26
HAYTAP NEDİR ? NE DEĞİLDİR ? Ünlü isimler “Farkındamısın “ projesi için objektif karşısına geçti Nefesten Kanser Teşhisi ATATÜRK’ün köpeği FOX ‘un hiç yayınlanmamış Fotoğrafları SİRK GERÇEĞİ www.patimiz.com NİSAN 2013

PATİMİZ DERGİ NİSAN

Embed Size (px)

DESCRIPTION

PATİMİZ DERGİ NİSAN

Citation preview

HAYTAP NEDİR ? NE DEĞİLDİR ?

Ünlü isimler

“Farkındamısın “

projesi için objektif

karşısına geçti Nefesten Kanser

Teşhisi

ATATÜRK’ün

köpeği FOX ‘un hiç

yayınlanmamış

Fotoğrafları

SİRK GERÇEĞİ

www.patimiz.com NİSAN 2013

PATİMİZ

İMTİYAZ SAHİBİ

www.patimiz.com

Genel Yayın

Yönetmeni

Murat Çakmak

Editör

Bahar Çakmak

Tasarım

Pınar Çakmak

Haber Kaynağı

www.patimiz.com

İLETİŞİM

[email protected]

editö[email protected]

EŞEKKÜRLER

İlk sayımıza gösterdiğiniz yoğun ilgi için

teşekkür ederek başlamak istiyorum sözlerime

, dergimizin ilk sayısını yayına çıkarttığımızda gerçekten

iyi bir işe imza attığımızı düşünüyorduk ve siz

sevenlerimizin gösterdiği ilgi ile haklı olduğumuzu

anladık.

Ama bir o kadar da sorumluluk yüklendi omuzlarımıza ,

çünkü şimdi çok daha iyisini hazırlamak zorundaydık ,

gördüğümüz ilgiyi sonuna kadar hak etmemiz gerektiğine

inandık.

Peki bu sayımızda nelere yer verdik ; bende dahil izlerken

herkesi göz yaşına boğan ve müthiş bir sadakat filmi olan

Hachiko dan bahsedeceğiz.

Türkiyedeki tek federasyon olan HAYTAP (Hayvan hakları

federasyonu) hakkında bilgiler vereceğiz ve tabiki çok

büyük bir proje olan “Farkındamısın” projesine göz

atacağız ve daha neler neler …

Dileriz bu sayımızda da gönlünüzde yer bulmaya devam

ederiz .

Keyifle okumanız dileği ile

Sevgiler

Murat Çakmak

T

Bir Köpeğin Hikayesi

(Hachiko A Dog's Story)

•Ülke: ABD

•Yapım Yılı: 2009

•Süre: 1 saat 44 dk

•Yönetmen: Lasse Hallström

•Oyuncular: Richard Gere,Sarah

Roemer,Joan Allen,Jason

Alexander,Cary-hiroyuki Tagawa

•Tür: Aile,Dram

Tokyo'da 1920li yıllarda yaşanmış dramatik ve bir o kadar da güzel sadakat öyküsü.

Film orjinali japonya 'da geçiyor olmasına rağmen sanırım ilgi çekmesi açısından

Hollywood versiyonu yapılması planlanmış ve başrole az da görünse Richard Gere

koyulmuş. Bu nedenle de köpeğin orjinal ismi Hatchiko'nun söylenişi de daha çok

benimsensin diye tüm film boyunca Hatchi diye geçiyor.

Bir insanla bir hayvan arasındaki bağ en fazla ne kadar olabilir ki? Bu film bütün

düşünceleri yıkıyor ve inanılmaz bir gerçek

hayattan alınma öyküyü bizlere sunuyor.

Bir bilim adamı Prof Ueno , işten her gün

dönerken metronun girişinde Hachiko isimli

köpeği tarafından karşılanır.Ancak bir gün

bu profesör trenden inmez çünkü

ünivresitede ders verirken aniden ölür.

Bunu bilmeyen sevgili dostu Hachiko, yıllar

boyu O’nun geleceği ümidiyle metronun (

filmde tren istasyonu ) çıkışından ayrılmaz.

