamettin Kö-
seoğlu, Seher Kaya, Deniz Mora-
lıgil, Figen Dölek
Düzenleyen: Kanguru Yayınları
18.15-19.15Söyleşi: Merdivende Üç Şair “Si-
vas 93”
Sunum: Âba Müslim Çelik
Düzenleyen: Türkiye Yazarlar
Sendikası
Konferans Salonu III12.00-13.0013.15-14.15Söyleşi: “Bakalım N’olacak?”
Konuk Şairler: Ahmet Günbaş,
Eşref Karadağ, Halim Yazıcı
Yöneten: Yunus Bekir Yurdakul
Düzenleyen: Top Yayıncılık, Özel
Ekin Koleji, Özel Rota Koleji
14.30-15.30Söyleşi: “Türkiye Çocuk Edebi-
yatında Fantastik Kurgunun
Yeri”
Konuşmacılar: Gülşah Elikbank,
Nazlı Eray, Gülten Dayıoğlu, Tü-
lin Kozikoğlu
Düzenleyen: İthaki Yayınları
18.15-19.15Panel: “Ölümünün 60. Yılında
Neyzen Tevfik”
Konuşmacılar: Mecit Ünal, Sey-
yit Nezir
Düzenleyen: Broy Yayınevi
26 NİSAN 2013 CUMAKonferans Salonu I11.00-11.45Okuma: “Çılgın Dondurma”
Konuşmacı: Tülin Kozikoğlu
Düzenleyen: İletişim yayınları
12.00-13.00Söyleşi: “Göçün ve Mübadelenin
Alevi İle Kavrulan Yürekler,
Hürriyet: Bir Sevda Masalı”
Konuşmacı: Nur İçözü
Düzenleyen: Altın Kitaplar
13.15-14.15Söyleşi: Gençlik ve Tarihsel Ro-
manlar
Konuşmacı: İsmet Bertan
Düzenleyen: Günışığı Kitaplığı
14.30-15.30Aytül Akal’la Söyleşi “Kırmızı
Arabayı Kim İster?”
Düzenleyen: Tudem Yayınları
17.00-18.00Söyleşi: Derslerle Başım Dertte
Konuşmacı: Funda Özlem Şeran
Düzenleyen: Final Kültür Sanat
Yayınları
18.15-19.15Söyleşi: “35 Yıllık Bir Mizah Yol-
culuğundan Anılar”
Konuşmacı: Cihan Demirci
Düzenleyen: Kırmızı Kedi
Konferans Salonu II13.15-14.00Atölye çalışması: “Kurbağa ve
Murbağa ile Arkadaşlık Ne Gü-
zel!”
Düzenleyen: Kelime Yayınları
14.30-15.30Söyleşi: “SBS Hazırlık Süreci”
Konuşmacı: Recep Uysal
Düzenleyen: Anafen Yayınları
15.45-16.45Panel: “Örgütlenme ve Kadın
Dergileri”
Yöneten: Sevim Korkmaz Dinç
Konuşmacılar: Derya Şaşman
Kaylı, İknur Üstün, Filiz Karakuş
Düzenleyen: Kadın Yazarlar Der-
neği
Konferans Salonu III12.00-13.00Ferda İzbudak Akıncı’yla Söyleşi
“Büyük Bergama Direnişi, Altın
Madenleri ve Bir Roman: Berga-
malı Simo”
Düzenleyen: Delidolu Yayınları
13.15-14.15Söyleşi: “Kaplanla Yan Yana”
Konuşmacılar: Ayşe Kulin, Inez
Baranay
Düzenleyen: Everest Yayınları
14.30-15.30Söyleşi: “Mavisel Yener Çocuk-
larla Buluşuyor, Düşler Konuşu-
yor”
Konuşmacı: Mavisel Yener
Düzenleyen: Bilgi Yayınevi
15.45-16.45Söyleşi: “Karatay Diyeti’yle Ya-
şam Boyu Sağlık”
Konuşmacı: Canan Karatay
Düzenleyen: Hayy Kitap
17.00-18.00Söyleşi: “ İzmir’i Sevme Sanatı”
Konuşmacılar: Yaşar Aksoy,
Hakan Tartan, Bijen Molay
Düzenleyen: İleri Kitabevi
19.00 -19.45Panel: “Yerel Yönetimler ve De-
mokrasi”
Yöneten: Hüseyin Çorlu
Konuşmacı: Gökhan Günaydın
Düzenleyen: SODEV
27 NİSAN 2013 CUMARTESİKonferans Salonu I12.00-13.00Söyleşi: Gönül Meselesi ve Ro-
man Kahramanları
Konuşmacı: Tuna Kiremitçi
Düzenleyen: Kırmızı Kedi
13.15-14.15Söyleşi: “Zamana Söylenmiştir”
Konuşmacılar: Ahmet Telli,
Asuman Susam, Didem Gülçin
Erdem
Düzenleyen: Everest Yayınları
14.30-15.30Söyleşi: “Bölgedeki Gelişmeler
ve Türkiye”
Konuşmacı: Onur Öymen
Düzenleyen: Remzi Kitabevi
15.45-16.45Söyleşi: “Romanımızda İdeolojik
ve Politik Yaklaşımlar”
Konuşmacı: Oya Baydar, Turhan
Günay, Hayri Kako Yetik
Düzenleyen: Can Yayınları
17.00-18.00Söyleşi: “Sosyal Sorumluluk Pro-
jeleri ve Kolektif Kitaplar Kapsa-
mında ‘K’ ”
Konuşmacılar: Cüneyt Ayral,
Levent Sevinçok
Düzenleyen: Bence Kitap
18.15-19.15Panel: “İzmir’in Şiir Damarları”
Yöneten: Hülya Soyşekerci
Konuşmacılar: Halim Yazıcı,
Hüseyin Peker
Düzenleyen: PEN
Konferans Salonu II12.00-13.00Söyleşi: “İzmir Sofraları ve Tıl-
sımlı Yemekler”
Konuşmacılar: Ayşe Kilimci, Bü-
lent Usta
Düzenleyen: Oğlak Yayınları
13.15-14.15Söyleşi: “Yazarken Büyümek”
Konuşmacı: Müge İplikçi
Düzenleyen: Günışığı Kitaplığı
14.30-15.30Söyleşi: “Uydurulan Dinden İn-
dirilen Dine..”
