334
Tolga ÇEVİKEL Türkiye’deki İnternet Gazetelerinde Kullanıcı Katılımının İşleyişi ve Sınırlılıkları Babacan TAŞDEMİR, Rafet ÇEVİK Hâkim Tasarım ve Ekşi Sözlük: İnternet’in Dönüşümünü Anlamak Özlem ALİKILIÇ, Göker GÜLAY, Sevtap BİNBİR Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı Çerçevesinde Facebook Uygulamalarının İncelenmesi: Yaşar Üniversitesi Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma Öznur VURAN DOĞAN 1980 Sonrası Türk Sinemasında Delilik Okumaları Emine UÇAR İLBUĞA Sinemada Göçün Öteki Yüzü: “Bilinmeyen Kod, Cennet Batıda, İşte Özgür Dünya, 40 ve Biutiful” Filmlerinde İllegal Göçmen Kimlikleri Muhammed Kürşat ÖZEKİN Rethinking the Role of Media in the Outcome of 21. Century Conflicts: A Media-Policy Interaction Approach Özlen ÖZGEN, Zaliha İnci KARABACAK Tüketim Mekanlarının Dönüşümünde Görsel İletişimin Rolü:Küresel Kahve Dükkanları Hafize Nurgül DURMUŞ ŞENYAPAR 2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Aday Açıkla- ma Sürecinde Basın Söyleminin İdeolojik İnşası Cem YAŞIN The Effects of Gravitation on the Inter-Media Agenda-Setting Central Process: The Case of the Murder of Hrant Dink Muzaffer ŞAHİN Ajans Gazeteciliği ve Medya Sektöründe Haber Ajanslarının Etkinliği Aslıhan ARDIÇ ÇOBANER Sağlık İletişiminde Korku Öğesinin Kullanımı: Sigara Paketlerinde Kullanılan Sigara Karşıtı Görsellerin Göstergebilimsel Analizi Zuhal ÖZEL SAĞLAMTİMUR Walter Benjamin’in Bakış Açısından Tarih ve Fotoğraf İlişkisi Ersin ÖZARSLAN Basın Dili Üzerine Bazı Dikkatler Abdülvahap DARENDELİ Görsel-İşitsel Medya Özgürlüğü Uluslar Arası Düzenlemeleri Özlen ÖZGEN, Haluk EMİROĞLU, Ayşe Sezen SERPEN, Berk BENLİOĞLU Halkın Genetiği Değiştirilmiş Ürünlere/Üretilme Süreçlerine Yönelik Algıları ve Etik İnançları Salı Toplantıları Hilmi YAVUZ ile “Şiir ve İletişim” Üzerine... Sayı:37 - Güz / 2013 E-ISSN: 2147-4524 Hakemli Elektronik Dergi

Sayı:37 - Güz / 2013

  • Upload
    vokhanh

  • View
    334

  • Download
    15

Embed Size (px)

Citation preview

Tolga ÇEVİKEL Türkiye’deki İnternet Gazetelerinde Kullanıcı Katılımının İşleyişi ve Sınırlılıkları

Babacan TAŞDEMİR, Rafet ÇEVİK Hâkim Tasarım ve Ekşi Sözlük: İnternet’in Dönüşümünü Anlamak

Özlem ALİKILIÇ, Göker GÜLAY, Sevtap BİNBİR Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı ÇerçevesindeFacebook Uygulamalarının İncelenmesi: Yaşar Üniversitesi Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma

Öznur VURAN DOĞAN 1980 Sonrası Türk Sinemasında Delilik Okumaları Emine UÇAR İLBUĞA Sinemada Göçün Öteki Yüzü: “Bilinmeyen Kod,Cennet Batıda, İşte Özgür Dünya, 40 ve Biutiful” Filmlerinde İllegal Göçmen Kimlikleri

Muhammed Kürşat ÖZEKİN Rethinking the Role of Media in the Outcome of21. Century Conflicts: A Media-Policy InteractionApproach

Özlen ÖZGEN, Zaliha İnci KARABACAK Tüketim Mekanlarının Dönüşümünde Görselİletişimin Rolü:Küresel Kahve Dükkanları

Hafize Nurgül DURMUŞ ŞENYAPAR 2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Aday Açıkla-ma Sürecinde Basın Söyleminin İdeolojik İnşası

Cem YAŞIN The Effects of Gravitation on the Inter-Media Agenda-Setting Central Process: The Case of the Murder of Hrant Dink

Muzaffer ŞAHİN Ajans Gazeteciliği ve Medya Sektöründe HaberAjanslarının Etkinliği

Aslıhan ARDIÇ ÇOBANER Sağlık İletişiminde Korku Öğesinin Kullanımı: Sigara Paketlerinde Kullanılan Sigara Karşıtı Görsellerin Göstergebilimsel Analizi

Zuhal ÖZEL SAĞLAMTİMUR Walter Benjamin’in Bakış Açısından Tarih ve Fotoğraf İlişkisi

Ersin ÖZARSLAN Basın Dili Üzerine Bazı Dikkatler

Abdülvahap DARENDELİ Görsel-İşitsel Medya Özgürlüğü Uluslar ArasıDüzenlemeleri

Özlen ÖZGEN, Haluk EMİROĞLU, Ayşe Sezen SERPEN, Berk BENLİOĞLU Halkın Genetiği Değiştirilmiş Ürünlere/Üretilme Süreçlerine Yönelik Algıları ve Etik İnançları Salı Toplantıları Hilmi YAVUZ ile “Şiir ve İletişim” Üzerine...

Sayı:37 - Güz / 2013

E-ISSN: 2147-4524

Hakemli Elektronik Dergi

Güz 2013, Sayı 37

Hakemli Elektronik Dergi

İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

G.Ü. İletişim Fakültesi Adına Sahibi Rektör Prof. Dr. Süleyman BÜYÜKBERBER

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüDekanProf. Dr. Zakir AVŞAR

Editör Doç. Dr. Gülcan SEÇKİN

Editör Yardımcıları Dr. Ayşe Elif EMRE KAYA Dr. İbrahim Hakan DÖNMEZArş. Gör. Çağrı KADEROĞLU BULUTArş. Gör. Eda TURANCI Arş. Gör. Emrah ÖZTÜRK Arş. Gör. Emrah AYAŞLIOĞLU

Yayın KuruluDoç. Dr. Cem YAŞINDoç. Dr. Gülcan SEÇKİNDoç. Dr. Muharrem ÇETİNDoç. Dr. M.Can DOĞAN Yrd. Doç. Dr. Sirel GÖLÖNÜYrd. Doç. Dr. Erol İLHAN

Danışma Kurulu

Prof. Dr. Zakir AVŞAR Gazi Üniversitesi Prof. Dr. Suat ANAR Yeditepe Üniversitesi Prof. Dr. Necdet ATABEK Anadolu Üniversitesi Prof. Dr. Ümit ATABEK Yaşar Üniversitesi Prof. Dr. Bilal ARIK Akdeniz ÜniversitesiProf. Dr. Ayhan BİBER Kastamonu Üniversitesi Prof. Dr. Mehmet YÜKSEL Hacettepe Üniversitesi Prof. Dr. Burhan AYKAÇ Gazi Üniversitesi Prof. Dr. Özlen ÖZGEN Gazi Üniversitesi Prof. Dr. Hasan BACANLI Gazi Üniversitesi Prof. Dr. Seçil BÜKER Gazi Üniversitesi Prof. Dr. Hamza ÇAKIR Erciyes ÜniversitesiProf. Dr. Dilruba ÇATALBAŞ Galatasaray Üniversitesi Prof. Dr. Yusuf DEVRAN Marmara Üniversitesi Prof. Dr. İhsan ERDOĞAN Gazi Üniversitesi Prof. Dr. Suat GEZGİN İstanbul Üniversitesi Prof. Dr. Nilgün GÜRKAN PAZARCI Gazi Üniversitesi Prof. Dr. Nurettin GÜZ Gazi Üniversitesi Prof. Dr. Süleyman İRVAN Doğu Akdeniz Üniversitesi Prof. Dr. Ahmet KALENDER Selçuk Üniversitesi Prof. Dr. Kurtuluş KAYALI Ankara ÜniversitesiProf. Dr. Fahrettin KORKMAZ Atatürk ÜniversitesiProf. Dr. Hale KÜNÜÇEN Başkent ÜniversitesiProf. Dr. Ahmet TOLUNGÜÇ Başkent Üniversitesi Prof. Dr. Murat S.ÇEBİ Gazi ÜniversitesiProf. Dr. Serdar ÖZTÜRK Gazi ÜniversitesiProf. Dr. Başak SOLMAZ Selçuk ÜniversitesiDoç. Dr. Mustafa YAĞBASAN Fırat Üniversitesi Doç. Dr. Fatma GEÇİKLİ Atatürk Üniversitesi Doç. Dr. Ersin ÖZARSLAN Gazi Üniversitesi Doç. Dr. Haluk EMİROĞLU Bilkent Üniversitesi

Yayın Türü: Yılda iki kez yayınlanan ulusal, hakemli, yaygın, süreli bir elektronik dergidir.

Yönetim Merkezi ve Adresi : Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, 06510 Emek, Ankara Tel : 90 312 216 22 07 – 90 312 216 22 56 Faks : 0 312 212 1832 Web : http://iletisimdergisi.gazi.edu.tr E-posta : [email protected] - [email protected]

Taranan İndexler

TÜBİTAK/ULAKBİM SBVT, EBSCO ve ASOS veritabanları tarafından taranmakta ve dizinlenmektedir.

Tolga ÇEVİKELTürkiye’deki İnternet Gazetelerinde Kullanıcı Katılımının İşleyişi ve Sınırlılıkları

1-21

Babacan TAŞDEMİR, Rafet ÇEVİK Hâkim Tasarım ve Ekşi Sözlük: İnternet’in Dönüşümünü Anlamak

22-39

Özlem ALİKILIÇ, Göker GÜLAY, Sevtap BİNBİR Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı Çerçevesinde Facebook Uygulamalarının İncelenmesi: Yaşar

Üniversitesi Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma 40-67

Öznur VURAN DOĞAN 1980 Sonrası Türk Sinemasında Delilik Okumaları

68-86

Emine UÇAR İLBUĞA Sinemada Göçün Öteki Yüzü: “Bilinmeyen Kod, Cennet Batıda, İşte Özgür Dünya, 40 ve Biutiful”

Filmlerinde İllegal Göçmen Kimlikleri 87-106

Muhammed Kürşat ÖZEKİN Rethinking the Role of Media in the Outcome of 21. Century Conflicts: A Media-Policy Interaction

Approach 107-119

Özlen ÖZGEN, Zaliha İnci KARABACAK Tüketim Mekanlarının Dönüşümünde Görsel İletişimin Rolü:Küresel Kahve Dükkanları

120-149

Hafize Nurgül DURMUŞ ŞENYAPAR 2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Aday Açıkla ma Sürecinde Basın Söyleminin İdeolojik İnşası

150-179

Cem YAŞIN The Effects of Gravitation on the Inter-Media Agenda-Setting Central Process: The Case of

the Murder of Hrant Dink180-195

Muzaffer ŞAHİN Ajans Gazeteciliği ve Medya Sektöründe Haber Ajanslarının Etkinliği

196-210

Aslıhan ARDIÇ ÇOBANER Sağlık İletişiminde Korku Öğesinin Kullanımı: Sigara Paketlerinde Kullanılan Sigara Karşıtı

Görsellerin Göstergebilimsel Analizi211-235

Zuhal ÖZEL SAĞLAMTİMUR Walter Benjamin’in Bakış Açısından Tarih ve Fotoğraf İlişkisi

236-250

Ersin ÖZARSLAN Basın Dili Üzerine Bazı Dikkatler

251-267

Abdülvahap DARENDELİ Görsel-İşitsel Medya Özgürlüğü Uluslar Arası Düzenlemeleri

268-308

Özlen ÖZGEN, Haluk EMİROĞLU, Ayşe Sezen SERPEN, Berk BENLİOĞLU Halkın Genetiği Değiştirilmiş Ürünlere/Üretilme Süreçlerine Yönelik Algıları ve Etik İnançları

309-321

Salı Toplantıları Hilmi YAVUZ ile “Şiir ve İletişim” Üzerine...

322-326

I İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Editör’den

İletişim Kuram ve Araştırma Dergisinin 37. Sayısını siz değerli meslektaşlarımızın ilgisine sunmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Bu sayımızda 15 özgün makale ve bir söyleşi yer almaktadır. Makale konularına bakıldığında dergimizin, yeni medyadan sinemaya, hukuktan edebiyata kadar geniş bir perspektife sahip olduğunu, hem güncel tartışmaları içerdiğini, hem de disiplinlerarası çalışmalara açık olduğunu görmek mümkündür. Makalelerle ilgili kısa bilgileri sizlerle paylaşmadan önce dergimizin bir geleneği haline gelen “Salı Toplantıları” çerçevesinde İletişim Fakültemiz’de sunulan ve deşifre ederek dergimize aldığımız söyleşiden bahsetmek istiyorum. Değerli münevverlerimizden edebiyat eleştirmeni, yazar ve şair Hilmi Yavuz “Şiir ve İletişim” başlıklı konuşmasında, şiire iletişim boyutuyla bir yaklaşım denemesinde bulunmaktadır. Dergimizin disiplinlerarası yaklaşımını da ortaya koyan bu konuşmanın şiirde anlam yaratma ve iletmenin farklı boyutları üzerinde kafa yoran tüm okurlara ilginç geleceğini düşünüyorum.

Zuhal Özel Sağlamtimur tarafından yazılan makale, Walter Benjamin’in Tarih ve fotoğraf olgusunu incelerken kullanmış olduğu kavramlara odaklanmakta ve bu kavramlar çerçevesinde Benjamin’in bakış açısını ortaya koymaya çalışmıştır.

Abdulvahap Darendeli’nin Görsel-İşitsel Medya Özgürlüğü hakkında yapılan uluslar arası düzenlemeleri içeren yazısı, iletişim alanındaki öğrenci ve akademisyenlerin ihtiyaç duyduğunda yararlanabileceği bütünlüklü bir derleme niteliğindedir. Meslektaşlarımızın ve öğrencilerimizin, zengin bilgi içeren bu yazıdan yararlanabilecekleri, yazının temel bir referans kaynağı olacağı düşüncesindeyiz.

Öznur Vuran Doğan, “1980 Sonrası Türk Sinemasında Delilik Okumaları” başlıklı makalesinde gündelik kullanımdaki normal ve anormal kavramlarını modern ve geleneksel toplumlar açısından karşılaştırmıştır. Akıllı ve deli kavramlarına ilişkin bu farklı anlayış temasını 1980 sonrası çekilmiş olan beş film üzerinden tartışmıştır.

Babacan Taşdemir ve Rafet Çevik, İnternet’teki hızlı dönüşümü, ‘üretim gücü’ ve ‘üretim ilişkileri’ kavramları üzerinden “Hâkim Tasarım ve Ekşi Sözlük: İnternet’in Dönüşümünü Anlamak” başlıklı makalelerinde eleştirel bir gözle değerlendirmişlerdir. Yazarlar İnternet’in ‘mayalanma döneminde’, yani görece serbest bir ortamda, Sözlüğün popülaritesini ve saygınlığını, yaratıcı ve muhalif duruş ile karakterize olan bir ifade alanı olarak kazandığını, ancak İnternet ‘mayalanma döneminden’ ‘hâkim tasarım’ dönemine girince, tamamen kâr merkezli iktidar ilişkilerinin daha fazla nüfuz ettiği sıradan bir işletmeye dönüştüğünü savunmaktadırlar.

Özlem Alikılıç ve arkadaşları, Yaşar Üniversitesi öğrencileri üzerine yaptıkları incelemelerinde sosyal ağlardaki kullanım ve doyumlar motivasyonlarına odaklanmaktadırlar. Çalışma, öğrencilerin Facebook’taki uygulamaların kullanıcı motivasyonlarını araştırırken, bu motivasyonlar ile kullanıcıların etkileşimlerini destekleyici uygulamaların özellikleri arasındaki ilişkiye de ışık tutmaya çalışmıştır.

Son dönemlerde iletişim sahasında ilgi uyandıran konulardan birisi olan Sağlık İletişimiyle ilgili çalışmasında Aslıhan Ardıç Çobaner, Sigara paketleri üzerindeki korku ögesi kullanımını incelemiştir. Sigara kullanımını azaltmak amacıyla paket üzerinde

Gülcan SEÇKİN

II Sayı 37 /Güz 2013

kullanılan görselleri göstergebilimsel yöntemle analiz eden Çobaner, korku öğesinin tıbbi paradigma içerisinde “sağlık” ve “sağlıklı olma” mitleri ile sağlık-hastalık, hayat-ölüm, kadınlık-erkeklik, gençlik-yaşlılık gibi karşıtlıklarla pekiştirildiğini tespit etmiştir.

Muzaffer Şahin, “Ajans Gazeteciliği ve Medya Sektöründe Haber Ajanslarının Etkinliği” başlıklı çalışmasında haber ajanslarının Türkiye pazarına yönelik üretimlerni ele alarak, medya sektörü içindeki etkinliklerini ölçlmeye çalışmıştır.

Tolga Çevikel’in makalesi Türkiye’deki internet gazetelerinde hayata geçirilen okur yorumları, anketler, forumlar, yurttaş haberleri, yurttaş blogları vb. katılımcı gazetecilik uygulamalarını konu almaktadır. Çevikel çalışmasında, söz konusu uygulamaların çeşitliliğini ve yaygınlığını ölçmüş, ayrıca bu uygulamaların işleyişini düzenleyen kural ve ilkeleri araştırmıştır.

Özlen Özgen ve arkadaşları “Halkın Genetiği Değiştirilmiş Ürünlere/Üretilme Süreçlerine Yönelik Algıları ve Etik İnançları” başlıklı çalışmalarında tüketicilerin genetiği değiştirilmiş ürünlere ve üretilme süreçlerine yönelik fayda/risk algıları ile etik inançları arasındaki ilişkiyi incelemişlerdir. Bu sayımızda yer alan bir başka makalede ise Özgen ve Yıldırım, tüketim kültürü çerçevesinde mekanların dönüşümünü, ‘küresel kahve dükkanları’ ölçeğinde ele almakta ve bu dönüşümde görsel öğelerin ve kültürün rolüne dikkat çekmektedirler.

Cem Yaşın “The Effects of Gravitation on the Inter-Media Agenda-Setting Central Process: The Case of the Murder of Hrant Dink” başlıklı İngilizce makalesinde farklı bakış açılarına sahip gazetelerin arasında kitle iletişim araçları arası gündem belirleme sürecini incelemiştir. Bu çalışmada ana damar gazetelerin diğer gazeteler üzerinde merkezi çekim etkisini test etmek için Hrant Dink Cinayeti örnek olarak seçilmiş ve analiz edilmiştir.

Ersin Özarslan “Basın Dili Üzerine Bazı Dikkatler” başlıklı makalesinde basın dilinin ana dil içerisindeki yeri ve kendisi gibi standard dil içerisinde yer alan diğer alt ve üst dil şubeleriyle benzerlik, farklılık ve işlev bakımından münasebeti üzerinde durmuştur.

Hafize Nurgül Durmuş’un makalesi, 2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nde gerek adaylık açıklama süreci gerekse bu süreci takip eden gelişmeler çerçevesinde basının ideolojik konumlanışını ele alan bir çalışma olarak katkı sunmaktadır.

Son olarak Özekin, içerisinde yaşamakta olduğumuz yüzyılın çatışma boyutuna ışık tutmak amacıyla medyanın bu çatışma atmosferi içerisindeki pozisyonunu sorgulamakta ve çalışmasını güncel sayılabilecek iki önemli çatışma üzerine inşa etmektedir.

Dergimizin bu sayısının da akademiye yararlı olması ve gelecek sayımızda buluşmak dileğiyle...

Doç. Dr. Gülcan SEÇKİN

Editör

Editör’den

Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi

Copyright - 2013 Bütün Hakları SaklıdırE-ISSN: 2147-4524

İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 37 / Güz 2013

Türkiye’deki İnternet Gazetelerinde Kullanıcı Katılımının İşleyişi ve SınırlılıklarıMechanisms and Limits of User Participation in Turkish Online Newspapers

Tolga ÇEVİKEL, Arş. Gör. Dr., Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi, E-posta: [email protected]

Öz

Bu çalışma, Türkiye’deki internet gazetelerinde hayata geçirilen okur yorumları, anketler, forumlar, yurttaş haberleri, yurttaş blogları vb. katılımcı gazetecilik uygulamalarını konu almaktadır. Çalışma, söz konusu uygulamaların çeşitliliğini ve yaygınlığını ölçmekte, ayrıca bu uygulamaların işleyişini düzenleyen kural ve ilkeleri araştırmaktadır. Çalışma böylece, çevrimiçi profesyonel haber medyasında kullanıcılara sunulan katılım olanaklarının sınırlılıklarını ortaya koymaya çalışmakta; kullanıcıların haber üretim süreçlerine ne düzeyde katıldıklarını ve bu süreçlerin kontrolünde ne ölçüde etkili olduklarını sorgulamaktadır. Çalışmada kullanılan veriler, üç farklı türden (basın, televizyon, çevrimiçi) medya kuruluşuna ait toplam 50 internet gazetesi üzerinde gerçekleştirilmiş kapsamlı bir çevrimiçi analizin sonucunda elde edilmiştir. Araştırmanın bulguları, Türkiye’de katılımcı gazeteciliğin oldukça yavaş bir gelişim gösterdiğini; haber üretiminin pek çok aşamasının kullanıcılara kapalı tutulduğunu, kısmen açık olan aşamaların ise profesyonel gazeteciler tarafından sıkı bir şekilde kontrol edildiğini ortaya koymaktadır.

Abstract

This study explores participatory journalism features in Turkish online newspapers such as reader comments, polls, forums, citizen stories, citizen blogs etc. It examines the diversity and penetration of these participatory journalism features as well as the rules and principles regulating them. Through this, the study tries to discuss the limits of user participation in online professional news media; it sets out to investigate to what extent users get involved in and control the news production processes. The data used in the research were gathered from a comprehensive online survey (analysis of 50 Turkish online newspapers from three different media traditions; press, broadcast and online). The study comes to the conclusion that Turkish online newspapers are remarkably slow to respond to participatory journalism; most stages of the news production process are closed to user participation or strictly controlled by professional journalists when participation is allowed.

Anahtar Kelimeler:

Katılımcı Gazetecilik, Kullanıcı Katılımı, İnternet Gazeteleri, Kullanıcının Ürettiği İçerik

Keywords:

Participatory Journalism, User Participation, Online Newspapers, User-Generated Content

02 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Giriş

İnternet, içerik üretmeyi ve paylaşmayı, dileyen herkes için olanaklı hale getirmekte ve kitle iletişiminin geleneksel formlarıyla kıyaslanamayacak ölçüde kolaylaştırmaktadır. Kişisel bilgisayarların ve mobil dijital kayıt cihazlarının ucuzlayıp yaygınlaşmasıyla başlayan ve özellikle son on yılda yeni nesil içerik yönetim sistemlerinin ve içerik paylaşım platformlarının ortaya çıkmasıyla ivme kazanan süreç neticesinde, çevrimiçi içerik üretim araçları Anderson’ın ifadesiyle “demokratikleşmektedir” (2007: 71-74). İçerik üretim araçlarının demokratikleşip herkes için daha erişilebilir hale gelmesiyle birlikte, çevrimiçi haber ve enformasyon üretimi alanında önemli bir değişim yaşanmaktadır. Medya profesyoneli olmayan internet kullanıcısı sıradan yurttaşlar, önceleri medya kuruluşlarına ait olan bir tekeli kırarak haber ve enformasyonun toplanması, yazılması, dağıtılması, yorumlanması süreçlerinde daha aktif rol oynamaktadırlar (Bowman ve Willis, 2003: 9). Bu dönemde bir taraftan yurttaş gazeteciliğinin yükselişine tanık olunmakta; profesyonel haber medyasının dışında, tamamen kullanıcının ürettiği içerikle (user-generated content) oluşturulmuş, kişisel sitelerden bloglara, Wikinews, Indymedia, Ohmynews vb. kolektif haber sitelerine uzanan çeşitlilikte bir yurttaş medyası ortaya çıkmaktadır. Diğer taraftan profesyonel haber medyası da, yurttaş medyasının yükselişi eğiliminden giderek daha fazla etkilenmekte, katılımcı gazetecilik olarak tanımlanan model içerisinde farklı kullanıcı katılımlarını haber üretim süreçlerine dâhil etmeye çalışmaktadır. Medya kuruluşları; okur yorumları, anketler, forumlar, yurttaş blogları, yurttaş haberleri vb. bir dizi katılımcı gazetecilik uygulamasını giderek daha yaygın biçimde hayata geçirerek, kullanıcıların haber üretiminin çeşitli aşamalarına aktif olarak katılımlarını sağlamaktadır.

Bu çalışmanın konusunu oluşturan katılımcı gazetecilik, kullanıcıların haber üretimine katılımlarını betimlemek için geliştirilmiş bir diğer kavram olan yurttaş gazeteciliğinden, söz konusu katılımın medya kuruluşları tarafından sağlanması noktasında ayrılmaktadır. Yurttaş gazeteciliğinde haber üretimi profesyonellerin herhangi bir katkısı ya da müdahalesi olmaksızın tamamen yurttaşlar tarafından gerçekleştirilmektedir; yurttaş gazeteciliği kavramıyla, haber üretiminin kurumsallaşmış medyadan bağımsız olarak yürütülmesine vurgu yapılmaktadır (Nip, 2006: 118; Aydoğan, 2012: 33). Katılımcı gazetecilikte ise “kullanıcı katılımı, profesyoneller tarafından tasarlanan bir çerçeve veya yapı içinde sağlanmaktadır” (Nip, 2006: 217). Bir başka deyişle katılımcı gazetecilik kavramı ile esas olarak medya kuruluşlarının “kullanıcı katkılarını temin etmeye, işlemeye ve profesyonel mecralarda yayınlanmaya yönelik olarak hayata geçirdiği uygulamalara ve bunların arkasındaki teknik, editoryal ve yönetimsel süreçlere” dikkat çekilmektedir (Thurman ve Hermida, 2010).

Profesyonel haber medyasında kullanıcı katılımın artışı ve katılımcı gazeteciliğin yükselişi, pek çok yazar tarafından gazetecilikte “biz yazarız, siz okursunuz” dönemini sona erdirecek ve yeni bir paradigmanın önünü açacak bir gelişme olarak yorumlanmaktadır. Yeni paradigma, haber üretim süreçlerinin kontrolünde medya kuruluşlarından kullanıcılara doğru bir güç kayması yaşanacağı, bir başka deyişle bu alandaki kontrolün kullanıcılarla giderek daha fazla paylaşılacağı (Paulussen vd., 2007: 133) iddiasına dayanmaktadır. Söz konusu güç kayması, “yalnızca profesyonel haber medyasında kullanıcının ürettiği içeriğin daha fazla kullanılmasıyla sonuçlanmayacak, aynı zamanda

Tolga Çevikel

03 Sayı 37 /Güz 2013

profesyonel gazeteciler ve kullanıcılar arasında daha fazla işbirliğinin gelişmesini de sağlayacaktır” (Paulussen ve Ugile, 2008: 24-25). Jenkins’e göre, günümüzün katılımcı medya kültüründe “haber üreticileri ve tüketicileri ayrı rollerle iştigal etmezler, onları birbirleriyle etkileşim içinde çalışan katılımcılar olarak düşünmek gerekmektedir” (2006: 3). Böylece gazetecilik, yukarıdan aşağıya bir “okumadan”, aşağıdan yukarı bir “sohbete” doğru evrilecektir. Profesyonel gazetecilerin yeni rol ve sorumlulukları ise söz konusu sohbeti yönetmek ve kolaylaştırmak olacaktır (Deuze, 2006: 275).

Katılımcı gazetecilikle ilgili geliştirilen bu söylemin hızlıca kabul görüp benimsenmesi, hiç kuşkusuz öncelikle, internetle birlikte ivme kazanan teknolojik gelişmelerle bağlantılıdır. Ancak katılımcı gazeteciliğin kısa sürede adeta “sihirli bir sözcük” (Domingo, 2008: 680) haline gelmesinde, gazeteciliğin içinde bulunduğu sıkıntılı durum da rol oynamaktadır. Katılımcı gazetecilikle ilgili geliştirilen söylem, bir yönüyle, gazeteciliğin toplumsal ve demokratik rolünü tam olarak yerine getiremediği için medyaya olan güvenin zayıfladığına ilişkin, 1990’ların ortalarından bu yana süregelen tartışmaların da devamıdır. Bir başka deyişle söz konusu söylem, anaakım medyanın kamu ile yeniden ilişki kurması ve yurttaşları haber üretimine daha fazla dâhil etmesi gerektiğini savunan anlayışın bir ürünü olarak “gazeteciliği kurtarmak” (Robinson, 2010) amacıyla da işe koşulmaktadır. Bu anlamda söz konusu söylemin, somut bulgulardan ziyade temennilere yaslanıyor olabileceğini göz önünde bulundurmak; katılımcı gazetecilikle ilgili kavrayışlar geliştirirken, sorgulayıcı bir yaklaşımla, kullanıcı katılımına olanak veren mevcut uygulamaların gerçekte ne şekilde hayata geçirildiğini araştırmak şart görünmektedir.

Söz konusu sorgulayıcı yaklaşım, hiç kuşkusuz medya kuruluşları tarafından kullanıcılara sunulan katılım olanaklarının taşıdığı önemin azımsanmasını ya da görmezden gelinmesini gerektirmemektedir. Katılımcı gazetecilik uygulamaları, kullanıcıların haber üretim süreçlerine daha fazla dâhil olarak bu süreçlerin yönetiminde daha fazla söz hakkı elde etmelerini sağlayabilir ve böylece gazeteci kullanıcı ilişkisinde eşitlikçi bir dönüşümün yaşanmasının önünü açabilir. Ancak katılımcı gazeteciliğin getirebileceği bu kamusal fayda, verili bir durum ya da gerçeklikten ziyade potansiyel bir olanak olarak değerlendirilmelidir ve bu potansiyelin ne kadar gerçeğe dönüştüğü mutlaka ampirik olarak sorgulanmalıdır.

Bu çalışma, bu tür bir sorgulayıcı yaklaşımla, Türkiye’de katılımcı gazeteciliğin mevcut durumunu ele alıp değerlendirmekte ve bu amaçla çevrimiçi profesyonel haber medyasında yani internet gazetelerinde hayata geçirilen katılımcı gazetecilik uygulamalarını araştırmaktadır. Çalışma, kapsamlı bir çevrimiçi analiz üzerinden söz konusu uygulamaların çeşitliliğini, yaygınlığını ve işleyişini ortaya koyarak, bu uygulamalar yoluyla hayata geçen kullanıcı katılımın düzeyini ve sınırlılıklarını tartışmaktadır. Bir başka deyişle çalışma, kullanıcıların haber üretim süreçlerine ne düzeyde katıldıkları ve bu süreçlerin kontrolünde ne ölçüde etkili oldukları sorularına yanıt aramakta ve Türkiye’deki katılımcı gazetecilik uygulamalarının mevcut halleriyle, yerleşik gazetecilik kültürünü ve gazeteci kullanıcı ilişkisini ne ölçüde değiştirdiğini sorgulamaktadır.

Türkiye’deki İnternet Gazetelerinde Kullanıcı Katılımının İşleyişi ve Sınırlılıkları

04 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Çalışma bu amaçla, toplam 50 internet gazetesini kapsamına alan bir çevrimiçi analize girişmektedir. Günlük gazeteler, haber kanalları ve yalnızca internette faaliyet gösteren haber kuruluşları olmak üzere üç farklı türden medya kuruluşuna ait olan bu internet gazeteleri, toplam sayı anlamında Türkiye’deki çevrimiçi profesyonel haber medyasının tamamına yakın bir bölümünü temsil etmektedir. Söz konusu çevrimiçi analizde, öncelikle bu internet gazetelerinde kullanıcı katılımını sağlamak amacıyla hayata geçirilen uygulamaların hangileri olduğu ortaya konulmaktadır. Daha sonra her bir katılımcı gazetecilik uygulamasının yaygınlık düzeyi ölçülmekte ve yine her bir uygulamanın işleyişini düzenleyen temel kural ve ilkeler tespit edilmeye çalışılmaktadır.Mevcut katılımcı gazetecilik uygulamaları yoluyla hayata geçen kullanıcı katılımın düzeyini ve sınırlılıklarını daha sağlıklı bir şekilde ortaya koyabilmek için, çalışmada ayrıca söz konusu uygulamalar, haber üretim sürecinin farklı aşamalarıyla (enformasyonun toplanması, seçilmesi, haberleştirilmesi, dağıtımı ve yorumlanması) ilişkilendirilmek suretiyle de ele alınmaktadır. Bunun için daha önce Domingo vd. (2008) ve Hermida vd. (2011) tarafından da hayata geçirilen bir yöntemden yararlanılmaktadır. Öncelikle her bir katılımcı gazetecilik uygulamasının haber üretiminin hangi aşamalarında işe koşulduğu tespit edilmekte, buradan yola çıkılarak da haber üretiminin hangi aşamalarının kullanıcı katılımına ne ölçüde açık/kapalı olduğu, bir başka deyişle kullanıcılara sunulan katılım olanaklarının (ve neticede gerçekleşen katılımın) haber üretiminin daha çok hangi aşamalarına yönelik olduğu araştırılmaktadır.

Çalışmanın geri kalan bölümünde, katılımcı gazetecilikle ilgili şu ana kadar yapılmış akademik çalışmalar özetlendikten sonra, katılımcı gazetecilik uygulamalarına ve bu uygulamaların haber üretim süreçleriyle nasıl ilişkilendirildiğine dair kısa bir bilgilendirme yapılıp, araştırmanın bulgularının sunulmasına ve tartışılmasına geçilecektir.

Katılımcı Gazeteciliğin Gelişimi: Önceki Çalışmaların Bulguları

Katılımcı gazetecilik ile ilgili ilk akademik çalışmalar, medya kuruluşlarının ve profesyonel gazetecilerin, kullanıcının ürettiği içeriğin ve kullanıcı katılımının yükselişine nasıl bir reaksiyon gösterdikleri sorusundan hareketle başlamıştır. Deuze, bu konuyla ilgili erken çalışmasında (2003) medya kuruluşlarının kullanıcı katılımının beraberinde getirdiği yeni sorulara oldukça muhafazakâr bir şekilde, var olan gazetecilik kültürüne ve değerlerine yaslanarak yanıt vermeye çalıştığını öne sürmektedir. Yine aynı yazar, bir başka çalışmasında gazetecilerin, geleneksel eşik bekçiliği rolleriyle ve profesyonel kimlikleriyle çeliştiği için etkileşim mefhumuna karşı genellikle dirençli ve mesafeli davrandıklarını ortaya koymaktadır (Deuze vd., 2007). Singer’a (2005) göre de gazeteciler, kullanıcı katılımını geleneksel gazetecilik norm ve pratiklerine uygun hale gelecek şekilde kontrol altında tutarak katılıma olanak veren uygulamaları “normalleştirmeye” çalışmaktadırlar. Singer tarafından geliştirilen “normalleştirme” tespiti, daha sonra Thurman ve Hermida tarafından da tekrarlanmakta; yazarlar “kullanıcının ürettiği içeriği medya kuruluşunun markasına, kurumsal değerlerine uydurmaya, normalleştirmeye çalışan editoryal tutumlara ve moderasyon uygulamalarına” dikkat çekmektedirler (2010: 55).

Tolga Çevikel

05 Sayı 37 /Güz 2013

Bu tartışmalardan devamla, internet gazetelerinde kullanılan katılımcı gazetecilik uygulamalarının neler olduğunu ve ne ölçüde hayata geçirildiğini araştıran bir dizi çalışma ortaya çıkmıştır. Daha çok web sitelerinin niceliksel analizine dayalı olan bu çalışmalar, kullanıcılara haber üretim süreçlerine katılmaları ve içerik üretmeleri için sunulan olanakların çeşitliliğini ve yaygınlığını ölçmeye çalışmaktadır. Söz konusu çalışmaların ilk örneklerinden birisi, Thurman’ın (2008) Britanya’daki ulusal gazetelerin web sitelerini analiz ettiği araştırmadır. Yazar, 2005 tarihli saha araştırmasında bu gazetelerde hayata geçirilen katılımcı gazetecilik uygulamalarını anketler, forumlar, chat odaları, soru-yanıtlar, bloglar ve okur yorumları olarak kayıt altına almakta; en yaygın kullanılan uygulamanın %70 oran ile soru-yanıtlar olduğunu tespit etmektedir. Kullanıcıların, gazetecilere veya davetli konuklara sorularını iletebildikleri bu uygulamayı, %50 ile anketler, %40 ile forumlar takip etse de, okur yorumları ve bloglar gibi görece daha gelişkin uygulamaların hayata geçirilme oranları %10 ile sınırlı kalmaktadır (2008: 140-141). Thurman, daha sonraki dönemde, bu defa Hermida ile birlikte, aşağı yukarı aynı örneklem üzerinde 2006 ve 2008 yılları için iki ayrı saha araştırması daha gerçekleştirmiştir (Thurman ve Hermida, 2008; Hermida ve Thurman, 2010). Yazarlar bu çalışmalarında, aradan geçen süre zarfında Britanyalı internet gazetelerinde iki yeni katılımcı gazetecilik uygulamasının (yurttaş medyası, yurttaş haberleri) daha hayata geçirilmeye başlandığını, ayrıca kullanıcılara sunulan katılım olanaklarında oran olarak kayda değer bir artış yaşandığını tespit etmektedirler. Bu çalışmalara göre Nisan 2005-Haziran 2008 arası, örneğin okur yorumlarına yer veren internet gazetesi sayısı 1’den 8’e (%65’e), bloglara yer verenler ise 1’den 9’a (%75’e) yükselmiştir (Hermida ve Thurman, 2010). Ancak bloglar haricinde, kullanıcıların doğrudan içerik üretmesine ve yayınlamasına olanak tanıyan yurttaş medyası ve yurttaş haberleri gibi uygulamalar, hâlâ oldukça sınırlı ölçüde hayata geçirilmektedir.

Rebillard ve Touboul (2010) ise, kullanıcıya sunulan katılım olanaklarını araştırmak için, internet gazetelerinde hangi uygulamaların kullanıldığından değil, bu gazetelerde yer alan linklerden yola çıkmaktadırlar. Yazarlar, Avrupa ve ABD’den dört büyük internet gazetesinin ana sayfalarında yer alan linkleri sayı ve alan olarak analiz ederek, kullanıcıları katılıma davet eden uygulamaların yaygınlığını ve görünürlüğünü ölçmektedirler. Araştırma, katılımcı gazetecilik uygulamalarının her dört gazetede de oldukça sınırlı olarak hayata geçirildiğini; toplam linklerin sayı olarak %10 ila %15’inin, alan olarak da %4 ila %16’sının bu uygulamalara yöneldiğini ortaya koymaktadır. Araştırmada ayrıca bu linklerin sol kolonda (göz izleme çalışmalarına göre en stratejik olan konumda) değil, orta veya sağ kolonlarda ve sayfanın aşağı kısımlarında yer aldığı da tespit edilmektedir.

Katılımcı gazeteciliğin gelişimiyle ilgili benzer bir tespit, Paulussen vd. (2007) tarafından yapılan bir uluslararası çalışmada da yinelenmektedir. Yazarlar, Belçika, Finlandiya, Almanya ve İspanya’daki katılımcı gazetecilik uygulamalarını daha ziyade ikincil kaynaklar üzerinden değerlendirdikleri çalışmalarında, ülkeler arasında ufak tefek farklılıklar bulunsa da, dört ülkede de kullanıcıya sunulan katılım olanaklarının oldukça sınırlı düzeyde seyrettiğini tespit etmektedirler. Yine benzer şekilde, Paulussen ve Ugille (2008), Belçika’dan iki gazete ve bir yerel topluluk web sitesi ile ilgili olarak gazetecilerle yaptıkları görüşmeler üzerinden gerçekleştirdikleri çalışmalarında, gazetecilerin kullanıcı katılımının önemine dair bir farkındalığa sahip olduklarını ancak buna rağmen katılımcı gazeteciliğin beklenenden daha yavaş geliştiğini ortaya koymaktadırlar.

Türkiye’deki İnternet Gazetelerinde Kullanıcı Katılımının İşleyişi ve Sınırlılıkları

06 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Katılımcı gazeteciliğin gelişimini, internet gazetelerinde hayata geçirilen uygulamalar üzerinden araştırmayı tercih eden birkaç önemli çalışma daha bulunmaktadır. Bunlardan ilki, Domingo vd. (2008) tarafından gerçekleştirilen, 8 Avrupa ülkesinden ve ABD’den, toplam 16 internet gazetesinin analiz edildiği araştırmadır. Bu araştırmayı hayata geçiren ekip, sonra çok daha kapsamlı ikinci bir araştırmaya daha imza atmış; 10 ayrı ülkeden, iki düzineden fazla gazetenin web sitelerini analiz etmiş, ayrıca yaklaşık 70 gazeteciyle derinlemesine görüşmeler gerçekleştirmiştir (Hermida vd., 2011). Bu çalışmalar öncelikle, önceki çalışmalarda tespit edilen katılımcı gazetecilik uygulamalarının zaman içinde uğradığı değişimi ortaya koymaktadır. Hermida vd. (2011) çalışmasında, en güncel katılımcı gazetecilik uygulamaları; yurttaş blogları, yurttaş medyası, yurttaş haberleri, kolektif söyleşiler, okur yorumları, içerik hiyerarşisi, forumlar, gazeteci blogları, anketler ve sosyal ağ olarak sıralanmaktadır.

Bahsi geçen çalışmalar öncekilerden farklı olarak, sadece internet gazetelerinde kullanıcılara sunulan katılım olanaklarının çeşitliliğini ve yaygınlığını değil, aynı zamanda bu olanakların haber üretim süreçlerinin hangi aşamalarına yönelik olduğunu da araştırmaktadır. Gerek Domingo vd. (2008) gerekse Hermida vd. (2011) çalışmalarında haber üretimini (erişim-gözlem, seçme-filtreleme, işlem-düzenleme, dağıtım, yorumlama olmak üzere) beş farklı aşamaya ayırarak ele almaktadırlar. Araştırmacılar, haber üretiminin her bir aşaması için işe koşulan farklı katılımcı gazetecilik uygulamaları üzerinden, kullanıcıların haber üretim süreçlerine katkıda bulunma ve bu süreçleri etkileme yetisine gerçekte ne ölçüde sahip oldukları sorusuna yanıt aramaktadırlar. Bu çalışmalarda ulaşılan sonuç, internet gazetelerinin kullanıcılara en fazla katılım olanağını, yorum ve tartışma ile ilgili uygulamalar şeklinde sunduğu yönündedir. Yani internet gazeteleri, kullanıcıları haber üretiminden ziyade, ağırlıklı olarak profesyonellerce üretilmiş haberlerin yorumlanmasına katmayı tercih etmektedir. Domingo vd. (2008)’e göre, haber üretiminin yorumlama dışındaki aşamaları kullanıcı katılımına ancak sınırlı olarak açıktır ve katılıma izin verildiği durumlarda profesyonel gazeteciler tarafından kontrol edilmektedir. Yazarlar aynı çalışmalarında ayrıca, internet gazetelerinde kullanıcılara giderek daha fazla katılım olanağı sunulmakta olsa da, mevcut gazetecilik kültürünün, özellikle eşik bekçiliği rolünün muhafaza edilmeye çalışıldığına da dikkat çekmektedirler. Benzer bir husus, Hermida ve Thurman (2010) tarafından da dile getirilmekte; yazarlar internet gazetelerinde kullanıcılara sunulan katılım olanaklarının yalnızca bir tür “yanıt hakkı” niteliğinde olduğunu öne sürmektedirler. Oysa yazarlara göre katılımcı gazetecilik, yanıt hakkını aşması gereken bir kavramdır; kullanıcılar katılımcı gazetecilik uygulamaları yoluyla gündem belirleme ve profesyonel gazetecilikle rekabet etme yeteneğine de kavuşabilmelidirler.

Medya kuruluşlarının ve gazetecilerin, haber üretiminin pek çok aşamasını kullanıcıların aktif katılımına açmakta gönülsüz olduğu, açtığı zaman da kontrolü elden bırakmak istemediği hususlarına dikkat çeken başka çalışmalar da bulunmaktadır. Örnebring (2008) bu tartışmayı internet gazetelerinde ne tür kullanıcının ürettiği içeriğe yer verildiğinden yola çıkarak yapmaktadır. Yazar, The Sun (Britanya) ve Aftonbladet (İsveç) adlı internet gazetelerini incelediği çalışmasında, bu gazetelerde kullanıcılara daha çok popüler kültür ve kişisel/gündelik hayat ile ilgili içerik üretme olanağı sunulduğunu, kullanıcılar tarafından üretilmiş “sert haberlere” ise neredeyse hiç yer verilmediğini tespit

Tolga Çevikel

07 Sayı 37 /Güz 2013

etmektedir. Yazar çalışmasında bu durumu, medya kuruluşlarının kullanıcılara haber üretim süreçlerinde gerçek bir etkide bulunma şansı verme konusunda pek de istekli olmadıkları şeklinde yorumlamaktadır. Pantti ve Bakker (2009) ise, Hollandalı gazeteciler ile yaptıkları görüşmeler üzerinden Hollanda haber medyasında amatör görsellerin kullanımını araştırdıkları çalışmada, kullanıcılar tarafından üretilen görsellerin çok ağırlıklı bir bölümünün, “yumuşak haberlerle” ya da haber değeri taşımayan konularla ilgili olduğunu tespit etmektedirler. Yazarlara göre bu durum, gazetecilerin eşik bekçisi statülerini korumak için başvurdukları yöntemlerden birisi olarak değerlendirilmelidir (2009: 486).

Wardle ve Williams (2010) ise, 115 BBC gazetecisi ile yaptıkları görüşmeler sonucunda, kullanıcı katılımının, gazetecilerin çalışma şekillerini değiştirmekten çok, geleneksel gazetecilik rutinlerinin içine sıkıca gömülmüş durumda olduğunu öne sürmektedirler. Katılımcı gazetecilik, gazeteci ve kullanıcı ilişkisini radikal olarak değiştirmemekte; iki grup arasında istisnai durumlar haricinde işbirliği yapılmamaktadır. Yazarlara göre gazeteciler, kullanıcıları “ortak” olarak değil, “fazladan bir haber kaynağı” olarak görmektedirler (2010: 791-792).

Gazetecilerin kullanıcılarla ilgili algılamaları, katılımcı gazetecilik uygulamaları yoluyla internet gazetelerine ulaşan kullanıcının ürettiği içeriğin değerlendirilme şeklini de belirleyebilmektedir. Domingo, bu hususla ilgili olarak internet gazetelerinin iki ayrı yaklaşımı benimseyebildiklerini tespit etmektedir (2011: 85-88). Yazar, bunlardan ilkini ve pratikte daha fazla karşılaşılan yaklaşımı, “oyun sahası olarak katılımcı gazetecilik” olarak tanımlamaktadır. Bu yaklaşımı benimseyen internet gazetelerinde, kullanıcıların ürettiği içerik, profesyonel olarak üretilen içerikle karıştırılmamakta; bu içerik için ayrı ve yalıtılmış alanlar oluşturularak kullanıcılar bu ayrı alanlarda “oynamaya” davet edilmektedir. İkinci yaklaşım olan “kaynak olarak katılımcı gazetecilik”te ise, kullanıcının ürettiği içerik gazeteciler tarafından kaynak materyal olarak değerlendirilmekte ve mevcut profesyonel içeriğe entegre edilmektedir.

Haber Üretim Aşamaları ve Katılımcı Gazetecilik Uygulamaları

Bu çalışma, Domingo vd. (2008) ve Hermida vd. (2011) tarafından yapılan çalışmalarda kullanılan yöntemi takip etmekte ve katılımcı gazetecilik uygulamalarını, haber üretiminin birbirini takip eden beş farklı aşamasıyla ilişkilendirerek ele almaktadır. Geleneksel olarak gazetecilik doğrusal bir süreç olarak düşünüldüğünde haber üretimi, haber için gerekli olan ham materyalin toplanmasıyla başlamakta, bu materyalin seçilmesi, haberleştirilmesi, okura ulaştırılması ve okur tarafından yorumlanmasıyla son bulmaktadır. İnternetle birlikte, kullanıcıların haber üretiminin hemen her aşamasına katılımlarını sağlamak üzere internet gazeteleri tarafından işe koşulan, yeni ve yenilikçi uygulamalar ortaya çıkmaktadır. Söz konusu katılımcı gazetecilik uygulamalarını, Hermida vd.’den (2011) alınarak geliştirilen ve güncellenen bir tablo yardımıyla analiz etmek mümkündür.

Türkiye’deki İnternet Gazetelerinde Kullanıcı Katılımının İşleyişi ve Sınırlılıkları

08 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Tablo 1. Haber üretim aşamalarına göre katılımcı gazetecilik uygulamaları

Haber üretiminin beş aşaması İlgili katılımcı gazetecilik uygulamaları1. Erişim-gözlem İçerik gönderme çağrısı2. Seçme-filtreleme -

3. İşlem-düzenlemeYurttaş haberleri

Yurttaş blogları

4. Dağıtım

İçerik hiyerarşisi

Kişiselleştirme

Sosyal medyada paylaşma

5. Yorumlama

Okur yorumları

Anketler

Forumlar

Kolektif söyleşiler

Tablo kısaca özetlenecek olursa; erişim-gözlem, enformasyonun toplandığı, yani haber için gereken kaynak materyalin temin edildiği ya da üretildiği aşamadır. Kullanıcıların haber üretiminin bu ilk aşamasına katılımı, medya kuruluşları tarafından yapılan “içerik gönderme çağrısı” yoluyla gerçekleşmektedir. Medya kuruluşları, genel veya doğrudan spesifik bir konuyla ilgili olarak kullanıcılarından yazılı veya görsel/işitsel içerik talebinde bulunmaktadır ve genellikle web sitelerindeki bir form aracılığıyla (veya daha basit bir şekilde e-posta yoluyla) bu içeriğin akışını sağlamaktadır. Medya kuruluşlarının buradaki amacı, kullanıcılardan habere dönüştürülebilecek ham enformasyon (haber için ipucu ya da fikir) ya da haberde kullanılabilecek fotoğraf ve video temin edebilmektir.

Seçme-filtreleme, toplanan enformasyonun hangilerinin habere dönüştürüleceğine karar verildiği, eşik bekçiliği olarak da bilinen aşamadır. Haber üretiminin bu aşamasının kullanıcı katılımına en azından bugün için tamamen kapalı tutulduğu söylenebilir. Medya kuruluşları neyin haber olacağını belirleme ya da etkileme anlamında kullanıcılara anlamlı bir olanak sunmamaktadır, haber üretiminin bu aşamasıyla ilgili bilinen bir katılımcı gazetecilik uygulaması mevcut değildir.

İşlem-düzenleme, haberin üretildiği, yani yayın için hazırlandığı ve düzenlendiği aşamadır. Bazı medya kuruluşları, içerik gönderme çağrısının ötesine geçerek kullanıcılarının haber yapıp yayınlamalarına da olanak sağlamakta, “yurttaş haberleri” için sitelerinde özel alanlar tahsis etmektedir. CNN “iReport”, NBC News “FirstPerson”, Fox News “u-Report”, ABC News “i-Caught” vb. katılımcı gazetecilik projeleri, bunun çok bilinen bazı örnekleridir. Medya kuruluşlarının kullanıcılarına sunduğu blog yaratma olanağı, “yurttaş blogları” da haber üretiminin bu aşamasıyla ilgili önemli bir katılımcı gazetecilik uygulaması olarak değerlendirilmelidir.

Tolga Çevikel

09 Sayı 37 /Güz 2013

Dağıtım, haberin yayıldığı ve farklı mecralarda okunmaya/izlenmeye hazır hale getirildiği aşamadır. Haber üretiminin bu aşamasıyla ilgili olarak, haberlerin kullanıcılardan gördüğü ilginin derecesine göre listelenmesi “içerik hiyerarşisi”; haberlerin kullanıcılar tarafından kendi ilgi alanlarına göre özelleştirilmesi “kişiselleştirme” ve haberlerin çeşitli sosyal medya platformlarında paylaşılması “sosyal medyada paylaşma” gibi uygulamalardan bahsetmek mümkündür.

Yorumlama ise, üretilen ve yayınlanan haberlerin tartışmaya ve yoruma açıldığı aşamadır. Haber üretiminin bu son aşamasının, kullanıcı katılımına en açık tutulan aşama olduğu söylenebilir. Medya kuruluşları, kullanıcıların haberleri yorumlamalarını ve bu haberler üzerinden gündeme dair fikirlerini söylemelerini sağlamak üzere “okur yorumları”, “anketler”, “forumlar” ve “kolektif söyleşiler” gibi bir dizi uygulamayı hayata geçirmektedir.

Türkiye’de Katılımcı Gazetecilik Uygulamalarının Mevcut Durumu ve İşleyişi

Araştırmanın Yöntemi

Bu araştırma, haber üretim aşamalarıyla da ilişkilendirilmek suretiyle kısaca tanıtılan tüm bu katılımcı gazetecilik uygulamalarının her birinin, Türkiye’deki internet gazetelerinde “ne ölçüde” ve “ne şekilde” hayata geçirildiğini araştırmaktadır. “İnternet gazetesi” kavramı bu çalışmada, profesyonel medya/haber kuruluşlarının web sitelerini tanımlamak için kullanılmaktadır ve günlük gazetelerin, haber kanallarının ya da yalnızca internette faaliyet gösteren medya kuruluşlarının haber sitelerinin hepsini birden kapsamaktadır.Araştırma 50 internet gazetesini konu almaktadır; bunların 30 tanesi ulusal günlük gazetelere (spor gazeteleri hariç), 11 tanesi ulusal haber kanallarına aittir. Geri kalan 9 internet gazetesi ise, geleneksel medya gruplarından bağımsız ve yalnızca çevrimiçi olarak faaliyet gösteren medya kuruluşlarına ait olan haber siteleri arasından seçilmiştir. (50 internet gazetesinin tam listesi için bkz. Ek 1) Araştırma esas olarak internet gazetelerinin web siteleri üzerinden yürütülmüş, söz konusu çevrimiçi analiz 2013 yılının yaz aylarında gerçekleştirilmiştir.

İnternet gazetelerinin çevrimiçi analizinin, neleri kapsadığı ve hangi aşamalardan oluştuğu, şu şekilde özetlenebilir: Araştırmada önce internet gazetelerinde kaç farklı katılımcı gazetecilik uygulamasının hayata geçirildiği, yani uygulamaların çeşitliliği tespit edilmiştir. Daha sonra her bir internet gazetesinin bu uygulamalardan hangilerine yer verdiği incelenmiş ve hem topluca 50 internet gazetesi için hem de farklı medya kuruluşu türleri için, uygulamaların yaygınlığı ölçülmüştür. Bunun dışında her bir katılımcı gazetecilik uygulamasının işleyişini düzenleyen temel kural ve ilkeler tespit edilmeye çalışılmış; uygulamadan yararlanmak için gereken koşullar, uygulamanın işleyişinde kullanılan altyapı ve teknik araçlar, uygulamanın sitede konumlanışı, uygulama yoluyla üretilen içeriğin kullanılma şekli, uygulamanın moderasyonunun yöntemi ve kuralları vb. gibi bir dizi husus araştırılmıştır. Araştırmanın bu son boyutu için, web sitelerinin analizinin yanı sıra her bir katılımcı gazetecilik uygulamasının araştırmacı tarafından bizzat deneyimlenmesi de gerekmiştir. Bunun dışında internet gazetelerinin

Türkiye’deki İnternet Gazetelerinde Kullanıcı Katılımının İşleyişi ve Sınırlılıkları

10 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

uygulamalarını tanıtmak için sitelerinde sundukları bilgilerden ve çok sınırlı da olsa bu uygulamaları konu alan bazı ikincil kaynaklardan da yararlanılmıştır.

Araştırmanın Bulguları

Türkiye’deki medya kuruluşları, internet gazetelerini 1995 yılından itibaren hayata geçirmeye başlamışlarsa da, katılımcı gazetecilik uygulamalarının geçmişi ancak 2000’li yılların ortalarına uzanmaktadır. Türkiye’de ilk olarak 1995 yılının sonunda Evrensel.net ve Zaman.com.tr adlı internet gazeteleri açılmış, 1998 yılının sonuna kadar aşağı yukarı tüm büyük günlük gazeteler web sitelerini (internet gazetelerini) kurmuşlardır (Kara, 2002: 44). Bu internet gazeteleri, kuruluşlarını takip eden ilk birkaç yıl, gazeteler için hazırlanan içeriğin günde bir defa webe taşınmasıyla sınırlı bir faaliyet yürütmüşlerdir. 2000’li yılların başından yaklaşık ortalarına kadar uzanan süreçte de bu gazeteler yine esas olarak basılı içeriği webe taşıyarak faaliyet gösterseler de, artık gün içinde birden fazla güncellenmeye, örneğin bazı son dakika haberlerine yer vermeye başlamışlardır. Ancak bu dönemde webe özgü, gazetelerin basılı sürümlerinde yer almayan içerik oldukça sınırlı bir düzeyde kalmış, ayrıca kullanıcı katılımına olanak veren uygulamalara çok az yer verilmiştir. Örneğin 2003 yılı için yapılmış bir araştırma, dönemin 24 internet gazetesinin ancak 10 tanesinin anketlere, 3 tanesinin okur yorumlarına ve 1 tanesinin forumlara yer verdiğini tespit etmektedir (Çevikel, 2003: 71). 2000’li yılların ikinci yarısından itibaren ise internet gazeteleri, basılı içerikten farklı olarak kendi özgün haberlerini üreten, 24 saat güncellenen, organizasyon olarak da gazeteden bağımsız işleyen bir yapıya kavuşmuş, kullanıcı katılımına olanak veren uygulamalar da esas olarak bu dönemden itibaren hayata geçirilmeye başlanmıştır.

Araştırmanın yapıldığı 2013 yılına gelindiğinde ise, aradan geçen zaman içinde Türkiye’de katılımcı gazeteciliğin çok yavaş bir gelişim gösterdiği görülmektedir. Türkiye’deki internet gazetelerinde yer alan katılımcı gazetecilik uygulamalarına ilk genel bakış, bu uygulamaların çeşitlilik açısından ama özellikle de yaygınlık açısından oldukça sınırlı bir seviyede hayata geçirildiğini ortaya koymaktadır. Tablo 2’den de takip edilebileceği üzere, “sosyal medyada paylaşma” (%98) ve “içerik hiyerarşisi” (%68) gibi görece basit ve önemsiz iki uygulama hesaba katılmazsa, Türkiye’de en yaygın olarak hayata geçirilen katılımcı gazetecilik uygulaması olarak “okur yorumları” (%80) öne çıkmaktadır. Bahsedilen bu ilk üç uygulamayı, %18 ile yine oldukça basit bir uygulama olan “anketler”, %12 ile de “içerik gönderme çağrısı” takip etmektedir. Diğerlerinin, özellikle “yurttaş haberleri” ve “yurttaş blogları” gibi görece gelişkin katılımcı gazetecilik uygulamalarının ise %4’ü geçemediği görülmektedir. Tüm bu rakamlar, 2000’lerin ikinci yarısında Avrupa ve ABD için yapılmış araştırmalarda (ör. Hermida ve Thurman, 2008; Domingo vd., 2008) tespit edilen rakamlarla kıyaslandığında bile çok gerilerde kalmaktadır. Ayrıca başka ülkelerde örneklerini sıkça gördüğümüz “gazeteci blogları” ya da “kullanıcı güdümlü forumlar” gibi uygulamaların, Türkiye’deki internet gazetelerinin hiçbirinde hayata geçirilmediği de dikkat çekmektedir.

Tolga Çevikel

11 Sayı 37 /Güz 2013

Tablo 2. Türkiye’deki internet gazetelerinde katılımcı gazetecilik uygulamaları

Haber üretim aşamaları Katılımcı gazetecilik uygulamaları Var Yok %

Erişim-gözlem İçerik gönderme çağrısı 6 44 12Seçme-filtreleme - - - -

İşlem-düzenlemeYurttaş haberleri 2 48 4Yurttaş blogları 2 48 4

Dağıtımİçerik hiyerarşisi 34 16 68Kişiselleştirme 1 49 2Sosyal medyada paylaşma 49 1 98

Yorumlama

Okur yorumları 40 10 80Anketler 9 41 18Forumlar 2 48 4Kolektif söyleşiler 1 49 2

Türkiye’deki katılımcı gazetecilik uygulamaları, internet gazetelerinin hangi türden medya kuruluşlarına ait olduğuna göre incelendiğinde ise, üç tür internet gazetesi arasında kullanıcı katılımının düzeyi, yani uygulamaların yaygınlığı anlamında kayda değer bir farklılık gözlemlenmemektedir (Bkz. Tablo 3). Uygulamaların çeşitliliği anlamında ise, günlük gazetelerin diğerlerinden biraz daha önde olduğu söylenebilir. Örneğin “yurttaş blogları” ve “kolektif söyleşiler” yalnızca günlük gazetelerin internet sitelerinde hayata geçirilmektedir. Bu noktada Radikal gazetesinin bir fark yarattığını söylemek gerekmektedir; Radikal.com.tr 2012 sonbaharında “Radikal okuyun, okuduğunuz gazetenin yazarı olun!” sloganıyla yenilenmiş ve Türkiye’de az uygulanan pek çok yeni katılımcı gazetecilik uygulamasını hayata geçirmiştir. Katılımcı gazetecilik uygulamalarının çeşitliliği anlamında, yalnızca çevrimiçi olan medya kuruluşlarının diğerlerine oranla daha az sayıda uygulamaya sahip olduğu da söylenebilir. Yalnızca çevrimiçi medya kuruluşlarına ait olan internet gazetelerinde, “sosyal medyada paylaşma” ve “içerik hiyerarşisi” uygulamaları hesaba katılmazsa, neredeyse tek katılımcı gazetecilik uygulamasının “okur yorumları” (%89) olduğu görülmektedir.

Tablo 3. Medya kuruluşlarının türüne göre katılımcı gazetecilik uygulamaları

Katılımcı gazetecilik uygulamaları

Günlük gazeteler (n=30)

TV kanalları (n=11)

Çevrimiçi (n=9)

Toplam (n=50)

Var Yok % Var Yok % Var Yok % %İçerik gönderme çağrısı 3 27 10 2 9 18 1 8 11 12Yurttaş haberleri 1 29 3 1 10 9 0 9 0 4Yurttaş blogları 2 28 7 0 11 0 0 9 0 4İçerik hiyerarşisi 17 13 57 9 2 82 8 1 89 68Kişiselleştirme 0 30 0 1 10 9 0 9 0 2Sosyal medyada paylaşma 30 0 100 10 1 91 9 0 100 98Okur yorumları 23 7 77 9 2 82 8 1 89 80Anketler 7 23 23 2 9 18 0 9 0 18Forumlar 1 29 3 1 10 9 0 9 0 4Kolektif söyleşiler 1 29 3 0 11 0 0 9 0 2

Türkiye’deki İnternet Gazetelerinde Kullanıcı Katılımının İşleyişi ve Sınırlılıkları

12 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Her bir katılımcı gazetecilik uygulamasının hangi internet gazetelerinde, ne şekilde hayata geçirildiğine tek tek ve daha detaylı olarak bakıldığında, Türkiye’de katılımcı gazeteciliğin mevcut durumunu daha iyi analiz etmek mümkün olacaktır.

İçerik Gönderme Çağrısı: Kullanıcıların kendi yaptıkları haberleri ya da çektikleri fotoğraf ve videoları, internet gazetelerinin içeriğine dâhil edebilmeleri, kullanıcı katılımının en doğrudan ve en önemli formlarından bir tanesidir. Böylesi bir katılımın gerçekleşebilmesinin ilk koşulu ise, internet gazeteleri tarafından kullanıcılara bu yönde bir hatırlatma ya da çağrı yapılmasıdır. Türkiye’de kullanıcılarına kendilerine içerik göndermeleri yönünde açık ve görünür bir çağrı yapan ve bu içeriğin bir form yoluyla akışını düzenleyen yalnızca 6 internet gazetesi (%12 oranda) bulunmaktadır. Bunlar dışındaki diğer 44 internet gazetesinin herhangi birinde, kullanıcının ürettiği içeriğin e-posta gibi görece daha basit yollarla da olsa kendilerine ulaştırılabileceğine dair bir hatırlatma ya da çağrı yapılmamaktadır.

Bu uygulamayı hayata geçiren 6 internet gazetesi, kullanıcılarına yönelik içerik gönderme çağrılarını, slogana benzeyen özel isimler altında gerçekleştirmektedir: Evrensel.net “Haber Gönder”, Radikal.com.tr “Senden Haber”, Zaman.com.tr “Bir Haberim Var”, Cnnturk.com “Haberim”, Trthaber.com “Haber Sizsiniz”, T24.com.tr “Haber Bildir” gibi. Söz konusu 6 gazeteden 2’si (Zaman.com.tr ve Trthaber.com) kullanıcılarından yalnızca fotoğraf veya video şeklinde görsel içerik talep etmekte, diğer 4’ü ise kullanıcılarını görsellerin yanı sıra yazılı içerik ve haber de göndermeye davet etmektedir.

“İçerik gönderme çağrısı” uygulaması, temelde basit bir form mantığına dayanmaktadır. Kullanıcılar hazırladıkları içeriği, bu uygulamalara ait özel sayfalarda yer alan formlara doğrudan yazarak veya ayrı dosyalar halinde ekleyerek oldukça pratik bir şekilde internet gazetelerine ulaştırabilmektedirler. Kullanıcının ürettiği içeriğin akışıyla ilgili olarak, internet gazeteleri ile kullanıcılar arasında ücret karşılığı olmayan, gönüllü bir ilişki bulunmaktadır. Yalnızca Trthaber.com, kullanıcının ürettiği içeriğin akışını cazip kılmak için, her hafta en iyi içeriği gönderen üç kişiye belli bir para ödülü vermektedir.

Yurttaş Haberleri: Yurttaş haberleri uygulaması, Türkiye’deki 50 internet gazetesinin yalnızca 2’sinde, Radikal.com.tr ve Cnnturk.com’da hayata geçirilmektedir (%4 oranda). Bu internet gazeteleri “Senden Haber” ve “Haberim” adlarını verdikleri uygulamalarla, içerik gönderme çağrısı yapmanın ve bu içeriğin akışını düzenlemenin bir adım ötesine geçmekte; sitelerinde yurttaş haberleri için ayrı özel alanlar tahsis etmektedirler. Radikal.com.tr, 2012 yılının sonlarında hayata geçirdiği “Senden Haber” adlı yurttaş haberleri uygulamasını, kullanıcılarına “Hiçbir muhabirin yakalayamadığı haberler sende ise Radikal editörleriyle paylaş, haberlerin Radikal.com.tr ve Radikal gazetesinde yayınlansın” şeklinde duyurmaktadır. Cnnturk.com ise, geçmişi 2008 yılına kadar uzanan “Haberim” adlı uygulamasında, “haber değeri taşıdığına inandığınız her türlü olay/durumu görüntüleyip yayınlayabilirsiniz” diyerek kullanıcılarına “gönüllü muhabir olun” çağrısı yapmaktadır.

Tolga Çevikel

13 Sayı 37 /Güz 2013

Bu internet gazetelerine sitedeki formlar üzerinden ulaştırılan yurttaş haberleri, editörler tarafından değerlendirilmekte, uygun bulunanlar haberi hazırlayan kullanıcının imzasıyla “Haberim” veya “Senden Haber”e ait özel sayfalarda yayınlamaktadır. Her iki internet gazetesinde de, haberler kullanıcılardan geldiği şekliyle değiştirilmeden yayınlanmakta, haberlerle ilgili yapılan editoryal değerlendirme, yalnızca ret veya onay verme şeklinde gerçekleşmektedir. Haber değeri taşımadığı düşünülen, doğruluğu şüpheli olan, kişisel konuları ele alan, özgün olmayan, okuyucu yorumlarını andıran vb. haberler editörlerin filtresinden geçememektedir (Çevikel, 2011: 68). Bu filtrelemenin dışında yurttaş haberlerinin doğru olup olmadığı sağlanmamakta ya da bu haberlere tashih vs. anlamında herhangi bir editoryal müdahalede bulunulmamaktadır.

Cnnturk.com “Haberim”, tamamıyla yurttaş haberlerinden oluşan ayrı bir web sayfası olarak tasarlanmıştır. Radikal.com.tr “Senden Haber” ise aslında bu şekilde ayrı olarak tasarlanmış olmasa da, buradaki haberleri de ayrı bir sayfadan topluca takip etmek mümkün olmaktadır. Dolayısıyla her iki internet gazetesinde de yurttaş haberlerinin, profesyonel gazetecilerin hazırladığı haberlerden açık bir şekilde ayrılmış olduğu görülmektedir. Ancak yine her iki internet gazetesinde de, en azından prensip olarak, yurttaş haberlerinin görece değerli bulunanlarının, profesyonel gazeteciler tarafından hazırlanmış içerikle yan yana gelebilmesi ya da gazete, televizyon gibi geleneksel mecralarda da yer alabilmesi ihtimal dâhilindedir. Böyle bir ihtimal söz konusu olduğunda, yurttaş haberlerinin doğruluğunun sağlanması ya da gerekiyorsa editoryal olarak geliştirilmesi de gündeme gelebilmektedir.

Kullanıcılarına “içerik gönderme çağrısı” yapan, ancak “yurttaş haberleri” için özel bir alan tahsis etmeyen diğer internet gazetelerinde (Evrensel.net, T24.com.tr) ise, kullanıcının ürettiği içerik esas olarak haber ihbarı (haber için ipucu ya da fikir) ya da daha genel anlamıyla ham enformasyon olarak ele alınıp değerlendirilmektedir. Bu internet gazetelerine, yine formlar üzerinden benzer bir işlemle gönderilen kullanıcının ürettiği içerik, editörler tarafından değerli bulunsa bile, gönderildiği haliyle sitede yer alamamaktadır. Haber değeri taşıdığı düşünülen kullanıcının ürettiği içerik, mutlaka sağlaması yapıldıktan ve editoryal olarak düzeltilip geliştirildikten sonra yayınlanmaktadır. Dolayısıyla yayınlanan haber, yurttaş haberi olmaktan çıkmakta, en fazla “yurttaş kaynaklı” ya da “yurttaş destekli” bir haber olarak artık o haberi işleyip geliştiren gazetecinin imzasını taşımaktadır.

Yurttaş Blogları: Türkiye’de, “yurttaş blogları”na yer veren, yani kullanıcılarına kendi adlarına blog açma ve yazma olanağı sunan yalnızca 2 internet gazetesi, Milliyet.com.tr ve Radikal.com.tr bulunmaktadır (%4 oranda). Milliyet.com.tr 2006 ortalarında, Radikal.com.tr ise 2012 sonlarında hayata geçirdiği yurttaş blogları uygulamasıyla, kullanıcıların belirlenen çok farklı temalar etrafında blog yazmalarını mümkün kılmıştır.

Bu internet gazetelerinin blog sayfalarını yöneten ayrı blog editörleri bulunmaktadır ve gazetelere gönderilen her bir blog yazısı yayınlanmadan önce mutlaka bir moderasyon ve onay sürecinden geçmektedir. Yurttaş blogları, Türkiye’de çok az sayıda internet gazetesinde hayata geçirilmekle birlikte, kullanıcılardan kayda değer bir ilgi görmektedir; Radikal’in 4 bin civarında, Milliyet’in ise 8 binin üzerinde kayıtlı blog yazarı bulunmaktadır.

Türkiye’deki İnternet Gazetelerinde Kullanıcı Katılımının İşleyişi ve Sınırlılıkları

14 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Nytimes.com, Bbc.co.uk, Theguardian.com vs. gibi pek çok internet gazetesinde örneklerine sıkça rastlanılan, medya kuruluşlarının muhabirlerinin yazdıkları “gazeteci blogları” ise Türkiye’deki hiçbir internet gazetesinde yer almamaktadır.

İçerik Hiyerarşisi ve Kişiselleştirme: “İçerik hiyerarşisi” olarak adlandırılan, haberlerin kullanıcılardan gördüğü ilginin derecesine göre listelenmesi uygulaması, Türkiye’de toplam 34 internet gazetesinde (%68 oranda) yer alan popüler katılımcı gazetecilik uygulamalarından bir tanesidir. Bu uygulama genellikle internet gazetelerinin ana sayfalarının bir yerinde, en çok okunan ya da en çok yorumlanan ilk 5 ya da 10 haberin liste halinde sıralanmasıyla hayata geçirilmektedir. Ancak içerik hiyerarşisi uygulamasının görece yüksek bir oranda hayata geçirilmesi, internet gazetelerindeki haberlerin ana sayfada yer alma ve sıralanma şekline kullanıcıların karar verdiği anlamına gelmemektedir. Bu uygulama yalnızca sitede yer alan haberlerin hangilerinin kullanıcılar tarafından ne kadar önemsendiğine ve değer gördüğüne dair basit bir gösterge olarak işlev görmektedir.

İnternet gazetesi içeriğinin kişiselleştirilmesi (customization) uygulaması ise kısmen de olsa yalnızca 1 internet gazetesi, Ntvmsnbc.com tarafından hayata geçirilmektedir (%2 oranda). Bu internet gazetesinin kullanıcıları, sitenin ana sayfasındaki haber kategorilerini kendi belirledikleri önem sırasına göre görüntüleyebilmekte, ayrıca her kategoriden kaç haber görmek istediklerine de kendileri karar verebilmektedir.

Sosyal Medyada Paylaşma: İnternet gazetelerinde yer alan haberlerin linklerinin başta Twitter ve Facebook olmak üzere çeşitli sosyal medya platformlarında paylaşılması, böylece kullanıcılar eliyle başka mecralarda yeniden dolaşıma sokulması uygulaması ise internet gazetelerinin 1 tanesi, Tgrthaber.com hariç tamamında yer alan, açık ara en popüler katılımcı gazetecilik uygulamasıdır (%98 oranda). Kullanıcıların internet gazetelerinde yer alan haberleri sosyal medyada paylaşabilmeleri, kullanıcılara hangi haberleri değerli ve önemli bulduklarını gösterebilme anlamında bir yetenek kazandırsa da, bu uygulama pratikte internet gazetelerinin kullanıcı ve hit sayılarını arttırmasını sağlayan bir işlev görmekten öteye gidememektedir.

Okur Yorumları: Kullanıcıların internet gazetelerinde yer alan haberlerle ilgili kendi görüşlerini ifade etmelerine ve birbirleriyle tartışmalarına olanak sağlayan okur yorumları, Türkiye’deki katılımcı gazetecilik uygulamalarının en eskilerinden bir tanesidir. İnternet gazetelerinde ilk olarak 2000’li yılların başlarında hayata geçirilmeye başlanan bu uygulama, bugün itibarıyla 50 internet gazetesinin 40 tanesinde (%80 oranda) yer almaktadır ve bu anlamda Türkiye’de “sosyal medyada paylaşma”dan sonra en yaygın olarak kullanılan ikinci katılımcı gazetecilik uygulaması olarak öne çıkmaktadır. Okur yorumları uygulaması, Aydinlikgazete.com, Birgun.net, Gunes.com, Ortadogugazetesi.net, Taraf.com.tr, Turkiyegazetesi.com, Yenicaggazetesi.com.tr, Skyturk360.com, Tgrthaber.com ve Bianet.org dışında kalan internet gazetelerinin tamamında hayata geçirilmektedir.

İnternet gazetelerinde okur yorumlarına yönelik ilginin özellikle son bir yılda güçlü bir artış gösterdiği söylenebilir. Bundan bir yıl önce yapılan bir çalışma (Çatalbaş ve Çevikel 2012), okur yorumlarının günlük gazetelere ait 30 internet gazetesinin

Tolga Çevikel

15 Sayı 37 /Güz 2013

sadece 10 tanesinde yer aldığını tespit etmiştir, bugün ise bu sayının 23’e yükseldiği görülmektedir. Okur yorumları, çok pratik olarak hayata geçirilebilen, basit ancak etkili ve görünür bir katılımcı gazetecilik uygulamasıdır. Bu anlamda okur yorumlarındaki hızlı popülerleşmeyi, kullanıcı katılımı mefhumuna kayıtsız kalamayan internet gazetelerinin bu katılımı sağlamak için öncelikle bu basit uygulamaya yönelmeleri ile açıklamak mümkün görünmektedir.

Okur yorumları, tipik olarak, haberlerin altında yer alan formların doldurulması yoluyla sitelere gönderilmekte ve yayınlanan okur yorumları haberlerin altında sıralanmaktadır. Bu uygulamayı hayata geçiren tüm internet gazetelerinde, siteye gönderilen okur yorumları mutlaka bir moderasyondan geçmektedir. Pek çok gazete bu iş için ayrı okur yorumları moderatörleri istihdam etmekte; okur yorumları moderatörler tarafından değerlendirilip onaylandıktan sonra yayına alınmaktadır (Çatalbaş ve Çevikel, 2012). Bir internet gazetesine okur yorumu gönderebilmek için öncelikle siteye üye olma, kayıt şartı bulunmaktadır. Son dönemde bazı internet gazetelerinin, yalnızca spor haberleri için olsa da, kayıt şartını gevşetebildikleri görülmektedir. Bunun dışında pek çok internet gazetesi, okur yorumlarını kendi altyapıları üzerinden hayata geçirmekte, bazı internet gazeteleri ise kullanıcılarının Facebook ve Twitter hesaplarıyla da yorum yazmasına izin vermektedir. Hatta Zaman.com.tr’nin okur yorumlarını tamamen Twitter altyapısı üzerinden işlettiği dikkat çekmektedir.

Anketler ve Forumlar: Kullanıcıların, gazeteciler tarafından hazırlanmış çoktan seçmeli sorulara yanıt verdikleri “anket” uygulaması, Türkiye’deki internet gazetelerinin 9 tanesinde (%18 oranda) hayata geçirilmektedir. Bu siteler, düzenli aralıklarla olmasa da bazı günlerde, ana sayfalarına yerleştirdikleri anketler yoluyla kullanıcılarının gündemdeki bazı konulara dair görüşlerini ölçmektedirler.

Kullanıcıların gazeteciler tarafından hazırlanmış açık uçlu sorulara yanıtlar verdikleri ve birbirleriyle tartıştıkları “forum” uygulaması ise, sadece 2 internet gazetesinde, Ntvmsnbc.com ve Hurriyet.com.tr’de hayata geçirilmektedir (%4 oranda). Bu siteler, yine düzenli aralıklarla olmasa da bazı günlerde, önemli buldukları bazı konularla ilgili belli süreler açık kalan forumlar oluşturmaktadır. Bu forumlara gönderilen kullanıcı görüşleri, bir moderasyon ve onay sürecinden geçtikten sonra bu sayfalarda alt alta yayınlanmaktadır.

Yurtdışındaki bazı internet gazetelerinde örneklerini gördüğümüz, konu ve tartışma başlıklarının da kullanıcılar tarafından belirlendiği “kullanıcı güdümlü forum”lar ise Türkiye’deki hiçbir internet gazetesinde yer almamaktadır.

Kolektif Söyleşiler: Kullanıcıların gazetecilerle ya da davetli konuklarla canlı söyleşiler yapabilmesi mantığına dayanan kolektif söyleşi uygulaması, Türkiye’deki 50 internet gazetesi içinde sadece Radikal.com.tr’de, “Canlı Yazıişleri” adıyla hayata geçirilmektedir (%2 oranda). Radikal.com.tr, belli aralıklarla gazetesinin yazı işlerine çeşitli siyasetçileri konuk etmekte, bu sitenin kayıtlı kullanıcıları, birkaç saat süreyle açık kalan bu chat uygulaması üzerinden konuklarla yazışarak, onlara sorularını ya da görüşlerini iletebilmektedirler.

Türkiye’deki İnternet Gazetelerinde Kullanıcı Katılımının İşleyişi ve Sınırlılıkları

16 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Tartışma ve Sonuç

Çalışmanın bulguları, Türkiye’de katılımcı gazeteciliğin oldukça yavaş bir gelişim gösterdiğini, internet gazetelerinde katılımcı gazetecilik uygulamalarının çeşitliliği ve özellikle yaygınlığı ile ilgili ciddi sıkıntılar yaşandığını ortaya koymaktadır. Yalnızca “okur yorumları” önemli bir yaygınlık düzeyine ulaşmış olsa da, bunun dışında kalan diğer katılımcı gazetecilik uygulamaları, internet gazetelerinde pek çok uluslararası araştırmanın yıllar önce tespit ettiği oranların bile bir hayli altında, çok sınırlı bir düzeyde hayata geçirilmektedir.

Bu çalışma katılımcı gazetecilik uygulamalarını, haber üretiminin farklı aşamalarıyla ilişkilendirerek ele almış; kullanıcı katılımının daha çok hangi aşamalara yönelik olduğunu araştırarak mevcut uygulamaların kullanıcılara haber üretim süreçleri üzerinde gerçek bir etkide bulunma olanağı verip vermediğini sorgulamıştır. Çalışma, haber üretiminin dağıtım ve özellikle yorumlama aşamalarına, ayrıca belki kısmen erişim-gözlem aşamasına yönelik katılımcı gazetecilik uygulamalarının görece daha yaygın olarak hayata geçirildiğini ortaya koymaktadır. Yani Türkiye’deki internet gazetelerinde kullanıcılar, fotoğraf ve video gibi kaynak materyal üreterek haber üretiminin başlangıcına; ayrıca yorum yazarak, link paylaşarak da haber üretiminin sonuna katılmaya davet edilmektedirler. Bir başka deyişle kullanıcılar, Hermida’nın ifadesiyle söylenecek olursa (2011: 189) kısmen “gazetecilik başlarken” ama esas olarak “gazetecilik bittikten sonra” sürece dâhil edilmektedirler. Ancak haber üretim sürecinin daha kritik önemdeki aşamaları kullanıcı katılımına kapalı tutulmaktadır; yani neyin haber olacağına, haberin ne şekilde çerçeveleneceğine, nasıl sunulacağına karar verme anlamında kullanıcılar etkili katılım olanaklarından yoksun bırakılmaktadırlar.

Ayrıca, katılıma en açık gibi görünen yorumlama aşaması dâhil olmak üzere haber üretiminin hiçbir aşamasında kullanıcılar, tam bir kontrole ve söz hakkına da sahip olamamaktadırlar. Haber üretiminin her bir aşamasına bu gözle yeniden bakıldığında, yapılan bu tespit daha kolay anlaşılabilir. Erişim-gözlem aşamasıyla ilgili olarak kullanıcılara yapılan içerik gönderme çağrısı, %12 gibi bir oran ile sınırlı kalsa da, bu uygulama yoluyla kullanıcıların kendi ürettikleri yazılı görsel içeriği, site içeriğine dâhil edebilmeleri önemli bir kamusal olanaktır. Ancak buradaki sorun, kullanıcının internet gazetesine gönderdiği içerik ile ilgili sonradan hiçbir söz sahibi olamamasıyla ilgilidir. Kullanıcı katılımı, içeriğin gönderildiği anda sona ermekte, kullanıcı haber üretiminin sonraki aşamalarına hiçbir şekilde dâhil edilmemektedir. Haber üretiminin ikinci aşaması olan seçme-filtreleme ise zaten kullanıcı katılımına tamamen kapalıdır. Haber üretiminin bir sonraki işlem-düzenleme aşaması da, kullanıcı katılımına son derece sınırlı olarak açılmaktadır, kullanıcıların haber ya da blog yazarak haber üretiminin bu aşamasına katılmaları ancak internet gazetelerinin %4’ünde mümkün olmaktadır. Ayrıca bu uygulamalarda da, gönderilen haberlerin ya da blog yazılarının yayınlanabilmesi için gazetecilerin denetiminden geçmesi, yani gazetenin belirlediği çerçeveye ve kurallara uygun bulunması gerekmektedir. Haber üretiminin dağıtım aşamasına yönelik olan içerik hiyerarşisi ve sosyal medyada paylaşma gibi uygulamalar bir hayli yaygın olarak hayata geçirilse de bahsi geçen bu iki uygulama, kullanıcılara internet gazetelerinde hangi haberlerin, ne şekilde yer alacağını belirleme anlamında bir olanak vermemektedir. Haber

Tolga Çevikel

17 Sayı 37 /Güz 2013

üretiminin yorumlama aşaması ise, başka araştırmalarda yapılan tespitlerle de uyumlu olarak, özellikle %80 yaygınlıktaki okur yorumları uygulamasıyla, kullanıcı katılımına en açık aşama olarak öne çıkmaktadır. Ancak bu aşamada da okur yorumlarının ve forum, kolektif söyleşi vs. yoluyla iletilen kullanıcı görüşlerinin her durumda gazetecilerin filtresinden geçirilmesi söz konusu olmaktadır.

Görüldüğü üzere, haber üretiminin beş aşamasında da kullanıcı katılımının sınırları, yani katılımın nerede başlayıp nerede biteceği gazeteciler tarafından belirlenmekte, her durumda hayati kararlar gazeteciler tarafından alınmaktadır. Gazeteciler, haber üretiminin bazı aşamalarını kullanıcı katılımına kısmen açsalar da, yani kullanıcıların kendilerine yanıt vermelerini, ürettikleri içerikle etkileşime girmelerini arzu etmekte olsalar da, kullanıcılara haber üretiminde gerçek bir yetki verme hususunda hiç de istekli görünmemektedirler.

Gazetecilerin kullanıcı katılımıyla ilgili oldukça ihtiyatlı ve gönülsüz bir yaklaşım içinde olmaları, internet gazetelerinin kullanıcı katılımını yönetme şeklini de belirlemektedir. Bu konuyla ilgili altı çizilmesi gereken hususlardan bir tanesi, kullanıcının ürettiği içeriğin moderasyonuyla ilgilidir. İnternet gazeteleri tüm dünyada, iki farklı moderasyon stratejisi kullanmaktadır. Bunlardan birincisi, kullanıcının ürettiği içeriğin yayınlanmadan önce kontrol edildiği, müdahaleci ve proaktif bir strateji olan ön moderasyon (pre-moderation), diğeri ise sonradan ve yalnızca gerektiği zaman kontrol edildiği, daha reaktif bir strateji olan son moderasyondur (post-moderation). Avrupa ve ABD’deki internet gazetelerinde şu an için ön moderasyon daha yaygın olarak kullanılmakla birlikte, bu strateji internet gazetelerine ağır editoryal ve finansal bir maliyet getirdiği için, son moderasyonun da giderek yaygınlaşmakta olduğu gözlemlenmektedir (Reich, 2011: 114). Türkiye ise internet gazetelerinin tamamında ön moderasyon stratejisinin kullanıldığı dikkat çekmektedir. Yani okur yorumları başta olmak üzere yurttaş haberleri, yurttaş blogları, forumlar vb. tüm katılımcı gazetecilik uygulamalarında, kullanıcının ürettiği içerik yayınlanmadan önce mutlaka bir denetime tabi tutulmaktadır. Türkiye’de ayrıca kullanıcıların tüm bu uygulamalar yoluyla internet gazetelerine içerik gönderebilmek için, birkaç istisna dışında, mutlaka bu gazetelerin web sitelerine kayıt olmaları, yani kişisel kimlik bilgilerini ibraz etmeleri gerekmektedir. Yani Türkiye’de kullanıcı katılımının gerçekleşmesi için hem ön moderasyon hem de kayıt şartı bulunurken, Avrupa ve ABD’deki internet gazeteleri, duruma göre bunlardan yalnızca birisiyle yetinmektedir; kullanıcının ürettiği içeriği ön moderasyona tabi tutan internet gazeteleri kullanıcılarına kayıt şartı getirmezken, ancak son moderasyon tercih edildiğinde kayıt şartı getirilmektedir (Domingo, 2011: 83).

Türkiye’de internet gazetelerinde kullanıcı katılımının yönetimine dair dile getirilmesi gereken bir diğer husus, kullanıcının ürettiği içeriğin değerlendirilme şekliyle ilgilidir. Konuyla ilgili olarak Domingo’nun (2011: 85-88) yapmış olduğu ikili ayrım hatırlanacak olursa, Türkiye’deki internet gazetelerinde “kaynak olarak katılımcı gazetecilik”ten ziyade, bariz bir şekilde “oyun sahası olarak katılımcı gazetecilik” yaklaşımının egemen olduğu görülmektedir. İnternet gazetelerindeki neredeyse tüm katılımcı gazetecilik uygulamaları, kendilerine ait ayrı sayfalarda ya da bölümlerde yer almaktadır. İnternet gazetelerine bu uygulamalar yoluyla gönderilen kullanıcının ürettiği

Türkiye’deki İnternet Gazetelerinde Kullanıcı Katılımının İşleyişi ve Sınırlılıkları

18 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

içerik, bu ayrı alanlarda tutulmakta ve profesyonel içerikten tecrit edilmektedir. Bu durum, anketler ve forumların yanı sıra özellikle haberlerin altında ayrı bölümlerde yer alan “okur yorumları” ve kendine ait ayrı sayfaları bulunan, neredeyse ayrı web sitesi görünümündeki “yurttaş haberleri” ve “yurttaş blogları” gibi uygulamaların hepsi için geçerlidir.

Türkiye’de katılımcı gazetecilik uygulamalarının kullanıcılar için adeta ayrı bir “oyun sahası” olarak tasarlanmış olması, gazetecilerle kullanıcılar arasında işbirliği geliştirmek yönünde herhangi bir çaba sarf edilmediğini de ortaya koymaktadır. Örneğin “içerik gönderme çağrısı” ve “yurttaş haberleri”, gazetecilerle kullanıcıların işbirliğiyle haber üretebilmeleri için çok uygun bir potansiyel sunsa da, bu uygulamaların mevcut hayata geçirilme şekilleri iki grup arasında herhangi bir ortaklık kurulmasına müsaade etmemektedir. Bu durum, tıpkı Wardle ve Williams (2010) tarafından da tespit edildiği üzere, gazetecilerin kullanıcıları haber üretiminde birlikte çalışılabilecekleri “ortaklar” olarak değil, “fazladan bir haber kaynağı daha” olarak gördüklerini ortaya koymaktadır. Ayrıca katılımcı gazetecilik uygulamaları, profesyonel gazetecilerin dâhil olmadığı, sadece kullanıcıların konuştuğu ve tartıştığı “kapalı devre bir ek” (Bowman ve Willis, 2003: 55) olarak kaldığı için gazetecilerle kullanıcılar arasında anlamlı bir diyalog ortamı oluşmasını da mümkün kılmamaktadır. Katılımcı gazetecilik uygulamalarının mevcut işleyişi, Hermida ve Thurman’ın (2010) tespitlerinde olduğu gibi, yalnızca kullanıcıların “yanıt haklarını” kullanmalarını sağlamaktadır.

Son olarak bu çalışma, Türkiye’deki katılımcı gazetecilik uygulamaların yaygınlığıyla ilgili, internet gazetelerinin ait olduğu medya kuruluşlarının türüne göre de bir karşılaştırma yapmaya çalışmıştır. Ancak buradan kayda değer bir sonuca ulaşılamamış; kullanıcılara sunulan katılım olanaklarının, günlük gazetelerin, televizyon kanallarının ve yalnızca çevrimiçi faaliyet gösteren medya kuruluşlarının internet gazetelerinin hepsinde birbirine yakın oranlarda seyrettiği tespit edilmiştir. Bu noktada, katılımcı gazetecilik uygulamalarının hayata geçirilme oranlarında, medya kuruluşlarının türünden ziyade internet gazetelerinin ekonomik ölçeklerinin daha belirleyici olduğu düşünülebilir. Çünkü kullanıcı katılımının işleyişi ve yönetiminin, internet gazeteleri için fazladan bir iş yükü ve maliyet gerektirdiği göz önüne alındığında, daha fazla gelire ve daha fazla çalışan sayısına sahip internet gazetelerinin bu konuda daha avantajlı olacakları açıktır. Ancak bu çalışma, internet gazetelerinin yalnızca web sitelerinin analizi üzerinden yürütüldüğü için konunun bu boyutunu araştırmamıştır, dolayısıyla şu aşamada bu konuyla ilgili söylenenler tahminden öte bir anlam taşımamaktadır. Bundan sonraki başka çalışmalarda katılımcı gazeteciliğin gelişimini belirleyen çeşitli etmenlerin araştırılması ve kullanıcı katılımının önündeki ekonomik, kültürel, profesyonel vs. engellerin tartışılması literatüre önemli katkı sağlayacaktır.

Kaynakça

Anderson, Chris, (2008). Uzun Kuyruk, İstanbul: Optimist.

Aydoğan, Aylin, (2012). “İletişim Araştırmalarında İnternet Gazeteciliği: Bağlamsal Çalışmaların Eksikliği”, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, Sayı: 35, s. 19-41.

Tolga Çevikel

19 Sayı 37 /Güz 2013

Bowman, Shayne ve Willis, Chris, (2003). We Media (How audiences are shaping the future of news and information), ABD: The Media Center at The American Press Institute.

Çatalbaş Ürper, Dilruba ve Çevikel, Tolga (2012). “Axes of Conflict and Polarization in Reader Comments in Turkey: Point of View of Internet Editors and Moderators”, 3rd International Conference in Communication and Media Studies: (Re)Making and Undoing of Peace/Conflict, Doğu Akdeniz Üniversitesi, KKTC.

Çevikel, Tolga, (2011). “Profesyonel Haber Medyasında Yurttaş Katılımı: CNN Türk - Haberim Örneğinde Katılımcı Gazeteciliğin Sınırları”, İleti-ş-im, Sayı: 14, s. 55-77.

Çevikel, Tolga, (2003). “Le journalisme d’internet en turquie: La structure institutionnelle, le fonctionnement et les problèmes”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Galatasaray Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Deuze, Mark, (2006). “Ethnic media, community media and participatory culture”, Journalism, 7 (3), s. 262-280.

Deuze, Mark, vd. (2007). “Preparing for an Age of Participatory News”, Journalism Practice, 1 (3), s. 322-338.

Deuze, Mark, (2003). “The Web and its Journalisms: Considering the Consequences of Different Types of Newsmedia Online”, New Media & Society, 5 (2), s. 203-230.

Domingo, David, (2008). “Interactivity in the daily routines of online newsrooms: Dealing with an uncomfortable myth”, Journal of Computer-Mediated Communication, 13 (3), s. 680-704.

Domingo, David, (2011). “Managing Audience Participation: Practices, workflows and strategies”, Jane B. Singervd., Participatory Journalism: Guarding open gates at online newspapers, UK: Wiley-Blackwell, s. 76-95.

Domingo, David vd. (2008). “Participatory Journalism Practices in the Media and Beyond: An international comparative study of initiatives in online newspapers”, Journalism Practice, 2 (3), s. 326-342.

Hermida, Alfred ve Thurman, Neil, (2008). “A Clash of Cultures: The integration of user-generated-content within professional journalistic frameworks at British newspaper websites”, Journalism Practice, 2 (3), s. 343-356.

Hermida, Alfred, (2011). “Fluid Spaces, Fluid Journalism: The role of the ‘active receipent’ in participatory journalism”, Jane B. Singer vd., Participatory Journalism: Guarding open gates at online newspapers, UK: Wiley-Blackwell, s. 177-191.

Hermida, Alfred, vd. (2011). “The Active Recipient: Participatory Journalism Through the Lens of the Dewey-Lippmann Debate”, International Symposium on Online Journalism 2011, University of Texas, Austin.

Türkiye’deki İnternet Gazetelerinde Kullanıcı Katılımının İşleyişi ve Sınırlılıkları

20 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Jenkins, Henry, (2006). Convergence Culture: Where Old and New Media Collide, New York: New York University Press.

Kara, Hakan, (2002). “İnternet, Gazetecilik ve Yeni Olanaklar”, S. Yedig ve H. Akman (der.), İnternet Çağında Gazetecilik, İstanbul: Metis Yayınları, s. 37-44.

Nip, Joyce Y. M. (2006). “Exploring The Second Phase of Public Journalism”, Journalism Studies, 7 (2), s. 212-236.

Örnebring, Henrik, (2008). “The Consumer as Producer-of What? User generated tabloid content in The Sun (UK) and Aftonbladet (Sweden)”, Journalism Studies, 9 (5), s. 771-785.

Pantti, Mervi ve Bakker, Piet, (2009). “Misfortunes, Memories and Sunsets: Non-Professional Images in Dutch News Media”, International Journal of Cultural Studies, 12 (5), s. 471-489.

Paulussen, Steve vd. (2007). “Doing It Together: Citizen Participation In The Professional News Making Process”, Observatorio Journal, Sayı: 3, s. 131-154.

Paulussen, Steve ve Ugille, Pieter, (2008). “User Generated Content in the Newsroom: Professional and Organisational Constraints on Participatory Journalism”, Westminster Papers in Communication and Culture, 5 (2), s. 24-41.

Rebillard, Franck ve Touboul, Annelise, (2010). “Promises Unfulfilled? ‘Journalism 2.0’, User Participation and Editorial Policy on Newspaper Websites”, Media, Culture & Society, 32 (2), s. 323-334.

Reich, Zvi, (2011). “User Comments: The transformation of participatory space”, Jane B. Singer vd., Participatory Journalism: Guarding open gates at online newspapers, UK: Wiley-Blackwell, s. 96-117.

Robinson, Sue, (2010). “Traditionalists vs. Convergers: Textual Privilege, Boundary Work, and the Journalist–Audience Relationship in the Commenting Policies of Online News Sites”, Convergence, 16 (1), s. 125–143.

Singer, Jane, (2005). “The political J-blogger: ‘Normalizing’ a new media form to fit old norms and practices”, Journalism, 6 (2), s. 173–198.

Thurman, Neil, (2008). “Forums for citizen journalists? Adoption of user generated content initiatives by online news media”, New Media & Society, 10 (1), s. 139-157.

Thurman, Neil ve Hermida, Alfred, (2010). “Gotcha: How newsroom norms are shaping participatory journalism online”, S. Tunney ve G. Monaghan (Eds.), Web Journalism: A New Form of Citizenship?, Eastbourne, UK: Sussex Academic Press, s. 46 - 62.

Wardle, Claire ve Williams, Andrew, (2010). “Beyond user-generated content: a production study examining the ways in which UGC is used at the BBC”, Media, Culture & Society, 32 (5), s. 781-799.

Tolga Çevikel

21 Sayı 37 /Güz 2013

Ek 1: Araştırma Kapsamında Yer Alan İnternet Gazeteleri

Günlük gazeteler: Aksam.com.tr, Aydinlikgazete.com, Birgun.net, Bugun.com.tr, Cumhuriyet.com.tr, Dunya.com, Evrensel.net, Gazetevatan.com, Gunes.com, Haberturk.com, Habervaktim.com, Hurriyet.com.tr, Milatgazetesi.com, Milligazete.com.tr, Milliyet.com.tr, Ortadogugazetesi.net, Posta.com.tr, Radikal.com.tr, Sabah.com.tr, Sozcu.com.tr, Stargazete.com, Takvim.com.tr, Taraf.com.tr, Turkiyegazetesi.com, Yeniasya.com.tr, Yenimesaj.com.tr, Yenisafak.com.tr, Yg.yenicaggazetesi.com.tr, Yurtgazetesi.com.tr, Zaman.com.tr

Haber kanalları: Ahaber.com.tr, Cnnturk.com, Haber7.com, Kanalahaber.com, Kanalb.com, Ntvmsnbc.com, Samanyoluhaber.com, Skyturk360.com, Tgrthaber.com, Trthaber.com, Yirmidort.tv

Yalnızca çevrimiçi haber siteleri: Aktifhaber.com, Bianet.org, Ensonhaber.com, Haber3.com, Haber365.com, Haberler.com, İnternethaber.com, Rotahaber.com, T24.com.tr

Türkiye’deki İnternet Gazetelerinde Kullanıcı Katılımının İşleyişi ve Sınırlılıkları

Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi

Copyright - 2013 Bütün Hakları SaklıdırE-ISSN: 2147-4524

İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 37 / Güz 2013

Hâkim Tasarım ve Ekşi Sözlük: İnternet’in Dönüşümünü Anlamak*

Dominant Design and Sourtimes Dictionary: Understanding the Transformation of Internet

Babacan TAŞDEMIR, Arş. Gör. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Medya ve Kültürel Çalışmalar Anabilim Dalı, E-posta: [email protected] ÇEVİK, Arş. Gör., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Öğretim Teknolojileri Destek Ofisi E-posta: [email protected]

Öz

Son yıllarda İnternet devletler ve sermaye kuruluşları tarafından gittikçe daha fazla kolonileştirilmektedir. Bu da, baskılardan azade bir özgürlük alanı olarak görülen İnternet’e ilişkin toplumsal beklentilere zıt bir durum ortaya çıkarmaktadır. Çalışmamız, İnternet’teki bu dönüşümü ‘üretim gücü’ ve ‘üretim ilişkileri’ kavramları üzerinden eleştirel bir gözle değerlendirmeyi önermektedir. Dönüşüm, ‘Teknolojik Değişimin Döngüsel Modeli’ndeki ‘mayalanma dönemi’ ve ‘hâkim tasarım’ kavramlarının sunduğu potansiyelden faydalanılarak açıklanmaya çalışılmaktadır. Burada ‘mayalanma dönemi’ ile İnternette ifade özgürlüğü açısından daha uygun olan ilk dönemlere, ‘hâkim tasarım’ ile ise yerleşik üretim ve iktidar ilişkilerinin daha fazla nüfuz ettiği yakın döneme gönderme yapılmaktadır. Ekşi Sözlük örneği ile de savlarını destekleyen çalışmamız, birbirleriyle ilişkili örnek olaylarla üç kategori üzerinden Sözlük’ün dönüşümünü değerlendirmektedir: Ticari ilişkilere bağlı dönüşüm, ortaya çıkan hukuki çerçeveye bağlı dönüşüm; kullanıcılar ile sahipler arasındaki örgütsel ilişkinin değişimine bağlı dönüşüm. Sonuç olarak, İnternet’in ‘mayalanma döneminde’, yani görece serbest bir ortamda, Sözlük, popülaritesini ve saygınlığını, yaratıcı ve muhalif duruş ile karakterize olan bir ifade alanı olarak kazansa da, İnternet ‘hâkim tasarım’ dönemine girerken Sözlük de tamamen kâr merkezli ve siyasi baskılara açık bir işletmeye dönüşmektedir.

Abstract

In recent years, Internet has been colonized by States and Capital groups in an increasing scale. This has caused a controversy to the established social expectation considering Internet as a domain of freedom free from political and commercial pressures. Our study proposes to evaluate this evolution in the social use of Internet by employing the concepts of ‘production forces’ and ‘production relations’ from a critical perspective. The evolution is tried to be explained benefitting from the potential presented by the concepts of ‘ferment era’ and ‘dominant design’ proposed by ‘Cyclical Model of Technological Change’. By ‘ferment era’ it is meant that the initial phase of Internet provided appropriate conditions in which freedom of expression flourished and by ‘dominant design’ it is meant in which established production and power relations have increasingly been influential over the general use of Internet. As our thesis is defended by examining the case of Sourtimes Dictionary (Ekşi Sözlük), the study is based on the examination of significant events within the history of Dictionary in three interconnected categories: the evolution depending on the relationship with business circles: the evolution depending on emerging legal framework; the evolution pertaining to the changing organizational relationship between the owners and users. The study concludes that whereas Dictionary gained its popularity and prestige as a sphere of public expression characterized by a dissident and creative stance, it has recently transformed into a mere profit-oriented company and become open to political pressure as the Internet has shifted into the era of ‘dominant design’.

Anahtar Kelimeler:

Ekşi Sözlük, Mayalanma Dönemi, Hakim Tasarım, Kapitalizm, İktidar, İnternet

Keywords:

Sourtimes Dictionary (Ekşi Sözlük), Ferment Era, Dominant Design, Capitalism, Power, Internet

*:Bu makale 25-29 Haziran 2013 tarihlerinde Dublin - City University’de gerçekleştirilen ‘IAMCR 2013: Crises, Creative Destruction and the Global Power and Communication Orders’ konferansında sunulan bildirinin genişletilmiş halidir.

23 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Giriş

Ünlü ekonomi dergilerinden The Economist’te 2002 yılında çıkan bir makale “İnternet ruhunu satıyor!” (The Economist, 16 Nisan 2002) başlığını taşıyordu. Yazının konusu tahmin edilebileceği üzere İnternet içeriğinin gittikçe daha fazla ticarileşmesiydi. Bu sürecin dikkat çekici gelişmeleri İnternet üzerinden bedava ulaşılan, enformasyon, müzik ve benzeri hizmetlerin paralı hale gelmeye başlaması ve yeni reklam tekniklerinin (pop-up, pop-under, hijack vb.) rahatsız edici bir nitelik kazanmasıydı. Makaleye göre gelişmeler İnternet ile ilgili toplumsal beklentilere öylesine aykırı bir boyuta ulaşmıştı ki İnternet’in en temel özellikleri bile değerini yitirmekteydi: “Eğer İnternet’in bir ruhu varsa, o da insanların genellikle web’in birçok bedava arama motorundan birini kullanarak geniş bir enformasyon havuzunda gezinti yapabilmesidir. Şimdi bu arama motorları bile, bireysel sörfçüler hakkında enformasyon toplama ve pazarlama yapma araçlarına dönüşmüş durumda”.

2010 yılında İngiliz gazetelerinden The Independent’ta yer alan bir başka makale ise The Economist’in tespitlerinin doğru çıktığına dair endişeleri artırmaktadır. “İnternet ruhunu sattı mı?” (Foley, 2010) başlığını taşıyan bu haber İnternet trafiğinin ana yönlendiricilerinden biri olan Google ile Amerikan telekom devi Verizon arasındaki muhtemel bir anlaşmayla ilgilidir. Bu habere göre Google ile Verizon, anlaşmaya taraf şirketlerin çıkarları doğrultusunda İnternet akışını yönlendirecek bir yapı üzerinde görüşmeler yürütmekteydi. Makaleye göre, bu durum İnternet’in ‘kurucu ilkelerine bir ‘ihanet’ti ve Google’ın da desteklediği ‘ağ tarafsızlığı’1 kavramına aykırıydı.

Benzer iddialar sadece basın kuruluşlarından İnternet şirketlerine yönelmemekte; aynı zamanda İnternet dünyasının içinden de, ortaya çıkan yeni duruma ciddi eleştiriler yükselmekte. Yakın zamanda bir diğer İngiliz basın kuruluşu The Guardian ile yaptığı söyleşide (Katz, 2012) Google’ın kurucularından Sergey Brin, Facebook ve Apple gibi şirketlerin içerik ve teknoloji üzerindeki artan kontrolleri ile ilgili olarak “Geçmişte olduğumdan daha endişeliyim ... korkutucu.” demektedir. Kuşkusuz Brin’in bu sözlerinin arkasında Google’ın adı geçen rakip şirketlere karşı ticari endişeleri de vardır. Ancak Brin, ticari çıkarlar kadar İnternet özgürlüğüne bir başka tehdidin de erişimi kontrol altına almak isteyen hükümetlerden kaynaklandığına vurgu yaparak yeni dönemin bir başka boyutuna dikkat çekmektedir. Önceleri Çin, Rusya, Suudi Arabistan, İran ya da başka bir ülkenin İnternet erişimine kısıtlama getirebileceklerine inanmadığını da belirten Brin, şimdi yanıldığını gördüğünü söylemektedir2. Brin’in yanılgısını güçlendiren gelişmeler de yakın zamanda gündeme gelmiştir. ‘Enformasyon Devrimi’nin gurularının buluşma noktalarından biri olan Wired dergisinin yine yakın zamandaki bir haberine göre ise, Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı (National Security Agency) Utah’ta en büyük İnternet izleme merkezini kurmak için çalışmalara başlamıştır3 (Bamford, 2012).

Öte yandan, pek çokları tarafından bir ‘endişe nedeni’ ve hatta ‘ihanet’ olarak 1 Tim Berners-Lee’nin ortaya attığı şekliyle ‘network neutrality’ (aynı zamanda ‘net neutrality’ ya da ‘Internet neutrality’ olarak da anılır) İnternet’teki tüketicilerin erişimlerinin hiçbir şekilde servis sağlayıcıları ya da hükümetler tarafından kısıtlanmaması ilkesine dayanır. Buna göre İnternet’teki tehdit Amerika’da olduğu gibi şirketler tarafından ticari amaçlarla ya da Çin’de olduğu gibi hükümetler tarafından siyasi amaçlarla İnternet bağlantı hakkının kontrol altına alınmasıdır (Berners-Lee, 2006). 2 Brin bu çerçevede özelikle Amerikan müzik ve sinema şirketlerinin desteklediği SOPA ve PIPA gibi yasa önerilerini de eleştirmektedir. 3 Amacı sadece İnternet’i değil tüm küresel iletişimi izleme olan merkezin Eylül 2013’te tamamlanması planlanıyor.

Babacan Taşdemir, Rafet Çevik

24 Sayı 37 /Güz 2013

adlandırılan bu gelişmeler, İnternet’in ticari olarak sosyal kullanıma açıldığı 1990’ların başından bu yana gelişmeleri yakından takip edenler için hiçbir şekilde sürpriz değildir4. İnternet’in ve daha genelde tüm iletişim ortamının bir teknoloji ve dolayısıyla bir üretim gücü olarak geçirdiği dönüşüm ortadadır. Kimi eleştirel çalışmacılar da (Flichy, 2007; Winston, 1998; Kaya, 2000; Wayne, 2006) bu dönüşümü açıklamak için kuramsal yaklaşımlar geliştirmişlerdir. Aslında İnternet’in tarihsel gelişimi gözlemlenen dönüşümün anlaşılması için son derece uygundur.

İnternet her ne kadar Amerika’da askeri ihtiyaçların ve bu amaçla devletçe sağlanan finansmanın doğrudan bir ürünü olarak ortaya çıksa da özellikle 1970’ler ve 80’lerde akademisyenlerin bilimsel bir projesi ve kendi aralarındaki iletişim mecrası olarak gelişti. Bu süreçte İnternet potansiyel olarak enformasyonun5 sınırsız biçimde depolanıp her türlü yerleşik iktidar ilişkisinden azade bir biçimde işleme tabii tutulduğu ve paylaşıldığı bir iletişim mecrası olarak düşünüldü. Ancak İnternet 1990’larda ticari bir iletişim mecrası olarak yeniden örgütlendiğinde bahsedilen potansiyelin sağladığı meşruluk sayesinde, insanlar arasında hızla yaygınlaşsa da konuyla ilgili sosyal bilimciler çok geçmeden bu durumun geçici bir dönem olduğunu anlamışlardır. Winston (1998) sadece İnternet’e değil, tüm teknolojik inovasyon6 süreçlerine genelleştirilebilir bir şekilde bu durumu ‘radikal potansiyelin bastırılması’ (“the suppression of radical potential”) olarak tanımladı. Kaya (2000) ise medya ve küreselleşme ilişkisi bağlamında, son dönemde yeni iletişim teknolojilerinin sosyal kullanıma sunulma aralıklarının çok kısaldığını ve bunun da toplumların muhakeme ve benimseme kapasitelerini çok zayıflattığına işaret etti. Buna göre, ardı ardına gelen yeni teknoloji ürünleri toplumda ‘iyimser’ bir ‘efsunlanma’ yaratmakta ve sonuçta teknolojilerin arkasındaki gerçek niyetlerin ve çıkarların görülmesini zorlaştırmaktaydı. Doğrudan İnternet’in gelişimiyle ilgili olarak, Flichy (2007) daha erken bir dönemde, hemen 2000’lerin başında o zamana kadar bilinen İnternet’in değişmeye başladığını görmüştür. Aslında bu değişimin ticari kullanımla doğrudan ilişkisi olduğunu tespit eden Flichy, İnternet’e ilişkin popüler görüşün ideolojik bir yaklaşım olduğunu da savunmuştur. Martin Lister ve diğerlerinin (2003) ‘potansiyel’ ve ‘araçsal’ kullanım kavramları da, Evgeny Morozov’un ‘planlanmış’ (intended) ve ‘fiili’ (actual) kullanımlar (2011) ayrımı da yukarıda anılan diğer örnekleri destekler görünmektedir. Bu yaklaşımların hemen hepsinde içkin olan İnternet’in bir ‘potansiyel’ sunduğu ancak toplumdaki iktidar ilişkileri sonucunda ortaya çıkan ‘gerçek’ kullanımın potansiyeli yansıtmadığı savunusudur.

4 Aslında, İnternet’in ticarileşmesinin kökleri 1980’lerin başlarına kadar götürülebilse de, esas olarak ticari İnternet servis sağlayıcıları 1980’lerin sonu ve 90’ların başında ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu süreçte, Amerika’da Bill Clinton döneminin Başkan yardımcısı Al Gore’un hazırladığı ve 1991’de yürürlüğe giren Yüksek Performans Programlama Yasası (High Performance Computing Act of 1991) ve daha sonra gündeme gelen Ulusal Enformasyon Altyapısı (National Information Infrastructure) stratejisi İnternet’in ticari uygulama alanı olarak gelişmesi için girişimcilerin finansal destek bulmaların kolaylaştırmıştır. Böylece, İnternet’te yeni bir sosyal inovasyon süreci yaşanmış, aynı zamanda ortam tümüyle ticari faaliyet alanı haline gelmiştir. 5 Anlamdan yoksun bir veri parçalılığından çok, anlam yüklü bir bütünlük olarak kavranması doğru olur.6 ‘İnovasyon’ kelimesinin karşılığı olarak Türk Dil Kurumu ‘yenileşim’ kelimesini önermektedir. Türkçe literatürde ‘yenilik’ kelimesi de ‘inovasyon’un karşılığı olarak kullanılmaktadır. Ancak bu çalışmada daha yaygın bir kullanım olması nedeniyle ‘inovasyon’ ifadesi tercih edilmiştir.

Hâkim Tasarım ve Ekşi Sözlük: İnternet’in Dönüşümünü Anlamak

25 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Bu görüşü uzun bir analizle destekleyen Mike Wayne’in (2006) çalışması bu açıdan özellikle anılmaya değerdir. Wayne, İnternet ortamındaki dönüşümü Marxist yaklaşımın iki temel kavramından yola çıkarak açıklamaya çalışır. Buna göre, üretim tarzı kavramının iki bileşeni üretim güçleri ve üretim ilişkileri (forces and relations of production) ‘yeni medyanın’ anlaşılmasında kilit kavramlardır. Öncelikle, üretim gücü dendiğinde anlaşılması gereken ‘makineler, canlı emek, üretim ile ilgili bilgi ve becerilerdir’. Üretim güçleri toplumsal (kültürel) ilişkilerin içinde belirlenir ancak bu doğrusal bir belirlenme (deterministik), bir sonuç değildir. Daha ziyade verili üretim ilişkileri, iktidar ilişkileri ile üretim güçleri arasında çelişkili bir etkileşim vardır. Toplumsal sınıflar arasındaki iktidar ilişkileri tümüyle bu üretici güçlerin nasıl ve kimin çıkarları için kullanılacağına ilişkindir. Burada yerleşik üretim ilişkileri üretim gücünün (teknolojinin) içinde yapılandığı ortam olarak düşünülmektedir. Bu ilişki potansiyel kullanım ve gerçek kullanım (potential and actual uses) arasındaki çelişki olarak ortaya çıkmaktadır.

Wayne savlarını desteklemek için bu noktada Napster örneğini vermektedir. 1990’ların sonunda bedava müzik paylaşımına olanak tanıyan ve bu sayede büyük popülariteye ulaşan Napster paylaşım sitesi, sayısal ortamda eser haklarının korunmasına ilişkin yasal düzenlemelerden sonra7 müzik endüstrisinin çıkarlarının en önemli savunucusu RIAA (Recording Industry Asscociation of America) ile 1999 yılında girdiği hukuki mücadeleyi kaybetmiş ve 2001 yılından itibaren ücretli üyelik bazında hizmet veren bir müzik portalına dönüşmüştür. Bu durum hiç kuşkusuz pek çok benzer oluşum için sonradan güzel bir örnek teşkil etmiş ve bir anlamda ders alınacak bir durum ortaya çıkarmıştır.

Wayne’in işaret ettiği açıdan bakıldığında iletişim de üretim güçlerinin geliştiği ve üretim ilişkileri ile etkileşime geçtiği bir alan olarak görülmelidir. İçinde bulunduğumuz dönem iletişimsel üretim güçlerinde önemli yenilikleri tanık olduğumuz bir dönemdir. İnternet analog dönemin elektronik iletişim araçlarından farklı bir iletişim mecrası sunmaktadır. Kendinden önce gelişen tüm geleneksel aracılı (mediated) iletişim biçimlerini (basılı gazete, radyo, sinema, televizyon, telekomünikasyon biçimleri) içermekte ve yeni iletişim biçimleri için bir mecra olmaktadır. Konumuz açısından bakıldığında İnternet’in bir bütün olarak kendisi ve İnternet ortamında gelişen yeni iletişim biçimleri iletişimsel üretim güçleri içinde sayılmalıdır. Bu güçlerin üretim ilişkileri ile etkileşim sürecinde geçirdikleri dönüşümü anlamak ve açıklamak bu bağlamda büyük önem kazanmaktadır.

Hâkim Tasarım

Üretici güçler ile Kapitalist gelişimi ilişkilendirmek için Wayne (2006), Castells’in (1996) ‘gelişme tarzı’ kavramını kullanmaktadır. Ancak Wayne’in de kabul ettiği gibi her ne kadar Castells bu kavramı aracılığıyla potansiyel olarak kullanılabilir bir analitik araç sunsa da, bağlantılı kavramlar (örn. Enformasyonalizm) yeterince ve tutarlı biçimde kapitalist üretim ilişkilerine oturtulamadığı içindir ki ‘gelişme tarzı’ kavramının kendisi de sorunludur. Ayrıca, yukarıda anılan tüm eleştirel çalışmacılar aslında serbest piyasa

7 Bu süreç esasen Dünya Fikri Mülkiyet Hakları Örgütü (WIPO) çerçevesinde 1996 yılında alınmış ve telif hakları saklı eserlere ulaşmayı önleyen tedbirleri geçersiz kılan servisleri de suç kapsamına alan kararların Amerika’da 1998 yılında Yeni Bin Yıl Sayısal Eserhakları Kanunu (DMCA) ile uygulanmaya başlanmasıyla hukuki altyapıya kavuşmuştur.

Babacan Taşdemir, Rafet Çevik

26 Sayı 37 /Güz 2013

pratiklerinin neo-liberal politikalar aracılığıyla toplumun tüm alanlarına derinlemesine nüfuz ettiği bir ortamda, İnternet’in ve tüm diğer yeni iletişim teknolojilerinin hâkim üretim ilişkilerine uygun biçimde yeniden yapılandığını vurgulamaktadır. Öte yandan bu eleştirel çalışmaların hepsi sürece içkin olduğu varsayılan ‘potansiyel’ ve ‘gerçek’ kullanım arasındaki geçişe odaklanmış durumdadırlar. Bu geçişte ‘potansiyel’ kullanımın içinde gizil bir ‘gerçek’ kullanım varsayılmaktadır. Sosyoekonomik ilişkiler dolayımıyla zaman içinde ‘potansiyel’ kullanım bir ‘gerçek’ kullanım olarak ya da Winston’ın (1998) tabiriyle radikal potansiyeli bastırılmış bir kullanım olarak ortaya çıkar.

Ancak, bu yaygın kavramlaştırma teknolojinin pratikteki dönüşümünü anlatmada yetersiz kalmaktadır. Gerçekte olan, ortaya çıkan yeni teknolojinin hemen tamamı birbirleriyle aynı kullanım düzeyinde olan rekabet halindeki farklı kullanımları içinden belli bir kullanım tarzının ve tasarımının genel üretim tarzına bağlı olarak öne çıkması ve baskın hale gelmesidir. Buna göre, teknoloji toplumsal ilişkiler içinde bir dönüşüm geçirmektedir. Dolayısıyla, hem kapitalist üretim ilişkileri içine tutarlı bir şekilde oturtulabilecek, hem de teknolojinin toplumsal ilişkiler içinde geçirdiği dönüşümü daha iyi niteleyebilecek yeni kavram(lara) ihtiyaç duyulmaktadır. Doğru kavramı bulabilmek için, bu çalışmada Anderson ve Tushman’ın ‘Teknolojik Değişimin Döngüsel Modeli’ (1990) çalışmalarında önerdikleri ‘mayalanma dönemi’ ve ‘hâkim tasarım’8 kavramlarının potansiyelinden faydalanmaya çalışacağız. Buna göre, standart hale gelmiş bir teknolojik paradigma radikal bir teknolojik atılımla kesintiye uğrar. Yeni teknolojik atılım bir öncekinden performans açısından daha ileri ürünler sunar ve tüm endüstriyel yapılanmayı etkiler. Bu ilk dönemde, yeni teknolojik paradigma içinde radikal atılıma bağlı yeni ürün tasarımları kendi aralarında rekabet halinde oldukları bir ‘mayalanma’ (ferment) dönemi ortaya çıkarır. Mayalanma dönemi endüstriyel pratikler içinde başarılı olan çeşitlemelerden birinin hâkim hale gelmesi ile yerini ‘hakim tasarım’ dönemine bırakır. Çeşitleme, seçim ve tutma (variation, selection and retention) bu sürecin üç aşamasıdır. Hâkim tasarım bir standart mimari ortaya çıkarır. Bu standart mimari içinde farklı tasarımlar rekabet etmektedir. Yeni bir radikal teknolojik atılıma ve paradigma değişimine kadar, bu farklı tasarımlar hakim tasarımın artımlı/birikimli (incremental) evrimleşmesi sürecinden korunurlar. Bu süreç Figür 1.’de gösterilmektedir.

Figür 1.

Kaynak: Anderson ve Tushman, 19908 Kavramın daha erken bir tarihteki kullanımı için bkz. Abernathy ve Utterback, 1978 ve ‘hakim tasarım’ kavramının inovasyon literatüründeki kullanımlarını inceleyen daha yakın tarihteki bir çalışma olarak bkz. Murmann ve Frenken, 2006

Hâkim Tasarım ve Ekşi Sözlük: İnternet’in Dönüşümünü Anlamak

27 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Anderson ve Tushman’a göre hâkim tasarımın gelişimi pek çok ürün sınıfında kendini göstermektedir. İster dokuma makinelerinde olsun, ister silahlarda ya da bisikletlerde, tek bir tasarım rekabet ettiği diğer tasarımlara performans açısından (maliyet, verimlilik ve kullanım) üstün gelir ve standart olarak öne çıkar. Bu tasarımlar ancak bir diğer teknolojik atılıma kadar hâkim durumda kalırlar.

Hâkim tasarımlar bir tür piyasa zorunluluğudur. Rekabet halindeki üretici firmaların ürünün tasarımını standardize etmeleri, örgütsel süreçleri hacim ve etkinlik açısından optimize etmeleri için gereklidir. Hâkim tasarımlar bir teknolojinin evriminde kritik kırılmalardır. Ancak bu kırılmalar belli bir teknolojiyi tüm yönleriyle kapsayamaz ya da belli bir teknolojinin tüm tasarımlarını devre dışı bırakamaz. Hâkim tasarımın ortaya çıkması belli teknolojik kısıtlılıklar içinde endüstriyel ve örgütsel çerçeve içinde bir tasarımın standart hale gelmesinden ibarettir. Bununla birlikte, Anderson ve Tushman’ın (1990) analizi öncelikle inovasyon süreçleri üzerine bir değerlendirme amaçladığından ve teknoloji odaklı olduğundan iktidar ilişkilerine doğrudan değinmez. Yine de önerdikleri evrimsel teknolojik değişme modeli yukarıda verilen üretim güçleri ve ilişkileri gerilimini iletişim teknolojileri açısından açıklamak için kuvvetli bir potansiyel sunmaktadır.

Buna göre, yeni teknolojilerin yerleşik üretim ilişkileri içinde ortaya çıkan çeşitli kullanımları ilk aşamada bir ‘mayalanma’ olarak kendini gösterir. Bu ilk aşamada henüz iktidar grupları yeni teknolojiyi tanıma aşamasındadırlar. Tanıma aşaması kendi çıkarlarına göre teknolojiyi nasıl kullanacaklarının ve şekillendireceklerinin de belirlendiği dönemdir. Henüz hiçbir kullanım kalıbı bu ‘mayalanma’ döneminde tam oturmamış, yeni teknolojinin düzenlenmesine ilişkin hukuki çerçeve belirlenmemiştir. Özellikle iletişim teknolojileri açısından düşünülecek olursa, yerleşik iktidar ilişkileri içerisinde muhalif ve alternatif konumda kullanım kalıplarının daha rahat yer bulduğu bir ortam ortaya çıkar. Dolayısıyla mevcut ekonomik, siyasal ve sosyal yapılanma içindeki iktidar ilişkilerinin tamamen hâkim olamadığı ve hatta yer yer kaotik bir alan ortaya çıkar. Üstelik hem ‘verimlilik’ ilkesinin esas olduğu mühendislik açısından teknik altyapının en uygun tasarımı hem de ‘kârlılık’ amacının esas olduğu işletme mantığı açısından en iyi ‘iş modelleri’, mayalanma aşamasında henüz belirlenmemiştir.

Teknik altyapının mühendisler ve tasarımcılar açısından en iyi modelinin ve buna ek olarak hukuki çerçevenin ve ‘iş stratejilerinin’ siyasi ve ticari çevrelerde kabul gören en iyi modelinin üretim/iktidar ilişkileri içinde buluştuğu noktada ise teknolojinin ‘hâkim’ tasarımı ortaya çıkmaya başlar. ‘Hâkim’ tasarım teknolojinin potansiyel kullanımlarını asla tam olarak engellemez. Ancak, alternatif kullanımları üretim ilişkileri çerçevesinde çeşitli yöntemlerle eriterek marjinalleştirir. ‘Mayalanma’ döneminde serbest olan ve hatta bu haliyle teknolojinin geniş sosyal kullanıma ulaşmasında etken olan kimi kullanımlar ‘hâkim’ tasarım döneminde dışlanır ya da belli bir tasarım etrafında ‘kapanma’ ortaya çıkar.9 Bu dışlanma hem teknik altyapı (erişim ve işletim teknolojisi) açısından, hem hukuki altyapı hem de iş modelleri açısından yaşanır. Hâkim tasarım kavramının kullanılması bir teknolojinin sosyal kullanımının olgunlaşmaya başlamasından sonra da beraberinde hâkim durumda olmayan veya marjinal kalmış kullanımların da devam

9 ‘Kapanma’ (closure) kavramı ‘Teknolojinin toplumsal şekillenimi yaklaşımı (Social Shaping of Technology-SST)’ (Pinch ve Bijker 1984; aktaran Williams ve Edge 1996) tarafından önerilen kilit kavramlardan biridir.

Babacan Taşdemir, Rafet Çevik

28 Sayı 37 /Güz 2013

edeceğinin vurgulanması açısından önemlidir. Potansiyel ve gerçek kullanım ayrımında ‘gerçek’ kavramsallaştırmasının böyle bir geçici ve mücadele içinde bir hâkim durumun varlığını ifade etmekte yetersiz olduğu açıktır. ‘Gerçek’ ifadesi potansiyelin içinde a-priori/verili bir ‘gerçek’ kullanıma gönderme yapar. Pratikte ise potansiyel kullanımlar içinden belli bir kullanımın hâkim duruma gelmesi politik temeli olan bir mücadeleyi gerekli kılar. Aşağıdaki figür Anderson ve Tushman’ın (1990) yaptığı model üzerinden yeniden kavramsallaştırdığımız öğeleri içermektedir.

Figür 2.

Bu figür tamamen mühendislik ve ticari işleyiş açısından geliştirilmiş bir modelin daha genel toplumsal yapılanmaya eklemlenmesi amacının bir sonucudur. Burada döngüsel modele, siyasi, hukuki ve ekonomik süreçler ve bunların dolayımladığı genel iktidar ilişkileri bir bağlam ve belirleyen olarak dâhil edilmiştir. Sonuç olarak, iddia edilebilir ki bilgisayar teknolojisinin ticari kullanımının yaygınlaştığı 1980’ler ve sonrası ile İnternet’in ticari kullanıma açıldığı ve hızla yaygınlaştığı 1990’ların başından kabaca içinde bulunduğumuz döneme kadar geçen süreyi İnternet’in ‘mayalanma’ dönemi olarak tanımlayabiliriz. Bu dönem şimdilerde sona ermektedir. Bu süreçte hem erken dönemde şimdi marjinalleşen kullanımların yaygınlığına bakılarak geliştirilen ‘demokrasi’ yaklaşımları, hem de büyük şirket çıkarlarının zedeleneceği yönündeki görüşler ortadan kaybolmaktadır. Nihai olarak, bu çerçevede hâkim üretim ilişkileri bağlamında ticari bir ortamda yeniden örgütlenen İnternet’in, ‘hâkim tasarım’ dönemine girdiği savunulabilir.

İnternet ilk aşamada askeri ve yönetsel ihtiyaçların bir sonucu olarak ortaya çıkmış ve akademik kullanım amaçlı bir şekilde gelişmiştir. Ancak İnternet’in sosyal kullanıma sunulması neredeyse tamamen ticari bir ortamın hazırlanması ile gerçekleşmiştir. Bu piyasa ortamında ilk aşamanın ‘mayalanma’ aşaması olduğu ve bu aşamada pek çok farklı kullanım biçiminin tasarlanarak kullanıcıya sunulduğu görülmüştür. İlk dönemde iktidar ilişkilerinden görece bağımsız bir İnternet içeriğinin ve kullanımının yaygınlaşması

Hâkim Tasarım ve Ekşi Sözlük: İnternet’in Dönüşümünü Anlamak

29 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

böylece mümkün olmuştur. Ancak, bu yaygınlaşmanın ardından popüler hale gelen İnternet içindeki iletişim form ve ortamları hâkim tasarıma bağlı olarak bir dönüşüm geçirmiş ya da geçirmektedirler. Pek çok yerel örnek de bu savı doğrular niteliktedir. Türkiye’nin sanal dünyadaki en özgün sosyal medya uygulamalarından biri olan Ekşi Sözlük, bu teorik çerçeveye uygun bir yerel örnek olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ekşi Sözlük Örneği

Ekşi Sözlük (bundan sonra sadece Sözlük olarak anılacaktır) üretim gücü olarak İnternet’in bir parçasıdır. Sözlük Web 1.0 döneminin sınırlı etkileşim ortamında (Uçkan, 2012: 12) ortaya çıkmıştır ve İnternet’in en yaratıcı iletişim biçimlerinden biri olma özelliğini Web 2.0 döneminde de korumaktadır10. Benzerlerine (sözlük jargonuyla ‘clone’) her gün yenileri eklenen Sözlük hemen her konuda kışkırtıcı ve zihin açıcı yorumların ve de faydalı bilgilerin bulunabildiği bir ortamdır. Bu özellikleri sayesinde Türkiye’nin en popüler İnternet sitelerinden biri haline gelmiş durumdadır.11 1999 yılında kurulan Sözlük, bugün 50 bine yakın yazarı ve 300 bin civarındaki kullanıcısıyla pek çoklarına göre ‘kutsal bilgi kaynağı’ görevi görmektedir.

Sözlük kuruluşundan itibaren bir takım değişiklikler geçirdiyse de temel olarak interaktif bir enformasyon paylaşım ortamı olma özelliğini korumaktadır. İsmindeki “sözlük” kavramından hareketle, Sözlük’te düşünceler, kavramlar, olaylar, tarihler vb. konularda “başlık”lar açılmakta ve kayıtlı yazarlar görüşlerini bir sözlük formatında belirtmektedirler. Bu format, belirtilen görüşlerin tanım halinde olmasıyla anlam kazanır. Herhangi bir başlığa girilen tanım halindeki görüşler ise ‘entry’ olarak adlandırılmaktadır. Kullanıcılar, Sözlük yönetiminin belirlediği ve zaman içinde yenilenen kurallara uymak zorundadır.

Sözlük ilk zamanlarında her İnternet kullanıcısının başlık açıp ‘entry’ girebildiği bir web sitesiyken, zaman içinde sadece kayıtlı yazarların (suser) ‘entry’ girebilmesine açık bir oluşum haline gelmiştir. Sözlük yazarı olabilmek, yazar alımlarının açıldığı dönemlerde kayıt olup sözlükte 10 adet formata uygun ‘entry’ girmekle olmaktaydı, ancak son birkaç yıldır kullanıcı talebinin artmasıyla sözlüğe yazar alımları tamamen açılıp, görevlendirilen kişiler (kondüktör) tarafından kontrol edilen “çaylak” yazarlar sözlüğe yazar olarak katılabilmektedir. Sözlük kurucusu Sedat Kapanoğlu’nun (Sözlük rumuzu: ‘ssg’) yönetiminde hiyerarşik bir yapıyla yönetilen sözlükte, iç işleyişi ve formata uygunluğu sağlayan yazarlara moderatör denmektedir. Moderatörlerle birlikte hukuki konularda görüşleri alınan ve girilen ‘entry’lerin silinmesi ya da düzeltilmesi işlemini “preator”ler yapmaktadır. Preatorler meslek olarak da avukatlık yapmakta ve sözlüğe hukuki destek sağlamaktadırlar. Bu bağlamda sözlüğün hiyerarşik yapısı hem ‘ssg’ hem

10 İlk olarak 1999’da Darcy Dinucci tarafından Print Magazine dergisinde yayınlanan bir makalede kullanılan terim, henüz o dönemde ‘embriyo’ halinde olduğu iddia edilen yeni bir web dönemini haber veriyordu. Bu yeni web basitçe grafik ve metinlerin yüklenmesinin ötesine geçecek ve bilgisayarlardan televizyonlara, cep telefonlara ve hatta mikrodalga fırınlara kadar yayılacak ve etkileşim üzerine kurulacak bir İnternet kullanımına işaret ediyordu. Bununla birlikte, terim Tim O’Reily’nin 2004 yılında düzenlediği Web 2.0 konferansına kadar popülerlik kazanmamıştır. Terimin ilk kez kullanıldığı yazı için bkz: Dinucci, 1999.11 2012 Alexa.com verilerine göre ilk 20 sıranın tamamen uluslararası markalar ve haber siteleri tarafından kapıldığı sıralamada 69 milyon ‘unique IP’ görüntülemesiyle 21. sıradadır. Kaynak: http://www.alexa.com/topsites/countries/TR, http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=26705135, Son erişim tarihi: 25.09.2012

Babacan Taşdemir, Rafet Çevik

30 Sayı 37 /Güz 2013

de sözlük yazarlarının kimi talepleriyle oluşmuştur. Yeni kanuni gereklilikler de sözlüğü, içeriğin kontrol edilmesi ve hukuka uygun hale getirilmesi konusunda düzenlemeler yapmaya itmiştir.

Sözlük, kuruluşundan birkaç yıl sonra popülerleşmeye başlamış ve bu popülerleşme, sözlüğü bugün Türkiye’nin en çok ziyaret edilen sitelerinden biri haline gelmesini sağlamıştır. Bu açıdan bakıldığında, yurt dışında benzerleri olan (Urban Dictionary, Everything2, vb.) Sözlük’ün Türkiye’de bu kadar popüler olmasının temel nedenlerinden birini Sedat Kapanoğlu (‘ssg’) Bilişim Dergisi’ne verdiği röportajda şöyle açıklamıştır:

Bunların yurtdışında Türkiye’deki kadar tutmuyor olmasının en önemli sebebi yurtdışında fikiri fade özgürlüğünün bir ayrıcalık ya da bir ihsan olmaması. … Türkiye eleştiriye hazımsız, çarpık hukuki yapısı, baskıcı toplumu ve darbeden kalma apolitikliğinden dolayı bu tür bir siteden çok daha fazla fayda elde ediyor.12

İnternetin dağılımı ve değişimi sürecinde görsel olarak çok değişime uğramasa da, sosyal medya kavramının sıkça kullanıldığı günümüzde Sözlük, yazar ve ziyaretçi sayısının artmasıyla ve hakkında gazete ve dergi yazılarının gün geçtikçe takip edilemez hale gelmesiyle medyada daha görünür hale gelmiştir (Kaplan vd., 2010: 99). Bunun yanında yarattığı jargonla, interaktif ve özgün içeriğe imkân veren yapısıyla ve gündelik yaşama dair her şeyin tartışılabildiği ve eleştirilebildiği bir ortam olmasının da etkileriyle diğer web sitelerinden ayrılmış ve Türkiye’nin en çok ziyaret edilen web sitelerinden biri olmuştur. Bu popülerlik, Sözlük’e maddi katkılar sağladığı oranda hukuki olarak da yeni düzenlemeler ve kısıtlamalar yapma zorunluluğu getirmiştir. Sanal bir cemaat olarak oluşturduğu alt kültürle popüler kültüre kenetlenmiş varlığı, Sözlük içinde de kimi eleştirilere neden olmuş ve reklam alınması sürecinden itibaren Sözlük’ün sloganında da bulunan “kutsal bilgi kaynağı” özelliğini yitirdiği öne sürülmüştür. Sözlük’te en çok takip edilen yazarlardan biri olan ‘otisabi’ rumuzlu yazarın, Sözlük’ün reklam almaya başladığı ve en geniş katılımlı yazar alımlarından birini yaptığı dönemin hemen ardından, 2004 yılında girmiş olduğu bir ‘entry’, bu eleştirilerin ne kadar eskiye dayandığını da gözler önüne sermektedir:

Sözlük zaman içinde alabildiğine sınırlı sorumlu bir grup “alternatif” ve “farklı düşünen” gencin arayışlarının, hezeyanlarının yaşandığı bir sığınak kimliğinden uzaklaşmış, Türkiye Cumhuriyeti’nin şehirli toplumunun kolektif kimliğine bürünmüştür. Sözlük, toplumsal maskelerinden bilerek ve isteyerek arınmış bireylerin sesini “dışarıda kalan” topluma duyurabilmenin tadını çıkaran bireylerin güdümünden çıkmış, toplumun olanca ağırlığıyla “içeri girmesi” ve abanması ile mahremiyetini yitirmiştir.13

Son dönemde art arda gelen bazı olaylar geçmişten bugüne Sözlük’ün ‘kutsallığına’ getirilen eleştirilerin artmasına neden olmuştur.14 2012 yılının Eylül ayında tüm

12 Bilişim Dergisi, sayı 140, s. 30. http://www.bilisimdergisi.org/s140/pages/s140_web.pdf. Son erişim tarihi: 23.10.201213 Bkz: http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=6343846 Son erişim tarihi: 20.11.201214 Sözlükte ‘ekşi sözlük’ başlığı incelendiğinde görülebilir ki, ‘otisabi’ rumuzlu yazarın yazdıklarına koşut görüşler son dönemlerde daha da ağırlık kazanmıştır. Bu bakımdan, sözlüğün geçirdiği dönüşümü ‘ekşi sözlük’ başlığındaki eleştirilerden de okumak mümkündür. Bkz: https://eksisozluk.com/eksi-sozluk--31966 Son erişim tarihi: 13.11.2013

Hâkim Tasarım ve Ekşi Sözlük: İnternet’in Dönüşümünü Anlamak

31 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

moderatörlerin topluca işlerini bırakmaları, kullanıcılarının içeriği oluşturmasına (User Generated Content) dayalı Sözlük’te yeni bir döneme girildiğinin en net göstergesi oldu. Kurulduğu ilk zamanlardan bu yana Sözlük’e katkıda bulunan pek çok kullanıcı bugün Sözlük yönetimine deyim yerindeyse ateş püskürüyor. İddialarının merkezinde sözlüğün tamamen ticari bir organizasyona dönüştüğü, iş ve idari çevrelerle çok yakın ve organik ilişki içine girdiği ve de reklam yoluyla kazanılan paranın hiçbir şekilde moderatör ve yazarlarla paylaşılmadığı var. Bu eleştiriler ışığında iddia edilebilir ki, İnternet’in genel dönüşümüne paralel olarak Ekşi Sözlük mayalanma dönemindeki görece iktidardan bağımsız yapısını terk etmekte ve İnternet’in hâkim tasarım dönemine uygun bir ‘işletme’ niteliğini kazanmaktadır.

Öncelikle, Sözlük’ün sosyal medyanın yükselişine paralel olarak geliştirilen ‘iş stratejileri’ bir süredir zaten dikkat çekmekteydi. Örneğin, 2007 yılı civarında Facebook’un Türkiye’yi etkisi altına almaya başlaması, sözlüğü sınırlı sayıda kullanıcısı ile bu rekabette başarılı olmak için yeni taktikler geliştirmeye itti. Bunun neticesinde yapılan yeni yazar alımında kullanıcı sayısı neredeyse dört katına çıktı. ‘Banner’ reklamların15 alınmaya başlandığı geçmiş yıllarda belirli oranda yazar alımı yapılmış olsa da, 2007’de yapılan yazar alımı sayısı itibariyle diğerlerinden ayrılmaktaydı. Bu hızlı büyüme stratejisi Sözlük’ün gelirlerini artırmakla kalmayıp oluşabilecek herhangi bir sansür, kapatma veya engelleme gibi olumsuzluklarda da belirli bir kitlenin buna karşı çıkmasına neden olmuştur. Ayrıca, bu yeni yazar alımları sonucunda Sözlük’ün başından beri içkin olan muhalif tavrının “sözlüğü ele geçirmek isteyen kimileri”16 tarafından törpülenmesine yol açacağı ve hatta bunun bir şekilde gerçekleştiği17 iddiaları da güçlenmiştir.

Çevrimiçi reklam hacminin gözle görülür bir şekilde artmaya başladığı 2004 yılı18 sözlükte de ‘banner’ reklamlarının ve ‘tema/skin’19 reklamlarının görülmeye başlandığı dönemlerdir. Bir sözlük yazarının ‘entry’sinde şöyle denmektedir: “Bir İnternet komunitesi özelliğini yitirip büyük bir medya atmosferinde olduğu hissinin”20 kullanıcılar tarafından idrak edilmesi ile başlayan süreçte önde gelen haber kanallarından NTV ile yapılan video gösterim anlaşması ve Sedat Kapanoğlu’nun (ssg) sosyal medya ajansı açtığı haberleri de iş çevreleriyle kurduğu ilişkiler bağlamında değerlendirildiğinde “bardak satmakla zengin

15 Bir İnternet reklam türü olan banner reklamlar, genellikle sayfaların üst kısmına yerleştirilen (bazen alt ve yan kısımlarda) ve yazı ve resimlerin bir kutu içinde gösterildiği reklamlardır (Schneider, 2007:161)16 Yeni Şafak yazarı Ali Murat Güven, 10.11.2007 tarihinde yazdığı köşe yazısında “İslamcı” gençleri Ekşi Sözlük’ü fethetmeye çağırdı. Köşe yazısı için bkz: http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/?t=10.11.2007&y=AliMuratGuven , Son erişim tarihi: 25.09.201217 Ali Murat Güven, 10.11.2011 tarihinde Yeni Şafak gazetesinde Ekşi Sözlük üzerine bir önceki yazısını sözlükte başlık olarak açmış bir kullanıcıya hitaben “Farkındasın değil mi Avasas, maçı ben kazandım...” başlıklı bir köşe yazısı yazmıştır. Köşe yazısı için bkz: http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=11.12.2011&y=AliMuratGuven, Son erişim tarihi: 25.09.2012Ayrıca, bu yazıdan bir ay kadar sonra, yine aynı gazetede Ekşi Sözlük’ü ağır hakaretlerle eleştiren bir yazı da Yusuf Kaplan tarafından kaleme alınmıştır. Köşe yazısı için bkz: http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YusufKaplan/eksi-sozluk-paganografik-copluk-ve-sanal-siddet/8176 Son erişim tarihi: 20.11.201218 IAB Internet Advertising Revenue Report, http://www.iab.net/media/file/IAB_Internet_Advertising_Revenue_Report_FY_2011.pdf, Son erişim tarihi: 25.09.201219 ‘Tema’ veya ‘skin’ reklamlar Ekşi Sözlük’te tüm sayfayı kaplayan ve font stilinden hakim renge kadar reklamı yapılan ürünü çağrıştıran simgelerin kullanıldığı reklamlardır.20 Bkz: http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=7362047, Son erişim tarihi: 20.09.2012

Babacan Taşdemir, Rafet Çevik

32 Sayı 37 /Güz 2013

olunmadığını”21 anlayan Sedat Kapanoğlu’nun (ssg) amaçlarına ulaştığı bağlamında değerlendirilebilir. Konumuzla ilgili olarak reklamların yoğun bir şekilde kullanılmaya başlandığı bu yıllarda, hem İnternet’in genel dönüşümünde hem de buna bağlı olarak Ekşi Sözlük’ün tarihsel dönüşümünde mayalanma döneminden hâkim tasarım dönemine geçilmeye başlandığı iddia edilebilir.

Sözlük, şirketler tarafından bir reklam mecrası olarak kullanılmasının yanı sıra, müşteri ilişkileri bağlamında da etkili olduğu göz önünde bulundurularak anlaşmaya varılan marka veya şirketlere kullanıcı hesabı açmıştır. Şirketler ‘entry’ giremeyen yalnızca kendi başlıklarında yer alan ‘entry’lerde belirtilen sorunları çözmek için oluşturdukları hesaplarla yazarlara ulaşmaktadır. Her ne kadar olumlu geri dönüşler olsa da, reklam olgusunun sözlüğün bütün kısımlarına yayılmış olması yazarlar tarafından eleştiriye tabi tutulmuştur. 25 Haziran 2011’de Milliyet gazetesinde “Sözlük şirketlere açılıyor”22 başlığıyla verilen haber sonrasında, sözlükte de aynı adla açılan başlık altındaki tartışmalarda yazarlar Sözlük’ün geldiği nokta itibariyle reklamın nesnesi olduğu ve eskisi kadar değer verilebilecek bir mecra olmadığı yönünde fikirler aktarmışlardır. Örneğin, ‘zahmet’ rumuzlu yazar 25.06.2011 tarihinde yazdığı ‘entry’de “sözlük bizim sandığımız sözlük değilmiş artık. idealizm, romantizm yalan tek gerçek kapitalizm!”23 diyerek görüşünü belirtmiş ve başlık altında diğer ‘entry’lerde de buna benzer görüşler olduğu dikkat çekmektedir. Buna ek olarak, sözlüğün kuruluşundan itibaren sözlükte yazar olan ‘arzach’ rumuzlu kullanıcının bu konuda yazdıkları da örnek olarak gösterilebilir.

Değişim çok büyük olsa da önceleri pek fazla insanı rahatsız etmedi. Alt tarafı firmanın bir yetkilisi kurumsal sözlük hesapları üzerinden sözlük kullanıcılarının şikâyetlerine anında yanıt verme şansı elde edeceklerdi. Fakat kısa zaman içerisinde sözlük yönetimi sadece kullanıcısı ile firmalar arasında bir köprü görevi görmekle yetinemeyerek kurumsal hesap alan şirketlerin yanında durarak bazı eleştiri yazılarını sebepsizce silmeye başladı.24

Bunlarla birlikte, son olarak sözlük ortak ve avukatlarından Başak Purut’un (kullanıcı adı: kanzuk) aynı anda avukatlığını yaptığı bir şirket için yazılan bir ‘entry’i silmesiyle başlayan tartışmalar25 sözlüğün kan kaybetmesine neden olan diğer olaylarla benzerlik göstermektedir. Bu süreçte, “ticari itibar zedeleyici içerik” sebebiyle silinen ‘entry’nin hukuki olarak sakıncalı kısımlarının silinip tekrar yazılması bile sözlükte yayımlanmasına yeterli olmamıştır. Her türlü eleştirinin “ticari itibar zedeliyici” olarak etiketlenip sözlükten silinebilir olması sansür tartışmalarını tekrar alevlendirmiştir26. Bu

21 SSG ile yapılan röportaj, bkz: http://www.ensonhaber.com/teknoloji/240097/eksi-sozlukun-sahibi-yurda-dondu-.html, Son erişim tarihi: 20.09.201222 Bkz:http://ekonomi.milliyet.com.tr/eksi-sozluk-sirketlere-aciliyor/ekonomi/ekonomidetay/25.06.2011/1406543/default.htm?ref=OtherNews Son Erişim Tarihi: 20.11.201223 Entry için bkz: http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=24211451 Son erişim tarihi: 20.11.201224 Bkz: http://www.libersite.com/ssg-kod-adli-derebeyi-ve-davar-surer-gibi-yonettigi-sirketi/ Son erişim tarihi: 22.11.201225 Başak Purut (kanzuk), Webrazzi şirketinin de avukatlığını yapmaktadır ve Ekşi Sözlük’te Webrazzi başlığına yazılmış olan bir ‘entry’i silmesi sonucu bu tartışmalar başlamıştır. Webrazzi, 2006’da kurulmuş, dünyadan ve Türkiye’den İnternet, teknoloji vb. konularda yazıların yayımlandığı kolektif bir blog oluşumudur. Kaynak: http://www.webrazzi.com/2012/07/04/webrazzi-kariyer-yeniden-yayinda/ Son erişim tarihi: 25.09.201226 http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=ticari+itibar%C4%B1+zedeleyici+i%C3%A7erik adresinde konuyla ilgili ‘entry’ler takip edilebilir.

