136

Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

  • Upload
    others

  • View
    6

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın
Page 2: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

ANADOLU KRONİKLERİ

Aralık 2011 - Haziran 2012

Konuşmacılar

Fatih BAYRAMTurgay ŞAFAKHarun YILMAZ

Sara Nur YILDIZKadir TURGUT

Musa Şamil YÜKSEL

HazırlayanYusuf Ziya ALTINTAŞ

Serhat ASLANER

RedaksiyonFatih BAYRAM

Yunus UĞURHarun YILMAZ

Ahmet ÖZER

TürkiyeAraştırmaları Merkezi

Page 3: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

BİLİM VE SANAT VAKFI

Türkiye Araştırmaları Merkezi 14

NOTLAR 32Anadolu KronikleriKasım 2015

Baskı Cilt Aktif Matbaa ve Reklam HizmetleriSöğütlüçeşme Mah. Halkalı Cad. no:245/1A Küçükçekmece-İSTANBULtel:0212 698 93 54-55 Matbaa Sertifika No: 13978

Vefa Cad. No. 41 34134 Vefa İstanbul Tel 0212. 528 22 22 pbx Faks 0212. 513 32 20 e-mail [email protected] www.bisav.org.tr

Türkiye Araştırmaları Merkezi [email protected]

Page 4: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

3

TakdimBilim ve Sanat Vakfı Türkiye Araştırmaları Merkezi olarak düzenlediğimiz “Tarih

Okumaları” üst başlıklı tartışmalı program serimizde her dönem farklı bir alt baş-

lık etrafında sunumlar ve tartışmalar gerçekleştiriyoruz. “Osmanlı’dan Günümüze

Türkiye’de İskan Politikaları”, “Osmanlı Kuruluş Tartışmaları”, “Kendi Metinleriyle

Osmanlı Tarihleri: Kronikler”, “Bizans Kronikleri” daha önce Tarih Okumaları kap-

samında düzenlediğimiz ve Notlar olarak neşretmek sureti ile istifadenize sundu-

ğumuz program serilerinden bir kaçı. Elinizdeki Anadolu Kronikleri ise gerek te-

matik gerekse kronolojik bakımdan bu serinin yeni bir halkasını teşkil ediyor. Daha

önce yaptığımız ve kısmen yukarıda işaret ettiğimiz programlarda Bizans dönemini,

Osmanlı kuruluş ve sonrası dönemlerini birincil kaynaklar üzerinden tartışma im-

kanı bulmuş, Osmanlı öncesi Anadolu’daki vaziyete ilişkin bir takım göndermeler

dışında mufassal tartışmalar yürütememiştik. İşte; “Anadolu Kronikleri (11.-14. yy)”

alt başlıklı seri ve dolayısıyla da elinizdeki Notlar ile de sahanın uzmanları ile birlik-

te Selçuklu ve beylikler dönemi Anadolu siyaseti, entelektüel ve dini hayatı, sosyal

yapısı vb. hususlar üzerine yaptığımız sunum ve mufassal tartışmaları nazar-ı dik-

katlerinize sunma imkânı bulmuş oluyoruz.

Aralık 2011 - Haziran 2012 tarihleri arasında yedi farklı oturum halinde gerçekleş-

tirdiğimiz bu toplantılarda ezcümle; Fatih Bayram ile Mevlanâ’ya dair menkıbelerin

derlendiği devrin tasavvufi hayatı ve beylikleri için önemli bilgiler içeren Ahmed Ef-

lâkî’nin Menakıbü’l-ârifin’ini, Turgay Şafak ile Anadolu ve Balkanların İslamlaşma

süreçlerinin halk destanlarında vücut bulan metinlerinden Danişmendnâme ve Sal-

Page 5: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

4

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

tuknâme’yi, Harun Yılmaz ile Yazıcızade Ali tarafından Tevârih-i Âli Selçuk ismiyle tercüme edilen ve Büyük Selçuklu’ların dağılma sürecini ele alan Muhammed b. Ali b. er- Râvendî’nin Râhatü’s-sudûr ve Ayetü’s-sürûr’unu, Sara Nur Yıldız ile 13. yüzyıl Anadolu’sunda Selçuklu ve Moğol hakimiyetinin - bilhassa idare ve idare-ciler noktasında - kesişim noktalarına dair önemli bir kaynak olan ve İbn Bîbî ta-rafından yazılan El-Evâmirü’l-´alâiyye fi’l-umûri’l-´alâiyye’yi, Kadir Turgut ile Kadı Burhaneddin ve siyasi faaliyetleri hakkındaki en önemli kaynaklardan birisi olan Aziz bin Erdeşir-i Esterâbâdî’nin Bezm ü Rezm’ini, Musa Şamil Yüksel ile Timur’un meşruiyet zeminini oluşturmaya çalışan, Timur ve devleti açısından önemli bir kay-nak olan Nizameddin Şami’nin Zafername’si, ve nihaî olarak yine Fatih Bayram ile Osmanlılar ve Karamanlılar arasındaki ihtilafın şahit ve taraftarlarından bir metni, Şikârî’nin Karamanname tercümesini tartıştık.

Türkiye Araştırmaları Merkezi’nin bu programı düzenlemesinde başından itibaren ciddi katkılarda bulunan Fatih Bayram hocamıza bu vesile ile bir kez daha teşek-kür ederek ve elinizdeki Notlar’ın Osmanlı öncesi Anadolu araştırmaları konusunda okuyucuları tahrik ve teşvik edeceği ümidiyle sizi metinlerle baş başa bırakıyoruz.

Önümüzdeki Notlar’da görüşmek üzere

Türkiye Araştırmaları Merkezi

Page 6: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

5

Anadolu Kronikleri

İçindekiler

Menâkıbu’l-arifîn, Ahmed EflakîFATİH BAYRAM 7

DanişmendnâmeSaltuknâme, Ebu’l Hayr RumiTURGAY ŞAFAK 29

Râhatü’s-sudûr Âyetü’s-sürûr, RâvendîHARUN YILMAZ 45

el-Evâmirü’l-alâiyye fi’l-umûri’l-alâiyye, İbn BîbîSARA NUR YILDIZ 63

Bezm ü Rezm, EsterâbâdîKADİR TURGUT 79

Zafernâme, ŞâmîMUSA ŞAMİL YÜKSEL 93

Şikârî Tarihi / KaramannâmeFATİH BAYRAM 115

Page 7: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın
Page 8: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

7

Menâkıbu’l-arifîn, Ahmed Eflakî

Fatih BAYRAM

Yrd. Doç. Dr., İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü

Arkadaşlar hoş geldiniz. Bugün yeni bir serinin ilk oturumunu gerçekleştire-

ceğiz. Daha önce çeşitli tarihlerde Bizans ve Osmanlı kroniklerini seri toplantılar

halinde okumuş ve tartışmıştık. Şimdi de çok öncesinden beri aklımızda olan, plan-

ladığımız ama şu anda gerçekleştirme fırsatı bulduğumuz Anadolu Kroniklerini ele

alacağız. Aslında Osmanlı öncesi ya da Osmanlı’nın ilk yıllarına ve İstanbul’un fethi

dönemine tesadüf eden yıllara dair Anadolu coğrafyasında yazılmış kronikleri tar-

tışacağız demek daha doğru olur. Bugün Fatih Bayram sunum yapacak. Kendisi şu

anda Medeniyet Üniversitesi’nde görev yapmakta. Bilkent Üniversitesi’nde tamam-

ladığı doktora tezi Osmanlı’da Karaman Eyaleti üzerine idi. Fatih Bayram bugün bize

Ahmed Eflakî Dede’nin Menâkıbü’l-ârifîn adlı eserini sunacak ve bu eseri tartışa-

cağız. Kitap ismiyle çok da müsemma değil, çünkü sadece menkıbeden oluşmuyor.

Onun için bizim de açılışı yapmamız için iyi bir tercih belki. Tekrar hepinize ve Fatih

Bey’e teşekkür ederim. İsterseniz başlayalım.

Page 9: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

8

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

Neden Menâkıbü’l-ârifîn’le başlıyoruz sorusu sorulabilir, çünkü eser başlı başına

bir kronik değil, menkıbeler de var işin içinde. Ama kroniklerin tarihî hakikatine

uygun rivayetlerin çokça zikredildiğini de görüyoruz ki bunu Fuat Köprülü Belleten’de

yayınlanan “Anadolu Selçuklu Tarihi’nin Yerli Kaynakları” adlı çalışmasında tespit

etmişti. Fuat Köprülü bu çalışmasında Menâkıbü’l-ârifîn’in birçok kroniğe göre

tarihî hakikatlere çok daha yakın olduğunu, gerek kronoloji açısından gerekse şahıs

isimleri ve yer isimleri açısından çok daha vuzûha kavuşmuş bir metin olduğunu

ifade ediyor. Ayrıca Fuat Köprülü’nün “Anadolu Selçuklu Tarihi’nin Yerli Kaynakları”

metninin İngilizce tercümesi de basılmıştır ve kullanıcılar için hazırdır.

Menâkıbü’l-ârifîn, Mevlânâ’nın torunu Ulu Arif Çelebi’nin emriyle yazılıyor.

Mevlevîlik tarikatının teşkilatlanması daha çok Mevlana zamanında değil, onun

oğlu Sultan Veled ve Sultan Veled’in oğlu Ulu Arif Çelebi zamanında yaşanıyor. Arif

Çelebi bir yandan Mevlevîliği büyük Selçuklu bakiyesi özellikle Hârizmşah bakiyesi

topraklar üzerinde, o zamanlar İlhanlı toprakları -İlhanlı ve Anadolu- üzerinde

yaymaya çalışırken aynı zamanda müridi olan Eflakî’ye de Mevlevîliğin tarihini

yazmayı emrediyor.

Eserde 1200’lü yılların başlarından 14. asrın ortalarına kadar olan dönem ele

alınıyor. Menâkıbü’l-ârifîn’i seçmemizin nedeni de bu. Eser, Sultanü’l-ulemâ

Bahaeddin Veled’le, yani Mevlana’nın babasıyla başlıyor ve Hârizmşahlar dönemini

de içine alıyor. Daha sonra Moğol istilası dönemini anlatıyor. Ayrıca Moğol istilası

döneminde Anadolu’daki İlhanlı Devletiyle ilgili ilginç ayrıntılara yer veriyor.

Özellikle Ulu Arif Çelebi’nin hayatının anlatıldığı dönemde… -1319/1320’de vefat

ettiğini düşünürsek- onun o zaman Gazan Han’ın tahtı Tebriz’e ve 1316 yılında yine

İlhanlı hükümdarı Olcaytu’nun tahtı Sultaniye’ye seyahatleri var. Bu seyahatlerde

Ulu Arif Çelebi’yle birlikte Eflakî’nin de bizzat bulunduğunu biliyoruz. Bir anlamda bu

olaylara bizzat şahit olan birisi olarak onun nakline ve kronolojiye bakacak olursak,

verilen tarihlerin hemen hemen hakikate uygun olduğunu görüyoruz. Eser Anadolu

beylikleri için de çok önemli bir kaynak. Eserde Eşrefoğullarıyla, Aydınoğullarıyla,

Menteşoğullarıyla, Germiyanoğullarıyla ilgili pek çok rivayetle karşılaşabiliyoruz.

Merkezde yer alan Karamanoğullarıyla ilgili çokça rivayetler var ki, bu Mevlevî

mirasının daha sonra Karamanoğullarına aktarıldığını Şikarî’nin Karamanoğulları Tarihi’nde de belirgin bir şekilde görüyoruz. Esterâbâdî’nin Bezm-u Rezm’i -belki

daha sonra tartışılacak-, Kadı Burhaneddin tarihi ya da benzer rivayetler, Çelebi

Arif’in seyahatleri, Mevlevî öğretisiyle ilgili olarak Sadreddin Konevî Menâkıbü’l-ârifîn’de çokça geçmektedir.

Menâkıbü’l-ârifîn’de gerek Selçuklu dünyası gerekse Orta Asya/Belh’ten

Anadolu’ya gelen Mevlana Ailesi, ailenin buradaki fikir alışverişleri ve seyyahların

bu coğrafyaya seyahatleri ile ilgili birçok ayrıntıyı bulabiliyoruz.

Page 10: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

9

Anadolu Kronikleri

Yine Marshall Hodgson’un İslam’ın Serüveni eserinin ikinci cildinde sûfilerin seyahatleriyle ilgili tespitleri var: Burada dervişlerin kurduğu uluslararası bir medeniyetten bahsediyor. Bununla ilgili yine Resul Aydemir’in Gezgin Dervişler adında Türkçe bir çalışması var: 13. ve 14. asırda Anadolu’daki dervişleri inceliyor. Tüm bu ayrıntıların temellerini Menâkıbü’l-ârifîn’de görebiliyoruz. Hem tematik olarak, hem de vakıf kaynaklarıyla, özellikle Osmanlı vakıf kaynaklarındaki kayıtlarla Menâkıbü’l-ârifîn arasındaki kayıtların çokça benzerlik gösterdiğini bizzat Fuat Köprülü ifade ediyor.

Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın Larende’de inşa ettiği medrese, sonra Aktekke ve Mevlânâ tekkesiyle ilgili Menâkıbü’l-ârifîn’deki kayıtlarla Osmanlı vakıf defterlerindeki kayıtlar hemen hemen birbirine uygunluk gösteriyor.

Büyük Selçuklu mirası daha sonra Anadolu Selçuklu’ya geçiyor. Büyük Selçuklu mirasını Anadolu Selçuklu sultanlarının sahiplendiğiyle ilgili birçok kayıt İbn-i Bibi’de de var. Mesela İstanbul’la ilgili kayıtlara rastlayabiliyoruz Menâkıbü’l-ârifîn’de. İki yerde ben bunu gördüm. Mesela Mevlana’yla ilgili kısımda, bir Mevlevî tacirin İstanbul’a seyahatinden bahsediyor ve Mevlana’nın bir papaza/bir rahibe İstanbul’a seyahat eden bu Mevlevî taciriyle selam yolladığını öğreniyoruz. Bu tacirlerle ilgili rivayetlerden o zamanki ticaretin ne denli gelişmiş olduğunu anlıyoruz. Claude Cahen’in çalışmalarında da bunu görüyoruz, özellikle Osmanlı öncesi Anadolu’yla ilgili çalışmasında. Hintli tacirlerden bahsediliyor Menâkıbü’l-ârifîn’de, İstanbul’a seyahat eden tacirlerden bahsediliyor ve rahibe selam yollayan bir Mevlana figürüyle karşı karşıyayız. Claude Cahen bu uç toplumlarındaki beyliklerle Bizanslılar arasındaki iyi niyetin ticaret yoluyla, barışçıl ilişkilerle gelişiminden bahsediyor. Bunda Mevlana’nın ve Menâkıbü’l-ârifîn’deki rivayetlerin de hakikate yakın rivayetler olduğunu da bizzat ifade ediyor.

Menâkıbü’l-ârifîn’de Şems-i Tebrizî ile ilgili kısımda yine İstanbul bahsinin geçtiğini ve ilim ve hakikat arayışında, eğer bir hakikat sahibi İstanbul’daysa bir Mekkelinin ona uyması gerektiğini; yani burada asıl olan ilmin kendisi olduğunu, nereli olursa olsun eğer İstanbul’daki kişi daha âlimse, daha fazılsa Mekkeli kişinin ona uyması gerektiğiyle ilgili rivayetler var. Onu da şundan dolayı söylüyorlar: “Nasıl olur da Konyalı büyük bir âlim, Horasan’dan gelen büyük bir âlim, Belh şehrinden gelen Mevlana, Tebriz’den gelen bir Şems’e boyun eğer?” şeklinde Mevlana’ya karşı o zamanlar dedikodular var ve buna karşı da Şems-i Tebrizî’nin: “Eğer bir kişi İstanbul’da ilim sahibiyse, hüner sahibiyse Mekkeli de olsa kişi, o İstanbul’daki kişiye uymalı” şeklinde ifadesi var.

Yine İstanbul’a seyahat eden sadece tacirler olmamıştır. Anadolu Selçuklu sultanlarından da İstanbul’a gelenler olduğunu biliyoruz. Bunlardan mesela

Page 11: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

10

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

Süleyman Şah’tan sonraki Anadolu Selçuklu prensi var, daha sonra Ebu’l-Kasım,

daha sonra II. Kılıç Arslan’ın İstanbul’da 80 gün kaldığı rivayet ediliyor. Bunu İbn-i

Bibi’ye dayanarak Osman Turan ifade ediyor. 80 günde at yarışlarının ve İstanbul’daki

Bizans ihtişamının kendisine gösterildiği, ayrıca II. Kılıç Arslan’ın tacını/tahtını

Bizans’a borçlu olduğuyla ilgili rivayetler var ki bunlar dönemin kaynaklarına da

yansımıştır. II. Kılıç Arslan’ın yolladığı elçiye o zamanki Zengî hükümdarı Nureddin

Zengî’nin “Söyle sultanına tecdîd-i iman etsin, dinden çıkmıştır, böyle Bizanslılarla

ittifak kurarak ve onların düşmanını düşman bilip onların dostlarını dost bilmekle

dinden çıkmıştır, tekrar iman getirsin” diye rivayetleri o zamanın tarihlerinde

görüyoruz.

Menâkıbü’l-ârifîn Anadolu Selçuklu tarihi açısından önemli bir kaynak olduğu

gibi, Bizans tarihi açısından da önemli rivayetlere sahip -özellikle 13. asrın

başlarından itibaren Hârizmşahlar ve Hârizmşahların yıkılışına dair-. Diğer tasavvuf

metinlerinde gördüğünüz gibi bu metinde de -Menâkıbü’l-ârifîn’de- hanedanların

yükselişi ve düşüşü, şeyhlere gösterilen hürmetle paralel bir şekilde aktarılıyor.

Ne zamanki Hârizmşah sultanıyla Mevlana’nın babasının arası açılıyor, ondan

sonra Hârizmşahlar Moğol istilasına maruz kalıyor. Yine Mevlana’nın babasının

Hârizmşahlar ülkesini terk etmesi, bir anlamda Moğol istilasına sebep oluyor. Daha

sonra Mevlana’nın ölümüyle birlikte Konya’nın, Rum ikliminin harap olduğuyla

ilgili rivayetler var. İşte Mevlana döneminde Anadolu Selçuklu sultanı Keyhüsrev’in

Baba-yı Merendî’ye iltifat edip Mevlana’yı hor görmesinin, bir anlamda Anadolu

Selçuklularının daha sonra uğrayacakları felaketlerin habercisi olduğuyla ilgili

rivayetler var.

Avrupa’nın durumuna bakacak olursak: IV. Haçlı Seferi’nin yaşandığı bir

dönem, özellikle Mevlana ve babasının olduğu bir dönem ve Konya ile birlikte

İznik’teki Bizans hükümdarlığını görüyoruz. IV. Haçlı Seferi sonrası Trabzon Rum

İmparatorluğu dönemi, İznik-Bizans İmparatorluğu ve Anadolu Selçukluları...

Güneyde de Ermeni krallığının, Kilikya krallığının olduğunu görüyoruz. Anadolu

Selçuklu sultanı Sultan Mesut’un son seferi Kilikya üzerinedir. Ermeni kaynakları

bundan çokça bahsederler. Bu sefer sırasında Anadolu Selçukluları arasında veba

hastalığı zuhur ediyor. Bu Ermeni kaynaklarında “Tanrı’nın Ermenilere -Türklere

karşı- bir yardımı” olarak zikrediliyor. Benzer rivayetlere Selçuklu kaynaklarında

da rastlanıyor: 1064’te Alparslan’ın ele geçirilemez Ani Kalesi’ni aldığında, orada

bir depremin zuhuru, “Tanrı’nın Türklere yardımı” olarak ele alınıyor. 1354’te

Gelibolu’nun fethi sırasında gene Gelibolu’da bir depremin zuhuru, “Tanrı’nın

Türklere yardımı” ve “Türkler’in Rumeli’ye geçişinin bir anlamda ilahi bir takdir

olduğu” şeklinde kaynaklarda yorumlanıyor. Bunlar da karşılaştırmalı çalışmalar

açısından ilginç örnekler olarak aktarılabilir.

Page 12: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

11

Anadolu Kronikleri

Anadolu’nun Moğol istilası öncesindeki durumu: Eyyubîler zamanın güçlü devleti olduklarından, Anadolu Selçuklularının Eyyubîlere karşı açıkça mücadeleden çekindiklerini, bir anlamda zımnen de olsa Eyyubîlerin gücünün Anadolu Selçuklu hükümdarları tarafından tanındığını görüyoruz. Bunun da en önemli belirtilerinden biri yine II. Kılıç Arslan’ın çağdaşı Selahaddin Eyyubî’nin, II. Kılıç Arslan’ın III. Haçlı Seferi’nde Alman haçlı ordusuna yol vermesini -bir anlamda- İslam’a ihanet olarak yorumladığını ve yine Selçuklu elçisine II. Kılıç Arslan’ı eleştiren ifadeler kullandığını biliyoruz. Ama şunu da biliyoruz ki Anadolu Selçuklularıyla Haçlılar arasında bir elçi alışverişi yaşanıyorken, Bizanslılarla Eyyubîler arasında da benzer bir elçi alışverişi var. Hatta Kudüs’teki kiliselerin idaresi Haçlılara karşı Bizanslılara, yani Ortodoks Hıristiyanlığına veriliyor. Bizans’la Eyyubîler arasında bir yakınlaşma var; Haçlılarla Anadolu Selçukluları arasında bir yakınlaşmadan söz ediliyor o dönemlerde. Bir yandan da denge siyaseti...

Selçukluların şeceresine baktığımızda, Selçuk’un oğlu Çağrı Bey, Tuğrul Bey, Alparslan ve Melikşah bu koldan, Mikail’den geliyor. Yine Kutalmışoğulları da Anadolu Selçukluları da burada. Menâkıbü’l-ârifîn’de en çok ismi geçen bir Anadolu Selçuklu sultanı -adil bir sultan figürü olarak- Alaeddin Keykubad’ın, daha önce içkiye, zevke, sefaya düşkün bir hükümdarken sultanü’l-ulema Bahaeddin Veled’in telkinleri sayesinde içkiyi terk ettiği ve adil bir hükümdar olduğu belirtiliyor.

Daha önce bahsettiğimiz II. Kılıç Arslan’ın İstanbul seyahati... İmparator, sultanı büyük bir merasim ve tazimle karşılıyor; 80 gün kaldığı İstanbul’da ona muhteşem ziyafetler, merasimler yaptırıyor; at yarışları, eğlenceler tertip ederek misafirini hayran bırakmak için hiçbir şey esirgemiyor. Sultan fener alayları ile ihtişamlı günler geçiriyor. İstanbul vurgusunu Menâkıbü’l-ârifîn’de de görebiliyoruz. Nureddin Zengî’nin, Selçuklu sultanını tecdîd-i imana davet ettiğinden bahsettik.

Peki, Eflakî’ye neden Eflakî ismi veriliyor? Menâkıbü’l-ârifîn’in Türkçe tercümesinin başında Tahsin Yazıcı, Felekiyat ilmiyle/ilm-i nücûmla ilgilendiğinden dolayı Eflakî dendiğini söylüyor. Asıl adı Şemseddin Ahmed ve Eflakî’ye şeyhi Çelebi Arif’e nispetle Arifî lakabı da veriliyor. Asıl adı Şemseddin Ahmet el-Eflakî el-Arifî şeklinde kaynaklarda geçiyor.

Hârizmşah’la ilgili bilgilerden bahsettik. Hârizmşah hanedanının düşüşünde Mevlana ailesine ve Mevlana’nın babasına karşı hürmetsizliğin rol oynadığı Menâkıbü’l-ârifîn’de ifade ediliyor. Moğol istilasıyla ilgili ilginç ve biraz da abartılı yorumlar var. Mesela Belh şehrinin yıkılışıyla ilgili; Menâkıbü’l-ârifîn’e göre Belh şehrinde Cengiz Han’ın oğlu Çağatay ölünce Cengiz Han büyük bir hiddete kapılıyor. Sadece Belh şehrinde 12 bin mescidi ateşe veriyor. Bu abartılı bir rakam. Belh şehri ve civarında 50 bine yakın talebe ve hafızı katlediyor. Belh şehri ve civarında 200 bine yakın insanı gömdükleri ifade ediliyor. Abartılı, ancak hakikat payı olan

Page 13: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

12

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

ifadeler. Bunu İbnü’l-Esîr’in Moğollarla ilgili yazdıklarıyla karşılaştırırsak: Mesela

Moğol zulmünü… Nebuchadnezzar ya da Buhtunnasr... M.Ö. 586’da Kudüs’ü yakıp

yıkan Buhtunnasr’ın zulmünden daha büyük bir zulüm olarak aktardığını görüyoruz.

İskender’in yıkımından çok daha büyük bir yıkım olduğunu İbnü’l-Esir ifade ediyor.

Eflakî’nin verdiği rakamlar biraz abartılı olsa da, İbnü’l-Esîr’le karşılaştırdığınızda,

yıkım açısından ve İslam alemi için büyük bir buhran olması açısından Eflakî’de de

bu tür rivayetlerin olduğunu görüyoruz.

Ama Moğollar için bazen sempatik ifadelerin olduğu yerler de var. Mesela

Moğol hükümdarı Baycu, Konya’yı muhasara ettiğinde Konya halkı Mevlana’dan

medet umuyor. Mevlana Konya surlarının dışına çıkıyor, kuşluk namazı kılmaya

başlıyor ve Moğol askerleri ne kadar ok atarsa atsın Mevlana’ya isabet etmiyor.

Atlar bir türlü hareket etmiyor, Menâkıbü’l-ârifîn’de anlatıldığına göre... Askerler

aciz kalınca, son çareyi Baycu’ya başvurmakta buluyorlar ve Baycu da Mevlana’ya

doğru atını sürmeye çalışıyor. Ama onun da atı gitmiyor. Mevlana’ya okunu isabet

ettirmeye çalışıyor, fakat olmuyor bir türlü, aciz kalıyor ve durumu anlıyor: “Bu

Allah’ın bir veli kuludur, ona dokunursak bizim halimiz haraptır” şeklinde bir kayıt

geçiyor Menâkıbü’l-ârifîn’in Mevlana kısmında. Ondan sonra Mevlana’nın: “Baycu

Tanrı’nın veli kuludur, ama bunu kendisi bilmiyor. Tanrı’nın dostudur, ama bilmiyor”

diye Moğollara sempatiyle yaklaşan ifadelerin olduğunu görüyoruz. Bunu özellikle

Menâkıbü’l-ârifîn’in İlhanlı kısmında, Çelebi Arif ile ilgili kısımda, Gazan Han’ın

Müslüman oluşu üzerine Ulu Arif Çelebi’nin Tebriz’e gidişinde ve İlhanlı hükümdarı

Olcaytu’nun Şiiliği benimsemesi üzerine Mevlana’nın oğlu Sultan Veled’in oğlu Ulu

Arif Çelebi’ye Sultaniye’ye gitmesini emretmesi ve Olcaytu’yu Şiilikten Sünniliğe

çevirmesi için çaba sarf etmesiyle ilgili rivayetlerde görebiliyoruz. Özellikle Moğol

hanedanının bazı bölümlerde yıkıcı ve yakıcı olarak algılanmasına rağmen, kimi

yerlerde de sempatiyle yaklaşılır. Bir anlamda Tanrı’nın gazap ateşi olarak ifade

edildiğini görüyoruz.

Keykubad’la ilgili “adil sultan”, “büyük sultan” ibarelerini başka kaynaklarda,

mesela 13. asrın ikinci yarısında Anadolu’da yazılan Anadolu Selçuklu Sultanlarının

tarihi olan İbn-i Bibi’de de görebiliyoruz. Mesela Keykubad övgüsü: “Selâtîn-i kadîmi

ta´zim ile zikreder”. Gazneli Mahmud’a büyük bir ilgisi var Alaaddin Keykubad’ın.

Ayrıca Kabusnâme’deki hükümdara büyük bir muhabbeti var. Kabusnâme’yi

okuduğu ifade ediliyor. Onlara benzemeye çalışıyor. Alaaddin Keykubad’ın, Gazali’nin

Kimya-yı Saadet’ini elinden düşürmediği ve Nizamü’l-Mülk’ün Siyasetnâme:

Siyer-i Mülûk’unu mütalaa ettiği gibi ifadeler, bir anlamda Anadolu Selçuklularının

kendilerini Büyük Selçukluların devamı olarak gördüğünü gösteriyor.

İbn-i Bibi’nin ilginçtir... Mesela biraz önce Ali Anooshahr’ın Ghazi Sultans

kitabından bahsettik... Gazneli Sultan Mahmut ve gaza mirasının, gaza kültürünün

Page 14: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

13

Anadolu Kronikleri

Anadolu’ya aktarılması... İbn-i Bibi Alaaddin Keykubad’ı överken Utbi’ye referansta bulunur: Gazneli Mahmut’un tarihini yazan büyük tarihçi Utbi’ye. “Eğer Utbi bu asırda yaşasaydı, Gazneli Mahmut’u değil, Alaaddin Keykubad’ı överdi” diyor. Tarih yazımı açısından da buradan şunu öğreniyoruz: Utbî’nin Gazneli Sultan Mahmut ile ilgili yazdığı eseri, Anadolu’da okunan eserler arasında.

O zamanki okunan eserler arasında neler var, fikir sahibi olmamız açısından: Mesela, yine Klasik Yayınlarından çevrilen Necmeddin Daye’nin kitapları* bunlar arasında. Ulu Arif Çelebi’ye, bir seyahatinde Doğu Anadolu beylerinden birisi Necmeddin Dâye’nin tefsirini hediye ediyor. Eflakî “Bu tefsir Anadolu’ya daha önce hiç girmemişti” diyor ve Necmeddin Dâye’nin eserlerinin Konya’ya, Selçuklu sınırları içerisine ve beylikler ile Karamanoğulları sınırları içine gelmesinin bilhassa Ulu Arif Çelebi’nin himmetiyle olduğu şeklinde bir iddia var Menâkıbü’l-ârifîn’de.

İbn-i Bibi’yle ilgili daha sonra ifade edilecek... Eflakî’yle İbn-i Bibi’nin ailesinin bir benzerliği var ilm-i nücüm açısından. Mesela huzur-ı hümayuna geldiği zaman sultan ona iltifat buyuruyor. İbn-i Bibi’nin ve Mevlana’nın aileleri daha önce Hârizmşahlar hükümdarlığında hizmette bulunmuşlar, hatta Mevlana’nın babası Hârizmşah soyundan bir hatunla evlenmiş. Bibi Hatun da Hârizmşahlarda hizmet gören, ilm-i nücüm bilgini bir kadın. Onun daha önceki öngörülerinin, kehanetlerinin genelde doğruya yakın şekilde vuku bulduğuyla ilgili ifadeler var. İbn-i Bibi de adını Bibi Hatun’dan, annesinden alıyor. Babası da yine Selçuklu münşîleri arasında yer alıyor, Hârizmşahlara hizmet ediyor. Daha sonra Alaaddin Keykubad’ın da bilhassa onu hizmetine aldığını görüyoruz. Şimdi Claude Cahen’in çalışmasında -İbn-i Bibi’ye dayanarak- Alaaddin Keykubad’ı daha önceki siyasetnâme eserlerini okuyan bir sultan olarak ifade ettiğini görüyoruz.

Bir de Anadolu’daki, gerek Selçuklular gerekse beylikler dönemindeki ticaret hayatıyla ilgili önemli ifadeler var. Anadolu’da sadece Selçuklular döneminde değil Moğol idaresi döneminde de ticaretin çokça geliştiğini görüyoruz. Bununla ilgili Menâkıbü’l-ârifîn’de bir sema ayiniyle ilgili şöyle bir ifade var, o zamanki bolluk asrı olarak. Tarih 1258: Tam Moğol idaresindeki Anadolu… Eflakî şöyle diyor: “O tarihte, hicri 656, miladi 1258 tarihinde, herkes emniyet içinde olup toplantıların, semaların ve şenliklerin çokluğundan hiçbir nimet Konya halkına ve onun mülhakâtına yetmiyordu. O kadar şenlik havası var. Moğol idaresine rağmen insanlar halinden memnun. Bolluk ve sema ayinleri düzenleniyor, şenlikler düzenleniyor.” Böyle bir zamandan bahsediyor, ki Claude Cahen’in çalışmaları da bunu doğrular niteliktedir. Claude Cahen bunları ifade ettikten sonra “20. asrın totaliter zihinleri olarak nasıl olur da gaziler ve Bizans uçlarında yaşayan insanlar bu derece iyi ilişkiler geliştirebilir? meselesini anlamakta zorlanıyoruz” diye devam eder.

* Necmeddîn-i Dâye, Sufi Diliyle Siyaset, Özgür Kavak (haz.), İstanbul: Klasik Yayınları, 2010.

Page 15: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

14

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

Daha önce de bahsettiğimiz gibi Eflakî, bir Mevlevî tacirinin İstanbul’a gelişini anlatıyor. Mevlana’nın İstanbul’daki bir rahibe selam söyleyişi ve rahibin de tekrar ona selamını iade etmesi... Mevlana’dan hürmetle bahsediyor. İstanbul’da bir mamur kasabadan söz ediyor. Ama mamur kasabanın ne olduğuna dair bir kayıt vermiyor Menâkıbü’l-ârifîn: “Bir kasaba var, mamur bir kasaba ve orada da bir rahip oturur”. Ama kasabanın hangisi olduğu ifade edilmiyor. Tartışmalar kısmında bu konuda fikir verecek arkadaş olabilir.

Kasabaya dair?

Evet, sadece mamur bir kasaba vardır diyor ve onda bir rahip oturur...

Kim bunu söyleyen?

Ahmed Eflakî, Menâkıbü’l-ârifîn’de.

Yine ihtidalarla ilgili bilgiler de var eserde: Mesela, Mevlana Celaleddin Rumî’nin etkisi ile ihtida eden Gürcü Hatun’dan bahsediliyor. Selçuklu Anadolu hükümdarı II. Gıyaseddin Keyhüsrev’le evlenen Gürcü Hatun’un İslam’a geçmesinin Mevlana’nın himmetiyle olduğuyla ilgili ifadeler var ki bu ihtida hareketlerini Fransız tarihçi Cla-ude Cahen’in de bizzat Mevlana’yla, Mevlana’nın manevî etkisiyle açıkladığını görü-yoruz. Mevlana’yla ilgili 18 bin kişinin Mevlana’nın manevî nüfuzundan dolayı ihtida ettiğiyle ilgili rivayetler var Menâkıbü’l-ârifîn’de.

Ticaret hayatıyla ilgili bir örnek olması açısından bir menkıbeyi buraya nak-lettim. “Meryem-i sânî” yani “İkinci Meryem” Kira Hatun rivayet etti ki: [Bir gün Mevlana hazretleri Şems-i Tebrizî’yle birlikte evin bir odasında sohbetle meşguldü. Ben de ne sırlar söylüyorlar diye odanın kapısının deliğine kulağımı koymuştum.] Neler konuşuyorlar diye Mevlana’nın hanımı dinliyor. [Birden bire evin duvarının açıldığını, gayb âlemine mensup altı heybetli adamın içeri girip selam verdiklerini, yeri öptüklerini, bir deste gülü de Mevlana’nın önüne bıraktıklarını gördüm. Sonra Mevlana dışarı çıktı ve o bir deste gülü de saklamak üzere bana emanet etti. Ben o gülden birkaç yaprak alıp “Bu ne cins güldür? Biz hiç görmemişiz, bu nerenin gülü-dür ve adı nedir?” diye attar dükkanlarına gönderdim.] Halbuki Mevlana gizli tutma-sını tembih ediyor hanımına. Ama hanımı dinlemiyor merakından. [Bütün attarlar o gülün tazeliğinden, renginden ve kokusundan şaşakaldılar ve “Kışın ortasında bu garip gül nereden geldi?” dediler. O aktarlar içinde saygın, daima ticaretle Hindis-tan’a giden, görülmedik ve nadir mallar getiren Şerefeddin-i Hindî adında bir tacir vardı.] Bu hikaye doğru mu bilemiyoruz. Ama şunu öğreniyoruz: Şerefeddin Hindî adında bir tacir var o zaman Konya’da ve devamlı Hindistan’dan yükte hafif, pahada ağır nadir mallar getiriyor. [Gülü ona gösterdikleri vakit, o “Bu gül Hindistan gülü-dür. Özellikle orada, Serendip havalisinde yetişir” diyor.] Serendip, Seylan havalisi...

Page 16: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

15

Anadolu Kronikleri

Serendip’ten menâkıbnâmelerde çokça bahsedilir. Cemal Kurnaz tarafından

neşredilen Makalat-ı Seyyid Harun 1555 tarihli Osmanlı sınırları, Karaman sınırla-

rı içerisindedir diye yazıyor... Hz. Adem’in cennetten kovulması hadisesi anlatılıyor

burada. Hz. Adem’in Serendip havalisine, Seylan havalisine gittiği anlatılıyor. Hav-

va Anamızın da Cidde yakınlarına geldiği ve sonunda Hicaz’da buluştukları... Orada

bir ifade var: “Adem Havva’yı görünce şâd oldu” o günün, 16. asır Türkçesiyle söy-

lenmiş... Serendip havalisinin 14. asırda yazılan Menâkıbü’l-ârifîn’de de geçtiğini

görüyoruz. Bu eserin yazılmasına 1319’da başlanıyor ve 1353’te bitiriliyor. İlk nüs-

hasının adı Menâkıbü’l-ârifîn ve merâkibü’l-kâşifîn iken ikinci redaksiyonu 1353’te

Menâkıbü’l-ârifîn adıyla tamamlanıyor. 14. asrın tam ortalarında yazılmış bir me-

tin… [Tacirin “Bu gülün Rum ikliminde ne işi var?’” demesi üzerine, Kira Hatun’un

hizmetçisi yaprakları alıp tekrar eve geldi ve hikayeyi anlattı.] Rum iklimi meselesi...

Hindistan’da Rum iklimi... Anadolu ile arasında kültürel ilişkiler var, siyasi ilişkiler,

askeri ilişkiler var bunun evveliyatı var... 16. asırda Babürnâme’de mesela, Babür

Şah, Rum usulü silah kullanan Rumîlerden, tüfek-endazlardan bahseder. Yine Hin-

distan’ın fethinde Rum usulü silah teknolojisine vakıf Mustafa Rumî’den bahseder.

Hindistan’ın fethinde onların büyük katkısı olduğunu, ateşli silahlar teknolojisine

vakıf Anadolu’dan gelen Rumî askerlerin bir anlamda Hindistan’ın fethini hazır-

ladığını ifade eder. Rumî askerlerle ilgili Salih Özbaran’ın güzel bir çalışması var;

İnalcık Hoca’nın “Rûmî” maddesi var, Encyclopedia of Islam’da. Yine 2010 yılında

Giancarlo Casale bir kitap yazdı: Ottoman Age of Exploration (Osmanlı Keşif Çağı).

Casale çalışmasında, Rumî askerlerin Anadolu’dan Hindistan’a, hatta Gücerat’a ka-

dar, Açe’ye kadar ne kadar etkili olduklarını anlatıyor. Bunların temelleri ta Anadolu

Selçukluları, Gazneliler, Büyük Selçuklular zamanında atılıyor. Karşılaştırmalı ça-

lışmalar için Menâkıbü’l-ârifîn vazgeçilmez kaynaklardan birisi.

[Ve birden bire Mevlana Hazretleri içeriye giriyor ve “Gül demetini sakla ve

kimseye gösterme” diyor; “çünkü onu Hindistan kutupları onun gözünü kuvvetlen-

dirsin diye armağan etmişlerdir”.] Hindistan’dan gelen şeyhlerin manevî âlemden

onu getirdiklerini, hediye ettiklerini anlatılıyor. [Kira Hatun son nefesine kadar o gül

yapraklarını sakladı, o yapraklardan sadece birkaçını Gürcü Hatun’a verdi.] Bu da

Mevlana’nın izniyle... Gürcü Hatun Anadolu Selçuklu hükümdarı Gıyaseddin Key-

hüsrev’in eşi ve bunun kızı Gürcü Hatun, diğer bir kızı da var... Bunun iki ihtimali

var: Ya Anadolu Selçuklu sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev’in eşi ya da Muineddin Per-

vane’nin eşini de Gürcü Hatun olarak biliyoruz... Ve Gürcistan’dan Gürcü krallarıy-

la, kraliçeleriyle Anadolu Selçuklu sultanlarının savaşları var... II. Süleyman Şah’ın

Gürcistan seferi başarısızlıkla sonuçlanıyor... Ayrıca 12. asrın sonlarında Gürcistan

kraliçesi Tamara’nın ordusunun II. Süleyman Şah’ın ordusunu perişan ettiğini bili-

yoruz. Daha sonra 13. asrın ikinci yarısında İzzeddin Keykavus ve Alaaddin Keyku-

bad döneminde üstünlüğün Selçuklulara geçtiğini görüyoruz.

Page 17: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

16

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

Burada birçok menkıbevî, efsanevî unsurlar var. Eserde hatunların o zamanki

Konya’nın Selçuklu hayatındaki rolü ile ilgili ipuçları var. Örneğin İlhanlı ülkesine

ziyarette bulunan Ulu Arif Çelebi’nin ziyaretlerine gelen Gazan hükümdarının eşi

İltermiş Hatun’un Tebriz’de bir sema ayini verdiği ve kendisinin Mevlevî müridi ol-

duğu ifade ediliyor. Başka bir İlhanlı hanedanı ailesine mensup Paşa Hatun’un Sul-

taniye’de bir sema ayini düzenlediği ifade ediliyor. Selçuklu hatunlarından Huand

Hatun ve Selçuk Hatun gibi Mevlevîliği benimseyen hatunlarla ilgili birçok rivayet-

leri burada da görebiliyoruz... Ve Karaman eyaleti evkaf defterlerine baktığımızda

Menâkıbü’l-ârifîn’deki ifadelerin vakıf kaynakları tarafından da doğrulandığını gö-

rüyoruz. Bunlar hakikate yakın otantik rivayetlerdir.

Rüya meselesine de Menâkıbü’l-ârifîn’de çokça değinildiğini görüyoruz. Alaad-

din Keykubad’ın bir rüyasından bahsediliyor: “Rüyamda başımın altından, göğsü-

mün ham gümüşten, göbeğimden aşağısının tamamıyla tunçtan, her iki kalçamın

kurşun, iki ayağımın kalaydan olduğunu gördüm” diyor Keykubad. Zamanındaki

rüya tabircileri bu rüyanın tabirinden âciz kalıyorlar ve bu rüya Mevlana’nın baba-

sına anlatılıyor. Sultanü’l-ulema Alaaddin Keykubad’ın rüyasını şöyle yorumluyor:

“Sen dünyada oldukça, insanlar ve halk temiz yaşayacaklar ve altın gibi kıymetli

olacaklar. Senin oğlunun zamanında gümüş derecesine, ondan sonra tunç devresi-

ne düşecek, Rum ülkesi tamamıyla harap olacak. Selçuk ailesi zevale uğrayacak.”

Böyle bir rüya tabirinin Menâkıbü’l-ârifîn’de geçtiğini görüyoruz.

Yassı Çemen savaşı öncesi 1229 tarihini tamamen doğru veriyor Menâkıbü’l-â-

rifîn. Yassı Çemen savaşı: Celaleddin Hârizmşah ile Alaaddin Keykubad arasındaki

mücadele... Rivayete göre Alaaddin Keykubad tebdil-i kıyafet edip Hârizmşah or-

dugâhına yaklaşıyor. Bizzat Celalaeddin Hârizmşah’la görüşüp Alaaddin Keykubad

aleyhinde konuşuyor. Bu Celalaeddin Hârizmşah’ın hoşuna gidiyor. Daha sonra

şüpheye düşüyor ve “bu konuştuğumuz kimdi?” diyor. Sonunda anlaşılıyor Alaaddin

Keykubad’ın olduğu. Tam Alaaddin Keykubad’ı yakalamak için emir verecekken rü-

yasında Alaaddin Keykubad, Sultanü’l-ulema Bahaeddin Veled’i -Mevlana’nın baba-

sını- görüyor. Mevlana’nın babası “Çabuk kalk ve ülkene geri dön” diye onu uyarıyor.

Bu tür rivayetler de var. Efsane mi gerçek mi onu bilememekle birlikte, en azından

savaşların tarihini doğru olarak veriyor. Yine eserde yer isimleri hususunda da bir-

çok doğru rivayeti görüyoruz.

Rüya meselesinin tarihçilikteki önemiyle ilgili Peter Brown’ın bir değerlendir-

mesi var, The World of Late Antiquity AD 150-750 adlı çalışmasında... “İnsanoğlunun

hayatının önemli bir kısmı uykuda geçiyor ve rüyalar bunun ayrılmaz bir parçası”

diyor Brown. Cemal Kafadar’ın yayınladığı Kim Var İmiş Biz Burada Yoğ İken adlı

kitabındaki “Mütereddid Bir Mutasavvıf Üsküplü Asiye Hatun’un Rüya Defteri”nde

Page 18: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

17

Anadolu Kronikleri

bunun güzel bir örneğini görüyoruz. Menâkıbü’l-ârifîn rüya çalışmaları ve yorumları için de önemli bir kaynak.

Rüyaların medeniyet tarihi açısından önemi ile ilgili güzel bir çalışma var: “Dre-ams and Conversions: A Comparative Analysis of Catholic and Buddhist Dreams in Ming and Qing Chiina”. Eski Yunan, Hıristiyan, Hindu, Amerikan Medeniyeti, Çin me-deniyetiyle, hemen hemen tüm medeniyetlerle ilgili bir çalışma, 2005’te R. Po-Chia Hsia tarafından yayınlanmış bir makale.

Rüya hadiselerine özellikle Anadolu’da yazılan metinlerde çok sık rastlıyo-ruz. Şikârî’nin Karamanoğulları Tarihi’nde mesela... Selçuklu şehnâmeleri… Fir-devsî’nin Şehnâme’si örnek alınıyor. Firdevsî’nin Şehnâmesi’nden bazı beyitlerin Menâkıbü’l-ârifîn’e de girdiğini görüyoruz. Beyitlerin çoğu Mesnevî’den alınma. Menâkıbü’l-ârifîn’de bazen Firdevsî’nin Şehnâmesi’ne atıflarda bulunulduğunu gö-rüyoruz. Firdevsî’nin Şehnâmesi’nin Selçuklularda halen yaşadığı da önemli veri-lerden birisi... Şikârî’nin Karamanoğulları Tarihi 14. asrın ikinci yarısında Yarcanî tarafından Farsça olarak yazılıyor, Karamanoğlu Alaaddin Ali Bey’e ithaf ediliyor. Ama Şikârî 16. asırda bunu Türkçe’ye çeviriyor. 15. asır kısmını da kendisi idame ediyor ve eser Cem Sultan’ın Karaman valiliğine kadar geliyor. Buradan Karamano-ğulları hükümdarlarından daha ziyade Mevlevî şeyhlerinin ve Mevlana’nın bir tarihî figür olarak çokça bahsi geçmektedir. Mesela Mevlana’nın bir rüyasında Alaaddin Ali Bey’e Gorigos Kalesini (Kız kalesini) fethedeceğini ifade ettiğini anlatıyor Şikârî ve Sultan bunun üzerine gazaya çıkıyor... Bugün gördüğümüz Yeşil Türbenin bu ga-zadan gelen ganimet sayesinde inşa edildiği ve Alaaddin Ali Bey’in Mader-i Mevlana (Aktekke) zaviyesini bizzat bina ettiğini söylüyor Şikarî ki bu Osmanlı vakıf kaynak-ları tarafından doğrulanan bir hadise.