Konuşmacı: Eren Erdem
Düzenleyen: Destek Yayınları
15.45-16.45Söyleşi: İleri Demokrasi”de İleri
Sansür
Konuşmacılar: Nihat Behram,
Turhan Keskin
Düzenleyen: Everest Yayınları
17.00-18.00Söyleşi: Alman İdeolojisi
Konuşmacılar: Aydın Çubukçu,
Doğan Göçmen
Düzenleyen: Evrensel Basım Ya-
yın
18.15-19.15Söyleşi: “Hiyerarşik Düşünme ve
İçkinlik Düzlemi”
Konuşmacı: Cengiz Baysoy
Düzenleyen: Otonom Yayıncılık
Konferans Salonu III12.00-13.00Söyleşi: “İzmir’in Yüksek Man-
eviyatı”
Konuşmacı: İhsan Özkes
Düzenleyen: Tekin Yayınevi
13.15-14.15Söyleşi: “Hasret”
Konuşmacı: Canan Tan
Düzenleyen: Doğan Kitap
14.30-15.30Söyleşi: Gün O Gün’dür
Konuşmacı: Banu Avar
Düzenleyen: Remzi Kitabevi
15.45-16.45Söyleşi: “Cumhuriyet Kazanımla-
rının Günümüzdeki Durumu”
Konuşmacı: Sinan Meydan
Düzenleyen: İnkılâp Kitabevi
17.00-18.00Şiir Dinletisi: Sanat Cephesi Şa-
irleriyle Söyleşi “Savaş-Barış Poli-
tikaları” Şiir Dinletisi
Yöneten: Asım Gönen
Katılımcılar: Hüseyin Gül, Ra-
gıp Özcan, Birsel Başaran, Sevgi
Gül
Müzik- Saz: Hüseyin Gül
Düzenleyen: Sorun Yayınları Ko-
lektifi
18.15-19.15Söyleşi: “ İkinci Cumhuriyet’te
Yurtseverlik “
Konuşmacı: Kemal Okuyan
Düzenleyen: Yazılama Yayınevi
28 NİSAN 2013 PAZARKonferans Salonu I
12.00-13.00Söyleşi: “Şiirdeki Yaşam, Yaşam-
daki Şiir”
Konuşmacı: Ataol Behramoğlu
Düzenleyen: Tekin Yayınevi
13.15-14.15Konuşmacı: Aziz Üstel
Söyleşi: “Osmanlının Son Kartal-
ları”
Düzenleyen: İnkılâp Kitabevi
14.30-15.30Söyleşi: “Osmanlı’da Aile ve Kül-
tür Hayatı”
Konuşmacı: Yavuz Bahadıroğlu
Düzenleyen: Nesil Yayınları
15.45-16.45Söyleşi: Yazının Cinsiyeti
Konuşmacılar: Mine Söğüt, Yal-
çın Tosun, Kerem Işık
Düzenleyen: Yapı Kredi Yayınları
17.00-18.00Söyleşi: “Milliyetçilik ve Kürt So-
runu”
Konuşmacılar: Zafer Yörük, Nu-
ray Sancar, Aydın Çubukçu
Düzenleyen: Evrensel Basım Ya-
yın
Konferans Salonu II12.00-13.00Söyleşi: Filozof Çocuklar Klübü
Konuşmacı: Seran Demiral
Düzenleyen: Final Kültür Sanat
Yayınları
13.15-14.15Söyleşi: “Satılık İmparatorluk –
Küller Altında Yakın Tarih”
Konuşmacı: Mustafa Armağan
Düzenleyen: Timaş Yayınları
14.30-15.30Panel: “Edebiyat Özgürlüğü”
Yöneten: Asuman Susam
Konuşmacılar: Tülin Dursun,
Halil İbrahim Özcan, Hülya Soy-
şekerci, Sabri Kuşkonmaz, Cü-
neyt Ayral
Düzenleyen: PEN
15.45-16.45Söyleşi: “Gizil Güçlerin Farkın-
dalığı”
Konuşmacı: Bünyamin Çetinka-
ya
Düzenleyen: Pegem Akademi
Yayıncılık
17.00-18.00Söyleşi: “Kürt Aydını - Kürt Ede-
biyatı”
Konuşmacı: Selim Temo
Düzenleyen: Agora Kitaplığı
Konferans Salonu III12.00-13.00Söyleşi: “Kendi Mucizenizi Yara-
tın”
Konuşmacı: Nuray Sayarı
Düzenleyen: Destek Yayınları
13.15-14.15Söyleşi: Türkiye’de Gazeteci Ol-
mak
Konuşmacı: İlhan Taşçı
Düzenleyen: Cumhuriyet Kitap
14.30-15.30Söyleşi: “Yekta Kopan’la Söyleşi”
Konuşmacı: Yekta Kopan
Düzenleyen: Can Yayınları
15.45-16.45Söyleşi: “Sivil Tuzak”
Konuşmacı: Tansel Çölaşan
Düzenleyen: İleri Kitabevi