25

Perde Arkasından

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Devlet Tiyatrosu Gerçeği

Citation preview

Page 1: Perde Arkasından
Page 2: Perde Arkasından

2

_ _03

Page 3: Perde Arkasından

PERDE ARKASINDAN 3

CAN GÜRZAP

Perde ArkasındanDevlet Tiyatrosu Gerçeği

Page 4: Perde Arkasından

CAN GüRzAP4

PERDE ARKASINDAN_Can Gürzap_03

PERDE ARKASINDAN / Can Gürzap

© Remzi Kitabevi, 2012Her hakkı saklıdır. Bu yapıtın aynen ya da özet olarak hiçbir bölümü, telif hakkı sahibininyazılı izni alınmadan kullanılamaz.

Editör: Bülent UstaKapak: Murat Özgül

ısbn 978-975-14-1511-0

birinci basım: Haziran 2012

Remzi Kitabevi A.Ş., Akmerkez E3-14, 34337 Etiler-İstanbulTel (212) 282 2080 Faks (212) 282 2090www.remzi.com.tr [email protected]

Baskı ve cilt: Remzi Kitabevi A.Ş. basım tesisleri100. Yıl Matbaacılar Sitesi, 196, Bağcılar-İstanbul

Page 5: Perde Arkasından

PERDE ARKASINDAN 5

Babam Reşit Gürzap’a Alev’e, Sönmez’e,

Muammer ve Alpay’a

Page 6: Perde Arkasından

CAN GüRzAP6

PERDE ARKASINDAN_Can Gürzap_03

Page 7: Perde Arkasından

PERDE ARKASINDAN 7

Teşekkür

Beni destekleyen, fikirlerini söyleyerek ba-na yardımcı olan dostlarım; Yalçın Boratap, Selen Birkiye Korad, Atsız Karaduman, Didem Gürzap, Burcu Birmen, Özcan Özer ve Ediz Baysal’a teşek-kür ederim.

Page 8: Perde Arkasından

CAN GüRzAP8

PERDE ARKASINDAN_Can Gürzap_03

Page 9: Perde Arkasından

PERDE ARKASINDAN 9

İçindekiler

Önsöz, 11

Tiyatro, 15Devlet Tiyatrosu’nun Habercisi: Halkevleri, 42

Ankara DevletKonservatuvarı, 49Tatbikat Sahnesi, 61Devlet Tiyatrosu, 70

Devlet Tiyatrosu’nda Dönemler, 7927 Mayıs 1960 Dönemi, 121

Büyük Bir Sanat Yapısı:Kültür Sarayı, 15412 Mart 1971 Darbesi, 16412 Eylül 1980 Darbesi, 189

Devlet Sanatçılığı, 226Devlet Tiyatrosu’nunYönetim Gücü, 241

Özel Tiyatrolar, 331Devlet Tiyatrosu’nda Değişim, 334

Bitirirken, 344

Ek 1, 349Ek 2, 381

Dizin, 385

Page 10: Perde Arkasından

CAN GüRzAP10

PERDE ARKASINDAN_Can Gürzap_03

Page 11: Perde Arkasından

PERDE ARKASINDAN 11

Önsöz

Ben tarihçi değilim. Tarihçi olmasam da “tarih”i elimden geldiği kadar öğrenip bilmeye çalışan bir insanım. Yaşamımın büyük bölümünü Devlet Tiyatrosu’nda geçirdim. İyi ya da kö-tü günler yaşadım. Devlet Tiyatroları’nda oyuncu, yönetmen, öğretmen, çevirmen, yönetici olarak yıllarca hizmet verdim. Hayatım boyunca icra ettiğim sanatta en iyisini ve doğrusunu yapmaya çalıştım.

1963 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölü-mü’nün sınavlarına girdim. Zaten o yıllarda Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’ne giren sanatçı adayları sınav-ları zar zor kazanırlardı. İşin ilginç yanı o bölümü bitiren sanat-çı olmuş adaylar beş yıllık zorlu bir eğitimden sonra çok zor me-zun edilirlerdi. Ben de onlardan biriyim. Bize bu zorlu eğitimi veren, ağır bir disiplin uygulayan değerli hocalarıma teşekkür ettim hep. Onları saygıyla anıyorum.