Köpeğin 10 yıl boyunca sahibini özlemle

beklemesi sırasında, orada yaşayan halkla

da arasında özel bir bağ kurulur. Kendisi

de yaşamı sona erene kadar bu

sadakatinden vazgeçmeyen Hachiko’nun heykeli Tokyo’daki Shibumi metro

istasyonunun girişine yaptırılmış ve günümüzde de hala oradadır.

Filmde konu küçük bir kasabada , nufusun ve arabaların az olduğu bir mekanda

çekilmiş. Ancak 1920lerin 30ların Tokyosu bugünkü kadar olmasa da çok çok

kalabalık olması lazım. Dolayısıyla bir köpeğin her gün o trafik ve kalabalıkta insanlar

arasından sıyrılıp , metrodan inen binlerce insan arasında sahibini beklemesi çok

daha ilginç. Film bu kısmı çok çok vurgulamıyor. Yetişkinlerin bekledği duygusal

formatı tam veremese de tüm çocukların , tüm eğitim programlarımızda mutlaka

izletilmesi gereken bir film olduğunu düşünüyorum .Ayrıca , eşi öldükten sonra , evin

hanımının da köpeği nedensiz bir şekilde terketmesi ve bunund da tam olarak

açıklanmaması da filmin tezatlarından birisi. Yine de çok detaylara takılmadan

sadakat ve vefa açısından mümkünse duygusallığını yitirmemesi açısından dublajsız

ama altyazı ile izlenmesi gerekir diye düşünüyorum.

Tokyo'da bugün Shibumi metro istasyonuna gittiğinizde o kalabalığın arasında

Hatchiko'nun metro kapısındaki muteavazı heykelini de görüyorsunuz. O kalabalık

arasında dikkatten kaçabiliyor ama meraklısı mutlaka gitmişken bu sadık dostun

önünde de bir fotoğraf çektirmesi bu hikayeyi dilden dile anlatması gerekir diye

düşünüyorum.

Federasyon tüzel kişiliği olmadan önce HAYTAP sadece sanal oluşumda var olan

hayvan hakları savunucularının bir araya geldiği platform idi , tüzel kişiliği ise yoktu.

2008 yılından önce Haytap 'ın kısa adı olan Hayvan Hakları Aktif Güç Birliği

Platformunun kısaltılmışı olarak HAYTAP ismi benimsendi. 2006 yılında başlayan

kurumsallaşma ve örgütlenme süreci 2008 yılında tüzel kişiliğin kazanılması ile ve bu

ismin zaten tanınıyor olması nedeniyle HAYTAP olarak muhafaza edildi ve yeni bir

isim değişikliğine gidilmedi. Ancak artık bu uzun platform ismimiz kullanılmamakta

zaten tanınmış olan ve markalaşmış olan HAYTAP ismi sadece kısa adıyla

anılmaktadır.

2008 yılında federasyon olunmasının Istanbul valiliğinin kararıyla tescil edilmesinden

sonra resmi ismimiz HAYTAP Hayvan Hakları Federasyonu olarak kabul edildi.

Türkiye’deki aktivist hayvan hakları savunucuları için genel bir çatı olmayı hatta

federasyon olmayı hedefleyen sivil bir toplum hareketidir. HAYTAP aslında herkesdir

, hepimiziz’dir. HAYTAP adı üzerinde güç birliğidir. Uzun yıllar süren çabalar sonucu

bu güç birliği Temmuz 2008 itibarıyla resmi tüzel kişiliğe haiz olmuş ve bünyesinde

bir çok dernek ve temsilciyi barındıran yerel ya da bölgesel bazda değil ulusal çapta

çalışan kurumsal çalışan bir federasyon olmuştur. Yani Haytap 2000li yılların

başındaki gibi sanal ortamda değil , fiili ve hukuki olarak

adresi belli olan , resmi hesapları bulunan , dava açabilen devlet katında sözleşme

imzalayıp muhatap alınabilen kısacası ete kemiğe bürünmüş Türkiye'de hayvan

hakları konusunda çalışan tek federasyondur.