Hâkim Tasarım ve Ekşi Sözlük: İnternet’in Dönüşümünü Anlamak

33 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

sansür ve ticari ilişkiler temelli tartışmalar sonucunda Sözlük moderasyonu - ki herhangi bir gelir elde etmeden moderasyon işini yaptıkları bilinmektedir - toplu olarak istifa etmiştir. İstifa ederken girdikleri ‘entry’de “ekşi sözlük, bizim için uzunca bir süredir … yönetim kademesinde emek harcanacak bir yer olmaktan çıkmış bulunuyor. ilk zamanlarda uyandırdığı heyecanı uyandırmadığı gibi, ‘kirli olan bir şeyin etrafında dolaşıp temizliği görünürde sağlama’ hissini de beraberinde getirmiş durumda”27 diyerek sözlüğün geçirdiği dönüşümün yönüne dair ipuçları vermişlerdir. Moderatörlerin istifası sonucu ‘ssg’nin yaptığı açıklama28 sözlüğün yeni bir döneme girdiğini göstermektedir. Bu bağlamda, yeni moderatörlerin “şirket çalışanı” olarak görev alacakları tahmin edilmektedir.29

Ticari çevrelerle kurulan yakın ilişkiyle birlikte idari çevrelerle kurulan ilişki de sözlüğün mayalanma döneminden hâkim tasarım dönemine doğru geçirdiği dönüşümü anlayabilmek için önemli göstergeler sunmaktadır. Daha önce iki kez erişimi engellenen sözlüğün açtığı davaları kazanması belli bir ilerleme olarak görülebilirse de 2011 Mayıs ayında Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın (TİB) servis sağlayıcılara gönderdiği mesajla ortaya çıkan tehlike30 ilerlemenin görece zayıflığını gözler önüne sermiş ve sözlüğün sansür konusunda inisiyatif alması ve sansüre karşı eylemler düzenlemesine neden olmuştur. Türkiye çapında destek bulan bu eylemler 2007 yılında çıkmış olan 5651 sayılı “İnternet ortamında yapılan yayınların düzenlenmesi ve bu yayınlar yoluyla işlenen suçlarla mücadele edilmesi hakkında kanun”un31 da yeniden sorgulanmasına neden olmuştur. Bu bakımdan sözlüğün sansür, fikir özgürlüğü vb. konularda takındığı tavır olumlu bulunmaktaydı. Ancak, sözlüğün bu eylemleri düzenlemesinden kısa bir süre sonra (Haziran 2011) sözlük yazarlarından birine soruşturma açıldığı öğrenildi. Bu haberin yarattığı şaşkınlık geçmeden hakkında soruşturma açılan yazar sayısının 130 civarında olduğu gerçeği ortaya çıktı.32 Sözlüğün birçok yazarının hesaplarını kapatmasıyla sonlanan bu süreç sözlüğün savcılığa yazar bilgilerini verdiği ve bu konuda yazarlara herhangi bir bildirimde bulunmadığının öğrenilmesini sağladı. “21 Haziran 2011 büyük Ekşi Sözlük depremi”33 olarak adlandırılan bu dönemde sözlüğün çok sayıda

27 Entry için bkz: http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=30029153, Son erişim tarihi: 25.09.201228 Oluşan duruma dair kısa bir özet yapan ssg, “artık gönüllü bir moderasyon ekibi olmadığından normalde adım adım geçmek istediğimiz bir yolu daha hızlı adımlarla geçmemiz gerekecek. bu süreç dahilinde herkesin şikayet ettiği konular bizim de çözüm konusunda öncelikli konularımız: sözlüğün popülaritesini bireysel ucuz kazanıma çeviren niteliksiz içerik, otuz yıl sıra bekleme sorunsalı ve ilgilenmediğimiz konularla şişen gündem. bunlar ciddi yapısal değişimler gerektirdiğinden ekşi sözlük beta'nın ilerlemesine hız vereceğiz. ara geçiş dönemindeki denetim işleyişiyle ilgili değişiklikleri de ayrıca duyuracağız.” diyerek sözlükte yeni bir döneme geçileceğinin sinyallerini vermiştir. Entry için bkz: http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=30069753, Son erişim tarihi: 25.09.201229 Bu yazının kaleme alındığı tarih itibariyle görev bırakan moderatörlerle ilgili bir gelişme olmamıştır ve moderasyon işlemini yapan kullanıcının rumuzu işlem merkezinde görünmemektedir. 30 TİB servis sağlayıcılara gönderdiği mesajda kapatılacak olan web sitelerinde Ekşi Sözlük’e de yer vermiştir. SSG’nin bu konuda yazdığı bir ‘entry’ için bkz: http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=23338161, Son erişim tarihi: 21.09.201231 İş çevreleriyle girilen yakın ilişkiler ve reklam alma uygulamaları 2004-2005 yıllarında başlarken, 2007 yılında yürürlüğe giren 5651 sayılı kanun da Türkiye’de İnternet’in ve Ekşi Sözlük’ün hâkim tasarıma doğru evrilmesinde önemli bir aşama olarak görülebilir.32 İlk olarak http://friendfeed.com/bukiskomunizmgelecek/20fd20a5/acil-az-once-kapya-iki-sivil-polis-geldi-bizim adresinden öğrenilen süreç, daha sonra 130 civarı yazarın da soruşturmaya dâhil olduğunun öğrenilmesiyle sonuçlandı. Ayrıca, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1054158&Date=27.06.2011&CategoryID=41 adresinde konu ile ilgili Pınar Öğünç’ün bir makalesi okunabilir. 33 İlgili başlık için bkz: http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=24161152, Başlık içindeki ‘entry’lerde ayrılan yazarların da listesi bulunmaktadır. Son erişim tarihi: 21.09.2012

Babacan Taşdemir, Rafet Çevik

34 Sayı 37 /Güz 2013

önemli yazarı hesaplarını kapattı veya “kafa iznine”34 ayrıldı. Sözlük yönetimi, yaptıkları açıklamalarla ‘ticari bir şirket’ oldukları için savcılığa yazar bilgilerinin verilmesinin zorunlu olduğunu ancak yazarlarına hukuki destek sağlamayacağını diğer sosyal medya mecralarını örnek göstererek belirtti. Sözlük avukatı Başak Purut yaptığı açıklamada “Turkcell, Msn, Facebook gibi sosyalleşme ve/veya iletişim ihtiyacınız üzerinden para kazanan hiçbir kurum, hiçbir zaman bu gibi bir uygulamaya gitmedi, gitmez de. Bunun ekşi’den beklenilmesini de mantıklı bulmuyorum”35 diyerek Sözlük ve ticari vasıf konusunda yapılan tartışmaların da alevlenmesine sebep oldu.36

Sözlük’te, hukuki olarak sakıncalı olabilecek ‘entry’lerin silinmesi ya da düzeltilmesi için avukatlardan oluşan ‘preator’ denen bir ekip bulunmaktadır. Ancak, soruşturma açılan yazarların girdiği ‘entry’ler ‘preatorler’ tarafından yasal kabul edilmiş ve silinmemiştir. Bu açıdan, yazarların sözlükten hukuki destek beklemeleri olağandır. Ancak, sözlüğün hukuki destek vermemesiyle birlikte ticari vasfını ön plana çıkarmış olması daha önce bahsettiğimiz “sözlük depremine” neden olmuştur. Sözlüğün ilk yıllarından beri yazarı olan bir kullanıcının hesabını kapatırken yazdığı bir ‘entry ‘bu konuda açıklayıcıdır:

Kurumsal olarak sansüre maruz kalma riskleri doğduğunda, onbinlerin emeğini sömürerek doldurdukları keselerine zeval gelme ihtimali ortaya çıktığında o kanal senin bu program benim dolaşıp, kaplan leopar kesilen, yazarlarına karşı bireysel olarak sansür, yıldırma, korkutma girişimlerine karşı ise “ al bunları al al al al al” moduna geçen benim gördüğüm kadarı ile türk İnternet tarihinin en omurgasız oluşumu ve en büyük emek sömürücüsüdür.37

Ek olarak, “İnternette ‘ekşi baharı’” başlığıyla yapılan haberde, sözlükte popüler kimi yazarlar ayrılma sebeplerini belirtmişler ve benzer eleştirilerde bulunmuşlardır. Örneğin ‘tribalenfexion’ rumuzlu yazar sözlükten ayrılma sebebini şöyle açıklamaktadır:

Bunca zamandır sansüre, baskıya, yasaklara karşı olduğunu üzerine basa basa söyleyen ve bununla ilgili birçok aktivite yapan, siteyi daha önce kapattıran Adnan Oktar’ın bu girişimlerine pro-aktif davranıp hızla hukuki yanıtlar veren ve hukuki bağlamda sitesini kapattırmamak için bir yol bulan SSG’nin, sözlüğünde yazar olan tam sayısını bilmediğim bir grubunun hakkında mahkeme emrini görmeden polise telefonla kayıtlarını verebilmesi, sonrasında da çıkıp yasal olarak mecburduk deyip “dükkâna” zeval geldiğinde leopar kesilip aslında klasik anlamda müşteriden ziyade içerik sağlayıcısı olan yazarlara geldiğinde “buyrun alın toplayın bunları” demesi sözlükten ayrılmam için yeterliydi.38

Bu ve benzer iddialar son yıllarda yaşanan savcılık soruşturmaları ile ilgili Ekşi Sözlüğün kullanıcılarına herhangi bir hukuki destek vermemesi, Sözlük yönetiminin idari çevrelerle işbirliği yapmak durumunda olan ticari işletme vasfını içselleştirdiğine dair iddialarla daha da güçlenmiştir. Bunun son bir örneği, RedHack adlı ‘hacker’ grubunun Emniyet Müdürlüğü’nün internet sitelerini ‘hack’lediklerini açıklayıp yapılan ihbarları yayımlamaları ile başlayan39 ve Sözlük’ün kullanıcı bilgilerini paylaşmasının yanı sıra

34 Kafa İzni: Sözlük jargonunda hesabı dondurmak için kullanılan terim.35 Entry için bkz: http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=24153363, Son erişim tarihi: 25.09.201236 Ekşi Sözlük, Haziran 2011 savcılık soruşturmasının kısa bir özeti için bkz: http://www.libersite.com/eksi-sozluk-gozalti-isyaninin-ozeti/ Son erişim tarihi: 22.11.201237 Efendisiz adlı kullanıcının hesabı silindiğinden yazdığı ‘entry’ kendi rumuzundaki başlıkta verilmiştir. Entry için bkz: http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=24155321, Son erişim tarihi: 25.09.201238 Bkz: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1053872&CategoryID=138 Son erişim tarihi: 22.11.201239 RedHack Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün sitesini hacklediğini açıklayıp, ihbar belgelerini kamuoyuna sunmuştur. Bkz: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1080108&CategoryID=77 , Bu ihbarlarda Ekşi Sözlük’ün de sözlük kullanıcı bilgilerinin hukuki zaman aralığının dışında kalan kısmını da paylaştığı ortaya çıkmıştır. Bu konu üzerine sözlükte açılan başlık için bkz: http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=s%C3%B6zl%C3%BC%C4%9F%C3%BCn+kullan%C4%B1c%C4%B1+bilgilerini+polisle+payla%C5%9Fmas%C4%B1, Son erişim tarihi: 25.09.2012

Hâkim Tasarım ve Ekşi Sözlük: İnternet’in Dönüşümünü Anlamak

35 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

hukuki olarak son altı aydaki IP bilgilerini vermesi gerekirken, daha önceki bilgilerinin de verildiği ortaya çıkmasıyla devam eden olaylardır.40 Bunların sonucunda da Sözlük kullanıcıları arasında sansür, ifade özgürlüğü ve ticari işletme olmak gibi konular etrafında süren tartışmalar alevlenmiştir.41

Ekşi Sözlük’ün bilgi kaynağı olmaktan çok, artık bir reklam mecrası haline geldiği şikâyetleri aslında yeni değildir. Moderatörlerin de şikâyet ederek ayrıldığı bu dönüşümün temelinde para kazanma hırsının getirdiği kalitesizleşme sürecinin yattığı da kullanıcılar arasında tartışılmıştır. Sözlüğün kazandığı parayı kullanıcılarla paylaşmaması konusu da geçmişten beri tartışılan bir konu olmuştur. Ancak bu konuda herhangi bir gelişme sağlanamamıştır. Gelir paylaşımlı sözlük örnekleri var olmuş olsa da42, ‘ssg’ bu konuda bir açıklamada bulunmamayı tercih etmiştir. Sözlük çevrelerinde eleştirel tutum takınanlar bu olayları örnek göstererek ortamın başlangıçtaki ‘karşıt alt-kültür’ mecrası özelliğinden uzaklaştığını ve yeni bir duruma geçildiğini belirtmektedirler. Sözlüğün kuruluşundan beri içinde olan kimi yazarların da dâhil olduğu birçok önemli yazarın yaşanan olaylar neticesinde hesaplarını kapattıkları gözlenmiştir. Bu gelişmelerle kan kaybeden Sözlük’ün gün geçtikçe yeni sorunlarla karşılaşacağı iddia edilebilir.

Bu dönüşümü anlamak için bir başka açıdan daha Sözlük’e bakmak gerekmektedir. E-tohum’daki bir organizasyonda ‘ssg’ ve hukuki koordinatörünün (‘kanzuk’) birinci elden anlattıklarına bakılırsa, ‘ssg’ Sözlük’ü daha en başından tamamen para kazanmak amaçlı kurmuştur. Burada ortaya çıkan tipik bir kapitalist girişimci ruh ile ‘ssg’nin hareket ettiği gerçeğidir.43 Bu durum hiçbir şekilde ‘ssg’ye veya Türkiye’ye özgü değildir. Neo-liberalizmin açık etkisi altındaki bir siyasi ve ticari iklimde gelişen İnternet –ki sosyal yayılması tam da teknolojinin ticarileştirilmesi ile ilgilidir- tam olarak bu tür bir motivasyon ile yeni iletişim biçimlerine kuluçka görevi görmektedir.

Konuya bu açıdan bakıldığında yukarıda tartışılan Sözlük’ün tarihsel gelişimi, Kapitalist üretim ilişkilerinin üretici güçlerle girdiği çelişkisel etkileşimin yerinde bir örneğidir. Öncelikle Sözlük’ün gelişimi içinde sermayenin genel gelişim ihtiyacının merkezinde yer alan ‘girişimci’ ruhun ‘kar/kazanç odaklı’ eylemliliği ile toplumun siyasal

40 RedHack adlı hacker grubunun yayımladığı belgelerden kısa bir alıntı için bkz: http://esescik.blogspot.com/2012/03/eksi-sozluk-yonetiminin-polisle-kurdugu.html Son erişim tarihi: 22.11.201241 Savcılık soruşturmalarına bir yenisi de 2013 yılı Ağustos ayında eklenmiştir. Hazırlanan ve mahkemeye sunulan iddianamede Radikal gazetesinin haberine göre ‘Ekşi Sözlük’ün sahibi Sedat Kapanoğlu’nun ve 40 kadar yazarın halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılama suçlamasıyla 6 aydan, 1 yıla kadar hapis istendi’. Benzer soruşturmaların sonucunda kimi yazarlar bu gibi konularda görüş belirtmekten vazgeçmiş, kimi sözlükte yazmayı bırakmış ya da yalnızca ‘vakit geçirme’ amaçlı ‘entry’ler girmeye başlamıştır. Sonuçta bu gelişmeler eğlence odaklı belli bir kullanım kalıbının Sözlük’e dayatılmakta olduğunun bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Haber için bkz: http://www.radikal.com.tr/turkiye/eksi_sozluke_hapis_istemi-1145234 Son erişim tarihi: 13.11.201342 Bkz: Lafmacun.org, Gelir paylaşımlı ilk sözlük örneği olarak ortaya çıkmış ancak sonra kapanmış ve başka bir isimle yayına devam etmektedir. Ayrıca, “pillinetwork” de gelirlerini yazarlarıyla paylaşan bir örnek olarak değerlendirilebilir. 43 SSG E-tohum seminerinde açıkça Microsoft’taki işini Ekşi Sözlük daha kazançlı hale geldikten sonra bırakıp Türkiye’ye döndüğünü ifade etmektedir. Videolar için bkz: http://televidyon.com/p/1908/eksisozlukcom--1 http://televidyon.com/p/1909/eksisozlukcom--2/ Son erişim tarihi: 25.09.2012

Babacan Taşdemir, Rafet Çevik

36 Sayı 37 /Güz 2013

ve ‘sosyo-kültürel’ ihtiyaçları Sözlük’te zaman içinde tam bir çelişki içine girmiştir. Ayrıca, üretici güçlerin ‘örgütsel/kurumsal’ değişimi ile genel üretim/iktidar ilişkilerine tabii olma/uyma süreci de Sözlük’te kolaylıkla bulunabilir.

Sonuç

İletişim teknolojilerinin tamamı için iddia edilebilecek bir durum, gelişmelerinin belli bir aşamasında yerleşik üretim ilişkileriyle çelişki yaratacak bir üretici güç olarak işlev görme potansiyeli barındırdıklarıdır. Kapitalist sistem açısından bakarsak, ilk dönemde ‘verimlilik ve kârlılık’ ilkeleri açısından en uygun tasarımlar henüz ortaya çıkmadığı gibi, yeni teknoloji tanınmadığından alternatif/muhalif uygulamalar/kullanımlar da kendine daha rahat yer bulabilir. İnternetin gelişimi de bu iddiayı kuvvetlendirecek bir örnek sunmaktadır. İnternetin ticari kullanıma açılıp geniş toplumsal adaptasyona ulaşmaya başladığı 1990’lı yıllar ve 2000’lerin ilk yarısı İnternet’in ferment (mayalanma) dönemi olarak ele alınmalıdır. Çünkü her ne kadar kimi uygulamalarının (forum, e-posta vb.) toplumsal kullanım şekilleri ortaya çıkmaya başlasa da bu yeni teknolojinin hâkim kullanımı billurlaşmamıştır. İçinde bulunduğumuz dönemde İnternet’in ön plana çıkan, yüksek popülariteye ulaşan web sitelerinin sunduğu iletişim biçimleri genelde İnternet’in kullanım biçimini oluşturmaktadır. Örneğin pek çok genç kullanıcı için günümüzde İnternet ‘Facebook’ ve benzeri sosyal medya ortamlarından ibarettir. Burada sunulan iletişim biçiminin ve kullanım kalıbının dışına çıkarak İnternet’i kullanmak gittikçe marjinalleşmektedir.

Ekşi Sözlük de İnternet’in tamamı için geçerli olduğu gibi, pek çok farklı kullanım biçimi ve amacının bir arada bulunabilmesine olanak sağlasa ve bundan kendine ‘meşruiyet’ sağlamak için faydalansa da üretim/iktidar ilişkileri ile kesiştiği noktada ‘hâkim bir tasarıma’ ulaşmaya başlamış ve buna koşut ‘hâkim bir kullanımı’ üstü örtük biçimde dayatmaya başlamıştır. Dayatılan kullanım da kesinlikle başlangıçta görüldüğü ve yaygınlaştığı gibi ‘yaratıcı’, ‘politik bir alt-kültür alanı’ olması değil, çoğunlukla ‘eğlence-boş zaman geçirme-dikkat dağıtma’ işlevinin öne çıktığı bir ‘buluşma’ ortamı olmasıdır.

Bununla birlikte, Ekşi Sözlük gibi örnekler, İnternet’in tamamı için belli bir gelişme biçimini temsil etmesi açısından yeterli olmayabilir. Önerdiğimiz ‘döngüsel’ ya da ‘evrimsel’ olarak adlandırılabilecek, ‘mayalanma dönemi’ ve ‘hâkim tasarımlar’ arasında geçiş öngören modelin test edilmesi için daha fazla örneği tartışmaya açmak bu açıdan gerekmektedir. Ayrıca, önerilen model esas itibariyle teknolojinin nesneleşmiş boyutunun (bisiklet, araba, silahlar vb.) döngüsel ve evrimsel gelişimini daha çok fiziki tasarımın gelişimi açısından ele almıştır ve teknolojinin sosyal kullanım boyutunun dönüşümünde uygulanması da sorunlu olabilir. Yine de önerilen ‘mayalanma dönemi’ ve hâkim tasarım’ kavramları aracılığıyla bir üretim gücü olarak hem İnternet’in hem de bu ortamda ortaya çıkan yeni iletişim form ve ortamlarının üretim ilişkileri ile girdikleri etkileşimin niteliği ve mahiyeti daha iyi anlaşılabilir olmaktadır.

Hâkim Tasarım ve Ekşi Sözlük: İnternet’in Dönüşümünü Anlamak

37 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Kaynaklar

Abernathy, W. J. ve Utterback, J., (1978). “Patterns of Industrial Innovation”, Technology Review, (50), ss. 41-47.

Anderson, P. ve Tushman M.L., (1990). “Technological Discontinuities and Dominant Design: A Cyclical Model of Technological Change”, Administrative Science Quarterly, 35, ss. 604-633.

Arman, Serkan, (2011). “Ekşi Sözlük şirketlere açılıyor”, Milliyet, 25 Haziran, http://ekonomi.milliyet.com.tr/eksi-sozluk-sirketlere-aciliyor/ekonomi/ekonomidetay/25.06.2011/1406543/default.htm?ref=OtherNews. Erişim Tarihi: 20.11.2012.

Bamford, James, (2012). The NSA Is Building the Country’s Biggest Spy Center (Watch What You Say), Wired, 15 Mart 2012. Bkz: http://www.wired.com/threatlevel/2012/03/ff_nsadatacenter. Erişim Tarihi: 12.05.2012.

Berners-Lee, Tim, (2006). “Net Neutrality: This is Serious”, http://dig.csail.mit.edu/breadcrumbs/node/144. Erişim tarihi: 24.08.2012.

Castells, Manuel, (1996). The Rise of the Network Society, Oxford:Blackwell

DiNucci, Darcy, (1999). Fragmented future. Print, 53(4), 32.

Flichy, Patrice, (2007). Internet Imaginaire, MIT Press, Cambridge

Foley, Stephen, (2010). “Has the internet just sold its soul?”, The Independent, 10 Ağustos Kaynak: http://www.independent.co.uk/life-style/gadgets-and-tech/news/has-the-internet-just-sold-its-soul-2044907.html. Erişim Tarihi: 10.05.2012.

Güven, Ali Murat, (2007). “Ekşi Sözlük’ü ‘Jakobenizm’in vicdanına bırakmamalıyız...”, Yeni Şafak, 10 Kasım.

Güven, Ali Murat, (2011). “Farkındasın değil mi Avasas, maçı ben kazandım...”, Yeni Şafak, 11 Aralık.

Kaplan, M. D., Deniz, A. T. İ. K., & Gürkaynak, N., (2010). “Sanal topluluklarda marka kaçınması davranışı”, İktisat İşletme ve Finans, 26(300), 93-120.

Kaplan, Yusuf, (2007). “Ekşi Sözlük: Paganografik çöplük ve sanal şiddet”, Yeni Şafak, 4 Aralık.

Katz, Ian, (2012). “Web freedom faces greatest threat ever, warns Google’s Sergey Brin”, The Guardian, 15 Nisan, http://www.guardian.co.uk/technology/2012/apr/15/web-freedom-threat-google-brin. Erişim Tarihi: 05.06.2012

Kaya, Raşit, (2000). “Küreselleşme ve Medya”, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, 2000/6, ss. 99-112

Lister, M., Dovey, J., Giddings, S., Grant, I. ve Kelly, K., (2003). New Media: A Critical Introduction, New York: Routledge.

Babacan Taşdemir, Rafet Çevik

38 Sayı 37 /Güz 2013

Mahçupyan, Etyen, (2013). “Yargıda anlama yetersizliği”, Zaman Gazetesi, 15 Ağustos.

Morozov, Evgeny, (2009). “How the Net aids dictatorships” TEDGlobal 2009, 21-24 Temmuz: Oxford Çevrimiçi: http://www.ted.com/talks/evgeny_morozov_is_the_internet_what_orwell_feared.html. Erişim Tarihi: 20.09.2012.

Murmann, J. P. ve Frenken, K., (2006). “Towards a Systematic Framework For Research on Dominant Designs, Technological Innovations and Industrial Change”, Research Policy (35), ss. 925-952

Ocak, Serkan, (2012). “Ankara Emniyeti ‘çökertildi’”, http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=radikaldetayv3&articleid=1080108&categoryid=77. Erişim tarihi: 25.09.2012. Erişim Tarihi: 25.09.2012.

Öğünç, Pınar, (2011). “‘Ekşi soruşturmanın’ mağdurları”, Radikal, 27 Haziran

Pinch, T. ve Bijker, W., (1984). “The Social Construction of Facts and Artefacts: Or How the Sociology of Science and the Sociology of Technology might Benefit Each Other”, Social Studies of Science, Vol. 14, No. 3 (August), ss. 399-441.

Schneider, G. P. ve Evans, J., (2007). New perspectives on the Internet. Comprehensive, Thomson Course Technology, Boston.

The Economist, (2002). “The Internet Sells its Soul”, 16 Nisan, http://www.economist.com/node/1085967. Erişim Tarihi: 20.05.2012.

Uçkan, Özgür, (2012). “Sözlükler: Türkiye İnternet kültürünün vazgeçilmezi...” Bilişim Dergisi, 140(12), Elektronik Dergi: http://www.tbd.org.tr/index.php?sayfa=dergi&mi=1. Erişim tarihi: 22.11.2012.

Wayne, Mike, (2006). Marksizm ve Medya Araştırmaları: Anahtar Kavramlar, Çağdaş Eğilimler, Yordam Kitap, çev: Barış Cezar, İstanbul

Williams, R. ve Edge D., (1996). “The Social Shaping of Technology”, Research Policy, Vol. 25, ss. 856-889

Winston, Brian, (1998). Media technology and society: a history: from the telegraph to the Internet, Psychology Press.

Web Siteleri

http://www.alexa.com/topsites/countries/TR. Erişim Tarihi: 25.09.2012.

http://esescik.blogspot.com/2012/03/eksi-sozluk-yonetiminin-polisle-kurdugu.html. Erişim Tarihi: 22.11.2012.

http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=26705135. Erişim Tarihi: 25.09.2012.

http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=6343846. Erişim Tarihi: 20.11.2012.

http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=7362047. Erişim Tarihi: 20.09.2012

Hâkim Tasarım ve Ekşi Sözlük: İnternet’in Dönüşümünü Anlamak

39 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=24211451. Erişim Tarihi: 20.11.2012.

http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=ticari+itibar%C4%B1+zedeleyici+i%C3%A7erik. Erişim Tarihi: 17.12.2012.

http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=30029153. Erişim Tarihi: 25.09.2012

http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=30069753. Erişim Tarihi: 25.09.2012.

http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=23338161. Erişim Tarihi: 21.09.2012

http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=24161152. Erişim Tarihi: 21.09.2012.

http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=24153363. Erişim Tarihi: 25.09.2012.

http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=24155321. Erişim Tarihi: 25.09.2012.

https://eksisozluk.com/entry/13667136. Erişim Tarihi: 02.03.2013

http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=s%C3%B6zl%C3%BC%C4%9F%C3%BCn+kullan%C4%B1c%C4%B1+bilgilerini+polisle+payla%C5%9Fmas%C4%B1. Erişim Tarihi: 25.09.2012.

http://www.ensonhaber.com/teknoloji/240097/eksi-sozlukun-sahibi-yurda-dondu-.html. Erişim Tarihi: 20.09.2012.

http://friendfeed.com/bukiskomunizmgelecek/20fd20a5/acil-az-once-kapya-iki-sivil-polis-geldi-bizim. Erişim Tarihi: 25.09.2012.

http://www.iab.net/media/file/IAB_Internet_Advertising_Revenue_Report_FY_2011.pdf. Erişim Tarihi: 25.09.2012.

http://www.libersite.com/ssg-kod-adli-derebeyi-ve-davar-surer-gibi-yonettigi-sirketi. Erişim Tarihi: 22.11.2012.

http://www.libersite.com/eksi-sozluk-gozalti-isyaninin-ozeti/. Erişim Tarihi: 22.11.2012.

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1053872&CategoryID=138. Erişim Tarihi: 22.11.2012.

http://www.radikal.com.tr/turkiye/eksi_sozluke_hapis_istemi-1145234. Erişim Tarihi: 13.11.2013.

http://televidyon.com/p/1908/eksisozlukcom--1. Erişim Tarihi: 25.09.2012.

http://televidyon.com/p/1909/eksisozlukcom--2/. Erişim Tarihi: 25.09.2012.

Babacan Taşdemir, Rafet Çevik

Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi

Copyright - 2013 Bütün Hakları SaklıdırE-ISSN: 2147-4524

İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 37 / Güz 2013

Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı Çerçevesinde Facebook Uygulamalarının İncelenmesi: Yaşar Üniversitesi Öğrencileri Üzerine Bir AraştırmaExploring Facebook Applications in the Framework of Uses and Grafitications Theory: A Survey Among Students of Yasar University

Özlem ALİKILIÇ, Yaşar Üniversitesi, İletişim Fakültesi, E-posta: [email protected]öker GÜLAY, Yaşar Üniversitesi İletişim Fakültesi, E-posta: [email protected] BİNBİR

Öz

Kullanımlar ve doyumlar kuramı, gençlerin Facebook uygulamalarını kullanma, eğilim ve amaçlarını anlamaya yönelik bir yol ve kuramsal altyapı sağlamaktadır. Bu çalışma, Yaşar Üniversitesi öğrencilerinin sosyal ağlardaki kullanım ve doyumlar motivasyonlarını incelemektedir. Bununla beraber, Facebook’taki uygulamaların kullanıcı motivasyonlarını araştırırken, bu motivasyonlar ile kullanıcıların etkileşimlerini destekleyici uygulamaların özellikleri arasındaki ilişkiye de ışık tutmaya çalışmaktadır.

Ankete katılan öğrencilerin (n= 406) çoğunun Facebook’u eski bağları kurmak / güçlendirmek, ardından temel faydalar doğrultusunda, üçüncü olarak zevkli vakit geçirme motivasyonları ile kullandıkları saptanmıştır. Ayrıca üniversite öğrencilerinin Facebook uygulamaları arasında, eğlence uygulamalarını, daha sonra arkadaş ve aile uygulamalarını, üçüncü olarak da yaşam tarzı uygulamalarını kullandıkları bulunmuştur.

Abstract

The uses and gratifications theory provides a theoretical grounding and an avenue to understand young users’ attitude and intention of using Facebook applications. This paper considers the uses and gratifications theory structure of Yasar University students and explores the user motivations associated with the use of applications of Facebook, and thus providing insight into the interaction between user motivations and the characteristics of specific features of Facebook applications.

Students were invited to participate a survey about their use of Facebook and it’s applications. The results indicate that students (n=406) overwhelmingly use Facebook for establishing and maintaining old ties purposes, followed by interpersonal utility and upkeep, and last, entertainment and pass time. Further, there was an overall higher usage of Facebook applications among university students. Results also show that students mostly use entertainment, then friends and family, and third, life style applications.

Anahtar Kelimeler:

Sosyal Ağlar, Facebook, Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı, Facebook Uygulamaları.

Keywords:

Social Networks, Facebook, Uses and the Gratifications Theory, Facebook Applications.

41 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Giriş

Bugüne kadar pek çok araştırmacı konvansiyonel medyayı kullanım ve doyumlar yaklaşımı çerçevesinde incelemişlerdir (Herzog, 1944; Schramm, Lyle ve Parker, 1961; Katz ve Foulkes, 1962; Mendelsohn, 1964; Gerson, 1966; Greenberg ve Dominick, 1969). Ancak konvansiyonel medyanın paralelinde sürekli olarak gelişen sosyal medya platformlarının da ayrı ayrı (mikro siteler, sosyal ağlar, medya paylaşım siteleri, mobil uygulamalar, oyunlar, vb.) kullanımlar ve doyumlar kuramı çerçevesinde incelenmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır. Kullanımlar ve doyumlar kuramı, sosyal ağların da analitik yapısını anlamaya yardımcı olmaktadır (Rafaeli, 1986).

Günümüzün en popüler sosyal ağlarından biri olan Facebook’un ve Facebook uygulamalarının gençler tarafından son derece yoğun olarak kullanıldığı gözlemlenmektedir. 2004 yılının Şubat ayında Mark Zuckerberg tarafından kurulan Facebook’un üye sayısı istatistiklerine bakıldığında, Aralık 2012 itibariyle, dünya genelinde 979 milyon kullanıcıya sahip olduğu görülmektedir. Türkiye, nüfusunun yaklaşık %40’ına tekabül eden 32 milyon kullanıcı ile dünyada yedinci sırada, Avrupa’da da ilk sırada yer almaktadır. Türkiye özelinde Facebook kullanıcı profilleri incelendiğinde en yaygın grup olarak 18-24 yaş aralığındaki 11 milyon kullanıcı yani yüzde 34’lük bir kesim dikkat çekmektedir. 25-34 yaş aralığı yüzde 28; 35-44 yaş aralığı ise yüzde 12 olarak yer almaktadır (Socialbakers, 2012). Alexa tarafından yapılan küresel arama analizine ait, Aralık 2012 verileri incelendiğinde, Facebook’un dünya çapında en çok ziyaret edilen ikinci site, Türkiye’de ise en çok ziyaret edilen birinci site olduğu görülmektedir (Alexa, 2012). Ayrıca Statcounter.com’un raporuna göre Facebook, en büyük 8 sosyal ağ arasında, Ocak 2012 - Aralık 2012 döneminde yüzde 85, 91’lik oranıyla en fazla tercih edilen ve kullanılan sosyal ağ olmuştur (Statcounter.com, 2012).

Interactive Advertisement Bureau’nun gerçekleştirdiği 15 yaş ve üzeri internet kullanıcılarının internet üzerinde yaptıkları aktiviteler konulu araştırmaya göre, Türkiye’de internet kullanıcıları %57.7’lik en fazla oranla interneti arkadaşları ile haberleşmek ve sosyal ağlara katılmak için kullanmaktadır (Iab, 2011). Yine aynı araştırmaya göre, Türkiye’de facebook üniversite öğrencileri arasında en yaygın olan sosyal ağ olarak belirtilmektedir. Bu sonuçtan yola çıkarak, üniversite öğrencilerinin Facebook’u hangi kullanımlar ve doyumlar motivasyonlarıyla tercih ettikleri sorusundan hareketle bir araştırma gerçekleştirilmiştir. Bu çalışma İzmir Yaşar Üniversitesi öğrencilerinin Facebook’u hangi kullanımlar ve doyumlar motivasyonları kapsamında kullandıklarını öğrenmeyi hedeflemiştir.

İzmir Yaşar Üniversitesi’nde öğrenim gören üniversite öğrencileri üzerine 1 Mayıs – 20 Mayıs 2012 tarihleri arasında uygulanan araştırmayla, Facebook uygulamalarının, kullanımlar ve doyumlar kuramı çerçevesinde, öğrencilerin kullanım amaçlarını ve motivasyonlarını ölçmek amaçlanmaktadır.

Araştırma kapsamında veri toplama yöntemi olarak alan araştırması yapılmış ve örneklem grubuna anket uygulanmıştır. Araştırma evrenini oluşturan Yaşar Üniversitesi öğrencilerinin Facebook ve uygulamaları hakkındaki kullanım ve doyumları öğrenilmeye çalışılmıştır.

Özlem Alikılıç, Göker Gülay, Sevtap Binbir

42 Sayı 37 /Güz 2013

Çalışmanın giriş bölümünden sonra alan kuramsal çerçeve ile devam eden ikinci bölümde, kullanımlar ve doyumlar kuramı açıklanmaya çalışılacak; kullanımlar ve doyumlar kuramı ile ilgili konvansiyonel medya üzerinden yapılmış olan mevcut araştırmalar ile internet ve sosyal medya ile ilgili yapılmış araştırmalara değinilecektir. Söz konusu araştırmalarla ilgili olan kuramsal kısım, öncelikle dünyada ve daha sonra da Türkiye’de gerçekleştirilmiş olan araştırmalar üzerine mevcut çalışmalara dayanarak hazırlanmıştır. Kullanımlar ve doyumlar kuramı çerçevesinde sosyal ağları konu alan araştırmaların incelendiği diğer bölümde, dünya genelinde sosyal ağlar ile ilgili kullanımlar ve doyumlar kuramı perspektifinden yapılan çalışmalar değerlendirilmiştir. Sosyal medyanın en önemli platformlarından biri olan Facebook’un ve Facebook uygulamalarının tanıtıldığı bölümden sonra çalışmanın araştırma bölümüne geçilmiştir. Mayıs 2012 tarihinde İzmir’de, Yaşar Üniversitesi öğrencileri ile yapılan saha araştırması sonucunda elde edilen bilgiler, bu bölümde aktarılacaktır. Çalışma kapsamında; Greenberg (1974), Sherry, Lucas, Greenberg ve Lachan (2006), Charney ve Greenberg (2001) ve Frogger (2009)’un kitle iletişim araçları üzerine geliştirdikleri ölçek ile kullanımlar ve doyumlar kategorileri (zevkli vakit geçirme, temel faydalar, mecra amaçlı kullanım, eski bağları tekrar kurmak/güçlendirmek, toplumsal enformasyon, pazar ortamı) derlenmiş; bu kategorilere Ferguson ve Perse (2000), Parker ve Plank (2000) ve Ruggerio (2000)’nin ölçeklerinde kullanılan “rahatlama ve kaçış” kategorisi eklenmiştir. 57 sorudan oluşan anket formu 406 üniversite öğrencisine uygulanmış ve elde edilen veriler SPSS 15.0 istatistik programında değerlendirilmiştir.

Bulgular ve değerlendirme kısmında, üniversite öğrencilerinin Facebook uygulamalarını kullanım ve doyum faktörleri başta olmak üzere; üniversite öğrencilerinin en fazla hangi uygulamaları tercih ettikleri, hangi tür bilgilerini paylaştıkları, gençlerin Facebook’ta geçirdikleri ve uygulamalarda kaldıkları ortalama süre vb. gibi bulgular açıklanmış; bulgular önceki araştırmalarla ilişkilendirilerek değerlendirilmeye çalışılmıştır.

Çalışmanın sonuç bölümünde, İzmir Yaşar Üniversitesi öğrencilerinin, Facebook ve uygulamalarını hangi kullanımlar ve doyumlar motivasyonlarını elde etmek amacıyla kullandıkları tartışılacaktır.

Kuramsal Çerçeve

Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı

İlk olarak 1960’lı yılların başlarında iletişim çalışmalarında kullanılmaya başlandığı gözlemlenen kullanım ve doyumlar yaklaşımı; iletişim çalışmalarında izleyicinin aktif olduğunu vurgulayan bir yaklaşımdır (Severin ve Tankard, 2001). Bu yaklaşımı savunan Katz (1959), “medya insanlara ne yapıyor” sorusundan çok, “insanlar medya ile ne yapıyor?” sorusuna odaklanmıştır. Bu yaklaşım, medya ve izleyici – dinleyici arasındaki ilişkiye olan bakış açısını değiştirerek, onların daha aktif olduğunun kabul edilmesini sağlamıştır. Ayrıca bu yaklaşım, medya tüketiminin tüketicinin bilinci dahilinde gerçekleştiğini de öne sürmektedir. Bir diğer deyişle izleyiciler, ihtiyaçlarının

Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı Çerçevesinde Facebook Uygulamalarının İncelenmesi: Yaşar Üniversitesi Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma

43 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

bilincindedirler. İzleyici kitleyi iletişim süreci içinde başat konumda değerlendiren kullanımlar ve doyumlar kuramı, kitle iletişim sürecine egemen olan etki paradigmasını değiştiren bir yaklaşımdır. Halkın kitle iletişim araçları ile ne yaptığı sorusuna odaklanan bu yaklaşım; kitle iletişiminde alıcının yani izleyicinin etkin olduğunu belirtmektedir (Erdoğan ve Alemdar, 2002: 187-188).

Katz, Blumler ve Gurevitch (1974: 510), kullanımlar ve doyumlar kuramının ilgi alanını şöyle ifade etmektedir:

(1) Toplumsal ve psikolojik temelli (2) ihtiyaçların (3) meydana getirdiği beklentiler (4) kitle iletişim araçlarında ve başka kaynaklarda (5) farklı medya kullanım kalıplarına veya diğer faaliyetlere götürmektedir. Bunlar da (6) ihtiyaçların doyumuna ve (7) çoğu niyet edilmeyen diğer sonuçları ortaya çıkarmaktadır.

1970 ve 1980’li yıllarda, kullanım ve doyumlar yaklaşımı çerçevesinde, iletişim ve medya üzerine çeşitli araştırmalar gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmalar televizyon ile ilgili istikrarlı sonuçlar bulduğunu iddia etmektedir. Yapılan araştırmalarda genellikle beş veya dört başat motivasyon kategorisi belirlenmiştir. Televizyon ile elde edilen doyumlar; oyalanma, kişisel ilişkiler, kişisel kimlik veya bireysel psikoloji ve gözetim kategorileri olarak sıralanmaktadır (Severin ve Tankard, 2001).

1990’lı yıllarda ise medya ortamlarında yaşanan değişim nedeniyle, yapılan araştırmalar da değişmeye ve yeni medya ortamlarına uyum sağlamaya başlamıştır. Bu yıllarda bilgisayar tabanlı iletişimin yaygınlaşması, internet kullanımının artması, iletişim çalışma ve araştırmalarını da etkilemiştir. Cohen (1996) günümüzde, insan doğasının, günümüz ihtiyaçlarının, günümüz medya kullanım şekil ve alışkanlıklarının ve yeni medyadan beklenen potansiyel doyumların yeniden incelenmesi gerektiğini iddia etmiştir. Newhagen ve Rafaeli (1996) ise, internetin karmaşık ve değişken karakterinin incelenmesinde özellikle kullanımlar ve doyumlar kuramının faydalı olabileceğini belirtmiştir.

Kullanımlar ve doyumlar kuramına bir takım eleştiriler de getirilmiştir. Kuram, ihtiyaç ve doyumlara bireysel bir bakış açısıyla yaklaşmadığı için eleştirilmiştir (Elliot, 1974). Bu kuram, “ihtiyaç” kavramının, psikolojik bir kavrama bağlı olması ve toplumsal yapıyı ve medyanın bu yapı içerisindeki yerini fazla dikkate almaması nedeniyle de eleştirilmiştir. Bu eleştiriye cevap Rubin ve Windahl’dan (1986) gelmiştir. Rubin ve Windahl (1986), kullanımlar ve doyumlar kuramını, bağımlılık kuramı (dependency theory) ile sentezlemeyi önermiştir. Rubin ve Windahl’n (1986) kullanımlar ve bağımlılık modeli, bireyleri, kendi ihtiyaçlarını şekillendiren toplumsal sistemin içinde konumlandırmaktadır.

Kullanımlar ve doyumlar kuramına getirilen bir diğer eleştiri ise medya sektöründe yaşanan hegemonya problemidir. İnsanların istedikleri mecrayı tercih edip istedikleri yorumu ve çıkarımı yapabildiklerini iddiasında bulunmak gerçekleri yansıtmamaktadır (White, 1994). Medyada yaşanan hegemonya problemini gündeme getiren yazarlara göre, kitle iletişim araçları ile yayılan mesajlar, dominant kültürün oluşturduğu sistemin dünya görüşünü ve söylemini güçlendirme eğilimindedir ve kişilerin bu mesajların ilettiği anlamlardan kendisini sakınması zordur ( Severin ve Tankard; 2001)

Özlem Alikılıç, Göker Gülay, Sevtap Binbir

44 Sayı 37 /Güz 2013

Kullanımlar ve doyumlar kuramı konusunda çalışan bazı araştırmacılar ise, kitle iletişim araçları ile yayılan mesajlara maruz kalmanın düşünüldüğü kadar yüksek oranda etki yaratmadığını belirtmiştir (Donohew, Nair ve Finn; 1984). Bu görüşe göre kitle iletişim mesajlarına maruz kalmak, izleyicinin ilgi seviyesi düşük olduğu sürece önemli bir etki yaratmamakta ve bu nedenle kitle iletişim araçları bir ritüel ve alışkanlık olarak etiketlenmektedir (Severin ve Tankard, 2001:298).

Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı Çerçevesinde Gerçekleştirilen Araştırmalar

Kullanımlar ve doyumlar kuramı çerçevesinde, izleyici tutum ve davranışlarını öğrenmek için pek çok araştırma gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmalar, yaklaşımın kullanılmaya başlandığı ilk yıllarda genellikle kitle iletişim araçları üzerinde yapılmıştır.

Daha sonra araştırmacılar (Greenberg, 1974; McLeod ve Becker, 1974; Rubin ve Rubin 1982; Bantz, 1982; Perse, 1986; Rubin ve Perse, 1987; Rubin ve Bantz, 1987; Kubey ve Csikszentmihalyi, 1990; Dimmick, Sikand ve Patterson, 1994; Leung ve Wei, 2000; Sherry, vd. 2006) teknolojinin yön verdiği yeni iletişim araçlarını, kullanımlar ve doyumlar çerçevesinde incelemeye başlamışlardır. Kablo televizyon ile artmaya başlayan seçenekler ile birlikte, izleyicinin de seçim yapma konusunda daha aktif olması söz konusudur. Ayrıca, video kaydedicilerinin kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte, izleyiciler zaman konusunda daha rahat ve esnek seçimler yapabilecek seviyeye ulaşmış, istediği programı istediği zaman diliminde izleyebilme özgürlüğüne kavuşmuştur. Ancak gerek televizyonun gerekse diğer geleneksel medya içeriklerinin, bir medya kuruluşu tarafından üretiliyor olması, izleyicilerin özgürlüğünün de bu medya kuruluşlarınca oluşturulan içerikler arasından seçim yapmak ile sınırlı kalmasına neden olmuştur.

Bugüne kadar birçok araştırmacı, kullanımlar ve doyumlar çerçevesinde konvansiyonel medya ile ilgili çalışmalar yapmışlardır. Bu çalışmalar sonucunda mesaj alıcılarının medyayı kullanırlarken hangi kullanımlar ve doyumlar faktörlerinden faydalandıklarını ortaya çıkartmaya çalışmışlardır.

Konvansiyonel medya üzerinde gerçekleştirilen temel araştırmalar ve bu araştırmalar arasında; Greenberg (1974) televizyon üzerine yapmış olduğu çalışmada öğrenme, alışkanlık, uyarılma, arkadaşlık, unutma ve zaman geçirmeye dayalı motivasyon faktörleri saptamış; McLeod ve Becker (1974) seçmenler üzerinde televizyonla ilgili yapmış olduğu çalışmada, gözetim, oy için rehberlik etme, beklenen iletişim, heyecan, destek gibi faktörleri belirlemiştir. Rubin ve Rubin (1982) yaşlı bireylerin televizyon izleme eğilimleri konusunda gerçekleştirdiği araştırmada; bilgi, masrafsız/ücretsiz olması, eğlence, uygunluk/rahatlık, arkadaşlık/yoldaşlık etme gibi faktörleri kullanım ve doyum faktörleri olarak sıralamıştır. Bantz (1982) televizyon ve televizyon programları üzerine yapmış olduğu araştırmada; gözetim, arkadaşlık, örnek oluşturma, dikizleme/gözetleme, toplumsal kaynak, eğlence gibi kullanım ve doyum faktörleri saptamıştır. Perse (1986) televizyon ve pembe dizilerin seyirciler üzerinde; heyecan verici eğlence, alışkanlık, zaman geçirme, enformasyon elde etme, rahatlama, kaçış gibi motivasyon faktörlerinin bulunduğu sonucuna varmıştır. Rubin ve Perse (1987) televizyon ve televizyonda yer alan

Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı Çerçevesinde Facebook Uygulamalarının İncelenmesi: Yaşar Üniversitesi Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma

45 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

haberleri kullanım ve doyumlar faktörleri bakımından araştırmıştır. Araştırma sonucunda heyecan verici eğlence, zaman geçirme, enformasyon faktörleri elde edilmiştir.

Rubin ve Bantz (1987) video, video kaydediciler hakkında kullanım ve doyum motivasyonlarını araştırmış ve bu araçların kütüphane deposu, video veya müzik kaydetme alıştırmaları, film kiralama, çocuk denetimi, zaman değiştirme/atlatma, sosyalleşme faktörleri çerçevesinde kullanıldığını saptamıştır. Kubey ve Csikszentmihalyi (1990) televizyon izleme alışkanlıkları üzerine yaptıkları çalışmada televizyon eyleminin izleyiciler tarafından pasif, dinlendirici, çok az konsantrasyon gerektiren bir aktivite olduğu sonucuna varmıştır. Dimmick, Sikand ve Patterson (1994) telefon üzerine yaptığı araştırmada sosyallik/toplumsallık, araçsallık, toplumsal koordinasyon, güven verme gibi kullanımlar ve doyumlar faktörleri saptamıştır. Leung ve Wei (2000) cep telefonlarının kulanım ve doyum faktörlerini araştırmış ve moda, statü, etkileme, sosyallik, rahatlama, hareketlilik, anında erişim, araçsallık, güven verme doyum öğelerine ulaşmıştır. Sherry vd. (2006) video oyunları üzerine gerçekleştirdikleri araştırmada; rekabet, meydan okuma, toplumsal etkileşim, ilgi çekicilik, kurgu/düş, uyarılma faktörlerini saptamıştır.

Kullanım ve doyumlar çerçevesinde internet konusunda gerçekleştirilen araştırmalar incelendiğinde bazı temel kategoriler göze çarpmaktadır. Bunlar; sosyal etkileşim ve ilişkileri sürdürme, bilgi edinme, zaman geçirme ve eğlencedir. Tüm bu kategoriler, McQuail v.d. (1972) tarafından oluşturulan genel medya kullanım ve doyumları kategorileri ile eşleşmektedir. Yeni bir mecra ortaya çıktığında ve geniş kitlelerce kullanılmaya başlandığında, kullanım ve doyumlar kuramı, bu yeni mecranın analitik yapısını anlamaya yardımcı olmaktadır (Rafaeli, 1986:125-127).

Rafaeli (1986), henüz internetin iletişim amaçlı kullanılmaya başlanmasından önce, üniversite kampüslerinde ilk elektronik bildiri panosu kullanılmaya başlandığında, öğrencileri bu panoyu kullanmaya iten motivasyonları öğrenmek için bir araştırma gerçekleştirmiştir. Araştırma bulguları, elektronik ilan panosunun tercih edilmesinin en önemli fonksiyonlarının oyalanma (diversion), boş zaman değerlendirme (recreation) ve eğlence (entertainment) olduğunu göstermiştir (Rafaeli, 1986:134). Web kullanımı yaygınlaşmaya başladığında, Eighmey ve McCord (1998:191) web sitelerini kapsayan bir araştırma gerçekleştirmiş, ürün ve web sitelerini incelemiş, mesaj alıcılarının bu kanalları eğlence değeri, kişisel ilgi, enformasyon içermesi, kişisel katılım ve ilişki devamı gibi kullanımlar ve doyumlar motivasyonları sebebiyle takip ettiklerini bulmuşlardır

Parker ve Plank (2000) ise genel interneti incelemiş ve arkadaşlık, toplumsal etkileşim, gözetim / eğlence ve rahatlama / kaçış gibi motivasyonları saptamışlardır. Papacharissi ve Rubin (2000) ise üniversite öğrencilerinin hangi motivasyonlar ile internet kullandığını öğrenmeyi amaçlayan bir araştırma gerçekleştirmişlerdir. Bu araştırma sonucunda, üniversite öğrencilerinin internet kullanımında beş temel motivasyon bulunduğu saptanmıştır. Bunlar; kişiler arası fayda, zaman geçirme, enformasyon arayışı, uygunluk / elverişlilik ve eğlencedir. Ferguson ve Perse’nin (2000) genel interneti kapsayan araştırmasındaki kullanımlar ve doyumlar faktörleri; eğlence, zaman geçirme, rahatlama/kaçış, toplumsal enformasyon ve öğrenme olarak sıralanmaktadır. Leung (2001) ICQ, çevrimiçi sohbet, anlık mesajlaşma, sohbet odaları, elektronik posta

Özlem Alikılıç, Göker Gülay, Sevtap Binbir

46 Sayı 37 /Güz 2013

üzerine yaptığı araştırmada, internet kullanıcılarının bu araçları eğlence, zaman geçirme, rahatlama, moda ve dahil olma, duygusal yakınlık, sosyalleşme ve kaçış motivasyonları ile kullandığı sonucunu saptamıştır.

Flanagin ve Metzger de (2001:168) internet üzerine kullanım ve doyumlar araştırması gerçekleştiren araştırmacılar arasında yer almaktadır. Araştırmada elde edilen bulgular internetin üç temel fonksiyonu olduğunu göstermiştir. Bunlar; bilgiye ulaşma/bilgi edinme, bilgi verme, diyaloğa elverişliliktir. Charney ve Greenberg (2001) de internet konusunda araştırma yapmışlar ve bilgilendirilmek, oyalanma/eğlence, eş düzey kimlik, iyi duygular/hisler, iletişim, görüntüler sesler, kariyer, soğukkanlılık doyum faktörlerine ulaşmışlardır. Recchiuti (2003) de aynı konuyu kapsayan araştırmasında kişilerin ICQ, anlık mesajlaşma, sohbet odaları ve e-postayı; eğlence, enformasyon arayışı, kişilerarası fayda sağlama güdüleri ile kullandığı sonucuna varmıştır. Larose, Mastro ve Eastin’in 2001’de; Larose ve Eastin’in 2004 yılında gerçekleştirdiği araştırmada kişilerin genel internet kullanımından bekledikleri faydayı sorgulamış ve eğlence, toplumsal etkileşim, enformasyon, zaman geçirme, ticari, statü ve alışkanlık faktörlerine ulaşmışlardır (Larose, Mastro ve Eastin, 2001; Larose ve Eastin, 2004).

Kaye ve Johnson (2004), ilan panoları, sohbet forumları ve web üzerine yaptıkları araştırmada bu araçların; siyasal rehberlik, eğlence, toplumsal fayda, uygunluk/elverişlilik, enformasyon arayışı motivasyon faktörleri ile kullanıldığı sonucuna ulaşmıştır. Stafford ve Stafford (2004) AOL ve genel internet kullanımını kapsayan bir araştırma gerçekleştirmiştir. Bu araştırma, kişilerin interneti, süreç/işlem doyumu, içerik doyumu ve toplumsal doyumlar motivasyonları çerçevesinde kullandığı sonucuna varmıştır. Ko ilk olarak 2000’de web siteleri üzerine yaptığı ve daha sonra 2005 yılında ürün web sitelerini kullanım ve doyumlar motivasyonlarını incelediği çalışmalarda, enformasyon, toplumsal etkileşim, uygunluk/elverişlilik faktörlerini elde etmişlerdir (Ko, 2000; Ko ve vd. 2005). Li (2005) blogların hangi güdüler ile kullanıldığı sorusunu konu edinen araştırmasında, kişisel belgeleme, yazımı geliştirme, kendini ifade etme, mecranın ilgi çekiciliği, zaman geçirme ve sosyalleşme faktörlerini elde etmiştir.

İnternet içeriği ile ilgili bu çalışmalarda özellikle, internet tabanlı uygulamaların temel kullanılma güdüsü olarak eğlence (Charney ve Greenberg, 2001; Ferguson ve Perse, 2000; Kaye ve Johnson, 2004; Ko v.d., 2005; Papacharissi ve Rubin, 2000; Parker ve Plank, 2000), bilgi arama (Ferguson ve Perse, 2000; Kaye ve Johnson, 2004; Ko v.d.; 2005; Papacharissi ve Rubin, 2000; Parker ve Plank, 2000), sosyal etkileşim, kişiler arası fayda (Bumgarner, 2007; Charney ve Greenberg, 2001; Kaye ve Johnson, 2004; Ko v.d., 2005; Larose ve Eastin 2004; Papacharissi ve Rubin, 2000; Parker ve Plank, 2000; Ruggerio, 2000), uygunluk (convenience) (Kaye ve Johnson, 2004; Kov.d., 2005; Papacharissi ve Rubin, 2000), gözetim (surveillance) (Parker ve Plank, 2000; Rugerrio, 2000), rahatlama, kaçış (Ferguson ve Perse, 2000; Parker ve Plank, 2000), eğlenme, oyalanma (Bumgarner, 2007; Charney ve Greenberg, 2001; Ferguson ve Perse, 2000; Papacharisssi ve Rubin, 2000; Ruggerio, 2000) sonuçları öne çıkmıştır.

Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı Çerçevesinde Facebook Uygulamalarının İncelenmesi: Yaşar Üniversitesi Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma

47 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı Üzerine Dünyadan Sosyal Medya Araştırmaları

Katz, Blumler ve Gurevich (1974) tarafından geliştirilen kullanımlar ve doyumlar kuramı çerçevesinde, sosyal ağların ve sosyal medyanın genel kullanım nedenleri de araştırılabilmektedir. Bu yaklaşım, insanların farklı dönemlerde farklı ihtiyaçları olduğunu vurgulamaktadır ve bu ihtiyaçların bazıları sosyal ağlar ile doyuma ulaştırılabilmektedir. Bu yaklaşıma göre, medya kullanımı ile doyuma ulaştırılabilecek dört tür ihtiyaç bulunmaktadır. Bunlar; (1) bilişsel ihtiyaçlar / cognitive needs (bilgi dağarcığını geliştirme, merak, kendi çevresini kontrol etme ihtiyacı), (2) duygusal ihtiyaçlar / emotional needs (rahatlama, dinlenme, empati kurma, gerçeklerden kaçış, vb), (3) sosyal bütünleştirici ihtiyaçlar / socio-integrative (medya ile toplumla etkileşim, medyada yer alan konular hakkında diğer insanlarla konuşma, medyada yer alan kişilerle özdeşim kurma, vb), (4) alışkanlık / habitual-integrative (güvende hissetme, istikrar, ritüel haline getirme ihtiyaçları, vb) Baltaretu ve Balaban (2010). Bu ihtiyaçlar arasında yer alan bazı ihtiyaçlar, günümüzde sosyal ağlar aracılığı ile doyuma ulaştırılmaya çalışılmaktadır.

Sosyal medya ile birlikte kullanıcıların da aktif birer içerik üreticisi ve tüketicisi (Alikılıç, 2011:13) haline gelmesi, oluşturulan içerik çeşitliliği ile daha önce geleneksel medya tarafından doyuma ulaştırılamayan bazı ihtiyaçların da su yüzüne çıkmasına olanak tanımıştır. Yeni ihtiyaçlar çerçevesinde yeni içerikler oluşturularak bu yeni içeriklerin de yeni doyum şekillerini takip etmesine neden olmuştur. Bu nedenle, kullanımlar ve doyumlar kuramı üzerinde çalışan araştırmacılar, bu yeni ortamı ve hangi ihtiyaçları doyuma ulaştırmak amaçlı kullanıldığını incelemeye başlamıştır. Bazı ülkelerde sosyal ağlar, kullanımlar ve doyumlar kuramı çerçevesinde araştırma konusu olmuştur.

Kullanım ve doyumlar çerçevesinde gerçekleştirilen ve sosyal ağları inceleyen araştırmalar arasında Ray (2007); sosyal ağların eş zamanlı olarak; (1) eğlence (2) gözetim (3) oyalanma (4) sosyalleşme ihtiyaçları için kullanıldığı sonucuna ulaşmıştır. Bumgarner (2007), Facebook’un arkadaşların duvarlarına yazma ve gruplara katılma amacıyla kullanıldığını gözlemlemiştir. Sosyal ağ kullanımı ve kişisel dindarlık arasındaki ilişkiyi ölçmeyi amaçlayan bir diğer araştırmada da sosyal ağların kullanımları ile ilgili beş kategori başlığı altında ölçümleme gerçekleştirilmiştir. Bu kategoriler; (1) yeni insanlarla tanışmak (2) eğlenmek (3) ilişkileri sürdürmek (4) toplumsal enformasyon edinmek ve (5) paylaşımdır (Nyland ve Near, 2007:18-19).

Frogger’ın (2009) yaptığı kullanımlar ve doyumlar araştırmasına göre ise Facebook’un kullanım kategorileri şu şekildedir; temel faydalar, eski bağları tekrar kurmak/güçlendirmek, toplumsal enformasyon, bağlantılılık/karşılıklı bağlantı, cinsel çekicilik, mecra amaçlı kullanım, toplumsal kıyas/karşılaştırma, pazar ortamı. Urista, Dong ve Day (2009), Facebook ve Myspace üzerine yaptıkları araştırmada, etkili iletişim, elverişli/kullanışlı (convenient) iletişim, diğerleri hakkında merak, popülerlik, ilişki formasyonu (relationship formation) ve güçlendirme kategorilerinin kullanım üzerinde etkili olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Park, Kee ve Valenzuela (2009), sosyalleşme, eğlence ve kişisel statü aramanın, Facebook’un kullanımlar ve doyumlar kategorilerini oluşturduğu neticesine varmışlardır.

Özlem Alikılıç, Göker Gülay, Sevtap Binbir

48 Sayı 37 /Güz 2013

Baltaretu ve Balaban (2010) Romanya’da öğrenciler üzerinde yaptıkları, sosyal medya kullanım motivasyonlarını öğrenmeyi amaçlayan araştırmaları sonucunda elde ettikleri bulgulara göre öğrenciler sosyal ağları dört temel ihtiyaç arasından en fazla, sosyal bütünleştirici ihtiyaçlar, bilişsel ihtiyaçlar için kullandığı sonucuna ulaşmıştır. Smock, Ellison, Lampe, ve Wohn (2011), Facebook üzerinde yaptıkları araştırmada sosyal etkileşim, zaman geçirme, enformasyon paylaşımı, eğlence ve rahatlama kategorilerinin kullanım üzerinde etkili olduğu bulgusunu elde etmişlerdir. Chen (2011:759) ise, Twitter kullanıcılarını konu alarak yaptığı araştırmada Twitter’ı yoğun kullanan kullanıcılar ile ‘bağlantılılık’ motivasyonu arasında orta düzeyde pozitif bir korelasyon bulunduğunu ortaya çıkarmıştır (r = .63, p < .01)

Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı Üzerine Türkiye’den Medya Araştırmaları

Kullanımlar ve doyumlar kuramı çerçevesinde medyayı Türkiye üzerinden inceleyen araştırmalar, dış kaynaklı çalışmalar kadar çok ve çeşitli olmasa da bir çok başarılı çalışmaya rastlamak mümkündür. Türkiye’de kullanımlar ve doyumlar kuramı çerçevesinde yapılan medya araştırmaları arasında Kırhan (2007), tematik televizyon kanallarını incelediği araştırmasında, kesintisiz yayın, temalara duyulan özel ilgi, diğer kanalların içerik boşluğu, sosyal çevre etkisi ve genel kanallardaki içerik kirliliği gibi faktörlerin, kullanım üzerinde etkili olduğunu sonucuna ulaşmıştır. Bayram (2008) tarafından gerçekleştirilen “Gazete okurlarının okuma motivasyonları ve doyumları üzerine bir kullanımlar ve doyumlar araştırması” adlı çalışmada dört temel motivasyon ve doyum; enformasyon edinme, eğlence, boş zaman değerlendirme ve kendini gerçekleştirme belirlenmiştir. Araştırma bulguları, gazete okuyucularının temel motivasyonunun enformasyon edinme olduğunu göstermiştir.

Küçükkurt, Hazar, Çetin ve Topbaş (2009: 49) tarafından gerçekleştirilen “Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı Perspektifinden Üniversite Öğrencilerinin Medyaya Bakışı” adlı çalışma, interneti de kapsayarak, üniversite gençlerinin genel internet kullanımını kullanımlar ve doyumlar kuramı çerçevesinde değerlendirmiştir. Araştırma kapsamında elde edilen veriye göre, medya öncelikle duygusal ihtiyaçları (% 35.2), bilişsel ihtiyaçları (% 34.81), gerçeklerden kaçış ihtiyaçları (% 30.91), sosyal bütünleşme ihtiyaçları (% 28.8) ve son olarak da kişisel bütünleşme ihtiyaçları (% 28.13) doyurmaktadır. Ayhan ve Balcı ise (2009), temel olarak interneti incelemişler ve Kırgızistan’da üniversite öğrencilerinin hangi motivasyonlarla interneti kullandığı sorusuna cevap aramışlardır. Söz konusu çalışmalarında, üniversite öğrencilerinin internet kullanımında etkili olan dört faktörler önem sırasına göre; bilgilenme/etkileşim, sosyal kaçış, ekonomik fayda ve eğlencedir. Bunun yanı sıra Balcı, Akar ve Ayhan (2010), Mart 2009 yerel seçimlerinde insanların gazete okuma alışkanlıkları ve motivasyonlarını incelemişlerdir. Araştırma verileri seçim dönemlerinde insanları gazete okumaya yönelten ilk ve en önemli motivasyonun rehberlik olduğunu göstermiştir.

Akçay’ın (2011:147), sosyal medya kullanımından elde edilen doyumların neler olduğunu belirlemek amacıyla bir çalışma gerçekleştirmiştir. “Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı: Gümüşhane Üniversitesi Üzerine bir

Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı Çerçevesinde Facebook Uygulamalarının İncelenmesi: Yaşar Üniversitesi Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma

49 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Araştırma” başlıklı çalışmada; akademik ve idari personel ile öğrencilerin sosyal medyayı kullanma sıklıklarını ve amaçlarını tespit etmeye ve onların sosyal medya sitelerini kullanarak elde ettikleri doyumları belirlemeye çalışmıştır. Araştırma sonuçlarına göre sosyal medya kullanımında etkili olan faktörler arasında, sosyal medya kullanımından elde edilen doyumu açıklayan birinci faktör sosyal çevre edinme / sosyalleşme, ikinci faktör ise eğlence / boş vakit geçirme olmuştur. Akyıldız ve Argan ise (2011) Facebook’un hangi kullanım ve doyumlar faktörleri ile kullanıldığını sorgulayan araştırmalarında; Facebook’u sosyal çevre edinme / sosyalleşme, eğlence / boş vakit geçirme, rahatlama / stresten uzaklaşma, bilgi edinme / hayatı tanıma olarak kullandıkları ortaya çıkmıştır.

Kullanımlar ve Doyumlar Açısından Sosyal Medya ve Facebook

Bugün sosyal medya olarak da adlandırılan yeni medya ortamının kullanıcılarının gereksinimlerini çok daha etkin bir biçimde karşıladığı gözlenmektedir. Sosyal medya platformlarının sunduğu görüntülü, sesli, paylaşımcı olanaklar ile bugün insanlar gereksinimlerini konvansiyonel medyadan çok daha etkin bir biçimde karşılayabilmektedirler (Güngör, 2011: 110).

1990’lı yılların sonlarına doğru ortaya çıkmaya başlayan sosyal ağlar, bünyesinde birçok değişik türde çevrimiçi topluluk barındıran web siteleridir. İlk çıkışları kişisel etkileşimleri artırmak amacıyla olan bu ortamlarda her kullanıcı, kendi ağlarını yaratarak kendi etkileşimlerini yönetmişlerdir (Alikılıç, 2011: 35).

Sosyal paylaşım siteleri bireylerin halka açık veya yarı halka açık olarak profillerini kayıtlı bir sistemde oluşturmalarını, bir bağlantıyı paylaştıkları, diğer kullanıcıların listesini göstermesini ve sistem içerisinde bulunan kişilerin ilişki listelerini de görmeyi sağlayan, çevrimiçi topluluklardaki insanların beğenilerini, aktivitelerini paylaştıkları ve ağ üzerinden birbirlerine mesaj, e-posta, tartışma grupları, video, sesli sohbet, dosya paylaşımı yaptıkları sitelerdir. Sosyal paylaşım sitelerinde kullanıcıların amaçlarından biri yüz yüze olarak seyrek görüştükleri ya da uzun zamandır görüşmedikleri kişileri sosyal ağlarına katmaktır (Boyd ve Ellison, 2007).

Küresel ölçekte en çok kullanıcı sayısına sahip sosyal paylaşım sitelerinden biri olan Facebook, Türkiye’de de özellikle gençler arasında en çok tercih edilen sosyal ağdır (Socialbakers, 2012). Bugünün internet ortamında insanlar çevrimdışı ortamları Facebook üzerinde paylaşarak çevrimiçi ortam haline çevirmişler ve yeni kamusal alanlar yaratmışlardır. Bunun yansıra Facebook insanlara heyecanlarını tatmin etme, çeşitli etkinliklere katılma, sosyalleşme, eğlenme, eski bağları güçlendirme ve çevresini gözetleme olanağı da tanımaktadır.

Facebook’un kullanıcı ara yüzü içinde yüzlerce uygulama bulunmaktadır. Özellikle üniversite gençliğinin Facebook uygulamalarını sıklıkla kullandıkları gözlemlenmektedir (Socialbakers, 2012).

Özlem Alikılıç, Göker Gülay, Sevtap Binbir

50 Sayı 37 /Güz 2013

Facebook Uygulamaları

Bugün sosyal ağlar, iletişim ve etkileşim kavramlarını yeniden tanımlamaya ve şekillendirmeye yardımcı olmaktadır. Bunu yaparken de yeni medya teknolojilerinin sunduğu birbirinden ilginç uygulamaları kullanmaktadırlar. Her gün yeni uygulamalar üretilmekte ve bu uygulamalar kullanıcılar tarafından sosyal ağlarda kullanılmaktadır. Sosyal ağ kullanıcıları hem kendi ağ üyeleri ile hem de kendi ağ üyelerinin ağlarıyla, bu uygulamaları indirerek iletişimde ve etkileşimde bulunmaktadırlar.

Sosyal ağlarda bulunan, sayfa içerisinde çalışan ve kullanıcıların pek çok amaç için kullandığı arayüz yazılımları ve programlar sosyal ağ uygulamaları olarak tanımlanmaktadır.

Socialbakers (2012) verilerine göre Türkiye’de en fazla kullanılan sosyal ağ olan Facebook, pek çok uygulamayı bünyesinde barındırmaktadır. Facebook içerisinde bulunan uygulamalar tüketicilere birtakım faydalar sunmaktadır. Uygulamalar, bir izin sistemi kapsamında kabul edilmekte ve çalışmaktadır. Facebook kullanıcısının, kullanmak istediği uygulama sayfasını açtığında, karşısına çıkan izin penceresinde bulunan yönergeleri okuyarak bu maddeleri kabul etmesi gerekmektedir. Bu pencerede, kullanıcının kişisel bilgilerine erişim izin isteği ve bir takım pazarlama çalışmalarına izin verip vermediği sorulmakta, bu şartları kabul eden kullanıcının uygulamayı kullanmasına izin verilmektedir. Facebook uygulamaları için temel olarak üç tip izin isteği bulunmaktadır (Facebook, 2011);

• Temel bilgilere ulaşma isteği (Ad, profil resmi, cinsiyet, ağlar, kullanıcı kimliği, arkadaş listesi, ve herkesle paylaşılan diğer her tür bilgiyi içerir)

• E-posta gönderim izni (Uygulama sahibi firmanın, kullanıcının e-posta adresine doğrudan posta gönderme izni isteği)

• Duvara yazma izin isteği (Uygulama sahibi firmanın kullanıcının duvarına durum mesajları, notlar, fotoğraflar ve videolar gönderme izin isteği)

Uygulama isteği penceresinde yukarıda bahsedilen izin türlerinden biri veya birkaçı aynı anda yer alabilmektedir. Kullanıcı, bu maddeleri kabul ederek “izin ver” butonuna tıkladığı takdirde uygulamayı kullanabilmektedir. Bu maddeleri kabul etmediği ve “uygulamadan ayrıl” butonunu tıkladığında ise uygulamayı kullanmasına izin verilmemektedir.

Facebook içerisinde pek çok sayıda uygulama bulunmaktadır ve her birinin sunduğu özellik birbirinden farklıdır. Bu nedenle farklı amaçlar için farklı uygulamalar kullanılmaktadır. Temel olarak uygulama kategorileri aşağıda görüldüğü şekilde sıralanmaktadır (Facebook, 2011):

• İş

• Eğitim

• Eğlence

Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı Çerçevesinde Facebook Uygulamalarının İncelenmesi: Yaşar Üniversitesi Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma

51 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

• Arkadaşlar ve Aile

• Oyunlar

• Sadece Eğlence

• Yaşam Tarzı

• Spor

• Yardımcı Uygulamalar

Yöntem

Araştırmanın Amacı ve Kapsamı

Katz (1959) “medya insanlara ne yapıyor” sorusundan çok, “insanlar medya ile ne yapıyor?” sorusuna odaklanmıştır. Katz’ın medyanın etkileri konusunda medyadan ziyade izleyiciye odaklanan bu yaklaşımı, izleyicinin bilişsel sürecine de, farklı kullanım amaçları ve doyum motivasyonlarına da vurgu yapmaktadır. Ayrıca bu yaklaşım, tüketicilerin medyayı, belirli ihtiyaçlarına göre tükettiklerini de ileri sürmektedir. Dolayısıyla bu çalışma İzmir Yaşar Üniversitesi öğrencileri Facebook ve Facebook uygulamaları ile ne yapıyor sorusuna cevap aramak amacını taşımaktadır. Bu amaca ek olarak öğrencilerin Facebook uygulamaları hakkındaki algı ve tutumlarını da öğrenmek amaçlanmıştır.

Bir diğer deyişle, bu araştırmada; Yaşar Üniversitesi öğrencilerinin Facebook uygulamalarını hangi motivasyonlarla kullandığını, en çok hangi uygulamaları neden tercih ettiklerini ve bu uygulamalar hakkındaki tutum ve görüşlerini ölçmek amaçlanmıştır. Araştırma tasarlanırken dünya genelinde yapılan benzer araştırmalar (Greenberg (1974), Sherry, vd. (2006), Charney ve Greenberg (2001), Frogger (2009), Ferguson ve Perse (2000), Parker ve Plank (2000), Ruggerio (2000)) tarafından kullanılan kullanım ve doyum faktörleri saptanmış, daha sonra gençler tarafından en çok tercih edilen sosyal ağlar arasında başı çeken Facebook’un (Socialbakers, 2012) ve Facebook uygulamalarının hangi kullanımlar ve doyum nedenleri ile kullanıldığı incelenmiştir.

Araştırma Soruları

Araştırma, elde edilen betimleyici verilerin değerlendirilmesi için aşağıdaki araştırma sorularını cevaplamayı ve değişkenler arasındaki ilişkilerin ortaya konması için aşağıdaki hipotezleri sınamayı amaçlamaktadır.

Araştırma Sorusu 1. Yaşar Üniversitesi öğrencilerinin Facebook uygulamalarını kullanım ve doyum nedenleri nelerdir?

H1 Üniversite öğrencilerinin kullanım ve doyum faktörleri ile cinsiyet arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır.

Özlem Alikılıç, Göker Gülay, Sevtap Binbir

52 Sayı 37 /Güz 2013

H2 Üniversite öğrencilerinin kullanım ve doyum faktörleri ile yaş arasında anlamlı istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır.

Araştırma Sorusu 2. Yaşar Üniversitesi öğrencileri en fazla hangi tür uygulamaları kullanmaktadır?

Araştırma Sorusu 3. Facebook’ta geçirilen zaman miktarı ile kullanılan uygulama sayısı ve türü arasında nasıl bir ilişki vardır?

Araştırma Sorusu 4. Yaşar Üniversitesi öğrencileri Facebook uygulamaları aracılığı ile bilgilerine erişilmesi konusunda ne düşünmektedir?

H3 Üniversite öğrencilerinin kullandıkları uygulama türü ve uygulamalara izin verme tutumları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır.

Araştırma Sorusu 5. Yaşar Üniversitesi öğrencileri ne tür uygulamalara izin vermektedir?

Nüfus ve Örneklem

Araştırmanın ana nüfusunu İzmir Yaşar Üniversitesi’ndeki üniversite öğrencileri oluşturmaktadır. Bu nüfustan örneklem çıkarma amacıyla, erişilebilir araştırma nüfusu belirlenmiştir. Örneklem, Yaşar Üniversitesi Öğrenci İşleri Müdürlüğü’nden, araştırmanın gerçekleştirildiği tarihler arasında alınan evren içinden (5350 öğrenci), olasılıklı olmayan (yargısal) örneklem yöntemiyle seçilmiştir. Örneklem belirlenmesinde ise uygun örnekleme (convenience sampling) yöntemi kullanılmıştır. Uygun örnekleme, yakın çevrede bulunan, ulaşılması kolay ve araştırmaya gönüllü olarak katılmak isteyen bireyler üzerinde yapılan örnekleme yöntemidir (Erkuş, 2009: 98). Uygun örnekleme yöntemine göre belirlenen örneklem grubu 2011-2012 öğretim yılında Yaşar Üniversitesi’ndeki lisans programlarında öğrenim görmekte olan öğrencilerden oluşmaktadır. Cevaplanan ve geçerli sayılan anketlerin sayısı 406’dır (n=406).

Yöntem ve Verilerin Toplanması

Araştırma tasarımı sırasında, verilerin toplanması hususuna karar verilirken, araştırma soruları, kullanılacak tekniği belirlemede önemli ölçüde yardımcı olmuştur. Veri toplamaya karar verilirken, daha önceden geliştirilmiş, geçerliliği ve güvenilirliği belirlenmiş ölçekler kullanılmıştır. Facebook kullanan Yaşar Üniversitesi öğrencilerine yöneltilen anket soruları ve kategorileri; Greenberg ‘in (1974) klasik kullanım ve doyumlar araştırması, Sherry, vd. (2006), Charney ve Greenberg (2001), ve Frogger (2009)’in araştırmalarından yararlanılarak hazırlanmıştır. Frogger’in (2009) araştırmasında oluşturduğu kullanım ve doyumlar kategorilerinden “cinsel çekicilik” ve “toplumsal kıyas/karşılaştırma” Facebook uygulamalarının incelenmesine uygun olmadığı için dışarıda bırakılmıştır ve “kaçış” kategorisi eklenmiştir. Bu kategori, rahatlama/kaçış olarak Ferguson ve Perse (2000), Parker ve Plank (2000), Ruggerio (2000) tarafından gerçekleştirilen araştırmalarında da kullanılmıştır.

Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı Çerçevesinde Facebook Uygulamalarının İncelenmesi: Yaşar Üniversitesi Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma

53 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Anket formu 57 sorudan oluşmaktadır. İlk 2 soru Facebook kullanıcısı gençlerin demografik özelliklerinin belirlenmesine yöneliktir. Demografik bilgiler bu kısımda fazla detaylı tutulmamıştır. Bunun en önemli sebebi örneklemin üniversite öğrencilerinden oluşmasından dolayı meslek ve gelir dağılımına dair sorgulama araştırma kapsamına alınmamıştır. Diğer 2 soru Facebook kullanım miktarının öğrenilmesi, 36 soru Facebook uygulamalarının kullanım ve doyumlar kuramı çerçevesinde hangi amaçlar için kullanıldığının değerlendirilmesini, 1 soru üniversite öğrencilerinin kaç Facebook uygulaması kullandığını, 9 soru ne tür Facebook uygulaması kullandıklarını, son 7 soru ise öğrencilerin Facebook uygulamaları hakkındaki tutumlarını öğrenmeyi amaçlamaktadır.

Yaşar Üniversitesi öğrencilerinin yaşlarının, Facebook ve Facebook uygulamaları kullanım miktarlarının, kaç tip Facebook uygulaması kullandıklarının öğrenilmesi için açık uçlu sorular, cinsiyetinin öğrenilmesi için nominal ölçek, Facebook uygulamalarının kullanım ve doyumlar kuramı çerçevesinde hangi amaçlar için kullanıldığını ölçmeyi amaçlayan 26 soru, ne tür uygulamaları kullandıklarını öğrenmeyi amaçlayan diğer sorular için 5’li Likert ölçek (1- Hiç Katılmıyorum, 2-Katılmıyorum, 3-Ne katılıyorum Ne Katılmıyorum, 4- Katılıyorum, 5- Tamamen Katılıyorum) kullanılmıştır.

Araştırma sonuçları, SPSS 15.0 istatistik paket programında değerlendirilmiştir. Analizlerde güvenilirlik analizi, sayı yüzde dağılımı, ortalama, korelasyon testi kullanılmıştır. Araştırma sonuçlarının değerlendirilmesinde; nominal ölçekte hazırlanan sorular için frekans dağılımı ve yüzdeleri, Likert ölçekte hazırlanan sorular için aritmetik ortalama ve standart sapmaları hesaplanmıştır. Ankette kullanılan ölçeğe uygulanan güvenilirlik analizinin sonucunda bulunan alpha katsayısı, ölçeğin güvenilir olduğunu göstermektedir (α = .872).

Araştırmanın Sınırlılıkları

Araştırmanın sınırlılıkları arasında maliyet ve zamanlama bulunmaktadır. Maliyet kısıtı, araştırmanın sadece Yaşar Üniversitesi öğrencileri üzerinde yapılmasını mümkün kılmıştır. Araştırmanın İzmir ve civarındaki diğer üniversitelerin final dönemlerine rastlaması sebebiyle oluşan zaman darlığı, araştırmanın sadece Yaşar Üniversitesi öğrencilerine yapılmasını zorunlu kılmıştır. Dolayısıyla araştırmada olasılıklı olmayan uygun örnekleme yöntemi kullanıldığından, elde edilen sonuçlar genellenemez. Ancak belirli bir şehrin belirli bir üniversitesi öğrencilerinin Facebook ve uygulamalarındaki kullanım ve doyumlar motivasyonlarını öğrenmek açısından anlamlıdır.

Bulgular ve Değerlendirme

Türkiye’de sosyal medya platformlarından Facebook her yaş ve kitleden kolay kabul görmüş ve aktif kullanıcı sayısı ile en çok kullanılan sosyal ağ hakine gelmiştir. Facebook’un bu kadar popüler olması sebepleri arasında, Youtube, Flickr, Twitter vb. sosyal ağlarda pek rastlanılmayan uygulamalara sıklıkla yer vermesi de gelmektedir. Socialbakers’dan (2012) alınan verilere bakıldığında özellikle liseli ve üniversiteli gençler arasında en çok tercih edildiği görülmektedir. Çalışmada bu yüzden özellikle üniversite öğrencilerine odaklanılmıştır.

Özlem Alikılıç, Göker Gülay, Sevtap Binbir

54 Sayı 37 /Güz 2013

Tablo 1. Cinsiyet

Cinsiyet Sıklık Geçerli YüzdeKadın 214 52,7Erkek 192 47,3Toplam 406 100,0

İzmir Yaşar Üniversitesi öğrencileri arasında yapılan bu araştırmaya katılan öğrencilerin (N= 406) % 52,7’si kadın (N= 214), % 47,3’ü (N= 192) ise erkeklerden oluşmaktadır. Bu tabloda görülebileceği gibi, araştırmaya katılan öğrencilerin cinsiyet dağılımlarının homojen olduğu söylenebilir.

Tablo 2. Yaş Dağılımı

Yaş Grupları Sıklık Geçerli

Yüzde15-19 23 5,720-24 341 84,025-29 42 10,3

Toplam 406 100,0Yaş Ortalaması (Mean) = 22,19

En Düşük Yaş = 18En Yüksek Yaş = 29

Anketi cevaplayan öğrencilerin yaşları en küçük 18, en büyük 29’dur. Örneklem kütlesindeki cinsiyet ve yaş dağılımlarını ortaya koyan Tablo 1 ve Tablo 2’ye bakıldığında, katılımcıların %5,7’i 15-19 yaş, %10,3’ü 25-29 yaş, %84’ü de 20-24 yaş aralığındadır. En düşük yaş 18 ve en yüksek yaş 29 iken yaş ortalaması 22,19’dur. Tablo 1’de yer alan yaş dağılımı özetlendiğinde Yaşar Üniversitesi’nde öğretim gören öğrencilerin ağırlıklı olarak 20-24 yaş arasında olduğunu söylemek mümkündür.

5 adet araştırma sorusundan yola çıkılarak betimleyici veriler değerlendirilmiş ve değişkenler arasındaki ilişkilerin ortaya konması için de 3 hipotez sınanmıştır.

Araştırma Sorusu 1. Yaşar Üniversitesi öğrencilerinin Facebook uygulamalarını kullanım ve doyum nedenleri nelerdir?

Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı Çerçevesinde Facebook Uygulamalarının İncelenmesi: Yaşar Üniversitesi Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma

55 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Tablo 3. Facebook Kullanım ve Doyum Nedenleri

Cinsiyet Zevkli Vakit

Geçirme

Günlük Hayatın

Stresinden Kaçış

Temel Faydalar

Mecra Amaçlı

Kullanım

Eski Bağları Tekrar Kurmak / Güçlendirmek

Bağlantı-lılık /

Karşılıklı Bağlantı

Toplumsal Enfor-masyon

Pazar Ortamı

Kadın Ortalama 3,34 3,05 3,46 2,77 3,63 2,74 2,69 2,14

Standart Sapma ,988 ,982 ,922 ,951 1,008 1,127 ,924 1,047

Erkek Ortalama 3,24 3,03 3,33 2,73 3,50 2,79 2,75 1,97

Standart Sapma 1,100 1,071 1,007 ,942 1,007 1,016 ,849 1,002

Toplam Ortalama 3,30 3,04 3,40 2,75 3,57 2,76 2,72 2,06

Standart Sapma 1,042 1,024 ,964 ,946 1,008 1,075 ,889 1,028

Facebook kullanım ve doyum faktörleri arasında, “eski bağları tekrar kurmak, güçlendirmek” nedeninin hem kadınlarda hem de erkeklerde en yüksek orana sahip olduğu görülmektedir. Bunun ardından, “temel faydalar” için kullanım oranı ikinci, “zevkli vakit geçirme” için kullanım oranı ise üçüncü sırada yer almaktadır.

H1 Üniversite öğrencilerinin kullanım ve doyum faktörleri ile cinsiyet arasında istatiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır.

Tablo 4. Cinsiyete Göre Kullanımlar ve Doyumlar Faktörlerine İlişkin Tek Yönlü Varyans (Anova) Analizi Sonuçları

Faktörler Varyansın Kaynağı F P

Zevkli Vakit Geçirme Gruplararası ,921 ,338

Günlük Hayatın Stresinden Kaçış Gruplararası ,045 ,831

Temel Faydalar Gruplararası 2,047 ,153

Mecra Amaçlı Kullanım Gruplararası ,158 ,691

Eski Bağları Tekrar Kurmak / Güçlendirmek Gruplararası 1,748 ,187

Bağlantılılık / Karşılıklı Bağlantı Gruplararası ,260 ,611

Toplumsal Enformasyon Gruplararası ,581 ,446

Pazar Ortamı Gruplararası 2,689 ,102

Kullanımlar ve doyumlar faktörleri ile cinsiyet, tek yönlü varyans (one way anova) yöntemiyle değerlendirildiğinde; günlük hayatın stresinden kaçış, zevkli vakit geçirme, temel faydalar, eski bağları tekrar kurmak/güçlendirmek, toplumsal enformasyon, pazar ortamı, mecra amaçlı kullanım ve bağlantılılık faktörleri ile cinsiyet değişkeni açısından

Özlem Alikılıç, Göker Gülay, Sevtap Binbir

56 Sayı 37 /Güz 2013

istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır (p>0.05). Dolayısıyla “üniversite öğrencilerinin kullanım ve doyum faktörleri ile cinsiyet arasında istatiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır” yönündeki birinci araştırma hipotezi doğrulanmamıştır. Buradan yola çıkarak üniversite öğrencilerinin Facebook’u kullanma motivasyonlarının cinsiyete göre değişmediği söylenebilir.

H2 Üniversite öğrencilerinin kullanım ve doyum faktörleri ile yaş arasında istatiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır.

Tablo 5. Facebook Kullanım ve Doyum Faktöleri ile Yaş Arasındaki İlişki

YaşZevkli Vakit

Geçirme

Günlük Hayatın

stresinden Kaçış

Temel Faydalar

Mecra Amaçlı

Kullanım

Eski Bağları Tekrar

Kurmak/Güçlendir-

mek

Bağlantılılık /Karşılıklı Bağlantı

Toplumsal Enformasyon

Pazar Ortamı

Yaş

Korelasyon Katsayısı 1,000 ,034 ,115(*) -,071 -,039 -,180(**) -,027 ,017 -,005

. ,495 ,021 ,154 ,438 ,000 ,585 ,738 ,915N 406 406 406 406 406 406 406 406 406

**Korelasyon 0.01 düzeyinde anlamlıdır. *Korelasyon 0.05 düzeyinde anlamlıdır.

Facebook kullanım ve doyum nedenleri ile yaş arasındaki ilişki tablosu incelendiğinde, aralarında belirgin bir korelasyon olmadığı görülmüştür. Bununla birlikte, yaş ve ‘günlük hayatın stresinden kaçış’ kullanım nedeni arasında düşük bir korelasyona rastlanmıştır, r=.115, p<.05. Yaş ve ‘eski bağları tekrar kurmak-güçlendirmek’ kullanım nedeni arasında da, düşük ve negatif bir korelasyon gözlenmiştir, r= -.180, p< .01. Dolayısıyla “üniversite öğrencilerinin kullanım ve doyum faktörleri ile yaş arasında istatiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır” yönündeki ikinci hipotez de doğrulanmamıştır.

Araştırma Sorusu 2. Yaşar Üniversitesi öğrencileri Facebook’ta en çok hangi tür uygulamaları tercih etmektedir?

Tablo 6. Kullanılan Uygulama Türleri

CinsiyetUygulama Türü

İş Uyg. Eğitim Uyg.

Eğlence Uyg.

Arkadaş - Aile Uyg.

Oyun Uyg.

Boş Zaman

Uyg.

Spor Uyg.

Yardımcı Uyg.

Yaşam Tarzı Uyg.

Kadın

Ortalama 2,27 2,88 3,23 3,19 2,74 2,69 2,30 2,82 2,89

Sıklık 214 214 214 214 214 214 214 214 214Standart Sapma 1,178 1,122 1,125 1,172 1,277 1,314 1,200 1,175 1,232

Erkek

Ortalama 2,20 2,67 3,15 2,87 2,77 2,64 3,00 2,82 2,88Sıklık 192 192 191 192 192 192 191 191 192Standart Sapma 1,160 1,150 1,196 1,219 1,369 1,254 1,361 1,254 1,264

Toplam

Ortalama 2,24 2,78 3,19 3,04 2,75 2,67 2,63 2,82 2,88Sıklık 406 406 405 406 406 406 405 405 406Standart Sapma 1,169 1,139 1,159 1,203 1,320 1,284 1,324 1,211 1,246

Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı Çerçevesinde Facebook Uygulamalarının İncelenmesi: Yaşar Üniversitesi Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma

57 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Kullanılan uygulama türlerini gösteren tablo incelendiğinde, kadın ve erkek öğrencilerin en çok eğlence uygulamalarını kullandığı gözlemlenirken, bunu kadınlarda arkadaş ve aile uygulamaları, erkeklerde ise spor uygulamaları izlemektedir. Toplamda ise sırasıyla en çok eğlence uygulamaları (M=3.19, SS=1.159), arkadaş-aile uygulamaları (M=3.04, SS= 1, 203) ve üçüncü sırada ise yaşam tarzı uygulamaları (M=2.88, SS=1.246) kullanılırken; uygulama türü kullanım oranı ile bağlantılı olarak en az kullanma oranı, her iki cinsiyet için de iş uygulamalarında (M=2,24, SS=1,169) gerçekleşmiştir.

Tablo 7. Facebook Uygulamaları Kullanım Oranının Cinsiyete Göre Dağılımı

CinsiyetKullanılan Uygulama Sayısı

5'den az 6 -10 arası 11-19 arası 20'den fazla Toplam

KadınSayı 124 47 19 14 204Yüzde 60,8% 23,0% 9,3% 6,9% 100,0%

ErkekSayı 113 52 14 7 186Yüzde 60,8% 28,0% 7,5% 3,8% 100,0%

ToplamSayı 237 99 33 21 390Yüzde 60,8% 25,4% 8,5% 5,4% 100,0%

Facebook uygulamalarının kullanım sıklık ve oranları incelendiğinde, kullanıcıların %60,8 gibi büyük bir oranda en fazla 5 uygulama kullandıkları görülmektedir. 6 ile 10 arasında uygulama kullananların oranı %25,4’dür. Uygulama kullanım oranlarını cinsiyete göre dağılımda belirgin bir farklılığa rastlanmamıştır.

Araştırma Sorusu 3. Yaşar Üniversitesi öğrencileri Facebook’ta en çok hangi uygulamalarda zaman geçirmektedir?

Tablo 8. Facebook’ta Harcanan Zamanın Uygulama Türüne Göre Dağılımı

Facebook’ta HarcananZaman

Uygulama Türü

İş Uyg.

Eğitim Uyg.

Eğlence Uyg.

Arkadaş - Aile Uyg.

Oyun Uyg.

Boş Zaman

Uyg.

Spor Uyg.

Yardımcı Uyg.

Yaşam Tarzı Uyg.

1-4 saat arası

Ortalama 2,20 2,79 3,19 3,00 2,55 2,49 2,51 2,76 2,77

Sıklık 268 268 268 268 268 268 267 268 268

Standart Sapma 1,169 1,157 1,146 1,210 1,287 1,219 1,281 1,235 1,254

5-10 saat arası

Ortalama 2,25 2,67 3,10 3,01 2,99 2,82 2,75 2,85 3,06

Sıklık 102 102 101 102 102 102 102 101 102Standart Sapma 1,132 1,120 1,179 1,206 1,263 1,262 1,331 1,152 1,233

10 saat ve üstü

Ortalama 2,41 2,97 3,47 3,41 3,62 3,62 3,15 3,18 3,24Sıklık 34 34 34 34 34 34 34 34 34Standart Sapma 1,209 1,000 1,161 1,076 1,280 1,349 1,480 1,086 1,046

Toplam

Ortalama 2,23 2,78 3,19 3,03 2,75 2,67 2,63 2,82 2,88Sıklık 404 404 403 404 404 404 403 403 404

Standart Sapma 1,162 1,136 1,156 1,201 1,318 1,280 1,322 1,206 1,241

Özlem Alikılıç, Göker Gülay, Sevtap Binbir

58 Sayı 37 /Güz 2013

Facebook’ta harcanan günlük zamanın uygulama türüne göre dağılımı incelendiğinde, 1-4 saat arası zaman harcayan kullanıcıların, en çok zamanı sırasıyla eğlence, arkadaş-aile ve eğitim uygulamalarında harcadığı; 5-10 saat arası zaman harcayan kullanıcıların ise en çok zamanı sırasıyla eğlence, yaşam tarzı, oyun uygulamalarına ayırdığı görülmektedir. 10 saat ve üzerinde harcanan zamanlarda, oyun uygulamaları ve boş zaman uygulamalarına aynı oranda zaman ayrılırken bunları arkadaş ve aile uygulamaları izlemektedir. Her kategoride en az zaman ayırılan uygulama iş uygulamaları olmuştur. Toplamda ise en çok zaman ayırılan uygulama türleri sırasıyla eğlence, arkadaş ve aile, yaşam tarzı uygulamaları olarak gözlemlenmektedir.

Tablo 9. Facebook’ta ve Facebook Uygulamalarında Geçirilen Zamanın Oranı

Facebook’ta Geçirilen Zaman

Facebook Uygulamalarında Geçirilen Zaman

Kullanım Süresi Geçerli Yüzde Geçerli Yüzde

1-4 saat arası 66,3% 83,5%

5-10 saat arası 25,2% 12,8%

10 saat ve üstü 8,4% 3,6%

Toplam 100,0% 100,0%

Facebook’ta ve Facebook uygulamalarında geçirilen zamanın oranları incelendiğinde, kullanıcıların %66,3’lük ağırlıklı bir yüzdeyle hem Facebook’ta hem de Facebook uygulamalarında 1 ile 4 saat arasında zaman geçirdiği görülmektedir.

Tablo 10. Facebook’ta ve Facebook Uygulamalarında Geçirilen Zaman Arasındaki İlişki

Facebook’ta Geçirilen Za-man

Facebook Uygulamalarında Geçirilen Zaman

Facebook’ta Geçirilen Zaman

Korelasyon Katsayısı 1,000 ,744 (**)

Sig. (2-tailed) . ,000N 405 397

**Korelasyon 0.01 düzeyinde anlamlıdır.

Facebook’ta ve Facebook uygulamalarında geçirilen zaman arasındaki ilişki incelendiğinde, aralarında kuvvetli bir korelasyon olduğu görülmektedir, r=.744, p<.01. Tablo 9 ile birlikte ele alındığında bu durum, kullanıcıların Facebook’ta geçirdikleri zaman arttıkça, Facebook uygulamalarında geçirdiklerini sürenin de arttığı şeklinde yorumlanabilir.

Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı Çerçevesinde Facebook Uygulamalarının İncelenmesi: Yaşar Üniversitesi Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma

59 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Araştırma Sorusu 4. Yaşar Üniversitesi öğrencileri ne tür uygulamalara izin vermektedir?

Tablo 11. İzin İsteme Türüne Göre İzin Verme Oranı

Şahsi bilgilerime erişmeyi isteyen uygulamalara izin veriyorum

İleride tanıtım amaçlı e-mail gönderme izni isteyen uygulamalara izin veriyorum

Duvarıma durum mesajları, notlar, fotoğraflar ve videolar gönder-ebilmek için izin isteyen uygula-malara izin veriyorum.

Ortalama 2,29 2,33 2,51Standart Sapma 1,217 1,193 1,338

Kullanıcıların, Facebook uygulamalarının kendilerinden istediği izinlere yönelik eğilimlerini verdiğini açıklayan Tablo 11’deki veriler incelendiğinde, kullanıcıların en çok Facebook duvarına içerik göndermek isteyen uygulamalara izin verdiği görülmektedir, (M=2.51, SS=1.338). En düşük izin verme oranı ise şahsi bilgilere erişim isteyen uygulamalarda gerçekleşmektedir, (M=2.29, SS=1,217).

H3 Üniversite öğrencilerinin kullandıkları uygulama türü ve uygulamalara izin verme tutumları arasında istatiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır.

Tablo 12. Facebook Uygulamalarının Kullanım Sıklığı ile İzin Verme Davranışına Yönelik Tutumlar Arasındaki İlişki

İş Uyg. Eğitim Uyg.

Eğlence Uyg.

Arkadaş ve Aile Uyg.

Oyun Uyg.

Boş Za-man Uyg.

Spor Uyg.

Yardımcı Uyg.

Yaşam Tarzı Uyg.

Temel bilgilere erişimden rahatsız olma

Korelasyon Katsayısı -,009 ,171(**) ,156(**) ,173(**) ,005 ,093 ,031 ,125(*) ,003

,849 ,001 ,002 ,000 ,915 ,061 ,533 ,012 ,949N 405 405 404 405 405 405 404 404 405

Maillerden ve izin isteklerinden rahatsız olma

Korelasyon Katsayısı ,015 ,108(*) ,106(*) ,132(**) ,027 ,074 ,097 ,063 ,002

,769 ,030 ,034 ,008 ,588 ,139 ,051 ,207 ,960N 406 406 405 406 406 406 405 405 406

Duvara gönnder-ilenlerden rahatsız olma

Korelasyon Katsayısı ,053 ,116(*) -,013 ,068 ,023 ,039 ,027 ,075 -,006

,283 ,020 ,792 ,174 ,638 ,429 ,589 ,131 ,900N 406 406 405 406 406 406 405 405 406

**Korelasyon 0.01 düzeyinde anlamlıdır. *Korelasyon 0.05 düzeyinde anlamlıdır.

Tablo 13’de, çeşitli türlerdeki Facebook uygulamalarının kullanım sıklığı ile izin verme oranları arasındaki ilişki gösterilmektedir. Tabloya göre; eğitim (r=.171, p<.01), eğlence (r=.156, p<.01), aile-arkadaş (r=.173, p<.01) ve yardımcı uygulamaların (r=.125, p<.05) kullanımı arttıkça temel bilgilere erişiminden rahatsız olma durumunun da arttığını

Özlem Alikılıç, Göker Gülay, Sevtap Binbir

60 Sayı 37 /Güz 2013

gösteren, düşük de olsa istatistiki olarak anlamlı bir pozitif korelasyon saptanmıştır. Dolayısıyla “üniversite öğrencilerinin kullandıkları uygulama türü ve uygulamalara izin verme tutumları arasında istatiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır” yönündeki hipotez kısmen doğrulanmıştır.

Araştırma Sorusu 5. Yaşar Üniversitesi öğrencileri Facebook uygulamaları aracılığı ile bilgilerine erişilmesi konusunda ne düşünmektedir?

Tablo 13. Yaşar Üniversitesi Öğrencilerinin Facebook Uygulamaları Aracılığı ile Bilgilerine Erişilmesi Konusundaki Tutumlarının Cinsiyete Göre Dağılımı

CinsiyetTemel Bilgilere Erişimden Rahatsız Olma

E-posta Gönderilebilmesi İçin Yapılan İsteklerinden Rahatsız Olma

Facebook Duvarına du-rum mesajları, notlar, fotoğraflar ve vide-olar gönderilmesinden rahatsız olma

Kadın

Ortalama 3,36 3,07 3,07N 214 214 214Standart Sapma 1,400 1,305 1,429

Erkek

Ortalama 3,15 3,11 2,97N 191 192 192Standart Sapma 1,463 1,300 1,332

Toplam

Ortalama 3,26 3,09 3,03N 405 406 406Standart Sapma 1,432 1,301 1,383

Kullanıcıların Facebook uygulamaları aracılığı ile bilgilerine erişilmesi konusundaki tutumları incelendiğinde, en çok ad, profil resmi, cinsiyet, arkadaş listesi gibi kullanıcı kimliğini temsil eden temel bilgilere erişimden rahatsız oldukları görülmektedir, (M=3.36, SS=1.400). Bu durumu, e-posta gönderilebilmesi için yapılan isteklerden rahatsız olma ve Facebook duvarına içerik gönderilmesinden rahatsız olma tutumu izlemektedir. Tablo cinsiyete dayalı olarak değerlendirildiğinde, cinsiyetler arasında tutum farklılığının az olduğu söylenebilmektedir.

İzin verme oranlarının ortaya konduğu Tablo 11 ile birlikte incelendiğinde ise, kullanıcıların rahatsız oldukları isteklerin türü ile izin verdikleri isteklerin türü arasında ters orantı olduğu ve tutarlılık gösterdiği gözlemlenmektedir. Bir diğer deyişle öğrencilerin rahatsız olma oranları arttıkça, izin verme oranları azalmıştır. Bu bulgu araştırma ölçeğinin de tutarlılığını göstermektedir.

Bulgular ve Tartışma

Araştırma bulgularında öncelikle, 406 öğrencinin (% 52,7 kadın, % 47,3 erkek) Facebook kullanım ve doyum nedenleri arasında, “eski bağları tekrar kurmak, güçlendirmek” nedeninin hem kadınlarda (M=3,63) hem de erkeklerde (M=3,50) en

Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı Çerçevesinde Facebook Uygulamalarının İncelenmesi: Yaşar Üniversitesi Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma

61 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

yüksek orana (M=3,57) sahip olduğu gözlenmiştir. Bunun ardından, “temel faydalar” ikinci (M=3,40), “zevkli vakit geçirme” ise üçüncü sırada (M=3,30) yer almaktadır. Bu çalışmada Frogger’ın (2009) yapmış olduğu çalışma ile benzer bulgular gözlenmiştir. Frogger’ın çalışmasında yalnızca birinci ve ikinci sıradaki motivasyonların yer değiştirdiği; birinci sırada temel faydalar, ikinci sırada da eski bağları güçlendirmek yer almıştır. Keza Akyıldız ve Argan’ın (2011) çalışmalarında “fotoğraf, video ve etkinlik takibi (Temel Faydalar)” birinci sırada, “şehirden uzak arkadaşlarla temas (Eski bağlar), ikinci sırada yer almış; “zevkli vakit geçirmek”, mevcut bulguyu destekleyerek üçüncü sırada yer almıştır. Her iki çalışmada birinci ve ikinci sıra yer değiştirmiş olmasına karşın, majör bir fark teşkil etmemektedir.

Park, Kee ve Valenzuela (2009) Facebook üzerine benzer bir çalışma gerçekleştirmişler ve bulguları sonucunda, Facebook kullanım ve doyum nedenleri arasında, “eski bağları tekrar kurmak, güçlendirmek” (sosyalleşme) nedeninin en yüksek çıktığı, bunun ardından da “zevkli vakit geçirme”(eğlence)nin ikinci sırada çıktığını paylaşmışlardır. İnternet ve sosyal ağlarla ilgili kullanım ve doyumlar faktörlerinin araştırılmasında, bir diğer çalışma da Akçay (2011) tarafından gerçekleştirilmiştir. Akçay da bulgularında Park, Kee ve Valenzuela (2009)’nın bulgularına benzer; “sosyal çevre edinme – sosyalleşme”yi birinci sırada, “eğlence-boş vakit geçirme” yi ikinci sırada, “rahatlama-stresten uzaklaşma” yı üçüncü sırada bulmuştur. Ray (2007) ise Park, Kee ve Valenzuela (2009)’dan ve Akçay’dan (2009) farklı olarak; sosyalleşme ihtiyaçlarını en son sırada bulmuştur. Ona göre kullanıcıların sosyal ağları, öncelikle eğlence sonra gözetim ve oyalanma ihtiyaçları için kullandıkları sonucuna ulaşmıştır.

Küçükkurt vd.(2009) kullanımlar ve doyumlar kuramı perspektifinden üniversite öğrencilerinin medyaya bakışını ölçmek amacıyla yapmış oldukları çalışmada ise yukarıdaki bulgulardan daha farklı bir veriye ulaşmışlardır. Küçükkurt vd.’nin (2009) çalışma sonuçlarına göre, kullanım ve doyum faktörlerinden “duygusal ihtiyaçlar” (yeni arkadaşlıklar kurmak) birinci sıradadır. Mevcut çalışmada bu faktör, “Bağlantılılık- karşı bağlantılılık” faktörü içinde incelenmiştir. Ancak bu faktör söz konusu çalışmada beşinci sıradadır ( M = 2.76). Küçükkurt vd.’nin (2009) çalışmasında sırasıyla “bilişsel ihtiyaçlar (eğitim, bilgi toplama), ikinci sırada; “gerçeklerden kaçış (stresten kaçış)” üçüncü sırada yer almıştır. Mevcut çalışmada ise “Toplumsal enformasyon (bilişsel ihtiyaçlar)” 6. sırada (M = 2.75); “Günlük hayatın stresinden kaçış (gerçeklerden kaçış)” 4. sırada (M = 3.04) yer almıştır.

Araştırmanın önceki araştırmalardan farkı olarak Facebook uygulamalarına da yer vermesinden yola çıkarak, elde edilen bir diğer önemli bulgu da gençlerin bu uygulamaları ne oranda tercih ettiğidir. Araştırmaya katılan Yaşar Üniversitesi öğrencilerinin yarısından fazlasının (% 60,8) en fazla beş uygulamayı kullandıkları gözlemlenmiştir. 6-10 arasında uygulama kullananların oranı da (% 25) küçümsenmeyecek bir orandır. Facebook uygulamalarının kullanım oranlarına bakıldığında da, eğlence uygulamalarının (M=3.19) en yüksek oranda kullanılan uygulama türü olduğu gözlemlenmektedir. İkinci sırada, arkadaş ve aile uygulamaları M=3.04) yer almakta, üçüncü sırada ise yaşam tarzı uygulamaları (M=2.88) saptanmıştır. Yazın araştırması sırasında, Facebook uygulamaları üzerine yapılmış bir kullanımlar ve doyumlar araştırmasına rastlanılmadığı için, bu

Özlem Alikılıç, Göker Gülay, Sevtap Binbir

62 Sayı 37 /Güz 2013

bulguların önceki çalışmalarla ilişkilendirilmesi söz konusu olamamıştır.

Araştırma sonucunda Yaşar Üniversitesi öğrencilerinin büyük bir çoğunluğunun (% 66) gün içinde Facebook’ta 1 – 4 saat arasında zaman geçirdikleri saptanmıştır. Ancak araştırmada, Facebook üzerinde geçirilen zaman ile Facebook uygulamalarında geçirilen zaman arasındaki ilişki incelendiğinde, aralarında kuvvetli bir korelasyon olduğu görülmüştür (r=.744, p<.01). Bu durum, yukarıda Tablo 9’da da görülebileceği gibi, kullanıcıların Facebook’ta geçirdikleri zaman arttıkça, Facebook uygulamalarında geçirdiklerini sürenin de arttığı şeklinde yorumlanabilir. Hatta üniversite öğrencilerinin bu uygulamaları kullanmak için Facebook’a girdikleri de sonuçlar ışığında gözlemlenebilir.

Facebook’ta harcanan günlük zamanın uygulama türüne göre dağılımı incelendiğinde, 1-4 saat arası zaman harcayan kullanıcıların, en çok zamanı sırasıyla eğlence, arkadaş-aile ve eğitim uygulamalarında geçirdiği; 5-10 saat arası zaman harcayan kullanıcıların ise en çok zamanı sırasıyla eğlence, yaşam tarzı, oyun uygulamalarında geçirdiği görülmektedir. Her kategoride en az zaman ayırılan uygulama iş uygulamaları olması da anlamlıdır.

Bir diğer bulgu da, kullanıcıların en çok Facebook duvarına içerik göndermek isteyen uygulamalara izin verdiği görülmüştür (M=2.51). En düşük izin verme oranı ise şahsi bilgilere erişim isteyen uygulamalarda gerçekleşmektedir (M=2.29). Buradan yola çıkarak, Yaşar Üniversitesi’nde okuyan üniversite öğrencilerinin şahsi bilgilere erişim isteyen uygulamalar konusunda olumsuz tutumları olduğu söylenebilir.

Öğrencilerin Facebook uygulamaları aracılığı ile bilgilerine erişilmesi konusundaki tutumları incelendiğinde, en çok ad, profil resmi, cinsiyet, arkadaş listesi gibi kullanıcı kimliğini temsil eden temel bilgilere erişimden rahatsız oldukları görülmüştür (M=3.36). Bu durumu, e-posta gönderilebilmesi için yapılan isteklerden rahatsız olma ve Facebook duvarına içerik gönderilmesinden rahatsız olma tutumu izlemiştir. Araştırma bulguları cinsiyete dayalı olarak incelendiğinde, cinsiyetler arasında tutum farklılığının az olduğu görülmüştür. Örneğin, Facebook kullanım ve doyum nedenlerinin cinsiyete göre dağılımı (Tablo 2), kullanılan uygulama türleri (Tablo 7) ve katılımcıların Facebook uygulamaları aracılığı ile bilgilerine erişilmesi konusundaki tutumları (Tablo 14) ile ilgili verilere bakıldığında cinsiyetler arasında istatiksel olarak anlamlı bir tutum farklılığı olmadığı ortaya çıkmaktadır. Konuyla bağlantılı bir diğer bulgu da, öğrencilerin rahatsız olma oranları arttıkça, izin verme oranlarının azalmış olduğudur.

Bu çalışmada önceki çalışmalarda araştırma kapsamına alınmamış olan, Facebook uygulamalarıyla ilgili üniversite öğrencilerinin kanaat ve tutumları hakkındaki bulgulara dikkat çekilmiştir. Ancak bu çalışma yukarıda da değinildiği gibi sadece İzmir Yaşar Üniversitesi’nde okuyan öğrencilerle sınırlıdır. Ancak üniversite öğrencilerinin Facebook uygulamalarını tercih etmelerini kullanımlar ve doyumlar kuramı çerçevesinden incelemesi açısından anlamlıdır. Bu çalışmanın ileriki zamanlarda İzmir’deki diğer üniversitelerin öğrencilerini de kapsamına alarak geliştirilmesi hem daha geniş veri elde edilmesine hem de karşılaştırma yapılabilmesine imkan tanıyacaktır. İlaveten şu da belirtilmelidir ki Facebook sosyal medya platformlarından sadece bir tanesidir. Üniversite öğrencilerinin diğer sosyal medya platformlarını ve o ortamlarda kullanılan diğer uygulamaları neden ve hangi kullanımlar ve doyumlar motivasyonları çerçevesinde kullandıkları da ölçülebilir.

Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı Çerçevesinde Facebook Uygulamalarının İncelenmesi: Yaşar Üniversitesi Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma

63 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Kaynaklar

Akçay, Habibe., (2011). “Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Bağlamında Sosyal Medya Kullanımı: Gümüşhane Üniversitesi Üzerine Bir Araştırma”, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, Güz, Sayı 33, S. 137-161.

Akyıldız, M. ve Argan, M., (2011). “Using Online Social Networking: Students’ Purposes of Facebook Usage at the University of Turkey”, http://www.aabri.com/LV11Manuscripts/LV11094.pdf. Erişim tarihi: 02.01.2012.

Alexa, (2012). “Top Sites in Turkey”, http://www.alexa.com/topsites/countries/TR. Erişim tarihi: 19.12.2012.

Alikılıç, Özlem, (2011). Halkla İlişkiler 2.0 Sosyal Medyada Yeni Paydaşlar, Yeni Teknikler, Ankara, Efil Yayın Evi.

Ayhan, B. ve Balcı, Ş., (2009). “Kırgızistan’da Üniversite Gençliği ve İnternet: Bir Kullanımlar ve Doyumlar Araştırması”, Bilig Journal of Social Sciences of the Turkish World, 48, s. 13-40.

Balcı, Ş. Akar, H. ve Ayhan, B., (2010). “Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı Çerçevesinde Seçim Dönemlerinde Gazete Okuma Alışkanlıkları ve Motivasyonlar: Konya Örneği”, http://www.ilet.gazi.edu.tr/dergi/30/3_S_Bal_H_Akar_B.pdf. Erişim tarihi: 12.11.2011.

Baltaretu, C. M. ve Balaban, D. C., (2010). “Motivation in Using Social Network Sites by Romanian Students: A Qualitative Approach”, Journal of Media Research, 6/2010: 67-74.

Bantz, Charles. R., (1982). “Exploring Uses and Gratifications: A Comparison of Reported Uses Of Television and Reported Uses of Favorite Program Types”. Communication Research, 9: 352- 379.

Bayram, Fatih, (2008). “Gazete Okurlarının Motivasyonları ve Doyumları Üzerine bir Kullanımlar ve Doyumlar Araştırması”, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 8/1: 321–336.

Body, D., ve Ellison, N., (2007). “Social Network Sites, History, and Scholarship”. Journal of Computer- Mediated Communication, http://jcmc.indiana.edu/vol13/issue1/boyd.ellison.html. Erişim tarihi: 25.09.2011.

Bumgarner, Brett A., (2007). “You Have Been Poked: Exploring The Uses and Gratifications of Facebook Among Emerging Adults”, http://firstmonday.org/htbin/cgiwrap/bin/ojs/index.php/fm/article/viewArticle/2026/1897. Erişim tarihi: 25.09.2013.

Charney, T. ve Greenberg, B.S., (2001). “Uses and Gratifications of the Internet”, C.A. Lin ve D. J. Atkin (eds.), Communication Technology and Society: Audience Adoption and Uses of The New Media içinde, (s. 379-407). NJ: Hampton: Cresskill.

Chen, Gina Masullo, (2011). “Tweet This: A Uses and Grafitications Perspective

Özlem Alikılıç, Göker Gülay, Sevtap Binbir

64 Sayı 37 /Güz 2013

on How Active Twitter Use Graffities a Need to Connect With Others”, Computers in Human Behaviour, 27/2: 755-762.

Cohen, Akiba A.,(1996). “New Needs New Uses and New Gratifications In News Research”. Journal of Behavioral and Social Science, 1:1-10.

Dimmick, J. W.; Sikand, J., ve Patterson, S. J., (1994). The Gratifications of the Household. Dordrecht, Netherlands: Kluwer Academic Publishers.

Donohew, R. K., Nair ve S. Finn., (1984). Automaticity, Arousal and Information Exposure, Beverly Hills, California: Sage Publications.

Eighmey, J ve Mccord, L., (1998). “Adding Value in the Information Age: Uses and Gratifications of sites on the WWW”, Journal of Business Research, 41: 187-194

Elliot, Philip, (1974). Uses and Gratifications Research: A Critique and A Sociological Approach, Beverly Hills, Sage Publications

Erdoğan, İ. ve Alemdar, K., (2002). Öteki Kuram: Kitle Iletişimine Yaklaşımların Tarihsel ve Eleştirel Bir Değerlendirilmesi, Ankara: Pozitif Matbaacılık.

Erkuş, Adnan, (2009). Davranış Bilimleri İçin Bilimsel Araştırma Süreci. (2. Baskı). Ankara: Seçkin Yayıncılık.

Facebook, (2011). Uygulamalar, “http://www.facebook.com/apps”, Erişim tarihi: 25.09.2011.

Ferguson ve Perse, E., (2000). “The WWW as a Functional Alternative to TV”, Journal of Broadcasting and Electronic Media, 44:155-174.

Flanagin A. J., Metzger M. J., (2001). “Internet Use in the Contemporary Media Environment”, Human Communication Research, Vol. 27, No. 1, January , ss. 153–181

Foregger, Sarah, (2009). The Uses and Gratifications of Facebook.com, NCA 95th Annual Convention, Chicago Hilton & Towers, Chicago, IL, Kasım 2011.

Gerson, William, (1966). “Mass Media Socialization Behavior: Negro-White Differences”, Social Forces, 45/1, ss. 40-50.

Greenberg, B. S. ve Dominick, J. R., (1969). “Radical and Social Class Differences in Teen- Agers’ Use of Television”, Journal of Broadcasting, 13, ss. 331-344.

Greenberg, Bradley, (1974). “Gratifications of Television Viewing and Their Correlates For British Children”, The Uses of Mass Communications: Current Perspectives on Gratifications, J. G. Blumler & E. Katz (eds.), Beverly Hills, CA: Sage Pub, ss. 71-92.

Güngör, Nazife, (2011). İletişim Kuramlar ve Yaklaşımlar, Ankara: Siyasal Kitapevi

Herzog, Herta, (1944). “Motivations and Grafitications of Daily Serial Listeners”, W. Schramm (Ed.), The Process and Effects of Mass Communication, Urbana University of Ilinois Press, ss.50-55.

Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı Çerçevesinde Facebook Uygulamalarının İncelenmesi: Yaşar Üniversitesi Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma

65 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

IAB, (2011). “Türkiye İnternet Ölçümleme Araştırması”, http://www.iab-turkiye.org/files/newsletter/iab_newsletter-Mart_2011.pdf, Erişim tarihi: 25.09.2011.

Katz, Elihu, (1959). “Mass Communication Research and The Study of Culture”, Studies in Public Communication, ss. 2:1-6.

Katz, E. ve Foulkes, D., (1962). “On the Use of the Mass Media as “Escape”: Clarification of a Concept”, Public Opinion Quarterly, 26/1962: 377 – 388.

Katz, E., Blumler, J. G. ve Gurevitch, M., (1974). “Uses and Gratifications Research”, The Public Opinion Quarterly, 37/4:509-523 (Winter, 1973-1974).

Kaye, B., K. ve Johnson, T. J., (2004). “A Web For All Reasons: Uses and Gratifications of Internet Components for Political Information”, Journal of Telematics and Informatics, 21: 197-223.

Kırhan, Aylin, (2007). “Üniversite Öğrencilerinin Tematik Televizyon Kanal Tercihleri Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı- Sosyal Öğrenme Kuramı Çerçevesinde Maltepe Üniversitesi’nde Bir Çalışma” Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Maltepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Ko, Hanjun, (2000). “Internet Uses and Gratifications: Understanding Motivations for Using The Internet”, Annual Meeting of the Association for Education, Journalism and Mass Media Communication Meeting, (August 9-12).

Ko, H., Cho, C. ve Roberts, M., (2005). “Internet Uses and Gratifications”, Journal of Advertising, 34/2: 57–70

Kubey, R. ve Csikzentmihalyi, M., (1990). Television and the Quality of Life: How Viewing Shapes Everyday Experience, Hillsdale, N.J: Lacrence Erlbaum. ,

Küçükkurt M., vd., (2009). “Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı Perspektifinden Üniversite Öğrencilerinin Medyaya Bakışı”. Selçuk İletişim Dergisi: Cilt: 6, Sayı: 1, ss:37-50.

Larose, R., Mastro, D. ve Eastin, M., S., (2001). “Understanding Internet Usage: A Social, Cognitive Approach to Uses and Gratifications”, Social Science Computer Review, 19/4: 395-413.

Larose, R., ve Eastin, M., (2004). “A Social Cognitive Explanation of Internet Uses And Gratifications: Toward a new theory of media attendance”, Journal of Broadcasting and Electronic Media, 48/3, 458-477.

Leung, Louis, (2001). “College student motives for chatting in ICQ”, New Media & Society 3, s. 483–500.

Leung, L. ve Wei, R., (2000). “More Than Just Talk On The Move: Uses and Gratifications of The Cellular Phone”, Journalism and Mass Communication Quarterly, 77 (2), ss. 308-320.

Li, Dan, (2005). “Why Do You Blog: A Uses and Gratifications Inquiry into Bloggers’ Motivations”. Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Marquette University, Milwaukee, Wisconsin.

Özlem Alikılıç, Göker Gülay, Sevtap Binbir

66 Sayı 37 /Güz 2013

McLeod, J. M. ve Becker, L., B., (1974) “Testing The Validity of Gratification Measures Through Political Effects Analysis”. J. Blumler and E. Katz (eds.) The Uses of Mass Communications: Current Perspectives on Gratifications Research. Beverly Hills, Calif.: Sage. ss. 157-166.

McQuail, D.,Blumler, J. G., ve Brown, J., (1972) “The Television Audience: A revised perspective”, D. McQuail (Ed.), Sociology of Mass Communication. Middlesex, England: Penguin, ss. 135-165.

Mendelsohn, Harold, (1964). Listening to Radio. Free Press, New York.

Newhagen , E. J. ve Rafaeli, S., (1996) “Why Communication Researchers Should Study the Internet: A Dialogue”, Journal of Communication, Mart: 4–13.

Nyland, R. ve Near, C., (2007). “Jesus is My Friend: Religiosity as a Mediating Factor In The Use Of Online Social Networks”. AEJMC 2007 Konferansı, Şubat 23-24, Reno, Nevada.

Papacharissi, Z., ve Rubin, A. , M., (2000). “Predictors of Internet Use”. Journal of Broadcasting & Electronic Media , 44/2, ss. 175-196.

Park, N, Kee K. F. ve Valenzuela, S., (2009). “Being Immersed in Social Networking Environment: Facebook Groups, Uses and Gratifications and Social Outcomes”, Cyber Psychology & Behavior, 12/6, ss. 729-733.

Parker, B. J.ve Plank, R. E., (2000). “A Uses And Gratifications Perspective On The Internet As A New Information Source”, American Business Review, 18, ss. 43-49.

Perse, Elizabeth M., (1986). “Soap Opera Viewing Patters of College Students and Cultivation”, Journal of Broadcasting and Electronic Media, 30, s. 175-193.

Rafaeli, Sheizaf, (1986). “The Electronic Bulletin Board: A Computer-Driven Mass Medium”, Computers and the Social Science, 2, ss. 123-136.

Ray, Mary Beth., (2007). Needs, Motives And Behaviors In Computer Mediated Communication: An Inductive Exploration of Social Networking Websites. International Communication Association, TBA, San Francisco.

Recchiuti, Janice K., (2003). “College Student’s Uses And Motives For E-Mail, Instant Messaging and Online Chat Rooms”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, University of Delaware, Newark, Delaware.

Rubin, A. M. ve S. Windahl, (1986). “The Uses and Dependency Model of Mass Communication”. Critical Studies in Mass Communication, 3:184-199.

Rubin, A. M. ve Rubin, R. B., (1982). “Contextual Age and Television Use”, Human Communication Research, 8, ss. 228-244.

Rubin, A. M. ve Perse E. M., (1987). “Audience Activity And Soap Opera Involvement: A Uses And Effects Investigation”, Human Communication Research, 14, ss.24.

Kullanımlar ve Doyumlar Kuramı Çerçevesinde Facebook Uygulamalarının İncelenmesi: Yaşar Üniversitesi Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma

67 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Rubin, A. M. ve Bantz, C. R., (1987). “Utility of Videocassette Recorders”, American Behavioral Scientist, 30, ss. 471-485.

Rugerrio, Thomas. E., (2000). “Uses and Gratifications Theory in the 21st Century”, Mass Communication & Society, 3/1, ss. 3–37.

Schram, W., Jack L. ve Edwin B., (1961). Television in The Lives of Our Children, Standford, Cal.: Standford University Press.

Severin, W. J ve Tankard, J., (2001). Communication Theories: Origins, Methods and Uses in the Mass Media. 5. Baskı, New York: Addison Wesley Longman.

Sherry, J. Lucas, K. Greenberg, B. ve Lachlan, K., (2006). Playing Video Games. Motives, Responses and Consequences içinde, “Video Game Uses and Gratifications as Predictors of Use and Game Preference” (der.), P. Vorderer & J. Bryant Mahwah, NJ, Lawrence Erlbaum Associates, ss. 213-224.

Smock, A.D, Ellison, N.B. Lampe, C. ve Wohn, D.Y., (2011). “Facebook as a Toolkit: A Uses and Grafitication Approach to Unbundling Feature Use”, Computers in Human Behaviour, Vol. 27:6, ss. 2322-2329

Stafford, T. F. ve Stafford, M., R., (2004). “Determining Uses and Gratifications of Internet Use”, Decision Sciences, 35/2, ss. 259-288.

Socialbakers, (2012). “Turkey Facebook Statistics”, http://www.socialbakers.com/facebook-statistics/turkey, Erişim tarihi:19.12.2012.

Statcounter, (2012). “Statcounter Global Stats”, http://gs.statcounter.com/#social_media-TR-monthly-201201-201212-bar, Erişim tarihi:19.12.2012.

Urista, M. A., Qingwen, D. ve Kenneth D. Day, (2009). “Explaining Why Young Adults Use MySpace and Facebook. Human Communication”. A Publication of the Pacific and Asian Communication Association, Vol. 12, No. 2, ss.215 - 229.

White, Robert. A., (1994). “Motivation in Using Social Network Sites by Romanian Students. A Qualitative Approach”, Audience Interpretation of Media: Emerging Perspectives”, Communication Research Trends, 14/3: 3-36.

Özlem Alikılıç, Göker Gülay, Sevtap Binbir

Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi

Copyright - 2013 Bütün Hakları SaklıdırE-ISSN: 2147-4524

İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 37 / Güz 2013

1980 Sonrası Türk Sinemasında Delilik Okumaları

Readings of Insanity in post-1980 Turkish Cinema

Öznur Vuran DOĞAN, Sağlık Bakanlığı,E-posta: [email protected]

Öz

Genelde normal ve anormal, özelde ise deli ve akıllı kavramlarının gündelik kullanımları düşünce dünyamıza ilişkin önemli ipuçları sunmaktadır. Modern toplumlarda ve geleneksel toplumlarda deliliğe ilişkin zihniyet farklılıkları vardır. Çalışmanın ana temasını bu farklılıklar oluşturmaktadır. Bu zihniyet farkına ilişkin incelenen metinlerde öykü ve söylem üzerinde durulmuştur. Türk sinemasında delilik, seksen sonrası filmlerden seçilen beş filmde okunmaya çalışılmıştır.

Abstract

Daily use of the concept of normal and abnormal in general and mad and smart in particular, provides important clues about our world of thought. There are mentality differences regarding insanity between Modern and Traditional civilizations. These differences constitute the main theme of the study. These texts, focus on story and discourse. Representation of insanity in Turkish Cinema are examined in five movies produced after 1980s.

Anahtar Kelimeler:

Delilik, Normal, Anormal, Sinema, Öykü, Söylem.

Keywords:

İnsanity, Normal, Abnormal, Cinema, Story, Discourse.

69 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Giriş

İçinde bulunduğumuz yüzyılda kullandığımız her bir kavrama, yaptığımız her bir adlandırmaya bir arkeolojik kazının çıktısı olarak bakıyoruz. Tarihin muktedir olanların zaferleri dışında kaybedenlerin kaybediş hikâyeleriyle yeniden yazılması, elimizdeki her metni bir kez de bu gözle okumayı gerekli kılıyor. Hapishane, tımarhane, hastane, genelev tarihleri ve ürettikleri kavramlarla –suç, ceza, suçlu, akıllı, deli, hasta, sağlıklı, fahişe, namuslu- iktidarın hükmetme mekanizmalarını toplumun kılcal damarlarına kadar taşıyor ve burada iktidarı tekrar üretiyor.Bu nedenle kullanılan her bir kavramın, kategorinin iktidar ile ilişkisi bulunmaktadır. Çalışmada delilik bir anormallik kategorisi olarak bu bağlamda düşünülmüş ve filmler deliliğe ilişkin söylemi ve iktidar etme mekanizmalarını anlamaya dönük bir çabayla okunmuştur.

Çalışma iki ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde delilik ve akıl tartışmaları üzerinde durulmuştur. Deliliğe ilişkin genel bir bakış açısı verildikten sonra modernite ile modernite öncesinin deliliğe ilişkin zihniyeti anlaşılmaya çalışılmıştır. Batı’nın Aydınlanma ile kurguladığı modernist akıl, diğer tüm “anormaller” ile birlikte deliliği de ayrıntılı bir biçimde tanımlamış ve bir kategori olarak belirlemiştir. Foucault’un deyimiyle artık deli insan kendinin derinlerindeki bir canavar değil de insanın çoktan insanlıktan çıktığı tuhaf mekanizmaları olan bir hayvan haline gelmiştir. Bu yeni haliyle delilik artık bir kategoridir. Akıllı yurttaşın tanımlamaları ile oluşturulmuş, Rönesans düşüncesinde aklın orta noktasında fazlasıyla içsel bir benzerliğin yakın ve tehlikeli varlığını temsil eden delilik, şimdi dünyanın öteki ucuna atılmış, dışlanmıştır (Foucault, 1995: 206).

Çalışmanın ikinci bölümünde sinemanın delilik ve normallik ile olan ilişkisi öykü ve söylem üzerinden tartışılmıştır. Türk sinemasında delilik, seksen sonrası filmlerden seçilen beş filmde okunmaya çalışılmıştır. Ömer Kavur’un Anayurt Oteli (1986), Mahinur Ergun’un Medcezir Manzaraları (1989), Tunç Başaran’ın Kaçıklık Diploması (1998), Yılmaz Erdoğan, Ömer Faruk Sorak’ın, Vizontele(2001), Ahmet Uluçay’ın, Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak (2004) filmleri üzerinde çalışılmıştır.

Türkiye’de insan hakları savunucuları, deli olarak kategorize edilen insanların toplum içinde yaşama haklarına vurgu yapmaktadır. Bu hak Türkiye’nin uluslararası hukukun bir parçası olarak onayladığı insan hakları metinleri ile de Anayasal düzeyde güvence altına alınmıştır. Sinema bir taraftan deliliğe ilişkin mevcut zihniyeti üreterek delilik ile ilgili kodları tekrarlamakta ve bu alanda çalışan insan hakları savunucularının tespit ettikleri gibi sosyal dışlanmayı ve etiketlenmeyi perçinlemektedir. Okunan metinlerde, deliliğin nasıl tanımlandığı, deli karaktere atfedilen değerler, aidiyet, kimlik ve toplumsal rollerinin nasıl kurgulandığı incelenecektir. Diğer taraftan metinlerde yer alan deli ve delilik durumunun toplumsal yapıya ve siyasal kültüre ilişkin atıflarının bulunup bulunmadığı ve bu göndermelerin eleştirel bir bakış açısını mı yoksa meşruiyet zeminini kurgulamaya dönük pragmatik bir bakış açısını mı yansıttığı sorusuna da yanıt aranacaktır.

Öznur Vuran Doğan

70 Sayı 37 /Güz 2013

Deli Kim Akıllı Kim?

Delilik insanların her zaman ilgi duyduğu, kayıtsız kalamadığı ama aynı zamanda da mesafelerini korumak ihtiyacı hissettikleri bir kavramdır. Modernite öncesi zamanlarda dünyanın farklı coğrafyalarında farklı dinler, inanışlar ve gelenekler deliliğe çeşitli anlamlar yüklemekteydi. Deli bazen tanrıların dostu, bazen şeytanın istilasına uğramış bir beden, bazen cin çarpmış biri, başka bir zamansa aşka düşmüş ve aşkı için aklından geçmiş bir mecnundu. Aydınlanmacı akıl deliyi tanımlayıp bir kategoriye dahil ettiğinde delilik artık iktidar olanaklarının sınandığı mikro iktidar alanlarından biri haline gelmiştir. Günümüzde pek çok kategori gibi delilik de yeniden düşünülen ve anlaşılmaya çalışılan bir kavramdır.

İçinde bulunduğumuz yüzyılda, tarihçilerin tarihlerini yazdıklarını iddia ettikleri nesneleri, doğal nesneler olarak sadece tarih içinde değişimlerinin belirlenmesi gereken evrensel kategoriler -mesela delilik- olarak nitelemesi olanaksızlaşmıştır. Rahatça ve tembelce kullanılan kavramların arkasında basitçe indirgenemeyen arkeolojileri olduğu anlaşılmıştır (Charter, 1997: 143). Bu bakış açısı bizi “deli”yi düşünürken yalnızca bir sıfat tamlaması ile tanımlamayı yaptıktan sonra verili tanımdan sonuçlar çıkartamayacağımızı göstermektedir.

Erasmus deliliğe övgüler yazdığı eserinde delinin kendi zararına olarak bilge olmayı öğrendiğini çünkü insanın ruhu önüne perde çeken utanma, tehlikeyi gösteren ve büyük eylemler yapmasına engel olan korku duygularından kurtulduğunu belirtmektedir.(Erasmus, 2007: 66). Delilik bizi utanmaktan ve korkmaktan mükemmel bir biçimde kurtarır; bu kurtulmuşluk filmlerde cesaret gerektiren doğruların delilere söylettirilmesinin bir nedenidir.

Tanımlama / Kategorilendirme

Psikolojik rahatsızlık doğrudan gözlemlenemez, derideki bir yara gibi değildir. Acı çeken kişi bunu yaşayarak deneyimlerken, başkalarının gözlemlediği doğrudan bu deneyim değil, kişinin dışa yansıyan davranışları ve konuşmalarıdır. İnsanların akıl hastalığından anladıkları şeye yapıştırılan etiketler toplumsal kurgulardır. Kişilerin ve grupların yaklaşımlarını yansıtan bu etiketler, genellikle önyargı, mitoloji, kişisel çıkar ve korkuyla şekillendirilmiştir. Delilik hakkında konuşurken, düşünürken takındığımız tutum çoğunlukla psikoloji disiplininin bize sağladığı verilere ve dayanmaktadır. Anaakım psikoloji yardım arayan kişileri az çok nesneleştirmiştir ve psikoloji pratiği sıklıkla insanlara “çocukmuş” gibi davranmaktadır (Fox,Prilleltensky, Austin, 2012: 392).

Geleneksel toplumlarda delilik, insan kavrayışının ötesinde bir şey olarak değerlendirilmiştir. Deliler çok da bu dünyaya ait bireyler olarak görülmemişlerdir. Bu yaklaşım, bireylere ve toplumlara etki eden olguların her zaman mantıklı ve akılla izah edilebilen “dünyevi” açıklamalar gerektirmediğini öne süren modern öncesi görüşle de oldukça uyumludur. Doğum, ölüm, hastalık, aydınlık ve karanlığın hem sevebilen hem

1980 Sonrası Türk Sinemasında Delilik Okumaları

71 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

de gerektiğinde cezalandırabilen tanrılardan kaynaklandığı düşünülmektedir (Fox, Prilleltensky, Austin 2012:393).

Geleneksel Dönemde Deli

Ortaçağ Avrupa’sında ruhsal hastalıkların tedavisi ile rahipler ilgilenmiş ve hastalar manastırlarda korunmuşlardır. Bu çağda, bakımı güç olmayan hastaların tedavisinde kutsal su, yağ, papazların soluğu yada tükürüğü kullanılmıştır. Ancak hastalığın sebebi şeytana bağlandığı için önemli olan kötü ruhun, şeytanın çıkarılması olmuştur. Tedavi bir nevi şeytanın gururunu da yıkmak olarak algılandığı için hastaya uygulanan yöntemin de şeytanın gururunu yıkacak bir yöntem olması gerekiyordu. Bu amaçla şeytana tutsak olduğu sanılan kişiye dolayısıyla şeytana, küfürler ediliyor, şiddet uygulanıyordu (Yancığaz, 2007: 15-17).

Delilik Rönesans döneminde her yerde mevcuttu ve/veya tehlikeleriyle her deneye karışmış durumdaydı. Klasik dönemde ise deli parmaklıkların arasındadır. Eğer delilik açığa çıkıyorsa, bu uzaktan, artık onunla akraba olmayan ve aşırı bir benzerlikten yakınmayan bir aklın bakışları altında olmaktadır. Delilik bakılacak bir şey haline gelmiştir.Foucault’nun tüm detaylarını adeta arkeolojik bir biçimde kazıyarak orataya çıkardığı zihniyet kurulmuştur (Foulcault, 1995: 216).

Delilik ile ilgili zihinsel yapımızı büyük oranda Osmanlı ve Selçuklu kültüründen aktaran kodlar belirlemektedir. Osmanlı, Selçuklu kültürü deliliği üç ayrı nedene bağlamaktadır. Birincisinde delilik bir çeşit bedensel hastalıktır. Mukbilzademental (akıl) hastalıkları baş hastalıklarının bir bölümü olarak tasnif etmiştir. Bu tasnif İbn-i Sina’nın bir yansımasıdır. İkincisi delilik bir tür aşk hastalığıdır. Üçüncüsünde ise delilik bir tür algı ötesi güçlerin insanı etkilemesi sonucu ortaya çıkan bir durumdur. İkinci ve üçüncü gruptan deliler divane ve mecnun olarak adlandırılır. Delinin deliliği organik bir kökene dayanıyorsa doğrudan bir hasta muamelesi görür, durumu kolay ve tartışmasızdır. İkinci grupta yer alan büyük ve şiddetli aşka düşmüş olan divanelerin de toplumsal olarak statüsü yükselir. Bu tür deli, toplumda itibar gören bir âşıktır. Üçüncü delilik durumunda cinlerin musallat olduğu kişiye toplumun ilk iki grubundaki kadar hoşgörüyle yaklaşmaması ve olumsuz tutum söz konusu olabilmektedir. Doğaüstü güçler tarafından ele geçirildiğine inanılan kişiye karşı korku ve ürperti duyulabilmektedir. Ancak cinlerin de iyileri ve kötüleri olabileceğine duyulan inanç nedeniyle cinler tarafından ele geçirilen kişi kötüleşmiş biri olarak değil daha çok boyut değiştirmiş biri olarak kabul görmektedir. Mecnunlar kişilik özellikleri nedeniyle bazen eğlence nesnesine dönüştürülseler de çoğu zaman şefkat ve merhametle muamele görmüşlerdir (Kara, 2006: 199)

Osmanlı kültüründe deliliğe yaklaşım genel olarak kişinin toplum içinde mahalle kültüründe hayatını devam ettirmesine dönük olarak deneyimlenmiştir. Hastanın topluma zarar vermemesine dikkat edilirken toplumdan koparılmamasına da özen gösterilmiştir. Hastaların toplumdan tecridine ancak uzman hekimlerden oluşan heyetin raporu üzerine mahkeme tarafından karar verilmektedir (Afyoncu, 2011). Osmanlı tıp uygulamaları Selçuklu birikimi üzerinden hareketle şekillenmiştir. Selçuklular zamanında Şam’daki

Öznur Vuran Doğan

72 Sayı 37 /Güz 2013

Nurettin hastanesinde İbn-i Sina müzikle tedavi yapmıştır. İbn-i Sina’nın etkisi Osmanlı’da da sürmüştür (Çomakçı, 2003: 135).

İbn-i Sina’ya atfedilen bir vaka “aşk hastalığının” tanısıyla ilgilidir. Uygur, Selçuklu ve Osmanlı tıbbında tanı amacıyla sıklıkla başvurulan nabızla teşhis yöntemi psikiyatri hastalarının tanısı için de kullanılmaktadır. Hikâye şöyledir:

Gürgân hükümdarı KabusVeşemkir’in yeğenine musallat olan ve gelen tabiplerin şifa bulamadığı bir hastalığı nasıl teşhis ettiği ayrıntılarıyla anlatılır. Ebu Ali Sina, hasta genci görür, nabzını tutar, idrarına bakar. Sonra, eliyle hastanın nabzını tutarken bir adama Gürgân’ın mahallelerinin adını saydırır, bir mahallenin adı geçince nabızda değişiklik fark eder. Bir başkasına da o mahalledeki sokakları saydırır, yine bir sokak adı geçince gencin nabzında farklılık olur. Nihayet o sokağı iyi bilen birine ev ev o sokakta oturanları saydırırken bir eve gelince ve özellikle ev halkından birinin adı geçince hastanın nabzı yine değişir ve hekim teşhisini koyar: ‘bu genç, fi lan mahallede, fi lan sokakta, fi lan evde ve fi lan adlı bir kıza aşıktır, ilacı da o kızla kavuşmasıdır’ deyince genç utanıp yorganı başına çeker ve teşhis doğrulanır (Sarı ve Akgün, 2008: 12).

Gündelik hayatta konuştuğumuz dili ve kullandığımız deyimleri bir kez daha gözden geçirince aslında bir delilik terminolojisi kurulduğu söylenebilir. Meczup, mecnun, divane, zır deli, deli dolu vb. Aşktan akıl sağlıgını yitirene ‘mecnun’ denmektedir; bu mecnunun kurtuluşu Leyla’dır, oysa Leyla, çöldeki zifiri karanlık gecedir. Tanrı aşkı ile aklından vazgeçene ise meczup denir. Günümüzde bile her şehrin en az birkaç yatırı, tekkesi ve Tanrı aşkıyla delirmiş kişisi vardır. Aynı zamanda toplumla iç içe yaşayan deliler, sağlıklı insanların sağlıkları için, Allah’a şükretme aracı olarak görülürler. Özellikle akıl sağlığını sonradan yitirmiş insanlar, sağlıklı insanlar için bilgi ve becerilerinden dolayı hayranlık, içinde bulundukları durumdan dolayı da bir korku ve şükür unsuru olarak görülmektedirler.

Modern Dönemde Delilik

Modern öncesi dönemlerde dünyanın ve ötesinin arasında kaldıkları düşünülen deliler modern zamanlarda iktidarın ilgi alanlarından biri olarak belirlenmektedir (Fox, Prilleltensky, Austin, 2012: 394). Uygarlık pek çok şeyi değiştirmiştir. Bireysel kazancını mümkün olduğunca artırıp zararını en aza indirmek için rasyonel tercihlerde bulunan ekonomik insanı (Homoeconomicus), önceleyen piyasa ekonomisi yeterince üretken olmayanları cezalandırmıştır.Sosyal statünün değişken olduğu piyasa toplumlarındaki işleyiş bu gün içinde yaşadığımız kapitalist üretim biçimine dayalı toplumu ve Sanayi Devrimi süresince ortaya çıkanları da kapsamaktadır. Ve bu yeni toplumlarda insanların yaşamlarına anlam veren geleneksel roller artık bulunmamaktadır. Böylelikle deliler, “Tanrı tarafından dokunulmuş olma” rollerini kaybederek gitgide bir yük olarak görülmeye başlanmıştır. Eş zamanlı olarak ruhsal bozukluk oranı dramatik bir biçimde yükselmiştir (Fox, Prilleltensky, Austin, 2012: 395). Kapatma ve kontrol, modern toplumda akıl hastalarının tedavisini yapmaya çalışırken diğer taraftan akıl hastalıkları bir salgına dönüşmüştür.1

1 Prozac Toplumu isimli kitap Modern toplumun yan ürünlerinden biri olarak depresyonun adeta bir salgına dönüştüğü doksanlı yıllar Amerika’sında psikiyatri, psikotrop ilaçlar ve bağımlılıklar hakkında genç bir kadının

1980 Sonrası Türk Sinemasında Delilik Okumaları

73 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Deli ile ‘bu delidir’ diyen öznenin arasına koskoca bir mesafe girmiştir. Bu mesafe yalnızca “ben o değilim” cinsinden bir boşluk olmayıp bir başka sistemin tanımlamaları ile ölçülmektedir. Bu açıklık artık ölçülebilir ve buna bağlı olarak değişken olan kıstaslarla doludur. Deli kendi hesabına, az çok evrensel olan başkalarının grubu içinde farklıdır. Deli göreceli hale gelmektedir, ama bu sayede tehlikeli silahlarını da kaybetmektedir. Rönesans düşüncesinde aklın orta noktasında fazlasıyla içsel bir benzerliğin yakın ve tehlikeli varlığını temsil eden delilik, şimdi dünyanın öteki ucuna atılmış, dışlanmıştır (Foucault, 1995: 261).

Foucault’ya göre, deliliğin eleştirel bilincinin ve onun felsefi veya biçimsel ahlaki, tıbbi biçimlerinde sağır bir trajik bilinç uyanık kalmayı sürdürmüştür. Rasyonel düşüncenin deliliği zihni hastalık olarak çözümlemeye kadar götüren kural tutkusunu düşey bir boyutta yeniden yorumlamak gerekmektedir. Bunu yapınca aslında indirgemeyi tam anlamıyla başaramadığı bu trajik deneyi, bütün biçimleri altında tam, aynı zamanda da tehlikeli bir biçimde maskelediği orataya çıkmakatadır. Zorlamanın son noktasında patlama zorunluydu, bu patlamaya Nietzsche’den beri tanık olmaktayız. Delilik akla ilişkin bir biçim haline gelmekte veya daha doğrusu, delilik ile akıl sürekli olarak tersine dönebilen bir ilişki haline girmektedir (Foucault, 1995: 57). Akıl ve onun tanımladığı deli/delilik kendi içinde bir ikilik olarak kendini tekrarlayabilmektedir.

19. yüzyıl aydınlanmacı aklın tüm evreni tanımlama/sınıflama ve normlara bağlama yüzyılıdır. 19. yüzyıl psikopatolojisi de verimli/normal bir insanı ölçü olarak tanımladıktan sonra psikopatolojinin ölçütleri de bu normlara bağlı olarak oluşturulmuştur.

Normal insan tanımı, kaygan ve şüphelidir; çünkü aslında bu normal insan, insan tarafından yaratılmıştır ve eğer bir yere yerleştirilmesi gerekiyorsa, doğal bir mekâna değil de toplumsal olan ile hukuk öznesini özdeş kılan bir sistemin içine konmalıdır. Foucault, normal insanın bir doğa durumu olsaydı bunun bildiğimiz doğa değil, hukuk ve toplumsal bilimler literatüründen oluşmuş bir ikincil evren olduğunu belirtmektedir. Bunun sonucu olarak deli, bir hastalığın onu normalliğin sınırlarına sürüklemesinden ötürü değil de kültürümüzün onu kapatmaya toplumsal olarak karar vermesi ile hukuk öznelerinin yeterliliklerini fark eden hukuki bir bilginin buluşma noktasına yerleştirilmiş olmasından dolayı deli olarak tanımlanmaktadır (Foucault, 1995: 196).