Devlet Tiyatrosu, ilerdeki sayfalarda okuyacağınız gibi pek çok sorunu yaşaya yaşaya düştü kalktı, yuvarlandı kalktı, kaydı kendini toparladı, ama hep ayakta durmaya çalıştı. Kültürsüz, sanat fakiri bu ülkenin kültürüne ve sanatına katkılarda bulun-maya çalıştı. Türk tiyatrosu, dünya tiyatrosu için kısa, ülkemiz için uzun bir yol katetti. Sanatla ilgisi olmayan siyasilerin, bü-rokratların hakaretlerine maruz kaldı. Tiyatro tarihini taraya-cak olursanız yazarların bu tiyatroya yardım edip, el vermediği-ni görürsünüz. Bunlar yaşandı geçti, yaşanan süre içinde Devlet

Page 12: Perde Arkasından

CAN GüRzAP12

PERDE ARKASINDAN_Can Gürzap_03

Tiyatrosu topluma değişik çehrelerle sunuldu. Bu sunumlar, “Bunlar zaten yan gelip yatar, para alır”, “İkide bir kazan kal-dırır”, “Bunlar eskimiş tiyatro yapmaktadır” daha neler neler… Sonunda da “Devlet Tiyatrosu’nu kapatalım.” “Devletin başına bunlar dert” gibi acımasız eleştiriler yapıldı. Çoğu aydın, tiyat-royla ilişkisi olan pek çok kimse “Bu Devlet Tiyatrosu neden be-lirli zamanlarda, bazı uygulamalara karşı çıkıyor, şunu bir araş-tıralım.” demedi, diyenlerin de sesi çok kısık ya da cılız çıktı. Oysa herşey apaçık ortadaydı. Devlet Tiyatrosu bazı zamanlar-da bildiri yayınlamışsa ya da kamu önünde toplantılar yapmış-sa, kendi kurumlarını ve tiyatro sanatını korumak için yapmış-tır. Böyle durumlarda Devlet Tiyatrosu’na kim sahip çıktı bili-yor musunuz? Onun sevgili seyircisi.

Elbette Devlet Tiyatrosu’nun yaşamı sürecinde sorunlu in-sanlar da yer aldı. Bunların çoğu ne yazık ki, tiyatrodan ya da oyunculuktan nasibini almamış kişilerdir. Zaten ne olmuşsa, bu kişilerin sahnede başarı elde edemedikleri için başka yollara sa-pıp, sahnede güçlerinin yetmediği başarıyı tiyatroyu yönetmek-te aradılar. İşin içine bürokratları soktular, yetmedi politikacıları soktular. Bazıları emellerine ulaştı bazıları ulaşamadı. Ama, bu kişiler tiyatroya çok zarar verdi. Hem Devlet Tiyatrosu’nda hem de İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda.

Babam Reşit Gürzap gerçek bir “İstanbul beyefendisi”, Muh-sin Ertuğrul’un hem öğrencisi hem de sürekli yanında olmuş bir kişiydi. Ayrıca büyük bir aktördü. Bu yüzden ben gözü-mü İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda açtım, tiyatroyu öğrendim. Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nde ve Devlet Tiyatrosu’nda tiyatrocu olmayı öğrendim. Öğrenmekten ve bil-meye çalışmaktan hiçbir zaman geri durmadım. Bu yüzden de tiyatro aşkım ve tutkum hiç eksilmeden zenginleşti. Doğru bil-diğim şeylerden herhangi bir çıkar uğruna vazgeçmedim. Ve doğruları söylemekten vazgeçmedim. Bu yüzden bu kitabı yaz-

Page 13: Perde Arkasından

PERDE ARKASINDAN 13

maya karar verdim. Çünkü hakkında pek çok şey söylenen bu Türkiye’nin, Ortadoğu’nun, Balkanlar’ın en büyük sanat kuru-munun doğru dürüst bir tarihçesi yok. Ben de, hani hep söy-lenen “Yaşamını yazsana”, “Bu anlattıklarını yazsana” uyarıla-rı dinleyerek benim için çok ağır bir çalışmanın altına girdim. Kendi yaşamımı yazmadan önce Devlet Tiyatrosu’nu yazmayı bir görev bildim.