Dolayısıyla , HAYTAP bir derneğin ya da

vakfın tekelinde değildir. Halen gönüllerimiz

ve yeni başvuranlar arasında görev dağılımı

ve işbölümü yapmaktadır . Herkesin üyesi

bulunduğu derneklerle beraber hareket edip ,

Türkiye çapında birbirinden habersiz olarak

çalışan bir çok kişiyi aynı paralelde eylem

yapma , merkezden çıkan bildirileri kullanma

, idari makamlarla yazışmalarda yönlendirme

, hukuki birliktelik sağlama , kavga etmeden

bilimsel doğrultuda hareket edip , hayvan

hakları hareketini örgütlenmesi gerektiğine

inanmaktadır. Dağınık bir şekilde devam eden ve bugüne kadar sadece günü

kurtarma hareketi halinde devam eden çalışmaların artık daha fazla sesini duyurması

için ciddi bir örgütlenmeye ihtiyacı olduğu düşünülmektedir. Haytap'ta gönüllü olarak

çalışan hiç kimse gerçekleştirilmesine ortak olmayacağı bir proje sunmaz.

5 dernek ile kurulan federasyonumuz daha üç yılını doldurmadan , 2013 Ocak ayı

itibarıyla bünyesinde farklı illerde ve ilçelerde çalışan birbirine bağlı 21e yakın dernek

ile 70e yakın resmi temsilci ile onlarca gönüllüsü ve destekçisi vardır.

HAYTAP bu kadar büyük projeleri , web sitesinin , Haytap Evi ve Haytap

Arabası, tasarımlar , filmler , eğitim çalışmaları , broşürlerin basımı gibi

giderlerin finansmanı nereden ve nasıl sağlamaktadır ?

Haytap'ın temel gelir kaynakları aşağıdakilerdir. Bunun dışında devletten ya da

belediyelerden almış olduğu özel bir yardım yoktur. Bütçesine gelen gelir arttığı

zaman makul ölcüde üye derneklerine karşılıksız olarak dağıtmaktadır. Ulusal çapta

ve örgütlenerek çalışıldığı için giderleri karşılayabilmek için durmadan yeni kaynak

üretme arayışları üzerine halen çalışılmaktadır.

GELİRLERİMİZ :

a) Bağışlar

b) Temsilci ve üye dernek aidatları

c) www.haytapshop.com

d) www.sosrooms.com

e) Standlarda ve fuarlarda iktisadi işletme

üzerinden satılan Haytap ürünleri

Ünlü İsimler Farkında mısın? Projesi İçin

Objektif Karsına Geçti

Oyuncu Tuna Arman,

fotoğrafçı Ateş Kantürk

ve hayvan hakları

savunucusu Tolga

Öztorun'un birlikte

düzenlediği, bir

toplumsal farkındalık

projesi olan "Farkında

Mısın?" projesi

kapsamında ünlü

isimler bir araya

gelerek engelli

hayvanlar için kamera

karşısına geçti.

Nefesten kanser teşhisi

Newton'ın bir ağaç altında otururken yere düşen elma sayesinde yer çekimini

keşfetmesi gibi, sahibinin bacağındaki bir ben'den rahatsız olan köpek de kanser

teşhisinde yeni ufuklar açılmasına sebep oldu.

1989 senesinde Lancet

isimli tıp dergiside

yayımlanan yazıda

anlatılan ilgi çekici olay

özetle şöyle: "Bir

köpek, sahibinin

bacağındaki 'ben'i

sürekli olarak ve bazen

pantolonunun

üzerinden bile

kokluyor, hatta zaman

zaman onu ısırmak

istiyor.

Kadın, köpeğinin bu

ısrarları karşısında kendisine hiçbir sıkıntı vermeyen ve önemsemediği bu ben için

doktora gitmeye karar veriyor.

Bacaktaki benden yapılan incelemelerde bunun "malin melanom" yani kanser olduğu

anlaşılıyor ve ben ameliyatla çıkarılıyor. Kadın, o günden beri hayatta ve sağlıklıdır.

Köpeği sayesinde belki de çok kısa bir zamanda ölümüne sebep olabilecek bir

kanserden kurtulmuştur. Bu olayın bir başka ilginç tarafı da köpeğin ameliyattan

sonra artık sahibinin bacağıyla ilgilenmemesidir."

Bu olay bilim adamlarına köpeklerin olağanüstü koku alma kabiliyetlerinden kanser,

tüberküloz, astım veya başka hastalıkların teşhisinde yararlanmaları için ilham

veriyor.