Bunun başka örnekleri de var, Babürnâme’de çokça görüyoruz. Babürnâme’de Şeyh Ubeydullah Ahrar Babür Şah’a bir yerin fethini müjdeliyor ve Babür Şah ga-zaya çıkıyor. Kanunî ile ilgili -ne derece doğrudur bilinmez ama- Şakâyık-ı Numa-niye’ye zeyl yazan Atâî’nin bir rivayeti var: Zigetvar seferinin Nureddinzâde adlı bir Halvetî şeyhinin gördüğü bir rüya neticesinde yapıldığına dair. Bu tarihî hakikat mi-dir, değil midir onu biz bilemiyoruz. Ama sûfî kaynaklarında buna benzer çok atıflar var, yani rüya yorumcusu olarak bir şeyh ve onu dinleyen bir sultanın gaza hareke-tine geçmesi... Şikarî Tarihi’ndeki rivayet biraz abartılı ve tarih açısından hatalı. Zira Kız Kalesi Karamanoğlu Alaaddin Bey değil, Karamanoğlu İbrahim Bey zamanında fethediliyor.

Menâkıbü’l-ârifîn’de 1353 yılında yazılmış olmasına rağmen Osmanlı beylerine bir atıf göremiyoruz. Sadece bunların bağlı olduğu Çobanoğullarıyla ilgili bir atıf var. Kitapta İlhanlılar, Çelebi Arif kısmında geçiyor. Sultaniye’de Mevlevî ayini düzen-leniyor. Olcaytu Han yeni ölmüş. Reşidüddin -Câmiu’t-Tevârih’in, dünya tarihinin

Page 19: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

18

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

yazarı- İlhanlı veziri ve Çelebi Arif’e kızıyor bir anlamda. Adamını yolluyor “Biz yas içindeyken nasıl sema ayini düzenlersin? Daha yeni sultanımız, Çobanbeyi gelme-mişken, nasıl böyle bir sema ayini düzenlersin?” şeklinde Reşidüddin’in hoşnutsuz-luğu var. Burada Çobanbey diye geçiyor; Çobanbey bizim bildiğimiz Çobanbey mi? Ama muhtemelen İlhanlı devlet adamlarından birisi. Fakat 1353 yılında tamamlan-mış olmasına rağmen eserde Osmanlı’yla ilgili hiçbir atıf göremedim.

Yine rüya neticesinde Anadolu’ya gelen şeyhlerden birisi Seyyid Ali Semer-kandî’dir. Menâkıbü’s-Seyyid Ali Semerkandî’yi Türk Tarih Kurumu yazmaları arasında ve Süleymaniye Kütüphanesi’nde de görebilirsiniz. Resûl aleyhisselamın (beyne’l-yakaza ve’l-menam) Karamanoğullarını irşad etmesi için Seyyid Ali Se-merkandi’yi yollaması… Seyyid Ali Semerkandi Osmanlı öncesi Anadolu açısından önemli bir isim. Bir tefsir yazıyor ve eseri Karamanoğlu İbrahim Bey fark ediyor. Bu tefsir Süleymaniye Kütüphanesi’nde var şu anda. Kur’an’daki Mücadele Sûresi’ne kadar geliyor bu tefsir; Karamanoğulları sınırları içerisinde yazılmış bir tefsir olarak önemli bir eser. Yine Timur-Osmanlı mücadelesinde Seyyid Ali Semerkandî’nin, Se-merkand asıllı olduğu için Yıldırım’la mücadelede Timur Han’ı desteklediğini görü-yoruz. Hatta menâkıbnâmeye göre bir şeyhini Timur Han’a dua için memur ediyor.

Bir de nasıl ki Moğollar Menâkıbü’l-ârifîn’de “Tanrı’nın gazabının ateşi” olarak görülüyorsa, daha sonraki metinlerde Şikârî’nin Karamanoğulları Tarihi’nde de benzer bir anlatım vardır. Mesela Karamanoğlu sınırları içerisinde bir abdal der-vişten bahsedilir. Bu derviş, Timur Anadolu’yu istila etmeden önce, Konya sokakla-rında “Horasan ateşi Rum’u yaktı” diyerek dolaşıyor. Dervişin Konya halkını dehşete sevk ettiğinden bahsediliyor. “Horasan ateşi Rum’u yaktı” demekle bu meczup neyi kast ediyor? Bu durumdan haberdar olan Karamanoğlu II. Mehmet Bey bu divane-nin ne demek istediğini Mevlana dergâhı şeyhi II. Arif Çelebi’ye danışıyor, yani Kara-manoğullarının başdanışmanı, baş müşaviri konumunda olan Mevlevî dervişleri ve Mevlevî şeyhine. Şeyhin, “Timur Allah Teâlâ’nın gazap ateşidir” şeklinde bir yorumu var. Nasıl ki Moğolları Mevlevî kaynakları ‘Tanrı’nın gazap ateşi’ olarak gördülerse 13. asırda, 14. asrın sonlarında da benzer bir yaklaşımı Mevlevî dervişlerinde görü-yoruz.

Bir de bu Eflakî’nin İngilizce çevirisi… The Feats of Knowers of God diye. Bilmi-yorum gören oldu mu? John O’Kane’in, Brill Yayınları arasından çıktı. Ben Bilkent’te tez yazarken -sağ olsun- [Mehmet] Kalpaklı Hoca’dan istemiştim, onun himmetiyle Bilkent Kütüphanesine gelmişti bu eser. John O’Kane’in güzel bir çalışması, Eflakî çevirisi.

Burada, Arif Çelebi’nin dervişlerin tarihine nazarı açısından önemli bir husus var. Çelebi Moğol askerlerine biraz sempatiyle yaklaşıyor ve “Biz dervişiz, bizim na-zarımız Tanrı’nın nazarıyla paraleldir. Tanrı nereye nazar ederse biz de oraya nazar

Page 20: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

19

Anadolu Kronikleri

ederiz ve Tanrı’nın himmeti ne taraftaysa, ilahi teyit ne taraftaysa, hangi sultan mü-

eyyed min indillah ise, biz de o sultanın yanındayız. Tanrı saltanatı Selçuklulardan

aldı ve onu Moğol sülalesine verdi. Biz de bundan dolayı Moğol sülalesinin yanında-

yız” diye Çelebi Arif’in ifadeleri var. Eflâkî’den bunları aktardığını görüyoruz.

Eflâkî, Çelebi Arif’in birçok seyahatinde bulunmuştur. Ulu Arif Çelebi’nin Men-

teşoğlu Beyliğine, Aydınoğlu Beyliği’ne seyahati var, Ayrıca Eşrefoğlu Mübarizüddin

Mehmet Bey’e, Beyşehir Beyi’ne seyahati var. Tüm bu ziyaretler esnasında tüm bey-

ler Mevlevîliği benimsemiş gibi bir yaklaşım sergileniyor. Ama başka kaynaklarla

bunları mukayese ettiğimizde biraz abartı görüyoruz. Mesela Menâkıbü’s-Seyyid Harun’da Eşrefoğlu Mübarizüddin Mehmet Bey, Çelebi Arif’le hemen hemen çağdaş

olan Seyyid Harun’un bir müridi olarak aktarılıyor. Ama Menâkıbü’l-ârifîn’e baktı-

ğımızda bir Mevlevî müridi olarak aktarılıyor. Bunu da göz önünde bulundurmakta

fayda var. Hemen hemen zamanın tüm beyleri Mevlevîymiş gibi abartılı bir yaklaşım

görüyoruz Eflâkî’de. Ama Aydınoğlu Umur Bey’le ilgili rivayeti önemli: Le destan d’umur Pacha adıyla Düstûrnâme’nin bir parçası olarak; İrene Melikoff neşret-

ti bunu. Buradaki Aydınoğlu Umur Bey tasviriyle Menâkıbü’l-ârifîn’deki Aydınoğlu

Umur Bey tasviri çokça benzerlik gösteriyor. Burada Aydınoğlu Umur Bey’in Sakız

Adası’nın fethi için gazaya çıkışı ve gene bu sefer esnasında hayatta olmayan Çe-

lebi Arif’i rüyasında görmesi, rüyası neticesinde Sakız Adası’nı fethi, oradan birçok

sakız getirmesi ve birçok ganimetle dönmesi ile II. Hamza olarak adlandırılması

anlatılıyor. Mesela Sultan Veled, Mevlana’nın oğlu yine benzer bir ifadeyi Aydınoğ-

lu Mehmet Bey için kullanılıyor. Âdil sultan/sultan-ı âdil diye zamanın sultanlarına

ünvan bahşeden bir şeyh rolü oynadıklarını da görüyoruz bu Mevlevî dervişlerinin.

Sunumumu bir metinle bitireyim. Karaman eyaleti sınırları içerisinde yazılan

Baba Yusuf -Somuncu Baba’nın oğlu- Aksaray’da yaşamıştır. Yine Mevlana’nın

eserlerini okuyan, mesela Fîhi mâ fîh; Mevlana’nın başka bir eserinden bahsedi-

yor burada. Fîhi mâ fîh’de “Eydür ol zamanın hûbların bir yere cem ettiler ve dahi

Mecnun’a eyittiler Hak Telala kemâl-i kudretinden gör âlemde nice güzeller yarat-

mıştır.” Mecnun ise başını kaldırıp bakmıyor. “Leylî mahabbeti bir tiğ-i bürrandır

ve başum kaldırmağa korkarım ki boynum vura” diye bir ifade var burada. Leyla

ve Mecnun hikayesini anlatıyor ki bu Baba Yusuf’un tasavvuf risalesinden bir alıntı.

Fîhi mâ fîh’den bahsediyor. Mevlana’nın Fîhi mâ fîh’indeki bir hikayeye göre “Ley-

la ve Mecnun” hikayesinden etkilenen zamanın padişahı zamanın güzellerini bir

araya topluyor ve Mecnun’u getiriyor. “Gel, bunlara bir baksana!” diyor. Mecnun da

böyle boynu bükük bir şekilde, hiç boynunu kaldırmadan duruyor. Ve hiçbir şekilde

bakmıyor. “Neden bakmıyorsun?” diye zamanın hükümdarı soruyor. O da “Leyla

aşkı bir tiğ-i bürran koymuştur boynumun üzerine [keskin bir kılıç koymuştur].

Eğer boynumu kaldırıp bakarsam boynumu vurmasından çekinirim” diye bir ifade

kullanıyor.

Page 21: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

20

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

Menâkıbü’l-ârifîn’den beslenen kaynaklar pek incelenmedi. Aydınoğlu Umur Bey’in Destan-ı Umur Paşa’nın, Enverî’nin Düsturnâmesi’nin kaynaklarından bi-risi Menâkıbü’l-ârifîn olabilir mi? Mukayese ettiğinizde sanki Menâkıbü’l-ârifîn’in de Düsturnâme’nin kaynaklarından birisi olabileceği hissine kapılıyorsunuz. Ancak bununla ilgili bir yazıya rastlamadım şimdiye kadar. Yine önemli addedilen Fîhi mâ fîh’in, Mevlevîliğin Baba Yusuf’un risalelerinde geçtiğini görüyoruz. Baba Yusuf figü-rü aynı zamanda Ahi Evran ve ahilikten çokça bahseder. Mikail Bayram’ın ifadesine göre bu Ahi Evran’ın bir eserinin Türkçeye tercümesidir. Yani Ahi Evran’la Mev-lana’yı buluşturan bir figürdür Baba Yusuf. Zamanlarında düşmanlıkları eserlere konu olan Mevlana’yla Ahi Evran’ı buluşturan, bir anlamda sentez üreten bir 15. asır Karaman eyaleti. Daha sonra Fatih idaresindeki Aksaray’da yaşayan Baba Yusuf, 1479 tarihinde vefat ediyor. Baba Yusuf Osmanlı vakıf kaynaklarında da geçiyor ve orada Aksaray’ın önemli şeyhleri arasında sayılıyor.

Bir Selçuklu’dan Karamanoğlu’ya Karamanoğlu’ndan Osmanlı’ya geçiş süre-cinde yaşananları anlama açısından Menâkıbü’l-ârifîn olsun, Şikarî Tarihi olsun, Baba Yusuf’un metinleri olsun hepsi önemli bilgiler sunuyor. Baba Yusuf’un bir de divanı var: Hakîkî Divânı, Kültür bakanlığından kitap olarak da yayınlandı ve doktora tezlerinde kullanıldı. Benim tezimde kullandığım nüsha Somuncu Baba’nın soyun-dan gelen Sadi Somuncuoğlu’nun nüshasıydı. O dönemde böyle bir sentez üretile-biliyor ve hiçbir şekilde Aksaray’da sürgüne tabi tutulmuyor Baba Yusuf. Onların haricinde Osmanlılarla ilgili ifadeleri var. Örneğin “Gazilik garete mübeddel olup” diyor. Burada Osmanlı’nın gaza idealinin bir anlamda yağmaya dönüştüğünü söy-lüyor. Bu şekilde Osmanlı’nın Karaman işgalini eleştirdiğini, zamanın sultanından adalet talep ettiğini görüyoruz. Bütün bu protest tavırlarına rağmen Osmanlı onu Aksaray’dan sürgün etmemiştir ve hatta Aksaray vakıfları arasında ilk olarak Baba Yusuf’un vakıflarının zikredildiğini görüyoruz. Bu geçiş sürecini anlamamız açısın-dan, kroniklerin az olduğu bir dönemde Menâkıbü’l-ârifîn, Baba Yusuf’un eserleri, Şikarî Tarihi, Menâkıbü’s-Seyyid Harun ve Menâkıbü’s-Seyyid Ali Semerkandî göz ardı edilemeyecek kaynaklardır. Biz biliyoruz ki Aşıkpaşazade’nin eserinin ismi menâkıblardan beslenmesinden mütevellid Menâkıb-ı Âl-i Osmân diye geçer, Halil İnalcık da “How to read Aşıkpaşazâde?” makalesinde bunu ifade etmektedir.

Teşekkür ederim.

Biz çok teşekkür ederiz. Sorulara geçelim. Buyurun.

Birinci sorum, Mevlevî tarikatı Mevlana’dan sonra kuruldu diye biliyorum. Mev-lana zamanında da ayinler var mıydı? İkinci olarak da Mevlana’ya yönelik ciddi eleş-tiriler var. Ajanlık gibi ve daha birçok şey var. Bunun hakkında neler söylersiniz? Bir de Nasreddin Hoca, Şeyh Edebali ve Mevlana üçlüsü tarih olarak aynı dönemde midir? Onları nereye oturtabiliriz?

Page 22: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

21

Anadolu Kronikleri

Evet, bu soruyu sorduğunuz iyi oldu. Bu metin 1353 yılında tamamlandı dedim.

Mesela Mevlana 1353’de Mesnevî’yle ilgili şu ifadeyi kullanıyor: “Tanrıya tekrar tek-

rar yemin ederim ki bu mana -yani bu mana dediği Mesnevî- güneşin doğduğu yer-

den battığı yere kadar bütün dünyayı kaplayacak ve uzak iklimlere gidecektir.” Bu-

gün Amerika’da bestsellerlar arasında Mesnevî . “Hiçbir mahfil ve meclis olmayacak

ki orada bu sözler okunmuş olmasın.” Mesela ben geçen sene Avrupalı bir Budist

ile konuştum. Biz Budist tapınaklarında Mesnevî okuyoruz dedi. Hatta o dereceye

kadar ki musibetlerde Mesnevî okunuyor. “Zevk ve safa yerlerinde okunacak. Bütün

milletler bu sözlerle süslenecek ve onlardan faydalanacaklardır.” Bütün milletlerin

şimdi ortak kültür hazinesinin bir parçası Mesnevî. Bu Moğol hükümdarlarının hi-

mayesi olmasaydı Mesnevî bugüne kadar gelmeyecekti. İlhanlılar da, Mevlana’nın

bir uzak görüşünün ifadesi olarak görebilir. Mesela ilk Moğol hükümdarı İslamiyet’i

kabul eden Berke Han, 1260’da Altınordu hükümdarı ve İlhanlılara karşı Memluk-

larla işbirliği yapıyor. İlhanlılar Moğol ailesinden geliyor. Sonra Gazan Han 1290’lı

yıllarda Müslüman oluyor ve Reşidüddin gibi büyük bir tarihçinin İlhanlı veziri oluyor

ve Tebriz yakınlarında -Marshall Hodgson anlatıyor bunu belki daha ayrıntılı bilenler

olabilir- ilim adamları için bir kasaba inşa ediliyor ve sırf ilim adamları için hastane

yapılıyor. 50 doktorun hizmet verdiği zamanın tüm bilim adamlarının toplandığı bir

kasaba ve burada ilmi çalışmalar yapılıyor ve ilim adamlarının tüm ihtiyaçları düşü-

nülüyor. Bu devletin veziri Reşidüddin, Câmiü’t-tevârih adlı bir dünya tarihi yazan,

belki de derli toplu ilk dünya tarihi yazan bir isim. Ben Baba Yusuf örneğini onun için

verdim. Hem Ahi Evran’dan hem de Mevlana’dan öğreneceğimiz şeyler var. Tarihe

bir açıdan bakmamak gerekiyor. Moğol casusu gibi değil ki Moğolları eleştirdiğini

biraz önce konuşmanın başında ifade ettim. Moğolların tahribâtıyla ilgili ifadeler var,

bunu bir Mevlevî dervişi anlatıyor mesela. 12 bin mescidi ateşe verdiklerinden bah-

sediyor aynı eser. 50 bine yakın talebe hafızı katlettiklerinden bahsediyor. 200 bin

insanı yere gömdüklerinden bahsediyor ve belki bir zorunluluk o zaman Moğollarla

iyi geçinmek. Ayrıca Nureddin Pervane devrinde Mevlevî vezir ve onun döneminde

Konya en müreffeh devirlerinden birisini yaşıyor. Taşköprüzade Şakayık-ı Numani-

ye’de bahsediyor: Mesela bir Osmanlı âliminden, belki ismini bilen vardır ben Arap-

çasından okurken karşılaşmıştım. Hacca iki kitap götürüyor birisi Kur’an-ı Kerim

diğeri de Mesnevî Şerif, böylesine kapsayıcı bir metin. Mesela Victoria Hollbrook

Şeyh Galip’le ilgili kitabında İslam dünyasında Kur’an’dan sonra en fazla okunan

kitap olarak Mesnevî’yi söylüyor. Mesela Annemarie Schimmell’in çalışmaları var.

Mesnevî’yi Fransızcaya çeviren Eva Hanım var bunları nereye koyacaksınız ki. Bu

söylediğimiz Annemarie Schimmel gibi kişiler hem tarih metodolojisi açısından

hem getirdikleri yorumlar açısından Türkiye’de birçok kişiden daha fazla o döneme

vakıf insanlar. Ben bu konuda Türkiye’deki yorumların çok kısır yorumlar olduğunu

düşünüyorum.

Page 23: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

22

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

Teşekkür ederim. Nasreddin Hoca Şeyh Edebalı aynı dönemde mi? Ahiler ve ayin mevzuuna da biraz değinir misiniz?

Mevlana döneminde Mevlevî ayinleri var, semaları var, sema törenlerinden bah-

sediliyor. Hatta Selçuklu sultanları Anadolu Selçuklu sultanlarının bizzat katıldığı

ayinler var. Mesela Muineddin Pervane’nin düzenlediği ayinler var.

Ama sistematik hale gelmemiş değil mi?

Sistematik hale gelmiyor evet. Mevlana daha çok düşünce kısmını oluşturuyor.

Daha sonra kurumsallaşması Sultan Veled ve Ulu Arif Çelebi dönemi…

Ben birbirlerine soğuk baktıkları gibi bir şey hatırlıyordum da…

Ahilerde mi?

Evet.

Şöyle bir şey var: Ahiler Moğollara karşı bir hareket güttükleri için Moğollar

idaresinde şöyle oluyor: Hankâh-ı Ziya var, Hankâh-ı Lala Ruzbe var. Hankah de-

diğimiz büyük tekkeler. Ahilerin elindeki bu tekkeler ahilerin elinden alınıp Moğol

idaresinde Mevlevîlere veriliyor. Bunu Menâkıbü’l-ârifîn’de görüyoruz.

Yoksa Mevlevîlikle, Mevlevîlerle Şeyh Edebali arasında bir anlaşmazlık olduğundan değil, Moğollarla ilgili yani.

Moğollarla ilgili siyasi sebepler… Farklı sûfîleri desteklediklerini görüyoruz.

Bir soru sorabilir miyim? Menâkıbü’l-ârifîn’de Mevlana’nın soyu hakkında bir bilgi var mı?

Hazreti Ebu Bekir’e dayandığı söyleniyor.

Kitapta geçiyor değil mi?

Evet geçiyor.

Teşekkürler hocam.

Bu kaynakları -menakıbları- tarihsel bir kaynak olarak kullanırken herhalde bazı dikkat edilmesi gereken, ya da ihtiyatlı olunması gereken noktalar var. Aynı şey Osmanlı kronikleri için de geçerli. Siz burada Eflâkî’nin Arif Çelebi’nin müri-di olduğunu zaten söylediniz. Devamında da konuşmanızın tarihsel figürler olarak daha ziyade Mevlevî şeyhlerinin ön planda olduğunu söylemiştiniz. Bu herhalde çok şaşırtıcı olmasa gerek. Yani yazarın kimliğini bütün metinde görmemiz yeterli mi?

Page 24: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

23

Anadolu Kronikleri

Nasıl yaklaşmak lazım tarihsel kaynak olarak, nasıl kullanmak lazım? Mesela olay-

ların tarihlerini pek de doğru nakletmiyor gibi.

Çoğu tarihler hakikate uyuyor. Birçok kronikte göremediğimiz kesinliği eserde

görmek mümkün.

Bununla bağlantılı ek olarak şunu sorayım. Güvenilirliğini neye borçlu bu kay-

nak? Bir de yazımının 34 yıl sürmesinin bir sebebi var mı?

Daha sonra redakte ediliyor. Ulu Arif Çelebi ölüm döşeğindeyken emrediyor.

Ama aklında Mevlana ailesinin tarihinin yazılması var. 1319’da bir nüshasını yazıyor,

daha sonraki Emir Arif Çelebi kısımlarını da ekliyor, daha sonraki şeyhleri -1350’ye

kadar olan- gözden geçiriyor ve tekrar Arif Çelebi sonrasındaki yeni şeyhleri de

ekliyor. Ama en orijinal kısmı tabi Arif Çelebi’yle ilgili bizzat kendisi şair olarak

seyahatleri anlattığı kısım. En uzun kısmı Mevlana’yla ilgili kısmı, ama en orijinal

kısmı Ulu Arif Çelebi’nin olduğunu görüyoruz. Tabi mukayeseli ele almak gerekiyor

bununla ilgili örnek çalışmalar var mesela. Elizabeth Zachariadou’nun hem Bizans

kaynaklarını kullanarak hem de diğer kaynakları ve Osmanlı kaynaklarını kulla-

narak yaptığı çalışmalar var. İşte tabi biraz dil bilgisiyle alakalı, İnalcık usulünü

kullanarak Bizans kroniklerinden Türkçe basılı onlara bakmak gerekiyor. Gürcü ve

Ermeni kaynaklarına da bakmak gerekiyor. Ebu’l-Ferec gibi kaynaklara da bakmak

gerekiyor. Bizde yapılan doktora tezlerine de bakmak gerekiyor o dönemlerdeki.

İbn-i Bibi’ye, Müsameretü’l-ahbar’a bakmak gerekiyor. Selçuknâme ışığında ve işte

İrene Melikoff’un çalışmaları bununla ilgili daha sonra Fransız tarihçilerin önemli

çalışmaları var.

Bir de seyyahlar da var.

Mesela burada Anadolu Mevlevîleriyle ilgili bilgilerin benzerini mesela İbn-i Ba-

tuta Anadolu Mevlevîliğiyle ilgili de vermektedir. Mesela bir yere gidiyor ve orada

kendisine iyi ve seçkin atlar, değişik kumaşlar hediye ediliyor. Anadolu Mevlevî-

liğiyle ilgili rivayetleri İbn-i Batuta’yla karşılaştırdığında ilginç benzerlikler ortaya

çıkıyor. Anadolu’nun müreffehliğiyle ilgili ilginç şeyler ama Orhan Gazi’yle ilgili veya

Osman Gazi’yle ilgili bir şey göremiyoruz.

Şimdi ben şeyi belirteyim de Menâkıbü’l-ârifîn’den esinlenen kaynaklarından

bahsettiniz. Baba Yusuf gibi bir de Menâkıbü’l-ârifîn’in kullandığı kaynaklar var.

Onlara da değinmek gerekiyor aslında. Bundan yaklaşık 50 ve 60 yıl önce yazılmış

olan Sipehsalar Risalesi var. Büyük oranda menkıbeler oradan alıntılanıyor ama

abartılarak anlatılıyor Menâkıbü’l-ârifîn’de. Mevlevîliği tesis eden yani sistematik

hale getiren Ulu Arif Çelebi olduğu için böyle bir tarih yazılmasını kendisi istiyor.

Kurduğu sistemin belki bir ideolojik alt yapısı için. Çünkü orada çok acayip bir Mev-

Page 25: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

24

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

lana figürü var. Normalde Sultan Veled’in eserlerinde, Sipehsalar’da da yaklaşık

40 tane kerametinden bahsediliyor Mevlana’nın. Ama bunlara bakıldığında çok da

olağanüstü şeyler olmadığı görülüyor. Bununla beraber Eflâkî’nin anlattıkları çok

olağanüstü olaylar ve bu kerametlerin pek çoğu da daha önce peygamberlerin an-

latılan kıssalarından bahsedilen ve daha önceki sûfîlerden bahsedilen kerametler

bir nevi ona adapte etmiş gibi bir ideolojik metin olarak görülebilir.

Doğru, Sipehsalar... Tahsin Yazıcı da onu söylüyor hatırlattığınız iyi oldu.

Yani Ulu Arif Çelebi özellikle pek çok şeyi kuran olduğu için onun dönemi çokça

anlatılıyor. İşte Mevlana’ya karşı çıkanların felç olmaları, kolunun, kafasının kırıl-

ması, Mevlana’ya karşı çıkanların başına gelenlerin olağanüstü halleri onu biraz

güçlendirmek için yazılmış olabilir.

Tabi ve hatta Ulu Arif Çelebi kısmında daha belirgin o. Karşı çıkanların olağa-

nüstü şekilde aniden ölmeleri vs. Bizim bildiğimiz o mutedil Mevlevî tipine biraz

aykırılık…

Normalde Sultan Veled Mevlana’dan bahsederken hiç olağanüstü olaylardan ve

hallerden bahsetmiyor. Belki Sipehsalar 40 tane olay anlatıyor bazen de zorlama

biraz belki 40 sayısına ulaşabilmek için anlatıyor ama Eflâkî epey abartıyor.

Evet, Sultan Veled’in eserleri de söylediğiniz o kaynaklar arasında. Bir de Ef-

lâkî’nin kaynakları arasında Sultan Veled’in İbtidanâme’si var. İşte benzerlikleri

Tahsin Yazıcı hazırlıyor. Mesela Sultan Veled’in Rebabnâme adlı eseri var ve İn-

tihanâme adlı eseri var ve Maarif adlı eseri var, Makâlât-ı Şemseddin Tebrizi adlı

eseri var. Bütün bu eserler Menâkıbü’l-ârifîn kaynakları arasında yer almakta. Yine

Maarif-i Sultan Bahaüddin Veled adlı eseri… Fîhi mâ fîh de Mevlana’nın Mektûbât’ı

da Menâkıbü’l-ârifîn’in kaynakları arasında. Mesnevî ve Divan-ı Kebir de yine Menâ-

kıbü’l-ârifîn kaynakları arasında yer almakta.

Hocam, şimdi ben merakımı gidermek adına şunu söyleyeyim; şimdi hankahlar

Mevlevî tarikatlarına dönüştürülüyor diye biliyorum.

III. Selim döneminde Bektaşilerin bazı tekkelere verilmesi gibi Moğol idaresi

altında da bazı ahi hankahları veriliyor.

İşte ahi hankahı… Bir de yani şöyle bir şey de var. Hani Türkiye Cumhuriyeti

döneminde de malumunuz bütün tarikatlar kapatılıyor ve sadece Mevlevî tarikatları

serbest bırakılıyor. O dönemde de acaba bu Mevlevî tarikatları efdal midir, yoksa

devletle güçlü bir bağı güçlü bir geleneği mi var yani Osmanlı’dan Cumhuriyet dö-

nemine kadar hani güçlü bir bağ mı var?

Page 26: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

25

Anadolu Kronikleri

Gölpınarlı bunu şununla izah ediyor: Mevlevîlik yüksek muhite hitap ediyor.

Ahmet Avni Konuk?

Ahmet Avni Konuk… Klasik’ten çıkan çalışmada* kültürel açıdan Türkiye’de-

ki Mevlevî etkisi üzerine çok daha güzel bilgiler görebileceksiniz. Aynı zamanda

Ahmet Avni Konuk İbn-i Arabi’ye de şerh yazabilen, musiki meşk edebilen birisi.

Mesela Ahmet Avni Konuk ile ilgili Dücane Cündioğlu mesela bir televizyon progra-

mında dinlemiştim şöyle demişti: “20. asrın tüm günahlarını terazinin bir kefesine

koysanız terazinin diğer kefesine Ahmet Avni Konuk’u koysanız, Ahmet Avni Konuk

tarafı daha ağır gelir” diye böyle bir ifade kullanmıştı. Biraz mübalağalı olsa da ger-

çek payı olan bir şey.

Biraz da şâirâne hocam.

Evet.

O dönem sûfî oluşumlar var. Torlaklar, Kalenderîler gibi hani bu tarz kurumsal

seyre katılmayan hatta geleneksel o yapılara da karşı çıkışta olan tavır ve üslupları

olan kişilere nasıl bakışı var onu merak ettim?

Kalenderîlere sempatik ve müsamahakâr yaklaşıyor, Mevlana muhibbi şeklin-

de... Menâkıbü’l-ârifîn’de geçen esrarengiz şahsiyetlerden birisi de Ahmet Fakih.

Ahmet Fakih meselesi… Mesela onu söyleyecektim: Akşemseddin Menâkıbnâ-

me’sinde İstanbul’un fethinin iki büyük mimarından bahsediliyor. Birisi Hızır Nebi

diğeri de Ahmet Fakih. Anadolu kutupları arasında Ahmet Fakih… Karaman eyaleti

evkaf defterlerine baktığımızda ilk önce Mevlana Celaleddin Rûmî zikredilir Osman-

lı’daki Karaman eyaleti evkaf defterlerinde. İkinci Sadreddin Konevî, üçüncü ise Ah-

met Fakih. Bu derece önemli olmuş ve Akşemseddin menâkıbına girmiş bir isim.

Yine 1470’li 80’li yıllarda Eğridir‘de yazılan Hızırnâme’de de yine Ahmet Fakih’in

Anadolu evliyaları arasında gösterildiğini görüyoruz. Ahmet Fakih, Menâkıbü’l-â-

rifîn’de zikredilen kalender-meşrep birisi.

Hocam Kalenderîleri Mevlana’nın hoş görmediğini ben duydum onunla ilgili

yanlış mı biliyorum yoksa?

Menâkıbü’l-ârifîn’de zikredildiği kadarıyla daha çok sempatik.

Bazı yönleri itibariyle saçları kesmeleri yönüyle tamam ama diğer yönleriyle

mesela kullandıkları bir takım bağımlılık verici şeyler, kıyafet… Şey itibariyle tem-

bel tembel durdukları gibi bir takım rivayetler…

* Savaş Barkçin, Ahmet Avni Konuk, İstanbul: Klasik Yayınları, 2009.

Page 27: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

26

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

Tembellik meselesinde şöyle bir sözü var Mevlana’nın: “Boşuna da olsa çaba sarf etmek uyumaktan daha iyidir” diye, Mesnevîde geçer. Menâkıbü’l-ârifîn’de de ifadesini bulan bir şey var.

Uyumaya çalışmak uyumaktan evladır.

Bilmiyorsunuz ama Şems’in Kalender olduğu rivayetleri de göz önünde bulun-durulursa sempatiyle bakması daha makul.

Bunu Ahmet Karamustafa ifade ediyor kitabında. Tanrının Kuraltanımaz Kulları başlıklı kitabı.

Sünnilik-Şiilik-Alevi gibi ayrımlar görülüyor mu?

Yani öyle bir ayrım Ulu Arif Çelebi kısmında Olcaytu’nun Şiiliğe meyletmesi bağ-lamında Olcaytu’nun bu tür sapkınlıklara düştüğüyle ilgili Şiiliği eleştiren pasajlar var.

Keykavus ve Kabusnâme geçiyor mu bu kitapta?

Menâkıbü’l-ârifîn’de mi?

Evet.

Onlar geçmiyor, ama mesela Gazalî geçiyor burada. “Muhammed Gazali şayet Ahmet Gazali gibi olsaydı gönül dünyasına biraz daha girseydi çok daha farklı olur-du” diye öyle bir ifade var.

Osmanlı kitaba itibar ediyor mu?

Evet, tercümeleri var. Osmanlı’da yapılmış tercümeleri var.

Sayı itibariyle ortalamanın üzerinde midir? O sayıdan da yola çıkarak bir yorum yaparsak...

15. asırda tercümeden bahsediyor: Mesela 1588-89 yılında Konya’dan İstanbul’a gelen derviş Muhammed Mesnevî Han’ın Menâkıbü’l-ârifîn eserini tercüme ettiği ifade ediliyor. Süleymaniye Kütüphanesi’nde var.

Mevlevî dışı mahfiller veya diyelim ki devlet ricali birçok tarikatla doğrudan irti-batlı olmayan ya da medrese çevreleri vesaire tarihçiler kitaba nasıl bakıyor?

Bizzat Menâkıbü’l-ârifîn’e mi yoksa… ?

Yani bu kitaba duyulan ilgi.

Page 28: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

27

Anadolu Kronikleri

Ben tercümeleri biliyorum.

Tercümeler de var şerhler de var. Süheyl Ünver yayınlamıştı.

Çok mu bunlar

Benim bildiğim hem Farsça hem Osmanlıca beş altı tane var.

Menâkıbü’l-ârifîn’in de birçok nüshası var Süleymaniye Kütüphanesinde ve çoğu da yazma şeklinde, kolaylıkla kullanılabilir.

Peki başka soru yok sanırım. Hocam çok teşekkür ederiz.

Ben teşekkür ederim.

Önümüzdeki ay yeni bir kroniği tartışmak üzere hepinize iyi akşamlar diliyorum.

Page 29: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın
Page 30: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

29

DanişmendnâmeSaltuknâme, Ebu’l Hayr Rumi

Turgay ŞAFAK

Öğr. Gör. Dr., İstanbul Medeniyet Üniversitesi Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölümü

Anadolu kroniklerine başlamıştık, bugün Saltuknâme ve Danişmendnâme’yle

bu toplantıların ikincisini gerçekleştiriyoruz. Battalgazi veya Battalnâme’yi de

ekleyip belki bunu üçleme yapmak lazımdı. Herhalde bu iki kitap ya da bunlardan

bir tanesi, belki biraz kişiler farklı olmakla beraber üçünü temsil edebilir bir yerde.

Biraz birbirinin devamı gibi; Battalnâme, Danişmendnâme, en son ayağı bunun

Saltuknâme.

Bugün Dr. Turgay Şafak konuğumuz. Kendisinden biraz Saltuknâme ağırlıklı ol-

mak üzere Danişmendnâme ve Saltuknâme dinleyeceğiz. Erken dönem Osmanlı ve

bu dönemde Anadolu’da cereyan eden savaşlar ve mücadelelerin biraz menkıbevî

anlatımı üzerine bir sunum olacak. Tekrar teşekkürler ve buyurunuz.

Belirttiğiniz gibi bu Anadolu İslamî destanların üç önemli eseri var: ilki Battalnâ-

me, ikincisi Danişmendnâme, üçüncüsü Saltuknâme. “Saltuk”u iki türlü de okuyan-

lar/yazanlar var. Mesela Ahmet Yaşar Ocak özellikle “Saltıknâme” olarak tercih et-

Page 31: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

30

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

miş. Eseri de var bununla ilgili Sarı Saltık; Saltık diye yazmış özellikle. Pek çok yer-

de de onu kullanmış ama Osmanlıca’da “Saltuk” diye geçiyor. Sarı Saltuk’un veya

Saltuknâme’nin diğerlerinden ayrılan bir tarafı var aslında. İkisi yani Battalnâme ve

Danişmendnâme daha gazâ ağırlıklı, fetihler ve savaş ağırlıklı diyebileceğimiz bir

özelliğe sahip. Saltuknâme’nin menkıbevî tarafı olduğundan dolayı daha tasavvufî,

sûfî bir tarafı da var.

Kitaptaki aktörler itibariyle de öyle biraz.

Tabii, tabii… Eserden bahsedeyim önce sonra içeriğe gireriz. Bu sunum için

daha ağırlıklı olarak Saltuknâme’ye baktım. Saltuknâme 15. yüzyılda kaleme alın-

mış. Yazarı Ebu’l Hayr Rûmî: Cem Sultan’ın maiyetinde bulunan bir yazar ve şair.

Gerçi başka eserleri bize ulaşmamış ama bu eser bile tarihe geçmesine sebep

olmuş. Fatih Sultan Mehmet, Uzun Hasan’la savaşa gittiği zaman Osmanlı gele-

neği olarak şehzadeyi sınır bölgesine gönderme geleneğine uyarak Cem Sultan’ı

Edirne’ye gönderiyor. Cem Sultan da bölgeyi gezerken Babaeski’de Sarı Saltuk’un

türbesine rastlıyor ve bu menkıbeleri duyuyor. Ebu’l Hayr Rûmî’ye bunu kaleme

almasını ve derlemesini söylüyor. Müellifin kendisinin belirttiğine göre yedi yıl bo-

yunca bunları derliyor. Bundan önce veya 15. yüzyılda kaleme alınmış ama olay 12.

yüzyıl 13. yüzyılın başlarında geçiyor. Sarı Saltuk’un ölüm tarihi 1298, bir yıl daha

yaşasa Osmanlı’ya yetişecekti. Bundan önce Sarı Saltuk’tan bahseden kaynaklar

var. Tabi bunlar ya menkıbevî özellikler veya efsanevi özellikler kazanmış. Sarı

Saltuk’tan bahseden ilk eser İbn-i Batuta. Yaklaşık Sarı Saltuk’ın ölümünden 50 yıl

sonra. Demek ki Sarı Saltuk hem yaşadığı dönemde hem de kısa süre sonra halk

arasında bir kahraman haline geliyor. İbn-i Batuta’nın ondan bahsediyor olması

ilginçtir.

İbn-i Batuta duymuyor herhalde?

Kırım’dan geçerken duyuyor. İfade şu; “Nihayet Baba Saltuk adı ile bilinen ve

Türklerin yaşadıkları toprakların sonu olan kasabaya geldik”, bahsettiği yer Dobru-

ca tarafları, “onların inançlarına göre olağanüstü güçlere sahip kerametli biriymiş.”

İbn-i Batuta yazıyor bunu. Lakin hakkında söylenenler dinin temel prensipleriyle

bağdaşmamaktadır. Yani Kalenderîlik özellikleri taşıyan bir şahsiyet. Kalender ol-

duğunu özellikle vurguluyor Ahmet Yaşar Ocak. Ama Saltuknâme’de bunun tam

tersi bir şey var.

Kitaptaki görüntüsü dikkatimi çekti de bu Hıristiyanların aziz…

Ebussuud Efendi’nin de Sarı Saltuk’la ilgili bir fetvası var, birazdan söyleyece-

ğim. İbn-i Batuta bölgede duyuyor ve bunu aksettiriyor eserinde. Ama Saltuknâ-

me’de bahsedildiğine göre Sünnî Hanefî mezhebinden mutaassıp bir şahsiyet.

Page 32: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

31

Anadolu Kronikleri

Belki kitaba almamış olabilir Rûmî.

Bence kendisi özellikle yazmıştır.

Tamam, ben de onu diyorum. Bu tür dairenin dışında olabilecek rivayetleri al-

mamıştır.

Almamıştır veyahut değiştirmiştir.

Sarı Saltuk tam olarak nerede? Hangi yörede?

Şimdi söyleyeceğim onların hepsini. Saltuknâme’nin bilinen belli başlı üç büyük

nüshası var. Birisi en sağlam ve eksiksiz olanı Topkapı Sarayı’nda. Onun da maale-

sef ilk yaprağı yok. Diğer nüshanın da aynı şekilde ilk yaprakları yok. O yüzden do-

ğumuyla ilgili net bilgi bulunmamakta. Muhtemelen doğumuyla ilgili yine efsanevî

şeyler yer alacak bu kitapta; babasının seyit olduğu, soyunun Hz. Peygamber’e da-

yandığı gibi şeyler var. Diğer eser, Yazıcızade’nin Oğuznâme’si: İbn-i Bibi’nin Tarih-i

Âl-i Selçuk’un tercümesi olan Oğuznâme. Ama İbn-i Bibi’de olmayan bilgiler var ki-

tapta. Özellikle Sarı Saltuk’la ilgili bilgi İbn-i Bibi’nin Farsça tarihinde yok. Ama aynı

dönemde İbn-i Bibi’yle kaleme alınan Bizans kaynaklarında Sarı Saltuk’tan bahse-

diliyor. Ahmet Yaşar Ocak ‘bunu muhtemelen o bölgeden duymuştur, öyle yazmış-

tır’ diyor. Ama şunu iddia edebiliriz: Yazıcızade, belki o, Bizans eserlerini görmüştü.

Çünkü II. Murat dönemi kaleme alınıyor o zaman yoğun bir tercüme faaliyeti var,

hem Arapçadan hem Farsçadan kültürel hayatta bir hareketlilik var. Yazıcıoğlu’nun

o eserleri, Bizans kroniklerini görmüş olma ihtimali uzak değil.

Zaten Yazıcızade, kendi kitabı Tevârih-i Âl-i Selçuk’u çeviriyor. İbn-i Bibi’yi ve

önümüzdeki ay sunulacak olan Ravendî’yi tercüme ederek oluşturuyor bir yerde o

iki kitabı. Dolayısıyla zaten bir derleme gibi yazan birisi mutlaka başka kaynakları

da görmüş olabilir. Böyle bir ihtimal daha ağır basıyor gibi.

Evet bence de öyle. Geçen hafta Sadık Yazar’ın bir sunumu vardı, Osmanlılarda

Tercüme Geleneği diye… Orada ben kalamadım sonuna da muhtemelen şey diyor-

du: “II. Murat döneminde” diyor, “Avrupa’dan yapılan tercümeler var” diyor. Sonunu

dinleyemedim, o yüzden tam net söylemeyeyim. Ama var, bana göre öyledir. Kitap

yedi cilt olarak tıpkıbasımı Harvard’da yapıldı. Şinasi Tekin’le Fahir İz hoca birlikte

yayınladılar. Yedi fasikül olarak yayınladılar. Maalesef bizim kütüphanemizde olma-

dığı için getiremedim. Şehir Üniversitesi’nde bir fasikül vardı sadece. Onun dışında

Şükrü Haluk Akalın üç cilt olarak yayınladı -bu doktora tezi aynı zamanda, transkript

ederek yayınladı-. Hiçbir şey yok ama, önsözde bilgi vermemiş.

Zaten edebî açıdan, yani cümle yapısı vesaire çerçevesinde inceliyor.

Page 33: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

32

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

Evet muhtemelen tezi de o şekildeydi.

Aldığım notlardan aktarayım. Mensur Türk destanlarını söyledim size. 13’üncü asır alperenlerinden biri olan Sarı Saltuk’un menakıb ve hayatını anlatıyor. Kitap aslında üç kademeli bir kitap: İlk olarak Sarı Saltuk’un gerçek yaşamına dair bil-giler var. Türkiye’den balkanlara göçle ilgili çok önemli bir kaynak. Selçukluların

son dönemi, taht kavgalarının olduğu dönem... II. İzzettin Keykavus, -annesi Bizans

tekfurunun kızı- taht kavgaları başlayınca taraftarlarıyla birlikte aşiretiyle birlikte

oraya sığınıyor: Bizans’a, İstanbul’a sığınıyor ama orada rahat durmuyorlar Türkler,

imparatoru devirmeye kalkıyorlar.

İmparatoru?

Evet, Bizans kralını diyelim.

Nasıl destekliyor bunu?

Çok kalabalık geliyor, tek kişi gelmiyor. 3000-4000 kişiden bahsediliyor. Onu

devirmeye kalkışınca Bizans imparatoru bu sefer II. Keykavus’u hapsediyor. Diğer-

leri de Sarı Saltuk önderliğinde Dobruca’ya yerleştiriliyor. Balkanlara yerleşen ilk

Müslüman Türk grubun da bunlar olduğu söyleniyor. Hatta daha sonra Bulgarlar

vesaire diğer Balkan halkların etkisiyle Hristiyanlaşan Türkler olan Gagavuzların

Keykavus’tan dolayı o adla anıldığı iddia ediliyor.

Gagavuz kelimesinin Keykavus’dan geldiği?

Evet, Keykavus’tan geldiğini. Kemal Karpat Hoca’nın Gagavuzların kökeniyle il-

gili bir makalesi var, orada ayrıntılı olarak anlatmış bunu. Farklı rivayetlerde farklı

şekilde anlatılmış Sarı Saltuk. Evliya Çelebi’de genişçe bilgi var, bazı menkıbeler

anlatılıyor. Evliya Çelebi’ye göre Ahmet Yesevî’nin müridi. Ahmet Yesevî’nin ismi de

Muhammed Buharî’dir, yani kendisi Buhara asıllıdır. Evliya Çelebi’ye göre Hacı Bek-

taş’a destek vermesi için yanında müritleriyle birlikte Anadolu’ya gönderiyor. Ve-layetnâme’de, Bektaşi kaynaklarındaysa, Hacı Bektaş’ın müridi olarak görünüyor.

Sıradan bir çobanken Hacı Bektaş’la karşılaşıyorlar. Hacı Bektaş buna bazı sorular

soruyor. O da çok itaatkâr üslupta cevaplar veriyor. Bu durum hoşuna gidiyor ve

sonra “seni Rumeli’ne saldım” gibi bir tabir kullanıyor. Saltuk’un da salınan/gönde-

rilen anlamında olduğu Bektaşi kaynaklarında geçiyor. Tabii bu sonradan uyarlan-

mış Bektaşîlik. Soyu Saltuknâme’de Hz. Ali yoluyla Hz. Peygamber’e dayandırılıyor.

Ama kullanırken Saltuk-i Türk diye kullanıyor, bu da onun belki Türk olduğuna da bir işaret. Olayın geçtiği mekanlar arasından bakarsak -dedik ya üç katmanlı bir hi-kaye- gerçek yaşamla ilgili bilgiler var. Türklerin balkanlara yerleşmesi, bölgedeki

diğer kavimlerle yaptığı mücadele, tekrar Dobruca’dan Kefe’ye bir göçleri var, ikinci

bir göç. Onunla ilgili bilgiler Kefe’den tekrar Dobruca’ya/Balkanlara göçmeleri var,

Page 34: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

33

Anadolu Kronikleri

onunla ilgili bilgiler var. Bu birinci katman… İkinci katmanda bol bol menkıbe var.