Bu kitabı on yılda yazdım. Ancak aktif yazma sürem, olduk-ça yoğun çalışma hayatım içinde üç yılımı aldı. Sebebi, zaman zaman yazmayı bırakıp biraz daha olaylardan uzaklaşmak, yan-lış yapmamak, duygularımdan ve kızgınlıklarımdan elden gel-diğince arınmak istedim. Bunun nedeni, doğru dürüst bir ta-rihi olmayan Devlet Tiyatrosu’nun belgelere, tuttuğum notlara ve yaşadıklarıma dayanarak yazmaya çalıştığım basit bir tarih-çesinde yanılgıya düşmemek ve okuyanları yanıltmamak için-dir. Bazı şeyleri biraz yumuşattım belki ama, bugünden düne baktığımda bu endişelerle bu kadar beklememin yanlış olduğu-nu gördüm.

Ama, bunun dışında da elden geldiğince tarafsız olmaya ça-lıştım. Yazmak isteyip de yazamadığım çok şey var. Onları da bundan sonraki kitabımda yazacağım. O kitap daha kolay, çün-kü bizzat yaşadıklarımı yazacağım. Bu kitapta yazdığım gibi üçüncü şahıs olarak değil birinci şahıs olarak…

Nisan, 2012 Mahmudiye Köyü, Sapanca

Page 14: Perde Arkasından

CAN GüRzAP14

PERDE ARKASINDAN_Can Gürzap_03

Page 15: Perde Arkasından

PERDE ARKASINDAN 15

Tiyatro

İnsan, var olmanın, nasıl ve hangi koşullarda olursa olsun kuru kuruya yaşamak olmadığını; daha zevkli ve daha şık ya-şamanın insanlara huzur ve mutluluk getirdiğini anlamış ve bu yolla kendine çok zengin bir dünyanın kapılarını açmıştır. Bu dünya, kültür ve sanattır. Kültür ve sanat yoluyla bir arada ola-bilmelerinden duydukları mutluluk, birlikte eğlenmenin getir-diği huzur, insanın yaratıcı gücünü de etkilemiş ve bu etkileşi-min getirdiği iletişim zenginliği, uygarlığın temel taşlarını oluş-turmuştur.

Bu sanat dallarının en önemlilerinden biri tiyatrodur. Pek çok tanımı olan tiyatronun, herhalde en önemlisi: “İnsanı konu alan, insan için ve insanla yapılan bir sanattır,” tanımıdır. Yani, tiyatro yaşamın aynasıdır. Tarih boyunca insanın yaşadığı evre-leri çeşitli açılardan gözlemlemiş ve bu evrelere paralel olarak, yaşamını insanla yan yana sürdürmüştür. İnsanla kol kola, ki-mi zaman eleştirerek, kimi zaman yol göstererek, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırmada, bir kuyumcu terazisi kadar hassas davranmıştır. Bunların yanı sıra, üzdüğü kadar güldürmüş, eğ-lence hayatının bir parçası da olmuştur. Tiyatro, yaşam serüveni içinde çeşitli biçimlere sahip olmuş, değişik üsluplarda anlatım olanakları oluşturmuştu. Yüzbinlerce oyun yazılmış, bu oyun-ların bazıları unutulup yok olmuş, bazıları da binlerce yıl tazeli-ğinden hiçbir şey yitirmeden yaşamıştır.

İşte, İngilizler bu nedenle geride bıraktığımız bin yılın, yani

Page 16: Perde Arkasından

CAN GüRzAP16

PERDE ARKASINDAN_Can Gürzap_03

“milenyum”un adamı olarak, oyun yazarı William Shakespeare’i seçmişlerdir. Bu dehanın yalnız İngiltere halklarına değil, bütün insanlığa, yaşam, düşünce ve dolayısıyla uygarlık boyutunda büyük katkıları olmuştur. İngilizler Shakespear’i, Lord Byron, Bacon, Oscar Wilde, Charles Dickens, Sisley, Benjamin Britton, Beatles gibi sanatçılara ve sayısız bilim adamına yol gösterip, onları biçimlendirdiği için, bin yılın adamı olarak seçmişlerdir.

Ülkemizde Tiyatronun GecikmesiBinlerce yıl önce hayat bulan tiyatronun ilk ürünleri, üze-

rinde yaşadığımız bu topraklarda yazılmış ve oynanmıştır. Bu oyunlar, yine aynı topraklarda, mimarinin en güzel örnekleri-ni oluşturan ve binlerce yıldır ayakta durmayı başarabilmiş ya-pılarda oynanmış, bu topraklardan dünyaya yayılmış ve binler-ce yıldır insanoğlunun vazgeçemediği en önemli eğlence ve kül-tür kaynağını oluşturmuştur.