Yurttaş evrensel akıldır, insan doğasının dolaysız gerçeği, tüm yasamaların ölçüsüdür. Ama aynı zamanda akıl bozukluğunu akıldan ayrı sayan kişidir (Foucault, 1995: 599).

Akıl hastalığına yaklaşımlar arasında kayda değer bir şekilde yaygın hale gelen, yeni oluşan psikiyatri uzmanlığından doğan biyomedikal yaklaşımdır. Psikiyatri tıp biliminin akıl hastalığını tedavi edebileceğini söyleyen modern düşünceyi geliştirmiştir. Burada belirtilen “tedavi” hastalık ve belirti odaklıdır, kişi odaklı değil. Hastalıklar tanımlanıp tasnif edilerek her biri için ayrı ayrı tedaviler ve ilaçlar formüle edilmiştir. Buz banyoları, lobotomi, elektro şoklar ama en yaygın kullanımı ile psikotrop ilaçlar akıl hastalığının tedavisi için kullanmaya başlanmıştır. Tedavi, daha az tetikte, fiziksel olarak

hikâyesi üzerinden çarpıcı örnekler sunmaktadır. Elizabeth Wurtzel, Prozac Toplumu, İletişim Yayınları, İstanbul, 1997.

Öznur Vuran Doğan

74 Sayı 37 /Güz 2013

daha hareketsiz, duygularını daha az hissedebilen ve ifade edebilen, daha pasif bireyler yaratmıştır (Fox, Prilleltensky, Austin, 2012: 396).

Deliliğin yeni zaferi ise şudur: Deliliği psikoloji aracılığıyla ölçtüğünü, meşrulaştırdığını sanan bu dünya, onun karşısında kendini meşrulaştırmak zorundadır. Çünkü harcadığı çaba tartışmalarının içinde kendini Nietzche’nin ve Van Gogh’un eserleri gibi eserlerin ölçüsüzlüğüne göre ölçmektedir. Oysa bu kıstas oluşturma biçimi dışlanan delilik ile bir meşruiyet bağlantısı kurarak paradoks oluşturmaktadır (Foucault1995: 718).

Kültürümüzde delilik kavramının modern ilk uğrağı ise Osmanlı modernleşme çabalarıdır. Tanzimat ile başlayan modernleşme ve batılılaşma serüveni pek çok alanda olduğu gibi bu alanda da düşünce dünyasında bir kırılmaya neden olmuştur. Klasik dönemin metafizik tanımları ile geleneksel bir biçimde kurgulanan akıl/delilik kategorileri şimdi yeni ve eklektik bir zihniyet ile yeniden tanımlanmaya başlamaktadır. Tanzimat, aydınlanmacı aklı öne koyarken deliliği de bu aklın sınırları ile tanımlamış ve delileri toplumsal yaşamdan kapatma alanlarına doğru kaydırmıştır.

Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi’nin A’mak-ı Hayal isimli eseri, Tanzimat dönemine entelektüel bir bakış sunan edebi bir metindir. Bu metinde materyalist felsefeye karşı spiritüalizmi savunan yazar, metnin arka planında Osmanlı kültüründe aklın hallerine ilişkin pek çok ipucu sunmaktadır. Bir taraftan padişah, vezir, derviş, şehzade, prenses gibi içinde yaşamakta olduğu kültürün somut öznelerine atıf yapan metin diğer yandan da Buddha, Zerdüşt, Hürmüz, Ehrimen, Brahma gibi dini unsurları; ejderha, cin, peri, anka, simurg gibi fantastik soyut varlıkları barındırmaktadır. Aslında tam da bu anlatım biçimi ile yazar Osmanlı kültürünün akıl izahlarına ve aydınının akla ilişkin dönemsel açmazlarına işaret etmektedir (Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, 2005: 131-132). Amak-ı Hayal’in ikinci bölümü Manisa Tımarhanesi’nde geçmektedir. Bu da bize dönemin delilik kurumlarına ilişkin detayları edebi bir metinde izleme olanağı sunar. Romanın kahramanı Raci, tehlikeli olduğu için akıl hastanesine gönderilmiştir. Birkaç gün içinde öfkesi dinmiş olduğundan orta ve hafif delilerle beraber bir avluya bırakılır. Bu avlunun ortasında bir havuz bulunduğu için deliler uluorta bu havuzda yıkanırlar ve avluda genellikle çıplak dolaşırlar. Bu olayların yaşandığı dönemde Manisa Akıl Hastanesi müthiş bir sefalet yaşamaktadır. Hastaların yattıkları yataklar hiçbir yerde görülemeyecek kadar pis ve yemekler kötüdür. Avlu önündeki demir parmaklıklar önüne gelen halk, buradan delileri izler, onlara yiyecek ve sigara verir. Hastanede havuzdan başka hiçbir tıbbi tedavi bulunmamaktadır. Delilere pösteki saydırılmakta ve öfkeli olanlara Allah rızası için sopa atılmaktadır. Raci’yi kader böyle bir yere düşürmüştür. Buraya girmek son derece kolay, çıkmak ise akıllılarca uygulanan hiçbir ölçü olmadığı için çok zordur. Raci, Manisa Akıl Hastanesinde öyle çok deli ve delilik çeşidi ile karşılaşmıştır ki ‘sakın alem büyük bir akıl hastanesi olmasın’ diye düşünmüştür (Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi 2005: 133).

Cumhuriyet dönemi, akıl ve ruh sağlığının halk sağlığı bağlamında ele alındığı, tedavi kurumlarının oluşturulduğu, deliliğe ilişkin tıbbi, hukuki, cezai, psikolojik, sosyolojik tanımlamaların detaylandırıldığı ama aynı zamanda halk kültürü içinde deliliğe ilişkin geçmişten devralınan kodların da varlığını sürdürdüğü bir dönemdir. Cumhuriyet dönemi boyunca akıl ve ruh sağlığı hastanelerinin hem sayılarının hem de yatak kapasitelerinin

1980 Sonrası Türk Sinemasında Delilik Okumaları

75 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

arttırılarak daha fazla sayıda ‘delinin’ yatırılarak tedavisi amaçlanmıştır.2 Yönetim zaafları ve ekonomik yetersizlikler nedeni ile başarılı olunamamıştır. Hukukun özellikle 1980’lerden sonra uluslararasılaşması ile taraf olunan insan hakları sözleşmeleri de alana ilişkin uluslararası normların anayasal düzeyde kabulünü sağlamıştır. Deliliğe ilişkin kapatma pratiklerinden geri dönüş ikibinli yıllarda başlamıştır. Özellikle insan hakları alanında yapılan çalışmalar toplum içinde yaşama hakkına vurgu yapmaktadır. (Ruh Sağlığında İnsan Hakları Girişimi, Akıl ve Ruh Sağlığı Alanında İnsan Hakları Türkiye Raporu,2011).

Engellilerin Haklarına Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi 3 Mayıs 2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Sözleşme, engelli kişilerin toplumiçinde yaşama hakkını tanıyan ilk uluslararası insan hakları belgesidir. Sözleşmenin 19. maddesi tüm engelli kişilerin, diğerlerininkine eşit seçeneklerle bağımsız yaşama ve topluma dahil olma hakkını savunmaktadır. Bu düzenleme tecrit uygulamasını dışlamaktadır. Türkiye, sözleşmeyi 2007 yılında imzalamış, 2009 yılında onaylayarak yürürlüğe koymuştur (Kanter, 2010: 67-75). Anayasal düzeyde alınan bu yükümlülük ile toplum temelli ruh sağlığı politikaları oluşturulması yönünde hem uygulayıcıların hem de sivil toplumun çalışmaları bulunmaktadır.

Baudrillard, sürekli olarak kişinin bakımını üstlenen bir toplumun ideolojisinin kişiyi iyileştiren ve özellikle de potansiyel hasta olarak iyileştiren bir toplum ideolojisinde doruk noktasına ulaştığını belirtiyor. Bu tedavi söyleminin heryerde, profesyonellerde, gevezelerde ve çözümleyici ahlakçılarda tutarlı olabilmesi için büyük toplumsal bünyenin gerçekten de inanması gerekiyor (Baudrillard, 1997: 205). Nurdan Gürbilek, böylesi bir yönelmenin ülkemizde de özellikle 12 Eylül sürecinde yaşandığına dikkat çekmektedir. 12 Eylül sonrasında meslekleri gereği toplumu rehabilite edilecek bir bünye olarak gören uzmanların sesleri duyulmaya başlanmıştır. 1985’de İstanbul’da cezaevlerindeki “teröristlerin” rehabilitasyonunu amaçlayan bir sempozyum düzenlenmiştir. Adli tıpçılar ve psikofarmakologlar ve psikiyatrların katıldığı sempozyumda cezaevlerindeki mahkûmların sosyoekonomik, psikolojik, nörolojik ve genetik profilleri çıkarılmış, siyasi mahkûmların ıslahında kullanılacak inanç değiştirme ya da karıştır barıştır yöntemleri ile rehabilitasyona direnenlere uygulanacak tedavi yöntemleri tartışılmıştır. Böylece toplumsal düzeni bozanların yalnızca kapatılması değil aynı zamanda ıslahına yönelik bir program geliştirilmeye çalışılmış, cezaevleri nöroloji, genetik, psikiyatri gibi disiplinlerin müdahale edecekleri bir alan olarak belirlenmiştir. Sempozyumun katılımcılarından Turan İtil, Nokta dergisi ile yaptığı söyleşide siyasi mahkûmlara “şizoid”, “paronoid” gibi teşhisler koymuştur (Gürbilek, 1992: 71).

Batının siyasal söylemlerinde hastalık metoforları önemli bir yer tutmaktadır. 1980’lerde Türkiye’de de siyasi ve toplumsal olguların giderek tıbbi terimlerle, hastalık metoforlarıyla konuşulmaya başlandığından sözedilebilir. Sağlıklılaştırma söylemi Batı’da yalnızca bir metaforolarak değil, toplumun ıslahına yönelik bir dizi stratejiyi de içermektedir. 18. yüzyıldan itibaren Avrupa’da iki süreç birlikte yaşanmıştır. Bir yandan

2 Bu iddianın geçerliliğinin kamu yönetimi metinlerinde bir örnek okuması için beş yıllık kalkınma planlarının sağlık hizmetlerine ilişkin bölümlerine bakılabilir. Bu planların hemen hepsinde ve özel ihtisas komisyon raporlarında akıl hastanelerine ait hasta yatağı sayılarının çoğaltılması bir makrohedef olarak benimsenmektedir.

Öznur Vuran Doğan

76 Sayı 37 /Güz 2013

insanların bedenleri müdahale ve muayene alanı haline gelirken, diğer yandan da toplum tedavi edilmesi gereken bir bünye olarak görülmeye başlanmıştır. Yararlı uysal bedenler oluşturmaya yönelik bir sağlık bilgisi ile muayene ve ıslaha yönelik bir yönetim bilgisi birlikte gelişmiştir. Anormal olarak belirlenenlerin toplum dışına atılması ve kapatılması esas olmuştur. Hastalık ve tabiî ki delilik toplum dışına atılmakla kalmayıp toplumu denetlemenin, sıkı bir kayıt ve gözlem mekanizmasının da konusu haline gelmiştir. Sağlıklılaştırma ideolojisi halk sağlığı söylemi ile meşruiyet kazanmıştır. Türkiye örneğinde sağlıklılaştırma ideolojisinin işleyişi Batı’yı tam yansıtmamakta ve farklı bir seyir izlemektedir. Tıbbi terimlerin politik söyleme fazla ayrıştırılmadan, bilimsel sağlıklılaştırma ideolojisinin parçası olmaksızın, çoğu zaman askeri bir tehlikenin ya da ahlaki bir yozlaşmanın mecazı olarak, genellikle daha tesadüfî ya da keyfi bir biçimde girdiğinden söz edilebilir. Politik söylemde kullanılan hastalık metaforlarının çoğunun bilimsel bir tedavi ya da ıslah girişiminden değil de cerrahiden alınma olması tesadüf değildir. Evren, 12 Eylül’ü bir ameliyata, hastanın rızası alınmadan hastaya rağmen yapılan bir ampütasyona (el, kol, bacak gibi bir uzvun kesilerek atılması) benzetmiştir (Gürbilek, 1992: 71).

Türk Sineması ve Delilik

İnsan tarafından üretilen tüm anlatılar gibi sinema da, toplumun kültürel kodlarını ve dönemin zihniyetinin izlerini taşımaktadır. Kimi zaman eleştirel bakış açısı ile bu kodlar sorgulanırken kimi zaman da doğrudan kodları yeniden üretilerek meşruiyet tekrarlamaktadır.

Göstergeler mitlere ve değerlere somut bir biçim verirler ve böyle yaparak onları destekler ve kamusal hale getirirler. Biz göstergeleri kullanarak ideolojiye can veririz ve onu yaşatırız, ancak aynı zamanda bu ideoloji ve ideolojik göstergelere verdiğimiz yanıtlar tarafından inşa ediliriz. Göstergeler mitleri ve değerleri kamusal hale getirdiklerinde, onların kültürel özdeşleştirme işlevlerini yerine getirmelerine olanak sağlar (Fiske, 1996: 219-220).

Sinema bize öznelliğe, bilince, belleğe ve kimliğe dair patolojileri de anlatır. Hasar görmüş zihinler ve bedenler, dikkat çekici yeteneklere sahip olabilir. Foucault, zihinsel patolojileri bedensel rejimler, söylemler ve bireysel durumu aşan kurumsal uygulamalar çerçevesinde açıklamaya çalışmıştır. Aynı zamanda patolojiyi iktidarın mikro politikası bağlamında üretken işleviyle toplumun geneline ait olarak değerlendirmektedir (Elsaesser, 2011: 100).

Foucault’nun beşeri bilimler alanına ilişkin ürettiği teorilerin ışığında akıl oyunları oynayan filmleri disiplin ve denetleme paradigmaları ile birlikte de okunabilir.Deleuze’ün yorumu ile akla ilişkin patolojilerin anlatıldığı filmler de duyuları yeni bir gözetim toplumuna hazırlamanın bir yoludur. Burjuva toplumunda ve liberal pazar ekonomisi koşulları altındadelilik, sıradışı bir yeteneği yada dehayı temsil etmemektedir. Delilik, öznelliği sosyalleştirmenin bir aracı olarak bir kategoriyi temsil etmektedir. Akıl üzerine filmler ve bu filmlerin eleştirel okuması Walter Benjamin’in sinemanın modernlik ve şehir hayatı için “duyuları eğitici, disipline edici” bir makine olduğu teorisini desteklemektedir (Elsaesser, 2011: 100).

1980 Sonrası Türk Sinemasında Delilik Okumaları

77 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Türkiye’de ruhsal rahatsızlıkların yaygınlığı erişkinlerde toplam %17,2, 2-3 yaş grubu çocuklarda %10,9 ve 4-18 yaş grubu cocuk ve ergenlerdeyse toplam %11,3 olarak belirlenmiştir. Kadınlarda gözlenen oranlar erkeklerdeki oranların yaklaşık iki katıdır (Demirdoğan, Zengin Dağıdır, 2011: 74). Günümüzde hem zihinsel engelli hem de psikiyatrik teşhis almış bireylere yönelik damgalama ve ayrımcılık oldukça yaygındır. Sonuç olarak, psikiyatrik teşhis almış bireylerin ve zihinsel engelli bireylerin Türkiye’de toplumsal yaşama eşit vatandaşlar olarak katılabildikleri söylenemez. Tam rakamlar bilinmese de Türkiye’de yaklaşık olarak 1,5 milyon kişinin zihinsel engellilik, 1 milyon kişinin ise ruhsal sıkıntılar nedeniyle devlet kurumlarına bakım ve tedavi için başvurdukları bilinmektedir. Ne yazık ki, henüz ruh sağlığı alanını hak-temelli bir bakış açısıyla ele alınmamaktadır. Bunun bir sebebi, konunun psikiyatri disiplininin içine hapsolmuş olması ve kişilerin yapabildiklerinden çok yapamadıkları üzerinden yapılan bir tanımlamanın egemen oluşudur. Türkiye, ruhsal rahatsızlıklara karşı damgalama eğiliminin en yoğun olduğu ülkelerden biri olarak kabul edilmektedir (Layıkel, 2008: 7).

Türkiye’de delilik üzerine çalışan sosyal bilimciler deli olarak kategorize edilen insanların toplum içinde yaşama haklarına vurgu yapmaktadır. Bu hak Türkiye’nin uluslararası hukukun bir parçası olarak onayladığı insan hakları metinleri ile de anayasal düzeyde güvence altına alınmıştır. Sinema bir taraftan deliliğe ilişkin mevcut zihniyeti üreterek delilik ile ilgili kodları tekrarlamakta ve bu alanda çalışan insan hakları savunucularının tespit ettikleri gibi sosyal dışlanmayı ve etiketlenmeyi perçinlemektedir. Medcezir Manzaralarıve Vizontele bu bağlamda değerlendirilebilir. Diğer taraftan deliliğe ilişkin zihniyeti sorgulayan ve bunu yaparken akıl konusundaki kabullerimizi ülkemizin siyasal ve kültürel iklimine yaptığı göndermelerle sarsan filmler de vardır. Kaçıklık Diploması ve Anayurt Oteli filmleri de bu bağlamda okunabilir.

Kendini ve evreni sorgulayan, düş kuran insan, açıkladıklarını da açıklayamadıklarını da anlatılar içinde ortaya sermiştir. Paylaşmak ve düzen kurmak, düzeni korumak, gücü eline geçirmek ve bırakmamak için anlatılardan yararlanmıştır. Mitler, masallar ve destanlar, insanın insanla, insanın doğayla, insanın toplumla ve toplumsal düzenle ilişkilerini açıklamanın, mevcut düzene gösterilen rızanın sürekliliğini sağlamanın hizmetinde olmuştur. Bunlar aracılığıyla toplum kendi kendine anlatmaya çalışmış, gerçekleri katlanılır hale getirerek ilişkileri ve yaşam koşullarını ne denli acımasız olursa olsun meşrulaştırmaya yönelmiştir. Filmsel anlatı da öteki anlatılar gibi iki kısımdan oluşur. Öykü ve söylem. Öykü, olaylar, eylemler zinciri ya da içerik ile varlıklar diyebileceğimiz karakterleri, çevresel özellikleri kapsar. Söylem ise içeriğin iletildiği araçlar, ifade ediştir. Öykü bir anlatıda anlatılanın ne olduğu, söylem ise nasıl yapıldığıdır (Abisel, 1997: 126-127). Bu çalışmada, bir taraftan deli karakter ile kurulan öykü üzerinde durulurken diğer yandan da deli karakter ve delilik üzerinden kurulan söylemin çözümlenmesine dönük bir okuma yapılmaya çalışılacaktır.

Çalışmada 1980 sonrası Türk sinemasında deli/delilik kavramları seçilen beş filmde okunmaktadır. Seçilen dönemin otuz yılı aşkın bir süreyi kapsaması ve bu süreçte çok sayıda ve türde filmin üretilmiş olması çalışmaya konu edilecek metinlerin seçiminde bir eleme yapılmasını zorunlu kılmıştır. Bu nedenle öykünün temelinde deliliğin yer aldığı metinler seçilmiştir.

Öznur Vuran Doğan

78 Sayı 37 /Güz 2013

Kahramanları açısından filmleri ikiye ayırılabilir; öyküye dayanan anlatılar ve kişiye dayanan anlatılar. İlkinde kişiler önemli değildir, öyküyü ilerletmeye yararlar. Bir ya da birkaç özellikleri ile tanıtılırlar dolayısıylabu özelliklere göre davranırlar, seçme özgürlükleri yoktur. İkincisindeyse kişilerin kendileri öyküyü oluşturur, öykü onların yaşamıdır zaten. Onların kişilikleri derinlemesine tanıtılır, güdü yapıları, tutumları, dünya görüşleri ortaya konur. Bu kişiler önlerindeki, seçeneklerden birini seçip ona göre davranarak olayları geliştirirler (Onaran, 1997: 115). İncelenen filmlerden Anayurt Oteli, Kaçıklık Diploması ve Med Cezir Manzaraları’ndadeli/delilik öykünün odak noktasında yer almaktadır. Öykü kişiler (Nur, Erol, Zebercet) üzerinden kurulmaktadır.Vizontele ve Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak filmlerinde ise deli karakterler öykünün bir öğesidir ve deliliğe ilişkin geleneksel algıyı ve zihniyeti tekrarlayarak üretmektedir.

Sinemamızın bir yandan deliliğe ilişkin halk kültürünün geleneksel bakış açısını kullanırken diğer yandan tam da Foucault’nun deliliğe ilişkin zihniyetin bir parçası olarak ortaya koyduğu sınıflandırıcı/damgalamaya dayalı dışlayıcı kodları üretmekte olduğu incelenen metinlerde görülmektedir. Med Cezir Manzaraları, normal/deli kategorilerinin tekrarlandığı ve filmdeki psikolog karakteri ile “bilimselleştirildiği” deliliğe ilişkin modernist söylemin üretildiği bir örnek olarak değerlendirilebilir. Öykü Zeynep ve Erol’un aşk ilişkileri üzerinden kurulmaktadır. Batılı tarzda yetiştirilmiş, yurtdışında eğitim alıp ülkesine dönmüş genç, güzel, başarılı ve özgür Zeynep ile kentin kenar mahallerinde, daha geleneksel değerler ve erkek egemen bir kültürle yetişmiş, hırslı, başarılı ve saldırgan Erol’un hikâyesine Zeynep’in psikolog arkadaşı eşlik etmektedir. Üniversiteyi Amerika’da okuyan Zeynep, kendine bir düzen kurmak amacıyla ülkesine geri dönmüştür. Zeynep, bankacılık alanında kariyer yapmayı amaçlamaktadır ve çalışmaya başladığı bankada yönetici olan Erol ile tanışır. Erol tüm çalışanların çekindiği ama aynı zamanda kadınlar tarafından -yarattığı bu endişe çemberine rağmen- yoğun talep gören bir erkek olarak sunulmaktadır. Zeynep ve Erol arasında bir ilişki başlar, Erol bir taraftan bankacılık konusunda Zeynep’i eğitirken diğer taraftan da yine onun seçim ve belirlemeleri ile şekillenen bir aşk ilişkisini yönlendirir. Erol, Zeynep’e kırmızı bir elbisesi olup olmadığını sorar, bir sonraki sahnede kırmızı elbiseli Zeynep ve Erol’u birlikte yürürken görürüz. Erol Zeynep’i zennelerin dans ettiği bir ev partisine götürür. Kırmızı elbise dişiliğe atıf yaparken, yer sofralarında içilen rakılar ve dans eden zenneler ile doğulu bir atmosfer oluşmuştur. Bu mekânın yerlisi Erol yabancısı Zeynep’tir. Filmde kadın ve erkeğin farklı kültürlere ait oldukları, zıt karakterleri vurgulanmaktadır. Maço, baskın ve kaba bir erkek olarak Erol doğuyu ve doğuluyu temsil etmektedir. Modern, açık görüşlü, hırslı ve özgür bir kadın olarak çizilen Zeynep ise batıyı temsil eder. Psikolog karakteri ilişkinin her bir parametresini Zeynep’in anlatımları üzerinden analiz etmektedir. Gözlüklü, kibar, anlayışlı psikoloğun Zeynep’in eski sevgilisi olduğu ve Erol ile tam bir zıtlık halinde olduğu anlatılmaktadır. Zeynep ve Erol paranın patronu olmak isterler, bu konuda rekabet ederler. Hırs ortak noktalarıdır.Erol’un işe ve ilişkilere dair kabalıkları cinsel saldıraya kadar vardırıldığında psikolog manik depresif teşhisini Zeynep’e bildirir. Teşhisle birlikte Erol’un kabalıkları ve dengesizlikleri bir etiket ile anlaşılır olur: Delilik. Bu öyküde delilik ötekinin hikâyesidir. Erol, kendi tekinsiz durumunu karşısındaki kadına da bulaştırmakta onun da dengesini bozmaktadır. Filmin sonunda psikolog ve Zeynep tarafından baygın halde bulunan Erol, Zeynep’in tüm çabalarına rağmen uyanamayınca

1980 Sonrası Türk Sinemasında Delilik Okumaları

79 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Zeynep ona saldırmaktayken çerçeve donar. Zeynep Erol’u öldürmüş müdür, kurtarmış mı bilinmez. Erol suça yatkın deliliğini nihayetinde Zeynep’e de bulaştırmıştır. Foucault’nun delilik ile suç arasında kurduğu ilişki bu metinde de tekrarlanmaktadır. Delilik ile suç birbirini dışlamamaktadır ama birbirlerine karışmış da değildir. Foucault’ya göre,

hapishane ve hastane tarafından koşulların gerekliliklerine göre gerektiği kadar mantıklı bir şekilde ele alınacak olan bir bilincin içinde birbirlerini gerektirmektedir. Klasik akıl deliyi kapatırken hekimden yardım almıştır. Hekime çağrıda bulunulmasının nedeni korkudur. Deliğin tıbbi statü kazanması cüzzama ve onun temsil ettiği bulaşıcı kötü ruhlara, fantastik olana duyulan korkudur (Foucault, 1995: 488).

Sinemamızın deliliğe ilişkin halk kültürünün geleneksel bakış açısını ve Tanzimat öncesi zihniyetinin günümüz halk kültüründe yaşamaya devam eden kodlarını üreten iki film Vizontele ve Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak’tır. Vizontele doğuda geçmektedir. Televizyonun taşraya gelişinin öykülendiği filmde ana karakterlerden biri olan Deli Emin’in babası, halkın saygı duyduğu ancak kendisinin saygı duymadığı bir din adamıdır. Deli Emin, din ile arasına babası üzerinden bir mesafe koymaktadır. Teknik konularda son derece başarılı olan ve radyo tamirciliği yapan Emin, televizyonun kurulması ve çalıştırılması görevini üstlenir. Emin’in hiç görmediği babası annesiyle evlenmeden ortadan kaybolmuştur. Deli Emin, halk arasında akıllı deli diye nitelenen bir karakter olarak kurgulanmıştır. Emin, annesinin sevdiği türkü çaldığında radyosunu alarak mezarlığa koşturur, ancak hiçbirinde yetişip türküyü mezarlığa ulaştıramaz. Deli Emin’in takıntıları zaman zaman halk arasında eğlencelik olarak görülür. Bu tutum, geleneksel olarak deliliğin eğlence ve seyirlik işlevinin de filme yansıtılması bakımından anlamlıdır. Diğer taraftan pozitif bilimlere kasabanın akıllılarından daha yatkın olarak karakterize edilen Emin’in rasyonel aklına bir övgü de söz konusudur. Çok yaygın bir kabul olan delilik ile dâhilik arasındaki ince sınıra gönderme yapan bu anlatım akıl ve aklın hallerine ilişkin geleneksel kodları da üretmektedir. Deliyi, yönetmenin bizzat kendisinin oynaması, Erdoğan’ın kendi toplumsal koşulları içinde kendine dair böyle bir tanımlamayı kabul etmesi olarakda okunabilir.

Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak, Ahmet Uluçay’ın ilk ve tek uzun filmidir. İki çocuk üzerinden yönetmenin kendi sinema aşkını anlattığı filmde iki çocukla birlikte ana karakterlerden biri de deli oğlan olarak filmde karşımıza çıkan Ömer’dir. Ömer tıpkı Deli Emin gibi köyün delisidir. Deli Emin’den farklı olarak giyinişi, sınırlı iletişim olanakları ve zaman zaman gördüğü halüsünasyonlar nedeniyle Ömer’in deliliği hakkında daha fazla görsel bulgu sunulmaktadır. Emin ne kadar dâhiye yakınsa Ömer o kadar cin çarpmış, boyut değiştirmiş biridir. Emin ve Ömer’in ortak bir diğer noktası ise ikisinin de teknoloji ile kurdukları ilişkide ortaya çıkmaktadır. İki karakter de yeniliklere açıktır; Emin televizyon teknolojisini anlama ve kurup çalıştırma konusundakasabanın akıllılarında çok daha fazla yetenekli ve heveslidir. Üstelik radyoyu artık hayatta olmayan annesine duyduğu sevgiyi iletmek için kullanmaktadır. Radyoda ne zaman Mahsuni Şerif çalsa ki, bu annesinin sevdiği ozandır, sesi annesine duyurmaya çalışmaktadır. Sonunda da kendi teknik birikimlerini kullanarak bunu başarır. Ömer de iki çocuk kahramanla birlikte bir sinema makinesi kurmaya çalışmaktadır. Bilgisi ve yetekleri çok yeterli olmasa da çocukları bu konuda desteklemektedir. Ömer’in de bu teknolojiden bir beklentisi elbette vardır:Fotoğrafları canlandıran makinenin ölmüş olan nişanlısı

Öznur Vuran Doğan

80 Sayı 37 /Güz 2013

Nuriye’yi de canlandırması. Bu beklentisi gerçekleşmediğinde makineyi çocuklarla olan arkadaşlığının bozulması pahasına parçalamıştır. Deli oğlan giyinişi, duruşu, zaman zaman nöbet geçirir hali ile köylülerden ayrılmaktadır. Deli oğlan, köyden hiçbir aileye mensup değildir, hatta Ömer’in adı bile yoktur. Filmde adı yalnızca bir kez söylenir. Deli oğlan, karpuz sergisinde çıraklık yapan Salih ile berber çırağı Mehmet’in kesik film şeritleri, bir el feneri ve bir lokum kutusundan ibaret olan sinema yapma maceralarına ortak olur. Başka kimseyle diyalog kurmayan Deli Ömer, filmin bu iki kahramanının ‘arkadaşı’dır. Çocuklar açısından Deli oğlanın arkadaşlığı olağan ve zaman zaman badirelerle sınanan bir yol izlemektedir. Onlarla beraber yerel ağızla “gımıldak” diye adlandırdıkları film şeritlerini saniyede 24 kare hareket ettirebilmenin heyecanını taşır. Ömer, olmayan varlıkları görür, olmayan sesleri işitirve bunlara sanki gerçeklermis gibi tepkiler verir. Hallüsinasyonlarında; atlı araba altında ezilen bir çocuk görür, korkunç yüzlü büyü yapan kadınların, karanlık mekânlarda insan kulağı pişirdiklerini görür; korkar, deli oğlan korkmuş bir çocuk gibidir, Ömer’in gerçeklik duygusunu yitirdiğini, zaman zaman dolaştıgı mezarlıktaki, nişanlım dediği Nuriye’nin mezar taşındaki ölüm tarihinin 1925 olmasından anlarız. Filmde mevsim karpuz mevsimi, yani yaz olmasına rağmen kahramanımız deli oğlan Ömer eskimiş, kirli pardösüsünü hiç çıkarmaz. Deli oğlan’ın bir de üç pilli el feneri vardır. “Sinema oynatacağız, su üç pilliyi ver de iyi göstersin” demelerine ragmen fenerini vermez. Ancak sevgilisinin canlanacağı umudu feneri vermeye razı eder Ömer’i. Nesnelere normalden farklı anlamlar yükler Ömer. Onları kimseyle paylaşmaz. Pardösü, sopa, sapka ve el fenerine olan bu bağlılığının akıl dışılığı Salih’in, ‘deliden arkadaş mı olur’ sözleriyle pekiştirilir. Ömer köylünün olduğu kadar en yakınındakiler için de ‘deli’dir. Ömer, sevgilisinin canlanmadığını görünce beyaz perdeyi parçalayarak başladığı şiddetine, saklandığı yerden çıkarttığı film şeritlerini sokakta yırtıp, köy meydanında sürüyerek devam ettirir. Çünkü o gelmeyen hayali sevgilisinin öcünü almaktadır. Çocukların sinemacı olma hayallerini süsleyen en önemli materyalleri parçalandıktan sonra hiçbir sey olmamış gibi yanlarına gelir. Kalan bir parça film şeridindeki deniz-sahil negatifinin duvara yansımasının karşısında zaten çıplak olan ayaklarını uzatıp, kirli pantolonun paçalarını dizine kadar katlayıp yanına uzattıgı sopasıyla resme bakarak hayallere dalar. Çünkü mevsim yazdır, Ömer sıcaktan bunalmıştır ve simdi kumsalın tadını çıkarmaktadır (Yancığaz, 2007: 49-50).

Anayurt Oteli ve Kaçıklık Diploması filmlerinde deli/delilik öykünün odak noktasında yer almakta ancak delilik/akıl kategorileri bireysel hikâyelerin üzerinden Türkiye’nin akıl hallerine de göndermeler yapmaktadır.

Ömer Kavur’un yönettiği, Anayurt Oteli Yusuf Atılgan’ın aynı isimli romanından uyarlanmıştır. Film akıl ve aklın sınırlarına, deliliğe ilişkin anlatımı yönünden incelenmeye çalışılmıştır. Film bir taşra otelinde –Anayurt Oteli’nde geçmektedir. Otelin kâtibi ve filmin ana karakteri Zebercet, adeta kozası gibi içinde yaşadığı otelde takıntılı rutinleri ile gündelik hayatını sürdürmeye çalışmaktadır. Zebercet, silik, sessiz, duyulmayan ve görülmeyen biridir. O, anormal diye sınıflandırılan, büyük kapatmanın nesnelerinden biridir, delidir. Söylem yoluyla toplumsal denetim uygulamasının önemlibir koşulu söylemin denetimi ve bizzat söylem üretimidir. Bundan dolayı merkezi sorular şunlardır: Hangi durumlarda, kim, kime, ne söyleyebilir ya da yazabilir? Çeşitli söylem biçimlerine veya türlerine ya da söylemin üretim araçlarına kim sahiptir? İnsanlar daha güçsüz

1980 Sonrası Türk Sinemasında Delilik Okumaları

81 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

oldukları sürece çeşitli metin ya da konuşma biçimlerine ulaşma olanağına daha az sahiptirler. Güçsüz olanların söylecekleri hiçbir şeyi, konuşacakları hiç kimseleri yoktur. Çocuklar, mahkûmlar, kadınların daha güçlüler konuşurken sessiz kalmaları gerekir (Küçük, 1994: 301). Mehmet Küçük’ün sessiz dinleyicilerine aklın sınırlarında yaşayan Zebercet’i de dahil edebiliriz. Otelin lobisinde, kahvehanelerde, yaşadığı taşradaki erkek kalabalıklarında, erkek muhabbetlerinde sessizdir çünkü. Filmin başında başkalarıyla ilişkisini en aza indirmiş otelde kendi kendine yeterliymiş gibi duran bir hayat kurmuş olan Zebercet ile tanışırız. Sürekli kapatılan kapılar, kilitlenen kasalar, kurulan saatler, kulak kabartılan odalar, tutulan fişler, düzenlenen evraklar, bir hesaptan diğerine aktarılan paralar, bu kendine yeterliliğin ancak takıntılı bir çabayla sürdürülebildiğini, Zebercet’in dikkatinin aslında tamamen başkalarında olduğunu göstermektedir. Kendi kendine yeterli olduğu varsayılan bu düzen bir yabancının bir gece ansızın Zebercet’in dünyasına girmesiyle sarsılır. Gecikmiş Ankara treni ile gelen kadının ortaya çıkmasıyla birlikte Zebercet’in bastırılmış kişliği de harekete geçer, başkası tarafından görülme ihtiyacı alevlenir. Zebercet, umutsuzca gecikmeli Ankara trenini bekler.Bu karşılıksız bekleme içinde Zebercet’in tek avuntusu, kadının kaldığı odadır. Bu odada geçirdiği tüm zamanlarda kadınla aralarında geçen sınırlı sayıdaki konuşmayı kendine tekrarlamaktadır.Anayurt Oteli Keçecizade ailesine ait bir konaktan otele dönüştürülmüştür. Zebercet bu aile ile kendi arasında bağ kurarak kendine bir kimlik, kişilik,geçmiş ve hayat yaratmaya çalışmaktadır. Oteldeki yaşamı son derece düzenlidir. Her gün aynı saatte, aynı işler yapılır, her şeyin zamanı ve yeri vardır. Zebercet’in böylesi düzenli ve sıradan yaşamında,bir gece otele gelen kadınla ikinci aşama başlar. Zebercet bu aşamada tititzlikle sürdürdüğü gündelik hayatının rutini dışına çıkar. Farklı bir yerde tıraş olur, bir mağazaya giderek kendine yeni kıyafetler alır vegecikmeli Ankara treniyle gelen kadının, geleceğine inandığı için, kadını beklemeye başlar. Zebercet’in buiyimser evresi bir süre sonra son bulur. Kadının döneceğinden umudunu kesince hayalkırıklığı evresi başlar. Yıllardır kurduğu düzen dağılır. Kendi odasını bırakır, kadının bir geceliğine kaldığı odaya taşınır. Otele gelen müşterileri boş oda yok diye geri çevirir, toplumla sınırlı tuttuğu ilişkilerini tamamen kopararak, oteli kapatır. Bu kapatma dış dünyaya kapalılığı, bireyin topluma kapalılığını simgeler. Zebercet kimse tarafından görülmemekte, umursanmamaktadır. Lobideki yeri öteki hayatların gerisinde bir mesafede duruşunu simgelemektedir. Lobiden insanlar gelip geçmekte, oturmakta, kavga etmekte, hapse düşmektedir; yaşam buradan akıp giderken Zebercet, hemen kıyıda durarak yaşamın akışına tanıklık eder. Zebercet’in birlikte olduğu ortalıkçı kadının gözleri kapalı uyku halinde olması bu bakımdan anlamlıdır. Kadın onunla birlikte olurken uyumaya, hatta rüya görmeye devam eder.

Gecikmeli Ankara treni ile gelen kadın Zebercet’e bakmış ve onu görmüştür. Bu bakış ile Zebercet’in kendine yeterliğini bozmuş sonra da çekip gitmiştir. Filmin çocukluğundan beri aşağılanmış karakteri Zebercet, konaktan bozma otelin dışına çıktığı ender günlerden birinde bir sokak kestanecisinden kestane alıp almamaya karar vermeye çalışıyordur. Gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının dönmesinden umudunu kesmiş, otelin kapısına kapalı levhasını asmış, ortalıkçı kadını öldürmüştür. Başkaları ile son kez yakınlık kurabilmek için dışarıya çıkar, horoz dövüşçülerinin kahvehanesinde tanıştığı oğlanla, mezarlıkta bekleyen fahişe ile yakınlık kurma çabaları başarısız olur. Doğduğu

Öznur Vuran Doğan

82 Sayı 37 /Güz 2013

günden beri kurtulamadığı “adam yerine konmama” yazgısı sokaktaki kestanecinin hakareti ile bir kez daha tekrarlanır: “Ne dikildin orda ulan maşatlık3 taşı gibi, basgit hadi!”. Daha önce onu aşağılayanlara yanıt veremediği gibi bu hakarete de yanıt veremez. Ama içinden öfkeli bir sesle yanıt vermektedir. Öfkesi öyle büyüktür ki bütün oteli yakıp yok etmenin, kestanecinin canını yakmanın hayalini kurar. Anayurt Oteli’nde anlatılan, erken doğmuş, horoz döğüşünü andıran hoyrat bir savaşa gelişimini tamamlayamadan atılmış, daima hor görülmüş, aslında hiç görülmemiş Zebercet’in öyküsüdür. Film, kendine yetersizliğin aynasından bakan, bu yüzden erilliğin vaat ettiği güce, başka herkesten çok ihtiyacı olan, taşrada bütün bu bakış darbelerinin nasılda zalimleştiğini tahmin etmek zor değildir. Böyle bir ortamda, bütün bunlara karşı koyacak gücü kendinde bulmadan, öfkesini içine ata ata hayali vuslatlara ama aynı zamanda hayali intikamlara sığınarak ayakta kalabilmiştir Zebercet. Aynı anda hem mağdur hem cani…Başkaları tarafından yargılanmak, mahkûmedilmek istemediği için sonunda intihar eder, kimliğini varettiği hayali geçmişine ölerek tutunmak ister (Gürbilek, 2008: 163-171).Zebercet’i anlamamız için çok sayıda olanak yaratan bir anlatım zenginliği taşımaktadır Anayurt Oteli. Bir delilik anlatımı yerine sınırlara sürüklenen bir yaşamın detaylarını sunmakta ve kaybedişi adım adım göstermektedir.

Kaçıklık Diploması, anlatımı ana karakter Nur’un hayatı üzerinden kurmaktadır. Nur Demokrat Parti milletvekili, pek şefkatli olmayan bir babanın kızıdır. Diğer karakterler, son derece saldırgan bir ağabey ve hasta bir küçük erkek kardeş ile Nur’u ve kendini, baba ve ağabey figürlerinin şiddetinden koruyamayan yalnız, yorgun ve kırılgan bir annedir.Filme daha sonra dahil olacak koca karakteri Murat da saldırganlık da baba ve abiden geri kalmayacaktır.Filmin ilk sahnesinde yattığı yerde gözlerinden yaşlar akan genç kadın ansızın bir çığlık atar. Bu, Nur’un o güne kadar sessiz ve edilgen kaldığı hayatındaki tüm erkeklere atılmış bir çığlıktır. Sonrası ise akıl hastanesi, tecrit ve elektro şok tedavileridir. Anne ile baba sürekli kavga etmektedir, kavgaların sonunda babanın iktidarı pekişirken anne dağılmakta kendi dünyasına çekilmektedir. Annenin bazı zamanlarda kendini evden dışarı atıp, farklı elkol hareketleri yaparak koşuşturmalarını baba “anneniz delirdi” teşhisi ile tanımlamakta ve çocuklarından da onay almaktadır. “Aldırmayın anneniz yine keçileri kaçırdı.” Annenin bizzat baba tarafından deli olarak etiketlenmesi Nur’un aklında yer etmektedir. Annesi ile kendisi arasında delilik bir ortak paydadır.Hasta kardeş küçük yaşta ölür. Nur bu ölüme üzülmez çünkü ailesinden biraz daha fazla sevgi görebilme umudu taşır. Ailenin içinde aşağılanan Nur, mutsuz bir çocuktur ve bu sevgisizlikten annesine sığınmak ister. Ama annesi o kadar yorgun, o kadar bıkmış ve bırakmıştır ki kendini kızının sevgisiz büyüyüşüne sadece tanıklık edebilir. Ağabeyinin Nur’u dövdüğü günlerden birinde bileği şişen ve ağlayarak annesine sığınan küçük kıza, anne sarılır ve kendi bileğinden çıkardığı bakır bileziği takar. Bu bilezik annesinden kızına geçen deliliğin bir nişanıdır sanki ve bir kelepçe gibi Nur’u sevgisiz geçmiş çocukluğuna bağlar. 1960 ihtilali olur, baba tutuklanır hapse atılır. Üniversitede Mülkiyeye gitmek isteyen Nur’a, babası karşı çıkar ama itirazı dikkate alınmaz. Üniversitede baba figürünün tam zıddı olduğu umuduyla babasının düşüncelerine tamamen zıt, sol görüşlü bir öğrenci olan Murat ile tanışan Nur, babasının hiç hoşlanmadığı bu adamla evlenir. Murat son derece şekilci bir hayat yaşamakta kendine atfettiği üstün erdemli tutumlarla yaşadığı hayat

3 Maşatlık: isim Müslüman olmayanların, özellikle Yahudilerin mezarlığı, http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.524c0ec4317f69.32607439, 02.10.2013 tarihinde ulaşılmıştır.

1980 Sonrası Türk Sinemasında Delilik Okumaları

83 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

çelişmektedir. Kendini beğenmiş ve kavgacı bir adam olan Murat, söylem düzeyinde sömürünün karşısındadır, ancak Nur’u maddi ve manevi yönden sürekli bir biçimde sömürmekte ve aşağılamaktadır. Murat, devletten, sosyalizmden, adaletten bahsederken hep rakı kadehi ile görülmekte, Nur sürekli hayatı idame ettirmeye çalışmaktadır. Murat hep uyumakta Nur ise çalışmaktadır. Nur’un yalnız başına kocasından pek de destek alamadan büyüttüğü oğlu kocasının hatası sonucu bir trafik kazasında ölür. Nur için bir eşik daha geçilmiştir. “İnsanı deli eden şey nedir? Benim delirmemem için hiçbir sebep yok.” Yaşadığı acıyı hafifletmek için yazıya sığınan Nur, Atatürk konulu bir yazı yarışmasına katılır. Yazma ve yarışmanın sonuçlanmasını bekleme sürecinde tıpkı annesi gibi tuhaf davranışlar sergilemeye başlar. Nur, abartılı makyajı, taşkın bir mutluluk ve eğlence gösterisi ile başlayan davranış değişikliği Taksim Anıtı önünde İstiklal Marşı söyleyerek kalabalığı da peşinden sürüklemesi ve Atatürk büstleri ile olan diyalogları ile “anormal” kategorisine doğru kaydırılmaktadır. Atatürkçülüğün Nur gibi kaçıklara kalmadığını söyleyerek, Murat da tıpkı babası gibi onun deliliğini teşhis eder. Nur hayatındaki tüm erkeklerden kaçıp Atatürk’e sığınmaktadır. Atatürk büstleriyle konuşur, Onuncu Yıl ve Mülkiye Marşları ile coşar, en sonunda düşman güçlerin Atatürkçülere saldırılarını engellemek için gizli bir örgütün başkanı olduğunu ve polis radyosundan talimatlar aldığını söylediğinde izleyici olarak biz de onun delirdiğine inanırız. En son bir heykeltıraşa yaptırıp babasının evinin bahçesine yerleştirmek üzere aldığı Atatürk heykeli ağabeyi tarafından parası ödenmediği için geri götürülürken düşer ve kırılır. Heykelin kopan başını kucağına alıp ağlayan Nur, tutunduğu bir amacın daha parçalandığını görür. Akıl hastanesine götürülür, burada elektro şok ile tedavi edilmeye çalışılır. Nur’un, her bir karede daha donuklaşan bakışları, anlamını kaybeden yüzü ve çaresiz duruşu ile hayatın kıyısında sallanışını anlatmaktadır. Akıl hastanesinde deliliğinin kategorisi tanımlanır ve kendine de bildirilir: Manik Depresif. Nur, deli olmadığını, aslında akıl hastası değil, biraz yorgun, sinirli olduğunu düşünmektedir. Hastalığın atak dönemlerinde kapatma ve tecrit, ilaçla uyutma ve elektro şok uygulamaları artık Nur’un kanıksadığı şeylerdir. Hastaneden çıktığında iyileşmek, kendini bir dengede tutmak için çaba sarfeder ancak kocası Murat’ın hoyrat tavırları onu tekrar dağıtır. Kocasının tecavüzünden sonra ağır bir sarsıntı geçirip bir arkadaşının desteğiyle tekrar kliniğe yatan Nur, burada diğerlerine benzemeyen tecrit uygulamalarını sonlandıran ve ilaçtan çok sevginin iyileştiriciliğine vurgu yapan bir kadın psikatrist tarafından tedavi edilir. Annesinin sağlayamadığı koruyuculuğu ve şefkati kadın psikiyatristte bulur. Hayatındaki erkeklerin saldırgan tavırları nedeniyle varlığının tehlikeye düşmekte olduğunu anlayan Nur, hayatındaki erkeklerden kurtulur. Babasının ve ağabeyinin onun yeterince sevmemiş olduğu ama bunun, onu suçu olmadığı gerçeği ile yüzleşir. Murat’ı hayatından çıkartır. Atatürk ile olan bağını kesmez ama azaltır ve O’nu kurtarmaya çalışmaktan vazgeçer. Annesinin yıllar önce bileğine taktığı bakır bileziği de çıkartıp atar. Bu hem annesinden devraldığına inandığı deliliğinden hem de sevgisiz çocukluğuna duyduğu mahkûmiyet hissinden kurtuluşunu simgeler. Nur kendi hayatı üzerine her düşünüşünde onu delirten şeyin sevgisizlik ve hoyratlık olduğunu fark eder. Nur’un sevgisizlikten ve hoyratlıktan aklının dağılışı, ülkemizin, filmin çekildiği seksenli yıllarda yaşadığı talan edilişi de simgelemektedir bir bakıma. Otoriter Demokrat Partili baba, devleti ve devletin sağ hükümetlerce kullanılan erkini, bu erkin 27 Mayısla tamamlanamamış hesaplaşmasını ve hesaplaşma üzerinden taraf olan olmayan ötekilere duyduğu hıncı hatırlatmaktadır. Babanın otoritesinin ikincil ortağı ağabey de tıpkı baba gibi

Öznur Vuran Doğan

84 Sayı 37 /Güz 2013

iktidarını mutlaklaştırmak ister ve bunun için güç kullanmakta sakınca görmez. Marksist koca, muhalefetin örgütlenemeyişini ve sosyalizmin rakı bardağı, kirli sakal, elde kitap gibi şekil şartlarından ötede anlaşılamayışını, bu nedenle kitlelere yukarıdan/geriden ve buyurgan bir bakışla seslenmekte oluşunu temsil etmektedir. Hiçbir işte dikiş tutturamayan koca, seksenlerin sonunda bütün bir ülke doğrularını, rotasını ve aklını şaşırmakta iken kolu kanadı kırık muhalifliği anlatmaktadır. Tam bu karmaşada,büstleştirilmiş ve adeta bir histeriye dönüştürülmüş Atatürkçülük, 12 Eylül’ün ördüğü resmi ideolojinin elinden kurtarılmalıdır. Nur’u çıldırtan tam da bu gereklilik kipidir.

Sonuç

İnsan içine doğduğu kültür ve zihniyet ile üretim süreçlerine katılmaktadır. Sanatsal üretim ve elbette sinema da bu kültürel kodları ve zihniyeti taşımaktadır. Duygular, düşünceler, çalışmalar, üretilen anlamlar, zihniyet mekanizmasının denetiminden geçer ve bazen de zihniyet mekanizmalarını alt üst etmeye çalışarak paradigmayı zorlar. Bu bağlamda sinema da, evren ve zamanın kurgulandığı paradigmayı ya üretmeye devam eder ya da kırmaya tersyüz etmeye niyet eder. Bu üretim süreci aynı zamanda üretenin kendini inşasını da içermektedir. Biz göstergeleri kullanarak ideolojiye can veririz ve onu yaşatırız, ancak aynı zamanda bu ideoloji ve ideolojik göstergelere verdiğimiz yanıtlarla inşa ediliriz.

1980 sonrası dönemde üretilmiş olan filmler arasından seçilen bu beş film, delilik kavramının ve normallik anlatılarının üretimi ve zihniyetin kuruluşunu anlamaya dönük bir bakış açısı ile okunmaya çalışılmıştır.

İncelenen filmlerde iki temel bakış açısı dikkati çekmektedir. Delilik anlatılarında bir yandan halk kültürünün geleneksel bakış açısını kullanılmaktadır. Bu bakış açısı, deliliğe ilişkin mevcut zihniyeti üreterek delilik ile ilgili kodları tekrarlamaktadır. Diğer taraftan, tam da Foucault’un deliliğe ilişkin zihniyetin bir parçası olarak ortaya koyduğu sınıflandırıcı/damgalamaya dayalı, dışlayıcı kodlarında üretilmekte olduğu incelenen metinlerde görülmektedir.Bu yaklaşım, insan hakları savunucularının da tespit ettikleri gibi sosyal dışlanmayı ve etiketlenmeyi perçinlemektedir.

Okunan metinlerde, deliliğin nasıl tanımlandığı, deli karaktere atfedilen değerler, aidiyet, kimlik ve toplumsal rollerinin nasıl kurgulandığı incenmiştir.Diğer taraftan incelenen filmlerden mevcut normallik paradigmasının dışına çıkarak akıl ve delilik üzerinden toplumsal hayata ve siyasal geçmişe ilişkin göndermeler de yapılmıştır.

Deli Emin, Deli Oğlan alışkın olduğumuz delilerdir. Onların varlıklarını yadırgamadığımız gibi yoklukları da kısa süreli bir soru işaretidir yalnızca. Neden ve nasıllarına ilişkin bir güzelleme ya da bir hikmetinden sual olmazımız vardır. Deli Emin çok akıllı olduğundan “dellenmiştir” ve Deli Oğlan’ı da cin çarpmıştır. Film bize hep dinlediğimiz ve gündelik hayattan bildiğimiz bir delilik halini tekrar etmektedir. Bu haliyle film, mevcut düzene gösterilen rızanın sürekliliğini sağlamaya katkı vermektedir.

1980 Sonrası Türk Sinemasında Delilik Okumaları

85 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Erol’un durumu Deli Emin ve Deli Oğlan’dan farklıdır, çünkü Erol’un neden deli olduğunu izleyici bilmemektedir. Üstelik Erol, ne sevimlidir ne de dengesiz ve karanlık haliyle şefkat uyandırıcak bir empati olanağı sağlamamaktadır. Erol ötekidir, delidir, suça yatkındır, suçludur, üstelik deliliğini bulaştırmakta ve kapatılmayı hak etmektedir. Med Cezir Manzaraları son yüzyıldır öğrenmeye çalıştığımız bir deliliği anlatırken delilik söylemini üretmektedir.

Anayurt Oteli delilik/normallik hallerine ilişkin doğrudan bir tespitte bulunmamaktadır. İzleyiciye, çeşitli delilik halleri için belirtiler sunulmuş ancak doğrudan bir kategori tanımlanmamıştır. Zebercet takıntılı, sanrılı biri değildir yalnızca. O görülmemiş, hor görülmüş, kenarda kalmış merkezin iktidarına, iktidarın erkekliğine sahip olamamış olandır biraz da. Taşralıdır, soyu sopu karışıktır, reddedilmiştir, yani çokça Türkiye’ye benzemektedir. Bu nedenle Zebercet’in sınırlarda dolanan aklı ile toplumsal bellek arasında bir paralellik kurulabilir.

Kaçıklık Diploması da tıpkı Zebercet’in sınırlarını zorlayan toplumsal varoluş dinamiklerimiz gibi Nur’a kaçıklık mezuniyeti sağlayan siyasal iklimimiz hakkında düşünmeye çağırmaktadır izleyiciyi. Çünkü filmin ‘deli’ kahramanı Nur ile ağır politik şiddete maruz kalmış Türkiye toplumunun yazgısı arasında paralellikler bulunmaktadır. Her ikisi de, yaşamı kuşatan bir otoriteye ve şiddete maruz kalmıştır. Nur’u aklının sınırlarına getiren baba, abi, koca şiddeti, Türkiye’nin 12 Eylül’de yaşadığı baskı ve şiddeti çağrıştırmaktadır. Çıkışsızlığın aklın sınırlarını zorlamasıdır bir bakıma Kaçıklık Diploması’nın anlattığı.

Kaynakça

Abisel, Nilgün, (1997). “Bir Dünya Nasıl Kurulur: Popüler Türk Filmlerinde Anlatı Yapısı Üzerine”, Sinema Yazıları, Seçil Büker (der.), Ankara: Doruk.

Afyoncu, E., (2011). Osmanlı’da Sağlık, http://sabah.com.tr. Erişim tarihi:26.12.2011.

Baudrillard, J., (1997). Tüketim Toplumu, Fatih Keskin (çev.), İstanbul: Ayrıntı.

Çomakçı, P., (2003). “Türklerde Müzikle Tedavi”, Haliç Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 15, sf:131-140.

Demirdoğan, M., Dağıdır, F., (2008). Türkiye’de Psikayatrik Teşhis Almış Bireylere Yönelik Ayrımcılık ve Sosyal Dışlanma, Ruh Sağlığında İnsan Hakları Girişimi, İstanbul: Rusihak Yay.

Elsaesser, T., (2011). Akıl Oyunu Filmleri, (sinecine kolektif: B. Şimşek, E. S. İşeri Erdoğan, A. Gürata, S. R. Öztürk Çev.). sinecine Sinema Araştırmaları Dergisi, 2011/2, sf:81-104).

Erasmus, D., (2007). Deliliğe Övgü, Nusret Hızır (çev.), İstanbul: Kırmızı.

Fiske, J., (1996). İletişim Çalışmalarına Giriş, Süleyman İrvan (çev.), Ankara: Ark.

Öznur Vuran Doğan

86 Sayı 37 /Güz 2013

Fox, D., Prilleltensky, I., ve Austin, S., (2012). Eleştirel Psikoloji, (Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Kollektif Çevirisi), Güneş Kayacı Sevinç, İpek Demirok, Baran Gürsel (Der.), İstanbul: Ayrıntı.

Foucault, F., (1995). Deliliğin Tarihi, Mehmet Ali Kılıçbay (çev.), Ankara: İmge Kitabevi.

Gürbilek, N., (2008). Mağdurun Dili, İstanbul: Metis.

Gürbilek, N., (1992). Vitrinde Yaşamak, İstanbul: Metis.

Kanter, A., (2010). “Uluslararası Hukuk Uyarınca Toplum İçinde Yaşama Hakkı”, Nilay Kacar (çev.) Toplum İçinde Yaşamak Herkesin Hakkı, Ruh Sağlığında İnsan Hakları Girişimi, İstanbul: Rusihak Yay.

Kara, H., (2006). Osmanlı’nın Mahalle Sakinleri: Mecnunlar, Deliler, Ölüler, Osmanlılarda Sağlık, Necdet Yılmaz, Coşkun Yılmaz (der.), İstanbul: Biofarma İlaç Sanayi ve Ticaret A.Ş. Yayını.

Küçük, M., (1994). Medya İktidar İdeoloji, Ankara: Ark.

Onaran, O., (1997). “Türk Sinemasında Anlatı Üzerine Bir Deneme”, Sinema Yazıları Seçil Büker (der.), Ankara: Doruk.

Ruh Sağlığında İnsan Hakları Girişimi, (2011). Akıl ve Ruh Sağlığı Alanında İnsan Hakları Türkiye Raporu, http://www.rusihak.org/dosyalar/haberler/rusihak_ulusal_rapor.pdf. Erişim tarihi: 29.10.2012.

Sarı, N., Akgün B., (2008). “Türk Tarihinde Psikiyatriye Bakış”, Türkiye’de Sık Karşılaşılan Psikiyatrik Hastalıklar Sempozyum Dizisi No: 62.

Şehbenderzade, F. A. H., (2005). A’mak-ı Hayal, Ankara: Akçağ.

Yancığaz, E., (2007). Türkiye’nin Toplumsal ve Kültürel Yapısında Delilik Olgusunun Türk Sinemasına Yansıması, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalı Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.

1980 Sonrası Türk Sinemasında Delilik Okumaları

Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi

Copyright - 2013 Bütün Hakları SaklıdırE-ISSN: 2147-4524

İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 37 / Güz 2013

Sinemada Göçün Öteki Yüzü: “Bilinmeyen Kod, Cennet Batıda, İşte Özgür Dünya, 40 ve Biutiful” Filmlerinde İllegal Göçmen KimlikleriThe Other Side of Migration: The Illegal Identities of Migrants in “Code Unknown, Eden is West, It’s a Free World, 40 and Biutiful”

Emine UÇAR İLBUĞA, Doç. Dr., Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü, E-posta: [email protected]

Öz

İllegal göç ve mülteci sorunu Avrupa başta olmak üzere birçok dünya ülkesinde önemli bir gündem oluşturmakta, söz konusu illegal göçe karşı sınırlar daha sıkı kontrollere tabi tutulmaktadır. Özellikle ekonomik ve siyasi istikrarın zayıf olduğu ülkelerden Avrupa ülkelerine doğru gerçekleşen illegal göç gemilerle açık denizlerde, yük kamyonlarıyla karada ölüm yolculuklarına dönüşmektedir. İllegal göçmenler göç ettikleri ülkelerde, çoğu zaman oturum izni, çalışma izni, sağlık sigortası, iş güvencesinden yoksun, zor koşullarda kaçak iş gücü piyasasının aktörleri olarak yaşamlarını sürdürmektedirler. Bu çalışma, yasadışı göç ve göçmenlerin sorunlarının sinemada nasıl yer bulduğu konusuna odaklanmaktadır. Çalışma kapsamında Emre Şahin’in “40”, Ken Loach’un “İşte Özgür Dünya”, Michael Haneke’nin “Bilinmeyen Kod”, Alejandro González Iñárritu’nun “Biutiful” ve Costa Gavras’ın ‘Cennet Batıda’ filmleri analiz edilecektir.

Abstract

The issue of illegal migration and refugee create an important agenda especially in Europe and many countries. The borders of the countries are being controlled more tightly against the illegal migration. Especially the illegal migration from the countries which are weak economically and politically to the European countries turns into death trips with ships in the open sea and with trucks on the roads. Most of the time the illegal migrants live without residence and work permit, health insurance, work insurance in the country of immigration. And they also live in hard conditions as the actors of illegal labour market. This study focuses on how the illegal migration and the problems of migrants reflect in the cinema. The films “Code Unknown, Eden is West, It’s a Free World and 40 and Biutiful” will be analyzed in the scope of the study.

Anahtar Kelimeler:

Göç, İllegal Göçmen, Sinema

Keywords:

Migration, Illegal Migrant, Cinema

88 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Giriş

Bazı Fransızlar bizden korkuyorlar. Onlara göre biz buraya onların işlerini ellerinden almak, onlara zarar vermek için geliyoruz. Ya da bizim uyuşturucu kaçakçısı, hırsız olduğumuzu düşünüyorlar. Yabancılar olarak burada damgalanmışız (Keeley, 2009:11).

Göç insanlık tarihine dayanan uzun bir geçmişe sahip ve geniş kapsamlı bir süreçtir. Çok çeşitli nedenlerle bireysel ya da gruplar halinde gerçekleşen göç kısaca yaşam yerini değiştirmek anlamına gelir. Burada sözü edilen yaşam yerinin değişmesi ulusal ya da uluslar arası boyutlarda olabilir. Sermaye ve emeğin ulus devlet sınırlarında büyük kentlerde yoğunlaşmasıyla iç göç çevreden merkeze, gelişmekte ve gelişmemiş ülkelerden gelen göç ise sermaye ve teknolojiye, dolayısıyla iş endüstrisine sahip Batı ülkelerine doğru gerçekleşmektedir. Göç her biçimiyle kişi ya da kişilerin belli bir topluluğu, ortamı terk ederek, yeni bir topluluk, yeni toplumsal ilişkiler ve yeni yasal yapılar içine girmesini gerektiren, göç eden kişiler açısından çok çeşitli işlevleri olan ve kültürel, toplumsal, siyasal, psikolojik olmak üzere çeşitli uyum sorunlarını da beraberinde getiren bir süreçtir (İlhan Tekeli, 2008:173-174). Göç açıklanırken “genellikle itici ve çekici faktörlerin bir bileşimi kullanılır. İtici faktörler, göçmenlerin motivasyonu, issizlik, düşük ücret, savaş, kıtlık, siyasi kovuşturma ya da ekonomik çöküntü olarak açıklanırken, çekici faktörler ise, hedef ülkede elverişli ekonomik olanaklar, kültür ve dil benzerliği, resmi ve gayri resmi göçmen ağları” (George Ritzer, 2010:319), göçmen politikaları, iş gücü ihtiyacı olarak sıralanabilir. Bunun yanında küresel –yerel ağların karşılıklı etkileşimi, bilginin küresel yayılımı ve gidilecek ülkeyi seçebilme olanakları, diaspora niteliğindeki toplulukların varlığı, kolay para transferi (2010:319) göç etmeyi kolaylaştıran etkenlerdir.

Küreselleşme tartışmalarında en önemli konulardan biri de uluslararası göçtür. Çünkü daha önce de değinildiği gibi küreselleşme süreci insanların göç etme olanaklarını artırmakta, farklı göç türlerinin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Yabancıların sınır geçişlerinin iki yönlü olarak artması, iletişim ve ulaşım olanaklarının kolaylaşması sonucu ulus-devletlerin sınırlarını ve yabancıların kalış sürelerini kontrol etmelerinde zorlanmalarına neden olmaktadır (İçduygu, 2010:17-40). Dolayısıyla günümüz küresel dünyasında göçün yapısı da daha farklı bir boyut kazanmıştır. Sermayenin sınırları aşan akışı, insan emeğinin de gelişmiş ülkelere ve mega kentlere yoğunlaşmasında etkin rol oynamaktadır. Bu durumda emek akışı yalnızca eğitimli, meslek sahibi kişilerle sınırlı olmaktan öte vasıfsız emek göçünü de beraberinde getirmektedir. Uluslararası Göçmen Dünya Komisyonu, yaklaşık 200 milyon göçmenin önemli bir bölümünün dünya genelinde düzenli oturum hakkının olmadığına vurgu yapmaktadır (Vogel ve Cyrus, 2008:1).

Günümüzde göç ve göçmenlik konusu, ulusal kimlik, din, dil, kültür, ekonomik ve güvenlik gibi çok çeşitli nedenlerle farklı bilimsel alanlarda ve siyasal mecralarda tartışılmaktadır. Özellikle göç alan ülkelerde yapılan araştırmalar insanların göçmenlere karşı negatif tutum sergilemekte olduğunu göstermektedir. Söz konusu negatif tutum özellikle yasadışı göçmenlere karşı daha korkutucu boyutlara ulaşmaktadır (Keeley, 2009:44)

Genel olarak küreselleşme tartışmalarında farklı coğrafi ve kültürel uzamların birbirine yaklaştıkları görüşü kabul görmektedir. Buna karşın sermaye ve bilginin dünyayı

Emine Uçar İlbuğa

89 Sayı 37 /Güz 2013

hızla kat etmesine karşılık insan hareketliliği yeni göç ve göçmen yasaları, sınırlar, polis ve vize engeli sıradan insanların kolayca yer değiştirmelerine engel oluşturmaktadır. Bu durum da yasal göç olanağının sınırlı olduğu günümüzde, düzensiz göç ve sığınma hareketliliği de daha bir önem kazanmaktadır. Zygmunt Bauman, göçebe kavramının son derece yanıltıcı olduğuna vurgu yapar. Ona göre günümüzde herkes gezgindir ya da gezgin olabilir, ancak bu özgürlüklere sahip olma bağlamında en üst ve en altta olanlar arasında derin uçurumlar vardır. Diğer bir ifade ile hareketlilik hiyerarşisinin en altında (göç kontrolü, oturma izni, yasalar ve politikalar ile örülmüş yüksek duvarlarla karşılaşanlar ve yasa dışı seyahat etmek durumunda olanlar) ve en üstünde olanlar (küresel iş adamları, kültür yöneticileri, küresel akademisyenler) olmak üzere iki kutba ayrılmış dünyalar ve deneyimler söz konusudur (2006:100-101).

Göç ve göçmenlerin göç süreçleri, göç ettikleri ülkelerde yaşam koşulları ise sık sık sinema filmlerinin konusu olmaktadır. Çünkü sinema, kitle iletişim aracı, eğlence, endüstri ve sanat olarak hem içinde bulunduğu toplumdan beslenir hem de toplumsal gerçekliği yeniden yapılandırır. André Bazin, gerçekliğin teknik olarak ve mekaniksel yeniden üretiminin on dokuzuncu yüzyıldan itibaren sinema ile gerçekleştirilmeye başladığını ifade eder (1993:21). Siegfried Kracauer’e göre de sinema “içinde yaşadığımız dünya ile bizi tanıştırırken, tanık yerinde, görünüşü özel bir sonuç doğuran olayları sıralar. Bizi yılgı duyduğumuz şeylerle yüz yüze getirir. Çoğu kez de bizi gerçek yaşamın olaylarını, bu olaylar konusunda beslediğimiz düşüncelerle karşılaştırmaya” zorlar (1968:387). Dolayısıyla “sinemada her eğilim, çağının toplumsal ve siyasal özelliklerini yansıtır” ( Paul Rotha, 1968:341). Nejat Ulusay’ın vurguladığı gibi, göçmenler günümüz koşullarında kültürel pazarlar için bir hedef kitle oluşturmakta ve göçmen sorunları, çok kültürlülük, melezlik gibi konularla sinemada farklı biçimleriyle yer bulmaktadır (2008:58).

Bu çalışma illegal göçmenleri ve mültecileri konu alan filmler ile sınırlı tutulmuştur. Son yıllarda özellikle ekonomik ve siyasi istikrarın zayıf olduğu ülkelerden Avrupa ülkelerine doğru yaşanan göç ve insan kaçakçılığı gemilerle ve yük kamyonlarıyla açık denizlerde ve karada ölüm yolculuklarına dönüşmekte, bu yolculukların hazin sonuçları sık sık medyada haber olarak yer almaktadır. Bu denli zorlu yolculuklardan arda kalanların yaşamları ise gittikleri ülkelerde bekledikleri gibi olmamaktadır. İllegal göç ve mülteci sorunu Avrupa’da kültürel ve siyasi olarak önemli bir gündem oluşturmakta ve söz konusu illegal göçe karşı sınırlar daha sıkı kontrollere tabi tutulmaktadır. Bu süreçte özellikle İtalya, Yunanistan ve Türkiye gibi ülkeler deniz ve kara yoluyla kaçak göçmenlerin ilk uğrak yerleri olmaktadır. Dolayısıyla illegal göçmenler bilinmeyen, kabul görmeyen, yok sayılan kimlikleriyle yasal haklardan yoksun sömürüye açık, kara para sermayesinin kurbanları ve çoğu zaman hayatlarıyla ödedikleri büyük bedellerle farklı ülkelerde var olma savaşı vermektedirler. Bu sorunların sinema filmlerine yansımaları da giderek önem kazanmaktadır.

Göç ve göçmenlik Türk sinemasında da önemli bir konu olmuş ve olmaya devam etmektedir. Türk sinemasında Göç temalı filmlerde iç göç yanında, Türkiye’den Avrupa’ya siyasi ve ekonomik nedenlerle yasal ya da illegal yollardan gerçekleşen dış göç ve dolayısıyla göçmenlerin gittikleri ülkelerde ekonomik, kültürel, dilsel, yaşam biçimi ve uyum bağlamında karşılaştıkları sorunlar yansıtılır. Ancak Türkiye uzun yıllar göç veren

Sinemada Göçün Öteki Yüzü: “Bilinmeyen Kod, Cennet Batıda, İşte Özgür Dünya, 40 ve Biutiful” Filmlerinde İllegal Göçmen Kimlikleri

90 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

bir ülke iken son yıllarda turizm, eğitim, iklim ve ekonomik nedenlerle göç alan ülke konumuna gelmiştir. Ayrıca özellikle komşu ülkelerde yaşanılan siyasi istikrarsızlık ve savaşlar nedeniyle Türkiye illegal göçmenler ve mülteciler için transit bir ülke konumuna gelmiştir. Özellikle İstanbul’da illegal göçmenlerin yaşamlarına ilişkin sorunlar son dönem Türk filmlerinde yer almaktadır.

Bu çalışma, son yıllarda yasadışı göç ve göçmenler sorununun Türk ve Dünya sinemasında nasıl yer bulduğu konusuna odaklanmaktadır. Bu çalışmada inceleme konusu olan filmlerin ortak özellikleri illegal göçmenler,1 göç etme süreçleri ve göç ettikleri ülkelerde yaşadıkları sorunları konu edinmeleridir.

Bu çalışmada filmler toplumbilimsel analiz yöntemi ile incelenecektir. Toplumbilimsel analiz aynı zamanda kültür tarihinin de bir parçasını oluşturur. Toplumbilimsel analizin anahtar kategorisini toplum oluşturmaktadır, dolayısıyla toplumbilimsel bakış açısıyla filmler genel ya da kapsamlı bir şekilde toplumsal bağlamda ortaya konulur. Bir diğer ifade ile filmlerin ait oldukları toplumsal dönemle ilişkileri, filmlerin toplumsal koşulları, sosyal anlamları, işlevleri, toplumda marjinal gruplara, azınlıklara ya da kişilere, kurumlara, sosyal sınıflara, rollere karşı önyargı ve ötekileştirmeler, sorunlar ve çıkar çatışmaları sorgulanır. Toplumbilimsel film analizi ile filmler dönemin gerçekliğinin yansımaları ışığında değerlendirilir ve araştırılır. Toplumbilimsel film analizinin anahtar kategorisini yönetmenin ‘biyografisi’ ya da ‘gelenek’ oluşturmaz, aksine temel kategori ’toplum’dur. (Werner Faulstich, 2002:195-196). Bu bakımdan sinema toplumsalın aşkın bir çözümlemesini sunar ve toplumsal teşhise katkıda bulunur (Bülent Diken, 2010:22-23).

Bu çalışmada 2000 ve sonrası çekilen filmler konu itibariyle sınıflandırılmış ve filmlerin toplumbilimsel analizi ve yorumlanmasında “göçün biçimi ve koşulları”, “göçmenlerin iş ve barınma sorunları”, “gittikleri ülkelerde yasal olanakları ya da olanaksızlıkları”, “toplum içindeki koşulları ve ilişkileri”, yabancı olarak gelecek perspektifleri” olmak üzere sorular temel alınmıştır.

Bu bağlamda Michael Haneke’nin “Bilinmeyen Kod” (2000), Ken Loach’un “İşte Özgür Dünya” (2007), Costa Gavras’ın “Cennet Batıda” (2008) Emre Şahin’in “40” (2009) ve Alejandro González Iñárritu’nun “Biutiful” (2010) filmleri analiz edilerek yasadışı göçmenlerin sinemada nasıl temsil edildiklerini ortaya koymak amaçlanmaktadır.

İllegal Göç ve Göçmenlik Sorunu

İllegaliteye giden yol ya da illegalitenin başlamasına etki eden nedenler farklı ve çeşitlilik göstermektedir. Örneğin Avrupa ülkelerini hedefleyen illegal yolculukların başlangıcı bazen Kanarya adalarına, Yunanistan’a, İtalya’ya deniz yoluyla, kimi zaman ise Ukrayna’dan başlayıp Slovakya Cumhuriyeti’ne kadar uzanan, çoğu zaman dağlık yollardan gerçekleşen, ölümüne yolculuklarla sonuçlanan sorunlu ve insan hakları bağlamında tartışmalı bir konudur. Bunun yanında bazen turist vizesiyle başlayan legal

1 Düzensiz göçmenler- kağıtsız, belgesiz hareket edenler, oturma izni olmayan yabancılar, illegal olarak yaşayan göçmenler – bütün bu kavramlar gerekli olan oturumu olmayan, bir ülkede kalabilmek için yasal oturum hakkı bulunmayan, yaşamakta olduğu ülkenin vatandaşlığına sahip olmayan, ancak kısa süreli oturum alan insanlar için kullanılmaktadır (Vogel ve Cyrus, 2008:1).

Emine Uçar İlbuğa

91 Sayı 37 /Güz 2013

bir yolculuk, vizenin bitiminden sonra gidilen ülkede kalmaya devam edilerek illegale dönüşebilmektedir. Dolayısıyla legal ve illegal göçmenler ve onların çalışabilme olanaklarına ilişkin çeşitli kombinasyonlar söz konusu olmaktadır. Çünkü yasal ve yasadışı göçmenlik arasında çok katmanlı geçişler mümkündür. Yasadışı yollardan gidilen ülkede iltica için başvuru yapan kişi bu bekleme sürecinde illegal işlerde çalışabilmekte ya da iltica başvurusu ret edildiğinde oturma izni olmamasına karşın ülkede kalmaya devam edebilmektedir. Bu koşullarda göçmenlerin kaldıkları ülkede yasadışı duruma düşmeleri ve söz konusu ülkelerin ekonomik, siyasi, kültürel yapılanmaları onların yaşam olanaklarını da farklılaştırabilmektedir (Vogel ve Cyrus, 2008:1).

Göçmenleri Champion, misafir işçi, alanında uzman, kolonyal göç, askeri personel, öğrenciler, misyonerler, yasadışı göçmenler, sığınmacılar, sezon işçiler, turistler, yaşlı göçü, sürekli gidip gelenler (1994:653) gibi çeşitli başlıklarda tanımlamaktadır. İster kayıtlı isterse yasa dışı olsun ya da önce yasadışı yollardan ülkeye girip sonradan yasal göçmen durumuna gelsin genel olarak göçmenlerin istatistiksel bilgileri sorun oluşturmaktadır. Türkiye gibi, bazı ülkelerde ise göçmenler üzerine düzenli bir istatistik çalışması yer almamakta ve yasa dışı göçün belgelenmesi de söz konusu olamamaktadır. Çünkü düzensiz göçmenler yakalanma, ülkesine geri gönderilme gibi çok çeşitli nedenlerle resmi kurumlarla ilişkiye girememektedirler. Bu durum ise onların istatistik olarak değerlendirilmelerini olanaksız kılmakta, yasadışı göçmenler üzerine yapılan değerlendirmeler ise sadece tahminden ibaret olmaktadır.

Bu durumda, vasıflı ya da vasıfsız olarak bir başka ülkeye kaçak yollardan veya önce serbest dolaşım hakkı ile girip, sonra kaçak duruma düşen göçmenler, oturum izni, çalışma izni, sağlık sigortası, iş güvencesi, barınma gibi hayati önem taşıyan desteklerden yoksun, zor koşullarda farklı kültürlerde ve ülkelerde çoğu zaman kaçak iş gücü piyasasının aktörleri olarak yaşamlarını sürdürmektedirler. Böylece daha çok kayıt dışı ekonomide istihdam edilen çocuklar, kadınlar, erkekler, bu koşullarda uluslararası kaçak organizasyonlarının birer metası olarak sömürüye açık, can güvenliği olmadan, her an sınır dışı edilme korkusuyla varlıklarını sürdürmektedirler.

Türkiye ve İllegal Göç

Türkiye uzun yıllar göç veren bir ülke iken 1980’lerin sonu itibarıyla göç alan ülke durumuna gelmiştir. Özellikle transit göç bakımından Türkiye son yıllarda kilit bir rol üstlenmiştir. Bu değişim yalnızca kitle iletişim araçları ve ulaşım alanındaki gelişmelerle değil, aynı zamanda Türkiye’nin yakın bölgelerindeki siyasi istikrarsızlıklar, savaşlar, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerindeki sosyalist sistemlerinin çökmesi, mekik göçler, bavul ticareti, düzensiz göçler ve sığınma hareketlerinde yoğunlaşmaya neden olmuştur (İçduygu, 2010:17-40).

İçduygu’ya göre, Türkiye’ye yönelen düzensiz göç hareketleri, göç politikası, göçmen sayısı ve göç yoğunluğu bakımından yıllara göre farklılık gösterir. 1979-1987 yılları arasında İran’da yaşanılan rejim değişikliği nedeniyle İran’dan Türkiye’ye yoğun göçmen akışı olur, bu göçmenlerin birçoğu daha sonra Avrupa ya da Kuzey Amerika’ya gitmişlerdir. 1988-1993 yılları arasında, Irak ve Bulgaristan’dan gelen mülteciler ile Doğu Bloğu ülkelerinden ekonomik amaçlarla gelen sığınmacı ve göçmenlerin oluşturduğu bir

Sinemada Göçün Öteki Yüzü: “Bilinmeyen Kod, Cennet Batıda, İşte Özgür Dünya, 40 ve Biutiful” Filmlerinde İllegal Göçmen Kimlikleri

92 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

göç dalgası söz konusu olur. 1994 ve sonrasında (2004:27-28, aktaran Savaşan, 2007:155) ise yeni göç hareketleri, AB kriterleri ve yasadışı göçün sorunları karşısında yeni düzenlemeler zorunlu hale gelir. Özellikle “1989 soğuk savaş sonrası yoğun küreselleşme, ulus-sonrası ya da ulusaşırı dönemin başlamasıyla birlikte çokkültürlü toplumsal yapılar artmış göç ve sığınma hareketlerinin yoğunluğu belirginleşmiş, sınırları aşan, fikir ve sermaye akışı, göç karşıtlığı ya da göçe ihtiyaç ve kısıtlayıcı uygulamalar gibi yeni eğilim ve hareketler konuşulur olmuştur” (İçduygu, 2010:21).

Türkiye’ye olan dış göç yasal ve yasadışı bağlamda artmaya başlamıştır. Bu göçler özellikle mülteci, sığınmacı, transit göçmenler ve kaçak iş gücü ağırlıklı olmaktadır. Türkiye coğrafi konumu itibarıyla Orta Asya, Kafkaslar, Ortadoğu ve Balkanlar gibi uluslaşma süreçlerinin, rejim değişikliklerinin ve uluslararası askeri müdahalelerin genellikle toplu göçlere yol açtığı bölgeleri birleştirmekte ve bu bölgelerden kaynaklanan iltica hareketleri açısından hem geçiş hem de varış noktası konumundadır. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre, Türkiye başlıca uluslararası göç kavşaklarından birini oluşturmaktadır. 2008 Dünya Mülteci Araştırması’na göre, dünya genelinde söz konusu olan 14.047.300 mülteci ve sığınmacıdan 6.380.200’ü Türkiye’nin Güney ve Doğu sınırlarına uzanan Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da, 2.617.200’ü ise Güney Asya ve Orta Asya’da bulunmaktadır. Bir diğer ifadeyle 2008 yılında dünya mülteci ve sığınmacı nüfusun %70’i Türkiye’nin Doğu ve Güney sınırları etrafında bulunmaktadır. Buna karşın 2009 yılı verilerine göre bu rakamın sadece 19.000’ini Türkiye’den geçici sığınma hakkı elde edebilmiştir (Özgür ve Özer, 2010: 125-126). 1991 Körfez Savaşı sırasında Iraklı sığınmacıların Türkiye’ye yoğun göçü sonrası 1994’de yapılan bir düzenlemeyle Avrupa dışı ülkelerden gelerek Türkiye’ye iltica eden göçmenlere geçici sığınma hakkı tanınmıştır. Türkiye’de yapılan bu değişiklikle beraber, AB ülkelerinin mülteci ve göç rejimini sıkılaştırmaları, Afrika ülkelerinde yaşanılan ekonomik sorunlar, iç savaşlar ve siyasi istikrarsızlıklar gibi nedenlerle Afrika ülkelerinden de Türkiye’ye sığınmacı ve göçmenlerin sayısında artış olmuştur (Yükseker ve Brewer, 2010:297). Özellikle AB sınırlarının illegal göçmenlere karşı sıkı ve korunaklı hale getirilmesi, dolayısıyla Avrupa Kalesi’nin örülmesi nedeniyle Doğu-Batı göç yolu üzerinde olan ülkenin transit göçmenlerin bekleme odası haline gelmesine neden olmuştur (Erder, 2010:41-55).

Bugün için yalnızca İstanbul’da beş-altı bin Afrikalı kaçak göçmen ve sığınmacının yaşadığı tahmin edilmektedir. Türkiye’ye sığınmacı olarak gelen Afrikalı göçmenler yoğunluklu olarak Somali, Nijerya, Gana, Kongo, Moritanya, Eritre, Etiyopya, Kenya gibi ülkelerden ve yasak yollardan Türkiye’ye giriş yapmaktadırlar. Yükseker ve Brewer, 2005 yılında İstanbul’da yaşayan 133 Afrikalı kaçak göçmen ile yaptıkları anket ve derinlemesine görüşmede göçmenlerin (%41) insan tacirleri tarafından ülkelerinden Yunanistan ve İtalya’ya götürülmek üzere gemilerle ve botlarla yola çıkarıldıkları, buna karşın Türkiye kıyılarında bırakıldıkları sonucuna ulaşmışlardır (2010:297-319).

Türkiye, Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerinde bir yandan düzensiz göç ve sığınma hareketliliğine karşı yasal düzenlemelere giderken, öte yandan AB kriterlerine uygun yasal prosedürler kapsamında çalışmalar yapmak durumunda kalmıştır. Çünkü 1990’lı yıllardan itibaren iltica ve düzensiz göç sorunu özellikle göç alan Batı Avrupa

Emine Uçar İlbuğa

93 Sayı 37 /Güz 2013

ülkeleri için bir güvenlik sorunu haline gelmiş, bu yönde yapılan idari, psikolojik ve askeri sınırlar sığınmayı daha zorlaştırırken, bu durum sığınmacı ve mültecilerin yasa dışı yolları tercih etmelerine neden olmuştur. Her ne kadar son yıllarda sığınma başvurularında azalma meydana gelmişse de düzensiz göçler daha fazla mülteciyi içerir hale gelmiştir. Bu durum ise insan hakları ihlali, ayrımcılık, sınır dışı edilme gibi birçok sorunu beraberinde getirmiştir (Özgür ve Özer, 2010:1-2).

Uluslararası Göç Bağlamında Yasadışı Göç Sorunu

Göç, ekonomik göç-ekonomik olmayan göç; gönüllü göç- zorunlu göç, geçici göç-sürekli göç, transit göç-yerleşik göç, yasal (legal) göç, yasadışı (illegal) göç, vasıflı (beyin) göç, vasıfsız göç gibi farklı kategoriler altında değerlendirilebilir. Bununla birlikte bir göçmen aynı anda birden çok kategoride yer alabilir. Örneğin, ekonomik nedenlerle gerçekleşen göç ekonomik bir göç iken, aynı zamanda göç edilen ülkeye yasadışı yollardan girilmişse kaçak göç gerçekleşmiş olur (Güllüpınar, 2012:53-85).

Günümüzde milyonlarca insan şiddet, ayrımcılık, baskı, daha iyi bir hayat sürdürebilme umuduyla ülkelerini terk etmek durumda kalmaktadırlar. Dünyadaki savaşlar, askeri ayaklanmalar, toplumsal sorunlar, insan hakları ihlalleri, kötü ekonomik politikalar, hızlı nüfus artışı, doğal kaynakların hızla yok edilmesi, sömürgecilik sonrası yeni ulus-devletlerde siyasi ve ekonomik sorunlar söz konusu göçlerde itici rol oynamaktadır (Durugönül, 2002:46).

Göçmenler tarafından en fazla Avrupa ülkeleri tercih edilmektedir. Buna karşın Avrupa yasal olarak düzensiz ve yasal olmayan göçe karşı giderek sınırlarının geçirgenliğini daha da zorlaştırmaktadır. Devletlerin göçü sınırlama girişimlerine koşut olarak göçün yasadışına itilmesi kaçınılmaz olmakta, oluşan yasadışı yapılanmalar ile göçün ticareti artmakta, böylece insan ticaret metası haline getirilmektedir (Ünver, 2010). Yasadışı göçün çeşitli biçimleri söz konusudur. Kaçak göçmenler bir ülkeye kara, hava ve deniz yoluyla gelmektedir. Bazıları ise bu göç sürecinde sahte belge kullanarak, suç örgütleri ile işbirliği yaparak ve onların desteği ile yasa dışı yollardan başka ülkelere giriş yapmakta, bir kısmı ise yabancı bir ülkeye yasal yollardan girip, oturum izninin bitiminden sonra kaçak duruma düşmektedir. 2006 yılında iltica başvuruları en fazla ABD (41.000), Kanada, Fransa, Almanya Britanya’ya olmuştur. Bu ülkelere 2006 yılında 20.000 ve 30.000 bin aralığında iltica başvurusu yapılmıştır. Bununla birlikte kişi başına düşen rakamlar bakımında İsveç, Avusturya, İsviçre en fazla başvuru alan diğer ülkeler olmuştur. Bu yılda en önemli iltica kaynağı ülkeler ise Irak, Sırbistan ve Karadağ olmuştur (OECD, 2008).

Son yıllarda Avrupa’da yaşanılan ekonomik krizler, siyasi yelpazedeki değişimler Zizek’in ifadesi ile “finansal kesintiler, sürekli olarak kemer sıkma politikalarına ihtiyaç duyan, sağlık ve eğitim sistemlerini kısan, maaşları azaltan ve iş imkânlarını daha geçici yapan ekonomik olağanüstü halin kalıcı olduğu yeni bir çağa girilmesini beraberinde getirmiştir. Ayrıca komünist rejimlerin 1990’larda dağılması, devlet gücünün kullanımının baskın biçimi, depolitize olmuş uzman yönetimi ve çıkar uyumu olduğu bir döneme girilmesi ve bu yeni siyasi ortamda, insanları mobilize etmek için tutku eklemenin tek yolu korkular (göçmen, suç, cinsel sapkınlık, çevresel felaket ve taciz ) olmuştur

Sinemada Göçün Öteki Yüzü: “Bilinmeyen Kod, Cennet Batıda, İşte Özgür Dünya, 40 ve Biutiful” Filmlerinde İllegal Göçmen Kimlikleri

94 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

(31.08.2012). Eriş’in de vurguladığı gibi sığınma hakkı, insan onuruna yakışır bir şekilde yaşama ihtiyacını ifade ettiği halde, gelişmekte olan ülke insanları ve daha iyi standartlarda yaşama arzusunda olan yasadışı göçmenler için Avrupa çekim merkezi olmasına karşın bu hak, daha çok devletlerin kendi yarattığı bir hak olarak görülmektedir (2007:4-15). Doğal olarak illegal yaşamları, yasadışı ikamet, istihdam ve resmi istatistiklerde yer almamaları nedeniyle yasa dışı göçü sayısal ölçüde tahmin etmek zordur. Daha çok bu sayı oturum izni ya da bir ülkeye iltica taleplerinin reddi, uluslararası koruma, sınırda tutuklama gibi resmi kayıtlara geçen bilgilere dayanmaktadır. Tahmini verilere göre Kuzey Avrupa’da üçüncü dünya ülkelerinden gelen illegal göçmenler nüfusun %10’unu oluşturmaktadır ve Güney Avrupa ülkelerinde de bu oran giderek artmaktadır (Straubhaar, 2007:8). Bu tahminlere dayanarak yasadışı göçün büyüklüğü ve önemi, ulusal ve Avrupa düzeyinde verilen büyük siyasi öneme sahip olduğunu göstermektedir.

Küreselleşme sürecinde bir diğer sorun ise son yıllarda kayıt dışı ekonominin özel bir türü olarak enformel sektörlerin gelişmesidir. Enformel sektör denilince küçük ölçekli, işgücü ve sermaye arasında ayırımın olmadığı veya çok az olduğu ve işgücü ilişkilerinin resmi kontratların aksine, çoğunlukla akrabalık veya kişisel ve sosyal ilişkilere dayandığı sektörlerdir (Savaşan, 2007: 29). Bu sektörler ise çoğu zaman kayıt dışı göçmenlerin istihdam edildikleri alanlar olmaktadır. Bütün bu koşullarda illegal göçmenlerin, mültecilerin ve ilticacıların içinde bulundukları toplumda hem yasal hem de kamusal alanda yok sayılmaları söz konusu olmakta, bu durum ise kriminal ortamlara açık ve insan tacirlerinin ellerine kolayca düşmelerine neden olmaktadır. Çoğu zaman insan sağlığını tehdit eden ortamlarda topluca, sağlıklı beslenme ve insanca yaşama hakkından uzak, toplumdan dışlanmış ve her an yakalanarak sınır dışı edilme korkusuyla yaşamak zorunda kalmaktadırlar.

Sinemada İllegal Göçmen Temsilleri

Sinema toplumun bir yansıması olarak toplumu hem biçimlendiren hem de alternatifler sunan yapısıyla, sorgulayan, eleştiren, eğlendiren, düşündüren bir kitle iletişim aracıdır. Bu bağlamda yasadışı göç, göçmenlik ve göçmenlerin yaşam koşullarına ilişkin sorunların sinema filmlerinde de sorunsallaştırılması, içinde yaşanılan toplumların sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi koşullarının da bir yansımasını oluşturmaktadır. Bu çalışmada incelenecek örnek filmlerin ortak temasını illegal göç ve göçmenler konusu oluşturmaktadır. Türk ve dünya sinemasında illegal göç sorununun sinema filmlerinde konu olması ve birçok önemli yönetmenin bu konuya yaklaşımları böylesine önemli ve sorunlu bir alana dikkat çekilmesi bakımından da önemlidir.

Emre Şahin, “40” filminde İstanbul’da kaçak olarak yaşayan Afrikalı göçmenlerin sorunlu ve zorlu yaşamlarını beyazperdeye yansıtır. Ken Loach, “İşte Özgür Dünya” filminde İngiltere’de mevsimlik ve illegal işçilerin yaşamına, Michael Haneke “Bilinmeyen Kod” da Paris’teki Afrikalı ve Balkan kökenli göçmenlerin, Alejandro González Iñárritu, İspanya’da kaçak Çinli ve Afrikalı göçmenlerin sorunlarına, Costa Gavras ise Ortadoğulu bir gencin kaçak yollardan Cennet Batı’ya yolculuğuna çevirir kameralarını. Böylece sinema duyan, gören, dokunan, hissettiren yapısıyla dünyadaki bir insanlık dramına aracı olur.

Emine Uçar İlbuğa

95 Sayı 37 /Güz 2013

Film Analizleri ve Bulgular

Film:‘40’,

Film Özeti

Emre Şahin’in ilk uzun metrajlı filmi ‘40’ üç ayrı karakter üzerinden İstanbul’a farklı nedenlerle gelmiş ve burada tesadüflerle aynı çantanın peşine düşen ve hayallerini, geleceklerini bu çantanın içindeki para ile kurabilecekleri umudu taşıyan, ancak her üç karakterinde çantayı bulup, ardından kaybedişlerinin hikâyesi anlatılır. Sevda hemşire özel hayatında yaşadığı sorunlardan kurtulabilmek için numeroloji ile ilgilenir. Böylece Sevda tüm sorunlardan kurtulup, yeni bir hayata başlamak umuduyla rakamların insan yaşamındaki etkisinin peşinden gider. Metin, Sivas’ın bir köyünde evin en küçük çocuğu olarak dünyaya gelir. Ancak huzurlu bir hayatı yoktur, 15 yaşında iken annesine şiddet uygulayan babasını öldürerek İstanbul’a kaçar. İstanbul’da cezaevine düşer ve 15 yıl yattıktan sonra cezaevinden çıkar. Kendisine bir iş kurar. Bir yandan taksicilik yaparken öte yandan karanlık işlerle uğraşan bir mafya çetesinin kuryesi olarak çalışmaya başlar. Bir gün ulaştırması gereken para çantasını birlikte olduğu kadının evinde kaybeder ve hayatı tehlikeye düşer.

Ailesi onun Tanrı’nın armağanı olduğunu düşünür ve Godwill adını koyar. Godwill daha ilk okulda iken sınıfındaki zengin bir ailenin kızına aşık olur. Sevdiği kızı ailesi özel bir yatılı okula verir, ardından da eğitim için Paris’e gönderir. Godwill sevdiği kızın peşinden gitmek hayaliyle para kazanmak için farklı işlerde çalışır ve biriktirdiği parayla gizli yollardan Avrupa’ya gitmek için bir yük gemisinin Konteynırında umuda yolculuğa çıkar. Ancak onun bindiği konteynır İstanbul’da indirilir. Godwill için umut tükenmemiştir. İstanbul’da illegal olarak farklı işlerde çalışır, yeniden para biriktirir ve bir gün sevdiği kızın peşinden Paris’e gitme hayalini büyütür. Ancak biriktirdiği parayı yardım ettiği bir kadın çalar. Kendisini Tanrı’nın seçilmiş insanı olarak gören Godwill, İstanbul’un Tarlabaşı semtinde hırsızlar, çeteler, travestiler, kaçak göçmenler, uyuşturucu şebekeleri arasında insan tacirlerinden yardım ummaktadır.

Umutlar Kenti ya da Umudun Tükendiği Yer: İstanbul

’40’ filminde iç göç ve dış göç olmak üzere göçün iki yüzü vardır. Sivas’ın bir köyünden suç işledikten sonra yeni bir hayat kurmak üzere İstanbul’a gelen Metin’in İstanbul’da kendine yeni bir hayat kurma düşü, hayal kırıklığı, itilmişliği, girdiği illegal ilişkilerle yaşadığı Tarlabaşı semti gibi, geleceği belirsiz bir yaşam sürdürmektedir. Avrupa’ya gitmek üzere insan tacirlerine elindeki paraları veren Godwill’in içinde bulunduğu konteynır Hamburg yerine İstanbul’da gemiden indirilir. Ama onun Avrupa düşü devam eder. Godwill şimdi İstanbul’da kendisi gibi Afrika ülkelerinden gelmiş ve kaçak olarak Tarlabaşı’nda izbe, yıkık binaların bakımsız odalarında toplu bir yaşam sürdürmekte ve illegal iş pazarında ucuz iş gücü olarak çalışmaktadır.

İllegal göçmenlerin çalışma ortamları tıpkı yerleşim alanları gibi sorunlu, her an basılma korkusuyla karşı karşıya olan, tamirhaneler, tekstil atölyeleri, illegal üretim yapan

Sinemada Göçün Öteki Yüzü: “Bilinmeyen Kod, Cennet Batıda, İşte Özgür Dünya, 40 ve Biutiful” Filmlerinde İllegal Göçmen Kimlikleri

96 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

küçük işletmeler olmaktadır. Bu işyerleri, iş güvencesinden yoksun, iş sağlığı bakımından tehlikeli ve ekonomik bakımdan da devamlılığı olmayan, çoğu zaman emeğinin çok altında ücretle çalışmak durumunda kalan ve hak arayamayacak durumda olan insanların çalıştırıldığı yerlerdir.

Tarlabaşı, 1500’li yıllarda başlayan ilk yapılaşmanın ardından İstanbul’da 1870 yılında meydana gelen büyük yangından sonra evsiz kalan İstanbulluların yerleştirildiği bir semttir. Semt Rum, Ermeni, Polonyalı, Yahudi ve Bulgar nüfusuna ev sahipliği yapar, ancak 1923 yılında mübadele dönemi ve 6-7 Eylül 1955 yılında azınlıklara karşı gerçekleşen saldırı ve yağmalama sonucu bu semtte yaşayan azınlık yurttaşlar ülkeden ve bölgeden ayrılmak zorunda kalırlar. Bu yıllardan sonra semtte kalan boş binalar iç ve dış göçle İstanbul’a gelen kişilerin yerleştiği bölge olarak anlam kazanır. 2006’da kentsel dönüşüm projesi kapsamına alınan Tarlabaşı semtinde bugün için yaşayanların profilleri, ağırlıklı olarak Türkiye’nin Güneydoğu ve Karadeniz bölgesinden gelen gruplardan oluşmakta, bunun yanında az sayıda da olsa Rum, Ermeni ve Süryani yaşamaktadır. Tarlabaşı sakinlerinin çoğu sosyal güvenceden yoksun, çöp toplayarak ve midyecilik yaparak geçimlerini sağlamaktadır. Terk edilmiş boş evler, çöplüğe dönüşmüş, fuhuş, uyuşturucu ve mafyanın örgütlendiği bir semt olarak Tarlabaşı Godwill ve diğer illegal göçmenler için aynı zamanda her an sınır dışı edilme tehlikesini de barındırmaktadır.

Umutlar, Korkular ve Belirsizlik Arasında Bir Yerde

İllegal konumundaki göçmenler toplum içinde hem korku duyulan, tehlikeli hem de sömürülmeye açık olarak görülmektedirler. Bu bağlamda Godwill’in hastanede iken hemşire Sevda tarafından çantasının çalınması ya da Godwill tarafından takip edildiğinde hemşire Sevda’nın elinde Godwill’in çantası olduğu halde bağırarak çevreden yardım istemesi bunun bir örneğidir.

Çünkü Godwill, siyah ve kaçak bir yabancı olarak hem yasal haklardan yoksun hem de yabancı olarak tehlikelidir. Türkçeyi iyi bilmediği için kendisini ifade etmekten yoksundur. Bu durumda Godwill için hem polise yakalanmamak hem de çevredeki kişilerin kendisini tehlikeli ve saldırgan olarak algılayacakları korkusuyla kaçmaktan başka çaresi yoktur. Göçün yasal olmaması göçmenlerle güvenlik birimleri arasındaki ilişki biçimini de çoğu zaman sorunlu bir alana çekmektedir.

Her Şeye Rağmen Umuda Yolculuk

Godwill’in gelecek perspektifi Paris’e gitmektir. Tek amacı vardır, insan tacirlerine para biriktirmek ve bir an önce İstanbul’dan ayrılmak. Filmin sonunda Godwill ve diğer illegal göçmenlerin son paralarını kaptırdıkları insan tacirlerinin elinde gemilerde, kamyonların kasalarında bilinmeyen yolculukları devam eder, Türkiye’nin farklı bölgelerinde kaderlerine terk edilen insanların kamyonlardan indirilişleri, haberlerde kaçak yollardan gelen insanların bu yolculuklardaki hazin sonlarına ilişkin bilgiler film boyunca yer alır.

Emine Uçar İlbuğa

97 Sayı 37 /Güz 2013

Sonuç olarak, Emre Şahin’in ilk filmi ‘40’ın senaryosunun özellikle illegal göçmenlerin yoğun yaşadığı Tarlabaşı semtinde şekillenmesi önemlidir. ‘40’ filminin başrolünü İstanbul’un Tarlabaşı semtinde yaşayan bir Nijeryalı göçmen canlandırmaktadır. Filmde, İstanbul’da birbirini tanımayan üç insanın tesadüf karşılaşmaları işlenirken, göçmenler konusu iç göç ve illegal göç bağlamında sorunsallaştırılmaktadır.

Film: Bilinmeyen Kod (Code Inconnu)

Film Özeti

Paris’in işlek bir caddesinde oturmuş dilenen bir kadın, köyde babasıyla birlikte çiftlikte kalmak istemeyen ve Paris’e abisinin evine gelen bir genç, sevgilisinin kardeşini evinde uzun süre barındıramayacak olan sinema oyuncusu Anne (Juliette Binoche) ve Afrika kökenli, sağır-dilsiz okulunda öğretmenlik yapan gencin yaşamı bir an için aynı sokakta kesişir. Her biri farklı eğitsel, ekonomik ve kültürel koşullarıyla Paris’de yaşam mücadelesi ve gelecek kaygısı içindedirler. Kafe’nin köşesinde caddeye oturmuş olan Romanyalı Maria elini uzatmış dilenmektedir, o sırada Paris’e abisinin yanına gelen Jean (Alexandre Hamidi) elindeki kağıt parçasını dilenen kadının üzerine atar. Afrika kökenli Amadou (Ona Lu Yenke), dilenci kadına kağıt atan Jean’ı görür ve kadından özür dilemesi için onu uyarır. Özür dilemeyen Jean ve Amadou arasında başlayan kavgaya polisler müdahale eder. Polis Jean’e dokunmaz, sadece Amadou’ya kimlik sorar. Amadou ve Romanyalı dilenci kadın gözaltına alınır. Oturum izni olmayan Maria ülkesine gönderilmek üzere sınır dışı edilir. Maria, Romanya’da köyüne gittiğinde ailesinin onun Fransa’dan dilenerek göndermiş olduğu paraya göre bir yaşam kurduklarını görür ve tekrar Fransa’ya doğru bir başka yolculuğa çıkar.

Avrupa Birliği, Serbest Dolaşım ve Kolonyal Göç ve Göçmenlik

Fransa hem kolonyal, hem işgücü göçü, hem eğitim hem de turizm bakımından önemli bir göç toplumudur. Ayrıca 2000’li yıllardan itibaren Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin vatandaşlarına serbest dolaşım hakkı verilmesi, Romanya, Bulgaristan gibi ülkelerin Avrupa Birliği’ne kademeli üyelik hakkı ve ülke vatandaşlarının üç ay serbest dolaşım haklarının olması illegal iş pazarında çalışan yasadışı göçmenlerin sayısını artırmıştır. Filmde Romanya’dan birçok kadın ve erkek farklı Avrupa ülkelerine önce yasal yollardan geçmekte, yasal oturma süresini aştıklarında ise illegal olarak çalışmakta ve yaşamlarını illegal olarak idame ettirmektedirler. Maria köyünde evlenecek olan kızının çeyizine yardım etmek, düğün masraflarını karşılamak ve çocuklarına daha iyi bir gelecek sağlamak amacıyla Paris’te illegal olarak yaşamakta ve dilencilik yaparak biriktirdiği parasını ailesine göndermektedir. Amadou ise yasal olarak yaşadığı, büyüdüğü eğitim aldığı ve geleceğini kurduğu Fransa’da polisle karşı karşıya geldiğinde kurumlar, yasalar ve kamusal alanda siyah bir göçmen olarak ötekileştirmeden nasibini alır.

Sinemada Göçün Öteki Yüzü: “Bilinmeyen Kod, Cennet Batıda, İşte Özgür Dünya, 40 ve Biutiful” Filmlerinde İllegal Göçmen Kimlikleri

98 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Umut Toplumunda Ötekileştirilmenin Farklı Biçimleri

Amadou ailesi ile birlikte Paris’te yaşamaktadır. Burada yasal oturum hakkına sahip, sağır ve dilsiz olan kız kardeşinin okulunda müzik öğretmeni olarak çalışmakta, annesi ve kardeşleri ile birlikte göçmenlerin yoğun oturduğu bir semtte küçük bir dairede yaşamaktadır. Amadou’nun evindeki eşyalar, annesinin Fransızca’yı bilmemesi, kardeşinin göçmen çocuklarının yoğun olarak devam ettiği bir okula gitmesi Amadou ve ailesinin sosyo-ekonomik koşullarına ilişkin bilgi vermektedir.

Amadou Fransa’da oturum ve çalışma hakkına sahip olmasına karşın, sokakta çıkan bir tartışmada ilk önce suçlanan kişi olmaktadır. Amadou’nun polis tarafından gözaltına alınması karşısında ise ailesi oğullarının sınır dışı edilmesinden, oturum haklarının ellerinden alınmasından korku duymakta, çevrelerinde daha iyi Fransızca konuşan akrabalarından yardım almak zorunda kalmaktadır. Amadou Paris’te okula gittiği için Fransızca’yı çok iyi konuşmakta, büyüdüğü bu kentin bir insanı olarak hareket etmekte, buna karşın annesi dil bilmediği ve daha çok ev içinde konumlanmış yaşamı ile dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı çaresiz kalmaktadır. Dolayısıyla çocukları herhangi bir sorun yaşadığında kurumlardan ziyade, akrabalarından, kendi ülke vatandaşlarından yardım istemektedir. Amandou ise hem iş hem de özel yaşamıyla kendisini Fransa’ya ait hisseder. Ancak yabancı olarak etnik ve dinsel kimlikleri ile kamusal alanda ve resmi kurumlarda sorunlar yaşamaktadır. Amadou’nun kız arkadaşı ile birlikte gittiği restoranda daha önceden telefonla rezerve ettirmiş olduğu masanın verilmemesi, küçük bir tartışmada gözaltına alınması, evlerinin aranması yerleşik ve yasal göçmen de olsalar potansiyel suçlu olarak görülmelerine, hem kurumsal hem de kamusal alanda ötekileştirilmelerine örnek oluşturmaktadır.

Dilencilik yapan Maria, illegal olarak Fransa’da kalmaktadır. Bu nedenle karşılaştığı yasal bir sorunda hiçbir şekilde konuşmasına fırsat tanınmadan ülkesine gönderilmiş ve uçak masrafları da kendisi tarafından karşılanmıştır. Filmin Paris’te geçen bölümünde Maria hiç konuşmaz. Tıpkı yasalar karşısında sorgulamaya gerek duyulmadan sınır dışı edildiği gibi. Filmde Paris sokaklarında dilenen Maria’nın Paris de kaldığı eve, yaşam koşullarına ve ilişkilerine ilişkin hiçbir bilgi yer almaz. Ancak Romanya’daki köyünde inşaatı devam eden evi, geleceğe ilişkin umutları, kızının düğününde köylüleri ve akrabaları ile ilişkilerine yer verilmekte, Paris de sosyal çevreden soyutlanmış olarak sunulan Maria’nın köyünde geniş bir sosyal ilişkiye sahip olduğuna vurgu yapılmaktadır. Bunun yanında Maria köylüleriyle ve ailesiyle Paris’deki yaşamına ve koşullarına ilişkin bir şey paylaşmaz.

Maria her yakalandığında ülkesine geri gönderilse de illegal olarak Paris’e yine gelmektedir. Ancak her gidişin sonunda Paris’te her şey aynı kalmamakta, dilendiği köşe başları başka göçmenlerce tutulmakta, yeni mekânlar, yeni çalışma olanakları ile yeni koşullara göre yeni mücadele alternatifleri oluşturmak zorunda kalmaktadır. Geleceği belirsiz, yasal hiçbir olanağa sahip olmadan, yalnız ve illegal kadın göçmen olarak hem Fransız yasaları hem de sokakta, diğer evsizler, yoksullar ve göçmenler karşısında tehlikeli bir yaşam sürdürmektedir.

Emine Uçar İlbuğa

99 Sayı 37 /Güz 2013

Film: İşte Özgür Dünya (It’s a Free World)

Film Özeti

Özel bir işçi bulma firmasında çalışan Angie iş çıkışı arkadaşları ile oturdukları bir barda iş arkadaşının cinsel tacizine uğrar. Angie’nin arkadaşının tacizine karşı verdiği tepki, aynı zamanda onun işinden olmasına neden olur. 10 yaşında Jamie adlı oğlu ile yalnız yaşayan Angie, işsizlik döneminde oğlunu Londra dışında yaşayan anne ve babasının yanına bırakır. Ancak işler düşündüğü gibi gitmez. Küçük kasaba da oğlu annesinin özel yaşamı nedeniyle okul arkadaşları tarafından aşağılanır. Düzenli işinin olmaması, oğlunun sorunları ve özel yaşamındaki gelgitler sonucu Angie yakın arkadaşı Rose ile daha önce çalıştığı şirketten edindiği deneyimlerle göçmen işçilere iş bulmak için bir şirket kurmaya karar verir. Afrika kökenli Rose üniversite mezunu olmasına karşın bir çağrı merkezinde kötü koşullarda çalışmaktadır. İki yakın arkadaşın birlikte kurdukları “Angie ve Rose İş Bulma Şirketi” altı ay içinde büyük başarı elde eder. İlk zamanlar deneme amaçlı kaçak olarak sürdürdükleri iş beklenmedik bir şekilde kar sağlayınca Angie arkadaşı Rose ve ailesinin uyarılarına dikkat etmeden, daha fazla kazanç için düşüncelerinden ödün vermeye başlar. Önceleri illegal yaşayan İranlı ailenin iş ve barınacak bir yer bulmalarına yardım eden Angie için artık onların kaldıkları yerleri polise ihbar ederek boşalttırmak sıradan olur, çünkü kendi firmasında çalıştıracağı illegal göçmenleri buraya yerleştirecektir.

Daha İyi Bir Yaşam İçin Feda Edilen İdealler

İngiltere, Fransa, Almanya gibi birçok Avrupa ülkesine Avrupa Birliği’ne yeni üye olan Doğu Avrupa ülkelerinden çok sayıda insan akışı gerçekleşmektedir. Söz konusu insan akışıyla birlikte göçmenler düşük ücretli işlere alınmışlar ve bu durum göçmenlere karşı tepkiyi de beraberinde getirmiştir (Ritzer, 2010:325).

Ken Loach ‘İşte Özgür Dünya’ filminde göçmenlerin yaşamlarını, sömürülmelerini, ötekileştirilmelerini İngiliz bir kadının gözünden ortaya koymaktadır. Yasal olarak özellikle Doğu Avrupa ülkelerinden gelen mevsimlik işçiler, yasal kalma süreleri dolmuş ve kaçak duruma düşmüş göçmenler, mülteciler illegal işçi pazarında ağır işlerde, iş güvenliğinden ve hukuksal haklardan yoksun olarak sömüren insan tacirleri ve çoğu zaman çalıştıklarının karşılığı ücreti alamayan illegal göçmenler filmin ana temasını oluşturur. Filmde Angie ilk önce yalnızca pasaportu olan göçmenlere iş bulur. Daha sonra daha karlı bir işe yönelir. Hiçbir yasal güvencesi olmayan illegal göçmenlerin şirketlerde, çiftliklerde, fabrikalarda sömürülmesi daha kolaydır. Yasadışı göçmenler daha az ücrete çalıştırılmakta ve her bakımdan tamamen işverenlere bağlı kalmaktadırlar. Ritzer “Aylaklar” başlığı altında, çeşitli göçmen tiplerini mülteciler, sığınmacı, emek göçmenleri olarak açıklar. Buna göre mülteciler, anayurtlarını terk etmeye zorlananlardır ya da can güvenlikleri tehlikede olduğu için göçmek zorunda kalanlardır. Sığınmacılar ise kaçtıkları ülkede kalmak isteyen mültecilerdir. Mülteci; ‘yabancı’, ‘sınırdaki insan’, ‘içerdeki yabancı’ gibi farklı sosyolojik kavramlarla tanımlanır. Mültecilik, yapısal olarak huzursuz, hem yurdundan uzak hem de geldiği ülkenin bir parçası haline gelmemiş dolayısıyla bulunduğu konumun geçici bir durum olduğuna işaret eder (2010:319).

Sinemada Göçün Öteki Yüzü: “Bilinmeyen Kod, Cennet Batıda, İşte Özgür Dünya, 40 ve Biutiful” Filmlerinde İllegal Göçmen Kimlikleri

100 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Filmde İran’daki rejimle sorun yaşayan ve bu nedenle İngiltere’ye mülteci olarak sığınan İranlı aile, iltica talepleri kabul edilmeyince yasadışı konuma düşer ve kaçak olarak bir barınakta yaşamak, her türlü işte çalışmak zorunda kalır. Aynı şekilde filmde farklı ülkelerden gelen, kendi ülkelerinde doktor, hemşire, öğretmen, mühendis olan, ancak ekonomik, siyasi ya da savaş gibi nedenlerle ülkelerini terk etmek zorunda kalmış farklı göçmen grupları yer almaktadır. Diplomalarının tanınmaması, barınma ve beslenme gibi temel ihtiyaçları yanında, ailelerine ekonomik olarak destek vermek zorunda olmaları, onların illegal olarak çalışmalarına neden olmaktadır. Bu koşullar ise çoğu zaman haklarının ihlali, yaşama haklarının gasp edilmesi ve korunaksız bir şekilde insan tacirlerinin ellerinde bir tutsaklığa dönüşmektedir.

Avrupalı, Ortadoğulu, Afrikalı Göçmenler ve Londra’da Sönen Umutlar

Filmde göçmenlerin yaşamı, sorunları, koşulları direk onların gözünden aktarılmamakta, göçmenlerin heterojen yapıları işveren ve iş bulan firmaların onlara tutum ve davranışlarında ortaya konulmaktadır. İllegal olarak ülkeye giren ya da yasal konumda iken yasadışı konuma düşen göçmenler bazen karşılaştıkları iyi niyetli insanların kısa süreli yardımlarıyla ayakta durmakta bazen de açgözlü insanların kurbanları olmaktadırlar. Mevsimlik işçi olarak gelen, geçici oturuma sahip olan, kendi ülkesinden göçmenlerle birlikte kalabileceği evi ve düzensiz olarak bulduğu işlerde kazandığı küçük meblağlarla yaşamı sürdüren göçmenler ise yasa dışı olanlara göre göreceli olarak daha iyi konumda olmakla birlikte, onlar da çoğu zaman yasal olmayan koşullarla mücadele etmek zorundadırlar. İnsan pazarında iş arayan göçmenlere iş bulan firma elemanları işçileri yaşlı, genç, pasaportu olan ya da olmayanlar olarak sınıflandırmaktadırlar. Çünkü çalışma izinleri yoktur ya da illegal olarak iş pazarında çalıştıkları için yasal haklardan yoksundurlar. Buna karşın Angie ve fabrika sahiplerinin işçilerin paralarını ödememesi karşısında Doğu Avrupalı işçiler, Angie’ye sokakta şiddet uygulayarak, evini taşlayarak ve çocuğunu kaçırarak gözdağı verirken, aynı zamanda yasadışı dünyalarında kendi yasadışı hak arayışlarının da yolunu bulurlar.

Yasadışı göçmenler hem ucuz işgücü olarak sömürülmekte hem de eğlence arayan İngiliz vatandaşlarının birer haz nesnesine dönüşebilmektedirler. Angie ve arkadaşı Rose’un birlikte gittikleri barda kendilerine uygun partner bulamadıklarında ilk akıllarına gelen iş buldukları göçmenlerin arasından yakışıklı olanlarla bir geceliğine girecekleri ilişki olur.

Sahte Cennet Vaadi

Filmde yer alan göçmen profilleri kendi içlerinde de heterojen bir yapı sergilemektedir. Örneğin Angie’nin birlikte olduğu Polonyalı genç Londra’da yaşadığı hayal kırıklığı nedeniyle kendi ülkesine dönme planları yaparken, İranlı aile böylesi bir geri dönüş seçeneğinden yoksundur. Yasadışı göçmenler, yasadışı olarak çalışan geçici mevsimlik işçilerin geleceğe ilişkin perspektifleri yaşadıkları gündelik koşullarla şekillenmektedir. Bazıları için bir süre çok çalışıp kazandıkları para ile ülkelerinde bir gelecek kurmak,

Emine Uçar İlbuğa

101 Sayı 37 /Güz 2013

bazıları içinse çalışabildikleri sürece bu koşullarda yaşamlarını idame ettirmek, şansları iyi giderse kalıcı olabilmek söz konusudur. Bazıları için ise hem barınma, hem çalışma bağlamında yasadışı olarak insan tacirlerinin onlara vermiş olduğu olanaklar dahilinde bir yaşamı sürdürmek ya da sınır dışı edilme korkusu ile sürdürülen bir hayat söz konusudur. Bu koşullarda ise sağlık, iş, hukuk, eğitim ve insanca yaşam gibi taleplere sahip olmaları mümkün görünmemektedir.

Filmin sonunda Angie haklarını arayan göçmenlere olan borcunu ödemek için Ukrayna’ya gider. Bu kez orada insanlara Londra’da cennet bir çalışma ortamı vaat ederek yasadışı yollardan göçmenler üzerinden para kazanmaya devam eder. Göç süreklilik arz etmekte, insan tacirleri bu kara iş pazarında çok fazla para kazanmakta, farklı nedenlerle ve koşullarda göçmenler bu pazarın birer metası olarak yer almaktadırlar.

Film: Cennet Batı’da (Eden Is West)

Film Özeti

Elias gemide kendisi gibi umuda yolculuk eden kaçak göçmelerle birlikte korku ve merakla karışık, aç ve susuz yeni bir ülke, yeni bir yaşam hayaliyle yolculuk etmektedir. Ara ara cebinde taşıdığı sözlükten bir yandan da Fransızca çalışmaktadır. Beklenmedik bir şekilde denizin ortasında göçmenler çaresiz bir durumda bırakılır ve ellerinde kalan son paralarına göz dikmiş insan tacirleri tarafından parası olanlar yolculuğa devam edebilirken, geride kalanların akıbeti ise bilinmez. Elias ve arkadaşı şanslıdır, denizin ortasında bırakılan diğer göçmenlerin çığlıkları ve yalvarmaları arasında ağzına kadar insan dolu gemide kendilerine bir yer bulurlar. Hedef yolculuk Batı’ya gidebilmektir. Kıyıda parlayan ışıkları gören Elias ve arkadaşı tüm uyarılara rağmen denize atlar, ışıklı kıyıya doğru yüzmeye başlarlar. Çıplaklar plajına vurmuş yorgun bedeniyle uyanan Elias önce gördükleri karşısında şaşırır, ancak kısa süre içinde toparlanır ve sanki orada yaşayan biriymiş gibi davranır.

Sahte Cennete Veda: Umuda Yolculuk

Yasadışı göçmenlerin Avrupa ülkelerine gitmek için derme çatma sandallarla, yük gemileriyle izledikleri güzergâhta genellikle İtalya, İspanya, Türkiye ve Yunan Adaları bulunmaktadır. Özellikle Midilli, Sakız ve Sisam gibi Yunan adaları ile Türkiye arasındaki mesafenin çok yakın olması, bu yolu özellikle Ortadoğu ve Asya için bir çıkış kapısı yapmaktadır. Dolayısıyla Yunan Takımadaları’na yapılan giriş sayısı 2006 yılında 4 bin iken, 2007’de 10 bine ulaşarak ülkeye yasa dışı giriş iki misli artmıştır (Ritzer, 2010:327). Costa Gavras’ın Cennet Batı’da filminde Ortadoğu’dan gemiyle yasal olmayan yollardan Avrupa ülkelerine illegal göçmen taşıyan gemi denizde sahil güvenlikle karşılaşır ve tüm uyarılara rağmen Elias’ın da içinde bulunduğu bir grup denize atlar. Elias’ın yüzerek ulaştığı tatil köyü kısa süre içinde polis tarafından sarılır ve kaçaklar aranır. Bu karmaşada Elias, ‘Cennet’ adlı tatil köyünden kaçabilmenin yollarını arar. Bu süreçte tatilcilerin arasında bazen tatilcileri eğlendiren komedyenlere manken olur, bazen otel odalarında

Sinemada Göçün Öteki Yüzü: “Bilinmeyen Kod, Cennet Batıda, İşte Özgür Dünya, 40 ve Biutiful” Filmlerinde İllegal Göçmen Kimlikleri

102 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

tamir ustası olarak çalışır. Yakışıklı ve genç bir adam olarak Elias hem tatil köyünün çalışanları hem de müşterilerinin cinsel arzularının bir nesnesi olur. Sonunda sahte cennette kapana kısılmış gibi etrafı çevrili polis kordonundan kaçmayı başarır. Bu yolculukta kötü niyetliler yanında iyi insanlarla da karşılaşır. Tatil köyünde sirk gösterisi yapan hokkabazın ayrılırken, “Paris’e yolun düşerse beni ara sözü üzerine umutlanır” ve Paris yolculuğunun hedefi olur. Otelde tanıştığı ve birlikte kaldığı Hamburglu Christina’dan aldığı para ile yolculuğu başlar, fakat yolculuğunun ilk durağında parasının büyük bölümünü kaptırır. Yol boyunca bazen bir kamyonetin arkasında hayvanlarla, bazen şoförlerin yanında sürdürdüğü uzun yolculukta Avrupa’nın farklı ülkeleri ve koşullarını deneyimler. Alp dağları eteklerinde bindiği otomobilde kavga eden karı-koca arasında kalır ve yolculuğu tek başına karlı dağların ortasında son bulur. Umudu tükenmez Hamburg’a gitmekte olan bir tırdan Almanya ve Fransa yol ayrımında iner. Paris yolunda iki çocuğu ile pazarcılık yapan Sofia’nın evine misafir olur. Fakir ama dostça bir aile ortamına girer. Ancak hiçbir teklif onu yolundan alıkoyamaz. Maceralı yolunda bazen polisten kaçar, bazen kaçak işçilerin çalıştırıldıkları fabrikalarda kısa süreli işler bulur. Elias’ın Avrupa yolculuğu, izleyiciye Avrupa’nın heterojen yapısını, farklı yüzlerini ve göçmenler için dikenli ve zorlu yaşamını gözler önüne serer.

Film, Avrupa’ya kaçak yollardan giren bir göçmenin başına gelebilecek olayları mizahi bir dille ortaya koyar. Filmde gemilerde ölümüne yolculukları ya da kıyıya cesetleri vuranların, sakıncalı, tehlikeli yolculukları ortaya konulur. Bu yolculukların erkek, kadın ya da bir çocuk olarak nasıl aşılabileceği, başlarına nelerin gelebileceği, bilmedikleri bir dilde, tek başlarına hangi sorunlarla karşılaşabilecekleri gözler önüne serilmekte ve illegal göçmen işçilerin çalıştıkları fabrikalarda işveren ve diğer yerli işçiler tarafından sömürülmeleri ve aşağılanmalarına karşılık göçmenlerin hiçbir yasal haklarının olmamasına vurgu yapılmaktadır.

Sonuç olarak Elias film boyunca geleceğe umutla bakmakta, inatla hayalinin peşinden gitmekte ve mücadele etmektedir. Ancak onun geleceğe ilişkin perspektifi öncelikle polise yakalanmamak, oturum alabilmek, iş bulabilmek ve geleceğini Paris’te kurmaktır. Oysa Elias’ın beklentisine karşılık onun yasalar önünde yok olması, yasadışı olduğu için kimliğinin ve pasaportunun olmaması, ülkesine geri gönderilmesi için yasal bir gerekçe oluşturmaktadır.

Film:Biutiful

Film Özeti

Uxbal Barcelona’da kaçak göçmenlerin iş bağlantılarını kuran, illegal göçmenlerin canları pahasına sokaklarda kaçak ucuz çanta ve tekstil ürünlerini satmalarında gözcülük yapan ve bu satışları çoğu zaman görmezden gelen polislere rüşvet veren, kısaca hayatını kanunsuz yollardan kazanan biridir. Özel hayatında ise bir yandan dağılmış ailesini toparlamaya çalışmakta, öte yandan kendisinde kalan iki çocuğunun bakımını yürütmekte ve ağır bir hastalıkla mücadele etmektedir.

Emine Uçar İlbuğa

103 Sayı 37 /Güz 2013

Yasaların Tanımadığı, Toplumun Görmediği, Duymadığı Hayatlar

Uxbal, kaçak bir çanta ve kemer imalathanesinin bodrumunda, çalışan illegal Uzakdoğulu göçmenler, onların ürettikleri malları sokaklarda satan Afrikalı göçmenler ve onların üzerinden para kazanan insan tacirleri, imalathane sahipleri ve polis arasındaki ilişkiyi sağlamakta, göçmenlerin iş ve gündelik yaşamını organize etmektedir. Uxbal özel yaşamında ise dağılmış ailesi, çocuklarının bakımı, karısının ruhsal gelgitleri, alkol sorunu ve ölümle pençeleştiği ağır hastalığı arasında sıkışmış bir yaşam sürdürmektedir. Bu durumda iken çocuklarını kime emanet edebileceği kaygısını taşımaktadır.

Öte yandan ülkelerinden daha iyi bir yaşam umuduyla gelip, Barcelona’da insan tacirlerinin elinde tamamen hayattan soyutlanmış, köle bir yaşamı sürdürmek zorunda kalan Çinli göçmenler kaçak imalathanenin barakasında tek bir odada çoluk çocuk, kadın, erkek bir arada yaşamakta, akşam olunca üstleri kilitlenmekte, sabah Uxbal tarafından uyandırılarak çalışmaya devam etmektedirler. Onlar modern dünyanın köleleri olarak emekleri, yaşamları, gelecekleri ellerinden alınmış bir yaşam sürdürmektedirler. Onlar yasaların güvencesinden uzak, toplumdan soyutlanmış, gerçeğin gölgesi gibi, varla yok arası bir yerdedirler. Kendi ülkelerinden çıktıkları bu illegal yolda tüm birikimlerini göçmen tacirlerine teslim etmiş, geldikleri ülkelerde de yine illegal ilişkilerin içinde yaşamak zorunda bırakılmışlarıdır. Örneğin sokakta çanta satarken yakalanan Afrikalı adam gözaltına alındığında karısı ve çocuğunun ortada kalması, dil bilmemesi, iş bulamaması, kalacak yerinin olmaması gibi.

Çinli göçmenlerin sağlık, giyinme, ısınma, beslenme gibi ihtiyaçlarını sağlayan, onların dışarı ile ilişkilerini yürüten kişi Uxbal olurken, Afrikalı göçmenler ise kendileriyle aynı ülkeden gelen göçmenlerle aynı evlerde hem dayanışma içinde hem de biriktirdikleri paralarını birbirlerinden saklayarak bir arada, güvensiz ilişkiler içinde yaşamaktadırlar.

Uxbal’ın da birlikte çalıştığı insanların da yaşamları belirsiz, karmaşık ve acı sürprizlere açıktır. Çocukları ve eşi ile birlikte yaşayan Çinli imalathane sahibi eşcinseldir ve sevgilisi ile gizli birlikteliğini ailesinden saklar. Barakada yaşayan genç Çinli kadın kazandığı para ile çocuğu ile birlikte kendisine bir gelecek kurmayı hayal eder. Kocası gözaltına alınınca Uxbal’a sığınan Afrikalı kadın içinse dil bilmediği bu ülkede ülkesine geri dönmek tek umut olur.

Kaçak atölyede yaşayan göçmenler barakada sobadan sızın gaz sızıntısı nedeniyle hayatlarını kaybedince imalathane sahibi tarafından cesetleri denize atılır. Gece dolunayın ışıttığı kıyıya vuran cesetler ve atölye sahibi Çinli göçmenin evinin polis tarafından basılması, ailenin gözaltına alınmaları, Uxbal’ın hastalığının ilerleyerek onu yatağa bağlı kılması acı ve beklenen sonuç olur.

Sonuç olarak öncelikle vurgulanması gereken konu kaçak göçün önemli ölçüde organize suç örgütleri aracılığı ile gerçekleştirilmekte olduğudur ve illegal göçle insanlar elverişsiz şartlar altında her an ölümle burun buruna yaşamaktadırlar (Vural, 2007:39).

Sinemada Göçün Öteki Yüzü: “Bilinmeyen Kod, Cennet Batıda, İşte Özgür Dünya, 40 ve Biutiful” Filmlerinde İllegal Göçmen Kimlikleri

104 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Sonuç: Ortak Temalar – Sorunlar - Çaresizlik

Bu çalışmada incelenen beş filmde Türkiye, İngiltere, Yunanistan, Fransa, İspanya gibi ülkelere Afrika, Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Uzak Doğu ülkelerinden yasadışı yollardan gelen ve kaçak olarak yaşamak durumunda kalan, hayatları pahasına sağlıksız ortamlarda zorlu bir yaşam mücadelesi veren insanların ülkelerarası, denizaşırı yolculukları ve bu süreçte karşılaştıkları sorunlar, illegal iş pazarı ve emek sömürüsü, gelecek korkuları, umutları ve umutsuzlukları, her an yasalarla, ölümle karşı karşıya insan tacirlerinin elinde geleceklerini inşa etme çabaları ortaya konulmaktadır. Ülkeler değişmekte, göçmenlerin kökenleri değişmekte ancak yaşadıkları sorunlar aynı olmaktadır. Bir yandan kaçak ve ucuz işgücü olarak çalışmak zorunda bırakılan, yasalar karşısında hiçbir hakkı olmayan bu insanların yalnızca emekleri değil, duyguları, bedenleri gibi geleceğe ilişkin ümitleri de sömürülmektedir. Onlar kayıtlarda olmayan ve bu nedenle hem insan tacirleri hem sıradan insanların hem de devletlerin kolluk kuvvetlerinin sömürüsüne, şiddetine maruz kalmaktadırlar. Bu süreçte kadınlar ve çocukların yaşamı da ayrı bir sorun oluşturmaktadır.

Bu filmlerin ortak noktaları göçün biçimleri ve koşullarını, göçmenlerin iş, barınma ve toplum içindeki ortamlarını, yasal olanaksızlıklarını ve gelecek perspektiflerini farklı ülkelerde farklı göçmen deneyimleriyle ortaya koymalarıdır. Ayrıca ağırlıklı olarak emek sömürüsü, sokakta ve kaldıkları barakalardaki tekinsiz yaşamları daha çok öne çıksa da aslında kadınların ve çocukların söz konusu illegal ortamda ne tür sorunlarla karşı karşıya kaldıkları özel olarak yer almamaktadır. İllegal göçmenlerin cinsel bakımdan sömürülmelerine ilişkin sahneler Cennet Batı’da ve İşte Özgür Dünya filmlerinde mizahi bir dille yer almaktadır. Filmlerin ortak noktası ise emek sömürüsü, can güvenliği, insanlık dışı yaşam koşulları üzerinde yoğunlaşmaktadır. Barınma ortamları tek bir dairede, terk edilmiş barakalarda üst üste ve kadın erkek, çocuk bir arada yaşama halleri, sağlık ve iş güvencesinden yoksun, aracı ve insan tacirlerinin, kötü niyetli insanların sömürüsüne açık, sokakta karşılaştıkları iyi niyetli insanların kısa süreli destekleri ve kendi aralarındaki dayanışma dışında hiçbir güvenceye sahip olamamaları tüm filmlerde gözler önüne serilmektedir. Bu filmlerde göçmenlerin ortak beklentileri yakalandıklarında ülkelerine gönderilmeden önce biraz maddi birikim sağlamak ya da geldikleri ülkede yasal güvencelere kavuşabilmektir. Ancak beş filmde de illegal göç ve göçmenlerin sorunları devamlılık göstermektedir. Godwill ve Elias, Maria örneğinde olduğu gibi ya da Doğu Avrupalı, Afrikalı, Asyalı, Ortadoğulu göçmenlerin Avrupa’ya uzanan yolculukları daha iyi bir yaşam umuduyla gerçekleşmekte, ancak illegal olarak başlayan ve hiçbir yasal desteği olmayan bu yolculuklar daha ilk baştan kara pazarın içinde şekillenmektedir.

Sonuç olarak Emre Şahin ‘40’, Michael Haneke ‘Bilinmeyen Kod’, Alejandro González Iñárritu’nun, ‘Biutiful’, Ken Loach ‘İşte Özgür Dünya’ ve Costa Gavras ‘Cennet Batıda’ filmlerinde farklı ülkelerde geçen illegal göçmenler sorununu ortaya koymaktadırlar. Tüm bu yönetmenlerin ortak özellikleri kameralarını işçi sınıfı, ezilen, göçmen olarak farklı koşullarda ve ortamlarda da olsa baskı altında, hak ve hukuktan yoksun insanların, dramına çevirmiş olmalarıdır. Bu filmler Kracauer’ın ifade ettiği gibi, “içinde yaşadığımız dünya ile bizleri yüz yüze getirmekte, bildiğimiz, duyduğumuz ancak görmek istemediğimiz, görüp de ilgilenmediğimiz gerçekliklerle yeniden tanıştırmakta ve çağımızın toplumsal ve siyasal özelliklerini yansıtırken bizleri günümüz dünyasının gerçeklikleri karşısında yeniden düşünmeye davet etmektedir” (1968:387).

Emine Uçar İlbuğa

105 Sayı 37 /Güz 2013

Kaynaklar

Bauman, Zygmunt, (2006). Küreselleşme, Abdullah Yılmaz (çev.), İstanbul: Ayrıntı.

Bazin, André, (1993). Sinema Nedir?, İbrahim Şener (çev.), İstanbul: Sistem.

Champion, A.G., (1994). “International Migration and Demographic Change in the Developed World”, Urban Studies, 31.

Diken, Bülent, (2010). Filmlerle Sosyoloji, Sona Ertekin (çev.), İstanbul:Metis.

Durugönül, Esma, (2002). “Göç Yolları”, Görüş, (Haziran):38-46.

Erder, Sema, (2010). “Düzensiz Göç, Göçmen Korkusu ve Çelişen Tepkiler.” Türkiye’ye Uluslararası Göç, Barbara Pusch/Tomas Wilkoszewski (der.), Kitap: İstanbul: 41-56.

Eriş, Neslihan, (2007). Avrupa Birliği’nde Mültecilerin Hukuki Durumu. Dokuz Eylül Üniversitesi SBE Yüksek Lisans Tezi, İzmir.

Faulstich, Werner, (2002). Grundkurs Filmanalyse, München: Wilhelm Fink.

Güllüpınar, Fuat, (2012). “Göç Olgusunun Ekonomi Politiği ve Uluslararası Göç Kuramları Üzerine Bir Değerlendirme”, Yalova Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:4(53) Eylül:53-85.

İçduygu, Ahmet, (2010). “Türkiye’de Uluslararası Göçün Siyasal Arka planı: Küreselleşen Dünyada Ulus Devlet İnşa Etmek ve Korumak”, Türkiye’ye Uluslararası Göç, Barbara Pusch/Tomas Wilkoszewski (der.), Kitap:İstanbul:17-40.

Kartal, Harun, (2008). Avrupa Birliği’nin Yasa Dışı Göç Politikaları ve Türkiye’ye Yansımaları, T.C. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi.

Keeley, Brian, (2009). “Internationale Migration - die menschliche Seite der Globalisierung”. OECD Publications: Paris. http://www.oecd.org/document/28/0,3746,de_34968570_34968855_43547292_1_1_11,00.html. Erişim Tarihi: 17.09.2011.

Kracauer, Sigfried, (1968). “Fizik Gerçeğin Kurtuluşu”, Türk Dili Dergisi Sinema Özel Sayısı (Ocak), Nijat Özön (çev.), 387-390, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi.

OECD International Migration Outlook, (2008). Uluslararası Göç Görünüm Raporu: SOPEMI-2008.

Nas, Alparslan, (28.10.2008). “1961 Paris Katliamı ve ‘Saklı’ Anılar.” Birikim Dergisi, Sinema ve Toplum, http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=472. Erişim Tarihi: 28.04.2012.

Özgür, N., Yeşim, Ö., (2010). Türkiye’de Sığınma Sisteminin Avrupalılaştırılması, Derin: İstanbul.

Ritzer, George, (2010). Küresel Dünya, Melih Pekdemir (çev.), İstanbul:Ayrıntı.

Sinemada Göçün Öteki Yüzü: “Bilinmeyen Kod, Cennet Batıda, İşte Özgür Dünya, 40 ve Biutiful” Filmlerinde İllegal Göçmen Kimlikleri

106 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Rotha, Paul, (1968). “Belge Filmciliğinin Bazı İlkeleri”, Türk Dili Dergisi, Sinema Özel Sayısı, Arsal Soley (çev.), Ocak (196): 341-343, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi.

Savaşan, Fatih, (2007). Uluslararası Göç, Kamu Maliyesi Üzerindeki Etkileri. Ankara: Gazi Kitabevi. www.fsavasan.sakarya.edu.tr/wp.../Uluslarasi_goc_Fatih_Savasan_final.pdf. Erişim Tarihi:16.08.2011.

Straubhaar, Thomas, (2007): “Illegale Migration Eine ökonomische Perspektive” Politische Essays zu Migration und Integration, No:3, http://www.rat-fuer-migration.de/politische_essays.html. Erişim Tarihi: 16.08.2011.

Tekeli, İlhan, (2008). Göç ve Ötesi, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

Ünver, Can, (7.05.2010). Türkiye’nin Göç Siyasetinin Temel İlkelerine İlişkin Yeni Yaklaşımlar: Göç Araştırmaları, www.turksam.org/tr/a2019.html. Erişim Tarihi 12.11.2010.

Vogel, Dita ve Cyrus, Norbert, (März 2008). “Irreguläre Migration in Europa – Zweifel an der Wirksamkeit der Bekämpfungsstrategien.” Focus Migration Nr:9, http://focus-migration.hwwi.de/typo3_upload/groups/3/focus_Migration_Publikationen/Kurzdossiers/KD09-Irregulaere-Migration.pdf. Erişim Tarihi: 24.09.2013.

Vural, Devrim Gül, (2007).Uluslararası Göçmen Kaçakçılığı ve İnsan Ticareti Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı. Yüksek Lisans Tezi.

Yükseker, Deniz ve Brewer, Kelly T., (2010). “İstanbul’daki Afrikalı Göçmen ve Sığınmacıların Yaşam Koşulları” Türkiye’ye Uluslararası Göç, Barbara Pusch/Tomas Wilkoszewski (der.), Kitap:İstanbul:297-319.

Zizek, Slavoj, (31.08.2012). Göçmen Karşıtı Siyaset: İnsancıl Gözken Barbarlık, Onur Erdem (çev.), Birgün Gazetesi.

Filmler

“Bilinmeyen Kod” (Michael Haneke, 2000)

“İşte Özgür Dünya” (Ken Loach, 2007)

“Cennet Batıda” (Costa Gavras, 2008)

“40” (Emre Şahin, 2009)

“Biutiful” (Alejandro González Iñárritu, 2010)

Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi

Copyright - 2013 Bütün Hakları SaklıdırE-ISSN: 2147-4524

İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 37 / Güz 2013

Rethinking the Role of Media in the Outcome of 21. Century Conflicts: A Media-Policy Interaction Approach21. Yüzyıl Çatışmalarının Sonuçları Üzerinde Medyanın Rolünü Yeniden Düşünmek: Medya-Siyaset Etkileşim Yaklaşımı

Muhammed Kürşad ÖZEKİN, Doktora Öğrencisi, The University of Cambridge, The Centre of Development Studies E-posta: [email protected]

Öz

Bu makalenin başlıca amacı, medyanın 21. yüzyıl çatışmalarının sonuçları üzerindeki rolünü, iki vaka ışığında incelemektir: ABD’nin teröre karşı savaşı ve 2008-2009 Gazze savaşı. Bu amaç doğrultusunda, bu çalışma ilk olarak Uluslararası çatışmalarda medya-siyaset ilişkisinde iki ana kuramsal yaklaşım olarak CNN etkisi ve Rıza İmalatı teorilerini eleştirel olarak değerlendirecektir. İkinci olarak çalışma, hem bu iki teori arasındaki kuramsal tıkanıklığa bir çözüm, hem de medyanın 21. yüzyıl çatışmalarınının sonuçlarını belirlemedeki rolüne yönelik kavramsal bir çerçeve olarak, meyda-siyaset etkileşim modelinin bir anlayışını sunacaktır. Son olarak medyanın 21. Yüzyıl çatışmalarının sonuçlarını ne derecede belirlediği sorusu, ABD’nin terörle mücadelesi ve 2008-2009 Gazze savaşının medya-siyaset etkileşim modeli ışığında çözümlenerek cevaplanacaktır.

Abstract

The primary objective of this article is to explore the role of media in the outcomes of 21st-century conflicts in the light of two cases: the War on Terror and the 2008-2009 Gaza War. In line with this objective, this study first critically evaluates CNN effect and Manufacturing Consent theories as two main theoretical approaches to the media-politics relations in international conflicts. Secondly, it offers an insight into media-policy interaction model both as a solution to the theoretical deadlock between these theories and as a conceptual framework for understanding the role of media in determining the outcome of 21st-century conflicts. Lastly, the question of ‘To what extent do the media determine the outcome of 21st-century conflicts?’ is answered by analyzing media coverage of the War on Terror and the 2008-2009 Gaza War in the light of media-policy interaction model.

Anahtar Kelimeler:

Savaş, Medya, CNN Etkisi, Rıza İmalatı, Medya-Siyaset Etkileşim Modeli, 2008-2009 Gazze Savaşı, ABD’nin Terörle Mücadelesi

Keywords:

War, Media, CNN Effect, Manufacturing Consent, the Media-Policy Interaction Model, the 2008-2009 Gaza War, the War on Terror

108 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Introduction

With the developments in communication technologies since the 1980’s, the capability of media to provide a constant flow of global real-time news has remarkably increased. In 1989, the real-time coverage of the Tiananmen Square demonstrations by CNN gave it a reputation and role as a news leader which can report events as they break out. As his administration had limited information from the protest sites, even president George H. W. Bush got information from CNN’s coverage to figure out what was happening in Tiananmen Square. The pioneering real-time coverage of Tiananmen not only opened a new phase in news broadcasting but also showed the power of live TV both to attract the attention of public to a certain issue and to impact policy-makers. In a similar vein, in the Persian Gulf War CNN transmitted images and reportage from the front lines at the same time when events occurred. It is believed that images broadcast from the refugee exodus, the so-called Highway of Death, compelled the Bush administration to end the war. With this war reporting CNN emerged once again as a prestigious and reliable news outlet with a considerable political impact on high-level decision-makers, as well as on public. (Bahador, 2007: 3) As former secretary of state Lawrence Eagleburger (2002 cited in Zingarelli, 2010: 9) stated “CNN began to influence policymakers because its there all the time.”

Seeing the growing role of live broadcasting in agenda setting and audience gathering, other news agents also reorganized and adjusted themselves according to the prominent example of CNN (Hoge, 1994). The impact of media on policy-making and the conduct of wars continued through crises of the 1990’s like in the cases of Somalia, Bosnia and Kosovo. In his memoir, former Secretary of State James Baker (1995 cited in Balabanova, 2007: 20) wrote: “In Iraq, Bosnia, Somalia, Rwanda, and Chechnya, among others, the real-time coverage of conflict by the electronic media has served to create a powerful new imperative for prompt action that was not present in less frenetic [times]”. In contemporary conflicts, media increasingly played a complex role as a constitutive part of wars rather than a simple observer of events. The increasing role of media in war and politics has also drawn attentions of many scholars from the 1990’s onwards. The growing body of theory on war reporting acknowledges the impact of media on agenda setting and foreign policy formation within the framework of the ‘the CNN effect’1 (Shaw, 1996; Bahador, 2007; Gilboa, 2002). On the contrary, some scholars argue that political elites impel broadcasters to report the global and foreign affairs in a particular way in the sense that news media coverage of foreign affairs is ‘indexed’ in compatible with the government policies and the concerns of political elites (Chomsky and Herman, 1988; Bennett, 1990).

1 The term ‘CNN effect’ is a communication theory of international relations which implicates the notion that the real-time news coverage of the tragic and conflict-filled stories of contemporary warfare could trigger public resentment and so could provoke policy responses from political elites to a particular event. This supposed effect is also termed as “CNN complex,” the “CNN curve,” and the “CNN factor,” each involves diverse meanings with scholars, journalists and officials. In this article, the CNN effect is loosely utilized as a widely known denomination in the literature.

Muhammed Kürşad Özekin

109 Sayı 37 /Güz 2013

In this regard the relationship between media coverage and policy-formation is not so clear and still remains inconclusive. Within the wide-ranging debate over this matter scholars have dealt with the number of questions which are not still properly answered. Among them three main questions; ‘Is the news media a decisive actor in determining foreign policy decisions in conflicts?’ or ‘do the media follow the line of ‘their’ government ?’ and ‘How does the media-foreign policy relations operate in general and under specific circumstance?’ can be regarded as core ones around which academic debate still goes on today. In response to these set of questions, this article aims to explore the role of media in the outcome of 21st-century conflicts in the light of two cases: the War on Terror and the 2008-2009 Gaza War. While the 2008-2009 Gaza War coverage by Al Jazeere provides an evidence to respond to the first question, the US media coverage of the War on Terror, particularly Iraq War coverage, provides remarkable evidence to answer the second one. Consequently, both cases give an idea about the operation of media-foreign policy relations in general and specific circumstances related to international issues.

In parallel with this purpose, firstly this study critically evaluates two main theoretical approaches to media-politics relations in international conflicts: CNN effect and Manufacturing Consent media theory. Then, it offers an insight into media-policy interaction model both as a solution to the theoretical deadlock between these theories and a conceptual framework for understanding the role of media in determining the outcome of 21st-century conflicts. Lastly, the question of ‘To what extent do the media determine the outcome of 21st-century conflicts?’ is answered by analyzing media coverage of War on Terror and the 2008-2009 Gaza War in the light of media-policy interaction model.

The CNN Effect

The communication revolution in media during 1980’s, symbolized commonly by CNN’s coverage, and enabled the transmission of the information and images of human suffering to the vast majority of individuals around the world. Today, those who do not directly or personally experience the wars get involved in contemporary conflicts because of the news media. As Blumler and Gurevitch (2000: 161) indicate the saturation of the media with real time coverage of the top events ‘ensures that almost everyone, even some who “don’t want to know,” will be reached by news about major political events and conflicts’. Therefore contemporary conflicts are also characterized by the greater involvement of spectators living thousands of miles away from the conflict zones. The tragic and conflict-filled stories of wars like Iraq, Bosnia, Haiti, and Somali attract public attention and so impel policy-makers to respond promptly to news accounts. This is how ‘the CNN effect’ comes into existence. Yet, the CNN effect is not so simple. It is understood and utilized differently by scholars. As Livingston (1997: 291) states, ‘despite numerous symposia, books, articles, and research fellowships devoted to unravelling the CNN effect, success at clarifying it has been minimal’.

Broadly speaking, Livingston (2000) has categorized the CNN effect into three main types as the agenda setting effect, the impediment effect, and the accelerant effect. This categorization reveals how and in what ways media impacts the policy-makers, as well

Rethinking The Role of Media in the Outcome of 21. Century Conflicts: A Media-Policy Interaction Approach

110 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

as public opinion. First, the agenda setting effect refers to the impact of news media to impel policy-makers through public opinion to implement a certain policy or to rearrange government’s course of action. The agenda setting implies that the mass media triggers the public awareness by reporting images, news of conflict zones and suffering people that public demands policy actions from their government even when inappropriate. More precisely the causal mechanism of the agenda setting usually operates in the following way (Jakobsen, 2000: 132).