Yani ondan önceki tasavvuf literatüründeki menkıbelerin hatta peygamber muci-

zelerinin pek çoğu buna da uyarlanmış: İşte suda yürüme mucizesi ya da kerameti

diyelim, ölüyü diriltme… Onunla ilgili “biz” diyor “nasıl diriltelim ölüyü, Hz. İsa’ya

verilmiş bir mucizeydi bu”. “Ancak Hz. İsa yapabilirdi” diyor. Sonra genel şeylerde

olduğu gibi rüyasında ona yapabileceği telkin ediliyor ve ölüyü diriltiyor. İşte kuyuya

atılıp boğulmaması, suda boğulmama mucizesi kerameti veya pek çok şey ona da

uyarlanmış. Üçüncü katmanında daha efsanevi tarafı var Sarı Saltuk’un: Cinlerle

savaşı, ejderhaları öldürmesi gibi.

Aziz Jhon efsanelerine benzetiliyor.

Onu şimdi söyleyeceğim. Balkanlarda anlatılan bir şey var: Azize atfedilen bir

padişahın kızını ejderhalar hapsediyor. Padişah diyor ki “kim onu kurtarırsa kızımı

onunla evlendireceğim”. Hıristiyanların anlattığı hikayeye göre o aziz kurtarıyor kızı.

Aynısı Sarı Saltuk’a da uyarlanmış, gidip ejderhayla savaşıyor ve kızı kurtarıyor.

Tabii kurtardıktan sonra kralın yanına gitmiyor Sarı Saltuk. Başkaları çıkıp ortaya

diyor ki biz kurtardık. Onun kahramanlıkları anlatılınca, Sarı Saltuk bu sefer kendisi

“hayır” diyor, “olur mu öyle şey, bizim yaptığımız bir şey neden başkasına mal edili-

yor”. Bu sefer onların yalan söylediğini iddia ediyorlar. Sonra kıza soruluyor, kız da

onaylıyor Sarı Saltuk’un yaptığını.

Böyle Hristiyan kültüründe olan bir şeyin Müslüman bir topluluğun kültüründe

de yer alması enteresan bir şey. Bu yaklaşım o dönemde metinlerde yer alıyor muy-

du, bu tür efsanevi şeyler?

Tabii.

Ama bunlar, olağanüstü hadiseler olarak geçmiyor herhalde. Menâkıb dediğin-

de aslında gerçek dışı demiş olmuyor. Olağanüstü, herkesin harcı olmayan, gerçek

dışı olan şeyler…

Tabii, onlara Allah’ın lütfettiği bir olağanüstülük…

Bir de özellikle Balkanlarda galiba, gerçi Anadolu’da da benzer şeyler var, hatta

son dönemlere kadar kesintili kesintisiz diyemeyeceğim son dönemde de rastladı-

ğımız şeyler var: Mesela gayrimüslimler… İşte bizim evliya olarak bilinen kişilere

çocuklarını götürüyorlar, okutturuyorlar, üflettiriyorlar veya kendilerini okutturu-

yorlar Müslüman olmamakla beraber.

Hep böyle efsaneleştirme geleneği.

Klasik dönem için zaten işin hakim unsuru o.

Page 35: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

34

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

Farklı yerlerde türbeler var. Sarı Saltuk’un özellikle Balkanlarda, Bosna’da,

Dobruca’da, Babaeski’de… Babaeski gibi isimler zaten Sarı Saltuk’tan dolayı kon-

muş isimler. Babaeski var, Babadağ var Romanya’da…

Anadolu’da da var bir şeyler.

Anadolu’da da var, Kütahya’da…

Mesela Yuşa Tepesi, aynı zamanda Hristiyan bir azizden gelme bir karakter. Ama Müslümanlar da aynı şekilde onu kendilerine mal etmişler.

Bulgar sanat tarihçisi Michael Kiel’in, Sarı Saltuk üzerine çok araştırmaları var,

türbeler üzerine özel çalışmaları var. Orada daha önceden Hristiyan azizlerin tür-

besi olduğunu söylüyor. Ama aynı durum mesela İran’da da var. İran’da da şu an

türbeler var, İmamzade diyorlar: 12 İmam’ın çocukları, onların çocuklarının çocuk-

ları, amcasının oğlu, dayısının kızı, vesaire onlar da ziyaret ediliyor. Bazıları diyor ki

buralarda eskiden ateşgedeler vardı ve onların üzerine bina edildi bunlar.

Yani Mardin’deki Zaferan Manastırını bilirsiniz. Onun altında da daha önceden ateş tapınağı, yani Zerdüşt Tapınağı varmış.

Yani halk bir şekilde onu uyumlu hale getiriyor. “Update” ediyor bir nevi.

Süreç aynı şekilde devam ediyor yani ilginç bir durum.

Bunun gibi olaylar da aslında üç katmanlı ve olayların geçtiği mekanlar da o

şekilde. Mesela şehirler: Anadolu coğrafyasının pek çok şehri geçiyor. Balkanlar-

daki şehirlerin hemen hemen hepsi geçiyor. Bunun yanında Afrika’da, Osmanlı’nın

hâkimiyet alanında bulunan yerler, yine yer alıyor. İkinci kademe diyebileceğimiz

Türkistan geçiyor, Çin, Türkistan, Horasan… Hani normalde ulaşamayacağı yer-

ler aslında. Hayatın geçtiği yer Anadolu, Batı Anadolu, özellikle de Amasya, Sinop,

Kastamonu... Dedesi, babası Kastamonu’nun fethinde öldürülüyor, şehit oluyor.

Kendisini dedesi büyütüyor, orada da olağanüstü haller var. Üçüncü aşamada ise

daha mitolojik yerler var. Kaf Dağı var, Cinnistan var, Kuhistan, Caberka, Cabersa,

Şahmaran ülkesi… Bu tür hayalî ülkeler var. Yine Hindistan, Habeşistan, Arabistan,

buralardaki savaşları var, anlatılıyor.

Yerler de herhalde tasavvufi boyutuyla alakalı oluyor sanırım, Caberka…

Bunlar mensur Osmanlı hikayelerinde de geçiyor. Bu tip efsanevi hikayelerde

bu iki şehir geçiyor. Mesela Cinnistan’da da bazı kötü cin taifesiyle savaşıyor. Bir de

mesela yardımcıları da var, Sarı Saltuk’a yardım eden gerçek şahsiyetler var. Bir de

cin taifesinden yardımcıları var. Herhalde gerçek yaşamında onlar yardım ediyor,

efsanevî yaşamında bunlar yardımcı oluyorlar.

Page 36: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

35

Anadolu Kronikleri

İki boyutta yaşıyor.

Üç boyut; bir gerçek, bir menkıbevî, bir de efsanevî yaşam.

Bir şey söyleyeceğim. Bu geçen yer isimlerinde yer tasvirleri yapılıyor mu? Yok-sa bu yerler sadece isim olarak mı geçiyor?

İsim olarak geçiyor.

Bir tasvir yapılmıyor, değil mi?

Yok, genel olarak rastladığım şöyleydi, böyleydi gibi.

Bu çok boyutlu hayat bugün hala bizim saz şairlerinde devam ediyor. Onların biyografilerine baktığınızda çok görürsünüz, yani “gerçek hayat hikayesi”, “efsanevî hayat hikayesi” diye. Çünkü bunlar da mesela bir takım sıra dışı tecrübeler yaşıyor-lar. İşte bir kere, hani işin başı bir pir, piri rüyada gördü, onun elinden bir şey içmesi gerekiyor âşık ya da şair olabilmesi için. Ondan sonra da esrarengiz olaylar geliş-meye başlıyor. Yani belki cumhuriyette yaşamış adamlarda da var bu. Herhangi bir yerin halk şairlerine baktığımızda hepsinin bir efsanevî boyutunun da, olağanüstü boyutunun da olduğunu görüyoruz. Bu bir tarafıyla çok büyük bir tecrübe de değil yani.

Tabii, tabii. Menâkıbnâmelerde bu tür şeyler var. Özellikle rüya zaten çok önem-li. Yani rüyada birinin ona yol göstermesi, Sarı Saltuk’ta da bol bol var o. Sıkıştığı za-man kurtaran genelde rüya oluyor. Gerçek şahsiyetler var yani ismi geçen. Osman Gazi’nin ismi geçiyor tabii bu Ebu’l Hayr’ın uyarladığı bir şey. Umur Bey’in ismi geçi-yor, Sultan Alaaddin veya Gıyasettin Keyhüsrev, Cengiz Han, Nasreddin Hoca’nın adı geçiyor. Ahmet Fakih, Karacaahmet, yani Anadolu’nun kurucu şahsiyetleri -manevi kurucuları diyelim-, onların adı da özellikle geçiyor. Şehir adları olarak özellikle çok geçenler; Amasya, Sinop, Edirne, Kastamonu, Konya, Babadağı -az önce bahsetti-ğim Romanya’daki Babadağı- isimleri çok sık geçer. Babaeski, Horasan, Kaşgar, Kefe… Zaten oradan bir göçleri var. Dobruca’dan tekrar Kefe’ye Kefe’den Dobru-ca’ya dönüyorlar. Şam, Halep, Bağdat, Basra ve Mekke, Kafdağı, Cinnistan efsanevî yerler, hayal ülkeleri Ceburka, Kuh-i şua, Cebelulkamer yer isimleri olarak geçen yerler. “Ebu’l-Hayr’ın uyarlaması Osman Gazi”ye özel bir önem veriyor Sarı Saltuk. Onunla karşılaşması anlatılıyor mesela, buna ayrıntılı bir şekilde yer veriliyor. O dö-nemin devlet adamlarından Gıyasettin Keyhüsrev, İzzettin Keykavus, Alaattin Key-kubat, Karamanoğlu Ali Bey, Candaroğlu Ali Bey, Aydınoğlu Umur Bey, o dönemin önde gelen isimleri geçiyor eserde.

Osman Gazi çok ön planda olan bir isim mi mesela?

Page 37: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

36

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

Tabii, tabii. Çok övgüyle bahsediliyor Osman Gazi’den. Bu muhtemelen Osman-lı’nın hedefleriyle uyuşturmak için. Cem Sultan yazdırdığı için Cem Sultan’a zaten özel bir övgü var ve şu anlatılıyor: Fatih sefere gidiyor ve yenileceği düşünülüyor. Cem Sultan öyle bir beklenti içinde; Fatih savaşta yenilecek ve oradan kendisi padi-şahlığını ilan edecek. Eserde şöyle deniyor: “Cem Sultan Edirne’yi ve çevresini çok sevdi. Bir gün padişah olduğu zaman Edirne’yi tekrar payitaht yapacak”. Tahminim Cem Sultan, kendisine bir metin oluşturmak için Osmanlı’nın belki dayandığı şeyi, o bölgedeki Balkanlar’a hakimiyet kurmak için oradaki menkıbeleri, toplatıp oradaki bütün halkın önem verdiği önem atfettiği bir şahsiyet üzerinden bir dayanak, belki ideolojik/siyasî bir dayanak oluşturmak için bunu yaptığını söyleyebiliriz. Aslında yaptırmış olabilir.

Böyle bir iddia var mı yoksa?

Yok, bu benim çıkartabildiğim. Hani çünkü genellikle böyle oluyor. Bir kurucu metin oluyor. Kurucu metin üzerinden bir oluşum… Bu bir tarikat da olabilir, bir devlet de olabilir… O metne dayandırılıyor veya bir şahsiyete. Burada Sarı Saltuk’a belki öyle bir misyon yükleniyor. Önem veya güç yükleniyor.

Bir de kitap 1458’de galiba bitiriliyor. Dolayısıyla yedi, sekiz yıl süren bir çalışma.

Yedi yıl sürmüş.

Daha İstanbul alınmamış durumda, yani Cem’in de öyle bir iddiası yoktur belki.

Tekrar İstanbul’dan sonra yazılıyor.

Bitmesi İstanbul’dan sonra, tabii müellif gözden geçirmiştir yeni gelişmeler ışığında.

İşte “Cem Sultan padişah olduğu zaman Edirne’yi tekrar başkent yapacak” diyor. Demek öyle bir niyeti var, beklenti içinde ki diğer veriler de onu biraz destekliyor. Cem Sultan, Fatih’in vefatından sonra sultanlığını ilan etmek için zaten hemen hare-kete geçiyor. Yine Velayetnâme’de Hacı Bektaş’ın müridi olduğunu söyledik. Evliya Çelebi de Ahmet Yesevî tarafından Anadolu’ya gönderiliyor, asıl adı Muhammed Bu-harî. Saltuknâme’deki geçen adı “Seyyid-i Şerif”, isim olarak da farklı.

Neseb olarak hem seyit hem şeriflik var mı?

Babasının tam künyesi Hz. Ali’ye dayandırılıyor ama “Saltuk-i Türk” diye geçiyor. Hani Türk o şeyde var, babası Seyit Hasan, dedesi Seyit Hüseyin… Kitabı Ebu’l Hayr Rûmî üç cilt olarak düzenlemiş. Birinci ciltte “Hikaye-i Mısr”, ikincisinde “Hilafet-i Beni Hazreti Abbas”, “Hikaye-i Selâse Diyâr-ı Arab” başlıklı bölümlerde Sarı Sal-tuk’ın bölümleri yer alıyor. Diğerleri de Frenk kâfirlerinin Hz. Resul’ün türbesine

Page 38: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

37

Anadolu Kronikleri

kast ettikleri ve Sarı Saltuk’un onu kurtarması… “Kıssa-i Tatar Han”, “Kıssa-i Umur

Bey” ve “Osman Gazi” başlıklı bölümler aslında Sarı Saltuk’tan sonra geçmesine

rağmen ona atfediliyor, onunla bağlantı kuruluyor. Dediğimiz gibi eserin ilk sayfası

kopuk olduğu için doğumuyla ilgili pek bilgimiz yok. Dedesi Seyit Hüseyin, babası

Seyit Hasan, onların gazalarından da bahsediliyor, yaptığı savaşlardan. Babası de-

dik, Kastamonu’da şehit ediliyor. Kendisinin bir bakıcısı var, lalası “Seramil” adlı,

o büyütüyor Sarı Saltuk’u. Anlatılan önemli şeylerden birisi: Mesela Ayasofya’da

hutbe okuması var. Ayasofya’nın Bizans’ın elindeyken papaz kılığına girip Hristiyan

toplulukları Müslüman etmesi anlatılıyor. Yine aynı şekilde papaz kılığında geliyor

ve Ayasofya’da vaazlar veriyor Hıristiyanlara. Sonra birden gerçek kimliğini anlatıp

onların yanlış yolda olduklarını, İslam’ın doğru yol olduğunu anlatıyor, onları ikna

ediyor ve Ayasofya’yı ikiye bölüyorlar. Bir taraf Müslümanların oluyor, bir taraf Hris-

tiyanların. Bu tür şeyler var. Özellikle eserde en fazla yapılan Hristiyan grupların

Sarı Saltuk eliyle İslam’ı kabulü. Yakın arkadaşlarından Alyon Rûmî var, aslında

bir Hristiyanken dövüşüyorlar, düello yapıyorlar, onu yeniyor. Yendiği zaman Alyon

İslam’ı kabul ediyor ve onun en büyük yardımcılarından birisi oluyor. Yaptığı sefer-

lerden bahsetmiştik, hem gerçek mekanlar hem efsanevî mekanlar.

Bu gerçek mekanlarla efsanevî mekanların geçtiği yerler kitapta iç içe mi? Yani mesela bir sayfada Konya’dayken, üç sayfa sonra efsanevî bir mekan da mı?

Karışık, yani birinci ciltte gerçek hayatı, ikinci cilt menkıbevî hayatı, üçüncü cilt

efsanevî hayatı…

Üst başlıklar olmasa bile öyle bir tasnif gibi bir şey var mı müellifin kafasında?

Yok, karışık, yaşa göre… İşte gençken nerede bulunmuşsa… Sırayla belli bir

tasnif yok zaten kitapta. İşte doğuya yaptığı seferler, batıya yaptığı seferler, diğer

münasebetleri var mesela, cadılarla savaşı… Yani tamamen iç içe geçmiş durum-

da olaylar. Bunun dışında eski Türk inanışlarıyla ilgili İslamîleşmiş olan şeyler var.

Ahmet Yesevî Anadolu’ya gönderirken onu kendisine bir “tahta kılıç” veriyor Evliya

Çelebi’nin anlattığına göre. O tahta kılıçla bütün düşmanları yeniyor. Battal Gazi’nin

peygamberi rüyasında görmesiyle ona yol gösteriyor ve bir mağarada bir at buluyor,

Battal Gazi’de anlatılan hikaye. Saltuknâme’de de aynı şekilde bir hikaye var. Rüya-

sında bir pir, peygamber değil, burada bir pir ona yol gösteriyor. Bir mağarada bir at

ve diğer savaş malzemelerini buluyor. “Bu” diyor, “Battal Gazi’nin emanetidir”. Bazı

yerlerde Battal Gazi direkt rüyasına girip yol gösteriyor. Gerçek diğer dönemin tarih

kitaplarıyla uyuşan pek çok konu var ama menkıbe ve efsaneyle karıştığı için çok

ciddi tahkik yapıldığında muhtemelen daha önemli şeyler çıkacaktır.

Daha önceden Şam Emevi Camii’nde de olmuştu. İlk zamanlar bir kısmı Hristiyanlara bir kısmı Müslümanlara ayrılmış. Müslümanların yönetimine geçtikten

Page 39: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

38

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

sonra da Hristiyanlara dinî ibadet görevlerini yerine getirmeleri için yer ayrılmıştı.

Yani yaşanmış şeyler, kısa sürede olsa olmuş şeyler. Bir de haçlılarla ilgili an-

latılan şeyler de var. İsim isim sayıyor mesela. “Sarı Saltuk” diyor, “Çek’le Alman

ve Bulgarlardan oluşan savaşçılarla savaştı” diyor. O dönemdeki haçlı seferlerine

katılan grupların büyük çoğunluğunu bunlar oluşturuyordu. Bir şekilde orada efsa-

neye dönmüş bu olay. Ama gerçek hayatta da yaşanmış, meydana gelmiş olaylar.

Aslında bu şekilde okunduğunda belki pek çok tarihî husus da açığa kavuşturula-

bilir. Hani “efsanedir”, “menkıbedir” deyip kenara itmektense bu şekilde okumalar

yapılabilir diye düşünüyorum. Benim aldığım notlar bunlar. Şu hususu da söyleye-

yim. Ebussuud Efendi’nin fetvası var bununla ilgili. Kanunî Sultan Süleyman bölgeyi

gezerken türbeyi görüyor ve bölgedeki menkıbeleri işitiyor. Ebussuud Efendi’ye Sarı

Saltuk’un kim olduğunu, Müslüman olup olmadığını soruyor. Ebussuud Efendi: “O

riyazetten kadit olmuş bir keşiştir” diye cevap veriyor. Yani “riyazetle uğraşmış, ri-

yazetten iskelet haline dönüşmüş bir Hristiyan papazıdır” diyor açık, açık. Bununla

ilgili Tayyip Okiç’le Yusuf Ziya Yörükan arasında ciddi bir tartışma yaşanmış. Tayyip

Okiç 1952’de bunu Ankara İlahiyat Fakültesi Dergisi’nde yayınlamış ve o Ebussuud

Efendi’nin neden böyle bir fetva verdiğini, hâlbuki kendinden önceki şeyhülislam

İbn-i Kemal’in Mohaçnâme isimli eserinde, onun Sarı Saltuk’tan övgüyle bahsettiği-

ni, çok övücü sözlere yer verdiğini söylüyor. Yusuf Ziya Yörükan karşı çıkıyor ve bu

fetvaya “uydurmadır, Ebussuud Efendi’nin öyle bir fetvası olmamıştır, vermemiş-

tir” diyor. Fetva da Kilisli Rıfat’a ait bir mecmuada bulunmuş: Fetvalar Mecmuası. Tayyip Okiç de “İbn-i Kemal onu fetva olarak kaleme aldığı bir eserde değil, edebî

olarak kaleme aldığı bir eserde övdü. Eğer ona belki sorulmuş olsaydı o da öyle

cevap verecekti veya İbn-i Kemal’e ulaşan rivayetler aynı şeyin söylediği aziz hika-

yeleriyle…”

Yani birebir Hıristiyanlık kültüründe olan efsanevî

Azizlere atfedilen pek çok menkıbe ve olay Sarı Saltuk’a da atfedilmiş. O yüzden

Ebussuud Efendi’nin bu olayları duyduğu bildiği ve resmî bir şey olduğu için sonuçta

fıkhi şeye göre cevap vermesi gerektiğinden dolayı öyle demiştir diyor. Kitapla ilgili

yapılmış çalışmalar: Ahmet Yaşar Ocak’ın Sarı Saltık diye bir kitabı var, Kemal Yü-

ce’nin bir doktora tezi var “Saltuknâme’de Tarihî, Dinî ve Efsanevî Unsurlar”… İyi bir

çalışma, güzel incelemiş, yani bazı eksiklikler olmasına rağmen. Onun dışında Tay-

yip Okiç’in makalesi var, iyi bir makale. Hem Balkanlardaki ilk Türk İslam gruplarını

anlatmış, “ilk kimler balkanlara yerleşmiş?”, “ilk gelen Türk grupları kimlerdi?”...

Kendisi de Balkan kökenli.

Evet. Ciddi bir araştırma yapmış. Onun dışında makaleler var yine sağda, sol-

da… İslam Ansiklopedisi’ndeki madde, Bulgar bir şahıs Michel Kiel’di galiba, o yaz-

Page 40: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

39

Anadolu Kronikleri

mıştı. Tabii eserden ilk bahseden, her şeyde olduğu gibi Köprülü. Fuat Köprülü,

“Anadolu Selçukluları Tarihi’nin Yerli Kaynakları” isimli makalesinde bahsediyor.

Belleten’de miydi?

Belleten’de.

İslam Ansiklopedisinde madde olarak?

Onu da Babinger yazmış. Fuat Köprülü epey eleştirmiş onu: “Yazdığı bilgilerin

hiçbir orijinalliği yok, hepsi bizim eserimizden araklanmış” diye. Ama Babinger,

Köprülü’nün yaptığı şeyden hiç bahsetmemiş. Kaynak göstermeden pek çok şey

anlatmış.

Onu nasıl yayınlamışlar ki öyle? O da enteresan yani...

Zaten Babinger’le araları pek iyi değilmiş.

Köprülü, ansiklopedinin uzağında birisi değil, ansiklopediyi hazırlayanlar da Köprülü’nün hışmından korkmadan nasıl yayınlamışlar?

Evet, burada dipnotta bahsediyor galiba. İlk bahseden kişi Köprülü, 1943’teki

Belleten’de çıkan makalesinde. Köprülü, “hazırladığımız bir monografide detaylı

olarak bu konuyu anlatacağız” demiş ama hiç hazırlanamamış maalesef.

Basılmamış kitapların bibliyografyası.

Evet o da ona eklenebilir. Belki başlamıştır çalışmaya.

Köprülü’nün dipnotu çok, mutlaka fişleri vardır.

Yani onu ayarlamıştır bir şekilde, kafasında vardır. “Daha sonra çalışırım” diye-

rek şey yapmıştır.

İbn-i Batuta dışında Saltuknâme öncesinden bahseden başka kişi, eser var mı?

Yeni bulunan bir şey vardı, onu not almıştım. Michael Kiel’in tespit ettiği bir

şeyler vardı. Yusuf b. İsmail Nebhanî başka bir eserden nakille alıyor Câmiu kerâmâti’l-evliya eserinde. Türkiye hakkında bilgi verirken İbn Serrâc’a dayandı-

rılıyor. Eser 1315’te kaleme alınmış. O da yani İbn Serrâc de Tuffahu’l-ervâh isimli

esere gönderme yapmış. Ona göre; “Sarı Saltuk, Dobruca’da yaşamış ve 1297-98

yılında zaman zaman inzivaya çekildiği dağın yakınlarında gömülmüştür” diyor.

Ölümüyle de ilgili bir şey var Sarı Saltuk’un. Kendi vasiyeti var: “Beni yedi tabuta

koyup yedi ayrı şehirde cenaze törenimi düzenleyin” diyor. Bunu da şey olarak ala-

biliriz, hani Tayyip Okiç; “Sarı Saltuk” diyor, “kendinden sonra fethedilmesi gereken

Page 41: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

40

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

bölgeleri aslında bu şekilde göstermiş oluyor. Çünkü ismini saydığı yerler o za-manlar henüz İslam’ın tam yerleşmediği bölgeler”. Hani o vesileyle bir türbesinin yapılması orada İslam’ın güçlenmesine İslam’ın kök salmasına vesile olacağı için bu şekilde bir vasiyette bulunmuş Sarı Saltuk. “Ama” diyor, “maalesef ondan sonra gelenler onun vasiyetini yerine getiremediler ve fethedemediler”. Yaklaşık 10 yerde şu an türbe ve makamı var. Birçoğu Balkanlarda, hatta Yusuf Ziya Altıntaş birini ziyaret etmiş.

Mostar’da Blagay adında bir köyde, kayalıkların dibinde enteresan bir tekke.

Hala orası tekke mi?

Evet, yarı yaşayan. Turizme açık ve bir müze gibi kullanılıyor.

İçinde turistik faaliyetler var mı?

İçerisi müze gibi.

“Kolonizatör Dervişleri”nde yer alıyor mu Sarı Saltuk?

Tabii, orada epey bahsediliyor. Ayrıca vakıflar dergisinde yayınları var Barkan Hoca’nın. Bölge vakfiyeleriyle ilgili belgeler var. Orada türbelerden epey bahsediyor. Ona bakılabilir yani özellikle.

Gayet stratejik bir karaktere benziyor. Mesela Cem Sultan’a dair yaklaşımı hep stratejik yani.

Yani benim tahminim, Cem Sultan az önce söylediğim gibi bir niyetle kitabı yaz-dırdı. Bundan sonra şöyle bir şey düşünüyorum inşallah: Önemli eserlerin yazımıyla ilgili neden yazdırıldı, niçin yazdırıldı, yazan… ?

Spekülatif konular.

Olabilir diye düşünüyorum.

Yani Cem Sultan’ın yazdırdığı mı iddia ediliyor Saltuknâme’yi?

Cem Sultan yazdırıyor zaten. Ben diyorum ki; hani bu padişahlığa oynuyordu, o da kendisine bir ideolojik alt yapıyı oluşturmak için yazdırmış olabilir.

Tam kültür savaşı var gibi. Gaza düşüncesine sahip insanlarla merkeziyetçi insanlar arasında bir çatışma var. Daha doğrusu Fatih Sultan Mehmet döneminden beri var zaten.

Page 42: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

41

Anadolu Kronikleri

Şey ilginç yani, Saltuknâme’de Sünnî bir kahraman olarak çıkıyor karşımıza. Mesela bazı tekkelerde kadın erkek karışık zikir ayinleri yapıldığını duyuyor, gidiyor onlara müdahale ediyor, onları yasaklıyor. Bunları Sünnîleştirme durumu var.

Bir hadis gördüm İmam-ı Azam için “Numan bu ümmetin başıdır?”

Tabii tabii. Yani o tür Hanefîlik yönü de çok güçlü.

Halihazırda balkanlarda bu Saltuknâme, karakteriyle yaşıyor mu insanların zihninde? Yoksa hani tarihî bir şey olarak mı kalmış? Ya da ders kitaplarında veya ne bileyim balkanların İslamlaşmasına yönelik insanların zihninde/hafızasında böyle bir karakter hala canlı mıdır?

Herhalde türbesi olan yerlerde olabilir.

Evet.

Makedonya’da mesela.

Ya da Danişmendnâme, Saltuknâme okuma konusunda mesela: Hani Anadolu’da köy odalarında okunur.

O şeyde Battal Gazi daha yaygındır.

Evet, Battal Gazi, Danişmend ya da Saltuk… Bilmiyorum, metin olarak daha az bir metin olduğu için midir nedir sebebini bilmiyorum ama, benim de rastladığım köy odalarında okunan hep Battal Gazi Destanları.

Peki muhtasar metinleri var mı bunun?

Var. Evliya Çelebi iki tane eser yazıldığını söylüyor Saltuknâme olarak. Birisi Yazıcızade Ahmet Bican’ın. Ama şu an ortada yok onlar. Bunun dışında bir eserden daha bahsediyor. Evliya Çelebi muhtemelen bunları görmüş, ama şu an bize ulaş-mamış bu eserler. Muhtemelen şu an Balkanlarda -benim tahminim- farklı versi-yonlar sözlü olarak anlatılıyordur.

Zaten bu kitap da “sözlü tarih” netice itibariyle.

Tabii tabii.

Gelmiş olma ihtimali çok yüksek gibi geliyor bana.

İşte türbe olan yerlere bakmak lazım, sormak lazım.

O yörenin insanlarıyla böyle bir konuşmak lazım aslında.

Page 43: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

42

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

Evet, muhtemelen devam ediyordur. Yani türbe devam ediyorsa, ziyaretler de yapılıyorsa, sözlü gelenek de benim tahminim devam ediyordur.

Özellikle yönetimin de desteklediği bir oluşum, yani bu tür dervişler, tekkeler bu tür yerleri destekliyor.

Bir de mesela Arnavutluk’da Bektaşilik çok baskın olduğu için, oradaki karakter biraz daha ona yakın olmalı.

Tabii, zaten dedik velâyetnâmelerde ya da diğer Bektaşî kaynaklarında Hacı Bektaş’ın müridi olarak görünüyor.

Orada da tabii o, esas alınabilir.

Muhtemelen de şu an balkanlarda yaşayan, Arnavutluk’ta olduğu gibi Bektaşî bir evliyadır muhtemelen.

Evliya versiyonu.

Evet, benim söyleyeceklerim bu kadar diyeyim.

Şu Ayasofya meselesini ben kaçırdım sanırım.

Sarı Saltuk papaz kılığına girip Hristiyan bölgelere gidiyor, oradaki insanları İs-lam’a davet ediyor. Hatırlarsınız “Battal Gazi” filminde Cüneyt Arkın papaz kılığına girip gidiyordu. Sarı Saltuk da Ayasofya’ya gidiyor, Hristiyanlara vaaz veriyor ve tabii İncil’den bazı şeyler okuyor. En sonunda gerçek kimliğini açıklıyor ve hakikat İs-lam’dadır diyerek onları İslam’a davet ediyor. Papazlarla tartışıyor, onları yeniyor. Ayasofya’da gerçekleşiyor olay ve sonra Ayasofya’nın bir kısmı, Müslümanların kul-lanması için ayrılıyor.

Fetih öncesi değil mi bu olay?

Tabii tabii, fetih öncesi.

Biz eğer başka soru ya da katkı yoksa programın sonuna geldik.

Ben bir şey soracaktım. Birçoğu o devre ait kronikler neşredildi ve herhalde neşredilmeyenler vardır. Yeni yazıya aktarılmayan, transkripsiyonu yapılmayan eserler var mı?

Var olduğunu biliyoruz, fakat ben isimlerini şu anda söyleyemeyeceğim.

Bir de hem Şükrü Haluk Akın neşretmiş hem de Şinasi Tekin Saltuknâme’yi. Arada ne fark varmış?

Page 44: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

43

Anadolu Kronikleri

Aynı şey. Şükrü Haluk’un neşrettiğini transkript etmişler, Harvard’da tıpkıba-sım…

Yani sadece tıpkıbasım, değil mi?

Tabii. Giriş kısmında açıklamalar vesaire var.

Ama günümüz Türkçesine transkripti yok.

Sadece tıpkıbasım büyük boy basmışlar, güzel temizlemişler nüshayı. Okunaklı bir nüsha zaten.

Evet, başka soru ya da katkı yoksa bitirelim isterseniz. Tekrar çok teşekkürler arkadaşlar. Önümüzdeki programlarda görüşmek üzere. Turgay Bey ağzınıza sağlık.

Page 45: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın
Page 46: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

45

Râhatü’s-sudûr Âyetü’s-sürûr, Râvendî

Harun YILMAZ

Arş. Gör. Dr., Marmara Üniversitesi İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü

Anadolu kroniklerinin üçüncü oturumuna hoş geldiniz. Bugün Râhatü’s-sudûr

ve âyetü’s-sürûr kitabını Harun Yılmaz’dan dinleyeceğiz. Kendisi Marmara Üniver-

sitesi İlahiyat Fakültesi’nde araştırma görevlisi. Davetimizi kabul ettiğiniz için te-

şekkürler. Buyurun lütfen.

Teşekkürler. İlk önce kitap hakkındaki birikimimi sorabilirsiniz. Çünkü ben de

kitabı bu vesileyle tanıdım. Duymuşluğum, bilmişliğim, kütüphanede görmüşlüğüm

vardı, ama baştan sona okuma fırsatım olmamıştı. Sunuma geçmeden önce şöy-

le nelerden nasıl bahsedeceğime dair size biraz bilgi vereyim: Kitap iki cilt olarak

neşredilmiş. Râhatü’s-Sudûr’un aslı Farsça. İlk önce kendi kitabından yola çıkarak

Râvendî hakkında biraz bilgi vereceğim size. Daha sonra eser hakkında konuşaca-

ğım. Eser hakkında konuşurken kitabın nüshasından, kısa tarihinden, kitabın yazılış

hikâyesinden, yine Râvendî’nin kendi ifadeleriyle dil ve üslubundan biraz bahse-

deceğim. Kaynak değeri açısından ne anlam ifade edebilir bunun hakkında birkaç

şey söyleyeceğim. Sonra muhtevasından yani Râvendî’nin ele aldığı konular neler

onlardan bahsedeceğim. Âl-i Selçuk hakkındaki düşünceleri, dönemin siyasî-sos-

yal olaylarına dair bir takım noktalar ve siyasetnâme-nasihatnâme yönü açısından

Page 47: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

46

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

önce çıkan bir eser oluşundan hareketle kendi notlarımı sizinle paylaşacağım. Be-

nim burada eserle ilgili olarak öne çıkaracağım şeyler benim tamamen kişisel ilgi

alanımla alakalı olabilir. Atladığım ya da hızlı geçtiğim noktalar olacaktır şüphesiz,

ama ben kendi açımdan önemli gördüğüm hususları burada mümkün olduğunca

size sunmaya çalışacağım. Zaten maksat da öncelikle kitabın tanıtılması.

Önce Râvendî hakkında birkaç not aktarayım size... Şimdi, bu bir Selçuklu ta-

rihi... Fakat kitapta o kadar çok isim ve tarih geçiyor ki, takip edemiyorsunuz. Hele

doğrudan doğruya Selçuklu tarihi çalışan birisi değilseniz isimler havada uçuşmaya

başlıyor. Bu benim için kitabı okurken bir süre sonra problem haline geldi. Yani bu

isimleri-şecereyi bir tablo içerisinde nasıl görebilirim derken internette bir tablo ile

karşılaştım. Tablo üzerinde biraz değişiklikler yaptım ve kitabın muhtevasını burada

göstermeye çalıştım size. Selçuklu şeceresine dair bu tablodaki koyu olanlar Râ-

vendî’nin eserde bahsettiği isimler. Bu şecere içerisinde hangi sultanlardan bahse-

diyor ise bu isimleri koyu renge boyadım. Diğerlerinden ise Râvendî eserde bahset-

miyor. Râvendî ulema ailesine mensup bir isim. Büyük Selçukluların parçalanma

ve dağılma sürecinde Irak Selçuklularının son sultanı Tuğrul zamanında yaşamış.

Dolayısıyla Büyük Selçukluların yıkılış sürecine şahitlik etmiş bir isim.

Kaçıncı yüzyıl acaba?

Râvendî muhtemelen 13. asrın ilk çeyreğinde vefat ediyor, vefat tarihi kesin

olarak bilinmiyor. Ulema ailesine mensup ve Selçukluların son dönemlerini görmüş

bir isim. Sultan Tuğrul’un gözde nedimleri arasında yer alıyor. Anladığım kadarıyla

sarayda yer bulmasının asıl sebebi dayıları. Dayıları, özellikle hat sanatında uzman

kişiler ve aynı zamanda da önde gelen ulemadan isimler. Sultan Tuğrul’a güzel

yazı yazmayı öğretiyorlar, onun yanında bulunuyorlar. Onların vesilesiyle Râvendî

de Sultan Tuğrul’un yanında bulunuyor. Dayılarının tedrisinden geçiyor ve Sultan

Tuğrul’a güzel yazı yazmayı ve tezhibi öğreten isimlerden bir tanesi.

Sultan Tuğrul döneminde sarayda birçok alimle irtibat kurma imkanı oluyor.

Sultan Tuğrul adına elçilik görevinde bulunuyor bir dönem. Fakat 1189 (585) yılına

gelindiğinde Sultan Tuğrul’la ilişkisi kesiliyor. İlişkisinin kesilme sebebi de siyasî

karışıklıklar ve iktidar mücadeleleri sırasında Sultan Tuğrul’un başına gelenler.

Sultan Tuğrul’dan sonra altı yıl kadar zengin bir ailenin himayesinde vakit geçiriyor

Râvendî. Onların çocuklarına hocalık yapıyor altı yıl süreyle. Sonra Hârizmşahların

bölgeye hâkim olmasıyla birlikte tamamen gözden düşüyor. Hemedan’da uzlete çe-

kiliyor ve münzevî bir hayat yaşamaya başlıyor ta ki Konya’ya Keyhusrev’in yanına

gelene kadar.

Koyu bir Hanefî olduğu anlaşılıyor Râvendî’nin. Çünkü İmam-ı Azam ve Hanefî-

lik hakkında uzun uzadıya övücü ifadeleri var. İyi bir kelam tedrisi aldığını zannedi-

Page 48: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

47

Anadolu Kronikleri

yorum yine bir takım ifadelerinden. Siyasi mücadelelere paralel olarak bu dönem

ilmî-kelamî çekişmelerin ve özellikle mezhepler arası tartışmaların çok yoğun ol-

duğu bir dönem. Râvendî’nin bu tartışmalardaki konumuna dair eserde bir takım

ipuçları var. Mezheplerin birbirlerini tekfir etmesinden tutun kelâmî bir takım izah-

larla ehl-i sünnetin görüşlerine ve bunun karşısındaki muhalif görüşlerine bakışına

kadar bir takım ifadeler var. Ama koyu bir Hanefî olarak tanımlayabiliriz Râvendî’yi.

Hayatı hakkında zaten çok fazla bir bilgi yok. Hayatına dair geri kalan bilgilere biraz-

dan kitabın tarihinden bahsederken değineceğim.

Elimizdeki nüsha 1921’de Muhammed İkbal tarafından Farsça olarak neşredi-

len Farsça yazmanın tercümesi. Yine eserden yola çıkarak bu elimizdeki iki ciltlik

kitabın kısa tarihinden bahsedeyim. Râvendî Selçuklular zamanında ikbal ve izzet

görmüş bir isim. Sultan Tuğrul’un iktidarı kaybetmesi Selçukluların yıkılışı Hârizm-

şahların gelişiyle de gözden düşmüş bir isim aynı zamanda. Gözden düştükten son-

ra bu eseri yazmaya başlıyor. Yaklaşık 1203 (599) yılı -benim takip edebildiğim ka-

darıyla- eseri yazmaya başladığı tarih. Eseri yazılış amacından bahsediyor Râvendî.

Aslında eseri okuyunca iki yazılış amacı olduğunu anlıyorsunuz. Bir tanesini kendisi

açıkça söylüyor, diyor ki; “kendimden sonra ismimi yaşatacak bir şey bırakmak is-

tedim. Hayatta artık ömrünün sonuna gelmiş bir adam olarak düşünürsek yaşa-

dıklarından sonra bunun da en güzel yolunun arkada bir eser bırakmak olduğuna

kanaat getirdim ve bu eseri yazdım. Sonra da bu eseri Âl-i Selçuk’tan birisine ithaf

etmek istedim”. Fakat satır aralarından şu anlaşılıyor: Mesela bir yerde diyor ki;

“âlemin efendisi olan ademoğullarının sultanı, ‘Gıyasu’d-devle ve’d-dîn Ebu’l-Feth

Keyhusrev b. Kılıç Arslan’ devletinde bütün muratlarına erecektir ve onun ikbalinin

uğuru ile devletinin gölgesinde lütuflar elde etsin”. Yani aslında eseri yazarken şöyle

bir psikolojisi var gibi: Gözden düşmüş ve hayatı boyunca maddî ve manevî ne elde

ettiyse bunu Âl-i Selçuk’a borçlu bir isim Râvendî ve bunun farkında. Selçukluların

o dönemde hayattaki en güçlü temsilcisi olan Anadolu Selçuklu Sultanı Keyhusrev’i

görüyor, bu eseri yazarak tekrar o ikbal ve izzeti kazanma amacında olduğunu satır

arasında itiraf ediyor gibi, ama bunu açıkça söylemiyor. Ve zaten “onun ikbalinin

uğuru ile devletinin gölgesini tekrar lütuflar elde edesin” derken de sanki biraz bunu

itiraf ediyor gibi. Bana öyle geliyor ki bu eser vasıtasıyla Selçuklu ailesiyle olan iliş-

kilerini tazelemek gibi bir derdi var aslında.

Eseri ilk önce Anadolu Selçuklu sultanı Rüknettin Süleyman Şah’a ithaf etmiş.

Fakat daha sonra bir değişiklik yaparak Gıyâsettin Keyhusrev’e ithaf ediyor. Ve

eserde diyor ki; “sonra duydum ki Rüknettin Süleyman Şah tahtın gâsıbıymış, asıl

hak eden Gıyâsettin Keyhusrev’miş. O yüzden bunu duyduktan sonra değiştirdim,

eseri Keyhusrev’e ithaf ettim”. Yine kuvvetle muhtemel ki Râvendî kitabını yazdığın-

da Rüknettin Süleyman Şâh devletin başında. Fakat taht kavgaları sırasında Gıyâ-

settin Keyhusrev tarafından alaşağı edilince, tam da kitabın ithaf aşamasında, ese-

Page 49: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

48

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

rinde hemen bir takım değişiklikler yapma ihtiyacı duyuyor sanırım. Çünkü yine bazı

yerlerde hala Rüknettin Süleyman Şah’a bir takım övücü ifadeleri var. Muhtemelen

birçoğunu silmiş değiştirmiş ama arada bazı şeyler kalmış gibi. Kitabı neşreden

de aynı şeyden bahsediyor. Râvendî, Gıyâsettin Keyhusrev’in Antalya’yı fethini buna

vesile kıldım diyor ithafta ve Antalya’yı fethi münasebetiyle kitabı gidip Konya’da

Gıyâsettin Keyhusrev’e sunuyor.

Kitap “matbaada”yken yani böyle değişikliklere uğruyor!

Evet biraz öyle, alelacele.

Belli ki Keyhusrev de okumamış herhalde.

Bilmiyorum. Şimdi şunu aktarayım size eskiden sahip olduğu ikbali yeniden,

ama bu defa Keyhusrev’in himayesinde kazanmak istediğine dair bir not almışım

ben. Orada diyor ki Râvendî; “onun [yani Keyhusrev’in] hadsiz hududsuz iyiliklerinin

ihsanları ile saadet ve talih kazanmak için bu devlete dua ederek bin fersaha yakın

mesafe kat eden, bu huzura yakınlık göstererek yücelik ve yüksekliklerinin eşiğine

baş koyan ve oradan kaybetmiş olduğu rızkı arayan böyle bir duacıya [kendini kast

ediyor] âlemin efendisi, âdemoğullarının padişahı Gıyâsüddin Keyhusrev’in taşan

cömertliğinin onu kendisine yaklaştırmakla Tanrı’ya yaklaşması, muhaceret ve

yolculuk hakkına riayet etmesi yerinde olur. Çünkü o hem mültecidir [kendisinden

bahsediyor hala] hem de ümidini ona bağlamıştır. Bu hakların korunması cömertlik

vazifelerindendir. [Arada dua cümleleri ve en son] …kulu da bu ısrarından dolayı

mazur sayılsın”. Sonunda yani artık işi yüzsüzlüğe vurduğunu düşünüyor herhalde

en sonunda ve kulu da bu ısrarından dolayı mazur sayılsın diyerek bitirmiş. Yani

aslında kitabı yazarken güttüğü kaygılardan bir tanesi de o eski durumunu tekrar

kazanmak istemesi anladığım kadarıyla. Ve yine eserden genel olarak anlaşılan

şey şu ki o, Büyük Selçuklular döneminde yaşanan parlak devirlere olan hasretini

kitabın birçok yerinde dile getiriyor ve Keyhusrev’in Selçukluların mirasçısı olarak

o parlak devirleri tekrar yaşatabilecek isim olduğunu söyleyerek şahsî beklentisini,

Keyhusrev’den umduğunu dile getiriyor. Kitabın kısa tarihi ve kısaca yazılış hikayesi

görebildiğim kadarıyla bu.

Kitabın dil ve üslubuyla ilgili birkaç nokta paylaşayım. Eserin orijinali Farsça,

onu söylemiştim. Eser Türkçe’ye Gönüllerin Rahatı ve Sevinç Alameti diye çevrilmiş.

Rahatus-sudur ve âyetüs-sürûr için isabetli bir tercüme herhalde. Niye böyle bir

isim koymuş olabilir sorusu akla gelebilir. Çok fazla niyet okuyucu olmamak lazım

belki ama bence Râvendî kitabı yazdığı dönemde içinden geçtikleri kargaşa döne-

minden o kadar çok şikayetçi ki çok parlak devirler görmüş bir isimken bir anda

Hârizmşah isyanı, gözden düşüşü, bir alt üst oluş söz konusu ve Keyhusrev onun

için bu alt üst oluşu sonlandırabilecek bir isim olarak gözüküyor. O yüzden Gönül-

Page 50: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

49

Anadolu Kronikleri

lerin Rahatı ve Sevinç Alameti derken aslında Keyhusrev’e duyduğu ümidi bence dile getiriyor gibi. Yine Allah’a hamd ve senanın ardından eserine, ilk cümlelerine Nisan ve baharın sahibi diye başlıyor: Allah’ı tavsif ettiği cümleler Nisan ve baharın sahibi diye başlıyor. Nisan ve bahar huzuru, mutluluğu ve rahatı çağrıştırıyor. Ben-ce bu da bir tesadüf olmasa gerek diye düşünüyorum. Mesela Hz. Peygamber’den bahsediyor hemen peşi sıra. Hz. Peygamber’in de ilk olarak öne çıkardığı vasfı Hz. Peygamberin cehaleti sona erdirişi, kargaşayı sona erdirişi, insanlığı mutluluğa eriştirişi… Doğrudan ilk olarak vurgu yaptığı şeyler bu yine. Bütün bunlar sanki içinde yaşadığı o kargaşayı bitirecek olan kişinin Keyhusrev olduğunu, onu bir ümit olarak gördüğünü ve eserine de o yüzden bu ismi verdiğini gösteriyor gibi. Bunlar tabii tamamen benim yorumum.