Büyük bir devlet kurmuş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun yüzlerce yıl bu topraklarda yaşamasına rağmen, bu önemli sanat dalıyla tanışabilmesi ancak yüz yetmiş yıl önce gerçekleşebilmiş-tir. Ancak bu, mesafeli ve soğuk bir tanışma olmuştur. Türk top-lumunun tiyatroyla yakınlaşması, onu öcü gibi görmekten bir ölçüde kurtulabilmesi, uzun ve sancılı yıllardan sonra gerçek-leşmiştir. Bir ölçüde diyorum çünkü, bugün bile tiyatro, toplu-mumuzun belirli kesimlerinde hâlâ kuşkuyla, endişeyle karşıla-nan bir sanat dalıdır. Bu nedenle, geçmişe bakacak olursak, ül-kemizde yalnız tiyatro değil, resim, heykel, bale gibi Batı kay-naklı sanatlar da akıl almaz güçlükler, engeller ve sorunlarla bo-ğuşarak yaşamaya çalışmış ve hâlâ da bu mücadele aralıksız de-vam etmektedir.

Ülkemizin tiyatro sanatıyla tanışması, 1839 Tanzimat ilanıy-la birlikte yabancı sermayenin temsilci, yönetici ve görevlileri-

Page 17: Perde Arkasından

PERDE ARKASINDAN 17

PA 2

nin İstanbul’a akın etmesiyle başlar. Bu yabancılar, yaptıkları iş-yeri ya da konutların mimarilerine paralel olarak yaşam biçim-lerinin bir parçası olan eğlence ve sanatı da birlikte getirdiler ve bunları icra edecekleri birbirinden güzel yapıları da inşa ettiler.

Değerli tiyatro tarihçisi ve araştırmacı, hocam Refik Ahmet Sevengil o yılları şöyle anlatır: “Batılı sahne sanatı Beyoğlu tiyat-rolarında Tanzimat-ı Hayriyye’nin ilanından hemen bir yıl son-ra 1840’ta yabancı sanatkârlar tarafından yabancı dillerde, mu-sikili ve musikisiz eserlerin temsil edilmesiyle yer bulmuştu.

Batı örneğine uygun bir Türk sahne sanatının vücuda gelme-si elbette çok sonradır; fakat bu güzel sanatın Türk gençleri tara-fından icra edilmesi isteği, Tanzimat’ı takip eden yıllarda uyan-mıştır. Bu istek ilk defa, yenilikçi bir padişah olan Abdülmecit tarafından 1846 yılında dikkate alınmıştır. Abdülmecit, Beyoğlu tiyatrolarında yabancı sanatkârlardan dinlediği ve seyrettiği müzikli sahne sanatının Türk gençlerine de öğretilmesini sara-yın müzika ustası Donizetti’den istemiş…

Abdülmecit, sahne sanatlarına karşı ilgisini ölümüne ka-dar devam ettirmiştir; bir yandan Beyoğlu’nda verilen temsil-leri zaman zaman gidip seyretmiş, bir yandan da Dolmabahçe Sarayı’nın yanı başında Avrupa saraylarında olduğu gibi hü-kümdara mahsus bir tiyatro binası yaptırmıştır”(1)

Halkla az çok bütünleşen ilk Türkçe oyunlar Fransızca ve İtalyancadan çevrilmiş piyeslerdi, bu piyesler ilk kez 1858 yılın-da Ermeni sanatçılar tarafından oynanmaya başladı. Türk ak-törlerin sahneye çıktıkları ilk mekân Gedikpaşa Tiyatrosu’ydu, ama yine de Türk tiyatro tarihinde önemli bir yeri olan Gedikpaşa Tiyatrosu kadrosunun çoğunluğunu Ermeni oyun-cular oluşturuyordu. Gedikpaşa’da ilk Türkçe oyunlar 1868 yı-

(1) Refik Ahmet Sevengil, Tanzimat Tiyatrosu, Devlet Konservatuvarı Yayın-ları s. 3-4

Page 18: Perde Arkasından

CAN GüRzAP18

PERDE ARKASINDAN_Can Gürzap_03

lında oynanmaya başlamıştır. Bu tiyatronun yöneticisi de uzun yıllar Osmanlı Tiyatrosu’nda söz sahibi olan Güllü Agop’tur (Agop Vartovyan). Pek çok tiyatro tarihçisinin kabul ettiği gi-bi, modern ve organize Türk tiyatrosunun başlangıcı Gedikpaşa Tiyatrosu’dur.