Figure 1. The Causal Mechanism of the Agenda Setting

This process is often applicable to the impact of media coverage on humanitarian intervention. In the case of NATO intervention in Kosovo War, in the aftermath of the Gornje Obrinje massacre tragedies of suffering people become visible to people around the world through television news coverage which caused widespread resentment among public and opinion leaders. By doing so the media channelled the course of conflict by pushing external governments to undertake a military intervention in response to the humanitarian crisis in Kosovo. As a result of striking news coverage and growing public

Media coverage (printed and televised) of suffering and atrocities

Journalists and opinion leaders demand that governments ‘do something’

The (public) pressure becomes unbearable

Governments do something

Muhammed Kürşad Özekin

111 Sayı 37 /Güz 2013

pressure the National Security Council needed to hold an emergency meeting and issued an ultimatum to Slobodan Milasoviç-withdraw troops or face firepower (Bahador, 2007: 142). But, media effect is not so simple and unidirectional as it can be asserted relying on this case. It does not exist in every case of humanitarian crisis and varies from one case to another according to factors such as policy certainty, media independency, news framing. As Robinson (2002) argues, the CNN effect does not exist if media is non-influential and political élites are setting the news broadcasting. In terms of the CNN effect in humanitarian intervention, there are two main inadequacies. First, the CNN effect does not provide satisfactory explanation why the news coverage is influential in pushing policy-makers to undertake humanitarian intervention in some cases and not in others. Second, the CNN effect also seems inadequate to provide evidence for or against the claim that media triggers policy-makers to take action in humanitarian sense by reporting tragedies of war-torn people.

Second, the accelerant effect of news coverage refers to media’s capability to speed up the decision making process in the crisis time. The emotive news coverage of war zones places timing and pressure on politicians to respond quickly to the reports since they need to appease growing public resentment due to their political concerns. Moreover, they sometimes feel themselves morally responsible to relieve the humanitarian crisis as soon as possible. In the aftermath of Bosnian crisis British Foreign Secretary, Douglas Hurd stated that the novelty is not ‘in mass rape, in the shooting of civilians, in war crimes, in ethnic cleansing, in the burning of towns and villages’, but ‘that a selection of these tragedies is now visible, within hours, to people around the world. People reject and resent what is going on because they know it more visibly than before (1999 cited in Balabanova, 2007: 6). This statement shows how the accelerant effect impels policy-makers to respond quickly to human suffering and globally visible humiliation in order to appease the growing public resentment. However, in respect to policy formation, the accelerant effect may lead to impulsive and ill-defined policies. As Bahador (2007: 61) states “Of course, policy substance might also be influenced in directly by the need to generate policy faster making it more likely for misunderstandings and errors to form part of the policy”

Lastly, the impediment effect refers to news coverage impact on military strategy and action. The reportage of dead soldiers, war zones and collateral damage can lead public to question the purpose of a given war or conflict. The impediment effect can hamper military operations due to the public outcry it generates. Vietnam War can be considered as a prominent example of impediment effect of public outcry on US military action in Vietnam. At that time CNN did not exist, but the critical television coverage of war zone and deaths of American soldiers led to an impediment effect by creating public outrage that worries policy makers to action of some sort. In a similar vein, the impediment effect once again came into existence in Somalia case when Clinton administration wondered if undertaking a humanitarian intervention in Rwanda is worth the risk regarding the effect of related news coverage.

In fact, the link between media coverage and policy-making is not so clear and it can not be regarded as a simplistic cause and effect relationship. For instance, the

Rethinking The Role of Media in the Outcome of 21. Century Conflicts: A Media-Policy Interaction Approach

112 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

media –foreign policy relations during the Somalia intervention reveals that the link between media and policy formation is far more complex and situational rather than being unidirectional. In Somalian case, US government adviser on Somalia pushed broadcasters to transmit the horrific news and images of the conflict to the public in order to generate widespread consciousness and resentment about Somalia. By looking into US intervention in Somalia, Livingston and Eachus (1995) indicate how media coverage can be set by government officials in compatible with a certain policy in order to galvanize public support for undertaking humanitarian intervention. They draw a conclusion that CNN effect is in operation if journalists independently set the news agenda. However, one can hardly find concrete link between media coverage and foreign policy decision when political elites are influential in news agenda setting.

Therefore, questioning the CNN effect in respect to ‘who controls the media’ is a crucial and primary starting point in analyzing the complexity of media-foreign policy relation in conflict times. In this regard, what really missing in the CNN effect is the precise impact which the role of policy certainty and political elites has on the formation of news media coverage in conformity with what can loosely be called the official agenda of government policy. Thus, rather than unidirectionally presuming that the news media coverage influence and compels governments to act in a certain way in respect to a given matter in international politics, the media, as being exposed to power politics, is also impelled by political elites to read the global issues in a particular way. Therefore, this reveals that media-policy relations are a double-edged sword in which the news media coverage is also determined and hedged by political elites and the official agenda as it is propounded by the manufacturing consent thesis.

The Manufacturing Consent Thesis

Due to the complexity of media-policy relations, the CNN effect thesis has been exposed to criticism from both scholars and journalists. Because media occasionally plays a servile and cheerleader role in regard to government decisions and policies related to international issues. Therefore, media impact on foreign policy is also regarded as limited and inoperative in scholarly debate. Advocates of this thesis argue that the news agenda is not independently set by reporters and editors and it is not free from the political pressure and effects of policy-makers. Due to their economic interest and institutional ties, news outlets are in the need of setting their agendas by taking account of the priorities of political elites and government policies. Thus rather than assuming that reporters act as impartial observers and critics who has an indirect constitutive role in policy-making process this thesis asserts that media plays a subordinate and non-influential role in foreign policy formation. Substantial conceptualization of this view comes from the work of (Bennett, 1990). For him, news media coverage of foreign affairs is ‘indexed’ according to interests of political elites and the political dynamics. If media coverage is critical of governmental policy, this reflects a ‘professional responsibility [for journalists] to highlight important conflicts and struggles within the centres of power’ (Bennett, 1990: 110). The crucial point in this evaluation is that the media coverage can be critical of governmental policy when

Muhammed Kürşad Özekin

113 Sayı 37 /Güz 2013

there is a division and strain among political elites on executive policy, but the overall role of media in policy making process is passive and highly limited in final analysis. For instance, unlike the mainstream approach to Vietnam case accepted as a prominent example of the media influence on government policy, Hallin (1986 cited in Balabanova, 2007) argues that Vietnam war reportage represents a case of media responding to the divisions among policy-makers by broadcasting critically. He states that ‘when consensus is strong, they tend to stay within the limits of political discussion it defines; when it begins to break down, coverage becomes increasingly critical and diverse in the viewpoints it represents, and increasingly difficult for officials to control’ (1994 cited in Balabanova, 2007: 4).

Despite having an explanatory power in some cases, the CNN effect and the manufacturing consent thesis seem limited in explaining the dialectical and situational relation between media and policy-makers and they seem not to provide a comprehensive framework for understanding the complexity of media-policy relations regarding international issues and conflicts. In plain words these theories are in clear confrontation with each other by viewing media-policy relations from opposite dimensions. The CNN effect provides a simplistic and unidirectional cause and effect explanation to the debate of media-policy making relationship which fails to grasp the other constitutive factors and determinant dynamics in policy making process. On the other hand, the manufacturing consent theory overlooks the role of critical media coverage in foreign policy formation by viewing media as a passive entity, easy to manipulate by the political elites. For those who adhere to manufacturing consent theory, news coverage may be critical of government policy when there exists an elite conflict and a policy uncertainty over international issues.

Therefore, the link between news media and policy-making appears far more complex, situational, and interwoven than these two approaches imply. Each fails to determine dialectical causality relation between media and policy-makers which necessitates constructive approach to figure out a way to resolve the theoretical impasse between CNN effect and Manufacturing Consent theory. In the narrowest sense, the news media and policy makers influence one another depending on single or mutual existence of some key factors such as policy uncertainty, framing, and the worthiness of critical broadcasting for the media. Taken together, these factors offer guidance to move forward in solving the theoretical impasse arguing that media has an impact upon government and frames reports in a way that is critical of executive policy when there exists a policy uncertainty and a room for the media to press for a particular course of action. Interactively, when the government policy and political elites have a certain policy they utilize, their credibility and substantial resources as leverage to influence new media output in the sense that the media contributes to manufacture consent in line with the official agenda of government policy. Therefore, advancing upon CNN effect and manufacturing consent offers an alternative two way conception of media-policy interaction as it is expounded in the next section.

Rethinking The Role of Media in the Outcome of 21. Century Conflicts: A Media-Policy Interaction Approach

114 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

The policy-media interaction model

In order to overcome these problems Robinson (1999, 2000a, 2000b) has developed the policy-media interaction model and applied it in the analysis of the Operation Restore Hope in Somalia, US intervention in Bosnia and Operation Allied Force in Kosovo. According to him (2000b) critical media framing has influence on policy makers and so policy formation when there is no a clear, well-articulated executive policy and elite consensus on it. However, if the government has decisive policy and well-articulated objectives media influence on policy formation is limited. Even if media coverage contains a mix of critical and supportive coverage due to the existence of elite dissensus over policy it is unlikely for media to affect the policy makers who already set on a particular course of action. Despite the critically framed coverage in media in certain circumstances of elite dissensus, the general attitude of media remains relatively uncritical and tends to reflect the agendas of political elites when there exists elite consensus over policy.

Within the framework of the policy-media interaction model, policy certainty and news framing are two key factors which form the basis for analyzing under which conditions media influence policy makers and policy formation. Robinson (2002: 26) defines policy-making as ‘the outcome of a complex bargaining process between a set of sub-systems in government’. Therefore, policy certainty, as he points out, is a consensus and coordination among the sub-systems of the government on a certain issue. Framing refers to way of explaining, conveying and making sense of events which create particular understandings and interpretation of events in the mind of readers. In terms of media-policy relations, if the lack of consensus and coordination among the sub-system of government is coupled with critically framed news reporting, advocating a particular course of action, government become more vulnerable to media effect. In this situation policy makers needs to do something as a response to news coverage aiming to appease the growing public concern and so to maintain the political support and ground they rely on.

In this sense the policy-media interaction model moves beyond a simple effect/non-effect dichotomy in media theory. It offers a two-way understanding of the media-policy relationship that explains the conditions under which the impact of media coverage on policy outcomes comes into being. On that sense, it provides a comprehensive approach to the matter of media-policy relations in contemporary conflicts in 21st-century.

Media and 21st century Conflicts: Two Cases

As Robinson (2000b) points out in the case of high levels of policy certainty and elite consensus the executive tends to ‘sell’ policy and gain public support for their course of action through influencing news agenda. In this case, we should also expect that media coverage tends to be overwhelmingly compatible with the dominant discourse of policy makers and supportive of the existing course of action in foreign policy. Despite the critically framed coverage in specific issues at a certain level, critical media coverage is unlikely to influence foreign policy outcomes. This scenario and the pattern of media-

Muhammed Kürşad Özekin

115 Sayı 37 /Güz 2013

policy relations are obviously evident in the case of US media coverage of war on terror. After the September 11 attacks, the US media offered enthusiastic support to American policy-makers in undertaking military action against Afghanistan and Iraq by preparing American public opinion for future attack through pro-government and pro-war news coverage. Instead of questioning the claims about Weapons of Mass Destruction (WMD), and Saddam Hussein’s links with al Qaeda and the September 11 attacks, the mass media control the scope of public debate about war on terror in Iraq and prevent the majority of American public from viewing the issue from a different perspective by presenting certain facts and ignoring others. Despite remarkable evidence contrary to the claims of WMD in Iraq, such as Scott Ritter’s –former weapons inspector- statement about 90-95 percent disarmament of Iraq and Hussein Kamel’s, defected highest-ranking Iraqi official, claims about the destruction of chemical and biological weapons after the Gulf War, US media coverage ignored and buried the questions about WMDs. (Kumar, 2006) Moreover, some broadcasting organizations even criticized those who question the credibility of the official claims about WMDs.

The coverage of the claims about Iraq’s links with al Qaeda and the September 11 attacks shared similarities with the coverage of WMDs. After the September 11 attacks Bush administration tried hard to find a single link between Iraq and September 11 attacks. Depending on Czech intelligence It was discovered that the alleged leader of the September 11 attacks, Mohammed Atta, had talked with an Iraqi agent in Prague in April, 2001. Although this allegation was discredited by CIA, MI6 and MOSSAD, news about the link between Iraq and the September 11 had wide media coverage in US mainstream outlets. The impact of misleading media coverage on public opinion was partially reflected by a poll taken in early 2003 which revealed widespread public misconception about the Iraq. According to poll almost half of the Americans believed that Iraq had connection with 9/11 attacks and many believed that there were Iraqi hijackers in planes, though there was not a single Iraqi on planes (Kumar 2006).

US media coverage of war on terror was also highly supportive during the wars in Afghanistan and Iraq. By certain ways such as controlling information about war, news framing, self-censorship and misleading image production of war zone and combatants, media played a crucial role in constituting and mobilizing the support of US public for war and legitimatizing the actions of policy-makers and military forces in the eyes of public. For instance, In Iraq war CNN established a system of ‘‘script approval’’ which operated as a layer of filter in setting the tone of war coverage according to government concerns (Kumar, 2006). In this regard the selection of images and words in war reporting took an important place in creating a certain discourse of war and providing justification for the policies and actions. For example, news media coverage purposely depicted and referred to Iraqi fighters as ‘gunmen,’ or ‘insurgents,’ rather than an army, soldiers, or even guerrillas in order to delegitimize the position of Iraqi fighter in the eyes of public (Altheide, 2007). A similar attitude was also adopted in respect to death in Iraq war. While civilian death caused by Iraqi forces or Iraqi combatants are called as brutality, barbarism or terrorism, violence against Iraqi civilians by American troops is depicted and considered as a ‘regular occurrence.’ by mainstream media reporting. As Altheide (2007) emphasizes the selectively framing of war news couple with media discourse of

Rethinking The Role of Media in the Outcome of 21. Century Conflicts: A Media-Policy Interaction Approach

116 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

marginalized other, created fear and uncertain future provided a suitable ground for US policy-maker to pursue their foreign policy objectives without facing a serious objection from public. Furthermore, exaggerative coverage of terror as a central risk and safety threat to US citizen enables policy-makers to control public through domestic and international surveillance. A discourse of fear was systematically constructed by US media coverage which provide an artificial rationale for comprehensive domestic and international surveillance and a pretext for overaggressive US action against Iraq.

Unlike the US media coverage of War on Terror, the media coverage of Israeli-Palestinian conflict in 2008-2009 by Al Jazeera reflects media’s impact on decision-makers by some accounts. As Robinson (2000b) stresses if there is elite debates over an international issue and an uncertainty in policy the media can play a key role in triggering political action and policy change. In this sense, the 2008-2009 Gaza war presents an eminent example in which Al Jazeera effect at work in the course of foreign policy by accelerating policy decision by governments and other actors. The news broadcasting of the usage of illegal chemical weapon –white phosphorus air attacks- by Israeli forces and civilian suffering in Gaza put considerable pressure on regional and international actors by attracting the attention of international community as well as Arabs. At the outset, because of the decision of Israel policy circles not to let journalist cross the border, much of the reports on Gaza were accessible only through local journalist such as Hazem Balousha (The Guardian), Rushdi Abu Aluf (BBC), Talal Abu Rahmeh (CNN, France 2) and Taghreed El-Khodary (New York Times) who reported on the high civilian casualties, desperate hospitals, running of medicine and overwhelmed by war victims. These reports created tremendous impact on public opinion both in the western and Arab world. Particularly, the reports on falling white phosphorus bombs on the densest population concentration on earth triggered large-scale demonstrations in the United States and Europe, bursting out outrage at Israel’s “disproportionate response” and giving out with a hostile anti-Zionist rhetoric. For instance, an anti-Israel rally called “Stop the War” was held in Hyde Park London whose motto was “We are Hamas.” Right after the demonstration, a number of renowned public figures published a letter in the London Times (11 January 2009) under the title of “Israel’s Bombardment of Gaza Is not Self-Defence – It’s a War Crime.” News media coverage on Gaza had a broad repercussion in the United States as well. Particularly, Al Jazeera coverage on the War on Gaza called American public attention to Israeli-caused humanitarian catastrophe. During the Gaza war, visitors to Al Jazeera’s website increased by 600% and about 60% of the increase came from the United States (USA Today, 2009).

In fact, Al Jazeera coverage did not initiate government action in military sense but as journalist Robin Wright (2009 cited in Zingarelli, 2010: 108). said ‘it lead to a kind of alarm among leaders like they have never felt before in the history of Arab-Israeli conflict. The emotional coverage of war as an epic humanitarian suffering initiated public concern and worldwide protest against the war. This brought the Palestinian issue back on the top of agendas of Arab states and thus accelerated political response to end the war. As Hamdi Qandil, an Arab Journalist stated ‘the media successfully created a real Arab public opinion against the Israeli aggression so that it pressured neighbouring countries to call for an end to hostilities’ (2009 cited in Zingarelli, 2010: 96). In this regard, Gaza

Muhammed Kürşad Özekin

117 Sayı 37 /Güz 2013

war coverage partially set the political agendas of regional governments by rearranging policy priorities. The Gaza war coverage did not only reinforce public anger against Israeli aggression in Arab world it also attract the attention of international public. With broadcasting of pictures of humanitarian suffering and the usage of white phosphorus by Israeli forces, grass root civil societies became more aware of the significance of the issue and began to call into question the purpose of the war. This accelerated calls for ceasefire and raised as an obstacle for Israeli policy makers to further their military campaign in order to eliminate Hamas and change the domestic political structure in Gaza. In a nutshell, as it discussed so far the critically framed media coverage of the 2008-2009 Gaza war reflects media’s impact on decision-makers by some accounts. With the absence of a clear and well-articulated executive policy regarding the Gaza War, the critical news media coverage triggered the public concern and worldwide protest against the war which eventually displayed an agenda setting function by pressuring both neighbouring countries and international community to call for an end to humanitarian crisis in Gaza. Moreover, the growing outrage at Israel’s disproportionate response due to real time coverage of humanitarian suffering called into the question the purpose of war and put pressure on Isreali military forces to further the war in order to finish off Hamas and restructure socio-political structure of Gaza as they had intended at the outset.

Conclusion

In the light of these two cases, it can be argued that the impact of media coverage on the outcome of 21st-century conflicts cannot be explained by the operation of media-policy relations in a one-way direction, with either the government or the media. In fact, the role of media in the formation of foreign policy is far complex and situational rather than the CNN effect thesis assert. On the other hand, the manufacturing consent theory appears inadequate to explain how the growing role of media and increased speed of communication put pressure on decision-makers in making political choices and deciding priorities in times of globally visible humanitarian crisis. The aforementioned two cases present remarkable evidence that media-policy relations are inextricably related to two main factors: policy certainty and the type of media framing. As in the case of US media coverage on Iraq war, news coverage tended to be supportive of the decisive and carefully considered US foreign policy based on elite consensus and national interest. Even critically framed, news coverage in some cases like the US intelligence operations against German and Italian citizens did not influence the course of US foreign policy, increased US intelligence operations and the surveillance worldwide. On the other side news coverage of 2008-2009 Gaza war by Al Jazeera presents a different case in which critically framed media coverage put pressure on decision-makers and change the context in which foreign policy decisions are taken. Consequently, the interplay between news media and foreign policy-making process comes into being and operates according to mutual existence of specific circumstances associated to policy certainty, elite consensus, news worthiness and the type of news framing. Critically framed media coverage seems to be influential on foreign policy formation process in the absence of a clear and well-articulated executive policy when policy makers are not decisive to implement a certain

Rethinking The Role of Media in the Outcome of 21. Century Conflicts: A Media-Policy Interaction Approach

118 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

policy. Otherwise, rather than being effective on policy-makers and foreign policy making process, media coverage appears to be remarkably influenced by policy-makers in line with a certain executive policy.

References

Altheide, David L., (2007). “The mass media and terrorism”, Discourse & Communication, Vol.1, No.3: 287–308.

Bahador, Babak, (2007). The CNN Effect in Action: How the News Media Pushed the West toward War in Kosovo, New York: Palgrave Macmillan.

Balabanova, Ekaterina, (2007). Media, Wars and Politics Comparing the Incomparable in Western and Eastern Europe, Hampshire: Ashgate Publishing Limited.

Bennett, W.Lance, (1990). “Toward a theory of press-state relations in the United States”, Journal of Communication, Vol.40, No.2: 103−127.

Blumler, Jay G. and Michael Gurevitch, (2000). “Rethinking the story of political communication” J. Curran and M. Gurevitch (eds.), Mass Media and Society, London: Hodder Arnold Publication.

Chomsky, Noam and Edward Herman, (1988). Manufacturing Consent: The Political Economy of the Mass Media, London: Vintage Books.

Gilboa, Eytan, (2002). “Global communication and foreign policy”, Journal of Communication, Vol. 52, No.4: 731−748.

Hoge, James F, (1994). “Media pervasiveness”. Foreign Affairs, Vol.73, No.3: 136−144.

Jakobsen, Peter Viggo, (2000). “Focus on the CNN effect misses the point: the real media impact on conflict management is invisible and indirect”, Journal of Peace Research, Vol.37, No.2: 131−143.

Kumar Deepa, (2006). “Media, War, and Propaganda: Strategies of Information Management During the 2003 Iraq War”, Communication and Critical/Cultural Studies, Vol.3, No.1: 48-69.

Livingston, Steven and Todd Eachus, (1995). “Humanitarian crisis and US foreign policy”, Political Communication, Vol.12, No.5: 413−429.

Livingston, Steven, (1997). “Beyond the ‘CNN effect’: the media-foreign policy dynamic” Pippa Norris (ed.), The news media and their influence, London: Lynne Rienner Publishers, Ch.12.

Livingston, Steven, (2000). “Media coverage of the war: an empirical assessment” Albrecht Schnabel and Ramesh Thakur (eds.), Kosovo and the challenge of humanitarian intervention, New York: United Nations University Press, Ch. 23.

Muhammed Kürşad Özekin

119 Sayı 37 /Güz 2013

Robinson, Piers, (1999). “The CNN Effect: can the news media drive foreign policy?”, Review of International Studies, Vol. 25, No.2: 301−309.

Robinson, Piers, (2000a). “World politics and media power: problems of research design”, Media, Culture and Society, Vol.22, No.2: 227−232.

Robinson, Piers, (2000b). “The policy-media interaction model: measuring media power during humanitarian crisis”, Journal of Peace Research, Vol.37, No.5: 613−633.

Robinson, Piers, (2002). The CNN Effect: the Myth of News, Foreign Policy and Intervention, London and New York: Routledge.

Shaw, Martin, (1996). Civil Society and Media in Global Crises: Representing Distant Violence, London: Pinter Publishers.

The Times, (2009). Israel’s Bombardment of Gaza Is Not Self-Defence – It’s a War Crime, http://www.timesonline.co.uk/tol/comment/letters/article5488380.ece. Erişim Tarihi:20.03.2013.

USA Today, (2009). Al-Jazeera Gets Boost from U.S. Viewers during Gaza War, http://usatoday30.usatoday.com/news/world/2009-01-24-al-jazeera_N.htm. Erişim Tarihi:16.03.2013.

Zingarelli, Megan E., (2010). The CNN effect and Al Jazeera effect in global politics and society, MA, Georgetown University.

Rethinking The Role of Media in the Outcome of 21. Century Conflicts: A Media-Policy Interaction Approach

Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi

Copyright - 2013 Bütün Hakları SaklıdırE-ISSN: 2147-4524

İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 37 / Güz 2013

Tüketim Mekanlarının Dönüşümünde Görsel İletişimin Rolü:Küresel Kahve Dükkanları Visual Communication’s Role in Transformation of Consumption Spaces: Global Coffee Shops

Özlen ÖZGEN, Prof. Dr., Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü, E-posta: [email protected] İnci KARABACAK, Arş. Gör. Dr., Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı BölümüE-posta: [email protected]

Öz

Kapitalizmin varlığını sürdürmesinin önemli bir koşulu mekanın yeniden düzenlenmesidir. Mekanın hem iç ve hem de dış yapılanması bu düzenlemede ayırt edici olmakta, kapitalizmin tüketim mekanlarından küresel kahve dükkanları ise bu farklılaşmanın önemli örnekleri arasında yer almaktadır.Yüzyıllar içinde tüm kıtalara yayılarak küreselleşen kahve, günümüzde farklı markalar altında çağımız insanının gündelik yaşamının başat içeceklerinden biri haline gelmiştir. Çalışmada Starbucks, Gloria Jean’s Coffees, Lavazza, Illy ve Kahve Dünyası gibi küresel kahve markalarının kahve dükkanlarından örneklere yer verilmektedir. Bu markaların kahve dükkanlarının tasarımlarında çoğunlukla kahveye ilişkin görsellerin kullanıldığı, Lavazza’nın ise mekan tasarımı açısından diğer markalardan farklılaştığı görülmektedir. Lavazza bu farklılaşmayı, dünyaca ünlü fotoğraf sanatçıları tarafından çekilen takvim fotoğraflarını kahve dükkanlarının tasarımında kullanarak yaratmaktadır. Markanın görsel iletişiminde kullanılan özel fotoğraflar ile Lavazza arasında kurulan özdeşlik mekan aracılığıyla da pekiştirilmektedir.

Abstract

An important condition for sustaining existence of capitalism is re-organisation of the space. Both internal and external structuring of the space diversify in this re-organization. Global coffee shops are the important examples of this differentiation as consuming space of capitalism. Coffee that is a globalized drink by spreading all continents over the centuries nowadays has become one of the dominant drinks of modern human’s everyday life under different brands. In this study there are samples of coffee shops of global coffee brands like Starbucks, Gloria Jean’s Coffees, Lavazza, Illy and Kahve Dünyası. Images of coffee seem to have been used mostly in the designs of these major brands. Lavazza’s space design is differentiated from other brands. Lavazza creates this differentiation by using calendar photos-which are taken by worldwide famous photographers- in design of the coffee shops. Identity between Lavazza and these special photos- which are used space in Lavazza’s visual communication-is being reinforced by space.

Anahtar Kelimeler:

Tüketim, Mekan, Görsel İletişim, Küresel Kahve Dükkanları.

Keywords:

Consumption, Space, Visual Communication, Global Coffee Shops.

121 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Giriş

Günümüzde siyasal, ekonomik ve kültürel açıdan hakim olan küreselleşme, kapitalizmin yeniden örgütlenmesi ile ilgilidir. Küreselleşmenin temel aktörleri ulusal sınırların ötesindeki pazarlar ve üretimi gerçekleştiren firmalardır. Ürünler artık sadece ulusal pazarlar için değil uluslararası pazarlar için de üretilmektedir. Bilgi ve iletişim teknolojilerinin etkisi ile dünyanın farklı yerlerinde yaşayan insanlar benzer yaşam biçimlerini benimsemekte, benzer yaşam biçimlerinin ortaya konulması ise günümüz toplumlarının tüketim toplumu olarak adlandırılmasına neden olmaktadır.

Tüketim toplumlarının temel özellikleri insanların tükettiklerine göre tanımlanması, tüketimin gelip geçici ve hareketli olması, üreticilerin tüketici odaklı olma ihtiyacı duyarak uygun pazarlama iletişimi stratejileri geliştirmeleri, tüketimin uzman tavsiyelerine dayanması ve medyanın tüketimi şekillendirmesi olarak sıralanabilir (Erbaş, 2009). Tüketim toplumu ile ilgili farklı bakış açıları mevcuttur. Baudrillard (2004), kitlelerin sürekli mesaj bombardımanına tutulduklarını bu nedenle bezgin düştüklerini ve sessizleştiklerini; bu durumun ise toplumsalın sonu anlamına geldiğini, Drucker (1992) ise karşı görüş olarak günümüz toplumlarının özgürlüklerin gerçekleştiği toplumlar olduğunu ifade etmektedir. Ritzer (1998) ve Bauman (2002), olumlu ve olumsuz bakış açılarını birarada değerlendirmekte, Ritzer, tüketim toplumu ile ilgili en acil konunun giderek tüketimle tanımlanır hale gelen bir toplumda daha anlamlı bir yaşamın nasıl sürdürüleceği olduğunu, Bauman ise her türlü ürünün sunuluyor olmasının gerçekte insanların özgürlüklerini artırmak yerine bağımlılıklarını arttırdığını ifade etmektedir.

Firmaların küresel rekabet ortamında başarılı olabilmeleri ve müşteri bağlılığı yaratabilmeleri etkili pazarlama iletişimi stratejileri geliştirmeleri ile mümkündür. Ritzer (2000) tüketim toplumunda amacın, insanların eğlenceli, rahat hissettikleri “büyülü ortamlar” aracılığıyla tüketimin arttırılması olduğunu ifade etmiştir. Kapitalizmin üretim alanında gerçekleştirdiği büyük değişim kaçınılmaz olarak tüketimi ve ona ait her tür deneyimi değiştirmiştir. Kapitalizmin toplumsal yararı dönüştürdüğü ilk yıllardan itibaren, piyasada dolaşıma çıkan ürünlerin tüketim biçimleri ve buna ait mekansal düzenlemeler geleneksel ilişkilerden ve biçimlerden ayrılmaya başlamıştır (Yırtıcı, 2005). Küreselleşmenin yanısıra bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelerin tüm iletişim biçimlerini etkilediği ve dönüştürdüğü günümüzde, görsel iletişim stratejilerinde de değişiklikler gözlenmektedir. Uluslararası firmalar; mesajlarını diğer toplumlara iletme yöntemi olarak farklılaşmayı seçmekte, ülkemizde de giderek artan rekabet ortamında farklılıklarını ortaya koyarak rakiplerinden üstün olmak için farklı görsel göstergelerden yararlanmaktadırlar.

Kahvenin en temel özelliği pek çok kültür için farklı anlamlar ifade etmesidir. Bu çalışmanın amacı, küresel kapitalizmin tüketim mekanlarını dönüştürmesinde görsel iletişimin rolünün, farklı stratejiler benimseyen kahve markaları üzerinden incelenmesidir. Çalışmada, küresel kapitalizm, tüketim toplumu - toplumsal nesneler ve mekan, mekanların dönüştürülmesi ve tüketilmesi, görsel pazarlama iletişimi stratejileri konularını kapsayan kavramsal çerçeve temel alınarak küresel kahve dükkanları incelenmektedir.

Özlen Özgen, Zaliha İnci Karabacak

122 Sayı 37 /Güz 2013

Küresel Kapitalizm

Siyasal açıdan çok yaygın etkileri olan küreselleşme, ekonomik anlamda ülkelerin ve bölgelerin hem yatırım hem de tüketim kararlarınını şekillendiren uluslararası sermayenin egemenliği ile ortaya çıkmıştır. Küreselleşmenin ekonomik boyutu kültürel açıdan da etkili olmakta, tüm dünya din, dil, ırk ayrımı gözetilmeksizin aynı ürünleri kullanmaya koşullandırılmaktadır. Bu oluşumda uluslararası sermayenin gücünün yanı sıra, bilgi ve iletişim teknolojilerinin rolü de yadsınamaz (Kongar, 2000:684). İletişim ve etkileşimin artması sonucunda; içinde yaşadığımız dönem, ürünlerin toplumları, kültürleri, sınıfları ve coğrafi uzaklıkları aşıp, dünyanın pek çok yerine ulaştığı ve tüketildiği, başka bir deyişle üretim ve tüketimin küreselleştiği, dünyanın farklı yerlerinde yaşayan insanların benzer yaşam biçimlerini benimsemeye başladıkları bir dönem olarak değerlendirilebilir (Erbaş, 2009:149). Yaşanan postmodern sürecin tüketim eylemi ile örtüşen yönleri bulunmaktadır. Jameson (2005:31) postmodernizmi, tüketici kapitalizminin mantığını tekrarlayan/yeniden üreten bir yol olarak belirtmektedir.

Küreselleşme konusunda akla gelen öncü güç Amerika Birleşik Devletleri’dir (ABD). Greider (2003: 257-258) ABD’nin uyguladığı çeşitli temel yöntemlerle küresel ticaret sistemini birçok çelişki ve istikrarsızlıktan kurtararak desteklediğini ve ilerlemesini sağladığını belirtmektedir. Bu bağlamda, ABD hükümetinin küresel sistemin kural ve değerlerini eklemleyen, bu değerleri göremeyen ulusları paylayan bir lider olarak hareket ettiğini, ABD ileri teknolojisinin yayılmasını desteklediğini, kendi çokuluslu şirketlerinin üretimlerini sübvanse ederek küreselleştirmeye teşvik ettiğini, gelişmekte olan ekonomileri denetleyen küresel kurumlara mali destek sağladığını, iktisadi rakiplerine askeri güvenlik garantisi verdiğini, tüm dünya için mühendis ve bilim insanı yetiştirdiğini, ABD piyasasının yıllarca öteki ulusların büyük ölçekli üretim fazlalarını özümleme konusunda son müşteri olarak hizmet etmesini desteklediğini vurgulamaktadır.

Miller (2012: 47-48), satın alacakları ürün ve hizmetlerin üretimi aracılığıyla kişilerin isteklerini yerine getirmeye yönelik sistemli bir teşebbüs olarak nitelendirdiği pazarlamayı merkeze alan şirketlerin, bireylerin farkında olmadıkları isteklerini keşfetmelerine ve bunları akla gelmeyecek yollarla tatmin etmelerine yardımcı olduklarını belirtmektedir. Şirketlerdeki pazarlama uzmanlarının titiz çalışmaları ve kapsamlı araştırmaları sonucunda gerçekleştirilen üretimin günümüzdeki durumunu Adam Smith’in “görünmez el”inin “görünmez göz”ü yarattığı şeklinde özetleyen Miller bireylerin tercihleri ve kişiliklerinin belirlenmesinde; hedef grup, anket, beta sınaması, sosyal forum, demografi gibi çeşitli uygulamaların kullanıldığını vurgulamaktadır.

Günümüzde küreselleşmenin ülkeler tarafından değil büyük şirketler tarafından yürütüldüğü görülmektedir. Küresel şirketlerin pazara sundukları tüketim malları ve kültürel ürünlerin ulusal kültürler üzerindeki etkisi artmıştır (Held vd., 2010:72-73). Bu bağlamda, küresel güçlerin uyguladığı stratejiler, toplumsal süreçlere ayna tutması bakımından önem kazanmaktadır.

Tüketim Mekanlarının Dönüşümünde Görsel İletişimin Rolü: Küresel Kahve Dükkanları

123 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Tüketim Toplumu, Toplumsal Nesneler ve Mekan

Günümüz toplumunda bireyler tüketim eylemini yaşamlarının merkezine konumlandırmaktadırlar. Baudrillard’ın (2010: 241) ifadesiyle:

“[…] Tüketim, gücül düzeyde, her an tüm nesneler ve mesajların katkısıyla oluşturulan az ya da çok uyumlu bir söylevdir. Tüketim, olsa olsa göstergeleri sistemli bir şekilde güdümleme biçimi olarak tanımlanabilir.”

Göstergelerin güdümlü bir biçimde güdümlendiği bu sistemde hedef tüketicilerdir. Bauman (2006a: 96) tüketicilerin tüketim kapasitelerini arttırmak için sürekli uyanık tutularak yeni ayartmalara maruz bırakılmalarını, memnuniyetsizlik halinin korunmasını gerekli görmektedir.

Tüketiciye ulaşmak için ürünlerin nesnel materyal özellikleri ve fiyatları yerine öznel haz, sosyal statü, düş ve yaşam biçimlerine hitap eden yanları öne çıkarılmaktadır (Miller, 2012: 54).

Tüketim toplumunda toplumsal nesneler ve mekanın kapitalist güçlerin hizmetinde ve bireyleri tüketime yönlendirecek şekilde organize edildiği görülmektedir. Ürünlerin sergilenmesinin kapitalist açık pazarla ortaya çıktığını belirten Bloch (1995:104) vitrin düzenleyicinin sadece mal sergilemekle görevli olmadığını, onun inşa ettiği billur mutluluğun mal ve insan arasında kurulan baştan çıkarıcı bir görüntü tuzağı niteliğinde olduğunu ifade etmektedir.

Günümüzde artık yalnızca kullanım amacıyla satılmayan birçok nesne, kişileri kültürel sistemin bir parçası haline getiren ve seçme özgürlüğü olarak dayatılan süreç ile karşı karşıya bırakmaktadır (Baudrillard, 2010:174). Tüketim toplumunun bireyleri bu sürecin varlığını sürdürmektedir.

Baudrillard (2008:82-83) günümüzde bir bağış olarak nitelediği ücretin, çalışmanın karşılığı olarak değil harcama yapmak için verildiğini belirtmektedir. Çalışanın çalışma sürecinde maruz kaldığı yavaş ölüm olarak nitelenen simgesel ilişki ve çalışma karşılığında aldığı ücret ile kullanıcının nesne için, başka bir deyişle nesnenin geciktirilmiş ölümü için ödediği para (bedel) arasında paralellik kurmaktadır.

Mekanların Dönüştürülmesi ve Tüketilmesi

Giddens (2010:31-32) ‘zaman ve mekanın ayrılması’ olarak adlandırdığı olguyu, modern toplumsal hayatın dinamik karakteri açısından önem taşıyan bir unsur olarak değerlendirmekte, geçmişte, her kültürün zamanın hesaplanması ve mekanın konumlandırılması konusunda kendine has bir sisteme sahip olduğunu belirtmektedir. Modern çağ öncesi dönemde zaman ve mekan belirli bir yere bağlı olmayı ifade ederken günümüzde evrensel bir zaman hesaplama sistemine, evrensel standartta zaman dilimlerine ve ortak bir dünya haritasına sahip olan çağımız toplumlarının zaman ve mekan ayrılmasını deneyimlediklerini ifade etmektedir. Zaman ve mekanın boşalmasını gösteren bu sürecin diyalektik bir şekilde işlediğini vurgulayan Giddens, zamanın belirli

Özlen Özgen, Zaliha İnci Karabacak

124 Sayı 37 /Güz 2013

bir yere bağlı olmaktan çıkıp standart hale gelmesinin, farklı toplumsal etkinliklerin birbirinden farklı zamanlar ve mekanlarda ancak belirli bir yere bağlı olmaksızın biraraya gelmesine imkan sağladığını belirtmektedir.

Kapitalizm, mekanı kendi ihtiyaçları ve kar maksimizasyonuna hizmet eden bir altyapıya dönüştürerek bu altyapının yayılımını sağlamaktadır. Bu bağlamda kapitalizm, mekan ve zaman anlayışını soyut bir düzleme taşımaktadır. Aynı soyut mekan ve zaman anlayışı etrafında birbirine bağlanan farklı coğrafyalar küresel çapta etkin olan tek bir ekonomik sistemi oluşturan parçalar haline gelmektedir (Yırtıcı, 2005:59-60). Bu ekonomik sistemi ayakta tutan tüketiciler ise yerele işleyen küresel pratiklerin uygulayıcısı konumundadırlar.

Baudrillard (2004: 62-63) kentsel ve endüstriyel ortamın etkisiyle, eskiden bedava olan ve bolluk içinde tüketilen; mekan, zaman, temiz hava, yeşillik, su, sessizlik gibi malların ayrıcalıklı kişilerin erişimine sunulan lüks mallar haline geldiğini vurgulamaktadır.

Alışveriş merkezlerinin üzerine kuruldukları oldukça geniş fiziksel mekanlar seyirlik alanlar olarak kullanılmakta ve yaratılan gösteri ortamları tüketicileri cezbedici ve bu mekanlara yöneltici unsurlar olarak işlev görmektedir (Ritzer, 2000:204).

Harvey (2002:161) kentte, mekansal farklılaşma ve toplumsal yapı arasındaki ilişkiyi dört temel varsayım ile ortaya koymaktadır:

1.Mekânsal farklılaşma, kapitalist toplumdaki toplumsal ilişkilerin yeniden üretimi çerçevesinde açıklanmalıdır.

2.Mekânsal birimler, komşuluk birimleri, yerel topluluklar, bireylerin değerlerini, beklentilerini, tüketim alışkanlıklarını, pazar donanımlarını ve bilinç durumlarını önemli ölçüde etkileyecek özel toplumsal etkileşim ortamlarıdır.

3.Büyük nüfus yoğunluklarının farklı topluluklara ayrılması, Marksçı anlamda sınıf bilincinin bölünmesine hizmet eder ve bu nedenle sınıf savaşımı yoluyla kapitalizmden sosyalizme dönüşümü güçleştirir, fakat;

4.Mekânsal farklılaşma modelleri kapitalist toplumdaki çelişkilerin birçoğunu yansıtır ve somutlaştırır; bunları yaratan ve sürdüren süreçler, sonuç olarak, kararsızlık ve çatışma mekânlarıdır.

Bauman (2006b:75-78), pratik değerini büyük ölçüde kaybeden “görünüşe göre ayrım” ilkesinin yerini “mekana göre ayrım”ın aldığını ifade etmektedir. Grup üyeliğinin görsel bir işareti olarak kentsel tarihte uzun bir dönem boyunca sadece zengin ve ayrıcalıklı olanların sahip olduğu gösterişli, incelikli kıyafetlerin günümüzde daha ucuz olan taklitleri ile ikame edilebildiğini vurgulamakta, modanın ulaştığı kitlenin genişlemesinin elbiselerin geleneksel ayrımcı işlevini yitirmesine neden olduğunu dile getirmektedir. Bireylerin onlar gibi görünmeyi istedikleri sosyal grubu temsil eden kıyafetleri giyerek kendilerini olduklarından farklı biçimde gösterebileceklerini belirtmektedir. Bauman, böylece giysilerin kişilerin kimliği hakkında bilgi vermekten öte onları gizleyebilen simgesel araçlar haline geldiğini vurgulamaktadır. Ortak kentsel yerleşim alanlarının belli türde kişilerin bulunabileceği çeşitli bölümlere ayrılması yoluyla gerçekleştirilen mekana göre ayrımın ise; kontrol noktası, resepsiyon, güvenlik görevlileri gibi çeşitli simgeler ve araçlar ile ortak özellikler taşıyan belirli bir grup insanı aynı mekanda biraraya getirdiğini ifade etmektedir.

Tüketim Mekanlarının Dönüşümünde Görsel İletişimin Rolü: Küresel Kahve Dükkanları

125 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

19.yy’da Paris’te yapılan yeni bulvarların kaldırımlarına uzanan yeni mağazalar ve kahveler, kamu ve özel mekan arasındaki sınırın geçirgen hale geldiğini göstermekteydi (Harvey, 2012:278). Kökden (2011:125-126) Paris kahvelerini anlatırken, onları bir döneme tanıklık etmiş, farklı beğenilere göre çeşitlilik gösteren ancak tümünü özünde; yaşayan, kendine özgü sesi, dokusu ve ruhu olan mekanlar olarak betimlemektedir. Kahvenin farklı lezzetleri ile özdeşleşen (koyu, iyi süzülmüş, sütlü) Paris kahvelerini; kentin farklı yerlerinde-bazen gözden uzak bir köşede bazen de daha işlek bölgelerde-hem dostları biraraya getiren, hem gazete-dergi okunabilen, hem ders çalışılabilen, hem iş görüşmesi yapılabilen, hem sevgililere buluşma noktası olan çok yönlü mekanlar olarak ifade etmektedir.

Görsel İletişim Stratejisi Olarak Mekan Kullanımı

Görsel iletişim, kişisel iletişimden kitle iletişimine, uluslararası iletişimden küresel iletişime kadar her boyutta etkili olmakta, yaşamın her alanında giderek daha yoğun olarak kullanılmaktadır.Toplumların ekonomik yapıları görsel iletişimin çeşitlilik kazanmasında etkilidir. Özellikle kapitalist sistemde görsel iletişimin rekabet açısından çok önemli bir araç haline geldiği bilinmektedir (Güngör, 2011: 98). Küresel kapitalizmin merkezindeki büyük şirketler için kurumsal kimlik, ürün gibi birbirini bütünleyen parçaların tasarım süreçleri olarak değerlendirilebilecek markalandırma, üretim aşamasının da önüne geçerek birincil nitelik kazanmıştır (Artun, 2011:69). Forty (1995:135) tasarımın, ideoloji ve maddi öğelerin kaynaştırılması ile biçim yaratma gücüne ulaştığını dile getirmektedir.

Görsel iletişimin önemli araçlarından biri de mekandır. Her mekanın kendine özgü bir görsel sunumu vardır ve sunum biçimi bir tür görsel iletişim fonksiyonu gerçekleştirir (Güngör, 2011:95). Günümüzde özellikle tüketim mekanlarının görsel iletişimin gücünü tüketimi teşvik edecek şekilde kullandığı görülmektedir.

Ritzer (2000:200-209) müşteriyi etkileme konusunda mekanın önemine dikkat çekmektedir. Genellikle oldukça geniş, sınırsız gibi algılanan bir mekan duygusu ile karşı karşıya bırakılan müşteri için en can alıcı örnek olarak siber uzay ve siber alışveriş merkezlerini göstermektedir. Seyirlik bir mekan duygusu yaratan bu alanların yanısıra alışveriş kanalları ile sınırsız mekan duygusunu yaşatan bir diğer araç olarak televizyondan bahsetmektedir. Bu kanalların da kişilere kredi kartlarını kullanarak mekansal engellerin ötesinde alışveriş yapabilme imkanı sunduğunu ifade etmektedir. Ancak yine de doğabilecek sınırlamaların ötesine geçebilmenin yolunu tüketim araçlarının dünyanın her yerindeymiş hissi yaratabilmelerine bağlamaktadır. Bu bağlamda Mc Donald’s global bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Yeni tüketim araçlarının önemli özelliklerinden birini de sundukları geniş fiziksel mekanlar olarak vurgulamaktadır. Bu mekanlar ile daha seyirlik duruma gelen bu merkezlerin konulu park, eğlence merkezi gibi çeşitli alanları da içinde bulunduracak ölçekte kurgulandığını belirtmektedir. Tıpkı bu merkezler gibi yolcu gemileri de oldukça geniş mekanlar sunan alternatifler arasında gösterilmektedir. Spor merkezleri, dev tiyatrolar, mağazalar, restoranlar gibi çeşitli alanları barındıran bu gemilerin mega alışveriş merkezi geleneğinin bir yansıması olduğu belirtilmektedir. Modern oteller ve Las Vegas kumarhaneleri de geniş ölçekli ve seyirlik nitelikteki mekanlara örnek verilmektedir.

Özlen Özgen, Zaliha İnci Karabacak

126 Sayı 37 /Güz 2013

Sanat, görsel iletişimin önemli bir aracıdır. İnsanlar, haz duymak için estetik beğenilerini harekete geçirir ve sanatsal üretim yaparlar. Her sanat ürünü, çevre ve diğer insanlar ile iletişim kurmada bir araçtır. Mimari, fotoğraf, resim gibi sanat türleri yoluyla diğer insanlar ile, toplumsal çevre ile, başka bir deyiş ile dış dünya ile estetik ilişki kurulur. Duygular, düşünceler, inançlar çoğu zaman estetik dışavurumla yani sanatsal yaratı ile ifade edilir. Görsel iletişimin sembolik veya simgesel biçiminde ise görsel ögelere belirli anlamlar yüklenir. Görsel simgeler doğrudan doğruya görsel figür ve renklerin kullanımına dayandığından evrenseldir (Güngör, 2011:99). Fotoğraf, mekanları kuşatan önemli bir unsurdur. Fotografik evreni betimleyen Flusser (2009: 74) duvarları, gazeteleri, kitapları, gömlekleri, aletleri vb. öğeleri ile gri olarak tanımladığı 19.yy. dünyasından günümüze gelindiğinde gökkuşağı renklerine bürünen dünyanın adeta sağır kulaklara bağırdığını ve bilinçaltımızın bu görsel çevre kirlenmesini içselleştirerek davranışlarımızı yönlendirir duruma geldiğini ifade etmektedir.

İmajlar tarafından kuşatılan çağımız bireylerinin belleğinde, olumlu bir etki bırakabilmek için mekanın özenli bir şekilde tasarlanması önem taşımaktadır. Bu bağlamda mekanda kullanılacak fotoğrafların, görsellerin seçimi, tasarımı, boyutları, yerleştirilmesi mekanın görsel kimliğinin ayırt edici ve farklı kılınmasında etkili olmaktadır.

Besin-Kültür İlişkisi

Besin maddelerinin fiziksel tüketiminin yanı sıra onlara ilişkin bazı anlam ve sembollerin de tüketimi söz konusudur. Besinlerin sembolik özellikleri olarak öne çıkan bu değerler ilgili besinlerin vücuda olan katkıları ya da içinde bulunulan kültürün bu besinlere atfettiği önem ile ilişkili olarak değişiklik gösterebilmektedir. Bu bağlamda, kültürel çeşitlilik paralelinde besinlerin festival, bayram, kutlama, dini adet, kutsal ritüel gibi önemli dönem ve uygulamalarla bağlantısı kurulabileceği gibi armağan, lüks, suç gibi farklı kavramlarla da ilişkisi kurulabilmektedir. Örneğin, haz verici bir besin olarak öne çıkan çikolata; bazen sağlık açısından taşıdığı kimi riskler, bazen de faydalar bakımından çelişkili bir sembol olarak anılabilmektedir. Yemek toplumsal farklılaşma biçiminin ifadesidir. Bu bağlamda kimi besinler yüksek sınıf seviyeleri ile kimi besinler ise alt sınıf seviyeleri ile ilişkilendirilmektedir. Ayrıca bazı besinlerin anlamları birçok kültürde cinsiyete göre farklılaşmaktadır. Güç merkezli anlayışların yön verdiği bu kültürlerde “güçlü besinler” erilliği “zayıf besinler” ise dişilliği temsil etmektedir. Besin sembolizminin yaşa bağlı olarak yapıldığı durumlar da söz konusudur. Buna göre bazı yetişkin besinleri çocuklar için uygun görülmezken kimi besinler de yaşlılara uygun görülmektedir (Beardsworth ve Keil, 2011: 90-93).

Yiyecekler konusunda tüketicilerin değerlere atfettiği önem üzerinde duran Busch (1991:98), Fransız sosyolog Emile Durkheim’ın tüm toplumların kutsal ve dünyevi olanı ayırt etmesine yaptığı vurgudan hareketle çeşitli dinlerde kutsal ve yasak sayılan yiyeceklere örnekler vermektedir. Bu bağlamda Hristiyanlıkta ekmek ve şarabın önemli bir yer tuttuğunu, Yahudilik ve İslamda ise domuz etinin yasaklandığını dile getirmektedir. Busch, aynı zamanda yiyeceklerin sosyal yaşamdaki öneminden de bahsetmekte, hindinin Şükran Günü, pastanın evlilik ve doğum günü ile olan bağı ve güzel bir yemek

Tüketim Mekanlarının Dönüşümünde Görsel İletişimin Rolü: Küresel Kahve Dükkanları

127 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

ve ardından içilen kahve arasında özdeşlikler kurmaktadır. Tüm bu tarifler, yasaklamalar ve kutlamaların özünde bilimsel temellerden ziyade ilgili yiyeceğe sözkonusu toplumda biçilen ve o yiyecekle ilgili olarak paylaşılan anlamlarn yattığını vurgulamaktadır. Kahvenin en önemli özelliği ise pek çok kültürde ona atfedilen değerdir.

Kahve

Heise (2001: 14-16), kahvenin kökenine yönelik 3 farklı efsaneden bahsetmekte, bunlardan en bilineninin Banesius isimli Suriye kökenli bir filolog tarafından anlatılan öykü olduğunu belirtmektedir. Buna göre, Yemen’deki bir Hristiyan manastırının çobanı gece boyu uyumayan hayvanları konusunda keşişlere dert yanmaktadır. Yedi gün boyunca süren bu durumun ardından manastırın idarecisinin yönlendirmesi üzerine iki keşiş hayvanların otladığı yola bakınırken burada tanımadıkları beyaz çiçekli, kırmızı meyveli yeşil çalıyı keşfederler. Bu bitkinin kırmızı taneciklerini kaynatarak içtikten sonra tüm gece ayık kalabildiklerini görürler. Bu içeceği gece dua etmek ve manastırda nöbet tutmak için tüketmeye devam ederler. İlerleyen dönemde manastırı ziyaret eden tüccarlar da bu içecekle tanışarak kahve çekirdeğinin ticaretini yapmaya başlarlar. Böylece bu içeceğin ününün tüm Doğu’ya yayıldığı vurgulanmaktadır. Bu efsanenin Arap ve Türk uyarlamaları da bulunduğu belirtilmektedir. Türk versiyonunda, Sufi tarikatı dervişlerinin yanına gelen bir çobanın üzerine yıldırım düştüğünde cezbedici kokular yayan bir ağaçtan söz ettiği dile getirilmektedir. Bu durumun kahvenin kavrulmasının keşfedilmesine neden olduğu vurgulanmaktadır. İkinci efsanenin başka bir uyarlamasında 13.yy ortalarında haksız yere sürgün edilen Ömer adlı bir şahsın açlık sebebiyle hiç bilmediği bir çalının tanelerini kaynatarak içtiğinde hayatta kalmayı başardığından, hatta çölde bu içecekten içen cüzzamlıların şifa bulduğundan ve bu olaylardan haberdar olan halifenin Ömer’in masumiyetine inanarak onu affettiğinden bahsedilmektedir. Kahve konusundaki üçüncü efsane, sarhoşluk veren içkilerin yasak olduğunu bildiren Hz. Muhammed’in yakalandığı amansız bir hastalıktan Cebrail’in ona getirdiği üzerinde dumanı tüten koyu renkli sıvıyı içerek iyileştiği yönündedir.

Wild (2007:24) bir zamanlar “Arap Şarabı” olarak anılan kahvenin tarihte sömürgecilikle birlikte yol aldığını belirtmektedir. 16.yy. da Osmanlı’nın genişlemesine önemli katkılar sağladığını ifade ettiği kahvenin Şark’ı ziyaret eden Avrupalılar aracılığıyla Avrupa’ya yayıldığını, 18.yy.’dan itibaren kahve üretiminin Osmanlı’nın tekelinden çıkarak, kahve filizlerini ele geçiren Hollanda, Fransa ve İngiliz sömürgelerindeki kölelerin iş gücünden faydalanılarak üretilmeye başlandığını ifade etmektedir. Brezilya’da ise köleliğin 1888’e kadar varlığını sürdürdüğünü dile getirmektedir. Ayrıca, Avrupa ve Amerika’da kahve tüketiminin özellikle ticaret, siyaset ve kültür konularına ilgi duyan erkeklerin buluşma mekanı olan kahvehaneler aracılığıyla yaygınlaştığını vurgulamaktadır.

Feodalizmin yıkılması, kasabaların gelişmesi, bölgesel ve daha uzak mesafeli seyahatleri olanaklı kılarken yemek ve konaklama ihtiyacını doğurmuştur. Kentlerde bu ihtiyaçlara yanıt veren görece iyi belgelenmiş ilk örnekler olarak 18.yy. da açılan kahve/çay evleri (coffee house) gösterilmektedir (Beardsworth ve Keil, 2011: 177).

Özlen Özgen, Zaliha İnci Karabacak

128 Sayı 37 /Güz 2013

Bir içecek olarak kullanılmaya başlaması, dünya genelindeki farklı kültürlere yayılması çeşitli efsaneler, tesadüfler, sömürgecilik vb. etkenler ile ilişkilendirilen kahve hakkında şüphe götürmeyen gerçek, zaman içinde küresel bir içecek haline gelmiş olmasıdır. Bu durum kahveyi sadece bilimsel araştırmaların popüler konularından biri haline getirmekle kalmamakta, koyu bir rekabetin öznesi konumuna da taşımaktadır. Geniş tüketici kitlesi gözönünde bulundurulduğunda kahve, küresel piyasada Starbucks, Gloria Jean’s, Lavazza, Illy, Kahve Dünyası gibi farklı markalar ile karşımıza çıkmaktadır.

Kahve günümüz dünya ekonomisinde petrol, çelik ve buğday gibi lider ihraç ürünleri arasında yer almaktadır. Lider kahve pazarları ise Londra ve New York borsalarıdır (Lavazza, 2009:28). Wild (2007: 207) günümüzde kahvenin tarihsel sömürgecilik sisteminin ürünü olma özelliğini koruduğunu belirtmektedir. Üretimi henüz kalkınmamış ülkelerde gerçekleşen kahvenin, Batı ülkelerinde tüketildiğini vurgulamaktadır. Küreselleşen dünya ölçeğinde bir değerlendirme yapıldığında, pazardaki öncü kahve markaları aracılığıyla kahvenin tüm dünyada tüketilen bir içecek haline geldiği görülmektedir.

Küresel Kahve Markaları ve Dükkanları

Tüketim toplumunda öne çıkan bu küresel kahve markalarının tüketicilerin zevkleri, alışkanlıkları ve eğilimlerini ortak bir eksende şekillendirdikleri dikkati çekmektedir. Bu süreçte, sunulan ürünler kadar kahvenin pazarlandığı ve tüketildiği dükkanların iç ve dış mekan tasarımı da markayı bütünleyen bir unsur olarak öne çıkmaktadır. Bu bölümde ürünlerini kendi kahve dükkanları aracılığıyla da sunan Starbucks, Gloria Jean’s, Lavazza, Illy ve Kahve Dünyası markaları incelenecektir.

Starbucks

Marka, adını Herman Melville’in ‘Moby Dick’ romanındaki bir karakterden almaktadır. (http://www.logohikayeleri.com). Moby Dick’teki kahve tutkunu ikinci kaptan Starbuck karakterinden esinlenilen ismin çift kuyruklu deniz kızı logosu ile temsil edilmesi, uzun deniz yolculukları ve kahve ticareti yapan gemilerin serüvenlerini anımsatmaktadır (http://www.dunya.com). Markanın merkezindeki deniz kızını korumakla birlikte logosunu zaman içinde sadeleştirdiği görülmektedir (Bakınız: Şekil-1).

Tüketim Mekanlarının Dönüşümünde Görsel İletişimin Rolü: Küresel Kahve Dükkanları

129 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Şekil-1: Starbucks’ın Yeni Logosu

Kaynak: http://www.basimdunyasi.com

2011 yılında Starbucks’ın herkes tarafından tanınan bir marka olmanın verdiği özgüven ile, logosundaki deniz kızını çevresini saran sınır çizgilerinden, siyah renkten ve yazılardan kurtararak yalın bir halde kullanmaya başladığı dikkati çekmektedir (http://marka123.com). Yerel şaraplar ve peynirleri sunan pilot Starbucks mağazaları da göz önünde bulundurulduğunda logodan kahve kelimesinin çıkarılması öne çıkan bir pazarlama stratejisi olarak da yorumlanabilir (http://www.basimdunyasi.com).

Starbucks’ın Amerika’da yakaladığı başarının ardındaki güç, büyük bütçeli reklam programları değil, misafirleri olarak adlandırdıkları müşterilerinde oluşturdukları güven ve bağlılık olarak ifade edilmektedir. Disiplinli ve özverili bir çalışmanın ardından yerel bir marka olarak çıktığı yolda, sınırlarını ülke hatta dünya çapına yayan Starbucks’ın misafirlerini çeken üç özelliği üzerinde durulmaktadır. Bunlar; kahve, personel ve mağaza ortamı şeklinde sıralanmaktadır. Kolay bozulan bir ürün olan kahve için, doğru çekirdeklerin seçiminden, çekirdeklerin uygun ortamda muhafaza edilmesine, öğütülmesine ve su oranının ölçülmesine kadar tüm aşamalarda titizlikle çalışıldığı belirtilmektedir. Ayrıca Starbucks’ın ürünlerinin reklamından çok, personelinin eğitimine harcama yaptığı vurgulanmaktadır. Baristaların1 misafirlerle göz teması kurmak, ihtiyaçlarını sezmek, farklı kahveler konusunda özlü açıklamalar yapmak, memnun olmayan misafirlere ücretsiz içecek almalarını sağlayan bir Starbucks kuponu verip, morallerini düzeltmek gibi birçok konuda eğitildikleri dile getirilmektedir. Starbucks‘ın mağazalarını markanın reklam panoları olarak değerlendirdiği, mağazalardaki çizimler, müzikler, kokular vb. detayların kahvenin lezzetinin bilinçaltına gönderdiği: “Buradaki her şey sınıfının en iyisidir” mesajı ile birlik ve tutarlılık içinde olması gerektiği

1 “Barista: Espresso makinesini çalıştıran, espresso ve espresso bazlı içecekler yapabilen kişi” (Gürsoy, 2007:167).

Özlen Özgen, Zaliha İnci Karabacak

130 Sayı 37 /Güz 2013

vurgulanmaktadır. Kahve aşkını mağazaların görsel tasarımına yansıtmak için, kahvenin yeşil ham çekirdek halinden kutulama ve kavrulma aşamasına dek geçirdiği süreçlerin görüntüleri sergilenmektedir. Ayrıca farklı sezonlarda hazırlanan çeşitli renkli afişlerle bu görsel zenginliğin canlı tutulduğu belirtilmektedir. Mağazalarda bulunan broşür vitrinlerinde; her tür çekirdek kahvenin farklı tatlarının anlatımına (The World of Coffee), çekirdek kahvenin nasıl öğütülüp hazırlandığına (The Best Coffee at Home) ve cappucino, caffé latte gibi içecekleri anlatan diyagramlara (A Quick Guide to Starbucks Speciality Beverages) yer veren broşürlerin bulunduğu belirtilmektedir. Kahve kültürünü ve kahvenin tarihsel serüvenini anlatan “Coffee Matters” isimli aylık bir haber bülteninin yayımlanıp dağıtıldığı ifade edilmektedir. Posta sipariş kataloğu, kahve uzmanlarının yanıtladığı 800‘lü danışma hatları gibi çeşitli hizmetler de sunan, misafirlerine yakın ilgi gösteren ve kendilerini özel hissettiren Starbucks için çok memnun kalan misafirlerin kulaktan kulağa yaydıkları söylentiler markanın tanınma stratejisinin ardındaki güç olarak dile getirilmektedir (Schultz ve Yang, 2011: 267-277).

Starbucks kahve dükkanlarında (Bakınız: Görsel-1) iç mekan tasarımında kahveye ilişkin görsellerin kullanımı dikkati çekmektedir. Mekanın duvarlarında yer alan bu görseller çeşitlilik göstermektedir.

Görsel-12: Starbucks İç Mekan-1

2 Görsel-1,2,3 ve 4, 2013 yılında Anatolium Ankara Alışveriş Merkezinde yer alan Starbucks’ta yapılan fotoğraf çekimi ile elde edilmiştir.

Tüketim Mekanlarının Dönüşümünde Görsel İletişimin Rolü: Küresel Kahve Dükkanları

131 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Starbucks iç mekan duvarlarında kahve bitkisini (Bakınız: Görsel-2) ve kahve çuvallarında yer alan kahve tanelerini (Bakınız:Görsel-3) gösteren fotoğraflar yer almaktadır.

Görsel-2: Starbucks İç Mekan-II

Görsel-3: Starbucks İç Mekan-III

Özlen Özgen, Zaliha İnci Karabacak

132 Sayı 37 /Güz 2013

Starbucks’ın iç mekan tasarımında kahveye ilişkin dikkat çeken bir başka görseli ise dünyadaki kahve üretim alanlarını gösteren haritasıdır (Bakınız: Görsel-4).

Görsel-4: Starbucks İç Mekan-IV

Gloria Jean’s Coffees

Gloria Jean’s Coffees markasının amblem-logotaypında (Bakınız:Şekil:2) bir fincan sıcak kahvenin cazibesi sunulmaktadır. Marka logosunda kahveye gönderme yapan renklerin kullanıldığı göze çarpmaktadır.

Şekil-2: Gloria Jean's Coffees amblem-logotayp

Kaynak: http://www.logovector.org

Tüketim Mekanlarının Dönüşümünde Görsel İletişimin Rolü: Küresel Kahve Dükkanları

133 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Öyküsü 1979 yılında Şikago‘nun kuzeyindeki küçük bir kasabada Gloria Jean ve Ed Kvetko tarafından açılan özel bir gurme kahve dükkanı ile başlayan Gloria Jean‘s Coffees, kahve kalitesi ve önde gelen bayilik sistemleri ile özdeleşen bir marka ve kahve üzerine özelleşmiş küresel bir şirkettir. Kaliteli kahvecilik konusunda takdir toplayan marka kısa bir süre sonra Amerika çapında satış noktaları açmaya başlamıştır. 16 yıldan daha uzun bir süre sonra Avustralyalı iş adamı ve kahve uzmanı olan Nabi Saleh Amerika'da deneyimli olan Gloria Jean’s Coffees markasını ortağı Peter Irvine ile birlikte dünyanın öteki ucuna Avustralya'ya taşımıştır. Kısa zamanda Avustralya Gloria Jean's Coffees'in en hızlı büyüdüğü pazar haline gelmiştir. Nabi ve Peter'ın başarı için reçeteleri, Gloria Jean’s Coffees'i dünyanın en çok sevilen ve saygı duyulan markası yapma vizyonunu gerçekleştirmeye odaklanmak olmuştur. 2004 yılında ABD'ye dönerek Amerika dışındaki tüm ülkeler için uluslararası markalaşma haklarını satın aldıkları belirtilmektedir. 2009 yılının başlarında Gloria Jean’s Coffees International'ın iştiraki olan Praise International North America Inc şirketi, 24 eyaletteki 102 kahve evini kapsayan Gloria Jean’s Coffees'in Amerikan perakende ve franchise işlemlerini Amerikalı sahibinden satın almak için yaptığı görüşmeleri tamamlamıştır. Günümüzde Gloria Jean’s Coffees dünya çapında birçok ülkede yer almaktadır (http://www.gloriajeanscoffees.com).

Gloria Jean’s Coffees markasının kahve dükkanlarının iç (Bakınız: Görsel-5) ve dış (Bakınız: Görsel-6 ve 7) mekan tasarımında sade bir üslup benimsediği dikkati çekmektedir.

Görsel-5: Gloria Jean’s Coffees İç Mekan-I

Kaynak: http://www.gloriajeans.com.tr

Özlen Özgen, Zaliha İnci Karabacak

134 Sayı 37 /Güz 2013

Görsel-6: Gloria Jean’s Coffees Dış Mekan-I Görsel-7: Gloria Jean’s Coffees Dış Mekan-II

Kaynak: http://www.gloriajeans.com.tr Kaynak: http://www.gloriajeans.com.tr

Gloria Jean’s Coffees’in iç mekan tasarımında kahveye ilişkin görsellerin yanısıra markanın ürünlerini ve çevreye duyarlılığını gösteren tanıtıcı görsellerin (Bakınız: Görsel-8) kullanıldığı görülmektedir.

Görsel-8: Gloria Jean’s Coffees İç Mekan-II

Kaynak: http://www.gloriajeans.com.tr

Tüketim Mekanlarının Dönüşümünde Görsel İletişimin Rolü: Küresel Kahve Dükkanları

135 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Lavazza

Ülke geneline yayılan çok sayıda kafe ile kahve geleneğini birbiri ile sıcak temas halinde olan müşterileri sayesinde tıpkı bir İtalyan operası gibi yansıtan İtalyan halkı gündelik hayatın bir parçası olarak kahveyi (özellikle İtalya ile özdeşleşen espressoyu3) içselleştirmiştir (Schultz ve Yang, 2011:62-63). Bu bağlamda İtalyan kültüründe kahvenin ayrıcalıklı bir yeri bulunmaktadır.

İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından şirketin uzmanlaşması konusunda çalışmalarını yoğunlaştıran Lavazza ailesi marka politikasının önemli bir adımı olarak ilk logosunu Milano’daki Aerostudio Borghi’ye hazırlatmıştır (http://www.lavazza.com). Lavazza logosunda (Bakınız: Şekil-3) mavi renk kullanıldığı görülmektedir. Mavi, hem uzaklık ve resmiyetin hem de doğruluk ve sadakatin temsili olarak ifade edilmektedir. Ayrıca otorite ve yetkinin yanı sıra temizlik ve dürüstlüğün çağrışımı olarak nitelenmektedir (Becer, 2008: 60). Bu nitelikleri ile lacivert tonunda kullanılan mavinin, bir asrı geride bırakan Lavazza markasının ağırlığını, tüketici ile kurduğu sıkı bağı ve kaliteden ödün vermeyen güçlü duruşunu simgelediği görülmektedir.

Şekil-3: Lavazza amblem-logosu

Kaynak: http://www.labbrand.com

Lavazza markasının geçmişi 1895 yılında İtalya Turin’de Luigi Lavazza’nın kurduğu küçük bir bakkal dükkanına dayanmaktadır. Kahve satışı üzerine odaklanan bu küçük işletme 1927 yılında Luigi Lavazza S.p.A. adını almıştır. Luigi Lavazza farklı kahve karışımları kullanarak harmanlamayı geliştiren ilk kişidir. 1960’ların başında Lavazza İtalya’da ilk vakumlanmış pakette kahveyi piyasaya süren işletme olmuştur. Lavazza’nın en önemli ayırt edici özelliği kalite ve yeniliğe verdiği önemdir. Eğitim Merkezi Ağı ile Lavazza her yıl çok sayıda kullanıcıya kahveye ilişkin birçok konuda eğitim vermektedir. Lavazza’nın iletişim stratejisi bağlamında, takvimlerinde bir araç olarak kullandığı fotoğraflara önemli bir rol atfettiği görülmektedir (http://www.lavazza.it). Lavazza’nın fotoğraf konusundaki titizliği 1993-2012 yılları arasında çıkardığı takvimler için dünyanın önde gelen fotoğraf sanatçıları ile çalışmış olması ile kendini göstermektedir. Bu fotoğraf sanatçılarının imzalarını taşıyan takvim kareleri her yıl dünya çapında geniş bir yankı uyandırmıştır.

3 “Espresso: En iyi çekilmiş (very fine)” (Gürsoy, 2007:70). İlk buhar operasyonlu espresso makinesi 1901 yılında Milano’lu mühendis Luigi Bezzera tarafından icat edilmiştir (Lavazza, 2009: 48).

Özlen Özgen, Zaliha İnci Karabacak

136 Sayı 37 /Güz 2013

Türkiye’deki ‘kahve dükkanı’ pazarına İtalyan soluğunu katmayı hedefleyen Lavazza Türkiye tarafından Lavazza Best Coffee Shop konsepti geliştirilmiştir. Bu konsept dahilinde Lavazza kahve kimliği altında titizlikle seçilen ürünlerden kahve ile özdeş bir yiyecek menüsü sunulmaktadır. Menüde pasta, kek, patisserie ve sandviç gibi ürünlerin yanısıra İtalya destekli olarak firmaya özel geliştirilen İtalyan tostu ve İtalyan makarnası gibi ürünler de bulunmaktadır. Menüdeki ürünler için sektöründe önde gelen çözüm ortakları ile çalışılmaktadır. Lavazza Best Coffee Shop’ların dekorasyonunda ise dünyanın en ünlü 3 takvimi arasında yer alan Lavazza takvim görsellerinden büyük ölçüde faydalanılmaktadır (Konyalı Saat Kuruluşları: 44).

İstanbul’da Beşiktaş Barbaros Bulvarı üzerinde bulunan Lavazza Best Coffee Shop Lavazza takvim görsellerinin iç ve dış mekan tasarımında kullanımına örnek teşkil etmektedir. Barbaros Bulvarı’ndaki Lavazza Best Coffee Shop dış mekan tasarımında (Bakınız: Görsel-9 ve 10) İtalyan müziği teması çerçevesinde Miles Aldridge’nin çekimlerini gerçekleştirdiği Lavazza 2010 takvimine ait fotoğraflara (Bakınız: Görsel-11 ve 12) yer verildiği görülmektedir.

Görsel-94:Lavazza Best Coffee Shop Görsel-10:Lavazza Best Coffee Shop

Dış Mekan-I Dış Mekan-II

Görsel-11: Lavazza 2010 Takvim Fotoğrafı Görsel-12: Lavazza 2010 Takvim Fotoğrafı

Kaynak: Lavazza Türkiye Pazarlama Bölümü Kaynak: Lavazza Türkiye Pazarlama Bölümü

4 Görsel-9 ve 10, 2011 yılında İstanbul Beşiktaş Lavazza Best Coffee Shop’ta yapılan fotoğraf çekimi ile elde edilmiştir.

Tüketim Mekanlarının Dönüşümünde Görsel İletişimin Rolü: Küresel Kahve Dükkanları

137 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Lavazza Best Coffee Shop’ın İstanbul Barbaros Bulvarı’ndaki şubesinin iç mekanında da (Bakınız: Görsel-13) konu olarak süper kahraman kadınların işlendiği ve Eugenio Recuenco’nun çektiği karelerinin yer aldığı Lavazza 2007 takviminden (Bakınız: Görsel-14) yararlanıldığı görülmektedir.

Görsel-135: Lavazza Best Coffee Shop İç Mekan Görsel-14: Lavazza 2007 Takvim Kapağı

Kaynak:Lavazza Türkiye Pazarlama Bölümü Kaynak:Lavazza Türkiye Pazarlama Bölümü

Lavazza takvim fotoğraflarının mekan tasarımında kullanıldığı Lavazza kahve dükkanlarından bir diğeri ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Lefkoşa’da bulunan Lavazza Dereboyu isimli şubedir. Lavazza Dereboyu’nda iç mekan tasarımında (Bakınız: Görsel-15 ve 16) soylu kadınları karelerinde canlandıran Finlay Mackay imzalı Lavazza 2008 takviminden fotoğraflar (Bakınız: Görsel-17 ve 18) göze çarpmaktadır.

Görsel-156: Lavazza Dereboyu İç Mekan-1

5 Görsel-13, 2011 yılında İstanbul Beşiktaş Lavazza Best Coffee Shop’ta yapılan fotoğraf çekimi ile elde edilmiştir.6 Görsel-15 ve 16, 2012 yılında KKTC Lefkoşa Lavazza Dereboyu’nda yapılan fotoğraf çekimi ile elde edilmiştir

Özlen Özgen, Zaliha İnci Karabacak

138 Sayı 37 /Güz 2013

Görsel-16: Lavazza Dereboyu İç Mekan-2

Görsel-17: Lavazza 2008 Takvim Kapağı Görsel-18: Lavazza 2008 Takvim Fotoğrafı

Kaynak: Lavazza Türkiye Pazarlama Bölümü Kaynak: Lavazza Türkiye Pazarlama Bölümü

Tüketimin kitlelere aşılanmasında önemli rol oynayan reklam fotoğrafları genellikle büyük gruplar tarafından tasarlanarak hayata geçirilmektedir. Reklam fotoğraflarında sıklıkla ürünün markası veya bir metin de yer almaktadır (Algan, 1999:37). Metindeki Lavazza Best Coffee Shop örneklerinde yer alan takvim fotoğraflarında da Lavazza markalı espresso fincanlarının kullanıldığı görülmektedir. Böylece birer takvim fotoğrafı olarak sunulan bu karelerin aynı zamanda birer reklam fotoğrafı niteliği taşıdığı anlaşılmaktadır.

Illy

Illy’nin günümüzde de kullandığı logosu (Bakınız: Şekil-4) 1996 yılında sanatçı James Rosenquist tarafından tasarlanmıştır (http://www.espressoplanet.com). 22 yaşında Avusturya-Macaristan ordusu ile katıldığı 1.Dünya Savaşı’nda Trieste kentinde yer alan cephesinin İtalyan yönetimine geçmesi ile yaşamının geri kalanını orada geçiren Macar Francesco Illy ömrünü tutkuyla bağlandığı aşkına ve espressoya adamıştır (http://www.radikal.com.tr). Illy’nin logosunda kullanılan kırmızı renk bu tutkuyu kahveseverlere yansıtmaktadır.

Tüketim Mekanlarının Dönüşümünde Görsel İletişimin Rolü: Küresel Kahve Dükkanları

139 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Şekil-4: Illy logosu

Kaynak: http://designexpresso.wordpress.com/

IllyCafee‘nin hikayesi İtalya‘da Adriyatik‘teki bir liman kasabası olan ve kahvenin Avrupa‘ya ilk girdiği yer olan Trieste‘de başlamıştır. 1933 tarihinde Francesco Illy burada modern espresso makinesini geliştirmiştir. Illy‘nin şu anki başkanı ve CEO‘su Illy ailesinin üçüncü kuşağı olan Andrea Illy‘dir. IllyCafee 140 ülkede milyonlarca kahveseveri evlerinde, iyi hotellerde, restoranlarda, kafelerde ve iş yerlerinde mutlu etmektedir. Illy; lezzeti, bilimsel merakı, sanatı ve kültürü biraraya getirerek çok boyutlu bir memnuniyeti bir fincanda toplamaktadır. Bu memnuniyet; görselliği ile dikkat çeken Illy espresso makinelerinde, güncel sanatın ustaları tarafından üretilen Illy fincan koleksiyonunda, dünya çapında bir zincir olan İtalyan stili kahve barlarında ve öncü bağımsız kafelerin ve yetenekli baristaların uluslararası ağı olan Artisti del Gusto‘da (Artists of Taste) kendisini göstermektedir (http://www.illy.com).

Illy, Francesco Illy’nin fikri ile ilk koleksiyon fincan serisini 1992 yılında Matteo Thun tasarımı ile hazırlamıştır. O günden bu yana 70’den fazla uluslararası sanatçının tasarımları ile katkıda bulunduğu koleksiyonda genç yeteneklere de yer verildiği görülmektedir (http://www.barista.com.tr).

Illy markasının kahve dükkanlarının iç (Bakınız: Görsel-19) ve dış (Bakınız: Görsel-20) tasarımında, markanın logosunda yer alan kırmızı ve beyaz renklerin etkisi öne çıkmaktadır.

Özlen Özgen, Zaliha İnci Karabacak

140 Sayı 37 /Güz 2013

Görsel-197: Illy İç Mekan-I

Görsel-20: Illy Dış Mekan

Illy’nin iç mekanında kahvenin işlenme sürecinin yazı ve görsellerle anlatıldığı bir köşenin (Bakınız: Görsel-21) hazırlandığı dikkati çekmektedir.

7 Görsel-19, 20,21, 22, 23, 24, 25 ve 26, 2013 yılında Ankara Armada Alışveriş Merkezinde yer alan Illy’de yapılan fotoğraf çekimi ile elde edilmiştir.

Tüketim Mekanlarının Dönüşümünde Görsel İletişimin Rolü: Küresel Kahve Dükkanları

141 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Görsel-21: Illy İç Mekan-II

Illy markası kahvenin işlenme sürecini sergilediği köşesinde kahve türleri (Bakınız: Görsel-22), harmanlama ve kavrulma (Bakınız: Görsel-23), kontrol (Bakınız: Görsel-24), paketleme (Bakınız: Görsel-25) gibi farklı bilgilere yer vermektedir.

Görsel-22: Illy İç Mekan-III Görsel-23: Illy İç Mekan-IV

Özlen Özgen, Zaliha İnci Karabacak

142 Sayı 37 /Güz 2013

Görsel-24: Illy İç Mekan-V Görsel-25: Illy İç Mekan-VI

Illy’nin kahve dükkanlarının tasarımında dikkati çeken önemli bir nokta “shindellier” (Bakınız: Görsel-26) olarak adlandırılan ve Illy için tasarlanan fincanlardan oluşan avize formundaki tasarımdır.

Görsel-26: Illy İç Mekan-VII

Tüketim Mekanlarının Dönüşümünde Görsel İletişimin Rolü: Küresel Kahve Dükkanları

143 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Kahve Dünyası

Kahve Dünyası’nın (Bakınız: Şekil-5) amblem-logotaypında iç içe geçen üç kahve çekirdeği öne çıkmaktadır. Logoda kahverenginin yanı sıra sarı ve yeşil tonlar kullanılmıştır.

Şekil-5: Kahve Dünyası amblem-logotayp

Kaynak: http://www.basinbulteni.com

“Kahve Dünyası” 2004 yılında İstanbul Eminönü’nde açılan ilk mağazası ile sektöre giriş yapmıştır. Kahve Dünyası Türk kahvesi başta olmak üzere espresso bazlı gurme kahve çeşitleri, aromalı filtre kahveler, soğuk kahveler, paketli kahve ürünleri gibi çeşitli yerel ve küresel 50’den fazla kahve çeşidini birarada sunmaktadır. Kahve Dünyası’nın diğer bir uzmanlık alanı ise çikolata üretimidir. Kahvenin yanında yaptığı çikolata ikramları ile öne çıkan Kahve Dünyası’nın mağazalarında satışa sunduğu tüm çikolata çeşitleri kendisi tarafından üretilmektedir (http://www.kahvedunyasi.com/hakkimizda/hakkimizda). Kahve Dünyası‘nın misyonu: Farklı ürünler yaratan, Türk kahve kültürünü Türkiye’nin yanı sıra tüm Dünya’da tüketiciler ile buluşturup tüketicilerin kendini iyi hissedeceği ve keyifle tüketeceği ortamlarda sunarak sektöründe en beğenilen ve tercih edilen marka olmak“ şeklinde ifade edilmektedir (http://www.kahvedunyasi.com/hakkimizda).

Türkiye’de farklı şehirlerde mağazaları bulunan Kahve Dünyası 18 Kasım 2011 tarihinde İngiltere’de Londra’nın en işlek bölgelerinden biri olan Piccadilly’de açtığı ilk yurtdışı mağazası (Bakınız: Görsel-27) ile Türk kültürünün ikram ve konukseverlik geleneğini başta İngilizler olmak üzere bütün dünyaya tanıtmayı hedefleyerek, küresel bir marka haline gelme yolunda önemli bir adım atmıştır. 560 metrekarelik iki katlı bu mağazada, 68 çeşit kahve tüketicinin beğenisine sunulmaktadır. “Üreticiden tüketiciye” anlayışını benimseyerek tazelik konusunda titiz davranan markanın, Londra’daki mağazasında çikolata üretim atölyesi bulunmaktadır (http://www.kahvedunyasi.com/haberler/haberler).

Özlen Özgen, Zaliha İnci Karabacak

144 Sayı 37 /Güz 2013

Görsel-27: Londra’daki Kahve Dünyası

Kaynak:http://www.kahvedunyasi.com/haberler

Kahve Dünyası markasının dükkanların iç mekan (Bakınız: Görsel-28 ve 29) tasarımında ağırlıklı olarak ürün teşhirine yer verildiği dikkati çekmektedir.

Görsel-288: Kahve Dünyası İç Mekan-I Görsel-29: Kahve Dünyası İç Mekan-II

Kahve Dünyası’nda iç mekan tasarımında duvarlarda kahvenin (Bakınız: Görsel-30 ve 31) yanısıra çeşitli içecekler (Bakınız: Görsel-29) ve tatlıların (Bakınız: Görsel-31) yer aldığı görsellerin kullanıldığı görülmektedir.

Görsel-30: Kahve Dünyası İç Mekan-III Görsel-31: Kahve Dünyası İç Mekan-IV

8 Görsel-28, 29, 30, 31 ve 32 2013 yılında Ankara Armada Alışveriş Merkezi’nde yer alan Kahve Dünyası’nda yapılan fotoğraf çekimi ile elde edilmiştir.

Tüketim Mekanlarının Dönüşümünde Görsel İletişimin Rolü: Küresel Kahve Dükkanları

145 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Kahve Dünyası’nda iç mekanda Atatürk portresinin (Bakınız: Görsel-32) yer aldığı bir köşede bulunmaktadır.

Görsel-32: Kahve Dünyası İç Mekan-V

Sonuç

Kapitalist düzenin dinamikleri ile örtüşen tüketim toplumunda mekanın, markanın görsel iletişim stratejileri gözönünde bulundurularak düzenlenmesi önem kazanmıştır. Marka kimliğinin dışavurumu olarak da nitelendirilebilecek iç ve dış mekan düzenlemeleri tüketimin arttırılmasını destekleyecek şekilde kullanılmaktadır.

Çalışmada incelenen küresel kahve dükkanlarının tasarımlarında en sık karşılaşılan öğeler kahveye ilişkin görsellerdir. Bu görselller kahve bitkisi, kahve taneleri, kahve fincanı, kahve çuvalı vb. şeklinde çeşitlilik göstermektedir. Mekan duvarlarında yer alan bu görsellerin kimi dükkanlarda Starbucks’ta olduğu gibi dünyadaki kahve üretimini gösteren haritalarla desteklendiği görülmektedir. Gloria Jean’s Coffees markasının ise kahve dükkanlarının iç mekan duvarlarında, markaya ait tanıtım afişlerine yer verdiği dikkati çekmektedir. Kahve Dünyası örneğinde olduğu gibi, dekorasyonunda kahvenin yanısıra çeşitli tatlı ve içecek görsellerinin yer aldığı küresel kahve dükkanları da bulunmaktadır. Kahve Dünyası markasının dükkanlarında satışta bulundurduğu kahve dışındaki ürünleri de iç mekan tasarımında kullandığı gözlenmektedir.

İtalyan kahve markalarının mekan tasarımı açısından öne çıktıkları söylenebilir. Illy’nin iç mekan tasarımında, öteki küresel kahve markaları gibi kahveye ilişkin görseller kullandığı ancak özel tasarım fincanlardan oluşan “shindellier” (avize) ile mekana farklılık kattığı saptanmıştır. Yine bir İtalyan firması olan Lavazza, diğer kahve

Özlen Özgen, Zaliha İnci Karabacak

146 Sayı 37 /Güz 2013

zincirlerinden uyguladığı görsel pazarlama iletişimi stratejileri ve mekanı dönüştürme biçimi ile ayrılmaktadır. Markanın öteki markalardan ayırt edilmesi, farklılaşması ve rekabet avantajı kazanması için mekan tasarımında özel fotoğraflar kullanılmıştır. Mekan tasarımında kullanlan fotoğraflar, ünlü fotoğraf sanatçıları tarafından her sene belirlenen temalar doğrultusunda çekilen “Lavazza takvimlerindeki” karelerden oluşmaktadır. Reklam fotoğrafı niteliği taşıyan bu kareler, Lavazza kahve dükkanlarının tasarımında mekanı çevreleyen temel öğeler olarak nitelendirilebilir. Yapılan incelemeler sonucunda, takvim fotoğrafları ve marka arasında kurulan bu yakın temasın, Lavazza kahve dükkanlarının iç ve dış mekan tasarımlarına yansıtılmasının Lavazza’yı rakiplerinden çok daha ayrıcalıklı bir noktaya taşıdığı görülmektedir.

Kaynaklar

Algan, Ertuğrul, (1999). Fotoğraf Okuma Görüntü Çözümlemesine Giriş, Eskişehir: Çözüm İletişim Hizmetleri Ltd. Şti.

Artun, Ali, (2011). “Tasarım Dehşeti Sanat/Tasarım Geriliminde Çağdaş Aşama”, Çağdaş Sanatın Örgütlenmesi Estetik Modernizmin Tasfiyesi, İstanbul: İletişim Yayınları, s.59-102.

Baudrillard, Jean, (2004). Tüketim Toplumu, Hazal Deliceçaylı ve Ferda Keskin (çev.), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Baudrillard, Jean, (2008). Simgesel Değiş Tokuş ve Ölüm, Oğuz Adanır (çev.), İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi.

Baudrillard, Jean, (2010). Nesneler Sistemi, Oğuz Adanır ve Aslı Karamollaoğlu (çev.), İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi.

Bauman, Zygmunt, (2002), “Modernite Postmodernite ve Etik”, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Sayı:19

Bauman, Zygmunt, (2006a). Küreselleşme Toplumsal Sonuçları, Abdullah Yılmaz (çev.), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Bauman, Zygmunt, (2006b). Sosyolojik Düşünmek, Abdullah Yılmaz (çev.), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Beardsworth, Alan ve Keil, Teresa, (2011), Yemek Sosyolojisi Yemek ve Toplum Çalışmasına Bir Davet, Abdulbaki Dede (çev.), Ankara: Phoenix Yayınevi.

Becer, Emre, (2008), İletişim ve Grafik Tasarım, Dost Kitabevi Yayınları: Ankara.

Bloch, Ernst, (1995). “Yeni Giysi, Aydınlatılmış Vitrin”, Olcay Kural (çev.), Cogito, Sayı 5, Güz, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, s.103-105.

Busch, Lawrence, (1991), “Biotechnology: Consumer Concerns About Risks and Values”, Food Technology, 45 (4): 96-101

Drucker, Peter, (1992). Yeni Gerçekler, Ankara: Türkiye İş Bankası Yayınları.

Tüketim Mekanlarının Dönüşümünde Görsel İletişimin Rolü: Küresel Kahve Dükkanları

147 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Erbaş, Hayriye, (2009). Küreselleşme, Kapitalizm ve Toplumsal Dönüşümler, Ankara: Palme Yayıncılık.

Forty, Adrian, (1995). “Ev İşinden Kazanım”, Yurdanur Salman (çev.), Cogito, Sayı 5, Güz, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, s.125-135.

Flusser, Vilem, (2009). Bir Fotoğraf Felsefesine Doğru, İhsan Derman (çev.), İstanbul: Hayalbaz Kitap.

Harvey, David, (2002). “Sınıfsal Yapı ve Mekânsal Farklılaşma Kuramı”, 20.Yüzyıl Kenti, Bülent Duru, Ayten Alkan (der. ve çev.), Ankara: İmge Kitabevi.

Harvey, David, (2012). Paris, Modernitenin Başkenti, Berna Kılınçer (çev.), İstanbul: Sel Yayıncılık.

Heise, Ulla, (2001). Kahve ve Kahvehane, Mustafa Tüzel (çev.), Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.

Held, D., McGrew, A., Goldblatt, D. ve Perraton, J., (2010). “Küreselleşme”, Sosyoloji Başlangıç Okumaları, Anthony Giddens (der.), Günseli Aksoy (çev.), Say Yayınları, s.71-78.

Giddens, Anthony, (2010). Modernite ve Bireysel-Kimlik: Geç Modern Çağda Benlik ve Toplum, Ümit Tatlıcan (çev.), İstanbul: Say Yayınları.

Güngör, Nazife, (2011), İletişim Kuramlar Yaklaşımlar, Siyasal Kitabevi: Ankara.

Gürsoy, Deniz, (2007). Sohbetin Bahanesi Kahve, İstanbul: Oğlak Yayıncılık ve Reklamcılık Ltd. Şti.

Greider, William, (2003). Tek Dünya Küresel Kapitalizmin Manik Mantığı, Yavuz Alogan (çev.), Ankara: İmge Kitabevi.

Jameson, Fredric, (2005), Kültürel Dönemeç, Kemal İnal (çev.), Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.

Kongar, Emre, (2000). 21.Yüzyılda Türkiye, 2000’li Yıllarda Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, 26.Basım, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Konyalı Saat Kuruluşları (Tanıtım Kitapçığı).

Kökden, Uğur, (2011). Paris Kahveler Atlası, İstanbul: Kavis Kitap.

Lavazza, (2009). Espresso El Kitabı, Utku Tecer (çev.), Lavazza Eğitim Merkezi/İtalya.

Miller, Geoffrey, (2012), Tüketimin Evrimi Cinsiyet, Statü ve Tüketim, Gülçin Vardar (çev.), İstanbul:Alfa Basım Yayım Dağıtım.

Ritzer, George, (1998). Toplumun McDonaldlaştırılması: Çağdaş Toplumun Değişen Karakteri Üzerine Bir İnceleme, Şen Süer Kaya (çev.), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Ritzer, George, (2000). Büyüsü Bozulmuş Dünyayı Büyülemek, Şen Süer Kaya (çev.), İstanbul:Ayrıntı Yayınları.

Özlen Özgen, Zaliha İnci Karabacak

148 Sayı 37 /Güz 2013

Schultz, H., Yang, D. J., (2011). Starbucks Gönlünü İşe Vermek Her Bir Bardak Kahveyi İlk Kez Hazırlıyrmuşçasına…, Ömer Faruk Birpınar (çev.), İstanbul: Babıali Kültür Yayıncılığı.

Wild, Antony, (2007). Kahve: Bir Acı Tarih, Ezgi Ulusoy (çev.), İstanbul: MB Yayınevi.

Yırtıcı, Hakkı, (2005). Çağdaş Kapitalizmin Mekânsal Örgütlenmesi, İstanbul:İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Lavazza Türkiye Pazarlama Bölümü, Best İthalat İhracat Paz.Tic. A.Ş., Beykoz, İstanbul.

http://www.basimdunyasi.com/starbucks-yeni-logosu/. Erişim tarihi: 10.05.2013.

http://www.logohikayeleri.com/2010/08/starbucks.html. Erişim tarihi: 10.05.2013.

http://www.dunya.com/logonun-gucu-111119h.htm. Erişim tarihi: 16.05.2013.

http://marka123.com/2012/11/10/starbucks-logosunun-evrimi/. Erişim tarihi: 10.04.2013.

http://www.espressoplanet.com/espresso-coffee-machine/illy_espress_coffee_canada.html. Erişim tarihi: 15.05.2013.

http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=haberyazdir&articleid=1021944. Erişim tarihi: 16.05.2013.

http://www.lavazza.it/corporate/opencms/en/media-center/pressreleaselavazzagroupdetail/96b6fadb-017d-11e2-8fcc-c90c8a507add/. Erişim tarihi: 21.05.2013.

http://www.illy.com/wps/wcm/connect/en/company/the-company. Erişim: 06.03.2012.

http://www.barista.com.tr/asp/menu_items.asp?ID=80. Erişim tarihi: 10.04.2013.

ht tp: / /www.gloriajeanscoffees.com/au/OurStory/OurCompany.aspx. Erişim:06.03.2012.

http://designexpresso.wordpress.com/. Erişim tarihi: 06.03.2012.

http://www.logovector.org/logo/gloria-jeans-coffees/. Erişim tarihi: 06.03.2012.

http://www.kahvedunyasi.com/hakkimizda/hakkimizda. Erişim tarihi: 21.03.2012.

http://www.kahvedunyasi.com/hakkimizda/vizyon-misyon. Erişim tarihi: 21.03.2012.

http://www.basinbulteni.com/kurum/kahve-dunyasi/gorseller. Erişim tarihi: 17.05.2013.

http://www.kahvedunyasi.com/haberler/haberler/kahve-dunyasi-londrada. Erişim tarihi: 21.03.2012.

Tüketim Mekanlarının Dönüşümünde Görsel İletişimin Rolü: Küresel Kahve Dükkanları

149 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

http://www.kahvedunyasi.com/haberler/basin-bultenleri/kahve-dunyasi-londrada#. Erişim tarihi: 21.03.2012.

http://www.gloriajeans.com.tr/#!/gj_subeler. Erişim tarihi: 10.05.2013.

ht tp: / /www.lavazza.com/en/lavazza-world/company/history/ .Eriş im tarihi:20.05.2013.

http://www.labbrand.com/brand-source/building-brand-equity-lavazza-20thanniversary-calendar. Erişim tarihi: 25.05.2013.

Özlen Özgen, Zaliha İnci Karabacak

Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi

Copyright - 2013 Bütün Hakları SaklıdırE-ISSN: 2147-4524

İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 37 / Güz 2013

2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Aday Açıklama Sürecinde Basın Söyleminin İdeolojik İnşası* The Ideological Construction in Press Discourse during the Declaration Period of Candidate in the Presidential Elections of 2007

Hafize Nurgül DURMUŞ ŞENYAPAR, Okt. Dr., Gazi Üniversitesi Rektörlüğü GÜADEK Ofisi, E-posta: [email protected]

Öz

2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri sürecinde, cumhurbaşkanı adayı üzerine yürütülen tartışmalarla biçimlenen ve tartışmaları biçimlendiren ideolojik inşanın irdelenmesi amacını güden bu çalışmada, egemenlik ilişkilerinin medya metinleri aracılığıyla nasıl yeniden üretildiği çözümlenmeye çalışılmıştır. Cumhuriyet, Milliyet ve Zaman gazeteleri internet sitelerinde konuyla ilgili yayınlanan haber ve köşe yazılarına eleştirel söylem çözümlemesi uygulanarak ideolojik inşanın nasıl kurgulandığı sorgulanmıştır. Bunun sonucunda Cumhurbaşkanı adayının belirlenmesi ve açıklanması sürecinde basın söyleminin, egemenin gücünü pekiştirir nitelikte olduğu saptanmıştır. İktidar partisi ve Başbakan, Cumhurbaşkanını tek başına belirleme ve seçtirme yetkisine sahip olarak konumlanırken vatandaşların kendisine sunulan isme, demokratik sistem gereği çoğunluğa sahip partinin adayı olmasından ötürü razı gelmesi doğal ve makul olarak sunulmuştur.

Abstract

Aiming to examine the ideological construction both shaped by and shaping the debates on the presidential candidates in the process of Presidential Elections of 2007, this study analyses the reproduction of relations of dominance by the media texts. Fictionalization of the ideological construction is questioned by applying critical discourse analysis to related news and columns published on the websites of the newspapers Cumhuriyet, Milliyet and Zaman. It is concluded that press discourse during the assessing and declaring period of the only candidate was such as to strengthen the power of the sovereign. The Government Party and the President were positioned as the only authorities to determine the candidate and to get him elected while the acceptance of the candidate announced to the citizens was presented as natural and reasonable because he was the claimant determined by the majority party in a democratic system.

Anahtar Kelimeler:

Eleştirel Söylem Çözümlemesi, Haberde İdeoloji, Medya Söylemi, 2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimi, Egemenliğin Yeniden Üretimi.

*: Bu makale, Prof. Dr. Nazife Güngör’ün danışmanlığında Okt. Dr. H. Nurgül Durmuş (Şenyapar) tarafından hazırlanan “2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Bağlamında Türkiye’de Rejim Tartışmalarının Basında İdeolojik İnşası” adlı doktora tezinden üretilmiştir.

Keywords:

Critical Discourse Analysis, Ideology in News, Media Discourse, Presidential Elections of 2007, Reproduction of Dominance.

151 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Giriş

2007 yılında gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı Seçimleri pek çok yönüyle diğer cumhurbaşkanlığı seçimlerinden ayrışmaktadır. Yürütmenin başı konumundaki Cumhurbaşkanlığı makamına getirilecek kişinin belirleneceği seçim döneminde yoğun bir ideolojik mücadele yaşanmış, toplumdaki siyasi kutuplaşma belirginleşmiş, bu durum kitlesel gösterilerle sokağa yansımıştır. Ordunun gece yarısı bildirisiyle gerilimi iyice tırmanan seçim süreci, Yüksek Yargı’nın 367 kararıyla kesintiye uğramıştır. Meclis turlarının sonuçsuz kalmasıyla zorunlu olarak Genel Seçime gidilmiş ve üç ay gecikme sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’nin 11. Cumhurbaşkanı, yedi yıllık görevine başlamıştır. Seçim sürecinde yaşananlar, beraberinde köklü bir sistem değişikliğini getirmiştir. Cumhurbaşkanını halkın seçmesine yönelik Anayasa değişikliği Referandumda olur almış ve böylece 2007 yılı, TBMM tarafından seçilen son cumhurbaşkanının göreve geldiği yıl olarak siyasi tarihe geçmiştir. Çalışmada ele alınan dönem, bu yönleriyle sosyal bilimlerin pek çok dalı için bereketli bir araştırma alanı sunmaktadır. Özellikle bu süreçte siyaset alanındaki gelişmelerin basına yansıması ve basın aracılığıyla şekillenmesi, siyaset ve medya arasındaki girift ilişkinin değerlendirilebilmesi amacıyla incelenmelidir.

Seçim dönemlerinde basının rolü araştırmalara (Lemert, 1991; Çağan, 1997; Işık, 1998; Herman, 2004; Kürne, 2008) pek çok kez konu olmuş; medya siyaset ilişkisi çeşitli çalışmalarda (Baştürk Akça, 2004; Dursun, 2004; Dursun, 2009; Devran, 2010) ideoloji çerçevesinde ele alınmıştır. Benzer şekilde cumhurbaşkanlığı seçimleri detaylarıyla (Demir, 2003; Muzbeg, 2003; Atay, 2004; Arcayürek, 2007; Özdemir, 2007; Tanyol, 2007) incelenmiştir. 2007 Cumhurbaşkanlığı Seçim süreci, Ercan’ın 2009 tarihli çalışmasında ele alınmış ve gazetelere uygulanan içerik analiziyle Cumhuriyet, Zaman ve Hürriyet gazetelerinin haberleri yayın politikalarına göre taraflı biçimde yansıttıkları saptanmıştır. Durmuş’un 2012 tarihli yayımlanmamış doktora tezi, 2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri döneminde basının ideolojik içeriğini eleştirel söylem çalışmasıyla çözümlemektedir. Söz konusu araştırmada Cumhuriyet, Milliyet ve Zaman gazetelerinin 27 Aralık 2006 – 15 Mayıs 2007 ve 10 Ağustos – 04 Eylül 2007 tarihleri arasındaki 166 günlük haber ve köşe yazıları derlenmiştir. Cumhuriyet’ten 14.123; Milliyet’ten 9.996, Zaman’dan 8.509 olmak üzere toplam 32.628 haber ve köşe yazısının belirli tema kategorileri kapsamında incelendiği bu çalışmada, 557 haber ve 365 köşe yazısı alıntılanarak gazetelerin ideolojik duruşlarının söyleme yansımaları saptanmaya çalışılmıştır (Durmuş, 2012).

İdeolojiyi, belirli bir toplumsal grubun belirli bir zaman dilimindeki değerler bütünü olarak tanımlamak mümkündür. Bir grubun üyelerinin köklü inançları, gruplar tarafından paylaşılan toplumsal belleğin temeli olarak ideoloji, baskın grupların kendilerine hizmet eden düşünce sistemleridir ve ideolojinin önemli işlevlerinden biri, egemenliğin meşrulaştırılmasıdır (van Dijk, 2003b: 16-24). Wodak, ideolojinin eşitsiz güç ilişkilerini kurmak ve yerleştirmek amacına hizmet ettiğini savunur (Lassen, 2006: vııı).

Gramsci, ideolojik üretimde yönetilenlerin kendi rızalarıyla sömürüye boyun eğmelerini hegemonya kavramıyla açıklar. Hegemonyaya yapılan vurgu, beraberinde ideolojiye ve günlük hayatın yapıları ve pratiklerinin, kapitalist toplumsal ilişkileri nasıl rutin olarak normalleştirdiğine yapılan vurguyu getirir (Fairclough ve Wodak, 2004:

Hafize Nurgül Durmuş Şenyapar

152 Sayı 37 /Güz 2013

261). Maddi üretim araçları gibi fikri üretim araçlarını da elinde bulunduran erk sahibi sınıf, kendi düşüncelerine evrensellik biçimi vererek onları tek mantıklı ve evrensel olarak geçerli düşünce gibi göstermek zorundadır (Marx ve Engels, 2003: 50-53). Hâkim ideolojiler, büyük oranda tartışmasız kaldıkları varsayımına tutunarak “doğal” görünürler; toplumdaki çoğu kimse belirli konularda aynı düşündüklerinde ve hatta statükoya alternatifler olduğunu unuttuğunda, hegemonyaya erişilir (Wodak ve Meyer, 2009: 8).

Stuart Hall’un da işaret ettiği gibi egemen ve muhalif ideolojiler arasında süregiden hegemonya mücadelesi (Scholle, 2005: 267) söylemdeki mücadeleyle ifade bulur. Söylem yoluyla toplumsal denetim uygulanmasının önemli bir koşulu ise söylemin denetimi ve bizzat söylem üretimidir (van Dijk, 2005: 319). Söylem üretimin temel çıktılarından biri medya metinleridir. Medya metinleri itinayla seçilmiş, düzenlenmiş, gözden geçirilmiş ve kurgulanmış yapılardır; her ne kadar gerçek gibi görünse de bize sergilediği dünya gerçek olan değil gerçeğin medya tarafından temsil edilmiş biçimidir (İnceoğlu ve Çomak, 2009: 28). Söylemle edinilen ideolojilerin devamlılığı da yine medya aracılığıyla dolayımlanan söylem vasıtasıyla olur. Zira medya, kendi kültürel ve ideolojik konumunu koruyabilmek için toplumsal bilgiyi sağlar ve seçmeci olarak inşa eder (Hardt, 2005: 54).

Politik söylem, toplumu kendi söylem alanının sınırları içerisinde sabitlemeye ve kapatmaya çalışır (Oskay, 2003: 10). Siyaset ve medya sektörünün iç içe geçmiş ve karşılıklı bağımlı ilişkisi sonucu medya metinlerinin ideolojik içerikleri belirlenmekte ve muhalif görüşler, güçleri oranında söyleme yansımaktadır. Cumhurbaşkanlığı Seçimi sürecinde de siyaset sahnesindeki gelişmeler medyada yansımasını bulmuş; basın, söylemde ideolojinin üretim ve dağıtımına aracılık etmiştir. Zihinsel inşa sürecinin bir parçası olarak basın organının ideolojisine göre farklı gerçeklikler kurgulanmış; gazeteler egemenlik mücadelesinde önemli birer araç haline gelmiştir. Bu çalışmanın amacı, 2007 Seçiminde cumhurbaşkanı adayının açıklanması sürecinde gerçekleştirilen ideolojik inşanın irdelenmesi ve inceleme kapsamındaki gazetelerden seçilen haber ve köşe yazılarına uygulanacak eleştirel söylem çözümlemesiyle incelenmesidir. Yazılı basının haber söylemine yansıyan ideolojik içeriğin, siyasal alandaki hegemonya mücadelesinin bir yansıması olduğu ve güç mücadelesinin söylemde de devam ettiği varsayımından hareketle, egemenlik ilişkilerinin medya metinleri aracılarıyla nasıl yeniden üretildiği araştırma konusu yapılacaktır. Türkiye’de basının, toplumun ideolojik biçimlenmesiyle nasıl ilişkilendirilebileceği, gazete haber ve köşe yazılarında ideolojik inşanın nasıl kurgulandığı sorularına yanıt aranan bu çalışmanın temel varsayımı; söylemin, güç ilişkilerini sürdürme işlevini üstlenen ideolojilerin inşası, yayılması ve yeniden üretilmesine katkıda bulunduğu, gazetelerin ise gerçekliğin temsillerini inşa ederken söylemleri vasıtasıyla ideolojilerin taşıyıcısı olduklarıdır.

Bu çalışma, 2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde söylemin ideolojik inşasını hem 367 tartışmaları, e-muhtıra ve siyasal iletişim gibi konulara hem de “cumhuriyet/demokrasi”, “laiklik/irtica, “ulusalcılık/statükoculuk” ve “rejim tehdidi/halkın iradesi” gibi kategorilere göre inceleyen yazarın 2012 tarihli tez çalışmasının sadece bir bölümünü kapsamaktadır. Cumhurbaşkanı adayının geç açıklanması ve bunun bir siyasi strateji olarak basın üzerinden yürütülmesine ilişkin analizleri kapayan bölümü aktaran bu araştırmada, söz konusu çalışma için derlenen veriler kullanılmıştır. Asıl araştırmada

2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Aday Açıklama Sürecinde Basın Söyleminin İdeolojik İnşası

153 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

örneklem kullanılmak yerine tam sayım yapılması ve belirlenen gazetelerde konuyla ilgili yayınlanan tüm haberlerin değerlendirme kapsamına alınması sebebiyle çalışma sadece üç gazeteyle sınırlı tutulmuş; Cumhuriyet, Milliyet ve Zaman gazetelerinin internet baskılarında yayınlanan cumhurbaşkanlığı seçimi konulu tüm haberler arşivlenerek inceleme kapsamına alınmıştır. Bu gazetelerin seçiminde etkili olan genel yayın politikalarının belirlenmesinde, alanda yapılan önceki çalışmaların bulgularından faydalanılmıştır. Kemalist sol ideolojiyi satırlarına yansıtan Cumhuriyet1 gazetesi ve muhafazakâr sağ Zaman2 gazetesine merkez medyadan Milliyet3 gazetesi ilave edilerek ilgili dönemdeki ideolojik yönelimleri bakımından üç farklı basın organının araştırılması hedeflenmiştir.

Cumhurbaşkanlığı tartışmalarını alevlendiren Yargıtay eski Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun 367 toplantı yeter şartı açıklamasının gazetelere yansıdığı 27 Aralık 2006 tarihinden başlatılan inceleme, Adalet ve Kalkınma Partisi4 cumhurbaşkanı adayının Dışişleri Bakanı Abdullah Gül olduğunun açıklandığı 24 Nisan 2007 tarihine kadar sürdürülmüştür. Belirtilen tarihler arasındaki 126 günde konuyla bağlantılı Cumhuriyet gazetesinde 10 bin 572, Milliyet gazetesinde 7 bin 23 ve Zaman gazetesinde 5 bin 872 olmak üzere toplamda 23 bin 467 haber ve köşe yazısı yayımlanmıştır. Sayılardaki farklılık, gazetelerin konuya gösterdikleri ilgiden çok, belirtilen gazetelerin internet sayfalarının yapısal özelliklerinden kaynaklanmıştır. Örneğin Zaman gazetesi, haberlerini uzun bir metin olarak yayınlarken Cumhuriyet, aynı konuyu birden fazla parça halinde sayfalarına yansıtmış; Milliyet ise bazı günlerde özet ya da kısa biçimde işlediği bir konuyu sonraki gün geliştirip farklı bir haber olarak tekrar yayına vermiştir. Bu durum göz önünde bulundurulduğunda gazetelerin cumhurbaşkanlığı seçimi konusuna benzer bir ilgi gösterdiklerini söylemek mümkündür. Arşivlenen bu metinler içerisinden alıntılanacak haber ve yazıların belirlenmesinde amaçlı örneklem (purposive sample) kullanılmış; Cumhuriyet, Milliyet ve Zaman gazetelerinden 47 haber ve köşe yazısı, bu çalışmaya aktarılmıştır. Dönem boyunca yaşananlara ilişkin olay örgüsünün, nispeten tarafsız haber

1 7 Mayıs 1924 tarihinde Yunus Nadi tarafından kurulan ve isim babası Atatürk olan Cumhuriyet, bir dönem DP’yi desteklemiş ama bunun haricinde genel olarak Atatürkçü ve sol çizgide yayın yapmıştır. Milli mücadeleye destek olan bir gelenekten gelen Cumhuriyet’in okurlarınca kurulan CUMOK isimli bir sivil toplum hareketi bulunmaktadır. Cumhuriyet Vakfı’na ait olan Cumhuriyet, siyasi kimlik olarak Atatürk ilke ve devrimlerinin taraftarlığını benimsemiş (Emre Kaya, 2009: 324), milliyetçi, devletçi ve Atatürk’e bağlı (Şimşek, 2007: 75) ve sol (Önder, 2008: 66) olarak tanımlanmıştır.2 3 Kasım 1986’da kurulan ve Feza Gazetecilik AŞ’ye ait olan, okurlarının büyük bölümüne abonelik yöntemiyle ulaşan Zaman gazetesi, muhafazakâr demokrat ya da İslamcı olarak anılmaktadır. Zaman diğer çalışmalarda kendini siyasal yelpazenin sağında konumlandıran ve ağırlıklı olarak İslami sağ/muhafazakâr görüşleri benimseyen okurlar tarafından tercih edilen (Özmen, 2009: 8) muhafazakâr sağ (Kete, 2009: 222) bir yayın organı olarak tanımlanmıştır.3 İlk sayısı Ali Naci Karacan tarafından 3 Mayıs 1950 yılında, Nuri Akça Matbaası’nda çıkarılan ve 1960 yılına kadar Karacan’ın şahsi şirketi olan Milliyet, Milliyet Gazetecilik A.Ş.’nin kurulması ile anonim şirket haline dönüştürülmüştür. 20 Temmuz 1979’da Aydın Doğan tarafından satın alınmış ve inceleme döneminde Doğan Grubu bünyesinde faaliyet göstermiştir. Milliyet, grubun diğer gazetesi Vatan ile birlikte, Haziran 2011 seçimlerinden iki ay önce Demirören-Karacan ortaklığına satılmıştır. Milliyet gazetesi, önceki çalışmalarda araştırmacılar tarafından liberal-çoğulcu (Önder, 2008: 55), kimi zaman iktidarın politikalarını destekleyen kimi zaman da bu desteği çeken (Şimşek, 2007: 67), Atatürk’e bağlı (Şimşek, 2007: 73) olarak tanımlanan günlük ulusal bir gazetedir.4 Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kısaltmasının AKP ya da AK Parti şeklindeki kullanımında görüş ayrılıkları bulunmakta; tercih edilen kısaltmanın yandaşlık ya da karşıtlık içerdiği öne sürülmektedir. Partililer ise Adalet ve Kalkınma Partisi’nin İçişleri Bakanlığına sunduğu kuruluş dilekçesinde AK Parti kısaltmasının yer aldığını (Haber Türk, 05.06.2009) ve bu şekilde kullanılması gerektiğini savunmaktadır. Çalışmada Parti’nin açık adı kullanılmış; doğrudan alıntılarda ise metinlerin orijinaline müdahale edilmemiştir.

Hafize Nurgül Durmuş Şenyapar

154 Sayı 37 /Güz 2013

dilinden ötürü Milliyet gazetesi haberlerine dayalı olarak oluşturulmasına bağlı olarak, bu gazeteden alıntılanan haber sayısı diğerlerine göre fazla olmuştur.

Kullanılan yöntem bakımından bu araştırma, niceliği ölçerek sıklığı yorumlamaya çalışan ampirik bir çalışma değil, içeriğin niteliğini sorgulayan bir çalışmadır. Nitel analizler içerisinde metne örülü ideolojiyi en iyi ortaya koyabilecek yaklaşımlardan birinin “Eleştirel Söylem Çözümlemesi” (Critical Discourse Analysis) olduğu söylenebilir. Bu sebeple çalışmada, gazetelerin farklı gerçeklikleri nasıl inşa ettikleri, Fowler, Hodge, Kress, Fairclough ve van Dijk gibi kuramcıların öncülüğünü yaptığı, söylemi bağlamından koparmaksızın ele alan eleştirel söylem çözümlemesi yaklaşımından faydalanılarak incelenmiştir. Temel olarak toplumsal gücün suiistimali, egemenlik ve eşitsizliğin toplumsal ve politik bağlamda metin ve konuşmalarla nasıl sahnelendiği, yeniden üretildiği ve direndiğini konu edinen bir tür söylem analizli araştırma yöntemi olarak eleştirel söylem çözümlemesi, van Dijk’a (2003a: 352) göre toplumsal sorunlara yönelen, iktidar ilişkilerinin söylemsel karakterini ortaya çıkarmaya odaklı, söylemi tarihsel ve ideolojik bir işleyiş olarak gören ve bundan hareketle, metin ve toplum arasındaki dolayımlanmış ilişkiyi yorumlayıcı ve açıklayıcı bir çerçevede kurmaya kalkışan bir çözümlemedir (Dursun, 2004: 11). Dil ve güç arasındaki ilişkiye özel ilgi gösteren; güç ilişkilerinin yaratılmasında ve sürdürülmesinde kültürel ve ekonomik boyutların önemini savunan eleştirel söylem çözümlemesi tek bir metot değil, dil ve toplumsal bağlam arasındaki ilişki üzerine çalışan değişik perspektif ve yöntemleri içeren bir yaklaşımdır (Wang, 2006: 60).

Metinde güç ve iktidar ilişkilerini ele alan van Dijk, bağlam, metin ve konuşmanın tüm düzey ve yapılarının prensipte güçlü konuşmacılar tarafından fiilen az ya da çok kontrol edilebileceğini ve böyle bir gücün, diğer katılımcılar pahasına istismar edilebileceğine dikkat çeker (2003a: 357). Medya söylemine erişim ve hatta denetim gücüne sahip iktidarlar, toplumsal güce ulaşmada önemli bir avantaja sahiptirler. Çalışmada uygulanacak çözümlemeyle bu avantajın nasıl değerlendirildiği ortaya konulmaya çalışılacaktır. Siyasi gelişmelerde belirleyici olan aktörlerin, medyada yer alma sıklıklarının da bu belirleyiciliğe paralel olduğunu saptamak bile bunun için yeterli olacakken bu figürlerin söylemlerine güçlerini nasıl yansıttıkları örneklenecektir.

Medyada güç sahipleri avantajlı olarak görüşlerini söyleme yansıtsalar da muhalif görüşlerin söylemden tamamen yok edilmeleri mümkün olamamaktadır. Siyaset sahnesindeki kutuplaşma medya metinlerine de yansımakta, muhalif fikirler yok sayılmak yerine olumsuzlanmakta, küçümsenmekte, değersizleştirilmektedir. Gruplar arasındaki çeşitli kutuplaşma biçimleri, karşıtlıklar ile gerçekleştirilebilir (van Dijk, 2003b: 61). Kendini olumlu ve ötekini olumsuz sunmanın, hem grup çatışmasının ve karşıt gruplarla etkileşim şeklimizin çok genel bir özelliği olduğunu hem de kendimiz ve başkaları hakkındaki konuşma şeklimizi tanımladığını belirten van Dijk’in “ideolojik kare” olarak adlandırdığı ve ideolojik çözümleme için önemli bir araç sunan kavramsal alan şu şekilde açıklanabilir (2003b: 57):

-Bizim hakkımızdaki olumlu şeyleri vurgula.

-Onlar hakkında olumsuz şeyleri vurgula.

2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Aday Açıklama Sürecinde Basın Söyleminin İdeolojik İnşası

155 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

-Bizim hakkımızda olumsuz şeyleri vurgulama.

-Onlar hakkında olumlu şeyleri vurgulama.

Esas itibariyle söylemin her yerinde ortaya çıkabilirse de ideolojik içeriğin en dolaysız olarak söylemin anlamında ifade edildiğini belirten ve haberleri araştırma materyali olarak kullanan van Dijk’a göre kendimizin iyi şeylerini ya da onların kötü şeylerini vurgulamak istiyorsak, yapacağımız ilk şey böyle bir bilgiyi konulaştırmaktır; tersine bizim kötü şeylerimizi ve onların iyi şeylerini vurgulamamak istiyorsak, o zaman da böyle bir bilgiyi konulaştırmamaya eğilimli oluruz (van Dijk, 2003b: 58-59). Haber imal sürecinde de bu anlayış egemendir. Haber konusu olarak ele alınanlar genellikle bizim iyi onların kötü yönleridir. Tam tersi durumlar ise ya haberleştirilmez ya da haberciler arasında kullanılan tabiriyle “küçük görülür” yani iç sayfalarda önemsiz küçük bir haber olarak verilir. Çalışma kapsamında incelenen haberlerde hem siyasilerin hem medya mensuplarının savundukları ideolojik grubu nasıl olumlu, karşıtlarını nasıl olumsuz sundukları gerek anlamdan gerekse sözcük seçimleri ve cümle yapılarından yararlanılarak ortaya konulmaya çalışılacaktır.

Söylemde kimin belirleyici olduğu ve hangi karşıtlıkların kurulduğunun yanı sıra makro ve mikroyapılar da ideolojik içeriğe ilişkin önemli taşıyıcılardır. Konu, tema, ana fikir gibi global anlamın çeşitli kavramları için kullanılan makroyapı kavramı, van Dijk tarafından “söylemin ve onun bilişsel sürecinin yerel mikroyapılarını organize eden daha üst düzeydeki anlambilimsel ve bağlamsal yapılar” olarak tanımlanır (aktaran Baştürk Akça, 2004: 25). Metnin makro önermelerini belirlemek üzere uygulanan makroyapısal analizde başlıklar, haber girişleri, fotoğraflar, haber kaynakları, olaylar ve yorumlar incelenir. Söylemin mikroanalizi ise seslerin (phoneme), sözcük seçimlerinin (lexicalization) ve cümle yapılarının (syntax) analizini kapsar. Cümle uyumları, kısa-uzun, basit-karmaşık ve aktif-pasif olmaları, kelime seçimleri ve haberin retoriği değerlendirilir (Şeker, 2004: 37). Bu çalışmada da incelenen metinlerde dikkat çekici ve belirleyici makro ve mikroyapısal örnekler alıntılanarak söylemdeki ideolojik izler yakalanmaya çalışılacaktır. İncelemede anlam ve yorumun yanı sıra haber başlıkları, cümle yapıları, sözcük seçimleri ve habere eşlik eden fotoğraflarla metinde kullanılan benzetme, deyim ve mecaz gibi anlambilimsel unsurlar da göz önünde bulundurulmuş ancak araştırmanın kapsamının genişliği sebebiyle tüm haber ve yazılara tek tip inceleme şablonu/yönergesi uygulanmak yerine sadece çarpıcı bulunanlar alıntılanmıştır.

Nitel analiz ya da eleştirel söylem çözümlemesi yaklaşımının sınırlılıkları bu çalışma için de geçerli olup araştırmanın bir nicel içerik çözümlemesi gibi sınanabilirlik, yinelenebilirlik ya da objektiflik iddialarından yoksun olduğu söylenebilir. Zira van Dijk’a (2003a: 354) göre “bir pozisyon alma” olmasından ötürü eleştirel söylem çözümlemesi “nötr” olamaz. Bununla birlikte metin analizlerinde objektifliğin ne ölçüde aranması gerektiği tartışmalıdır. Gerçeğe dayalı değil, anlama dayalı bir sonucu amaçlamayan, bulgularını/sonuçlarını nesnellik tartışmasından uzak tutan ya da nesnelliği zımnen yok sayan söylem çözümlemesinin bir yöntem değil de bir yaklaşım olması, Atabek’e (2007: 154) göre onun geçerliliğini tartışılır kılmaktan çok, araştırmacılar için (bir klasik/pozitivist yöntem kadar) kolay uygulanabilir bir şey olmadığını ifade etmektedir.

Hafize Nurgül Durmuş Şenyapar

156 Sayı 37 /Güz 2013

Bu sınırlılık ve zorluklar göz önünde bulundurularak yürütülen çalışmada öncelikle 2007 Cumhurbaşkanlığı Seçiminde yaşananlara ilişkin kısa bilgi verilmiş, sonrasında cumhurbaşkanı adayının belirlenmesi ve açıklanması sürecinde basın söylemindeki ideolojik inşa irdelenmiştir.

Cumhurbaşkanlığı ve Tartışmalı 2007 Seçimleri

Cumhurbaşkanlığı görevine seçilecek 11. ismin belirleneceği 2007 Seçimleri döneminde medya söyleminin ideolojik analizini yapabilmek için konuyu bağlamıyla birlikte ele almak, bunun için de cumhurbaşkanlığı makamına kısaca değinmek faydalı olacaktır. Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrasında Büyük Millet Meclisinin açılışından Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen sürede Türkiye’de meclis hükümeti sistemi uygulanmış, sonrasında bağımsız bir devlet başkanı olarak cumhurbaşkanlığı kurumunun oluşturulmasıyla parlamenter dizgeye geçilmiştir. Yasama ve yürütme güçleri arasında işlevsel, dengeli işbirliğine dayanan parlamenter dizgede, yürütme gücünü elinde bulunduran bir bakanlar kurulu, yürütmenin ikinci kanadı ve devletin başı sıfatıyla simgesel yetkilerle donatılmış bir devlet başkanı ve yasama yetkisine sahip, yürütmeyi kendine bağımlı kılabilen bir yasama organı vardır (Sevinç, 2002: 112). Kurucu Cumhuriyet Halk Partisi, çok partili rejimin ikinci seçimi olan 1950 Genel Seçimlerinde iktidarı Demokrat Parti’ye teslim etmiş; sonrasında yapılan genel seçimlerde çoğunlukla sağ ve muhafazakâr partilerin galip gelmesi, cumhurbaşkanlığı seçimleri açısından da belirleyici olmuştur.

90 yıllık Cumhuriyet’in ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra göreve on cumhurbaşkanı gelmiş5, bu kişiler 61 hükümette yürütmeye başkanlık etmişlerdir. Anayasanın 8. Maddesi gereği Bakanlar Kurulu ile birlikte yürütme yetkisini elinde bulunduran Cumhurbaşkanı, 104. Madde gereği “Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Milleti’nin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.” Sahip olduğu önemli konum gereği tarafsızlığını korumak zorunda bulunan, bu sebeple de göreve seçildiğinde varsa partisiyle ilişiği kesilen cumhurbaşkanının taşıması gereken nitelikler, 101. Maddede “kırk yaşını doldurmuş ve yükseköğrenim yapmış Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri veya bu niteliklere ve milletvekili seçilme yeterliğine sahip Türk vatandaşı” biçiminde sıralanmış, cumhurbaşkanının seçim yöntemine ilişkin hükümler Anayasa’nın 102. Maddesinde6 açıklanmıştır. Cumhurbaşkanının TBMM tarafından yedi yıllığına ve

5 T.C. Cumhurbaşkanları: M. Kemal ATATÜRK (29 Ekim 1923 - 10 Kasım 1938), İsmet İNÖNÜ (11 Kasım 1938 - 22 Mayıs 1950), Celal BAYAR (22 Mayıs 1950 - 27 Mayıs 1960), Cemal GÜRSEL (27 Mayıs 1960 - 28 Mart 1966), Cevdet SUNAY (28 Mart 1966 - 28 Mart 1973), Fahri KORUTÜRK (6 Nisan 1973 - 6 Nisan 1980), Kenan EVREN (18 Eylül 1980 - 9 Kasım 1989), Turgut ÖZAL (9 Kasım 1989 - 17 Nisan 1993), Süleyman DEMİREL (16 Mayıs 1993 - 16 Mayıs 2000), A. Necdet SEZER (16 Mayıs 2000 - 28 Ağustos 2007), Abdullah GÜL (28 Ağustos 2007 - ) 6 Madde 102. Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilir. Türkiye Büyük Millet Meclisi toplantı halinde değilse hemen toplantıya çağrılır. Cumhurbaşkanının görev süresinin dolmasından otuz gün önce veya Cumhurbaşkanlığı makamının boşalmasından on gün sonra Cumhurbaşkanlığı seçimine başlanır ve seçime başlama tarihinden itibaren otuz gün içinde sonuçlandırılır. Bu sürenin ilk on günü içinde adayların Meclis Başkanlık Divanına bildirilmesi ve kalan yirmi gün içinde de seçimin tamamlanması gerekir. En az üçer gün ara ile yapılacak oylamaların ilk ikisinde üye tamsayısının üçte iki çoğunluk oyu sağlanamazsa üçüncü oylamaya geçilir, üçüncü oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğunu sağlayan aday

2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Aday Açıklama Sürecinde Basın Söyleminin İdeolojik İnşası

157 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

bir defaya mahsus olarak seçilmesi hükümleri, 21 Ekim 2007 tarihli referandumuyla değiştirilmiş; cumhurbaşkanının halk tarafından, beş yıllığına ve en fazla iki kez seçilmesi Anayasa’ya girmiştir. Bu değişikliğe vesile olan gerilimli süreç ise 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in görev süresinin dolduğu Mayıs 2007’den çok önce başlamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 11 Cumhurbaşkanı’nın göreve geleceği 2007 Seçimleri üzerine fikir ayrılıkları ilk olarak, 59. Hükümet’in ve 22. Dönem Milletvekillerinin, görev süresinin son yılında, takip eden yedi yılın cumhurbaşkanını seçecek olmasının siyasi etik açısından değerlendirilmesi çerçevesinde gelişmiştir. Tartışmaları alevlendiren gelişme ise Yargıtay Cumhuriyet eski Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun 2006 yılının son günlerinde yaptığı “Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunun yapılabilmesi için üçte iki çoğunluğun yani 367 milletvekilinin TBMM’de bulunması gerektiği” yönündeki açıklaması olmuştur. Anayasa’nın 102. Maddesine dayandırılan bu iddia, hem hukuk çevrelerini hem siyasi rakipleri bölmüştür. Bu sava karşı çıkan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, Meclisteki sandalye avantajı sayesinde, kendi belirlediği adayı, seçimin üçüncü turunda cumhurbaşkanı seçeceği ihtimali yüksek görülmüştür. Bu dönemden sonra politik aktörler, cumhurbaşkanında olması gereken nitelikleri kendi siyasi çizgileri çerçevesinde tanımlarken, adaylıkları bile açıklanmayan bazı isimlerin neden cumhurbaşkanı olamayacakları tartışılmıştır.

Muhaliflerin en çok karşı çıktığı husus, Milli Görüş geçmişinden gelip yenilikçi Adalet ve Kalkınma Partisi hareketinin liderliğini yapan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın aday olma ihtimali olmuştur. Başbakan’ın özellikle laiklik ve cumhuriyet üzerine yaptığı açıklamalar gerekçe gösterilerek Cumhurbaşkanlığı makamının böyle bir siyasi zihniyetle bağdaşmayacağı ve bu durumun rejimi tehdit edeceği yönündeki iddialar, tartışmaları doruğa çıkartmıştır. Başbakanlık ve Meclis Başkanlığından sonra Cumhurbaşkanlığı makamına da aynı ideolojiyi paylaşan birinin geleceği düşüncesi, kamuoyunun belirli bir kesiminde “son kalenin de zapt edileceği” kaygısını doğurmuş; bu kaygılar, çeşitli illerde düzenlenen “Cumhuriyet Mitingleri”nde sokağa yansımıştır. Muhalefet, Parlamentodaki sandalye dağılımı ve genel seçim tarihinin yaklaşmasından ötürü cumhurbaşkanlığı seçiminin genel seçimlerin sonrasına bırakılmasını savunurken iktidar, adayını son dakikaya kadar açıklamama stratejisini başarıyla uygulamıştır. Bununla birlikte adaylar için başvuru süresinin bitimine iki gün kalana dek Partinin bir isim açıklamamasının, yaşanan gerginliği artırdığı yönündeki iddialar da izlenen politikaya yöneltilen eleştirilerden biri olmuştur.

Tartışmalar türban, muhafazakârlık, milli irade, laiklik gibi kavramlar üzerinden yürütülürken olağan seçim takviminde ilk tur oylama 27 Nisan’da yapılmış ve Genel Kurul Salonunda bulunması gerektiği savunulan 367 milletvekilinin katılımı sağlanamamıştır. Bunun üzerine Muhalefet, önceden açıkladığı gibi konuyu Anayasa Mahkemesine taşımıştır. Aynı gece geç saatlerde Genelkurmay Başkanlığının internet sitesinden yayınladığı açıklama, Ordunun cumhurbaşkanlığı seçimlerine ve Anayasa Mahkemesi

Cumhurbaşkanı seçilmiş olur. Bu oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu sağlanamadığı takdirde üçüncü oylamada en çok oy almış bulunan iki aday arasında dördüncü oylama yapılır, bu oylamada da üye tamsayısının salt çoğunluğu ile Cumhurbaşkanı seçilemediği takdirde derhal Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimleri yenilenir. Seçilen yeni Cumhurbaşkanı göreve başlayıncaya kadar görev süresi dolan Cumhurbaşkanının görevi devam eder. (Anayasa’nın ilgili tarih için geçerli olan hükümlerine göre aktarılmıştır. H.N.D.Ş.)

Hafize Nurgül Durmuş Şenyapar

158 Sayı 37 /Güz 2013

iradesine yaptığı bir müdahale olarak algılanmıştır. Yüksek Mahkemenin, 367 iddiasını doğrulayan hükmü ve muhalefetin Genel Kurulda yapılan ikinci ilk tur oylamaya da katılmaması sonucunda cumhurbaşkanını seçme girişimlerinden ilki, başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Sürecin çıkmaza girmesini takiben alınan erken genel seçim kararı, kimi çevrelerce İktidarın son dakika manevrası olarak görülürken aynı dönemde gündeme gelen Anayasa değişikliği paketiyle cumhurbaşkanını halka seçtirme girişimi yeni tartışmaları doğurmuştur. 3 Kasım 2002 seçimlerinde %34,43 oy alan Adalet ve Kalkınma Partisi, 22 Temmuz 2007 seçimlerinde %46,58 oy alarak zaferini perçinlemeyi başarmıştır. Hem Mecliste yüksek sandalye sayısına ulaşması hem de Milliyetçi Hareket Partisi’nin de Genel Kurula girerek seçimler için aranan 367 şartını sağlamasıyla İktidar, aday gösterdiği Kayseri Milletvekili Abdullah Gül’ü, üç ay gecikmeli de olsa cumhurbaşkanı seçmiştir.

Basın Söylemindeki İdeolojik Mücadelenin Makro ve Mikroyapısal Analizi

2007 yılında gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde basın; örtük ya da açık olarak bir saf belirlemiş, söylemde egemenlik mücadelesinin biçimlenişine katkıda bulunmuş, aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı Seçiminin her gün merakla takip edilen bir maceraya dönüşmesine aracılık etmiştir. Söylem alanındaki bu mücadele, cumhurbaşkanı adayının belirlenmesi ve açıklanması sürecinde belirginleşmiştir.

Onursal Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin iddiası, 26 Aralık 2006 tarihli Cumhuriyet gazetesinin manşetinden duyurulmuştur. Buna göre Anayasa’nın 102. Maddesinde yer alan “cumhurbaşkanı TBMM üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilecektir. En az üçer gün ara ile yapılacak oylamaların ilk ikisinde üye tamsayısının üçte iki çoğunluk oyu sağlanamazsa, üçüncü oylamaya geçilecektir.” ifadesiyle karar için aranan nitelikli çoğunluk üzerindeki katılım, aynı zamanda toplantı yetersayısıdır; yani ilk oylamaya 367 üyenin katılmaması durumunda ikinci ve sonraki oturumlara geçilemez (Cumhuriyet, 26.12.2007). Haberin üst başlığı “Yargıtay Onursal Başsavcısı Kanadoğlu, iktidarın cumhurbaşkanı seçemeyeceğini öne sürdü” sözleriyle verilirken alt başlığında ise “Sabih Kanadoğlu anayasa hükümlerine göre Cumhurbaşkanlığı seçimleri için AKP oylarının yeterli olmadığını, seçim için gerekli üçte iki çoğunluğun seçimin gündeme alınabilmesi için de zorunlu olduğunu savundu.” ifadeleri kullanılmıştır. Haberde kullanılan “öne sürdü” ve “savundu” kelimeleri, iddiaya duyulan güvenin az olduğunu ortaya koymaktadır. Zira haber metinlerinde “ileri sürdü, öne sürdü, iddia etti” gibi kelimeler kesinliğinden şüphe duyulan bilgiler için kullanılırken doğruluğuna güvenilen durumlarda “açıkladı, ortaya koydu” gibi daha kesin ifadeler kullanılmaktadır. Böylelikle Cumhuriyet gazetesinin de kendi satırlarına taşıdığı bu iddia ile ilgili şüpheleri bulunduğu anlaşılmaktadır.

367 iddiasının Cumhuriyet’te yer bulmasının ertesi günü NTV televizyonunda gazeteci Murat Akgün’ün sorularını yanıtlayan TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın açıklamaları, Milliyet gazetesine “Arınç: ‘184’le toplantıyı açarım’” başlığıyla haber olmuştur (Milliyet, 28.12.2006):

2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Aday Açıklama Sürecinde Basın Söyleminin İdeolojik İnşası

159 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

184 varsa açacağım toplantıyı. Dört turun sonunda 276 bulunamazsa sonuç belli, seçime gidilecek. Bu işin sorumlusu benim, hazırlıklar tamam, meşruiyet şartlarımız tamam. 16 Nisan’ı bekliyoruz. Önce adaylar, sonra seçim. Zorlamalarla bu işi çıkmaza sokmak isteyenlere insafa, akla, hukuk mantığına davet etmek istiyorum. ... Bu parlamento dışarıdan aday seçmeye mecbur kalır mı, milyonda bir ihtimal bile değil.

Bu rest, tartışmayı daha da alevlendirmekle birlikte Arınç’ın “cumhurbaşkanı adayının aktif siyasette yıpranmayan bir isim olması gerektiği”açıklaması, Başbakan Erdoğan’ın aday olmaması gerektiği yönündeki düşüncesinin ilk sinyalleri olarak algılanmıştır. Arınç’ın “açarım” vurgusunun haberin başlığına çekilmesiyle Başkanın Meclisteki yetkisi ve gücünün altı çizilmiş, bu söylemle güç yeniden üretilmiştir. Konuşmada “184 varsa açacağım toplantıyı.” ifadesiyle Meclis Başkanı Bülent Arınç yetkinin kendisinde olduğunu vurgulayarak “otorite” konumunu güçlendirmekte, “Bu işin sorumlusu benim.” diyerek de yine aynı şekilde güç ve sorumluluğunu perçinlemektedir. Arınç “zorlama” dediği 367 iddiasını “insafsız ve mantıksız” olarak nitelemekte ve “diğerlerini olumsuz sunma” stratejisiyle muhaliflerini hedef almaktadır. Cumhurbaşkanının parlamento dışından olması olasılığının ise “milyonda bir bile” olmadığını söyleyerek hedef kitlesinin bu düşüncesinin önünü tıkayarak ideolojik kapanmayı sağlamakta, adayın mevcut parlamentodan çıkmasını tek mantıklı ve doğal gerçek olarak sunmaktadır.

Kanadoğlu’nun 367 iddiasını zorlama olarak kabul eden Milliyet yazarı Doğan Heper, Erdoğan’ın olası cumhurbaşkanlığı adaylığının uygun olmadığını savunmakta; yazısında Çankaya’yı ele geçirilmek istenen bir kale olarak tanımlarken, “laikliğin tehlikede olduğunu görüyor” ifadesiyle bunun bir kaygıdan öte gerçek olduğu imasında bulunmaktadır (Milliyet, 28.12.2006):

AKP şimdi Çankaya’yı ele geçirmek istiyor. … ne yapıp etmeli ve Tayyip Bey’i Çankaya’ya çıkarmalı. … Durum kanuna uygun ama ülkenin havasına uygun mu? Değil. Tayyip Erdoğan üzerinde ülkede konsensüs var mı? Yok. Neden? Çünkü çoğunluk ülkede laikliğin tehlikede olduğunu görüyor ve bu tehlikeye kesin olarak karşı duracak birini Çankaya’da görmek istiyor.

Heper, laikliği tehlikede olduğunu görenlerin “çoğunluk” olarak nitelerken bu görüşü savunanların konumunu güçlendirme ve tehlikenin gerçek olduğunu açıklama görevini üstlenmektedir.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın aday olup olmayacağı sorusu, Cumhurbaşkanlığı Seçiminde yaşananların kilit noktalarından birisi olmuştur. Erdoğan, aday açıklama süresinin son günlerine kadar bir ismi ortaya sürmeyerek hatta belki bunu en yakınındaki birkaç isim dışında kimseyle paylaşmayarak stratejisini başarıyla uygulamıştır. Bu stratejinin açıkça ifadesini bulduğu söylem ise “çelik çomak” benzetmesi olmuştur. 3 Ocak günü basın mensuplarıyla evinin karşısındaki börekçide bir araya gelen Başbakan Erdoğan, şu tarihi benzetmeyi yapmıştır (Milliyet, 04.01.2007):

Tayyip Erdoğan adaylık falan açıklamış değil. Ama bunlar niyet okuyucu. Niyet okuyucu oldukları için ne kadar başarılı olup olmadıklarını da Nisan’da göreceksiniz. Ben başta da söyledim, Nisan’a kadar AK Parti kendi adayını açıklamayacak. İsteyen adaylığını açıklar. Sayın Baykal düşünüyorsa adaylığını açıklasın veya başka düşünenler varsa açıklasın. Bizi niye zorlama gayreti içine giriyorlar? Biz bir siyasi partiyiz, bizim de kendimize göre stratejimiz, taktiklerimiz var. Biz de bunları uyguluyoruz. Biz şimdi çelik çomağı verdik ellerine, bol bol oynayıp duruyorlar. Oynasınlar...

“Ben başta da söyledim, Nisan’a kadar AK Parti kendi adayını açıklamayacak.”

Hafize Nurgül Durmuş Şenyapar

160 Sayı 37 /Güz 2013

cümlesiyle AK Parti adına kendisinin tam yetkili olduğunun altını çizen Başbakan Erdoğan, “Biz de bunları uyguluyoruz. Biz şimdi çelik çomağı verdik ellerine, bol bol oynayıp duruyorlar.” cümlesiyle “Biz” “Onlar” vurgusunu yaparak kendisini ve AK Parti’yi muhaliflerinin karşısına konumlandırmakta, ayrışmanın altını çizmektedir. “Verdik ellerine” diyen Erdoğan, fiili etken olarak kullanarak muhaliflerini edilgen konumlamakta ayrıca kullandığı “çelik çomak” metaforuyla siyaseti bir çocuk oyununa benzetirken muhaliflerini çocuklaştırmakta, onlara istediğini yaptırabildiğini ima ederek gücünü artırmaktadır. Haberin son paragrafında “Bu arada Başbakan Erdoğan’ın, esnaf ziyaretinden önce Üsküdar’daki evinden ayrılarak, Karacaahmet Mezarlığında kayınpederi Cemal Gülbaran’ın mezarını ziyaret ettiği öğrenildi.” denilerek Erdoğan’ın toplum gözündeki dindar ve vefalı imajı güçlendirilmektedir.

Süreç tam da Başbakan Erdoğan’ın istediği gibi gelişmiş; her türlü söz, açıklama ve hatta ima, Erdoğan’ın aday olup olmayacağı yönünde bir işaret olarak algılanmıştır. Medya Başbakan’ın her söz ve hareketinde adaylık sinyali aramış, böylece okurların merak ve beklenti içine girmesini sağlamıştır. Örneğin Başbakan Erdoğan’ın Kızılcahamam kampında milletvekillerine hitap ederken “2007 hem tamama erme hem taze bir başlangıç yılı olacaktır” demesinin Partililer tarafından “cumhurbaşkanlığına aday olacağı” şeklinde yorumlandığı, gazete haberlerine “Çankaya sinyali mi?” başlığıyla yansımıştır (Milliyet, 21.01.2007). Konunun başlığa çekilmesiyle Başbakan’ın konuşması kapsamındaki tüm konular geri plana itilmiş; gündemin en önemli mevzusunun Recep Tayyip Erdoğan’ın adaylık açıklaması olduğu yönünde okurlar manipüle edilmek istenmiştir. Aynı haberde Başbakan Erdoğan’ın “Siyasetçi üzerinden bu dokunulmazlık çalışmalarını yürütmenin, siyaset kurumunu zayıflatmaya ve siyasetçiyi bürokratik oligarşiye mahkûm etmeye yönelik bir adım olduğunu hatırlatmak isterim. Kusura bakmasınlar, demokrasinin geliştiği bir dünyada asla seçilmişler, atanmışların elinde oyuncak haline getirilmez.” açıklaması, Başbakan’ın “bürokratik oligarşi” olarak nitelediği bazı devlet kurumlarıyla olan anlaşmazlığını ortaya koymakta ve Erdoğan, “seçilmişler”i “atanmışlar” üzerine konumlayarak bunun demokrasinin bir sonucu olduğunu savunmaktadır.

ANKA Haber Ajansı’nın haberi, Başbakan Erdoğan’ın bu meraklandırma stratejisini seçime 11 ay kala uygulamaya başladığına dikkat çekerek Erdoğan’ın sözlerini hatırlatır (Milliyet, 01.02.2007):

29 Haziran: “Şimdi isim açıklamıyorum. Çünkü hem gündemi değil hem de isim açıklarsam onu yıpratma süreci başlayacaktır.”

1 Ekim: “Bizim cumhurbaşkanlığımız veya grubumuzun belirleyeceği bir cumhurbaşkanı ‘Türkiye’yi İran gibi yapacak...’ Bunlar safsatadır.”

Kasım 2006: “İlla ben cumhurbaşkanı olacağım diye bir iddiam yok. Kararı bizim yetkili kurullarımız verecek.”

23 Aralık: “Nisan ayına kadar bizden herhangi bir şey duymayacaksınız’ derken aslında planın uygu-laması başlamıştır. … Geçen gün bir basın toplantısında da söyledim. ‘Biz çelik çomağı verdik oynasınlar’ dedim ve Nisan’a kadar bu açıklanmayacak... Bunun nedenini, niçinini açıkladığım takdirde, orada da ben şu andaki kendi yol haritamızı ifşa etmiş olurum ki, bu da bir lider, siyasetçi olarak benim bir yanlışım olur.”

Erdoğan’ın açıklamalarından; adayın yıpranmaması için strateji gereği isim açıklanmadığı, kendisinin veya Parti Grubunun belirleyeceği bir ismin seçilmesi

2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Aday Açıklama Sürecinde Basın Söyleminin İdeolojik İnşası

161 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

durumunda Türkiye’nin İran’a benzeme gibi bir tehditle karşı karşıya bulunmadığı, uzlaşmaya gidilecekse bile bunun parlamento içinden ve Partisinin önereceği bir isim olacağı, Anayasa’da belirlenen nitelikler dışında cumhurbaşkanı olmanın önünde bir engel olmadığı, aday açıklamanın bir siyasi plan dâhilinde Nisan ayına bırakıldığı anlaşılmaktadır. Adayın bir türlü açıklanmadığı bu konuşmalarda aslında pek çok siyasi mesaj verilmiştir.

Cumhuriyet yazarı İlhan Selçuk, Çankaya adayının belli olmamasını Türkiye’de Cumhurbaşkanı adayının yazgısının Beyaz Saray’da saptanacak olmasına bağlamakta, yazısında “Eğer Bush ‘adam’ı deliğe süpürmezse, ‘adam’ da Çankaya’ya Cumhurbaşkanı olarak çıkarsa çoktan satılmış kimileri diyecekler ki: –Türkiye’de demokrasi var!.. Oysa seçmenin 4’te 1’inin oyuyla Meclisin 3’te 2’sini ele geçiren partinin Cumhurbaşkanlığı Seçimindeki oldubittisi Beyaz Saray’ın Çankaya atamasından başka bir şey değildir...” ifadelerini kullanmaktadır (Cumhuriyet, 13.01.2007). Selçuk, “4’te 1’in oyuyla Meclisin 3’te 2’sini ele geçiren” ifadesiyle seçim sisteminin adaletsizliğini vurgularken Meclisi de “ele geçilen”, “zapt edilen” bir makam olarak nitelemekte, böylece tıpkı Çankaya Köşkü gibi Meclisin de savunulması gereken kale olarak tanımlanması sürecine destek verirken bu makamları ele geçirenleri de adeta düşman olarak konumlandırmaktadır. Şükran Soner de AK Parti iktidarının ABD güdümlü olduğunu, Türkiye’nin ABD’den gelen emir ve stratejilerle yönetildiği fikrinin yayılmasına hizmet etmekte, Başbakan Erdoğan’a yakın medyanın “oğlundan ABD kaynaklı stratejik taktik aldığını, adaylığının son dakikada ilanı ile tartışmalara meydan bırakmayacağını” duyurduğunu aktarmaktadır. Soner yazısının sonunda görüşlerini şu şekilde paylaşmaktadır (Cumhuriyet, 13.02.2007):

Demokrasi, hiç de pazarlanmaya çalışıldığı gibi, seçim sistemi sayesinde Meclis çoğunluğunun ele geçirilmesi, sonra da Başbakanın iki dudağından çıkacak söze bakan milletin değil, liderin vekili üyelerin parmak kaldırması ile karar alınması, devletin yönetimine, yaşamın her alanına el konulması değildir. Bu modele, çoğunluk diktatoryası demeye bile dilim varmıyor. Çünkü ortada olan çarpık sistem sayesinde hukuka uydurulmuş, biçimsel çoğunluğun yakalanması duruyor.

Bu şekilde yazar, iktidarın meşruiyetini seçim sonuçlarıyla aldığı çoğunluk sandalye sayısına bağlamasının aslında demokrasiyle bağdaşmadığını savunarak iktidarı ‘çoğunluk diktatörlüğü’nden de beter olarak konumlandırmakta, olumsuzlamaktadır.

Mustafa Balbay ise “Erdoğan’ın son ana kadar cumhurbaşkanı adaylığı konusunu askıda bırakmasının bir nedeni de parti içinde bütün ipleri elinde tutmaya devam etmek.” yorumunda bulunmaktadır (Cumhuriyet, 16.02.2007). Burada Başbakan’ın Parti içindeki tek adam konumuna dikkat çekilirken AK Parti’nin adaydan kaynaklanabilecek olası çekişmelerle yıpranacağı ve dağılacağı iması da yapılmaktadır. Yazar, yaklaşan Genel Seçimlerde “para ve erzak” dağıtımının etkili olacağını iddia ederken “Önceki yıllarda da seçmeni değişik yöntemlerle ‘satın alma’ arayışı olurdu. Ancak bu dönem bir başka! Böyle bir ortamdan nasıl demokrasiyi rayına oturtacak seçmen eğilimleri çıkar?” diye sorarak AK Parti’nin seçim başarısını seçmenin satın alınmasına bağlayarak değersizleştirmektedir.