Eserde çok fazla şiir var. Aslında eserin dili sade fakat şiirler eserin dilini çok ağırlaştırıyor gerçekten. İki cilt bu kitap, muhtemelen şiirleri alt alta koysak bir cil-de yakın tutar. O kadar fazla ve ayrıca şiirler tercüme edildikten sonra da bunları anlayıp anlamlandırmak çok kolay olmuyor. Eserde kıssadan hisse kabilinden yine çok fazla şey anlatılıyor ve bu şiirler, darb-ı mesel vesaire hikayeler çok da böy-le metinle örtüşen, metni ve tarihi bütünleyen şeyler olmayabiliyor çoğu zaman. O yüzden takibi sıkıcı ve zor olabiliyor. Eserde takip ettiği hiç değişmeyen bir metod var, özellikle de Selçuklu sultanlarından bahsederken. İlk önce doğum tarihlerini söylüyor sultanların. Kaç yıl hükümdarlık yaptıklarını, vezirleri ve haciplerini ke-sinlikle zikrediyor. Daha sonra kişisel özellikleri, fizikî yapıları ve ahlakları hakkın-da bilgiler veriyor. Burada önemli olan nokta vezir ve haciplerini tek tek zikrediyor olması. Siyasetnâme bahsinde belki bir iki cümle de onunla ilgili söyleyebilirim. Sonra Selçuklu sultanları hakkında bilgi veriyor. Onların döneminde yaşanan bir takım olaylar hakkında uzunca anlatıyor, fakat bunu aslında neden anlattığı son bir iki paragraftan anlaşılıyor. Şunu demeye getiriyor Râvendî, Keyhusrev’e: “Ben sana bu olayları anlatıyorum, ama senin görmen gereken işte bu anlatılanlardan şunlar şunlardır. Ben sana bunları bunun için anlattım”. Neredeyse her Selçuklu sultanının sonuna Keyhusrev’e hitaben dua cümleleriyle, övgü cümleleriyle bezenmiş bir iki paragraflık ifadeleri var Râvendî’nin. Bu bütün kitabın geneli için söz konusu. Onun dışında son olarak üslubuyla ilgili şunu söyleyebilirim; belki tarihe kaynaklık etmesi açısından çok muhtasar bir kitap. Çok hızlı geçtiği bölümler var. Mesela Alparslan’la ilgili çok şey anlatmasını bekliyorsunuz ilk başta, ama o kadar az şey söylüyor ki Alparslan’la ilgili hiçbir şey söylemiyor neredeyse. Çok hızlı geçiyor bazı bölümleri. Özellikle siyasî tarihe dair malumatın en fazla olduğu bölümler Tuğrul ve ondan önceki sultanın dönemleri, orada çok fazla detay var. Bu sefer de isimleri ve tarih-leri takip etmek çok zor. Yani eğer siz doğrudan doğruya Sultan Tuğrul dönemini çalışan bir isim değilseniz hakikaten metin ve olaylar sizin için anlamsızlaşabilir. Bu metni okumadan önce isimleri ve tarihleri takip edebilmek için iyi bir Selçuklu tarihi okumak gerekiyor. Kaynak değeri açısından zaten bir takım şeyleri söyledim. Ama

Page 51: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

50

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

sarayda oluşu, özellikle Sultan Tuğrul ve ondan önceki sultan dönemini yakından

görebilme imkanı tanımış Râvendî’ye. Zira çok detay şeyler anlatıyor bu döneme

dair. Birinci elden kaynak niteliğinde ama çok geniş bir tafsilatı var. Kitabın özel-

likle İslam siyaset düşüncesi ve siyasetnâme geleneği açısından değerlendirilmesi

gerekiyor. Bu açıdan yaklaşıldığında kitabın kaynak değeri ve orijinalitesi ortaya çı-

karılabilir. Çünkü eser aynı zamanda bir siyasetnâme-nasihatnâme özelliği taşıyor.

Fakat bunun ne kadar Râvendî’nin orijinal tarafı olduğunun tespiti mukayeseli ça-

lışmalarla anlaşılabilecek bir şey. Çünkü kendisinden önceki ya da kendi dönemine

dair birçok isimden alıntıları var. Bunların ne kadarı Râvendî’nin ne kadarı değil ve

ne kadar orijinal bu gibi hususlar işin ehli olan insanlar tarafından gözden geçiril-

meli kanaatimce. Bu eserin değerinden bahsedilecekse üzerinde durulması gere-

ken birincil nokta bence siyasetnâme-nasihatnâme literatürü içerisindeki yerinin

tespiti olmalı. Bununla ilgili bir tez de yapılmış aslında ama tez herhangi bir muka-

yeseyi içermiyor. Yani “Râvendî’nin İslam siyaset düşüncesi içerisindeki yeri nedir”e

cevap vermeyen bir tez. Râhatü’s-sudûr’da alt alta dizmiş her şeyi, sultanda olması

gereken özellikler mesela bunlar tezde de dizilmiş. Fakat bunlar hakikaten Râven-

dî’nin orijinal olarak ortaya koyduğu şeyler midir? Yoksa zaten bilinen şeyler mi?

Bunların ne kadarı Râvendî’ye ait, ne kadarı değil? Bunun ayrıca tespiti gerekiyor.

Şimdi muhtevadan biraz bahsedeyim, kitabın genel olarak içeriğine dair neler

var. 1194’teki (590) yıkılışına kadar Selçuklu tarihinden bahsediyor kitap. Râven-

dî’nin bu kısımlarda kendisinden önceki bir takım kitaplardan istifade ettiği anlaşıl-

makta. Bu eser ve müelliflerin isimlerini de yer yer zikrediyor.

Bunlardan ayrıca bahsedecek misiniz?

Hayır, ayrıca bahsetmeyeceğim. Mesela bir isim söyleyeyim. Zahirettin Nişa-

burî’nin Selçuknâme’sinden mesela çok istifade etmiş. Kendi muasırı olan birçok

şairin şiirlerini kitabında toplamış. Daha önce de bahsettiğim gibi çok fazla yekün

tutuyor bu şiirler. Kitabı yayına hazırlayan tarafından tespiti yapılmış. Bir bilgi ak-

tarayım: Mesela 264 tane Arapça darb-ı mesel ve 2799 da beyit varmış eserin içeri-

sinde. Kendisinden sonraki bir takım tarihlere kaynaklık yapıyor. Mesela bir tanesi

Tevârih-i Âl-i Selçuk, Yazıcızade’nin; yine Kadı Ahmed Gaffârî’nin Tarih-i Cihan-ârâ

isimli kitabının önemli bir kaynağıymış. Reşidüddin’in Câmiü’t-tevârih’i de Selçuk-

lular bahsinin önemli bir kaynağıymış.

Râvendî eserin bu tarih kısmına sultanların lakaplarından bahsederek işe baş-

lıyor. Burada yaklaşık bir 10 sayfa kadar Gıyâsettin Keyhusrev üzerinden sultanla-

rın ne kadar güzel lakaplar taşıdığını ve bu lakapların hepsine Keyhusrev’in sahip

olduğunu izah ederek başlamış. Buna dair örnekler çok fazla, ama ben bir tanesini

söyleyeyim: İslam Siyaset Düşüncesi Atölyesinde de sıkça gündeme gelen “sulta-

nın Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” olduğuna dair ifadeleri birçok yerde tekrarlıyor.

Page 52: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

51

Anadolu Kronikleri

Keyhusrev için doğrudan doğruya Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi veya “zıllullah”,

yani gölgesi diyor. Bu lakaplardan dikkat çekici olarak bunları söyleyebiliriz. Sonra

Râvendî’nin genel olarak Âl-i Selçuk hakkındaki düşüncelerine değineyim. Genel-

likle Selçuklulara bakışı, onların ilimle meşguliyetleri ve ulemayı himaye etmeleri

üzerinden şekilleniyor. Onlar için daha çok taltif söz konusu. Selçuklu Ailesinin en

önemli özelliğinin ulemaya ve ilme olan düşkünlükleri olduğunu söylüyor Râven-

dî. Bununla bağlantılı olarak mesela Keyhusrev’i yine överken şöyle diyor. “O [yani

Keyhusrev], Selçuk ağacının meyvesidir. Bu öyle bir ağaçtır ki kökü dini geliştirme

ve kuvvetlendirme, meyvesi ise medrese, hankah, mescitler, konaklar ve hicaz yolu

su mahzenleri gibi hayır binaları yaptırma, âlimlere bakma, evliya ve zâhitlerle dü-

şüp kalkma, mal bağışlama, adalet kaidelerini yenileştirme, siyaset adetlerini canlı

tutmadır”.

Sanata ve sanatçıya değer veriyor.

Evet, hiçbir şeyi dışarıda bırakmıyor. Mesela başka bir yerde diyor ki; “yeryü-

zünde bilhassa Irakeyn ve Horasan’da âlimlerin yetişip fıkıh kitapları yazmaları,

peygamberin hadislerini toplamaları, Selçukoğulları arasında çıkan hükümdarların

âlimlere bakmalarının, ilmi sevmelerinin ve ona hürmet etmelerinin bereketidir”.

Âl-i Selçuk’un Hanefîleri himaye ettiklerini, onların döneminde Hanefîliğin bölgede

güçlendiğini, fakat Nizâmülmülk’ün ise mutaassıp bir şahsiyet olduğuna değiniyor

mesela. Hulefâ-i Râşidînden sonra en adil sultanlar Âl-i Selçuk’tu diyor.

Nizâmülmülk’ten mi bahsediyor.

Hayır, hayır. Hulefâ-i Râşidînden sonra sultanların en dindarları Selçuklu pa-

dişahlarıydı diyor. Nizâmülmülk’le ilgili olan kısmı şu; “Selçuklu Ailesi Hanefiliği

himaye ettiler güçlendirdiler. Nizâmülmülk ise koyu bir Şâfiîydi” diyor. İslam dün-

yasının her yerini vakıflarla donattıklarına dair uzun uzadıya bilgiler var. Ama Âl-i

Selçuk hakkındaki genel anlatımı onların ilimle ulemayla olan ilişkileri üzerinden.

Selçuklu tarihi açısından devletin kuruluş hikâyesiyle ilgili olarak onların Gaz-

nelilerle olan mücadelelerinden başlamış. Selçukluların Gaznelileri mağlup edişleri

ve tarih sahnesine çıkışları… Fakat Dandanakan’a hiç girmiyor mesela, çok muhta-

sar bir anlatımı var bu noktada. Sonra Tuğrul Bey’in Bağdat’a gelişi hakkında birkaç

cümle söylemiş. Tuğrul Bey’in hükümdarlığını tanıması için Abbasî halifesine elçi

gönderişi, sonra halifenin Tuğrul Bey’e bir elçi gönderişi. O hikayeyi anlatmış, sonra

Tuğrul Bey’in halife tarafından dünya işlerinin hâkimi ilan edilişine değinmiş. Bura-

da belki dikkat çekici olan şey şu olabilir -bilmiyorum benim en azından dikkatimi

çeken şey-: Tuğrul Bey’in Abbasî halifesiyle zorla bir akrabalık ilişkisi kurma niyeti

var gibi. Tuğrul Bey halifenin kızıyla evlenmek istiyor, fakat halife bunu kesinlikle

kabul etmiyor. Nihayet baskılar sonucu kızını vermeye mecbur kalıyor. Fakat düğün

Page 53: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

52

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

gerçekleşmeden Tuğrul Bey ölüyor. Halife de bu zor durumdan kurtulmuş oluyor.

Selçukluların Abbasîlerle akrabalık ilişkisi inşa etme ihtiyacı duymaları ve halifenin

buna karşı çıkışı önemli bir nokta.

Halifelik makamı o dönemde tabi çok daha farklı bir boyutta.

Tabii o var, halifenin bundan uzak dururken gözettiği bir takım şeyler var. Birçok

şey söylenebilir belki bunun üzerinden. Sonra eserde Tuğrul Bey’in ardından ge-

len Alparslan hakkında o kadar az şey var ki insan hakikaten şaşırıyor. Malazgirt’e

muhtasar bir anlatımla değinmiş. Kendisinin dikkatini çeken şey belki şu; Nizâmül-

mülk’ün onayıyla Tuğrul Bey’in veziri Amîdülmülk’ü öldürmesinden bahsediyor ki

bunun çok yanlış bir şey olduğunu söylüyor Râvendî. Nizâmülmülk’e epeyce kızmış

bu konuda. Sonra Alparslan’ın öldürülüş hikâyesini anlatıyor. Alparslan’la ilgili an-

lattıkları bundan ibaret. Melikşah’ın dönemini şöyle özetliyor Râvendî -yine kendi

ifadeleriyle söyleyelim daha açıklayıcı olur-: “Onun cedleri cihangirlik yaptılar, çok

ülkeler fethettiler, o bunları muhafaza etti. Cedleri devlet ağacını diktiler, o meyvesini

yedi. Ötekiler saltanat tahtını kurdular, o taht üzerinde hüküm sürdü. Zannedersin ki

onun devri devletin gençliği, hükümdarlık zamanının baharı, padişahlık elbisesinin

sırmalı süsleriydi. Bütün cihan elde bayrak muzaffer halk memnun, memleket ma-

mur bulunuyordu”. Melikşah dönemini tamamen böyle özetlemiş. Melikşah’ın tahta

çok rahat çıktığından bahsetmiş. Sadece amcası Kavurd’u devre dışı bırakması ve

bunda Nizâmülmülk’ün rolü önemli. Burada Nizâmülmülk’ten övgüyle bahsediyor

ve onun devlet işlerinde ne kadar yetenekli birisi olduğuna değiniyor.

Müspet bahsediyor.

Evet, Nizâmülmülk’ten müspet bahsediyor. Râvendî, Melikşah bahsini Nizâmül-

mülk ile Melikşah’ın karısı Terken ya da Türkan Hatun arasındaki anlaşmazlıktan

söz ederek bitiriyor. Terken Hatun kendi oğlu Mahmud’un Melikşah’tan sonra başa

geçmesini istiyor. Nizâmülmülk ise Melikşah’ın diğer oğlu Berkyaruk’un başa geç-

mesini savunuyor. Terken Hatun’un bu konuda Melikşah’a baskı yaptığından bah-

sediyor uzun uzadıya ve bu baskıları neticesinde Nizâmülmülk’ün azlediliş sürecine

geçildiğini ve Melikşah’ın Nizâmülmülk’ü azlettiğini, kısa bir süre sonra da Nizâ-

mülmülk’ün öldürüldüğünden bahsediyor. Terken Hatun’un bu tavrı Melikşah’ın ve-

fatından sonra Berkaruk olaylarından bahsederken kendini gösteriyor. Terken Ha-

tun kendi oğlu adına Abbâsî halifesinden onay alabiliyor. Bunu yaparken de halifeyi

bu işe mecbur bırakıyor metinden anlaşıldığı kadarıyla. Halifenin oğlunu halife ilan

etmekle tehdit ediyor. O dönemde siyasi ve askeri gücü büyük ölçüde Selçuklular

ellerinde bulundurdukları için devletin böyle gücü var anladığım kadarıyla. Devletin

başında mücadeleden galip çıkan ilk önce Mahmud. Fakat kısa bir süre sonra Mah-

mud’un ölmesi üzerine Berkyaruk tahtın sahibi oluyor. Fakat Râvendî’nin ifadesiyle

Berkyaruk dönemi Âl-i Selçuk’tan ve Âl-i Selçuk’a bağlı ümeradan isyan edenler-

Page 54: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

53

Anadolu Kronikleri

le baş etmekle geçiyor. Bu şekilde özetliyor durumu ve en sonunda Berkyaruk’un

daha önce dört kez mağlup ettiği kardeşi Muhammed’e yenilerek esir düştüğünü

söylüyor. Sonra Muhammed’den bahsedecek. Muhammed dönemi Râvendî tara-

fından yine çok muhtasar bir anlatımla ele alınıyor. Bâtınilikle mücadele daha çok

bu dönemin karakteriydi diyor. İşte Alamut Kalesi’nin kuşatılmasından bahsediyor

fakat başarısızlıkla sonuçlanan bir kuşatma olduğuna değiniyor.

Hasan Sabbah’ı anlatıyor mu?

Hayır. Sadece ehl-i sünnet dışı hareketlerin bir takım faaliyetlerinden bahsedi-

yor ama kayda değer şeyler değil bunlar. Hasan Sabbah’ın ismi ise hiç geçmiyor.

Çünkü Melikşah’ın öldürülmesinde…

Yok, mülhit ifadesini kullanıyor sadece. Ama bu da çok muhtasar gerçekten,

öyle kayda değer bir şey yok. Sencer dönemiyle ilgili anlattıkları diğerleriyle mu-

kayese edildiğinde daha geniş. Sultanlar hakkındaki klasik ifadelerini tekrarlıyor,

vezirleri vs. Sencer için Selçuk Oğullarının en nasiplisiydi diyor. “72 yaşında öldü, 20

yıl Horasan meliki 41 yıl da cihan hâkimliği yaptı” diyor Sencer hakkında. “Cihana

hâkim olma merasimlerini, hükümdarlık kanunlarını, padişahlığın esaslarını, hü-

kümetin kanunlarını iyi bilirdi, fakat küçük işlerde bön ve aptalca idi” diyor. “Ordu

sevk edip bir düşmanla muharebe etme zamanlarında düşünceleri isabetli ve ka-

rarı doğruydu” diye özetlemiş Sencer’i. Böyle büyük cümleler kurmayı çok seviyor

galiba, çünkü her sultanla ilgili bu tip özetleyici ve büyük bir iki cümlesi var. “Gaz-

ne’yi ilk defa ele geçiren Sencer’di” diyor. “Birçok yeri fethetti ve Melikşah’ın hâki-

miyetindeki bütün toprakları kontrol altına aldı” diye bahsediyor ondan. Fakat dö-

neminde ortaya çıkan birçok karışıklık var: Karahitayların Selçuklularla savaşları,

Selçukluları mağlup edişleri, Hârizmşah isyanı ve daha sonra Oğuz isyanı gelecek.

Sencer dönemini, Selçuklu tarihi okurken Selçukluların yıkılış sürecinin başladığı

birçok isyanın çıktığı dönem olarak biliyoruz. Fakat Râvendî bu kötü gidişlerin fatu-

rasını her seferinde Âl-i Selçuk’tan olan sultana değil de genelde vezir ve ümeraya

çıkarıyor. İyilikler sultanın hanesine yazılırken, başa gelen kötü şeyler vezirlerin ve

ümeranın hanesine yazılıyor kitapta. Mesela Karahitaylar’ın bölgeye gelişleri, vergi

toplama memurlarının halka yaptıkları haksızlık üzerinden anlatılıyor. Yine Büyük

Selçukluların sonunu hazırlayan isyan, Oğuz isyanı, tamamen Oğuzlardan vergi

toplayan memurların ve onları kontrol eden ümeranın rüşvet işlerine bulaşmış ol-

ması üzerinden anlatılıyor. Hatta Sencer’in Oğuz isyanını bastırmak için harekete

geçtiğinde savaştan önce Oğuzlarla barış yapmak istediğini, fakat yine ümeranın

buna engel olduğunu ve Sencer’i bundan vaz geçirdiklerini, nihayetinde Sencer’in

Oğuzlara yenilip esir düştüğünü anlatıyor. Sencer’in iki yıl kadar Oğuzların elinde

esir kaldığından, serbest kaldıktan sonra ise ülkeyi toparlamakta artık çok geç kal-

dığından bahsediyor. Sencer’den sonra arka arkaya birçok melikten bahsediliyor.

Page 55: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

54

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

Artık Irak Selçukluları dönemine geçiyoruz. Burada çok hızlı ve muhtasar bir anla-

tım hakim. Sadece belki meliklerin isimlerini takip edebilirsiniz elinizdeki listeden.

Mahmud b. Muhammed b. Melikşah, Tuğrul b. Muhammed b. Melikşah, Mesud b.

Muhammed bin Melikşah, III. Melikşah Melikşah b. Mahmud, Muhammed b. Mah-

mud b. Melikşah, Süleyman b. Muhammed b. Melikşah, sonra Arslan b. Tuğrul b.

Muhammed b. Melikşah. Buradan itibaren anlattıkları detaylanmaya başlıyor artık

Râvendî’nin diğer isimlere göre. Ve o kadar çok isim ve tarih geçmeye başlıyor ki

hakikaten takibi imkansız bir hal alıyor. Bu olaylar silsilesini belli bir sistematik

içerisinde anlatmıyor. Eğer siz hakikaten konunun uzmanı değilseniz bu tarihleri ve

isimleri takip etmeniz gerçekten çok zor.

Kronolojik sıraya uygun değil mi?

Tarih zikretme konusunda bir problemi var. Çoğu zaman tarih zikretmeksizin

olayı anlatıyor. Olsa da isimleri takip etmek o kadar çok zor ki. Muhtemelen müelli-

fin zihninde o olaylar arasındaki bağlantılar tam, fakat bizim zihnimizde o olayların

hakkındaki sebep sonuç ilişkilerinden tutun kronolojik bağlantıya kadar hiç bir şey

olmadığı için, siz onu okurken sizin için orada anlatılanlar çok fazla bir şey ifade

etmiyor. En son Tuğrul b. Arslan kendi dönemindeki sultan ve aynı zamanda hima-

yesinde yaşadığı isim Selçuklu sultanı. Çok övücü ifadeleri var Tuğrul’la ilgili. Dö-

nemini çok yüceltiyor. Onun hakkında övgü dolu bir çok sözü var. “Onun döneminde

her şey çok iyiydi de nasıl yıkıldı bu devlet?” sorusuna tabi klasik bir cevap veriyor

Râvendî: “Ümera ve vezirleri yüzünden oldu bu iş. Çok iyi bir atabeyi vardı” diyor ilk

başta ve Muhammed b. İldeniz’den bahsediyor. “İşleri çok iyi yürütür, idare ederdi.

Fakat bir süre sonra idarede yaptığı değişiklikler aleyhine döndü ve devletin sistemi

bozuldu. Onun vefatından sonra yeni atabeyin Tuğrul’la arasındaki ilişkilerin kötü

gitmesi devleti yıkıma kadar götürdüğünü” söylüyor özetle.

Râvendî, ümeradan Kızıl Arslan diye bir atabeyden bahsediyor, son atabey bu.

Aynı zamanda Tuğrul’u tahttan indiren ve Hemedan’ı terk etmeye mecbur bırakan

isim. Sonra Kızıl Arslan’ın bir iç hesaplaşmayla öldürülüşü, sonra Tuğrul’un tekrar

başa geçişi ve nihayet Hârizmşah isyanı eserde konu ediniliyor. Hârizmşah isya-

nı Tuğrul’un öldürülmesiyle neticeleniyor. Râvendî’ye göre Tuğrul’un öldürülmesi

parlak devrin tamamen kapanması anlamına geliyor ve Hârizmşahlar eserin sonu-

na kadar isyancı, yağmacı, insanlara zulmeden, adaletten nasibini almamış bir ka-

vimmiş gibi anlatılıyor. Muhtemelen bunun arkasında yatan sebep Râvendî’nin Âl-i

Selçuk’a olan muhabbeti ve Hârizmşahların parlak dönemi kapatanlar olmaları ve

kendisinin gözden düşüşü olmalı. Hârizmşahlara karşı gerçekten kötü bir anlatımı

var. Bu noktada unutmamak lazım ki iktidar değişiklikleri çoğu zaman kargaşa ve

yıkımı beraberinde getirmiştir. Râvendî de tam bu kırılma noktasında Hemedan’da

bulunduğu için söz konusu kötü günleri yaşamış olabilir.

Page 56: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

55

Anadolu Kronikleri

Siyasetnâme-nasihatnâme açısından eserin önemli olduğunu söyledim. Sel-

çuklu sultanlarının hayat hikâyelerinden bahsettikten sonra Keyhusrev’in bu an-

latılanlardan ne anlaması, ne öğrenmesi ve nelerden ibret alması gerektiğine dair

bir fasıl mutlaka yer alıyor. Sultanın adaleti üzerine çok fazla vurgusu var. Bununla

ilgili bir sürü darb-ı mesel de zikretmiş. Mesela kendi ifadesinden yine buna dair

bir aktarım yapayım: “Cihanın mamurluğu ve cihandakilerin asayişi adalet sayesin-

dedir. Padişah adaletli, iyi niyetli, himmet sahibi olursa onun bu tavrı insan, hayvan,

meyve, sebze, ekin, su, her şeye tesir eder” diyor. Adalet vurgusu önemli… “Sultan

tanrının yeryüzündeki vekilidir. Dinin ve farzlarının esaslarını yerine getirir. Allah

onu diğerlerinin arasından seçip ona ihsanda bulunmuş, hükümdarlığında onu ken-

disine ortak tutmuştur. Halkına iyi muamele etsin diye ona lütuflarda bulunmuş,

Hakk’ın zaferi için çağırmıştır. Bundan dolayı sultan, tanrının buyruk ve yasaklarına

itaat ederse tanrı da onu kazan ırmağı üzerine alır. Yok eğer bu hususlarda tanrı-

nın emrine uymazsa onu nefisin eline bırakır”. Önemli bir nokta, devlet idaresinde

vezir sultanın en yakınındaki isimler olduğu. Vezir ve haciplerin son derece önemli

olduğuna eserin birçok yerinde vurgu yapıyor Râvendî. Bir de devlet işleri düzenli ve

toplum müreffeh yürüyecekse neredeyse sultandan daha önemli olan şey vezirler

ve haciplerdir diyor. Mesela yine kendi ifadesiyle; “bil ki el nasıl parmaklarla el olur-

sa hükümdarlar da seçip yetiştirdikleri sayesinde hükümdar olurlar. Hükümdarın

veziri gözü, müstevfisi kulağı, katibi dili, hacibi huyu, elçisi aklı, nedimi eşi benzeri-

dir” diyor Râvendî. En son doğrudan Keyhusrev’e hitaben yine şöyle bir ders veriyor.

Birçok şey anlattıktan sonra diyor ki; “hükümdarın, ordusunun vazifesini yapması

için ihsanlarının dizginini çekmesi, müstağni kalmamaları için onlara bol bol servet

vermemesi ve bununla beraber kendisinden kaçmamaları için az da vermemesi,

ortalama ve mutedil bir yol tutması lazımsa da -diyor buraya kadar dersi verdi- bu

muradı -yani bu isteği- süren padişah para, ev, altını hakir tutarak orduyu iyi sözler

ve güzel muamele ile hizmetçi kılmıştır zaten. Onlara o kadar ihsan buyurmaktadır

ki onlar bütün varlıklarıyla ona teşekkür için bu eşiğe hizmet etmeyi vacip bilirler”.

Laf arasında Keyhusrev’e de nasihatini veriyor.

İlginç bazı hususlar da var eserde ilgilenenler olursa mesela; savaşta sultanın

ordusunu nasıl idare etmesi gerektiğine dair uzun uzadıya, yaklaşık beş - altı say-

fa anlatım var. Orduda filler varsa nasıl savunma savaşı yapılır, süvarilerin sayısı

çoksa yayalar azsa ne yapmak lazım, işte şu tip savaş aletleri var da bunlar yoksa

nasıl davranmak gerekir. Çok detaylı şeyler anlatıyor. İlgisi olanlar bakabilirler bu

kısımlara ve son olarak padişahların eğlencelerinden bahsediyor. Bununla ilgili de

satranç, tavla, içki hakkında bir bahis var. At yarışı, ok atmak, avlanmak, güzel yazı

yazmak... Padişahların eğlencelerine dair beş hususu zikrediyor. Satranç ve tavlayı

kimin icat ettiğinden başlıyor ve bunları Hintliler buldu diyor. Onlar bu oyunu İranlı-

lara gönderdiler, İranlılar bunu geliştirdiler ve bir oyun ilave ettiler. İranlılar satrancı

Page 57: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

56

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

Bizanslılara gönderdi ve onlar da iki oyun ilave ettiler diyor. Sonrasında bu oyunların

nasıl oynandığına dair detaylı bir anlatımı var.

Bizim bugünkü bildiğimiz satrançtan mı?

Yani ben çok iyi satranç oynamayı bilmiyorum. İptidai olarak mesela işte fil çap-

raz gider, işte at, L gider…

Taktik de veriyor değil mi?

Uzun uzadıya anlatıyor. Mesela İranlıların oynadığı satrançtan bahsediyor, bu-

nunla ilgili şekiller de var. Mesela bu Hintlilerin oynadığı usul diyor. İranlıların oy-

nadığı satrançtan bahsediyor biraz daha farklı bir şey. Satranç tahtası diyoruz ya

biz, o mesela daha farklı bu çizimlerde. Ayrıca daha farklı taşlar var. Onlar bunu

nasıl oynuyorlar detaylı anlatmış. Bizanslılar neyi değiştirdiler onlar nasıl oynamaya

başladılar… Detaylı bir satranç dersi veriyor aslında orada. Peki neden icat edildi

bu satrançla tavla? diyor. Bu arada tavlayı küçümsüyor; yani tavla böyle sıradan

boş iştir, satranç ise asıl önemli olandır. Diyor ki; “bu oyun -yani satranç- nedimler

şahlarla oynasınlar ordunun merkezinin sağ ve sol kanatlarının nasıl olması lazım

geldiği, bir taraftaki hasım hazırlık yapıp malzemesini tertip ederken diğer taraftaki

hasmın da gafil olmadığını, her ikisinin de savaşta azimkâr olmalarını onlar telkin

etsinler diye icat edilmiştir” diyor.

Stratejik bir oyun yani?

Tabii. İçki hakkındaki fasılla bitireyim. Bu en ilginç fasıllardan bir tanesi. “Her

sultanın diyor bir şaraphanesinin olması lazım” diyor. Kim olursa olsun her sultanın

bir şaraphanesi vardır. “Önemli olan bu şaraphanedeki şarapların şeriata uygun

olup olmadığıdır” diyor. Râvendî’ye göre asıl önemli olan içilenin şer’an caiz olup

olmadığıdır. Hangi içki haramdır hangisi değildir? İşte şu kadar kaynatırsan, bu ka-

dar kokutursan haram olur. İşte 100 derece değil de 80 derece ısıtırsan helal olur

vs. bunu tartışmaya başlıyor. Çok içilip sarhoş olunursa günaha düşüleceği, sarhoş

olunmayacak kadar içilirse bunda bir şey olmadığına dair sanki biraz da haddini

aşan birtakım ifadeleri var.

Meşrulaştırmaya mı çalışıyor?

Aslında tam öyle değil.

Bu yorumlar nadir midir?

Yok, nadir değil.

Dönemine göre ya da ne bileyim İstanbul tarihindeki yapılan tartışmalara göre…

Page 58: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

57

Anadolu Kronikleri

Yani şu kadar söyleyeyim, mesela fıkıhta bu tartışılan bir konu. Nebiz diye bir

şey belki duymuşsunuzdur. Nebiz içmenin helal ya da haram olup olmadığı çokça

tartışılıyor. Bu üzümün ne kadar kaynatılıp kaynatılmadığı, oranın ne kadar olup

olmadığıyla alakalı bir konu ve fıkıhta bu çokça tartışılmış bir şey. Râvendî de işte

biraz işin o ucundan tutuyor. Bununla ilgili kendince izahlar getirmeye çalışıyor.

Kendisi şarap içmenin haram olduğunu kabul ediyor zaten. Fakat müselles içmek

helaldir diyerek oradan bir kapı açıp işte hangi şarap helaldir? Hangisi değildir? Ne

zaman helal olur? Ne zaman haram olur? Bunu tartışmaya başlıyor.

Müselles içmek?

Müselles, teknik olarak ben de tam bilmiyorum ama kaynatılarak üçte biri kal-

mış üzüm suyu. Dediğim gibi oranları tartışıyor burada. Ama bizim metinden hare-

ketle bunun nasıl bir şey olduğunu bilmemiz zor.

Meşruiyet arayışı gibi gelmedi bana. Sanki adam ciddi ciddi hesap yapmış.

Mesela Keykavus’u hatırlıyorum da, şimdi evet içki haramdır diyor. Bunu biliyoruz

ama şunu da biliyoruz; öyle ya da böyle içeceksin sen bunu, o zaman iyisini iç. Yani

o da mesela bir sürü ayetler, hadisler zikrediyor.

Ama o meşrulaştırma değil yani. Kaçınılmaz son gibi bir şey.

Buradaki de meşrulaştırma gibi gelmedi bana.

Ben zaten meşrulaştırıyor demedim. Ama tartışmayı buraya döküyor. Ne zaman

helal olur? Ne zaman haram olur? Şarabın da içkinin de helali vardır diyor, hatta

faydalarından da bahsediyor. Hazmı kolaylaştırır vs. gibi.

Başında zaten bir meşrulaştırma var yani. O nebiz dediğiniz şeyi ben duymuş-

tum. Alimler bir alan açıyorlar sanki oradan.

Ama buna meşrulaştırma dersek yanlış olur. Mesela nebiz içmekle ilgili anla-

tılan bir şeydir: -Yanlış hatırlamıyorsam- Hz. Ali’nin misafirine nebiz ikram ettiği,

misafirinin bir süre sonra sarhoş olduğu, sonra da Hz. Ali’nin ona had cezası uy-

guladığı anlatılır. Misafiri de hem içiriyorsun hem dövüyorsun dediği zaman da Hz.

Ali’nin ‘ama sarhoş olmaman lazımdı’ şeklinde mukabelede bulunduğu şeklinde

bir rivayet var. Bu çokça tartışılıyor. Mezhepler arasında da farklı görüşler var. Bu

tamamen fıkhî bir konu yani. Râvendî de bir ucundan tutmuş ve kendince bir takım

cevaplar getirmiş buna.

Şöyle diyebilir miyiz? Meşrulaştırmaktan ziyade meşru olanı arıyor gibi?

Zaten meşru olan şeyi kendince tarif ediyor. Ama onun meşru dediği şey haki-

katen meşru mu? Bunun fıkhî açıdan ayrıca tartışılması gerekir.

Page 59: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

58

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

At yarışı ve ok atmakla ilgili olarak ise bunları sultanlara tavsiye ediyor çün-

kü bunun bir anlamda cihada hazırlık anlamı taşıdığı için yapılması gereken şeyler

olduğunu belirtiyor. Eğlence için avlanmak hükümdarlar için helaldir diyor ve baş-

kaları için helal olmadığını ima ediyor sanki. Burada da mesela uzun uzadıya han-

gi av helaldir? Hangisi değildir? Nasıl avlanırsa helal olur? Nasıl öldürülürse helal

olmaz? Etlerinin hangi durumda yenmesi caizdir? Hangi durumda caiz değildir? vs.

gibi konulardan bahsediyor. Yani bir fıkıh usulü kitabında tartışılan konuları burada

da tartışmış sanki.

Kendisinin kelam veya fıkıh dersi alıp almadığına dair bir bilgi var mı?

Mesela Hanefîlikten bahsederken uzun uzadıya orada Hanefîliği övücü ifadeleri

var. İyi bir Hanefî olduğunu biliyoruz ama ne okudu, tahsili ne derece idi? Bunu

kitaptan anlamak çok zor. Benim görebildiğim kadarıyla ikincil literatürde de buna

dair bir şey yok.

Saraydaki görevi?

Saraydaki görevi şu; dayıları güzel yazı yazma yani hat konusunda uzman isim-

ler. Sultan Tuğrul’a bu konuda hocalık yapıyorlar. Hatta Sultan Tuğrul’un kendisi

bir Kur’an yazmaya başlıyor. Hattı iyice ilerlettikten sonra tezhip işini dayılarına ve

Râvendî’ye havale ediyor. Bir hocalık ilişkisi söz konusu o dönemde. Son olarak

güzel yazı yazmaktan zaten bahis açıyor en sonunda, burası da yine çok detaylı bir

bölüm. Arapça bir harf nasıl güzel yazılır, mesela “ha”yı nasıl güzel yazacaksın?

Güzel “he” nasıl yapılır? Nerden başlanır, ne kadar yuvarlanır vs. Buna dair mesela

o kadar detaylı şeyler var ki konuyla ilgilenen arkadaşların görmesi lazım bunları.

Harfler nasıl güzel yazılır? Rakamlar nasıl güzel yazılır? Buna dair teknikler neler-

dir? Genel olarak benim eser hakkında söyleyeceklerim bu kadar. Yani her şeyini

Âl-i Selçuk’a borçlu bir adamın yeniden o parlak günlere duyduğu özlemle ve yeni-

den o eski günlerine dönme amacıyla yazılmış bir eser gibi duruyor. Çok da kesin

söylemeyeyim ama.

Hem Selçukluların hem kendisinin.

Selçuklu dönemine dair zaten bir hasreti var. Kendisi de yeniden o parlak gün-

lere duyduğu özlemi yine Selçuklu ailesiyle inşa edebileceğini düşünüyor muhte-

melen. Zaten Hârizmşahların bölgeye gelmesiyle birlikte çok büyük karışıklıklar

başlıyor orada. Yani istese de bir dala tutunması mümkün değil. Tuğrul’un öldürül-

mesinden sonra siyasî olarak alt üst oluş var. Mesela, “Hârizmşahların gelmesiyle

birlikte Iraklılar gözden düştü” ifadesi önemli. Yani artık muhtemelen Irak uleması,

ümerası, artık kim varsa tamamen devre dışı kalıyorlar ve bunların arasında ken-

disi de var şüphesiz. Bir ikbal ümidi yok, yani kaldığı Hemedan’da. Bunu tekrar

yakalayabilmesinin yolunun da Âl-i Selçuk’tan geçtiğini düşünüyor herhalde. O yüz-

Page 60: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

59

Anadolu Kronikleri

den Konya’ya geliyor ve bu eseri yazıyor. Zaten eserde de açık açık kendisi de yeri

geldiğinde, aralarda böyle bir beklentisinin olduğunu söylüyor.

Evet, ağzınıza sağlık. Ekleyeceğiniz soracağınız şeyler varsa biraz tartışmaya

devam edelim.

Merak ettiğim iki mesele var; halifelik hakkında bir fikri/zikri var mı? Bir de

halifenin sultanla ilişkisini merak ettim.

Klasik anlamda Selçuklu-Abbasî ilişkilerine dair bir şey söylüyor mu diye soru-

yorsanız burada bir şey yok. Abbasî halifesi üzerinden hiçbir şey anlatmıyor. Yani

Abbasî halifesinin sadece ismi eserde geçiyor.

Sultana Allah’ın gölgesi diye bir unvan veriyor, halife ne oluyor?

Bilmiyorum. Cevabı yok Râvendî’de.

Bir de ümera ve vezirler. Hani olumsuz durumlarda genellikle onlara bir

gönderme olduğunu söylemiştin. Burada acaba kendisiyle onlar arasında -hani satır

aralarından okunabilir mi- bir mücadele veya da onlara alakalı bir çekişmesinden

bahsedilebilir mi? Aşırı bir yorum mu olur?

Kendisinin ümerayla arasındaki dostluktan da düşmanlıktan da bahsetmiyor.

Ama kitabın yazılış gayesi düşünülürse faturayı Âl-i Selçuk’a çıkarmasını da bek-

lemek, kitabın yazılış amacına aykırı bir durum olurdu. Ama bu tamamen benim

şahsi yorumum.

Biraz stratejik olmuş yani.

Stratejik davranmış olabilir, bunun böyle olduğunu düşünüyor olabilir. Metin

içerisinde vezirin ve hacibin önemine dair çok sık atıf var. Râvendî’nin devlet ida-

resine bakışı ve siyasetten anladığı şey, burada vezirler ve ümera takımı çok kri-

tik olabilir ve faturayı onlara çıkarırken sadece bir suçlama anlamında değil onları

hakikaten devleti idare eden, devlet için önemli olan insanlar olarak gördüğünden

olabilir. Böyle düşündüğü için bunların yaptığı hatalar sonucu buralara gelindi diye

düşünüyor olabilir. Ama Âl-i Selçuk’a çıkarmasını açıkçası metinin genel karak-

terinden beklemezsiniz. Keyhusrev’e sunulmuş, tamamen her yerinden anlaşılan

bir metin bu. Metnin her sayfasında, her başlığın altında mutlaka Keyhusrev’i övü-

cü, taltif edici, yüceltici ve beklentilerini dile getirdiği ifadeler bulmak mümkün. Bu

çerçevede Âl-i Selçuk’un kabiliyetsizliğini ve hatalarını dile getirip faturayı onlara

çıkarmasını beklemek çok doğru değil. En iyi ihtimalle şunu yapıyor, “bak ben sana

anlatıyorum şunlar şunlar hatalardır, sen bunlara düşme”. Yani genelde Âl-i Sel-

çuk’u çok güzel anıyor.

Page 61: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

60

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

Baya çok yönlü bir yazar. Hani spor yorumu yapıyor, yani askeri strateji…

O yüzden dedim, siyasetnâme ve nasihatnâme açısından eser ele alınıp çok de-taylı bir çalışma yapılması lazım.

Yoksa Selçukluların siyasî ve sosyal tarihine dair fazla bir bilgi yok?

Bir şey yok diyemem, yani bu bakan gözle alakalı bir şey. Ben mesela kendi çalıştığım alanda sosyal tarih ve ilim-ulema gibi konular üzerine çalışıyorum. İster istemez o kalıplarla yaklaşıyorsunuz metne. Ama şu kesin; siyasetnâme-nasihat-nâme literatürü açısından değerlendirilmesi gereken bir eser. Ne kadar orijinal, ne kadar değil ortaya konması gereken bir eser benim görebildiğim kadarıyla. Bir değeri, bir önemi varsa ilk önce bu husus ön plana çıkarılabilir.

Hiç atıf var mı? Yani şu konuda şundan aldım şeklinde, yoksa tamamen böyle araştırılıp incelenerek tespit edilmesi mi gerekir?

Mesela şiirlerle ilgili bu tip atıflar çok fazla. Birisinin şiirini naklederken konuyla ilgili “falancanın şiirini naklediyorum” derken bu tip atıflar var.

Hazır şiirden de bahsetmişken genelde çağdaşı olan şiirlerden alıntılar mı var?

Çağdaşı da var, öncesi de var.

Öncesi de var, yani hepsi çağdaş değil bilinçli olarak?

Kendi şiirleri de var mesela

Onların sahiplerini söylüyor mu?

Hepsinin değil tabii, ama yeri geldiği zaman isimlerini söylüyor. İsim vermeden naklettiklerinin, ya da benim dediği şiirler ne kadar kendisinin onları da ayrıca tespit etmek lazım tabii. Çünkü çok fazla şiir var gerçekten. Beyit, darbı- mesel, ibret verici hikaye vs. Bazen hakikatle hikayenin karıştığı yerler de var.

Onu soracaktım ben de. Yani normalde bu tür eserlerde menâkıb ya da kıssa çok fazla oluyor. Temelde onlar üzerinden anlatılıyor. Bunların varlığı ne düzeyde eserde? İkincisi de referans arasında ayet, hadis var mı?

Eserde bu şekilde bir anlatım tarzına örnek hiç hatırlamıyorum. Varsa da bilmi-yorum yani belki bir iki yerde geçiyordur. Ayet, hadislerle ilgili mesela İmam-ı Azam ve Hanefî mezhebinden bahsederken uzun uzadıya övgüyle bahsediyor, o bölümler-den sayfalarca fasıllarda İmam-ı Azam’ı övücü Hanefiliği tahkim edici birçok hadis rivayet ediyor. O hadisleri okurken benim de dikkatimi çekmişti. Bunların sahihli-ğinin ortaya konması gerekir tabii. Kendisi bu hadisleri rivayet ederken herhangi bir kaynak belirtmiyor. Bunların hepsinin tahric edilmesi gerekir. Bazılarının ise

Page 62: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

61

Anadolu Kronikleri

çok bariz bir şekilde uydurma, sonradan tedavüle sokulmuş şeyler olduğunu fark ediyorsunuz. Ama bazılarının da hakikaten ne kadar sahih olup olmadığına ayrıca bakmak lazım.

Onların dışında çok fazla kullanmıyor sanırım.

Onun dışında yok, hayır. Yani mesela Âl-i Selçuk’tan bahsederken öyle hadis veya ayet referansı yok.

Diğer mezheplere yaptığı eleştiri var mı? Ya da bakışını gösterecek bir ifade? Mesela Nizâmülmülk’ün Şâfiîliğiyle ilgili kullandığı ifade neydi?

Nizâmülmülk için çok tutucu, sağlam bir Şâfiîydi diyor ve bunu Âl-i Selçuk’un Hanefîliği himayesinin hemen arkasından söylüyor. Selçuklular Hanefîleri himaye ettiler ve Hanefilîk onlarla güçlendi diyor. Ama bunun nasıl olduğuna dair bir şey söylemiyor. Yani bize keşke bazı şeyler söylese veya Nizâmülmülk’ün Şâfiîliği üze-rinden keşke bir şeyler anlatsaydı.

Eser biraz genel çerçeveden bakıyor sanırım, detaylara fazla değinmiyor gibi. Melikşah’ın öldürülmesine mesela.

Hani beklemek ne kadar doğru ayrı mesele ama keşke anlatsaydı diyor insan. Ama metinde ehl-i sünnetle, ehl-i sünnet dışı mülhitlerin -Hasan Sabbah ve taifesi-nin- arasında bir mücadelenin olduğunu görüyorsunuz. Ama onun da detayına dair hiçbir şey söylemiyor bize.

Râvendî eseri yazdıktan sonra ikbaline erdi mi?

Râvendî bu metni yazdıktan sonra ne oldu? Râvendî’nin ne olduğunu bilmiyoruz. Büyük Selçukluların Irak ve İran’da hanedanı ortadan kalktı. Anadolu’da ise Anado-lu Selçukluları devam ediyor. Fakat Râvendî’nin bundan sonraki hayatına dair bir şey bilmiyoruz.

Bir geçiş sürecine denk geldiği için aslında bir şey de beklenemez yani.

Hemedan’daki hayatından daha iyi bir hayat sürmüş olduğu kesin. Çünkü He-medan’daki hayatını anlatırken Hemedan’ı, coğrafyayı, o bölgeyi, yaşadıklarını, çok büyük sıkıntılar, zulüm, haksızlık, hukuksuzluk vs. üzerinden anlatıyor. Konya’ya gelip bu eseri Keyhusrev’e sunduktan sonra daha mutlu bir hayat sürmüş olduğunu tahmin edebiliriz.

Konya’ya dair bir şeyler var mı?

Yok, hayır hiçbir şey yok.

Page 63: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

62

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

Bugün adalet dairesi dediğimiz metni çağrıştıracak cümleler silsilesine rastladın mı?

Bizim klasik anlamda o daireyi bize ihsas edecek bir şey yok. Ama doğrudan böyle bir daireyi değil de, anlattıkları üzerinden, aslında bir yönüyle Râvendî adalet dairesini anlatmaya çalışıyor diyebilirsin rahatlıkla.

Son bir şey söyleyeyim sonra soru yoksa kapatalım isterseniz. Bu verdiğin tablodaki bahsetmediği isimlerden niçin bahsetmemiş olabilir sence?

Bahsetmediği isimler, zaten diğer Selçuklular. Şimdi, Büyük Selçuklularla başlıyor, anlatıyor ve sonra Büyük Selçuklular yıkılıyor. Biz ona Büyük Selçuklular yıkılıyor diyoruz, aslında Irak Selçuklularıyla devam ediyor iş. Biz bugün ona Irak Selçukluları diyoruz. Büyük Selçukluların yaşadığı coğrafyada Âl-i Selçuk’un sona eriş silsilesi bu silsile. Anadolu’ya gidenler yok, mesela Anadolu Selçukluları yok. Suriye’ye gidenler yok. Tutuş mesela, onlar Suriye Selçukluları... Tuğrul’un diğer kardeşleri var, onlar silik karakterler, hüküm sürmemişler vs. Bu sadece o silsileyi takip etmiş. Atladığı bir isim var mesela bu listede olup da metinde geçmeyen. Onu niye zikretmiyor, bilmiyorum. Belki Selçuklu siyasî tarihi okunduğunda daha rahat görülebilir.