“Gedikpaşa Tiyatrosu, memleketimizde, Türk dilinde de-vamlı temsiller veren ilk tiyatro teşekkülüdür. Aktörlüğü mes-lek edinen Türkler ilk defa bu tiyatroda sahneye çıkmışlardır. Türk muharrirleri (yazarları) bu sahneye büyük ilgi göster-mişler, sanatkârlara düzgün konuşma dersleri vermişler, azın-lık mensupları tarafından yabancı dillerden çevrilmiş olan pi-yesleri okuyup Türkçe yanlışlarını düzeltmişlerdir. Tanınmış ediplerimiz (yazarlarımız), bu sahnede oynanmak üzere ti-yatro eserleri yazmışlardır. Yüksek okul öğrencilerinden dev-let adamlarına kadar, aydınlar bu tiyatronun temsillerini takip ederek memleketimizde Batılı sanat geleneğinin kurulmasına hizmet etmişlerdir. Bütün bunlardan dolayıdır ki Gedikpaşa Tiyatrosu’nun sanat tarihimizde ehemmiyetli (önemli) bir ye-ri vardır.”(1)

II. Abdülhamit dönemindeki baskı ve sansür nedeniyle ti-yatro büyük bir sıkıntıya düşmüştür. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanıyla oluşan özgürlük ortamında, tiyatro alanında da bir ye-niden doğuş, bir filizlenme dönemi başlar. Doğrudur… AMA! Müslüman gençlerin sahneye çıkmaları yasaktır. Saray tiyatro-sunda ufak tefek işlerde kullanılmış bazı gençler, padişahın lütfu ve göz yummasıyla sahneye çıkmışlardır. Ya da Ermenilerin yö-netimindeki kimi tiyatrolarda oynanan Türkçe temsillerde ufak tefek roller almışlardır. Ama ne olursa olsun, Müslümanların resmi olarak sahneye çıkması yasaktır. Erkek oyuncular şöyle ya da böyle bu yasağı delmişlerdi, ama ya kadın oyuncular?

(1) a.g.e., s. 53.

Page 19: Perde Arkasından

PERDE ARKASINDAN 19

Kadınların Sahneye Çıkmaları YasakO dönemde tiyatro sanatçıları o kadar değersiz ve küçük gö-

rülmüştür ki, bu insanların mahkemelerde tanıklığı bile kabul edilmemiştir.

Hele kadınların sahneye çıkmaları vatan hainliğiyle eşdeğer bir suç olarak görülmüştür. Buna rağmen, kimi Müslüman ka-dın oyuncular Ermeni isimlerle sahneye çıkma cesaretini göster-mişlerdir. Geleneksel tiyatromuzdaki “zenne” tipi de zaten bu yasaktan doğmuştur. Daha sonraları, dramatik oyunlarda kadın rollerini zaman zaman erkekler oynamışlardır. Bu da işin doğa-sına aykırı, inandırıcılıktan uzak bir anlayışı getirmiştir. Dünya tiyatrosu her konuda yepyeni atılımlar yaparken, ülkemizde ka-dın rollerinin erkekler tarafından oynanması akıl almaz bir du-rumdu. Tiyatronun bu uygulamalarla zevk vermesine, inandırı-cı olmasına ve gelişmesine olanak yoktu elbette.

Ermeni oyuncularla Müslüman oyuncuların bir araya gel-mesiyle kadın oyuncu sorunu bir ölçüde aşılmıştı, ama bu kez de sahnede kullanılan dil uyuşmazlığı ortaya çıkıyordu. Bu da ti-yatro için çok önemli bir sorundu. Ermeni erkek oyunculardan Mardiros Mınakyan, Serope Bengliyan, Tomas Fasulyaciyan, Agop Vartovyan, Ohannes Acemiyan, Ermeni kadın oyuncular-dan da Verkine Karakaşyan, Bayzar Fasulyaciyan, Kınar Hanım, Nıvart Hanım, Eliza Binemeciyan gibi önemli sanatçılar sahne-ye çıkmaktaydı. Bu sanatçılar kuruluş yıllarında ülkemiz tiyat-rosuna önemli hizmetler vermişlerdir. Ancak Türkçeyi Ermeni şivesiyle konuştukları için, bu oyuncular sahnede Müslüman oyuncularla birleşince, ortaya dil karmaşası çıkıyordu.