Köpekler, kanserin kokusunu alıyor

İlk olarak bir grup İngiliz bilim adamı mesane kanseri teşhisinde köpeklerin koku

alma duygularının işe yarayıp yaramayacağını araştırmaya karar veriyor. Bu amaçla

6 köpek 7 ay süreyle idrar koklatılarak özel bir eğitime tabi tutuluyor ve bunlara

kanserli bir hastanın idrarını kokladıklarında içinde idrar bulunan kabın başına

oturmaları öğretiliyor.

Bu yoğun eğitim dönemi sonrasında, köpeklerden 36'sı mesane kanserli ve 108'i ise

kanserleri olmayan kişilere ait idrar örneklerini koklayarak tanımaları isteniyor.

Her köpeğe 9 ayrı test uygulanıyor. Biri kanserli olduğu bilinen, diğerleri ise kanseri

olmayan kişilere ait 7 idrar örneği önlerine konularak, köpeklerden kanserli olan idrar

örneğinin yanına yatmaları isteniyor. Köpekler, 54 testin 22'sinde kanserli idrarı

tanıyor. Başarı oranı yüzde 41 olarak bulunuyor. Bu oranın, sadece şansa bağlı

olarak tanıma oranı olan yüzde 14'ten istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksek

olduğunu hatırlatmak isterim.

Köpeklerden birçoğunun mesane kanserli olmayan bir hastaya ait idrarın yanına da

yatmak istemeleri araştırmacıların dikkatini çekiyor ve sağlıklı olduğu bilinen bu kişi

tepeden tırnağa araştırılıyor. Bu kişinin ultrasonografi ve mesane endoskopisi normal

bulunuyor ama

tomografisinde böbrek

kanseri olduğu ortaya

çıkıyor. Köpeklerin, henüz

hastanın farkında bile

olmadığı hiçbir belirtisi

olmayan kanseri bile

kokusundan tanımaları

uzmanları hayrete

düşürüyor.

Araştırmacılar, köpeklerin

kanser hücreleri tarafından

üretilen formaldehit, alken

ve benzen gibi 'uçucu

organik kimyasal

maddelerin' kokusunu hissettiklerini düşünüyorlar.

Köpeklerin koku alma duyularının insanlara göre bir milyon kere daha fazla olmasının

bilimsel olarak açıklaması var: Bir köpeğin burnundaki koku reseptörlerinin sayısı 40

milyar iken bu sayı insanlarda ancak 40 milyon kadar, insan burnunda koku alma

bölgesinin genişliği 5 santimetrekare iken bu alanın köpeklerde 150

santimetrekaredir. Ayrıca, köpeklerin beyinlerindeki koku alma merkezinin alanı da

daha büyük ve buraya ulaşan sinirlerin sayıları da daha fazladır.

Bu ilginç araştırma, gelecekte bazı kanserlerin, enfeksiyonların ve başka hastalıkların

erken dönemde ve henüz klinik bir belirti ortaya çıkmadan tanınmasını

sağlayabilecek bir ilk adım olarak tarihe geçiyor.

Amerika'da yapılan bir başka

araştırmada ise 5 köpek, akciğer

veya meme kanserli hastaların

nefesleri koklatılarak eğitiliyor.

Daha sonra 55 akciğer kanserli,

31 meme kanserli ve 83 kişiden

oluşan kontrol grubunda yapılan

testlerde köpeklerin meme

kanserini yüzde 88, akciğer

kanserini ise yüzde 97 oranında

teşhis edebildikleri belirleniyor.

Bir taraftan köpeklerin koku alma

kabiliyetleri başta kanserler olmak üzere çeşitli hastalıkların teşhisi için araştırılırken

diğer taraftan da insan burnunun hissetmediği kokuları algılayabilen çeşitli elektronik

aletler geliştirilmesi gündeme geliyor.

Cleveland Kliniği'nde geliştirilen ve her biri farklı renkte bir boya ile kaplı ince polimer

filmlerden oluşan bir aletle akciğer kanseri erken dönemde teşhis edilmeye

çalışılıyor. Bu yöntem, akciğer kanserli hastaların nefeslerindeki uçucu organik

bileşiklerin belirlenmesi esasına dayanıyor.