Başbakan Erdoğan adaylığı konusunda kafaları biraz daha karıştıran açıklamasını Rize’de yapmış, vatandaşların “Beş yıl daha size ihtiyacımız var Başbakanım” sözlerine,

Hafize Nurgül Durmuş Şenyapar

162 Sayı 37 /Güz 2013

“Beş yıl yeter mi”, “Nisan ayına kadar bekleyeceğiz. Nisan’a kadar dedik da, Nisan’dan önce bir şey yok”, “Halkımız ne derse o” karşılıklarını vermiştir (Milliyet, 10.02.2007). “Nisan’a kadar dedik da, Nisan’dan önce bir şey yok” sözleriyle Başbakan, Cumhurbaşkanı adayının açıklanmasında tek yetkili kişinin kendisi olduğunu bir kez daha vurgularken “Halkımız ne derse o” sözleriyle de seçmeninin gönlünü almaktadır.

Başbakan Erdoğan, gizlilik stratejisini başarıyla uygulamış, bu konuda partililerin de büyük disiplin altında olmasına özen göstermiştir. Zira Partisinin il başkanları, belediye başkanları, MKYK üyeleri ve milletvekillerinin katıldığı toplantıda Sinop Belediye Başkanı Zeki Yılmazer konuşmasına, “Sayın Cumhurbaşkanım” diye başlayınca sinirlenen Erdoğan, “Böyle şeyler söylemeyin. Basın gibi olmayın. Bizim basın bunu bilerek kullanıyor zaten.” demiş; Yılmazer’in “Dilim sürçtü Başbakanım. Ama vatandaş merak ediyor, bu konuyu açıklığa kavuşturur musunuz?” sözleri üzerine de Erdoğan, “Olur mu öyle şey? Nisan’a kadar açıklayamam, siz işinize bakın.” diye konuşmuştur (Milliyet, 18.02.2007). “Basın gibi olmayın” sözüyle medyaya yönelik eleştirisini de dile getiren Erdoğan “Siz işinize bakın.” diyerek Belediye Başkanına sınırlarını hatırlamaktadır. “Sinop Belediye Başkanı Yılmazer’den sonra ilerleyen günlerde ANAP Genel Başkanı Erkan Mumcu (Milliyet, 10.04.2007) ve hatta Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın (Milliyet, 04.04.2007) da dili sürçecek ve Erdoğan’a “Cumhurbaşkanı” diye hitap edeceklerdir.

Özellikle Milliyet, Başbakanın söylediklerinden aday olup olmayacağı kestiriminde bulunma çabasını çeşitli haberlerle sürdürmüştür. Sadece gazeteler ya da siyasiler değil, iş çevreleri de Erdoğan’ın adaylığına dair tahminler öne sürüp bunu iddiaya kadar vardırmışlardır. Murat Yetkin’in Radikal’deki haberine göre iki işadamı 5 bin dolara iddiaya girmiştir. ‘Aday olmayacak’ diyenler, Erdoğan’ın yürütme gücüne sahip olmayı tercih edeceğini, ayrıca cumhurbaşkanı olursa çıkabilecek gerilimleri de hesap ederek başbakan kalmayı tercih edeceğini savunmuş; ‘aday olacak’ diyenler ise Erdoğan’ın siyasi mücadelesinde cumhurbaşkanlığını son hedef olarak gördüğünü öne sürmüştür (Milliyet, 01.03.2007). Bu şekilde cumhurbaşkanlığı seçimi adeta ülke geleceği üzerine oynanan basit bir tahmin oyununa dönüştürülmüş, medya da bu durumu satırlarına taşıyarak meşruiyet kazandırmıştır. Yazar Nail Güreli ise Başbakan tarafından izlenen stratejiyi analiz eden bir yazı kaleme almış ve Erdoğan’ın aday olmayacağını öngörmüştür (Milliyet, 07.03.2007):

Başbakan ve AKP’nin Genel Başkanı Erdoğan isterse cumhurbaşkanı seçilir mi? Seçilir. Amma ve lakin büyük bir grup diyor ki uzlaşma sağlanmadan yalnız AKP’nin oylarıyla seçilirse, ülke sonu belirsiz bir bunalıma girer. Bu tartışma, Nisan yaklaştıkça giderek sertleşip gerilimi tırmandırıyor. Sanki Tayyip Bey de bir şöyle bir böyle gizemli konuşmalarıyla bu gerilimin tırmanmasına tırnak sürtüştürüyor. Ortamı gerdikçe geriyor. … Herkes, farkında olarak ya da olmayarak AKP’nin değirmenine su taşıyor, Tayyip Bey’in ekmeğine yağ sürüyor. Tayyip Bey de her türlü muhalefeti ajite ediyor, kışkırtıyor. Bu minval üzere, Erdoğan, 16 Nisan gelince, “toplumun isteklerini dikkate alarak, gerilimi önlemek, istikrarı korumak” amacıyla “büyük bir özveri” göstererek cumhurbaşkanlığı adaylığından vazgeçtiğini açıklamaya ve başka birini aday göstermeye hazırlanıyor. Hesapça, bu göz yaşartıcı yurtsever özveri karşısında, Tayyip Bey’e ve AKP’ye sempati artacak. Erdoğan’ın önderliğinde yürütülecek genel seçim kampanyasında reyting tavan yapacak ve AKP yine tek başına iktidar olacak. Ondan sonrası Allah kerim!

Başbakan Erdoğan uzlaşma sağlanmadan cumhurbaşkanı seçilirse ülkenin, sonu

2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Aday Açıklama Sürecinde Basın Söyleminin İdeolojik İnşası

163 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

belirsiz bir bunalıma gireceğini düşünenlerin“büyük bir grup” olduğunu savunan yazar, toplumdaki kutuplaşmada Başbakan aleyhtarlarını güçlü olarak konumlandırmaktadır. “AKP’nin değirmenine su taşıyor, Tayyip Bey’in ekmeğine yağ sürüyor.” deyimleriyle yazısındaki anlatımı güçlendiren Güreli, “göz yaşartıcı yurtsever özveri” ifadeleriyle de ironi yapmaktadır.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın aday olup olmayacağı üzerine tartışmalar yürütülürken basındaki taraflar, görüşlerini açıklama fırsatını bolca yakalamışlardır. Mustafa Ünal, Başbakan’ın sessizliğinin yerinde olduğunu, konuşmayarak doğru yaptığını söylerken muhalefeti de “dikkate değer politika üretmemek”le suçlamaktadır (Zaman, 07.03.2007):

Söyledikleri ‘Erdoğan olmasın’ sloganıyla sınırlı. ‘Neden olmasın’ konusuna haklı, tutarlı argüman geliştirebilmiş değiller. Bakıyorum Meclisin toplanabilmesi için 367 oyun gerekli olduğu fantezisinin peşine takılmış durumda. CHP yönetimi Anayasa Mahkemesine götürmekte kararlı görünüyor. Bu, sistemin zorlanmasından başka bir şey değil. Sonuç vermeyeceği gibi siyasete de bir şey kazandırmaz. Ezkaza mahkemeden 367 yönünde karar çıkarsa bundan gayrı Mecliste cumhurbaşkanı seçmek çok güçleşir. Bu arada malum gazetenin paniği, ‘Çankaya oturmalarının’ 16 Mayıs’la sona erecek olmasından kaynaklanıyor, ciddiye almamak lazım.

Ünal, “başkalarının negatif yönlerini öne çıkarma” stratejisini uyguladığı yazısında muhalefetin haklı ve tutarlı bir tez geliştiremediğini savunurken 367 oy şartını fantezi olarak niteleyerek küçümsemekte ve önemsizleştirmekte, ismini vermeden bahsettiği Cumhuriyet gazetesinin cumhurbaşkanlığı konusundaki hassasiyetini ise kurumsal çıkarlara bağlayarak değersizleştirmektedir.

Doğan Heper, Erdoğan’ın Ordu, yargı, üniversiteler ve Cumhurbaşkanlığı ile çatışma içinde olmasından ötürü cumhurbaşkanı olamayacağını savunmaktadır (Milliyet, 08.03.2007):

Cumhurbaşkanlığı anayasal bir mevkidir. Ama cumhurbaşkanlığının bir de manevi yanı var. Yani konsensüs, yani uzlaşma yanı. Ülke insanlarının çoğunluğu tarafından istenme, saygı duyulma ve cumhurbaşkanı olarak kabul edilme durumu. Onun partisine oy vermeseniz bile o kişiye saygı duymanız, o kişiyi cumhurbaşkanı olarak kabul etmeniz, görmek istemeniz mümkündür. Bugüne kadar Türkiye’de hep böyle oldu. Öyle kişiler cumhurbaşkanı seçildi ki, 70 milyon Türkiye vatandaşı bu kişiyi cumhurbaşkanı olarak tanıdı, saydı... Buna konsensüs denildi. Yani uzlaşma. Uzlaşma pazarlıkla olmaz, uzlaşma gönüllerde olur. Bugün Tayyip Erdoğan üzerinde bu uzlaşma var mı? Yok.

Heper’in yazısında Başbakan Tayyip Erdoğan, “ülke insanlarının çoğunluğu tarafından istenmeyen, saygı duyulmayan ve cumhurbaşkanı olarak kabul edilmeyen” yani üzerinde uzlaşılamayan kişi olarak olumsuzlanmıştır. Böylece Erdoğan’ın neden cumhurbaşkanı seçilemeyeceğine dair mantıklı bir açıklama yapılmak istenmiştir.

Bu arada Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, özel uçağına alınan gazetecilerin “Adaylar konusunda bir sürpriz olabilir mi?” sorusuna, “Evet, Çankaya seçiminde sürpriz olabilir. Bizim hayatımız sürprizlerle doludur, bu konuda da sürpriz yaşanabilir.” cevabını vererek merakları biraz daha artırmıştır (Zaman, 11.03.2007). Haber, uçağın içinden çekilmiş bir fotoğrafla verilirken Zaman gazetesi ve yazarlarının bu uçakta yer alabilme imtiyazı da vurgulanmaktadır.

Mustafa Balbay Başkent’teki belirsizliğe “Senaryo Enflasyonu” başlığıyla dikkat çekerken bu senaryolardan birkaçına yazısında yer vermektedir (Cumhuriyet, 15.03.2007):

Hafize Nurgül Durmuş Şenyapar

164 Sayı 37 /Güz 2013

1. Şu aşamada asıl olan Cumhurbaşkanlığı seçiminin sorunsuz geçmesi. Bunun için ileri yaşta, iddiası olmayan bir kişiyi aday gösterelim. O seçilsin. Sonbahar seçiminde çok güçlü gelelim. Anayasayı değiştirip yeni bir formül yerleştirelim. Erdoğan’ı Köşk’e o zaman çıkaralım...

2. Erdoğan cumhurbaşkanı olmazsa, AKP içinden bir başkasının Köşk’e çıkmasını istemeyecektir. Dışımızda ılımlı birini aday gösterelim, Köşk’te o olsun. Böylece AKP Türkiye’yi geriyor iddiaları da boşa çıkarılmış olur. Sonbahar seçimlerinde bu havayla yine tek başımıza iktidar olur, yolumuza devam ederiz.

3. Mademki Erdoğan ille de cumhurbaşkanı olmak istiyor; 24 Nisan gününe dek durumu bugünkü gibi çalkantılı tutalım, o gün pat diye aday olsun. ANAVATAN’dan yapılacak transferlerle ve bağımsızların desteğiyle ilk turda, pat diye cumhurbaşkanı seçelim.

4. Medya gücünü de arkamıza alarak topluma ve hedef seçilecek devlet kurumlarına karşı psikolojik savaş uygulayabilecek güçteyiz. Bunu sürdürelim, cumhurbaşkanı seçiminin fiili olarak başladığı günlerde karşımıza çıkabilecek tüm refleksleri bu yolla çökertelim.

5. Erdoğan’sız AKP tek başına iktidar olamaz... Erdoğan Köşk’ü başkasına bırakmak istemez. O zaman, Erdoğan’ın Köşk’e çıksın, Bakanlar Kurulu’na da ayda 1-2 kez başkanlık yapacağı bir süreç başlasın. İkisini birleştirelim.

Yazar bu senaryoları sıraladıktan sonra “Cumhurbaşkanı seçimi ciddi bir iştir” vurgusuyla Başbakan’ın adayı açıklamama stratejisini ciddiyetsizlik olarak nitelemekte, diğerlerinin olumsuz yönlerini vurgulama stratejisini uygulamakta ve “Medya desteğiyle pompalanan istikrar balonu, daha fazla havayı kaldıramayacak durumdadır.” diyerek bu belirsizliğin beraberinde istikrarsızlık getireceği kaygısını dillendirmektedir. “İstikrar balonu” sözleriyle iktidarın aslında gerçeği söylemediğini, buna medyanın aracılık ettiğini savunan Balbay, bu ifadeyle ekonomideki duruma ilişkin olumsuz görüşünü de okurlarına aktarmıştır. Böylece hükümet sadece ciddiyetsizlikle değil aynı zamanda ekonomik başarısızlık ve medya desteğiyle gerçekleri gizlemekle de suçlanmış, olumsuzlanmıştır.

Adalet ve Kalkınma Partisi cumhurbaşkanı adayının kim olacağı tartışılırken Fikret Bila, Parti kulislerinden önemli bir bilgi aktarmıştır (Milliyet, 16.03.2007):

Arınç’ın, Erdoğan veya Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığına bir itirazı yok. Ancak, bu iki isim dışında biri –Erdoğan tarafından desteklense bile– cumhurbaşkanı adayı olarak çıkarsa, o zaman Arınç da adaylığını koyabilir. Arınç’ın Partide ve Meclis Grubunda, ‘Erdoğan ve Gül’ dışında bir ismin cumhurbaşkanlığı veya başbakanlığa adaylığını kabul etmesi çok zor. Bu durumda Arınç da adaylığını koyarak şansını deneyecektir.

Çetin Altan, cumhurbaşkanının kim olacağına tek başına karar verme fırsatına sahip bir başbakanın bütün olanaklar elindeyken cumhurbaşkanı da olmayı isteyeceğini savunarak Erdoğan’ın aday olacağı tahmininde bulunmaktadır (Milliyet, 18.03.2007):

Başbakan olmayı istemiş ve gerçekleştirmiş bir siyasetçi, bütün olanaklar elindeyken istemez mi cumhurbaşkanı da olmayı? Tayyip Bey, böyle bir fırsatı ıskaladığında, 7 yıl sonra bir daha yakalayabilir mi cumhurbaşkanı seçilme olanağını? Kimin cumhurbaşkanı olacağı sorusunun yanıtını, böylesi bir mantıkla gergeflediğimizde, durum tabak gibi apaçık ortada...

Zaman yazarı M. Nedim Hazar ise Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasını arzu etmediğini, bunun sebebinin de Partisinin başında en az bir dönem daha kalıp belki sistemin değişimine önayak olmasını istemesi olduğunu dile getirmiştir (Zaman, 24.03.2007):

Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasını arzu eden biri değilim. Yanlış anlaşılmasın ‘orkestra’cıların ortaya döktükleri fasaryadan nedenlerden dolayı değil, bu ülkenin artık siyasi parçalanmışlıklara tahammülü olmadığını düşünüyorum. Bu nedenle irili ufaklı 50 tane siyasi oluşumun hiçbir yararı olduğuna inanmıyorum. Erdoğan’ın partisinin başında en az bir dönem daha kalıp belki

2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Aday Açıklama Sürecinde Basın Söyleminin İdeolojik İnşası

165 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

sistemin (artık başkanlık mı olur, yarı başkanlık sistemi mi bilemiyorum!) değişimine önayak olmasını istediğim içindir bu. Üstelik bu ülkede cumhurbaşkanlığı devlete zerre kadar olumlu katkı yapacak bir pozisyon değildir. Ancak devleti tıkamak için yetkilerini kullanırsa onu yapabilir. Bakınız bugünkü cumhurbaşkanımız...

“Ülkemizde son dönemde gerilim katsayısı gittikçe yükselerek sahnelenen tiyatroya bakıldıkça, bu ülkenin orkestrasının büyüklüğü ve enstrümanistlerinin bolluğunu da görmekteyiz.” diyerek siyaset sahnesinde yaşananları bir oyuna benzeten ve “her gerilim döneminde aynı şarkıları dinlemekten” şikayet eden Hazar, muhaliflerin cumhurbaşkanlığı tezlerini “fasaryadan” yani boş ve anlamsız olarak nitelemekte ve değersizleştirmektedir. Muhalifleri de “orkestracılar” diye olumsuzlayan yazarın kullandığı “sistemin değişimi” ifadesinin, üstelik “artık başkanlık mı olur, yarı başkanlık sistemi mi bilemiyorum” açıklamasıyla bu ifadenin altını doldurmasının, iktidar sahiplerinin bu değişikliğe yönelik planlarının eskiye dayandığının bir göstergesi olarak algılanması mümkündür. Hazar’ın, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’i “yetkilerini devleti tıkamak için kullanmak”la suçlaması da dikkat çekmektedir. Böylece tarafsız Cumhurbaşkanı da muhalif olarak konumlanmakta, devletin işleyişi engelleyen kişi olarak tanımlanmakta ve verdiği kararların meşruiyeti tartışmaya açılmaktadır.

İnceleme döneminde yazıları aynı gün hem Posta gazetesinde hem Hürriyet gazetesinin tüm dış yayınlarında, hem Hürriyet ve Milliyet gazetelerinin internet sitelerinde, hem de Daily News gazetesi ve internet sitesinde yayınlanan, bu sayede çok sayıda okura ulaşma imkânı bulan Mehmet Ali Birand, izlediği akıllıca stratejiden ötürü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı iletişim “guru”su olarak nitelerken izlenen stratejinin sonuçlarını şu sözlerle değerlendirmektedir (Milliyet, 20.03.2007):

Eminim, Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili söylenenleri, Emine Hanım’la birlikte uzaktan izliyor ve bizlerin haline kıs kıs gülüyordur. Erdoğan bir ara … “ellerine çelik çomak verdik oynuyorlar” demişti. Galiba doğru. Muhalefeti bir yana bırakın, hepimiz bu oyuna daldık. Bir türlü de kendimizi kurtaramıyoruz. Acaba kendi başına kendisi mi akıl etti, yoksa birileri mi söyledi bilemiyorum. Ancak Başbakan, cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili öylesine bir taktik izledi ki, birçok sorunu rahatlıkla çözebildi. … Erdoğan adeta bu şekilde, başka isimlerin önünde paratoner rolü oynadı. … Bu tartışmalar öylesine yoğunlaştı ki, sonunda dikkat edecek olursanız, Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne, eşi türbanlı dahi olsa bir AK Partilinin çıkması fikrini kabullenir olduk. Hatta Erdoğan’ın adaylığı dahi ilk zamanlardaki kadar tepki görmez oldu. İşte iletişim sanatının inceliği buna denir.

Başbakan Erdoğan’ın hem muhalefeti hem halkı hem de medyayı “oyuna getirdiğini” ima eden ve bu durumu gülerek izlediğini tahmin eden Birand, bu başarılı taktiğinden ötürü Başbakan’a övgüler yağdırmaktadır.

Dönem boyunca bir yandan da 367 tartışmaları artarak devam etmiş, Cumhuriyet gazetesi iddianın haklılığını savunurken Zaman ise iddianın gerçekliğine ihtimal vermeyen bir çizgide yayınlarını sürdürmüştür. “‘367 tezi’ tutmayınca ‘şiir cezası’ gündeme getirildi” başlıklı haber gazetede “Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Köşk’e çıkmasını istemeyen çevrelerin, ‘formül’ arayışı bitmiyor.” giriş cümlesiyle sunulmuş; yargıların açıkça belirtildiği haberle bu çabaların, Başbakan Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına karşı kasıtlı ve haksız olduğu iması yapılmıştır (Zaman, 22.03.2007):

Yargıtay eski Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun ortaya attığı “Seçimin yapılabilmesi için Meclisin 184’le değil 367 vekille toplanması gerekir.” yönündeki tezi ne siyasi ne de hukuki çevrelerde kabul gördü.

Hafize Nurgül Durmuş Şenyapar

166 Sayı 37 /Güz 2013

Kanadoğlu’nun tezi tutmayınca bu kez Erdoğan’ın Siirt’te okuduğu şiir yüzünden eski TCK’nın 312. maddesinden aldığı 10 aylık mahkumiyet cezası gündeme getirildi. Son tezin sahibi Meclis eski Başkanı Hüsamettin Cindoruk. Cindoruk, Erdoğan’a milletvekilliği yolunu açan Yüksek Seçim Kurulu (YSK)’nun verdiği hükmün mahkeme kararı olmadığını, Yargıtay’ın kararının geçerliliğini koruduğunu savundu. Bunun bir ‘sabıka kaydı’ olduğunu ileri süren Cindoruk, anamuhalefet partisinin, “Siyasi geçmişinde milletvekili sıfatını alabilme imkanı kaldırılmış bir kişi o kararın geçerliliği sürdükçe cumhurbaşkanlığı için yeterlilik belgesi alabilir mi?” sorusuyla Anayasa Mahkemesi’ne gidebileceğini iddia etti. Cindoruk’un iddiası siyasi kulisleri hareketlendirirken, partilerden sadece CHP ve MHP destek verdi.

Haberde Kanadoğlu’nun 367 iddiasının siyasi ve hukuki çevrelerde kabul görmediği vurgusu yapılırken Cindoruk’un iddiasına ise sadece CHP ve MHP’nin destek verdiği söylenilerek bu iddia da asılsız kılınmakta, her ikisi de muhalefetin iktidar karşısında geliştirdiği temelsiz tezler olarak sunulmakta ve basının desteklediği savları meşrulaştırma işlevinin tam tersi yerine getirilmektedir.

Başbakan’ın cumhurbaşkanlığı adaylığı ya da 367 konuları Milliyet’te ele alınırken çoğunlukla bu gerilimlerin ekonomiye yansımaları öncelikli kaygı konusudur. Medya sektörü dışında ekonominin pek çok alanında faaliyet göstermekte olan Grubun yayınlarında, siyasi istikrarın korunması vurgusu özellikle yapılmaktadır. Başbakan’ın “Ülkeme en yararlı olacağım görev hangisi ise onu tercih ederim. Ülke gerilim yaşamamalı. Bunun piyasalara etkisi var. Bizim için her şeyden önemlisi ekonomik durum, bunu asla sarsmamalıyız.” sözlerini satırlarına aktaran ve bu sözlerin Erdoğan’ın aday olmayabileceği şeklinde yorumlandığını aktaran Fikret Bila, yaşanan durumu ‘papatya falı’na benzetmektedir (Milliyet, 05.04.2007):

Başbakan adaylık sorununu “bilinmezlik” politikasıyla yönetiyor. Erdoğan adaylığı konusunda net açıklama yapmadığı için AKP içinden aday olabilecek başka isimler de “susmayı” tercih ediyorlar. Erdoğan, kararını vermeden başka şansları da yok. Kamuoyu gibi AKP milletvekilleri de Başbakan’ı bekliyorlar. Kamuoyu cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda “papatya falı”yla meşgul ediliyor.

Uygulanan politikayı eleştiren Bila, bu sözlerle Erdoğan’ın Parti içindeki gücünü ortaya koyarken Başbakan Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkma niyeti taşımasa, konuyu “bilmece”ye dönüştürmeyeceğini söyleyerek “Son ana kadar adaylığıyla ilgili nabız yoklamayı sürdüreceği anlaşılıyor.” yorumunda bulunmaktadır. Yazar, Başbakan’ın “uzlaşmayla aday belirleme” çağrısının sadece “AKP içine yönelik olduğu, sivil toplum kuruluşlarının göstereceği eğilimin ise Erdoğan’ın kararını etkileyeceğini düşünmenin gerçekçi olmayacağını söylemektedir. Böylece yazar Erdoğan’ın gücünü tekrar tekrar vurgulamakta ve hatta yeniden üretmektedir.

Bu belirsizlik zaman zaman esprili diyaloglara da ilham olmuş, Başbakan Erdoğan gazetecilerin “Sizi Cumhurbaşkanı olarak görebilecek miyiz?” sorusuna CHP lideri Deniz Baykal’ın “Çankaya yokuşu diktir, fıtıkla çıkılmaz.” sözlerine göndermede bulunarak, “Malum bel fıtığı oldum ben. Bel fıtığı olanlar Çankaya’ya çıkamaz.” demiştir (Milliyet, 20.03.2007). Başbakan’ın her sözünden anlam çıkarma uğraşını Milliyet büyük bir ısrarla sürdürmüş, “Sizi Köşk’te görmek isteriz.” diyen bir misafirine Başbakan Erdoğan’ın “İnşallah” cevabını vermesini “Erdoğan cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda ilk kez renk verdi.” ifadesiyle haberleştirerek şifre çözme işini sürdürmüş; ayrıca “Erdoğan’ın, Çankaya Köşkü’ne çıkıp çıkmayacağı konusunda tartışmaların yapıldığı bugünlerde, ‘İnşallah’ gibi bir kelimeyle de olsa bu dileğini açıkça ifade etmesi dikkati çekti.”

2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Aday Açıklama Sürecinde Basın Söyleminin İdeolojik İnşası

167 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

cümlesiyle de haberde yaşanan gelişmenin yorumunu metinde sunmuştur (Milliyet, 21.03.2007). Başbakan Erdoğan cumhurbaşkanlığı konusunda kendisine yöneltilen soru ve talepleri ustalıkla yönlendirmeyi bilmiş, stratejisinden hiç vazgeçmemiştir. Karadeniz gezisinde horon tepmesini isteyen Rizelileri yorgunluk gerekçesiyle reddeden Erdoğan, “Köşk’e çıkarsınız dinlenirsiniz.” sözlerine “Ula uşağum Köşk emeklilik yeri midur?” diye karşılık vermiştir (Milliyet, 09.04.2007). Haberde yer alan Erdoğan’a yönelik fındık üreticilerinin tepkilerinin değil de Başbakan’ın Köşk esprisinin başlığa çekilmesi, Milliyet’in seçim ve adaylık sürecini magazinleştirme politikasının bir sonucudur.

Milliyet ve Zaman gazetelerinde genel olarak Başbakan Erdoğan’ın aday olacağına dönük hava Nisan’a kadar esmiştir. Bu arada bazı isimler de isabetli tahminlerini köşelerine not etmişlerdir. Abbas Güçlü de “Tayyip Bey, bir köşede oturacak insan değil. İcraatçı. … Futbolculuktan kalma bir alışkanlığı olsa gerek, ters köşe yapmayı seviyor. Ve yine öyle yapacak.” diyerek aday olmayacağını savunmuştur (Milliyet, 13.04.2007). “Ters köşe yapmayı seviyor” benzetmesiyle yazar siyaseti bir spor oyununa benzeterek Tayyip Erdoğan’ı da rakiplerine gol atan bir golcü olarak konumlandırmaktadır.

A&G araştırma şirketinin Kanal D televizyonu için gerçekleştirdiği araştırmanın sonuçlarına göre, zamanın Erdoğan’ın lehine işlediğini sütunlarına aktaran Güneri Civaoğlu, o tarihten 4 ay önce Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adaylığını “olumlu” bulanların oranının yüzde 31,5, “olumsuz” bulanların ise yüzde 51,2 olduğunu; yazıyı kaleme aldığı gün ise Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesini isteyenlerin oranında yüzde 8 artış olduğunu, olumsuz bakanların ise sadece yüzde 0,2 arttığını söyleyerek “Erdoğan, zamanı iyi kullanmış. Muhalefet ise olduğu yerde kalmış.” yorumunu yapmaktadır (Milliyet, 17.04.2007). Bu sonuçlardan da görülmektedir ki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın izlediği strateji son derece başarılı sonuç vermiş ve daha önce karşı olanlar bile Erdoğan’dan yana tavır almaya başlamışlardır. Zira yaratılan hava, ülkenin Başbakanına, daha aday olmak istediğini bile açıklamamışken, cumhurbaşkanı olma hakkı tanınmadığı yönündedir. Bu durum özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi seçmeninde muhalif cepheye dönük bir kızgınlık yaratmış, taraflar arasındaki gerilim artmıştır.

Nisan ayında yaşanan gelişmelerin, Cumhurbaşkanlığı konusunun Türk siyasetinde ne denli tehlikeli bir kutuplaşma vesilesi haline getirildiğini olanca açıklığıyla gösterdiğine işaret eden Şahin Alpay; bu kutuplaşmada, bu yolla oylarını arttırabileceği zehabına kapılan CHP’nin sorumluluğunun elbette büyük olduğunu ama bu noktaya gelinmesinde Başbakan Erdoğan’ın da payı bulunduğunu söylemekte (Zaman, 17.04.2007) ve “AKP’lilerin ve AKP’ye oy verenlerin çoğunluğunun dahi, partisinin başında ve başbakan kalmasını istediği ortada iken, Erdoğan’ın aday olup olmayacağı sorusunu son ana kadar muallâkta bırakması, doğru olmadı.” demektedir. Erdoğan’ın Başbakan kalması gerektiği yönündeki görüşünün “AKP’lilerin ve AKP’ye oy verenlerin çoğunluğunun isteği” olduğunu söyleyerek meşrulaştıran Alpay, yazısını şu sözlerle bitirmektedir:

Kuşku yok ki, kimin Cumhurbaşkanı olacağına TBMM karar verecektir ve herkes buna saygı göstermelidir. Ne var ki ben umudumu hâlâ yitirmedim: Erdoğan’ın, Başbakan olarak Türkiye’ye yapacak hizmetleri bulunduğunu ve başka bir saygın AKP’linin Cumhurbaşkanlığına aday olduğunu açıklamasını bekliyorum.

Hafize Nurgül Durmuş Şenyapar

168 Sayı 37 /Güz 2013

Can Dündar ise Tayyip Erdoğan’ın sergilediği tavrı “Dr. Jekyll ve Mr. Hyde” öyküsüne benzeterek “Başbakan Erdoğan’ın, son dönem tüm Türkiye huzurunda oynadığı ‘Cumhurbaşkanı oliym-olmiym oyunu’nda zaman zaman bu öyküyü canlandırdığını” öne sürmektedir (Milliyet, 19.04.2007):

Bir bakıyorsunuz mesleğinin en tepesine tırmanabilmek için zaaflarını aşmış, mazisindeki hırçınlıkları atmış gibi görünüyor. “Hoşgörülü, anlayışlı, güzel yüzlü siyasetçi”yi oynuyor. Sonra ilk krizde, birden içindeki “gizli kişilik” dışarı fırlıyor. Ağzı bozuluyor, tavrı sertleşiyor; hoşgörü mesajları yerini öfkeli çıkışlara terk ediyor. Tam Çankaya yarışı arifesinde yoğun bir kişilik bölünmesine tanık oluyoruz. … Başbakan’ın içinde dizginleyemediği bir hırçın adam var. Çankaya amaçlı bir kişilik bölünmesi operasyonunda o hırçın adamı eskimiş bir deri gibi geride bırakıp Köşk’e uzlaşmacı bir kişilik çıkarmasını beklemek hayalperestlik olacak.

Başbakan’a yönelik bu “çift kişilikli adam” benzetmesiyle Köşk’e uygun olmadığı yorumunda bulunan Dündar,“cumhurbaşkanı niteliğine daha uygun birini çıkarmak en iyisi...” sözleriyle kendi önerisini de dile getirmektedir.

Gazeteciler özellikle Başbakan Erdoğan’ın her açıklamasına dikkat kesilmişken 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı dolayısıyla Türkiye’ye gelen dünya çocuklarını TBMM’de kabul ettikten sonra gazetecilerin cumhurbaşkanı seçimine ilişkin sorularını yanıtlayan Meclis Başkanı Bülent Arınç, bir gazetecinin “Cumhurbaşkanlığı için aday mısınız?” sorusunu “Dünya çocukları gününde çok saf, çok temiz bir soru bu... Aynen çocuklar gibi...” esprisiyle cevaplayarak soruyu çocukça bulduğunu belli etmiş ve kendisinin aday olmayacağını ortaya koymuştur. 25 Nisan günü saat 24.00’e kadar cumhurbaşkanlığı için başvuru süresi olduğunu hatırlatan Arınç, adayın belli olduğunu şu sözlerle dile getirmiştir demiştir (Milliyet, 20.04.2007):

Bizler, şahıs olarak bugünkü konumlarımız itibariyle belli yerlerdeyiz. Ancak, cumhurbaşkanı seçiminin huzur, ülkeye güven ve istikrar getirecek, barış içerisinde daha büyük kalkınmalara yol açacak bir sonuç vermesini diliyoruz. … Çok senaryolar var. Biz bunları okuduğumuz zaman içimizden gülüyoruz. Her şey çok normal, her şey çok belli. Bu sözlerime dikkat edin.

Arınç’ın bu sözlerinden kararın çoktan verildiği, “huzur ve istikrar” için Başbakan Erdoğan’ın aday olmayacağı anlaşılabilmektedir. Adaylık konusundaki senaryoları okuduklarında içlerinden güldüklerini de söyleyen Arınç, bu yola muhaliflerini de küçümsemektedir. Verilen kararı teyit eden açıklama, İstanbul Kumkapı’da gelmiştir. Balıkçıların yanına giderek sohbet eden Başbakan Erdoğan’ın esnafla yaşadığı diyalog, haber arayışındaki medyaya önemli bir malzeme çıkartmıştır (Zaman, 20.04.2007):

Bir esnafın eliyle yukarıyı işaret ederek, “Oraya çıkmayın, böyle iyi” demesi üzerine Erdoğan, “Siz ne diyorsanız o” karşılığını verdi. Daha sonra, bir grup esnafın “Cumhurbaşkanı olun”, diğer bir grubun da “Başbakan olarak kalın” demesi üzerine Erdoğan, “Bakın gazeteciler de burada. Ne diyorsunuz?” diye sordu. Bunun üzerine esnafın büyük çoğunluğu alkışlayarak, “Başbakan” diye seslendi. Başbakan Erdoğan da buna karşılık gülerek, ellerini iki yana açıp “Aynen” dedi. Bunun üzerine vatandaşlar Erdoğan’ı alkışlamaya başlarken, Erdoğan da “Ama çok çalışacaksınız” diye konuştu. Bir esnafın, “Turgut Özal, bir hata yapıp cumhurbaşkanı oldu, siz de aynı hataya düşmeyin” demesi üzerine, Başbakan Erdoğan, yanında bulunan Devlet Bakanı Atalay’a dönerek gülümsedi.

Haberi Zaman gazetesi “Erdoğan piknikçilerle birlikte çay içti”, başlığıyla vererek Erdoğan’ın halktan, halkla iç içe bir siyasetçi olarak tanıtılması sürecine katkıda bulunurken aynı gelişme Milliyet’te yine magazinleştirilmiş, halkı meraklandırma politikası çerçevesinde “Çocuklar da sordu” başlığıyla haberleştirilmiştir:

2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Aday Açıklama Sürecinde Basın Söyleminin İdeolojik İnşası

169 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Erdoğan, 23 Nisan Çocuk Şenliği’ne katılan çocukların temsilcilerini kabul ettiği törende, Ukraynalı çocuğa ev sahipliği yapan Türk çocuğun, “Cumhurbaşkanı olacak mısınız?” sorusuna gülerek, “Olayım mı?” diye karşılık verdi. “Bilmem” yanıtını alan Erdoğan, “Böyle daha iyi değil mi?” diye konuştu. Gazetecilere dönen Erdoğan, “Çocuklar da ‘cumhurbaşkanı olacak mısınız?’ diye soruyor” dedi. Gazeteciler, “Yanıtınız ne?” deyince Erdoğan, “Ben de ona, ‘Ne diyorsun?’ diyorum, cevap vermiyor” ifadesini kullandı. Çocuk, “Siz bilirsiniz” deyince Erdoğan, gazetecilere, “Siz bilirsiniz diyor” diye seslendi. Erdoğan, Kırımlı çocuğun ev sahipliğini yapan Türk çocukla sohbetinden sonra da gazetecilere dönerek, “‘Olma, daha iyi’ diyor” dedi.

Bütün Türkiye’nin cumhurbaşkanının kim olacağını tartıştığını, herkesin tek başına iktidar olan ve Meclisteki sayısal çoğunluğu elinde tutan partinin Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “sözcüklerine, satır aralarına, mimiklerine velhasıl iki dudağına” baktığını belirten Mehmet Kamış, “böyle mi dedi, bunu mu kastetti, böyle davranışının sebebi şu olabilir mi, gibi bir sürü yorum ve değerlendirmenin gazete sütunlarını işgal ettiğini ya da televizyon ekranlarını süslediğini, oysa parlamenter sistemle idare edilen bir ülkede halk tarafından seçilmemiş bir kişinin kim olacağının bu kadar merak uyandırmaması gerektiğini” savunmaktadır (Zaman, 21.04.2007). Bu durumu cumhurbaşkanının yetkilerinin fazla olmasına bağlayan yazar, bu gücü “Öyle ki, tek başına bütün bir sistemi tıkayabilir. Şu anki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer örneğinde olduğu gibi isterse tek başına bir muhalefet partisi olabiliyor.” sözleriyle açıklamakta ve dönemin cumhurbaşkanı hakkında Zaman gazetesinde yapılan olumsuz yayın ve yorumlara bir yenisini daha eklemektedir. “Cumhurbaşkanlığı neredeyse padişahın yetkilerini kullanıyor.” diyen Kamış, “Yetkilerin yeniden halka ve Meclise dönmesi ya da bu kadar yetkisi olan bir cumhurbaşkanını halkın seçmesi daha demokratik bir tavır olacaktır kuşkusuz...” cümlesiyle de tartışmaların önlenmesi için köklü bir değişiklik önermektedir. Zaman yazarın da dikkat çektiği gibi bu dönem, geçilmesi düşüncesi sıklıkla dile getirilen başkanlık veya yarı başkanlık sistemleri için bir deneme niteliği taşımış; devlet başkanı adayı için yürütülen örtülü kamuoyu yoklama ve propaganda dönemi, Türk halkının bu sürece alışması, alıştırılması için de bir anlamda fırsat yaratmıştır.

Adaylık başvurularının son bulmasına üç gün kala Milliyet gazetesi, “70 milyon merak ediyor, sadece 3 kişi biliyor” başlığıyla Doğan Grubu’nun bir diğer gazetesi Posta’dan aktardığı haberinde “11. Cumhurbaşkanının koltuğuna oturmasına 20 gün var. Bu kadar önemli bir konuda halk bilgisiz bırakıldı. 70 milyon Türk cumhurbaşkanı olarak kendilerini kimin temsil edeceğini hâlâ bilmiyor. Çünkü iktidar partisi AKP adayını büyük bir sır olarak saklıyor. Oysa AKP’nin adayı belli ve bunu 3 kişi biliyor: Meclis Başkanı Arınç, Başbakan Erdoğan ve Başbakan Yardımcısı Gül” değerlendirmesiyle vermiştir (Milliyet, 22.04.2007):

TBMM’nin seçeceği cumhurbaşkanı için iktidar partisi AKP’nin kimi aday göstereceği hâlâ meçhul. Bilinen iki şey var: Cumhurbaşkanı Meclis içinden çıkacak ve AKP’li olacak. Halkın büyük bölümünün Köşk’e çıkmasını istemediği Başbakan Erdoğan’ın da aday olmaktan vazgeçtiği öngörülüyor. AKP’nin adayının kim olduğunu bilen sadece üç isim var: Meclis Başkanı Bülent Arınç, Başbakan Erdoğan, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül. Bu durum halk arasında olduğu gibi parti içinde de öfkelere neden oluyor. … AKP adayını en geç 25 Nisan’da açıklayacak. Ortak görüş şu: AKP adayını erken açıklasaydı ne bu gerginlikler olur ne de bu laiklik tartışmaları çıkardı.

Dönem itibariyle Türkiye’nin en çok satın alınan gazetesi olan Posta gazetesinin, “Halkın büyük bölümünün Köşk’e çıkmasını istemediği Başbakan Erdoğan” ifadesini kullanması ve gerginliğin, adayın geç açıklanmasından kaynaklandığı yorumunu

Hafize Nurgül Durmuş Şenyapar

170 Sayı 37 /Güz 2013

yapması, bu yorumu Milliyet’in de aynen aktarması, gazetelerin bağlı bulunduğu Doğan Grubu’nun sürece ilişkin tavrını sergilemesi bakımından önem taşımaktadır. Gazete bunu “ortak görüş” olarak sunmakla da meşrulaştırmaktadır.

Zaman yazarı A. Turan Alkan, değerlendirmelerini okura eğlenceli bir dille yansıttığı “üstat-çekirge diyalogları”nda; Partililer her ne kadar süreci iyi yönettikleri düşüncesinde olsalar da devlet başkanı olacak kişinin adının son gün sürprizine bırakılmasından rahatsız olduğunu, kendi halinde bir vatandaş olarak bu taktikten hazzetmediğini, yaratılan suni gerginlikten incindiğini söylerken “Nedir yani, gökten zembille herkesi hayran ve mutmain kılacak bir yeni namzet mi indirecekler Perşembe günü?” diye sormaktadır (Zaman, 23.04.2007). Başbakan’ın adaylığına olumlu bakmadığını satırlarına yansıtan Alkan, “Çekirge; mutlak monarşilerde bile reâya, müstakbel kralının adını bilir en azından. Ben şahsen sıradan biri olarak şu sun’i gerginlik sürecinden incindiğimi söylüyorum. Her kimse o sürpriz aday hayırlısı olsun derim sadece!” diyerek bu taktiğin değil demokrasiye, monarşiye bile yakışmadığını söylemektedir. Böylece hükümet politikalarına nadiren eleştirel yaklaşımlarda bulunan Zaman yazarlarından biri daha, iktidar partisinin yürüttüğü stratejiye eleştirilerini yöneltmiştir. “Artık klasikleşen 23 Nisan etkinliği yarının büyüklerini önemli makam koltuklarına oturtup devlet adamlığına özendirme oyunudur. Şimdi, eskiyen bu oyun yerine, büyük adamların küçük çocuklar gibi oyun oynamaları biçiminde bir gelenek gelişiyor galiba.” diyen Mümtaz Soysal da hem iktidar hem muhalefetin tavrını eleştirmektedir (Cumhuriyet, 23.04.2007):

Türkiye’deki bu çocukça oyunların, Fransa’daki cumhurbaşkanı seçimlerinin ilk turunun yapıldığı günlere rastlamış olması ilginçtir. Birçok yönünü benimsediğimiz Fransız anayasa geleneği, özellikle devlet başkanının seçiliş tarzını temel olarak alan bir numaralandırmayla şimdi “beşinci cumhuriyet” aşamasına gelmiştir. Tek ve değişmez olduğunu söylediğimiz Türkiye Cumhuriyeti’nin, Cumhurbaşkanlığı seçimi gibi önemli bir konuda bu çeşit oyunlara sahne olması gerçekten üzücüdür. … Asıl düşündürücü olan, iktidar partisinin şimdiye kadar, Cumhurbaşkanı’nın doğrudan doğruya halkça seçileceği bir modelden sık sık söz etmiş olmasıdır. … Dolayısıyla, seçilecek devlet başkanının yönlendirişiyle yeni bir devlet düzeninin kurulması ve bir sistem değişikliğine gidilmesi büyük bir olasılık. Bu olasılık ortada dururken böyle bir konunun bu denli hafife alınması, gerçekten şaşırtıcıdır.

Soysal bu tartışmalar ve yeni seçilecek cumhurbaşkanının da etkisiyle Cumhuriyet için bir sistem değişikliğinin gündeme gelebileceğine, Türkiye’nin “2. Cumhuriyet’e geçebileceğine dikkat çekmekte, yaklaşan değişikliği öngörmektedir7.

TBMM’nin açılışının 87. yıldönümü sebebiyle özel gündemle toplanan Genel Kurulda yaptığı konuşmasında Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal, laiklik vurgusunu öne çıkardığı konuşmasında cumhurbaşkanlığı seçimine de değinmiş ve görüşlerini, Mecliste protestolara sebep olan sivri bir dille iletmiştir. Zaman gazetesi bu haberi “Baykal ‘özel oturumu’ gerdi”

7 5660 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek 11 Mayıs 2007’de onay için Cumhurbaşkanlığına sunulmuş, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, rejime yönelik yaratacağı sıkıntıları sıralayarak kanunu Meclise iade etmiştir. Yeniden görüşülmek üzere Meclise gönderilen teklif Genel Kuruldan aynen geçerek ikinci kez Köşk’e çıkmıştır. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından Anayasa Mahkemesine götürülen iptal talebi de Yüksek Mahkeme tarafından 5’e karşı 6 oyla reddedilmiş ve referandum yolu açılmıştır.21 Ekim 2007’de 5678 sayılı Kanun’la yapılan Anayasa değişikliği halkoylamasına sunulmuş; ülke genelinde geçerli oyların yarısından çoğunun (%68,95) “Evet” çıkmasıyla Cumhurbaşkanının 40 yaşını doldurmuş, yükseköğrenim görmüş TBMM üyeleri veya bu niteliklere ve milletvekili seçilme yeterliliğine sahip Türk vatandaşları arasından 5 yıl için (en fazla iki defa) halk tarafından seçilmesini ilişkin sistem değişikliği hayata geçmiştir.

2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Aday Açıklama Sürecinde Basın Söyleminin İdeolojik İnşası

171 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

başlığıyla vermiş, muhalefeti gerginliklerin kaynağı olarak konumlandırmış ve hatta bu yorum başlığa çekilmiştir. Genel Kurulda konuşan Deniz Baykal, dönemin Başbakanlık Basın Sözcüsü Akif Beki’nin Sabah gazetesine müdahale ettiğini ileri sürmüş, medyaya yönelik bir baskı ve yıldırma politikasının acımazsızca uygulandığını savunarak “Dün bir genel yayın yönetmeninin açıklamasından öğrendik ki Başbakan’ın Basın Sözcüsü, Türkiye’nin ikinci büyük gazetesinin hangi manşetle çıkacağına, hangi yazarlarının yazı yazacağına karar verebiliyor. Bu utanç verici bir tablodur. Bir demokrasi skandalıdır. Demokrasi makyajı ile gizlenmek istenen çehre bir kez daha ortaya çıkmıştır. Demokrasi, işinize geldiği sürece kullanıp sonra bir kenara atabileceğiniz bir araç değildir.’’ diye konuştuktan sonra cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin görüşlerini açıklamıştır (Zaman, 23.04.2007):

AKP milletvekillerinden bile kaçırılan bir cumhurbaşkanı seçimi. Bu bir seçim değil, tebligattır. Tek parti dikta rejimlerinde böyle bir uygulama olmamıştır. Böyle bir tablo, ne 23 Nisan ruhuna ne Meclisimizin onuruna ne de millet meclisi iradesinin üstünlüğü anlayışına yakıştırılamaz. Bu yöntemle, 72 milyonluk Türkiye’ye saygın ve onurlu bir cumhurbaşkanı değil, bir aileye kapıkulu seçilir.

Baykal’ın konuşmasını tamamlamasının ardından söz alan Meclis Başkanı Arınç, “Kapıkulu ifadesini hiçbir zaman bir Meclis Başkanı olarak değil Meclisin bir üyesi olarak kabul etmediğimizi, bunun çirkin ve yakışıksız bir ifade olduğunu söylemek istiyorum. TBMM’de anayasal bir görev olarak cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacaktır. Bu milletvekillerimizin bir görevidir ve seçilen kim olursa olsun Meclisimizin onurlu bir milletvekili olarak seçilmiş olacaktır.” sözleriyle tepkisini göstermiştir (Milliyet, 23.04.2007). Milliyet gazetesi doğrudan Muhalefet lideri Baykal’ı suçlamak yerine “TBMM’de gergin dakikalar...” başlığını kullanarak haberi vermiştir.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adaylığına gösterilen yoğun muhalefetin akabinde kulislerde Dışişleri Bakanı ve Adalet ve Kalkınma Partisi Kayseri Milletvekili Abdullah Gül’ün adı dolaşır olmuştur. Buna karşılık CHP Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Sevigen “Ben Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması ile Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olması arasında büyük bir değişiklik olacağını zannetmiyorum. Abdullah Gül, geriye dönüp baktığınız zaman eşine türban giydirip üniversite sınavına sokup tutanak tutturan ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine şikâyet eden Türkiye Cumhuriyeti’nin tek Bakanı.” yorumunda bulunmuştur (Milliyet, 24.04.2007).

Adayın açıklandığı gün yayımlanan yazısında “Geleceğimize damgasını vuracak, 7 yıl tepemizde oturacak kişi belirleniyor. Ve cumhurbaşkanı konusunda ‘cumhur’un zerrece söz hakkı yok. ‘Anayasa’ya göre söz Meclisin’ deniliyor. Gidin sorun bakalım Mecliste kimsenin haberi var mı? Onlar da Erdoğan’ın ağzına bakıyorlar; baklayı ağzından çıkarsın diye... Böyle zavallı bir ‘demokrasicilik’ oyunu...” diyerek süreci eleştiren Can Dündar, yaşanan durumu “Ancak 2. sınıf diktatörlüklerde yaşanacak bir garabet.” olarak tanımlasa da Başbakan’ın hakkını teslim etmektedir (Milliyet, 24.04.2007):

Allah’ı var, Erdoğan da iyi kullandı bu süreci... Kamuoyunu, medyayı, diğer adayları, partisini ve herkesi aylardır ustaca oyalayarak ve adayını son dakikaya saklayarak bir oyalama stratejisi izledi. “Çankaya’ya bakın” diye hepimize tepeyi göstererek diğer sorunları unutturdu. Başta kendi adaylığının sinyallerini vererek, sonra “du bakalım”a geçerek, giderek vazgeçermiş gibi yaparak, muhaliflerini “O olmasın da kim olursa olsun” deme noktasına getirdi. Buna Anadolu’da “Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” derler. “Sıtma”nın adı iki gün içinde açıklanacak. Sonra biz ona “Cumhurbaşkanı” diyeceğiz. Yerseniz!

Hafize Nurgül Durmuş Şenyapar

172 Sayı 37 /Güz 2013

Aylar boyunca her gün bir televizyon dizisi gibi ilgiyle izlenen süreç, açıklamalar ve imalar üzerine yapılan yorumlar, tahminler, iddialar ve bahisler 24 Nisan günü son bulmuştur. Adaylık başvuruları için son gün olan 25 Nisan’dan bir gün önce, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup toplantısında Başbakan, konuşmasını şöyle bağlamıştır: “Değerli arkadaşlar, netice olarak, 11. cumhurbaşkanı adaylığı için yaptığım son değerlendirmeler, bütün bu araştırmalar neticesinde bir ismi ortaya çıkardık. O da, değerli, bugüne kadar beraber bu yolda olduğumuz, bu hareketi beraber kurduğumuz Abdullah Gül kardeşimizdir.”

İşte o an, Meclisteki Grup Salonunda adeta bir alkış tufanı kopmuş, “Türkiye seninle gurur duyuyor” sloganları eşliğinde Adalet ve Kalkınma Partili vekiller, cumhurbaşkanı adaylarını tebrik yarışına girmişlerdir. “Cumhurbaşkanı Abdullah Gül” tezahüratlarının ardından, bu sahneyi kürsüden izleyen fedakâr liderleri Başbakan Erdoğan’ı da unutmayan milletvekilleri “Recep Tayyip Erdoğan” sloganları atarak takdirlerini dile getirmişlerdir. Konuşmasını sürdüren Erdoğan’ın, “Şüphesiz ki nihai karar Yüce Meclisimizin olacaktır. Meclisimizin kararı da milletimizin kararı olacaktır.” sözlerine dinleyiciler, “Kıskananlar çatlasın” sloganlarıyla karşılık vermiştir (Milliyet, 24.04.2007). Başbakan, adayı açıklarken kullandığı “yaptığım son değerlendirmeler” ifadesiyle adayı belirlemede ne kadar etkin olduğunu ortaya bir kez daha koymuştur. Milliyet gazetesi de Erdoğan’ın ‘Böylece bu süreç boyunca eleştiri oklarının üzerime çevrilmiş olmasını faydalı bir durum olarak gördüm’ açıklamasını “Gül’ün adının daha önceden belli olduğu iması” olarak yorumlamıştır. Gazete “Milletvekilleri, Gül’ün adaylığını ayakta alkışladı. Bazı milletvekilleri ise gözyaşlarını tutamadı.” sözleriyle habere coşku ve duygusal öğeler eklemeyi ihmal etmemiştir. “Başbakan Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın, Abdullah Gül’ün eşi Hayrünnisa Gül’ü tebrik etmek için Dışişleri Konutu’na gittiği” bilgisi de haberde aktarılarak eşler arasında da bir tatsızlık olmadığı özellikle vurgulanmıştır. Görüldüğü gibi Milliyet en ciddi siyasi haberlerde dahi az da olsa magazin unsuru bulundurmayı ihmal etmemektedir.

“Abdullah Gül’ün doğum tarihi 29 Ekim’di. Cumhuriyet Bayramı’nda doğan Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığı da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı akşamında kesinleşmişti.” sözleriyle Cumhuriyetimiz için önemli tarihlerin Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül için de ne kadar kritik olduğunu vurgulayarak “kader birliği”ni gösteren ve adayın makama uygunluğunu bu yönüyle tescilleyen Fikret Bila, Gül’ün adaylığının açıklandığı grup toplantısında yaşananları şöyle aktarmıştır (Milliyet, 25.04.2007):

Cumhurbaşkanı adayı belliydi ama Erdoğan resmen açıklamadıkça, kesinlik kazanmış sayılmayacaktı. Erdoğan ise, bir saati bulan konuşmasının son 2-3 dakikasına kadar bir türlü Abdullah Gül’ün adaylığını açıklamadı. … Gül’ün adının açıklanması, hıncahınç dolu salonda bekleyenler için giderek bir Çin işkencesine dönüşmüştü. “Açıkla artık açıkla” serzenişleri arasında, nihayet Erdoğan, “Abdullah Gül” dedi ve salon yeniden ayağa fırlayıp tezahürata başladı. Genç bir milletvekili bir kedi çevikliğiyle herkesten önce Gül’ün üzerine fırlayıp ilk kutlayan oldu...

Abdullah Gül’ün adaylığının açıklanmasından sonra o ana kadar yaşanan sürecin Erdoğan’ın oyun planına uygun ilerlediğini söyleyen Osman Ulagay, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının, Çankaya freni olmaksızın yaşamayı hedeflediği ikinci beş yıl için taşların yerine oturduğunu söylemiştir (Milliyet, 25.04.2007). Ulagay’ın “Çankaya freni” benzetmesi cumhurbaşkanlığının denetim mekanizması ve güçler ayrılığı bakımından önemini vurgulamaktadır.

2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Aday Açıklama Sürecinde Basın Söyleminin İdeolojik İnşası

173 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Görüldüğü gibi bu birkaç aylık dönemde iktidar, izlediği merak temalı siyasal iletişim stratejisini medya aracılığıyla başarıyla uygulamış ve adayın belirlenmesi sürecinde kazandığı zaman ve olumlu puanları Genel Seçimlerde oy hanesine yazdırmıştır.

Sonuç

Türkiye Cumhuriyeti’nin 11. Cumhurbaşkanının seçildiği 2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri sürecinde Türk basını, toplumdaki ideolojik bölünmeye paralel olarak saflara ayrılmış ve mevcut kutuplaşmanın yeniden üretilmesine aracılık etmişlerdir. İslamcı ya da yandaş olarak nitelenen basın ile Kemalist-solcu basın, durum ve olayları kendi ideolojileri çerçevesinde ele alırken yüksek tirajlı merkez medya, siyasi gelişmelere bağlı olarak konumlanmıştır. Bu çalışmada, ele alınan gazetelerin cumhurbaşkanı adayının belirlenmesi sürecinde nasıl bir ideolojik rol üstlendikleri, konumlanışlarına paralel olarak içeriklerini nasıl biçimlendirdikleri ve bu sayede egemenlik ilişkilerine nasıl katkıda bulundukları irdelenmiştir. Gazetelerde yer alan haber ve köşe yazılarında imalarla istenilen anlamlara ulaşılmış; metafor, deyim, ironi ve diğer anlambilimsel öğelerle anlatım güçlendirilerek istenilen fikir okurlara ulaştırılmıştır. Medya söylemine erişim ve denetimde etkin figürlerin söylemleri sıkça verilirken bu kişilerin güçlü konumları da yeniden üretilmiştir. Aynı şekilde siyasi aktörler de konuşmalarında erk sahibi olduklarını, bazen açık bazen örtülü biçimde defalarca yinelemişlerdir. İktidar ve muhalifler birbirlerinin olumsuz yönlerini özellikle vurgulamayı ihmal etmezken yazarlar da karşıt ideolojinin fikir ve eylemlerini olumsuzlama, küçümseme, önemsizleştirme ve değerleştirmede etkin rol oynamışlardır.

İdeolojik mücadelenin aktörleri siyasiler ve medya mensupları olmuş, mevcut güç ilişkilerinin bir yansıması olarak medyada daha çok söz sahibi olan hükümet üyeleri ve parti başkanları ideolojik mücadelenin şekillenmesinde temel belirleyici olmuşlardır. Siyasiler, medyada çok daha fazla boy göstermekle yani medya söylemine erişimle dahi var olan güç ilişkilerindeki imtiyazlı konumlarını pekiştirirken kurdukları cümleler, kullandıkları kelimeler ve üsluplarıyla gücün kendilerinde olduğunu muhataplarına sürekli hatırlatmışlardır. Benzer biçimde köşe yazarları da ideolojik iklimin şekillenmesinde katkıda bulunmuşlar, siyasilerin görüşlerini destekleyen veya çürüten yayınlarıyla süreçte rol almışlardır. Çeşitli güç ve çıkar ilişkilerinin bir sonucu olarak sadece haberlerde değil köşe yazılarında da iktidarların içeriği belirleme, yönlendirme ya da kısıtlama imkanı bulunduğu göz önünde bulundurulursa, bu yazıların ideolojik içeriğinin de iktidar sahiplerinin söylemlerine paralel olması şaşırtıcı değildir. Zira siyaset sahnesindeki çekişme yazıların içeriklerine de yansımış, çatışan görüşler güçleri oranında metinlere aktarılmıştır.

Basın, cumhurbaşkanı adayının kim olacağı merakının toplum genelinde yaratılmasına aracılık etmiştir. Aday olmasına en yüksek ihtimalle bakılan isim olarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın adı zikredilirken, basındaki kalemler Başbakan’ın olası adaylığı üzerine çeşitli tezler öne sürmüşlerdir. İktidar yanlıları Çankaya’nın icraat makamı olmaması sebebiyle Erdoğan’ın partisinin başında kalıp istikrarı sürdürmesi, partisinin dağılmasını önlemesi ve gerekiyorsa ilerleyen dönemde başkanlık ya da yarı-

Hafize Nurgül Durmuş Şenyapar

174 Sayı 37 /Güz 2013

başkanlık sistemini getirmesini savunurken muhalif basın ise Başbakan’ın adayı geç açıklayıp kendisini fedakârlık yapmış gibi göstererek Genel Seçimlerde oy oranını artırma hesabında olduğunu savunmuştur.

Gazetecilerin bazen haber atlatma çabasıyla, bazen her durumdan malzeme çıkarma telaşıyla ve belki de bazen kasıtlı olarak, hemen her ortamda bu konuyu gündeme getirmeleri, siyasetçilerin fazlasıyla işine yaramıştır. Özellikle merkez medya, süreci popülerleştirip magazinleştirerek cumhurbaşkanı adayının kim olacağına yönelik iktidarın yürüttüğü merak stratejisine destek vermiş; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın aday olup Çankaya’ya mı çıkacağı yoksa partisinin başında kalıp iktidarını biraz daha mı uzatacağını anlamak için tüm açıklama, jest ve mimiklerden şifre çözme işine girişmiştir. Adayın geç açıklanmasını iletişim başarısı olarak görenlerin yanında, toplumu gerdiği eleştirisini yöneltenler de olmuştur. İncelenen Milliyet gazetesi bir yandan adayın geç açıklanmasını magazinleştirip sürekli gündemde tutarak stratejinin başarıyla yürütülmesine destek olurken bir yandan da sürecin uzamasının yarattığı ekonomik belirsizlikten tedirgin olarak istikrar vurusuyla uygulanan politikadan hoşnutsuzluğunu dile getirmiştir. Sol basın, bu tavrı milli iradeye saygısızlık olarak niteleyip gerek cumhurbaşkanı adayını belirleyen gerekse bu taktiği iktidara öğütleyenin dış güçler olduğunu iddia etmiştir. Cumhuriyet gazetesi Başbakan Erdoğan’ın aday olmaması yönündeki görüşlere destek verirken Adalet ve Kalkınma Partisi’nden seçilecek herhangi bir adaya da destek vermeyeceğini satırlarına yansıtmıştır. Zaman gazetesi ise Anayasa’da belirtilen şartlara haiz herkes gibi İktidar Partisi adaylarının da cumhurbaşkanı olabileceği, türban ya da siyasi yasaklar gibi mazeretlerin engel sayılamayacağı görüşünü vurgularken özellikle bazı yazarlar iktidar gücünün yitirilmemesi için Erdoğan’ın Başbakan kalması yönünde görüş bildirmişlerdir. İktidar politikalarını ender olarak eleştiren bazı muhafazakâr sağ kalemler dahi adayın geç açıklanmasını eleştirmekten geri durmamışlardır. Tüm bunlara ilaveten yürütmenin başı olmasına karşın bakanlar kurulu ve başbakana nazaran daha az yetkiye sahip Cumhurbaşkanlığı makamı için gerçekleştirilen seçimin bir genel seçim havasında yürütülerek adeta geçilmesi dillendirilen başkanlık sisteminin bir provasının yapılmasının, Türk halkının bu fikre ve sisteme alışmasına yardımcı olacağı tespitinde bulunmak da yanlış olmayacaktır.

Basın aracılığıyla var olan egemenlik ilişkileri bu dönemde yeniden üretilmiş; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 70 milyonluk Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olacak kişiyi tek başına belirleyecek ve açıklayacak kişi olarak konumlanmış; gücü, sembolik seçkinlerce perçinlenmiştir. Halkın ise boyun eğen, kabullenen konumu sürdürülmüştür. Söylem alanındaki mücadele cumhurbaşkanı adayının kim olabileceği ya da olamayacağı üzerinden yürütülürken Adalet ve Kalkınma Partili bir adayın cumhurbaşkanı adayı olması, doğal ve makul olarak sunulmuştur. Tüm bu süreçler, basının siyasi erk sahipleriyle karşılıklı çıkar ilişkisinin bir sonucu olarak gerçekleşmiş ve bu ilişkinin yansıması olarak şekillenen medya söylemi, ideoloji üretiminde temel çizgileri çizmiştir. Gazetelerin temsil ve hizmet ettikleri ideolojileri söylemlerine nasıl yansıttıklarını ortaya koyan bu çalışma, incelenen gazetelerin sahiplik ve yönetim yapılarının, yazar kadrosunun ilerleyen dönemde iktidar ilişkileriyle nasıl yeniden biçimlendiğini ortaya koyan ve bu değişimin sonuçlarını ele alan çalışmalarla geliştirilebilir. Bu sayede Türkiye Cumhuriyeti’nde önemli siyasi gelişmelerde özel olarak basının genel olarak da medyanın nasıl bir dönüşüm ortaya koyduğu saptanabilir.

2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Aday Açıklama Sürecinde Basın Söyleminin İdeolojik İnşası

175 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Kaynaklar

Arcayürek, Cüneyt, (2007). Çankaya Gelenler Gidenler, İstanbul: Detay Yayıncılık, 4.Baskı.

Atabek, Ümit, (2007). “Söylem Çözümlemesi: Başlangıç Düzeyi İçin Öneriler”, Gülseren Şendur Atabek, Ümit Atabek (der.), Medya Metinlerini Çözümlemek: İçerik, Göstergebilim ve Söylem Çözümleme Yöntemleri, Ankara: Siyasal Yayınevi, s. 151-163.

Atay, Falif Rıfkı, (2004). Çankaya, İstanbul: Pozitif Yayıncılık.

Baştürk Akça, Emel, (2004).“3 Kasım 2002 Seçimleri ve ABD: ‘Sağ’ ve ‘Sol’ Basında ABD’ye İlişkin Olumsuz Yargılar”, Selçuk İletişim, Cilt: 3, Sayı:3, 2004, s.21-34, http://www.iletisim.selcuk.edu.tr/dergi/gs/2004_cilt3s3.pdf, Erişim Tarihi: 13.04.2012.

Çağan, Cevdet, (2003). “27 Mart 1994 Yerel Seçimlerinde Basının Gündemi, Tutumu ve Refah Partisi Örneği”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi.

Demir, Salih, (2003). “Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı Seçimleri”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sakarya: Sakarya Üniversitesi.

Devran, Yusuf, (2010). Haber Söylem İdeoloji, İstanbul: Başlık Yayın Grubu.

Durmuş, H. Nurgül, (2012). “2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Bağlamında Türkiye’de Rejim Tartışmalarının Basında İdeolojik İnşası”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi.

Dursun, Çiler, (2004).“Televizyon Haberlerinde Siyasal İslamcı Partinin Temsili: 1999 Seçimlerinde Fazilet Partisi”, Selçuk İletişim, Cilt: 3, Sayı:3, s.5-20, http://www.iletisim.selcuk.edu.tr/dergi/gs/2004_cilt3s3.pdf, Erişim Tarihi: 13.04.2012.

Dursun, Onur, (2009).“Basında İdeolojinin Oluşumu ve Haber Üretim Sürecine Etkisi - Örnek Olay: Danıştay’ın Türban Kararı ve Danıştay Saldırısı”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi.

Emre Kaya, Ayşe Elif, (2009).“Demokrat Parti Politikalarının Cumhuriyet Gazetesinde Ele Alınış Biçimleri-1950-1960”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara: Ankara Üniversitesi.

Ercan, Zeynep, (2009).“Yazılı basında 2007 Cumhurbaşkanlığı seçim süreci: Cumhuriyet, Zaman ve Hürriyet gazetelerinin içerik analizi- Nisan- Mayıs- Haziran- Temmuz- Ağustos 2007”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Yeditepe Üniversitesi.

Fairclough, Norman, Wodak, Ruth, (2004). “Critical Discourse Analysis”, Teun A. van Dijk (ed.), Discourse as Social Interaction, London, Newburry Park and New Delhi: Sage, s. 258-284.

Habertürk, (2009). “AK Parti mi, AKP mi?”, 05 Haziran 2009, http://www.haberturk.com/polemik/haber/151231-ak-parti-mi-akp-mi, Erişim Tarihi: 13.07.2011.

Hardt, Hanno, (2005). “‘Eleştirel’in Geri Dönüşü ve Radikal Muhalefetin Meydan Okuyuşu: Eleştirel Teori, Kültürel Çalışmalar ve Amerikan Kitle İletişimi Araştırması”, “Kültür, Medya ve ‘İdeolojik Etki’”, Mehmet Küçük (der.-çev), Medya, İktidar, İdeoloji, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları, 3.Basım, s.15-72.

Hafize Nurgül Durmuş Şenyapar

176 Sayı 37 /Güz 2013

Herman, Edward S., (2004). Medyada İkiyüzlülük: Propaganda Çağında Haberleri Deşifre Etmek, Nur Nirven (çev.), İstanbul: Chiviyazıları.

Işık, Metin, (1988). “Basının Kamuoyu Oluşturma Fonksiyonu: (Bir Örnek Olay Olarak 24 Aralık 1995 Genel Seçimleri Sonrasında ANAP-RP Koalisyon...)”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi.

İnceoğlu, Yasemin G., Çomak, Nebahat A., (2009). Metin Çözümlemeleri, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Kete, Nazmiye, (2009).“Türk Yazılı Basınında Yoksulluk Söylemi: Yeni Kapitalizme Eleştirel Bir Bakış”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İzmir: Ege Üniversitesi.

Kürne, Halis, (2008). “Türkiye’de Medya Siyaset İlişkileri - 3 Kasım 2002 ve 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri Öncesinde Medyanın AKP’ye Yaklaşımının Karşılaştırılması Üzerine Teorik ve Uygulamalı Bir Çalışma”, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Kayseri: Erciyes Üniversitesi.

Lassen, Inger, (2006). “Preface”, Inger Lassen, Jeanne Strunck, Torben Vestergaard (edts), Mediating Ideology in Text and Image: Ten Critical Studies, Philadelphia: John Benjamins Publishing Company, s. vıı-xıı.

Lemert, James B (et al), (1991). News Verdicts, the Debates, and Presidential Campaigns, New York: Praeger.

Marx, Karl, Engels, Friedrich, (2003), Alman İdeolojisi, Eriş Yayınları.

Muzbeg, Esin, (2003). “Televizyon Haberlerinde Yönlendirme Yugoslavya Cumhurbaşkanlığı Seçimleri”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi.

Oskay, Ünsal, (2003). “Önsöz”, Barış Çoban, Zeynep Özarslan (haz.) Söylem ve İdeoloji, İstanbul: Su Yayınları, 2003, s.9-11.

Önder, Özge, (2008).“12 Mart’ın Basına Etkisi - Milliyet–Cumhuriyet Örneği”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi.

Özdemir, Hikmet, (2007). Atatürk’ten Günümüze Cumhurbaşkanı Seçimleri, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Özmen, Kürşat, (2009)“Demokratikleşme Açısından Gazetelerin Yeni Anayasa Çalışmalarına Yaklaşımı”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi.

Scholle, David J., (2005).“Eleştirel Çalışmalar: İdeoloji Teorisinden İktidar/Bilgiye”, Mehmet Küçük (der.-çev), Medya, İktidar, İdeoloji, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları, 3.Basım, s.255-293.

Sevinç, Murat, (2002). “Güncel Gelişmelerin Işığında, 1982 Anayasasına Göre Cumhurbaşkanı”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 57-2, s.109-137, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/466/5333.pdf, Erişim Tarihi: 21.05.2009.

2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Aday Açıklama Sürecinde Basın Söyleminin İdeolojik İnşası

177 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Şeker, Tülay Bektaş, (2004). “Türk Basınında Objektiflik: Fazilet Partisi’nin Kapatılması Örneği” Selçuk İletişim, Cilt: 3, Sayı:3, s.35-47 http://www.iletisim.selcuk.edu.tr/dergi/gs/2004_cilt3s3.pdf, Erişim Tarihi: 13.04.2012.

Şimşek, Mehtap, (2007)“27 Mayıs Darbesine Giden Süreçte Basın-İktidar İlişkisi”,Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Diyarbakır: Dicle Üniversitesi.

Tanyol, Cahit, (2007). Çankaya Dramı, İstanbul: Altın Kitaplar.

van Dijk, Teun A., (2003a). “Critical Discourse Analysis”, Deborah Schiffrin, Deborah Tannen and Heidi E. Hamilton (eds), The Handbook of Discourse Analysis, USA: Blackwell Publishing, s.352-371, http://www.discourses.org/OldArticles/Critical%20discourse%20analysis.pdf, Erişim Tarihi: 24.02.2012.

van Dijk, Teun A., (2003b). “Söylem ve İdeoloji: Çokalanlı Bir Yaklaşım”, Barış Çoban, Zeynep Özarslan (haz.), Söylem ve İdeoloji, İstanbul: Su Yayınları, s.13-112.

van Dijk, Teun A., (2005). “Söylemin Yapıları ve İktidarın Yapıları”, Mehmet Küçük (der.-çev), Medya, İktidar, İdeoloji, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları, 3.Basım, s.315-375.

Wang, Wei, (2006).“Chapter 4: Critical Discourse Analysis, Intertextuality and the Present Study”, http://ses.library.usyd.edu.au/bitstream/2123/1701/5/05chapter4.pdf, Erişim Tarihi: 02.03.2012.

Wodak, Ruth, Meyer, Michael, (2009). “Critical Discourse Analysis: History, Agenda, Theory and Methodology”, Ruth Wodak and Michael Meyer (eds), Methods of Critical Discourse Analysis, London, Newburry Park and New Delhi: Sage, s.1-33.

Kaynak Haber ve Köşe Yazıları8

“AKP oyları yetmez”, Cumhuriyet, 26 Aralık 2006.

“Arınç: ‘184’le toplantıyı açarım’” , Milliyet, 28 Aralık 2006.

Heper, Doğan; “Erdoğan Çankaya’ya çıkamaz”, Milliyet, 28 Aralık 2006.

“Erdoğan’dan gazetecilere börekçide önemli açıklamalar”, Milliyet, 04 Ocak 2007.

Selçuk, İlhan; “Beyaz Saray’dan Çankaya Ataması..”, Cumhuriyet, 13 Ocak 2007.

“Çankaya sinyali mi?”, Milliyet, 21 Ocak 2007.

“Erdoğan’dan Köşk şifreleri...”, Milliyet, 02 Şubat 2007.

“Erdoğan: Halkımız ne derse o” , Milliyet, 10 Şubat 2007.

Soner, Şükran; “İkisi de Aday”, Cumhuriyet, 13 Şubat 2007.

Balbay, Mustafa; “Yeni Seçim Sloganı: ‘Para ve Erzak!’”, Cumhuriyet, 16 Şubat 2007.

8 Metin içinde takip edilmesini kolaylaştırabilmek amacıyla haber ve yazılar alfabetik olarak değil kronolojik olarak sıralanmıştır.

Hafize Nurgül Durmuş Şenyapar

178 Sayı 37 /Güz 2013

“‘Tasarının ABD’yle ilişkileri etkilemesinden endişeliyim’”, Milliyet, 18 Şubat 2007.

“Patronlar bahse girdi: Erdoğan aday olur mu?”, Milliyet, 01 Mart 2007.

Güreli, Nail; “AKP’nin değirmenine su taşıyanlar”, Milliyet, 07 Mart 2007.

Ünal, Mustafa; “Papatya falı”, Zaman, 07 Mart 2007.

Heper, Doğan; “Kim Çankaya’ya çıkamaz?”, Milliyet, 08 Mart 2007.

“Köşk konusunda sürpriz olabilir”, Zaman, 11 Mart 2007

Balbay, Mustafa; “Senaryo Enflasyonu...”, Cumhuriyet, 15 Mart 2007.

Bila, Fikret; “Erdoğan ve diğer 4 aday”, Milliyet, 16 Mart 2007.

Altan, Çetin; “Hem övünme hem dövünme”, Milliyet, 18 Mart 2007.

“Başbakan Erdoğan’dan bel fıtığı esprisi”, Milliyet, 20 Mart 2007.

Birand, Mehmet Ali; “Erdoğan, kim bilir ne çok eğleniyordur…”, Milliyet, 20 Mart 2007.

“Erdoğan’dan Köşk dileği: İnşallah”, Milliyet, 21 Mart 2007.

“‘367 tezi’ tutmayınca ‘şiir cezası’ gündeme getirildi”, Zaman, 22 Mart 2007.

Hazar, Nedim; “Orkestra”, Zaman, 24 Mart 2007.

“Büyükanıt’ın “Cumhurbaşkanım” sözleri Erdoğan’ı güldürdü”, Milliyet, 04 Nisan 2007.

Bila, Fikret; “Erdoğan’ın adaylık bilmecesi”, Milliyet, 05 Nisan 2007.

“Ula uşağum, Köşk emeklilik yeri midur?”, Milliyet, 09 Nisan 2007.

“Büyükanıt gibi Erkan Mumcu’nun da dili sürçtü”, Milliyet, 10 Nisan 2007.

Güçlü, Abbas; “Çankaya Toto”, Milliyet, 13 Nisan 2007.

Alpay, Şahin; “Erdoğan başbakan kalmalı”, Zaman, 17 Nisan 2007.

Civaoğlu, Güneri; “Sel ve kum”, Milliyet, 17 Nisan 2007.

Dündar, Can; “Gündüz insan, gece kurt”, Milliyet, 19 Nisan 2007.

“Arınç: Her şey çok belli, bu sözlerime dikkat edin”, Milliyet, 20 Nisan 2007.

“Erdoğan piknikçilerle birlikte çay içti”, Zaman, 20 Nisan 2007

“Çocuklar da sordu”, Milliyet, 21 Nisan 2007

Kamış, Mehmet “Cumhurbaşkanının yetkileri”, Zaman, 21 Nisan 2007.

“70 milyon merak ediyor, sadece 3 kişi biliyor”, Milliyet, 22 Nisan 2007.

2007 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Aday Açıklama Sürecinde Basın Söyleminin İdeolojik İnşası

179 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

“Arınç: Meclisimiz özgür iradesini sonuna kadar kullanmıştır...”, Milliyet, 23 Nisan 2007.

Alkan; A. Turan; “İki tavşan; hiç tavşan”, Zaman, 23 Nisan 2007.

“Baykal ‘özel oturumu’ gerdi”, Zaman, 23 Nisan 2007.

“TBMM’de gergin dakikalar...”, Milliyet, 23 Nisan 2007.

Soysal, Mümtaz; “Çocuk Oyunları”, Cumhuriyet, 23 Nisan 2007.

“CHP’de 367 hazırlığı...”, Milliyet, 24 Nisan 2007.

“Erdoğan grup toplantısında Gül’ün ismini açıkladı”, Milliyet, 24 Nisan 2007.

Dündar, Can; “Sıtmaya razı olmak!”, Milliyet, 24 Nisan 2007.

Bila, Fikret; “Gül’ün adaylığı 12 saat önce kesinleşti”, Milliyet, 25 Nisan 2007.

Ulagay, Osman; “AKP ile oyunun 2. perdesi için sahne hazır”, Milliyet, 25 Nisan 2007.

Hafize Nurgül Durmuş Şenyapar

Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi

Copyright - 2013 Bütün Hakları SaklıdırE-ISSN: 2147-4524

İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 37 / Güz 2013

The Effects of Gravitation on the Inter-Media Agenda-Setting Central Process: The Case of the Murder of Hrant DinkKitle İletişim Arçları Arası Gündem Belirlemenin Merkezi Çekim Etkisi: Örnek Olay Hrant Dink’in Öldürülmesi.

Cem YAŞIN, Doç. Dr., Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü, E-posta: [email protected]

Öz

İlk düzey gündem belirleme araştırmaları, kitle iletişim araçlarından kamu gündemine konuların dikkat çekiciliğinin transferi ile ilgilenmiş iken, ikinci düzey gündem belirleme araştırmaları haberde niteliklere yapılan vurgu ve kamu gündemi üzerine etkileri ile ilgilenmektedirler. Bu araştırmalardan bazıları kitle iletişim araçlarının gündemine yönelmişlerdir. Kitle iletişim araçlarının birbirleri üzerinde etkileri hem birinci hem de ikinci düzey kitle iletişim araçları arası gündem belirleme araştırmaları içinde incelenmiştir. Bu araştırmalarda, genellikle farklı tür kitle iletişim araçlarının birbirleri üzerine etkisini incelemiştir. Sistematik teorik bir modelin boşluğu araştırmacıların farklı eğilimleri ve araştırma amaçlarındaki farklılıktan kaynaklanagelmiştir. Kitle iletişim araçları arasındaki gündem belirleme araştırmaları içinde bir diğer boş bırakılmış alan da farklı ideoloji ve siyasi kimliklere sahip gazetelerin birbirleri üzerine gündem belirleme etkisidir. Bu araştırmanın amacı, farklı bakış açılarına sahip gazetelerin arasında kitle iletişim araçları arası gündem belirleme sürecinin incelenmesidir. Araştırma tasarımı, ana damar gazetelerin diğer gazeteler üzerinde merkezi çekim etkisini test etmek için tasarlanmıştır. Örnek olay olarak Hrant Dink Cinayeti seçilmiştir.

Abstract

While the first level agenda setting researches focus on the transfer of issue salience from the media to public agenda, second level agenda setting researches interest in the attributes emphasized in the news and their affect on the public agenda. Some of these researches tends to analysis the media agenda. Influences of the news media on each other are studied by the inter-media agenda setting researches at at both the first and second levels. The same researches examine also the effects of different types of media on each other. However there is the problem of lack of a systematic theoretical model. This is caused by the differentiation in the aims of researchers and in their research objects. The other problem in the inter-media agenda setting researches is that there is no research on the agenda setting effects of the newspapers which have different ideological and political identities. This research aims to scrutinize the inter-media agenda-setting effects among various newspapers that have got different points of view. The research is designed to test the central gravitation effects of the mainstream news papers. Here the Murder of Hrant Dink is selected as a case study.

Anahtar Kelimeler:

Kitle İletişim Araçları Arası Gündem Belirleme, Niteliksel Gündem Belirleme, İkinci Düzey Gündem Belirleme, Hrant Dink.

Keywords:

Inter-Media Agenda Setting, Attribute Agenda Setting, Secon Level Agenda Setting, Hrant Dink.

181 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Introduction

This research study investigates how mass media tools influence each other in the process of agenda setting through the analysis of daily newspapers in Turkey. Within the context of the inter-media agenda-setting research, it investigates how the agenda of mass media comprise a central trend, their positioning in terms of news topics that set the agenda, and the functions of grouped news press agencies in the process. How mass media channels influence each other in the process of agenda setting, which is the subject of this research, is investigated through a sample case.

The study was prepared considering the structural characteristics of the press in Turkey and the sample case was selected in this context. This sample case was selected as the murder of Hrant Dink. The decisive factor in the selection of the case was that the event was a catalyst for the ideological stances of the press. From this aspect, it has the capacity to reveal the structural features of the press in Turkey. The reason for the selection of the murder of Hrant Dink is to establish good example to reveal the influence of ideological stances on topic preference and emphasis points on the topics.

The topic is discussed in two dimensions. The first is composed of the topics on the axes of conflict and the second dimension is the level of emphasis on these topics. The criteria that comprise the first dimension are the attention placed on agenda topics by the newspapers according to their ideological structures. Attention is realized through the association of abstract categories that the public attention is focused on with concrete events that the news stories cover. The emphasis that comprises the second dimension refers to the density of a topic in the mass media that would make other topics secondary. The coverage of the murder of Hrant Dink, which was selected as the sample case, is discussed within the axis of conflict through different positioning of the topics and in the dimension of emphasis on the topic.

The struggle between press agencies with different ideological stances is carried out on two basic axes. The first of these is the emphasis on which subject is more important. The second is the identification of qualifications in the narrative related to the topic, which are high on the agenda of the hierarchy of items. The importance of this struggle in the mass media is the formation of public opinion, the production of information about the world that we live in, the shaping of individuals’ world visions, and the world image in their minds.

American humor writer Will Rogers stated “All I know is just what I read in the newspapers.” (McCombs, 2005: 1). There is humorous emphasis in this statement on the function of mass media to determine what we know. Lippmann defines the mental representation of information that sets the world image in our minds through the mass media as a “pseudo-environment” (Lippmann, 1949).

A large part of the mass media research has focused on the effects of mass media on our cognitive structures. According to McQuail (1987: 51; cited by: King, 1994: 26) “are engaged in the production and reproduction and distribution of ‘knowledge’, which is used as meaningful reference by people to make sense of experience, shape

Cem Yaşın

182 Sayı 37 /Güz 2013

perceptions of it, and contribute to the store of knowledge of the past and the continuity of current understanding.” According to Takeshita “The question of how the media mediate between the external objective reality and our social reality (our belief or what the world is like) has been one of the most fundamental themes in mass communication research.” (Takeshita, 1997:15). This direct relationship between the content of mass media and human thought was shaken by the findings from studies on the effect of propaganda within the communication studies from the 1930s to the 1950s; limited effect theories in communication theories were developed. An agreement about the concept that human thought cannot be determined directly by the mass media was reached. This opinion, through the expression in Cohen’s book “The Press and Foreign Policy”, has accepted in agenda setting studies and research after this date. According to Cohen (1963: 13) “the press is significantly more than a purveyor of information and opinion. It may not be successful much of the time in telling people what to think, but it is stunningly successful in telling its readers what to think about.” This evaluation turned the focus of the research from the characteristics of mass media content to the issues. The study of what has been thought about has been the basic research area of the “agenda setting theories”.

Agenda Setting Theory and Research

According to the definition agenda-setting theories of Bichard, “Agenda setting research investigates the transfer of issue salience from one agenda to another.” (Bichard, 2001: 9). According to Dearing and Rogers, “The agenda-setting process is composed of the media agenda, the public agenda, and the policy agenda, and the interrelationships among these three elements” (Dearing and Roger, 1996: 5).

Agenda setting research examines the correlation between these three agendas. The first study that gave its name to the theory was McCombs and Shaw’s research related to the 1972 United States presidential elections (The Chapel Hill Study). This research, in fact, shaped the method of first-level agenda setting research. The research design is based upon the measurement of public agenda and the agendas of mass media (media agenda), and the identification of the relationship between the two agendas.

The pervasion of agenda setting research changed the topics of research with different design formats and different interdisciplinary research.

Second-Level Agenda-Setting Theory and Research

The second-level agenda-setting approach is a theoretical transformation to determine how to consider Cohen’s (1963) expression, “it is stunningly successful in telling its readers what to think about”. It shifted the research design attention focusing only on topics (issue salience) to the attributes of topics (attribute salience). According to Lee (2005: 15) “attributes are certain features of objects or issues. Second level agenda setting suggested that certain attributes depicted in the media message were accentuated over other elements, and in turn, the attributes depicted in the media influence the public’s perception on those issues”.

The Effects of Gravitation on the Inter-Media Agenda-Setting Central Process: The Case of the Murder of Hrant Dink

183 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

“The first level of agenda setting deals with the transfer of object salience from the media to the public agenda, whereas the second level of agenda setting involves two major hypotheses about attribute salience:

1. The way an issue or other object is covered in the media (the attributes emphasized in the news) affects the way the public thinks about that object.

2. The way an issue or other object is covered in the media (the attributes emphasized in the news) affects the salience of that object on the public agenda” (Ghanem, 1997: 4).

Second-Level Agenda Setting, Framing of the Story, and Priming Research

Even though the agenda setting researchers do not concur, there is a close relationship between second-level agenda setting research and research on framing and priming. Tankard, Hendrickson, Silberman, Bliss, and Ghanem (1991, 3; cited by: Weaver, 2006: 143) have described ‘’media frame the central organizing idea for news content that supplies a context and suggests what the issue is through the use of selection, emphasis, exclusion, and elaboration.’’ According to Entman, “Framing essentially involves the selection and salience. To affect how a frame is to select some aspects of reality and make them more salient in a Queen-size bed-text, in such a way as to promote a particular problem definition, causal interpretation, moral evaluation, and/or treatment recommendation for the item described.” (Entman, 1993, 52; cited by: Weaver, 2006: 147) The priming research focuses on the effects of the qualifications. The cognitive priming concept was used in Iyengar and Kinder’s (1987) exploration of the impact of television news content. In this study, television news content was identified to determine not only the weight of the issues, but also the criteria on how political leaders were evaluated.

The connection between the cognitive structure and the frame brings the concept of “schema” to the fore. Schema is a cognitive structure organizing individuals’ thoughts.

This cognitive structure according to McLeod, Sun, Chi, and Pan (1990) reduces complicated information into a manageable number of frames, and they refer to frames as the architecture of cognition. According to Graber (1988), people use schematic thinking to handle information. They extract only those limited amounts of information from news stories that they consider important for incorporation into their schemata (Ghanem, 1997: 8).

Framing the news includes the identification of what is excluded and what is included, as well as the creation of the context from the relationship of elements within the frame. According to Ghanem (1997: 10), news framing can be examined in four basic dimensions, including:

• The topic of a news item (what is included in the frame).• Presentation (size and placement).• Cognitive attributes (details of what is included in the frame).• Affective attributes (tone of the picture).

According to D’Angelo (2002: 873) there are four goals of news framing research. “These goals are (a) to identify thematic units called frames, (b) to investigate the antecedent conditions that produce frames, (c) to examine how news frame is active,

Cem Yaşın

184 Sayı 37 /Güz 2013

and interacts with, an individual’s prior knowledge to affect interpretations, recall of information, decision making, and evaluation, and (d) to examine how news frames shape social-level processes such as public opinion and policy issue debates.”

Second-level agenda-setting research defines the quality of the topic at the top of the agenda hierarchy through the emphasis placed on the characteristics of the topic. Most research examines whether prominent qualities are negative, neutral, positive, or negative. Framing research dwells on how the elements were built in a biased story. The priming research investigates how the thought structures of the audience are affected by changing the incident or topics that constitute the subject of the story.

At the intersection of the three research approaches, which are agenda setting, framing, and priming, how the viewer’s cognitive structure is affected by the issues that draw public opinion is examined. This cognitive structure is the basic element that comprises identity, and identity perception is part of the schema about the world in people’s mind. According to Kahneman and Tversky (1984), framing selects and emphasizes some part of the truth and disregards the rest.

The framing of the news includes the identification of what is included and what is excluded as well as the creation of the context from the relationship of the elements within the frame. The context is the ideological grounds that the story based on. The manner in which the context related to the agenda items in the mass media is formed has added another research field to the agenda-setting research. This is the study of the relationship between different mass media channels in relation to the agenda.

Inter-Media Agenda Setting

The basic design of agenda-setting research consists of collecting survey data for the public agenda, applying content analysis to television or newspaper stories selected as an example of the media, and testing to discover the correlation between data from two different sources.

In Palmgreen and Clarke’s (1991) study conducted in 1973 in Toledo, the relationship between the national and local issues and the national and local print and broadcasting agencies was examined. “Protess and McCombs (1991) found elite newspapers to have an inter-media agenda-setting effect on the news agendas of local newspapers and television news programs.” (Golan, 2006: 326) Reese and Danielian’s (1989) research analyzing the television and newspapers’ coverage of the drug issue investigated the agenda-setting effect among mass media channels. “Reese and Danielian (1989) identified the New York Times’ agenda setting role by illustrating that the NYTs coverage on the drug issue was followed by the Washington Post and the Los Angeles Times. Some television networks also followed the NYT issues.”(Lee, 2005: 13).

Similar studies have been repeated in agenda-setting research conducted during the American election cycle. Roberts and McCombs (1994) studied the repetition of political advertisements in newspapers and on television. In the 1990 Texas gubernatorial

The Effects of Gravitation on the Inter-Media Agenda-Setting Central Process: The Case of the Murder of Hrant Dink

185 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

election, an agenda-setting effect was found on television and in the local press. Breen (1997) examined the effects of one mass communication tool over the others. Among the findings of the study, news story triggered other news.

Lopez et al. (1998) studied the impact of television and newspapers on agenda setting in the general elections in Spain. Another area of research within the study of inter-media agenda setting is the relationship between new information technologies and the traditional media in the agenda setting process. For example, Brubaker’s PhD dissertation on testing the classical agenda setting theory on new mass media tools falls in this category. This study combined Brubaker’s agenda-setting study with “the studies of uses and gratifications”. A similar study is Ku’s (2002) PhD dissertation that investigated the agenda-setting effect of traditional media and the Internet on the 2000 American presidential election.

In second-level agenda-setting research, elements related to the attributes and the discussion format of the topic comes to the fore. Second level research has investigated news attributes, the attention that is loaded onto the story characteristics, and how the political leaders and candidates were represented. However, the positioning of newspapers, their topic preferences, and which qualities of topics were made appealing has remained an unchartered area.

Although inter-media agenda setting spans different areas, research related to how mass communication channels with different ideological stances affect each other remains a neglected area. Different emphasis made on the attributes at the end of the research involves a type of ideological struggle. Yet this struggle is made on the basis of topical level attitudes rather than general identities.

At the top of the basic assumptions of this research is that there is a relationship between the ideological stances and the agenda hierarchy. Two groups of newspapers are grouped primarily based on the attributes of the topic and the elements that were brought to the fore or the attention that has been attached to it. As described in the above section, it is expected to observe a difference between the two groups on the first day the topic was presented. The first hypothesis to be tested was formulated in the following way: Groups’ emphases on the topic are different on the first day of publication.

It is expected to observe a change in the attention placed on the topic by the group that is positioned most distant to the topic at the top of the hierarchy in the first day’s agenda because of the central gravity effect. Therefore, it is assumed that a difference between the two groups would disappear on the second day, in which the two groups were different in their discussion of the topic on the first day. Because of this, the second hypothesis is formulated as such: On the second day that the topic was published, the difference between groups in placing emphasis on the topic has been eliminated.

Another assumption of the study is that the press agencies that are distant to the topic at the top of the agenda hierarchy because of their ideological stances had to change the emphasis placed on the subject due to the appeal placed on the topic. However, the difference between two groups in their emphasis on the topic on the first day and the

Cem Yaşın

186 Sayı 37 /Güz 2013

disappearance of the difference on the second day does not imply that the group that was distant to the topic changed their approach to the topic. The third hypothesis was built to test it: There is a difference in the second group’s emphasis between the first and second days.

The research was designed for the hypotheses to be tested in the three steps.

Method

Data was collected with the content analysis technique in the examination of the selected case study. The population identified for the study was the daily national newspapers. In the stratified sample selected to collect data, editions of the newspapers published on the day of the event and the subsequent day were selected. The first group of newspapers included: Posta, Milliyet, Sabah, Bir Gün, Yeni Þafak, Radikal, and Takvim; the second group of newspapers included: Milli Gazete, Ortadoğu, Türkiye, Gözcü, Cumhuriyet, Vakit, Zaman, and Yeni Çağ.

For the first level, physical units, which define the appeal of the topic and determine the placement of the topic in the agenda hierarchy, were used, and for the second level, syntactic units such as headline, subheading, and spot for the detection of attention directed to the qualities were used. Importance given to the topic by the newspapers on the first day that the topic was brought to the agenda was used to define political identities and ideological stances. Seven newspapers were evaluated from each of the two groups that were classified, based on their emphasis of the topic.

The central gravitation effect of the news agenda is a concept that explains the obligation of the newspapers to place reluctant emphasis on the topics that they stand distant to because of their ideological stances. The research was designed in three stages. The first stage tested whether there is a statistically meaningful difference between the emphases of newspapers that were separated into two groups according to their stance on the topic. The two variables in the first hypothesis formulated to address this issue are the newspaper categories classified according to their discussion of the topic and the weight of the percentage of page devoted to the topic on the front pages of the newspapers. Independent samples t-test was selected to test the two groups related to the murder of Dink. A probability level of P = 0.05 was selected as the confidence interval.

For this test, the members of two groups must be different; therefore the two groups were completely classified to exclude each other. If there was a difference between the two groups’ emphasis on the issue on the first day, this difference is assumed to disappear in the second day due to the “central gravitation effect of the news agenda”. For this reason, even though the newspapers in the first group would not prefer to give the same level of emphasis, they increased their level of emphasis due to the “central gravitation effect of the news agenda” and their difference from the other group would disappear. In order to identify whether the difference disappeared or not, the second hypothesis was formulated.

The Effects of Gravitation on the Inter-Media Agenda-Setting Central Process: The Case of the Murder of Hrant Dink

187 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

The expectation for the second day is disappearance of the difference. For this reason, an independent two-sample t-test was designed again for the second day values. A P value of 0.05 was selected for the confidence interval of this test, as well. The independent two-sample t-test was selected with the adoption of the same confidence interval for the third hypothesis, also.

Research Findings

In the murder of Hrant Dink, the first day reporting of the news by daily newspapers was examined in this study by separating the main groups into two. The discussion styles of the topic were used to determine the classification of the groups. The discussion style of the topic was measured with three elements:

• The subject locations

• Topic context or background events

• Description of the event quality

In the first group, newspapers that acknowledge the identity of Hrant Dink, interpret the murder as an attack towards partitioning the citizens, and report the news in a more emphasized fashion in comparison to other news was present. Newspapers in the second group can be grouped in two subgroups. The first consists of newspapers that left little space to the incident and normalize the event by presenting the incident as a murder story, and the other group consists of newspapers that explain the murder with the purpose behind it and propose that the murder was committed with a purpose beyond the rendered image. Although the stances and somewhat affiliated political identities of the newspapers are different, the similarities in their attitudes toward this incident place them in the same category. The newspapers’ reporting styles of the incident is evaluated below.

The First Group of Newspapers

Posta: The report of the incident that occurred was based on Hrant Dink. The use of “We have been shot” as the headline demonstrates that a common identity with the person who was killed was developed in the discourse. The titles of the two columnists on the front page strengthen the presentation of a common identity and identification. These are the pieces of Mehmet Ali Birand, “Enemies of Turks Killed Hrant”, and Rauf Tamer, “They Killed Us”. Additional information regarding the identity of Dink was provided, including the fact that he was raised in an orphanage and that he was in love. This also reinforces the positive identity that was portrayed of Dink. The rhetoric expressing facts such as the separation of his mother and father and being displaced on the street with three brothers facilitate the familiarization of Dink with the reader by making him a common man of the people. The construction of a positive identity was created through adjectives within the page, such as an “advocate of free thinking”. Posta newspaper devoted its

Cem Yaşın

188 Sayı 37 /Güz 2013

entire front page to this news story on January 20, 2007.

Milliyet: The headline, “Hrant Dink is Turkey” defines the unity in the upper identity, while the upper heading of “Bullet to Democracy, Fraternity, and Peace” describes a positive function of Dink in this unity. The news story is provided in the subheading where the expression, “Leading Name of Turkish Armenians”, is used to describe Dink. This expression constitutes a common subject with the headline and the banner. The construction of the positive identity is reinforced through the use of expression “Let Our Way Be Serenity and Peace” under the picture of Dink’s body lying in the street. On the bottom right of the page, under the title “Thousands of People Took to the Street”, appeared a photo taken during the protest marches of the incident. With the words, “We are all Hrant Dink”, in this photograph, the construction of a common identity and familiarization in the discourse continued to produce a positive identity.

Sabah: With the expression, “Armenian Journalist Known with His Consciousness” in the subheading, two types of Armenian models were created. In this expression, Armenians who work against Turkey are placed in contrast to Armenians with a conscious and common identity is defined through being on the same side of this bilateral contrast. The title the “Biggest Treason” also refers to “one of us” as the murderer. It is concluded that the incident serves the purpose of the other side or Armenians working against Turkey.

Bir Gün: The news of the murder was presented with the headline, “They Shot Our Brother”. Emphasis on the word brother demonstrates both a common space between identities and also differences in identity. The headline, “Don’t Be Silent, Scream, People Are Brothers” in the news about those who protested the incident at the bottom of the front page strengthens this presentation. Bir Gün newspaper also devoted its entire front page to this news on January 20, 2007.

Yeni Safak: The headline, “They Killed Our Hrant” includes a double structure of both an identity similarity and identity diversity. The headline, “An Armenian Son of Turkey” in the subheading strengthens this structure. The expression, “Those Bullets Were Fired to Turkey” reinforces identity. The presentation included more of a “different but from us” style of content. Positive identity expressions such as, “One of Turkey’s leading intellectuals” are also present. The “We Are All Hrant” sign that was carried by those who protested the incident is seen at the bottom of the front page. Yeni Þafak newspaper also devoted its entire front page to the murder of Dink on January 20, 2007.

Radikal: The headline, “Hrant Dink, the Target of Racists, was Slaughtered with Three Bullets” in the banner directly describes the negative identity within the incident. Through the expression, “Those who attacked and pointed fingers to Dink while he was suffering in court because of his ideas achieved their desires”, the incident is placed in a certain context. The incident is attached to racism and nationalist rhetoric related to sub-identities. Related news, reporting that 8 thousand people attended the protest march is presented with the headline, “We Are All Hrant”. The entire front page of the newspaper on January 20, 2007 was devoted to this subject.

Takvim: The foundation for a shared subject is provided by using the term “Turkish

The Effects of Gravitation on the Inter-Media Agenda-Setting Central Process: The Case of the Murder of Hrant Dink

189 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Armenian” in the banner. With the expression, “They Shot the Dove” in the headline, a double meaning structure that both evokes peace and a sense of fragility is presented. The concept of the dove is associated with the final writing of Dink. The spot here expresses the dove’s emotionally anxious soul; the message of this act as not being a style of behavior for people living in the country is provided with the statement, “the people of my country don’t harm doves”, and was attached to the expression, “Condolences to all Turkey”. In this way, Dink is embodied as a positive identity in the rhetoric through his association with Turkey.

The Second Group of Newspapers

Milli Gazete: The incident is presented with the headline, “Forces of Evil that Want to Terrorize Our Country at Work”. In the headline, instead of what the incident is, the purpose and enemies with the purpose are described. Relationship between the event and the headline is established in the banner. The phrase, “Hrant Dink Was Murdered” was used in the banner. Event detail is provided on page 11, while there was a section on the front page that can be described only as a spot. There are three types of information that are provided in the spot. The first was the murder of Hrant Dink. No adjectives or definitions about Dink were used. In this way, the murder is reported without the identity of the murder victim. The second set of information is that the foreign agencies are interested in the issue. The third set of information was relayed through a thought leader. Mahir Kaynak reports the issue through statements on the provocative intent of the murder and blaming the deep state for the crime. Milli Gazete was evaluated in this group because of this reporting style.

Ortadogu: The event was presented third in rank within the news hierarchy. An emphasis of only 6.8% (percentage amount within page 1) among other news reveals that incident was reported with little significance. Brief information about the incident was reported and a small head shot photograph was attached to the corner of the image of the photo taken on the street after the murder. The news was reported in a police-court reporter news format. Other than the headline, “Hrant Dink Was Murdered”, sections that provide additional information such as a subheadings or a spot are not present. Three sentences describing the event were complemented by a fourth sentence stating that the incident would be used against Turkey. This sentence mentions that the incident will remain on the agenda for a significant period of time, at a time when there are more charges against Turkey.

Türkiye: In the newspaper, Türkiye, the news was presented as framed by two lower ranking pieces of news. The part on the newspaper’s logo was divided into two sections and the left side of the section was dedicated to the style of how the incident occurred and the details of the murder. In the section on the right side, statements of Prime Minister Recep Tayyip Erdogan were placed. The banner of the news item read, “This Time Bloody Hands Emerged in Istanbul”. The headline of the news related to the statements of the Prime Minister was, “This was an Attack on Stability”. No identity definition or adjective was used other than that Dink was a journalist of Armenian origin.

Cem Yaşın

190 Sayı 37 /Güz 2013

When the two pieces of news were combined, the context of the incident as an attack against the good government practices in Turkey emerged. Türkiye newspaper is placed in the second group with this presentation.

Gözcü: The news in the publication, Gözcü, is presented with a headline of “Bullets Fired on Turkey!” In the banner, the incident was reported as, “Armenian-Origin Journalist Hrant Dink was Murdered”. Under the heading, information related to the murder was relayed through a section that resembles a cross between a spot and subheading; and in the spot, the incident was said to be a detriment to Turkey from reports from diplomatic circles. The spot concludes with a statement from opinion leaders, defined as diplomatic circles, “even though there is a provocation, what has been done is wrong and ugly”. “Even though there is a provocation” is an expression that negates Dink’s identity; the statement on the incident as being wrong and ugly is the expression that enables the decomposition of the identities of the perpetrators. Through this discussion, both victims of the incident and the perpetrators were placed in the other category.

Cumhuriyet: The headline of the newspaper Cumhuriyet was, “Bullet to Turkey”. In the banner, “Journalist Hrant Dink died as a result of an armed attack in a period in which Ankara’s statements on Kirkuk has toughened and the Armenian allegations are on the way to the U.S. Congress”. Such a banner insinuates that the incident was a type of provocation aimed at changing the agenda. Under the headline, two groups of spot articles were placed on both sides of Dink’s portrait. In the first of these, the article discussed the murder of Dink; in the other article, Dink’s standing trial for insulting Turkishness in Article 301 of the Turkish Penal Code was reported. With this content, Cumhuriyet newspaper was placed in the second group because of its rhetoric in a different context.

Vakit: Vakit newspaper used the headline, “Dark Hands at Work”. No banners or subheadings were used; the incident was not described in a spot. Two expressions in the spot are important in the creation of the context. These were, “Bloody hands reaching out to Turkey’s peace and stability” and the “So-called Armenian genocide allegations reached to its peak”. These expressions define the target and possible outcomes of the event. Kemal Güler’s caricature is important in terms of framing of the news. In this cartoon, a bullet exiting a weapon divides the word “Kirkuk”. The text of the news describes the murder first, and then narrates the events following the incident. These include the senseless slogans of some groups to infuriate people and the attack of cartel media on the government through individuals that they bring to television screens.

Zaman: The expression, “This Bullet was Fired on Turkey was used in the headline of the newspaper, Zaman. In the spot, it was noted that the murder targets domestic peace, has left Turkey in a hardship, and is a provocation by forces that want to destroy peace and tranquility in Turkey. It was also noted that this incident would damage Turkey’s EU process through statements of civil society organizations and intellectuals. Within the text of the news, it was noted that the assassination would empower those who desire to keep the so-called genocide claims on the agenda.

Yeni Çag: The incident was reported in Yeni Çag newspaper with the expression of “Dark bullet in the middle of the day”. In the spot, the expression, “Centers that want

The Effects of Gravitation on the Inter-Media Agenda-Setting Central Process: The Case of the Murder of Hrant Dink

191 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

to disturb Turkey pressed the button” was used. In the text of news, it was noted that the murder was committed at a time when the United States’ proposal of the so-called genocide came to the agenda. The framing of the news included the headline of Arslan Bulut’s column on page 13. In his column with the headline, “The Timing of Hrant Dink’s Murder”, included the statement, “The timing of the murder comes as an advantage for those who want to start a process against Turkey”. Yeni Çað newspaper was also evaluated in the second group.

It was noted that the entire first group devoted the entire front page to the incident on the first day, while the second group allocated only 39.17% to the incident. After the newspapers were classified into two groups, in order to test the first hypothesis, the weight of the topic was measured based on the percentage of area in the front pages of the newspapers devoted to the topic to the total newspaper front page and group averages were calculated. An independent samples t-test was used in order to test whether there was a statistically significant difference between the percentage averages of two groups’ devotion to the topic on their first pages. According to the independent t-test results, there was a significant difference between the two group of newspapers’ weight (percentage devoted to the story on the first page) given to the topic on the first day of Hrant Dink’s murder (Table 1). The first group allotted 60% more space on the newspaper’s front page than the second group.

Table 1. First Day Comparison of the Two Groups

Levene's Test for Equality of Variances T-test for Equality of Means

F Sig. t df Sig. (2-tailed) Mean Differ-ence

First page percentage

Equal variances not assumed 9.796 .008 6.401 13 .000 60.8288

Equal variances as-sumed 6.876 7.000 .000 60.8288

The independent samples t-test that was applied on the first day was applied to test whether a there was a difference between the groups on the second day. The difference between the two groups on the first day disappeared in our test of the second day. Space allocated on the front page to the topic by the first group was 91.05%. This value was 71.37% in the second group. Compared to the first day the difference was observed to diminish. As seen in Table 2, there was no statistically significant difference between the two groups.

Cem Yaşın

192 Sayı 37 /Güz 2013

Table 2. Second Day Comparison of the Two Groups

Levene's Test for Equality of Variances T-test for Equality of Means

F Sig. t df Sig. (2-tailed)

Mean Differ-ence

First page per-centage

Equal variances not assumed 4.152 .062 1.689 13 .115 19.6816

Equal variances assumed 1.775 9.713 .107 19.6816

Whether this change in the second group of newspapers is related to the central gravitation effect of the news agenda or not should be tested with a third test included in our research proposal.

From the two tests that were previously conducted, one can deduct a difference in the averages of the two groups. The basic assumption of our study was that the newspapers that were distant to the agenda because of their ideological or political identity allocated more space to the topic they stood distant on on the first day or raised it to the top positions in the news hierarchy due to the weight of the topic in the news agenda on the second day. A comparison of the two-day averages of the second group was planned in order to test this situation. As opposed to the independent two-sample t-test that was selected for the first test, a paired sample t-test was selected for the testing of the two separate data of the same group. The second group allocated 39.17% of the front page to the topic on the first day, while the second day this value increased to 71.37%. To demonstrate whether there is a difference between the second group’s arithmetic mean of the area allocated to the Hrant Dink murder on the first page for two days or not, the results of the paired two-sample t-test are provided in Table 3. As a result of the test, a statistically significant difference was found between the second group’s arithmetic mean of the area allocated to the murder of Hrant Dink in first page on the first day story was published and the second day.

Table 3. Two-Sample Dependent T-Test for the Second Group

t f Sig. (2-tailed)

The percentage of the incident in the front page (comparison of the first and second days) -3.975 7 .005

The Effects of Gravitation on the Inter-Media Agenda-Setting Central Process: The Case of the Murder of Hrant Dink

193 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Conclusion

The central gravitation effect of the agenda setting process between mass media channels was investigated through the case of the Hrant Dink murder. Mass media channels’ agenda setting process is a process in which the differences cease to exist. A central tendency must develop in order to discuss the agenda of the mass media. Nonetheless, due to many different factors, such as mass media ownership and editorial policy, some may want to demonstrate an opposing stance to the central trend depending on the ideological and political stance. It was seen in this research that it is not feasible within this process. Therefore, the agenda hierarchy in mass media is both conciliatory and hegemonic at the same time.

The research design began with a classification of two dimensions that were related to each other. This was the grouping of newspapers for this topic based on their discussion of the topic, or their news rhetoric behind their ideological stances or political identities. The qualitative classification that corresponds to second-level agenda-setting research is very closely related to the attention given to the topic; in other words, the appeal attributed to first-level issues. The grouping consisted of the framing the news, and the framing of the news consisted of the distribution of the different elements of news discourse (headline, banner, subheading, spot, news photo, cartoon, etc…) within the page. Therefore, the space allocated to the story is related to frame of the story.

The news agenda constitutes a central hierarchy of topics. Even though every identity has their own priorities and topics that they want to feature as problems, a central tendency emerges within (or between) mass media. During periods of condensation and dispersion in the news agenda, this central tendency strengthens or weakens. As the central tendency in the news agenda strengthens, newspaper and televisions can also be drawn into this agenda. The continuity of a topic over time is one of the basic elements of this weight. On the first day the topic emerges, the ideological structures or political identities that stand distant to the subject allocate less space or time to the topic; however, they have to redistribute their weight on the topic when the weight of the topic is felt in the content of the agenda in the first day. This situation was also statistically tested and test results confirmed our hypothesis.

In summary, the news agenda is a central trend. The basic element of this trend consists of the weight of the subjects. Different ideological stances or identities struggle for the weight of the issues or resist the topics. Parallel to the increase of the area devoted to the topic, increased attention on the topic heightens the weight of the topic on the agenda and in this way it becomes difficult to pursue an alternative agenda or to resist the weight of the news. When a news topic emerges covering the entire news agenda, refraining from this agenda or offering news topics of alternative ranking in the news hierarchy becomes impossible.

Cem Yaşın

194 Sayı 37 /Güz 2013

References

Bichard, S., (2001). Agenda Setting And Political Discourse: The Framing of PoliticalCampaign Reform in 1999, PhD dissertation, University of Florida.

Breen, M.J., (1997). “A Cook, a Cardinal, his Priests and the Press: deviance as a trigger for intermedia agenda setting”, Journalism and Mass Communication Quarterly, 74(2), 348-56.

Brubaker, J., (2005). The Role of the Internet in Agenda Setting: Asynthesized Uses and Gratifications and Agenda Setting Model, PhD dissertation, Kent State University.

Cohen, B.C., (1963). The Pres and Foreign Policy, Princeton, NJ: Princeton University Pres.

D’Angelo, P., (2002). «News Framing as a Multiparadigmatic Research Program: A Response to Entman”, Journal of Communication, Volume 52(4), 870-888.

Dearing, W.J. and Rogers, M.R., (1996). Agenda Setting, Thousand Oaks, CA: Sage Publication.

Entman, R., (1993). “Framing: Toward Clarification of a Fractural Paradigm”, Journal of Communication, 43(4): 51-58.

Ghanam, S., (1997). “Filling in the Tapestry: The Second Level ofAgenda Setting”, Communication and Democracy, M.McCombs; D.L.Shaw ve D. Weaver (eds.), Mahvah, New Jersey: Lawrence Erlbaum Associates, Inc. Publishers.

Golan, G., (2006). “Inter-Medıa Agenda Settıng And Global News Coverage”, Journalism Studies, 7(2) , 323 – 333.

Iyengar, Shanto; Peters, Mark D. ve Kinder, Donald R., (1982). “Experimental Demonstrations of the ‘Not-So-Minimal’ Consequences of Television News Programs”, The American Political Science Review, Vol. 76, No. 4. (Dec., 1982), pp. 848-858.

Kahneman, D. Ve Tversky, A., (1984), “Choice, Value and Frame”, American Psychologist, 39: 341-350.

King, Pu-Tsung, (1994). Issue Agendas in the 1992 Taiwan Legislative Election, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Austin: The University of Texas.

Ku, G., (2002). Intermedia Agenda-Setting in the 2000 Presidential Campaign: The Influence of Candidates’ Websites on Traditional News Media, PhD dissertation, Oklahoma: University of Oklahoma.

Lee, G., (2005). Agenda Setting Effects in the Digital Age: Uses Effects of Online Media, PhD dissertation, Austin: The University of Texsas.

Lippman, W., (1949). Public Opinion, New York: The Free Pres.

Lopez-Escobar, E.; Llamas, J.P.; McCombs, M. and Lennon, F.R., (1998). “Two Levels of Agenda Setting Among Advertising and News in the 1995 Spanish Elections”, Political Communication, 15, 225-238.

The Effects of Gravitation on the Inter-Media Agenda-Setting Central Process: The Case of the Murder of Hrant Dink

195 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

McCombs, M., (2005) Setting Agenda. 2nd edn, Cambridge: Politiy Pres.

McCombs M.E. ve Shaw D.L., (1972). “The Agenda-Setting Function of Mass Media”, The Public Opinion Quarterly. 36(2), 176-187.

McQuail, D., (1987). Mass Communication Theory: An Introduction. 2nd edn. Beverly Hills. CA: Sage Pulication Inc.

Palmgeen, P. ve Clarke, P., (1991). “Agenda-Setting With Local and National Issues”, Agenda Setting, Reading on Media, Public Opinion, and Policymaking, David L.Protess, Maxwell McCombs (eds.), Hillsdale, New Jersey: Lawrence Erlbaum Associates, Publishers.

Reese, S.D. and Danielian, L.H., (1989). “Intermedia Influence and the Drug Influence: Converging on Coccine”, Communication Campaigns about Drugs: Government, Media, Public, Shoemaker P. (ed), Hillsdale, NJ: Lawrence Erlbaum, 29-46.

Roberts, M. and Mccombs, M., (1994). ‘‘Agenda Setting and Political Advertising: origins of the news agenda’’, Political Communication, 11, 249-62.

Takeshita, Toshio, (1997), “Exploring the Media’s Roles in Defining Reality: From Issue-Agenda Setting to Attribute-Agenda Setting”, Communication and Democracy, Hillsdale, New Jersey: Lawrence Erlbaum Associates,Inc.

Tankard, J., Hendrickson, L., Silberman, J., Bliss, K., and Ghanem, S., (1991, August). Media frames: Approaches to conceptualization and measurement, Paper presented at the annual convention of the Association for Education in Journalism and Mass Communication, Boston, MA.

Weaver, David H., (2006). “Thoughts on Agenda Setting, Framing, and Priming”, Journal of Communication, Volume 57, Issue 1: 142-147.

Cem Yaşın

Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi

Copyright - 2013 Bütün Hakları SaklıdırE-ISSN: 2147-4524

İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 37 / Güz 2013

Ajans Gazeteciliği ve Medya Sektöründe Haber Ajanslarının Etkinliği

News Agency Journalism and the Effects of News Agencies in the Media Sector

Muzaffer ŞAHIN, Yrd. Doç. Dr., Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü, E-posta: [email protected]

Öz

Kitle iletişim araçlarının kurumsal haber kaynakları arasında yer alan haber ajansları, kapasite ve etkinliğini giderek artırmaktadır. Bu kapasite artışı, medyanın haber tedarikçisi olan ajanslar için önemli bir başarıdır. Medya sektörünün toptan haber, fotoğraf ve görüntü sağlayıcısı olan haber ajanslarının bu etkinliği, sektörün önemli bir yan sanayi haline geldiğinin de göstergesidir. Ayrıca, haber ajanslarının istihdam ve üretim süreci incelendiğinde, kendine has kurallarının gelişmekte olduğu gözlenmektedir. Türkiye’de, 2012 yılı itibariyle 14 yerli, 36 yabancı haber ajansı faaliyet göstermektedir. Bu haber ajanslarında çalışan gazeteci sayısı 4 bini aşmıştır. Yerli haber ajansları, günlük ortalama 2300 haber üretmektedir. Yabancı haber ajanslarının Türkiye’ye yönelik haber üretimi ise günlük ortalama 3100’dür. Yerli ve yabancı haber ajansları Türkiye için günlük ortalama 5400 haber üretmektedir. Bu tam bir haber bombardımanıdır. Gazete haberlerinin ortalama yüzde 70’i doğrudan veya dolaylı haber ajansı kaynaklıdır. Haber ajansları gelişen teknoloji ve rekabet ortamı içinde kendisini sürekli yenilemektedir. Gazete, dergi, radyo, televizyon, internet siteleri, özel ve resmi kurumlar ve kişiler abonelik bedeli ödeyerek ajans haberlerinden yararlanmaktadır. Türkiye’de kamusal ajans olan Anadolu Ajansı’nın (A.A) dışında özel haber ajansları da önemli gelir sağlayan kuruluşlar haline gelmiştir.

Enformatif bir çalışma olan bu makalede, medya sektörünün önemli bir haber kaynağı olan haber ajansları nitel olarak incelenmiştir. Kurumsal belgelerden yararlanmanın yanı sıra görüşmeler yapılarak, haber ajanslarının haber ve fotoğraf üretimlerine ilişkin sayısal verilere yer verilmiştir. Ayrıca haber ajanslarının ürettiği haberlerin medyada kullanımı ile ilgili verileri ortaya çıkarmak için yaygın gazetelerde birer haftalık içerik taraması yapılmıştır. Makalede öncelikle ajans gazeteciliği ele alınmış, ajans gazetecilerinin mesleki farklılıkları ortaya konulmuş ve medya sektörünün diğer branşları ile mesleki yönden ayrıldıkları noktalar sıralanmıştır. Bunun yanında haber ajanslarının Türkiye pazarına yönelik üretimleri ele alınarak, medya sektörü içindeki etkinlikleri ölçülmeye çalışılmıştır. Haber ajanslarının üretimlerine ilişkin rakamlar; kurumsal beyanlar, web sayfalarına konulan veriler, ilgili birim yöneticileri ile yapılan görüşmeler, gazete taramaları ve bazı kurumların hazırladığı üretim raporları baz alınarak oluşturulmuştur. Bu çalışmada ortaya çıkan bir diğer tespit ise, medya kuruluşlarının, ajans rumuzu kullanımlarına ilişkindir. Medyanın haber kaynağını belirtmekten genelde kaçınması, haber ajansları için telif hakkı ihlali ve imaj sorunu oluşturmaktadır. Giderek yaygınlaşan bu temel sorun, gerçekleştirdiğimiz bu araştırma ile de kanıtlanmıştır.

Abstract

News agencies have become efficacious channels as primary news suppliers, within the media communication agents and information technologies. The successful growth of the news agencies providing the media with news, images and videos in bulk demonstrates that news agency journalism has become one of the major news release resources within the news industry. Furthermore, when the news agency recruitment policies and the news collecting techniques are analyzed, it is observed that the agencies have developed distinct characteristics and features in terms of their set of rules through the process of news collection. Since 2012, there have been 14 domestic, 36 international and national news agencies active throughout Turkey. The number of journalists employed by these agencies go up to over four thousand. Domestic news agencies report with an average of 2300 news and articles daily whereas international news agencies produce 3100 news reports that are oriented in Turkey. In total, domestic and international news agencies together collect an average of 5400 news that are related to Turkey, which is a substantial amount of supplement. About 70 per cent of the news paper reports are supplied through the sources of news agencies via direct or indirect ways. News agencies are under constant improvement and development with regards to the highly competitive and technology centered environment. Newspapers, magazines, radios, tv news, internet web sites, private and public institutions benefit from the agencies through subscription. Thus, except Anatolian News Agency (A.A) which is a public institution, commercial news agencies in Turkey have become establishments with considerable profits.

In this informative research, news agencies as fundamental sources to the media sector are analyzed qualitatively. In addition to the quantitative data obtained from institutional documents, interviews were conducted to demonstrate the media and image production process of the news agencies. Major newspapers were researched in weekly content in order to indicate news agency media production figures and statistics. First part of the paper focuses on the chief characteristic of news agency journalism followed by a comparison of various types of media branches with regards to the work of agency journalism. Additionally, agency news production in Turkey is closely observed covering institutional statements, web site releases and production reports collected through the discourse of relevant unit directors as well as the newspaper investigations. A notable conclusion drawn from the results of this research illustrates that various corporate media channels often abstain from indicating the source of the broadcasted news most of which are primarily purchased from the news agencies. Such conflicts result in copyright infringements, and proven to have become increasingly prevalent as examined throughout our research.

Anahtar Kelimeler:

Medya, Haber Ajansı, Sektör, Tedarikçi, Abone, Haber, Fotoğraf, Görüntü, Üretim, Uluslararası Haber Ajansları, Yabancı Haber Ajansları, Yerli Haber Ajansları, Telif Hakkı İhlali.

Keywords:

Media, News Agency, Sector, Suppliers, Subscriber, News, Photo, Video, İmage, Production, İnternational News Agencies, National News Agencies, Domestic News Agencies, Copy Right İnfringements.

197 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Giriş

Kitle iletişim araçlarına toptan haber sağlayan haber ajansları, günümüzde kapasite ve ürün çeşitliliğini artırarak etkin bir şekilde hizmet vermektedirler. Haber ajanslarının doğru, tarafsız, objektif, güvenilir ve hızlı habercilik ilkelerine gösterdiği uyuma paralel olarak medyanın abonelik talebinde artış gözlenmekte, aksi tutumlarda abonelik kaybı yaşanmaktadır. Haber ajansları medya sektörü dışındaki kişi ve kuruluşlara da hizmet vermektedirler. Bunlar güncel bilgiye ihtiyaç duyan resmi ve özel kuruluşlar, yatırımcılar, şirketler, sivil toplum kuruluşları, güvenlik birimleri (polis, jandarma, istihbarat, savunma kuruluşları), üniversiteler, meslek örgütleri ve benzeri kurumlar olabilmektedir.

Haber ajansları geçmişe göre haber sayılarını artırmış içeriklerini zenginleştirmişlerdir. Ajansların üretim kapasitelerindeki artışın belirleyicisi rekabet ve teknolojik yenilenmelerdir. Özellikle medyada yaşanan teknolojik yenilenmelere ayak uydurup internet ve mobil ortamlara, onların kendi teknik formatında içerik sağlamalarıyla birlikte, üretimleri ve etkinlikleri de artmaktadır.

182 yıllık bir geçmişi olan haber ajanslarının binlerce posta güvercinleri ile yola çıktığı günler artık çok gerilerde kaldı (Koloğlu, 1994: 3). Ancak ajans gazeteciliği için yapılan tanımlarda önemli bir değişiklik olmadı.

Unesco’nun haber ajansı tanımı, ajans haberciliğindeki temel kriterlere işaret etmiş olup hala geçerliğini korumaktadır:

“Haber ajansı, hukuki statüsü ne olursa olsun, genel anlamda haberleri, gerçekleri gösteren ve tanımlayan, aktüalite belgelerini bulup, bunları kitle iletişim araçlarına onları ikna etmenin dışında kalmak üzere yayan, yasaların hükümlerine, ticaret kurallarına uygun, olanak verdiği ölçüde tam ve tarafsız bir hizmet götüren kuruluştur” (Tokgöz, 2000:144).

Haber ajanslarının ortaya çıkışından bu yana neredeyse iki yüzyıl geçmiştir. Bu zaman diliminde ajansların önemi azalmamış, tam tersine günümüzde yaygınlaşan ve çeşitlenen medyanın ana tedarikçisi haline gelmişlerdir.

Haber ajanslarının temel işlevi şöyle sıralanmaktadır:“A)Haber ya da haber için gerekli malzemeleri toplamak.

B)Yazılı, görüntülü, sesli haber üretmek.

C)Toplanan haber malzemelerini ya da üretilen haberleri, hedef kitle olan üyelere,

paydaşlara, abonelere dağıtmak, müşterilere satmak” (Girgin, 2002: 96).

Önceleri sadece haber metinleri üreten haber ajansları gelişen her yeni teknolojiye ayak uydurmuştur. Fotoğraf, video (görüntü), tv network ağı, grafik, sayfa düzenlemeleri (kültür-sanat, spor, hava durumu sayfaları), mobil ortamlara yönelik kısa haber mesajları (sms) ve özel formatlı haber görüntüleri, internet medyası, yeni medya, sosyal medya için özel formatlarda haberler, fotoğraf ve video üretimleri ve diğer seçenekleriyle sektörün tüm ihtiyaçlarını karşılar hale gelmiştir.

Muzaffer Şahin

198 Sayı 37 /Güz 2013

Haber ajansları resmi, yarı resmi, kamusal, kooperatif veya özel şirket olarak tesis edilmektedirler. Amaçları ise kuruluş statüsüne göre farklılıklar göstermektedir. Haber ajanslarının amaçları ülkenin sesini duyurmak, belirli bir amaca hizmet etmek, üyelerine hizmet vermek ve kar sağlamak olarak sıralanmaktadır (Girgin, 2000: 97-99).Türkiye’de halen faal olan büyük ve küçük yerli haber ajanslarının sayısı 14, yabancı haber ajanslarının sayısı ise 36 olarak belirlenmiştir (Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, 2012). Bu haber ajansları içindeki yerli 4, yabancı 5 büyük ajansın Türkiye pazarına yönelik günlük haber üretimleri ortalama 5400 adet haber civarındadır.

Medya sektörünün ana tedarikçisi haber ajansları, gazeteci istihdamı bakımından da önemli büyüklüğe ulaşmıştır. Türkiye’de haber ajanslarında görev yapan kadrolu ve telifli (kaşeli, parça başı üretim) gazeteci sayısı 4 bini aşmıştır. Telifli, kaşeli haber sağlayan ajans muhbirlerinin sayısı kadrolu ajans gazetecisinden daha fazladır. Bu fazlalık genellikle küçük yerleşim yerleri ve bazı yurt dışı merkezlerinde, sürekli kadrolu gazeteci bulundurma maliyetinin yüksekliği ve haber üretim kapasitesinin düşüklüğünden kaynaklanmaktadır.

Haber ajansları, içinde bulundukları rekabet ortamı ve sahip oldukları üretim teknolojisine paralel olarak işletme yapılarını genişletmekte, çıktılarında çeşitlilik sağlamakta, istihdamını artırmakta ve buna bağlı olarak da gelirlerini yükseltmektedirler.Ajansların haber, fotoğraf ve görüntü dağıtımında kullandıkları teknikler de geçmişe göre çok ilerleme kaydetmiştir. Ajanslar güvercin, atlı ulak, telgraf, radyo dalgaları ile yapılan haber dağıtımından uydu kullanımına erişmiştir. Uydu teknolojisinin yanı sıra internet üzerinden yapılan abone yayınları sayesinde, haberin ulaşamadığı coğrafya kalmamıştır. Geliştirilen yeni yazılımlarla haber, fotoğraf, görüntü, ses ve grafik aynı anda iletilebilmektedir. Bir haber bilgisayar ekranında açıldığında, yanında, ekinde bütün destek unsurlarını görmek, mümkün hale gelmiştir. Canlı yayın imkanlarını artıran haber ajansları televizyon haberciliği için önemli bir kaynak haline gelmiştir. İHA’nın, Irak’ın ABD işgali sırasındaki canlı yayın sunumları bu kurumu hem uluslararası düzeye çıkarmış, hem de önemli ölçüde gelir sağlamalarına fırsat vermiştir. Aynı şekilde Mısır’da yaşanan darbe ve halk olayları da A.A, Cihan, İHA ve DHA tarafından sürekli olarak yayımlanmıştır.

Ajans gazetecilerinin haber kaynakları ile olan ilişkileri de geçmişe oranla artmış ve çeşitlenmiştir. Bir ajans gazetecisi ile görüşen, demeç veren veya röportaj yapan haber kaynağı, haberinin medyada (gazete, dergi, televizyon, radyo, internet) aynı anda yayımlanmasına tanık olmaktadır. Böylesi bir seçenek haber kaynakları için de cazip hale gelmiştir. Haber kaynakları verecekleri mesajın uluslararası içeriğini dikkate aldığında ise büyük yabancı haber ajanslarına yönelmektedirler.

Güvenlik nedeniyle az sayıda gazetecinin davet edilmesi gereken etkinliklerde öncelikle ajans gazetecilerinin davet edilmesi de sık karşılaşılan bir durum haline gelmiştir. Bazı mekanlarda çok sayıda kamera yerine birkaç haber ajansı kamerası tercih edilmektedir. Örneğin ABD Beyaz Saray’daki basın toplantı salonunda AP ve Reuters’in kameraları için yer ayrılmıştır. Diğer televizyon kameramanları ise sadece bahçede görüntü alabilmektedir.

Ajans Gazeteciliği ve Medya Sektöründe Haber Ajanslarının Etkinliği

199 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Türkiye’de kamusal haber ajansı olan Anadolu Ajansı (A.A) bu tür pozisyonlarda sıkça pool (havuz) hizmeti vermektedir. Örneğin yabancı üst düzey bir devlet adamı veya konuk geldiğinde veya resmi gezilerde, önemli organizasyon ve zirve toplantılarda tek kurum tercihi söz konusu olduğunda, etkinlik sadece A.A tarafından izlenmekte, ancak havuz yöntemi ile bütün iç-dış medyaya (abone olsun olmasın) ücretsiz haber, fotoğraf ve görüntü servisi yapılmaktadır. Birden çok kurum için kontenjan imkanı olduğunda ise A.A’nın yanı sıra CİHAN, DHA, İHA, ANKA da etkinlikleri izlemektedir. Herhangi bir kota veya sınırlamanın olmadığı durumlarda ise davet edilen bütün gazeteciler bu tür önemli temas ve etkinlikleri takip edebilmektedirler.

Yöntem

Bu enformatif metinde, medya sektörünün önemli bir haber kaynağı olan haber ajansları niteliksel olarak incelenmiştir. Ayrıca ajans gazeteciliği ve haber ajansları hakkında tanıtıcı bilgiler verilmiş, haber ajanslarının üretimleri sayısal olarak ele alınmıştır. Haber ajanslarının medya sektörü içindeki yerinin tespiti için kurumsal belgelerden yararlanma ve görüşme tekniğine başvurulmuştur.

Bu çalışmanın birinci bölümünde ajans gazeteciliği ele alınmış, ajans gazetecilerinin mesleki farklılıkları ortaya konulmuş ve medya sektörünün diğer branşları ile mesleki yönden ayrıldıkları noktalar ara başlıklar halinde sıralanmıştır. İkinci bölümde ise haber ajanslarının Türkiye pazarına yönelik üretimleri ele alınarak, medya sektörü içindeki etkinlikleri ölçülmeye çalışılmıştır. Haber ajanslarının üretimlerine ilişkin rakamlar kurumsal beyanlar, web sayfalarına konulan veriler, ilgili birim yöneticileri ile yapılan görüşmeler, gazete taramaları ve bazı kurumların hazırladığı üretim raporları baz alınarak oluşturulmuştur. Haber ihtiyacının önemli bir kısmını ajanslardan sağlayan medya kuruluşları, kullandıkları haberlerin ajans kaynaklı olup olmadığını istisnalar hariç genellikle belirtmemekte veya az belirtmektedir. Bu sorun yapılan araştırma ile sayısal olarak da ortaya konulmuştur.

Tablolardaki veriler 2012 yılı ortalamalarını yansıtmaktadır. A.A verileri ise 2011 kesin üretim raporundan alınmıştır. Yabancı haber ajanslarının Türkiye’deki abonelerine sundukları haberlere ilişkin veriler başta A.A olmak üzere, yaptıkları anlaşmalar ve sundukları hizmetler dikkate alınarak derlenmiştir.

Ajans Gazeteciliği

Türkiye’de haber ajanslarında kadrolu ve telifli çalışan 4 binin üzerindeki ajans gazetecisi önemli bir istihdam kapasitesini işaret etmektedir. Bu sayıya haber ajanslarının destek hizmetlerinde (insan kaynakları, ulaştırma, teknik, bilişim, sağlık, hukuk, idari personel vd.) çalışanlar dahil değildir. Medya sektörünün yan sanayisine dönüşen haber ajanslarındaki gazetecilere “ajans gazetecileri, ajans muhabirleri” denilmekte,

Muzaffer Şahin

200 Sayı 37 /Güz 2013

sektörün diğer branşlarında olduğu gibi yer yer kendine has isim ve unvanlarla istihdam edilmektedir. Ajans muhabiri, ajans foto muhabiri, ajans kameramanı, ajans editörü vb.

Büyüyen ve güçlenen bu yan sanayi iş kolunda, bir başka ifadeyle toptan haber üretim merkezleri olan haber ajanslarında, yeni uzmanlık alanları geliştiği gibi, ajans gazetecilerinin birçok uzmanlık alanını öğrenmesi de zorunlu hale gelmiştir; haber yazmak, fotoğraf çekmek, görüntü çekmek, bunları farklı formatlarda işlemek ve iletmek gibi.

Ajans gazetecilerini diğer meslektaşlarından ayıran, onları farklılaştıran temel özellikler daha belirginleşmiş ve ön plana çıkmaya başlamıştır. Ajans gazetecilerini, sektördeki gazetecilerden belirgin olarak ayıran bu farklılıklarının yanı sıra habercilikteki temel unsurlar bakımından pek çok ortak özellikleri vardır.

Ajans muhabirini diğer muhabirlerden ayıran özellikler

Ajans muhabirini diğer meslektaşlarından, diğer gazetecilik branşlarından ayıran temel özellikler şu başlıklar altında toplanabilir (Şahin, 2012:6-10):

• Zamanı kullanım açısından

• Haber yazımı ve haber formatı açısından

• Donanım açısından

• Habercilik kriteri açısından

Ajans muhabiri haberi toplarken ve yayımlarken zamana bağlı değildir. Haber, önem ve özelliği dikkate alınarak, ajans muhabiri tarafından elde edildiği anda derhal yayımlanır. Ajanslarda haber sunma faaliyeti, 24 saatlik zaman dilimi içinde aralıksız devam eder. Ajans muhabiri ile medya sektöründeki diğer muhabirlerin haber teslimindeki zaman kullanımları farklıdır. Gazete muhabirleri günün belli bir saatine kadar haberini teslim eder. Örneğin, normal rutinleri içinde, gazetelerin taşra baskısı için her gün en geç saat 15.00 - 16.00’da haberler tamamlanıp teslim edilirken, şehir baskısı veya son baskı için, gazetenin kullandığı teknolojiye göre değişiklik göstermekle birlikte, gece saat 24.00 veya 02.00’ye kadar, o da çok önemli haberler için teslim süresi verilir. Dergiler için, haftanın belli bir gününe kadar muhabirin haberini teslim etme süresi vardır. Örneğin, dergi pazar günleri yayımlanıyorsa, muhabirin perşembe günü haberini teslim etmesi gerekir. Radyo ve televizyon muhabirleri ise, canlı yayınlar ve son dakika gelişmeleri hariç, kurumlarının haber yayın saatlerine göre hazırlık yaparlar. Örneğin, radyo ya da televizyonda ana haberler saat 19.00’da yayınlanıyorsa, haberlerin ses ve görüntü montajı tamamlanıp en az bir saat öncesinden teslimi gerekir. Canlı yayınlar, konu veya olay yerinden anında yapılan yayınlardır. Çok sayıda ve sürekli canlı yayın yapmak radyo ve televizyonlar için personel, teknik, altyapı ve maliyet açısından sorunlar oluşturabilir. Canlı yayın için belirli bir teknoloji kullanılmakta, kurulum altyapısı ve kurulum sürecine ihtiyaç bulunmaktadır, 3G teknolojisini kullanırken bile bir ön hazırlık gerekmektedir. Bunlar zamanın kullanımı açısından geciktirici faktörlerdir. Ancak, sıcak gelişmelerde

Ajans Gazeteciliği ve Medya Sektöründe Haber Ajanslarının Etkinliği

201 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

olay yerinden yapılan bazı canlı yayınlar, ajans muhabirlerinin habercilik hızının geçildiği anlar olabilmektedir. Bazı gelişmelerin başlangıcını, haber ajansı muhabiri canlı yayından izlemek durumunda kalabilir. Günümüzde gelişen internet gazeteciliği ve sosyal medya ise zamanı kullanım açısından ajans muhabirliğine yaklaşmış veya bazen geçmiş gibi görünmektedir. Ajans muhabirliği zamanın kullanımı açısından, özellikle zamanın gece ve tatil dilimlerinde, henüz diğer gazetecilik branşlarınca tam olarak geçilememiştir. Ajans muhabirliğinde zaman yönetimi, yukarıda sayılan gazetecilik branşlarına göre daha gelişmiş ve ön plana geçmiştir. Bu nedenle ajans muhabirleri, diğer medya muhabirlerinin önünde olup, onların en büyük rakibidirler.

Ajans ile gazete, dergi, radyo, tv, internet ve sosyal medyanın haber yazımındaki tarz ve formatlar farklılık gösterir. Ajans muhabiri haberini, kurumunun geliştirdiği haber formatında, flaşlar ve ön haberlerin ardından genellikle ayrıntılı ve uzun yazar. Ajans haberlerinin kurgusu ise genellikle önemlilik sırasına göre (ters piramit kuralı) oluşturulur. Ajans muhabirinin yazdığı haberler, aboneler tarafından yeniden yazılmaya (redaksiyona, edite) uygun metinlerdir. Bir ajans haberinde üst başlık, başlık, alt başlık, mahreç, ajans rumuzu, tarih, muhabir adı, muhabir rumuzu, redaktör-editör adı ve/veya rumuzu ile haberi destekleyen fotoğraf, görüntü ve grafik unsurlarının varlığına da yer verilir. Gazete ve dergi muhabiri sayfa durumunu, radyo ve televizyon muhabiri ise haber bülteni süresini dikkate alarak haberini daha kısa yazar. Ajans haberleri uzun ve detaylı olurken gazete haberi genellikle kısadır. Dergi haberini yazan muhabir kendisine kaç sayfa ayrıldığını bilir veya haber sayfa sayısı bellidir. Dergi ve gazete muhabiri istisnai durumlar hariç kendilerine ayrılan yere sığacak büyüklükte haber yazar. Radyo ve televizyon muhbirlerine haber için ayrılan süre oldukça kısadır. Bir televizyon ana haber süresinin 30 dakika olduğu dikkate alındığında, 15 haber için ortalama haber başına düşen süre 1,5 dakikadır, bu nedenle muhabir, haber metnini kendi tekniğine göre kısaca yazar. Burada, televizyon haber kanallarını ayırmak gerekir, ancak onlarda da haber saatleri için süre sınırlamaları mevcuttur. İnternet gazeteciliğinde ise haber, fotoğraf ve görüntü birlikte kullanılmakta, ancak bu mecrada da haber metinleri kısa tutulup, görselliğe daha çok yer ayrılmaktadır. Ajans muhabiri, gazete sayfasındaki yer veya televizyon haber bültenindeki süre sınırı ile karşılaşmadığı ve hitap ettiği tüm abonelerinin detay beklentileri için, genelde detaylara giren uzun haberler yazarlar ancak, bu durum istisnai konu ve olaylar hariç, ucu açık bir serbestlik anlamına da gelmez. Ajans muhabiri için uzun haber yazmanın dezavantajı süre kaybıdır, bu sorunun önüne geçmek için, devam eden haberler bölümlere ayrılarak parça parça verilir, nihayetinde önceden verilen haberler birleştirilip tek habere dönüştürülür.

Ajans muhabiri genellikle bulunduğu coğrafyada (il, ilçe veya ülkede) kurumu adına tek başına çalışıyorsa, haber yazmanın yanı sıra haberini destekleyen fotoğraf ve görüntüyü de çekip bunları işleyebilecek donanım ve bilgiye sahip olmalıdır. Haber ajanslarının aboneleri arasında gazete, dergi, radyo, televizyon, internet ve yeni medya gibi farklı teknikleri kullanan yayıncılar bulunur. Ajansın müşterileri olan bu aboneler kendi tekniklerine göre kullanılabilecek haber destek unsuru ararlar. Gazete ve dergi, haberin yanı sıra fotoğraf da ister. Radyo ses kaydı, televizyon görüntü, internet, yeni medya ve sosyal medya hepsini birden kendi formatlarına uygun olarak talep ederler. Böylesi bir pazarda abonelerin talebini karşılayacak olan haber ajansı, bütün bu branşlar

Muzaffer Şahin

202 Sayı 37 /Güz 2013

için her ofisinde ayrı ayrı personel istihdam edemeyebilir. Ajansların genellikle büyük ofislerinde veya merkezlerinde muhabir, foto muhabiri, kameraman, montajcı, redaktör, editör gibi uzmanlaşmış personel istihdam edilir. Ajans muhabirinin, ihtiyaç duyulduğu anlarda haber yazmanın yanı sıra, fotoğraf ve görüntü çekmesi, bunları işleyip iletmesi gerekebilmektedir. Ajans muhabiri, iletişim alanındaki teknik gelişmeleri yakından takip edip uygulama sorumluluğunu da üstlenir. Gazete ve dergi muhabiri sadece haber yazmakla, televizyon muhabiri kamera karşısında haberini aktarmakla yetinebilir, ancak ajans muhabirleri farklı teknikler kullanıp haberini, fotoğraf ve görüntü unsuru ile bütünleştirmek durumundadır. İnternet gazetesi muhabirliği ise gelişme sürecinde olup, çok yaygın ve bol kadrolu yapılar olmadığı için, genelde tüm unsurları ile üretilen ajans haberlerine muhtaç durumdadırlar.

Ajansçılığın temel ilke ve kriterleri; doğru, tarafsız, objektif, güvenilir ve hızlı haberciliktir. Ajans muhabiri ve yayıncısı abonesi için bu kurallara uymakla mükelleftir. Ajans haberinde yorum yapılmaz. Haberde yorum yazılacak ise haber ve yorum birbirinden kesinlikle ayrılır ve haberin içinde ara başlıkla belirtilir. Haber ajansları, farklı yayın politikalarına sahip medya kuruluşlarının haber tedarikçileridir. Aboneler doğru haber, tarafsız haber ve hızlı haber bekleyen müşterilerdir. Ajanslardan gelen haberler medyanın kendi yayın politikalarına göre işlenecek; küçültülecek, büyültülecek, başlıkları değiştirilecek redaksiyonu yapılacaktır. Medya, ajanslardan kendisine yanlı, yalan ve yanlış yazılmış haberler ulaştığında bu içerikleri yayımlamaz. Bu kusur devamlılık arz ederse de o haber ajansını tedarikçisi olmaktan çıkarır. Gazete, dergi, radyo, televizyon veya internet gazetesi de doğru habercilikleriyle övünür ve doğru haber vermekle mükelleftir. Ancak bu yayın kuruluşlarının belirli bir yayın politikası vardır. Örneğin milliyetçi, liberal, muhafazakar, demokrat vb. Yayın politikaları bu şekilde düzenlenmiş medya kuruluşunda görev yapan muhabirler, haber yazarken yayın politikalarına paralel, yorumlu haber başlıkları ve haber metinleri yazarlar veya redaksiyonda, editörlükte bu işlem yapılır. Ajanslar ise, abone yelpazesinin genişliği ve her görüşten yayın politikasına sahip abonelerine hizmet verdikleri için doğru, tarafsız, objektif, güvenilir ve hızlı haber kuralına uygun hareket etmek durumundadır.

Haber Ajanslarının Haber, Fotoğraf ve Görüntü Üretimi

Türkiye’de halen 1’i kamusal, 4’ü büyük haber ajansı olmak üzere (A.A, CİHAN, DHA, İHA) toplam 14 yerli haber ajansı hizmet vermektedir. Uluslararası çaptaki 5 büyük haber ajansı da (AP, Reuters, AFP, Itar-TASS, Xin-Hua) Türkiye’de akreditedir. Pek çok diğer ülke haber ajansı ile bazı özel haber ajansları çalışma alanı olarak Türkiye’yi de seçmişlerdir. Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’ne akredite olup Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı haber ajanslarının sayısı 36’ya ulaşmıştır. Bunlar arasında büyük uluslararası haber ajansları, milli haber ajansları ve özel haber ajansları yer almaktadır. Türkiye’de toplam 50 civarında yerli ve yabancı haber ajansı hizmet üretmektedir. Hem gazetecilik ve habercilik açısından hem de sektör olarak üretim yapma ve ticarete konu olma açısından, bu önemli bir rakamdır. Dünyada ise 150 civarında milli ajans ve yüzlerce özel haber ajansı faaliyet göstermektedir.

Ajans Gazeteciliği ve Medya Sektöründe Haber Ajanslarının Etkinliği

203 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Haber ajanslarının haber, fotoğraf ve görüntü üretimlerine yönelik bilgileri içeren Tablo-1-2-3’deki veriler, ajansların web sayfalarından (2012) ve A.A’nın 2011 yılına ait kesin üretim raporundan alınmıştır. Yabancı haber ajanslarının Türkiye abonelerine sundukları haber hizmetlerine ilişkin veriler, başta A.A olmak üzere yerli haber ajansları ile yaptıkları anlaşmalardan derlenmiştir.

Tablo-1: Türkiye’deki yerli haber ajanslarının “genel veya ana bültende” ürettikleri günlük ortalama haber, fotoğraf ve görüntü sayısı (2011-2012).

Haber Ajansı Haber Sayısı Fotoğraf Sayısı Görüntü Sayısı

Anadolu Ajansı 612 470 115CİHAN 450 800 95DHA 200 365 90İHA 700 850 125ANKA 60 - -Diğerleri 250 30 -TOPLAM 2272 2515 425

Tablo-1’de görüleceği gibi Türkiye’deki yerli haber ajanslarının “genel bültendeki” veya “ana bültendeki” üretimi günlük 2 bin 272 adet haber, 2 bin 515 adet fotoğraf ve 425 adet görüntüdür. Ajanslar “ana” ya da “genel bülten” üretimlerini daha sonra diğer müşteriler için (yerel bülten, yabancı dil bülteni, internet bülteni, flaş haber bülteni, kısa mesaj sms bülteni, vb.) yeniden işleyerek arz yoluna da gitmektedirler. Haberlerin yeniden işlenmesi haber üretim sayılarını daha da artırmaktadır. Tablo-1’deki veriler “genel bülten” veya “ana bülten” dikkate alınarak derlenmiştir, bu teknikle yerli ve yabancı ajansların birbiri ile kıyaslanmasında standart sağlanmıştır. Yerli büyük haber ajansların, yerel ve yabancı dilde ürettiği haber sayıları genel bülten üretimlerinin yüzde 50 üzerindedir. Örneğin A.A’nın yerel ve yabancı dil bülteninde günlük haber ve fotoğraf üretimi ortalama 1000 civarında seyretmektedir. İster ana bülten, ister yerel ve yabancı dil bültenleri olsun, farklı mecralarda aynı haberlerin tekrar kullanımı söz konusudur. Örneğin Cumhurbaşkanı veya Başbakan’ın konuşmaları, TBMM haberleri veya önemli ekonomi haberleri “genel bültende” yer aldıktan sonra, yerel bültene konulmakta, diğer dillere çevrilmekte, internet sayfası için özetlenmekte, gerektiğinde format değişikliği ile sosyal medyada da yayımlanmaktadır. Kısacası aynı haber birden çok mecrada kullanılmaktadır, CİHAN, İHA ve DHA’da da bu kategorideki üretim verileri genel bültenlerinin çok üzerinde seyretmektedir. Üretime ilişkin sayılar, gündemin özelliği ve gelişmelere göre artmakta veya azalmaktadır. Hafta sonu günlerinde cumartesi ve özellikle pazar günleri üretim sayıları ortalamanın çok altında seyretmektedir.

Medyada daha çok kendi haberlerinin yer bulması ve böylece pazar payının artması için çaba harcayan ajansların sadece haber, fotoğraf ve görüntü sayısını artırması yeterli olmamaktadır. Haber ajanslarının sektörde tedarikçi olarak pazar paylarını artırmaları

Muzaffer Şahin

204 Sayı 37 /Güz 2013

için zengin içerikler, anlaşılır metinler, değeri yüksek haberler yayımlamaları ve bunu da “hızlı” yapmaları gerekmektedir. Türkiye piyasasına yerli haber ajansları tarafından sunulan haberlerin sayısal olarak çok olduğu söylenebilir. Ancak, haber içerikleri incelendiğinde özel haber dışındaki rutin haberlerin genellikle her ajans tarafından benzer içerikle verildiği gözlenmektedir. Örneğin bir trafik kazası 4 ajans bülteninde de yer alabilir veya siyasilerin konuşmaları, TBMM’deki görüşmeler kısa veya uzun içeriklerle her ajans bültenine girebilir. Aynı haberin farklı şekillerde ajans bültenlerinde yer alması rekabet ve aboneye hizmet götürme gayreti ile açıklanabilir. Ancak, zaman zaman haber sayısının artırılması için özel yöntemler izleyen ajanslar, bir süre sonra salt sayısal artışın haber niteliğine olumsuz yansımalarını gözlediklerinde bundan vazgeçebilmektedirler.