Kısacası, sahnede Türkçe söyleyiş birliğinin sağlanması ge-rekiyordu. Çünkü tiyatro, “o dilin en güzel ve doğru bir biçim-de kullanıldığı sanat” demekti. Bunun için de Türkçeyi dialekt-siz konuşan sanatçılara gereksinim vardı. Bu sorun da, ancak Müslüman kadınının sahneye çıkmasıyla çözümlenebilirdi. Ne

Page 20: Perde Arkasından

CAN GüRzAP20

PERDE ARKASINDAN_Can Gürzap_03

var ki, Müslüman kadınının o yıllarda bırakın sahneye çıkma-sını, çarşafsız dolaşması bile düşünülemezdi. Bakınız bu soruna İzzet Melih Bey nasıl bir çare bulmuş.

Tepebaşı tiyatrosunda harikzedegan (yangın felaketzedeleri) menfaatine bir müsamere verilmiş, bu müsamerede İzzet Melih Bey de bir konferans vermişti. 1908 teşrinievvelinde (ekim ayı) bu konferanstan şu satırları alıyorum:

Bizde tiyatronun tesis ve terakkisi için ne lazım? Evvela mü-kemmel bir bina: Osmanlı Tiyatrosu. Aktör ve aktrisler yetiştire-cek milli, küçük bir konservatuvar… Sekiz on yaşlarında Ermeni, Musevi ve Çingene kızları bu mektebe konulur, tahsil ve terbiye-yi umumiyeleri bir dereceye kadar ilerleyince temaşa (oyunculuk) derslerine devam ettirilir, bahusus (özellikle) Çingene kızlarını il-tizam etmek (kelime anlamı tam olarak bu olmasa da “kullan-mak” anlamında kullanıyor) makul olur, Türkçeyi daha güzel bir telaffuzla konuştuklarını bilirsiniz, sonra da sanatkârlık bohem-yenleri yaradılışlarında vardır. İslam kadınlarının sahneye çık-malarına harem mani olduğu cihetle tabii onlardan bahsedemem. Türk sahnesi için Çingene kızlarını yetiştirmek fikri, uzun müddet ağızlarda çiğnendi durdu. Darülbedayi (İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosu) ilk defa kurulurken müesseseye talebe olarak Çingene kızlarını alıp okutmak fikri, zamanın dahiliye nazırına mevzuu-bahs edilmiş, fakat Çingene kızlarının isimleri de Türk isimlerine benzediği için taassuba dokunur ve hükümetin başına iş açılır mü-lahazasiyle ve red cevabı ile karşılanmıştı.(1)

Böylece, yıllar önce gerçekleştirilen bir Osmanlı uygulaması hortlayacak ve tiyatroya bir çeşit devşirme yöntemiyle kadın sa-

(1) Refik Ahmet Sevengil, Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu, Cilt1, s. 112-113 Kanaat Kütüphanesi. İstanbul 1934.

Page 21: Perde Arkasından

PERDE ARKASINDAN 21

natçı yetiştirilecekti. Acaba bu uygulama gerçekleşseydi ne olur-du, nasıl bir sonuç elde edilirdi? Sanırım doğru dürüst hiçbir so-nuç vermez, hatta yeni filizlenmeye başlayan Türk tiyatrosu için çok büyük zararlar ortaya çıkabilirdi.

Ne yapmalı, nasıl yapmalı derken, otuz yaşındaki Muhsin Ertuğrul, adeta yıkılmaz gibi görülen bu yasak perdesini cesare-ti, aklı ve bilgisiyle yıkacaktır… Şimdi sözü üstata bırakalım:

Epeyce uzun zamandan beri oyun oynamıyorum. Bunun için yegane mani (tek engel): Türk aktris yok. Bu fikrimi geçen gün bir mahfilde (toplantıda) söylerken biri bana “Kadınların sahne üze-rinde başı açık mı oynamasını istiyorsunuz?” dedi. Hazırun (top-luluk) arasında bir göz gezdirdim, ekseriyet (çoğunluk) benim fikrimde olanlardandı.

‘Hayır dedim. Sahnenin önüne kafes koyacağız. Arkasında yaş-maklı, feraceli, çarşaflı hanımlar oynayacak!’