Akciğer kanserli hastaların nefeslerindeki etan, formaldehit ve asit aldehitleri lazer

teknolojisi ile ölçerek erken teşhisi hedefleyen araştırmalar da umut veriyor.

Michigan Üniversitesi ise meme kanserinin nefes testiyle tanınması için uğraşıyor. Bu

yöntemde normal ve meme kanserli hastalardaki farklı metabolitler belirleniyor.

Avustralyalı araştırmacılar labrador cinsi köpeklerin kalın bağırsak kanserli hastaları

nefeslerini ve dışkılarını koklayarak erken dönemde tanıyabildiklerini ortaya

koyuyorlar.

İsrailli uzmanların baş-boyun kanserlerinin bir nefes

testiyle erken teşhisini sağlayan ve bilim dünyasında

heyecan oluşturan araştırmaları da çok önemli. "Elektronik

burun" adı verilen bu aletle yapılan çalışma, geç teşhis

edilen ve bu yüzden de tedavisi yüz güldürücü olmayan

bu kanserlerin henüz çok erken bir dönemde teşhis

edilebilmelerini mümkün kılabilecek gibi görünüyor.

Prof Ahmet R. Küçükusta

n satışı artık yapılamayacak.

Avrupa Birliği, hayvanseverleri sevindiren

kararını hayata geçiriyor. Avrupa'da

pazartesi gününden itibaren hayvanlar

üzerinde denenmiş kozmetik ürünleri artık

satılamayacak. Şampuan, ruj ya da vücut

losyonu… Avrupa Birliği ülkelerinde pazartesi

gününden itibaren hayvanlar üzerinde

denenmiş bütün kozmetik ürünlerinin satışı

artık yapılamayacak.

Yasak, Avrupa Birliği ülkelerinde üretilen

kozmetik ürünlerinin yanı sıra Avrupa

Birliği dışından ithal edilen ürünler için

de geçerli.

Avrupa Birliği ülkeleri ve Avrupa

Parlamentosu, 2003 yılında vücut bakımı

ürünlerinde hayvanların kobay olarak

kullanılmasının durdurulması kararı

almıştı. Bu karar doğrultusunda

Avrupa'da 2004 yılından beri kozmetik

ürünleri hayvanlar üzerinde test

edilemiyor.

Avrupa Birliği'nde 2009 yılında alınan

karar uyarınca da şimdi bu ürünlerin

satışı tamamen yasaklanıyor

Kozmetikte Hayvan Deneyine Yasak - EN SONUNDA

Avrupa Birliği, hayvanseverleri sevindiren kararını hayata geçiriyor.

Avrupa'da pazartesi gününden itibaren hayvanlar üzerinde denenmiş

kozmetik ürünleri artık satılamayacak. Şampuan, ruj ya da vücut

losyonu… Avrupa Birliği ülkelerinde pazartesi gününden itibaren

hayvanlar üzerinde denenmiş bütün kozmetik ürünlerinin satışı artık

yapılamayacak.

Yasak, Avrupa Birliği ülkelerinde üretilen kozmetik ürünlerinin yanı sıra

Avrupa Birliği dışından ithal edilen ürünler için de geçerli.

Avrupa Birliği ülkeleri ve Avrupa Parlamentosu, 2003 yılında vücut

bakımı ürünlerinde hayvanların kobay olarak kullanılmasının

durdurulması kararı almıştı. Bu karar doğrultusunda Avrupa'da 2004

yılından beri kozmetik ürünleri hayvanlar üzerinde test edilemiyor.

Avrupa Birliği'nde 2009 yılında alınan karar uyarınca da şimdi bu

ürünlerin satışı tamamen yasaklanıyor.

Atatürk‟ün Köpeği Foks‟un

Yayınlanmamış Fotoğrafları

Resmi web sitemizde yayınlanan bu görsellerin / fotoğrafların kaynağı ; T.S.K. ( Türk Silahlı Kuvvetleri )

Arşivi ve T.C. Kültür Bakanlığınca yayınlanan Özel Basım Yayınlar Kaynağıyla, HAYTAP Araştırma -

Geliştirme çalışmaları ile İnternet Paylaşımına Sunulmuştur. Haberden alıntı yapacak olan tüm şahıs

veya kurumların, belirtilen tüm bu kaynakları da mutlak yayınlarında belirtmesi ve yayınlaması

gerektiği ile, HAYTAP ‟ın ve PATİMİZ „in topluma yönelik bir bilgi paylaşımıdır.