Anadolu’ya ilk gelenlerle ilgili bilgi var mı?

Yok. Ayrıca eserde sosyo-kültürel tarih açısından da malzeme çok sınırlı.

Evet, tekrar teşekkür ederiz.

Dinlediğiniz için ben teşekkür ederim.

Ağzınıza sağlık. Size de çok teşekkürler arkadaşlar. Önümüzdeki programda Yazıcızâde’nin bir başka kaynağından İbn-i Bibi’yi tartışacağız. Önümüzdeki ay gö-rüşmek üzere.

Page 64: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

63

el-Evâmirü’l-alâiyye fi’l-umûri’l-alâiyye, İbn Bîbî

Sara Nur Yıldız

Dr., İstanbul Orient Enstitüsü

Bugün Anadolu Kronikleri toplantılarının dördüncüsünü gerçekleştireceğiz. Sara Nur Yıldız Hanım konuğumuz. İbn Bîbî’nin el-Evâmirü’l-Alâiyye fi’l-Umûri’l-Alâiyye adlı eseri üzerine konuşacağız. Sara Nur Hanım Chicago Üniversitesi’nde doktorasını tamamladı. Selçuklu, Moğol, Osmanlı öncesi ve erken dönem Osmanlı üzerine uzmanlaşmış, aynı zamanda da Orient Enstitüsü’nde araştırmacı olarak bulunuyor. Buyurun Sara Nur Hanım.

Herkese teşekkür etmek istiyorum geldiğiniz için. Akademik sunum için Türkçem çok iyi değil, sabrınızı rica ediyorum. Türk Tarih Kurumu basımevinden çıkan belki hayatımdaki en önemli kitap İbn Bibi’nin kitabıdır. Farsça bir metin; aynen neşredilmiş ve bir indeks ilave edilmiştir. İndeks çok önemli bir katkı olmakla birlikte keşke bazı kavramların Osmanlıca-Türkçe karşılığı da verilseydi diyorum. Zira geçmişteki ifadelerle bugünkü Türkçe arasında bazı nüanslar tam olarak ortaya çıkmıyor ve bu büyük bir problem oluyor. Neyse biz eserimize dönelim. el-Evâmirü’l-Alâiyye fi’l-Umûri’l-Alâiyye bizim Selçuklu dönemi için ana kaynağımızdır. Bu eser olmasaydı aslında Selçuklu dönemi üzerine fazla bir şey

Page 65: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

64

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

bilemezdik. Bildiğimiz çoğu şey bu metinden çıkıyor. Fakat maalesef, bu en önemli metnimiz üzerine fazla analitik bir çalışma olmadı şimdiye kadar: Bu metin nasıl yazıldı, nasıl okumamız lazım diye. İşte ben bu konu üzerine yaklaşık on senedir çalışıyorum. Birkaç ay sonra da benim hazırladığım halini bitireceğim ve yayınevine metni vereceğim. Artık başka bir konuya geçmek istiyorum.

Bu konudan sıkıldınız mı?

Yok, hiç sıkılmam. Ben bir Osmanlı tarihçisi olarak Chicago Üniversitesi’nde öğrenciliğe başladım. Bütün dersler genellikle Ortadoğu tarihi ve aynı zamanda ortaçağ tarihi ile ilgili idi. Tezim de XV. yüzyıl üzerine olacaktı. İbn Bibi’yi sonra keşfettim. Karamanoğlu üzerine çalışacaktım ve İbn Bibi’de nasıl geçtiklerine dair bir bölüm yazacaktım. Neyse ben İbn Bibi üzerine çalışmaya başladıktan sonra metni bırakamadım. Moğol dönemi Anadolu üzerine bir tez ortaya çıktı. Karamanoğulları rafta kalktı bir şekilde. Şunu söyleyebilirim: Gerçekten dönemin Osmanlı tarihi eserlerini iyi okudum. Geçenlerde yayınlanan bir kitaba da Farsça yazılmış olan Osmanlı tarihi eserleri üzerine bir bölüm yazdım. İbn Bibi gibi başka bir eser yok. Onun üslubu, derinliği, retoriği, hikayesi harika. Böyle bir hikaye yok. Bunun hikayesini bugün anlatacağım.

İbn Bibi metnini nasıl okuyalım? Önce başlığına bakalım el-Evâmirü’l-Alâiyye fi’l-Umûri’l-Alâiyye. Bunu mesela ben İngilizceye “exalted orders” ya da “the most exalted orders” olarak çevirebilirim. İngilizce’de “the most exalted” daha hoş geliyor kulağa. Türkçe’ye ise “En İyi İşlerde En Âli Emirler” gibi bir çeviri belki uygun. Yani bu başlık aslında çok retorik içeriyor. Somut bir şey değil, soyut anlam içeriyor. Niye böyle bir başlık verdi İbn Bibi? Hiçbir zaman Selçukname diye adlandırmadı. Bu, sonradan takılan bir addır. Türkçe edebi sanat olarak çok önemli bir şey var bu isimde: Kinaye. İlk kısımda, bu ulvi işlerle ilgili olarak Atâ Melik Cüveyni’nin emirlerinin yanı sıra Allah’tan gelen emirleri de kastediyor. İkinci kısımda ise “ulvi işler” ile Alaaddin Keykubat’ın durumu veya olayları da kastediliyor. Tarihi bağlam şöyle: Cüveyni (Atâ Melik) çok önemli bir şahıs ve Alaaddin Keykubat da bildiğimiz en önemli Selçuklu sultanı. Burada bir şey görüyoruz, bir yandan İlhanlı dönemi en önemli devlet adamlarından bahsediyoruz diğer yandan en önemli sultandan. Bu ne demek? Bu eserin ismi aslında bu eserin iki esas noktasına değiniyor. Moğol hakimiyeti altında Bağdat’ın ilk valisi Atâ Melik Cüveyni’dir ve emirleri verir. Fakat Anadolu Selçuklu saltanatı sırasındaki en parlak dönem Alaaddin Keykubat zamanında yaşanmıştır. En ulvi işler Alaaddin Keykubat zamanında olmuştur. Atâ Melik Cüveyni’nin aynı zamanda bizim müellifimizin hâmisi olduğunu düşünürsek bir taraftan Moğol, diğer taraftan Selçuklu’yu bir arada ifade etme gayreti açıkça görülür. Dolayısıyla bu metin sadece Selçuklu tarihini anlatmak için yazılmadı.

Page 66: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

65

Anadolu Kronikleri

İbn Bibi “Konya’da bir Selçuklu tarihi yazayım; belki birisi beğenir” gibi bir şey

dememiştir. Bu bir emirdir. Hem de çok önemli bir bağlamda yani 1277 senesinden

sonra gelen bir emirdir. Malum bir isyan söz konusudur. Konya’yı Türkmenler yani

Karamanoğulları işgal etti, aynı zamanda Kayseri’yi de Baybars işgal etti. İki travma

yaşanıyordu bu dönemde. Abaka Han, o dönemdeki İlhanlı hükümdarıdır ve gelip

her şeyi yoluna koyuyor. Ama sadece askerî bir şekilde yoluna koyuyor. Esasen

Anadolu’nun yönetimini oturtmak gerekiyordu ve bu iş Han tarafından Şemseddin

Cüveyni’ye verildi. İki tane Cüveyni’den bahsediyoruz şimdi. Aynı zamanda İbn

Bibi’nin iki hâmisinden: Atâ Melik Cüveyni -Bağdat valisi- ve ikincisi Şemseddin

Cüveyni. Şemseddin Cüveyni’nin işi Anadolu’yu sakinleştirmek, yani yeni bir finansal

ve idari bir düzen kurmaktır. Anadolu’ya geliyor, geziyor ve bu arada galiba tahmin

edebiliriz İbn Bibi’ye geliyor. Ve İbn Bibi’ye “şöyle bir şey yazar mısınız?” diyor. İbn

Bibi, eserinde “benden istendi” diyor zaten.

Kösedağ Savaşından sonra mı?

Bu, Kösedağ savaşından çok sonra. 1277 senesinde isyanın bitişi ile Cüveyni

geldi ve eser yazılması talimatını verdi. Kösedağ 1243 senesinde olduğuna göre

30 seneden fazla bir zamandan bahsediyoruz. Moğol hakimiyeti sarsıldı bu isyanla

birlikte. Yani bu eserin yazılışının sebebi bu isyandan sonra Moğol hakimiyetini nasıl

oturtabiliriz diye bir teşebbüs, bu benim iddiam. Bunun üzerine bir şey yazmıştım.

Cüveyni sadece bir Selçuklu tarihi istemedi; nasıl bu tür bir karışıklık ortaya çıktı,

bunu anlatan bir metin istedi galiba. Niye başkaldırdılar bu Selçuklular ve Anadolu

saltanatı nasıl yönetilmeli diye esaslı iki soru soruluyor bu metinde. Bu esaslı sorular

aslında Cüveyni’den gelen bir emirdir demek istemiyorum ama bu düşünceleri,

görüşleri İbn Bibi’yle paylaşmış ve İbn Bibi de çok önemli ilişkisi olan Cüveyni için

bu eseri kaleme almış ve bu meseleleri işlemiş olmalı diyorum. İbn Bibi, Cüveyni

için sadece Konya’da oturan bir insan değildi; Cüveyni aslında Bağdat’ta oturuyordu

ama İbn Bibi’nin ailesi ile Cüveyni arasında bir tanışıklık vardı. Cüveyni bir ağ

içinde idi ve Moğollardan önce belki biliyorsunuz Harizmşah için çalışıyorlardı. İbn

Bibi’ler de biliyorsunuz Harizmşah için çalışıyorlardı. Cüveyni’nin dedesi ve İbn

Bibi’nin dedesine bakarsak; Cüveyni’nin dedesi galiba Harizmşah’ın divanbaşısıydı

ve o divanda yani bürokraside İbn Bibi’nin ailesi de çalışıyordu. Annesi de çok

önemliydi, hatta babasından daha önemli: Müneccimbaşı idi. Harizmşah’ın acayip

bir hikayesi var; bu Harizmşah Moğollardan sürekli kaçıyordu, 10 sene kadar. Nasıl

biliyor musunuz? Onun yanında bir müneccim vardı, yani İbn Bibi’nin annesi. Ne

zaman hareket etmeleri gerektiğini astrolojik yöntemlerle tahmin ediyordu. Doğru

da tahmin ettiği için meşhur oldu. Ama sonra Harizmşah öldürüldü ve İbn Bibi’nin

annesi ile babası da Şam’a kaçtılar ve orada kaldılar. Sonra Alaaddin Keykubat,

hikayesini duyunca onu çağırdı yanına. O sıralarda Harput’u almaya çalışıyordu

(1234 yılları) Alaaddin Keykubat ve onu denemek istedi. Bibi Hatun çok doğru

Page 67: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

66

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

tespitler yaptı; ne zaman hareket etmesi gerektiğini söyledi ve Harput alındı. Ondan sonra ödül olarak kendisi müneccim, kocası da (Mecidüddin Muhammed) divanda tercüman yapıldı. Bu kadar anlatıyor İbn Bibi, maalesef sonrasını bilmiyoruz; annesi ile ilgili de başka bir bilgimiz yok. Ama babası 1272 senesinde ölmüş. Sonuç olarak, İbn Bibi’nin ailesi çok soylu bir alim ailesinden geliyor. Bunların hepsi Cüveyni’yle beraber bir ağ içinde zaten. İlginç olan, Harizmşah’tan sonra ikisi farklı yerlerde Moğollar için çalışıyorlar. Bunu İran’da bürokrasinin devamlılığını gösteren bir şey olarak da değerlendirebiliriz. Devamlılık aslında çok önemli bir unsurdur Ortadoğu tarihi için; çünkü devlet değişir ama siyasi kültür tamamen değişmiyor. Çünkü orada sabit bir şey var: Ulema ve bürokrasi. Devlet geliyor, gidiyor; bürokrasi ve ulema istikrarı sağlıyor ve devlet yönetimine devam ediyor.

Charles Melville’den esinlenerek diyebiliriz ki Cüveyni’nin amacı bir Bağdat valisi olarak ya da sahib-i divan-ı İran ya da bir vezir olarak İslam dünyasını bu pagan Moğollardan kurtarmaktır. Cüveyni’nin esas projesi budur. Melville bir de İslamlaştırmadan bahsediyor, yani Pagan Moğol devlet yapısını İslam müessesesine dönüştürmek ve güçlendirmekten. Düşünün Bağdat 1258 senesinde fethedildi Moğollar tarafından ve Abbasiler yok oldu. Belki İslam tarihinde bundan daha büyük bir travma olmadı. Bu acayip bir travma. Bu olayın arkasından ise Ata Melik Cüveyni’yi Bağdat valisi olarak tayin ediyor Hülagu Han. Hülagu Han öyle bir yetki veriyor ki adam istediği gibi medreseleri, camileri, yani tüm bu vakfedilmiş dini müesseseleri yeniden hem de eşiyle beraber inşa ediyor eski Bağdat’ın yerine. Hem de burayı önemli bir İslam merkezi olarak ihya etmeye çalışıyor.

İkinci olarak çok ilginç bir şey yapıyor Cüveyni. Malum halifelerin çok önemli rolleri vardı İslam dünyasında ve Bağdat’ın kadi’l-kudât’ını (baş kadı) da tayin ediyordu. Şimdi ise Cüveyni, bu tür tayinleri hem Bağdat hem de Irak için yapmaya başlıyor. Irak’ta baş kadı olarak İzzeddin b. Zencâni kalıyor ama kendi adamı Siracettin İbn Ebu’l-Firas el-Hanisi‘yi Cüveyni Bağdat’a kadi’l-kudât olarak tayin ediyor. Zencânî yerine bu ismin atanması, ulemanın hiyerarşisine müdahale oluyor bir anlamda. Yine çok önemli bir hatip pozisyonunu Ulucami hatibini tayin ediyor. Bununla da kalmayıp Cüveyni, Şems-i Duha ile evlendi yani son Abbasi halifesinin eşiyle. Kardeşi Şemseddin’in oğlu Harun’u da başka bir Abbasi prensesi, el-Mutasım’ın kızıyla evlendiriyor. Böylece Cüveyni, Abbasi ailesinin bir parçası olmaya çalışıyor. Sanki Cüveyni kendisini sadece bir Moğol valisi olarak görmüyor Bağdat’ta, Halifenin rolünü üstleniyor.

İlhanlılar da henüz Müslüman değil yani.

Evet. İlhanlılar biliyorsunuz iki senelik bir saltanat yürüten Ahmet dışında Gazan Han zamanında İslamlaştırılıyor tam anlamıyla. Önceden, Moğollar pagan ama idari sınıfı Müslümandır. Cüveyniler Müslümanlık için gerçekten bastırıyor ama

Page 68: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

67

Anadolu Kronikleri

başı derde giriyor. Bu Cüveyni hikayesini niye anlatıyorum; bu metinle çok ilişkili, anlatacağım size sabrederseniz. Cüveyni’nin başı neden derde giriyor? Prens Abaka Han ölüyor ve Argun, han olmak istiyor ama han olamıyor çünkü onun amcası Ahmet han oluyor. Argun Han aynı zamanda çok koyu dindar bir Budist ve Argun Han’ın yanında bir Budist ekip var. Bunlar çok fanatik ve aktif Budistler. Zira, Argun

Han tahta çıkınca çok kısa bir süre içinde camiler yıktırılıyor. Besbelli ki büyük bir

rekabet ve çekişme vardı bu Budist ve Müslüman grupları arasında. Cüveyniler

de bundan nasibini alıyor. 1283 senesinde Atâ Melik Cüveyni bir kalp krizinden

ölüyor çünkü Argun Han’ın onu idam ettireceğini öğreniyor. Kardeşi Şemseddin ise

sonraki sene idam ediliyor. Budistlerin kurbanı oluyorlar. Cüveyni’nin hikayesi de

böylece bitiyor. Bu hikaye çok önemli bizim konumuz için çünkü Cüveyni bu eseri

yazdırdığı zaman Cüveyniler hakkında nasıl denir sürekli suçlamalar çıkartılıyordu

onları alaşağı etmek için...

Tezvirat, Entrika…

Tezvirat güzel kelime, tamam. Bu tezvirat süreci ne zaman başladı? Suç nedir?

Cüveyniler, Memluklerle işbirliği içinde ve Bağdat’ı aslında Memluklulara vermek

istiyorlardı diye bir suçlama yapılıyordu. Başka bir suçlama, bu Cüveynilerin çok

zengin olmasıydı. Yani halktan çok para saklayıp, bu parayı gömüyorlardı. Üçüncüsü

de Abaka Han’ı aslında zehirlemiş Atâ Melik Cüveyni.

Benzer şeyler Nizamülmülk için de vardı mesela.

Tabi ki onun da çok düşmanları vardı. Ama burada Cüveyni’yi indiren herhangi

bir hareket değildi, bu Budist ekipti. Ayrıca, Moğol bir generalin babası (Tuku Ağa)

1277 senesinde Memluklerle yapılan bir savaşta ölmüştü. Onun için de Memlukler

en büyük düşmandı ve onlar da Cüveyni’yi Memluklerle işbirliği yaptığını söyleyerek

suçladı. Delilim yok ama Bağdat’taki bazı Müslüman kesimden de Cüveyni’ye tepki

olabilir. Zira Abbasi halifesi olmadığı halde onlar gibi davranıyordu ve ulemaya

yaptığı müdahale kendisine düşmanlar üretmiş olabilir. Bu tezvirat dönemi ile

İbn Bibi’ye kitap yazma emri örtüşmektedir. Dolayısıyla bu eser aynı zamanda

Cüveynilerin bir savunmasıdır. Eserin 15-20 sayfası sırf övgüdür. Hiçbir Osmanlı

eserinde bu kadar övgü yok. Bu metin için önemli bir şey. İkinci sayfaya bakalım Atâ

Melik’e gelince Seyyid-i selatîn-i zaman diyor...

Zamanın sultanlarının efendisi…

Evet. Metin biraz garip. Farsça ve Arapça karışımı -görüyorsunuz- ve çok önemli. Hulefa-i raşidin ile bitiriyor bu kısmı, varis kelimesini kullanarak, görüyor

musunuz? Bu sadece belki retorik olabilir.

Böyle bir niyeti var yani.

Page 69: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

68

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

O yüzden hikayeyi anlattım size. Bu adam gerçekten Bağdat’ta o halifeliğin boşluğunu dolduruyordu ve “varis” oluyordu. Ve sadece Atâ Melik’le bitirmiyor bu övgü kısmını Şemseddin de var.

Selçuklular bile kullanmadı bu unvanı, yani “varisi”.

İki katman var bunu göstermeye çalışayım. Bu Cüveyniler, pagan Moğol altında

İslam dünyasını korumayı amaçlamışlar ve önemli olan budur; Selçuklu saltanatı

bunların altındadır -ona da geleceğim zaten-. Şemseddin de çok önemli, çünkü

Anadolu’ya geliyor ve Anadolu’yu düzeltiyor. Anadolu saltanatının her şeyine

müdahale ediyor. Bu Şemseddin hakkında İbn Bibi bakın ne yazıyor: “Bu dünyaya

Han’ın hizmetkarı olarak gönderildi ”.* Ama ilginç bir şey var. Bu metinde bir X var

gerçekten de metinde X yazılıyor. Bu çok önemli çünkü Moğol hanların ölümünden

sonra onun ismini kullanamazsınız. Bu yasaktır, tabudur, bir Moğol adetidir. Bazen

Sayın Han kullanılır. Mesela Batuhan öldükten sonra genellikle Batuhan’a Sayın

Han olarak hitap ediliyor çünkü Batuhan öldü ve ismini kullanamazsın. X yazılan han

kimdir bazen çözmek de zor olabiliyor. Claude Cahen bile karıştırmıştır. Dolayısıyla

metni okumak, anlamak için Moğol tarihini iyice bilmeniz gerekiyor. Hem de sadece

İlhanlı tarihi de yetmiyor. Hülagü’nün 1256 yılındaki Aksaray Savaşı’ndan sonra

malum İlhanlı dönemi başlıyor, öncesi Moğol.

İki katman demiştik biri Moğol diğeri Selçuklu bağlamlı. Selçuklu olayları

anlatılıyor ama kime? Selçukluyu bilmeyenlere. Genellikle bu Cüveyniler ve onun

çevresi yani İlhanlı idaresinde çalışanlar. O yüzden, Moğolların bildiği kısımları

anlatmıyor İbn Bibi ama modern okuyucu olarak biz bilmiyoruz. Abdülkadir Yuvalı

diyor ki İbn Bibi tarihinde manadan çok şekle önem verilmiş; birkaç cümleyle ifade

edilebilecek bir bilgi birkaç sayfaya sığdırılmış. Zaman zaman nadir kullanılan

kelime ve deyimlerle manadan uzaklaşılmıştır. Bu, çok sık görülen bir görüş ve bu

görüşten dolayı aslında metni tam anlamıyoruz. Oryantalist sendromu da diyebiliriz

buna. Retorik, gerçek olguları çıkarmaya engel oluyor. Okuyacağız ve “fact” yani

olguları çıkartacağız ve böylece iyice anlayacağız her şeyi. Bu görüşle elimizdeki

metne yaklaşıldı hep. Benim iddiam şu; eğer İbn Bibi metnini okumak istiyorsanız bu

retoriği ciddiye alacaksınız çünkü kitabın başlığından itibaren bu retorik çok manalı

bir stratejidir ve retoriği bir tarafa koyarsanız, bu metini okumuş da anlamış da

olmazsınız. Yuvalı yine diyor ki sık sık kullanılmış olan Arapça ve Farsça atasözleri

ve benzetmeleri eserin akıcılığını bozmuş ve okuyucu konunun dışında bırakılmıştır.

Ben diyorum ki aslında modern okuyucu zaten konunun dışında. Ama İbn Bibi’nin muasır okuyucu kitlesi yani Atâ Melik Cüveyni, kardeşi Şemseddin Cüveyni ve

onların çevresi yani Pagan Moğolları için görev yapan Müslüman İranlı bürokratlar

* Farsça (zate eşraf eşra bendegiye dergahe cehan behane padişahe ruyi zemin X müteveccehceh gerdan-i dent).

Page 70: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

69

Anadolu Kronikleri

ve aynı zamanda Selçuklular için çalışanlar hiç de konu dışında bırakılmış değiller.

Modern okuyucunun dışarda bırakılması sadece retorikten de değil zaten. Retorik

önemli ve ben onun üzerine çok çalıştım. Türkçede ne diyoruz eserin bu özelliğine...

Üslup

Üslup evet. Şimdi bunları bir kenara bırakalım. Moğol döneminde, Moğol devlet

adamından gelen emir ile yazılmış olan bir Selçuklu tarihiyle nasıl bir tarih olur?

Yani içeriği...

Evet içeriği nasıl? Övgü kısımlarıyla başlıyor. Sayfa sayfa yazdım; bütün metnin

burada bir taslağı var.

Hangi nüshadan?

Tek nüsha zaten. Buna bakmalısınız çünkü bazı şeyler yanlış çevriliyor. Özellikle

de retorik kısımları sadece Türkçe ile anlaşılacak gibi değil. Sonra Alaaddin

Keykubat’ın saltanatı anlatılıyor. Tam 263 sayfa. Bu eserin büyük bir kısmı. XIII.

yüzyıldan başlıyor aslına bakarsanız yani Keykubat zamanından. Çünkü Keykubat

zamanı Selçukluların zirvesidir, değil mi? Sonra Keyhüsrev geliyor ki felaket bir

dönem İbn Bibi’ye göre. Çünkü bu adam saltanattan yani hükümdarlıktan anlayan

bir adam değildi. Gerileme dönemi diyebiliriz bu döneme; Kösedağ savaşı ile Moğol

hakimiyeti başlıyor. Ondan sonra yani II. Keyhüsrev’den sonra 1282 senesine kadar

tahta geçen hiç yetişkin görmüyoruz; çocuklar saltanatı. Keyhüsrev ölüyor; arkasında

üç tane oğul bırakıyor ve en büyüğü dokuz yaşında. Bu dokuz yaşındaki çocuk bu

travma dönemini yönetemez. Kim yönetiyor peki? Onun devlet adamları. Bu dönemi

benim kitabımda “regency” olarak adlandırıyorum. Yani saltanat naibliği dönemi gibi

bir şey. Bir heyet oluşturulmuş o yönetiyor. Şemseddin el-Isfahani vezirlerden biri,

sonra Celalettin Karatay ki Moğol dönemi en parlak dönemi. Karatay aynı zamanda

elimizdeki metnin de kahramanlarından biri. Gulam kökenli, Müslüman olmuş, çok

dindar ve gerçekten çok önemli Sühreverdiyyeden biri. Şeyh Ömer Sühreverdi’nin

müridi olmuş. Onun döneminde her şey bir şekilde idare ediliyordu yani Moğollar

altında. O ölünce tekrar karışıklıklar başlıyor. Yetişkin olmaya başlayan sultanlar

birbirine giriyor. II. İzzettin Keykavus ve Rükneddin IV. Kılıçarslan kavga etmeye

başlıyor. Bu dönemde Pervane ortaya çıkıyor ve Pervane öldürüyor sultanı. Pervane,

ikinci “regent” gibi oluyor sanki. Ama o çok kötü bir adamdı İbn Bibi’ye göre, neyse

ona döneceğim.

Böylece dokuzuncu kısma geliyoruz. Pervane dönemi tam bir karmaşa,

isyan ortaya çıkıyor ve Pervane idam ediliyor. Memluklerle işbirliği yapmış diye

suçlanıyor. Sonrasında III. Keyhüsrev devam ediyor hükümdar olarak ama pek iyi

bir hükümdar değilmiş. Şimdi metin nasıl bitiyor bu çok önemli. Burada önemli

Page 71: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

70

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

bir nokta gündeme getiriliyor: II. Mesut’un -Keykavus’un oğlunun- ortaya çıkması.

Kırım’dan gelmiş Sinop’a ve Karadeniz sahilindeyken Samagar diye bir Moğol

valisiyle temas kurmuş. Orduya gitmesi, Han’la konuşması için karar veriliyor. Ve

Tebriz’de 1282 senesinde tahta çıkıyor. Aynı zamanda III. Keyhüsrev de var Selçuklu

sultanı olarak. Dolayısıyla iki tane sultan var denilerek metin bitiyor. Fakat metinde

sanki II. Mesut saltanatı kurtaracak, tüm ümitler onda… şeklinde bitmiş oluyor.

Akıbetini bilmiyoruz tabii çünkü bitiyor eser. Bir kelime daha yazmıyor. Sadece çok

ümitli, çok önemli, çok güzel bir padişah olacak deniliyor.

Malum II. İzzettin Keykavus kaçtı ve Bizans’a gitti sonra da Kırım’a. Moğollarla

çatışmış ve kötü adam olmuştu. Ama İbn Bibi şöyle bir hikaye anlatıyor ki aslında bu

İzzettin Keykavus, gençliğinden ve yanındaki kötü devlet adamlarından dolayı çok

hata yaptı. Kırım’da ölürken pişmanlığını ifade etmiş ve oğlu Mesut’tan Han’a gidip

görüşmesini, onun altında iyi bir sultan olacağını söylemesini istemiş. Bir anlamda

İzzettin Keykavus’un hatalarının affedilmesi isteniyor bu kitapta. Çünkü Mesut’un

kurtarıcı olarak ortaya çıkması için babasının ihanetinin temizlenmesi gerekiyordu.

Selçuklu sultanının Moğol hanlarına vefalı yani sadık olacağı söylenmek isteniyor.

Bu noktada Han adına ülkeyi yönetenleri unutmayalım: Cüveyni Atâ Melik ve

Şemseddin. O zaman bu İslami bir yapıdır da aynı zamanda. Han pagan olmasına

rağmen yöneticileri Müslümandı, dolayısıyla Sultan sadece Moğol hanlara değil

Cüveyni’ye de sadık kalacaktı o zaman. Pratikte, Selçuklu sultanı Bağdat’taki

Müslüman hükümdara sadık olacaktı. Böylece, İslam dünyasını iki Müslüman

hükümdar yönetmiş olacak ama Bağdat hükümdarı daha üstün olacaktı. Abbasi

ideolojisine göre de zaten böyle olması gerekirdi, değil mi? Bağdat halife, Selçuklu

da dünyevi bir güç olarak onun yardımcısı. Cüveyni böyle bir düzen kurmak istiyor.

Bilmem biraz anlatabildim mi?

Ağzınıza sağlık...

Bir saat oldu sabrettiniz, teşekkür ederim ama bir hikayeyle bitirmek istiyorum:

Kösedağ savaşının hemen ardından İbn Bibi, Selçuklularla savaşan meşhur general

Baycu Han’dan bahseder. Bu Baycu’nun yanına gelen iki Selçuklu devlet adamından

biri Mühezzebüddin Ali’dir ki kim bu biliyor musunuz? Pervane’nin babası. Baycu

Han’a diyor ki siz Moğollar bu sefer bizi yendiniz, bitirdiniz ama kesinlikle uyarıyorum

ki bir İslam Padişahı olmadan bu Rum memleketini yönetemezsiniz, kaos olur.

İbn Bibi belki böyle bir şeyi uyduruyordur ama esas olan böyle bir uyarının metne

girmesi. Benim aklıma gelen şey şu, acaba bu kaotik ortamda Moğollar, Selçuklu

saltanatını mı kaldırmayı düşündü? Metinde saltanatın gerekliliği herhalde boşu

boşuna vurgulanıp durmuyordur?

Siyasi düzenin kurulması adına değil mi?

Page 72: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

71

Anadolu Kronikleri

Eğer bir siyasi düzen olmazsa felaket olacak deniliyor. Saltanatı kaldırma

konuşuluyordu muhtemelen. Biliyorsunuz, Moğollarla aynı dönemde Pers

bölgesinde isyan eden bir hanedan vardı, adı aklıma gelmiyor şimdi, Moğollar onları

yok etti. Diğer taraftan II. Mesut’a da bir mesaj var burada. Alaaddin Keykubat gibi

bir hükümdar olursa sorun olmaz. Metinde ne deniliyordu; Keykubat zamanında

yani 1236 civarında Ögedey Han, İranlı bir tüccar olan Şemseddin Kazvini’yi elçi

olarak gönderiyor ve diyordu ki siz çok zengin ve çok güzel memleketsiniz, Han

da sizi korumak istiyor. Keykubat da eninde sonunda kabul ediyor Ögedey Han’ın

hakimiyetini. Fakat bir sonraki sene ölüyor hem de her ikisi. Bu anlaşma da suya

düşüyor. II. Keyhüsrev, Kösedağ savaşını yapıyor sonra. Keykubat yaşamış olsaydı

öyle bir savaş olmayacaktı ve öyle bir karmaşıklık da olmayacaktı. Dolayısıyla,

II. Mesut için Keykubat dönemi örnek bir dönemdir. Böyle bir hikaye İbn Bibi’nin

yazdığı. Tamam bitirdim.

Teşekkür ederiz.

En önemli şeyi unuttum. Biraz zaman alıyorum pardon. Şu kağıdı dağıtalım. Çok

keyifli. Siz okuyun ve çözün. Bu nedir?

İslam dünyasının koruyuculuğunu üstlenme adına bir şey mi?

Bir bakar mısınız? Başlık: Kitab-ı el-Evamirü’l-Alâiyye fi Umûri’l-Aliyye. Sonra

bir madalyon var. Bunu, beraber okuyalım mı?

Okuyalım.

Tamam. Bu Arapça ama ben Arapça’yı Farsça gibi okurum, kusura bakmayın.

“Bi resm-i hizane.” Bu bir formül. Yani bir sarayın kütüphanesinde bir kitap

yapılırsa o kütüphanesi için böyle bir formül kullanılır. Hazine koleksiyonundan

gibi. Ondan sora isimle başlıyor: “Sultanu’l a´zam zıllullah fi’l-alem kefilü’l-ümem

Gıyasü’d-dünya ve’d-din rüknu’l-İslam ve’s-selam Ebu’l-Feth Keyhüsrev b. Kılıç

Arslan b. Keyhüsrev halledallahu mülkehu ve devletehü... Abdülahrar el-Hüseyni

Muhammed el-Mürşi el-Caferi”. İşte bu bir örnek III. Keyhüsrev’in kütüphanesine

gönderilmiş. Nasıl bitiyor kitap; II. Mesut’un tahta çıkışıyla. “Haberiniz var mı,

başka biriyle paylaşacaksınız bu tahtı” diye bir kitap gönderiliyor sanki. II. Mesut’un

rakibine gönderiliyor. Biliyor musunuz bu adam çok bozulmuş bu kitaba. Nerden

biliyoruz? İbn Bibi’den bilmiyoruz, o bitiyor zaten. Aksarayî’den biliyoruz. Genellikle

1277 senesinden sonrasını, yani XIV. yüzyıl ortasına kadar dönemi kapsayan bir

eser. Aksarayî diyor ki II. Mesut Abaka Han’ın ordusuna geliyor ve fakat Abaka Han

ölüyor çünkü çok fazla içiyordu ve çok acı çekiyordu. Abaka Han, 1277 senesindeki

olayları ve en sevdiği generalin öldürülmesini kaldıramıyor. Ayrıca, önceki sene

Memluklerle tekrar bir savaş vardı ve hiçbir şey yapamadığı için yıpranmış ve

Page 73: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

72

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

tamamen kendisini içkiye vermiş. Ve Nisan 1282 senesinde ölmüş. Bu sıralarda

Mesut geliyor Han’ın ordusuna ve padişah olmak istiyor. Uygun görülüyor çünkü

Keyhüsrev’den memnun değillermiş zaten. Fakat Mesut altı ay, bir sene orada

kalıyor; deneniyormuş. Yani hükümdarlık yapabilir mi, bize sadık kalacak mı

diye deneme yapıyorlarmış. Sonra Erzincan’dan III. Keyhüsrev’i çağırıyorlar. Sen

de gel orduya, hep beraber eğlenelim, beraber olalım; zaten senin kuzenin de

geldi tanışırsın diye. Gelmiyor ve çok kızıyor ama bir sene sonra ne oluyor biliyor

musunuz? Sarayında ölü bulunuyor. Tesadüf mü? Sonra II. Mesut tahta geçiyor. O

yüzden bu metnin hedefleri çok iç içe; bir taraftan Moğol ve Selçuklularla iç içe,

diğer taraftan da kişiler arası siyasetle iç içe. Dolayısıyla bu metin asla sadece bir

Selçuklu tarihi değildir.

Fakat olaylar Selçuklu tarihi olayları...

Selçuklular evet var ama onu şekillendiren şey Moğol dönemi ve Moğol

hakimiyeti. Bu metin ne kadar güzelse de Anadolu tarihi için yeterli değil. Çok

boşluk var. Bu boşluğu nasıl doldurmamız gerekiyor ben de onun üzerine

çalışıyorum şimdi. Nümismatik, arkeoloji, mimarlık... Mesela Alaaddin Keykubat’ın

eşi Mahperi beş tane kervansaray yaptırmış ve biliyor musunuz İbn Bibi onlardan

hiç bahsetmiyor. Kadınlardan zaten bahsetmiyor annesinin dışında. Annesinden

bahsediyor. Ama genel olarak kadınlar geçmiyor metinde. Mimari çok önemli bir

unsurdur Selçuklu dönemi için. Fahreddin Ali Sahip Ata, fazla önemli biri değildir

ama biliyoruz ki en uzun süren Selçuklu veziriydi Moğol döneminde. Zengin ve en

çok bina yapan çok önemli bir adamdı. Bu eserde pek geçmiyor ve o zaman fazla

bilgimiz olmuyor onun hakkında. Daha fazla bilgiyi ben şahsen yaptığı binalardan

dolayı Selçuklu sanat tarihçiliğinden öğrendim.

İnce Minare’nin banisi...

Evet. O yüzden başka kaynaklara başvurmamız gerekiyor. Tamam, teşekkür

ederim.

Ağzınıza sağlık. Sorular varsa soruları alalım isterseniz.

Bu dönemde Selçukluların Bizanslılarla olan ilişkileri ne durumdaydı acaba?

Çok önemli ilişkileri var askeriyeyle. İzzettin Keykavus’un filan önemli ilişkileri

vardı. Gerçekten Georgios Akropolites’le İbn Bibi’yi beraber okursanız çok önemli

şeyler ortaya çıkıyor ve ben kitabımda onları yazdım.

Bir de işin o yönü var o zaman yani Bizans-Selçuklu ilişkileri üzerinden metne

bakmak lazım...

Page 74: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

73

Anadolu Kronikleri

Evet çok önemli ilişkileri var.

Peki İbn Bibi bu tarihin yazımına başlarken herhangi bir belgeden yararlandı mı?

Çok güzel bir soru. Yani evet, her şeye bakmak lazım. Çok önemli bir vakfiye var. Nurettin İbn Caca yani Cacaoğlu’na ait. Duymuşsunuzdur belki çünkü Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlandı. Bu vakfiye, 1272 senesinde Kırşehir civarında kurulmuş olan bir cami, külliye için Nurettin Cacaoğlu’nun vakıflarını içerir. Bu adam, Pervane’nin adamlarından biridir ve İbn Bibi ondan bahseder. Vakfiyenin özelliği Moğolca da bir özetinin oluşu. Moğol generaller de şahit oldukları için Moğolca isimler yazılıyor. Hem Arapça kısmı var hem de Moğolca özeti. Genellikle bu dönemde vakfiyeler Arapça yazılıyordu ama şöyle bir ihtiyaç duyulmuş olmalı: Biz önemli kısımlarını Moğolca yazalım ki Moğol generaller bilsinler hangi köyler vakıf köyleri diye. Nerede olduklarını da bilsinler isteniyor. İbn Bibi’yi okuyacaksanız önemli bir bilginin vakfiyelerden geldiğini bilmeniz gerekiyor. Vakfiyeler üzerine çalışan uzmanlarımız var zaten. Biri de aramızda, burada.

Eserin dili, Farsçası nasıl hocam o döneme göre?

Bu zor bir metin. Okuyup çözüyorsunuz metni. Bu çözme işinden keyif alabilirseniz o zaman keyifle okursunuz ama yavaş yavaş.

Eser kronolojik mi, tahta oturanlara göre mi?

Anlattım. Çok net bir kronolojisi var. O kronoloji içinde acayip insan hikayeleri var. Düşünün, bir kavgadan sonra, 1249 senesinde, tam Moğol dönemi başlamadan üç saltanat dönemi deniyor ama aslında üç tane çocuk sultan var ortada ve üç değişik hizip. İzzettin Keykavus ve Kılıç Arslan’ın hizipleri Aksaray’da 1249 senesinde bir savaş yapıyor. İzzettin Keykavus’un adamları kazanıyor. Kılıç Arslan o kadar korkmuş ki bu olaylardan sonra barışmışlar. Yapacak bir şey yok, İzzettin kazanmış. Fakat İbn Bibi şöyle yazıyor: İzzettin geliyor küçük kardeşlerine sarılıyor, ağlıyor ve çocuk gibi onu yatıştırmaya çalışıyorlar. Teselli ediyorlar, sonra da oturup yemek yiyip kardeşliklerini devam ettiriyorlar. Böyle kardeş hikayeleri çok var ki bunlarla sanki özel bir mesaj veriyor. Kime; III. Keyhüsrev’e. Yani şimdi kuzen gelecek paylaşacaksın saltanatı demek istiyor.

Osmanlı dönemindeki taht kavgalarına benzer bir taht kavgası...

Taht kavgası, ortaçağ dünyasında nerede olursa olsun Türk dünyasında da İslam’da da her yerde...

Hanedan yapısının olduğu her yerde...

Page 75: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

74

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

Evet, taht kavgası olur. Avrupa’da çözülmeye çalışıldı ama XIII. yüzyıldan sonra... Ama şöyle bir şey var kardeş katli olmamalıdır Selçuklularda. Bunu İbn Bibi’de görüyoruz. Mesela I. İzzettin Keykavus, 1211 yılında babası ölünce Alaaddin Keykubat’la kavga etti. I. Keyhüsrev’in ve Keykavus’un bir şeyhi vardı, Mecdüddin İshak, dedi ki Alaaddin Keykubat’ı öldürmeyin.

Sadrettin Konevi’nin babası.

Evet aynen öyle. Mecdüddin İshak diyor ki öldürmeyeceksiniz. Şöyle bir korku var eğer İzzettin Keykavus ölürse hanedan biter. Ne yapıyorlar; birlikler uzak bir yerde, bir kalede tecrit ediyorlar. Rükneddin de II. İzzettin Keykavus’u aynı şekilde gönderdi. Tabi Osmanlılar ortaçağ yapısından çıkıp erken modern bir yapının devleti. Yeni bir strateji ortaya çıkarttılar.

Kösedağ savaşı özellikle dikkatimi çekti yani o savaşın başlama nedenini yazar nasıl izah ediyor?

Niye savaş ortaya çıkıyor diyorsun? Yani zaten o anlaşma suya düştü ve bir Han’ın tahta çıkması çok zaman alıyor. Kurultay olacak herkes kabul edecek birkaç sene sürüyor. Bu sırada Ögedey Han 1239 senesinde ölünce eşi Töregene Hatun ki “regent” oluyor, nâib mi diyelim Türkçe yani hiç bir zaman Han olamayan, onun sadece yetkisini taşıyan anlamında. Gök Han ancak beş sene sonra Han olabilecek çünkü Batu Han kabul etmiyor.

Saltanat naibi, naib-i saltanat

Saltanat naibi evet ama biliyorsunuz “naib-i saltanat” kullanılıyor İbn Bibi’de ve “regent” anlamına gelmiyor. O yüzden çok da kullanmak istemiyorum naibi. O, spesifik bir görev ama “regent” genel bir fonksiyon. Bu “regent” yani Töregene Hatun bölgeyi yönetmek isteyen Batu Han’a onay vermiyor. Batu Han’ın belki anlaşmadan haberi yok bilmiyorum. Kavga çıkıyor. Bu Batu Han’ın yaptığı bir şey, merkezden gelen bir şey değil. Bunun Saray diye bir şehri var.

Altınordu...

Altınordu’nun başkentinden geliyor. Töregene Hatun kızıyor öyle hakkın yok diye Batuhan’a. Böyle bir şey ancak merkezden gelebilir. Bu, gayri meşru diyebiliriz.

Bu yasa meselesiyle ilgili metinde bir şey var mı acaba yani hukuk uygulamaları kimin üzerinden oluyor?

Yok. Bu Selçukluları anlatan bir metin. Moğol yapısından hiç bahsetmiyor.

Yukarıda İlhanlı aşağıda Cüveyniler. Burada kural koyma yetkisi kimde?

Page 76: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

75

Anadolu Kronikleri

İbn Bibi bu konuya girmiyor çünkü onun amacı değildi. Zaten bu tür şeyler niye İlhanlı’dan alınsın? Saltanat yetkisini çözmeye çalışıyor metin. Bir saltanat olarak, bir yasal devlet gibi doğrudan yönetilmiyordu. Mesela İlhanlıların bir sürü bölgesi doğrudan yönetiliyordu. Burada o zaman bir saltanat var neticede. Yasa olayı varsa da bu Moğollar arasındadır.

Bir de İslam meselesi...

Şer’i hukuk aynen devam ediyor. Moğollar karışmıyor bu işlere. Yasa sadece Moğollar için yani kendi adamları için yasa uygulanıyor. Hiçbir zaman Moğollar, Moğol olmayan insanlara yasayı dinleyeceksin demiyor. Onların amacı vergiyi, parayı çıkarmaktı. İkinci amacı da askerî idi. Cüveyni zamanında biliyorsunuz Anadolu’daki plato var, Kırşehir’den Erzincan’a, Erzurum’a kadar ki bu plato Moğol askerleri için ayrıldı. O yüzden de Türkmenler dağlara çıktılar. Klasik beylikler de uçlar da oradan oluştu.

Tarihte böyle oluyor herhalde. Moğollara has bir özellik değil. Arada bir geçişkenlik olabilir tabi…

Bir şeyi söylemem lazım. Hükümdarlıkta bir değişme olursa, yeni sultan vesaire, kesinlikle Moğol Han’ın bunu kabul etmesi gerekir. Bu yeni tahta çıkan kişi gidecek, aynen Mesut’un yaptığı gibi ve kabul alacak. Hem de Moğol yarlıklar gönderiliyor ve onlar dinlenecek. O kadar yani yarlık gönderiliyor yasa olarak.

Muhatabı halk değil yani hiçbir şekilde...

Vergilerle alakalı var da tek tük kitabe, çok yaygınlaşmış değil.

Nedir, mesela?

Bu Moğol vergileriyle ilgili, o dönemle ilgili birkaç kitabe...

Aslında derli toplu değil.

Çok da çalışılmış değil yani.

Evet çok daha derli toplu bir çalışma gerekiyor. Bizim kaynaklarımız genellikle son dönemden. Dolayısıyla son dönemdeki uygulamayı anlayabiliriz. Belki erken döneme ait zenginleştirmek gerekir.

Bu Osmanlılardaki kanun geleneğinin İlhanlı’ya Altınordu’ya doğru uzandığına dair bazı iddialar var. Bunun bir zemini var mı acaba?

Şöyle bir şey var. İbn Bibi’nin işlediği dönem aslında saltanatın son yılları. Saltanat aslında Cüveyni’nin projesi ve başarılı değil. Saltanat’ın II. Mesut ile birlikte

Page 77: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

76

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

bittiğini söyleyebiliriz. Zira o, bir sultan gibi çalışmıyor bir vali gibidir. Bir valinin yetkisine sahipti diyebiliriz. Bu saltanat olayı bitti.

Sembolik olarak kalıyor diyorsunuz...

Sembolik ama bitiyor. 1280’lerden sonrasını İbn Bibi anlatmıyor ve o yüzden ben ona girmiyorum. İyi bildiğim dönem de 1280 öncesi. Sonrasında gerçekten her şey değişiyor. 1280 senesinden 1330’lara kadar süren dönemi ayrıca çalışmak gerekiyor. Çünkü bu dönem çok farklı. Saltanat gidiyor ve Moğollar doğrudan yönetmeye çalışıyorlar.

Orada mı aramalı kanun-yasa ilişkisini?

Osmanlı’ya geçen şeyler bu dönemden kaynaklanıyor yani bir sonraki dönemden. Bu dönem üzerine iyi bir çalışma yok. Var mı aday? Bence çok iyi olur ama Farsça öğreneceksiniz.

Selçuklu-Osmanlı diyorduk ama arada büyük bir kesinti var, Moğol-İlhanlı etkisi var. Osmanlı mali sistemine etkiler doğrudan Selçukludan değil de İlhanlılardan sanki. Muhasebe kayıtları var mesela XIV. yüzyıla ait. Nahcıvani...