Tablo-2: Yabancı haber ajanslarının Türkiye’deki abonelerine yönelik sunduğu “genel bültende” günlük ortalama haber, fotoğraf ve görüntü sayısı (2011-2012).

Haber Ajansı Haber Sayısı Fotoğraf SayısıAP 753 1300Reuters 549 1200AFP 621 1150Itar-TASS 400 -Xin-Hua 500 400Diğerleri 250 800(*)TOPLAM 3073 4850

(*): Sipa, EPA, Abaca Press gibi fotoğraf ajansları ile birlikte. (Antakyalı, 2012)

Büyük yabancı haber ajanslarının Türkiye piyasasına yönelik üretimleri, günlük ortalama 3 bin 73 adet haber, 4 bin 850 adet fotoğraftan oluşmaktadır (Tablo-2). Yabancı haber ajanslarının Türkiye medya piyasasına yönelik haber ve fotoğraf arzı, yerli haber ajanslarının üretimleri ile kıyaslandığında; haberde yüzde 35, fotoğrafta yüzde 92 oranında fazlalık görülmektedir. Bu tablo, uluslararası haber ajanslarının Türkiye pazarında etkinliğini sürdürdüğüne, haber akışında dünyadaki genel egemen yapının durumunu koruduğuna işaret etmektedir. Ancak, geçmişe göre yerli haber ajanslarının üretimlerini önemli miktarda artırdıkları ve ürünlerini çeşitlendirdikleri bir gerçektir. Özellikle tek kamusal ajans olan A.A’nın ulusaldan uluslararasına doğru kapasite artırımına ilave olarak CİHAN, DHA ve İHA gibi özel haber ajanslarının etkinleşen yapıları ve artan haber, fotoğraf, video üretimleri dikkat çekicidir.

Yabancı ajanslarından AP, Reuters, AFP ve büyük fotoğraf ajansları haber hizmeti sunarken aynı zamanda ticari faaliyette bulunmakta, belirli bir kazanç elde etmektedirler. Yabancı ajanslar için verimli ve ticari iş yapılabilir ülke olan Türkiye’de örneğin Reuters’in yıllık vergi matrahı 50 milyon doları aşmıştır (Maliye Bakanlığı, 2004). Ancak, Reuters medyaya yönelik haber hizmeti vermekle birlikte, merkez bankalarına, bankalara, yatırımcı kişi ve aracı kuruluşlara, kıymetli metal borsaları ile BİST (Borsa

Ajans Gazeteciliği ve Medya Sektöründe Haber Ajanslarının Etkinliği

205 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

İstanbul), SPK (Sermaye Piyasası Kurumu) ve diğer borsalara yönelik finans bilgileri ve veri aktarımı yapmaktadır. Yabancı haber ajanslarının Türkiye pazarına aktardıkları haberlerin aboneleri arasında gazete, dergi, radyo, televizyon, yerli haber ajansları, finans sektörü, yatırımcı şirketler, özel-resmi kurum ve şahıslar yer almaktadır.

Itar-Tass (Rusya Federasyonu) ve Xin-Hua (Çin Halk Cumhuriyeti) gibi daha çok yaptıkları karşılıklı anlaşmalarla haber takasını tercih eden ajanslar da bulunmaktadır. Burada, karşımıza çıkan konu, haber ajanslarının birbirine de abone olmasıdır. Bu ilişki satış sözleşmeleri ile gerçekleştirildiği gibi haber takası yoluyla da tesis edilmektedir. Örneğin kamusal ajans A.A, 50’nin üzerinde milli ajansla takas anlaşması yapmıştır. Böylelikle herhangi bir ücret ödenmeden karşılıklı haber, fotoğraf ve görüntü takası yapılmaktadır. Bazı ajanslar ise Türkiye kaynaklı medya kuruluşlarının kendi ülkelerindeki temsilciliklerine takasla abonelik sağlamaktadır. Örneğin A.A Moskova temsilciliğinin Itar-Tass aboneliği gibi.

Tablo-3: Yerli ve yabancı haber ajanslarının Türkiye piyasasına haber ve fotoğraf arzı (2011-2012).

Haber Ajansları Haber Sayısı Fotoğraf Sayısı Görüntü SayısıYerli ajanslar 2272 2515 425Yabancı ajanslar 3073 4850 -TOPLAM 5345 7365 425

Tablo-3’te görüleceği gibi Türkiye pazarına yerli ve yabancı haber ajanslarının arzlarının günlük toplamı 5 bin 345 haber, 7 bin 365 fotoğraf ve 425 görüntüden oluşmaktadır. Dış kaynaklı ajansların görüntülü haberleri (video), işbirliği yaptıkları yerli ajanslar tarafından veya görüntü başı satış olarak ya da doğrudan abonelik şeklinde gerçekleşmektedir (AP TV, Reuters TV vd). Görüntülü haberde iç pazara yönelik üretim ve yabancı ajanslara aracılık işi genellikle yerli ajanslar tarafından gerçekleştirilmektedir.

Haber ajanslarının günlük haber sunumlarının toplamı birkaç ciltlik ansiklopedinin her gün basılması anlamına gelmektedir. Böylesine zengin içeriklerden yararlanıp gazete çıkarmak veya televizyon haberciliği yapmak günümüzde daha da kolaylaşmıştır.

Ajans Haberlerinin Konu Tasnifi ve İçerikleri

Haber ajansları ürettikleri haberlerin içeriğine göre konu tasnifi yapar ve kategoriler oluştururlar. Bu yöntem abonelerin konuya göre haber seçme ve tarama yapmalarına kolaylık sağlar. Örneğin spor haberi arayan bir gazetenin sayfa sekreteri, bütün haberler içinden değil sadece spor kategorisinden kolayca haber seçimi yapma imkanına kavuşur.

Haber ajansları çok eskiden beri konu tasnifi yapmaktadır. Örneğin A.A, 1925’te Genel Haber Bülteni, Siyasi Haber Bülteni, Borsa Kapanış Fiyatları Bülteni, Hususi Mali

Muzaffer Şahin

206 Sayı 37 /Güz 2013

Servis Bülteni şeklinde haber tasnifi yaparken, 1935’te Genel Haber Bülteni’ne ilave olarak Genel Siyasi Servis, Mali Servis, Spor Servisi, Balkan Servisi, Hususi Servis olarak haberleri ayırmıştır. 1948’de ise yine Genel Bülten’in yanı sıra Mali Servis, Ekonomik Servis, Faal Servis (Londra ve New York borsalarındaki maden fiyatlarının haberini servis eden bu birimin en büyük abonesi Etibank’tır), Petrol ve Benzin Servisi, Mali ve Ekonomik Tahliller Servisi tasnifine gitmiştir. 2011 yılı itibariyle ise uygulanan konu tasnifi şöyledir: Yasama-Yürütme-Siyaset, Güvenlik-Yargı-Savunma, Çalışma-Sosyal Güvenlik-Sendikalar, Sağlık-Sosyal Hizmetler-Aile, Bilim-Teknoloji-Ulaştırma-İletişim, Çevre-Meteoroloji, Eğitim, Kültür-Turizm-Sanat, Yaşam-Magazin-Gençlik-Moda, Din-Felsefe, Dış Haberler, Diplomasi Haberleri, Ekonomi Haberleri, Finans Haberleri, Spor Haberleri, Genel Konular, Gündem Maddeleri (Şahin, 2010:114-118).

Tablo-4: Türkiye’deki yerli haber ajanslarının ürettiği haberlerin konulara göre oransal tasnifi (2011-2012).

Konu YüzdeEkonomi 23Spor 18Dış Politika + Diplomasi 17Güvenlik 14Siyaset 13Eğitim+Kültür+Eğlence 9Sağlık 2Diğer 4

Tablo-4’te başta A.A olmak üzere, CİHAN, DHA, İHA, ANKA haber ajanslarının yayımladıkları haberlerde, konu tasniflerine göre ortalama yüzdesel dağılım sıralanmıştır. Kurumlara göre (+) (-) yüzde 2’lik oransal kaymalar söz konusu olabilmektedir. Tablo-4’te konu başlıkları tarafımızca sadeleştirilmiştir, örneğin ekonomi haberleri içine veri ve finans haberleri ilave edilmiştir. Güvenlik haberlerine polis, jandarma, adliye, yargı dahil edilmiştir. Siyaset başlığında ise siyasi parti, parlamento, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, bakanlıklar, bürokrasi haberleri toplanmıştır. Sağlık haberlerine sosyal hizmet konuları alınmıştır. ‘Diğer’ başlığına ise din, felsefe, çevre, yaşam, yaşamın içinden gibi konular ile oransal olarak daha küçük düzeyde kalan diğer tasnifler dahil edilmiştir.

Ajans Haberlerinin Medyada Kullanımı

Haber ajanslarının ürettiği her tür ve her kategorideki haberlerin yanı sıra, gün içinde aniden ortaya çıkan sıcak gelişmeler, yeni olaylar, taze haberler medya tarafından kolaylıkla kullanılmaktadır.

Medyada ajans kaynaklı haberler birkaç nedenden dolayı tercih edilmektedir. En önemlisi işletme açısından düşük maliyetle haber sağlama kolaylığıdır. Diğerleri ise

Ajans Gazeteciliği ve Medya Sektöründe Haber Ajanslarının Etkinliği

207 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

gazeteci istihdamını, kullanılacak büro-ofis alanını ve işletme giderlerini sınırlandırma, tasarruf etme imkanı sağlamasıdır. Medya kuruluşları elde ettiği bu kadar avantaj karşısında, kendi bütçelerine göre tercih edecekleri bir ya da birden çok ajansın herhangi bir bülten çeşidine abone olup abonelik bedeli ödemektedir. Haber ajanslarının haber üretimlerindeki sayısal yüksekliğe bakıldığında, gazeteci ve muhabir istihdam etmeden, sadece ajanslara abone olarak gazete çıkarmanın veya televizyon haberciliği yapmanın mümkün olduğu söylenebilir. Bunu uygulayan yayın organları bulunmaktadır ve özellikle yerel medyada rastlanan örnekleri vardır. Ancak, genel olarak gazeteler ve televizyonlar bir yandan haber ajanslarına abone olup onların sunduğu haber, fotoğraf ve görüntüyü kullanırken, bir yandan da kendi yayın politikalarına göre özel haber üretme gayretinde oldukları için gazeteci, editör, muhabir, foto muhabiri ve kameraman istihdam ederler. Gazete ve televizyonlar haber ajanslarından gelen bültenleri her zaman tam metin olarak aynen kullanmazlar. Ajans haberlerini redaksiyona tabi tutar, kısaltır, ilaveler yapar, arşivden fotoğraf, görüntü ekler vs. kendi yayın politikasına uygun hale getirirler.

Ajans haberlerinin medyada kullanıldığını anlamak için haberlerin üzerindeki kurumsal haber kaynağının adı veya rumuzuna bakmak yeterlidir. Gazete ve televizyonlarda yayımlanan haberlerde ajans rumuzu yoksa, okuyucu veya izleyici o haberin ajans haberi olup olmadığını anlayamaz. Medyada, yöneticiler ve/veya editörler kendi yayın kuruluşlarında, istisnalar hariç, çok sayıda ajans rumuzlu haber görülmesini tercih etmezler. Bu yüzden ajans haberleri, sözleşmelere rağmen, özel bir önemi yoksa ajans rumuzu olmadan yayımlanmaktadır. Böylece ajans haberlerinin medyada kullanımını tam olarak belirlemek güçtür. Ancak, birden çok gazete veya televizyon haber bülteninde aynı habere aynı unsurlarla rastlanıyorsa ve haberde rumuz yoksa bunun ajans haberi olduğu anlaşılabilir.

Gazetelerde Ajans Haberi Taraması

Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde, “Haber Ajansları” dersini seçen genç arkadaşlarımla birlikte, 2012 yılı Ekim ayında, birer haftalık periyotla 17 ayrı yaygın gazetede, kurumsal haber kaynaklarına göre (haber ajansı kaynaklı haberler, gazete muhabiri kaynaklı haberler, gazetelerin ilgili servis derlemeleri vb) bir tarama gerçekleştirdik. Araştırmada; gazetedeki toplam haber sayısı, haber ajanslarının rumuzu ile yayımlanan haber sayısı, gazete muhabirinin imzası ile yayımlanan haber sayısı, derleme (haber merkezi, ekonomi servisi, istihbarat servisi, dış haberler servisi, magazin servisi, İstanbul istihbarat servisi ve benzeri imzalarla yayımlanan) haber sayısı ve kurumsal kaynağı belirtilmeyen (ajans rumuzu, muhabir adı veya derleme kaydı olmayan) haber sayısı olarak 4’lü tasnif yapılmıştır. Oranlardaki küsuratlar, aşağıya veya yukarıya doğru en yakın rakama tamamlanmıştır.

Muzaffer Şahin

208 Sayı 37 /Güz 2013

Tablo-5: 17 ayrı gazetede, haberlerin kaynaklarına göre yapılan taramanın oransal sonuçları (Ekim 2102’de yapılan araştırmada her gazete birer haftalık süre ile incelenmiştir).

Kurumsal Haber Kaynaklarına Göre YüzdeGazete Muhabirinin Adı İle Yayımlanan Haber 22

Haber Ajansı Rumuzu ile Verilen Haber 16

Derleme Haber 11

Kurumsal Kaynağı Belirtilmeyen Haber 51

TOPLAM 100

Gazetelerin kendi muhabirinin adıyla (imzasıyla) kullandığı haberler toplam haberler içinde yüzde 22 oranında yer tutarken, ajans rumuzu ile kullanılan haberlerin oranı ortalama yüzde 16 olarak belirlenmiştir. Gazetenin adı, haber merkezi, istihbarat servisi, ekonomi servisi, dış haberler servisi imzası ile yayımlanan ve burada derleme haberler olarak nitelendirdiğimiz haberlerin toplam haberler içindeki payı yüzde 11 iken, hiçbir kurumsal kaynak belirtilmeden kullanılan haberlerin toplam haberler içindeki payı, yüzde 51’i bulmaktadır. Burada açıkça görülen ve dikkat çeken husus, istisnalar hariç, gazete haberlerinin yarısında “kurumsal kaynağın” belirtilmemesidir. Yine bu taramada gözlenen, kaynak belirtilmeden kullanılan haberlerin büyük çoğunluğunun da haber ajanslarına ait olmasıdır. Farklı gazetelerde yayımlanmasına rağmen haberlerdeki içerik benzerlikleri bu tespiti güçlendirmektedir. Gazetelerde, ajans rumuzlu yüzde 16 haber ile kurumsal kaynağı belirtilmeyen yüzde 51 olmak üzere, toplamda yüzde 67 oranında ajans kaynaklı haber kullanılmaktadır denilebilir. Derleme haberlerin bir kaynağının da haber ajansları olduğunu dikkate alırsak, gazete haberlerinin ortalama yüzde 70’ini ajans haberlerinin oluşturduğu söylenebilir. Türkiye’de yayımlanan gazetelerde kullanılan haberlerin en çok yüzde 30’u gazetelerin kendi muhabirleri veya kendi birimlerince hazırlanmaktadır. Gazetelerde yer alan ajans kaynaklı haberlerin tamamına yakını ise AA, CİHAN, DHA, İHA, ANKA gibi yerli ajanslar ile AP, Reuters, AFP, Itar-Tass ve Xin-Hua gibi uluslararası haber ajanslarına dayanmaktadır. Gazetelerin, sözleşmelerde yer almasına rağmen ajans rumuzu ve ajans muhabirinin adını kullanmaktan kaçınmasının önüne geçilememektedir ve bunun çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Bu nedenlerin başında editoryal kaygılar gelmektedir. Gazetenin ajans haberleri ile çıkarılmış olduğu imajından kaçınma çabası yaygın kanaattir. Gazete ve televizyonların, özellikle internet medyasının (yeni medya), kullandıkları haberin kurumsal kaynağını belirtmekten kaçınması, haber ajansları için telif hakkı ihlali ve imaj sorunu oluşturmaktadır. Giderek yaygınlaşan bu temel sorun, gerçekleştirdiğimiz bu araştırmada da tespit edilmiştir.

Gazete okur temsilcileri zaman zaman kurumsal haber kaynağı (muhabir veya ajans imzalı veya imzasız) konusundaki şikayetler üzerine açıklama yapma ve tarafları mesleki kurallara çekme gayretine girmektedirler, ancak bu çabalar da kalıcı sonuçlar vermemektedir.

Ajans Gazeteciliği ve Medya Sektöründe Haber Ajanslarının Etkinliği

209 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

“Ombudsman görüşü: Gazetelerin ajanslardan ve değişik kaynaklardan gelen güncel haberleri derleyerek kendi okurlarıyla paylaşması doğaldır. Ancak bu tür haberlere verilen önem o haberin kaynağına da gösterilmelidir. Derleme haberde muhabir imzası olmaz. Yazı işleri deözel haberlerin dışında bu tür haberlere imza atılmaması gerektiğini bir ilke olarak benimsemeli” (Akçura, 2013).

Gazetelerde ajans haberlerinin yayımlanmasına ilişkin bazı sayısal verilere ulaşmak mümkün olurken, televizyonlarda bu anlamda bir ölçüm yapma imkanı oldukça güçtür. Televizyon haberleri bir spiker tarafından okunduğundan, ajans logoları sadece görüntülere (haberle ilgili videoya) yansımaktadır. Görüntülerin üst köşesinde bir logo görülüyorsa -ki o da genellikle kapatılmaktadır, söz konusu haberin ajans kaynaklı olduğunu anlayabilmekteyiz. Televizyon haberleri de çoğunlukla ajans haberlerinden derlenmekte, özel haberler kendi muhabirlerince sunulmaktadır.

Sonuç

Medya sektörü; gazete, dergi, radyo, televizyon, internet medyası, sosyal medya ve benzerleri her gün, her saat tüketilecek onlarca, yüzlerce haber, fotoğraf ve görüntüye ihtiyaç duyarlar. Bu taleplerinin tamamını kendi kaynaklarından, kendi muhabirlerinden sağlamaları yer, zaman, alt yapı, maddi koşullar bakımından mümkün değildir. O nedenle tedarikçilere ihtiyaç duyarlar. Medya sektörünün bu anlamda en temel, en büyük yan sanayisi, tedarikçisi haber ajanslarıdır. Günümüzde bu özellik daha da belirginleşmiştir. Ajansçılığın 182 yıllık serüveni önemli bir dönemini yaşıyor diyebiliriz. Haber ajansları, kurumsal yapıları, temel karakterleri, organizasyon yapıları, kapasiteleri, genel veya tema ajansı olup olmamaları ile asli görevleri olan haber, fotoğraf, görüntü toplamak, bunları işlemek ve pazara sunmakla yükümlüdür. Bu görevi yerine getirirken de doğru, tarafsız, objektif, güvenilir ve hızlı olmak gibi temel ilkelere sahip olmak durumundadır. Haber ajanslarının bugün içinde bulundukları açmaz telif haklarıyla ilgilidir, özellikle internet ortamında abonelik dışı izinsiz haber kullanımı yaygınlaşmaktadır. Ajans kaynaklı haberlerin medyada rumuzsuz veya kaçak kullanımı haber ajanslarının ortak temel sorunu haline gelmiştir.

Kaynakça

Anadolu Ajansı (A.A), (2011). Üretim Raporu, Ankara.

Akçura, Belma, (2013). Okur Temsilcisi, Ombudsman, Milliyet, 25 Şubat.

Abdurrahman Antakyalı ile 08 Ekim 2012 tarihinde yapılan görüşme.

Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü (BYEGM), (2012). www.byegm.gov.tr, Erişim tarihi: 04.06.2012.

Girgin, Atilla, (2002). Uluslararası İletişim Haber Ajansları ve A.A, İstanbul: Der Yayınları.

Koloğlu, Orhan, (1994). Havas ve Reuter’den Anadolu Ajansı’na, Ankara: ÇGD Yayınları.

Muzaffer Şahin

210 Sayı 37 /Güz 2013

Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı (2004), Katma Değer Vergisi Müdürlüğü Uzmanı ile 4 Mart 2004 tarihinde yapılan görüşme.

Şahin, Muzaffer, (2012). Ajans Gazeteciliği ve Haber Ajansları, Ankara: Pelikan Yayıncılık.

Şahin, Muzaffer, (2010). A.A’da Bülten Servis Hizmetleri, 90. Yılında Anadolu Ajansı, Ankara: A.A Yayınları, Yayın No: 11.

Tokgöz, Oya, (2000). Temel Gazetecilik, Ankara: İmge Kitabevi.

Ajans Gazeteciliği ve Medya Sektöründe Haber Ajanslarının Etkinliği

Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi

Copyright - 2013 Bütün Hakları SaklıdırE-ISSN: 2147-4524

İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 37 / Güz 2013

Sağlık İletişiminde Korku Öğesinin Kullanımı: Sigara Paketlerinde Kullanılan Sigara Karşıtı Görsellerin Göstergebilimsel AnaliziUsing Fear Appeal in Health Communication: Semiotic Analysis of Anti-smoking Visuals Displayed on Cigarette Packages

Aslıhan ARDIÇ ÇOBANER, Yrd. Doç. Dr., Mersin Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu / Sosyal Hizmetler Anabilim DalıE-posta: [email protected]

Öz

Sağlık iletişiminde son dönemlerde sağlıkla ilgili kampanyalarda ve özellikle de riskli davranışın değiştirilmesi ve bireyleri sağlığa zararlı davranışlarından vazgeçirmek amacıyla hazırlanan içeriklerde korku öğesinin (fear appeal) kullanımına sık rastlanmaktadır. Bu çerçevede, sigara içme davranışını azaltmak için sigara paketlerinin üzerine konulan on dört görselde korku öğesinin kullanımı, iletilerin neler olduğu ve anlamın nasıl oluştuğu göstergebilimsel analiz yöntemi kullanılarak çözümlenmiştir. Çalışmanın sonucunda, sigara paketleri üzerinde yer alan görsellerde korku öğesinin farklı düzeylerde kullanıldığı ortaya konulmuş ve korku öğesinin tıbbi paradigma içerisinde “sağlık” ve “sağlıklı olma” mitleri ile sağlık-hastalık, hayat-ölüm, kadınlık-erkeklik, gençlik-yaşlılık gibi karşıtlıklarla pekiştirildiği tespit edilmiştir.

Çalışma, görsel metinlerde sigara içmenin “bireysel bir davranış” ve bir “bağımlılık” olarak çerçevelendiğini de ortaya koymuştur. Korku öğesinin kullanımında beklenen tutum ve davranış değişikliğini sağlamak için bireylerin toplumsal olarak da desteklenmeleri gerekmektedir. Dolayısıyla bu çalışma bireyin ve toplumun sağlığı için bireysel çabaların yanında; politika geliştirme süreçlerine katılımın ve insanların kendi sağlıklarına dair farkındalıklarını ve öz-yeterliliklerini arttıran sağlık iletişimi faaliyetlerinin önemini de vurgulamaktadır.

Abstract

In health communication campaigns, fear appeal is frequently used in contexts aiming at changing risky behaviours and discouraging people from harmful health behaviours. The aim of this study is to explain the use of fear appeal in anti-smoking visuals displayed on cigarette packages; the messages and construction of meaning in the messages in these visuals with semiotic analysis. The study includes fourteen visuals used on cigarette packages in Turkey. The study shows that fear appeal in visuals on cigarette packages are used at different levels and it is reinforced in medical paradigm with myths and contrasts like health vs. sickness, life vs. death, female vs. male and young vs. old.

The analysis finds out that smoking is framed as an “individual behaviour” and as an “addiction” in the visual texts. In order to achieve expected behavioural change by using fear appeal, individuals should also be supported at community level. To this end, this study highlights the importance of health communication activities enabling involvement in policy development processes and increasing self-awareness and self-efficacy of individuals related to their health as well as the individual efforts for the individual’s and community’s health.

Anahtar Kelimeler:

Sağlık İletişimi, Korku Öğesi, Korku Öğesi Teorileri, Sigara Karşıtı Görseller, Göstergebilim.

Keywords:

Health Communication, Fear Appeal, Fear Appeal Theories, Anti-smoking Visuals, Semiology.

212 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Giriş

Korku öğesi (fear appeal)1 insanlara önerilen ya da tavsiye edilen şeylere uymadıklarında başlarına gelebilecek olumsuz şeylere dikkati çekerek, korku yoluyla ikna etmeye çalışan bir mesaj türüdür. Günümüzde korku; bir malın pazarlamasından, bir fikre yönelik ikna edici mesajların oluşturulmasına; sosyal alanda bir davranışın değiştirilmesinden, bir fikrin benimsetilmesine veya sosyal sorunlara dikkat çekilmesi gibi birçok farklı amaçla kullanılmaktadır. Korku öğesinin kullanımının ilk örnekleri siyasal iletişimde ve seçim kampanyalarında görülmüştür. Siyasi parti ya da adayların, belli adayları desteklemek ya da belli partilere oy verilmesini sağlamak için hazırlattıkları kampanyalarda, insanları ikna etmek amacıyla korku öğesi kullanılmıştır.

Korku öğesinin en yaygın kullanıldığı alanlardan birisi de sağlık konusundaki ikna edici iletişim süreçleridir. Sağlıkla ilgili davranış değişimini amaçlayan sağlık iletişiminde, insanların sağlık risklerini tanımaları, kendi sağlıklarını geliştirmeleri, erken teşhis ve tedaviye ulaşmaları ve sağlık risklerini azaltmaları amacıyla çeşitli mesaj stratejileri kullanılmaktadır. Bu mesajlar çeşitli iletişim kanalları kullanılarak (kişilerarası danışma, destek grupları, workshoplar, gazete ve dergi makaleleri, reklam panolarında, radyo-tv programları, sosyal reklamlar (Public Service Announcement-PSA) ve bilgisayar enformasyon sistemleri gibi) hedef kitleye ilgili sağlık enformasyonu iletilir (Çınarlı, 2008: 144).

Sağlık enformasyonunu içeren kampanyalarda bireyleri sağlığa zararlı davranışlarından vazgeçirmek ve davranışı değiştirmeye yönelik motivasyon oluşturmak amacıyla hazırlanan reklam ve materyallerde korku öğesinin kullanımına sıklıkla rastlanmaktadır. Örneğin sigara ya da uyuşturucu kullanımı gibi istenmeyen, sağlığa zararlı bir davranışın önlenmesi amacıyla; risklere vurgu yaparak, insanların risklerden ve davranış değişikliğinin sağlayacağı kazançlardan haberdar olmaları amaçlanmaktadır. Bu amaçla kişilerarası iletişim ve kitle iletişimi aracılığı ile riskli davranıştan uzaklaştırmayı amaçlayan mesajlar iletilebilmektedir. Korku öğesi sağlık mesajlarında çeşitli düzeylerde (yüksek ve düşük), dil ve görüntüler aracılığı ile oluşturulmaktadır. Bu görüntüler çoğunlukla canlı, kişileştirilmiş bir dil (sigara içenlere yönelik “sizin gibi sigara içenler….”) ve kanlı görsellerin yer aldığı (örneğin kaza kurbanlarının resimleri) “korkutucu” içerikten oluşabilir. Yüksek düzeyde korku öğesi kullanılan bir mesajda somut, yoğun ve duygusal bir dil ile birlikte görsel malzeme ve grafikler kullanılmaktadır (Witte, 1992: 330).

Türkiye’de de son yıllarda sigara kullanımını azaltmak amacıyla yürütülen sağlık iletişimi kampanyası içerisinde hazırlanan materyallerde, radyo, televizyon programlarında ve sosyal reklamlar içerisinde korku de öğesi kullanımına rastlanmaktadır. Korku öğesinin kullanıldığı sigara karşıtı uyarıcıların bir kısmı sigara paketleri üzerinde yer alan görseller aracılığı ile topluma iletilmiştir (Kuş, 2010: 1).

Bu çalışmada, öncelikle sağlık iletişimi disiplini, çalışma alanları ve kullandıkları

1 Literatürde “fear appeal” korku çekiciliği/güdüsü/çağrısı olarak da kullanılmaktadır. Bu kavramları kapsadığı düşünülerek bu çalışmada “korku öğesi” ifadesinin kullanılması tercih edilmiştir.

Aslıhan Ardıç Çobaner

213 Sayı 37 /Güz 2013

yöntemler üzerinde durulmuştur. Sağlık iletişiminde korku öğesinin kullanımının açıklanmasının ardından, korku öğesi teorilerine ve sigara karşıtı kampanyalarda korku öğesinin kullanılışına yer verilmiştir. Çalışmanın araştırma evresinde sigara kullanımını azaltmak amacıyla sigara paketleri üzerinde yer alan ve sigaranın zararlarına vurgu yapan görseller göstergebilimsel yöntemle analiz edilmiş, görsellerde korku öğesinin kullanımı, ne tür iletilerin yer aldığı ve bu görsellerde anlamın nasıl oluştuğu çeşitli bulgularla ortaya konulmuştur.

Çalışmanın Problemi

Bu çalışmanın temel problemini, sigara paketleri üzerinde yer alan görsellerde korku öğesinin kullanılıp kullanılmadığı; korku öğesinin hangi düzeylerde kullanıldığı; kullanılan görsellerde anlamın nasıl iletildiği (hangi göstergeler, mitler, simge ve çağrışımlar ile) ve görsellerde oluşturulan anlam ile görsellerde verilen dilsel mesajların birbiri ile uyumu oluşturmaktadır. Ayrıca bu çalışmada, kullanılan görsellerin sigara içme davranışını nasıl tanımladığı ve ne şekilde çözüm yolları sunduğunun cevabı da aranacaktır.

Çalışmanın Amacı

Bu çalışmanın amacı; sağlık iletişiminde sigara içme gibi riskli bir davranışı değiştirmeye yönelik olarak, sigara paketleri üzerinde kullanılan uyarıcı mesaj ve görsellerde2 korku öğesinin kullanımını, iletilerin neler olduğunu ve anlamın nasıl oluştuğunu göstergebilimsel analiz yöntemini kullanarak açıklamaktır. Sigara içme gibi riskli sağlık davranışlarını değiştirmeyi amaçlayan sağlık iletişimi mesajlarında; genellikle insanların kendi davranışlarından sorumlu oldukları ve somut kanıtları gördüklerinde riskli davranışlardan vazgeçecekleri kabul edilir. Oysa birçok bilimsel kanıta rağmen bireyler sigara içmeye devam etmektedirler. Bu çalışmada, sigara paketleri üzerinde yer alan görsellerde korku öğesinin kullanım düzeyleri; bu öğenin sigara içme davranışını nasıl tanımladığı (bireysel bir sorun, bağımlılık vb.), sorumlular hakkında ve problemin çözümüne yönelik ne tür öneriler sunduğu (bireysel/toplumsal) ve kullanılan görsel öğeler aracılığı ile ne tür anlamların aktarıldığı ortaya konulmuştur.

Çalışmanın Önemi

Sağlık iletişiminde korku öğesi; sigara kullanımının engellenmesi/azaltılması,

2 Sigara paketleri üzerine uyarıcı mesaj yazılması ilk kez ABD’de Halk Sağlığı Kurumu Surgeon General’in 1965 yılında sigara paketleri üzerine “Surgeon General Warning” ve “Sigara içmek sağlığa zararlıdır” ifadesini yazdırması ile başlamıştır. Daha sonra 2001 yılında Kanada’da sigara paketleri üzerinde, uyarı mesajları ile birlikte sigara içmenin zararlarına işaret eden görseller kullanılmıştır. Türkiye’de ise ilk olarak 1996 yılında çıkarılmış olan 4207 sayılı “Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Kanun” uyarınca tütün ürünleri paketleri üzerine “Yasal Uyarı: Sağlığa Zararlıdır” ifadesi basılmıştır. 2010 yılından itibaren ise sigara paketlerinin ön yüzünde, on dört değişik görsel kullanılmıştır. Paketler üzerinde kullanılan görseller Avrupa Birliği tarafından geliştirilen arşivde yer alan resimler arasından seçilmiştir (Bilir vd., 2013: 14).

Sağlık İletişiminde Korku Öğesinin Kullanımı: Sigara Paketlerinde Kullanılan Sigara Karşıtı Görsellerin Göstergebilimsel Analizi

214 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

ilaç bağımlılığı, AIDS’ten korunma, diş bakımı, gebelikten korunma, silahlanma, çocuk suçları, aşılama, trafik güvenliği, sigortalama, iklim değişikliği, gıda ve su güvenliği, katkı maddeleri, cep telefonları, stres ve benzeri sağlıkla ilgili birçok konuda kullanılmaktadır (Williams, 2012: 4). Sağlık iletişiminde korku öğesinin kullanımına yönelik çalışmalar incelendiğinde; Türkiye’de gerek kuramsal, gerekse ampirik düzeyde daha önce yapılmış bir çalışmanın bulunmadığı anlaşılmıştır. Bu çalışma sağlıkla ilgili mesajların iletiminde görseller yoluyla anlamın nasıl kurulduğu ve aynı zamanda sağlık iletişimi alanında davranış değişikliğinde korku öğelerinin kullanımına yönelik literatüre bir katkı sunacaktır. Ayrıca bu çalışmanın verileri, sağlık iletişimi kampanyalarında korku öğesinin kullanılacağı mesaj stratejileri üzerinde düşünme, tartışma ve yeni çalışmalar için kaynak materyal sağlanması açısından önem taşımaktadır.

Çalışmanın Varsayımları ve Sınırlılıkları

Bu çalışma; sigara paketleri üzerinde yer alan uyarıcı görsellerde korku öğesinin kullanıldığı temel varsayımından hareketle; korku öğesinin kullanımının farklı düzeylerde gerçekleştiği ve yüksek ve orta düzeyde korku öğesi kullanımının daha sık görüldüğü temel varsayımına dayanmaktadır. Ayrıca bu çalışmaya göre, incelenen görsellerde korku öğesinin kullanımı çeşitli göstergeler aracılığı ile gerçekleşmekte; bu göstergelerde anlam tıbbi paradigma içerisinde mitler ve simgeler aracılığı ile sağlık-hastalık, hayat-ölüm, gençlik-yaşlılık, kadınlık-erkeklik gibi çeşitli karşıtlıklar içerisinde oluşturulmakta ve görseller sigara içme davranışını “bireysel bir sorun” ve “bağımlılık” olarak tanımlayarak; çözüm yolunu yine bireylere yöneltmektedir.

Bu çalışma yalnızca sigara paketleri üzerinde yer alan on dört görseli kapsamaktadır. Oysa sağlık iletişiminde korku kullanımı sık rastlanan bir yöntemdir ve birçok sağlık iletişimi kampanyasında kullanılmaktadır. Örneğin radyo ve televizyonlarda yayınlanan sosyal reklamlarda, afiş ve reklam panolarında da korku öğesi kullanımına sık rastlanmaktadır. Bu çalışma sosyal reklamlarda, afiş ve reklam panolarında kullanılan sigara karşıtı görselleri kapsamamaktadır.

Sağlık İletişimi Kavramı ve Çalışma Alanları

Sağlıkla ilgili mesajların yayıldığı ve yorumlandığı bir süreç olarak sağlık iletişimi, iletişim ve sağlık alanlarını birleştiren disiplinlerarası bir alandır. Sağlık hizmeti sunumunun iyileştirilmesinde önemli bir sosyal süreç olan sağlık iletişimi; tedavi kararlarının alınması, değişen sağlık koşullarına uyum sağlanması ve sağlığı koruyucu faaliyetleri düzenlemek amacıyla sağlık hizmeti sunanlar ve sağlık hizmeti alanlar arasında sağlık bilgilerinin oluşturulması ve bu bilgilere erişim gibi konuları kapsamaktadır. Sağlık iletişimi bu konularda iletişim becerilerini kullanmak ve iletişimin sağlık ve sağlık hizmetleri üzerindeki etkisinin incelenmesi üzerinde çalışmaktadır. Ayrıca sağlık iletişimi, hedef kitlelerin sağlık konusundaki bilgi birikimini, tutum ve davranışlarını etkileyecek sağlık bilgilerini oluşturmak amacıyla uzman kişilerin kitle iletişimi üzerinden yayılacak ikna edici mesajlar geliştirmesini sağlamaktadır (Kreps vd., 1998: 1). Sağlık iletişimi alanının

Aslıhan Ardıç Çobaner

215 Sayı 37 /Güz 2013

bir bilim alanı olarak gelişimi 1970’li yıllardan itibaren hız kazanmış ve günümüzde iletişim ve tıp disiplinlerinin bu alana ilgisi giderek artmıştır.

Sağlık iletişimi çeşitli düzeylerde gerçekleştiği gibi sağlık ile ilgili bilgi kimi zaman kişilerarası iletişim ile kimi zaman da kitle iletişimi ile yayılmaktadır. Kitle iletişimi düzeyindeki sağlık iletişimi ulusal ve evrensel sağlık programları, sağlığı geliştirme kampanyaları ve halk sağlığı planlarını kapsamaktadır. Bu düzeydeki sağlık iletişimi sağlıkla ilgili mesajların yayılması ve yorumlanması olarak değerlendirilmektedir. Sağlıkla ilgili mesajları gönderen bir kişi, kurum veya bir kitle iletişim aracı olabilir. Bu mesajları alanlar ise, bireyler, gruplar veya kitleler olabilir. Tabak’a göre; sağlık iletişimi; sağlık hizmetlerinin tanınması, doğru sağlık bilgilerinin yayılması, sağlıkla ilgili tutumların değişmesi ve sağlıklı yaşam biçimlerinin temeli olan sağlık davranışının geliştirilmesi süreçlerini içerir (2003: 30).

Sağlık iletişimi çalışmalarının kitle iletişimi boyutu, medyanın halk sağlığını geliştirmek üzere ikna edici şekilde kullanılması amacını taşır. Oysa günümüzde medya toplumsal boyutta ele alınabilecek sağlık sorunlarını bireysel çerçevelerle ele alarak, bu sorunların toplumsal nedenlerini ve çözüme yönelik politikaların geliştirilmesi gerekliliğini görünmez kılmaktadır. Iyengar’ın da belirttiği gibi medyada sağlıkla ilgili haberler büyük oranda bireysel ve epizodik (olaysal) çerçevelerle verilmektedir (1997: 246). Oysa sağlıkla ilgili sorunlar birçok yönden sosyal koşullarla ilişkilidir. Örneğin, Parrott, Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) 2000 yılında yapılan bir çalışmada temel dokuz ölüm nedenin çoğunun halk sağlığı ve/veya risklerle ilişkili olduğunun ortaya konulduğuna ve bu sorunların görülme sıklığının sağlık iletişimi yöntemleri ile yapılacak müdahalelerle azaltılabileceğine dikkati çekmektedir (2004: 753).

Sağlık iletişimi, kamu ve bireyin sağlığı ile ilgili mesajların oluşturulmasında ve bireysel ve toplumsal sağlık riski ile ilgili enformasyonun yayılmasında genel olarak iletişim kuram ve yaklaşımlarından yararlanmaktadır. Sağlık iletişimi çalışmaları, daha çok sağlığın geliştirilmesi ve hastalıklardan korunma üzerine yoğunlaşmıştır. Sağlığı ilgilendiren bir konuda bilgiyi ve farkındalığı arttırma, sorunun nedenleri ve çözüm yolları hakkında bilgilendirme, algılamaları, inançları, tutumları etkileme, davranış değişikliğinin yararlarını gösterme, mitleri ve yanlış anlaşılmaları çürütme gibi birçok rolü içerisinde barındırmaktadır (Thomas, 2006: 3).

Sağlık iletişiminin çok disiplinli özelliği nedeniyle; halk sağlığı ve risk iletişimi alanında sağlık iletişimi yöntemleri kullanılarak davranış değişikliği oluşturmayı sağlamak amacıyla sağlık eğitimi, sosyal pazarlama, medyada savunuculuk ve davranış ve sosyal değişim kuramlarını içeren birçok kuram ve yaklaşımdan yararlanılmaktadır. Tutum ve davranış değişikliği ile ilgili kuram ve modellerin, sağlığa ilişkin tutum ve davranışlarında, bireyin algısı, toplumsal ve sosyal çevresi, sosyal normlar ve tavırların belirleyici olduğu bilgisi üzerine kurulu olduğu söylenebilir. Davranış değişikliklerini hangi durum ve kriterlere göre değiştirdikleri, sağlıklı davranışları nasıl öğrendikleri, öğrenmek ve uygulamak için nasıl ikna oldukları da tutum ve davranış değişikliği kuram ve modellerinin ortak noktasıdır (Sezgin, 2011: 116).

Sağlık İletişiminde Korku Öğesinin Kullanımı: Sigara Paketlerinde Kullanılan Sigara Karşıtı Görsellerin Göstergebilimsel Analizi

216 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Korku Öğesinin Kullanımı ve Korku Öğesi Teorileri

İkna etme amacıyla korku öğesinin kullanımı konusunda birçok çalışması bulunan Kim Witte’ye göre korku kullanımı, “Geçerli ve önemli bir kişisel tehdidi dile getirerek insanlarda korku uyandıran ve ardından bu tehditle başa çıkmak için öneriler sunan, çözüm yolları gösteren ikna edici mesajlardır” (1992: 330). Elli yıllık bir araştırma süreci boyunca, mesajlarda korku öğelerinin kullanımının etkililiği ya da etkisizliğine dair birçok farklı teori ve model geliştirilmiştir. Ancak, genel olarak sağlık iletişimcileri sigara içmenin önlenmesi ve bırakılması dahil, uzun yıllar boyunca sağlıkla ilgili davranış değişikliği oluşturulması konusunda korku kullanımının gerekli olup olmadığını tartışmışlardır (Hill vd., 1998: 5).

Korku öğesi teorileri birbirinin üzerine inşa edilme eğiliminde olup, geliştirildikleri dönemin belli başlı perspektiflerini yansıtmaktadır. Örneğin erken dönem korku öğesi teorileri o dönemde daha popüler olan öğrenme teorilerinin üzerine şekillenmiştir. Dillard’ın korku öğesi teorilerinin üç temel grupta sınıflandırdığını aktaran Witte ve Allen, bu teorileri şu şekilde açıklamaktadır: Güdülenme Teorileri (Drive Teories, Drive-Reduction Model); Paralel Yanıt Modelleri (Parallel Response Models) ve Öznel Beklenen Yararlılık Modelleri (Subjective Expected Utility (SEU) Models). Buna ek olarak Witte’nin Genişletilmiş Paralel Süreç Modeli (Expended Parallel Process Model (EPPM)) bu öncül teorilere bir araya getirerek, tek bir teori altında birleştirmiştir (2000: 592).

1. Güdülenme Teorileri: Korku öğesi araştırmalarının en erken dönem çalışmalarında güdülenme teorilerinin çeşitli modellerinden yararlanmıştır. Bu teoriler korku ve davranış değişikliği arasında tersine çevrilmiş bir ilişki olduğunu ve ılımlı bir korku düzeyinde daha fazla davranış değişikliğinin ortaya çıkacağını öne sürmektedir. 1970’li yıllarda bu teorilere yönelik yeterli destekleyici kanıt elde edilemediğinden, benimsenmemiş olup, korku öğesi çalışmalarında duygusal ve bilişsel yanıtlar araştırılmaya başlanılmıştır (Witte ve Allen, 2000: 593).

2. Paralel Yanıt Modelleri: 1970’lerde Leventhal, paralel yanıt veya süreç modelini önermiştir. Paralel yanıt modeline göre, korku öğesi ile karşı karşıya gelen birey birbirine paralel iki ayrı algılama sürecine girer. Bunlar; tehlike kontrol süreçleri (danger control processes) (tehdit veya tehlikeyi kontrol etme çabaları) ve korku kontrol süreçleri (fear control processes) (kişinin tehdit/tehlikeye dair korkusunu kontrol etme çabaları) olarak ayırt edilmiştir. Tehdit veya tehlikenin kontrolünde birey bununla nasıl başa çıkılması gerektiğinin; korku kontrolünde ise bir tehdide karşı olan duygusal tepki ile nasıl başa çıkılacağının cevabını arar (Witte ve Allen, 2000: 593). Daha sonra Witte, bu teori üzerine çalışarak kendi teorisini inşa etmiştir.

3. Öznel Beklenen Yararlanım Modelleri: Öznel yararlılık, arzulanan bir nesnenin veya hedefin, bu hedefe ulaşmaya yönelik davranışın öznel olasılığı ile hedefin algılanan değeridir. Bu modellerin temelinde Rogers’ın “Korunma Motivasyonu Teorisi” (protection motivation theory -PMT) gibi bilişsel olarak, korku öğesini neyin etkili kıldığına dair mantıksal yaklaşımları değerlendirme çabası yatmaktadır. Rogers’ın teorisine göre insanların, istenen davranışı yapma olasılığını artıran dört faktör vardır. Bunlar; ikna edici

Aslıhan Ardıç Çobaner

217 Sayı 37 /Güz 2013

mesajda yer alan tehdidin ciddiyeti, insanların tehdit eylemine karşı hassasiyeti, mesajda önerilen çözümün etkinliği ve bireylerin çözümü uygulama yeterliliğidir (Witte ve Allen, 2000: 593).

Korku öğesi teorilerinin en günceli Witte’nin klasik korku öğesi teorilerini bir araya getiren Genişletilmiş Paralel Süreç Modeli’dir. Bu modele göre; kişilerin korku öğelerine yanıtı, tehdidi nasıl değerlendirdiklerine ve algıladıklarına dayalıdır. Hedef kitle tehdidi değerlendirirken, tehdidin ciddiyeti ve şiddetinin yanı sıra hassasiyet ve kendi başlarına gelmesi olasılığını göz önüne alır. Eğer insanlar risk altında olduklarına inanmıyorsa veya sağlık tehdidini ciddi olarak görmüyorsa mesaja yanıt vermeyecektir (Witte ve Allen, 2000: 594).

Witte korku öğesinin kullanımının üç temel niteliğinden söz etmektedir. Bunlar korku (fear), tehdit algısı (perceived threat) ve algılanan yeterlilik (perceived efficacy)’dir.. “Korku”, yüksek düzeyde psikolojik uyarıyla birlikte açığa çıkan olumsuz duygudur. “Tehdit algısı”, mesajı alanlarda bir takım “olumsuz sonuç veya durumda oldukları” gibi bir algı meydana getiren dış uyarıcıdır. Bir korku öğesi kullanımının “tehdit” boyutu, genelde iki mesaj unsurunu içermektedir. Bunlardan birincisi tehdide karşı “algılanan duyarlılık” (perceived susceptibility) yani insanların tehditten etkilenmesi ve ikincisi ise tehdidin “algılanan şiddeti” (perceived severity) ya da tehdidin büyüklüğü ya da sertliğidir. Korku öğesi kullanımının son niteliği olan “algılanan yeterlilik” ise; mesajdaki tavsiyelerin uygulanabilir ve belirtilen tehdidi azaltabilir olduğu yönünde kişinin inancıdır (Witte, 1992: 331).

Eğer insanlar tehdidin ciddi olduğuna ve kendilerinin risk altında olduklarına inanıyorsa, kendilerini harekete geçirmek üzere motive edecek bir korku ile yanıt verirler. Yanıtlarının doğası, tavsiye edilen eylemin ne kadar etkili olacağına inandıklarına (yanıt etkililiği) ve eylemi gerçekleştirmek için yetilerine olan inançlarına (öz yeterlilik) bağlıdır. Bu inançların tamamı algılanan yeterlilik olarak adlandırılır. İnsanlar korktuklarında ama tehdide etkili şekilde cevap verebileceklerinde (diğer bir deyişle, algılanan yeterlilik algılanan tehditten daha güçlüyse), tehlikeyi kontrol etmek için tavsiye edilen eylemi kabul ederler. Diğer yandan, tehdit algısı yeterlilik algısını aşarsa (diğer bir deyişle tavsiye edilen eylem çok zor, çok pahalı veya tehdidi savuşturmak için yeterli olmadıklarına inanıyorlarsa), insanlar korkularını nasıl kontrol edeceklerine odaklanmaya başlarlar. Mesajı görmezden gelir, risk altında olduklarını inkâr eder, mesajla dalga geçer veya kaynağa sinirlenirler. Hatta sağlıksız davranışlarını arttırabilirler (bumerang etkisi). Aslında tehdit ne kadar büyükse, motivasyon da o kadar fazladır. İnsanların korku kontrolüyle mi yoksa tehlike kontrolüyle mi yanıt verecekleri, algıladıkları yeterliliklerinin düzeyinin algıladıkları tehdit düzeyiyle karşılaştırılmasına dayanır (Witte ve Allen, 2000: 591-592).

İnsanların korku öğesine verdikleri cevap da çeşitli şekillerde farklılaşabilir. Thesenvitz’e göre (2000: 3) bu farklılaşma üç şekilde ortaya çıkabilir:

· Algılanan tehdit düşükse, hedef kitle yeterlilikle ilgili endişe duymaz ve yanıt vermez, · Algılanan tehdit yüksekse ve algılanan yeterlilik düşükse, sonuç kaçınma, inkâr veya kaynağa karşı

öfkedir (korku kontrolü);· Algılanan tehdit yüksekse ve algılanan yeterlilik de daha yüksekse, tavsiye edilen davranış kabul

edilir (tehlike kontrolü).

Sağlık İletişiminde Korku Öğesinin Kullanımı: Sigara Paketlerinde Kullanılan Sigara Karşıtı Görsellerin Göstergebilimsel Analizi

218 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Kısacası korku öğesinde amaç, yüksek tehdit ve yüksek yeterlilik içeren mesajı oluşturmaktır. Her ne kadar konsept basit olsa da, uygulama karmaşık ve zordur. Bir kişi için tehdit ve yeterlilik arasındaki doğru denge, herhangi bir reaksiyon ortaya çıkarmayabilir veya bir diğeri için geri tepebilir (Witte ve Allen, 2000: 592). Bu nedenle, sağlık iletişimi kampanyalarında yüksek tehdit, yüksek yeterlilik mesajı oluşturmak için, hedeflenen kitleyi derinlemesine tanımak önemlidir. Bu, hedeflenen kitle ve konunun tanımlanmasını ve ardından kitlenin sağlık riskinin onları nasıl etkilediğine, sağlıklarına yönelik büyük ve ciddi bir tehdit olduğuna inanmalarını gerektirir.

Korku öğesi kullanımı üzerine yapılan çalışmalar iki alanda sınıflandırılmıştır. Bunlardan birincisi, mesajın önerdikleri (tutum, davranış, niyet) ile ilgili çalışmalar, diğeri ise mesajın reddedildiği ya da kabul edilmediği durumlar (inkâr, kaçınma ve savunma gibi) ile ilgili çalışmalardır (Witte ve Allen, 2000: 592). Ayrıca Stern’e göre yukarıda sözü edilen araştırmalarda korku öğesi dört farklı açıdan araştırılmıştır. Birincisi korkunun derecesidir (1988: 91). Korkunun derecesi yüksek veya düşük duygusal uyarılma şeklinde olabilir. İkinci araştırma alanı korku öğesinin kullanımının şeklidir. Bu fiziksel veya sosyal olarak rahatsız etme şeklinde olabilir. Üçüncüsü, korku öğesi kullanımının konumudur. Bu konumlandırma olumsuz durumlara yol açan eylemleri tanımlamak veya olumsuz durum ya da eylemlerden kaçınmayı tavsiye etmek şeklinde olabilir. Sonuncusu ise korku öğesinin kullanımının uygulama şekline ilişkindir. Uygulama şekli hayattan bir kesit veya tanıklık etme şeklinde olabilir.

Korku öğesinin uygulanabilirliği ve etkisi ile ilgili tartışmalarda, korku öğesinin düzeyi ve etkisi arasındaki ters U ilişkisi üzerinde ayrıca durulmaktadır. Korku öğesi düşük düzeyde olduğunda, mesaja duyarlılık azalırken; yüksek olduğunda ise “tehlike/vehamet” ya da “risk” duygusu ile baş edememe duygusu oluşmaktadır. Bu durumda eğer kişi güçlü bir öz-yeterlik (self-efficacy) gösterirse tehlikeyi gidermenin yolunu arar ve tutumunu değiştirmeye çalışır. Ancak öz-yeterlik düşük ise; bu kişiler korkularını psikolojik savunma mekanizmaları ile kontrol etmeye çalışır. Kısaca, yalnızca kişi tavsiye edilen yanıtı etkili şekilde yerine getirebilecek gibi görüyorsa, tavsiyeye uyum sağlanması için korku öğesi kullanılabilir (Thesenvitz, 2000: 10). Ancak, korku kullanımına dair etik kaygılar nedeniyle, düşük düzeyde korku öğesi kullanma, olumlu davranışı güçlendirme ve mizah kullanımı gibi yöntemler daha çok önerilmektedir (Williams, 2012: 4).

Sigara karşıtı kampanyalarda korku öğesi kullanarak davranış değişikliği oluşturma sıklıkla kullanılmakta ve etkili olduğu kabul edilmektedir. Thesenvitz, bu kampanyaların uygun şekilde kullanıldıklarında korkutucu ve “sert” kampanyaların sağlık iletişiminde, özellikle de tütün kontrolünde, etkili olduğunu gösteren çeşitli çalışmaların yapıldığından söz etmektedir (2000: 1). Bu çalışmaların ortak sonucuna göre yetişkinleri sigarayı bırakma konusunda ikna etmenin en iyi yolu kampanyalarda korku öğesini kullanmaktır. Hill vd., aktardıklarına göre, eskiden sigara içen ve şu an sigarayı bırakmış kişiler üzerinde yapılan bir araştırma, bu kişilerin sağlıkları ile ilgili duydukları endişe ve korkunun sigarayı bırakmalarında birinci etken olduğunu göstermektedir (1998: 5). Fransa’da sigara içen genç nüfus üzerinde yapılan bir çalışma ise gençlerin korku içeren mesajları önemsediğini göstermiştir. Korku, mesajı kabullenmede kolaylaştırıcı bir rol oynamıştır (Gallopel ve Valette, 2002: 274). Sigara karşıtı kampanyalar içerisinde korku

Aslıhan Ardıç Çobaner

219 Sayı 37 /Güz 2013

öğesinin kullanımı konusunda en bilineni 1997 yılında Avustralya Sağlık Bakanlığının tütün danışma kurulunun önerisiyle başlattığı ‘Quitnow’ kampanyası ve bu kampanya sırasında kullanılan görsellerdir. Bu görseller sigaranın damarlara verdiği zararı gösteren görüntülerden oluşmaktadır. Kampanya sonrasında yapılan odak grup çalışmaları bu görüntülerin “kan dondurucu”, “ürpertici” ve “bir kez gördükten sonra bir daha unutulamaz” bulunduğunu ortaya koymuştur. Kampanya süresince sürdürülen haftalık izleme anketlerinde birçok aile ve kişi bu görüntülerin sigarayı bırakmaya yönelik motivasyonlarını arttırdığını ifade etmiştir (Hill vd., 1998: 5).3

Willams, sigara bırakma konusunda korku öğesinin kullanımında öz yeterlilik (self-effiency) ve sigarayı bırakma (cessation) desteğini vurgulayan mesajların, kaçınma tepkisini arttıran mesajlara göre daha etkili olduğunu söylemektedir (2012: 14). Bununla birlikte aşırı derecede korkutmak işlevsel olmayan bir endişeye yol açmaktadır. Yönetilen ve düşük seviyede bir korku ile davranış değişikliği arasında doğrudan bir ilişki vardır. Düşük korku iletişimi dikkati çekmek için yeterli olmayabilir fakat güçlü korku iletişimi de savunma mekanizmasının çalıştırılması ile mesajdan kaçınma veya yok sayma şeklinde sonuçlanabilmektedir. Bu nedenle özellikle sosyal reklamlarda hüzün, korku veya dehşet öğelerinin sık kullanımının yerine; öz yeterlilikleri güçlendirecek bilgilendirici ve neşelendiririci-espirili mesajların kullanımı tercih edilmelidir (Gallopel ve Valette, 2002: 277). Korku iletişimi mesajları eğer ilginçse, konu hikâyelendiriliyorsa ve kültürel duyarlılık barındırıyorsa alıcıların kendileriyle ilgili risklere duyarlılığını arttırır ve öz yeterliliklerini güçlendirerek, riskli davranıştan uzaklaşmalarını sağlar (Willams, 2012: 17).

Thesenvitz’e göre, sigara içenlerin pek çoğu sigarayı “bırakmayı istediklerini” ifade etmelerine rağmen, bırakmanın “şu anki gündemlerinde” yer almadığı gerekçesini öne sürmektedir (2000: 1). Bu nedenle kampanyalarda verilen mesaj, sigarayı bırakmanın önemi, aciliyeti ve kişinin kişisel ilgisiyle bağ kurarak sigarayı bırakma öz-yeterliliğini (self-efficacy) arttırdığı sürece sigara içenlerin kişisel gündeminde öncelik haline gelebilecektir. Buna ek olarak, kullanılan imgelerin “aydınlatıcı” (şimdi doktorların ne demek istediğini anlıyorum) ve “ürpertici” (bunun benim başıma gelmesini düşünmek bile istemiyorum) olması gerektiği ve bu sayede sigara içmeye niyetlenildiğinde ya da sigara görüldüğünde bu imgelerin çağrışım yapacağı düşünülmektedir.

Ayrıca, korku öğesinin tek başına korkutmak üzerine kurulu olmaması; hem korku uyandırmak hem de istenilen davranışsal tepkilerin gösterilmesi için yeterli bilgi içermesi gerektiği üzerinde de durulmaktadır. Korku kullanımında yöntem, önce hedef kitleyi korkutmak, daha sonra tavsiye edilen şeyi yaparak bu korkuyu nasıl azaltacağını göstermek olmalıdır. Bu süreçte korku öğesi kullanımında eğer bilişsel süreç (tehlike kontrol süreci) duygusal sürece (korku kontrol süreci) göre daha güçlü olursa, sigara bırakma tavsiyesinin kabul edilmesi olasılığı artarken; duygusal süreç yüksek olursa insanlar korkularını azaltmak için kaçınma ve inkâr eğilimi geliştirebilirler (Gallopel ve Valette, 2002: 275).

Korku iletişiminin etkililiği aynı zamanda karakteristik özellikler, dil, yaş, 3 Söz konusu kampanya daha sonra ABD, Norveç ve Kanada’da da kullanılmıştır. 2012 yılında Türkiye’de Sağlık Bakanlığı tarafından benzer versiyonları kullanılan bu görsellerin orjinallerine http://quitnow.au adresinden ulaşılabilir.

Sağlık İletişiminde Korku Öğesinin Kullanımı: Sigara Paketlerinde Kullanılan Sigara Karşıtı Görsellerin Göstergebilimsel Analizi

220 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

cinsiyet, kültürel durum gibi özelliklere bağlıdır. Örneğin gençlerin neden korktukları ile yetişkinlerin ve yaşlıların neden korktukları farklı olabilmektedir. Gençler arkadaşlarını kaybetmekten, fiziki olarak çekici olmamaktan ve sigara ile ilgili daha bireysel tehditlerden korkarlarken; yetişkinlerin ve yaşlıların bağımlılık, ölüm ve yakınlarına zarar verme gibi korkuları baskın olabilmektedir (Thesenvitz, 2000: 6). Villani’nin 1990-2000 yıllarını kapsayan araştırması, korku öğelerini kullanarak davranış değişikliği oluşturma çabalarının gençler üzerinde etkili olmadığını, gençlerin ölüm ve kanserden çok nefesinin kötü kokması, dişlerinin kötü görünmesi gibi sosyal onaya dair sigara karşıtı reklamlardan daha çok etkilendiklerini göstermiştir (2001: 400). Ho ise; sosyal yönleri daha çok vurgulanan (pasif içicilik gibi) kampanyaların yetişkinler üzerinde daha etkili olduğunu ortaya koymaktadır (1998: 368). Türkiye’de sigara paketleri üzerindeki görsellerin nasıl algılandığı üzerine yapılan bir çalışma ise, erkek öğrencilerin “iktidarsızlık” konulu görselleri, kız öğrencilerin ise “bebeğe zarar” konusuna işaret eden görselleri “etkili” olarak seçmiş olduklarını göstermektedir (Bilir, 2012: 1)4.

Korku Öğesinin Sigara Paketlerinde Kullanımının Göstergebilimsel Analizi

Çalışmanın Yöntemi

Göstergebilimsel çözümlemede incelenen metnin öğeleri, anlamın oluşturulma sürecini analiz edebilmek amacıyla çeşitli analiz düzeylerine ayrılır ve etiketlenir. Temel öğe olarak “işaretler”in yani göstergelerin analizi seçilir (Erdoğan, 2012: 153). Göstergeler tek başlarına bize bir şeyleri işaret edebilirler ama iletideki anlamı oluşturan göstergelerin toplamıdır (Burton, 1995: 40). Göstergebilim, bir anlamlı bütünü örneğin bir yazıyı, bir görüntü, bir tiyatro oyununu, bir müzik yapıtını oluşturan anlamsal katmanları, anlamın eklemleniş biçimlerini araştırır, anlam üretiminin tüm süreçlerini ortaya çıkarmaya çalışır. Medya metinleri üzerinde çalışmak metindeki ileti ve anlamları incelemeyi gerektirir. Bu anlamlar sadece sözcüklerle değil her türlü iletişim biçimiyle oluşabilir. Hatta görüntülerin anlamların iletilmesinde daha başarılı olduğu söylenebilir.

Bazen sözcüklerle oluşturulan anlam ile görüntülerde anlatılan şeyler birbirinden farklı şeyler olabilir hatta birbiri ile çelişebilir. Örneğin topluma yönelik hazırlanan ve toplumun tamamını hedeflediğini iddia eden sosyal reklamlarda bile anlam yazılı metinlerde görünenden farklı olarak okunabilir. Örneğin AIDS/HIV’e yönelik bir sağlık kampanyasında, yazılı metinde yer alan ve her iki cinsiyeti de kapsayan “nötr” mesaj, görsel metinde kullanılan kadın görseli ile, kadınları “cinsel arabulucu” ve “cinsel ahlak bekçileri” olarak yansıtırken, gerçekte virüsü taşıyanların genelde erkekler olduğu bilgisi gizlenebilir (Jewitt ve Oyama, 2007: 112; Burton, 1995: 18).

Bu çalışmada, Türkiye’de sigara paketleri üzerinde yer alan on dört görsel göstergebilim yöntemi ile analiz edilmiştir. Bu görsellerin analizinde iki aşamalı bir yol izlenmiştir. Öncelikle tüm görseller kullanılan korku öğesinin düzeyine göre üç grupta ele

4 Lisede okuyan toplam 294 öğrenci ile yapılan bir çalışmada, öğrencilere sigara paketleri üzerindeki on dört resim teker teker gösterilmiş ve öğrencilerden resimlerle ilgili olarak sigarayı bırakma konusunda “etkili değil”, “etkili olabilir” veya “çok etkili” şeklinde işaretlemeleri istenmiştir. Çalışmanın sonucuna göre; öğrencilerin % 33-81’i görselleri “etkili değil” olarak değerlendirirken, % 2,4-37,4’ü de “çok etkili” değerlendirmesi yapmışlardır (Bilir, 2012: 1).

Aslıhan Ardıç Çobaner

221 Sayı 37 /Güz 2013

alınmıştır. Bu gruplar yüksek düzeyde korku öğesi içeren görseller, orta düzeyde korku öğesi içeren görseller ve düşük düzeyde korku öğesi içeren görseller olarak belirlenmiştir.

İkinci aşamada anlamlandırma sürecine yönelik göstergebilimsel çözümleme yapılmıştır. Göstergebilimsel çözümlemede amaç; bir metnin ya da görüntünün belirgin, ortada olan anlamını değil, anlamının arkasında yatanın keşfedilmesini sağlamaktır. Barthes’a göre bir metnin anlamlandırılması düzanlam ve yananlam düzlemlerinden oluşmaktadır. Anlamlandırmanın birinci düzeyi, düzanlam (denotation) göstergenin dışsal gerçeklikteki göndergesiyle ilişkisini betimler ve göstergenin ortak duyusal, aşikar anlamına gönderme yapar. Anlamlandırmanın ikinci düzeyi, metin/yazar ve okuyucu/okur arasında anlamın müzakere edildiği yananlam (connotation) düzlemidir (Dağtaş, 2012: 68). Yananlam, göstergenin kullanıcıların duygularıyla ve kültürel değerleriyle buluştuğunda meydana gelen etkileşimdir. Yananlamlar bireysel yönler içerdikleri gibi toplumsal, tarihsel, kültürel vb. özellikleri de kapsarlar (Vardar, 1988: 224).

Yananlam, mitler ve simgelerden oluşmaktadır. Barthes, miti analiz ederken gösteren, gösterilen ve göstergeden oluşan üç boyutlu bir örüntüden bahseder. Mit bu örüntünün ikincil düzeyidir (Dağtaş, 2012: 68). Şekil 1’de yer alan diyagrama göre ilk dizgede yer alan gösterge, ikincil sistemin göstereni haline gelir. Bir nesne veya pratiğin biçimi ne olursa olsun gösterilen olarak işlev gördüğü ve anlam yüklendiği an dilin farklılaşma sürecine boyun eğer ve kendisi bir gösterge olur. Bundan sonra da yananlamsal süreç başlar. Bu aşamada gösterge bir bütün olarak ikincil bir kavramın eklemleyicisi olarak işlev görür.

Şekil 1 Barthes’ın Mit Çözümlemesi

Kaynak: Coward ve Ellis, 1985: 55.

Barthes’a göre, mitler bir şey üzerine düşünme, onu kavramsallaştırma ya da anlamanın kültürel yoludur. Mitlerin ana işlevi tarihi doğallaştırmaktır. Bu işlevi, mitlerin belli tarihsel süreçlerde egemen toplumsal sınıfların ürünü olduklarına işaret eder. Mitlerin yaydıkları anlamlar ile sosyo-politik işleyişlerini gizleyerek, “doğal” oldukları bilgisini yayar. İlkel mitler yaşam ve ölüm, insan ve tanrılar, iyiler ve kötüler hakkındadır. Günümüzdeki mitler ise erkeklik ve kadınlık, aile, başarı, bilim hakkındadır (Fiske, 1996: 118).

Yananlamı oluşturan bir diğer yapı ise simgelerdir. Simge (symbol),göstereniyle gösterileni arasında belli oranda nedenlilik ilişkisi kurulabilen, çoğunlukla görüntüsel

Sağlık İletişiminde Korku Öğesinin Kullanımı: Sigara Paketlerinde Kullanılan Sigara Karşıtı Görsellerin Göstergebilimsel Analizi

222 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

nitelik taşıyan, uzlaşımsal özelliği bulunan gösterge türüdür. Örneğin yasayı belirten “terazi” bir simgedir (Vardar, 1988: 185). Simge, bir şeyin uzlaşım ve kullanım aracılığıyla başka bir şeyin yerine geçmesi, yeni bir anlam kazanmasıdır. Fiske, Barthes’ın simgeler üzerindeki görüşlerini “metafor/eğretileme” (metaphor) ve “metonomi/düzdeğişmece” (metonymy) kavramlarının kullanımıyla zenginleştirmiştir. Metonomi, metafor ve karşıtlıklar yananlam içerisinde anlam üreten diğer yapılardır. Özellikle reklamların analizinde bu kavramlar önem kazanır.

Metafor (eğretileme), bilinmeyen bir şeyi bilinen bir şey ile ifade etmektir. Bilinmeyenlerin anlamı, bilinenlerin “araçları” aracılığı ile ortaya konulmaktadır. Metaforlar söylemi güçlendirmek amacıyla kullanılan, güçlü yan anlamları olan ifadelerdir. Örneğin gülün dikeni metaforunda kadın-erkek ilişkisi güle, ama bu ilişkinin yasak, illegal olduğu durumlar dikene benzetilmiştir (İmançer ve Yurteri, 2010: 138). Metonomi (düzdeğişmece) ise, metaforlara karşıt olarak, tümcede dizimsel bir bağıntı kuran ya da belirtilen gerçeklik düzleminde yan yana bulunan öğelere ilişkin olarak, benzetme yapılmaksızın sonucun neden, kapsayanın kapsanan, bütünün parça, genelin özel, somut adın soyut kavram yerine kullanılmasıyla oluşur. Örneğin bütün kentte oturanlar yerine bütün kent, bir kadeh dolusu içmek yerine, bir kadeh içmek gibi (Vardar, 1998: 89). Metonomiler gerçekliğin oldukça etkili aktarıcısıdırlar. Temsil ettikleri şeyin parçasıdırlar. Gerçekliğin geri kalanının seçilen kısmından yola çıkılarak inşa ettiğimiz için metonominin seçimi çok önemlidir. Bu seçimin keyfiliği genelde gizlenir ya da en azından görmezden gelinir (Fiske, 1996: 128).

Bu çalışmada, Barthes’ın yukarıda açıklanan anlamlandırmanın iki düzeyinden yola çıkılarak, incelenen metnin göstergebilimsel çözümlenmesinde iki aşamalı bir yöntem uygulanmıştır:

Düzanlamın Analizi: Göstergebilimsel analizin birinci aşaması düzanlamın analizi yani metinde yer alan göstergelerin belirlenmesidir. Bu aşamada göstergeleri oluşturan gösterenler (signifiers) ve gösterilenler (signified) ayırdedilmiştir. Anlamlandırma sürecinin bu ilk düzeyinde; göstergenin göstereni ve gösterileni arasındaki ilişkiyi ve göstergenin dışsal gerçeklikteki göndergesiyle ilişkisi betimlenir. Öncelikle incelenen görsellerde yer alan üç ayrı gösterge grubu oluşturulmuştur. Bunlar insan göstergesi, organ göstergesi, nesne göstergesidir. Ayrıca metin görsel ve yazılı öğelerden oluşmaktadır. Yazılı ve görsel öğelerin anlamın farklı görünümlerine dikkati çektiği, birbirini güçlendirdiği veya birbirinden farklı şeyler söylediği göz önünde bulundurularak metnin yazılı ve görsel öğeleri birlikte ele alınmıştır.

Yananlamın (Mitler ve Simgelerin) Analizi: Analizin ikinci aşaması yan anlamın (mitlerin ve simgelerin, metafor, metonomi ve karşıtlıkların) analizidir. Bu aşamada metinde yer alan göstergelerin anlam bulduğu “şifreleri/kodları” ve bu kodların içinde yer aldığı paradigma setleri belirlenmiştir. Ayrıca her bir metinde yer alan gösterenlerin çağrışım yaptığı yapı analiz edilmiş ve analizin son aşamasında metnin tümü (görsel ve yazılı) bir bütün olarak değerlendirilerek; taşıdıkları anlam ve ideoloji açısından değerlendirilmiştir.

Aslıhan Ardıç Çobaner

223 Sayı 37 /Güz 2013

Göstergebilimsel Analize Dair Bulgular

Görsellerin analizinde iki aşamalı bir yol izlenmiştir. Birinci aşamada tüm görseller kullanılan korku öğesinin düzeyine göre üç grupta ele alınmıştır. İkinci aşamada ise korku düzeyine göre gruplandırılan görsellerde anlamlandırma sürecini analiz etmeye yönelik olarak göstergebilimsel çözümleme yapılmıştır. Bu aşamada göstergelerin düzanlam boyutu ve yananlam boyutu analiz edilmiştir.

A. Sigara Paketleri Üzerinde Korku Öğesi Kullanımının Düzeyi

Öncelikle tüm görseller korku öğesinin kullanımının derecesine göre üç düzeyde ele alınmıştır:

1. Yüksek düzeyde korku öğesi kullanılan görseller sigara içme ile ölüm ve kanser arasında bağ kuran görsellerdir (Bkz. Görsel 1, Görsel 2, Görsel 3, Görsel 6, Görsel 7 ve Görsel 14).

2. Orta düzeyde korku öğesi kullanılan görseller sigara içme davranışında pasif içiciliğe vurgu yapan, sigaranın bağımlılık yapıcı özelliğinden söz eden ve/veya vücut yetilerindeki azalmaları (doğurganlık, cinsel güçte azalma ve yaşlanma) vurgulayan görsellerdir (Bkz. Görsel 4, Görsel 5, Görsel 9, Görsel 10, Görsel 11 ve Görsel 13).

3. Düşük düzeyde korku öğesi kullanılan görseller sigara bırakmada yardım almayı, sağlık kuruluşlarına başvurmayı vurgulayan görsellerdir (Bkz. Görsel 8 ve Görsel 12).

B. Göstergebilimsel Çözümleme

1. Yüksek Derecede Korku Öğesinin Kullanıldığı Görsellerin Göstergebilimsel Analizi

Düzanlamın Analizi: Görsel No Yazılı Metin Gösterge Gösteren Gösterilen

Görsel 1 “Sigara içenler genç yaşta ölür”

İnsan Morgda yatan erkek Ölüm

Organ

Nesne Morg yatağı Gözleri örten bant Ölüm ve hastalık

Görsel 2

“Sigara içmek damarları tıkar, kalp krizi ve felçlere neden olur”

İnsan Acil serviste müdahale edilen erkek Ölüm

Organ

NesneSolunum cihazıSteteskop Yeşil önlük

Ölüm

Görsel 3 “Sigara içmek ölümcül akciğer kanserine neden olur”

İnsanOrgan Sağlıklı ve hastalıklı

akciğer Hastalık (kanser)Nesne

Sağlık İletişiminde Korku Öğesinin Kullanımı: Sigara Paketlerinde Kullanılan Sigara Karşıtı Görsellerin Göstergebilimsel Analizi

224 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Görsel 6 “Sigarayı bırakmak ölümcül kalp ve akciğer hastalıkları riskini azaltır”

İnsan Yürüyüş testi uygulanan erkek

Ölüm, hastalık

Organ

Nesne Yürüyüş (efor) testi cihazıHastalık

Görsel 7 “Sigara içmek ağrılı ve yavaş bir ölüme neden olabilir”

İnsan Yoğun bakımda yatan hasta erkek vücudu Ölüm, hastalık

Organ Bantlarla ve kablolarla sarılmış el Hastalık

Nesne

Hasta yatağı HastalıkKablolar HastalıkParmak ucuna takılan oksijen seviyesini gösteren cihaz

Hastalık

Görsel 14 “Sigara dumanında benzen, nitrozamin formaldehit ve hidrojen siyanid gibi kanser yapıcı maddeler bulunur”

İnsan Yoğun bakımda yatan erkek Ölüm, hastalık

Organ Ağız ve boğaz Ölüm, hastalık

NesneSoluk borusuna takılan soluk almayı sağlayan cihaz

Ölüm, hastalık

Yananlamın (Mitler ve Simgelerin) Analizi

Görsel ve yazılı metinde anlam; ölüm ve hastalık korkusu üzerinden, sağlık ve hastalık miti kullanılarak aktarılmıştır. İncelenen görsellerde ölüm ve hastalık korkusundan hareketle, sigaranın öldüren (Görsel 1, Görsel 7), kanser yapan (Görsel 3), kalp krizi ve felçlere neden olan (Görsel 2), içerisinde kanser yapıcı maddeleri barındıran (Görsel 14) yapısı vurgulanmıştır. “Sağlık”, “sağlıklı olma” ve “hastalık” mitleri modern yaşama özgü mitlerdendir. Günümüzde sağlık ve sağlıklı olmanın karşısında hastalık ve hasta olma bir karşıtlık ile sunulmaktadır. Bu karşıtlığın bir yansıması olarak, Sontag, hastalığın günümüz toplumlarında bir “savaş” metaforu ile birlikte kullanıldığını söyler (2004: 20). Bir “kale” olarak beden “savaşılması gereken” hastalık ya da mikroplar (virüs ya da tümör) tarafından “kuşatılır” ya da “istilaya uğrar”. Özellikle kanser hastalığı söz konusu olduğunda “savaş” metaforu daha yaygın kullanılmaktadır.

Görseller korkunun anlamlandırılmasını ölüm, hastalık ve sağlık üzerinden kurmaları nedeni ile birbirleri ile benzerlik taşımaktadır. Tüm görsellerde sağlık ve hastalık miti metnin tamamına içkindir. Bu görsellerin seçimi tüm toplumda sağlık ve hastalık konusunda olduğu düşünülen bir uzlaşmaya işaret etmektedir. Günümüzde sağlık ve hastalık tıbbi/medikal bir bakış açısı ile tanımlanmakta ve sağlık ve hastalığa ilişkin çözüm önerileri bu paradigma içerisinde ve sağlık-hastalık karşıtlığı içerisinde aranmaktadır. Tıbbi paradigma gündelik yaşamın giderek daha fazla tıbbın egemenliğine, etki ve denetimine girmesini ifade etmektedir. Illich (1977), sağlık kavramının bütünüyle tıbbi bir kavram haline gelişini, “sağlığın tıbbileştirilmesi” olarak tarif etmektedir (1995: 16). Sağlığın tıbbileştirilmesi (medicalization) insan yaşamına ait doğal olguların ve hayatın akışı içerisinde tanımlanabilecek birçok problemin hastalık ya da bozukluk olarak tanımlandığı bu süreci ifade etmektedir (Sezgin, 2011: 59). Görsellerde sigara

Aslıhan Ardıç Çobaner

225 Sayı 37 /Güz 2013

kullanımının sonuçları bu tıbbi paradigma içerisinde verilmiştir.

Görsellerin çözümlenmesinde tespit edilen karşıtlıklar verilmek istenilen korku mesajının öğelerini ortaya çıkarmaktadır. Görsellerde yaşam-ölüm; hastalık-sağlık; kadın-erkek; yaşlılık-gençlik; doğurganlık-kısırlık; cinsel iktidar-iktidarsızlık ikili karşıtlıkları kullanılmıştır. Bu karşıtlıklara göre sigara içme davranışı ölüm, hastalık, yaşlılık, kısırlık, cinsel iktidarsızlık karşıtlıkları ile verilirken; bunun karşısında sigara içmemek/sigarayı bırakmak hayat, sağlık, gençlik, doğurganlık ve cinsel iktidar ikiliği ile verilmiştir.

Tüm görsellerin yazılı metinlerinde cinsiyete işaret etmeyen bir dil kullanılmış olmasına rağmen görsellerde yer alan insan göstergeleri “erkek”tir.

2.Orta Derecede Korku Öğesinin Kullanıldığı Metinlerin Göstergebilimsel Analizi

Düzanlamın Analizi Görsel No Yazılı Metin Gösterge Gösteren Gösterilen

Görsel 4“Hamile iken sigara içmek bebeğe zarar verir”

İnsan Kuvözde (hasta bebek yatağı) yatan bebek Hastalık

Organ

Nesne Kuvöz (hasta bebek yatağı) Hastalık

Görsel 5“Çocukları koruyun: dumanını onlara solutmayın”

İnsan Oksijen maskeli çocuk HastalıkOrganNesne

Görsel 9

“Sigara içmek kan akımını yavaşlatır ve cinsel iktidarsızlığa neden olur.”

İnsan Yatakta birbirinden ayrı duran kadın ve erkek

Cinsel iktidarsızlık

OrganNesne

Görsel 10“Sigara içmek cildin erken yaşlanmasına neden olur”

İnsan Efor testi uygulanan erkek Ölüm, hastalıkOrgan Kırışmış kadın elleri Yaşlılık, hastalıkNesne Efor testi cihazı Hastalık

Görsel 11“Sigara içmek spermlere zarar vererek doğurganlığı azaltır”

İnsan Boş bebek arabalı kadın KısırlıkOrgan HastalıkNesne Boş bebek arabası

Görsel 13“Sigara içmek yüksek derecede bağımlılık yapar”

İnsan Hapishanede erkek Esaret, bağımlılık

Organ

Nesne SigaraParmaklık, esaret, bağımlılık

Yananlamın ( Mitler ve Simgelerin) Analizi

Analiz edilen bu grupta yer alan reklamların yazılı ve görsel metni üç temadan oluşmaktadır. İlk tema sigaranın pasif içicilik nedeniyle bebek ve çocuklara olan zararı, ikinci tema sigaranın vücuda olan zararları (cinsel iktidarsızlık, doğurganlığı azaltması ve erken yaşlanma etkisi ve son tema sigaranın bağımlılık yapıcı etkisidir.

Sağlık İletişiminde Korku Öğesinin Kullanımı: Sigara Paketlerinde Kullanılan Sigara Karşıtı Görsellerin Göstergebilimsel Analizi

226 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Birinci temada anlam çocuk görselleri kullanılarak kurulmuştur. Kuvözde sırtı dönük olarak yatan bebeğin orada oluş nedeni reklam metninde “annesinin hamile iken sigara içmesi” olarak yazılı metinle açıklanmıştır. Görsel 5’te oksijen maskesi takılı çocuk görselinde, çocuğun okuyucu ile doğrudan göz teması kurması anlamı güçlendirmiştir. Her iki görsel de çocuk ve bebeklerin “korunmasız”lığına vurgu yapmaktadır.

Görsel 9’da yazılı metin görsel metinle birlikte anlam kazanmaktadır. Görsel egemen “erkeklik” ve “kadınlık” rolleri ile birlikte heteroseksüel cinselliğe gönderme yapmaktadır. Yazılı metinden bağımsız düşünüldüğünde “yatakta birbirine bakmayan erkek ve kadın” görseli “cinsel iktidarsızlık”ın metaforudur.

Görsel 11, toplumda “kadınlık” ve “erkeklik” rollerinin devamını kolaylaştıran ve kadınların bakıp büyütme ve koruma işini erkeklerden daha iyi yaptığı kabulüne dayanan “kutsal annelik” miti yer almaktadır. Aynı görselin yazılı metni sigaranın erkeklerde “spermlere verdiği zarara” değinirken, görsel metnin “boş bebek arabası taşıyan kadın” görseli ile kadının kısırlığı ya da doğuramaması ile erkeğin sigara içmesi arasında bir bağ kurulmuştur. Yine görselde “boş bebek arabası” çocuk sahibi olamamanın yani kısırlığın metaforudur.

10 no’lu görselde kırışmış kadın elleri, yaşlılığın metonomisidir. Bu görselde “sigara cildin erken yaşlanmasına neden olur” yazılı metni ile sigara içmek ve yaşlanmak arasındaki ilişki, günümüz modern toplumlarında yaratılan güzellik ve gençlik mitleri üzerinden kurulmaktadır. Güzellik ve gençlik günümüzde aynı zamanda sağlıklı olmanın en temel göstergesidir. Bu süreçte beden (görsellerde yer alan “eller”) özellikle kadın bedeninin sağlıkla kurduğu ilişki güzellik ve zayıflık ilişkisi üzerinden olmaktadır.

Görsellerde kullanılan son tema olan “bağımlılık”, sigaradan oluşan hapishane parmaklıkları metaforu ile verilmiştir. Parmaklıklar (sigara) içerisine hapsedilmiş olan birey bu tutsaklığından (bağımlılığından) kurtulamamanın çaresizliği içerisindedir. Görselin yazılı metni bu bağımlılığından kurtulamayan bireye sigaraya “başlamamayı” tavsiye etmektedir (Görsel 13).

3. Düşük Derecede Korku Öğesinin Kullanıldığı Metinlerin Göstergebilimsel Analizi

Düzanlamın AnaliziGörsel No Yazılı Metin Gösterge Gösteren Gösterilen

Görsel 8

“Sigarayı bırakmak için doktorunuzdan ve en yakın sağlık kuruluşundan yardım isteyin”

İnsan

OrganBirbirine uzanan eller (biri açık ve sabit, diğeri yardım isteyen “uzanan” el)

Yardım (tıbbi) isteme yardım

Nesneler

Aslıhan Ardıç Çobaner

227 Sayı 37 /Güz 2013

Görsel 12“Sağlık kuruluşları sigarayı bırakmada size yardımcı olabilir”

İnsan Tansiyon ölçen sağlık görevlisi Tıbbi yardım

Organ

Nesneler Beyaz önlük Güven, bilim, sağlık

Tansiyon aleti-steteskop Tıbbi yardım

Yananlamın ( Mitler ve Simgelerin) Analizi

Düşük düzeyde korku öğesinin kullanıldığı bu görsellerde, anlam yine tıbbi paradigma içinde oluşmuştur. Bir “bağımlılık” olarak sigara içmeyi bırakabilmek tıbbi yardım almayı gerektirmektedir. Görsel 8’de birbirine uzanan ellerden solda olan sabit dururken daha pasiftir. Bu elin görünen kısmındaki koyu renk kıyafetten “resmi” bir kişiye ait olduğu bilgisini edinebiliriz. Diğer el “resmi kıyafetli ele” ulaşmaya çalışmaktadır. Burada görselin metni sigarayı bırakmak için doktor ya da sağlık kuruluşundan yardım istemeyi ifade etmektedir. Metinde sağlığın bireylerin sorumluluğunda olduğu ve bu sorumluluğun gereği olarak sağlıkları ile ilgili olumsuz durumlarda yardım istemeleri gerektiği vurgulanmaktadır. Diğer görselde “beyaz doktor önlüğü” bilimin, sağlığın ve güvenin simgesidir. Günümüzde sağlıkla ilgili olsun ya da olmasın bir ürünün “sağlıklı” olduğunu vurgulamak için beyaz önlük ve stetoskop simgeleri sık kullanılmaktadır. Bu görselde üst açı ile çekilmiş beyaz önlük ve steteskop tıbbi yardımı simgelemektedir. Görselin metni sağlık kuruluşlarından yardım almayı ve sigarayı bırakmayı vurgulamaktadır.

Sonuç

Korku öğesinin en yaygın kullanıldığı alanlardan birisi sağlık konusundaki ikna edici iletişim süreçleridir. Sağlıkla ilgili davranış değişimini amaçlayan sağlık iletişiminde, insanların sağlık risklerini tanımaları, kendi sağlıklarını geliştirmeleri, erken teşhis ve tedaviye ulaşmaları ve sağlık risklerini azaltmaları amacıyla çeşitli mesaj stratejileri kullanılmaktadır. Bu mesaj stratejileri içerisinde; genellikle insanların kendi bireysel davranışlarından sorumlu oldukları ve bilimsel kanıtları gördüklerinde riskli davranışlardan vazgeçecekleri kabul edilir. Oysa insanlar birçok somut kanıta rağmen sigara içmeye devam etmektedir. Bu nedenle kullanılan mesaj stratejilerinde sigara içme ve sigara bağımlılığında tek başına “bireysel seçimin” değil; biyolojik, davranışsal, sosyal ve ekonomik belirleyicilerin etkisinin bulunduğu dikkate alınmalıdır.

Bu çalışma içerisinde sigara paketleri üzerinde yer alan görsellerde korku öğesinin kullanım düzeyleri; bu öğenin sigara içme davranışını nasıl tanımladığı (bireysel bir sorun, bağımlılık vb.), sorumlular hakkında ve problemin çözümüne yönelik ne tür öneriler sunduğu (bireysel/toplumsal) ve kullanılan görsel öğeler aracılığı ile ne tür anlamların aktarıldığı ortaya konulmuştur.

Analiz görsellerde yüksek ve orta düzeyde korku öğesi kullanımının daha sık görüldüğünü ortaya koymuştur. Sigara içme ve ölüm-kanser arasında bağ kuran görseller yüksek derecede korku öğesi kullanımı olarak gruplandırılmıştır. Sigara içme davranışı ile pasif içiciliğe vurgu yapan, sigaranın bağımlılık yapıcı özelliğinden söz eden veya

Sağlık İletişiminde Korku Öğesinin Kullanımı: Sigara Paketlerinde Kullanılan Sigara Karşıtı Görsellerin Göstergebilimsel Analizi

228 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

vücut yetilerindeki azalmaları (doğurganlık, cinsel güçte azalma ve yaşlanma) vurgulayan görseller orta derecede korku öğesi kullanımı olarak analiz edilmiştir. Düşük düzeyde korku öğesi kullanılan görseller ise sigara bırakmada yardım almayı, sağlık kuruluşlarına başvurmayı vurgulamaktadır. Toplam on dört görselin on iki tanesi yüksek ve orta düzeyde korku öğesi içermektedir.

Yüksek düzeyde korku öğesi kullanılan görsellerde anlam günümüz modern yaşamına özgü “sağlık”, “sağlıklı olma” ve “hastalık” mitleri kullanılarak aktarılmıştır. Günümüzde sağlık ve hastalık tıbbi bakış açısı ile tanımlanmakta ve sağlık ve hastalığa ilişkin çözüm önerileri bu paradigma içerisinde ve sağlık-hastalık karşıtlığı içerisinde aranmaktadır. Bu karşıtlığın bir yansıması olarak görsellerde kanser, kalp krizi, felçler gibi hastalıklar, sağlıklı olmanın karşısında, ölümü çağrıştırarak ve modern topluma özgü korkular olarak verilmektedir. Bu korku, kanserin “savaş” metaforu ile birlikte kullanılması ve “vücudu istila eden”, “savaşılması gereken” bir olgu olarak sunulması ile uyumludur. Kanserin bu şekilde metaforlaştırılması, aynı zamanda hastalık hakkında gerçek bilgilenmenin de önünü tıkamaktadır. Tarihteki verem ve cüzzam gibi birçok hastalık gibi günümüzde de kanser ve AIDS, toplumdan saklanması, mücadele edilmesi gereken, öldürücü olgular olarak anılmaya devam etmektedir.

Orta düzeyde korku öğesi kullanılan görsellerde anlam üç ayrı temada ve üç ayrı korku üzerinden oluşmaktadır. Bunlardan birincisi; sigara içerek “bebek ve çocuklara zarar verme” (pasif içicilik); ikincisi “kendi vücuduna zarar verme” (cinsel iktidarsızlık, doğurganlığı azaltması ve erken yaşlanma); sonuncusu ise “bağımlı olma” korkusudur. İlk temada anlam çocuk ve bebek görselleri kullanılarak; “savunmasız bir canlıya zarar verme” ve “bu çocuk sizin çocuğunuz olabilir” korkusu ile iletilmiştir. Bu tema içerisinde, okuyucu ile direkt göz teması kurarak “zarar verme” korkusu güçlendirilmiştir. İkinci temada “cinsel iktidarsızlık” korkusunun kullanıldığı görselde, aynı zamanda egemen “erkeklik” ve “kadınlık” rolleri ile birlikte heteroseksüel cinselliğe gönderme yapılmaktadır. Aynı tema içerisinde yer alan diğer görselde, kadının “çocuk doğuramaması”, “anne olamaması” korkusu “boş bebek arabası” görseli ile verilirken; görselin metninde sigaranın erkeklerde “spermlere verdiği zarar” ve “baba olamama” korkusu vurgulanmaktadır. Görselin kendisi ve metni arasında kullandığı korku öğesi birbiri ile uyumsuzdur. Son temada ise “yaşlanma” korkusunun verildiği, sigara içmek ve yaşlanmak arasındaki bağ kuran görsel yer almaktadır. Günümüz modern toplumlarında, aslında yaşamın doğal bir evresi olan “yaşlılık”, istenmeyen, kaçınılan veya sürekli geciktirilmeye çalışılan bir korku olarak sunulmaktadır. Görsellerde vurgulanan diğer korku ise “bağımlılık” korkusudur. Bu korku, sigaradan oluşan hapishane parmaklıkları metaforu ile verilmiştir. Görselde parmaklıklar (sigara) içerisine hapsedilmiş olan birey, bu tutsaklığından (bağımlılığından) kurtulamamanın çaresizliği içerisindedir.

Düşük düzeyde korku öğesinin kullanıldığı görsellerde, anlam yine “bağımlılık” korkusu vurgulanarak oluşturulmuştur. Bir “bağımlılık” olarak sigara içmek aynı zamanda “hastalık”tır. Bu bağımlılıktan/hastalıktan kurtulabilmek için tıbbi yardım almak gerekmektedir. Metinde sağlığın bireylerin sorumluluğunda olduğu ve bu sorumluluğun gereği olarak sağlıkları ile ilgili olumsuz durumda yardım istemeleri gerektiği vurgulanmaktadır. Görsellerde “beyaz doktor önlüğü” bilimin, sağlığın ve

Aslıhan Ardıç Çobaner

229 Sayı 37 /Güz 2013

güvenin simgesi iken, yazılı metin “doktor ya da sağlık kuruluşundan” yardım almayı vurgulamaktadır.

Tüm görseller yer alan göstergelerde tıbbi (medikal) paradigma hakimdir. Geçmişte doğal süreçler olarak kabul edilen, doğum, ölüm, menopoz ve yaşlılık gibi kavramlar başta olmak üzere çok sayıda kavram ya da konu günümüzde giderek daha fazla tıbbın egemenliğine, etki ve denetimine girmiştir. İncelenen görsellerde tıbbi paradigma, sağlık-hastalık, hayat-ölüm, gençlik ve yaşlılık karşıtlığı üzerine kurulmuştur. Bu paradigmayı “beyaz önlük”, “tıbbi malzemeler- stetoskop vb.”, “hasta yatağı” göstergeleri daha da güçlendirmektedir. Ayrıca sigara içmeyi bir “bağımlılık” olarak tanımlayan görseller, bırakabilmenin yolunun da tıbbi yardım almaktan geçtiğini bize söylemektedir.

Göstergelerde anlamı oluşturan diğer yapılar ise mitlerdir. “Sağlık”, “sağlıklı olma” ve “hastalık “ modern toplumlarda tüketim kültürünü üreten önemli mitlerdendir. Günümüzde; “sağlık” ve “sağlıklı olmak” güzellik, estetik, zayıflık gibi anlamlar ile ifade edilirken, “ölüm” ve “hastalık”, sağlığın karşısında ve gözlerden uzak kılınmaktadır. Sigara içmek ve yaşlanmak arasındaki ilişki, günümüz modern toplumlarında yaratılan bir diğer mit olan “güzellik” ve “gençlik” mitleri üzerinden kurulmaktadır. Bu mite göre güzellik ve gençlik aynı zamanda “sağlıklı” olmanın en temel göstergesidir. Bu süreçte beden (görsellerde yer alan “eller” gibi) özellikle kadın bedeninin sağlıkla kurduğu ilişki güzellik ve gençlik üzerinden olmaktadır. Görsellerde yer alan bir diğer mit ise heteroseksüel cinsellik ve “kadınlık/erkeklik” rollerine aittir. Görsellerde ayrıca egemen heteroseksüel cinsellik paradigmasını besleyen, “kadınlık” ve “erkeklik” rollerinin devamını kolaylaştıran ve kadınların bakıp büyütme ve koruma işini erkeklerden daha iyi yaptığı kabulüne dayanan “kutsal annelik” miti yer almaktadır.

İncelenen görsellerde anlamı güçlendirmek amacıyla çeşitli simgeler metafor, metonomi ve karşıtlıklarla verilmiştir. Örneğin “yatakta birbirine bakmayan erkek ve kadın” görseli “cinsel iktidarsızlık”ın metaforuyken, “boş bebek arabası”, “çocuk sahibi olamamanın” yani “kısırlığın” metaforudur. Sigara bağımlılığı sigaradan oluşan hapishane parmaklıkları metaforu ile ifade edilmiştir. “kırışmış kadın elleri” ise bütün vücudun yaşlanmasının metonomisidir. Göstergelerin çözümlenmesinde yaşam-ölüm, sağlık-hastalık, kadınlık-erkeklik karşıtlıklarının dışında, yaşlılık-gençlik, cinsel iktidar-iktidarsızlık karşıtlıkları da analiz edilmiştir. Görsellerin çözümlenmesinde tespit edilen karşıtlıklar verilmek istenilen korku mesajının öğelerini ortaya çıkarmaktadır. Görsellerde yaşam-ölüm; hastalık-sağlık; kadın-erkek; yaşlılık-gençlik; doğurganlık-kısırlık; cinsel iktidar-iktidarsızlık ikili karşıtlıkları kullanılmıştır. Bu karşıtlıklara göre “sigara içmemek” sağlıklı olmak, gençlik ve çocuk sahibi olmakla; “sigara içmek” ise ölüm, hastalık, kanser, yaşlılık, cinsel iktidarsızlık ve kısırlıkla eşleştirilmiştir.

Analiz sonucunda elde edilen bir diğer önemli tespit ise tüm görsellerin yazılı metinlerinde cinsiyete işaret etmeyen bir dil kullanılmış olmasına rağmen; görsellerde yer alan insan göstergelerinin hep “erkek” görsellerinden oluşmasıdır. Günümüzde kadınlar arasında sigaradan kaynaklı ölüm ve hastalık oranları erkeklere göre daha hızlı artmasına rağmen; görseller sigaradan kaynaklı ölüm ve hastalıklardan etkilenmeyi sadece erkeklere özgü bir durum olarak tanımlamaktadır.

Sağlık İletişiminde Korku Öğesinin Kullanımı: Sigara Paketlerinde Kullanılan Sigara Karşıtı Görsellerin Göstergebilimsel Analizi

230 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Analiz sonucunda incelenen görsellerin sigara içme davranışını “bireysel bir sorun” ve “bağımlılık” olarak tanımladığını da ortaya koymuştur. Bu sorunun çözümü kendi sağlıkları üzerinde “sorumlu” bireylerin, “yaşam tarzı değişiklikleri”, bu bağımlılıktan kurtulmak için “sigarayı bırakmaları”, “tıbbi yardım istemeleri” olarak kurulmuştur. Bu bakış açısı günümüzde sağlıkları ile ilgili tüm sorumlulukların bireylere yüklendiği egemen ve ticari sağlık anlayışının da devamı niteliğindedir. Oysa sağlık toplumsal, ekonomik ve kültürel süreçlerle yakından ilişkilidir. Bireyin ve dolayısıyla toplumun sağlığı için bireylerin tek başına alacakları önlemlerin yanında; sağlık eğitimi ve sağlık politikalarını da kapsayan bütüncül bir bakış açısına ihtiyaç vardır. Bu noktada, bireylerin politika geliştirme süreçlerine katılımını ve kendi sağlıkları üzerinde farkındalıklarını arttırmayı amaçlayan sağlık iletişimi faaliyetlerinin önemi ve eksikliği de ortaya çıkmaktadır.

Sağlık iletişiminde korku öğesinin kullanılması beklenen tutum ve davranış değişikliğini sağlamada tek başına yeterli olmamaktadır. Korku öğesini kullanırken, bireyin mesajda bahsedilen olumsuz durumla nasıl baş edeceği, hangi toplumsal/kurumsal desteklerden faydalanacağı, kime nasıl başvuracağı ve bu hizmetin bir maliyetinin olup-olmadığı da anlatılmalıdır. Böylece bireylerin korkuları ile baş başa kalmaları yerine tavsiye edilen eylemin ne kadar etkili olduğuna inanmalarına ve bu eylemi gerçekleştirmek için kendilerine olan inanç ve öz yeterliliklerini arttırmalarına katkı sağlanmış olacaktır.

Kaynakça

Barthes, Roland, (1979). Göstergebilimin İlkeleri, Berke Vardar-Mehmet Rifat (çev.), Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.

Bilir, Nazmi vd., (2013). “Ankara’da Bir Grup Lise Öğrencisinin Sigara Paketleri Üzerindeki Resimli Uyarılar Hakkındaki Görüşleri”, Türk Toraks Dergisi, 2013; s.14-17. www.toraks.dergisi.org, Erişim Tarihi: 22.06.2013.

Burton, Graeme, (1995). Görünenden Fazlası, Nefin Dinç (çev.), İstanbul: Alan Yayıncılık.

Coward, Rosalind ve Ellis, John, (1985). Dil ve Maddecilik, Esen Tarım (çev.), İstanbul: İletişim Yayınları.

Çınarlı, İnci, (2008). Sağlık İletişimi ve Medya, İstanbul: Nobel Yayıncılık.

Dağtaş, Banu, (2012). Reklamı Okumak, Ankara: Ütopya Yayınevi.

Erdoğan, İrfan, (2012). Pozitivist Metodoloji ve Ötesi, Ankara: Erk Yayınevi.

Fiske, John, (1996). İletişim Çalışmalarına Giriş, Süleyman İrvan (çev.), Ankara: Ark Yayınları.

Gallopel, Karine and Valette, Pierre, (2002). “Fear Appeals in Anti-Tobacco Campaigns: Cultural Considerations, the Role of Fear, Proposal For an Action Plan”,

Aslıhan Ardıç Çobaner

231 Sayı 37 /Güz 2013

Asia Pacific Advances in Consumer Research Volume 5, 2002, p. 274-279. http://www.acrwebsite.org/search/view-conference-proceedings.aspx?Id=11814. Erişim Tarihi: 21.05.2013.

Hill, David, Chapman, Simon and Donavan, Robert, (1998). “The Return of Scare Tactics”, Tobacco Control, 1998; 7: 5-8. http://tobaccocontrol.bmj.com/content/7/1/5.full. Erişim Tarihi: 12.05.2013.

Ho, Robert, (1998), “The Intention To Give Up Smoking: Disease Versus Social Dimensions”, Journal of Social Psychology, 138, p. 368-380.

Illich, Ivan, (1995). Sağlığın Gaspı, Süha Sertabiboğlu (çev.), İstanbul: Ayrıntı.

Iyengar, Shanto, (1997). “Siyasette Erişim Yanlılığı: Televizyon Haberleri ve Kamuoyu”, Medya Kültür Siyaset, Süleyman İrvan (der.), Ankara: Ark Yayınevi, s. 233-253.

İmançer, Dilek. ve Yurteri, Meral, (2010). “Televizyonda Kadın Programları: Türlerarasılık ve Söylem”, Medyayı Anlamak Stereotipler Değerler ve Söylem, Dilek İmançer (der.), Ankara: Deki Yayınları, s.109-145.

Jewitt, Carey ve Oyama, Rumika, (2007) “Görsel Anlam: Sosyal Göstergebilimsel Bir Yaklaşım”, Gülseren Şendur Atabek (çev.), Medya Metinlerini Çözümlemek, Gülseren Şendur Atabek ve Ümit Atabek (der) , Ankara: Siyasal Kitabevi, s. 86-114.

Kreps, Garry, L. vd., (1998). “The History and Development of The Field of Health Communication”, Health Communication Research: A Guide to Developments and Directions, L.D. Jackson ve B.K. Duffy (der.) içinde. USA: Greenwood Press, p. 1-15.

Kuş, Sebahattin, (2010). “Tütün Mamulleri Paketlerindeki Resimli Uyarıların Ülkemiz ve Dünya Uygulamaları”. http://www.ssuk.org.tr/file_upload/savefiles/04_11_2010.pdf Erişim Tarihi: 30.07.2013.

Parrott, Roxanne, (2004). “Emphasizing “Communication” in Health Communication”, Journal of Communication; Dec 1, 2004; 54, 4; ABI/INFORM Global, p. 751-787.

Sezgin, Deniz, (2011). Tıbbileştirilen Yaşam ve Bireyselleştirilen Sağlık, Ankara: Ayrıntı Yayınları.

Sontag, Susan, (2004). Bir Metafor Olarak Hastalık, AIDS ve Metaforları, Osman Akınbay (çev.), İstanbul: Agora Yayınları.

Stern, B. Barbara, (1988). “Medieval Allegory: Roots of Advertising Strategy for the Mass Market”, Journal of Marketing, 52(3), p. 84-94.

Tabak, Ruhi Selçuk, (2003), Sağlık İletişimi, İstanbul: Literatür Yayınları.

Sağlık İletişiminde Korku Öğesinin Kullanımı: Sigara Paketlerinde Kullanılan Sigara Karşıtı Görsellerin Göstergebilimsel Analizi

232 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Thesenvitz, Jodi, (2000). Understanding and Using Fear Appeals For Tobacco Control, Toronto, Ontario, Canada: Council for a Tobacco-Free Ontario, http://www.thcu.ca/infoandresources/publications/fear%20appeals%20%20web%20version.pdf. Erişim Tarihi: 21.05.2013.

Thomas, Richard K., (2006). Health Communication, USA: Springer Science Business Media Inc.

Vardar, Berke, (1998). Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü, İstanbul: ABC Kitabevi.

Villani, Susan, (2001), “Impact of Media On Children and Adolescents: A 10-Year Review Of the Research”, Journal of the American Academy of Child and Adolescent Psychiatry, p. 392-401. http://www.lionlamb.org/research_articles/01C392.pdf, Erişim Tarihi:14.07.2013.

Williams, Kaylene C., (2012). “Fear Appeal Theory” , Research in Business and Economics Journal , Mar 2012, Vol. 5, p. 1-21.

http://ehis.ebscohost.com/ehost/pdfviewer/pdfviewer?sid=203caf32-68b4-4ffb-8e67-16d3823afb8a%40sessionmgr112&vid=1&hid=102, Erişim Tarihi: 11.05.2013.

Witte, Kim and Allen, Mike, (2000). “A Meta-Analysis of Fear Appeals: Implications for Effective Public Health Campaigns”, Health Education & Behavior, Vol. 27 (5): 591-615.

Witte, Kim, (1992). “Putting the Fear Back Into Fear Appeals: The Extended Parallel Process Model”, Communication Monographs, 59, p. 329–349.

Aslıhan Ardıç Çobaner

233 Sayı 37 /Güz 2013

Sigara Paketleri Üzerinde Yer Alan Görseller-1

Görsel 1 Sigara içenler genç yaşta ölür.Görsel 2 Sigara içmek damarları tıkar, kalp krizi ve felçlere neden olur.

Görsel 3 Sigara içmek ölümcül akciğer kanserine neden olur.

Görsel 4 Hamile iken sigara içmek bebeğe zarar verir.

Görsel 5 Çocukları koruyun: dumanınızı onlara solutmayın.

Görsel 6 Sigarayı bırakmak ölümcül kalp ve akciğer hastalıkları riskini azaltır.

Sağlık İletişiminde Korku Öğesinin Kullanımı: Sigara Paketlerinde Kullanılan Sigara Karşıtı Görsellerin Göstergebilimsel Analizi

234 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Sigara Paketleri Üzerinde Yer Alan Görseller-2

Görsel 7 Sigara içmek ağrılı ve yavaş bir ölüme neden olabilir.

Görsel 8 Sigarayı bırakmak için doktorunuzdan ve en yakın sağlık ocağından yardım isteyin.

Görsel 9 Sigara içmek kan akımını yavaşlatır ve cinsel iktidarsızlığa neden olur.

Görsel 10 Sigara içmek cildin erken yaşlanmasına neden olur.

Aslıhan Ardıç Çobaner

235 Sayı 37 /Güz 2013

Görsel 11 Sigara içmek spermlere zarar vererek doğurganlığı azaltır.

Görsel 12 Sağlık kuruluşları sigarayı bırakmada size yardımcı olabilir.

Sigara Paketleri Üzerinde Yer Alan Görseller-3

Görsel-13 Sigara içmek yüksek derecede bağımlılık yapar, başlamayın.

Görsel-14 Sigara dumanında benzen, nitrozamin, formaldehit ve hidrojen siyanid gibi kanser yapıcı

maddeler bulunur.

Sağlık İletişiminde Korku Öğesinin Kullanımı: Sigara Paketlerinde Kullanılan Sigara Karşıtı Görsellerin Göstergebilimsel Analizi

Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi

Copyright - 2013 Bütün Hakları SaklıdırE-ISSN: 2147-4524

İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 37 / Güz 2013

Walter Benjamin’in Bakış Açısından Tarih ve Fotoğraf İlişkisi

Relationship Between History and Photography from Walter Benjamin’s Point of View

Zuhal ÖZEL SAĞLAMTIMUR, Doç. Dr., Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü, E-posta: [email protected]

Öz

Benjamin, tarihi anlamanın doğası hakkında yazarken, fotoğrafla tarih arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmak amacıyla anahtar kavramlardan yararlanmıştır. Bu makale, Walter Benjamin’in fotoğraf ve tarih analizlerini yaparken kullandığı kavramları incelemektedir. Bu kavramlar Benjamin için, gelenek, yeniden üretim, optik bilinçaltı, diyalektik görüntü, rastlantı kıvılcımı, auranın aktarımı, şimdi ve buradalık, biricikliktir. Benjamin tarih felsefesinde, fotoğrafçılığın metaforik anlatımından etkilenmiştir.

Abstract

When Benjamin has written about the nature of historical understanding, he referred key concepts in order to reveal the relationship between photography and history. This article explores these concepts in Benjamin’s analyses of the photography and history. For Benjamin these are tradition, reproduction, the optical unconscious, dialectic image, the spark of contingency, the transmission of aura, here and now, uniqueness. Benjamin has been influenced by metaphoric power of photography in his history approach.

Anahtar Kelimeler:

Walter Benjamin, Fotoğrafçılık, Tarih.

Keywords:

Walter Benjamin,, Photography, History.

237 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Giriş

Görselliğin iletişimdeki önemi ve görsel yolla bilgi aktarımı, fotoğraftan önce de bilinmekte ve kullanılmaktadır. Ancak, yetenekli ressamların tek kopya olan pahalı tablolarında anlam bulan görsellik, sıradan vatandaşa ulaşamamıştır. Leonardo zamanından beri bilinen camera obscura aracılığıyla görüntüleri kalıcı kılma çabası, birbirlerinden bağımsız olarak aynı amaca yönelen Niepce ve Daguerre tarafından başarılmış, fotoğraf gelişimi ile birlikte resmin tarihe tanıklık işlevini üzerine alarak, geçmişin şimdide gözler önüne serilmesini sağlamıştır. Geçmişi günümüze taşıdığı düşünülen fotoğraf, resmin, gravürün, litografinin yerini aldığı gibi zaman zaman sözün yerini de almış ve tarihte önemli bir rol oynamıştır.

Bulunuşundan 21.yüzyıla uzanan süreç içerisinde fotoğrafın, teknik bir anlatımdan sanata dönüşmesinin yanı sıra tarihsel anlatımların da öznesi olması kültürel anlamda önemli görülmüştür. Olayların ve anların bir kopyasını üreten fotoğraf, tekniğin olanaklarıyla tarihin nesnel olarak yeniden üretilmesini sağlamıştır. Bu bağlamda fotoğrafın bir sanattan çok onu önceleyen teknolojiler gibi tarihin analojik bir kopyasını üreten yeni bir araç gibi görülmesi kaçınılmaz olmuştur.

Her fotoğrafın içeriği, tarihtir. Fotoğraf, geçmişte gerçekleşen olayın olduğu anı göstermektedir. Durağan bir görünüm olan fotoğraf, çoktan olmuş ve genellikle bitmiş olan olaylar ve hareketlerin bir anlık görüntüsünü bize sunmaktadır. Filmsel imajdan farklı olarak fotoğrafik imaj, zamanın geçişini göstermez, ama o, zamanın geçtiğini bize göstermektedir (Dant-Gilloch, 2002: 5-6). Fotoğrafın görsel gücü, yaşanan geçmiş gerçeklikler içerisinden sadece bir anı yansıtmasıdır, ancak parçalardan bütüne gidilmesi gibi bir anlık görünümleri içeren fotoğraflardan tarihsel olaylara yönelik çıkarımlarda bulunulabilmektedir.

Kültür eleştirmeni olarak tanınan Walter Benjamin, tarih ve sanatla yakından ilgilenmiş, fotoğrafçı olarak ya da herhangi bir teknik ilgi nedeniyle olmasa da, fotoğrafın görsel gücünden etkilenmiştir. Edebiyat, tiyatro, resim, sinema, fotoğraf gibi farklı kültürel ve sanatsal alanlarda yazılar yazmış, kültürü tarihsel bağlamıyla bir bütün olarak ele almıştır. Bu makalede de kısaca açıklanacağı gibi tarih üzerine farklı bir perspektife sahip olan Benjamin, sanatsal temsil biçimi olarak da görülen fotoğrafçılığı, geçtiğimiz yüzyılın sonunda kültürün yeniden üretimi ve yayılması bağlamında ortaya çıkan kitle iletişimin bir aracı olarak değerlendirmiştir.

Fotoğrafçılık ile tarih arasındaki bağlantıların ortaya çıkardığı sorular, Benjamin’in yazılarının bütün güzergahına ait meselelerle bağlantılıdır: teknolojinin tarihsel ve siyasal sonuçları; yeniden üretim ile mimesis, görüntüler ile tarih, anımsama ile unutma, alegori ile yas, görsel temsil ile dilsel temsil, film ile fotografi arasındaki ilişkilerdir. Hatta Benjamin’in metinlerini ördüğü motif ve temalar ağının, tarih sorunu ile fotografi sorununun kesişmesini kayda geçirmemizi ve yeniden düşünmemizi sağlayacak bir mercek oluşturduğu söylenebilmektedir (Cadava, 2008: 20). Benjamin için bir anda parlayıp sönen tarihsel görünümleri ve yeniden üretilebilen sanatsal üretimleri temsil olanakları ile kitlesel anlamda çoğaltabilen fotoğraf, modern çağın ve kültürün teknolojik gelişmişlik bağlamında anahtar niteliği olmuştur.

Zuhal Özel Sağlamtimur

238 Sayı 37 /Güz 2013

Bu makalede, Benjamin’in metinlerinde geçen anahtar kavramlar incelenmekte, “fotoğraf ve tarih” kavramları bağlamı üzerinden okunmaya, yeniden üretilmeye ve kavramsallaştırılmaya çalışılmaktadır. Makalenin izini sürmeye çalıştığı temel mesele Benjamin’in kurduğu tarih ve fotoğraf arasındaki ilişkidir. Çalışma Walter Benjamin’in tarih ve fotoğraf üzerine yazdıklarının bir yorumu olarak iki ana hattı izlemektedir. Bu yorum bir taraftan tarihsel, diğer taraftan da fotoğraf bağlamında kuramsal bir çalışmadır.

Fotoğrafçılık üzerine Benjamin’in de görüşlerini kapsayan oldukça büyük ikincil bir literatür (Cadava, 2008; Lövy, 2007; Dant-Gilloch, 2002; vs) vardır ki bu literatür onun görüşlerinin yanı sıra yazarların da yorumlarını kapsamaktadır. Bu makalede Benjamin’in eserlerinin yanısıra ikincil literatür gözden geçirilirken, Benjamin’in fotoğrafçılığı ele alış biçiminde tarihin önemi öne çekilerek incelenmeye çalışılacaktır.

Walter Benjamin ve Düşünsel Yapısı Üzerine

Yirminci yüzyılın en önemli Marksist estetikçilerinden ve kültür yorumcularından biri olarak görülen ve bir sosyal üretim formu olarak sanatın önemini ortaya çıkaran Alman düşünür Walter Benjamin, 1892 yılında Berlin’de dünyaya gelmiş, Berlin, Münih ve Bern’de felsefe öğrenimi görmüştür. 1920’de Berlin’e yerleşerek edebiyat eleştirmenliği ve çevirmenlik yapmıştır.

Benjamin’in yapıtları sanat, dil ve tarih üzerine felsefi denebilecek çalışmaları, toplumsal tarih ve popüler kültür araştırmalarını, yazın eleştirilerini, denemeleri, doğrudan yazın niteliğindeki kısa metinleri, öyküleri kapsamaktadır. Ayrıca mektupları ve radyo konuşmalarıyla birlikte, felsefi iddiası olan kuramsal ve yazınsal çalışmalarında, “ben” demekten olabildiğince kaçınmıştır (Demiralp, 2007: 72). Benjamin, romantizmden Marksizme, tinsel devrim idealinden tarihsel maddeciliğe giden yolda, baskıya, sömürüye, burjuvaziye ve iktidara karşı muhalif olmuş bir düşünürdür.

Benjamin, hem bir tarihsel materyalist, hem de bir üst-gerçekçidir. Benjamin’in tercihleri başlangıçta modernizmle örtüşmektedir; Proust’u, gerçeküstücülüğü ve Brecht’i önemsemektedir. Ancak daha sonradan yazdığı eserler bağlamında, postmodernizme yakın görülmüş olmasına rağmen, Lövy’e göre Benjamin’in düşüncesi ne (Habermasçı anlamda) “modern”dir, ne de (Lyotard’ın verdiği anlamla) “postmodern”dir. Daha ziyade kapitalizm-öncesine ait kültürel ve tarihsel referanslardan esinlenen (kapitalist/sınai) modernitenin modern bir eleştirisini teşkil etmektedir (Lövy, 2007: 4). Scholem gibi dostlarının da etkisiyle Yahudi Mesihçiliğiyle1 ilgilenmiş, ama kendini hiçbir zaman dindar olarak tanımlamamıştır. Bir süre sonra Marksizm ile tanışmış, ama hiçbir zaman iyi bir Marksist olmamıştır. Hem Scholem, hem Adorno, hem Brecht ile yakın dost olmuş, onların her birinde kendini bulmuş, çok farklı geleneklerle ve akımlarla aynı anda yakınlaşabilmiştir (Dellaloğlu, 2007: 7). Okuduğu kitaplar, etkilendiği akımlar ve arkadaşları, Benjamin’in düşüncesine hiçbir zaman uzlaşamayacak gergin uçlar

1 Yahudi Mesihciliği: Savaş öncesinde ve sonrasında Yahudi aydınlarının yalnızca ilahiyata değil kültür, estetik, felsefe ve politikaya yaklaşımlarında önemli izler bırakan Mesihçilik, varolan dünyanın tümüyle reddine dayanan, ancak bu dünyanın yıkıntısı üzerine kurulabilecek bir gelecekte umut gören, bir başka deyişle umudu kıyamet gününe erteleyen bir gelecek görüşüdür (Gürbilek, 2006: 19).

Walter Benjamin’in Bakış Açısından Tarih ve Fotoğraf İlişkisi

239 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

olarak girmişlerdir. Alman romantizmi, Yahudi mistisizmi, Marksizm, gerçeküstücülük: Benjamin’de kendi başına duramayan, birbirini çağıran, ama bir doğruda buluşma imkânı olmayan düşünceler olarak dikkat çekmektedir (Gürbilek, 2006: 22-23). Bu bağlamda Benjamin, ilerleme felsefesinin devrimci bir eleştirmeni, geleceği hayal eden bir nostaljik, maddecilik yanlısı bir romantik olarak değerlendirilmekte, sınıflandırılamaz biri olarak görülmektedir.

Hiçbir sistematik eser yazmamış, ama yüzlerce önemli denemesiyle günümüz düşüncesine damgasını vurmuş bir düşünür olan “Walter Benjamin diğerleri gibi bir yazar değildir; Parçalı, tamamlanmamış, kimi zaman kapalı, çoğunlukla anakronik ve buna karşın her daim güncel eseri “Tarih Kavramı Üzerine” ile 20. yüzyılın entelektüel ve siyasal manzarasında özgün, hatta eşsiz bir yer tutar” (Lövy, 2007: 1). Bu bağlamda Benjamin’in düşünceleri, a’dan b’ye, b’den c’ye giden nedensel lineer bir düşünce şeklinden çok, bir mozaiğin parçaları gibidir (Price, 2004: 72). Sanat ve kültür ile ilgili irdelemelerinden, alegori ve ölümle ilgili denemelerine, teknolojiden dile, mistisizmden komünistliğe uzanan geniş bir yelpazede Benjamin, kendi fragmanter tezli yazma tarzı ile modernitenin tarihini yazmıştır. Bu tarihin içerisinde Marx, Bianqui, Baudelaire, Bergson, Freud, Kafka, Proust, Bloch ve daha pek çok düşün adamı eserleriyle birlikte yer almıştır. Ancak Benjamin’in gözünde sanat, fotoğraf, teknoloji ve tarih kuramlarına yönelik bir anlayış ön plana çıkmaktadır.

Tekniğin söze gelmiş hali olan teknolojinin kurtarıcı ve diyalektik işlevinden bahseden Walter Benjamin, bu alandaki ilerlemenin, sanat, toplum ve kültür için yeni imkânlar sağladığını düşünmektedir. Tekniğin olanaklarıyla yeniden üretimi demokratik bir hareket olarak yorumlayan Benjamin’e göre, fotoğraf ve sinema benzeri sanatların kaydettiği gelişme, kitlelerin sanata karşı olan tutumlarını değiştirmiştir. Yeniden üretim kavramı, Benjamin’de gelenekle moderniteyi birbirine bağlamıştır. Sanatın toplum için olduğunda ısrar eden düşünür, geleneğin ve geçmiş kültürün, şimdiyi özgürleştirici yönlerini de unutmamak gerektiğini düşünmüştür.

Benjamin’in fotografiye -fotografinin icadına ve tarihine- yönelik ilgisi, teknolojinin estetik olana ilişkin anlayışımız üzerindeki etkilerine (ki bunlar modernliğimizin ana hatlarını belirleyen etkilerdir) yönelik ilgisiyle çakışmıştır (Cadava, 2008: 36). Bu ilgi, Laszlo Moholy-Nagy’in yönetiminde özellikle film ve fotoğraf üzerine yoğunlaşan Avangard isimli bir dergiye yazılar vermesinden, Tristan Tzara’nın “Man Ray ve Öbür Yüzün Fotoğrafı’ adlı yazısını G’nin 1923’teki ilk sayısı için çevirmiş olmasından, çok sayıda fotoğraf kitabı eleştirisi yazmasından ve dostları arasında Sasha Stone, Gisele Freund ve Germaine Krull gibi fotoğrafçıların olmasından anlaşılmaktadır.

Fotoğrafın ortaya çıkışını, sanatın toplumsal işlevinin değişimini ve politikayla yakın ilişkisini tartışan Benjamin, “kamerayı, devrimci milenyumun girişinde icat edilmiş çift-yanlı bir makine olarak görmüştür. Kamera bir taraftan, kapitalizmin yıkıcı, tüketici politik ekonomisinin örneğidir; o şeylerin ‘aurasını’, onları eşitleyici, otomatik ve istatistiki olarak rasyonel formlarda yeniden üreterek yok etmiştir” (Mitchell, 2005: 228). Diğer yandan ise, fotoğrafçılığın icadını ilk hakiki devrimci üretim aracı olarak ifade etmiş, sanatta ve insan duyularında devrim yapma gücüne sahip bir araç olarak değerlendirmiştir.

Zuhal Özel Sağlamtimur

240 Sayı 37 /Güz 2013

Tarih ve Tarihsel Materyalizm

Benjamin’in İspanya sınırında Nazilerin eline geçmemek için 1940’ta intihar ettikten sonra çantasında bulunan başyapıtı “Tarih Kavramı Üzerine” (1995), 20. yüzyılın en önemli felsefi ve siyasal metinlerinden birini oluşturmaktadır. Benjamin, bu eserinde, tarihi ve dolayısıyla yaşamı ilerleyen tek bir çizgi olarak görmemekte, kesintilere uğradığını ifade etmektedir.

Benjamin’in tarih felsefesi birbirinden çok farklı üç kaynaktan beslenir: Alman romantizmi, Yahudi mesiyanizmi ve Marksizm. Burada söz konusu olan (görünürde) birbiriyle bağdaşmaz bu üç perspektifin birleştirilmesi veya eklektik bir “sentezi” değil, bunlardan hareketle derin bir özgünlük taşıyan yeni bir kavrayışın icadıdır (Lövy, 2007: 5-6). Bir araştırma alanı olarak tarih yazılı, sözlü ya da görsel kaynaklara dayanmakta, tarihi bilgi, bu kaynaklara bağlı olarak geçmişteki olaylara ilişkin bilinenlerin, tarihe ilişkin güncel düşünce çerçevesinde yorumlanmasıyla oluşmaktadır. Tarih bilimi, genel anlamda geçmiş zamanlardaki olayların bilinmesi ve kayda geçirilmesi şeklinde ele alınmaktadır. Tarihin öznesi olan insanın, geçmiş zaman boyutu içindeki eylemleri ve bunların etkileşimleri, tarihçiye sayısız değerlendirme ve yorum imkânı kazandırmaktadır.

Benjamin’e göre, “Tarihselciliğin varacağı doruk, yasası gereği, evrensel tarihtir. Materyalist tarihçilik, yöntem açısından belki de en belirgin olarak böyle bir tarihten ayrılır. Birincisinin kuramsal bir donanımı yoktur. Yöntemi, toplama yöntemidir: Bağdaşık ve boş zamanı doldurabilmek için olgular yığınını kullanır. Maddeci tarihçilik ise yapıcı bir ilkeyi temel alır. Düşünme eyleminin çerçevesinde yalnızca düşüncelerin akışı değil, ama durdurulması da vardır” (1995a: 42). Benjamin’de yüceltilen, geçmişi olduğu gibi anlatma titizliği, çalışkanlığı değildir; dün gibi bugün de tehdit altında bir rengi, belki bugünküne benzer zor bir konumda duran aktörlerin yaşadığı bir haksızlık anını, belki birbirine benzer iki mekanın geçirmekte olduğu bir yıkımı yerinde ve anında hissetmeye açık duyuları yüceltmektedir (Dellaloğlu, Odman, Yardımcı, 2007: 22). Ancak Benjamin’in niyeti, “kavramları renkli tarihsel nesneler üzerinden açıklamak değildir. Aksine kültür konformizminin esaretinden kurtulmak için gösterdiği ümitsiz çaba, fikirler için vazgeçilebilir örnekler olarak kalmayan, ama emsalsiz oluşlarıyla fikirleri bizzat tarih olarak tesis eden tarihteki belli oluşumlar içindir” (Adorno, 2004: 12). Alışıldık bir düşünür olmayan Benjamin, ele aldığı olayları yeniden yorumlayıp dönüştürerek, tutarlı biçimde birbirine eklemlemeyi sağlayan bir karşılıklı aydınlatma ilişkisi içine yerleştirmiştir.

“Olayları, aralarında büyük ve küçük ayrımı gütmeksizin anlatan vakanüvis, bir kez olmuş hiçbir şeyin tarih açısından yitip gitmiş sayılamayacağı gerçeği doğrultusunda davranmış olur” (Benjamin, 1995a: 34). Benjamin’e göre tarih, bir kurgu, bir inşadır ve çizgisel olmayan, bir anı ele alan zaman algısını ön plana çıkarmaktadır. “Tarih, bağdaşık ve boş zamanın değil, şimdiki zamanın oluşturduğu bir kurgulamanın nesnesidir” (Benjamin, 1995a: 40). Benjamin tarihsel olgular ya da nesneleri toplayarak boş zamanı doldurmak, olayları çözümlemek ya da olaylar arasında nedensel ilişkiler kurmak yerine, aralarındaki yakınlaşmalara, kümelenmelere önem vermekte, bu nedenle yan yana getirerek kurgulamakta ve yeni izler oluşturmaktadır. Yeni bir kurgu içinde bu izler hiçbir

Walter Benjamin’in Bakış Açısından Tarih ve Fotoğraf İlişkisi

241 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

yoruma ya da açıklamaya gerek duymaksızın birbirine ışık düşürebilmekte, geçmişin ya da metnin kendisi konuşabilmektedir. Benjamin, hissettiren ama anlatmayan, teori ve kavramlar yerine gösteren bir tarih yazımından yanadır.

Kısa bir an görünen aslına, galiplerin gerçeğine ve dolayısıyla tarihine, oldubittinin kutsanmasına, tek yönlü tarihsel yollara, galip gelenlerin zaferinin kaçınılmazlığına karşı olan Benjamin, “Kültür alanında hiçbir belge yoktur ki, aynı zamanda bir barbarlık belgesi niteliğini taşımasın” (1995a: 36) demektedir. Benjamin’e göre, yengilerin tarihi, kültür tarihi ve kısaca bütün bir tarih, mağluplar üzerinden okunmaktadır.

Benjamin “Tarih Kavramı Üzerine”de galiplerle mağlupların, muzaffer olanla yenilmişin aynı tarih anlayışını, aynı aklı paylaşamayacakları düşüncesinden yola çıkmıştır. Tarihçiler geçmişi bir hazine olarak değerlendirirken, ezilen sınıflar için tarih bir enkaz, bir yıkıntılar yığınıdır (Gürbilek, 2006: 34). Tarih gibi kültür de bir bütün değil bir enkazdır ve enkazdan ancak parçalar ve imgeler kurtarılabilir. Benjamin tarihin, dolayısıyla toplumsal yaşamın ve kültürün kıyıda köşede kalmış “an”larını ışık altına alarak, onları alıntılayarak tıpkı fotoğraf gibi görünür kılmaktadır.

Tarihsel maddeci, tarihte göz ardı edilmiş ya da gizli kalmış olana, olayların geçiciliğine, herhangi bir verili an ile bütün tarih arasındaki ilişkiye odaklanarak, yazgısı tarihi salt bir geçmişin yeniden üretimi olarak gören fikrin aşılmasına bağlı olan bir tarihin hatlarını çizmeye çalışır (Cadava, 2008: 96). Tarihsellik, tarihin değişik anları arasında bir neden-sonuç bağlantısı kurmakla yetinir. Ama hiçbir olgu, bir neden olduğu için zorunlu olarak tarihsel olgu niteliğini de kazanmaz. Bu niteliği, olup bitişinin ardından, belki binlerce yıl sonra ortaya çıkan koşullar aracılığıyla kazanır (Benjamin, 1995a: 43). Benjamin’in asıl amacının tarihsel bir olguyu anlamanın dünyayı anlamak, bilmek olduğunu vurgulamak gerekmektedir.

Tarihsel materyalizm, geçmişin işinin hala tamamlanmamış olduğunu düşünür (Benjamin, 2007: 43). “Tarih Kavramı Üzerine”nin IX. tezi şöyledir:

Klee’nin Angelus Novus adlı bir resmi vardır. Bir melek betimlenmiştir bu resimde; meleğin görünüşü, sanki bakışlarını dikmiş olduğu bir şeyden uzaklaşmak ister gibidir. Gözleri, ağzı ve kanatları açılmıştır. Tarihin meleği de böyle gözükmelidir. Yüzünü geçmişe çevirmiştir. Bizim bir olaylar zinciri gördüğümüz noktada, o tek bir felaket görür, yıkıntıları birbiri üstüne yığıp, onun ayakları dibine fırlatan bir felaket. Melek, büyük bir olasılıkla orada kalmak, ölüleri diriltmek, parçalanmış olanı yeniden bir araya getirmek ister. Ama cennetten esen bir fırtına kanatlarına dolanmıştır ve bu fırtına öylesine güçlüdür ki, melek artık kanatlarını kapayamaz. Fırtına onu sürekli olarak, sırtını dönmüş olduğu geleceğe doğru sürükler; önündeki yıkıntı yığını ise göğe doğru yükselmektedir. Bizim ilerleme diye adlandırdığımız, işte bu fırtınadır (Benjamin, 1995a: 37).

Benjamin bu tezinde, tarih meleğinin geçmiş ve geleceğe dönük yönelimini yorumlamıştır. Benjamin’in kendi gözde tutumu geriye bakmaktır; tıpkı, kendi gelenekleri ve yazgısı olan bir aktarım aracı olarak fotoğrafın geçmişten gelen anları bugüne ve geleceğe aktarması gibidir.

Tarih ve Fotoğraf İlişkisi

Fotoğraf, Benjamin’in ilk kez 1931 yılında yayımlanan “Fotoğrafın Kısa Tarihçesi” isimli çalışmasında kuramsal bir nesne olarak ortaya çıkmıştır. 1936 yılında yayınlanan “Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı” başlıklı yazısında da

Zuhal Özel Sağlamtimur

242 Sayı 37 /Güz 2013

benzer şekilde fotoğraf üzerine düşüncelerini sergilemiştir. Bu denemelerinde Benjamin’in bilim, sanat ve tarih çalışma alanı ile fotoğrafçılık arasında gelişen ilişkide kurduğu analitik odak, “fotoğrafın nasıl iletişim kurduğu sorusu üzerine” (Dant-Gilloch, 2002: 6) olmuştur. Benjamin için fotoğraf ile kurulan iletişim ortamı, kültürel tarihin dönüştüğü ortamdır ve “Tarih Kavramı Üzerine” denemesinde yer alan görüşleri ile birlikte tarihi anlamakla bağdaştırılabilmektedir. Bu bağlamda Benjamin’in bakış açısıyla tarih ve fotoğraf arasında kurulan ilişkiyi değerlendirebilmek için, denemelerinde kullandığı gelenek, yeniden üretim, optik bilinçaltı, diyalektik görüntü, rastlantı kıvılcımı, auranın aktarımı, şimdi ve buradalık, biriciklik kavramları, hazırlanan çalışmanın ana temaları olarak saptanmıştır.

Keşfinden sonra yeni bir görme biçimi olarak değerlendirilen ve resmin yerini alacağı düşünülen fotoğraf Benjamin’e göre, geleceğe kalmak için fotoğraf çekmeye ve çektirmeye başlayan bir nesille birlikte günlük yaşam düzeninin kağıda aktarılmasını olanaklı kılmıştır. Ancak fotoğraf, bir anlığına parlayıp sönen geçmiş bir anı gösterdiği için bir yitirmişlik biçimi olarak görülmüş ve tarihi sergileyen bir belge olarak değerlendirilmiştir. Benjamin “Tarih Kavramı Üzerine”nin V. tezinde, geçmişin hızla kaybolmasından, görüntü ve parlayan anlardan şöyle bahsetmektedir;

...geçmişte kendisinin de düşünülmüş olduğunun bilincine varmayan her şimdiki zaman’la birlikte, bir daha geri getirilmesi olanaksız biçimde yitip gitme tehlikesiyle karşılaşan bir görüntünün varlığı söz konusudur.

Geçmişi tarihsel olarak dile getirmek, o geçmişi “gerçekte nasıl olduysa, öyle” bilmek değildir. Buna karşılık, bir tehlike anında parlayıverdiği konumuyla, bir anıyı ele geçirmek demektir. Tarihsel maddecilik için önemli olan, geçmişe ilişkin bir görüntüyü, tehlike anında, tarihsel özneye ansızın gözüktüğü biçimiyle korumaktır (Benjamin, 1995a: 35).

Benjamin bu tezinde fotoğrafın görüntülenen anı sonsuza kadar koruyabilmesi gibi tarihsel maddeciliğin geçmişte gerçekleşen görüntünün bir anının tarihe konu olarak saklanmasından bahsetmektedir. Bu bağlamda, tarih düşüncesi ile fotografi2 düşüncesi Benjamin’de aynı yönde hareket etmekte, bellek olarak düşünce ile bellemenin teknik boyutu, bir başka deyişle maddi kayıt teknikleri arasında indirgenemez bir bağlantı görülmektedir.

Benjamin, Nazi Almanya’sından kaçtığı sıralarda toparladığı “Tarih Kavramı Üzerine Tezler” yazısında, tarih üzerine en son düşüncelerini bir dizi enstantane fotoğrafını sunmak istercesine, tarihi fotografinin diliyle ele almıştır. Yıkımın ve felaketin bakış açısından yazılmış olan bu tezler, hızlandırılmış tarih-yaşamöyküsü fotoğraf kareleri misali, Benjamin’in kaygılarına, özellikle 1930’lardaki yazılarında görülen faşizmin siyaseti ve savaşı estetize etmesi ile estetik ideoloji arasındaki suç ortaklığına dair kaygılarına ışık tutmuştur. Şöyle bir çakıp sönen görüntülerden, hareketli fotoğraf makinesi işlevi gören yeni devrim takvimlerinin başlangıç anlarından, geçmişi ışığın tarihine bağlayan gizli ışığa yönelişlerden (heliotropism) söz etmiştir (Cadava, 2008: 35). Benjamin fotografinin çağrıştırdığı biçimde tarihin bazı olaylarını paranteze alıp onlara ışık düşürmekte ya da zaten parıldamakta olanların önündeki karanlığı çekip alarak hatırlatmaktadır (Çakmakçı, 2008: 8). Benjamin’de, hatırlamanın görevi bugünle geçmişi birbirine bağlayan anların inşasıdır. Tarihsel süreklilikten koparılmış bu anlar, birer diyalektik imgedir. Bu bağlamda, tarihsellik geçmişin ebedi imgesini sunmaktadır.

2 Fotoğraf çekme etkinliği olarak değerlendirilen fotografi, bir imgeyi ele geçirip bağlamından kopararak tarihin akışını durdurmaya çalışan bir işlemin/sürecin adı olarak görülmektedir (Cadava, 2008: 17).

Walter Benjamin’in Bakış Açısından Tarih ve Fotoğraf İlişkisi

243 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Kültür eleştirisi üzerine çalışan Benjamin, tarih üzerine fikirlerini oluştururken sosyal dünyanın anlık görünümlerini yakalayan fotoğrafçılığı bir araç ve ortam olarak görmüş ve değerlendirmiştir. Geçmişten şimdiye kalan nesneler gibi fotoğraf nesnesi (fotoğraf kartı), üzerinde geçmişin izlerini taşısa bile (sararmışlık, yıpranmışlık vb.) toplumların tarih ve kültürünü temsil etmemekte, fotoğrafı çekilen obje ya da kişiler yani fotoğrafın şimdiye yansıttığı nesneler tarihsel bağlamda anlam kazanmakta ve kültürü temsil etmektedirler.

Benjamin, herhangi birinin gözüyle görülebilen rutin ve tekrarlanabilir şekilde geçmişi şimdiye geri getiriyor olan fotoğrafı, “buradalık ve şimdilik” kavramları ile açıklamıştır.

Fotoğrafçı ne kadar usta olursa olsun ve modeline ne kadar dikkatli poz verdirmiş bulunursa bulunsun, seyirci, gerçekliğin resimdeki kişiliği (çekildiği) zamana oturturken kullandığı buradalığı ve şimdiliği, o küçücük rastlantı kıvılcımını aramak için karşı konulmaz bir zorunluluk duyar: Çoktan geçmiş olan o an’ın hemen yanıbaşında, geleceğin, geriye dönüp bakıldığında kendisini yeniden buldurabilecek denli kandırıcı biçimde yerleştiği o seçilemez noktayı yakalamak için karşı konulmaz bir zorunluluk... (Benjamin, 2001: 11).

Benjamin, tarihin vuku bulduğu zamanı bir şeyin geçip giderken şimdileştiği, bir şeyin ölümünde yaşadığı zaman olarak değerlendirmektedir. Yaşamayı iz bırakmak olarak görmekte, tarihin fotografiyle birlikte vuku bulduğuna inanmaktadır. Cadava’ya göre, fotografi olayı, herhangi bir fotografi tarihinden zorunlu olarak öncedir -fotografi tarihe ait değildir, tarihi sunmakta; tarihi, yazgısına teslim etmektedir. Tarihin hakikatinin bugüne kadar fotografiden başka bir şey olmadığını söylemektedir. Ne var ki, fotoğraf -asla kendisi olmayan ve dolayısıyla daima tarihe geçmekte olan şey olarak- bizden bir şimdinin altına gelemeyen şeyin kalıntılarını düşünmemizi istemektedir (Cadava, 2008: 168). Benjamin’e göre tarihçi, geçmişten parçaları çekip almalıdır. Ancak geçmiş sadece şimdinin büyüteci sayesinde anlaşılabilmekte, diğer taraftan şimdi geçmişi hatırlamadan kavranamamaktadır.

Tarihsel maddeci, geçiş dönemi olmayan, ama içersinde zamanın durmuş olduğu bir şimdiki zaman kavramından vazgeçemez. Çünkü onun içinde bulunduğu ve kendisi için tarih kaleme aldığı şimdiki zaman’ı tanımlayan, bu kavramdır. Tarihselcilik, geçmişin “sonrasız” görüntüsünü çizerken, tarihsel maddeci salt o geçmişe ilişkin ve biriciklik niteliğini taşıyan bir deneyimi dile getirmiştir (Benjamin, 1995a: 41-42). Bu bağlamda, Benjamin fotoğrafçılığın, tarih ve tarihsel gerçekliğe nasıl yeni bir boyut getirdiği ile ilgilenmiştir. Geçmişte bir anda parlayıp sönen gerçekleri şimdiye getiriyor olan fotoğrafçılığın büyülü dünyasından ve çeviriye ihtiyaç duymadan kolaylıkla okunabilen dilinden etkilenmiş, tarihin de anlık görüntülerden oluştuğu fikrine sahip olmuştur. Geçmişle şimdinin ilişkisi, sadece zamana ait ve devamlı iken, şimdiyle olmuş olan şeyin ilişkisi diyalektik olarak nitelendirilebilmektedir.

Benjamin için fotoğraf, geçmişi görmemizi sağladığı için, tarih hakkında konuşmaya neden olabilecek bir potansiyele sahiptir. Benjamin gelecekte geriye doğru sürüklendiği için ‘Angelus Novus’un baktığı yerde bir şeyler görmektedir (Dant-Gilloch,

Zuhal Özel Sağlamtimur

244 Sayı 37 /Güz 2013

2002: 8). “Tarih Kavramı Üzerine”de söylediği gibi, “Geçmişin gerçek yüzü hızla kayıp gider. Geçmiş, ancak göze göründüğü o an, bir daha asla geri gelmemek üzere, bir an için parıldadığında, bir görüntü olarak yakalanabilir” (Benjamin, 1995a: 35) –bu görüntüyü Benjamin “diyalektik imge” olarak adlandırmaktadır. Fotoğraf, yakalanan geçmişin bir görüntüsünü sunduğu için tekrar tekrar görülebilmektedir -Benjamin bunu ise “durağan diyalektik” olarak adlandırmıştır (Dant-Gilloch, 2002: 8). Benjamin, olmakta olan şeyi yansıtması için izleyiciye izin veren bir an olan durağan diyalektiği hareketin donduğu zaman olarak ifade etmektedir.

“Durağan diyalektik”, diyalektiğin daha genel olarak bilinen, hareket ve dönüşüme yaptığı vurguyu tepetaklak etmiş görünmektedir. Bu metot, geçmişteki bir özsel durumun, bir kökenin, bir “ur”-fenomenin, bugün hissedilen bir dertte, bir kayıp anında, bugünün bir kıymeti tehdit alındayken tekrar canlanıvermesi, kendini bellekten dışarı zorlayıvermesi ve içinde yaşadığımız anla birleşivermesi, ‘anlaşılır’ olması biçiminde değerlendirilmektedir. Geçmişe sıçrayarak, o anı yeniden ele geçirmek, o anı bu ana çekmek ve iki anın örtüştüğü yerde durağan bir diyalektik oluşturmaktadır (Dellaloğlu, Odman, Yardımcı, 2007: 21). Şimdinin ve geçmişin karşılaştığı nokta olarak “diyalektik imge” metaforu, tarih gibi Benjamin’in kültürü anlama metodunun da karakteristiğini oluşturmaktadır (Dant-Gilloch, 2002: 8). Bu nedenle diyalektik imgenin, okunması gerekmektedir; diyalektiği açıklığa kavuşturacak eleştirmen, tarihçi ya da toplumbilimci, dikkatli bir inceleme ve çözümleme ile, kendi için dile gelmeyen bu görüntünün içeriğinde yer alan tarihsel temsilleri, sıkı bağlar kurduğu geçmiş üzerinden dillendirebilmektedir.

Benjamin için tarih yazımı aslında geçmişte yaşanan gerçekliklerin fiziksel olarak birebir yansıtılması değil, gerçekliğin ayrıntıları içinde bir seçme yapıldıktan sonra, kurgulanması, inşa edilmesidir. Cadava’ya göre, fotomontaja benzetilen Benjamin’e özgü tezli yazma yönteminde, tarih tezleri ne çizgisel zamansal bir sıra içinde anlatılabilen, ne de felsefi bir kavramın sınırları içinde anlaşılabilen bir tarih düşüncesini önermektedir. Tarih daha ziyade imgelerden, Benjamin’in terimleriyle diyalektik imgelerden inşa edilmektedir (Cadava, 2008: 21). Aslında Benjamin’in yazma ve düşünme üslubunun temelinde imgesellik bulunmaktadır. Benjamin’e göre, tarihsel düşünme, düşüncelerin yalnızca hareketlerini değil, fotoğraf çekmek gibi durdurulmalarını da içermektedir.

Benjamin, tarihin materyalist sunumunun, geleneksel tarih yazımındakinden daha yüksek bir anlamda imgesel olduğunu düşünmektedir. İşte bu yüzden Benjamin’in düşüncesini bir “enstantane fotoğraf”a benzeten Theodor Adorno, 1955 tarihli “Benjamin’in Schriften’ine Sunuş” yazısında, Benjamin’in dünyayı bir “düşünsel optik” içinden geçerek deneyimlediğini öne sürmüştür (Aktaran: Cadava, 2008: 21-22). Tarihin işi, daha küçük veya önemsiz gibi görünen zamanda “enstantane fotoğraf” gibi anlık imgeleri tanımak, bu bağlamda insan deneyiminin tamamını toplamak ve bir araya getirmektir.

Benjamin, gözün, görmüş olduğunu ama beynin, boyut, hareket veya göze çarpmayışı yüzünden kavrayamadığını ya da ayırt edemediğini “optik bilinçaltı” olarak adlandırmıştır. Optik bilinçaltı, fotoğraf çekme sürecinin kısa sürmesinden dolayı (Onun en erken örneklerinde bile) değil, detaylı bir şekilde kaydetme kapasitesinden dolayı

Walter Benjamin’in Bakış Açısından Tarih ve Fotoğraf İlişkisi

245 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

gündeme gelmiştir (Dant-Gilloch, 2002: 6). Fotoğraf makinesi, teknolojik kapasitesi sayesinde özel çekim ve büyütme yöntemleriyle, gözümüzün göremediğini, görülmesi olanaksız olanı görmektedir ve buna optik bilinçaltı denmektedir. Optik bilinçaltını gözler önüne seren fotoğraf, tarih ya da bilimin bir aracı olarak belge ve belgesel bir araç formunda hizmet vermektedir.

Fotoğraf makinesine seslenen dünya gözümüze seslenenden farklıdır; her şeyden önce, bilincinde olarak çalıştığımız bir mekanın yerine, bilinçsiz olarak ama etkilediğimiz bir mekan söz konusudur. Örneğin, çok bilinen bir şey, genç bir insanın yürüyüşünü kabaca betimlemek olanaklıdır ancak onun her adımındaki, yürümeye başladığı an’daki saniyenin her parçasında ne yaptığını söylemek zordur. Fotoğraf, yavaş çekim ve mercekli büyütmeler gibi çeşitli araçlarla bu an’ı ortaya çıkarabilir. Psikanaliz nasıl sezgisel-bilinçsiz alanı açımlıyorsa, fotoğraf da ilk kez olarak, görsel-bilinçsiz alanın farkına vardırmakta. Yapısal nitelikler ve hücre dokuları gibi teknoloji ve eczacılığın doğal çalışma alanına giren konular, fotoğraf makinesine bir doğa görüntüsünden ya da anlatımcı portreden daha yakındırlar. Fotoğraf bu malzemeyle, aynı zamanda, seçik ve fakat kuruntulara sığınacak kadar saklı olan, ancak bir kere büyütüldüğünde ve iyi açıklanabildiğinde teknoloji ile büyü arasındaki farkın tümüyle tarihsel değişkenler sorunu olduğunu gösteren, o en küçük şeylerde yaşayan görsel sözlerin fizyonomik görünüşlerini de ortaya çıkarır (Benjamin, 2001: 11-12).

Fotoğraf bize gördüğümüz zaman görmemizin göremediği şeyin bilincinde olmadığımızı söyler. Benjamin görme olanağını fotografik olay aracılığıyla “optik bilinç-dışı” dediği şeyle, yani görmeyi dolaysız ve burada-şimdi olmaktan alıkoyan şeyle bağlantılandırarak Freud’u takip eder: o da bilinçdışı ile bilinç arasındaki geçişi çizmeye çalışırken, teknik ortamlardan ve özellikle fotografiden alınma benzetmelere sık sık başvurur (Cadava, 2008: 135). Benjamin, Fotoğrafın Kısa Tarihçesi’nin yanı sıra “Optik bilinçaltı” evresini açıkça olmasa da “Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı” denemesinde mekanik yeniden üretimin karakteristiklerinden biri olarak ele almıştır.

Benjamin burada ve şimdilik, rastlantı kıvılcımı, diyalektik görüntü gibi kavramlar üzerinden tarih ile tarihselcilik arasındaki ilişkinin yanı sıra, estetik ideoloji ile siyasetin faşist estetizasyonu arasındaki ilişkiyi gözden geçirme uğraşında fotoğrafı bir yeniden üretim aracı olarak değerlendirmiştir. Tarihsel anlamda kültürün ve sanatın yeniden üretimi, fotoğrafik olarak çoğaltılmakta, geçmiş daha anlaşılabilir ve ebedi olmaktadır. Ebedi olma düşüncesi bir teknik yeniden üretilebilirlik düşüncesidir. Benjamin teknik yeniden üretilebilirliğin ancak bilim ile sanat arasındaki tarihsel ilişkileri göz önünde bulundurarak anlaşılabileceğini öne sürmüştür.