“Sirk, circus,zirkus,

cirque,circo” hangi dilde

olursa olsun bedeli ağır

bir eğlence.

Filler bunu nasıl yapıyor?

"Sink that hook into „em

... when you hear that

screaming then you know

you got their attention. …

İşte Sirk Gerçeği !

Tim Frisco adındaki sirk

eğitmeni yeni nesillere

bir fili nasıl yola

getirebileceklerini bu

sözlerle açıklıyor. “

Kancayı batır … çığlığı

duyduğun an dikkatini

çekmişsin demektir.”

Frisco bunu bir sirk

eğitmeni olan

babasından öğrendi, sirk

eğitmeni olmak isteyen

yeni nesiller Frisco‟dan öğrenecek ve bu işkence böyle sürüp

gidecek.,

Sirkler, çocuklara hayvanları sevdirmek ve insanları eğlendirmek

için varlığını sürdürüyor. Ancak ödenen bedel düşünülünce

eğlenceden pek de eser kalmıyor. Ormanların kralı aslan

ormanında gezinirken şüphesiz ki ateş çemberinin içinden

atlamıyor, dev cüssesiyle insanoğlunu ürküten fil ailesiyle

birlikte Afrika‟da top oynamıyor ya da bisiklete binmiyor. Peki

sirkteki hayvanlar “eğlence “ adı altında yaptıkları onca şeyi

nasıl yapabiliyor hiç düşündünüz mü?

Kendi doğalarında, özgürce , hak ettikleri şekilde yaşamaları

gerekirken “insanlar” tarafından küçücük kafeslere hapsedilerek

oradan oraya sürükleniyorlar. “Yaşamak” üzere kapatıldıkları

kafesler o kadar küçük ki çoğunlukla sağdan sola dönecek kadar

yerleri bile olmuyor. Yemek odaları, yatak odaları ve tuvaletleri

de yine bu küçücük kafesler oluyor. Sirkler gezici ekiplerden

oluştuğu için yaşam için en gerekli madde su bile kısıtlı miktarda

bulunuyor. Bırakın banyo yapıp temizlenmeyi bazen içecek su

bile bulamadan bir sonraki durağa kadar yolculuklarına devam

ediyorlar.

korkulduğu için uzun yılar boyunca ayaklarından zincirleniyor.

Bebek filler annelerine en muhtaç oldukları zamanda,ağaç

yaşken eğilir mantığıyla eğitime başlamak için, annelerinden

koparılıyor. Yavrular da iplerle bağlanıyor kaçmalarına engel

olmak için, ama yerlerinde durmadıkları için bağlandıkları ipler

vücutlarında kesikler oluşturuyor. Birçok sirk, hava şartlarına hiç

önem vermediği için hayvanlar aşırı sıcağa ya da soğuğa maruz

kalabiliyor. Yemek konusu ise başka bir dert. Doğadaki

kardeşlerinin yediklerini yemeleri şöyle dursun çoğunlukla daha

iyi bir performans elde edebilmek için normalden daha az

beslendikleri bile oluyor. Bu hayvanlar arsında hastalık sık

görülen bir şey. Tropikal bölge hayvanlarına bakabilecek

veteriner az olduğu için de acı çekerek “hayata” gözlerini

yumuyorlar.

Sorulması gereken en

önemli soru ise bu

hayvanların “show” adı

altında sunulan

performansları nasıl

sergiledikleri. Kendi

doğalarında yapmadıkları ve asla

yapmayacakları hareketleri yapmaları için “

insan” eğitmenleri çoğunlukla işkenceye varan yöntemler

kullanıyor. Haliyle bir file, ayıya ya da aslana “otur”, “kalk”, “yat”

denildiğinde sizi dinlemeyecektir. Ama ona şiddet uygularsanız

önünüzde eğilecektir. İşte eğitmenlerin kullandıkları yöntem de

bu. Elektrik şoku, kancalar, baseball sopaları, kırbaçlar ve

borular kullandıkları işkence aletlerinden birkaçı. Kendilerini

tehdit altında hissedip de zarar vermesinler diye ağzı sürekli

kapalı tutulan hayvanlar var. Bazıları ise ilaçlarla uyuşturuluyor

hükmetmek kolay olsun diye. Daha ileriye gidip dişleri sökülenler

bile var. “Hadi hamamda koca karılar nasıl bayılır göster

bakalım” denilen ayıların ise ayaklarındaki pençeler yakılıyor ki

ayakta durabilsinler.