Evet Nahcıvani mesela. Yayınlandı ama değerlendirilmedi hiçbir şekilde; bir çalışma yapılmadı daha. Evet derli toplu bir şey bilmiyorum bu dönemle ilgili çünkü kimse bu dönemi çalışmadı. Birkaç tez lazım…

Bir de kitapta dikkatimi çeken bir şey vardı. Harzemşahlarla Kösedağ Savaşı başlıyor aslında. O dönemde Selçuklulardan da o bölgeye yönelik ticari şeylere yönelik bir hamle var. Orası dikkatimi çekmişti çok ilginç şeyler çıkabilir. Ticari normlar var, ekonomi var, mimari var, siyaset var; her yönden ele alınması gerekiyor bu dönemin. Özellikle mimariden baktığımızda bir sürü şey: İlhanlı kökenli sultan ve hanımlarına ait yapılar. Bunlar, tarihi bağlamda ele alınmalı. Çok enteresan bir şey…

Keykubat’ın çizgisini oğlu devam ettiremedi. Yani büyük bir boşluk oldu, onun çok büyük etkisi var. Keykubat ne kadar başarılıysa oğlu da tam tersi. Tamamen bıraktı Sadettin Köpek’e. Bütün tecrübeleri birikimi olan devlet adamlarını harcadı saf dışı etti kimseyi bırakmadı ortalıkta.

Bir de Anadolu’nun kendisi zaten karmakarışık bir ortamdı. Yani birçok beylikler oluştu, Germiyanoğulları...

Moğolların oluşturduğu boşluktan faydalanarak bu ortam oluştu. Keykubat ölmeseydi belki Kösedağ olmayacaktı. Böyle bir ortam da oluşmayacaktı. Keykubat, saldırıları geciktirmiş, bütün tedbirleri almıştı. O oyalamasını biliyordu. Moğollarla

Page 78: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

77

Anadolu Kronikleri

savaşmamalıyım diyordu.

Basiretli adam gücünü biliyor; karşılaşmamak için tedbirler alıyor yani bir

şekilde onları oyalıyor hoş tutuyor. Böyle bir siyaseti vardı ama öldü. Oğlunda ise hiç

yok yani o devlet adamlığı yeteneği maalesef yoktu; o çizgi devam edemedi.

Ögedey Han’ın gönderdiği mektubun Farsça çevirisi var bu metinde. Ben de

kitabıma onu koydum. Bir Moğol tarihçisi uzmanı bu bölümü okurken “bu tam

gerçek bir mektup olabilir, Moğolların mektup yazışına benziyor” dedi. İbn Bibi

uydurmuyor yani. Elinde büyük ihtimalle mektup da vardı. Alaaddin Keykubat’a

gönderilen mektup ve “submission” boyun eğdirmek kelimesi kullanılıyor...

Tâbîlik...

İbn Bibi gösteriyor ki Alaaddin Keykubat zamanında gerçekten böyle bir şey oldu

ve fakat hikayesinin sonu geldi.

XIII. yüzyıl başına dair ya da ilk yarısına dair kent yaşamıyla alakalı ve diğer

aristokrasiyle alakalı bir şey bulabiliyor muyuz İbn Bibi’de?

İbn Bibi’de neyi görebiliriz? Yani genellikle İbn Bibi’nin babasının çevresinde

onun etrafında dolaşan ilmiyenin varlığını görüyoruz. Alaaddin Keykubat öncesi ile

ilgili de detay bilgiler yok. En detaylı bilgi Alaaddin Keykubat zamanında bulunuyor,

neden? Çünkü, düşünün, İbn Bibi’nin babası önemli bir kaynakmış. Hem de babası

Karatay, saraya 1234 senesinden sonra gelmiş; bu tam Alaaddin Keykubat zamanı,

I. İzzettin Keykavus zamanında babası yoktu ve bilgi de yok. Karatay, Alaaddin

Keykubat’ın en önemli adamlarından biriydi. Yani şöyle yazıyor, hem Mecidüddin

Muhammed hem İbn Bibi’nin babası Karatay 18 sene boyunca Alaaddin Keykubat’ın

yanındaydı. Savaş zamanında da barış zamanında da hep Alaaddin Keykubat’ın

yanında oluyordu. Keykubat’ı o kadar iyi biliyorlardı ki bu adamlar mükemmel

kaynaklardı. Karatay bu metnin en büyük kahramanı bence…

İbn Bibi’den yerel aristokrasi ile ilgili mesela Alaaddin Keykubat Erzurum’u

alıyor, ona ihtar veriyor ve artık müstakil bir hükümdar olmuyor. Mesela böyle

şeyler görüyoruz. Yani Selçuklu değil ama Türk asıllı hükümdarlardan birkaçını yok

ediyor. Onları görüyoruz. Ayrıca, Mavrozomes’den bahsediyor. Bizans aristokrasisi

ama Selçuklu emiri oluyor. Oğulları da emir oluyor. Emir Komnenos geçiyor

metinde. Emir Sivastos da geçiyor mesela Rum asıllı emir. Mavrozomes hiçbir

zaman Müslüman olmuyor, Hıristiyan kalıyor.

Gavraslar da var o dönemde Selçuklu sarayında yarı aristokrat...

Evet, evet. O daha önceki dönemden ama evet.

Page 79: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

78

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

Kitapta kadınlardan pek bahsetmiyor dediniz. Adı annesinden geliyor ama kadınlardan bahsetmiyor.

Annesinden bahsediyor.

Annesine tepki mi var hayranlık mı?

Bence bu bir strateji. Kadınlardan bahsetmiyor çünkü onun anlatmak istediği hikayede kadınların rolü her zaman olumlu değildir. Mesela Mahperi belki büyük ihtimalle Keyhüsrev’le beraber. Mahperi Keykubat’ı öldürmüş olabilir. Öyle bir şüphe var çünkü Keykubat tavuk yerken birden zehirlendi ve öldü. Keyhüsrev hükümdar olamayacak diye korkuyordu Mahperi; bu da ondan şüphe etmeyi doğurdu. Klasik saray entrikasından kaynaklanan bir şey.

Keykubat’ın da ölümüne dair bir şey var mı?

Metinde tam bir zehir etkisinden ölüyor deniliyor, İbn Bibi anlatıyor. Hem yanında Kemalettin Kamyar vardı ve adam felç geçiriyor böyle zehirden diyor. Yani zehirlendiği belli. Şüphe yok. Evet çok uzattık sanırım.

Çok sağ olun ayağınıza sağlık, ağzınıza sağlık.

Page 80: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

79

Bezm ü Rezm, Esterâbâdî

Kadir TURGUT

Yrd. Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölümü

Anadolu Kroniklerini okumaya ve tartışmaya devam ediyoruz. Bugün ele alaca-

ğımız, tartışmaya çalışacağımız kitabın adı Bezm ü Rezm. Özellikle 14. yüzyılın ikinci

yarısı açısından Anadolu tarihine dair birinci derecede önemli bir kaynak. Sivas böl-

gesinde hüküm süren Kadı Burhaneddin’in talebiyle telif edilmiş ve ona sunulmuş

bir kitap. Muhtevası itibariyle Anadolu’dan daha fazlasını da içeriyor aslında. Bugün

Anadolu dışında kalan bölgelere dair bilgiler de veriyor. Timurlar ve Anadolu’daki

diğer beylikler hakkında da malumat içeren bu Farsça eserin bildiğim kadarıyla

1928’de bir Osmanlıca tercümesi var. Onun öncesinde bir de Türkçe’ye kazandırıl-

mış bir metni var. Bugün kitabı bize Kadir Turgut sunacaklar. Hem kabul ettiğiniz

için, hem de geldiğiniz için, herkese, başta size teşekkür ederim.

Teşekkürler. Bu eserin yazarı hakkında kendi bahisleri dışında çok da bilgi yok.

Yazarı, kitabın yazıldığı tarihten kısa bir süre sonra vefat etmiş olmalı. Ama kesin

tarih bilinmiyor. Bu kitabın yazılış tarihi -kitapta bizatihi not edilmiş- hicrî 800 yılı-

nın Recep ayı olarak gösterilmiş. Kitap, Kadı Burhaneddin’in -daha sonra içeriğinde

bahsedeceğimiz gibi- soyundan başlıyor ve kitabın yazıldığı tarihe kadar geliyor.

Kitap yazılış tarihi itibariyle de Kadı Burhaneddin’in hem hayatının hem de saltana-

Page 81: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

80

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

tının son dönemi sayılabilir. Dolayısıyla büyük oranda Kadı Burhaneddin’in hayatını, devletini ve siyasî faaliyetlerini içeriyor.

Yazma nüshalardan şimdiye kadar zaten daha önce başkaları da bahsetmiş. Bunun haricinde başka bir nüsha ben tespit edemedim. Ayasofya kütüphanesinde (nr. 3465) bir tane yazma nüshası var. Bu nüshanın istinsah tarihi hicrî 800 yılı ve yer olarak da Sivas geçiyor. Anlaşıldığı kadarıyla müellif nüshası değil, çünkü müs-tensihin adı, “Halilü’s-Sultanî” diye bir isim var. Bu “Halilü’s-Sultanî” aynı zamanda Kadı Burhaneddin’in divanını da istinsah eden kişi. Sultan lakabının da Kadı Burha-neddin’e nispetle verildiği zannediliyor. Bu nüsha oldukça güzel tertip edilmiş. Hatta nüshanın bazı yerlerinde boşluklar bırakılmış. Boşluklarda minyatür başlıkları ve-rilmiş, fakat minyatürler yok. Ama minyatürlerde çok açıklayıcı başlıklar var. Minya-tür yerlerinde mesela Bağdat’tan bahsederken Bağdat’ın hali, Kadı Burhaneddin’in -varsayalım ki- Erzincan emiriyle harbi, falancayla şuraya gidişi, meclislerde şöyle eğlence tertip edilişi vb. şeylerden bahsediyor. Bundan sonraki bir nüsha Topka-pı Sarayı’nda (III. Ahmet Kitaplığı nr. 2822) bulunuyor. Bu nüshanın istinsah tarihi 1127, yani daha yeni bir nüsha. Fakat nüshada verilen bilgilere göre bu nüsha, Şehit Ali Paşa için müellif nüshasından istinsah edilmiş. Dolayısıyla müellif nüshasından eğer istinsah edildiyse gerçekten o zaman çok kıymetli bir nüsha oluyor. Ama biraz önce söylediğimiz nüshanın müellif nüshası olmadığı zaten belliydi. Kilisli Rıfat bu nüshayı daha sonra karşılaştırma için listede vermiş, yoksa asıl metni Ayasofya nüshasına göre hazırlamış. Daha sonra iki tane daha nüsha var (Esad Efendi nr. 2079; Ragıp Paşa nr. 962). Bunlar diğerlerinden çok daha yeni ve birinci nüshayla oldukça tutarlı görünüyor. Muhtemelen bundan istinsah edildi ya da buna benzer bir başka nüsha daha vardı, oradan istinsah edildi.

Kilisli Rıfat’ın hazırlamış olduğu metin 1928’de İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü’nün yayınları arasında çıkmış. (Aziz bin Erdeşir-i Esterâbâdî, Anadolu Türklerine Aid Tarihi Menba’lar I: Bezm’u Rezm, İstanbul 1928, 21+541+75 s.) Fuat Köprülü’nün yalnızca bu yayına “bir başlangıç” başlıklı giriş yazısı var (5-21). Onun dışında Fuat Köprülü’nün herhangi bir yayını yok. Kilisli Rıfat’ın mukaddimesi yok. Eserin tanıtılmasında ve değerlendirilmesinde Fuat Köprülü’nün oldukça büyük katkıları olmuş. Zaten nüshadaki yazmaları değerlendiren de yine Fuat Köprülü, ol-dukça dikkatli yapıyor bunları. Dolayısıyla belki ortak hazırladıkları bile söylenebilir. Hatta sonuna bir indeks ve fihrist konmasını da yine Fuat Köprülü istiyor. Dolayısıyla Fuat Köprülü’nün ortaklaşa neşri sayılabilir bu, Kilisli Rıfat adına olmakla birlikte. Daha sonra bir başka bilgiye daha ulaştım: Ruşen Saidlu ve Tevfik Subhanî diye iki kişinin adı geçiyor ki bunlar da metni hazırlamışlar. (Aziz bin Erdeşir-i Esterabadi, Bezm u Rezm, yayımlanmamış). Ama yayınlandığına dair herhangi bir şey görme-dim. Tevfik Subhanî, Türkiye’de İstanbul Üniversitesi’nde doktora yapmış. Türkçeyi de iyi bilir, çeşitli eserleri Türkçeden Farsçaya tercüme etmiş bir kişi. Bazı çok iyi

Page 82: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

81

Anadolu Kronikleri

bildiğimiz Türkçe eserleri orada tıpkıbasımını yayınlıyor ya da biraz daha değişti-rerek çalışmalar yapıyor. Bunu da belki öyle hazırlamış ya da tıpkıbasım olarak bastırmaya niyet etmiş olabilir. Ama basıldığına dair herhangi bir bilgi yok. Hazır-lamışsa bunun tıpkıbasım olacağını zannediyorum. Daha sonra çeviriler kısmı var. Şimdiye kadar tespit etmiş olduğum üç tane çevirisine rastladım. Bir tanesi Ahmet Tevhid Bey’in daha sonra yayınlanan Türkçe çevirisi var (Ahmed Tevhid, “Kadı Bur-haneddin Ahmed”, Tarih-i Encümen-i Osmani Mecmuası, İstanbul, 1330-31, XXVI, 106-109; XXVII, 178-182; XXVIII, 234-241; XXIX, 296-307; XXX, 347-357; XXXI, 405-409; XXXII, 468-478), Fuat Köprülü bundan bahsediyor. Tercüme tarihinin 1330 ve daha sonrasında olduğunu düşünüyorlar ama öyle değil. Çünkü ben bunun 1325 tarihli yazmasını gördüm (Süleymaniye Kütüphanesi Erzincan Kitaplığı nr. 74). Demek ki daha önce yazmış, bunun yazması da var. Daha sonra peyderpey Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası serisindeki yayın birkaç sayı devam ediyor. Yalnızca tarihî olayları aktarıyor; özet tercüme deniyor; belki de tercüme de değil kitabın özeti de-nilebilir. Yalnızca onlara değiniyor. Böyle bir neşri daha sonra Helmut Giesecke Al-manca’ya tercüme etmiş (Heinz Helmut Giesecke, Das Werk des ‘Aziz b. `Ardassir Astarabadi: eine quelle zur geschichte des spaetmittelalters in Kleinasien, Leipzig, 1940, XVII+145 s.) O metin de bunun gibi biraz daha özet bir tercüme. Fakat yöntem olarak biraz daha geniş ele alıyor, bazı değerlendirmeleri, tavsifleri var. Bir de Mür-sel Öztürk Hoca’nın çevirisi var (Aziz b. Erdeşir Esterabadi, Bezm-u Rezm (Eğlence ve Savaş), çev. Mürsel Öztürk, Ankara 1990, XII+508 s.) Mürsel Öztürk Hoca Ankara Üniversitesi’nde Fars dili hocası. Bunu çevirmiş fakat yalnızca metin olarak çevir-miş, eksiksiz metin; fakat herhangi bir tarihî değerlendirme ya da notlandırma yok. Dolayısıyla üç tane çevirisi var.

Bundan sonra eserden bahseden kaynaklara gelelim. Şimdiye kadar bu eserin varlığından modern kaynaklar dışında iki tane bahis var. Bir tanesi Timur’un tarih-çisi olan İbni Arabşah: biraz böyle efsanevi diyebileceğimiz bir tarzda bahsediyor (İbn Arabşah, Acaibü’l-makdur, İstanbul 1142, c. I, s. 177-228) Diyor ki; -güya şöyle bir şey varmış- “Aziz Esterâbâdî, Ahmet Celayir’in adamlarından biriymiş ama pek de memnun değilmiş, ondan şikâyetçiymiş. Kadı Burhaneddin bunu Ahmet Cela-yir’den istemiş, ‘senin çok değerli bir adamın varmış onu bana göndersen’ demiş. Bu da memnun olmamış, memnun olmadığı gibi kaçar diye tedbir almış sıkı sıkı. Ama bir yolunu bulup kaçmış, gelmiş Kadı Burhaneddin’e. İşte burada dört ciltlik bir tarih yazmış.” İbni Arabşah buradaki bilgileri neye göre yazmış bilmiyorum. Ama Esterâbâdî Bezm u Rezm’in girişinde, sebeb-i telif kısmında bir hikaye anlatıyor. Bu metinde anlatıldığı kadarıyla da Timurlulardan kaçarak gelmiş. Timurlular Bağdat’ı istila edince kaçarak 796 yılında Sivas’a, ardından Kayseri’ye gelmiş, orada Kadı Burhaneddin’e katılmış. Ayrıca eser dört cilt de değil, dört cilt olacak hali de yok za-ten. Eseri 800 yılına kadar getiriyor. Bundan sonra yaşasaydı dört cilde kadar daha ne yazacaktı belli değil. Ama eserin sonunda yine şöyle bir ibare var: “Ben buraya

Page 83: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

82

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

kadar yazdım, bundan sonraki kalanları da daha sonra yazacağım”. Muhtemelen bundan sonra saltanatın devam edeceğini, kendisinin ve Kadı Burhaneddin’in de ya-şayacağını ve yazmaya devam edeceğini düşünüyor. Ama öyle olmamış, 800 yılında ya da en fazla 801 yılında Kadı Burhaneddin vefat ediyor, öldürülüyor. Saltanat da bitiyor. O zaman Esterâbâdî de, İbn-i Arabşah’ın dediğine göre, Mısır’a Memluklula-rın yanına gidiyor ve vefat edene kadar uzun süre orada yaşıyor.

Pusuya mı düşürülüyor Kadı Burhaneddin?

Savaşta Kara Yülük Osman Bey tarafından öldürülüyor. Bu eser sayesinde Kadı Burhaneddin’in 800 yılına kadar ki hayatı ayrıntılı olarak biliniyor. Fakat ölüm tarihi kesin değil, çünkü burada yok.

Daha sonra Katip Çelebi Keşfü’z-zünûn’da bahsediyor (Hacı Halife Mustafa b. Abdullah Katib Çelebi, Keşfü’z-zünûn an esâmi’i’l-kütüb ve’l-fünûn, haz. M. Şera-fettin Yaltkaya, Kilisli Rifat Bilge, Ankara 1943, I, 299). Fakat Katip Çelebi tamamen İbn-i Arabşah’a dayanarak eser şöyledir, bu adam böyle bir adamdır, eser de dört cilttir diyor. Anlaşıldığı kadarıyla eseri hiç görmemiş, bakmamış.

Bundan sonraki rastlanan ilk kaynak Halil Edhem’le Van Berchem diye bir ada-mın. Arapça kitabeler için katalog anlamına gelebilecek bir eserde Kayseri - Sivas dönemindeki birkaç kitabeden bahsederken bundan bahsediyor (Van Berchem ve Halil Edhem, “Menakıb-ı Kadı Burhaneddin”, Corpus Inscriptionum Arabicarum, Kahire 1910, s. 50). O kadar ayrıntılı değil kısa bahisler var. Daha sonra Ahmed Tevhid Bey yine Meskûkât-i Kadîme-i İslâmiyye Kataloğu diye bir eserinde bundan bahsediyor (Ahmed Tevhid Bey, Meskukat-ı Kadime-i İslamiye Kataloğu, İstanbul 1321/1903, s. 444). Muhtemelen Ahmed Tevhid Bey belki bundan alıntılar yapmış ya da yararlanmış olabilir. Daha sonra İslam Ansiklopedisi’nin ilk edisyonunun “Bur-haneddin” maddesinde bu kaynaktan bahsedildiği görülüyor. Daha sonra bir kay-nak daha var; Hüseyin Hüsamettin Bey’in Amasya Tarihi adlı kitabında bir dipnotta bahsi geçiyor ve İstanbul ilim-irfan âlemine bu eseri ben tanıttım diyor, ardından Ayasofya’daki nüshasını zikrediyor (Halil Hüsameddin Bey, Amasya Tarihi, İstanbul 1927, III, s. 85). Köprülü eserin mukaddimesinde bu iddiayı tenkit ediyor ve “daha önce falanca kişiler eserden bahsetmişti” anlamına gelecek bir şey söylüyor. Ah-med Tevhid Bey bundan yaklaşık 15 yıl kadar önce bunu tercüme ettiğine göre, belki Ahmed Tevhid Bey’e şifahen söylemiş olabilir. Daha sonra meşhur Osmanlı tarih-çiliğiyle alakalı eserin giriş kısmında böyle bir eser daha vardır diye bahsi geçmiş-tir. Halil Edhem Bey bir makalesinde yine Tarih-i Osmânî Encümeni Mecmuası’nda Kadı Burhaneddin’in veziri olan bir kişinin yaptırdığı çeşmenin üzerindeki kitabeyi anlatırken bu eserden bahsediyor (Halil Edhem, “Sivas Sultanı Kadı Burhaneddin Namına Kayseri’de Bir Kitabe”, Tarihi-i Osmani Encümeni Mecmuası, İstanbul 1328, XVI, s. 1019). Bu eserdeki bazı olaylara dayanarak da Kadı Burhaneddin’in haya-

Page 84: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

83

Anadolu Kronikleri

tından bahsediyor. Belki o da bu eserin özet tercümesi sayılabilir, makalede öyle bir şey var. Bundan sonra Fuat Köprülü’nün Kilisli Rıfat Bilgen’in neşrine yazmış olduğu başlangıç kısmı var, oldukça önemli bilgiler veriyor eser hakkında, hem yazma nüshaları hem de diğer değerlendirmeleri yapıyor. Daha sonra Fuat Köp-rülü’nün bir başka makalesinde gene kısaca değiniliyor. Tarih-i Nazm u Nesr diye Said Nefisi’nin bir Farsça edebiyat tarihi var, orada da bundan bahsediliyor (Said Nefisi, Tarih-i Nazm u Nesr der İran ve der Zebân-i Fârsî, Tahran 1383, I, s. 193). İslam Ansiklopedisi’nin ikinci edisyonunda “Burhaneddin” maddesi bundan bahse-diyor. Bir başka makalesinde bahsi geçiyor ve yazmalarından da bahsediliyor az ya da çok. Daha sonra Ankara Üniversitesi’nden Yaşar Yücel Hoca Kadı Burhaneddin Ahmed ve Devleti adıyla bir kitap yazıyor (Ankara, 1983). Bu kitapta aşağı yukarı çoğunlukla bu kitabı kaynak veriyor, siyasî olayları anlatıyor. Neredeyse bu kitabın Kadı Burhaneddin Ahmed’e dair olan bütün tarihî bilgilerini orada kullanmış oluyor. Ondan sonra bir başka ansiklopedi maddesi var. Uzunçarşılı’nın Anadolu Beylikleri kitabında bundan bahsediliyor. Yaşar Yücel’in yine bir başka çalışmasında bu eser-den bahsediliyor ve kaynak olarak kullanılıyor (M. Yaşar Yücel, “Kastamonu’nun İlk Fethine Kadar Osmanlı Candar Münasebetleri (1361-1392)”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, Ankara 1993, sy. 1, c. 1, s. 133-144). Muhammed Emin Riyahî diye bir kişinin Anadolu toprakla-rındaki Fars edebiyatını incelediği bir kitabı var ve bu Türkçeye de tercüme edildi Burada genel olarak diyebiliriz ki Fuat Köprülü’nün verdiği bilgiler tekrar ediliyor (Muhammed Emin Riyahi, Zeban u Edeb-i Farsi der Kalemrov-i Osmani=Osmanlı Topraklarında Fars Dili ve Edebiyatı, çev. Mehmet Kanar, İstanbul 1995, s. 143-145). Aynı zamanda değerlendirmelerin yanı sıra “Farsça bu kadar geçerliydi, şu kadar geçerliydi” diye biraz daha ilaveler yapıyor. Bezm u Rezm’in sebeb-i telif kısmında şöyle bir ibare var: “Ben bu kitabı aslında Arapça yazmak istedim. Ama Kadı Burha-neddin dedi ki ‘bunu Farsça yaz’. Çünkü Anadolu’da Fars diline rağbet daha fazla”. Bundan yola çıkarak Farsçanın ne kadar geçerli olduğu üzerinden eseri anlatmaya çalışıyor. Tarihî değerine dair hiçbir şey yok içerisinde. Yine Yaşar Yücel Hoca’nın bir başka kitabında daha bu eser kullanılıyor (Yaşar Yücel, Anadolu Beylikleri Hakkında Araştırmalar II, Ankara 1991). Nihayet Tahsin Yazıcı Hoca, Esterâbâdî adına ayrıca bir ansiklopedi maddesi yazıyor. Burada yukarıdaki bibliyografik kaynakların çoğu yok ama yine de oldukça geniş bir değerlendirme sayılabilir o zamana kadar. Aynı şekilde Türkiye’deki Fars edebiyatıyla alakalı bir çalışma içerisinde yaklaşık beş altı sayfa bu eserden bahsediliyor ama tarihî değerlendirmeler içerisinde yok. Bibliyog-rafya bundan ibaret, benim bulabildiğim bunlar. Eseri çok sayıda kişi tezinde ya da başka çalışmalarda kullanmış olabilir. Fakat eseri tavsif eden şeyler değil onlar.

Eserin kendisinden bahsetmeye geçmeden önce iki tane mazeret beyan etme-liyim. Bir tanesi ben tarihçi değilim, söyleyeceğim anlatabileceğim şeyler elbette tarih olması bakımından eksik olacaktır. Şimdiden özür dilerim. İkincisi bu eser

Page 85: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

84

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

benim çalışma konum olmadığı gibi kısa zamanda programa hazırlamak zorunda kaldım, ondan dolayı eserin tamamını okuyamadım. Eğer eksiğim olursa kusura bakmayın lütfen. Bu kitabı okuduğunuzda şöyle bir kanaat ediniyorsunuz: Kadı Bur-haneddin ne kadar huzursuz bir adammış. Yani rahat durmaz mı bu adam? Sürekli şuraya buraya gitmek değil, onun haricinde sürekli birileriyle komplo halinde. Belki yazarı da böyle anlatıyor olabilir. Yazarın tarihî olaylara ilginç bir sadakati var ve Kadı Burhaneddin’in başarısızlıklarını da anlatıyor.

Bu şundan kaynaklanıyor olabilir, ben az çok tarih kısmını kafamda oluşturdum da: İlhanlıların hâkimiyetinin zayıfladığı bir dönemde Kadı Burhaneddin hâkimiyet kurmaya çalışıyor. Bu genelde gayet normal aslında, birçok beylik orada konumunu sağlamlaştırmaya çalışıyor, birçok çekişme var ve o dönemin büyük beyliği de bu beylik oluyor. İlhanlıların son vadisinde kalan bir beylik.

Öyle olmalı muhakkak, şimdi bir defa Kadı Burhaneddin’in etrafı güçlü siyasî yapılarla çevrilmiş durumda. Bir tarafta Osmanlı, bir tarafta Karamanoğlu, bir ta-rafta Akkoyunlular, bir tarafta da Karakoyunlular ve bunlar hiç de öyle küçük güçler değil. Bir tarafta da Karadeniz, onun dışında her tarafı çevrili durumda ve bunlarla mücadele ediyor. Bu arada bunlarla mücadele ederken bir yandan da Arap me-deniyetinin kalıntılarıyla mücadele ediyor. Aynı zamanda Akkoyunlularla ve Mem-lüklerle bir şekilde irtibatı olan küçük beyliklerle de mücadele ediyor. Bir taraftan Memlüklerle de ilişkileri iyi ama çok da iyi değil, yani mücadele de var.

Anlatılanlardan anlaşılıyor ki Erzincan emirliğini Akkoyunlular da Karakoyun-lular da kendine çekmeye çalışıyorlar. Karakoyunlularla ittifak kuruyor Erzincan emirliği. Şimdi bu Eretna Devleti’nin bir varisi olarak etrafında buna muhalif olanlar var. Sürekli düşmanca bir mücadele var. Bunlardan bir tanesi de Erzincan emiri. Erzincan emiri böyle sürekli taciz ediyor topraklarını.

Tâceddinoğulları mı onlar?

Tâceddinoğulları özellikle onun dönemine denk gelen. Burada bu konuda ilginç bir şey var, diyor ki “Erzincan emiri yenile yenile yenmeyi öğrenmişti”. Kadı Bur-haneddin gidiyor, Erzincan kalesini kuşatıyor ama başarılı olamıyor ve geri dön-mek zorunda kalıyor. Niye başarılı olamadığını sayıyor eserde. Bir, kış bastırıyordu, vakitsiz gitti uygun değildi. İki, askerlere yağma müsaadesi vermedi. Üçüncüsü, Erzincan emiri Mutahhar, kendisi için müttefik toplamıştı. Kadı Burhaneddin topla-madı, kendi başına gitti oraya… Bu ve benzeri sebepleri anlatıyor. Nihayet hem bir iç eleştiri de var. Kısacası tarihe sadakati de var. Bunu söyleyebiliriz ki genel olarak verdiği bilgiler diğer kaynaklarla doğrulanmış gibi. Fakat zaten Kadı Burhaneddin’le alakalı bilgiler için bundan daha başka bir kaynak yok. Dolayısıyla buna dayanıyor herkes. Başka kaynaklar da buradaki bilgileri kullanmışa benziyorlar. Yalnız şöyle

Page 86: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

85

Anadolu Kronikleri

bir şey daha var: Bu eserde verilen bilgiler ikiye ayrılabilir. Bir, şahit olduğu bilgiler; iki, duyduğu ya da topladığı/derlediği bilgiler. Çünkü 796 yılına kadar Sivas’ta veya Kayseri’de değildi, Anadolu’da da değildi, Bağdat’taydı. Buradaki olaylara şahit ol-ması söz konusu değildi. Buraya geldikten sonra kendisine bir eser yazmasını Kadı Burhaneddin teklif ediyor. Yazma teklif edilince elbette başlıyor bilgileri derlemeye, işte bu bilgileri derleyip eseri yazıyor. Eseri 896 yılına kadar getiriyor. Belli ki bunları toplayarak edindi. Bundan sonra bizzat şahit olduğu olayları anlatıyor. Hatta kendisi savaşlara/seferlere de gidiyor. Zaten eserinin adı bu, Bezm ü Rezm. “Bezm”; âlem, işret meclisi demek. Kadı Burhaneddin bol bol böyle meclisler düzenliyor. “Rezm” de “savaş meydanı, muharebesi” anlamına geliyor. “Bezm” eklemesinin sebebi de şu; -içeride bir yerde geçiyor- Kadı Burhaneddin sadece savaşan birisi değil, aynı zamanda bir üst kültüre de sahiptir.

Sofra kültürü de var.

“Sofra kültürü var, işret kültürü var” demeye çalışıyor. Derlediği/topladığı bilgi-lere göre Kadı Burhaneddin’in dört göbek ötesi de kadıymış Kayseri’de. Kadı Burha-neddin bir Türkmen kabilesinden. Kabile Hârizm taraflarından gelmiş ve buralara yerleşmiş. Dört göbek kadılık yapmışlar ve birden sultan olmak merakı doğuyor. Kadı Burhaneddin bir şeyhle görüşüyor ve onunla yakınlık kuruyor. Bu sırada Eret-na Devleti zayıflama zamanlarında, taht kavgaları vs. var. Aynı zamanda Eretna Devleti’nin damadı da oluyor. İşte savaş sırasında hasbihal yapıyorlar bu şeyhle. Şeyhe; “ne olacak bu devletin hali? Kim düzeltecek bunu?” diyor. Şeyh de “sen” di-yor. Aziz Esterâbâdî’ye göre kafasına o sokuyor devlet fikrini. O buna müjdelemiş oluyor. Sonra sürekli bir fırsat kolluyor ve nihayet Eretna Beyliğinden Ali Bey ölünce -bir tane çocuğu var- çocuğunu yerine bey yapıyorlar. Kendisi de onun yerine işler yapıyor. Bir süre sonra da kendisi yerine geçiyor. Sultan unvanını da o etrafta kimse kullanmazken kendisi kullanıyor. Kitapta ta başından beri ısrarla sultan deniyor. Bunun bir politika olduğu belli. Mademki bu Kadı Burhaneddin’in resmî tarihi, poli-tik olduğu belli. Kadı Burhaneddin’e “Sultan” diyerek etrafındaki diğer beylere göre kendisinin üst konumda olduğunu anlatmaya çalışıyor.

Kitabı okuduğumda kadıyı gaza getirme gibi bir durumla karşılaştım. Devleti nasıl yöneteceksin, halkı nasıl idare edeceksin ya da bir strateji nasıl gerçekleş-tireceksin gibi her şey ayrıntılı ve detaylı bir şekilde sunuluyor. Sanki eğitimden geçiriyormuş gibi bir izlenim veriyor.

Aslında ben o gözle bakmadım ama buradaki bilgiler o manada Nizâmülmülk’ün Siyasetnâmesi’ni andırıyor. Dolayısıyla oradan alıntı mıdır yoksa başka bir şey midir bilemiyorum. “Siyasetnâme” anlamına gelebilecek bilgiler acaba diğer siyasetnâ-melerden mi alınma yoksa Aziz b. Erdeşir Esterâbâdî’nin Kadı Burhaneddin’e özel-likle söylemek istediği malumatlar mıdır? Acaba Kadı Burhaneddin’le alakalı böyle

Page 87: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

86

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

bir sorun mu görüyor? Böyle bir şey mi hissediyor? Halil Edhem’in, makalesinde

şöyle bir iddiası var; “çok gaddar bir adamdı”. Şimdi gaddarlığıyla alakalı iki tane se-

bep var. Öncelikle kolaylıkla elde edememiş saltanatı. Saltanatına da göz koyanlar

var. Onlarla mücadele ediyor. Bir de Osmanlı kaynakları Kadı Burhaneddin’i hiç iyi

gözle anmıyorlar. Ondan da kaynaklanıyor olabilir. Ama bir de kitabı okuyorsunuz,

falan ihanet etti, falan sözünde durmadı vs. Sürekli böyle bir durum var. Etrafında

ta ilk vezirliğinden beri sürekli yanında bulunan meşhur iki kişi var. Biri Cüneyt,

diğeri de Müeyyed, ikisini de öldürtüyor. Tabii onlar ihanet etmiş burada anlattığına

göre, ihanet ettikleri için öldürtmüş. Bir şey daha var Kadı Burhaneddin aynı za-

manda saltanatı da ele geçiriyor, yani bey vekilini ve vezirini bizzat kendi eliyle/kılı-

cıyla öldürüyor. Burada da anlatıyor, tabii ki yererek değil. Hatta kimileri tarafından

söylendiğine göre kendi has adamı Müeyyed’i öldürdüğü için Kadı Burhaneddin’i

öldüren Kara Yülük Osman Bey var. Kara Yülük Osman Bey Karakoyunluların ma-

iyetindeymiş ya da bu Eretna Devleti’nin adamlarından birisiymiş. Fakat Kadı Bur-

haneddin Eretna Beyi’ni öldürmesinin ardından -bazılarına göre de sultan olduktan

sonra- kendi has adamı Müeyyed’i öldürünce Kara Yülük Osman Bey gidiyor, onun

için “beylik sevdasına düşmüştü” anlamına gelecek şeyler söylüyor. Ki daha sonra

zaten öyle olduğu belli. Savaşıyorlar ve Kara Yülük Osman Bey savaşta öldürüyor

Kadı Burhaneddin’i. Buradan Kadı Burhaneddin’e dair çıkarılacak yeni bir şey pek

yok ama şu belki önemli: Birincisi, etrafındaki Osmanlı da dahil olmak üzere diğer

beyliklere dair bazı bilgiler var. İkincisi de sosyal tarih var. Memleket tarihçiliği için

önemli bir eser. Şehirler, küçük kasabalar vs. Bu bakımdan belki önem arz ediyor.

Belki onun bahsettiği coğrafyanın bir haritası çıkarılabilir. Sosyal olaylar; mesela

onun bahsettiğine göre o civarda, etrafta ne kadar insan yaşıyordu? Neler vardı?

İlginçtir, burada bahsettiğine göre etraftaki şehirlerin çoğunun ismi Türkçe. Ayrıca

buradaki bahsedilen kişilerin önemli bir kısmının lakabı var. Bu lakaplar sosyal ha-

yat bakımından önemlidir. Burada aşağı yukarı iki şey göze çarpıyor: Biri dinî lakap-

lar, diğeri halk arasında yaygın lakaplar. Yürük, Kara, Bozok gibi lakaplar var. Yani

bu konularda belki bir çalışma yapılabilir. Yoksa tarihî olaylara dair çalışma yapan-

lar diğer hususları açıkça göstermişler. İşte Ahmed Tevfik Bey’in yazdıkları dışında

da kabaca tarihî bilgi verdiği yok. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu eserde merkezde

Osmanlı yok. Yani ona göre Osmanlı Beyliği, Karamanoğullarından daha önemsiz

bir beylik. Karamanoğlu daha önemli. Osmanlılardan o kadar da çekinmiyorlar, öyle

bir anlayış var. Belki Osmanlıların o zamanki yeri de tespit edilmiş olabilir böyle bir

çalışmayla. Ben bu metnin tümünü değil ama yarısından çoğunu okudum. Okurken

böyle bir kanaat edindim. Benim söyleyebileceklerim bu kadar.

Teşekkür ederiz. Sorulara geçebiliriz. Buyur Turan.

Eserde dönemin ilmî hayatıyla ilgili medreseler, âlimler vs. hakkında çok bilgi yok gibi?

Page 88: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

87

Anadolu Kronikleri

Eserde bununla alakalı bilgi var. Kadı Burhaneddin kendisi medrese okumuş. Okuduğu medreselerden bahsederken geçiyor. İkincisi de Kadı Burhaneddin’in To-kat’ta yaptırdığı medreseyi anlatıyor ve onu burada övüyor. Kendisi de ilmiye sını-fından. Dolayısıyla çevresini de ilmiye sınıfından oluşturuyor. Kadı Burhaneddin To-kat’ta yaptırdığı medrese için, “ben de imaretler yaptırıyorum, her zaman yıkmıyo-rum” anlamına gelebilecek bir şey göstermek için yapmış diye bir kayıt var burada.

Kayıtlar bence enteresan. İsmine “Bezm” gelmesi acaba kitabın kaynak değeri-ni artırıyor mu daha sonradan? Yani “ben tarafsızım” havası vermeye mi çalışıyor, yoksa hakikatte öyle mi? Kadı Burhaneddin’le arası bozuldu da -çünkü birinci nüs-hayla alakalı bazı endişelerinizi dile getirdiniz- acaba bir müsveddesi vardı da sonra değişti mi? Arada çok farklar olduğunu söylediniz.

Evet, burada bir nüsha listesi var öyle.

Mesela biz de düşünelim, İran’daki şehnâmelerde olsun, bizde Selimnâme’de, Süleymannâme’de niye onu yerici bir şeyler yazsın ki? Bunun esprisi nedir?

Yerici değil onlar, aksine övücü, aslında Kadı Burhaneddin’i savunuyor. Kadı Burhaneddin için her tarafı yıkıyor, bir yerleri alıyor. Hatta Sivas’ın, Kayseri’nin et-rafındaki yerler sürekli el değiştiriyor. Mesela Erzincan’a gidiyor, kaleyi yakıyor. To-kat’a gidiyor yakıyor… Ve o diyor ki; “hep böyle değil, yaptırdı da işte”.

Daha önce başka bir şey söylediniz. Kadı Burhaneddin’in başarılı olmaması-nın sebeplerini zikrediyor ve düpedüz de biz yenildik ifadesini kullanıyor. Metinde, doğrudan bu başarısızlığın sebeplerini sayarken, bundan Kadı Burhaneddin’i mi yoksa “bürokrasiyi” mi sorumlu tutuyor? Eğer Kadı Burhaneddin’i sorumlu tutarak bunu yapıyorsa, bu tarafıyla çok emsaline rastlanabilecek bir üslup değil. Doğrudan sultan olarak gördüğü birisini yetersiz görmek veya eleştirmek ya da sorumlu tut-mak… Bu açıdan biraz farklı tarafı var.

Sipariş üzerine yazılmış da değil, değil mi eser?

Sipariş üzerine yazıldı.

Sipariş yani, bu açıdan daha da ilginç..

Yani şunu söyleyebilirim belki küçük bir eleştiri var ama öyle şiddetli bir eleştiri yok.

Yani şiddetli olmasını zaten beklemiyoruz da eleştirinin olması enteresan.

Gerekçeleri neler mesela? Ortak sebepleri mi görüyor, kendisinde mi görüyor?

Page 89: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

88

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

Yok, tamamen kendisinde görüyor ve diyor ki kış bastırdı.

Ona benzer başka örnekler var mı? Yani o sefer dışında, bu tarzda.

Var. Mesela yine Cüneyt diye bir adamını ihanetinden dolayı öldürmüş. “Zama-nında bunu düşünecekti” anlamına gelen bir beyit yazmış ve zamanında tedbir al-mazsan, sonra bu işin önünü alamazsın demeye getiriyor.

Benzer değerlendirmeler Osmanlı kroniklerinde de var. Aşıkpaşazade’ye ba-karsanız o da kendi dönemini eleştirir.

Buna benzer şeyleri en fazla bir kıssa üzerinden yapıyorlar.

Kendinden önceki dönemde yapabilir, gerçek olmayan veya o gün yaşamayan karakterler üzerinden yapabilir. Ama burada doğrudan sultanın bir eksikliğinden bahsedilmesi Osmanlı kroniklerinde çok olan bir şey değil.

Her ne kadar sultan dese de sultan gibi görmüyor, bir derebeyi gibi görüyor aslında.

Benim kanaatimce öyle değil. Velinimeti olarak görüyor onu; kaçmış, gelmiş, sığınmış zaten ona.

Hiç şüphesiz.

Ama “Bezm ü Rezm” isminin verilmesi kısmına gelince, benim kanaatimce “Bezm ü Rezm” yergi ya da tarafsızlık değil, bir övgü. Böyle cafcaflı bir isim yani. Hatta bu isimden dolayı “acaba bu ne anlatıyor” diye merak bile uyandırıyor.

Etkilendiği eserler, kaynaklar vs. hakkında bilgi var mı?

Maalesef ki yok.

Şimdi bu gibi şeyler çok yani, mesela bir ara Eretna Beyi, Kadı Burhaneddin’i Sivas’a çağırıyor ve orada tutukluyor, tabii sultan olmadan önce. O zaman diyor ki; “bunun vakası tam da Yusuf’la kardeşleri vakasıdır.” Oraya güvenerek gitti, onlar da hapse attılar. “Onu cimrilerin yüreği kadar dar, cahillerin kafası kadar karanlık bir kuyuya attılar” diye böyle ağdalı anlatıyor. Şimdi orada belli ki Hz. Yusuf’a gönderme yapıyor. Bu gibi göndermeler, bu metinde çok sıradan bir şey.

Ayet ve hadisin referans olarak kullanımı var mı?

Var.

Oranı yüksek mi daha doğrusu?

Page 90: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

89

Anadolu Kronikleri

Epey var. Hatta Kadı Burhaneddin’in meşruiyeti için çok kullanılıyor. Mesela se-fere çıkmaya ya da birisini öldürmeye karar veriyor. Oradan hemen “bilmem şu fehvasınca” deyip bir hadis ya da bir başka özlü söz veriyor.

Yani tamamen gösterme olay mı anlatıyor yoksa şifahi olarak, bir vakanüvis gibi mi yazıyor?

Söylediğim gibi bu eserdeki bilgiler iki kısma ayrılıyor. Bir kısmı, 796 yılından önceki kısım. 796 yılından önce müellif, Kadı Burhaneddin’in yanında değil. Bu va-kalara bizzat şahit olması imkansız. Bizzat görmesi imkansız, ama bunları da anla-tıyor. Sebeb-i teliften sonra Kadı Burhaneddin’in soyundan başlıyor, onları bir yer-den duymuş. Muhtemelen Kadı Burhaneddin’in kendisinden duydu ya da etrafından duydu. Fakat anlatırken hep üçüncü şahıs kullanıyor; “böyle yaptı”, “öyle gitti” gibi. “Ben buradan okudum”, “bana falan söyledi” gibi. 796 yılından itibaren 800 yılına ka-dar bizatihi olayları anlatıyor, burada tabii ki bazen orada kendisiyle alakalı olayları doğrudan anlatabiliyor bazen.

Otobiyografik şeyler var mı yani kendi biyografisini anlatıyor mu?

Ayrıntılı değil ama gayet kesin bir şekilde anlatıyor. Bu adam, İran’da Estere-bad denilen yerde doğmuş. Ondan sonra gelmiş Bağdat’a ve burada eğitim almış. Bir süre orada yaşamış. Timurlular Bağdat’ı işgal edince bir süre Kerbela’da sak-lanmış. Ondan sonra bunu bulmuşlar, bir yere hapsetmişler. O da bir şekilde kur-tulmuş ve gelmiş Diyarbakır üzerinden Kadı Burhaneddin’in yanına. Kendisi böyle anlatıyor. Fakat yine de kendisi hakkında çok fazla bir bilgi yok.

Ben bir soru daha sormak istiyorum, izninizle, Ahmed Tevhid Beyle alakalı. Onun biyografisine dair bir bilginiz var mı?

Maalesef bilmiyorum, yalnız şunu söyleyebilirim; Târîh-i Osmânî Encümeni Mecmuası’nda 20’den fazla makalesi var.

Bu yazma nüshası İstanbul’da mı?

Süleymaniye Kütüphanesi’nde, Erzincan kitaplığında.

Daha doğrusu nüshanın burada olup olmadığını sormuyorum da nüshada o metni nerede hazırladığını belirtiyor mu? Erzincan’da gibi.

Yok, bir şey yok. Ama nüsha Süleymaniye’deki Erzincan koleksiyonunda. Fakat onunla da karşılaştırmadım bu yayınlanan metni. Acaba bir gözden geçirip yeniden mi yayınladı, yoksa o haliyle mi yayınladı bilemiyorum.

1907’de, yani niçin böyle bir şey yapmış ki acaba?

Page 91: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

90

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

Bütün diğer yazıları da o dönemlerle alakalı mı?

Ahmed Tevhid Bey genel olarak 14. ve 15. yüzyıllarla ilgileniyor. Osmanlı tari-hiyle de ilgileniyor. Beylikler, şunlar bunlarla alakalı şeyler var. Mesela mezarlarla ilgileniyor, Târîh-i Osmânî Encümeni Mecmuası’ndaki bu makalelerinden anladığım kadarıyla. Ne zamana kadar yaşadığı, başka ne gibi şeyleri var bilemiyorum.

Metnin sonuç kısmı nasıl acaba?

Metnin sonuç kısmında; “ben bir tane daha yazacağım, kalanı da orada anlatı-rım” diyor.

Peki yazmış olduğuna dair bir bilgi var mı?

İkinci bir cilt yok, yazmadığını söyleyebiliriz. İki şeyden dolayı söyleyebiliriz. Bir tanesi hiçbir nüshası yok ortalıkta. İkincisi de şu; bu eseri 800’de yazıyor. 801 yılında da Kadı Burhaneddin vefat ediyor. Kadı Burhaneddin öldürüldüğüne göre yazacak bir şey kalmadı artık. Yani himaye edecek kimse de kalmadı. Bunu kim yazacak? Ayrıca kendisi İbn-i Arabşah’ın yazdığına göre Mısır’a gidiyor. Mısır’da çok içtiği için, bir gece damdan düşüp ölüyor. Ama İbn-i Arabşah’a göre bu eser dört cilt.