Mekanik çoğaltma çağında sanatın aurasının kaybolduğunu söyleyen Benjamin’in kullandığı şekliyle aura ontolojik bir kategori değil, tarihsel bir kategoridir. El ürünü yapıtın sahip olup, mekanik yoldan üretilmiş yapıtın sahip olmadığı bir şey değildir. Benjamin’e göre, bazı fotoğrafların bir aurası varken, Rembrandt’ın bir resminin mekanik çoğaltma çağında aurası yitirilebilmektedir (Crimp, 2002: 123). Bu nedenle, orjinal olan, biricik olan kıymetlidir ve değerini zamana rağmen ve ona tanıklığı sayesinde sürdürmektedir. Sanat eserinin bu biriciklik özelliğinden kaynaklanan tarihsel tanıklığı, gelenek taşıyıcı hakikiliği, sanat eserinin halesini, etrafındaki atmosferi oluşturmaktadır.

Benjamin, yeni oluşumların temellerinin eski tekniklerin içinde atılacağı yasasına inananlardandır, çünkü portre resmin geliştirdiği bakır-gravür baskının (mezzotint) dayandığı çoğaltma (reproduction) tekniği ancak sonradan yeni fotoğraf tekniğine

Zuhal Özel Sağlamtimur

246 Sayı 37 /Güz 2013

bağlanabilmiştir (Benjamin, 2001: 20). Tekniği salt bilimsel bir olgu olarak değil, aynı zamanda tarihsel bir olgu olarak da değerlendiren Benjamin’e göre, geçmiş yüzyılın belirleyici özelliklerinden biri olan ve bir sürece damgasını vuran teknik, yanlış alımlanmıştır. Bu süreç, hepsi de tekniğin sadece malların üretimiyle topluma hizmet ettiği gerçeğini alt etmeye çalışan bir dizi girişken, sürekli yenilenen girişimden oluşmaktadır (Benjamin, 2007: 42). Aslına bakılırsa hiçbir teknolojik buluş toplumlardan ayrı düşünülememektedir. Toplumun içinde bulunduğu duruma göre, ihtiyaçlarına göre ve sahip olduğu üretim maddelerine göre şekillenmektedir (Artan, 2007: 89). Dolayısıyla denilebilir ki, teknik ve yeniden üretim toplumsal olgunun bir parçasıdır, fotoğraf gibi her yeni teknik, bir amaca hizmet etmektedir ve toplumsal, kültürel, ekonomik sonuçlar içermektedir.

Benjamin’in teknolojik iletişim araçlarına atfettiği olumlu özellik, sadece mimetik ve kurgusal hünerleri açısından değil, aynı zamanda modern toplumla tarih sahnesine çıkan kitlelerin “uzak olanı yakına” getirme talebiyle bağlantılıdır. (Özbek, 2000: 127). Mesafe bakımından hayal edilemeyecek kadar uzakta olan bir şeyse, bize çok yakın olabilmektedir. Ortadan kaldırılmış mesafe kendi başına yakınlık demek değildir.

Şeyleri mekan bakımından ve insani bakımdan ‘daha yakın’ kılma eğilimi, günümüzün kitlelerinde, en az verili bir (olayın) biricikliğini olayın yeniden üretiminin alımlanması yoluyla aşma kadar tutkulu bir eğilimdir. Bir nesneyi olabildiğince yakın olarak, bir görüntüde, yani benzerlikte, yeniden üretimde ele geçirme gereksinimi her gün artmaktadır (Cadava, 2008: 26-27). Bizi tarihin daha yakınına, bir olayın gerçek zamanı olan içkinliğin daha yakınına getirme iddiasındaki fotoğraf, olayın uzaklığını ortadan kaldırmış ve şimdi olmuş gibi görülebilir olmasını sağlayabilmiştir. Bu bağlamda, fotoğrafçılık gerçeklik kavrayışımızı belirliyor gibi görünmesine rağmen, aynı zamanda sunduğu şimdiden uzaklaşmış olan gerçeklikten de uzaklaştırmıştır.

Benjamin’e göre, gerçeğin kitlelere göre, kitlelerin de gerçeğe göre kendilerine yön vermeleri, gerek düşünme gerekse görü bakımından boyutları sınırsız bir olgu niteliğini taşımaktadır (Benjamin, 1995b: 51).

Bir nesnenin hakikiliği, maddi varlığından tarihsel tanıklığına değin, başlangıçtan bu yana o nesnede gelenekleşmiş olanların bütününden oluşur. Tarihsel tanıklık maddi varlıktan temellendiğinden, birinci öğenin insanlarla bağını kesen yeniden-üretim, ikincinin, yani tarihsel tanıklık öğesinin de sarsıntı geçirmesine yol açar...

Burada varlığı son bulan şey, özel atmosfer kavramıyla özetlenebilir ve şöyle denebilir: Sanat yapıtının teknik yoldan yeniden-üretilebildiği çağda gücünü yitiren, yapıtın özel atmosferi olmaktadır. Bu olgu bir belirti niteliğini taşımakta ve anlamı salt sanatın alanıyla sınırlı kalmamaktadır. Şöyle denebilir genelleştirilmek istendiği takdirde: Yeniden-üretim tekniği, yeniden-üretilmiş olanı geleneğin alanından koparıp almaktadır. Bu yeniden-üretilmişi çoğaltarak, onun bir defaya özgü varlığının yerine, yine onun bu kez kitlesel varlığını geçirmektedir. Ve yeniden-üretilmiş olanın, alımlayıcıya bulunduğu konumda seslenmesine izin vermekle, üretilmiş olanı güncelleştirmektedir (Benjamin, 1995b: 49).

Benjamin’in bahsettiği en etkin düzeydeki yeniden-üretimde, sanat yapıtının şimdi ve burada’lığı eksiktir. Bir başka deyişle, biriciklik niteliği yapıtın özgünlüğünü ve sahiciliğini (otantikliğini) yok etmektedir. Bir nesnenin otantikliği, “maddi varlığına” ve

Walter Benjamin’in Bakış Açısından Tarih ve Fotoğraf İlişkisi

247 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

“tarihsel tanıklığına” dayanmaktadır. Yeniden-üretim tarihsel tanıklık öğesini sarsıntıya uğratmakta, nesnenin aurasını yok etmektedir.

Atmosfer (Aura) diye adlandırılan öğe, eski fotoğraflarda, bir insan yüzünün gelip geçici ifadesinden bizlere son kez el sallamaktadır. Bu fotoğraflara hüzün dolu, eşsiz güzelliklerini kazandıran da zaten budur. Ama insan fotoğraftan çekildiği anda, sergilenme değeri ilk kez kült değerinin önüne geçmiştir. 1900 yıllarında Paris caddelerinin resmini, insana yer vermeyen bakış açılarından çeken Atget’nin olağanüstü önemi, bu olgunun hakkını vermiş olmasından kaynaklanır. Atget’nin bu caddelerin resmini, sanki oraları bir suç mahalliymiş gibi çektiği, çok haklı olarak söylenmiştir. Çünkü suç mahalli de insansızdır. Çekim, ipuçlarından ötürü gerçekleştirilir. Atget’de fotoğraf çekimleri, tarihsel süreç içersinde kanıtlara dönüşmeye başlar (Benjamin, 1995b: 54).

Aynı yöne hareket eden tarih düşüncesi ile fotografi düşüncesi, bellek olarak düşünce ile bellemenin teknik boyutu, yani maddi kayıt teknikleri arasında indirgenemez bir bağlantı olduğunu düşündürmüştür. Başka deyişle, fotografi-Benjamin’in “hakikaten devrim niteliğindeki ilk yeniden üretim aracı” olarak anladığı fotografi- yalnızca bir tarih yazımı sorunu, bellek kavramının tarihiyle ilgili bir sorun değil, aynı zamanda genel olarak kavramların oluşumunun tarihiyle ilgili bir sorundur. Buradaki mesele, geçmiştekiyle mukayese edilemez bir hız ve boyutla bugün dünyayla ilişkimizin her veçhesini etkilemekte olan yapay bellek ve çağdaş arşivleme biçimleridir. Bu ifade, bu teknolojik yeniden üretim tekniklerini psişik ve içsel belleğimiz denen şeye bağlayanın ne olduğunu yeniden düşünmeye zorlamaktadır. Belleğin ve düşüncenin fotografiyle ilişkisini belirleyen şey, bunların yineleme, yeniden üretme, alıntılama ve kaydetme olanaklarına ait olduğunun ne ölçüde söylenebileceğidir (Cadava, 2008: 18). Aslında burada ifade edilen, fotoğrafın insan elinden bağımsız şipşak çoğaltımıyla oluşturulan bellek ve birikmiş deneyim ön plana çıkmaktadır.

Tehlike anında belleğin görüntüleri, geçmiş bir şey olarak, bize mesafeli olan, zamanın bizden ayırdığı bir şey olarak değil, o an mevcut olan bir şey olarak görünmektedir. Bu görüntülerle doğrudan yüzleşilmekte ve kişi kendini onların içinde görmektedir. Bellek adını verdiğimiz şeyin, bizim gerçekten yeni bir şey anlamamızı sağlayabilecek durumda olduğu tek an budur. Diğer “bellek” faaliyetleri içinde yapılan, zaten düşünülen ve hayal edileni gerekçelendirmek için çoktan zayıflamış ve işlenmiş görüntüler kullanmaktan ibarettir. Ama bunlar bellek faaliyetleri değildir, açıklamalarımızın bağlamında onlara yüklediğimiz göstergelerle çoktan ehlileştirdiğimiz görüntülerin yüzeysel ve ihmalkar bir alıntılanmasıdır (Gandler, 2007: 176). Alıntılama, belki de fotografinin bir başka adıdır (Cadava, 2008: 17). Benjamin hem tarih hem de fotoğrafi için alıntılama yapısının geçerli olduğundan bahsetmektedir. Kaybolan geçmişi geri getiren fotoğraf, hem kişisel hatırayı, hem de tarihi oluşturan kolektif hafızayı alıntılayan çift yönlü bir araçtır.

Sonuç

“Fotoğrafın Kısa Tarihçesi”, “Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı” ve “Tarih Kavramı Üzerine” isimli yazıları Benjamin’in sanat, tarih, teknoloji ve fotoğrafi üzerine geniş bir şekilde fikirlerini açıkladığı denemelerinin başında gelmektedir. Bu çalışmalarında Benjamin, hem fotoğrafinin tarihi, hem de fotografinin başlattığı tarih ile ayrı ayrı ilgilenmiştir. Fotoğraf ve tarihin gelişimlerini birlikte ele alan

Zuhal Özel Sağlamtimur

248 Sayı 37 /Güz 2013

Benjamin, bu birbirine bağlı iki kavramın oluşmasını sağlayan hatta önceleyen teknolojik gelişmeleri önemsemiştir.

Sanatın, tarihin, kültürün, siyasetin, edebiyatın ve teolojinin birbirinden ayrılamaz olduğu bir bütünsel bakış açısına sahip olan Benjamin, geçmişin izlerini taşıyan, parlayıp sönen anlarla fotoğraf aracılığıyla yüzleştiğinde oldukça etkilenmiş, tarihe olan bakışını da değiştirmiştir. Bu makalede tartışılan, Benjamin’in üzerinde çalıştığı kültürel eleştiri ve tarih temeli olan fikirlerinin oluşmasında, fotoğrafinin nasıl bir alan ve anlam bulduğudur. Bu bağlamda saptanan Benjamin’e ait gelenek, yeniden üretim, optik bilinçaltı, rastlantı kıvılcımı, auranın aktarımı, şimdi ve buradalık, biriciklik gibi birbirine yakın fakat farklı yaklaşımlar, onun tarih ve fotoğrafi üzerine düşüncelerini ortak noktalarda bir araya getirmek ve birbirlerini tamamlamak için kullanılmıştır.

Fotoğrafçılığa yönelik en çok bilinen ilk yaklaşım, fotoğrafın gerçekliğin bir belgesi olarak ele alınmasıdır. Fotoğrafçının deklanşöre basarak film üzerinde zamanı dondurabilmesi, elde edilen fotoğrafın belki de sonsuza kadar görülebilmesini olanaklı hale getirmektedir. Benjamin için, zamanın dondurulabilmesi, tarihsel bağlamda parlayıp sönen anları görünür kılmaktadır. Fotoğrafçı, rastlantısal bir anda parlayıp sönen bir kıvılcım misali, özel bir anının varlığını kanıtlamakta ve yakalamaktadır. Fotoğrafçılığın öncülük ettiği teknolojik moderniteden önce, fotoğraflar sanatsal bir etkiye sahip olmaktan çok, tarihsel bir olaya tanıklık etmiş ve belgeleme işleviyle ön plana çıkmıştır. Bu bağlamda düşünüldüğünde bir fotoğrafın tarihi gücü, fotoğrafçının sanatı tarafından eklenilecek hiçbir şeye ihtiyaç duymadan geçip giden dünyaya kalıcı olma yolunda vasıta olmak, geçmişe direkt bir pencere açmaktır.

Benjamin çalışmalarında fotografinin dilini kullanmış, imgenin tarihsel olarak anlaşılması gerektiği ve ancak bu şekilde tarihin kavramlaştırılabileceğini ifade etmiştir. Tarihin hareketi, fotografik olay sırasında ya da bir imge gelip geçtiği sırada olup biten şeye karşılık düşmektedir. Geçmişin imgesi, şimdiki zamanda kaybolma tehlikesiyle karşı karşıyadır, bu nedenle enstantane fotoğraf örneği gibi yakalanmalı, geçmiş şimdi ve buradaya getirilmelidir. Burada “kaybolma tehlikesiyle karşılaşan” geçmiş değil, geçmişin “bir daha geri getirilemeyecek” imgesidir.

Fotoğraf, yaşanmış olayların orada olduğunun farkındalığını sağlamaya yarayan bir araç olarak, geçmişte gerçekliğe basit bir benzerlik olduğunu, geçmişi anımsatmak amacıyla sosyal ve maddi dünyayı sunmaktadır. Benjamin fotografinin çağrıştırdığı şekilde tarihin bazı olaylarını alıp onlara ışık düşürmekten yanadır. Benjamin kavramlarını metafizik soyutlamalar üzerine değil, somut tarihsel deneyimlere göndermeler yaparak temellendirmektedir. Tarihi anlık olarak bir görüntüde sabitleyen fotoğraf makinesi, somut deneyimlere ulaşabilmekte bir araç olarak kullanılmaktadır.

Fotoğraf makinesi, insan gözünden daha kuvvetli bir bellek ve optik bilince sahiptir. Benjamin’i etkileyen bu özellikler, fotografik görüntüde bir anlığına parlayıp sönen, çok yakında önümüzde olamayacağını bildiğimiz tarihin imgelerini oluşturmaktadır. Fotoğrafın fotoğrafladığı şey artık şimdi, burada ya da canlı değildir, ama burada-olmuş-olma hali artık tarihin parçalı ve çizgisel olmayan konusunu oluşturmaktadır.

Walter Benjamin’in Bakış Açısından Tarih ve Fotoğraf İlişkisi

249 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Benjamin için tarih, her zaman kültürel süreçte mevcuttur. Kültürel süreç içerisinde fotoğraf, tarihin akışını durduran ve o ana erişilebilir olduğu bir diyalektik imgenin olanağını sağlamaktadır. Benjamin, kültürü oluşturan biricik kutsal ve sanatsal nesnelerin sahip olduğu auranın, teknik yeniden üretim yöntemlerinin bulunmasıyla parçalandığını, yok olduğunu ve bu nesnelerin kitleselleştiğini ifade etmiştir.

Tarihsel materyalizm bağlamında imgesel bir bakış açısı ortaya koyan Walter Benjamin’in düşünsel çalışmaları üzerine yapılmış çok sayıda inceleme vardır. Bu incelemelerde, fotoğrafçılık, sinema vb. kültürel ve tarihi formlar, Benjamin’in bakış açısından yorumlanmaya çalışılmıştır. Bu makalenin ve geçmiş çalışmaların yanı sıra, önümüzdeki uzun yıllar boyunca Benjamin’in bu bağlamda pek çok araştırmaya tekrar konu olacağı düşünülmektedir.

Kaynakça

Adorno, Theodor W., (2004). Walter Benjamin Üzerine, Dilman Muradoğlu (çev.), İstanbul: YKY.

Artan, E.Çiğdem (2007). “Fotoğrafın Sanatsal Değerinin Ötesinde Kullanım Alanları Üzerine Bir Tartışma: Bilgi mi, Propaganda mı?”, Cogito, Sayı: 52, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Benjamin, Walter (1995a). “Tarih Kavramı Üzerine”, Pasajlar, Çev: Ahmet Cemal, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Benjamin, Walter (1995b). “Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı”, Pasajlar, Çev: Ahmet Cemal, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Benjamin, Walter (2001). Fotoğrafın Kısa Tarihçesi, Çev: Ali Cengizkan, İstanbul: YGS Yayınları

Benjamin, Walter (2007). “Eduard Fuchs: Koleksiyoncu ve Tarihçi”, Cogito, Sayı: 52, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Cadava, Eduardo (2008). Işık Sözcükleri, Çev: Aziz Ufuk Kılıç, İstanbul: Metis Yayınları.

Crimp, Douglas (2002). “Postmodernizmin Fotoğraf Etkinliği”, Sanat Dünyamız, Çev: Kemal Atakay, Sayı: 84, İstanbul: YKY.

Çakmakçı, Osman (2008). “Melankolik Düşünce”, Radikal Kitap Eki, http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=haberyazdir&articleid=899166, Erişim Tarihi: 19 Eylül 2008.

Dant, Tim – Gilloch, Graeme (2002). “Pictures of the Past: Benjamin and Barthes on Photography and History”, European Journal of Cultural Studies, 5(1), London: Sage Publications.

Dellaloğlu, Besim F. (2007). “Walter Benjamin”, Cogito, Sayı: 52, İstanbul: Yapı

Zuhal Özel Sağlamtimur

250 Sayı 37 /Güz 2013

Kredi Yayınları.

Dellaloğlu, Besim F.-Odman, Aslı-Yardımcı, Sibel (2007). “Walter Benjamin’le Olağanüstü Haller”, Cogito, Sayı: 52, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Demiralp, Oğuz (2007). “Tuhaf Bir Çocuk”, Cogito, Sayı: 52, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Gandler, Stefan (2007). “Tarih Meleği Neden Geriye Bakıyor?”, Cogito, Sayı: 52, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Gürbilek, Nurdan (2006). “Sunuş: Walter Benjamin 1892-1940”, Son Bakışta Aşk, İstanbul: Metis Yayınları.

Lövy, Michael (2007). Walter Benjamin: Yangın Alarmı, Çev: U.Uraz Aydın, İstanbul: Versus Kitap.

Mitchell, W.J.T. (2005). İkonoloji: İmaj, Metin, İdeoloji, Çev: Hüsamettin Arslan, İstanbul: Paradigma Yayıncılık.

Özbek, Meral (2000). “Walter Benjamin’i Okumak-II”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Sayı: 55 (3), http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/475/5481.pdf, Erişim Tarihi: 28.06.2012.

Price, Mary (2004). Fotoğraf: Çerçevedeki Gizem, Çev: Ayşenaz&Kubilay Koş, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Walter Benjamin’in Bakış Açısından Tarih ve Fotoğraf İlişkisi

Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi

Copyright - 2013 Bütün Hakları SaklıdırE-ISSN: 2147-4524

İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 37 / Güz 2013

Basın Dili Üzerine Bazı Dikkatler

Some Remarks on Press Language

Ersin ÖZARSLAN, Doç. Dr., Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik BölümüE-posta: [email protected]

Öz

Basın dilinin umumî dil içerisinde yazı dili ile konuşma dili arasında kendine mahsus yeri ve işlevi vardır. Bu yazıda basın dilinin ana dil içerisindeki yeri ve kendisi gibi standard dil içerisinde yer alan diğer alt ve üst dil şubeleriyle benzerlik, farklılık ve işlev bakımından münasebeti üzerinde durulmuştur.

Abstract

Press language has its own special place between the written and spoken forms of general language. In this article we deal with the place of the press language in the main language and from the standpoints of similarity, diverseness and function; the relationship with the other branches or sub-languages that take place in the main language.

Anahtar Kelimeler:

Dil, Basın Dili, Konuşma Dili, Yazı Dili, İlim Dili, Mizah Dili, Din Dili, Felsefe Dili, Edebiyat Dili.

Keywords:

Language, Press Language, Spoken Language, Written Language, The Language of Science, Humor Language, The Language of Religion The Language of Philosophy, Literary Language.

252 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Giriş

Batı Türkçesinde “basın dili” olgusunu, umumî dil olgusunun farklı kategorileriyle karşılaştıran ve bundan bir kavram çerçevesine varma gayesine matuf bir çalışma şu ana kadar söz konusu olmamıştır. Bu çalışma, işaret edilen boşluğu doldurmak üzere atılmış ilk adım, bir çeşit durum değerlendirmesi, bir “case study”dir. Mütevazı bir adım olan bu çalışmada, umumî dil olgusu içerisinde basın dilinin mahiyetini tespit gayesi hedeflenmiştir. Bunun yanında basın dilinin umumî dil tasnifi içerisindeki diğer dil kategorileriyle benzerlik ve farklılıklarını ortaya koymak ve basın dili olgusunun umumî dil olgusu içerisindeki yerini, ağırlığını ve işlevini belirleme gayesi güdülmüştür.

“Basın Dili” kavramı, pratik bir ifade ihtiyacının doğurduğu bir kavram olarak ortaya çıkmış gibi görünmektedir. Sözlüklerde madde başı olmadığı için tarif edilmemiş. Türk dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi’nde “basın dili” ibaresi madde başı olarak yer almamaktadır. Mahiyet itibariyle basın dili anlamını taşıyan “gazete dili” ibaresi de madde başı olabilmiş değildir. Dilin teşekkül, tarihî gelişme, yayılma sahası ile kullanılış yeri, zamanı ve çağı yanında kullanan zümreler, geçerlilik ve işlekliği bakımlarından aldığı isimlerin zikredildiği listede de “basın dili” veya “gazete dili” ibareleri yer almaz (Ertem 1977: 291). Ama bu husus, “manşetlerin yapı anlam ve anlatım” bakımından “dilbilimsel bir yaklaşımla incelenmeye çalışıla[n]” bir yazıda (Can 34), basın dili olgusunu inkâr yeltenmeyi de gerektirmez:

Basın dili deyince acaba neyi kastediyoruz? Böyle bir dil var mı? Yoksa bu her hangi bir haber dergisinin, ciddi bir gazetenin veya aşırı bir bulvar gazetesinin dil kullanımı mıdır? Aslında basın dili diye bir şey yok. Basın dilinden daha ziyade çeşitli konularda (ekonomi, spor, politika, v.b.) oluşturulan olayların dil ile sunumunu anlamalıyız herhalde. Ama başlıktan oldukça özel ve sınırlandırılabilen bir dil kullanımının var olduğu da anlaşılabilmektedir (Can 34).

Bir yüksek lisans tezinin özeti olduğu ifade edilen bu satırlarda meramın ve maksadın hakkıyla ifade edildiğini söyleyebilmek kolay değil. Yazıya “Basın Dili” başlığını koyduktan ve “basın dili diye bir şey yok” diyerek meseleyi kestirip attıktan sonra “basın dili” olgusunun varlığını kabul ve ikrar etmek anlamlı olduğu kadar cesaret işi de olmalı:

Şurası bir gerçek, bir taraftan böyle kendine özgü, homojen bir dil sisteminin olmadığını söylerken, öbür taraftan haberlerin hazırlanış koşulları ve haber verme amacı açısından bakıldığında her şeye rağmen basın dili diyebileceğimiz bir dil vardır. Burada kastedilen basının – tıpkı görsel ve işitsel medyada olduğu gibi - dili nasıl biçimlendirdiğidir.

Bu biçimlendirme toplumun dil kullanışını ve algılayışını önemli ölçüde etkilemektedir. İşin etki boyutunu tam olarak bütün ayrıntılarıyla ve sınırlarıyla vermek zorda olsa, böyle bir gerçekte mevcuttur. Bu ilişki nedeniyle bir çok bilim dalı, özellikle dilbilim basın diline büyük bir ilgi ve dikkat arz etmiştir (Can 2003: 34).

İmla ve üslubu metne ait olan bu “ikrar”, kabul ve tasdik ifadesinden sonra, basın dilinin varlığı ve gerçekliğinin yabancı yazarlar kaynak gösterilerek onların ifadeleriyle de onaylanmasının izahı çıkmaza girmektedir:

Ersin Özarslan

253 Sayı 37 /Güz 2013

Bu yüzdendir ki, dil otoriteleri tarafından basının dili basın var olalı beri olumsuz bir biçimde eleştirilmiştir. Dovifat (1967,I:124). İçi boş, tatsız, zevksiz kelime ve cümle kullanımlarıyla eleştirilmişlerdir. Özellikle mecazi anlatımlarıyla hep gündeme gelmiştir basın. İdeolojik olarak basın yine dil açısından eleştirilmiştir ve eleştirilmektedir. W. Haakes (1962:16): ”Basın dilinin etkisi sadece fikrin gücü değil, daha çok kelimenin gücüdür”. Kelimelerin bu gücünden yararlanılarak düşünceler ve davranışlar yönlendirilebilmektedir. Özellikle basın dilinin bu yönü dilbilimcilerin dikkatini çekmiştir (Can 2003: 36).

Söz konusu çalışmada, başlıktaki “basın dili” iddiasının aksine, basın dilinin, bütün cepheleri ve bütün çehreleriyle değil sadece gazete manşetleri ve haber başlıkları çerçevesinde incelemeye tâbi tutulduğu ifade edilmektedir. Hâlbuki manşetler ve haber başlıkları, basın dilinin çok dar bir kısmını oluşturur. “Basın dili” ibaresini kullanmakla, basının kullandığı dili işlemek ve değerlendirmek mümkün değildir. Bu yüzden, basın dilini mahiyeti itibariyle ele alıp değerlendirmek, kendisi gibi umumî dilin şemsiyesi altında yer alan diğer dil olgularıyla mukayese ederek buradan bir kavram çerçevesine ulaşmak bir ihtiyaç olarak ortada durmaktadır.

Bu yazıda Türkiye Türkçesi zemininde basın dilinin, ne olup olmadığı hususunda mukayese ve akıl yürütmeye dayalı bazı dikkatler ortaya konmaya gayret edilmiştir.

Dil ve Mahiyeti

Dil, anlaşma aracı olarak işlev gören düzenli yapıda işaretler manzumesidir. Umumî olarak konuşma ve yazı dili şeklinde hayatın ve kâinatın anlaşılması için aracı vazifesi görür.

Dil bir yandan kendisine tasarruf eden mütekellim/öznenin hayatı ve kâinatı idrâk ve kendini ifade ettiği vasıta olduğu gibi aynı öznenin kendi dışındaki dünyayı ifade edişindeki araç da aynı dildir (Şahin 2012: 425). Haliyle dil tek taraflı, tek cepheli veya tek boyutlu bir vasıta, olgu yahut fenomen değildir. Aksine dil her hâlükârda çok taraflı, çok cepheli ve çok boyutlu bir olgu ve bir o kadar da idrâk ve ifade nesnesi ve vasıtasıdır.

Alman filozofu Heideger, dili varlığın, hususî olarak, insanın evi olarak değerlendirmiştir. Wittgenstein ise Tractatus Logico-Philosophicus adlı eserinde insanı dünyasını dilin tayin ettiğini, düşündüğünden felsefeyi dilin bir teşrihi olarak gördüğünden “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır” (Soykan 2006: 21) demiş olmalıdır. İnsanı hayatı ve kâinatı dille görmesi, dille anlaması ve dille anlamlandırıp izah etmesi bu düşüncenin haklılığını göstermeye kâfi gelir.

Dilin değişik tarifleri söz konusudur. Dil anlayışlarının çeşitliliği dil tariflerini de çoğaltmıştır. Çok cepheli bir özellik arz eden dil, ister yapı ister işlev özelliklerinden hareketle tarif edilsin, dilin özelliklerinin tarifte sadece yeri yani önem sırası değişir ve her tarif diğerleriyle aşağı yukarı belli noktalarda mutlaka birleşir ve bazı noktalarda ayrılır. Bütün tariflerde, dilin bir anlaşma aracı oluşu üzerinde ittifak hususu dikkat çekicidir. Sahanın önde gelen ilim adamlarından Ergin, Banguoğlu, Korkmaz, Aksan ve Topaloğlu farklı zamanlarda dili şöyle tarif etmişlerdir:

1. Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabiî bir vasıta; kendi kanunları içinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlık; milleti birleştiren, koruyan ve onun ortak malı olan sosyal bir

Basın Dili Üzerine Bazı Dikkatler

254 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

müessese; seslerden örülmüş muazzam bir yapı; temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış gizli antlaşmalar ve sözleşmeler sistemidir (Ergin 1986: 7).

2. Dil insanların meramlarını anlatmak için kullandıkları bir sesli işaretler sistemidir. Elle, başla, gözle, kaşla işaretler yaparak da bazı duygularımızı, düşünce ve dileklerimizi anlatırız. Fakat en mükemmel anlatma (expression) vasıtamız dildir. Konuşma (parole) kişi oğluna vergi olan ve insanı hayvandan ayıran bir yüksek işleyiştir (function). İnsan konuşma yeteneği ile doğar. Fakat dil doğuştan bilinmez. Çocuk içinde yaşadığı topluluğun dilini, anadilini (langue maternelle) uzun bir çıraklık devresi süresince öğrenir. Aslında her dil (langue) bir insanlar topluluğu arasında binyıllar boyunca gelişerek meydana gelmiş bir sosyal kurumdur (Banguoğlu 1974: 9).

3. İnsanlar arasında karşılıklı haberleşme aracı olarak kullanılan; duygu, düşünce ve isteklerin ses, şekil ve anlam bakımından her toplumun kendi değer yargılarına göre şekillenmiş ortak kurallarının yardımı ile başkalarına aktarılmasını sağlayan, seslerden örülü çok yönlü ve gelişmiş bir sistem (Korkmaz: 1992: 43).

4. Düşünce, duygu ve isteklerin bir toplumda ses ve anlam yönünden ortak ögeler ve kurallardan faydalanılarak başkalarına aktarılmasını sağlayan çok yönlü, çok gelişmiş bir sistem” Topaloğlu 1989: 55).

5. Dil düşünce, duygu ve isteklerin, bir toplumda ses ve anlam yönünden ortak olan ögeler ve kurallardan yararlanılarak başkalarına aktarılmasını sağlayan, çok yönlü, çok gelişmiş bir dizgedir (Aksan 1995: 55).

Dil, yapı, teşekkül, tarihî gelişme, coğrafi saha, hayatiyet, geçerlilik, işleklik bakımları yanında kullanılma yeri, zamanı, çağı ve kullanan kesim ve zümreler bakımından da sınıflandırılıp adlandırılmıştır:

Alçak dil yahut aşağı dil, alt dil, amelî dil, ana dil, argo dili, arkaik dil, avam dili, basit dil, basın dili, bayağı dil, birlik dili, bölge dili, carî dil, çağdaş dil, çocuk dili, devlet dili, dış dil, din dili, diplomatik dil, divan dili, duygu dili, dünya dili, edebiyat dili, ergen dili, eski dil, ev dili, fakir dil, felsefe dili, gazete dili, gizli dil, halk dili, haber dili, hitabet dili, hukuk dili, ıslık dili, işaret dili, ilim dili, ilkel dil, kabile dili, karışık dil, klasik dil, konuşma dili, kültür dili, magazin dili, mahallî dil, matematik dili, medeniyet dili, meslek dili, millî dil, mizah dili, nesir dili, ortak dil, ölü dil, özel dil, resmî dil, saf dil, sahne dili, sanat dili, sokak dili, soyut dil, standard dil, şehir dili, şiir dili, tabiî dil, teklifsiz dil, teknik dili, tiyatro dili, umumî dil, yabancı dil, yapma dil, yaşayan dil, yazı dili, yeni dil, yetişkin dili yüksek dil, zengin dil, zihin dili (Ertem 1977: 290-291, Ergin 1986: 7, 42).

Bunlara aydın dili, çerçi dili, diplomat dili, esnaf dili, gönül dili, hâl dili, hekim dili, hekimlik dili, izole dil, kal dili, kâtip dili, kitabî dil, yahut kitap dili, köylü dili, şehirli dili, tahtacı dili, tercüme dili, tıp dili, vasat dil gibi adlandırmaları da dâhil etmek gerekir.

Konuşma dilinde konuşan kişinin muhatabı veya muhatapları karşısındadır. Bu karşı karşıya gelme ya yüz yüze aynı zaman ve mekânda, ya da bir iletişim aracıyla farklı mekânlarda ama aynı anda olur. Basın dilinde muhatapla yüz yüze olmak, muhatabı görmek söz konusu değildir. Bir gazete metnini kimin nerede, nasıl, ne zaman okuduğu veya okuyacağı ifade, söz, beyan fikir veya iddia sahibinin tasarrufu dışındadır. Bu bakımdan bir konuşma bir sefere mahsus bir eylemdir. Yazı ise sonsuz defa okunabilir.

Konuşma dili ne kadar hazırlıklı olunursa olunsun, ifade ve takdim anına ve o andaki düşünme eylemine bağlıdır. Çünkü insan konuşurken düşünür. Konuşmaya hazırlıklı olarak elinde notlarla hatta metinle gelen insan da yani konuşacak kişi yani mütekellim de muhatab[lar]ının ifade, söz, beyan fikir veya iddiaları karşısında ister istemez düşünecektir. Dolayısıyla ifade ve takdim anında düşünen konuşmacı düşünürken

Ersin Özarslan

255 Sayı 37 /Güz 2013

hem düşünceyi hem ifade ve takdim vasıtası olan dili ve dilin “mukteza-yı hâle” uygun unsurlarını bulabilecek ve an içinde bulduğunu konuşmasında kullanabilecektir. Basın dili, konuşur gibi yazma iddiaları söz konusu olsa da yazı dilinin kurallarına tâbidir. Basın dilinde ifade ve takdim anı söz, beyan ifade, fikir, kanaat, iddia veya tahlillerin kâğıda basılıp dağıtıldıktan sonradır. Başka bir ifadeyle okuyucunun metni, metnin dilini idrâk ettiği andır. Bu anda da söz, beyan, ifade, fikir, kanaat, iddia veya tahlillere müdahale etmek mümkün değildir.

Konuşmak başka, konuşur gibi yazma başkadır. Çünkü konuşma dili başka yazı dili başkadır. Her ikisinin de idrâk vasıtaları ve idrâk zeminleri farklıdır. Konuşma yani sözlü ifade, yazılı veya basılı ifadenin yerini tutamaz. Aynı şekilde yazı dili de konuşma dilinin yerini tutamaz. Konuşma dili ses ve kulak vasıtasıyla zihne intikal eder, basın dili sadece yazı diline dayandığı için değil yazı ile yazılıp basılarak göz vasıtası ile müdrike aracılığı ile zihne intikal eder.

Konuşma dili, dinleme yolu ile yazı dili ve dolayısıyla basın dili anlama yolu ile idrâk ve temellük edilir.

Konuşma dili, ferdî ve şahsî samimiyetin olanca sınırsızlığında bir teklifsizliğe gelip dayanabileceği gibi, ifade yol ve imkânlarını sadece teklifsizlik vadisinde yürütebilir. Basın dilinde teklifsizliğin mutlaka bir sınırı vardır ve bu sınır aşıldığında, basın dili amiyaneliğe, laubaliliğe düşebilir.

Konuşma dilinde insan kendini anında ve kendince ifade eder. Kendini kendince ifade etmek konuşma dilinin esasını teşkil eder. Basın dili ise birilerine bir şeyler anlatmanın dilidir. Basın dilinin esasını, ifade edenin kendisi dışındaki olay, olgu, fiil, durum, söz, beyan ve ifadeleri, hakikatine müdahale etmeden başkalarına anlatma, aktarma, yansıtma veya bildirme faaliyeti teşkil eder.

Basın dili, bu genel dil tasnifi içerisinde yazı dili ile konuşma dili arasında kendine mahsus yeri ve işlevi ile dilin diğer seviye, ağız veya şubelerinden farklılık gösterir.

Basın Dili ve Mahiyeti

Basın dili, konuşma dili değildir ama yazıldığı halde tam ve kâmil manada yazı dili de değildir. Çünkü yazı dili hayatı ve kâinatı, insanı ve dünyasını hem gerçek hem itibarî zeminde bütün cepheleri ve bütün çehreleriyle tasvir ve tahkiye eder. Basın dili bu kadar geniş ve bu kadar sınırsız değildir. Basın dili itibârî dünyadan uzak durur. Yazı dili gibi hayatı ve kâinatı, insanı ve dünyasını sadece gerçek zeminde ve belli cepheleriyle bildirmek, aktarmak, yansıtmak başka bir deyişle takdim eder. Basın dili konuşma ve yazı dilinin imkânlarıyla hayat bulan hususî bir ifade ve takdim dilidir.

Basın dilinin hakikati takdim etme gibi bir işlev ve hedefi vardır. Basın dili takdim ettiği hakikati her türlü iddiadan uzak bir tutum ve üslupla takdim ettiğinde bile bir şekilde ikna ve kandırma işlevi yüklenebilmektedir. Çünkü gündemi elden geldiğince doğru bir şekilde aktarmak niyetiyle yazan gazetecinin ifade vasıtası olan basın dili, takdim ettiği hakikatin saflığına ve gerçeği yansıttığına okuyucuyu inandırmak ve yazdığını sonuna

Basın Dili Üzerine Bazı Dikkatler

256 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

kadar okutmak gayesini gütmesi bir ikna ve kandırma işlevine dönüşebilir (Özerkan 2002: 69).

Basın dili günlük dilden, konuşma dilinden ve bazı noktalarda yazı dilinden farklılık gösterir. Bu husus sadece Türkçede değil, eşyanın tabiatı gereği, işlenmiş diğer dillerde de aynıdır. Hatta bazı batı dillerinde bu farklılık, Türkçedeki farklılıkla mukayese kabul etmeyecek derecede fazladır.

İngilizcede haber dilinin hem konuşma dilinden hem yazı dilinden farklılaşan tarafları söz konusudur. Özellikle gazete manşetlerinin ve haber başlıklarının yazımında kullanılan dil belli kurallara tabidir. Manşetlerin ve haber başlıklarının dili hem ifade, hem, dil bilgisi kuralları ve hem de kelime ve kavram seçimi bakımından konuşma ve yazı dilinden farklıdır. Sınırlı sayfa üzerinde, dar yerde az kelime ile daha fazla ve daha çarpıcı ifade imkânı temin gayesiyle başvurulan bu yol, haber dilinde de tesiri artırmak için anlamda çarpıcı ve hece bakımından kısa kelimeler tercih edilişiyle kendini gösterir (Kocaman 2012).

Konuşma Dili ve Basın Dili

Konuşma dili, insanların gündelik iletişimde kullandıkları dildir. “günlük konuşma dili canlı ve sıcak olmakla beraber, lügat bakımından sınırlı, cümle yapısı bakımından basittir” (Kaplan 1985: 204). Konuşma dili, pratik ihtiyaçlar doğrultusunda meramı ifade için kullanılır. Basın dilinde ise ihtiyacın yönü değişir, gazetenin ve toplumun ihtiyaçları ön plana çıkar. Muhabir kendi ihtiyaçlarını değil gazetenin ve toplumun ihtiyaçlarını düşünmek zorundadır. Konuşma dili mahremiyete, gizliliğe, ferdîliğe açıktır. Ama basın dilinde gizlilik, ferdîlik, mahremiyet söz konusu olamaz. Basın dili açık olmak zorundadır. Çünkü basın dili kamu hizmeti görür, kamu zemininde, kamuyu, kamu namına kamuya anlatıp aktarmak, yansıtmak ve bilgilendirmek gayesiyle kullanılır. Basın dili kamu dilidir ve varlığını bu özelliğine borçludur.

Konuşma dilinin sınırlarını ve seviyesini zamana, zemine göre konuşan veya konuşanlar tayin eder. Konuşan veya konuşanlar bu bakımdan istedikleri gibi konuşabilirler. Hürriyetlerinin sınırını da neticesine katlanmak üzere kendileri belirlerler. Bu hürriyet, konu seçiminden üsluba, üslubun seviye ve edasına, kelime ve kavram kadrosu ile deyimlerin seçiminden telaffuz vurgu ve tonlamanın seçimine kadar akla gelebilecek her husus içine alır. Konuşma dilinde anlatmanın nesnesi ruhî ve fikrî ihtiyaç ve mecburiyetler yanında arzuya bağlıdır. Basın dilinde konuşma dilinin hürriyet zemin söz konusu olmadığı gibi anlatmanın nesnesi de şuurlu olarak seçilmek zorundadır. Çünkü basın dilinde haberin tarifi çerçevesinde bir mecburiyet söz konusudur. İhtiyaçlar, tercih ve arzu bu mecburiyetten sonra gelir. Gündem ve gündemin ana maddeleri görmezden gelinemez.

Basın dili standard Türkiye Türkçesini kullanmak zorundadır. Meselâ çok hususî şartlarda, gerektiğinde söze kuvvet katmak, gerçeklik duygusu uyandırmak veya ifadenin aynını nakletme gibi gayelerle ağız özellikleri kullanılabilirse de bütünüyle, bölge ağızlarıyla haber veya herhangi bir gazete yazısı yazılamaz. Yazılsa bile yayımlanması

Ersin Özarslan

257 Sayı 37 /Güz 2013

çok zordur. Her zorluk aşıldıktan sonra yayımlansa bile bu, hususî şartlarda ve çok nadir vuku bulabilecek, bir husustur. Bir kere olması her zaman olmasına imkân vermez. Garip karşılanır, itibar edilmez. Basın dili standard Türkiye Türkçesinin, yazı dilinin kuralları dışına çıkamaz.

Basın dili nitelikli olmak zorundadır, ortalama kültür dilinin altında bir seviyeye düşemez. Okuyucu ile arasına mutlaka bir nezaket ve saygı mesafesi bırakmak zorundadır. Her ne kadar bazı gazete yazılarında özellikle fıkra yazarları okuyucu ile senli benli konuşuyormuş gibi, sohbet havasında ve teklifsizliğe yakın bir dil kullanıyorlarsa da bu yakınlığın da bir seviyesi ve sınırının olduğu muhakkaktır. Konuşma dilinde bir kişi muhatabına

«– Lan emşerim», yahut «Emmoğlu! Bırak sen de Allah aşkına!» deyip sözü çevirme yoluna gidebilir ama bir gazete yazarı veya muhabir okuyucularına böyle hafif tarzda ifadeler kullanamazlar.

Okuyucularına hitap etmeleri gerektiğinde “sayın okuyucular”, “değerli okuyucular” gibi saygılı ve mesafeli bir dil kullanmak zorundadırlar. Çünkü yazının kendine mahsus bir ciddiyeti vardır ve her ne şartta olursa olsun “sululuğu” kaldırmaz. Basın dili konuşma dili değil, yazı dilidir. Yazı dilinin sahip olduğu veya gerektirdiği seviye ve şartlarının asgarını değil azamını gözetmek zorundadır. Çünkü seviyeli olmazsa güzel olmaz, güzel olmazsa okunmaz.

Edebiyat Dili ve Basın Dili

Edebiyat, dili sadece hakikati, insanın görünür dünyasını değil, hakikatten ziyade itibarî bir dünyayı veya tecride dayalı güzellikleri, insanın duyulur ve düşünülür dünyasını ibda ve ifade için kullanır (Kant, 1997: 38–39).

Basın dilinin itibarî dünyalar yaratmak gibi bir görev ve hedefi yoktur. Bir muhabir haberin hakikatine müdahale edemez. Ama haberi yazarken edebiyat dilinden istifade edebilir. Edebiyat dilinden istifade eden, hatta daha ileri giderek edebî bir dil kullanan bir muhabirin yazdığı haber, itibarî bir dünyayı değil gerçeği yansıtan, aktaran, hakikati bildiren yahut olan biteni haber veren bir yazı olur, edebiyat olmak gibi bir gaye ve hedefi yoktur. Ama dilin sanat seviyesinde kullanıldığı yazılar ister istemez edebiyat eseri hüviyetini kazanır. Ama bu edebi eserlerin gayeleri kendileri değildir. Basın dili ile kaleme alınan yazıların gayesi yazılmış olmak değildir; başkalarının okuması hem de mutlaka okuması için yazılmış yazılardır. Edebiyat dili isteyenin ve beğenenin istediği zaman okuyacağı eserlerin ibda aracıdır. Basın dili ise belli bir hedef kitlenin her gün okuyacağı yazıların ifade vasıtasıdır. Edebiyat dili gerektiğinde basın dilini ve basın dilinin ifade yol ve tekniklerini kullanır. Basın dili de gerektiğinde edebiyat dilinin ifade yol ve tekniklerini kullanır. Bazı ifade yol ve teknikleri ortaktır. Hangisinin hangi sahaya ait olduğu hususu tartışılabilirse de basın dili ile vücuda getirilen yazıların edebî çerçevede değerlendirildiği, başka bir ifadeyle gazetecilik faaliyetinin edebî bir faaliyet olduğu gerçeğinin hatırlanması ve belirtilmesi yerinde olur. Son tahlilde şiir diliyle haber yazılmaz ama haber diliyle şiir yazıldığı bir gerçektir. Haber gerçeğin hikâye edilmesi şeklinde tarif

Basın Dili Üzerine Bazı Dikkatler

258 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

edilebilir. Buradan haberin tahkiye dil ve üslubunu kullandığı veya kullanabileceği ortaya çıkar. Ama hikâye veya romanlar pratik haberler olmamakla birlikte insanlara çok özel haberler veren metinler olarak tavsif edilebilirler. Amerikalı yazar Truman Capote’nin 1966 yılında neşrettiği “Kılı Kıpırdamadan” yahut “Soğukkanlılıkla” diye çevrilebilecek “In Cold Blood” adlı romanı, aslında, 1959 yılında Kansas eyaletinde vuku bulmuş menfur bir cinayet hadisesinin hakikatine müdahale edilmeden kaleme alınmış röportajıdır. Truman Capote (1924 –1984) bu eseriyle Amerika’da Yeni Gazetecilik (New Journalism) veya edebî gazetecilik çığırını açmıştır. Truman Capote, edebiyat ve gazeteciliği üslup ve tahkiye bakımından birleştiren bir yazar olarak kendini göstermiş “haber romanı” denen ve kurguya dayanmayan, olayın hakikatini inşa etmek yerine olup bitenin nasıl olduğunu, mekân ve şahadet çerçevesinde edebî bir dille anlatan “In Cold Blood” ile yeni bir tahkiye/röportaj anlayışı ortaya koymuş ve bu eseriyle Pulitzer ödülünü almıştır. “In Cold Blood” bu çığırın müşahhas örneği olarak kabul edilmiştir (Connery, 1992: 239; Uluç 2012).

Mizah Dili ve Basın Dili

Basın dilinde mizahın ve mizah dilinin belli bir yeri vardır. Basın dili, ancak yeri ve zamanı geldiğinde mizahı ve mizah dilini kullanır.

Mizah dili, devamlı olarak komiği, gülüncü, aykırıyı arar bulur, müptezelleştirir, terzil eder, hicveder, dolaylı olarak ayıplar, yerer, yaftalar. Mizah dilinin güldürmenin yanında düşündürme özelliği de vardır. Düşündürürken de güldürme söz konusu olabilir ama bu gülüşün tadı buruktur.

Mizah dilinden komik unsur çıkarıldığında ortada mizah kalmayacağından mizahın dili de kalmaz. Mizah dilinde gaye komiktir, yermek, alay etmek, dalga geçmek, terzil etmek, yaftalamak ve dolaylı olarak ayıplamak suretiyle okuyanı eğlendirir. Ama basın dilinde gaye komik değildir. Gerçi basın dili komiği kullanır, hatta sadece komiği değil mizahın bütün şekillerini, hicvi, alayı, ironiyi, yermeyi, terzil etmeyi, müptezelleştirmeyi, doğrudan ve dolaylı olarak ayıplamayı kullanır ama gayesi bunlar değildir.

Mizah diliyle haber yazılmaz ama haber dilinde mizah çeşnisi bulunabilir. Mizah konulu haberler yazılıp yayımlanabilir. Mizah köşelerinde mizah dili kullanılır. Bazan ciddiyet bile mizah diliyle aktarılır, bazan da ciddi meseleler mizah diliyle verilir. Ama bu her zaman değil sadece hususî durumlarda söz konuş olabilir. Basın dili mizah dilin gaye edinmez, edinemez, çünkü basının ve basın dilinin ciddiyeti buna müsaade etmez. Ama mizah dili, basın dili için bir üslup çeşnisi ve ifade rengi olarak her zaman müracaat edilen bir zenginlik olarak görülür. Mizah dili güldürürken rahatlattığı gibi sarsar, huzursuz eder, uyandırır. Basın dili de yeri geldiğinde bu özellikleri gösterir.

Basın dilinin gayesi hakikat bellediğini hedef kitlesine aktarmak, sadece aktarmak değil aktardığının okunmasını temin etmektir. Başka bir ifadeyle basın dilinin gayesi aktardığını okutacak seviyeyi tutturmak, kendini okutmaktır. Basın dilinde mizah bir gaye değil araçtır.

Ersin Özarslan

259 Sayı 37 /Güz 2013

İlim Dili ve Basın Dili

İlim dilinde dilin sınırlarını ve unsurlarını ilmin veya konunun kendisi belirler. Her ilmin kendine mahsus bir terimler ve kavramlar dünyası vardır. Yazı dilinin imkânları ile muayyen bir ilim sahasının terim ve kavramları kullanılarak söz konusu ilim sahasının konuları ve meseleleri anlatılır. İlim dilini herkesin anlaması beklenmez. Çünkü ilim herkese değil erbabına, ilgilisine hitap eder. İlim dilinde anlatma, aktarma ve ifadenin imkân, teknik ve sınırları ilim sahasına göre değişir. İlim dilinde hedef kitlenin seviyesi hesaba katılmaz çünkü hedef kitlenin ilmî ifadeyi anlayacak seviyede olması beklenir.

İlim sahasının konuları belli, sahası sınırlıdır. Kendine mahsus, tarif edilmiş, hususî anlamlar taşıyan terimler ve kavramlarla ifade ve beyanda bulunan ilim diline karşılık basın dilinde durum çok farklıdır. Basın dilinin sahası ve konuları neredeyse sınırsızdır. Yeri geldiğinde ilim dilinin ifade malzemesini de kullanabilir. Basın dili de ilim dili gibi standart Türkçeyi ve yazı dilinin imkânlarını kullanır. Ama basın dili erbabına değil okuma yazma bilen herkese hitap etmek zorundadır. Hatta okuma yazma bilmeyenlerin de gazeteleri okuma yazma bilenlere okuttuğu yahut radyo veya televizyonlardan dinlediği göz önüne alındığında Basın dili, okuduğunu veya dinlediğini anlayan herkese hitap eder. İlim dilinin hedef kitlesi sınırlı, basın dilinin hedef kitlesi neredeyse sınırsızdır. İlim dili, seviye endişesi taşımadan söylemek istediğini söyleme imkân ve hürriyetine sahipken basın dili, nazarî bakımdan seviye gözetmeden yayın yapmak mecburiyetindeymiş gibi görünse de, basın dilinde de sayfadan sayfaya, konudan konuya, yazıdan yazıya veya yazardan yazara bir üslup seviyesi, bir hedef kitle endişesi bulunduğu bir gerçektir. Bura rağmen basın dili muayyen bir seviyeyi değil her seviyeyi gözetmek, hedeflemek, her seviyeye hitap etmek ve her seviyenin nabzını tutmak mecburiyetiyle karşı karşıyadır. İlim dilinde ifadenin tek ve yüksek seviyede yani ilme yakışacak seviyede olması beklenirken, basın dilinde farklı seviyelerden bahsetmek zarureti söz konusudur. İlim dilinde ciddiyet esas olduğu halde basın dilindeki ciddiyetin ilim dilinin ciddiyetinden farklı olduğu görülür.

İlim dilinde, konu muayyen ve sınırlı olduğu için tek ve belirli seviye, tek ve açık üslup söz konusudur. Basın dilinde ise konular çok ve çeşitli olduğu için konuların tabiat ve mahiyetlerine uygun farklı seviyeler ve değişik üsluplar söz konusu olur.

Basın dilinde hedef kitle esastır. Herkese hitap etmek söz konusudur. Herkesi ölçü ve hedef tutan bir dil, konuşma dili kadar pratik olmayacağı gibi ilim ve sanat dili kadar hususî de olamaz. Basın dili, yazı dilini umumî imkân ve teknikleriyle ama birbirinden farklı ve bazen de hususî konulara göre, esnek bir şekilde kullanmak durumundadır.

Soyut Dil/Matematik Dili ve Basın Dili

Matematik dili bir karşılıklı anlaşma dili değil, soyut (mücerret) bir anlatma, açıklama, doğrulama ve yanlışlama dilidir. Matematik dilinin anlatma ve açıklaması günlük dilin, konuşma veya yazı dilinin, basın dilinin anlatma ve açıklamalarına benzemez. Matematik dili sayıların değerini ve sayılarla teşkil edilen değerleri, sayı değerlerini bildirir, açıklar, doğrular, ispatlar veya yanlışlar. Genel geçer sonuçlar

Basın Dili Üzerine Bazı Dikkatler

260 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

ortaya koyar. Matematik dilinde tasvir, tahkiye veya gösterme mümkün değildir. Çünkü matematik dili soyut sayı ve sembollerle, doğru, kısa ve kesin tariflerle meram ifade eder (Saka 2007). Vardığı her sonuç bir sayıdır. İfade ettiği anlam, sayının dışında bir değer ve anlam taşımaz. İki kere ikinin dört edişinin bir haber değeri yoktur, ancak bir mütearife değeri söz konusudur. Matematik dili matematiği bilenlere yani erbabına hitap eder. Yapısı itibariyle mücerret, zihnî ve mantıkî bir özellik taşır; insanı düşündürebilir, hayrete düşürebilir ama duygularında değişiklik meydana getiremez. Basın dili ise zihnî ve mantıkî özelliklere sahip olmakla kalmaz, hissî özellikler de taşır; başka bir ifadeyle matematiğin dili insanı güldüremez, ağlatamaz çünkü duygu değeri yoktur. Basın dili ise soyut değildir. Ortak dili kullandığı gibi gerektiğinde matematiğin dilini de kullanacak kadar geniştir. Matematik dilinin aksine basın dilinin edebiyat dili gibi duygu değeri vardır. Basın dili edebiyat dili gibi insanın duygularını harekete geçirir, değişikle sevk eder; sevindirebilir, üzebilir, güldürüp ağlatabilir, eğlendirebilir. Basın dilinin bilgi değeri anlatma, aktarma, gösterme özellikleri geniş ve zengindir, hayatın ihtiyaçlarına göre değişiklik ve çeşitlilik gösterebilir.

Matematiğin dilinde kesinlik esas olduğu hâlde basın dilinde her zaman ve her konuda kesinlikten bahsedilemez. Basın dilinde konuların takdiminde konunun kendisi, yeri ve zamanı hatta teferruat unsurları birebir gerçeğe tekabül etmeyebilir, her şey iddiadan ibaret olabilir. Öte yandan, ifade tarzı ve hamin şartlar ve ihtiyaçlar doğrultusunda esnetilmesi ihtimali her zaman söz konusu olabilir. Bununla birlikte, matematiğin diliyle haber yazılamaz ama matematiğin verileri basın dilinde haber konusu olarak işlenebilir, takdim malzemesi olabilir.

Felsefe Dili ve Basın Dili

Felsefe dili felsefe gibi herkese değil erbabına hitap eder. Çünkü felsefe dili ve felsefe kavramları herkes tarafından anlaşılacak seviyede basit ve açık değildir. Üstelik konuşma ve yazı dilinden farklı veya daha yukarda bir hususiyet arz eder (İyi 2003: 22). Felsefe zihnî ve soyut fikir, görüş, anlayış, kanaat veya meseleleri, izah ve ifade etmek, zihnî ve soyut soruları cevaplandırmak gayesini güder. Felsefe dili, çeşitli meseleleri izah veya tahlil etmekten ziyade o meseleler hakkında soru sorar, sorduğu sorulara cevaplar arar. Bu bakımdan felsefe dilinin aslî hususiyeti soru sormaktır. Çünkü felsefede sorular cevaplardan daha önemlidir.

Basın dili, felsefe dilinin aksine sadece mücerret meselelerden değil gerektiğinde hayatın ve kâinatın her cephesinden bahsetmek zorundadır. Bu bakımdan felsefe dili derin basın dili geniştir. Basın dili yeri geldiğinde felsefenin kavramlarını, terimlerini kullanır ama felsefe dili gibi sadece soru sorma ve derinliğine tahlillerde bulunma gayesini gütmez. Felsefe dilinin entelektüel cephesi ağır bastığı hâlde basın dilinin avamî ve popüler tarafı öne çıkar. Felsefe dili dar bir entelektüel zümreye hitap eder, geniş kitlelere ulaşıp onların dünyasını yansıtmaktan uzaklaşabilir. Felsefe dili önermeden önermeye adım adım ilerleyen sağlam ve tutarlı bir özellik göstermekle birlikte soyutluk, renksizlik ve kuruluktan kurtulamaz. Buna karşılık basın dili aynı entelektüel zümreye hitap ederken geniş kitleleri, sıradan insanları da dikkate alan bir seviyeyi gözetmek zorundadır. Basın

Ersin Özarslan

261 Sayı 37 /Güz 2013

dili hitap ettiği bütün zümre ve kesimlerin dünyasını, ilgilerini, eylemlerini, meraklarını ve benzeri beklentilerini hülasa muhataplarının her türlü iletişim ihtiyaçlarını karşılayacak bir özellik taşır ve bu özelliği doğrultusunda işlev görür.

Basın dili ile bazı felsefî meseleler dile getirilebilir ama felsefe dili haber yazmaya elverişli değildir. Basında, entelektüel zümrenin dışındakileri de düşünmek kaydıyla, ancak felsefî meseleleri işleyen makale ve denemelerde kullanılabilir.

Din Dili ve Basın Dili

Din dili, insanın kendini, hemcinsini ve kâinatı iman ve inanç zemininde anlama, anlamlandırma, ifade etme ve başkasına anlatma vasıtası olan dildir (Koç 2013). Basın dili ise inanç olgusu zeminini hesaba katmadan aynı işlevi görür. Din dili, “haber-i sadık”ı esas alır, başka bir ifadeyle dinin hakikatlerini, kitap ve sünnetin getirdiklerini, iman edilmesi ve teslim olunması için ivazsız garazsız, açık, çıplak ve kesin bir şekilde emir, telkin veya yasak (nehy), hatta meydan okuma şeklinde bildirir. Bu bakımdan din dili tebliğin dili olarak da anlaşılabilir Tebliğin muhtelif seviyeleri olduğu için din dili de muhtelif seviyelerde kendini gösterebilir. Din dili, hakikati bildirme, tebliğ etme bakımından basın dili ile bu noktada ortak özellik taşımasına karşılık, basın dili, haber değeri gördüğü her şeyi, iman edilmesini ve teslim olunmasını şart koşmadan haber verir. Basın dilinin anlattığı hakikatlerin doğruluğunu tahkik etme imkân ve hürriyeti vardır. Din dilinin “nass”larını tahkik imkânından ziyade inanıp inanmama imkân ve hürriyeti söz konusudur.

Din dili sevap ve günah kavramları zemininde dinin doğrularını ve dine göre yanlış olanı anlatır. Basın dili, kendi şartlarında hayatın ve kâinatın hakikatlerini ve tabiî olarak gereği durumunda dinin hakikatlerini de anlatır. Basın dili, dinin hakikatlerini bazan haber konusu olarak bazan da doğrudan dinî hakikat olarak hedef kitlesine aktarır. Dinî hakikatler ancak din dili ile anlatılacağı için basın dili doğrudan din dilini ve din dilinin kavramlarını kullanır. Din dili, nazım nesir farkı gözetmeden, ihtiyacına uyan bütün anlatım imkânlarını kullanır. Basın dili ise nazmı değil nesri esas alır, nesre dayanır. Basın dilinde anlatmak esas iken din dilinde anlatmanın yanında basın dilinden farklı olarak yakarma veya niyaz da söz konusudur. Din dili hem insana hem Tanrı’ya hitap ettiği için sadece insana hitap eden basın dilinden geniştir. Din dili, hayat içerisinde her türlü dilin kavramlarını, gerektiğinde üslubunu kullanır. Din dili, tasavvufî yahut felsefî tarafından dinin duygu hâlini de aktarır. Fuzulî ve Yunus Emre’nin dili felsefe ve edebiyat dili olduğu kadar da din dili sayılabilir.

Din dili, dinin tabiatı itibariyle, hayatı ve kâinatı kuşattığı için ana dili, bütün cepheleri ve bütün çehreleriyle en alt seviyeden en üst seviyeye kadar kullanır. Basın dili de, hayatı ve kâinatı kuşatan bütün muhtevayı anlattığı din dili gibi muhtevaya göre değişen üslup ve seviye farklılığı gösterir. Din dili, sadece sınırlı bir mümin kitlesine hitap ediyormuş gibi görünse de, inançlı inançsız, anlama kabiliyetine sahip olan herkese hitap eder. Basın dili ise inanç gayesi gütmez, inansın inanmasın bilme ihtiyacı duyan herkese hitap eder.

Basın Dili Üzerine Bazı Dikkatler

262 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Mesela din dili, ilmihâl bilgilerini herkesin anlayacağı bir dille anlatmasına karşılık; kelam, tasavvuf ve fıkıh meselelerini felsefe ve hukuk diline yaklaşan bir dille anlatır. Bu bakımdan din dilinin edebî, felsefî ve hukukî veçheleri söz konusudur. Basın dilinde bu hususlar ancak dinî, edebî, felsefî ve hukukî muhtevalar anlatıldığı zaman söz konusu olabilir. Din dilinin edebî cephesine dinî edebiyat, özellikle Süleyman Çelebi’nin Vesiletü’n-Necât isimli Mevlid’i, hukukî cephesine Ahmed Cevdet Paşa’nın Mecelle adlı eseri, felsefî cephesine tasavvufî eserler örnek gösterilebilir. Din dili, Vesiletü’n-Necât’ta edebiyat dili ile Mecelle’de hukuk dili ile Tazarrunâme, Maarifnâme gibi eserlerde hem edebiyat hem felsefe dili ile bir aradadır. Mızraklı İlmihâl’de ise didaktik özelliği ağır basan tebliğ dili söz konusudur.

Basın dili, dinî konuları haberleştirirken din dilinin kavramlarını kullanır, kullanmak zorundadır. Din dili ve basın dili birbirlerini tamamlar, birbirlerinin malzemesini kullanırlar.

Din dili inanç ve değerler dünyasını ve unsurlarını yani emirleri ve yasakları, doğruları ve yanlışları, güzeli ve çirkini, iyiyi ve kötüyü, meşruyu ve gayr-ı meşruyu aynı zamanda mükellefiyeti, mükâfatı ve müeyyideyi de ifade eder, gösterir, tarif ve tasvir eder hatta belirler. Din dilinin kaynağı kitap ve sünnettir. Din dilinin kâinatı basın dilinde haber değeri ile gündeme gelir. Basın dili de değerler dünyasına hürmetkâr olmakla birlikte haber değerini esas alır. Din dili tebliğde basın dili ile aynı unsurları kullanabilir. Basın dilinin kullandığı iddia ve ispat yolu din dilinin de kullandığı bir ifade imkânıdır. Din dili muhataplarını kitap ve sünnete dayalı bir anlayışa yöneltmeyi gaye edinmiştir. Basın dili de dinin kâinatı da dâhil olmak üzere muhataplarını belli anlayışlara yöneltmeye çalışsa da din dili gibi kesin emir ve yasaklara başvurmaz. Din dili insan davranışına yön verir. Basın dili insan davranışını yansıtır. Din dilinin bir tarafıyla hitabete dayanmasına, muhatapla yüz yüze olmak esasına karşılık, basın dilinde hitabet veya muhatapla yüz yüze olmak yerine sadece beyan esastır.

Din dili umumiyetle hakikatin dilini kullanır. Fakat hakikat dili her zaman basın diline hâkim olamaz. Sulhun, teenninin, tesamuhun, iyi niyetin dili yanında kavganın, çatışmanın, nefretin, düşmanlığın dili de basın dilinin şemsiyesi altında kendini gösterebilir. Din dili esas itibariyle akla, sonra da gönül, vicdan ve duyguya hitap eder. Basın dili de aklı öne almakla birlikte gönül, vicdan ve duyguya yeri geldiğinde hitap eder. Din dili dinî hakikatleri sadece anlatmakla kalmaz bunların karşılıklarını, mükâfat ve müeyyidelerini de gösterir. Basın dilinde mükâfat ve müeyyide söz konusu değildir ama hayatın ve kâinatın hakikatleri anlatılırken, din de dâhil bütün müeyyide ve mükâfatların yanında, fayda ve zarara işaret söz konusu olabilir. Müeyyide göstermek din dilinde bir mecburiyet, basın dilinde ise yeri geldiğinde icra edilen bir görevdir.

Hukuk Dili ve Basın Dili

Normatif bir bilim olan hukukun dili de kendine mahsus özellikler taşır. Diğer bilim şubeleri gibi hukuk dilinin de kendi sahasına mahsus kavramları vardır. Bazı kelime ve kavramlar hukuk dilinde, konuşma ve yazı dilindekinden farklı anlamlar taşırlar. Hukuk dili de matematik dili gibi doğru tarif edilmiş kavramlarla meram ifade eder. Hukuk dilinin bir özelliği de hukukun tabiatı gereği norm koymanın aracı olmasıdır. Hukuk dili sadece

Ersin Özarslan

263 Sayı 37 /Güz 2013

hukukun muhtevasını değil tariflerini, kurallarını, kanunlarını, hükümlerini, normlarını ve müeyyidelerini de ifade eder. Hukuk dili, hukukun gösterdiği alanda, hukukî deliller ışığında “şu şöyledir bu böyledir” şeklinde kesin beyanda bulunur. Basın dili ise hukuk çerçevesinde kalmayı gözetmek etmek suretiyle “şu şöyle oldu, bu böyle oldu” şeklinde hikâye etme tarzını kullanarak beyanda bulunur. Hukuk dili tarif, tayin, belirleme, hüküm, karar, müeyyide ve infaz gibi sonuçlara varırken basın dili bildirme, açıklama, aktarma, yansıtma, yayma, onaylama, uyarma, tenkid, hiciv ve muhalefet gibi sonuçları gözetir. Hukuk dili tahlilî özellikler gösterir ve sadece hukukî meseleyi tasvir eder. Basın dili ise tasvîri bir özellik gösterir ve ihtiyaç söz konusu olduğunda meseleleri tahlil yoluna gider. Hukuk dilinin ortaya koyduğu sonuçlar bağlayıcı olduğu halde basın dilinin ortaya koyduğu sonuçların bağlayıcı olabilmesi için başka unsur ve şartların söz konusu olması gerekir.

Hukukçular arasında gazetecilikte başarı gösterenlerin hukuk dilini basın dili ile birlikte kullandıkları ve hukuk dilinden yeterince istifade edemeyen basın mensuplarının önüne geçmeleri bir vakıadır.

Siyaset Dili ve Basın dili

Siyaset dili insanı doğrudan veya dolaylı olarak bir tercihe yöneltme dilidir. Esası reklam dili gibi iknaya dayanır. Reklam dilinde gaye satın alma davranışını etkilemektir, Siyaset dili ise tercih etme yahut oy verme davranışını etkilemektir. Basın dilinin böyle sabit bir gayesi söz konusu değildir. Basın dilinin tek gayesi haberin hakikatini okuyucuya ulaştırmaktır. Siyaset dili dayandığı görüş, düşünce ve kanaatten hareketle olayları ve olguları yorumlar ve vardığı hükmü, karşısındakiler ne derse desin tek hakikat olarak takdim eder.

Siyaset dili, sadece kendini anlatmayı değil, kitleyi elde etme düşüncesinin yanında rakip veya rakiplere galebe çalma, onları saf dışı etmeyi ön planda tutar. Bunun için üslup ve seviyede ölçü ve sınırları zorlayabilir hatta bütün ölçüleri bütün sınırları alt üst edebilir (Akyol 2012). Çünkü siyaset dili bir bakımdan mücadele dili olduğu için aynı zamanda çatışma dili özelliği de gösterir. Basın dili kendini değil, gündemi anlatır, aktarır veya yansıtır. Bazan da gündemi yansıtmanın yanında gündemin oluşmasına zemin hazırlayacak muhtevayı anlatma yoluna gider. Basın dilinde gündemi anlattığında da, oluşturmak istediğinde de siyaset dilindeki sertlik görülmez. Basın dili, siyaset dilinin tesiri ve tahakkümü altında değilse, siyasetin dili kadar keskin, tavizsiz ve katı olmaz basın dili siyaset diline göre daha mutedildir.

Siyaset dilinde gayeye ulaşmak yahut hedefe varmak için, olay, olgu ve bilgi gibi görüş, düşünce ve kanaatin yanında haberin hakikatine de müdahale görülebilir. Hatta gaye için vasıtayı meşru gören siyasî anlayışlar, sadece habere, haberin hakikatine veya takdim şekline değil her şeye müdahaleyi haklı görebilirler. Basın dilinde benzer müdahale söz konusu olduğunda, kitle haberleşme aracının dili basın dili olmaktan çıkar ve yayın organına siyaset dili hâkim olur. Siyaset dilinin hedefi kitleleri istediği şekilde yönlendirmek, basın dilinin hedefi ise kitlelerin kendi istedikleri şekilde ve

Basın Dili Üzerine Bazı Dikkatler

264 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

kendiliklerinden yönelmelerine imkân verecek hakikati aktarmaktır. Yayın organı bir siyasî anlayışın yanında yer alıyorsa umumiyetle siyaset dilini kullanır. Böyle durumlarda siyaset dili, basın dili ile karışır, onu tesiri altına alır, hükmeder ve dönüştürür. Çünkü siyaset dili hakikati aktarmaya değil kendi hakikatini propaganda etmeye odaklanır. Basın dili ise propaganda etmez, çünkü aslî gayesi propaganda değildir. Basın dili sadece olay, olgu, durum, fiil, düşünce ve meselelerin hakikatini, bilmek isteyenleri bilgilendirmek gayesiyle aktarmaya hatta yaymaya çalışır.

Reklam Dili ve Basın Dili

Reklam dili, aslında basın dili içinde yer alır. Hatta basın dilinin bir alt şubesi olarak işlev görür; ama reklâmın dili bütünüyle basının dili sayılamaz. Çünkü hitap edilen kitle yahut muhatap noktasında bir ayrılık veya farklılaşma söz konusu olur. Gerek reklam dili gerek basın dili esasta bütün topluma hitap ediyor görünseler de basın dilinin hitap sahası reklâm dilinin hitap sahasından her zaman için daha geniş olduğu unutulmamalıdır. Basın dili, gazeteyi okuyabilecek veya okunanı dinleyebilecek herkese hitap eder. Reklam dili de bunun dışında değildir. Reklam metni de aynı muhataba arz edilir ama reklâm dili, aslında herkese değil, malı satın alabilecek kişilere hitap eder. Reklam dili reklam verenlerin meramlarını ifade eder. Basın dili reklam verenlerin meramı da dahil olmak üzere kamu oyunu yansıtmayı hedefler. Reklam dili umumiyetle eşyanın hakikatini doğrudan anlatmak yerine dolaylı yollara, retorik unsurlara başvurur. Reklam dilinde gaye hedef kitlede ihtiyaç duygusu yaratma ve satın alma davranışını etkilemektir. Bu bakımdan, reklam dilinin hissî tarafı ağır bastığı gibi çığırtkan, yönlendirici, emredici, kuşatıcı, hatta tahrik edicidir. Basın dili ise insanı ve dünyasını mümkün mertebe doğrudan anlatmayı tercih eder, bu yüzden üslupta yalınlık, basitlik, anlaşılırlık esastır. Basın dili zaman zaman yönlendirici tavırlar hatta kışkırtıcılığa varan tutumlar takınsa da aslî gayeleri arasında yönlendirme ve kışkırtma yoktur. Basın dili genellikle başlıklarda retorik unsurlara yönelir ve reklam dilinin unsurlarını kullanır.

Sahne Dili ve Basın Dili

Sahne dilinin kendine mahsus özellikleri vardır. Sahne dili hayatı temsil yoluyla” yansıtır. Basın dili ise tasvir ve gerektiğinde tahlil yolu ile yansıtır. Sahne dili aslında yazılı olsa bile sahnede canlı olarak sesle icra edildiği anda aslî şeklini ve hüviyetin bulur. Basın dili ise gazetelerde yazı metinler halinde, radyolarda temsilî olmayan ses hâlinde, ekranda ise temsilî olmayan canlı ses icrasıyla aslî şeklini ve hüviyetini bulur. Sahne dili, itibarî bir dünyayı temsilen seslendirip ifade ederken sanat gayesi güder. Buna karşılık basın dili, gerçek dünyayı, temsil iddiası gütmeden, pratik gaye yani iletişim gayesi ile, sahne dili kadar olmasa da belli bir seviyede güzellik endişesi güderek ifade eder. Basın dili ifadede güzellik edasını ihmal ederse ifade çirkinliği dolayısıyla ilgi kaybetme ve okunmama tehlikesiyle karşı karşıya gelir. Sahne dilinde hedef güzellik yaratmak, güzellik yoluyla hayrete düşürmek, düşündürmek, arındırmak, eğlendirmektir. Basın dilinde hedef iletişim kanalları vasıtasıyla haberdar etmek veya bilgilendirmektir. Güzellik yaratmak ve eğlendirmek daha sonra gelir.

Ersin Özarslan

265 Sayı 37 /Güz 2013

Shakespeare edalı tiradlarla haber yazılamaz ama Shakespeare edalı tiradlar, bazı haberler veya röportajlaarda bir üslup çeşnisi olarak kullanılabilir.

Basın dilinin sanat seviyesi çok ince bir çizgide yer alır. Medya dilinde ekrandan “Donsuz geceler!..” diye sanat icra etmeye kalkan takdimci ile “Havanız yerinde olsun!..” diye hava atan havalı kızı bugün kimsenin hatırlamayışı bu yeri tayin bakımından yeterince anlamlıdır.

Argo ve Basın Dili

Argo bir dilim içerisinde zümrelere ve çevrelere göre değişiklik gösteren, kendine mahsus kelime ve kavramları olan hususî niyetlerle hususî zeminlerde kullanılan bir dil, daha doğrusu bir alt dildir. Türk lügatçilik sahasında argo çalışmalarını bir esasa oturtan Devellioğlu (1980: 9) argoyu “toplum içinde belli bir zümre veya içtimaî tabakaya mahsus olan ve umumî dilin koynunda asalak bir kelime hazinesi bulunan konuşma sistemleri” şeklinde tarif eder.

Argo bu özellikleri bakımından konuşma dilinin içinde teşekkül eden dar bir çevre ve zümre dilidir. Argoyu herkes anlayamaz, herkesin anlaması da beklenmez. Zaten herkesin anladığı bir argo da olamaz. Eğer herkes anlıyorsa argo ortadan kalkmış kitle dili olmuş demektir. Hemen her mesleğin ve her zümrenin argosu vardır. En yaygın olanı suç argosundan genişleyen külhanbeyi veya ayaktakımı argosudur. Bu argo konuşma dili ile birlikte kullanılır. Artık yazı dilinde özellikle basın dilinde de kullanılmaya başlanmıştır. Yazı ile meram anlatabilecek vasıf, kabiliyet ve donanımdan yahut bu vasıflara sahip olduğu hâlde bunları kullanabilme kabiliyet ve mesuliyetinden mahrum kişilere bir şekilde yazı yama hatta sütun sahibi olma imkân ve fırsatı bahşedilmesi dolayısıyla argo basın diline sirayet etmiştir. Yazı diliyle, basın diliyle kendini ve meramını ifade edemeyen “kalem sahipleri” bildikleri tek ifade yolu olan argoya yüklenmişlerdir. Bu husus o kadar kanıksanmıştır ki argo Türk basınında manşet dili olma seviyesini bile yakalamıştır. Hâlbuki argo basın dili değildir.

Basın dili de argo değildir. Basın dili argoya muhtaç veya mahkûm da değildir. Seviyeli insanların argoyla konuşması bile ayıp sayılırken argoyla yazı veya haber yazılmaz. Cemil Meriç argoyu “kanundan kaçanların dili” olarak değerlendirmiştir. Türkiye’de dili ve irfanı dönüştürmek isteyen zihniyetlerin devlet desteği ile topluma ve Türk maarifine dayatmak suretiyle bir bakıma başarıya ulaştırdıkları öztürkçecilik cereyanı da Umumî Türkçe içerisinde kendi başına bir argo özelliği göstermektedir. Cemil Meriç “Argo kanundan kaçanların dili” derken uydurma öztürkçeyi de “tarihten kaçanların dili olarak değerlendirmiştir:

Argo, kanundan kaçanların dili. Uydurma dil, tarihten kaçanların... Argo, korkunun ördüğü duvar; uydurma dil şuursuzluğun. Biri günahları gizleyen peçe, öteki irfanı boğan kement. Argo, yaralı bir vicdanın sesi; uydurma dil, hafızasını kaybeden bir neslin. Argo, her ülkenin; uydurma dil, ülkesizlerin (Meriç 1976: 17).

Basın Dili Üzerine Bazı Dikkatler

266 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Basın dili argoyu edebiyatta olduğu gibi gerektiğinde bir üslup çeşnisi veya ifade rengi olarak kullanabilir ama bütünüyle argoya yaslanması hem basın için hem okuyucu için bir edep, terbiye, irfan ve şahsiyet zaafıdır. Basın dilinin argoyu behemehâl terk etmesi gerekir.

Sonuç

Basın dili, standard konuşma, yazı ve kültür dilinin bir bileşkesi olmamakla birlikte, umumî dil içinde adeta bileşkeymiş gibi bir işlev gören ve umumî dilin içerisindeki alt ve üst diskurları yanında ama hepsinden geniş olmamakla birlikte hepsinde daha işlevli bir diskur (ağız) manzarası arz etmektedir.. Toplumun kitle iletişimi araçlarından istifade edebilmesi, bütün cepheleri ve bütün çehreleriyle içtimaî iletişim ihtiyacını karşılayabilmesi ancak basın dili/medya dili ile mümkündür. Umumî dilin içinde basın dili ile beraber bulunan, ilim sanat, edebiyat, sahne, felsefe ve hukuk dili ile argo ve soyut matematik hatta din dili gibi diskurlar (ağızlar, alt veya üst diller) basın dil kadar geniş bir toplum iletişimi yükünü taşıyabilecek işleklik ve kıvraklıkta değillerdir. Ya toplumun iletişim seviyesinin çok üstünde, ya da altında, sadece muayyen seviye ve zümrelere hitap ederler. Basın dili toplumda standard dili bilen her seviyeye, her zümreye ve her ferde hitap etme özelliği dolayısıyla konuşma dilinden sonraki en yaygın ve işlevli dil şubesidir.

Basın dili iki tarafı da keskin bir bıçak gibidir; kullananların niyetleri ve kullanım tarzlarına göre farklı işlevler görür.

Basın dili, ehil olmayan kalemler elinde sadece hedef kitlenin değil, doğrudan ve dolaylı olarak toplumun tamamının ifade vasıtası olan umumî dile, ana dile, telafisi mümkün olmayacak derecede zarar verebilir. Çünkü kitlelerin iletişim aracı olan basın dilinin kitleye en büyük kötülüğü, dildeki yanlışları doğruymuşçasına yaymakta, oturtmakta, kanıksatmakta ve benimsetmekte oluşudur. Bu durum dilin tabii gelişme seyrini değiştirmekte ve dili aslî mecraından saptırmaktadır. Basın dili konuşma, yazı ve eğitim dilinden daha önemli ve daha işlevlidir: Çünkü basın dili, bir şekilde hepsine tesir etmekte ve hepsinin yolunu ve yönünü olması gereken mecraın dışına itmektedir.

Kaynaklar

Aksan, Doğan, (1995), Her Yönüyle Dil, Ankara: TDK Yayınları.

Akyol, Taha, “Siyasetin dili”, Milliyet, 7 Kasım 2012.

BANGUOĞLU, Tahsin, (1974), Türkçenin Grameri, İstanbul: Baha Matbaası.

CAN, Ali, (2003), “Basın Dili”, SÜ İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 2/5 (2003)34. http://www.iibf.selcuk.edu.tr/iibf_dergi/dosyalar/

DEVELLİOĞLU, (1980) Ferit. Türk Argosu: İnceleme ve Sözlük. (Genişletilmiş 6. Baskı), Ankara: Aydın Kitabevi Yayınları.

ERGİN, Muharrem, (1986), Üniversiteler İçin Türk Dili, İstanbul: Boğaziçi

Ersin Özarslan

267 Sayı 37 /Güz 2013

Yayınları.

ERTEM, Rekin, (1977), “Dil”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Cild: 2, İstanbul: Dergâh Yayınları.

KANT, Immanuel, (1997), Critique of Practical Reason, Translated and Edited by Mary Gregor, Cambridge U.K.: Cambridge University Press.

İYİ, Sevgi, “İnsan Olma Bilinci Kişi Olma Sorumluluğu” Kaygı, Uludağ Üniversitesi Felsefe Dergisi, (Bursa), 2 (2003) 21-26.

KAPLAN, Mehmet, (1985), Kütür ve Dil, Üçüncü Baskı, İstanbul: Dergâh Yayınları.

KOÇ, Turan, (2013), Din Dili, İstanbul: İz Yayıncılık.

KOCAMAN, Ahmet ve İsmail Boztaş, Ziya Aksoy, (2012), A Guidebook For English Translation İngilizce Çeviri Kılavuzu, Ankara: Siyasal Kitabevi.

KORKMAZ, Zeynep, (1992), Gramer Terimleri Sözlüğü, Ankara: TDK Yayınları.

MERİÇ, Cemil, (1976) Bu Ülke, Üçüncü Baskı, İstanbul: Ötüken Yayınevi..

OZERKAN, Şengül, (2002), “Medya, Dil Ve İdeoloji”, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 12/1 (2002) 63-76.

SAKA, M., (200), “Evrenin ortak dili matematik”, http://blog.milliyet.com.tr/evrenin-ortak-dili-matematik/Blog/?BlogNo=23289 (27 Ocak 2007).

SOYKAN, Ömer Naci, (2006). Felsefe ve Dil, Wittgenstein Üstüne Bir Araştırma, İstanbul: MVT yayınları.

ŞAHİN, İbrahim, (2012), Ahmet Hamdi Tanpınar-Haz ve Günah: Bir Tanpınar Yorumu, İstanbul: Kapı Yayınları.

TOPALOĞLU, Ahmet, (1989), Dil Bilgisi Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Ötüken Neşriyat.

ULUÇ, Hıncal, “Türkiye Gazeteci Cenneti Aslında”, Sabah, 23 Eylül 2012.

Basın Dili Üzerine Bazı Dikkatler

Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi

Copyright - 2013 Bütün Hakları SaklıdırE-ISSN: 2147-4524

İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 37 / Güz 2013

Görsel-İşitsel Medya Özgürlüğü Uluslar Arası Düzenlemeleri

International Regulations in Audio-Visual Media Freedom

Abdülvahap DARENDELI, Öğr. Gör., Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü, E-posta: [email protected]

Öz

Türkiye’de radyo ve televizyonların ancak Devlet eliyle kurulacağı ve işletileceği öngörülen bir idari rejimden radyo ve televizyon istasyonları kurma ve işletmenin kanunla düzenlenecek şartlar çerçevesinde serbest olduğu bir rejime geçilmesi 20 yıllık bir süreç oluşturmaktadır.

Bu makale söz konusu sürece ait pozitif düzenlemeleri, medya piyasası oluşturan düzenleyici kurumların ve Lisans uygulamalarının incelenmesini amaçlamaktadır. İncelemede Uluslararası düzenlemeler ve standartlarda göz önünde bulundurularak Türk Görsel – İşitsel Medya Sektörünün Teknik, Ekonomik Sosyal Yapısı ve Sorunları irdelenmeye çalışılacaktır. Makalenin ilerleyen bölümlerinde ise Konuya ilişkin çok sayıda yargı kararı ve doktrin görüşünden yararlanılarak, tespit eleştiri ve önerilerde bulunulmaktadır.

Radyo ve Televizyon kurma ve Lisans İşlemlerinin konu edildiği bu çalışma kapsamına; ayrı bir uzmanlık alanı olan, temelde finans üretim, yayın ve teknik alanların kapsamından oluşan, Radyo – Televizyon İşletmeciliğinin girmediğini ayrıca vurgulamak isteriz.

Abstract

The transition process from an administrative regime which dictates that T.V. and radio stations should be founded and operated by government towards a relatively free regime in which it is possible to establish and operate radio and T.V. stations in accordance with the conditions set by legislative regulations had lasted for 20 years in Turkey.

This article, aims to examine positive regulations concerning this transition process and the license practices and the regulatory institutions which embody the media market. In this examination, issues such as the technical, economical and social structure of the Turkish audio-visual media sector and the problems concerning this sector are also investigated. Suggestions, evaluations and critics based on considerations of several juridical texts and doctrinal insights are also added to the following sections of the article.

It should be noted that this article does not focus solely on the subject of Radio and T.V. business/management, which is mainly based on finance, production and technical fields and which should be considered as a different topic that should be analyzed in a different study.

Anahtar Kelimeler:

Görsel-İşitsel Medya, Radyo - Televizyon İstasyonu, Yayın Lisansı, Radyo Televizyon Üst Kurulu, Medya Sektörü.

Keywords:

Audio-visual Media, Radio-Television Stations, Broadcasting License, Radio and Television Higher Council, Media Sector.

269 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Giriş

Başta Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi ülkeleri olmak üzere bütün dünyada Medya Hukuku, 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren üzerinde yoğun olarak tartışılan bir hukuk alanıdır. Özellikle 1990’lı yıllardan itibaren sayısal teknolojilerin gelişmesi ile sektörler arası yakınlaşmanın hız kazanması, medyanın yeniden düzenlenmesi ihtiyacını beraberinde getirmektedir. Sözkonusu düzenlemeler de görsel-işitsel medya özgürlüğü, ifade özgürlüğünün bir uzantısı olarak temel insan hakları kapsamında değerlendirilmektedir. İfade özgürlüğü ise tüm ulusal düzenlemelere kaynak oluşturacak şekilde önce İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi 19. maddesinde, daha sonra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinde tanımlanmış bulunmaktadır.

Görsel-işitsel medyayı düzenleyen diğer ulus üstü hukuk kurallarını ise Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi’nin ikincil düzenlemelerinde görmek mümkün gözükmektedir. Bunlar: 1) Avrupa Konseyince Mayıs 1989’da kabul edilen ve Eylül 1998’de son şeklini alan Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi’1ile 2) Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Birliği’nin 10 Mart 2010 tarih ve 2010/13 EU sayılı Görsel-İşitsel Medya Hizmetleri Yönergesi’dir2.

Sözkonusu düzenlemelerden Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözlemesi Türk hukukunda 1994 tarihinde yürürlüğe giren Mülga 3984 Sayılı “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunun”, Avrupa Birliği Görsel İşitsel Medya Hizmetleri Yönergesi düzenlemeleri ise 15.02.2011 tarihinde kabul edilip, 03.03.2011 tarihli ve 27863 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6112 Sayılı “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanunun” temel dayanağını oluşturmuşlardır.

Bu temel düzenlemelerin yanında Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği’nin izin direktifi tavsiye ve ilke kararları, Düzenleyici ve Denetleyici Kurumların Bağımsızlığı ve İşlevine Dair Tavsiye kararları da bulunmaktadır.

Bu kısa ve zorunlu girişten sonra Türkiye’de görsel-işitsel medya özgürlüğü kapsamında radyo ve televizyon istasyonu kurma özgürlüğü,sınırları daha sonra bu konudaki devletin (RTÜK’nun) izin yetkisinin hukuki rejimiana hatlarıyla kamu düzeni ve özgürlükçü hukuksal bakış açısıyla ortaya konulmaya çalışılacaktır.

Sözkonusubakış açısında, hiç şüphesiz pozitif düzenlemeler yanında özellikle 6112 sayılı yeni RTÜK Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra yayın lisansları verilmesi ile ilgili Radyo ve Televizyon Üst Kurulu düzenleyici idari işlem ve kararları ileoluşan Türk görsel-işitsel yayıncılık sektörü ve sorunları müstekaryargı kararları doğrultusunda eleştirel olarak ele alınacaktır.

1 Türkiye bu Sözleşmeyi 7 Eylül 1992’de imzalamış, 21 Ocak 1994 tarihinde onaylamış ve 1 Mayıs 1994’de yürürlüğe koymuştur. Bkz. http://www.rtuk.org.tr/sayfalar/IcerikGoster.aspx?icerik_id=6ac52c35-c1e4-4c7f-9768-53b851dd1cae.2 Sözkonusu Yönerge 18 Aralık 2007 tarihli AB Resmi Gazetesi’nde yayınlanmış ve 19 Aralık 2007 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir.

Abdülvahap Darendeli

270 Sayı 37 /Güz 2013

Birinci Bölüm

Türk Radyo ve Televizyon İstasyonu Kurma Özgürlüğü ve Sınırları

I. Yasal Çerçeve (Pozitif Hukuk Normları)3

A. Anayasal Düzenlemeler

1982 Anayasası’nın 133. maddesinin birinci fıkrasında;

“Radyo ve televizyon istasyonları kurmak ve işletmek kanunla düzenlenecek şartlar çerçevesinde serbesttir” hükmü,

Anayasa’nın 48. maddesinde;

“Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir.” hükmü,

B. KANUNİ DÜZENLEMELER

1982 Anayasasının 133. maddesinde yer alan “kanunla düzenlenecek şartlar” ifadesi doğrultusunda:

Yasa koyucu (TBMM) önce 13.04.1994 tarihinde mülga 3984 sayılı “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkındaki Kanunu”,

Ardından da 15.02.2011 tarihinde 6112 sayılı “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanunu” Türkiye’de faaliyet gösterecek radyo ve televizyonların kuruluş ve yayınları (hizmetlerini) düzenlemek amacıyla çıkarmış bulunmaktadır.

Bu alanda 3 Mart 2013 tarihinde yürürlüğe giren6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluşu ve Yayın Hizmetleri Hakkında (yeni RTÜK Kanunu) Kanun, Temel Kanun olmakla birlikte bu alanı düzenleyen ikincil Kanunlarda da aynı konuya ilişkin düzenlemeler bulunmaktadır.

Bu düzenlemeler gerek 3984, gerek 6112 sayılı Kanunun atıf yaptığı 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu başta olmak üzere 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu, 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu ve 2954 sayılı TRT Kanunu gibi Kanunlar olarak sıralanabilir. Yasal çerçeveyi oluşturan bu Kanuni düzenlemelerin ilgili madde hükümlerini aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür.

1. 6112 Sayılı Kanun ve İlgili Mevzuat Hükümleri

a) Özel Medya Hizmet Sağlayıcı KuruluşlarınKuruluş ve hisse oranları

aa) Madde 19

(1) a) Yayın lisansı, münhasıran radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmeti sunmak amacıyla Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre kurulmuş anonim şirketlere verilir.

3 Devletin yetkili organları tarafından konulmuş ve yürürlükte bulunan hukuk kurallarının bütününe pozitif hukuk denilmektedir. Pozitif hukuku, anayasa, kanunlar, KHK’lar uluslar arası anlaşmalar, tüzükler, yönetmelikler oluşturur. GÖZLER, Kemal; Hukuka Giriş, Bursa, 4. Baskı, 2007, s. 136.

Görsel-İşitsel Medya Özgürlüğü Uluslar Arası Düzenlemeleri

271 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

bb) Yönetmelik4 Hükümleri

MADDE 4 – (1) Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların;

a) Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre ve münhasıran 6112 sayılı Kanunda belirtilen konularda iştigal etmek üzere anonim şirket statüsünde kurulmuş olması,

c) Şirket ana sözleşmelerinde ortaklık yapısını ve iştigal konularını düzenleyen hususların açıkça belirtilmesi,

zorunludur.

(2) Medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar ana sözleşmelerinde Üst Kurulca hazırlanarak Üst Kurulun internet sitesinde yayınlanan örnek ana sözleşme hükümlerine yer vermek zorundadırlar5.

MADDE – 7 - (2) Özel medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar, Türk Ticaret Kanunu hükümlerine uygun olarak her yıl olağan genel kurul yapar ve ilan tarihinden itibaren 15 gün içerisinde ilanı yapılan Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinin bir örneğini Üst Kurula gönderir.

b) Multipleks İşletmecilerinin Kuruluş ve Yapıları

Madde 28 -(1) 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu ve ilgili mevzuat hükümleri saklı kalmak kaydıyla, multipleks işletmecilerinin uymaları gereken idarî, malî ve teknik şartlar Üst Kurulca belirlenir ve şartları yerine getiren kuruluşlara yayın iletim yetkisi verilir. Medya hizmet sağlayıcı şirketler de multipleks işletmeci şirketlere ortak olabilirler.

(2) Multipleks işletmecileri, radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmetlerinin

4 15.06.2011 tarih ve 27965 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Medya Hizmet Sağlayıcı Kuruluşlar İle Platform ve Altyapı İşletmecilerinin Uymaları Gereken İdari ve Mali Şartlar Hakkında Yönetmelik.5 Medya Hizmet Sağlayıcı Kuruluşlar İçin Üst Kurulca Hazırlanan Ana Sözleşme Örneği özetle şu şekildedir.KURULUŞ Madde - Aşağıda adları, soyadları, uyrukları, T.C.numarası/vergi numarası ve ikametgâhları yazılı kurucular arasında Türk Ticaret Kanunu'nun anonim şirketlerin ani surette kuruluşları hakkındaki hükümlerine göre gerçek/tüzel kişilerden oluşan ve ortaklık yapısı ile 6112 sayılı Kanuna aykırı olmayan bir anonim şirket kurulmuştur.AMAÇ VE KONU Madde - Medya Hizmet Sağlayıcı şirketin başlıca amacı; 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun hükümleri çerçevesinde RADYO YAYINCILIĞI, TELEVİZYON YAYINCILIĞI ve İSTEĞE BAĞLI YAYIN HİZMETİ faaliyetlerinde bulunmaktır. Medya Hizmet Sağlayıcı şirket RADYO YAYINCILIĞI, TELEVİZYON YAYINCILIĞI ve İSTEĞE BAĞLI YAYIN HİZMETİ faaliyetlerini gerçekleştirebilmek için 6112 sayılı Kanuna aykırı faaliyetlerde bulunmaması kaydıyla ihtiyaç mukabilinde aşağıdaki faaliyetleri yapabilecektir:a) Yurt içine ve dışına yönelik, yeniden iletim dahil, radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmeti sunmak; doğrudan halka yönelik olarak veya multipleks işletmecileri veya platform hizmeti veren kuruluşlar aracılığıyla yayın hizmeti sunmak, b) Kanun çerçevesinde şirket devri veya birleşme işlemleri yapma, 6112 sayılı Kanun çerçevesinde verici tesis ve işletim şirketine ortak olmak, yayın lisansını devralma ve devretme, ilgili kurumlara logo/çağrı işareti için marka tescil başvurusunda bulunmak, tescil edilen markayı devir almak ve devretmek, c) Verici ve alıcı cihazları kurmak, makine, teçhizat ve malzemenin ihtiyaca binaen üretilmesi, kiralanması,Tarih: 12.11.2013Kaynak: http://www.rtuk.org.tr/upload/File/ana_sozlesme.doc

Abdülvahap Darendeli

272 Sayı 37 /Güz 2013

iletimi alanında sadece Üst Kuruldan karasal yayın lisansı almış kuruluşlara hizmet verebilirler.

c) Platform İşletmecisi ve Altyapı İşletmecilerin Kuruluş ve Yapıları

MADDE 29 – (1) Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu tarafından elektronik haberleşme hizmetlerini sunmak üzere yetkilendirilen platform işletmecileri ve yayın hizmeti iletimi yapan altyapı işletmecileri; yayın hizmetleri yönünden bu Kanun hükümlerine tabidir. Yayın hizmetlerinin iletimi faaliyetlerine ilişkin uyulması gereken idarî, malî ve teknik şartlar Üst Kurulca belirlenir ve şartları yerine getiren kuruluşlara yayın iletim yetkisi verilir.

(2) Platform ve yayın hizmeti iletimi yapan altyapı işletmecileri, iletimini yapacakları yayın hizmetlerini Üst Kurula bildirmek zorundadır.

2. 6102 Sayılı Ticaret Kanunu Hükümleri6

Özel medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar (Radyo ve Televizyon Kuruluşlar)’ın kuruluşuna ilişkin olarak 6112 sayılı Kanunun ve ilgili mevzuatının atıf yaptığı Türk Ticaret Kanunu anonim şirketlere ilişkin düzenlemeleri ise şöyledir:

MADDE 329- (1) Anonim şirket, sermayesi belirli ve paylara bölünmüş olan, borçlarından dolayı yalnız malvarlığıyla sorumlu bulunan şirkettir.

MADDE 330- (1) Özel kanunlara tabi anonim şirketlere, özel hükümler dışında bu kısım hükümleri uygulanır.

MADDE 335- (1) Şirket, kurucuların, kanuna uygun olarak düzenlenmiş bulunan, sermayenin tamamını ödemeyi, şartsız taahhüt ettikleri, imzalarının noterce onaylandığı esas sözleşmede, anonim şirket kurma iradelerini açıklamalarıyla kurulur.

MADDE 338- (1) Anonim şirketin kurulabilmesi için pay sahibi olan bir veya daha fazla kurucunun varlığı şarttır. 330 uncu madde hükmü saklıdır.

MADDE 339- (1) Esas sözleşmenin yazılı şekilde yapılması ve bütün kurucuların imzalarının noterce onaylanması şarttır.

(2) Esas sözleşmeye aşağıdaki hususlar yazılır:

a) Şirketin ticaret unvanı ve merkezinin bulunacağı yer.

b) Esaslı noktaları belirtilmiş ve tanımlanmış bir şekilde şirketin işletme konusu.

c) Şirketin sermayesi ile her payın itibarî değeri, bunların ödenmesinin şekil ve şartları.

g) Yönetim kurulu üyelerinin sayıları, bunlardan şirket adına imza koymaya yetkili olanlar.

MADDE 340- (1) Esas sözleşme, bu Kanunun anonim şirketlere ilişkin hükümlerinden ancak Kanunda buna açıkça izin verilmişse sapabilir. Diğer kanunların, öngörülmesine izin verdiği tamamlayıcı esas sözleşme hükümleri o kanuna özgülenmiş

6 6102 sayılı Yeni Ticaret Kanunu 14.02.2011 tarih ve 27846 sayılı R.G.’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Görsel-İşitsel Medya Özgürlüğü Uluslar Arası Düzenlemeleri

273 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

olarak hüküm doğururlar.

3. 6362 Sayılı Sermaye Piyasası Kanunu7

a) Sermaye Piyasası Kanunu Hükümleri

6112 sayılı Kanun 19/c maddesinin atıf yapmış olduğu 2499 Sayılı Sermaye Piyasası Kanunu Yeni 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nu ile yürürlükten kaldırılmıştır.

Yeni 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun 3. maddesinin (ş) bendine göre;

ş) Sermaye piyasası araçları: Menkul kıymetler ve türev araçlar ile yatırım sözleşmeleri de dâhil olmak üzere Kurulca bu kapsamda olduğu belirlenen diğer sermaye piyasası araçlarını,

Menkul kıymetler: Ortaklık vealacaklık sağlayan, yatırım aracı olarak kullanılan dönemsel gelir getiren kıymetli evraktır. Menkul kıymet olarak hisse senetleri, tahviller, hazine bonoları, banka bonoları örnek olarak sayılabilir8.

Sermaye Piyasası Kurumları ve yatırım Hizmetleri

MADDE 35 – (1) Bu Kanuna göre faaliyette bulunabilecek sermaye piyasası kurumları aşağıda gösterilmiştir. Bunlar başta yatırım kuruluşları olmak üzere maddede sayılan diğer kuruluşlar ile faaliyet esasları Kurulca belirlenen diğer sermaye piyasası kurumlarıdır.

b) SPK Tebliği Hükümleri9

Mevcut payların halka arzı

MADDE 5 - (1) Pay sahiplerinin ortaklıkta sahip oldukları payları halka arz edebilmeleri için;

a) Ortaklık sermayesinin tamamının ödenmiş olması,

b) Paylarında rehin veya teminata verilmek suretiyle devir veya tedavülünü kısıtlayıcı ve pay sahibinin haklarını kullanmasına engel teşkil edici kayıtların olmaması,

zorunludur.

4. 5809 Sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu Hükümleri10

Tesis paylaşımı ve ortak yerleşim

Madde 17/ (3) Radyo ve televizyon yayınlarını da içeren her türlü yayının belirlenmiş emisyon noktalarından yapılabilmesini teminen, ortak anten sistem ve tesisleri kurulması

7 6326 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu 30.12.2012 tarih ve 28513 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve yürürlüğe girmiştir.8 Bu kanunlar dışında ticari şirket veya yayınca Anonim Şirketi ilgilendiren düzenlemelere (diğer kanunlara) örnek olarak, Medeni Kanun, Borçlar Kanunu, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, Bankacılık Kanunu, Çek Kanunu, Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Şirketleri Kanunu, Ticari İşletme Rehni Kanunu, Umumi Mağazalar Kanunu, Sigortacılık Kanunu ve Serbest Bölgeler Kanunu verilebilir. Ayrıca Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, BTK Kanunu da sayılabilir.9 SPK’nun Seri: 1 No: 40 sayılı Tebliği, 03.04.2010 tarih ve 27541 sayılı R.G.’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.10 10.11.2008 tarih ve 27050 sayılı mükerrer R.G.’de yayımlanmış ve yürürlüğe girmiştir.

Abdülvahap Darendeli

274 Sayı 37 /Güz 2013

da dahil tesis paylaşımı ve ortak yerleşim ile ilgili usul ve esaslar Kurumca (Bilgi ve İletişim Teknolojileri Üst Kurulu’nca) belirlenir.

Frekans planlama, tahsis ve tescili

MADDE 36 – (1) Radyo ve televizyon yayınlarına ilişkin ilgili kanununda belirtilen hükümler saklı kalmak kaydıyla11:

(3) Türk Silahlı Kuvvetleri ile Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, milli frekans planı çerçevesinde kendilerine tahsis edilen frekans bantlarında frekans planlamasını yapar ve uygular.

5. 2954 Sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu12

Kuruluş:

Madde 8–Tarafsız bir kamu tüzel kişiliğine sahip Türkiye Radyo -Televizyon Kurumu kurulmuştur. Kısa adı TRT’dir. Merkezi Ankara’dadır.

Bu Kanundaki özel hükümler ile düzenlenen hususlar dışında kalan konularda Kurum hakkında kamu iktisadi kuruluşlarına uygulanan genel hükümler uygulanır.

Görevler:

Madde 9– Türkiye Radyo-Televizyon Kurumunun görevleri şunlardır:

a) (Değişik : 12/1/1989 - 3517/6 md.; İptal: Ana. Mah.nin 18/5/1990 tarih ve E. 1989/9, K. 1990/8 sayılı Kararıyla.; Yeniden düzenleme: 6/7/1999-4397/2 md.) Radyo ve televizyon yayınları yapmak ve bu amaçla radyo ve televizyon verici istasyonları, program iletim sistemleri ve stüdyo tesisleri kurmak, geliştirmek, radyo ve televizyon yayınları alanında ek gelir temin edecek düzenlemeler yapmak ve faaliyette bulunmak.

II. Kavramsal Çerçeve13

A. Radyo Televizyon İstasyonu ve İlgili Kavramlar

aa) Radyo-Televizyon (Yayın) istasyonu: Yayın hizmetlerinin iletilmesi için gerekli olan bir ya da daha çok sayıda anten, verici, alıcı ve diğer destek teçhizatından oluşan sistemin bulunduğu mahalli,

cc) Yayın ortamı: Kablo, uydu, karasal ve benzeri iletim ortamlarını,

çç) Yayın tekniği: Televizyon yayınlarının standart çözünürlüklü televizyon tekniği veya yüksek çözünürlüklü televizyon tekniği ile yapılmasını,

dd) Yayın türü: Radyo ve televizyon yayınlarının içerik bakımından genel veya

11 İlgili Kanun 15.02.2011 tarihli ve 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun olup, Kanunda belirtilen hükümler madde 26 başta olmak üzere ilgili maddelerde düzenlenmiş bulunmaktadır.12 14/11/1983 tarih ve 18221 sayılı R.G.’de yayımlanmış ve yürürlüğe girmiştir.13 Kavramsal veya kuramsal çerçeve oluşturmak, sosyal bilimler araştırma yöntemlerinin önemli süreçleridir. Araştırmaya temel oluşturabilecek kavram / kuram ya da kuramlar varsa, araştırmacının bunları incelemesi için de yer vermesi gerekir. YILDIRIM, Ali – Hasan ŞİMŞEK; Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri, 4. Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2004, s. 67.

Görsel-İşitsel Medya Özgürlüğü Uluslar Arası Düzenlemeleri

275 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

tematik türde olmasını ifade eder.

B. Yayıncı Kuruluş (Medya Hizmet Sağlayıcı) Kavramı ve İlgili Kavramlar

1. Medya Hizmet Sağlayıcı Kavramı

6112 Sayılı Kanun’un 3. maddesine göre;

l) Medya hizmet sağlayıcı: Radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmeti içeriğinin seçiminde editoryal sorumluluğu bulunan ve bu hizmetin düzenlenme ve yayınlanma biçimine karar veren tüzel kişiyi ifade eder.

Avrupa Birliği Görsel-İşitsel Medya Hizmetleri Yönergesi’nin14 1. maddesinin (d) bendine göre;

“medya hizmet sağlayıcısı” görsel-işitsel medya hizmetinin görsel-işitsel içeriğinin seçiminde editoryal sorumluluğa sahip ve hizmetin düzenleniş şekline karar veren gerçek veya tüzel kişi anlamına gelir15.

6112 sayılı Kanunun 3. maddesinin (ee) bendinde; yayıncı:Televizyon ve/veya radyo yayın hizmeti veren medya hizmet sağlayıcı olarak tanımlanmaktadır.

Avrupa Birliği Görsel-İşitsel Medya Hizmetleri Yönergesi’nin 1. maddesinin (f) bendine göre; “yayıncı”, televizyon yayınları medya hizmet sağlayıcısı anlamına gelir.

2. İlgili Kavramlar

16 Aralık 2011 tarihli ve 28144 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “Birden Çok Medya Hizmet Sağlayıcıya Ortaklıkla İlgili Uygulama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelikde”yer alan düzenlemelere göre;

“Doğrudan ortak: Bir gerçek veya tüzel kişinin medya hizmet sağlayıcı kuruluşta arada başka bir tüzel kişi olmadan doğrudan hisse sahibi olmasını,

Dolaylı ortak: Bir gerçek veya tüzel kişinin medya hizmet sağlayıcı kuruluşa hissedarı olduğu her hangi bir tüzel kişi vasıtasıyla ortak olmasını,

Yabancı gerçek kişi: Yabancı ülkelerin vatandaşlığına sahip gerçek kişiler,

Yabancı tüzel kişi: Yabancı ülkelerin kanunlarına göre kurulmuş tüzel kişilerin ve uluslararası kuruluşları, ifade eder.” şeklinde tanımlanmıştır.

C. Yayın Lisansı Kavramı Ve İlgili Kavramlar

1. Yayın Lisans / İzni Kavramları

a) Genel Olarak Lisans, İzin, Ruhsat Kavramları (Terminoloji Sorunu)

14 15.4.2010 tarihli L 95/1 sayılı Avrupa Birliği Resmi Gazetesi’nde yayımlanmıştır.15 AB’nin rekabet gücü yüksek, hızlı, dinamik bilgi ekonomisi ve ileri teknoloji toplumu yaratma çabaları sonucunda oluşturulan AB Görsel İşitsel Medya Hizmetleri Yönergesi, radyo ve televizyon yayıncılığına yeni bir vizyon getirmiştir. Bu yeni vizyon neticesinde sektörün sadece radyo ve televizyon yayıncılığı ile tanımlanması önemli bir eksiklik olarak görülmüş, iletim mecralarındaki IPTV, MobilTV, WebTV gibi yayın mecraları ve isteğe bağlı yayıncılığı da kapsaması amacıyla “Medya Hizmet Sağlayıcıları” tanımı getirilmiştir. GÜRSOY, Yusuf; 6112 Sayılı Kanunun Getirdiği Değişiklikler ve Yenilikler, Scala Yayıncılık, Ratem Yayınları, İstanbul 20112, s. 14.

Abdülvahap Darendeli

276 Sayı 37 /Güz 2013

Ruhsat, belli bir işi yapabilmek için, gerekli koşulların sağlanması üzerine yetkili makam tarafından verilen yapma izni, lisans, herhangi bir işin veya ticari işlemin yapılması için devlet makamları tarafından verilen izin olarak tanımlanabilir. Yapılan tanımlardan da görüleceği üzere, her iki kavramda bir işin yapılması için idari makamlar tarafından verilen izin anlamına gelmektedir16.

Düzenleyici ve denetleyici kurumlarla ilgili çeşitli kanunlarda ruhsat, lisans, yetkilendirme ve idari izin kavramlarına yer verilerek, bu kavramlara ilişkin eşitli tanımlar17 yapılmaktadır. 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nda “Lisans: Tüzel kişilere piyasada faaliyet gösterebilmeleri için bu Kanun uyarınca Kurul tarafından verilen izin”, 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu’nda “Genel izin: Bir telekomünikasyon hizmetinin yürütülebilmesi için, Bakanlık tarafından işletmecileri belli genel şartlara ve Bakanları nezdinde kayıt yaptırılmasına tabi olarak yetkilendiren genel düzenleyici işlem”, “Telekomünikasyon ruhsatı: İşletmeci tarafından söz konusu telekomünikasyon ruhsatında belirtilen telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesi ve / veya altyapısının işletilmesi için Bakanlık tarafından verilen ruhsat” şeklinde tanımlanmaktadır.

b) Yayın Lisansı (İzni) Kavramları

6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un 3. maddesinde;

Yayın lisansı: Medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara, bu Kanun ve bu Kanuna dayanılarak çıkarılan yönetmelik ve diğer düzenlemelerde belirtilen şartları haiz oldukları takdirde kablo, uydu, karasal ve benzeri ortamlardan her türlü teknoloji ile yayın yapabilmeleri için her bir yayın türü, tekniği ve ortamına ilişkin olarak ayrı ayrı olmak üzere Üst Kurulca verilen izin belgesini ifade eder” şeklinde tanımlanmaktadır.

Ayrıca doktrinde mülga 3984 sayılı Kanunda ve 6112 sayılı Kanunun bütününe hakim bir terminoloji sıkıntısına işaret edilmektedir. Buna göre Kanunda ve Yönetmelikte geçen “yayın lisansı” ifadesi yerine “yayım lisansı” ifadesinin kullanılması gerekmektedir. Zira lisansa bağlanmak istenen aslında bir ileti (mesaj) olarak “yayın” değil bir faaliyet olarak “yayım”dır. Bizimde katıldığımız bu tespit son derece yerinde bir yanlışlığı ifade etmektedir. Zira Anayasamızın 26. maddesinin birinci fıkrası da “yayımın izne bağlanmasını” düzenlemektedir18.

Gerek 3984, gerekse 6112 sayılı Kanun yayın lisansı yanında ayrıca “yayın izni” kavramını tanımlamamıştır. Ancak 3984 sayılı Kanun yayın lisansı ve izni kavramlarını zaman zaman birlikte kullanmıştır.

6112 sayılı Kanun yayın lisansı kavramını yayın izni kavramı ile birlikte kullanmaya son vermiştir. Zira konuyla ilgili yargı kararında belirtildiği gibi “yayın lisans izninin bir bütün olduğu, lisansın Fransızca kökenli “licence” sözcüğü olduğu, bunun da Türkçe

16 Sedat ÇAL – Türk İdare Hukukunda Ruhsat, Seçkin yayıncılık, Genişletilmiş İkinci Baskı, Mart 2012, s. 20, 21.17 Bilimsel araştırma yöntemlerinde kuramı oluşturan parçalardan biri de “tanım”lardır. Diğer iki parça, “kavram” ve kavramlara dayalı önermelerdir. Kuram oluşturulurken tanımlardan kavramlara, kavramlardan önermelere ve önermelerden kuramlara ulaşılır, GÖKÇE, Birsen; Toplumsal Bilimlerde Araştırma, Savaş Yayınları, Ankara 1992, s. 54.18 YILMAZ, Halit; a.g.e., s. 259, 260, dp. 946.

Görsel-İşitsel Medya Özgürlüğü Uluslar Arası Düzenlemeleri

277 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

karşılığının “izin” anlamına gelmesi itibariyle, Kanunun bazı maddelerinde yer alan “yayın izni ve lisans” ifadelerinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiği”19gerçeği karşısında her iki kavramı birlikte kullanmak yerine sadece yayın lisansı veya izni kavramını kullanmak daha doğru bir yol olarak gözükmektedir.

Ayrıca 6112 sayılı Kanuna göre çıkartılan Yayın Hizmeti Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelikde20 Türkçe dışındaki dil ve lehçelerde yapılacak yayınların usul ve esaslarının düzenlendiği 7. maddenin 2. fıkrası; “(2) Medya hizmet sağlayıcıların farklı dil ve lehçelerde yayın yapabilmeleri, Üst Kurulun bu Yönetmelik hükümlerine göre vereceği izne tabidir. Üst Kurul izni olmadan bu dil ve lehçelerde yayın yapılamaz.” hükmünü getirmektedir.

Bu düzenlemede yer aldığı şekilde maddede yayın izninden bahsedilmektedir. Ancak burada kullanılan yayın izni lisans veya ruhsat anlamında olmayıp lisansı olan kuruluşlar için verilen bir özel izni ifade etmektedir.

c) İzinsiz Yayın Kavramı

6112 sayılı Kanunda yayın lisans kavramından ayrı olarak adli yaptırımlar düzenlendiği 33/1’de “izinsiz olarak faaliyete devam eden yayın cihaz ve tesisleri” kavramının 33/2’de ise “izinsiz yayına devam edenler” kavramının kullanıldığı görülmektedir. Mülga 3984 sayılı Kanunun 34. maddesi; “Üst Kuruldan izin almadan veya izni iptal edilen” kavramları kullanılmakta idi.

Ayrıca 6112 sayılı Kanunun geçici 4(3). Maddesinde; “Bu madde uyarınca Üst Kurulca yayınları durdurulan kuruluşların “yayınlarına izinsiz olarak devam etmeleri durumunda” bu kuruluşlar hakkında 31 nci maddenin birinci fıkrası uyarınca işlem yapılır” hükmü yer almaktadır.

Benzer ifadelerin yer aldığı “Karasal Ortamda Yayında Olan Radyo-Televizyon Alınacak Frekans Kullanım Ücretleri Yönetmeliği’nin 10. maddesi başlığı “İzinsiz kanal/frekans veya standart dışı verici kullanan kuruluşlara uygulanacak müeyyideler” şeklinde, 10. maddenin 1. fıkrası ise; “İzinsiz kanal veya frekans kullanan kuruluşlar” şeklindedir.

2. Yayın Lisansı ile İlişkili Kavramlar

a) 6112 Sayılı Kanunda Yer Alan Kavramlar

v) Televizyon yayın hizmeti: Programların bir yayın akış çizelgesine dayalı olarak eş zamanlı izlenebilmesi amacıyla bir medya hizmet sağlayıcı tarafından sunulan şifreli veya şifresiz görsel-işitsel yayın hizmetini,

t) Radyo yayın hizmeti: Karasal, kablo, uydu ve diğer yayın ortamları üzerinden yapılan ve bireysel iletişim hizmetlerini kapsamayan ses ve veri yayınını,

h) İsteğe bağlı yayın hizmeti: Programların kullanıcının seçtiği bir zamanda ve münferit isteği üzerine medya hizmet sağlayıcı tarafından düzenlenmiş bir program kataloğuna bağlı olarak izlendiği veya dinlendiği yayın hizmetini,

19 Danıştay 13. Dairesi’nin 24.01.2006 tarih, 2005/75 E., 2006/474 K. sayılı kararı.20 02.11.2011 tarih ve 28103 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Abdülvahap Darendeli

278 Sayı 37 /Güz 2013

dd) Verici tesis ve işletim şirketi: Karasal ortamdan yayın yapmak üzere lisans alan medya hizmet sağlayıcılarının yayınlarının karasal verici istasyonlarından iletimini sağlamak için gerekli tesisleri kuran ve işleten kuruluşu,

ğğ) Yayın iletim yetkisi:Multipleks, platform ve altyapı işletmecisi kuruluşlar ile verici tesis ve işletim şirketine radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmetlerini iletebilmeleri için Üst Kurulca verilen yetkilendirme belgesini,

m) Multipleks: Çok sayıda karasal yayın hizmetinin bir veya birden çok sinyal hâline gelecek şekilde birleştirilmesi yöntemini,

b) 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunun 3. maddesinde Yer Alan Kavramlar

ii) Radyo ve televizyon yayını: Karasal, kablo, uydu ve diğer ortamlar üzerinden, şifreli veya şifresiz olarak kitle haberleşmesi amacıyla yapılan ve bireysel iletişim hizmetlerini kapsamayan görüntü ve/veya ses iletimini,

kk) Spektrum: Elektronik haberleşme amacıyla kullanılan, frekansı 9 kHz-3000 GHz arasında olan ve uluslararası düzenleme yapılması halinde 3000 GHz’in üzerindeki frekanslar da dahil olmak üzere elektromanyetik dalgaların frekans aralığını,

c) 2954 Sayılı TRT Kanunundaki Kavramlar

“Madde 3- Bu Kanunda geçen deyimlerden:

a) Radyodifüzyon (Radyo yayını): Elektromanyetik dalgalar yoluyla halkın doğrudan alması maksadıyla yapılan ses yayınlarını,

b)Televizyon yayını: Elektromanyetik dalgalar yoluyla halkın doğrudan alması maksadıyla yapılan, hareketli veya sabit resimlerin sesli veya sessiz kalıcı olmayan yayınını,

d) Radyo ve televizyon verici istasyonu: Radyo ve televizyon yayını yapmak üzere donatılmış her türlü hareketli veya sabit tesisi,

e) Kablo televizyon: Televizyon yayınının kablo, cam iletken ve benzeri bir fiziki ortam üzerinden halkın alması maksadıyla abonelere ulaştırıldığı yayın türünü,

ifade eder.” hükümleri yer almaktadır.

Iıı. Radyo Televizyon İstasyonu Kurma Özgürlüğünün Yasal Sınırları ve Sınırlama Amaçları

A. Anayasal Sınırlar21

Anayasa’nın 167. maddesinde;

“Devlet, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli

21 1982 Anayasası’nın radyo ve televizyon kuruluşlarını düzenleyen 133. maddesinin 1. fıkrasının özgün (ilk) halinde radyo ve televizyon kuruluşlarının ancak DEVLET ELİYLE kurulacağı öngörülmekte idi ve Devlet eliyle kurulan Radyo ve Televizyonların idarelerini tarafsız bir kamu tüzel kişiliği halinde düzenleneceği öngörülmekte idi. Ancak yürürlükte olan 1982 Anayasası’nın 133. maddesi; “Radyo ve televizyon istasyonları kurmak ve işletmek kanunla düzenlenecek şartlar çerçevesinde serbesttir.” hükmü ile bu sınırlamayı getirmiş bulunmaktadır.

Görsel-İşitsel Medya Özgürlüğü Uluslar Arası Düzenlemeleri

279 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır; piyasalarda fiilî veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi önler.” hükmü yer almaktadır.

B. Yasal Sınırlar

1. Madde 19 Hükmü

a) Bir şirket ancak bir radyo, bir televizyon ve bir isteğe bağlı yayın hizmeti sunabilir.

b) Siyasî partiler, sendikalar, meslek kuruluşları, kooperatifler, birlikler, dernekler, vakıflar, mahallî idareler ve bunlar tarafından kurulan veya bunların doğrudan veya dolaylı ortak oldukları şirketler ile sermaye piyasası kurumları ve bunlara doğrudan veya dolaylı ortak olan gerçek ve tüzel kişilere yayın lisansı verilemez. Bu kuruluşlar, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara doğrudan veya dolaylı ortak olamaz22.

d) Bir gerçek veya tüzel kişi doğrudan veya dolaylı olarak en fazla dört karasal yayın lisansına sahip medya hizmet sağlayıcı kuruluşa ortak olabilir. Ancak, birden çok medya hizmet sağlayıcıya ortaklıkta bir gerçek veya tüzel kişinin doğrudan veya dolaylı hisse sahibi olduğu medya hizmet sağlayıcı kuruluşların yıllık toplam ticarî iletişim geliri, sektörün toplam ticarî iletişim gelirinin yüzde otuzunu geçemez23.

f) Bir medya hizmet sağlayıcı kuruluşta doğrudan toplam yabancı sermaye payı, ödenmiş sermayenin yüzde ellisini geçemez24. Yabancı bir gerçek veya tüzel kişi en fazla iki medya hizmet sağlayıcı kuruluşa doğrudan ortak olabilir.

c) Medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar hisseleri nama yazılı olmak zorundadır25.

g) Yerli veya yabancı hissedarlar hiçbir şekilde imtiyazlı hisse senedine sahip olamaz.

Ayrıca 6112 sayılı Kanunun 19. maddesi doğrultusunda çıkarılan “Medya Hizmet Sağlayıcı Kuruluşlar ile Platform ve Altyapı İşletmecilerinin Uymaları Gereken İdari ve

22 Mülga 3984 sayılı Kanunun 29 uncu maddesi aynı konuda üretim, yatırım, ihracat, ithalat, pazarlama, finans kurum ve kuruluşlarının, yayıncı olamayacaklarını veya yayıncı kuruluşa ortak olamayacaklarını düzenlemekte idi. Bu husus ticari hayatın akışına uymayan bir durum olduğu için hiçbir zaman uygulama alanı bulamamıştır.23 Mülga 3984 sayılı Kanunun 29/d maddesi; “Yıllık ortalama izlenme ve dinlenme oranı % 20’yi geçen bir televizyon ve radyo kuruluşunda bir gerçek veya tüzel kişinin sermaye payı % 50’yi geçemez” hükmü bulunmakta idi.24 Konuyla ilgili yargı kararında özetle; “… Yukarıda yer verilen mevzuat hükümlerinin incelenmesinden, bir medya hizmet sağlayıcı kuruluşta doğrudan toplam yabancı sermaye payının ödenmiş sermayenin yüzde ellisini geçemeyeceği hüküm altına alınmış olup, dava dosyasında yer verilen bilgi ve belgelere göre “Cine 5 İktisadi ve Ticari” bütünlüğünün devrinin yapıldığı Al Jazeera Türk Yayıncılık A.Ş.’nin sermayesinin yarısından fazlasının Türk vatandaşına ait olduğu anlaşılmakta olup, davacının muvaaza iddiasını kanıtlayacak herhangi bir bilgi belge sunulamadığı, bu nedenle anılan yayın kuruluşunun Al Jazeera Türk Yayıncılık A.Ş.’ye devrinin onaylanmasından herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” denilmektedir. Bkz. Ankara 15. İdare Mahkemesi’nin 13.07.2012 tarih, 2011/2253 E., 2012/1187 K. sayılı kararı.25 Ayrıca 6112 sayılı Kanunun 19. maddesinin (c) fıkrası uygulamasına yönelik RTÜK tarafından oluşturulan komisyon raporunda; “Sermaye piyasası araçlarını ihraç ve halka arz edecek medya hizmet sağlayıcı kuruluşların, bu sermaye piyasası araçlarıyla ilgili olarak SPK’ya yapacakları kayda alma başvurusundan önce Üst Kuruldan alacakları onaya ilişkin usul ve esasların, Üst Kurul tarafından belirlenmesi gerektiği, ancak medya hizmet sağlayıcı kuruluşlarının ihraç ettiği sermaye piyasası araçlarının SPK’nın Seri:I, No:40 sayılı “Payların Kurul Kaydına Alınmasına ve Satışına İlişkin Esaslar Tebliği” uyarınca SPK kaydına alınması aşamasında (ç) bendi hükmü gereğince Üst Kurulun onayının alınıp alınmadığı ve hususa izah namede yer verilip verilmediğinin dikkate alınması gerektiği, bu husustaki uygulamanın ise SPK tarafından yürütüleceği” şeklinde görüş bildirilmiştir. Bkz. http://www.rtuk.org.tr. 22.09.2012/0722.

Abdülvahap Darendeli

280 Sayı 37 /Güz 2013

Mali Şartlar Hakkındı Yönetmelik”de26;

“(4) Şirket ortakları ile tüzel kişiliği idare ve temsile yetkili kişilerin Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlar ve Terörle Mücadele Kanununda yazılı suçlardan hürriyeti bağlayıcı ceza ile hüküm giymiş olmaması ve bu kişilerin taksirli suçlar hariç olmak üzere affa uğramış olsa dahi, Bankalar Kanununun 22 nci maddesi, Bankacılık Kanunu ile 2499 sayılı Kanun hükümlerine muhalefet, yahut basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, hileli iflas ve konkordato, kaçakçılık suçları, resmi ihale ve alım-satımlara fesat karıştırma, kara para aklama, vergi kaçakçılığı veya vergi kaçakçılığına teşebbüs ya da iştirak suçlarından dolayı hüküm giymiş olmaması gerekmektedir.” hükmü yer almaktadır.

Maddede sayılmak suretiyle (tadadi) suçlardan kesin mahkumiyet (hüküm giymiş olma) koşuluna bağlanan bu sınırlama görüldüğü üzere sadece kesinleşmiş bir yargı kararının sonucunda kişilere ve ortaklara yasaklama getirmektedir. Halbuki Mülga 3984 sayılı Kanun aynı konuda ayrıca, idari bir organ kararına (Başbakanlık) “güvenlik belgesi” ve soruşturmasına bağlı bir sınırlama daha getirmekte idi. “Sakıncalılık” diye adlandırılan bu tür bir engeli 6112 sayılı RTÜK Kanunu ve ikincil düzenlemeleri öngörmemekle çok olumlu bir adım atılmış bulunmaktadır.

2. 6112 Sayılı Kanunun Madde 20 / (3), (4) Hükmü

(3) Hisse devri, şirket devri ve birleşme işlemleri sonucunda oluşacak şirket yapısında bu Kanunda öngörülen hususlara aykırılık bulunması hâlinde, Üst Kurulun doksan günü geçmemek üzere vereceği süre içinde bu aykırılığın giderilmesi zorunludur. Aksi hâlde ilgili medya hizmet sağlayıcı kuruluşların yayın lisansı iptal edilir.

(4) Birleşme, devralma ve nama yazılı olan hisselerin devirlerinde 19 uncu madde hükümleri, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu ve ilgili mevzuat hükümleri ile 7/12/1994 tarihli ve 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun hükümleri saklıdır.

3. 6112 Sayılı Kanunun Madde 26/8 Hükmü

(8) Özel medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar, Üst Kurulca kendilerine tahsis edilen televizyon kanalı, multipleks kapasitesi ile radyo frekanslarından yapacakları yayınlarını, tek bir verici tesis ve işletim şirketince kurulan ve işletilen radyo ve televizyon verici tesislerinden yapmak zorundadır. Ulusal karasal yayın lisansına sahip kuruluşlarca ortak kurulan verici tesis ve işletim şirketinin uyması gereken şartlar Üst Kurulca belirlenir ve şartları yerine getiren tek bir verici tesis ve işletim şirketine yayın iletim yetkisi verilir. Bu verici tesis ve işletim şirketine ortak olacakların hisse oranı yüzde onu geçemez.

C. Radyo Televizyon İstasyonu Kurma Sınırlamaları Düzenlemelerinin Amacı(Yoğunlaşmanın Önlenmesi)

1. Yasal Düzenleme Gerekçelerinde Yer Alan Sınırlama Amaçları

Bu Kanun’daki temel sınırlama düzenlemeleri olan 6112 sayılı Kanunun 19. maddesinin gerekçesinde,

26 15.06.2011 tarih ve 27965 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Görsel-İşitsel Medya Özgürlüğü Uluslar Arası Düzenlemeleri

281 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Maddeye göre, 3984 sayılı Kanunda olduğu gibi, aynı şirket ancak bir radyo, bir televizyon ve bir isteğe bağlı hizmet işletmesi kurabilecek ve medya hizmet sağlayıcı şirketlere siyasi partiler27, sendikalar, meslek kuruluşları, kooperatifler, birlikler, dernekler, vakıflar, mahalli idareler ile bunlar tarafından kurulan veya bunların doğrudan veya dolaylı ortak oldukları şirketler ortak olamayacaktır.

“Tekelleşmenin önlenmesi ve çoğulculuğun korunması için medya sahipliğine, karasal yayın lisansı olan kuruluş sayısı ve gelire dayalı sınırlamalar getirilmesi öngörülmüştür.”

denilerek medya hizmet sağlayıcıların (yayınca kuruluşların) sermayeleri ile ilgili düzenlemelerin başta tekelleşmenin önüne geçmek olmak üzere yayıncılıkta rekabetin, şeffaflığın, çoğulculuğun korunmasının amaçlandığı” anlaşılmaktadır.

Diğer sınırlama düzenlemesi olan 6112 sayılı Kanunun 2. Maddesi gerekçesi şu şekildedir:

Madde ile Kanunun kapsamı belirlenmekte ve medya hizmet sağlayıcılar üzerinde Türkiye Cumhuriyeti yargı yetkisinin tespit edilmesine ilişkin hükümler düzenlenmektedir. Yapılan düzenlemede, Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi ve AB Görsel-İşitsel Medya Hizmetleri Yönergesinde yer alan kaynak ülke kıstası esas alınmıştır. Güçlü, rekabetçi bir medya hizmeti endüstrisini geliştirmek ve medya çoğulculuğunu artırmak için bir medya hizmet sağlayıcı üzerinde sadece tek bir devletin yargı yetkisi bulunması gerektiği kabul edilmektedir.

Diğer taraftan konuyla ilgili yargı kararında; “rtük’nun görevlerinin sayıldığı 6112 sayılı kanun’un 37. maddesi (a) bendinde ifadesini bulan ve yukarıda metnini verdiğimiz “ifade ve haber alma düşünce çeşitliliği, rekabet ortamı ve çoğulculuğun güvence altına alınması ve kamu menfaatinin korunması” görevi doğrultusunda; rtük’nun rekabeti, güvenilirliği ve çoğulculuğu önleyici, kamunun zararına sınırlamalarda ve düzenlemelerde bulunamayacağının anlaşılmaktadır.” denilmektedir28.

2. Doktrinde Yer Alan Sınırlama Amaçları

Sınırlama amaçları doktrinde;

a) Medyada çoğulculuğun ve ifade özgürlüğünü korumak,

b) Ulusal (veya uluslar arası) medya piyasalarını düzenlenmesini güvence altına almak,

c) İletişim kanalında karasal, uydu, internet kablo ve diğer yayın alanlarında tıkanıklığı önlemek olarak sıralanmaktadır.

Sözkonusu amaçları gerçekleştirmeye başka bir anlatımla medya yoğunlaşmanın önlenmesine yönelik sistemler için 4 tip model öngörülmektedir. Bunlar;

27 Alman Anayasa Mahkemesi, siyasal partilerin, kamu çalışanlarının ve kamu hukuku örgütlerinin yayım izni alamayacağı, dolayısıyla yayımcı olamayacağına ilişkin eyalet yasası hükmünü, yayımcıların devletten bağımsızlığı (staatsfreiheit) ilkesi gereğince Anayasaya aykırı bulmamıştır. Diğer bir deyişle bunların devletle olan bağları (nexus) yayımcılığın devletten bağımsız olması ilkesini zedeler. YILMAZ, Halit; a.g.e., s. 269’dan naklen. 28 Ankara 8. İdare Mahkemesi’nin 11.07.2013 tarih, 2013/495 E. sayılı yürütmeyi durdurma kararı.

Abdülvahap Darendeli

282 Sayı 37 /Güz 2013

1.İzleyici paylaşım modeli,

2. Lisans sahipliği modeli,

3. Gelir payı (frekans sınırlama) modeli,

4. Sermaye payı / yayın lisansı modelidir29.

Çağdaş Ülke Uygulamalarında İse Yoğunlaşma Hesaplamalarında CR4 ve CR8 Gibi Faktörler Kullanılmaktadır

CR4 (ConcentrationRatio 4) oranının hesaplanmasında sözkonusu endüstride en yüksek payına sahip dört işletmenin pazar payı ele alınır ve bu oran tüm endüstri oranı ile kıyaslanmaktadır. CR8 (ConcentrationRatio 8) ise daha çok radyo işletmelerinin pazar paylarının hesaplanmasında kullanılmakta ve ilk sekiz işletmenin pazar payı esas alınmaktadır30.

Buna göre Türkiye’deki Televizyon işletmelerinin CR4 ve CR8 yoğunluk hesaplamaları göre;2008 yılında CR4 oranının % 74.72, 2009 yılında ise % 73.28 olduğu görülmektedir. Yoğunlaşmaların hesaplandığı bu modele göre eğer CR4 oranı % 0, CR8 oranının % 75’in üzerinde ise yüksek yoğunlaşma vardır.

Yıl CR4 Oranı CR8 Oranı2008 85.24 98.652009 83.48 98.62

Tablo-1: Televizyon Pazarlarında Medya Gruplarının Yoğunlaşma Oranları31

Televizyon işletmelerinin mülkiyet yapısına ait oldukları medya gruplarının pazar paylarında hesaplanan yoğunlaşma oranlarına göre ise, CR4 oranının % 85.24, CR8 oranının % 83.48 olduğunu ve her ikisinin de limitlerin üstünde olduğunu görülmektedir32. Bu oranlar bize Türkiye’de televizyon pazarında yüksek yoğunlaşma olduğunu göstermektedir.

Türkiye görsel-işitsel medya sektöründe faaliyet gösteren başlıca medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar; a)Doğan Grubu (4 TV kanalı: Kanal D, CNN Türk, Interaktif TV ve Shopping TV, bir dijital televizyon platformu (D-Smart), dört radyosu (Radyo D, Slowturk, Radyo Moda, CNN Türk Radyo) ile Türkiye’nin en büyük medya grubudur. b) Çalık Grubu (Turkuaz Medya Grubu) (Grubun ATV (ulusal), a-Haber (haber kanalı), ATV Avrupa (uydu) adlı televizyon kanalları bulunmaktadır), c) Çukurova Grubu (SkyTürk Televizyon, DIGITURK (dijital yayıncılık) kanalları bulunmaktadır), d) Doğuş Grubu (Grubun Haber Kanalı NTV, CNBC-E kanallarının yanısıra, e2, NTV Spor, NBA TV ve Kral TV isimli televizyon kanalları bulunmakta, bunların yanı sıra Kral FM, N101, NTV

29 Open SocietyInstitute EU MonitoringandAdvocacyPrfogm Network Media Program, Avrupa Televizyon Düzenleme, Politikaları ve Bağımsızlık, İzleme Raporu (Türkiye), 2005, s. 22.30 KUYUCU, Michael; “Türkiye’de Çapraz Medya Sahipliğinin Medya Ekonomisine Olumsuz Etkileri ve Bu Etkilerin Önlenmesine Yönelik Öneriler”, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Akademisi Dergisi, Temmuz 2013, Cilt 8, Sayı 1, s. 155.31 RTÜK’e beyan edilen reklam gelirlerinde ilk dört ve ilk sekiz medya grubunun gelirleri baz alınarak hazırlanan CR4 ve CR8 yoğunlaşma oranları.32 KUYUCU, Michael; Türkiye’de Medya Ekonomisi, Esen Kitap, İstanbul 2012, s. 272, 273.

Görsel-İşitsel Medya Özgürlüğü Uluslar Arası Düzenlemeleri

283 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Radyo, NTV Spor, Radyo 5, Radyo Eksen, Radyo Voyage ve Virgin Radyo olmak üzere toplam yedi radyo istasyonuna da sahiptir.), e) Ciner Grubu (Grubun üç televizyon kanalı (Habertürk, Kanal 1 ve 2013’ten itibaren Show-TV televizyon kanalları) ile bir televizyon yapım şirketi bulunmaktadır, f) Feza Gazetecilik (Grubun Samanyolu TV, Samanyolu Haber, Mehtap TV, Ebru TV kanalları bulunmakta, ayrıca bir haber ajansı (CHA) ve üç radyosu (Burç FM, Cihan Radyo ve Irmak Radyo) bulunmaktadır)33.

Sözkonusu medya gruplarının televizyon yayıncılığı sektöründe yoğunlaşma düzeyleri ise aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.

Gruplar CR %Doğan Medya Grubu 38Turkuvaz Televizyon Grubu 19Çukurova Grubu 15Doğuş Grubu 8Toplam 80

Tablo-2: Televizyon Yayıncılığı Sektöründe Yoğunlaşma Düzeyleri (Gruplar)34

İkinci Bölüm

Genel İzin (Lisans) Yetkisi ve 6112 Sayılı Kanun Yayın Lisansı Rejimi (Geçici ve Kalıcı Lisans Rejimi)

I. Görsel – İşitsel Medya Hizmetlerinde İdarenin Genel İzin (Lisans) Yetkisinin Temel Özellikleri

AİHS 10. Maddesine göre; Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamları tarafından müdahale olmaksızın ve ulusal sınırlar dikkate alınmaksızın, görüşlere sahip olma ve bilgi ve düşünceleri edinme ve bunları yayma özgürlüğünü içerecektir. Bu Madde, Devletlerin, radyo televizyon ya da sinema işletmeciliğinin izne/ruhsata bağlanması isteminde bulunmalarını engellemeyecektir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi söz konusu üçüncü cümleyi devlete ülkesi içindeki yayıncılığın ve sinematografik faaliyetlerin düzenlenmesinde genel bir izin yetkisi verdiği şeklinde yorumlamaktadır.

Diğer taraftan Avrupa Birliği ve Konseyi’nin izin direktifine göre farklı iletişim ağları ve hizmetleri arasındaki yöndeşme ve bunların teknolojileri, bütün benzeri hizmetleri kapsayacak bir izin sisteminin oluşturulmasını gerekli kılmaktadır35.

Avrupa Birliği ve Konsey düzenlemeleri ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında bu şekilde yer alan genel izin yetkisinin temel özellikleri şöylece özetlenebilir.

33 SÖZERİ, Ceren – Zeynep GÜNEY; Türkiye’de Medya Ekonomi Politiği: Sektör Analizi, TESEV Yayını, İstanbul 2011, s. 47, 48.34 Kaynak: ZenithOptimedia (2010).35 Directive 2002/20/EC, (Authorisation Directive), (Evrensel Hizmet Direktifi), 7 March 2002, OJ L 108/25, preamble (2), (7).

Abdülvahap Darendeli

284 Sayı 37 /Güz 2013

Avrupa Birliği Görsel İşitsel Medya Hizmetleri Yönergesi’ne göre genel izin yetkisi ulus devletlere aittir36.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre; yayın izni kesin bir hak değildir, ancak Devlet ve idare organları Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 10. maddesinin üçüncü cümlesindeki izin verme yetkilerini kullanırken, teknik veya finansal mülahazalar dışında, öngörülen istasyonun niteliği ve amaçları, bu istasyonun ulusal, bölgesel ya da yerel düzeyde potansiyel izleyicisi, belirli izleyici gruplarının hakları ve ihtiyaçları ve uluslar arası hukuk belgelerinden kaynaklanan yükümlülükler gibi başka etkenleri de göz önünde tutabilirler37.

Lisans vermeye ilişkin temel ölçütler mutlaka yasayla belirlenmelidir; bunların belirlenmesi idareye bırakılamaz38.

Radyo frekanslarının kullanım hakkının verilmesi usulü her durumda nesnel, şeffaf, ölçülü ve ayrımcılık içermeyecek şekilde olmalıdır. Sınırlamalar objektif ve makul gerekçelere dayanmalı ve hedeflenen amaçlara uygun olmalıdır39.

Diğer taraftan, genel izin çerçevesinde idarelerce verilen yayın izni ve lisansı fikri mülkiyet lisansları ile farklılık arzetmektedir. Zira, fikri mülkiyet hukuku anlamında lisans: hak sahibinin mutlak hakkına konu olan bir gayri maddi hakkı, başka kimselere kullandırmasını ifade etmektedir40.

Bu anlamda, yayın lisans yetkisi medya içeriği ile ilgili olmayıp tamamen frekansların kullanım haklarının verilmesi ve tahsisi konusunda geçerli olduğu için ilgili münhasır “lisans yetkisiyle bir ilgisi yoktur. Münhasır film lisansları ise medya içeriğiyle ilgilidir41.

B. Genel İzin Yetkisi Kullandırma Süreçleri

1. Frekans Planlama Süreci

Yayım yapmaya elverişli frekansların tahsisi ya da bunların kullanılmasına izin

36 Nitekim GİMHY’nin çerçeve 19. maddesine göre;Bu Yönerge Üye Devletlerin ve yetkili kurumlarının - lisanslama sistemleri, idari izin veya vergilendirme dâhil - programların tertibi, içeriği ve finansmanına ilişkin sorumluluklarını etkilemez. GİMHY’nin 20. maddesine göre;“Bu Yönergenin hiçbir hükmü, Üye Devletleri herhangi bir görsel-işitsel medya hizmeti türü için yeni lisans vermeye veya idari izin sistemleri getirmeye zorlamamalı veya teşvik etmemelidir.”Ancak“Lisans verme usullerine ulusal mevzuatta yer verilmesi halinde ve birden fazla Üye Devleti ilgilendirmesi durumunda, bu tür lisanslar verilmeden önce ilgili kurumlar arasında temaslar yapılması arzu edilen bir husustur.” ifadeleri (GİMHY’nin 95. maddesinde) yer almaktadır.

37 HARRIS, David – Michael O’Boyle – ColinWarbrick: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Hukuku, Türkçe Birinci Baskı (2013), Avrupa Konseyi 2009, s. 481-483.38 Council of Europe Recomedation No (200) 23.39 AB İzin Direktifi (Çerçeve Direktif) 7 Mart 2002 tarih ve 2002/21/AT.40 YASAMAN, Hamdi, Marka Hukuku, Vedat Kitapçılık, İstanbul 2004, s. 735.41 Medya içeriği esas itibariyle münhasır lisanslar marifetiyle kullanılmaktadır. ABAD (Avrupa Birliği Adalet Divanı)’nın medya sektörü açısından referans kararı olan Coditel II davasında 1982 yılında verdiği karara göre, münhasır film lisansları AB Antlaşması’nın 81 inci maddesine aykırılık teşkil etmez: Coditel II, Dava No. 262/81, (1982) ECR 3381, 15-16.

Görsel-İşitsel Medya Özgürlüğü Uluslar Arası Düzenlemeleri

285 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

verilmesi sürecinin temelinde frekans planı yer alır. Frekans planı tespit işlemidir ve izin verilmesi süresince hazırlık işlemleri arasında yer alır. Bu niteliğiyle frekans planları etkili idari işlemlerden değildir ve bu nedenlerle herhangi bir iptal davasına konu olamazlar. Buna rağmen, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre, belli bir kategorideki frekansların izin rejiminin dışında tutulması mümkündür. Mahkeme’nin önüne gelen olayda, kısa dalga frekans tahsisi talebinin reddedilmiş olmasının Sözleşmenin 10. Maddesini ihlal ettiği ileri sürülmüştür. Mahkeme kısa dalga frekansların teknik olarak sınır ötesi yayımlar için kullanılması gereğine de değinmiş ve bu tür frekansların izin rejiminin dışında tutulmuş olmasını sözleşmeye aykırı bulmayarak kabul edilmezlik kararı vermiştir.42

2. Frekans Tahsisi Süreci

Hangi frekansların tahsise açılacağı yöntemi bu şekilde belirlendikten sonra belirlenen tahsis yöntemi dairesinde münhasır kullanıma izin verme yetkisi genel olarak görsel-işitsel iletişim alanının düzenleyici ve denetleyici otoritesindedir43. Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi ülkelerinde bu yetki münhasıran düzenleyiciüst kurullara aittir.

Iı. Genel İzin Yetkisi Münhasıran Üst Kurullara Aittir

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin görsel-işitsel iletişim sektöründeki düzenleyici ve denetleyici otoritelerin bağımsızlığı ve işlevine ilişkin tavsiye kararında, en önemli yetkilerinden birinin izin yetkisi olduğu belirtilmektedir44.

Yayıncılık alanındaki düzenleyici kurulların ilk örneği ABD’de görülmüştür. 1934 yılında yani radyo yayıncılığının başlamasından yaklaşık 10 yıl sonra İletişim Yasasıyla kurulan FCC, gerek idari yapılanması gerekse görev, yetki ve uygulamalarıyla dünyadaki diğer kurullara model olmuştur. İngiltere’de ticari yayıncılığa geçilmesiyle birlikte farklı isimlerle birtakım kurullar oluşturulmasına karşın, yakınsayan radyo, televizyon ve telekomünikasyon gibi farklı sektörleri düzenleyen farklı üst kurullar OFCOM adıyla tek bir çatı altında birleştirilmiştir. Fransa’da radyo ve televizyon alanında ilk düzenleyici kurulun oluşturulması, 1982 yılında ticari yayıncılığa izin veren İletişim Yasasıyla gerçekleşmiştir. Fransa’da ilk düzenleyici kurul olan HACA 1989’daki yasa değişikliği ile CSA adını almış olup halen aynı isimle görev yapmaktadır45.

Diğer taraftan, yayıncılık izin verme süreci birbiriyle bağlantılı maddi ve usuli sorunları içermektedir. Zira izin almak üzere çoğu zaman birden fazla aday başvurmaktadır. Bu durumlarda izin verme usulüyle ilgili olarak üç farklı yol söz konusu olabilir.

Birinci yöntem yapılacak olan karşılaştırmalı bir değerlendirme sürecinin sonunda en iyi hizmet önerisini (projesini) sunan adaya iznin verilmesidir. Ancak bu durumda da

42 TrevorBrook V.U.K 11.7.2000 Application no:38218/97 (hudoc)43 Ancak, Fransa’da frekans planında yer alan frekansların hangilerinin tahsise açılacağını belirleme yetkisi CSA’ya ait değildir. 86-1067 sayılı İletişim Özgürlüğü Hakkında Yasanın 21. Maddesine göre BaşbakanCSA’nın da görüşünü aldıktan sonra hangi frekansların devlet idaresine ayrılacağına hangilerinin de CSA tarafından yayımcılara tahsis edileceğine karar verir. Hangi frekansların tahsise açılacağının belirlenmesine ilişkin bu yöntem Türkiye’deki yöntemle benzerlik göstermektedir.44 COUNCIL OF EUROPE Recommendation No R (2000) 23 on theIndepentenceandFunctions of RegulationAuthoritiesBroadcastingSector (coe.int).45 Daha fazla bilgi için bkz. TUNÇKAŞIK, Halit; “AB Üyesi Ülkeler ile ABD Anayasası’nda Düzenleyici ve Denetleyici Kurumlar”, TBMM Araştırma Merkezi, Ekim 2011.

Abdülvahap Darendeli

286 Sayı 37 /Güz 2013

lisans verecek olan idarenin takdir yetkisi tehlikeli bir şekilde genişler.

İkinci yöntem iznin ihale yöntemiyle verilmesidir. Bu durumda izin alma sürecine katılım olanakları daralacaktır. Bu usulde takdir yetkisi söz konusu olmayacak, izin tamamen objektif bir nedensellik ilişkisi içinde, idarenin bağlı yetkisi çerçevesinde verilecektir. Bu usulün lisans verme konusunda daha objektif sonuçlar doğuracağı kabul edilmiştir.