Tüm bu etkenler bir araya geldiğinde hayvanlarda ruhsal

bozuklukların baş göstermesi kaçınılmaz oluyor haliyle. Ve

kendilerine hükmetmeye çalışanlara zarar verebiliyorlar. Haklı

yere yaptıkları bu saldırıda suçlu olan yine “onlar” oluyor. Ve

sonunda yine cezayı onlar alıyorlar, belki de bu kez tamamen

canlarından olarak. Araştırmalar 1990‟dan bu yana aslan, kaplan

gibi hapsedilmiş büyük kedilerin 46 insanın ,ayıların 8 i çocuk 13

insanın 26 ise ayının ölümüne neden olduğu biliniyor

Primatlarda durum daha farklı. 1990‟dan bu yana 2 insanın

öldüğünü , 130‟unun yaralandığını ve 450 primatın öldüğünü

görüyoruz. Hapsedilmiş filler ise 57 insanın ölümüne 120 insanın

da yaralanmasına sebep olmuş. “Yaşamaya” zorlandıkları şartlar

düşünüldüğünde onları suçlamak ne kadar mümkün?

Peki uzun yıllar boyunca acı çekerek insanları eğlendirdikten

sonra bu hayvanlar için “ SON” nerede başlıyor? Bir hayvan artık

gösteri yapamayacak kadar yaşlanmış ya da beceriksizleşmişse

emekliliğini geçirebileceği birkaç seçenek var. Ya ölene dek

kafeste “yaşamaya” devam etmek, ya bir av sahasına avlanmak

üzere satılmak ya da bir laboratuara denek olarak satılmak.

“Bana ne” deyip kenara çekilmek de bir seçenek tabi ama bu

vahşete daha fazla seyirci kalmamak ve içinde yer almamak

“onlar” için atılacak en büyük adım belki de. Şehrimize gelen,

hayvanların eğlence aracı olarak kullanıldığı, sirklere paramızı

harcamayalım. “Onların” bizim

ödediğimizden daha ağır bir bedel

ödediğini hatırlayalım. Çevremizde

bu sirklere gitmek isteyenler

varsa, sahneye

yansımayan ama geri

planda yaşanan bu

“acımasızlığı”

onlarla da

paylaşalım.

Ziyaretçi

bulamadıkları

zaman bu sirkler

zaten kapanmak

zorunda kalacak ve

hayvanlar özgürlüklerine

kavuşacaklardır.

İlla sirk diyorsak da hokkabazların,

cambazların, trapezlerin, palyaçoların olduğu

sirkleri tercih edelim. Sadece bunlarla eğlenen ülkeler var.

Öyle ki İsviçre, Avusturya, Kosta Rika, Hindistan, Finlandiya,

Bolivya ve Singapur gibi ülkeler Hayvan Hakları Evrensel

Bildirgesinde yer alan ve “Hayvanlardan insanların eğlencesi

olsun diye yararlanılamaz, hayvanların seyrettirilmesi ve

hayvanlardan yararlanılan gösteriler hayvan onuruna aykırıdır “

diyen 10. maddesi uyarınca sirklerde hayvan kullanılmasını

yasaklamıştır. Türkiye‟nin de en kısa süre içinde bu ülkeler

arasında yerini alması dileğiyle, bırakalım hayvanlar kafeslerde

acı çekerek değil ait oldukları doğada huzur içinde yaşasınlar.

www.patimiz.com YAŞAMA HAKKINA SAYGI

Yeni Türk Ticaret Kanunu'nun 1524. maddesinde, bütün sermaye şirketlerine web

sitesi kurma zorunluluğu getirilmektedir.

Web sitenizi çok uygun şartlarla biz

tasarlayalım , sitemize ve canlarımıza destek

vermiş olun , iletişim için editö[email protected]

veya [email protected] adresine mail

gönderebilirsiniz.