Bu cümleyi gülmeler takip etti. Muhatabıma bu sefer hiddetli-ce ‘Elbette baş açık’ diye bir parça hararetli başladım. Eğer biz bu kadar felaketten sonra adam olmak istiyorsak mileli medeniyetin (uluslararası uygarlığın) esasatını kabul etmeğe mecburuz. (…) Kadınsızlıktan tiyatromuz yok. Kendi kendimize karşı mürai (iki-yüzlü) olmamız bizim içtimai (toplumsal) hastalıklarımızı tezyit ediyor (çoğaltıyor). Avrupa’ya gider gitmez, bizden başka bütün dünya milletlerinin serpuşu olan şapkayı başımıza geçiriyoruz; Avrupa’daki sefaret imamlarımız bile sarığın yerine güzel güzel şapkalarını giyiyorlar, zevcelerini (eşlerini), çocuklarını yanlarına alarak kahve, birahane, lokanta, tiyatroya gidiyorlar da burada kadınlarımızdan biri çıkıp çarşafla olsun zararı yok, bir yerde otu-ramıyor, tiyatroya gidemiyor, yemek yiyemiyor. Niçin? Dindarlığı mı mani? Hayır! Kocası mı mutaassıb (tutucu)? Hayır! Kendi mi istemiyor? Hayır! Neden? Mutaassıb kimselerden, bir de merkez kumandanından korkuyorlarmış.

Page 22: Perde Arkasından

CAN GüRzAP22

PERDE ARKASINDAN_Can Gürzap_03

Bugün sahneye çıkmak emeliyle kıvranan kaç tane Türk ha-nımı biliyorum. Bir türlü cesaret edemiyorlar… Bir tarafta me-deniyete ve asrın terakayatına hahişker (yüzyılın gelişimine is-tekli) bir kitle-i münevvere (aydın topluluğu), diğer tarafta iş-siz, güçsüz, dedikoducu, sahte bir kitle-i mutaassıba (tutucu top-luluğa) karşı dövüşüyoruz. Hak ve hakikat bizde olduğu için bir gün bu mutaassıpları bitap (güçsüz) bırakarak mağlûp edece-ğiz; fakat ne olur, bu ebedi (sonsuz) uykuya daldığı zannolunan afif (temiz, namuslu) Türk kadınlığı arasından büyük ruhlu bi-ri çıksa da tiyatroya intisab ederek (başlayarak) kökleşmiş eski taassubu parçalasa!

O kadın, o hanım kendisini yüzlerce Türk hanımlarının takip edeceğine şimdiden emin olabilir.

Hayatımda yegâne temennim budur: Bu memlekette taassu-bun sabun köpüğü gibi sinip gittiğini görmek, bu suretle kocalarıy-la ve kardeşleriyle gelmiş Türk hanımlarından bir kitle-i temaşage-ran (seyirci kitlesi) önünde gene Türk hanımlarının o kulağa pek ahenktar (hoş, uyumlu) akseden Türkçeleriyle temsil yapmak!

İçimde bir his var ki artık daha çok beklemeyeceğiz, bir gün, ya-rın, kalbinde temaşa aşkiyle sanat hevesinden başka bir şey bulun-mayan hanımlarımızdan elbette bir cesuru çıkacak ve sahneye atı-larak temsile bilfiil iştirakle senelerden beri kolumuzu, budumu-zu kımıldatmayan taassubun nasıl bir sahte heyûla olduğunu is-pat edecek.(1)

O dönemde böylesine çarpıcı bir yazı yazmak gerçekten ko-lay bir iş değildir. Muhsin Ertuğrul bu yazıyla, Türk tiyatrosu-nun gelişebilmesi için Türk kadın oyuncularının sahneye çık-maları gereğini vurgularken, Türk kadınının yüzyıllardır, al-

(1) Refik Ahmet Sevengil, Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu, İstanbul, s. 113-114 tarih yok.

Page 23: Perde Arkasından

PERDE ARKASINDAN 23

tında inim inim inlediği ilkel bir tutuculuğun getirdiği esaret-ten de kurtarılmasının önemini ısrarla vurgulayarak, aynı za-manda kadın haklarını savunmuş, belki de ilk savunucusu ol-muştur.