Üslubunu nasıl buldunuz? Kitabın sonunda -Mürsel Hoca’nınkinden baktım ben aslında- “Arapça yazacaktım ama ısrar edince Farsça yazmak zorunda kaldım” di-yor. Farsçayı biraz da zemmediyor anladığım kadarıyla burada. İyi Farsça bilmedi-ğinden dolayı mı acaba?

İyi Farsça bilmediğine dair bir şey yok. Mürsel Hoca, “Târîh-i cihângûşah’a öze-niyor ama onun kadar olmaz” anlamına gelen bir şey söylüyor. Yani benim kanaa-timce dili fena değil. Şiirleri de güzel, Arapçası da fena değil, öyle anlaşılıyor.

Şiirler kendisinin mi?

Kendisinin de şiirleri var. Ben saymadım ama Köprülü saydığını söylüyor. Şiirle-rin 100 küsur kadarı galiba kendisininmiş. İlginç bir şey; Farsça bir metinde Arapça şiirlere bir şey yazmıyor, şiir diyor geçiyor. Ama Farsça olanlara “Fârisiye” yazıyor.

Kendisine ait olduklarını nasıl tespit ediyoruz?

“Bi-müellifi” şeklinde gayet açık yazıyor. Bir de öbürlerinin çoğunda kime ait olduğunu yazıyor.

Şimdi burada ilginç bir şey var, Kadı Burhaneddin’in para bastığından bahse-diyor. Eretna Beyliği’nin küçük oğlunun yerine geçiyor ve aslında para bastırmıyor.

Page 92: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

91

Anadolu Kronikleri

Sonra küçük oğlanı divana almıyor, o zaman da para bastırmıyor. Fakat Sivas’ta Eretna Devleti’nin başındaki Ali Bey ölünce, Kayseri’de para bastırıyor.

Onun dışında dönemin iktisadi koşullarına ilişkin detaylar var mı?

Bu metin, söylediğim gibi daha çok böyle bir savaş konusu üzerinde ilerliyor. Yani bazen de meclisler düzenledi, eğlendi gibi şeyler geçiyor. Mesela Eretna Beyli-ği’nden birisinin Amasya’da eşi vefat ediyor. Gidiyorlar orada bir eğlence tertip edi-yorlar, onu şenlendirmek, acısını azaltmak için. Öyle ballandırarak anlatıyor bunu.

Esterâbâdî’nin başka eseri var mı?

Esterâbâdî’nin herhangi bilinen başka bir eseri yok. Zaten hakkında burada yazdığının dışında hiçbir bilgi yok. İbn-i Arabşah’ı zaten pek kale almamak gerekir anlaşıldığı kadarıyla. İbn-i Arabşah bundan yaklaşık olarak 50 yıl sonra. Yani o da 850’de falan yazıyor.

Evet, başka soru yoksa tekrar çok teşekkür ederiz.

Rica ederim.

Önümüzdeki programlarda görüşmek üzere hepinize iyi akşamlar...

Page 93: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın
Page 94: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

93

Zafernâme, Şâmî

MUSA ŞAMİL YÜKSEL

Doç. Dr., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Ortaçağ Tarihi Bölümü

Arkadaşlar hoşgeldiniz. Anadolu Kronikleri serimizin altıncı ayağındayız. Bugün

İzmir’den bir misafirimiz var. Doç. Dr. Musa Şamil Yüksel bugün bize Zafernâme’yi

anlatacaklar. Hocam öncelikle davetimizi kırmadığınız için teşekkür ederiz. Buyu-

run hocam.

Ben de teşekkür ederim davet ettiğiniz için. Ben genelde Timurlular üzerine

çalışıyorum, yüksek lisans ve doktora tezim Timur üzerineydi. Doktora tezim “Ti-

murlularda Din-Devlet İlişkisi”, Türk Tarih Kurumundan basıldı. Onun dışında şu

anda Hüseyin Baykara ve Zamanı konulu bir kitap hazırlıyorum, o da bitmek üzere.

Genelde çalışmalarım Timurlular üzerine.

Şimdi ben getirmiş olduğum kitapları da şöyle arkadaşlara takdim edeyim gör-

sünler. Türkçesi de var. Birisi Felix Tauer tarafından Prague’da 1937 yılında yapılan

baskısı, diğeri ise -birazdan bahsedeceğim- Tauer’in baskısı temel alınarak İran’da

yapılan baskısı.

Farklılıklar var mı ikisi arasında.

Page 95: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

94

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

Yok, şöyle ana metin aynı, ondan bahsedeceğim zaten. İran’daki baskıyı yapan

Penahî Simnânî ne yapmış? Adeta Felix Tauer’in baskını faksimile olarak yayınla-

mış. Çatı aynı, sayfa sayfasına baskı aynı. Sadece ona giriş ve bir indeks eklemiş

ve o şekilde tekrardan basmış. Ana metin aynı. Yalnız bir de Prag baskısının ikinci

cildi var. Onu bir arkadaşıma vermiştim, geri gelmedi hala. Onu da getirmek is-

tedim ama olmadı. İkinci cilt sadece indeks ve açıklamalar var. Bir de bu eserin

devamı var Zeyl-i Zafernâme. Gene Felix Tauer’in yayınlamış olduğu bu zeyl (ek)

Hâfız Ebrû tarafından yazılmıştır. Şimdi ben şöyle yavaştan başlayayım eserimizi

anlatmaya.

Eserimizin adı Zafernâme: Bizzat Timur tarafından yazdırılan, hicrî 804 yılı, mi-

ladî 1401-1402’de kaleme alınmaya başlanan, 1404 yılında bitirilen bir hal tercümesi

veya biyografi tarzında bir eser. Müellifine geldiğimizde; müellif, Nizameddin Şâmî

diye bir kişi. Tam adı Mevlana Nizameddin Ali Vâiz-i Şâmî veya Şenbî şeklinde geçi-

yor. Tabii yazar hakkında çok fazla malumatımız yok.

Şemdizadelerden mi acaba Şam’daki meşhur Şemdizadeler?

Yok. Şam’la alakası yok müellifin. Adı Şâmî ama kendisi Tebrizli. Niye Şâmî diye

adlandırılıyor onu da anlatacağım birazdan. Müellif hakkında bilgimiz kısıtlı ama

isminde Mevlana olması ve vaiz lakabı taşıması önemli bizim için. Bu kelimeler-

den kendisinin bir din âlimi olduğunu anlıyoruz. Kendisi Timur’un hizmetinde iken

bizzat Timur’un emriyle bu kitabı kaleme almış. Fakat Timur’un hizmetine girme-

den önce Celayirli sultanlara hizmet eden bir kişi. Özellikle de Sultan Üveys’e ki, bu

meşhur Ahmet Celayir. Ankara Savaşı sebeplerinden birisi olarak bildiğimiz Bağdat

hâkimi Celayirlilerden Ahmet Üveys’e de hizmet etmiş bir kişi. 1393 yılının Ağus-

tos ayında Timur Bağdat’a girdiğinde, Bağdat hâkimi Ahmet Celayir tutunamayarak

kaçıyor. O kaçtıktan sonra Timur şehre girerken kendisini ilk karşılayan kişi. Bu

durumu eserinde de bizzat ifade etmiş Nizameddin Şâmî. “Bendeniz Timur ilk gel-

diğinde ona itaate giden ilk kişi idim” şeklinde ifade ediyor. Diyor ki; “o zaman ben

de Bağdat’ta oturuyordum. Şehirde sakin olanlardan en evvel huzura girip yeri öpen

ben idim. Elbet Timur benim böyle herkesten evvel geldiğime memnun oldu. Buna

mukabil bana muhabbet ve iltifat gösterdikten sonra…” diye devam ediyor. Bunu

bizzat kendisi söylüyor. Fakat daha sonra Timur’la irtibatı kalmamış. Timur Bağ-

dat’ta çok fazla kalmıyor biliyorsunuz, devamlı hareket halinde. İkinci defa Timur’la

karşılaşması Halep şehrinde oluyor, o da 1400 yılının Ekim ayında. Timur Halep’i al-

dığı sırada Nizameddin Şâmî de Halep’te. Hac ibadetini yerine getirmek için Hicaz’a

doğru giderken Şam’a uğruyor, Şam’dan gidecek. Fakat o arada da Timur, şehri ku-

şatıyor. Timur’un şöyle bir özelliği var, casuslarıyla ün salmış bir hükümdar. Daha

kendisi gitmeden casuslarını yıllar önceden bir şehre gönderdiğini, orada çok iyi

bir istihbarat teşkilatıyla çalıştığını biliyoruz. Nizamettin Şâmî, Memluk yetkililerin-

Page 96: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

95

Anadolu Kronikleri

ce tutuklanıyor Timur casusu olmak suçundan. Çünkü Tebrizli, Tebriz’den gelmiş,

Fars dilini konuşan birisi… Büyük ihtimalle bu, Timur’un casusu diyorlar. Çünkü Ti-

mur’un casuslarının arasında din adamları, âlimler, şeyhler, bir bakıyorsunuz tüc-

car var hiç beklemediğiniz, asker vs. değil. Tutuklanınca tam kalenin karşısında bir

damda hapis tutuluyor. Oradan da Timur’un şehri kuşatmasını ve şehrin düşmesini

kendi gözleriyle de bizzat görmüş. Timur Halep şehrini aldıktan sonra, emirlerinden

birisi tarafından tutsak olduğu yerden kurtarılıp Timur’un huzuruna getiriliyor. Tabii

Timur daha önce de gördüğü için onu tanıyor ve kendisine iltifatlarda bulunuyor.

Böylece ikinci defa Timur’la görüşmüş oluyor, Timur’un huzuruna gelmiş oluyor.

Ve Timur kendisini alıp Anadolu ve Suriye seferine devam ediyor. Bu sırada Timur,

kendisinden bir kitap yazmasını da isteyecek, birazdan ondan bahsedeceğiz.

Timur’un Anadolu seferi dönüşünde 1404 yılının Nisan ayına kadar Timur’un ya-

nında kalıyor. Timur en son Karabağ’a geldikten sonra oradan ayrılıp Semerkand’a

dönerken müellifimize Tebriz’e, memleketine gitme izni veriyor. Timur’la ilişkisi bu

şekilde. Ölüm yılı olarak da İslam Ansiklopedisi veya bazı eserlerde 814/1411-12

yılı veriliyor. Fakat bu tarih kanaatimce, başka araştırmacıların da kanaatine göre

yanlış. 814 yılında Hâfız Ebrû’nun bir kaydında Nizamettin Şâmî’den bahsederken,

işte bu tarihte ölmüş olduğundan bahsediyor. Araştırmacılar da tarih olarak bunu

almışlar. Fakat onun ölümünün 812/1409 tarihinden önce olduğunu biliyoruz. Yani

ölümü 1409. Tabii Timur kendisini Tebriz’e gönderdiğinde Timur’dan kurtulamıyor.

Tebriz’e gittiğinde, Timur Semerkand’a dönerken “Hülâgühan tahtı” dediğimiz Azer-

baycan ile Anadolu hâkimiyetini (idaresini) torunu Ömer Bahadır’a tevdi ettiği için,

müellifimiz ölümüne kadar da Timur’un torununa hizmet ediyor..

Evet, müellifin hayatı hakkında bildiklerimiz bunlar. Diğer Timurlu müellifler ya

da tarihçilerinin ifadelerinden Nizamettin Şâmî’nin dönemin seçkin edipleri ara-

sında olduğunu anlıyoruz. Yani onlar Nizamettin Şâmî’den bahsederken dönemin

seçkin ediplerinden oluşundan, Fars dilini çok güzel kullandığından, üslubunun iyi

olduğundan bahsediyorlar. Müellifimiz böyle önemli bir kişi ve bu eser dışında üç

tane daha eseri olduğunu biliyoruz.

Şimdi müellifin ismindeki “Şâmî”ye değinelim: Aslında kendisi Tebrizli, Şenb-i

Gâzân Mahallesi’nden, Tebriz’in batı kısmında. Gazan Han’ın medresesini inşa et-

tirdiği yer, sonra mahalleye dönüşüyor. Şenb-i Gâzân mahallesi konuşma dilinde

farklı telaffuz ediliyor, “Şâmî” şeklinde. Şâmî lakabı buradan geliyor. Müellif hakkın-

da bildiğimiz şeyler bu kadar. Şimdi eserin yazılışına bakalım: Daha önce de bahset-

tiğim gibi eser, bizzat Timur tarafından yazdırılmış. Çünkü diğer bütün doğulu hü-

kümdarlar gibi Timur da başarılarının kaleme alınması, şahsının ebedîleştirilmesi

arzusuna sahip bir hükümdar. Çünkü doğulu hükümdarların çoğunda bu istek var,

yani eskilere Selçuklulara, İranlılara baktığımızda böyle bir şey var. Timur’da da bu

Page 97: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

96

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

arzu var, bunun için de Timur ne yapıyor? Daima sarayında ya da sefere giderken yanında, yani barış ve savaş dönemlerinde otağında devamlı ne taşıyor yanında? Bitikçiler, Uygur bahşileri, İranlı katipler… Bitikçi dediğimiz kimseler neyi yazıyor-lar? Sefere çıktığında “rûznâme” dediğimiz sefer günlüğünü, ülkede olan olayları… Bunları devamlı kaleme alan, yazıya geçiren kimseler barındırıyor Timur. Timur niye bunu yapıyor? Hem ebedîleşme arzusu var hem de tarihi çok seven bir kişi. Özellikle siyer, İslam tarihi gibi ilimlere de düşkün ve tarih konusunda da oldukça bilgili bir kişi ki İbn Haldun’la görüşmesi var Şam şehrinde. İbn-i Haldun’u bile tarih bilgisiyle şaşırtıyor. Yani İbn-i Haldun’la bile tartışabiliyor tarih konusunda. Bunun için de devamlı günlükler tutuyorlar. Ülkede olan olayları, Timur’un başarılarını ka-leme alıyorlar. Daha sonra da Timur’un huzurunda okuyup kendisine sunuyorlar. Timur beğeniyor, “evet, güzel olmuş” şeklinde ifadeleri var. Bu tip küçük eserlerden, günlüklerden haberimiz var, bunları nereden biliyoruz? Böyle çeşitli eserler yazıl-mış, diğer tarihçilerin eserlerinden biliyoruz. Fakat bunların hiçbiri bizim günümüze gelmiş değil. Biz bunların isimlerini biliyoruz. Tarihçilerin ifade ettiği üzere bunların dışında Timur’a büyük tarih kitapları da yazılmıştır. Bunlardan iki tane var bildiği-miz, elimize ulaşan iki tane büyük eser var.

Buna geçmeden önce Gıyaseddin Ali Yezdî’nin asıl adı Saadetnâme olan bir eseri var, fakat nasıl biliniyor bu eser Ruznâme-i gazavât-ı Hindustan, yani Hin-distan seferlerinin günlüğü şeklinde yazılan bir eser var. Bu yazılmış, tabii Timur asker bir hükümdar, Arapçası çok iyi değil. Arapça ve Farsça konuşabilir ama çok mükemmel bir Arapçası yok, Farsçası var. Ağdalı, ağır bir üslupla yazılan şiirleri ve eserleri çok fazla anlayamadığı için inceliklerini de anlamak istediğinden kendi adına kaleme alınacak bu eserlerin sade bir dille yazılmasını istiyor. Gıyaseddin Ali Yezdi’ye diyor ki; “bana daha önceki başarılarımı ve Hindistan seferimin günlüğünü yaz”. Bizzat Rûznâme-i gazavat-ı Hindustan’da müellif Gıyaseddin Ali, “benden is-tedi” şeklinde yazıyor. Timur’un Hindistan seferi dönüşünden iki yıl sonra 1400’de kaleme alıyor eserini, Timur’a sunuyor fakat Timur’u bu çok memnun etmiyor. Zira Timur; “ağdalı olmasın, üslubu anlaşılır olsun” dediği halde ağır bir dille yazılmış bir eser karşısına çıkıyor. Tabii sade dille yazmak da müelliflerin işine gelmiyor. O dönemde siz, sade dilde bir kitap yazdığınızda hiçbir değeri olmuyor. Diğer Zafernâ-me’yle karşılaştırdığımızda, tabii değersiz demiyorum ama, diğer Zafernâme daha şöhretli bir kitap, çünkü ağdalı dille yazılmış. Sade bir dille yazılması o dönemde kabul gören bir şey değil. Ama Timur böyle yazın diyor, Gıyaseddin Ali’nin eserini beğenmediği için de Anadolu seferinde Halep’te 804/1401-2 yılında Karabağ’dayken Nizamettin Şâmî’yi çağırıyor, “bana eser yaz başarılarımı anlatan, hikâyemi, salta-natımın tarihini anlatacak kâmil bir eser, büyük bir eser yaz” diyor. “Fakat bunun dili oldukça sade olsun” diyor. Zaten 10’uncu sayfayı açtığımızda Türkçe tercümesinde 11’inci sayfada, 804 senesinde Nizamettin Şâmî “bu eserin yazılması bendenize em-redilmiştir” şeklinde açıkça ifade etmiş. Evet, yazmaya başlıyor Nizamettin Şâmî.

Page 98: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

97

Anadolu Kronikleri

Bu arada sefer devam ediyor, Timur Anadolu’ya geliyor, Ankara Savaşı ve Timur’un

Anadolu’da askerlerle bir altı ay kadar kalması, Foça’yı ve İzmir’i fethetmesi... Bu

arada Nizamettin Şâmî de devamlı olarak Timur’un huzurunda. Eserini bizzat göz-

lemlerine dayanarak yazıyor. Özellikle Anadolu ve Suriye seferi öncesi dönemleri de

“Timur’un huzurunda devamlı olarak bulunan bitikçilerin, Uygur bahşilerin, İranlı

kâtiplerin yazmış oldukları günlüklerden ya da notlardan faydalanıp eserini iki yılda

tamamlıyor. Timur Semerkand’a dönerken -1404 yılında, 12 Nisan’da dönmüştü-

ondan bir 15-20 gün önce olduğu tahmin ediliyor, yani Mart 1404 yılında Timur’a

eseri sunmuş. Tabii eser üslup açısından Timur’u gerçekten memnun eden bir üs-

lupta, sade bir dilde yazılmış eser. Gerçekten Timur bundan memnun oluyor. Eserin

yazılış şekli bu şekilde.

Dönemin mektuplarından, diplomatik kaynaklarından da faydalanmış mı?

Tabii, Timur kendisine bu eser yazıldığında beraberindeki bitikçilerin elinde

olan, yani münşeat yazan, mektup yazan bütün belgeleri Nizamettin Şâmî’ye veri-

yor. Belki Nizamettin Şâmî bu mektuplardan bahsetmiyor. Mesela İbn-i Arabşah’a

baktığınızda onda daha çok mektup var veya Feridun Bey münşeatına baktığınızda

Timur’un mektuplaşmaları orada daha çok.

Ankara Savaşından önce dört mektuplaşma durumu var, bunlardan bahsediyor

mu acaba?

Yok, eserde o mektuplardan çok fazla bahsetmiyor. Mektupların içeriği, bu

eserde yok. Onları biz daha çok İbn Arabşah’ta Feridun Bey’de ve Memluk tarihçisi

Kalkaşandî’nin Subhu’l-a‘şâ adlı eserinde görüyoruz. Burada maalesef pek mektup

yok. Ama “Timur’dan elçi geldi, Timur’dan Yıldırım Beyazıt’a elçi gitti, Yıldırım Be-

yazıt’dan elçi geldi” ifadeleri var. Mektup tarzında bilgi ise yok. Zaten okuduğunuzda

da görülecektir.

Eser, bir anlamda propaganda amacıyla yazılmış/yazdırılmış denebilir mi?

Tabii, zaten amacı kendisini ebedîleştirmek. Timur, -gerçekçi konuşursak- bu-

günün tabiriyle egosu yüksek olan bir hükümdar. Dediği dedik, astığı astık, kestiği

kestik, gerçekten otoriter bir kişi. Lafının üzerine laf söyletmeyen, en makbul adamı

bile emrettiği bir şeye itiraz ettiğinde gözden çıkarabilen bir kişi…Mesela Hindistan

seferinde, İbn Arabşah’a göre, bir kale var, çok yüksek bir kale: “Sevale Kalesi”. Ne

kadar hücum yapılsa alınamıyor, öyle yüksek, korunaklı, muhkem bir kale. Timur

“bunu mutlaka alalım, arkamızda düşman bırakmamamız lazım” diyor. Adamı ise;

“vazgeçelim, bu kadar adamı kaybettik. Değer mi bu küçücük kaleye?” diyor. Bunu

dediği anda ordusundaki en kötü adamın elbisesini ona giydiriyor, onun elbisesini

Page 99: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

de o kötü adama giydiriyor ve mal varlığının hepsini bu adama devrettiriyor ve “Ben

arkamda düşman bırakmadan giderim” diyor.

Alıyorlar mı kaleyi?

En sonunda da kaleyi alıyorlar tabiki.

Soruları sonraya bırakalım isterseniz, yani sunum bölünmesin.

Evet, Timur’a takdim etti dedik, Timur’u hoşnut etti. Tabii Timur, Semerkand’a

dönerken Nizamettin Şâmî’yi Tebriz’e gönderiyor. Ondan sonra; “Tebriz’e git ve -va-

lisi yaptığı torunu- Ömer Bahadır’a da bir nüshasını sun” diyor. Elimizde eserin iki

farklı nüshası var. Çünkü Nizamettin Şâmî, Ömer Bahadır’a sunarken kitapta biraz

değişiklikler yapıyor. Giriş kısmında Ömer Bahadır’a övgüler, -çünkü ona takdim

edilecek- biraz eklemeler yapıyor, biraz üslupta oynama var, ama çok fazla değil.

Mesela kendisi de Timur’a ilk sunduğunda kitaba Zafernâme diye bir isim koyma-

mış. Zaten genelde ismin konup konmaması tartışma götüren bir konu. Kitabın is-

minin Zafernâme olduğunu Nizamettin Şâmî’ye bizzat Timur’un kendisi söylüyor.

Zafernâme ismi Tebriz’de torununa sunulan ikinci nüshada yapılan en önemli de-

ğişikliklerden bir tanesi. Şimdi eserin kapsamına bakalım. Yani eser hangi yılları

kapsıyor, neyi kapsıyor? Eser Timur’un iktidara gelmesinden, tahta oturmasından

önceki dönemde, yaklaşık 747/1346’da başlıyor. Çağatay Ülkesinde, Bayan Kuli diye

bir hükümdarın tahta çıkmasıyla olayları anlatmaya başlıyor müellif. Başlarda bir

Maveraünnehir ve Çağatay tarihi anlatılıyor ki Timur, Maveraünnehir’de Çağatay

tahtına oturacak. 1335’lerden sonraki Çağatay tarihinden başlayıp hicrî 806 yılı Ra-

mazan ayı, yani Mart 1404 yılı olaylarıyla bitiyor. Yaklaşık 60 yıllık bir tarihi kapsı-

yor. Mart ayında torunu ve veliahdı Şehzade Muhammed’in Anadolu’da ölmesi var.

Öldükten hemen sonra Şehzade Muhammed de ölüyor. Onun ölüm yıldönümüyle

ilgili Karabağ’dayken onun adına fakirlere sadaka dağıtılması, ziyafet verilmesi gibi

şeyler var. Bunları anlatıyor sonra da “seyyid” ailelerden birinden Seyyid Rıza Kiya

diye birinin Timur’u ziyarete gelişini anlatıyor ve eseri orada bitiriyor. Yani 1404 (806)

yılının Mart ayında biten bir eser.

Evet, şimdi üslubuna bakalım: Üslup sade demiştik daha önce. Rûznâme-i ga-zavât-ı Hindustan’dan memnun olmayan Timur, özellikle tembih ediyor bunu. Ni-

zamettin Şâmî de Timur’un isteğinin dışına çıkmamış, oldukça sade yazmış. Bu

da Timur’u memnun eden bir şey. Bunun dışında kaynak olarak Nizamettin Şâmî,

Timur’un sarayındaki bitikçilerin, Uygur bahşilerin, katiplerin yazdığı günlükleri

kullanıyor. Rûznâme-i gazavât-ı Hindistan adlı eseri kullanıyor. Özellikle Hindistan

seferine dair bilgileri bu eserden alıyor. Az önce kayboldu dediğimiz eserleri, gü-

nümüze gelmeyen eserleri de kullanmış ama ana kaynakları bunlar. Tabii şöyle bir

şey var, 1393 öncesi ve sonrası durumu var. 1393 sonrası kendi şahit olduğu olayları

Page 100: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

99

Anadolu Kronikleri

ihtiva ediyor, özellikle Ankara ve Anadolu seferini. 1393 öncesi ise az önce bah-

settiğimiz eserlerden aktarıyor. Tabii Timur Anadolu’nun her yerinde miydi? Timur

Kütahya’dayken bir oğlu Bursa’da, Osmanlı çelebilerini kovalıyor. Burada bulunan

kimselerden yani oradaki olayları gören kimselerden faydalanıyor, böyle bir özelliği

var. Tabii bu olay da esere yansımış. Kitaba baktığımızda kitabın birinci ve ikinci

bölümünde farklı diyebileceğimiz bir üslup var. 1391 öncesindeki tarihlere baktığı-

mızda özellikle şöyle bir şey var mesela, 12 hayvanlı Türk takviminde “Sıçgan” yılına

denk gelen 700 bilmem kaç yılında bu olay oldu gibi. Eski 12 hayvanlı Türk takvimini

de kullanıyor müellif. Bunları aslında kim kullanıyor? Uygurlar. Eskiden kullanılan

tarihlerin etkisini eserde görebiliyoruz. Önceki tarihlemelerde bunlar kullanılıyor.

1391’den sonraki tarihlemeye baktığımızda ise ay, gün, yıl şeklinde devam ediyor.

Mesela 805 hicri yılının Recep ayının 17’nci günü, Salı, Perşembe ya da Cuma şek-

linde tarihlemeler bu şekilde üsluba yansımış. Diğer kaynaklarla da karşılaştırıldı-

ğında üslupta da fark edilebilen/fark edilebilecek kısımlar var. Bunun için konunun

uzmanı olmak lazım.

Nüshalarına bakalım, kaç tane nüshası var? Onu söyledim aslında, iki tane nüs-

hası var; bir, Timur’a sunulan nüsha; iki, torununa sunulan nüsha. Torununa sunu-

lan nüsha şu anda British Museum’da saklanan bir eser. Müellif el yazması, yalnız

biraz eksik, bazı sayfaları kaybolmuş. Timur’a sunulan birinci nüsha ise elimizdeki

eserde basılmış durumda. Hafız Ebru’nun -zeyl yazan bir diğer meşhur Timur tarih-

çisi, Şahruh dönemi tarihçilerinden- Mecmua diye bir kolleksiyonu var, 11 eserden

oluşuyor toplam. İşte o Mecmua’nın içine Zafernâme’yi de almış. Bu eser, Topkapı

Sarayı’nda, Bağdat Köşkü 272/1 numarada mevcuttur. Çeşitli başka nüshaları da

olabilir.

British’deki ya da Topkapı’dakinin müellif nüshası var mı?

British Museum’daki müellif nüshası.

Bu eser kendisinden sonra yazılan Timurlu tarihlerine kaynaklık etmiştir. Me-

sela Şahruh döneminde yazılan diğer Zafernâme, Şerefettin Ali Yezdî tarafından

yazılan, bu eseri kaynak olarak kullanıyor. Tabii bunu daha da geliştiriyor. İki cilt

ve bunun neredeyse sayfa olarak üç, dört katına yakın bir eser. Şahruh’un oğlu İb-

rahim Sultan döneminde yazılan bir eser o. Orada üslup sınırlaması yok. Dediğim

gibi yani öyle bir üslup sınırlaması olmadığı ve başkentteki bütün imkânlar da onun

hizmetine sunulduğu için daha geniş, daha kapsamlı bir eser. Üslup sınırlaması

olmayınca çok daha kabul görmüş, çok fazla okunmuş, çok fazla istinsah edilmiş/

kopyası çoğaltılmış. Çok güzel yaldızlı süslemelerle, tezhip sanatıyla bezenmiş bir

nüshası var. Onun için çok erken yıllarda Fransızcaya, İngilizceye ki Özbekler döne-

minde bile Özbekçeye çevrilen bir eser olarak karşımıza çıkıyor. Yani tabiri caizse

Page 101: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

100

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

bunun pabucunu dama atmış diyebiliriz ya da değerini biraz düşürmüş ama gene de

Timurlu tarihi için önemli bir kaynak Şami’nin Zafernâme’si.

Türkçesi var mı?

Şerefeddin Yezdî’nin Zafername’sinin Türkçesi yok. Türkçesini yapmak da biraz

cesaret isteyebilir, ağdalı, gerçekten ağdalı bir dili var. Yapılabilir mi yapılamaz mı o

ayrı mesele. Necati Lugal Fars dilini, Arapçayı iyi biliyor, Almancası var, Fransızcası

var… Filolog biri aynı zamanda, o bile bunu çevirirken herhalde…

Belli şeyler var, boş bıraktığı yerler var. Tercümesini gördükten sonra, tek ba-

şına Farsça bilmenin de bir işe yaramadığını anlıyor insan. Ya Arapça ve Farsçayı

çok iyi bilen iki kişinin ya da ikisini çok iyi bilen bir kişinin çalışması gereken bazı

kaynaklar var. Şerefeddin Ali Yezdi’nin Zafernâme de onlardan bir tanesi diyelim.

Hocam Yezdî hakkında tez yok mu Marmara Üniversitesi’nde?

Yezdî hakkında en son Amerika’da bir tane yapıldı.

90’larda bir tane yapılmıştı sanki?

Zannetmiyorum, ondan haberim yok yapıldıysa da, ama en son iki sene önce

Amerika’da John Woods Hocanın yanında Evrim Binbaş bu ikinci Zafernâme üze-

rine doktora tez çalışmasını tamamladı. Bu ikinci Zafername’nin elimizde üç tane

baskısı var. Bir Taşkent baskısı var; Muhammed Abbas’ın yaptığı çok eski bir İran

baskısı var. Son bir yıl içerisinde İran’da ikinci bir baskı daha yapıldı. Nüshalar da

fazla, çok fazla istinsah edildiği için, ama dili ağır gerçekten ağır.

Osmanlıca tercümesi ne zaman hocam biliyor musunuz?

Osmanlıca tercümesi yok, yanlış bir bilgi vermeyelim onu düzeltelim.

Zafernâme’nin yok.

Bildiğim kadarıyla onun yok.

Evrim Binbaş bizzat Yezdî’yi mi çalıştı?

O, Yezdî’yi çalıştı. Yezdî’nin tercümesi, biraz da diplomatik yönünden siyaset yö-

nüne irdelenmesi şeklinde yakında yayınlanacak doktora çalışması var. Evet, ikinci

olarak Hafız Ebru’nun Zübdetü’t-tevârîh-i Baysungurî adlı eserine kaynaklık etmiş.

Zaten Mecmua’sına almıştı. Bunu diğer bir eser Zübdetü’t- tevârih-i Baysunguri’de

de çok kullanmış. Kendince eksik gördüğü yerleri tamamlamış. Biraz daha tefer-

ruat eklemiş. Temel olarak da bunu esas alıp kullandığını biliyoruz orada. Bu ikisi

önemli, bunun yanında diğer Timurlu tarihleri de bundan faydalanmış şüphesiz.

Page 102: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

101

Anadolu Kronikleri

Bunun dışında bir de buna yapılan zeyller var: Timur’un oğlu Şahruh’un emriyle

Hâfız Ebrû tarafından yapılan bir zeyl. “Bu eseri Timur’un ölümüne kadar getir” diyor

Şahruh. Bu eserin 1404’te kaldığı yerden Timur’un ölümüne kadar yapılan bir zeyl.

Bu da Felix Tauer tarafından basılmış. İran’da da bu zeylin bir eski baskısı yapıldı.

Kitapta Timur’un ilk dönemine dair bilgi var mı? Çünkü bazı çalışmalar/değer-

lendirmeler ilk döneme dair herhangi bir bilginin olmadığı yönünde.

Olmadığını da bizzat Timur söylüyor. Kendini önemli göstermemek için gençlik,

çocukluk yıllarıyla ilgili bilgi koydurmamış. Siyasî mücadeleye başladığı 1360’tan

sonra bilgiler var. Timur’un şeyhlerle görüştüğü gençlik yılları hakkında, Acâi-

bü’l-makdûr’dan biraz bilgi alıyoruz. Çok fazla bilgi yok ki bunu özellikle bizzat

Timur’un kendisinin saklattığı bu eserde de bahsediliyor. Evet zeyl dedik, bu bağ-

lamda gene Şahruh döneminde yazılan bir eser var, Zafernâme’nin kaldığı yerden

alıp 29 Mart 1409 tarihine -ben burada miladisini verdim- kadar gelen Tâcü’s-Sel-

mânî’nin Tarihnâme adlı eseri var. Doğrudan “zeyl-i Zafernâme” ismi almamış, fa-

kat bu amaçla yazıldığını biliyoruz.

Evet, Nizameddin Şami’nin Zafername’sinin iki tane neşri var. Bir tanesi işte

Felix Tauer’in yaptığı Beyrut’ta basılan aslında Prague baskısı diyor ama Beyrut

- Amerikan Matbaası’ında yapılmış olan- baskısı. Bir de bu baskı esas alınarak

İran’da yapılmış olan baskı var. Yazı karakterine, sayfasına kadar aynı. Sadece buna

fihristler eklenmiş. Eserin bir de Türkçe tercümesi var, Necati Lugal’ın yaptığı ter-

cüme. Tabi Felix Tauer İstanbul ve Londra’daki nüshaları kullanmış o neşri yapar-

ken, tenkitli neşir yapmış. Ayrıca da Zübdetü’t-tevârîh-i Baysungurî de yani Hâfız

Ebrû’nun eserlerini de kullanıp eksikleri oradan tamamlama şeklinde bir tenkitli

neşir olarak yayınlamış. Evet, tercümesine baktığımızda tercüme gerçekten güzel

bir tercüme. Hani bundan daha iyisi olur muydu, onu artık arkadaşların takdirine bı-

rakmak lazım. İncelediğinizde, orijinaliyle karşılaştırdığınızda, benim tespit ettiğim

ufak tefek şeyler var. Ama bu kitabın tercümesine halel getirecek bir şey değil. Ufak

tefek kelime mesela, orada olmayıp burada olan, birkaç yerde ben tespit ettim ama

çok problem değil. Emin olamadığı yer adlarında, isimlerde okunan şekilde yaz-

mış, parantez içinde de Farsçasını vermiş, olması gerektiği şekilde. Herhalde güzel

bir tercüme olmasında da dilinin sade olmasının rolü de yüksek. Tabi Necati Lugal

Hocanın da hakkını yememek lazım. Kitabın tümü, kapsamı veya yazım özellikle-

rinden belki bahsedilebilir. Kitabın türü dediğim gibi biyografi ya da hal tercümesi.

Timur’un hal tercümesini/biyografisini anlatan bir eser. Olaylar kronolojik sıraya

göre verilmiş. Kronolojik yıl takibiyle gidiyor. “Hikayeci tarihçilik” şeklinde bir anla-

tımı var. Eser 1346’yla 1404 yılları arasındaki olayları kapsıyor. Onlardan bahsettik,

Bayan Kuli’nin tahta çıkışıyla Timur’un Semerkand’a, Anadolu seferinden dönüşü

Page 103: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

102

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

dedik. Mart’taki Muhammed Sultan’ın ölüm yıldönümünde yapılan organizasyonu

söyledik, en son bunu anlatmış.

Esere baktığımızda, Farsça eserlerde 11. yüzyıldan sonra 12. yüzyıldan itibaren

görülmeye başlanan nesri süslemek için metnin içinde şiirler bulunuyor ki bunun

ilk örneklerinden birini herhalde Beyhakî oluşturuyor. İçinde gördüğünüz gibi şiirler

var. Şiirlerle süslenmiş bir yazım tarzı var, bu geleneği devam ettirmiş. Şiirler Fars-

ça genellikle. Bazen beyit, bazen dörtlük, bakıyorsunuz iki dörtlük tek mısra halin-

de, bir standardı yok yani. Tabii bu şiirlerin Arapça olanları da var, sadece Farsça

değil. Arapça şiirler de kullanmış. Darb-ı mesel kullanmış, bazı yerlerde atasözü

şeklinde kullanımlar var. Sadece bununla da kalmıyor Kurân-ı Kerîm’den ayetler,

Hz. Peygamber’den hadisler kullanmış sıkça. Bunu daha çok hamisine yazdığı için,

hamisinin saltanatını meşru kılmak amacına yönelik kullanmış. Onun saltanatını

meşru kılmak ve yapmış olduğu bazı faaliyetleri meşru zemine taşıyabilmek için.

Mesela Timur Isfahan’ı ele geçirdiğinde kaleye dokunmuyor, önce emanla alıyor.

Kaleye askerlerini gönderiyor emniyeti sağlaması için. Geceleyin Isfahan halkı is-

yan edince şehirde büyük bir katliam gerçekleştiriliyor. Eserde; “ayak takımının iki

gün zarfında çıkardığı fitne ve fesadın zararı, padişahların 100 senede yaptığı zulüm

ve cebirden daha ziyadedir” diyor. Tabii daha çok Kurân-ı Kerîm’den ayetler var,

ondan birazdan bahsedeceğim.

Şimdi eserin kurgusu kaynak olarak değerine baktığımızda müellif eserine dö-

nemin tarih yazıcılığı geleneğine uygun olarak ne yapmış? Nasıl başlıyor? Allah’a

hamdla başlıyor, o dönemin özelliği Allah’a hamd yapılıyor, şükrediliyor. Arkasından

sırasıyla Hz. Peygamber, dört halife, Hz. Ali soyundan gelen kimseler, aşere-i mü-

beşşere gibi din büyüklerine selâm salavât getiriliyor. Ardından Timur’un iktidarının

meşruiyetini sağlamak için bir zemin hazırlanmaya çalışılıyor. Kitabın esas önemi

buradan geliyor diye düşünüyorum, benim şahsî düşüncem. Burada, o dönemde

geçerli olan İslam siyaset teorileri var, Mâverdî’yle başlayan. Şii Büveyhilerin haki-

miyeti altına giren halife otoritesini kaybettikten sonra Mâverdî, el-Ahkâmu’s-sultâ-niyye diye bir kitap yazıyor. Halifenin meşruiyetini, haklılığını ortaya çıkarıp onu kuv-

vetlendirmeye çalışan bir teori var bu kitapta: “Halife Allah’ın yeryüzündeki gölgesi-

dir”. Daha sonra Nizâmülmülk’le başlayıp Gazâlî’yle devam eden bir İslam siyaset

teorisi var; orada “sultan Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir, halife değildir”. Böyle bir

şey var, sultanlar artık bu işi yapmalıdır. Bu teoride sultan merkez edinilmiş, sultan

doğrudan Allah tarafından seçilmiş bir kimsedir ve O’nun yeryüzündeki gölgesi olup

sadece O’na karşı, yani sadece Allah’a karşı sorumlu olduğu savunulur. Din-devlet

ikiz kardeş, birisi olmasa diğeri de olmaz, yok olur. İşte bunun amacı hamisinin

iktidarını meşru kılmaktır. Bu teoriye göre hükümdar şeriatı uygulayan, toplumu

kötülüklerden koruyan, adaleti sağlayan gerçek otorite olarak gösteriliyor. Yani sal-

tanatın doğrudan Timur’a Allah tarafından verildiğini dile getiriyor. Bu düşünceyi de

Page 104: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

103

Anadolu Kronikleri

ayetlerle destekliyor eserinde, ki Zafernâme’nin bizzat Timur tarafından yazdırıl-

mış olduğunu düşündüğümüzde Timurlularda da siyaset teorisi var denebilir. Niye?

Çünkü kendi teorilerini ortaya koyacaklar. Ortaya konmasında bu eserin ilk örnek

olduğunu söyleyebiliriz, bu açıdan önemli. Mesela eserde Timur’dan önce ortaya

atılan sultan merkezli siyaset teorisinden farklı olarak göze çarpan bir şey var. Yeni

bir özellik var burada diyor ki; -sayfa yediyle dokuz arasında- mesela “hükümda-

rın cezalandırma sistemi” yani “siyaset hakkının vurgulanması ve güç kullanması

gerekliliğinin dile getirilmesi” diğer bir deyişle dinin kılıç ile takviye edilmesi. Son

sözün kılıç tarafından söylenecek olması. Sayfa yediyle dokuz arasında, yani tam bir

cümle değil ama oradan çıkıyor bu şey. Yani bu fikir var. Bu fikri daha sonra Timurlu

kaynaklarda özellikle bir coğrafyacı olarak Hâfız Ebrû’nun coğrafyasında göreceğiz.

Burada daha önceki teoriye eklenmiş bir şey var. Bu kavramı dile getirmenin sebebi

olarak da Nizamettin Şâmî, insanoğlunun Allah’ın emirlerini uygulamadaki istek-

sizliğini gösteriyor. Ne diyor? Sayfa sekizde; “Halk Kurân’dan ziyade sultanlardan

korkar. Halk üzerinde sultanın tesiri/etkisi Kur’ân’dan daha fazladır. Müfsitler de

devlet adamlarından korktukları kadar Allah’tan korkmazlar” şeklinde açıklamış.

Ki ayrıca Allah da bu durumu Kurân-ı Kerîm’de Haşr Sûresi 13’üncü ayette “onların

kalplerinde sizin korkunuz Allah’ınkinden fazladır”. Allah’tan çok, sizden korkar-

lar anlamında böyledir, çünkü onlar anlamaz bir topluluktur. Ben genelde Süley-

man Ateş’in mealini kullanıyorum. Oradan almış olabilir, aynısı olmayabilir ama

bu mealde bir şey. Böylece halkın doğru yoldan ayrılmaması, şeriatın uygulanması

ve asayişin hâkim olması ve sultanların buradaki rolüyle ilgili olarak da şu ma-

naya gelen bir hadis naklediyor. Hadis-i şerifte; -o hadis olduğunu söylüyor sahih

midir değil midir tabii onun ben uzmanı değilim- “Ben sultanlar sultanı Allah’ım.

Bütün padişahların kalpleri ve mukadderatlar benim kudret elimdedir. Emrimi ye-

rine getirenler hakkında padişahların kalplerini onlara karşı merhametli yaparım.

Benim emirlerimi yerine getirmeyenler hakkında onların kalbini ise kin ve kahır

ile doldururum”. Sultanların kalbinden bahsediyor. Bu nedenle padişahlara fena

söylemeyiniz, fakat tövbe ediniz ve bana dönünüz ki ben de sizlere karşı onların

kalbine merhamet vereyim. Yani sultanı öyle bir şeye çıkarmış. Nizamettin Şâmî

devamında yedinci sayfada bilinçli olarak Hadîd Sûresinden bir bölüm almış: “And

olsun biz, elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberinde kitabı ve mizanı

yani teraziyi indirdik. Kendisini de şiddetli bir korku müthiş bir güç ve insanlar için

birçok faydalar bulunan demiri de gönderdik”. Niye bunu aktarıyor? Timur’un adı

zaten “demir” demek, “bu” diyor, “Timur’un geleceğini Allah da söylemiş ve Timur’u

göndermiştir”. Yani bunu Timur’un saltanatında yapmış olduğu faaliyetleri meşru

zemine taşımaya yönelik cümleler olarak görmek lazım.

Page 105: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

104

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

Hıristiyan âleminde de bu var.

Hepsinde var. Şimdi Şâmî eserin ilerleyen bölümlerinde de bu teoriye uygun

olarak aynı şekilde hükümdara mutlak itaat edilmesi gerektiğini -az önce dediğimiz,

Isfahan’daki olayla ilgili ayak takımının iki gün zarfında çıkardığı fitne ve fesadın za-

rarı, padişahın 100 senede yaptığı zulüm ve cebirden daha fazladır şeklinde- ifade

ediyor. Ki Gazâlî de İhyâü ulûmi’d-dîn’de veya diğer eserlerinden Nasîhatülmülûk’te

bu şekilde ifade ediyor. Orada “normal halkın yaptığı bir günlük zulümdense sulta-

nın yaptığı 100 yıllık zulüm efdaldir/daha iyidir” diyor. Bu şekilde devam ediyor. Ayrı-

ca din ve devletin bu ayrılmaz bütünlüğü, ikiz kardeş fikri, çok sık bir şekilde eserde

söz ediliyor. Evet, müellif bu şekilde Timur’un iktidarının meşruiyet meselesini ilahi

bir zemine oturttu. Ondan sonra da eserin yazılış amacına geçiyor.

Dokuzuncu sayfa, “çünkü adalet siyasete yakın ve kahrı lutf ile karışıktır”.

Evet devam ediyor aynı şekilde; “Bu âdil ve tanrı dergahının seçilmişi en adil

ve en büyük olanı Timur Göregen’in şeref olan zatıdır. Tanrı onun saltanatını ebedî

kılsın”.

Buradaki “siyaset” idam manasında mıdır?

Siyaset cezalandırma demek.

Ölüm cezası mı?

“Siyaseten katl” diye bir şey vardır, o işte. Siyaset, Farsça ceza anlamına gelen

bir kelime, eski dilde Osmanlıcada da kullanılıyor.

Ben siyaset teorisi derken oradaki benim kullandığım siyaset politik anlamda,

ceza anlamındaki siyaset değil. Evet, kitabın yazılış amacından da bahsettik. Ti-

mur’un iktidarını anlatmaya başlayacak, tabii bunu anlatmaya geçmeden önce bir

meşruiyet kaynağı daha kullanıyor. Ona özellikle vurgu yapmak istiyorum. Timur’un

iktidarının pratikte kabul görmesi neye bağlı? Timur, o dönemde Semerkand’ın

“Şehrisebz” dediğimiz şehrinde doğuyor. Semerkand’da tahta çıkıyor o dönemde.

Çağatayların iktidarına geçiyor, tabii kendi değil ondan belki bahsedeceğiz birkaç

cümle sonra. Orada iktidara geliyor. Burada geçerli olan meşruiyet kaynağı nedir?

Cengiz Han soyundan gelmiş olmak. Cengiz Han soyundan gelmiş olamazsanız tah-

ta oturamazsınız, yani han olamazsınız. Ne yapıyorlar? Çağatayların son döneminde

Emir Kazak Hanlığı; bir kukla hükümdarı, yani Çağatay soyundan ya da Cengiz Han

soyundan gelen bir kişiyi han yapıyorlar. Arkadan o kukla han, arkada emir unva-

nıyla devleti idare ediyor. Böyle bir şey var. Bunu da ifade etmek zorunda, çünkü

pratikte kabul görmeyecek. Öteki daha çabuk kabul gören bir şey. Yani Cengiz Han

soyundan gelmediği için ne yapacak? Timur’u öyle bir zemine oturtması lazım ki

Page 106: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

105

Anadolu Kronikleri

Cengiz Han soyundan gelmiyor ama tahta hâkim. Timur’u, ataları vasıtasıyla arala-

rında özel bir bağ olduğunu öne sürdüğü Çağatay hanedanının kurucusu konumuna

oturtuyor. Yani Timur’la Çağatay hanedanı arasında özel bir bağ var diyor. Niza-

mettin Şâmî Zafernâme’de işte bunu nasıl yapıyor? Sayfa 10-11’de anlatmaya baş-

lamış onu. Zafernâme’ye göre Cengiz Han, çocuklarını büyütürken yasak ve yosun

konusunda diğerlerinden daha bilgili olan Çağatay’ı özel olarak yetiştirmiş ve onun

hizmetine askerlerinin en seçkinini vermişti. Çağatay bu askerler arasında devlet

işleriyle yasak ve yosunun muhafazasından da sorumlu olarak Timur’un atası olan

Karaçay Noyan’ı seçmiş. Timur’un atası Karaçay Noyan kimdir? Çağatay’ın yasak

yosundan sorumlu şehzadesi. Cengiz Han’ı da en iyi bilen kişi o ki Cengiz öldükten

sonra bile yasayı en iyi bildiği için hürmet gören bir kişi. Bunun havalisini de Çağatay

Han, Timur’un atasına vermiş.