Üçüncü usul karma usuldür. Bu yöntemde hem adayların sunduğu faaliyet projeleri değerlendirilir hem de ihale süreci işler. İhale usulüne rağmen takdir yetkisine her zaman yer vardır46.

III. Türk Hukukunda Radyo-Televizyon Yayın Faaliyeti (İzin) Yetkisi

A. Türk Hukukunda Genel İzin Yetkisinin Anayasal ve Yasal Düzenlemeleri

1. Anayasal Düzenlemeler

Düşünceyi Açıklama Hürriyeti

1982 Anayasası’nın 26. maddesi birinci fıkrasında;

“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir47.

1982 Anayasası’nın 133 maddesi şu şekildedir:

“Radyo ve televizyon istasyonları kurmak ve işletmek kanunla düzenlenecek şartlar çerçevesinde serbesttir.”

2. Yasal Düzenlemeler

Türk hukukunda yayım faaliyetinin izne bağlı olacağı 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un 19, 20, 26, 27, 28, 29 ve çerçeve 4. maddeleri ile ilgili mevzuatında açıkça düzenlenmiş bulunmaktadır.

6112 sayılı Kanun’un 27. maddesine göre; “Medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar, kablo, uydu, karasal ve benzeri ortamlarda yayın yapabilmeleri için her bir yayın tekniği ve ortamına ilişkin Üst Kurul’dan ayrı ayrı yayın izni (lisans) almak zorundadır.”

46 YILMAZ, Halit; a.g.e., s. 204-205.47 Anayasa’nın 26. Maddesinin de kaynağını teşkil edenAvrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesi şu şekildedir:Madde 10 – İfade özgürlüğüHerkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir almak ve vermek özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.

Görsel-İşitsel Medya Özgürlüğü Uluslar Arası Düzenlemeleri

287 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

6112 sayılı Kanunun ilgili maddelerindeki bu düzenlemelere göre Türkiye’de yayım faaliyeti RTÜK’nun vereceği yayın iznine bağlıdır. RTÜK ulusal düzeyde genel, ulusal düzeyde tematik, yerel ve bölgesel düzeyde genel, yerel ve bölgesel tematik vs. gibi yayın hizmeti kategorilerini ve bu kategorilerin her birinin yayın niteliklerini belirleme yetkisine sahiptir.

Tüm çağdaş ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de görsel-işitsel medya alanında idarenin (RTÜK’ün) genel yetkisi olduğu kabul edilmektedir. Bu anlamda RTÜK tüm yayın ortamlarını yayın türleri ve alanı ayrım yapmaksızın istisnasız düzenlemekte, ayrıca izinsiz yayınları ve izinsiz verici tesis etmeyi de yasaklamaktadır.

Nitekim 6112 sayılı Kanunun 33. maddesine göre;

“(1) Üst Kuruldan yayın lisansı almadan veya yayınları Üst Kurul tarafından geçici olarak durdurulmasına ya da yayın lisansı iptal edilmesine rağmen yayın yapan gerçek kişiler ile tüzel kişilerin yönetim kurulu üyeleri ve genel müdürü, bir yıldan iki yıla kadar hapis ve bin günden beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Tüzel kişiler hakkında ayrıca 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 60 ıncı maddesindeki güvenlik tedbirleri uygulanır. İzinsiz olarak faaliyetine devam eden yayın cihaz ve tesisleri Üst Kurulca mühürlenerek kapatılır.

(2) Yayın lisansı olmasına rağmen lisans tipi dışında yayın yapan ve izinsiz verici tesis eden medya hizmet sağlayıcılar Üst Kurulca uyarılır, yapılan uyarıya rağmen izinsiz yayına devam edenler hakkında birinci fıkra hükmü uygulanır.

B. Genel İzin Yetkisi Hukuki Niteliği

1. Genel İzin Münhasıran Rtük’na Ait Bir Yetkidir

Anayasa 133 ve 6112 sayılı Kanunun düzenlemeleri radyo TV faaliyetleri düzenleme ve denetleme görevini RTÜK’e vermiş bulunmaktadır48.

6112 sayılı Kanunun 27. maddesine göre; “... kamu ve tüm özel radyo ve televizyon kuruluşlarına kanal ve frekans bandı tahsisi ile yayın izni ve lisansı vermek ve bu tahsis ve izni iptal etmek yetkisi, münhasıran Üst Kurula aittir.”

Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun (RTÜK) kuruluşunu düzenleyen 6112 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanunun 34. maddesinin (1) ve (2) fıkraları ile 35. maddesinin (1) fıkrası şu şekildedir;

(1) Radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmetleri sektörünü düzenlemek ve denetlemek amacıyla, idari ve mali özerkliğe sahip, tarafsız bir kamu tüzel kişiliği niteliğinde Radyo ve Televizyon Üst Kurulu kurulmuştur.

(2) Üst Kurul, bu Kanun ve mevzuatta kendisine verilen görev ve yetkileri kendi sorumluluğu altında bağımsız olarak yerine getirir ve kullanır.

48 Avrupa Konseyi Bakanlar komitesi Görsel İşitsel İletişim Sektöründeki düzenleyici ve denetleyici otoritelerin bağımsızlığı ve işlevine ilişkin tavsiye kararında “düzenleyici ve denetleyici otoritelerin en önemli yetkilerinden birinin izin verme yetkisi olduğu belirtilmektedir. COUNCIL OF EUROPE Recommendation No R (2000) 23 on theIndepentenceandFunctions of RegulationAuthoritiesBroadcastingSector (coe.int).

Abdülvahap Darendeli

288 Sayı 37 /Güz 2013

AyrıcaÜst Kurulun görev ve yetkilerini düzenleyen 6112 sayılı Kanun’un 37. maddesi;

b) “Millî frekans planında karasal radyo ve televizyon yayınları için 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu hükümlerine göre Üst Kurula tahsis edilen frekans bantları çerçevesinde televizyon kanal ve radyo frekans planlamalarını yapmak veya yaptırmak ve uygulamak.

c) Medya hizmet sağlayıcı kuruluşların yayın lisansı talebinde bulunabilmeleri için gerekli idarî, malî ve teknik şartları belirlemek ve bu kuruluşlardan şartları sağlayanlara yayın lisansı vermek, denetlemek ve gerektiğinde iptal etmek” şeklinde düzenlenmiş bulunmaktadır.

2. Genel İzin Yetkisi Tek Taraflı ve Genel Niteliğe Sahiptir

Yayım izni (lisansı) idarenin (RTÜK’nun) tek taraflı bir idari işlemidir ve burada sözleşmesel bir ilişki söz konusu değildir49.

6112 sayılı Kanun ve ilgili mevzuatına göre; yayım tekniği alanı (ulusal, bölgesel, yerel) ve yayın ortamı (kanal, uydu ve karasal) ne olursa olsun RTÜK yayın izni kural olarak genel bir niteliğe sahiptir. Bu anlamda tek taraflı izin sistemi kapsam açısından tüm yayın alanları ve türleri istisnasız kapsamında barındırmaktadır. Ulusal, bölgesel, yerel olduğu gibi uydu kablo karasal ve isteğe bağlı yayıncılık ve benzeri ortamlar içinde tek taraflı sistem geçerlidir.

Diğer taraftan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yargı yetkisi altındaki her türlü teknik usul ve araçlarla yapılan yayınlar izin yetkisi kapsamındadır. 6112 sasyılı Kanunun 2. Maddesinde düzenleme ile Türkiye Cumhuriyeti hukuksal düzenlemelerini (lisans, yaptırım vb.) tabi olacak yayın hizmet sağlayıcılarının lisans yoluyla hangi hizmet sağlayıcılar olduğu hüküm altına alınmaktadır.

3. İzin Verilen Faaliyet Kamu Hizmeti Niteliğindedir

Türk hukukunda tüzel kişilerin yürüttüğü görsel-işitsel iletişim faaliyeti izin yöntemi ile gördürülen kamu hizmeti olarak kabul edilmektedir. Hatta RTÜK’ün çıkardığı yönetmeliklerin imtiyaz sözleşmelerindeki düzenleyici işlem niteliğinde bulunan şartnamelerin yerini aldığı ifade edilmektedir50. Gerçekten mevcut düzenlemelerden bakıldığında birçok açıdan özel yayımcıların faaliyetini tam bir teşebbüs özgürlüğü bağlamında görmek mümkün değildir.

Nitekim 6112 sasyılı Kanun ise, özel yayımcılar da, Türkçe’nin gelişimine katkıda bulunmak (6112 sayılı Kanun md. 8/1-m); tarafsız yayın yapmak (6112 sayılı Kanın md. 8/1-ı; hükümet bildirilerini yayımlamak (6112 sayılı Kanun md. 7/2); belirlenen oranlarda ve saatlerde eğitim, kültür, Türk halk ve sanat müziği yayımlamak (6112 sayılı Kanun md. 14/4); ulusal ölçekte yayım yapılıyorsa ülkenin asgari yüzde yetmişine (6112 sasyılı Kanun md. 3/1-aa) ve Üst Kurulca belirlenen yerleşim yerlerine ulaşmak zorundadırlar51.

49 YILMAZ, Halit; İdarenin Görsel-İşitsel İletişim Alanındaki İşlevi, İmaj Yayını, Ankara 2006, s. 264-265.50 GÖZÜBÜYÜK, A. Ş. – Turgut TAN; İdare Hukuku, C. I, 3. Baskı, Turhan ayını, Ankara 2004, s. 647.51 Diğer taraftan yayın iznine konu faaliyetin kamu düzeni ve kamu menfaati ile ilgili olduğuna dair Danıştay kararında; “... davacının ... karar nedeniyle Türkiye’nin menfaatine aykırı ve itibarını sarsacak sonuçlar doğduğu

Görsel-İşitsel Medya Özgürlüğü Uluslar Arası Düzenlemeleri

289 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

4. Karasal Lisans Süreçleri Geçici ve Kalıcı Rejim Şeklinde Düzenlenmiştir

6112 Sayılı Kanun genel izin yetkisi sistematiğini, getirdiği düzenlemelerle Mülga 3984 Sayılı Kanunda olduğu gibi karasal yayıncılığı ve lisans işlemlerini kalıcı ve geçici rejim olarak zorunlu bir ayırıma tabi kılmış gözükmektedir.

Nitekim 6112 sayılı Kanun geçici 4. Maddesindeki düzenlemede yer alan sıralama ihalesi yapılıp karasal yayın lisansları verilene kadar geçecek süreye ilişkin geçiş hükümleri ile getirilen ve öngörülen izin sistemi, geçici izin rejimidir. Söz konusu düzenlemeye göre,

Geçici Madde - 4 (1)

“Üst Kurulca sıralama ihalesi yapılıp, karasal yayın lisansları verilene kadar geçecek süre içerisinde, sadece 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunun geçici 6 ncı maddesi uyarınca karasal ortamda yayında olan radyo ve televizyon kuruluşları, Üst Kurulca yayın yapmalarına müsaade edilmiş olan yerleşim yerleri ile sınırlı olmak kaydıyla, yayınlarına devam ederler.

3984 sayılı Kanunun geçici 6. maddesinde ise;

“Üst Kurul, kendi oluşumu ile yayın izni ve lisansı vermeye başlayacağı tarihe kadar geçecek süre zarfındaki radyo ve televizyon yayınları rejimini ayrıca ve öncelikle düzenler.

Bu süre zarfında kullanılmakta olan kanal ve frekanslar,kullananlar için herhangi bir suretle müktesep hak teşkil etmezler. Ancak, Üst Kurul yayın izni verip kendilerine kanal ve frekans bandı tahsis edilen Radyo ve televizyonlara; yayına geçmeleri için kendilerine verilen süre sonuna kadar 29 uncu maddenin son fıkrasının son cümlesi tatbik edilmez.” hükmü yer almaktadır.

Dolayısıyla 6112 sayılı Kanunun geçici hükümlerindeki düzenlemelerinde uydu, kablo ve isteğe bağlı yayıncılık için kalıcı lisans rejimi öngörülmüştür.

C. Genel İzin Yetkisi Hukuki Sonuçları

a) 6112 sayılı RTÜK Kanunun getirdiği genel izin yetki usulünde izin verilmedikçe ilgili kişi veya kuruluşlar Radyo Televizyon faaliyeti yapamazlar. Zira Anayasa 26 ve 133. maddesi doğrultusunda çıkarılan Mülga 3984 sayılı Kanun ve halen yürürlükte olan Radyo ve Televizyon Yayınlarının Kuruluş ve Faaliyetlerini Düzenleyen 6112 sayılı Kanun ve ilgili mevzuatı bu konuda izin usulünü tercih etmiş, bir başka anlatımla yazılı medya faaliyetinde olduğu gibi bildirim usulüne yer vermemiştir52.

b) (Medya hizmet sağlayıcılar) yayıncı kuruluşlar her bir yayın tekniği ve ortamına ilişkin RTÜK’undan ayrı ayrı lisans almak, platform, multipleks, altyapı işletmecileri ve verici tesis ve işletim şirketleri RTÜK’ndan “yayın iletim” belgesi almak zorundadırlar.

belirterek açtığı davada, davacının Kurul başkanı ve vatandaş sıfatıyla kişisel, meşru ve güncel bir menfaat bağının bulunduğunun kabulü gerekmektedir.”, Danıştay 10. Dairesi’nin 20.05.2002 tarih, 2002/762 E., 2002/1675 K. sayılı kararı.52 6112 sayılı Kanun Mülga 3984 ve ilgi mevzuatında yer alan (Yönetmelik 79); Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Kanunları, Yönetmelikler ve diğer mevzuat hükümlerine uygun şekilde yayın yapacaklarını ve yayın ilke ve esaslarına bağlı kalacaklarına dair noter tasdikli taahhütname sunmak zorunda olduklarına ilişkin düzenlemelere yer vermemiş, böylece uygulamada işlevi olmayan ve haber alma özgürlüğü ile bağdaşmayan bir uygulamaya son vermiştir.

Abdülvahap Darendeli

290 Sayı 37 /Güz 2013

c) Radyo ve Televizyon kuruluşları, televizyon ihalesinin ardından 6112 sayılı Kanunun 26 ncı maddesinde yer alan kriterler ile Kanunun Geçici 4 üncü maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen takvim çerçevesinde, radyo frekansları için yapılacak sıralama ihalelerini kazanmaları halinde, RTÜK’nca verilecek yayın izni doğrultusunda 6112 sayılı Kanunda yer alan lisans tipi tanımlarına uygun olarak yayın faaliyetinde bulunabileceklerdir.

d) Bu nedenle, mülga 3984 sayılı Kanunun geçici 6 ve 6112 sayılı Kanunun geçici 4. maddesindeki düzenlemelere göre; 1995 yılında müracaatta bulunmuş olup da yayınlarına devam eden kuruluşların yayın alanlarını genişletmeleri (yargı kararları saklı kalmak kaydıyla), lisans tipini değiştirmeleri veya yayınlarına ara veren ya da 1995 yılından sonra başvuruda bulunan kuruluşlara da sıralama ihalesi dışında yayın izni verilmesi hukuken mümkün olmayıp, bu durum benzer durumdaki bütün yayıncı kuruluşlar için de geçerlidir.

e) Üst Kuruldan yayın lisansı almadan yayın faaliyetinde bulunmak (İstasyon Kurma ve İşletme)6112 sayılı Kanunun 33/1. maddesine göre gerçek ve tüzel kişilere adli ve idari yönden yaptırımı gerektirir.

Üçüncü Bölüm

6112 Sayılı Kanunun Getirdiği Yayın Lisans Rejimi

I. Kalıcı Lisans Rejimi

A. Uydu Ve Kablo Yayın Lisansı Rejimi

1. Yayın Ortam Ve Türlerine İlişkin Düzenlemeler

a) 6112 sayılı Kanunun 3. maddesinde;

Uydu ortamı: Yayın hizmetinin uydu kapasitesi vasıtasıyla alıcılara iletildiği ortamı,

Kablo ortamı: Yayın hizmetinin her türlü kablo altyapısı üzerinden abonelere iletildiği ortamı” şeklinde tanımlanmaktadır.

b) Uydu Yayınlar Yönetmeliği53’nin 4. maddesinin (p) bendinde;

Uydu yayın lisansı: Medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara, uydu ortamından yayın yapabilmeleri için Üst Kurulca verilen izin belgesi olarak tanımlanmaktadır.

Yine aynı Yönetmeliğin 3. Maddesinde;

o) Uydu platform işletmecisi: Çok sayıda uydu yayın hizmetini bir veya birden fazla sinyal hâline getirerek uydu ortamından şifreli ve/veya şifresiz olarak abonelerinin alacağışekilde iletimini sağlayan kuruluşu54,

53 15 Haziran 2011 Tarih ve 27965 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır.54 Türkiye’de televizyon yayıncılığı sektöründe Çukurova Grubuna ait (Digitürk), Doğan Grubuna ait (Dsmart) ve Feza Grubuna ait (TTNet) üç digital yayıncılık platformu bulunmaktadır.

Görsel-İşitsel Medya Özgürlüğü Uluslar Arası Düzenlemeleri

291 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

k) Set üstü cihaz: Uydu ortamından iletimi yapılan şifreli ve/veya şifresiz yayın hizmetlerinin, televizyon cihazları ve benzeri alıcılar tarafından alınmasını ve izlenmesini sağlayan cihazı,

c) Eş zamanlı yayın: Bir radyo veya televizyon programının uydu ortamı yanında diğer iletim ortamlarından da aynı anda iletimini,

b) DVB-S2: ETSI EN 302 307’de standartları yayımlanmış, uydu ortamından yüksek sıkıştırma ve iletim akışına sahip sayısal yayın teknolojisini,

a) DVB-S: ETSI EN 300 421’de standartları yayımlanmış, uydu ortamından doğrudan kamuya yönelik sayısal yayın teknolojisini ifade eder şeklinde tanımlanmaktadır.

2. YAYIN LİSANSI VE TÜRLERİNE İLİŞKİN DÜZENLEMELER

a) Uydu Yayın Lisansı Süresi

Uydu Yayınlar Yönetmeliği’nin 5. maddesinin 1. fıkrasına göre;

“Üst Kurul tarafından; uydu ortamından yayın hizmeti vermek üzere müracaat eden ve başvuru için gerekli bilgi ve belgeleri sunarak İdari ve Mali Şartlar Yönetmeliği ve bu Yönetmelikte belirtilen şartları yerine getiren medya hizmet sağlayıcı kuruluşlardan

- radyo yayını yapacak olanlara U-RD yayın lisansı,

- televizyon yayını yapacak olanlara U-TV yayın lisansı,

Aynı medya hizmet sağlayıcışirket ancak bir radyo, bir televizyon ve bir isteğe bağlı yayın hizmeti sunabilir ve bu hizmetler için ayrı ayrı yayın lisansı almak zorundadır.”

Yine aynı Yönetmeliğin 9. maddesine göre;

“Uydu ortamından yapılan yayınlarda uydu lisans süresi, uydu yayın lisans belgesinin düzenlendiği tarihten itibaren on yıldır. Lisans süresinin başlangıcı, uydu yayın lisans belgesinin düzenlendiği tarihtir.

Uygulamada RTÜK kararıyla uydu ortamından doğrudan kamuya yönelik radyo-TV yayını yapmak isteyen, Yönetmeliğin 7’nci maddesinde belirtilen bilgi ve belgeleri Üst Kurula ibraz eden, yapılan denetimde uydu ortamından radyo-TV yayın yapabilecek teknik alt yapıya sahip olduğu tespit edilen ve uydu yayın lisans ücreti birinci taksidini RTÜK hesabına yatıran kuruluşa – Uydu Yayın Lisans Belgesi” verilmektedir55.

b) Kablolu yayın lisansı belgesi ve süresine ilişkin düzenlemede

Kablolu Yayınlar Yönetmeliği56’nin 4. maddesi’ne göre;

j) Kablolu Yayın Lisansı:Medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara, kablo ortamından yayın yapabilmeleri için Üst Kurulca verilen izin belgesini ifade eder.

55 Ancak RTÜK’den yayın lisansı belgesi alan kuruluşun fiilen yayına geçmesi uydu ve kablo platform ve altyapı işletmecisi ile sözleşme yapmasına bağlıdır. Sözkonusu işletmeci TÜRKSAT UYDU HABERLEŞME KABLO TV VE İŞLETME A.Ş. ünvanlı T.C. Devletine ait kuruluştur.56 15 Haziran 2011 Tarih ve 27965 sayılı Resmi GaztedeRadyo ve Televizyon Üst Kurulu Kablolu Yayın Yönetmeliği yayımlanmıştır.

Abdülvahap Darendeli

292 Sayı 37 /Güz 2013

h) Kablolu yayın altyapı işletmecisi: Kablolu yayın hizmetlerinin iletilmesinde platform işletmecilerine altyapı hizmeti sağlayan ve bu altyapıyı işleten kuruluşu,

ı) Kablolu yayın platform işletmecisi: Üst Kuruldan kablolu yayın lisansı almış olan medya hizmet sağlayıcı kuruluşların yayın hizmetlerini bir veya birden fazla sinyal haline getirerek kablo ortamından şifreli ve/veya şifresiz olarak abonelerinin alacağışekilde iletimini sağlayan kuruluşu ifade eder57.

Yönetmeliğin 5. maddesine göre; (1) Üst Kurula kablo ortamından; kablolu radyo yayını (K-RD), televizyon yayını (K-TV) vermek üzere müracaat eden ve başvuru için gerekli bilgi ve belgeleri sunarak bu Yönetmelikte belirtilen şartları yerine getiren medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara Üst Kurulca kablolu yayın lisansı verilir. Aynı medya hizmet sağlayıcı şirket ancak bir radyo, bir televizyon ve bir isteğe bağlı yayın hizmeti sunabilir ve bu hizmetler için ayrı ayrı yayın lisansı almak zorundadır58.

Kablolu yayınlar yönetmeliği 4. maddesine göre; “Kablo ortamından yapılan yayınlarda kablolu yayın lisansı süresi yayın lisans belgesinin düzenlendiği tarihten itibaren 10 yıldır. Lisans süresinin başlama tarihi uydu lisans belgesinin düzenlendiği tarihtir.” Uygulamada RTÜK kararıyla; “Kablo ortamında doğrudan kamuya yönelik radyo-TV yayını yapmak isteyen, Yönetmeliğin 7’nci maddesinde belirtilen bilgi ve belgeleri üst kurula ibraz eden, yapılan denetimlerde kablo ortamında radyo-TV yayını yapabilecek teknik alt yapıya sahip olduğu tespit edilen ve kablolu yayın lisansı ücreti birinci taksidini RTÜK hesabına yatıran kuruluşa – KABLOLU YAYIN LİSANS BELGESİ” verilmektedir.

2. Uydu ve Kablo Lisans İptaline İlişkin Düzenleme

Uydu Yayın Yönetmeliği’nin ve Kablolu Yayın Yönetmeliği’nin 10. maddesine göre;

(1) Yayın lisansı verilmesi için Kanunda aranan şartlardan birinin kaybedilmesi halinde, ilgili medya hizmet sağlayıcı kuruluşa gerekli şartları yerine getirmesi için otuz günlük süre verilir. Verilen süreye rağmen istenen şartları yerine getirmeyen kuruluşun yayınlarıüç ay süreyle durdurulur. Bu süre zarfında şartın yerine getirilmemesi halinde ise, ilgili kuruluşun uydu yayın lisansı iptal edilir.

(2) Uydu (Kablolu) yayın lisansının verilmesi için gerekli şartlara uygunluğunu hile ile elde ettiği tespit edilen kuruluşun uydu yayın lisansı iptal edilir.

(3) Mücbir sebeplerle veya Üst Kurulca kabul edilecek nedenlerle geçerli (kablolu) yayın hizmetini yerine getiremeyen kuruluşların talepleri halinde uydu (kablolu) yayın lisansı iptal edilir.

(4) Uydu (kablolu) yayın lisansı olmadan veya iptal edilmesine rağmen yayınlarına devam eden kuruluşlar hakkında, Kanunun 33 üncü maddesi hükmü uygulanır.

(5) Uydu (kablolu) yayın lisansı olmasına rağmen, lisans tipi dışında yayın yapan ve izinsiz karasal verici tesis eden medya hizmet sağlayıcılar Üst Kurulca uyarılır, yapılan uyarıya rağmen izinsiz yayına devam edenler hakkında, Kanunun 33 üncü maddesi

57 Türkiye’de kamu ve özel radyo ve televizyon kuruluşları yayınlarını kablo üzerinden veren kablolu yayın altyapı ve platform işletmesi Türksat A.Ş. devlete aittir ve tekel durumundadır. Şirket hem alt yapı hem de yayın hizmeti vermekte dolayısıyla kablo üzerinden yayın yapacak koşulları da belirlemektedir.58 RTÜK İzin ve Tahsisler Dairesi Başkanlığı verilerine göre ülkemizde kablodan TV yayın lisansı olan kuruluş sayısı 129, kablodan radyo yayın lisansı olan kuruluş sayısı 1’dir.

Görsel-İşitsel Medya Özgürlüğü Uluslar Arası Düzenlemeleri

293 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

hükmü uygulanır.

B. İSTEĞE BAĞLI YAYINCILIK LİSANSIREJİMİ

6112 sayılı Kanun’da isteğe bağlı yayın hizmeti 3/h’de şu şekilde tanımlanmaktadır:

İsteğe bağlı yayın hizmeti: Programların kullanıcının seçtiği bir zamanda ve münferit isteği üzerine medya hizmet sağlayıcı tarafından düzenlenmiş bir program kataloğuna bağlı olarak izlendiği veya dinlendiği yayın hizmetini ifade eder59.

Kablolu Yayın ve Uydu Yönetmeliği’nin 4/g maddelerinde;

g) İsteğe bağlı yayın hizmeti: Programların kullanıcının seçtiği bir zamanda ve/veya münferit isteği üzerine medya hizmet sağlayıcı tarafından düzenlenmiş bir program kataloğuna bağlı olarak izlendiği veya dinlendiği yayın hizmetini ifade eder, şeklinde,

Medya Hizmet Sağlayıcı Kuruluşlar İle Platform Ve Altyapı İşletmecilerinin Uymaları Gereken İdari ve Mali Şartlar Hakkında Yönetmeliğinin 3/c maddesinde ise aynı tanımı tekrarlamaktadır.

Ayrıca bir düzenlemeye konu olmayan isteğe bağlı yayıncılık lisansları ile ilgili hükümler Uydu ve Kablolu Yayın Yönetmelikleri madde 5’de; (ayrı ayrı)

- isteğe bağlı yayın hizmeti verecek kuruluşlara U-İBYH yayın lisansı verilir60,

- isteğe bağlı yayın hizmeti (K-İBYH) vermek üzere müraccat eden kuruluşlara kablolu yayın lisansı verilir hükmü yer almaktadır61.

C. Karasal Yayın Lisansı Rejimi62

6112 sayılı Kanun Karasal yayın lisansı rejiminde uydu ve kablo lisans rejiminden farklı olarak özel (ticari) medya hizmet sağlayıcıları için sıralama ihalesi yoluyla verilmesini tercih etmiş, ayrıca sıralama ihalesine ön koşul olarak karasal frekans planlarının yapılıp bitirilmiş olması süreçlerini öngörmüş bulunmaktadır.

Kanunda öngörülen söz konusu süreçler sırasıyla;

1. Frekansplanlaması Süreci

Kelime anlamı olarak frekans planlaması, aynı frekansı kullanan vericilerin birbirine en az ne kadar uzaklıkta olması gerektiğini, bunların hangi özelliklerle (verici yeri, gücü, frekansı, anten yüksekliği, vb.) yayın yapması gerektiğini belirleme işlemine denir.63.

2008 yılında yürürlüğe giren 5809 sayılı Elektronik Haberleşme kanunu ile karasal 59 İsteğe bağlı yayıncılıkla ilgili müstakil bir Yönetmelik bulunmamakta ilgili düzenlemeler kablo ve uydu ve diğer Yönetmeliklerde yer almaktadır.60 RTÜK İzin ve Tahsisler Dairesi Başkanlığı verilerine göre; ülkemizde halen uydudan TV yayın lisansı olan kuruluş sayısı 255, uydudan radyo yayın lisansı olan kuruluş sayısı 83’tür.61 RTÜK İzin ve Tahsisler Dairesi Başkanlığı’nın 2013 yılı verilerine göre isteğe bağlı yayın lisansı olan kuruluşlar; D-Smart A.Ş., TTNT A.Ş., DIGITÜRK A.Ş. isimli medya kuruluşlarıdır.62 6112 sayılı Karasal Yayın Lisans Rejimi Sayısal Karasal Yayınlar için öngörmekte, sayısal yayıncılık ise; Sayısal kodlama ve modülasyon tekniği kullanılarak kablo, uydu, karasal ve benzeri ortamlardan yapılan yayın hizmeti olarak ifade edilmektedir.63 Bilgi Teknolojileri Kurumu Sektörel Araştırma ve Strateji Geliştirme Dairesi Raporu, s. 28, 29.

Abdülvahap Darendeli

294 Sayı 37 /Güz 2013

ortamdan yapılan radyo ve televizyon yayınları için frekans planlama yetkisi Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’ndan alınarak, Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna verilmiştir. 03.03.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un26/1. maddesinde;

“(1) Üst Kurul, millî frekans planında karasal radyo ve televizyon yayınları için 5/11/2008 tarihli ve 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanununun 36 ncı maddesine göre Üst Kurula tahsis edilen frekans bantları çerçevesinde televizyon kanal ve radyo frekans planlamalarını yapar veya yaptırır. Frekans planlarında ulusal, bölgesel ve yerel karasal yayın ağlarının sayıları ve türleri ile sayısal yayınlar için multipleks sayıları belirlenir.” hükmü,

09.11.2012 tarih ve 28462 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Karasal Yayın ve Sıralama İhalesi Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik hükümlerine uygun olarak RTÜK’nca 6112 sayılı Kanunla Üst Kurula verilen medya hizmet sağlayıcı (yayıncı) kuruluşlara yayın lisansı verme ve sınırlı bir doğal kaynak olan frekans spektrumunu planlama ve tahsis etme yetkisi çerçevesinde ve Kanunla belirtilen takvime uygun “Karasal Sayısal Televizyon Ulusal Frekans Planı” tamamlanmış ve Üst kurulun Web sayfasında yayımlanmış bulunmaktadır64.

2. Sıralama İhalesi Süreci

6112 sayılı Kanun’un geçici 4’üncü maddesinin 2’nci fıkrasında;

“(2) Bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren en geç iki yıl içinde Üst Kurulca karasal yayın lisanslarının verilmesi amacıyla sayısal televizyon multipleks kapasitesi65 sıralama ihalesi yapılır.” hükmü yer almaktadır. Yine aynı maddenin son cümlesine göre; Radyo yayınları için sıralama ihalesi, analog televizyon yayınlarının kapatılmasının ardından altı ay içinde yapılır. Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu da kendisine yapılan tahsisler çerçevesinde ve Üst Kurulca verilen süre içinde karasal radyo ve televizyon yayınlarını eski kullandığı kanal ve frekanslardan tahsis edilen kanal, multipleks kapasitesi ve frekanslara taşır.

6112 sayılı Kanun Madde 26/4’deki düzenlemeye göre;

“(4) Sıralama ihalesine, radyo ve televizyon yayın şirketi olarak kurulan, radyo ve televizyon yayıncılık alanında en az bir yıl faaliyette bulunan, ihale şartnamesinde belirtilen ön şartları yerine getiren ve Üst Kuruldan ihaleye girmek için yeterlilik belgesi alan medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar katılabilir.”

09.11.2012 tarih ve 28462 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe gören Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Karasal Yayın ve Sıralama İhalesi Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 6. maddesinde;

“(1) Yayın lisans tipi, türü, tekniği ve sayıları, Üst Kurul tarafından onaylanan frekans planları esas alınarak Üst Kurulca belirlenir ve Resmi gazete ile Üst Kurulun

64 Bkz. http://http://www.rtuk.org.tr.65 Multipleks kapasitesi 6112 sayılı Kanunun 3. maddesinin (o) bendinde; “o)Multipleks kapasitesi: VHF, UHF veya FM radyo frekans bantlarında, karasal televizyon veya radyo yayınları için kullanılan multipleksin içinden bir sayısal yayının iletimi için ayrılan kapasiteyi ifade eder.” şeklinde tanımlanmaktadır.

Görsel-İşitsel Medya Özgürlüğü Uluslar Arası Düzenlemeleri

295 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

internet sitesinde ilan edilir. Hangi temalarda yayın lisansı verileceği de ilanda belirtilir. (2) İlan ile birlikte asgari otuz gün süre belirlenerek yayın lisans başvurularının yapılması istenir.”;

11. maddesinde; “(1) Sıralama ihalesi, asgari yayın lisans ücretleri üzerinden her lisans tipi, türü ve tekniği için ayrı ayrı teklif almak suretiyle yapılır. (2) Bir medya hizmet sağlayıcı kuruluş televizyon yayını için bir lisans, radyo yayınları için bir lisans olmak üzere karasal ortamdan en fazla iki yayın lisansına sahip olabilir. Sıralama ihalesi şartnamesi bu esasa göre hazırlanır.

12. maddesinde, “(1) Sıralama ihalesine, radyo ve televizyon yayın şirketi olarak kurulan, radyo ve televizyon yayıncılık alanında en az bir yıl faaliyette bulunan ihale şartnamesinde belirtilen ön şartları yerine getiren ve Üst Kuruldan ihaleye girmek için yeterlilik belgesi alan medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar katılabilir.” kuralları getirilmiştir.

3. Tahsis ve Karasal-Sayısal Yayın Lisansı Verilmesi Süreci

6112 sayılı Kanun Madde 26/5;

“(5) Karasal radyo yayınları için frekans planları esas alınarak yapılacak sıralama ihalesi sonucuna göre medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara radyo frekansı veya multipleks kapasitesi tahsis edilir. Sayısal televizyon frekans planı esas alınarak yapılacak sıralama ihalesi sonucuna göre medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara multipleks kapasitesi tahsis edilir. Yapılan tahsiste sunulacak yayın hizmetinin kapsama alanı, yayın türü ve kapasitenin yer alacağı multipleks belirtilir. Karasal yayın lisansı alan kuruluşlar en geç iki yıl içinde kendilerine tahsis edilen kanal, multipleks kapasitesi veya frekansların tümünden yayına geçmek zorundadır.” hükmünü içermektedir.

RTÜK Karasal Yayın ve Sıralama İhalesi Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliği’n 11’nci maddesinin 3. fıkrasında ise; “(3) Yapılacak sıralama ihalesi sonucuna göre karasal yayın lisansı alacak olan kuruluşlara radyo frekansı ve/veya multipleks kapasitesi tahsisi yapılır. Yapılan sıralama ihalesi sonucunda, ihaleye katılan ve teklif veren kuruluşlar verdikleri en son teklif miktarı esas alınarak sıralanır ve kuruluşa yer aldığı bu sıraya göre;

a) Televizyon yayın lisansı için başvuru yaptığı lisans tipi, türü ve tekniğine göre her bir verici yerindeki multipleks kapasitesini,

b) Radyo yayın lisansı için başvuru yaptığı lisans tipi, türü ve tekniğine göre yayın yapabileceği her bir verici yerindeki yayın frekansını,

c) İhale sonucu oluşacak sıralamaya göre, kuruluş yayınlarının set üstü kutu veya tümleşik alıcı cihazlarındaki sıralama numarasını, seçme önceliği verilir.

Sayısal yayıncılık, sperkturumun daha verimli kullanılması “sayısal pay” (DigitalDividen) olarak isimlendirilen belirli bir miktar frekans kapasitesinin boşa çıkması ve yeni servisler için kullanılabilmesi anlamına gelmektedir. ITU tarafından oluşturulan sayısal TV Avrupa’da yayın standardı (DUB) karasal vericilerden (DVB-T) uydu için (DVB-S) kablo için (DVB-C) olarak uygulanmaktadır66.

66 YİĞİT, Yasin; “Sayısal Karasal Televizyon Yayıncılığının Planlanmasına İlişkin Kriterler”, RTÜK Uzmanlık

Abdülvahap Darendeli

296 Sayı 37 /Güz 2013

4. Karasal Yayın Lisans İptaline İlişkin Düzenleme

Karasal Yayın ve Sıralama İhale Yönetmeliği’nin 31. maddesine göre;

(1) Yayın lisansı verilmesi için Kanunda ve bu Yönetmelikte aranan şartlardan birinin kaybedilmesi halinde, ilgili medya hizmet sağlayıcı kuruluşa gerekli şartları yerine getirmesi için otuz günlük süre verilir. Verilen süreye rağmen istenen şartları yerine getirmeyen kuruluşun yayınları üç ay süreyle durdurulur. Bu süre zarfında şartın yerine getirilmemesi halinde ise, ilgili kuruluşun karasal yayın lisansı iptal edilir.

(2) Yayın lisansının verilmesi için gerekli şartlara uygunluğunu hile ile elde ettiği tespit edilen kuruluşun yayın lisansı iptal edilir.

(3) Mücbir sebeplerle veya Üst Kurulca kabul edilecek nedenlerle yayın hizmetini yerine getiremeyen kuruluşların talepleri halinde yayın lisansı iptal edilir. Bu durumda kalan süreye ilişkin yayın lisans ücreti iade edilir.

(4) Karasal yayın lisansı olmadan veya iptal edilmesine rağmen yayınlarına devam eden kuruluşlar hakkında, Kanunun 33 üncü maddesi hükmü uygulanır67.

E. Kalıcı Lisans Rejimi Ortak Düzenlemeleri

1. Yayın Lisansı Türleri ve Süresine İlişkin Hükümler

Yayın lisansı türleri, süresi ve devirTezi, Ankara 2012, s. 5.67 Mülga 3984 sayılı Kanunda yer alan benzer düzenlemeler nedeniyle lisans iptaline ilişkin idare mahkemesi kararında;“Dava dosyasının incelenmesinden; "RADYO DAMLA" isimli yerel radyonun sahibi olan davacı şirketin (eski ünvanı: Gökçebey Mesut FM Radyo TV) hissedarlarından Serdar AYDOGAN'ın vefatı üzerine, davalı idarece yeni ortaklık yapısıyla ilgili belgelerin 15 gün içinde Üst Kurula gönderilmesinin istenildiği, davacı kuruluş tarafından gönderilen cevabi yazıda; hisse devrine konu Serdar AYDOGAN'ın mirasçılarının mirası reddettiği ve radyoyla ilgili tedbir kararı bulunduğu belirtilerek süre uzatımı talebinde bulunulduğu, Kurulumun söz konusu yazısı ekinde yer alan belgelerden, Serdar AYDOGAN mirasçılarının mirası reddinin, Karadeniz Ereğli Sulh Hukuk Mahkemesinin 10.08.2006 gün ve E:2006/328, K:2006/422 sayılı kararıyla tesciline karar verildiği tespit edilmiş olup, karar tarihinden bu yana Serdar AYDOGAN'ın hisse devrinin yapılmadığı, yayıncı kuruluşun diğer hissedarlarının 4 kişiden oluştuğu, bu haliyle T.T.K.'nun ' Anonim Şirket en az 5 pay sahibinden oluşur" hükmünün ihlâl edildiği; sayısal eksikliğin verilen süreye rağmen giderilmediği, daha sonra davacı kuruluşun, 13/08/2009 tarih ve 20838 RTÜK Evrak No'lu yazısı ile Yönetim Kumlu Başkanı İbrahim TEKİNEŞ ve üyeleri Yüksel KIRDAR ve Ufuk KARTAL'ın yer aldığı Türkiye Ticaret Sicil Gazetesini, İbrahim TEKİNEŞ'in imza yetkisine ilişkin imza sirkülerini, gelir tablolarını ve 2009 yılına ait Reklâm Gelirleri Üst Kurulu Beyannamesini Üst Kurula gönderdiği, bunun üzerine davacıdan 27/08/2009 tarih ve 11079 sayılı yazı ile hisse devrine ilişkin eksikliklerin giderilmesinin tekrar istenildiği, davacı kuruluşun Ust Kurula gönderdiği 08/06/2010 tarih ve 13340 sayılı cevabi yazısında; "Gökçebey Mesut FM Radyo ve Televizyon Yay. A.Ş. unvan ve "Radyo Damla" logosuyla yayın yapan şirketin el değiştirdiği; yeni yönetim kurulunun Ticaret Kanunu hükümleri çerçevesinde şirket organları oluşmadığından dolayı seçilemediği, Şirketin yeni yönetim kurulunun kayyum atanması ile birlikte oluşacağı ve Üst Kurula derhal bildirileceği" belirtildiği, ancak davacı yayın kuruluşunca 2007 yılından beri süre gelen hisse devri ile ilgili eksikliğin verilen sürelere rağmen giderilmediği anlaşılmaktadır.Mahkememizin 18/07/2012 tarihli ara kararıyla, davacından; "RADYO DAMLA" adlı yerel radyonun yayın lisans ve izninin iptali sonrası işlemin tesisine esas olan evrak eksikliklerinin giderilip giderilmediğinin, eğer giderildi ise yeniden yayın lisans ve izin başvurusu yapılıp yapılmadığının sorulduğu, gelen cevabi yazıdan, bu eksikliğin halen giderilmediği görülmektedir.Bu durumda, verilen sürelere rağmen ilgili mevzuatta öngörülen yükümlülüklerini yerine getirmeyen davacı şirkete ait yerel radyonun yaym lisans ve izninin iptali yolundaki dava konusu işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmamaktadır” denilmektedir. Ankara 16. İdare Mahkemesi’nin 31.10.2012 tarih, 2011/775 E., 2012/1790 K. sayılı kararı.

Görsel-İşitsel Medya Özgürlüğü Uluslar Arası Düzenlemeleri

297 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

MADDE 27 – (1) Medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar, kablo, uydu, karasal ve benzeri ortamlardan yayın yapabilmeleri için her bir yayın tekniği ve ortamına ilişkin Üst Kuruldan ayrı ayrı lisans almak zorundadır. Lisansın hangi yayın tekniği ve ortamına ilişkin verildiği lisans belgesinde açıkça belirtilir. Farklı yayın teknikleri ve ortamlarından aynı anda yayın yapmak isteyen kuruluşlar, her yayın tekniği ve ortamı için ayrı lisans almak ve eş zamanlı yayın yapmak zorundadır.

2. Yayın İletim Yetkisine İlişkin Hükümler

6112 sayılı Kanun’un 3. maddesine göre;

Yayın iletim yetkisi:Multipleks, platform ve altyapı işletmecisi kuruluşlar ile verici tesis ve işletim şirketine radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmetlerini iletebilmeleri için Üst Kurulca verilen yetkilendirme belgesini,

Altyapı işletmecisi: Yayın hizmeti iletim altyapısını işleten kuruluşu,

Verici tesis ve işletim şirketi: Karasal ortamdan yayın yapmak üzere lisans alan medya hizmet sağlayıcılarının yayınlarının karasal verici istasyonlarından iletimini sağlamak için gerekli tesisleri kuran ve işleten kuruluşu,

Platform işletmecisi: Çok sayıda yayın hizmetini bir veya birden fazla sinyal hâline getirerek uydu, kablo ve benzeri ortamlardan şifreli ve/veya şifresiz olarak izleyicinin doğrudan alacağı şekilde iletimini sağlayan kuruluşu,

6112 sayılı Kanunun 28. maddesine göre; multipleks işletmecileri

MADDE 28 –(3) Multipleks işletmecileri, Üst Kurulca durdurulmasına karar verilen yayınların iletimini Üst Kurul kararının tebliğini takiben derhal durdurmak zorundadır. Yapılan tebliğe rağmen bu yayınları iletmeye devam eden multipleks işletmecilerinin yayın iletim yetkisi, Üst Kurul tarafından iptal edilir ve bu durum Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna bildirilir.

6112 sayılı Kanunun 29. maddesine göre; platform işletmecileri ve yayın hizmeti iletimi yapan altyapı işletmecileri

MADDE 29 – (3) Platform ve altyapı işletmecileri, Üst Kuruldan yayın lisansı almayan veya yayın lisansı iptal edilen medya hizmet sağlayıcılar ile Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu uluslararası andlaşmalar ve bu Kanun hükümlerine aykırı yayın yaptığı Üst Kurulca tespit edilen bir başka ülkenin yargı yetkisi altındaki medya hizmet sağlayıcılarının yayın hizmetlerinin iletimini, Üst Kurul kararının tebliğini müteakiben durdurur. Tebliğe rağmen yayın hizmetlerinin iletimini durdurmayan işletmecinin yayın iletim yetkisi iptal edilir ve bu durum Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna bildirilir.

Ayrıca madde 29 doğrultusunda Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nca çıkarılan Yurtdışı Kaynaklı Radyo TV yayınlarıYönergesi’nin 4. maddesi;

“(1) 6112 sayılı Kanunun 2‘nci maddesinin kademeli uygulanması sonucunda, Türkiye Cumhuriyetinin yargı yetkisinde olduğu belirlenen ve Türkiye Cumhuriyetine

Abdülvahap Darendeli

298 Sayı 37 /Güz 2013

ait uydulardan ve/veya kablo ortamından kapasite kullanarak Türkiye’ye yönelik yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşların; 6112 sayılı Kanun ve ilgili yönetmeliklerde yer alan şartları yerine getirerek Radyo ve Televizyon Üst Kurulundan yayın lisansı almaları, Üst Kurul mevzuatında öngörülen diğer yükümlülükleri yerine getirmeleri ve ticari iletişim gelirlerinden Üst Kurul payını ödemeleri gerekir.

(3) Başka bir ülkenin yargı yetkisi altındaki medya hizmet sağlayıcı kuruluş tarafından yayınlanan radyo, televizyon veya isteğe bağlı yayınların alınarak ve ticari iletişim yayınları da dahil ilave program koymak suretiyle yayın içeriğini değiştirerek Türkiye Cumhuriyetine ait uydulardan ve/veya kablo ortamından tekrar yayınlamak için yayını yapacak kuruluşun, medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara ilişkin olarak 6112 sayılı Kanun ve ilgili yönetmeliklerde yer alan şartları yerine getirerek Radyo ve Televizyon Üst Kurulundan yayın lisansı alması, Üst Kurul mevzuatında öngörülen diğer yükümlülükleri yerine getirmesi ve ticari iletişim gelirlerinden Üst Kurul payını ödemesi gerekir.” hükmünü getirmektedir.

“MUSİC TÜRK” ekranlarında yayınlanan mesajların hemen hemen tamamının Türkiye’den gönderildiği, il adları verilmesinden açıkça anlaşılmaktadır. Medya Hizmet Sağlayıcının yayın dilinin Türkçe olması, reklâmı yapılan FORMAN, NİCDIR ve TRİM FAST adlı ürünlerin siparişi için verilen telefon numarasının Türkiye merkezli olması ve mesajların genel olarak Türkiye’den gönderilmesinin MUSİC TÜRK yayın kuruluşunun yayınlarının Türkiye’ye yönelik olduğunu açıkça gösterdiği anlaşılmaktadır.

Bu nedenle, Radyo ve Televizyon Üst Kurulundan alınmış yayın lisansı bulunmayan, MUSİC TÜRK logosuyla yayın yapmakta olan Kuruluş’un, 6112 sayılı Kanun’un 29 uncu maddesinin üçüncü fıkrası hükmü gereği TÜRKSAT’taki iletiminin durdurulmasına ve iletimine devam etmesi halinde ilgili alt yapı işletmecisi hakkında 6112 sayılı Kanuna göre işlem yapılmasınakarar verildi”68denilmektedir.

Aynı doğrultuda 21.02.2012 tarihli Üst Kurul toplantısında “RİBAT RADYO”, SAMANYOLU HABER”, “PARK FM”, “SEMERKAND”, “RADYO SEYMEN” isimli kanallar için de aynı gerekçe ile 29/3’e göre işlem yapılarak yayın iletiminin durdurulmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. 69

RTÜK sözkonusu kararlar doğrultusunda Ofcom veya diğer üst kurullardan lisanslı ancak RTÜK lisansı bulunmayan 14 yayın kuruluşuRTÜK yayıncı siciline işlenerek lisanslı hale gelmiştir70.

3. Yayın Lisansı Sahibi Kuruluşlar Hisse Ve Şirket Devrine İlişkin Hükümler

Hisse, şirket devri ve birleşme

MADDE 20 – (1) Yayın lisansı verilen bir anonim şirketin hisse devirleri, devir tarihinden itibaren otuz gün içinde, ortakların ad ve soyadları ile hisselerin devri sonucunda oluşan ortaklık yapısı ve oy payları hakkındaki bilgilerle birlikte Üst Kurula bildirilir.

68 Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun 26.09.2012 tarih ve 53 nolu toplantısında alınan 36 nolu karar.69 Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun 21.02.2013 tarih ve 12 nolu toplantısında alınan 0207 nolu karar.70 RTÜK İzin ve Tahsisler Dairesi Başkanlığı’nın verilerine göre sözkonusu 14 kuruluş: A9TV, G.Antep Olay TV, Hayat TV, MMCTÜRK, Akıllı TV, IMC TV, Kanal 34, Kanal 99, One Damla TV, Sebil TV, Denge TV, TVT, Yurdum TV, Bahar TV’dir.

Görsel-İşitsel Medya Özgürlüğü Uluslar Arası Düzenlemeleri

299 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

(2) Şirket devir veya birleşme işlemlerinden önce Üst Kuruldan gerekli bilgi ve belgelerle izin alınması ve devir veya birleşme işleminin gerçekleşmesinden sonra otuz gün içinde Üst Kurula bildirimi zorunludur.

(3) Hisse devri, şirket devri ve birleşme işlemleri sonucunda oluşacak şirket yapısında bu Kanunda öngörülen hususlara aykırılık bulunması hâlinde, Üst Kurulun doksan günü geçmemek üzere vereceği süre içinde bu aykırılığın giderilmesi zorunludur. Aksi hâlde ilgili medya hizmet sağlayıcı kuruluşların yayın lisansı iptal edilir.

(4) Birleşme, devralma ve nama yazılı olan hisselerin devirlerinde 19 uncu madde hükümleri, 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu ve ilgili mevzuat hükümleri ile 7/12/1994 tarihli ve 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun hükümleri saklıdır.

4. Yayın Lisans Sahibi Kuruluşların Logo ve Çağrı İşaretlerine İlişkin Hükümler

Logo ve çağrı işareti

MADDE 21 – (1) İlgili mevzuata uyulması ve kamu düzeni ve genel ahlaka aykırı olmamak şartıyla, her türlü ad ve bu adı tasvir eden blok grafikler logo olarak; sesli duyurular ise çağrı işareti olarak kullanılabilir. Logo ve çağrı işaretlerinin Üst Kurul nezdinde tescili zorunludur. Medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar, logo ve çağrı işaretlerini Üst Kurul izni ile değiştirebilirler.

5. Genel Ve Tematik İçerikli Yayın Lisanslarına İlişkin Hükümler

6112 sayılı Kanunun 3. maddesine göre;

y) Tematik yayın: Günlük yayın süresinin en az yüzde yetmişini haber, belgesel, eğitim, ekonomi, kültür, tarih, spor, müzik, sinema, dizi film, pazarlama veya benzeri konularda olmak üzere sadece belli bir türe veya genel izleyici kitlesi dışında belli bir izleyici kesimini hedef alan programlara ayıran yayını ifade eder.

6112 sayılı Kanunun 14. maddesine göre;

“(1) Yayın hizmetlerinde, genel veya tematik içerikli yayın yapılabilir. Medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar yayın lisansı başvurusu sırasında yayınlarının türünü Üst Kurula yazılı olarak bildirir. Üst Kurul tarafından bu kuruluşlara verilecek yayın lisans belgesinde yayının türü açıkça belirtilir.

(2) Yayın hizmetlerinin Üst Kurula bildirilen türde ve seçilen dilde yapılması zorunludur. Yayın türü talep üzerine Üst Kurulun izniyle değiştirilebilir.

6. Lisans İptali Ve Yaptırımlarına İlişkin Hükümler

6112 sayılı Kanun’un 32. Maddesinin 6 ve 7. fıkralarında;

(6) Yayın lisansı verilmesi için bu Kanunda aranan şartlardan birinin kaybedilmesi halinde, ilgili medya hizmet sağlayıcı kuruluşa bu şartı yerine getirmesi için otuz günlük süre verilir. Verilen süreye rağmen şartı yerine getirmeyen kuruluşun yayınları

Abdülvahap Darendeli

300 Sayı 37 /Güz 2013

üç ay süreyle durdurulur. Bu süre zarfında şartın yerine getirilmemesi halinde ise, ilgili kuruluşun yayın lisansı iptal edilerek kanal ve frekans kullanımına son verilir.

(7) Yayın lisansının verilmesi için gerekli şartlara uygunluğunu hile ile elde ettiği tespit edilen kuruluşun yayın lisansı iptal edilir. Yayın lisansı iptal edilmiş olan kuruluştan alınmış olan yayın lisans bedeli ile kanal ve frekans yıllık kullanım bedeli iade edilmez.

düzenlemesi yer almaktadır.

7. Lisanssız Ve İzinsiz Yayınlara İlişkin Düzenleme

6112 sayılı Kanunun 33. maddesine göre;

(1) Üst Kuruldan yayın lisansı almadan veya yayınları Üst Kurul tarafından geçici olarak durdurulmasına ya da yayın lisansı iptal edilmesine rağmen yayın yapan gerçek kişiler ile tüzel kişilerin yönetim kurulu üyeleri ve genel müdürü, bir yıldan iki yıla kadar hapis ve bin günden beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Tüzel kişiler hakkında ayrıca 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 60 ıncı maddesindeki güvenlik tedbirleri uygulanır. İzinsiz olarak faaliyetine devam eden yayın cihaz ve tesisleri Üst Kurulca mühürlenerek kapatılır.

(2) Yayın lisansı olmasına rağmen lisans tipi dışında yayın yapan ve izinsiz verici tesis eden medya hizmet sağlayıcılar Üst Kurulca uyarılır, yapılan uyarıya rağmen izinsiz yayına devam edenler hakkında birinci fıkra hükmü uygulanır.

II. Karasal Yayın Lisans Geçici Rejimi

A.Geçici Rejime İlişkin Düzenlemeler

Kanunun Geçici 4Ve Mülga 3984/6

Geçici Madde - 4 (1)

“Üst Kurulca sıralama ihalesi yapılıp, karasal yayın lisansları verilene kadar geçecek süre içerisinde, sadece 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunun geçici 6 ncı maddesi uyarınca karasal ortamda yayında olan radyo ve televizyon kuruluşları, Üst Kurulca yayın yapmalarına müsaade edilmiş olan yerleşim yerleri ile sınırlı olmak kaydıyla, yayınlarına devam ederler71.

3984 sayılı Kanunun geçici 6. maddesinde ise;

“Üst Kurul, kendi oluşumu ile yayın izni ve lisansı vermeye başlayacağı tarihe kadar geçecek süre zarfındaki radyo ve televizyon yayınları rejimini ayrıca ve öncelikle düzenler.

Bu süre zarfında kullanılmakta olan kanal ve frekanslar,kullananlar için herhangi bir suretle müktesep hak teşkil etmezler.

6112 sayılı Kanun geçici 4. Maddesindeki düzenlemede yer alan sıralama ihalesi 71 RTÜK İzin ve Tahsisler Dairesi Başkanlığı’nın verilerine göre ülkemizde halen ulusal TV yayıncı sayısı 22, karasal bölgesel TV yayıncı sayısı 14, yerel TV yayıncı sayısı 184 olmak üzere toplam 220’dir. Ülkemizde halen ulusal radyo yayıncısı sayısı ise 33, yerel radyo yayıncı sayısı 837, bölgesel radyo yayıncı sayısı 80 olmak üzere toplam 950’dir.

Görsel-İşitsel Medya Özgürlüğü Uluslar Arası Düzenlemeleri

301 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

yapılıp karasal yayın lisansları verilene kadar geçecek süreye ilişkin geçiş hükümleri ile getirilen ve öngörülen izin sistemi, geçici izin rejimidir72.

B. Karasal Analog Yayından Karasal Sayısal Yayına Geçişe İlişkin Düzenleme

a)Geçici 4/2

Kanal ve frekanslarla ilgili geçiş hükümleri

Geçici Madde 4 –

(2) Bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren en geç iki yıl içinde Üst Kurulca karasal yayın lisanslarının verilmesi amacıyla sayısal televizyon multipleks kapasitesi sıralama ihalesi yapılır. Sıralama ihalesinde karasal sayısal televizyon multipleks kapasitesi tahsisine hak kazanan kuruluşlardan bir bölümüne, ihaledeki sıraları ve analog kanal kapasitesi dikkate alınarak en fazla iki yıl süreyle sayısal yayının yanı sıra analog televizyon yayını yapmalarına da imkân tanınır. Tahsisi müteakip en geç iki yıllık süre sonunda analog karasal televizyon yayınları ülke genelinde tümüyle sonlandırılır ve analog karasal televizyon yayınları durdurulur73.

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Karasal Yayın ve Sıralama İhalesi Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik’te;

Sayısal yayına geçiş dönemi

Geçici Madde 1 – (1) Karasal sayısal yayına geçiş uygulama takvimi Üst Kurulca hazırlanır.

(2) Geçiş döneminde analog televizyon yayınlarına devam edecek kanal sayısını belirlemek üzere Üst Kurulca geçiş dönemi analog televizyon uygulama planı hazırlanır. Sıralama ihalesi sonucuna göre bu Planda öngörülen analog televizyon kanal sayısı kadar yayıncıya, analog yayınlarına devam etmesine izin verilir.

(3) Türkiye Radyo-Televizyon Kurumunun mevcut analog yayınlarından ne kadarının geçiş döneminde her bir verici istasyonunda yayın yapabileceğine, istasyon yerlerindeki analog kanal sayısı dikkate alınarak, ihale öncesinde Üst Kurulca karar verilir ve Türkiye Radyo-Televizyon Kurumuna bildirilir.

72 3984 sayılı Kanuna göre ayrıca ve öncelikle düzenlenen hüküm doğrultusunda çıkarılan Yönetmelik düzenlemesi ise daha sonra Danıştayca iptal edilmiştir. Bu Yönetmeliğin ek 11. maddesinin (1), (2), (3), (4) ve (5) no’lu bentleri ile Ek 13. maddesinin (3) nolu bendinin iptali ve yürütülmesinin durdurulması istemiyle açılan davada, Danıştay 10. Dairesinin 22.10.2004 tarih ve E:2004/7923 sayılı kararı ile;3984 sayılı Yasa’nın geçici 5. ve 6. Maddesinde öngörülen televizyon yayıncılığına başlamış olanların yeni hukuki duruma intibakını sağlama ve yayın izni ve lisansı vermeye başlanılacak tarihe kadar geçecek süre içindeki radyo ve televizyon yayınlarını düzenleme amacını aşar nitelikte olduğu, bazı yayıncı kuruluşlara ayrıcalık ve olanaklar tanınmasını öngörerek yeni fiili durumlar yaratırken, bazı yayın kuruluşlarına da yapılacağı tarih belli olmayan ihaleye kadar izin vermemek suretiyle eşitsizliklere yol açtığı gerekçesiyle Yönetmeliğin dava konusu edilen kısımlarının yürütülmesinin durdurulmasına karar verildiği; bu karara yapılan itirazın ise İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 17.03.2005 tarih ve İtiraz No: E:2005/116 sayılı kararı ile reddedildiği anlaşılmaktadır.73 Bu tarih ülkemiz için RTÜK’nca 2015 olarak planlanmıştır.

Abdülvahap Darendeli

302 Sayı 37 /Güz 2013

C. Geçici Rejime İlişkin Yaptırımlar

6112 sayılı Kanun’un geçici 4. maddesine göre;

(3) Bu madde uyarınca Üst Kurulca yayınları durdurulan kuruluşların yayınlarına izinsiz olarak devam etmeleri durumunda bu kuruluşlar hakkında, 33 üncü maddenin birinci fıkrası uyarınca işlem yapılır.

(4) Karasal yayın lisanslarının verilmesinin ardından mevcut verici tesisleri özel medya hizmet sağlayıcılar tarafından kaldırılır veya tarafların mutabık kalacakları bir bedel karşılığında verici tesis ve işletim şirketine devredilir. Verici tesis ve işletim şirketi tarafından devralınmayan verici tesisleri Üst Kurulca yapılacak uyarının ardından üç ay içinde kaldırılır. Verilen süre içinde kaldırılmayan ve faaliyetine devam eden verici tesisleri Üst Kurulca mühürlenerek kapatılır.

Iıı.Yayın Lisansı İzin Rejimine İlişkin Yargı Kararları – Karar Sonuçları

A. Lisans Taleplerinin Hangi Sürede Sonlandırılacağına İlişkin Yargı Kararı

Üst Kurulca lisans taleplerine ilişkin olarak ne kadar sürede karar verileceği yasa ve yönetmelikte belirlenmemiştir. Bu konuda genel usul kuralı da bulunmamaktadır. Taleplerin açıkça reddi veya zımni reddi halinde bu konu yargıya intikal etmekte ve yargı kararları devreye girmektedir. Bu nedenle sözkonusu yargı kararı ilk olması da göz önünde bulundurularak aşağıya alınmıştır.

Nitekim Ankara 13. İdare Mahkemesi’ne konu olan bir davada;

Bu durumda; ön şartları yerine getirmiş müracaatçı kuruluşlara, tarafsızlık ve hakkaniyet ölçüleri dahilinde yayın izni ve lisans vermekle görevlendirilen davalı idare tarafından, davacı şirketin uydu radyo yayın lisans ve izni verilmesi istemiyle yaptığı başvurunun, 3984 sayılı Kanun ve Uydu Yayını Lisans ve İzin Yönetmeliğinin 16. maddesi dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekirken, hukuken haklı ve geçerli bir sebep olmaksızın, uydu lisans ve izin başvurularının değerlendirilmesine ilişkin kriterleri tespit etmek için oluşturulan komisyonun çalışmalarının devam ettiği ileri sürülerek reddine ilişkin işlemde eşitlik ilkesine ve hukuka uyarlık bulunmamaktadır.” denilmek suretiyle dava konusu işlem iptal edilmiştir74.

B. Yayıncılık Sıralama İhalesi Sürecinin Öncelikle İhale Şartnamesinin Hazırlanmasına İlişkin Yargı Kararı

“Dosyadaki bilgi ve belgeler bu kapsamda değerlendirildiğinde, 6112 sayılı Kanun ve ilgili mevzuat uyarınca ihaleye sadece yeterlilik belgesini alacakların katılabileceğinin hükme bağlandığı dikkate alındığında, önce ihaleye katılacakların belirlenerek sonra belirlenen bu kişilere yönelik olarak ihale şartnamesinin hazırlanmasının açıklık, güvenirlik, şeffalık ve rekabet ilkelerine dolayısıyla hukuka aykırı olduğu anlaşıldığından, aksi yönde tesis olanan dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” denilmektedir75.

74 Ankara 13. İdare Mahkemesi’nin 16.06.2011 tarih, 2011/1189 E., 2011/1002 K. sayılı kararı.75 Ankara 8. İdare Mahkemesi’nin 11.07.2013 tarih, 2013/495 E. sayılı YD kararı.

Görsel-İşitsel Medya Özgürlüğü Uluslar Arası Düzenlemeleri

303 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

C. İhaleye Katılma Hakkının Kısıtlanmasının Hukuka Aykırı Olduğuna Dair Karar

İhale ilanına dayanak olarak alman Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun 20.11.2012 tarih ve 2012/63 toplantı sayılı kararı ile 05.12.2012 tarih ve 2012/66 toplantı sayılı kararlarında temaların haber, spor belgesel ve eğitim/kültür konuları ile sınırlandırıldığı, bunun ise hem ihaleye katılacak katılımcı sayısının düşmesine (dolayısıyla rekabetin azalmasına), hem de diğer konularda yayın yapan kişilere Kanun ve Yönetmelik tarafından verilen ihaleye katılma hakkının hukuka aykırı şekilde davalı idarece kısıtlanmasına sebep olduğu anlaşıldığından, dava konusu işlemin bu yönüyle de hukuka uygun olmadığı sonucuna varılmıştır.”76denilmektedir.

D. Geçiş Dönemine Ait Düzenlemeler Sürekli ve Kalıcı Olamayacağına İlişkin Yargı Kararı

“Yasal düzenlemeler ve hukukî durum karşısında, mevcut geçici durumun sürekli ve kalıcı bir nitelik kazanmasının amaçlanmadığı, sıralama ihalesi yapılarak kanal ve frekans tahsislerinin bu ihale sonucunda dağıtımı yapılmadığı sürece davalı idarenin Kanun’un geçiş dönemi hükümlerini herkese eşit şekilde uygulama zorunluluğu bulunduğu, aksi bir uygulamanın ihale suretiyle kanal ve frekans tahsislerinin yapılmayarak geçiş döneminin devamına yol açacağı, fiilen yayınlarına devam eden kuruluşlarla yayın yapmak isteyen kuruluşlar arasında eşitsizlik yaratacağı ve yapılacağı tarih belli olmayan ihale nedeniyle yayın hakkının sınırlandırılmasına neden olacağı, bu durumda davalı idarenin yayın kuruluşluna ulusal düzeyde yayın izni verilmesini engelleyecek hukuken geçerli ve haklı bir nedeninin bulunmadığı gerekçesiyle, davacı şirket tarafından yerel lisans tipinin ulusal radyo lisansı olarak değiştirilmesi istemiyle yaptığı başvurusunun reddine ilişkin dava konusu işlemin iptaline karar verilmiş, bu karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Davalı idare tarafından, kendisine 3984 sayılı Kanun’un Geçici 6. Maddesi uyarınca R3 tipi yerel radyo yayın izni verilen davacı yayın kuruluşunun, ulusal yayın lisansı istemiyle yaptığı başvurunun reddine yönelik işlemin iptali istemiyle açılan davada, her ne kadar İdare Mahkemesi’nce yayın izni ve lisans verme yetkisine sahip olan davalı idarenin, davacı yayın kuruluşuna ulusal alanda radyo yayın izni verilmesini engelleyecek hukuken geçerli ve haklı bir neden ortaya konulamadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiş ise de; davacının başvurusunun davalı idare tarafından, 3984 sayılı Kanun ve ilgili Yönetmelik uyarınca yayıncı kuruluşlarca yerine getirilmesi gereken idarî, malî ve teknik şartlar yönünden ve Kanun’un Geçici 6. Maddesi dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekirken, bu değerlendirme yapılmaksızın tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığından, işlemin iptali yolundaki İdare Mahkemesi kararında sonucu itibariyle hukukî isabetsizlik görülmemiştir.” denilmektedir77.

E. Geçiş Dönemine Ait Düzenlemeler Yeni Fiili Durumlar ve Eşitsizlikler Yaratamayacağına İlişkin Karar

Geçiş döneminin tamamlanamaması nedeniyle çıkarılan ve Radyo ve Televizyon kuruluşlarına Kanal ve Frekans Tahsisi Şartları ve bunlara ilişkin İhale Usulleri ile Yayın

76 Ankara 8. İdare Mahkemesi’nin 11.07.2013 tarih, 2013/495 E. sayılı YD kararı.77 Danıştay 13. Dairesi’nin Danıştay 13. Dairesi’nin 17.04.2012 tarih, 2010/4180 E., 2012/768 K. sayılı kararı.

Abdülvahap Darendeli

304 Sayı 37 /Güz 2013

İzni ve Yönetmeliğinin Ek 11. Maddesinin iptaline ilişkin Danıştay 13. Dairesi kararında ise;

“Sonuç olarak, Yönetmeliğin dava konusu edilen kısımları; 3984 sayılı Yasa’nın geçici 5. ve geçici 6. Maddesinde öngörülen yasa ve televizyon yayıncılığına başlamış olanların yeni hukuki duruma intibakını sağlama ve yayın izni ve lisansı vermeye başlanılacak tarihe kadar geçecek süre içindeki radyo ve televizyon yayınları rejimini düzenleme amacını aşar nitelikte olup, bazı yayıncı kuruluşlara ayrıcalık ve olanaklar tanınmasını öngörerek yeni fiili durumlar yaratırken, bazı yayın kuruluşlarına da yapılacağı tarih belli olmayan ihaleye kadar izin vermemek suretiyle eşitsizliklere yol açmaktadır.Bu nedenle sözkonusu Yönetmeliğin iptaline” karar verildiği anlaşılmaktadır78.

G. Frekans Tahsisi Yapılmadan, Böyle Bir Tahsise Riayetsizlikten Cezalandırma ve Tedbir İstenilemiyeceğine İlişkin Adli Yargı Kararları

İzinsiz yayınlar ve buna ilişkin durdurma kararları sonucu 6112 sayılı Kanunun 33/1-2 gereğince yapılan suç duyuruları nedeniyle C. Savcılığınca Yasa maddesi ile korunmaya çalışılan alan ile, kamu otoritesince frekans tahsisi yapılmasına rağmen bunu kullanmayan ile frekans dışı yayın yapan kuruluşlara ait bir yaptırım getirdiğinin anlaşılması, somut olayda böyle bir tahsisin yapılamamasına rağmen riayetsizlikten cezalandırma ve tedbir istenilmesi, suçun yasal unsurlarının oluşumuna engel olduğu gerekçesiyle “Kovuşturmaya Yer Olmadığına Karar” verildiği görülmektedir79.

Sözkonusu suç duyuruları üzerine Ceza Mahkemelerince “Herhangi bir Kanun hükmünde yayınlarına ara veren şirketlerin başvuruların hükümsüz kalacağına dair bir hüküm bulunmadığından, X radyo kuruluşunun 1995 yılı müracaatı halen geçerlidir. X radyo kuruluşunun izni iptal edilmemiştir veya iptal edilmiş sayılamaz” gerekçesiyle beraat kararı verilmektedir80.

Sonuç

6112 Sayılı Kanun Yayın İzni ve Lisans Rejiminin Değerlendirilmesi ve Eleştirisi

6112 sayılı Kanunun getirdiği ve düzenleme altına aldığı yayım izni (lisans) rejimi temel olarak dayanağını Anayasadan ve İnsan Hakları Sözleşmesinin ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. Maddesinden almaktadır.

SözkonusuSözleşme ve diğer uluslararası düzenlemelerde – görsel-işitsel medya özgürlüğü, ifade özgürlüğünün bir uzantısı olarak İnsan Hakları kapsamında değerlendirilmektedir.

Buna göre, izin rejimi yayım özgürlüğü ile kamu otoritesince sağlanması gereken kamu düzeni arasında denge kurar. Aynı zamanda, izin rejimi, yayım özgürlüğü ile bireylerin bilgi alma özgürlüğü arasında denge kurma işlevine de sahiptir. Bu bakış

78 Danıştay 13. Dairesi’nin 24.05.2005 tarih, 2005/5054 E., 2005/2729 K. sayılı kararı.79 Ankara C. Başsavcılığı Basın Bürosu Soruşturma No: 2012/883, Karar No: 2012/1434 nolu, 31.08.2012 tarihli kararı.80 Kadıköy 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 18.02.2010 tarih, 2009/58 E., 2010/239 K. sayılı kararı.

Görsel-İşitsel Medya Özgürlüğü Uluslar Arası Düzenlemeleri

305 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

açısından izin rejimi sadece sınırlandırıcı özellikleri nedeniyle belli bir olumsuzluğu ifade etmez. İzin rejimi aynı zamanda özgürlükleri geliştirmenin de bir aracıdır.

Ancak lisans verme veya vermeme işleminin idarece keyfilik içinde yürütülmesinin anayasal hak ve özgürlüklerle bağdaştırma olanağı bulunmadığını unutmamak gerekli, zorunludur81.

Bu açıdan 6112 sayılı yeni RTÜK Kanunu ve ikincil düzenlemelerin daha özgürlükçe bir medya ortamı getirdiği söylenebilir. Zira çalışmamızda hemen başında yer alan ve yasal çerçeveyi oluşturan 6112 sayılı Kanun hükümlerinde görüldüğü gibi, mülga 3984 sayılı Kanundaki üretim, yatırım, ithalat, ihracat, pazarlama ve finans şirketlerinin lisans sahibi olmaları şeklinde yasak kaldırmış bulunmaktadır. Ayrıca mülga Yönetmelikte de yer alan güvenlik belgesi koşulu (sakıncalılık uygulaması) ile yayıncı kuruluştan noter tasdikli taahhütname alınması zorunluluğundan vazgeçilmiştir.

İzin rejiminin amaçları bakımından çizdiğimiz bu genel çerçeve ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin konu hakkındaki yerleşik içtihatlarının örtüştüğü söylenebilir. Mahkemeye göre, Sözleşmenin görsel-işitsel yayım faaliyetinin izne bağlanabileceğine ilişkin 10. maddesinin 3. cümlesi sözleşmeci devletlerin ülkelerindeki görsel-işitsel iletişim sistemlerini özellikle teknik konular bakımından düzenleyebilmelerine olanak tanımaktadır.

Ancak çalışmamızda çokça atıf yaptığımız Avrupa Birliği 2002 yılında kabul ettiği bir dizi direktifi düzenlemesinden birisi olan 2002/20 EC sayılı direktife göre; “farklı iletişim ağları ve hizmetleri arasındaki yöndeşme ve bunların teknolojileri, bütün benzer hizmetleri kapsayacak bir izin sistemini hatta daha basit bir izin sistemini gerekli kılmaktadır.

Bu doğrultuda AB ülkelerinde görsel-işitsel faaliyetlerin genel izine tabi olması kuralı günümüzde bazı istisnalara tabi olmaya başlamıştır.

Halbuki2014 yılına girdiğimiz bugünlerde Türkiye’deki görsel-işitsel düzenlemelerin bu açıdan sözkonusu gelişmeleriyansıttığını söylemek zordur.

Bu nedenle izin rejimine ait 6112 sayılı Kanun düzenlemelerde, radyo – TV yayın izinleri için farklı, isteğe bağlı yayın hizmetigenel akışlı yayınhizmeti izni için farklı bir rejimin getirilmesinin yerel yayın hizmetleri için ise daha basit ve ucuz bir izin sistemini (ön izin sistemini) getirilmesinin yararlı olacağını düşünmekteyiz.

Diğer taraftan istikrar bulmuş yargı kararları da göz önünde bulundurularak; yayın izni ve lisansında geçici hukuk rejimin “düzenleme amacını aşan nitelikte olması bazı yayıncı kuruluşlara ayrıcalık ve olanaklar tanıması bazı yayıncı kuruluşlara ihaleye kadar izin vermeme suretiyle eşitsizliklere yol açması nedeniyle, lisanssız geçici rejimin mutlaka sonlandırılması ihale veya diğer yöntemlerle Avrupa Birliği ve Avrupa Komisyonu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları doğrultusunda uluslar arası hukukun doğurduğu yükümlülüklerde göz ardı edilmeksizin lisanslı bir görsel işitsel medya ortamının sağlanması gerekliliğine inanmaktayız.

81 KARAHANOĞULLARI, Onur; İdarenin Hukukla Kavranması, Yasallık ve İdari İşlemler, Turhan Kitabevi, Ankara 2011, s. 499.

Abdülvahap Darendeli

306 Sayı 37 /Güz 2013

Ayrıca çağdaş tüketici hakları doğrultusunda uluslar arası taahhütlere bağlı kalarak Türk izleyicisi ve dinleyicisine en geç 2015 yılına kadar analog yayınların sonlandırılarak, sayısal bir yayın ortamı sağlanmasında, duraksama yaşanmaması temennimizdir.

Lisanslı,rekabet edebilir ve güçlü bir ulusal medya ortamına ulaşımda, medya siyasasını oluşturan başta yasama ve idare olmak üzere tüm devlet organları, Üniversiteler ve Bilim Adamlarımız ilemedya sektör temsilcilerininsorumlulukları ve görevleri bulunduğunda kuşku yoktur.

Bu doğrultuda oluşturulacak lisanslama ve yayın izin düzenleyici işlemleri ile ilgili hukuki çerçevede ise; rekabet edebilirlik, çoğulculuk ve çeşitliliğe saygının yanı sıra, bilgi teknolojileri ve sayısal medya teknolojileri için güvence sağlanmasının esas alınması kaçınılmazdır.

Görsel-işitsel medya alanı düzenleyicisi olan bağımsız idari kuruluş (RTÜK’nun) ise; yasayla düzenleme tanınan alanlarda hizmetin gerekleri yanında idari istikrar ve düzenli idare ilkelerine bağlı ikincil düzenlemelereksiksiz ve zamanında hayata geçirme yükümlülüğü hukuk devletinin gereğidir.

Kaynaklar

AB İzin Direktifi (Çerçeve Direktif) 7 Mart 2002 tarih ve 2002/21/AT.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Application No: 38218/97 (hudoc) 11.7.200 TreveBrook U.K. Kararı

Ankara 13. İdare Mahkemesi’nin 16.06.2011 tarih, 2011/1189 E., 2011/1002 K. sayılı kararı.

Ankara 15. İdare Mahkemesi’nin 13.07.2012 tarih, 2011/2253 E., 2012/1187 K. sayılı kararı.

Ankara 8. İdare Mahkemesi’nin 11.07.2013 tarih, 2013/495 E. sayılı yürütmeyi durdurma kararı.

Ankara 8. İdare Mahkemesi’nin 11.07.2013 tarih, 2013/495 E. sayılı YD kararı.

Ankara C. Başsavcılığı Basın Bürosu Soruşturma No: 2012/883, Karar No: 2012/1434 nolu, 31.08.2012 tarihli kararı.

Bilgi Teknolojileri Kurumu Sektörel Araştırma ve Strateji Geliştirme Dairesi Raporu.

Councıl Of Europe Recommendation No R (2000) 23 on theIndepentenceandFunctions of RegulationAuthoritiesBroadcastingSector (coe.int).

Çal, Sedat; Türk İdare Hukukunda Ruhsat, Seçkin yayıncılık, Genişletilmiş İkinci Baskı, Mart 2012.

Danıştay 10. Dairesinin 22.10.2004 tarih ve E:2004/7923 sayılı kararı.

Görsel-İşitsel Medya Özgürlüğü Uluslar Arası Düzenlemeleri

307 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Danıştay 13. Dairesi’nin 24.01.2006 tarih, 2005/75 E., 2006/474 K. sayılı kararı.

Danıştay 13. Dairesi’nin 24.05.2005 tarih, 2005/5054 E., 2005/2729 K. sayılı kararı.

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 17.03.2005 tarih ve İtiraz No: E:2005/116 sayılı kararı.

Directive 2002/20/EC, (Authorisation Directive), (Evrensel Hizmet Direktifi), 7 March 2002, OJ L 108/25, preamble (2), (7).

Gökçe, Birsen; Toplumsal Bilimlerde Araştırma, Savaş Yayınları, Ankara 1992.

Gözler, Kemal; Hukuka Giriş, 4. Baskı, Bursa 2007.

Gözübüyük, A. Ş. – Turgut TAN; İdare Hukuku, C. I, 3. Baskı, Turhan ayını, Ankara 2004.

Gürsoy, Yusuf; 6112 Sayılı Kanunun Getirdiği Değişiklikler ve Yenilikler, Scala Yayıncılık, Ratem Yayınları, İstanbul 2012.

Harrıs, David – Michael O’Boyle – ColinWarbrick: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Hukuku, Türkçe Birinci Baskı (2013).

http://www.rtuk.org.tr.

http://www.rtuk.org.tr. 22.09.2012/0722.

http://www.rtuk.org.tr/sayfalar/IcerikGoster.aspx?icerik_id=6ac52c35-c1e4-4c7f-9768-53b851dd1cae.

http://www.rtuk.org.tr/upload/File/ana_sozlesme.doc

Kadıköy 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 18.02.2010 tarih, 2009/58 E., 2010/239 K. sayılı kararı.

Karahanoğulları, Onur; İdarenin Hukukla Kavranması, Yasallık ve İdari İşlemler, Turhan Kitabevi, Ankara 2011.

Kuyucu, Michael; Türkiye’de Medya Ekonomisi, Esen Kitap, İstanbul 2012.

Open SocietyInstitute EU MonitoringandAdvocacyPrfogm Network Media Program, Avrupa Televizyon Düzenleme, Politikaları ve Bağımsızlık, İzleme Raporu (Türkiye), 2005.

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun 21.02.2013 tarih ve 12 nolu toplantısında alınan 0207 nolu karar.

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun 26.09.2012 tarih ve 53 nolu toplantısında alınan 36 nolu karar.

Sözeri, Ceren – Zeynep GÜNEY; Türkiye’de Medya Ekonomi Politiği: Sektör Analizi, TESEV Yayını, İstanbul 2011.

Tunçkaşık, Halit; “AB Üyesi Ülkeler ile ABD Anayasası’nda Düzenleyici ve

Abdülvahap Darendeli

308 Sayı 37 /Güz 2013

Denetleyici Kurumlar”, TBMM Araştırma Merkezi, Ekim 2011.

Yasaman, Hamdi, Marka Hukuku, Vedat Kitapçılık, İstanbul 2004.

Yıldırım, Ali – Şimşek Hasan; Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri, 4. Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2004.

Yılmaz, Halit; İdarenin Görsel-İşitsel İletişim Alanındaki İşlevi, İmaj Yayını, Ankara 2006.

Yiğit, Yasin; “Sayısal Karasal Televizyon Yayıncılığının Planlanmasına İlişkin Kriterler”, RTÜK Uzmanlık Tezi, Ankara 2012.

ZenithOptimedia (2010).

Görsel-İşitsel Medya Özgürlüğü Uluslar Arası Düzenlemeleri

Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi

Copyright - 2013 Bütün Hakları SaklıdırE-ISSN: 2147-4524

İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 37 / Güz 2013

Halkın Genetiği Değiştirilmiş Ürünlere/Üretilme Süreçlerine Yönelik Algıları ve Etik İnançlarıPublic Perceptions and Ethical Beliefs towards the Genetically Modified Products/Production Processes

Özlen ÖZGEN, Prof. Dr., Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, E-posta: [email protected] EMIROĞLU, Doç. Dr., Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi, E-posta: [email protected]şe Sezen SERPEN, Doç. Dr., Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, E-posta: [email protected] BENLIOĞLU, Arş. Gör., Ankara Üniversitesi Ziraat FakültesiE-posta: [email protected]

Öz

Bu araştırmanın amacı, halkın genetiği değiştirilmiş ürünlere ve üretilme süreçlerine yönelik fayda/risk algıları ile etik inançları arasındaki ilişkinin incelenmesidir. Araştırma materyalinin toplanmasında karşılıklı görüşme tekniği kullanılmıştır. Likert tipi cümlelere verilen yanıtlar puanlanmış, geçerlik ve güvenirlik analizi yapılmıştır. Yaş değişkenine bağlı farklılığın belirlenebilmesi için t-testi uygulanmıştır. Bireylerin genetiği değiştirilmiş ürünlere/üretilme süreçlerine bağlı fayda/risk algıları ile etik inançları arasındaki ilişkinin incelenmesi amacı ile Pearson korelasyon analizi yapılmıştır. Bulgular; halkın genetiği değiştirilmiş ürünlere ilişkin fayda algılarının, genetiği değiştirilmiş ürünlere ve üretilme süreçlerine ilişkin risk algılarının, genetiği değiştirilmiş ürünlere ve üretilme süreçlerine ilişkin etik inançlarının yaşa bağlı olarak değiştiğini göstermektedir. Pearson korelasyon analizi sonucunda p<0.001 düzeyinde anlamlı ilişkiler saptanmıştır.

Abstract

This research was carried out to determine the relationship between public benfit/risk perceptions towards genetically modified products and their production process and ethical beliefs. In gathering the research materials were used to interview technique. Answers given to sentences typed Likert were scored and validity and reliability analysis were performed. The t-test were used for determining the differences dependent on the gender variable. Moreover, Pearson Correlation Analysis was performed in order to analyze relationships between public’s benefit/risk perceptions towards genetically modified products and their production process and ethical beliefs. Findings showed that public’ benefit perceptions towards genetically modified products, risk perceptions towards genetically modified products and their production process, moral beliefs towards genetically modified products and their production process varied depending on age. As a result of Pearson Correlation Analysis statistically significant relationships in p<0.001 level were determined.

Anahtar Kelimeler:

Halk, Gen Teknolojisi, Genetiği Değiştirilmiş Ürün, Fayda, Risk, Algı, Etik İnanç.

Keywords:

Public, Gene Technology, Genetically Modified Product, Benefit, Risk, Perception, Ethical Belief.

310 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Giriş

Günümüzde biyoteknoloji ve genetik mühendisliği ile ilgili çok önemli gelişmeler yaşanmakta, gelişmeler ürün ve uygulama olarak pazara yansımaktadır. İnsan yaşamının çok geniş bir bölümünü kapsadığı için biyoteknolojinin ticari potansiyeli çok yüksektir. En yaygın biyoteknolojik yaklaşım, özel olarak yapılandırılmış genlerin çeşitli teknikler aracılığı ile transfer edilmesidir. Bununla birlikte, bu amaca yönelik modifikasyon ve sonuçları bütün dünyada tartışma konusu olmuştur. Genetiği değiştirilmiş organizmaların faydalarının yanı sıra insan sağlığı ve çevreye maliyeti üzerinde de durulmuş, genetiği değiştirilmiş organizmaların bulundukları ya da kontrol edildikleri çevrelerde neden olabilecekleri potansiyel risklerin tespit edilebilmesi için ülkelerin bireysel olarak biyogüvenlik düzenlemeleri yapmaları gerekmiştir (Prakash vd., 2011: 1).

Modern biyoteknoloji, birbirleri ile ilişkisiz genetik materyaller arasında, geleneksel ıslah yöntemleri ile mümkün olmayan geçişe imkan sağlamaktadır. Genetik materyalin belirli bir amaca hizmet eder hale gelmesi, biyoteknolojiyi laboratuvardan sahaya taşımıştır. Genetiği değiştirilmiş organizmalar genetik materyalin özelliklerinin yapay olarak değiştirilmesi ile elde edilen organizmalardır. Böylece genetik modifikasyon ya da genetik mühendisliği teknikleri bilim adamlarının belirli özellikleri kontrol eden bireysel genleri bulmalarını, onları orijinal kaynaktan ayırabilmelerini ve doğrudan hayvan, bitki, bakteri hücrelerine ya da virüslere aktarmalarını sağlamıştır. Bütün bu gelişmeler, genetiği değiştirilmiş organizma içeren pek çok ürünün pazarda yer alması sonucunu doğurmuştur. Bu teknolojinin potansiyel uygulama alanları ile ilgili fırsatlar ise halkın daha duyarlı olmasına neden olmuştur (Bayoğlu ve Özgen, 2010: 91; Prakash vd., 2011: 1).

Yeni teknolojilere yönelik tutumların şekillenmesinde fayda-risk algılarının çok önemli bir rolü vardır. Yeni teknolojileri kabul etme ya da etmeme ile ilgili tutumlar, bu teknoloji ile ilgili fayda ve risk algılarından önemli ölçüde etkilenir. Belirli bir teknolojinin riskli olarak algılanması, hem zihinsel hem de duygusal değerlendirmelere bağlıdır (Gardner ve Jones 2011: 714).

Bilimsel belirsizliğin yüksek, ilgili teknoloji hakkında fikir yürütülebilirliğin kısıtlı olduğu karmaşık ve ileri teknolojilerde risk algısı yüksek olmaktadır. Bu teknolojilerden biri de gen teknolojisidir. Gen teknolojisi ile ilgili olarak belirsizlik açısından yüksek, korkutucu olma açısından orta düzeyde bir risk algısı geliştirildiği söylenebilir. Genel olarak halkın biyoteknolojiyi oldukça riskli bir teknoloji olarak değerlendirdiği bilinmektedir (Siegrist, 2000: 195; Sparks vd., 1995: 272). Konu ile ilgili olarak, farklı değişkenler dikkate alınarak yapılan çalışmalarda daha detaylı sonuçlara ulaşılabilmiştir. Araştırmalar, erkeklerin biyoteknolojik uygulamaları kabul etme düzeyinin kadınlardan daha yüksek olduğunu göstermektedir (Siegrist 1998: 863, Moerbeek ve Casimir 2005: 315). Ayrıca, Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan bireylerin bu teknolojiye ilişkin risk algılarının, İngiltere’de yaşayanlardan daha düşük olduğu (Gaskell vd., 1999: 384, Moon ve Balasubramaian 2004: 186) saptanmıştır. Halkın biyoteknolojiyi kabulü, biyoteknolojik uygulamanın ve uygulamada kullanılan organizmanın tipine bağlı olarak da farklılık gösterebilmektedir (Siegrist, 1998: 861, Savadori vd., 2004: 1289, Taş ve Özgen 2007: 224). Genetik mühendisliğini, diğer gıda teknolojilerinden ayıran

Özlen Özgen, Haluk Emiroğlu, Ayşe Sezen Serpen, Berk Benlioğlu

311 Sayı 37 /Güz 2013

psikolojik yapı; toplumun gelişmişliğine, uygulamanın tipine ve uygulamada kullanılan organizmanın tipine bağlı olarak belirtilen etik kaygılardır. Hayvan ya da insan DNA’sını içeren manipülasyonlar ve gıda ilişkili uygulamalara yönelik etik kaygıların düzeyi tıbbi olan uygulamalara göre daha yüksektir. Araştırmalar, gen teknolojisi ile ilgili tıbbi uygulamaların, insanlar ve hayvanların doğrudan tüketimine yönelik uygulamalardan daha az riskli olarak algılandığını göstermiştir. (Sparks vd., 1995: 272, Savadori vd., 2004: 1289, Bayoğlu ve Özgen, 2010: 91). Frewer ve arkadaşlarının (1997: 117) yaptıkları araştırmada, katılımcıların uygulamada bitki ve mikroorganizmadan çok hayvan kullanılıp kullanılmadığı ile ilgilendikleri, uygulamanın tipini daha az önemsedikleri saptanmıştır. Frewer ve arkadaşları (1998: 27) bir başka çalışmalarında ise, kaygının sadece teknolojinin kendisi ile ilgili olmadığını, aynı zamanda nasıl uygulandığına da odaklandığını belirtmişlerdir. İnsanların yüksek risk ve bilinmeyen sonuçlarla ilişkilendirseler bile biyoteknolojiyi tümü ile reddetmedikleri de bilinmektedir.

Görüldüğü gibi toplumu oluşturan bireyler, genetik modifikasyon konusunda aynı tepkiyi vermemektedirler. Cinsiyet, çevresel duyarlılık düzeyi gibi faktörler bakış açısını etkilemektedir. Biyoteknoloji ve genetik mühendisliğine ilişkin genel yaklaşım demografik faktörlerle ilişkili olarak değerlendirilirken, birey ve gruba ilişkin farklılıklar daha çok bireysel uygulamalara odaklanan risk algıları, etik inançlar ve etik kaygılar ile belirlenmektedir. Fayda-risk algılarından kaynaklanan nihai kararlar hem tepki hem de anlık kararlar oluşmasına sebep olan basit bilişsel süreçleri yansıtmamakta, bilgi birikimi ve diğer etkili bakış açılarından kaynaklanan bireysel farklılıklardan etkilenmektedir. Önemli bir diğer soru, güven ve enformasyon kaynaklarındaki tercihler açısından bireysel farklılıkların olup olmadığıdır (Frewer vd., 1998: 15; Bayoğlu ve Özgen, 2010: 90). Frewer ve arkadaşları (1998: 28), insanların güvendikleri enformasyon kaynaklarını kullanma eğilimi gösterdiklerini, hem tercihler hem de güven açısından sadece yüksek düzeyde güven duyulan kaynaklar için bir fikir birliğine sahip olduklarını bulmuşlar, fayda-risk iletişiminin inanılırlığı yüksek olan kaynaklar aracılığıyla ya da en azından çok sayıda kaynak kullanılarak, olabildiğince proaktif girişimlerle, olabildiğince büyük bir hedef kitleye ulaşılarak en iyi şekilde sağlanabileceği gerçeğini vurgulamışlardır.

Halkın genetiği değiştirilmiş ürünlere ve üretilme süreçlerine ilişkin yaklaşımları üzerinde etik kaygıların önemli bir rolü vardır. Halkın kaygıları sadece bu teknolojinin gelişmesi ve uygulanmasından kaynaklanmamakta, aynı zamanda etik inançlarından da etkilenmektedir. Bireyler, tutumlarının bir fonksiyonu olan davranışsal niyetleri ile hareket ederler. Davranış, bireylerin onlar üzerinde uygulanan sosyal baskı ile ilgili algılarından ve davranışın gerçekleştirilmesini hangi boyutta kontrol edebileceklerine ilişkin inançlarından etkilenir Halkın tutumları sadece araçsal düşüncelere değil, etik açıdan kaygı duyup duymamalarına da bağlıdır (Frewer vd., 1997: 100).

Bütün bu açıklamalar; biyoteknolojik ürün ve uygulamaları pazardaki diğer ürün ve hizmetlerden ayıran özelliklerin vurgulanmasının, halkın biyoteknolojik ürün ve uygulamalara yönelik davranışlarının ve davranışları üzerinde etkili olan faktörlerin incelenmesinin önemini ortaya koymaktadır. Bu çalışma, genetiği değiştirilmiş ürünler ve üretilme süreçleri ile ilgili olarak davranışlarda belirleyici olan algılar ve etik inançları saptayabilmek için planlanmış ve yürütülmüştür.

Halkın Genetiği Değiştirilmiş Ürünlere/Üretilme Süreçlerine Yönelik Algıları ve Etik İnançları

312 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Materyal ve Yöntem

Araştırmanın amacı, farklı yaş kategorilerindeki halkın genetiği değiştirilmiş ürünler ve üretilme süreçleri ile ilgili fayda algıları, risk algıları ve etik inançları arasındaki ilişkinin incelenmesidir. Araştırma Ankara’da kamu sektöründe çalışan, üniversite mezunu 400 kişi üzerinde yürütülmüştür. Araştırma verileri karşılıklı görüşme tekniği ile elde edilmiştir. Soru formunda, katılımcıların demografik bilgilerine ulaşmayı sağlayacak soruların yanı sıra genetiği değiştirilmiş ürünlere/üretilme süreçlerine ilişkin fayda/risk algıları ile etik inançlarının belirlenebilmesi için ölçeklere yer verilmiştir. Ölçekler, Bredahl’ dan (2001) yararlanılarak geliştirilmiştir. Ölçekler kapsamında, tüketicilerin genel olarak genetiği değiştirilmiş ürünlere ilişkin fayda algıları ile ilgili 4, genetiği değiştirilmiş ürünlerin üretilme sürecine ilişkin fayda algıları ile ilgili 3, genetiği değiştirilmiş ürünlere ilişkin risk algıları ile ilgili 3, genetiği değiştirilmiş ürünlerin üretilme sürecine ilişkin risk algıları ile ilgili 5, genetiği değiştirilmiş ürünlere ilişkin etik inançları ile ilgili 3 olmak üzere toplam 18 cümle yer almaktadır.

Geçerlik ve güvenirlik analizi için soru formları öncelikle 100 tüketiciye uygulan-mıştır. Analiz sonucunda, anket formunda aynı ve farklı yapıyı ölçen sorular belirlenmiş ve soruların bir yapı altında yer alıp almadıkları faktör yük değeri ile incelenmiştir. Faktör yük değerlerinin 0.45 ve üstü olması önerilmekle birlikte, uygulamada 0.30 yük değeri alt sınır olarak kabul edilmektedir (Kerlinger,1973, Tabachinck ve Fidell 1989.) Soru formunun güvenirliği için iç tutarlılık katsayısı “Cronbach Alpha” hesaplanmıştır. Soru formunun yapı geçerliği için ise faktör analizi uygulanmıştır. “Genetiği değiştirilmiş ürünlere ilişkin fayda algısı” ölçeğinin madde toplam korelasyonu değerleri 0.35 ile 0.64 arasında değişmektedir. Ölçeğin güvenirliği için hesaplanan alpha değeri 0.79, açıklanan varyans %87.9’dur. Hesaplanan korelasyon katsayıları istatistik açıdan anlamlıdır (p<0.05). “Genetiği değiştirilmiş ürünlerin üretilme sürecine ilişkin fayda algısı” ölçeğinin madde toplam korelasyonu değerleri 0.64 ile 0.69 arasında değişmektedir. Ölçeğin güvenirliği için hesaplanan alpha değeri 0.76, açıklanan varyans %77.4’dür. Hesaplanan korelasyon katsayıları istatistik açıdan anlamlıdır (p<0.05). “Genetiği değiştirilmiş ürünlere ilişkin risk algısı” ölçeğinin madde toplam korelasyonu değerleri 0.87 ile 0.93 arasında değişmektedir. Ölçeğin güvenirliği için hesaplanan alpha değeri 0.74, açıklanan varyans % 91.4’dür. Hesaplanan korelasyon katsayıları istatistik açıdan anlamlıdır (p<0.05). “Genetiği değiştirilmiş ürünlerin üretilme sürecine ilişkin risk algısı” ölçeğinin madde toplam korelasyonu değerleri 0.52 ile 0.71 arasında değişmektedir. Ölçeğin güvenirliği için hesaplanan alpha değeri 0.73, açıklanan varyans % 62.8’dir. Hesaplanan korelasyon katsayıları istatistik açıdan anlamlıdır (p<0.05). “Genetiği değiştirilmiş ürünler ile ilgili etik inançlar” ölçeğinin madde toplam korelasyonu değerleri 0.73 ile 0.87 arasında değişmektedir. Ölçeğin güvenirliği için hesaplanan alpha değeri 0.75, açıklanan varyans %84.6’dır. Hesaplanan korelasyon katsayıları istatistik açıdan anlamlıdır (p<0.05).

Araştırmanın demografik bulgular bölümünde yüzde değerler hesaplanmıştır. Halkın genetiği değiştirilmiş ürünlere/üretilme süreçlerine ilişkin fayda/risk algıları ve etik inançlarını kapsayan ölçeklerde puanlama kesinlikle katılmıyorum (1), katılmıyorum (2), karasızım (3), katılıyorum (4), kesinlikle katılıyorum (5) biçiminde gerçekleştirilmiştir. Araştırma verileri yaş değişkeni dikkate alınarak irdelenmiş, ortalamalar arasındaki farkın

Özlen Özgen, Haluk Emiroğlu, Ayşe Sezen Serpen, Berk Benlioğlu

313 Sayı 37 /Güz 2013

önem kontrolü için t-testi uygulanmıştır. Halkın genetiği değiştirilmiş ürünlere/üretilme süreçlerine bağlı fayda/risk algıları ile etik inançları arasındaki ilişkinin incelenmesi amacı ile Pearson korelasyon katsayısı hesaplanmıştır.

Bulgular ve Tartışma

Araştırma sonucunda elde edilen bulgular, “Demografik bulgular”, “Halkın genetiği değiştirilmiş ürünler/üretilme süreçlerine ilişkin fayda/risk algıları ve etik inançları” ve “Halkın genetiği değiştirilmiş ürün gruplarına ilişkin fayda/risk algıları ve etik inançları arasındaki ilişkinin incelenmesi” başlıkları altında ele alınmış ve tartışmaları yapılmıştır.

Demografik Bulgular

Araştırmaya katılan bireylerin %50’si kadın %50’si erkektir; yaşları 23 ile 58 arasında değişmektedir; %42.0’ı 34 ve daha küçük, %58.0’ı 35 ve daha büyük yaş kategorisindedir. Lisans öğrenimi görenlerin oranı %76.2, lisansüstü öğrenim görenlerin oranı ise %23.8’dir. Katılımcıların %73.0’ı evli iken %27.0’ı evli değildir. Katılımcıların aile tipleri incelendiğinde, % 89.5’inin çekirdek, %5.7’sinin geniş aile tipinde olduğu, %4.8’inin ise yalnız yaşadıkları ya da arkadaşları ile aynı evi paylaştıkları belirlenmiştir. Araştırmaya dahil edilenlerin %22.7 ’sinin çocuk sahibi olmadığı, %36.3’ünün 2, %28.7’sinin 1, %10.0’ının 3, %2.3’ünün 2 çocukları olduğu saptanmıştır.

Halkın Genetiği Değiştirilmiş Ürünlere ve Üretilme Süreçlerine İlişkin Fayda Algıları, Risk Algıları ve Etik İnançları

Bu bölümde, halkın genetiği değiştirilmiş ürünlere ve üretilme süreçlerine ilişkin fayda ve risk algıları ile etik inançları yaş değişkeni göz önüne alınarak irdelenmiştir.

Fayda Algıları

Halkın genetiği değiştirilmiş ürünlere ilişkin fayda algıları ve t-testi sonuçları Tablo 1’dedir.

Araştırmaya dahil edilen birey “fayda algısı” ile ilgili cümlelere katılma durumları incelendiğinde; %28.0’ı “Genetiği değiştirilmiş ürünler gelecek kuşakların yaşam standartlarını geliştirecektir” cümlesine kesinlikle katılmadıklarını, %32.8’i katılmadıklarını, %16.5’i katıldıklarını, %2.8’i kesinlikle katıldıklarını, %23.3’ü ise bu konuda kararsız olduklarını belirtmişlerdir (Çizelge 1). “Genetiği değiştirilmiş ürünler hem benim hem de ailemin yaşam standardını geliştirecektir” cümlesi ile ilgili olarak katılımcıların %25.0’ı kesinlikle katılmadıklarını, %33.0’ı katılmadıklarını, %14.0’ı katıldıklarını, %1.8’i kesinlikle katıldıklarını, %26.3’ü ise kararsızlıklarını ifade etmişlerdir. Araştırmaya katılanların %66.5’i “Genetiği değiştirilmiş ürünler diğer ürünlerden daha sağlıklıdır” cümlesine kesinlikle katılmadıklarını/katılmadıklarını, %26.8’i kararsız

Halkın Genetiği Değiştirilmiş Ürünlere/Üretilme Süreçlerine Yönelik Algıları ve Etik İnançları

314 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

olduklarını, %6.8’i ise kesinlikle katılmadıklarını/katılmadıklarını belirtmişlerdir. “Genetiği değiştirilmiş ürünler diğer ürünlerden daha kalitelidir” cümlesine kesinlikle katılmadıklarını/katılmadıklarını belirtenlerin oranı hemen hemen aynıdır (%31.8, %30.8). Bu cümleye katıldıklarını belirtenler %9.5, kesinlikle katıldıklarını belirtenler %1.5, kararsızlar %27.3 oranındadır. İstatistik analiz sonuçları, “Genetiği değiştirilmiş ürünler gelecek kuşakların yaşam standartlarını geliştirecektir” cümlesine katılma durumunun yaş değişkenine bağlı olarak p<0.01, “Genetiği değiştirilmiş ürünler diğer ürünlerden daha sağlıklıdır” ve “Genetiği değiştirilmiş ürünler diğer ürünlerden daha kalitelidir” cümlelerine katılma durumunun ise p<0.05 düzeyinde değiştiğini göstermektedir. Analiz sonuçları, 34 ve daha küçük yaş kategorisindeki katılımcıların genetiği değiştirilmiş ürünler ile ilgili fayda algılarının, 35 ve daha büyük yaş kategorisindeki katılımcılardan daha düşük olduğunu ortaya koymuştur (Tablo 1).

Tablo 1: Yaş değişkenine göre halkın genetiği değiştirilmiş ürünlere ilişkin fayda algıları ve t-testi sonuçları

Genetiği değiştirilmiş ürünlerin üretilme süreçlerine ilişkin fayda algıları ve t-testi sonuçları Tablo 2’de gösterilmiştir.

Yaş

Kesinlikle katılmıyorum Katılmıyorum Kararsızım Katılıyorum Kesinlikle

katılıyorum TOPLAMx S t

Sayı % Sayı % Sayı % Sayı % Sayı % Sayı %

1. Genetiği değiştirilmiş ürünler gelecek kuşakların yaşam standartlarını geliştirecektir.

-34 48 28.6 63 37.5 34 20.2 19 11.3 4 2.4 168 100.0 2.21 1.06 2.83**

35+ 51 22.0 68 29.3 59 25.4 47 20.3 7 3.0 232 100.0 2.53 1.13

Toplam 99 24.8 131 32.8 93 23.3 66 16.5 11 2.8 400 100.0

2. Genetiği değiştirilmiş ürünler hem benim hem de ailemin yaşam standardını geliştirecektir.

-34 48 28.6 64 38.1 38 22.6 15 8.9 3 1.8 168 100.0 2.40 3.23 0.31

35+ 52 22.4 68 29.3 67 28.9 41 17.7 4 1.7 232 100.0 2.47 1.08

Toplam 100 25.0 132 33.0 105 26.3 56 14.0 7 1.8 400 100.0

3. Genetiği değiştirilmiş ürünler diğer ürünlerden daha sağlıklıdır.

-34 66 39.3 56 33.3 39 23.2 4 2.4 3 1.8 168 100.0 1.94 0.94 2.31*

35+ 72 31.0 72 31.0 68 29.3 17 7.3 3 1.3 232 100.0 2.17 0.99

Toplam 138 34.5 128 32.0 107 26.8 21 5.3 6 1.5 400 100.0

4. Genetiği değiştirilmiş ürünler diğer ürünlerden daha kalitelidir.

-34 58 34.5 58 34.5 38 22.6 11 6.5 3 1.8 168 100.0 2.07 0.99 2.19*

35+ 66 28.4 65 28.0 71 30.6 27 11.6 3 1.3 232 100.0 2.29 1.04

Toplam 124 31.0 123 30.8 109 27.3 38 9.5 6 1.5 400 100.0

Özlen Özgen, Haluk Emiroğlu, Ayşe Sezen Serpen, Berk Benlioğlu

*p<0.05,**p<0.01

315 Sayı 37 /Güz 2013

Genetiği değiştirilmiş ürünlerin elde edilme sürecine ilişkin fayda algısı ile ilgili cümlelere katılma durumları incelendiğinde; katılımcıların yarıdan çoğunun (%55.1) “Gen teknolojisinin uygulanması pazardaki ürün seçeneklerini artıracaktır” cümlesine katıldılarını/kesinlikle katıldıklarını; kararsız olanlar (%22.0) ile kesinlikle katılmadıklarını/katılmadıklarını belirtenlerin (%23.0) oranlarının ise birbirine yakın olduğunu göstermektedir (Tablo 2). “Gen teknolojisinden yararlanılarak çevresel sorunlar çözülebilir” cümlesine kesinlikle katılmadıklarını/katılmadıklarını ifade eden katılımcılar %27.2, kararsızlar %32.2, katıldılarını/kesinlikle katıldıklarını ifade edenler %40.6 oranındadır. “Üretimde gen teknolojisinin kullanılması gerekli bir faaliyettir” cümlesine kesinlikle katılmadıklarını/katılmadıklarını belirten tüketiciler ile (%33.3), kesinlikle katılmadıklarını/katılmadıklarını belirtenlerin (%31.1) oranı birbirine oldukça yakındır. Bu cümle ile ilgili olarak kararsız olduklarını ifade edenlerin oranı ise %35.8’dir. İstatistik analiz sonuçları, katılımcıların genetiği değiştirilmiş ürünlerin elde edilme sürecine ilişkin fayda algılarının yaş değişkenine bağlı olarak değişmediğini göstermektedir (Tablo 2).

Risk Algıları

Halkın genetiği değiştirilmiş ürünlere ilişkin risk algıları ve t-testi sonuçları Tablo 3’de verilmiştir.

Araştırmaya kapsamına alınan bireylerin “risk algısı” ile ilgili cümlelere katılma durumları incelendiğinde; “Genetiği değiştirilmiş ürünler insanlarda alerji yapabilir” cümlesine kesinlikle katılmadıklarını/katılmadıklarını ifade eden tüketiciler %5.3, kararsızlar %29.0, katıldıklarını/kesinlikle katıldıklarını ifade edenler %65.8 oranındadır. Katılımcıların %72.0’ı “Genetiği değiştirilmiş ürünler insan sağlığını tehdit edebilir” cümlesine katıldıklarını/kesinlikle katıldıklarını, %6.5’i katılmadıklarını/ kesinlikle katılmadıklarını, %23.3’ü ise bu konuda kararsız olduklarını belirtmişlerdir (Tablo 3). “Genetiği değiştirilmiş ürünler insanlarda toksik etki yapabilir” cümlesine kesinlikle katılmadıklarını/katılmadıklarını ifade eden katılımcıların %6.6, kararsızlarn %29.3, katıldıklarını/kesinlikle katıldıklarını ifade edenlerin %64.3 oranında olduğu bulunmuştur. T- testi sonuçları, “Genetiği değiştirilmiş ürünler insan sağlığını tehdit edebilir” cümlesine katılma durumunun yaş değişkenine bağlı olarak p<0.001, “Genetiği değiştirilmiş ürünler insanlarda toksik etki yapabilir” cümlesine katılma durumunun ise p<0.01 düzeyinde değiştiğini göstermektedir. Sonuçlar; 34 ve daha küçük yaş kategorisindeki katılımcıların genetiği değiştirilmiş ürünler ile ilgili risk algılarının, 35 ve daha büyük yaş kategorisindeki katılımcıların risk algılarından daha yüksek olduğunu ortaya koymuştur (Tablo 3).

Halkın Genetiği Değiştirilmiş Ürünlere/Üretilme Süreçlerine Yönelik Algıları ve Etik İnançları

316 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Tablo 2: Yaş değişkenine göre halkın genetiği değiştirilmiş ürünlerin üretilme süreçlerine ilişkin fayda algıları ve t-testi sonuçları

Tablo 3: Yaş değişkenine göre halkın genetiği değiştirilmiş ürünlere ilişkin risk algıları ve t-testi sonuçları

Halkın genetiği değiştirilmiş ürünlerin üretilme süreçlerine ilişkin risk algıları ve t-testi sonuçları Tablo 4’dedir.

“Genetiği değiştirilmiş ürünlerin üretilme sürecine ilişkin risk algısı” ile ilgili cümlelere katılma durumları incelendiğinde; katılımcıların %2.3’ü “Üretimde gen teknolojisinin kullanılması çevresel tehlikelere neden olabilir” cümlesine kesinlikle katılmadıklarını, %9.8’i katılmadıklarını, %45.5’i katıldıklarını, %14.8’i kesinlikle katıldıklarını, %27.8’i ise bu konuda kararsız olduklarını belirtmişlerdir. “Genetiği değiştirilmiş organizmaların doğadaki yabancı türler ile karışması sorun yaratabilir”

YaşKesinlikle

katılmıyorum Katılmıyorum Kararsızım Katılıyorum Kesinlikle katılıyorum TOPLAM x S t

Sayı % Sayı % Sayı % Sayı % Sayı % Sayı %1. Genetiği değiştirilmiş ürünler insanlarda alerji yapabilir.

-34 2 1.2 4 2.4 49 29.2 78 46.4 35 20.8 168 100.0 3.83 0.82

1.79 35+ 4 1.7 11 4.7 67 28.9 122 52.6 28 12.1 232 100.0 3.69 0.81

Toplam 6 1.5 15 3.8 116 29.0 200 50.0 63 15.8 400 100.0

2. Genetiği değiştirilmiş ürünler insan sağlığını tehdit edebilir.

-34 2 1.2 5 3.0 29 17.3 81 48.2 51 30.4 168 100.0 4.04 0.84

3.50*** 35+ 4 1.7 15 6.5 57 24.6 119 51.3 37 15.9 232 100.0 3.73 0.87

Toplam 6 1.5 20 5.0 86 21.5 200 50.0 88 22.0 400 100.0

3. Genetiği değiştirilmiş ürünler insanlarda toksik etki yapabilir.

-34 1 0.6 6 3.6 44 26.2 72 42.9 45 26.8 168 100.0 3.92 0.85

2.99** 35+ 4 1.7 15 6.5 73 31.5 105 45.3 35 15.1 232 100.0 3.66 0.87

Toplam 5 1.3 21 5.3 117 29.3 177 44.3 80 20.0 400 100.0

Özlen Özgen, Haluk Emiroğlu, Ayşe Sezen Serpen, Berk Benlioğlu

YaşKesinlikle

katılmıyorum Katılmıyorum Kararsızım Katılıyorum Kesinlikle katılıyorum TOPLAM

x S tSayı % Sayı % Sayı % Sayı % Sayı % Sayı %

1. Gen teknolojisinin uygulanması pazardaki ürün seçeneklerini artıracaktır.

-34 21 12.5 21 12.5 36 21.4 77 45.8 13 7.7 168 100.0 3.24 1.16

0.92 35+ 17 7.3 33 14.2 52 22.4 114 49.1 16 6.9 232 100.0 3.34 1.04

Toplam 38 9.5 54 13.5 88 22.0 191 47.8 29 7.3 400 100.0

2. Gen teknolojisinden yararlanılarak çevresel sorunlar çözülebilir.

-34 21 12.5 30 17.9 66 39.3 45 26.8 6 3.6 168 100.0 2.91 1.04

1.84 35+ 21 9.1 42 18.1 75 32. 79 34.1 15 6.5 232 100.0 3.11 1.07

Toplam 42 10.5 72 18.0 141 35.3 124 31.0 21 5.3 400 100.0

3. Üretimde gen teknolojisinin kullanılması gerekli bir faaliyettir.

-34 28 16.7 33 19.6 61 36.3 40 23.8 6 3.6 168 100.0 2.78 1.101.62 35+ 27 11.6 45 19.4 82 35.3 67 28.9 11 4.7 232 100.0 2.96 1.07

Toplam 55 13.8 78 19.5 143 35.8 107 26.8 17 4.3 400 100.0

**p<0.01,***p<0.001

317 Sayı 37 /Güz 2013

cümlesine kesinlikle katılmadıklarını/katılmadıklarını ifade edenler ise %5.5, kararsızlar %26.8, katıldıklarını/kesinlikle katıldıklarını ifade edenler %67.8 oranındadır (Tablo 4). Tüketicilerin çoğu (%77.3), “Üretimde gen teknolojisinin kullanılmasının çevre ve insan sağlığı üzerindeki uzun dönemli sonuçları bilinmemektedir” cümlesine kesinlikle katıldıklarını/katıldıklarını belirtmişlerdir. Bu cümleye kesinlikle katılmadıklarını/ katılmadıklarını belirtenler %6.5, kararsız olduklarını ifade edenler %16.3 oranındadır. Tüketicilerin %25. 3’ü “Üretimde gen teknolojisinin kullanılması sadece üreticiye yarar sağlar” cümlesine kesinlikle katılmadıklarını/katılmadıklarını, %43.3’ü katıldıklarını/ kesinlikle katıldıklarını, %31.5’i ise kararsızlıklarını dile getirmişlerdir. “Üretimde gen teknolojisinin kullanılması doğal değildir” cümlesine kesinlikle katılmadıklarını/ katılmadıklarını ifade eden tüketiciler %11.0 kararsızlar %21.5, katıldıklarını/kesinlikle katıldıklarını ifade edenler %67.5 oranındadır. T- testi sonuçları, yaş değişkenine bağlı olarak, “Üretimde gen teknolojisinin kullanılması çevresel tehlikelere neden olabilir” ve “Üretimde gen teknolojisinin kullanılması doğal değildir” cümlelerine katılma durumunun p<0.01, “Genetiği değiştirilmiş organizmaların doğadaki yabancı türler ile karışması sorun yaratabilir” cümlesine katılma durumunun ise p<0.001 düzeyinde değiştiğini göstermektedir. Analiz sonuçları; 34 ve daha küçük yaş kategorisindeki katılımcıların genetiği değiştirilmiş ürünlerin elde edilme sürecine ilişkin risk algılarının, 35 ve daha büyük yaş kategorisindeki katılımcılara oranla daha yüksek olduğunu ortaya koymuştur (Tablo 4).

Tablo 4: Yaş değişkenine göre halkın genetiği değiştirilmiş ürünlerin üretilme süreçlerine ilişkin risk algıları ve t-testi sonuçları

YaşKesinlikle katılmıyorum Katılmıyorum Kararsızım Katılıyorum Kesinlikle

katılıyorum TOPLAMx S t

Sayı % Sayı % Sayı % Sayı % Sayı % Sayı %

1. Üretimde gen teknolojisinin kullanılması çevre-sel tehlikelere neden olabilir.

-34 3 1.8 10 6.0 48 28.6 72 42.9 35 20.8 168 100.0 3.75 0.91

2.63** 35+ 6 2.6 29 12.5 63 27.2 110 47.4 24 10.3 232 100.0 3.50 0.93

Toplam 9 2.3 39 9.8 111 27.8 182 45.5 59 14.8 400 100.0

2. Genetiği değiştirilmiş organizmaların doğadaki yabancı türler ile karışması sorun yarata-bilir.

-34 2 1.2 4 2.4 40 23.8 75 44.6 47 28.0 168 100.0 3.96 0.85

3.40*** 35+ 4 1.7 12 5.2 67 28.9 122 52.6 27 11.6 232 100.0 3.67 0.81

Toplam 6 1.5 16 4.0 107 26.8 197 49.3 74 18.5 400 100.0

3. Üretimde gen teknolojisinin kullanılmasının çevre ve insan sağlığı üzerindeki uzun dönemli sonuçları bilinmemektedir.

-34 1 0.6 9 5.4 30 17.9 64 38.1 64 38.1 168 100.0 4.08 0.91

1.60

35+ 3 1.3 13 5.6 35 15.1 126 54.3 55 23.7 232 100.0 3.94 0.85

Toplam 4 1.0 22 5.5 65 16.3 190 47.5 119 29.8 400 100.0

4. Üretimde gen teknolojisinin kullanılması sadece üreticiye yarar sağlar.

-34 5 3.0 34 20.2 59 35.1 42 25.0 28 16.7 168 100.0 3.32 1.07

0.59 35+ 6 2.6 56 24.1 67 28.9 78 33.6 25 10.8 232 100.0 3.26 1.02

Toplam 11 2.8 90 22.5 126 31.5 120 30.0 53 13.3 400 100.0

5. Üretimde gen teknolojisinin kullanılması doğal değildir.

-34 2 1.2 11 6.5 34 20.2 61 36.3 60 35.7 168 100.0 3.99 0.973.13** 35+ 4 1.7 27 11.6 52 22.4 105 45.3 44 19.0 232 100.0 3.67 0.97

Toplam 6 1.5 38 9.5 86 21.5 166 41.5 104 26.0 400 100.0

Halkın Genetiği Değiştirilmiş Ürünlere/Üretilme Süreçlerine Yönelik Algıları ve Etik İnançları

**p<0.01,***p<0.001

318 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Etik İnançlar

Halkın genetiği değiştirilmiş ürünlere ve üretilme süreçlerine ilişkin etik inançları ve t-testi sonuçları Tablo 5’de gösterilmiştir.

“Genetiği değiştirilmiş ürünlere ve üretilme süreçlerine ilişkin etik inançlar” ile ilgili cümlelere katılma durumları incelendiğinde; “Ürünlerin genetiğinin değiştirilmesi etik olarak yanlıştır” cümlesine kesinlikle katılmadıklarını/katılmadıklarını ifade edenlerin %21.5, kararsızların %25.3, katıldıklarını/kesinlikle katıldıklarını ifade edenlerin %53.3 oranında olduğu bulunmuştur (Tablo 5). Katılımcıların %2.8’i “Ürünlerin genetiğinin değiştirilmesi temel prensiplerime aykırıdır” cümlesine kesinlikle katılmadıklarını, %20.5.’i katılmadıklarını, % 33.8’i katıldıklarını, %16.3’ü kesinlikle katıldıklarını, %26.8’i ise bu konuda kararsız olduklarını belirtmişlerdir. “Genetiği değiştirilmiş ürünlerin doğaya karışması sakıncalıdır” cümlesine kesinlikle katılmadıklarını/katılmadıklarını ifade edenler %10.3, kararsızlar %29.0, katıldıklarını/kesinlikle katıldıklarını ifade edenler ise %60.8 oranındadır.

Tablo 5: Yaş değişkenine göre halkın genetiği değiştirilmiş ürünlere ve üretim süreçlerine ilişkin etik inançları ve t-testi sonuçları

İstatistik analiz sonuçları, “Ürünlerin genetiğinin değiştirilmesi etik olarak yanlıştır”, “Ürünlerin genetiğinin değiştirilmesi temel prensiplerime aykırıdır” ve “Genetiği değiştirilmiş ürünlerin doğaya karışması sakıncalıdır” cümlelerine katılma durumunun yaş değişkenine bağlı olarak p<0.05 düzeyinde değiştiğini göstermektedir. Analiz sonuçları, 34 ve daha küçük yaş kategorisindeki katılımcıların genetiği değiştirilmiş ürünler ile ilgili

YaşKesinlikle katılmıyorum Katılmıyorum Kararsızım Katılıyorum Kesinlikle katılı-

yorum TOPLAM

x S tSayı % Sayı % Sayı % Sayı % Sayı % Sayı %

1. Ürünlerin genetiğinin değiştirilmesi etik olarak yanlıştır.

-34 5 3.0 20 11.9 48 28.6 58 34.5 37 22.0 168 100.0 3.61 1.05

2.47* 35+ 11 4.7 50 21.6 53 22.8 86 37.1 32 13.8 232 100.0 3.34 1.10

Toplam 16 4.0 70 17.5 101 25.3 144 36.0 69 17.3 400 100.0

2. Ürünlerin genetiğinin değiştirilmesi temel prensiplerime aykırıdır.

-34 4 2.4 25 14.9 48 28.6 56 33.3 35 20.8 168 100.0 3.55 1.05

2.42* 35+ 7 3.0 57 24.6 59 25.4 79 34.1 30 12.9 232 100.0 3.29 1.07

Toplam 11 2.8 82 20.5 107 26.8 135 33.8 65 16.3 400 100.0

3. Genetiği değiştirilmiş ürünler-in doğaya karışması sakıncalıdır.

-34 2 1.2 12 7.1 48 28.6 63 37.5 43 25.6 168 100.0 3.79 0.952.29* 35+ 5 2.2 22 9.5 68 29.3 108 46.6 29 12.5 232 100.0 3.58 0.90

Toplam 7 1.8 34 8.5 116 29.0 171 42.8 72 18.0 400 100.0

Özlen Özgen, Haluk Emiroğlu, Ayşe Sezen Serpen, Berk Benlioğlu

*p<0.05

319 Sayı 37 /Güz 2013

etik inançlarının 35 ve daha büyük yaş kategorisindeki katılımcıların etik inançlarından daha güçlü olduğunu ortaya koymuştur (Tablo 5).

Halkın Genetiği Değiştirilmiş Ürünlere/Üretilme Süreçlerine İlişkin Fayda/Risk Algıları ve Etik İnançları Arasındaki İlişkinin İncelenmesi

Araştırma kapsamına alınan bireylerin genetiği değiştirilmiş ürünlere/üretilme süreçlerine ilişkin fayda algıları, risk algıları ve etik inançları arasındaki ilişkinin belirlenebilmesi için Pearson korelasyon katsayısı hesaplanmış, analiz sonuçları Çizelge 6’da gösterilmiştir.

Tablo 6: Halkın Genetiği Değiştirilmiş Ürünlere ve Üretilme Süreçlerine İlişkin Fayda Algıları, Risk Algıları ve Etik İnançları ile İlgili Pearson Korelasyon Matriksleri

Ürüne ilişkin faydalar

Sürece ilişkin faydalar

Ürüne ilişkin riskler

Sürece ilişkin riskler

Etik inançlar

Ürüne ilişkin faydalar - - - -

Sürece ilişkin faydalar 0.527** - - - -

Ürüne ilişkin riskler -0.434** -0.172** - - -

Sürece ilişkin riskler -0.450** -0.299** 0.643** - -

Etik inançlar 0.436** -0.389** 0.443** 0.579** -

Tablo 6’dan da izlenebileceği gibi, halkın genetiği değiştirilmiş ürünlere ilişkin fayda algıları ile genetiği değiştirilmiş ürünlerin üretilme sürecine ilişkin fayda algıları (r= 0.527, p<0.01 arasında anlamlı ve pozitif, genetiği değiştirilmiş ürünlere ilişkin risk algıları (r= -0.434, p<0.01), genetiği değiştirilmiş ürünlerin üretilme sürecine ilişkin risk algıları (r= -0.450, p<0.01) ve genetiği değiştirilmiş ürünlere ilişkin etik inançları (r= 0.436, p<0.01) arasında anlamlı ve negatif yönlü bir ilişki olduğu saptanmıştır. Halkın genetiği değiştirilmiş ürünlerin üretilme sürecine ilişkin fayda algıları ile genetiği değiştirilmiş ürünlere ilişkin risk algıları (r= -0.172, p<0.01), genetiği değiştirilmiş ürünlerin üretilme sürecine ilişkin risk algıları (r= -0.299, p<0.01) ve genetiği değiştirilmiş ürünlere ilişkin etik inançları (r= -0.389, p<0.01) arasında anlamlı ve negatif yönlü bir ilişki vardır. Halkın genetiği değiştirilmiş ürünlere ilişkin risk algıları ile genetiği değiştirilmiş ürünlerin üretilme sürecine ilişkin risk algıları (r= 0.643, p<0.01) ve genetiği değiştirilmiş gıdalara ilişkin etik inançları (r= 0.443, p<0.01) arasında anlamlı ve pozitif yönlü bir ilişki olduğu belirlenmiştir. Ayrıca, halkın genetiği değiştirilmiş ürünlerin üretilme sürecine ilişkin risk algıları ile genetiği değiştirilmiş ürünlere ilişkin etik inançları (r= 0.579, p<0.01) arasında pozitif yönlü ve anlamlı bir ilişki bulunmuştur.

Halkın Genetiği Değiştirilmiş Ürünlere/Üretilme Süreçlerine Yönelik Algıları ve Etik İnançları

**p<0.01

320 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Sonuç ve Öneriler

Radikal bir yenilik olarak nitelendirilen biyoteknoloji alanındaki gelişmelerin pazara yansıması, halkın biyoteknolojik yöntemlerle üretilen ürünleri kabul etmesine ve bu yöntemlere güvenmesine bağlıdır. Bu durum, halkın konuya ilişkin fayda-risk algılarının ve etik inançlarının anlaşılmasına duyulan ihtiyacı artırmaktadır.

Bulgular; halkın genetiği değiştirilmiş ürünlere ilişkin fayda algılarının, genetiği değiştirilmiş ürünlere ve üretilme süreçlerine ilişkin risk algılarının, genetiği değiştirilmiş ürünlere ve üretilme süreçlerine ilişkin etik inançlarının yaşa bağlı olarak değiştiğini, genetiği değiştirilmiş ürünlerin üretilme süreçlerine ilişkin fayda algılarının ise yaşa bağlı olarak değişmediğini göstermektedir. 35 ve daha büyük yaş kategorisindeki bireylerin genetiği değiştirilmiş ürünlere ilişkin fayda algıları daha yüksek iken, 34 ve daha küçük yaş kategorisindeki bireylerin genetiği değiştirilmiş ürünlere ve üretilme süreçlerine ilişkin risk algılarının daha yüksek, genetiği değiştirilmiş ürünlere ve üretilme süreçlerine ilişkin etik inançlarının daha güçlü olduğu bulunmuştur.

Biyoteknoloji ile ilgili gelişmelerin geleceği büyük ölçüde halkın kabulüne bağlıdır. Bu durum, halka biyoteknolojinin fayda ve risklerinin tarafsız bir biçimde aktarılması ve isteklerinin dikkate alınması açısından, etkili iletişim stratejilerinin benimsenmesinin önemini artırmaktadır. Genetik mühendisleri ve fen bilimleri ile uğraşan diğer bilim insanları, halkın tutum ve davranışlarının bu alanın gelişmesi üzerindeki etkisinin farkına varmışlardır. Sosyal bilimler ile ilgilenen bilim insanlarının katkılarının da alındığı disiplinlerarası çalışmaların desteklenmesi, yasal düzenlemeler yapılırken konunun psikolojik, sosyal ve ekonomik boyutlarının ele alındığı araştırmalardan yararlanılması önemlidir.

Kaynaklar

Bayoğlu, A.S. ve Özgen, Ö., (2010). Tüketicilerin tarımsal ve tıbbi biyoteknolojiye yönelik tutumları ile fayda ve risk algılarının incelenmesi, Uluslararası Sosyal Arastırmalar Dergisi, 3, (10), s. 90-103.

Bredahl, L., (2001). Determinants of consumer attitudes and purchase intentions with regard to genetically modified foods–results of a cross-national survey, Journal of Consumer Policy, 24, s. 23–61.

Frewer, L.J., Howard, C. and Shepherd, R., (1997). Public concerns in the United Kingdom about general and specific applications of genetic engineering: risk, benefit, and ethics. Scinece, Technology,&Human Values, 22, (1), s. 98-124.

Frewer, L. J., Howard, C. ve Shepherd, R., (1998). Effective communation about genetic engineering and food. British Food Journal, 98, (4/5), s. 48-52.

Gardner, G. E. ve Jones, M. G., (2011). “Science instructors’ perceptions of the risks of biotechnology: Implications for science education”. Research Science Education,

Özlen Özgen, Haluk Emiroğlu, Ayşe Sezen Serpen, Berk Benlioğlu

321 Sayı 37 /Güz 2013

41, s. 711-738.

Gaskell, G. Allum, N.,Bauer,M. W. ve Durant, J., (1999). “Worlds apart? The reception of genetically modified foods in Europe and the US”. Science, 16, s. 384-387.

Kerlinger, F. N., (1973). Foundation of behavioral research. Second edition, Holt, Rinehart ve Watson, New York.

Moerbeek, H. ve Casimir, G., (2005). “Gender differences in consumers’ acceptance of genetically modified foods”. International Journal of Consumer Studies, 29, s. 308-318.

Moon, W. and Balasubramaian, S. K., (2004). “Public attitudes toward biotechnology: the mediating role of risk perceptions on the impact of trust, awareness, and outrage”. Review of Agricultural Economics, 26, s. 186-208.

Prakash, D., Verma,S., Bhatia, R. ve Tiwary, B. N., (2011). “Risks and precautions of genetically modified organisms”. International Scholarly Research Network, ISRN Ecology, Vol 2011, Article ID 369573, 13 pages.

Savadori, L., Savio, S., Nicotra, E., Rumiati, R., Finucane, M. ve Slovic, P., (2004). “Expert and public perception of risk from biotechnology”. Risk Analysis, 24, s. 1289-1299.

Siegrist, M., (1998). “Beliefs in gene technology: the influence of environmental attitudes and gender”. Personality and Individual Differences, 24: 861-866.

Siegrist, M., (2000). “The influence of trust and perceptions of risks and benefits on the acceptance of gene technology”. Risk Analysis, 20, (2), s. 195-203.

Sparks. P., Shepherd. R., ve Frewer, L. J., (1995). “Assessing and structuring attitudes toward the use of gene technology in food production: The role of perceived ethical obligation”. Basic and Applied Social Psychology, 16, s. 267-285.

Tabachnick, B. G and Fidell, L. S., (1989). Using multivariate statistics, Harper Collins Publishing, USA.

Taş, A.S. ve Özgen, Ö., (2007). “Tüketicilerin biyoteknolojide kullanılan organizmanın tipine yönelik tutumları ile etik sorumlulukları arasındaki ilişkinin incelenmesi”, 6. Ankara Biyoteknoloji Günleri: Biyoteknoloji, Biyogüvenlik ve Sosyo-ekonomik Yaklasımlar, 15-17 Kasım 2007, Ankara, 223-236.

Halkın Genetiği Değiştirilmiş Ürünlere/Üretilme Süreçlerine Yönelik Algıları ve Etik İnançları

Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Süreli Elektronik Dergi

Copyright - 2013 Bütün Hakları SaklıdırE-ISSN: 2147-4524

İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi - Sayı 37 / Güz 2013

Yani şiirle iletişim arasındaki ilişkinin sadece bu bağlamda olabileceğini, insanların ancak belli birtakım duyguları şiir aracılığıyla sevdiklerine iletebileceklerini düşünürler. Oysa şiirle iletişim arasındaki bağlantıyı, şiirin birtakım aşk hislerinin aktarılması konusunda bir araç olarak düşünmek şiirle iletişim arasındaki ilişkiyi kurmak anlamına gelmez.

İletişim nasıl bir dil işi ise yani bir işaretler sisteminin dile dönüşmesi anlamında kurulan bir yapıysa, şiir de bu yapının bir varyantı olarak karşımıza

çıkmaktadır. Şiir aslında dilin belli ve özel bir kullanımıdır. O yüzden şiirin dilini ya da şiirsel söylemi ya da simgesel dili, iletişim dilinden daha farklı bir düzleme koyarak temellendirmekteyiz. Aslında iki ayrı dilden söz edilebilir. İletişim bilimciler sadece iletişim dilini referans almaktadır. O ünlü formülasyonuyla söylemek gerekirse, bir gönderici bir mesaj ve bir alıcıdan ibaret olan o iletişimi ve o iletişimin işaret ettiği dili anlamaktadırlar. Burada iletişim dilinin dışında başka bir şiirsel dilin varlığını ve iletişimin bu dille kurulup kurulmayacağını irdelemek istiyorum.

Salı Toplantıları

Hilmi Yavuz ile Şiir ve İletişim Üzerine1

1 Bu metin, 23.09.2013 tarihinde Hilmi Yavuz tarafından Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesinde yapılan “Şiir ve İletişim” konulu konferansın deşifre edilip düzenlenmesiyle oluşturulmuştur.

“…Şiir ve iletişim meselesi üzerine akıl yürütmemiş olanların ilk aklına gelen şey kuşkusuz şiir ile aşk arasındaki ilişkidir. Genellikle şairler değil ama şiir okurları şiirin böyle bir kullanım imkânı olduğunu düşünmüşlerdir. Aşklar hiç şüphesiz en sahici biçimde belki de şiirler aracılığıyla dile getirilmiştir. Genç insanlar sevdikleri şairlerin şiirlerini sevdiklerine okuyarak ya da onları göndererek onlarla bir iletişim kurduklarını düşünürler. ”

323 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Gündelik konuşma diliyle yani iletişim diliyle yazılmış olan şiirlere biz retorik şiir diyoruz. Bu dille yazılan şiirde anlam öne çıkar, yani göndericinin ilettiği ileti ya da mesaj belli bir anlam taşımaktadır ve bu anlam gönderici tarafından alıcıya iletilir. Oysa şiir dili dediğimiz dil, yani şiirsel söylem, iletişim dilinden radikal biçimde farklıdır. Çünkü şiirsel dilde artık anlam, mesaj ya da ileti öne çıkmaz. Anlam geriye itilmiştir, bu yüzden şiirsel dilde anlamın bir belirsizliği imlediğini ve mesajın kendisinin ya da iletinin çok fazla önemli olmadığını söylemek mümkündür. Önce iletişim diliyle yazılmış şiire bir örnek olarak Orhan Veli’nin Zilli şiirini düşünelim:

“Biz memurlar,

Saat dokuzda, saat on ikide, saat beşte,

Biz bizeyizdir caddelerde.

Böyle yazmış yazımızı Ulu Tanrı;

Ya paydos zilini bekleriz,

Ya aybaşını.”

Görüleceği gibi bu şiirde anlam öne çıkmıştır. Bu şiiri okuyan kişilerin acaba Orhan Veli bu şiirde ne demek istiyor gibi bir soru işaretiyle ortaya çıkmaları söz konusu değildir. Çok açık, apaçık, anlamın öne çıktığı, anlamın iletildiği, herhangi bir şekilde bozulmaya, yanlış anlamaya meydan vermeden anlaşılan bir şiirle karşı karşıyayızdır.

Bir de anlamın geriye itildiği ve belli bir belirsizlikten söz edilerek, hemen, kolayca şairin ne demek istediğiyle ilgili belli bir sonuca varmamızın söz konusu olmadığı lirik şiire Behçet Necatigil’in

“Dağ” şiiriyle örnek verelim:

“Ette cızırtı key

Bir kuzgunun indiği bir ine değdiği

Bizi hep o aşağılar

Bağrında her dakika key”

Uzun bir şiirin ilk dörtlüğü olan bu dizelerde hiç şüphesiz Orhan Veli’nin şiirinde olduğu gibi şairin ne demek istediği, yani bize iletmek istediği anlamın ne olduğu konusunda bir belirsizlik söz konusudur. Şair ne demek istiyor diye düşündüğünüz andan itibaren bu şiirde anlamın geriye itildiğini, daha doğrusu belli bir belirsizlik içinde bize sunulmuş olduğunu hemen kavrarız. Lirik şiir görüldüğü gibi konuşma dilinin imkanlarının dışında edebiyat sanatları, mecazlar, istiareler, mecaz-ı mürseller gibi birtakım araçlardan yararlanarak inşa edilmiş bir şiirdir.

Gündelik konuşma dilinde de hiç şüphesiz mecazlar, istiareler vardır. Mesela çok kurnaz, cin fikirli herhangi birinden bahsederken “o ne tilkidir o” deriz. Burada tilki cin fikirli, biraz hilekar, kaba deyimle biraz üç kağıtçı bir tip akla getirmektedir. Böylece tilkinin özellikleriyle o insanın özellikleri arasında bir benzeşim ilişkisi kurulmuş olur. Yine hepimizin çok iyi bildiği, argoda da özellikle kullanılan bir benzetme vardır. Eskiden yatılı okulda okuduğum dönemde çalışkan öğrencilerin yastığının altına arkadaşlar tarafından ot konulurdu. Yani çalışkanlıkla inek arasında bir benzeşim ilişkisi kurulurdu. Bunlar hep istiaredir ve gündelik konuşma dilinin içinde var olan istiarelerdir. O istiareler aslında iletişim dilinin bir parçasıdır. Ancak gündelik konuşma dilinde konvansiyonel

Salı Toplantıları

324 Sayı 37 /Güz 2013

olarak kabul edilmiş olan bu istiarelerin dışında şairin kendisinin ürettiği bazı istiareler vardır ki bu istiareler tamamen şiir diline mahsus olan ve şairin kendisinin icat ettiği ya da oluşturduğu istiarelerdir. Mesela bir şair eğer gökyüzündeki yıldızlardan söz etmek istiyorsa şöyle de diyebilir :

“Ve bahtı göklerin altın çivilerinde.”

Burada gökyüzündeki yıldızlar altın çivilere benzetilmiştir, yıldızlarla altın çiviler arasında bir benzerlik ilişkisi kurulmuş ve bu benzerlik ilişkisi bir istiare, mecaz ya da metafor olarak şiir dilinin bir parçası haline gelmiştir. Bunların anlaşılabilmesi de ancak benzeşim ilişkilerinin nasıl kurulduğunu görmek bakımından bir zihinsel işlemi gerektirir.

Türk şiirinde hem iletişim diliyle yazılmış olan şiirler, hem şiir dilinde yazılmış olan şiirler paralel şekilde gelişmiştir. Tanzimat döneminin şairleri şiiri tamamen belli bir mesajın iletilmesi için özel olarak kullanmışlar ve o yüzden retorik şiirler yazmışlardır. Örneğin Namık Kemal’in “Hürriyet Kasidesi” ni okuduğunuz zaman orada tıpkı Orhan Veli’nin az önce okuduğum şiirinde olduğu gibi herhangi bir belirsizlik, bir müphemiyet söz konusu olmadığını görürsünüz.

“Görüp ahkam- ı asrı münharif sıdk u selametten

Çekildik izzet ü ikbal ile bab- ı hükumetten”

Eğer Osmanlıca biliyorsanız hiç şüphesiz bunun anlamı apaçıktır, yani

“doğruluktan ayrıldığını gördük, ülkeyi yönetenlerin. O yüzden yönetimden çekildik” diyor şair. Tanzimat şairleri şu ya da bu biçimde belli bir düşünceyi öne çıkarmak, belli bir anlamı öne çıkararak iletmek gibi dertleri olduğu için iletişim diliyle yazılmış şiiri tercih etmişlerdir.

Oysa mesela tanzimattan sonraki, “Fecri Ati” Kuşağından Ahmet Haşim için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Ahmet Haşim’in şiiri, şiir diliyle yazılmış retorik olmayan lirik bir şiirdir. Hepimizin bildiği, bütün lise kitaplarında yer alan ve Haşim denilince akla gelen “Merdiven” şiirinde olduğu gibi:

“Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden

Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak

Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak”

Burada ne demek istiyor şair? Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak nasıl olur? Ne demek bu? Acaba burada neyi kastediyor? gibi birtakım sorular bizi birlikte Ahmet Haşim’in lirizmi üzerinde ve bu lirizmin yarattığı müphemiyet üzerinde düşünmeye götürmektedir.

Bir başka mesele hiç şüphesiz sadece lirik şiirin ya da şiir dilinin sadece istiarelere değil özellikle metinler arasına da dayandığıdır. Bir şiir kendisinden önce yazılmış başka bir şiire doğrudan ya da dolaylı bir biçimde atıfta bulunabilir. Mesela yukarıda bahsettiğim Necatigil’in “ Ette cızırtı key...” şiirinde “Bağrında her dakika...” dizesi, doğrudan doğruya Tevfik Fikret’ in “Promete” şiirine yapılmış bir göndermedir. Özellikle son 50 yılda, bir şiirde başka bir şiire, açık ya da kapalı bir

Hilmi YAVUZ ile Şiir ve İletişim Üzerine

325 İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

biçimde gönderme yapılmasının, aslında edebiliğin, yazımsallığın kuralı, ölçütü olduğu öne sürülmeye başlanmıştır. Eğer bir şiirde başka bir şiire ya da başka bir metne gönderme yapılmamışsa o zaman o şiir edebi değildir düşüncesi ortaya konmaya başlanmıştır. Son kuramsal çalışmalar bize şunu gösteriyor ki, özellikle lirik şiirde artık orijinalite dediğimiz şey, özgünlük dediğimiz şey, bahis mevzuu değildir.

Sonuç olarak lirik şiirle iletişim kurabilmek, yani lirik şiirde geriye itilmiş olan, o belirsizliğin içinde mecazlarla, istiarelerle geriye itilmiş olan anlamı bulabilmek, o belirsizlikten kurtarıp, soyutlayıp anlamın kendisini öne çıkarabilmek özellikle bir kuramsal çabayı gerektirmektedir. Şiir konusunda herhangi bir tecrübesi olmayan, şiiri sadece posta dergisinin arka sayfasında her gün çuvallarla gönderilmiş olan şiirlerden ibaret sananlar, bu tip şiirlerle karşılaştığında, genellikle “ben bunu anlamıyorum” biçiminde tepki verirler. Lirik şiirdeki o belirsizliğe mahkum edilmiş olan anlamının öne çıkarılmasının belli bir entelektüel çabayı, belli bir zihinsel çabayı gerektirdiğini unutmamak ve ben bunu anlamıyorum diye elinin tersiyle bir kenara itip kendini sadece retorik şiirle sınırlamak niteliksiz okura özgüdür.

Şiir ve anlamı hakkında şu tartışmaya da değinmek gerekiyor. Arapların “el mana fi batn-ı şair” diye bir sözü vardır. Anlamı “mana şairin karnındadır” şeklindedir. Bu şiirsel metni yazar merkezli okumak, anlamın ancak şair tarafından bilinebileceğini iddia etmektir. Ben “el mana fi batn-ı şiir” yani “mana şairin değil şiirin karnındadır” düşüncesini savunuyorum. Bu durumda geriye itilmiş olan ya da belirsizlik içinde olan o anlamı öne çıkarmak, belli uzmanlık, belli bir

kuramsal donanım isteyen bir iş ise “biz böyle bir kuramsal donanıma sahip değiliz, o zaman böyle bir kuramsal donanıma sahip olmadan biz bu şiirle yani lirik şiirle iletişim kuramaz mıyız?” sorusu sorulabilir. Bence böyle de iletişim kurulabilir. Anlam üzerinde değil, yani zihinsel olarak değil, tamamen duygusal düzlemde de iletişim kurmamız mümkündür. Bunun için bir örneği Yahya Kemal’den vermek istiyorum, Yahya Kemal şiirin müzik olduğunu söyler, şiir bestedir der ve bunu şöyle ifade eder:

“Elhan duyulmadıkça belagat giran gelür/

Laf ü güzahtan mütehassıl kesel gibi”

Eğer şiirde elham yani musiki duyulmuyorsa o tamamen laf-ü güzaftan ibarettir, yani tamamen retorikten ibarettir, dolayısıyla “şiir müziktir” demek istemektedir. Bu, müziği eğer siz duyumsuyorsanız ve müziğin sizde ne tür bir insanlık durumuna tekabül ettiğini, ona karşılık geldiğini anlıyorsanız, (burada anlamak sözünün altını çiziyorum) o zaman bu iletişimi duygusal düzlemde kurmanız mümkündür anlamına gelmektedir. Herhangi bir müzik parçasından, sözsüz bir müzikten ne kertede duygusal birtakım etkilenmeler içerisinde bulunduğunuza bağlı bir meseledir. Bazı müzikler vardır ki hiç söze sahip olmamasına rağmen sizi heyecanlandırır, coşturur. Bazı ezgiler vardır ki o ezgileri dinlediğiniz zaman hüzünlenirsiniz. Tamamen müziğin ürettiği bir duygusallık ya da (ben buna insanlık durumu demeyi tercih ediyorum) bir insanlık durumudur. İşte “tıpkı bunun gibi” diyor Yahya Kemal, “şiir de derun-i ahengi olmalıdır” ve bu deruni ahenk aruzun

Salı Toplantıları

326 Sayı 37 /Güz 2013

ahenginden farklıdır. Mesela Ahmet Hamdi Tanpınar Fuzuli’ nin bir dizesini aktararak bunu örneklendirmektedir:

“Esir- i gurbetiz biz senden özge aşinamız yok”

Şiirde söylenen şudur; “gurbetin tutsağı olduk ama bir tek sen varsın bu gurbette ve senden başka aşina olduğumuz kimse yok.” Bu dizede kelimelerin yan yana getirilişiyle, özellikle “yok” kelimesinin dizenin sonunda kullanılmasıyla meydana getirilen bir insanlık durumu vardır. Bu dizeyi dümdüz monoton şekilde okuyamazsınız. “Yok” kelimesini bir cümlenin başında kullanmakla sonunda kullanmak arasında çok büyük bir insanlık durumu farkı vardır. Başta kullandığınız zaman bu bir başkaldırıdır, “Yok böyle bir şey!” dersiniz ama Fuzuli’ nin dizesinde olduğu gibi eğer bir hüznü, bir başkaldırıyı değil duyguyu dile getirmek istiyorsanız “... senden özge aşinamız yok” dersiniz. Yahya Kemal’in, Türkçenin içinde gömülü bulduğu bu sentaktik yapıyı, yani “yok” kelimesinin, dizenin başında mı sonunda mı yer alması gerektiği konusundaki tespitini, aslında bize farklı birtakım insalık durumlarını telkin ettiğine ilişkin bir örnek olarak vermesi son derece önemlidir. Aynı şekilde Yahya Kemal’de Nedim’in

bir dizesini bu konuda örnek olarak vermektedir:

“Dökülen mey kırılan şişe-i rindan olsun”

Burada bir şevk anı, bir haz durumu dile getirilmiştir. “Şarap dökülmüş kadeh kırılmış olsun” anlamını veren bu altı kelime öylesine yan yana getirilmiş ve istif edilmiştir ki biz bundan çok büyük bir mutluluğu, haz yaşadığımız durumları, hiçbir şeyin artık bizim için önemli olmadığı, şarap mı dökülmüş kadeh mi kırılmış umursamadığımız anı anlıyoruz. “Dökülen mey kırılan şişe- i rindan olsun” dizesi biraz belki esrikçe, yani biraz sarhoşça bir ifadedir. Hatta isterseniz öyle de okuyabilirsiniz. Böyle bir okuma o şiirin bize ilettiği anlamı bozmaz, yani sarhoş üslubuyla okumak o şiirle alay etmek değildir, tam tersine o büyük haz durumunu, Yahya Kemal’in şevk alma dediği, o büyük coşkuyu, o büyük bahtiyarlık yıldızımızın parladığı anı dile getirmektir. Böyle bir an dile getiriliyorsa bunun bir esrik ifadeyle söylemesinin de bir sakıncası yoktur. Bu duygusal iletişim, lirik şiiri bizim için sadece zihinsel ve kuramsal bir mesele olmaktan çıkarıp onu bizimle duygudaş hale getirmektedir.

Hilmi YAVUZ ile Şiir ve İletişim Üzerine