Burada iki noktanın üzerinde durmak gerekiyor: Birincisi, bu yazıdan hemen sonra Türk kadınları, Muhsin Ertuğrul’un söylediği gibi tiyatro sahnesine, tek tük de olsa çıkmaya başla-mışlardı. Bu, o dönem için büyük bir cesaretti. Afife Hanım, Seniye Hanım, Mebrure Hanım, Leman Hanım, Ruhat Hanım, Şaziye Hanım, Münire Hanım gibi kahramanlardı bu kadınlar. Ama ne yazık ki, bu kahraman kadınlar bu yolda çok ağır bedel-ler ödediler. Hapishaneler, tutuklamalar, nezaretler, polis takip-leri… Çok büyük acılar çektiler, ama yılmadılar. Sonunda ka-zandılar. Türk tiyatrosu kazandı. Onları burada sonsuz bir say-gıyla anıyor ve sanat diliyle “bravo” diyoruz.

Ülkemizde tiyatro, cumhuriyetin ilanından sonra gelişmeye başlamıştır. Bu konuda atılan ilk önemli adım, Türk kadınının sosyal hayatın her alanında yer almaya başlamasının yanı sıra, tiyatro sahnesine de rahatlıkla çıkabilmesiydi ama, ne yazık ki bu rahatlık, dönemin genç kızlarının büyük çoğunluğu için ge-çerli değildi. Bu sefer de karşılarında, engel olarak ailelerini bu-luyorlardı. Bu karşı çıkışı bir ölçüye kadar anlayışla karşılamak gerekir. Yüzyıllardır süren kaç göç ve tutuculuk bir iki yılda be-yinlerden silinip yok edilemiyordu. Ancak, yine de tiyatroların gereksinmelerini karşılayacak Türk kadın oyuncu vardı. Bu da bir iki yılda aşılmış bir engeldi. Ve büyük başarıydı.

Şunu da önemle belirtmek gerekir ki, o yıllarda, İstanbul’da hatırı sayılır bir tiyatro hareketi vardı. Belki de bugün olmadığı sayıda tiyatro perde açmaktaydı. Elbette bu tiyatrolar özel tiyat-rolardı. Hiçbir yerden yardım almayan, zar zor yaşayan, sürekli turneler yapan Ermeni ve Müslüman tiyatro topluluklarıydı.

Bu aşamada, giderek bir Türk tiyatrosuna gerek duyulmak-

Page 24: Perde Arkasından

CAN GüRzAP24

PERDE ARKASINDAN_Can Gürzap_03

taydı. Burada yine, üstat Muhsin Ertuğrul karşımıza çıkmakta-dır. Tiyatroyu daha çok öğrenmek, deneyimlerini arttırmak için aç bilaç Paris tiyatrolarında oyunlar seyreden, görüşme olanak-larını sağladığı tiyatro adamlarıyla bir araya gelip onların bilgi-lerinden yararlanan Muhsin Ertuğrul, Türkiye’ye dönünce bir tiyatro kurmaya karar verir. Tiyatronun adı, “Ertuğrul Muhsin ve Arkadaşları”dır.

Darülbedayi: Bir Tiyatro DevrimiModern Türk tiyatrosunun başlangıcı ya da başlayacağının

müjdesi, 1914 yılının bir Haziran günü, o zamanın İstanbul Belediye Başkanı tarafından küçük bir odada veriliyordu. Bu müjde bilge bir adam tarafından açıklanıyordu. Kime? Gencecik bir sanatçı olan Muhsin Ertuğrul’a. Bakın, o günleri nasıl anla-tıyor Muhsin Hoca:

25 Haziran 1914. Bir perşembe sabahıydı. Şehzadebaşı’nda Letafet Apartımanı’nın üst katında açılacak tiyatro okulunun odalarına alınan eşyaları düzenlemekle uğraşıyordum. Saat da-ha sekiz… Binada benden başka kimse yok. Zamanın Şehremini (Belediye Başkanı) Operatör Cemil Paşa yüz basamak merdiveni tırmanarak koridorda gözüktü. Müdürümüz Reşat Rıdvan Bey’in henüz gelmediğini söyleyerek gereken bilgiyi verdim… Odaları gezdik; ayrılırken dedi ki: Burada uzun boylu kalacak değilsiniz. Hemen tiyatro binasını başlatacağım; asıl yuvanız tiyatroda ola-cak. Antoine bugün Paris’ten hareket ediyor; o geldikten sonra he-men tiyatronun başlamasına karar vereceğiz.

İşte modern anlamdaki Türk tiyatrosunun doğuş tari-hi Haziran 1914’tür. Adı da Darülbedayi (güzellikler evi). Çok önemli bir kuruluş olan Darülbedayi, sonradan isim değiştire-

Page 25: Perde Arkasından