Bir de kan bağı var.

Karaçay Noyan, Timur’un atası, Cengiz’le kan bağı yok. Timur da şimdi atası

Karaçay Noyan’ın görevini devralıyor. Cengiz Han soyundan gelen bir kimse adına

hanlığı diriltip yasak ve yosunu yeniden uygulamak üzere tevarüs ediyor bu hakkı,

yani miras olarak alıyor. Sayfa 13-17, 68-69’da da bunlardan bahsediliyor. Böylece

Timur’un iktidarı da meşru hale geldi, yani pratikte. Bir tane han ilan edecek. Cengiz

Han soyundan gelen Suyurgatmış denen bir kişi var. Onu tahta oturtuyor, ülkeyi

onun adına yönetiyor. Bu şekilde sayfa 68-69’da bu açıkça ifade edilmiş. Nizamet-

tin Şâmî bundan da kaçınıyor. Timur’un Cengiz soyundan gelmediğini gerçekçi bir

şekilde itiraf ediyor. Ama daha sonraki kitaplara baktığımızda özellikle Timur’un

ölümünde Şahruh’la başlayan dönemde, Uluğ Bey tarafından Timur’un mezar ta-

şında bile Türkistan’dan getirilen yeşil taşlardan şecereler yapılıyor. Baktığınızda

Timur’un atası Tumanay Han’a gidiyor. Tumanay Han’la Cengiz Han’ın atası beş ku-

şak ileride birleşiyor. Timur aslında Cengiz Han’ın soyundan geliyor ataları ortaktı

gibi ifadeler var.

Cengiz’in soyundan değil ama.

Atası birleşiyor, evet.

Amca çocukları gibi.

Evet. İkisinin atası birleştiriliyor. Yani böyle bir arayış içine daha sonra girilmiş.

Ama Nizamettin Şâmî döneminde bunu yapmıyor, dediğim gibi Şâmî daha gerçekçi.

Böylece Timur’la Çağatay Han arasında bir bağlantı kuruluyor. Timur’un saltana-

tını fiilî olarak da meşru bir zemine taşıyor, sonra da anlatmaya başlıyor. Cengiz

Han’ın dört çocuğundan bahsediyor. Ayrıca Cengiz Han’ı anlatmayacağım, çok anla-

tıldı kitaplarda diyor. Dört çocuğa çocuklarının isimleri veriliyor. Ondan sonra Çağa-

Page 107: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

106

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

tay sülalesine geçiliyor. Haleflerinin durumu 747/1346’ya gelene kadar bir sayfada

özetlenmiş. Bayan Kuli’nin tahta çıkışından Anadolu seferi dönüşüne kadar olaylar

anlatılıyor. Şâmî’nin Zafernâme’sini bir kaynak olarak, içerik olarak değerlendirir-

sek ortaya şu çıkar: Şüphesiz Timurlu tarihi için en önemli kaynaklardan bir tanesi.

Kur’ân-ı Kerîm nasıl İslamiyet’in temel kitabı, İncil Hıristiyanlığın temel kitabıysa

Timur tarihi için de temel kitaplardan bir tanesi bu. Diğer Zafernâme de tabii önemli,

hemen aynı minvalde biraz daha geniş.

Tabi eserin Anadolu kısmına da geleceğim. İlhanlılarla zirveye çıkan İran ta-

rihi yazıcılığı var. Fakat Ebû Said’in ölümüyle siyasî kargaşa başladıktan sonra bu

yazıcılıkta hamiler azalınca, siyasî ortam kötüleşince bu tarih yazıcılığı geriliyor. Ti-

mur’un saltanatıyla bu tekrardan yükseliyor. John Woods’un tabiriyle Timur tarih-

çiliği erken dönem, orta dönem ve son dönem diye üçe ayrılabilir: 1370-1430 arası

erken dönem, 1430-1470 arası orta dönem ve 1470-1510 arası son dönem. Erken

dönemde yazılan kaynaklardan iki tanesi elimizde mevcut, zaten en önemlisi de bu.

Onun için oldukça önemli.

Makalesinde mi diyor hocam?

Evet, “The Rise of Timurid Historiography” diye bir makalesi var. Birincisi son

derece önemli dedik. Timur’un hayatının, eserlerinin yazıldığı yıla kadarki bütün fa-

aliyetlerini alan tek kitap. Yani 1404’e kadar gelen “gazavât” mesela Semerkand’ın

fethiyle başlar Hindistan’ın fethiyle biter. Maveraünnehir tarihi Çağataylıların son

dönemi için de önemli bir kaynak. Çünkü Çağataylılarda tarihçilik çok yok. Daha

çok İlhanlılarda var ve o devir karmaşa yılları; 1330’lar 40’lardan sonraki karmaşa

dönemindeki olayları da anlatan Çağatay tarihi için de önemli. Maveraünnehir’deki

gelişmeler için önemli, Anadolu tarihi açısından baktığımızda da oldukça değerli bir

eser olarak karşımıza çıkıyor. Bizzat Timur’la birlikte Anadolu’ya geldiği için bölge-

de cereyan eden Ankara Savaşına, diğer muharebelere ve Timur’un askerlerinin

faaliyetlerine şahit oluyor. Yıldırım Beyazıt’ın esir alınması, vefat etmesi gibi olay-

lardan bolca bahsediyor. Osmanlı tarihçilerinin Osmanlı kroniklerinden bahsetti-

ğimizde genelde bunlar 1400’den sonra yazıldı. 1400 öncesinde bildiğim kadarıyla

yok, yanlışsam düzeltebilirsiniz.

1450 öncesi.

50’lerde başlıyor bu Tevârih-i Âl-i Osman’lar. O dönemde Osmanlı kroniği olma-

dığı için belki birkaç tane Farsça yazılan eser var. Bunlar da Osmanlı kroniği değil,

Selçuklu-İlhanlı valilik döneminin devamı niteliğinde. Onun için de Anadolu sefe-

riyle ilgili Anadolu’daki bazı olaylarla ilgili o dönemdeki tek ana kaynak diyebiliriz.

Ayrıca Osmanlı hakkında sonradan yazılan kaynaklardan da çok bilgi verdiğini iddia

Page 108: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

107

Anadolu Kronikleri

etmek belki yanlış olmaz. Belki bir tanesinde daha uzun ele almış olabilir ama gene burada da geniş bilgi var.

Evet, yani dediğim gibi Timur’un İlhanlı geleneği, devam eden Timurlu tarihçi-liği gerçekten üst düzeye ulaşmış. Kaynak olarak Anadolu tarihçiliği için de önemli olabilir. Tabii şunu da söylemek lazım, Nizamettin Şâmî resmî saray tarihçisi, bu durum göz ardı edilmemeli. Ta antik çağlardan bu yana baktığımızda yazılan eserler kime yazılmış? İstisnası belki vardır ama genelde iktidardaki bir hükümdara veya soylu bir kimseye, bir valiye yazıyorlar. Onlara takdim edilen eserler karşılığında maddî çıkar sağlıyorlar. Kitap yazdığınızda para da verecek, kendilerine maaş bağ-lananlar var bu şekilde. Övgü dolu sözler söyleyeceksiniz. Resmî tarihçi olmanın böyle bir sıkıntısı var. Tabii bu sadece bu eserle ilgili bir durum değil, hamilere yazı-lan eserlerde de hep gördüğüm bir şey. Bu yüzden aynı durum Timurlu döneminde de geçerli. Zafernâme’yi Timur’a sunduğu için onu övecek. Mesela Timur çok dindar bir hükümdar mıydı? Hayır. Ben bu işin uzmanıyım demeyeyim ama din-devlet iliş-kisini yazdığım için biliyorum, Timur çok dindar bir adam değil. Din, Timur’un elinde bir alet, silah yani, siyasî amaçlarına ulaşmak için kullandığı bir amaç. Şeriata çok mu uymuş? Hayır. Cengiz yasasını, eski Türk-Moğol yasasını diyelim, onu kullanan, devleti idare ederken ondan feyiz alan bir kişi. Ondan feyiz alan ya da onu uygulayan bir kişi, ama esere baktığınızda Timur az önce de bahsettik şeriatı uygulayan, din-den hiç sapmayan, dindar bir hükümdar gibi. Allah’ın istediği şekilde hüküm süren bir kimse olarak -dönemin tarih yazıcılığı geleneği şeklinde- göstermiş, yani böyle bir dezavantajı var. Tabii burada da görev biz tarihçilere düşüyor. Bu tip eserleri kullanırken biraz dikkatli olmak lazım. Bir savaş hakkında iki tarafın eserini de ele almak lazım. Mesela Arap kaynakları… Timur tarihçiliği daha yeni yeni çalışırken Arap tarihçiliği daha da ileride İlhanlılara göre. Yani Fars tarihçiliğine göre daha ileride diyelim. Orada da baktığınızda Timur, dinle hiç alakası olmayan birisi. İbn-i Arabşah’ta öyle cümleler var, benim yüksek lisans tezim Arap Kaynaklarına Göre Timur Tasviri idi. Söz konusu kaynaklarda Timur insan değil, mezarına bile gökten gece köpek sesi gelen, uğultu gelen, toprağın kabul etmediği birisi gibi kayıtlar var. Bunlar doğru mu? Bunlarda da dediğim gibi sübjektif şeyler var. Bunların güzel bir süzgeçten geçirilip değerlendirilmesi, buna göre yazılması lazım. Osmanlı kronik-lerinde de Timur adına çok iyi şey yazılmıyor. Bir adam geldi, yaktı, yıktı, gitti. Bir de Yıldırım Beyazıt’ı öldürdü şeklinde. Yani esir etti, demir kafes meselesi var tabii. O tip şeylerde baktığınızda burada demir kafes meselesinden bahsedilmez. Yıldırım Beyazıt öldüğünde mesela diyor ki orada, Timur Semerkand’a dönerken Yıldırım Beyazıt’ı serbest bıraktı. O da tekrar ülkesinde tahtına oturacak gibi bir ifadeler var. Bunda ne kadar haklı ne kadar değil, dediğim gibi bu tip bilgiler var. Demir ka-fes meselesi var İbn-i Arabşah’dan kaynaklanan, Osmanlı kroniklerinde öyle bir şeyden bahsediliyor. Timur’un Yıldırım Beyazıt’ı sofrasına davet ettiği zevk u işret eylediği, içki içip ne bileyim eğlence tertip ettiği… Burada içki içmesinden de bahse-

Page 109: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

108

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

diyor. Hem şeriat -az önce konuyla ilgili- hem dindar, ardından şu ziyafetler verildi,

böyle davet verdi deniliyor. Anadolu tarihi için de önemli, ama Yıldırım Beyazıt vali

olarak Rum valisi olarak…

Kayzer.

Kayzer der, Rum valisi der, onu hükümdar olarak bile görmez. İşte Anadolu sa-

vaşının sebepleri, Ahmet Celayir gibi şeyler var. Ben tek tek şu konudan bahsediyor

diye girmedim.

Yok zaten ona girmeye gerek yok.

Yani şöyle 45-50 sayfalık bir tercümede bir bölüm Anadolu tarihiyle ilgili ayrıl-

mış. Benim söyleyeceklerim bu şekilde. Sizin sorunuz varsa…

Çok teşekkür ederiz, ağzınıza sağlık. Kısaca birkaç soru alalım. Buyurun.

Kaynaktan ziyade, biraz tarih sorusu olacak. Yazarın aynı zamanda 12 imamla

ilgili bir eserinin olduğunu söylediniz. Timur’a bu kadar yakın bir şahsın 12 imamla

ilgili bir eser yazmış olması Timurlu Devletinin dinî görüşü açısından nasıl yorum-

lanabilir?

12 imam derken, Hz. Ali soyundan gelenler gibi bir şey, fakat eser hakkında bir

bilgim yok.

Eserden ziyade nasıl bağlantı kurabiliyor?

Timur da mesela Hz. Ali’yi çok seven, ehl-i beyte çok düşkün birisi. Mesela Şam’a

geldiğinde orada çok kızıyor. Ellerinde bu kadar imkan varken Fatımatü’z-Zehra

gibi, Peygamber Efendimizin torunlarının, sahabesinin mezarlarını, türbelerini kötü

bir halde görünce böyle bayağı bir söyleniyor mesela. Orada Şiî âlimler tartıştırıyor.

Batılı yazarlara baktığımızda Timur için Şiî deniyor. Şam’da huzurunda devamlı mü-

nazara yaptırıyor, âlimlerle sohbet ediyor, çok siyer okumuş, çok dinlemiş, devamlı

okuyor. Arap kaynaklarına göre de Timur Şiî’dir. Aslında hayır, değildi ama Ehl-i

Beyt’e çok sevgisi var. Hz. Ali’ye çok büyük bir saygısı var. Ama bazen de gidip ora-

daki seyitlerle tartışıyor, ehl-i sünnet ve’l-cemaate “kötü itikadınızı değiştirin” gibi

cümleler de sarf ediyor. Onun için elinde “din”, bir siyaset dedim, iyi kullanıyor onu.

Bir de Nakşibendî şeyhinin ayakucuna defnedilmesi…

Evet, Seyyid Bereke’nin ayakucuna defnediliyor. Öyle bir şey de var, onun vasi-

yeti olarak oraya defnediliyor.

Page 110: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

109

Anadolu Kronikleri

Karakoyunlu Sultanı Kara Yusuf, Bağdat Sultanı Ahmet Celayir, bir de Yıldırım

Beyazıt… Bunlar Timur’la birlikte İslam âleminin hâkimi olma rolünde, Timur’un

İslam hakimiyetine dair yaptığı şeylerden bahsediyor mu? Mesela hutbe okutmak,

para bastırmak…

Tabii tabii. Hutbeden bahsediyor, “buralarda hutbe okudu”, “sikke kesildi” gibi

şeylerden bahsediyor. Ayrıca “Karayusuf’la Ahmet Celayir’i çıkarın” diyor. “Onlar Fi-

ravun’un veziri Haman gibilerdir” diyor mesela İbn Arabşah’a baktığınızda. “Onları

çıkarın, onlar Müslümanlıktan kalma müfsitlerdir” diyor mesela. Timur hakkında

İslam padişahı, padişah-ı İslam şeklinde geçen tavsifler var. Şahruh’da var bu tip

şeyler.

Daha önceki eserlerde -siyasetnâme gibi- önerileri oluyor mu yazarın?

Mesela savaşırken sağ kolda şu şu emirler vardı, sol kolda bunlar vardı. Öncü

buydu, artçı bunlardı şeklinde… Yani çok bir askeri teşkilat yok ama en azından sa-

vaş düzenini anlatırken Yıldırım Beyazıt’ın ordusunda sağ kolunda şu paşa bulunur

gibi şeyler var.

Nasihat boyutu?

Nasihat boyutu yok, bu biyografik bir eser. Ama mesela Hüseyin Baykara dö-

neminde yazılan Ahlâk-ı Muhsinî diye bir eser var. Mesela onda var, o siyasetnâme

türünde bir eser.

Mesela Osmanlı tarihçisi Neşrî diyor ki; “Yıldırım Beyazıt sefere çıkmadan önce

zaferden o kadar emindi ki inşaallah demeyi unuttu”. Mağlubiyetini ona bağlıyor.

Tabii burada da Timur’dan bahsederken, Timur’un secde ettiğini, dua ettiğini

anlatıyor. Zafernâme’de Nizamettin Şami; “Timur’un zaferi Allah’ın takdiriydi” diyor.

“Zaten önceden Allah tarafından kader olarak, yazgı olarak yazılmıştı” gibi cümleler

geçiyor.

Karakoyunlu Kara Yusuf, bir de Ahmet Celayir savaşlardan sonra Osmanlıya

sığınıyorlar.

Onu istiyor. Zaten Zafernâme’de pek Kara Yusuf’un adı geçmiyor. Diğer eser-

de Kara Yusuf özellikle İbn Arabşah’da geçiyor, ama “Ahmet Celayir’i bana gönder,

bana göndermezsen çoluk çocuğunu gönder, kendisi kaçtı gitti” diyor. “Hiç yapa-

mazsan çocuklarını gönder” diyor, bunları istiyor. Yıldırım Beyazıt Sivas’a geldiğin-

de Savaş nedeni olarak “biz senden istedik” diyor, “gelen mektuplarda bunu dedik

yapmadın, en azından ülkenden çıkar dedik koruma sağlama dedik yapmadın, en

azından ailesini gönder bize teslim et dedik, dinlemedin” diyor.

Page 111: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

110

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

Kemah Kalesi vs.

Tabii Kemah Kalesinde hakkında oldukça bilgi var. Avnik Kalesi, Avnik’in düş-

mesi, Atlamış’a verilmesi, Halep ve Dımaşk’ın fethiyle ilgili epey bilgi var.

Oğullarından birini gönderdiği…

Evet.

Çok iyi bir sunum oldu teşekkür ederim. Yeni bir kitap çıktı belki görmüşsünüz-dür, The Ghazi Sultans and The Frontiers of Islam diye, yeni dediğim 2009 yılında. Ali Anooshahr diye İranlı bir tarihçi, herhalde Amerika’da... İddiası şu yazarın: Babürşah Hindistan’ı fethetmeden önce Timurlu ananesine çok bağlıydı diyor. Hindistan’ı fet-hettikten sonra gaza fikri onda çok daha belirgin hale geldi. O devrin de en büyük gazi sultanları Osmanlılar olduğu için Timurlu geleneğinden çok kendisini Osmanlılara bağlamaya çalıştı ve bunu da Babürşah’ın Babürnâme’sinde görüyoruz diyor. Yani Hindistan’ı fethettikten sonra böyle bir dönüşüm olduğuna inanıyor musunuz?

Şimdi tabii Babür belki daha farklı. Babür çok mücadele ediyor Timur tahtı için.

Safevîlerden, Şiîlerden bile yardım alıyor mesela. Bir o tarafa geçiyor, bir bu tarafa

geçiyor Babür. Babür Safevîlerden aldığı destekle 1500’lerde bir ara Semerkand’a

hâkim oluyor. Sonra şehir halkı isyan ediyor kendisine karşı. Yani Şiîlerden de yar-

dım alıyor. Dediğim gibi bunlar siyasî adamlar; oraya gider gazi olur, buraya gelir

Şiilerden yardım ister. Yani demek istediğim olabilir.

Şâmî’yi okuyor Babürşah.

Tabii okuyor. Onun için Timur da Anadolu’ya, Suriye’ye geldiğinde Şiî diyorlar,

sonra gidiyor Sünnî oluyor. Dediğim gibi o dönemin anlayışında siyaset öyle bir şey

ki bir defa sultan olma fikri girdi mi içinize her şey mubah sizin için.

Zaten din ve devlet yapışık olduğu için, yani din ve siyaset.

Babür dediğim gibi çok ilgi alanım değil ama Babür’e Hindistan’a gittikten sonra,

Hindistan’ı fethettikten sonra zaten bırakıyor. Artık Orta Asya ya da Maveraünnehir

bölgesiyle bağını kesiyor. Araya Safevilerin de girmesi var. Tabii orada cihat yapıyor.

Babürşah çok da sevilen biri ama ordusunda Rûmî insanlar ne kadar etkili oldu?

Hatta Ali Anooshahr, Timur’la ilgili de şöyle diyor: “Timur’un fazla gaza fikri yok-tu, ancak Osmanlıları yenilgiye uğrattıktan sonra kendisi eleştirilmeye başlandı. Gazi bir devletle sen ne uğraşıyorsun, gaza yapıyorsun. Sonra Hindistan’ın fethine geçtik-ten sonra gaza fikrini yoğun olarak kullanmaya başladı”.

Ama Hindistan’a Anadolu’dan önce gidiyor.

Page 112: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

111

Anadolu Kronikleri

Kim eleştiriyor Timur’u bilmiyorum. Timur’un Türk Cihan Hâkimiyeti dediğimiz

bir anlayışı var. Diğer Zafernâme’de; “nasıl gökte bir Allah varsa, Tanrı varsa, yeryü-

zünde bir hükümdar olacak” der. Onun için Osmanlı’yı yıkması veya Suriye’ye gitme-

si gaza değil. Nedir? “Benden başka büyük hükümdar olmayacak, ben tekim” düşün-

cesidir. Yani güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar hâkim olacak. Toktamış’a da

gidiyor, orayı da yıkıyor. Hindistan’a da gidiyor ama Hindistan’da ne yapıyor? Orada

Mecûsîler var, Müslüman olmayanlar var. Bunlar biraz daha gaza şeklinde anlaşıla-

bilir belki. Anadolu’ya gelirken de gaza demiyor. Memluk sultanlarına öyle mektup-

lar yazıyor ki -Subhü’l-a´şâ’da mektuplar var- “bunlar çocukların, yetimlerin malını

yiyen, alimleri öldüren dinden çıkmış bir adamdır”.

Aşağılayıcı bir üslupla.

Tabii. İslam’ı yeniden restore etmek, yani İslam’ı yeniden sağlamlaştırmak ama-

cıyla Anadolu’ya gelirken, “sen Firavun ve Haman gibi şeyleri tutuyorsun” diyor.

Kara Yusuf için “bunlar müfsittir” diyor. “Sen git, gazanla uğraş. Öbür tarafa, Avru-

pa’ya yönel. Hristiyanlarla savaşmaya devam et. Eretna dönemindeki Anadolu valili-

ğini sana vereceğim” diyor. Burada bir gaza durumu yok ama İslamiyet’i de kullanı-

yor. “Din bozulmuş, müfsitler başa gelmiş, hak yeniyor, zulüm yapılıyor, yetimlerin

malı yeniyor, bunları düzelteceğim” diyor mesela. Öbür tarafta gaza ya da işte dediği

gibi İzmir kalesinin alınması… Belki Osmanlı kroniklerinde çok bahsi geçmez. Fo-

ça’nın şövalyelerden alınması da öyle. İzmir yıllardır alınamamış, bir haftada hemen

hallediyor mesela.

Yazar orada diyor ki; “Timur Hindistan’ı fethettikten sonra oğluna gönderdiği

mektupta gaza kelimesini kullanmamıştır. Ama Nizamettin Şâmî Zafernâme’sini

yazdığında o Hindistan fethini gaza olarak gösterdi. Burda da Osmanlılara yenilgiyi

tattırması, gazi bir devlete saldırmasını meşrulaştırması, ‘biz gaziliğin de şampiyo-

nuyuz, en büyük gazi devletiyiz’ gibi bir düşünce var.

Olabilir. Ama görebildiğim kadarıyla Timur sadece Yıldırım’ı kendine ciddi bir

rakip olarak alıyor.

Sanki en fazla zorlayan savaş bu olmuş gibi.

Tabii, Ankara Savaşı önemli bir savaş. Orada da belki Yıldırım’ın strateji hatası

var. Bazı paşalar “hemen saldıralım”, diğerleri “saldırmayalım, dinlenelim” diyorlar.

Çünkü Timur çok dolaştırıyor Yıldırım’ı, Kızılırmak vadisine geliyor. Timur arkadan

dolaşıp Ankara’ya Yıldırım Beyazıt’tan önce geliyor. Yıldırım Beyazıt bir buçuk ay

sonra geliyor ve askeri yorgun. Gelir gelmez de dinlenmesine izin verilmiyor. Yıl-

dırım Beyazıt doğrusu çok yorgun belki Yıldırım Beyazıt erken gelip konmuş olsa,

Page 113: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

112

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

savaşın kaderi değişecek. Filler var, sular kapatılmış. Timur sulak bir yerde, Yıldı-

rım’ın ordusu ise susuz .

Hatta Neşrî, “Kerbela gibi susuz bir yere kondu” diyor.

Aslında Çubuk Ovası, Çubuk Irmağı var. Ama Timur suyu arka tarafına alıyor.

Ankara’nın yakınlarında.

Tabii, Ankara Havaalanı Esenboğa… İşte Esenboğa Timur’un ordusundaki bir

komutan.

Çubuk nehrinin akmadığı söyleniyor. Temmuz ayı…

Yani hem Temmuz, hem sayıca az, hem su imkanı yok, hem de yorgun. Belki de-

diğim gibi başka bir ortamda Yıldırım Beyazıt’ın ordusu galip gelebilirdi. Sayı olarak

da az 80 bin, 150 bin de deniyor tabii bu rakamlar biraz abartı. Diğer bazı kaynaklarda

150 bin civarında Timur ordusu var, 70-80 bin civarında Yıldırım Beyazıt’ın ordusu.

İki katı neredeyse... Bu rakamlar tabii ne kadar gerçekçi o ayrı. Ayrıca bir moral var

Timur’un ordusunda da. Şam’ı almış gelmiş. Yıldırım Beyazıt kuşatmaları kaldırıp

geliyor, içinde yabancı askerler var, Sırp kuvvetler var.

Birçok nedeni var yani.

Dediğim gibi birçok nedeni var, tabii savaş uzmanı değilim. Ama Timur hiçbir

savaş kaybetmeyen bir hükümdar, bir de o var.

Ama Timur’la savaşmayı göze almakla sıkıntı yaşamış herhalde, mektuplardan

anlaşılıyor. Okuduğumuzda göze alamıyor aslında Timur’la savaşmayı. Sıkıntılı yani.

Kolay değil tabi.

Ama Yıldırım da büyük bir hükümdar sonuçta.

Niğbolu’yu kazanmış.

Ayrıca Anadolu birliğini sağlamak için beyliklerin topraklarını aldıkça düşman

kazanıyor olması Yıldırım için bir dezavantaj. Çünkü bütün beyler karşıya geçiyor,

beylerin askerleri...

Timur da bundan dolayı Yıldırım’la dalga geçiyor. “Sen burada hâkimiyet kura-

mıyorken ben kurdum” diyor. Böyle mektuplarında çok enteresan aşağılayıcı şeyler

var.

Page 114: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

113

Anadolu Kronikleri

Kadı Burhanettin de aynı şekilde Yıldırım’la dalga geçiyor, “soyunuz sopunuz bile belli değil” diye. Dolayısıyla, Yıldırım niye çıktı Timur’un karşısına? Artık bir onur mücadelesi var burada.

Peki, evet. Başka soru yok gibi. Tekrar ağzınıza sağlık hocam. Ayaklarınıza sağ-lık sizin de.

Benim için mutluluktu, böyle gelip hevesli arkadaşlara anlatmak.

Eyvallah. Çok teşekkür ederiz tekrar.

Page 115: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın
Page 116: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

115

Şikârî Tarihi / Karamannâme, Şikârî

Fatih BAYRAM

Yrd. Doç. Dr., İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü

Evet, arkadaşlar Anadolu Kroniklerinin yedinci ve son oturumuna hepiniz hoş geldiniz. Açılışı Fatih Bayram Hocamızla yapmıştık, sezonu yine Fatih Hocamızla kapatacağız. Bugün Fatih Bayram Hocamızdan Şikârî’nin Karamannâme’sini dinle-yeceğiz. Eser kendisinin doktora tezi çerçevesinde ele aldığı, incelediği bir eserdi. Onun için beklentinizi dilediğiniz kadar yükseltebilirsiniz. Teşekkür ederiz hocam tekrar hem bu oturum için hem bütün seri oturumları için.

Teşekkür ederim bana bu fırsatı verdiğiniz için. Sara Nur Yıldız’ın Diyanet İslam Andiklopedisi’ndeki “Şikârî” maddesinde belirttiği gibi, Rudi Paul Lindner’in kita-

bında yaklaşık iki üç sayfalık Şikârî’yle ilgili değerlendirmesi var. Şikârî her şeyden

önce bir mahlas. Ava çok meraklı olduğu söyleniyor bu zatın ve 16. asır Osmanlı

müellifi olduğu şeklinde rivayetler var, teoriler var. Şikârî mahlaslı bir kişi olduğunu

gösteren tek ibare de eserin giriş kısmındaki şu beyit: “Eğer bilmek dilersen bu gu-

barı ayaklar toprağı yani Şikârî” diye kendisinden bahsediyor. Derviş meşrep birisi,

son derece mütevazı bir üslup takınıyor kendisinden bahsederken. “Eğer bilmek

dilersen bu gubarı” yani toz toprağı “ayaklar toprağı yani Şikârî” diye… Kendisini

burada Şikârî diye anlatıyor. Âşık Çelebi üç Şikârî mahlasını taşıyan kişiden bahse-

Page 117: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

116

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

diyor; birincisi 16. yüzyılda kadılık yapan Şikârî, diğer bir Şikârî ise Kânûnî’nin oğlu

Şehzade Mustafa’nın yanında bulunan Hazinedarzâde Mustafa Çelebi, onun mahlası

da Şikârî. Yine Ahmet Şikârî, Diyarbakır mal defterdârının oğlu. Yusuf ile Züleyha

mesnevisini bitirmeden vefat eden bir Şikârî’den bahsediliyor ki Sara Hanımın ve

Rudi Paul Lindner’in üzerinde en fazla durduğu ihtimal bu, Ahmet Şikârî. Bu Şikârî

tarihin hem mütercimi hem de 15. asır ve 16. asırla ilgili kısımları ilave eden ya da

daha önceki ilaveyi Osmanlıcaya çeviren kişi olarak ele alınıyor. Bu çok büyük müp-

hem noktaları beraberinde getiriyor.

Şikârî Tarihi, Karamanoğullarının kuruluşundan, hatta ilk olarak Sâsânîlerden

başlıyor. Firdevsî’nin Şehnâme’sini andıran birçok kısmı var. Bundan dolayıdır ki

Süleymaniye Kütüphanesi Ali Emîrî nüshasının ilk sayfasında Ali Emîrî şu notları

düşmüş: “Sultan Mahmud-ı Gaznevî namına Firdevsî’nin meşhur Şehnâme’si ol-

duğu gibi…”Yani Gazneli Sultan Mahmud için yazılan Şehnâme, Farsça yazılıyor

biliyorsunuz. Firdevsî’nin Şehnâme’si 1010 yılında Gazneli Sultan Mahmud’a tak-

dim ediliyor ve başlangıçta Gazneli Sultan Mahmud’a bir övgü var. Ali Emîrî; “Gaz-

neli Sultan Mahmud için Firdevsî tarafından bir Şehnâme yazıldıysa, yine Selçuklu

Sultanı Alâeddin Keykubad için -bunun III. Alâeddin Keykubad olduğu söyleniyor-

Dehhânî’nin Selçuknâme’si yazıldı” diye not düşmüştür. Firdevsî’nin Şehnâme’si

Gazneli Mahmud için yazılıyor. Dehhânî’nin Selçuknâme’si Sultan III. Alâeddin Key-

kubad için yazıldığı söyleniyor. Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey, bir gün devlet adam-

larıyla, ulema ve şairlerle otururken kendisine Şehnâme okunuyor mecliste. Diyor

ki; “ben Selçuklu Şehnâme’sini okudum, Selçuknâme’yi okudum, Karamanlılar için

de bir Şehnâme yazılsın: Karamannâme”. Bu görevi Yarcânî adında bir şaire tevdi

ediyor ve Yarcânî bu Şehnâme’yi yani Karamannâme’yi yazıyor. Daha sonra Yar-

cânî tarafından 14. asrın sonlarında yazılan Karamannâme’yi Şikârî Osmanlıcaya

çeviriyor. 16. asırda bilinmeyen nokta şu; 15. asırla ilgili Şikârî’nin Karamanoğlu

Tarihi’ndeki, hatta Şah İsmail’e kadar gelen kısımda -son paragraf Şah İsmail’le bi-

tiyor- Karamanoğlu Pir Bayram’ın Şah İsmail’in ordusuna katılması anlatılıyor. Ora-

ya kadar olan kısmı bizzat Şikârî kendisi mi yazdı veyahut Yarcânî’den sonra başka

bir Karaman müellifi mi bunu yazdı da onu Şikârî Osmanlıcaya tercüme etti, bu

konu pek bilinmiyor. Yine Şikârî’nin kim olduğunu da kesin olarak bilemiyoruz, bazı

ihtimaller var. İlginçtir, Şikârî’nin Karamanoğulları Tarihi’nin son paragrafında Şah

İsmail’in Osmanlılara karşı savaşması için böyle sanat erbabından leşker cem et-

tiği, asker topladığı, yanındaki danışmanın da; “sultanım bunlar savaş yapamazlar,

savaş edecek kimselerin böyle kelle vuran kimseler olması lazım, böyle merhamet

sahibi kişilerden asker olmaz” şeklindeki bir nasihati anlatılıyor. “Siz eğer asker is-

tiyorsanız ben çok iyi asker ruhlu insanlar biliyorum, Karamanoğulları Osmanlıların

hizmetine girmiştir ama Karaman askeri sizin hizmetinize girmek istiyor. Hatta size

bir mektup yolladı” diyor. Pir Bayram maiyetindeki üç dört tane askerle birlikte Şah

Page 118: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

117

Anadolu Kronikleri

İsmail’in huzuruna gelişiyle biten bir eser. 16. asrın başında Sultan Selim dönemine

kadar devam ediyor.

İlginç kısımlardan birisi Fatih’in oğlu Cem Sultan ile ilgili rivayetler Şikârî’nin

Karamanoğlu Tarihi’nde karşımıza çıkıyor. Şehnâme, biliyorsunuz, Türkçeye Necati

Lugal çevirisiyle Kabalcı Yayınları’ndan kazandırılmıştır. Sâsânî sarayında, İran ta-

rihini ve mitolojisini ezbere bilen kişiler bulunmaktadır. Firdevsî, “Behram Gur ava

giderken yolda Cemşit ve Feridun hikâyeleri anlatılırdı” şeklinde, Sâsânîlerin, özel-

likle İran tarihi hususunda, tarih bilincinin devamlı canlı tutulması gerektiğine vurgu

yapmaktadır. Gaznelilerde, özellikle Gazneli Mahmud’un Sâsânî tarihine büyük ilgi

duyduğunu biliyoruz. Şehnâme’de Sâsânî tarihinde eski Ahamenid İran tarihini de

içine alacak şekilde Büyük İskender’le ilgili kısımlar da var. O kısımların önemli

denecek seviyede Arapça yazıldığı, İskender’le ilgili kısımların bilhassa Arapça ya-

zıldığı, ama genelde kitabın dilinin Farsça olduğunu biliyoruz.

Selçuklular Firdevsî’nin Şehnâme’sine benzer eser yazdırmak istiyorlar. Kara-

manoğulları ve Geylânîoğullarının da böyle isteklerinden haberdarız. Ahmedî’nin

İskendernâme’si gibi Şehnâme’ye benzer eserler yazılmaya devam ediyor ve “İs-

kendernâmeler” de aynı şekilde benzer üslupta yazılıyor, daha sonraki 1000 yıla

yön vermiş bir eser olarak takdim ediliyor. Şehnâme’nin öncesinde “Hudaynâme-

ler” var İran tarihinde ve Hudaynâme’nin Pehlevice aslı ortadan kayboluyor. İran

tarihi ve mitolojisini konu alan kaynaklardan özellikle Abdullah b. Mukaffa’nın Siye-

rü’l-mülûk diye bir eseri var. Yine İbn Mukaffa’nın Abbâsîler döneminde telif ettiği

Âdâbu’s-suğra diye bir eseri var. Bu eser aynı zamanda 8. asrın sonlarına doğru

Abbâsî halifesi olan Mehdî’nin bir anlamda başucu kitabı, onun da yine İran’da, daha

doğrusu Abbâsîlerde ve Gaznelilerde tarih bilincinin oluşmasında önemli etkisi ol-

duğunu biliyoruz. Aynı zamanda Kelile ve Dimne’yi Farsçadan/Pehlevice’den çevi-

riyor. Yine Gazneli Mahmud sadece Şehnâme’ye ilgi duymuyor, mesela 10. asırda

Taberî (ö. 923) Arapça yazıyor Tarih’ini, ama aynı asırda bu eser Farsçaya çevriliyor.

Gazneli Mahmud’un bu Tarih’i okuduğu ve ondan etkilendiği söyleniyor. Taberî Ta-

rihi’nin ilginçliği şu ki Şikârî de kaynaklar arasında bir yerde bu esere referansta

bulunuyor. Dolayısıyla Şikârî’nin kaynakları arasında Taberî Tarihi’ni de sayabiliriz.

Burada anlatmak istediğim Gazneli, Selçuklu, Osmanlı devlet geleneklerinde şeh-

nâmelerin önemli bir rolü var. Biliyoruz ki Kânûnî döneminde “Şehnâmecilik” diye

tarih yazıcılığı için makam ihdas ediliyor. Kânûnî döneminde Şehnâmeci Lokman’ın

eserleri var ve daha sonra da bu gelenek devam ettiriliyor. Şehnâmeci Lokman’ın

Hünernâme’si ile ilgili Zekeriya Eroğlu’nun güzel bir yüksek lisans tezini* burada

zikretmek isterim.

* Zekeriya Eroğlu, Şehnameci Lokman’ın Hüner-namesi (2. cilt, 1-154. varak), (yayınlanmamış yüksek lisans tezi), 1998.

Page 119: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

118

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

Tabi Şehnâme’nin kaynakları arasında eski İranlı Zerdüşt geleneğinin ve Arapça

çevirilerin de önemli bir payı var. Özellikle Firdevsî’nin, İskender’le ilgili kısmı Arap-

ça yazabilecek derecede Arapça bildiğini görüyoruz. Burada mesela Şehnâme’yle

ilgili web sayfası var: www.sehname.net. Burada Farsçasını görebiliyoruz Şehnâme

metninin. İkincisi de Princeton Üniversitesi’nin Şehnâme projesi… Orada da Şeh-nâme’nin birçok el yazması nüshasına erişebiliyoruz. Diğer bir linkte ise burada İs-

mailî Enstitüsü’nde Firdevsî’nin Şehnâme’sinin 1000’inci yılı münasebetiyle yapılan

Dr. Fransesca Leoni’nin yaptığı Şehnâme’yle ilgili İngilizce bir konuşma var. Orada

Fransesca Leoni, 1000 yıl boyunca hangi devletlerden ne tür şehnâme el yazma-

sı nüshaların olduğundan bahsediyor. Mesela orada özellikle İlhanlı dönemindeki

şehnâme nüshalarından örnekler görebiliyoruz. Hatta İran’daki 19. asır Kacar dö-

nemindeki örnekleri görebiliyoruz. Çok faydalı bir konuşma “Şehnâme” literatürünü

anlamamız açısından. Yine konuşmanın başında da ifade ettiğim gibi Lindner, No-mads and Ottomans in Medieval Anatolia kitabında Şikarî hakkında birkaç ihtimal

üzerinde duruyor: Ahmed veya Haydar Şikârî… Bunlar Şikârî Tarihi’nin genelde 16.

asır müellifleri. Yine Sara Hanım’ın “Şikârî” maddesinde ifade ettiği gibi, muhalif bir

eser oluşu itibariyle çok önemli, Osmanlı muhalifi bir eser. Pek karşılaşmadığımız,

genelde pro-Osmanlı eserler yazıyor. Bununla birlikte -konuşmamda bahsedece-

ğim- Karamanlı bazı şairler var, bunların divanları var: Mesela Karamanlı Aynî yine

muhalif bir kaynak. Şikârî’nin Karamanoğulları Tarihi, Şehzade Cem’in yanındaki

meşhur nedimlerinden Karamanlı Aynî’nin Baba Yusuf Aksarâyî Divanı gibi birkaç

muhalif eserden birisidir. Bazı “menâkıbnâmeler” de var: Mesela Seyyid Ali Semer-

kandî’nin Menâkıbnâme’si. Orada Timur hadisesine beylikler gözünden nasıl ba-

kıldığı anlatılıyor. Seyyid Ali Semerkandî, Semerkand asıllı, Yıldırım Beyazıt’a karşı

zafer bulması için Timur’a dua etmek için bir müridini görevlendirdiğini söylüyor.

Bu bir anlamda tarihi, beylikler gözüyle aksettiren bir menkıbevî eser. Şikârî Tarihi de biraz menkıbevî, efsanevî bir tarih. Kronoloji kullanılmıyor Şikârî Tarihi’nde, hiç

bir tarih yer almıyor, yazılış zamanı tam olarak bilinmiyor. Yazarın yer ve tarih ko-

nusunda çok büyük eksikleri var. Mesela I. Murat’ın Kosova’da şehit olduğunu anla-

tırken Edirne’yle İstanbul arasında bir yerde şehit olduğundan bahsediyor, Kosova

ifadesini kullanamıyor ya da o konularda pek fazla bilgi sahibi değil. Kulaktan duy-

ma bilgilere yer veriyor ama mesela “Osmanlıların Karamanoğullarının arazilerini

işgali, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethettiğinden yedi yıl sonra…” şeklinde,

tarih vermiyor ama bazı olaylara referansla anlattığını görüyoruz.

Bu durum Osmanlı olmasından ziyade Karamanlılarla ilgili de hatalar…

Tabii, kronolojiye pek fazla riayet etmiyor. Osmanlıyla ilgili rivayetleri, 15. asrı

kimin eklediği belli değil. Şikârî mi ekliyor veya başka biri mi ekliyor da Şikârî ter-

cüme ediyor, pek fazla emin değiliz. Basit bir Anadolu Türkçesiyle yazılıyor. Halk

destanları gibi; battalnâme tarzında, danişmendnâme tarzında bir üslup var. Kahra-

Page 120: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

119

Anadolu Kronikleri

manlık hikâyeleri çokça anlatılıyor. Özellikle Karamanoğulları beylerini, Firdevsî’nin

Şehnâme’sindeki gibi, zamanın Feridun’u, zamanın Rüstem’i gibi ifade ediyor. Ama

şunu da yapıyor Şikârî; Karamanoğulları, zamanın müstemidi idiler ama şu anda

onlara zaaf geldi. 15. asrı anlatırken onu da eklemeyi ihmal etmiyor “şu anda zaaf

dönemlerdir” diye. Bazen hakikate uygun ifadeleri de görebiliyoruz. Karamanoğul-

larıyla ilgili hemen hemen tek kaynak. Bazı vakıf kaynaklarıyla, vakfiyelerle karşı-

laştırdığımızda, Osmanlıdaki vakıf defterleriyle karşılaştırdığımızda kimi bilgilerin

gerçekten hakikate uyduğunu görüyoruz. Mesela Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey’in

Gorigos Seferinden, Kız Kalesini fethetmesinden bahsediyor. Şikârî Karamanoğlu Tarihi’nde “Ona ‘Ebü’l-Feth’ lakabı verildi” diyor. Kitabelere baktığımızda gerçekten

“Ebü’l-Feth” lakabını Alâeddin Ali Bey kullanıyor. Ya da Osmanlı vakıf defterlerine

baktığımızda “Karamanoğullarının kurucusu Nure Sofi’dir” diyor. “Nure Sofi, Baba

İlyas’ın mürididir” diyor. Yine Karaman evkaf defterine baktığımızda Nure Sofi,

“ceddi evlad-ı Karaman” diye geçiyor. Birçok açıdan kronolojik hakikate uygun öğe-

ler var ve gerçekten o dönemin tarihi için vazgeçilmez eserlerden birisi. Mesela

Lindner, Gölpınarlı’dan bahsederken; “Şikârî Tarihi’ni tamamen gözden kaçırmış ve

Şikârî Tarihi’ne hiçbir önem atfetmiyor” diyor. Paul Lindner, Gölpınarlı’dan ”dervish

scholar” diye bahsederek, bir anlamda ikilemenin bir sonucu olarak Şikârî’ye yete-

rince değer vermediğini ifade ediyor.

Çok nüshası var Şikârî’nin Karamanlı Tarihi’nin. Yusufağa nüshası, Mesut Ko-

man neşri: Yusufağa nüshasından yapılmıştır. Metin Süzen’le Necdet Sakaoğlu’nun,

Karaman Belediyesi tarafından hazırlanan/yayınlanan bir neşri var. Hem faksimi-

le metin hem de transkripsiyonu ile birlikte güzel bir çalışma. Milli Kütüphane’de

bir nüshası var; İzzet Koyunoğlu Kütüphanesi’nde, Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde

nüshaları var. Ali Emiri nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde mevcut, e-yazma

olarak bakabiliyorsunuz. Tez yazarken o nüshayı kullanmamıştım, basılı nüshayı

kullanmıştım ama Ali Emîrî nüshası gayet kolay okunabilir bir nüsha. Yine Belediye

Kütüphanesinde bir nüsha var, Berlin nüshasından bahsediyor Mesut Koman, ama

bu nüshayı ben görmedim. Gördüğüm tek nüsha Süleymaniye Kütüphanesindeki

Ali Emîrî nüshası.

Osmanlılarla Karamanoğulları arasındaki mücadele, Selçuklu vârisliğiyle ilgili

bir mücadele. Bundan dolayı Şikârî Tarihi’nde Karamanoğulları, Selçukluların vâri-

si olarak gösterilmeye çalışılıyor. Onunla ilgili bir rivayet var -bunu Süleymaniye

Kütüphanesindeki Ali Emîrî nüshasından aldım-: “Ravi eydür âl-i Selçuk neslinden

Keyhüsrev kızının bir kızı kalmış idi. Gayet mahbubeydi -gayet güzeldi-. Hatun Bânû

dirlerdi. Aksaray’da sarayları var idi” diyor. Aksaray, Selçuklular için çok önemli bir

merkez. Farsça Karamannâme’yi yazan Yarcânî bunun farkında. Şu anda Farsçası

elimizde yok, ancak Şikârî’nin yaptığı Osmanlıca tercümesi elimizde ve burada diyor

ki “Aksaray’da sarayları var” idi. Mesela burada Şikârî ya da Yarcânî, Aksaray’ın II.

Page 121: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

120

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

Kılıç Arslan tarafından bina edildiğini biliyor. Tam bir tipik Müslüman şehri ve özel-

likle II. Kılıç Arslan’dan bahsedildiğini biliyoruz. Alâeddin Mehmet Bey Selçuklu ha-

nedanından gelen bir hatunla evlenerek aynı zamanda Karamanoğullarının, Sel-

çukluların vârisi olduğunu ispat etmeye çalışıyor. Larende sahrasının tamamını

doldurdular. -Bugünkü Karaman ili, o zamanki Larende sahrası- Selçuklu hatunuy-

la Karamanoğlu Alâeddin Mehmet Bey 40 gün düğün yapıyorlar ve 40 gün boyunca

Larende’de insanlara ziyafet veriliyor. Yazar ziyafet geleneğinin Türk geleneklerin-

de ne kadar önemli olduğunu biliyor. “Sonra bir oğlu vücuda geldi” diyor ve “adını

İbrahim Bey koydular”. Karamanoğlu İbrahim Bey, Şikârî’ye göre velî bir hükümdar.

Nasıl ki biz, Osmanlı kaynaklarında II. Beyazıt’a velî diyorsak, onlara göre de Kara-

manoğlu İbrahim Bey velî sultan. Selçuklu mirasını burada görebiliyoruz. Eser bo-

yunca Osmanlıların kötülendiğini görüyoruz. Sara Hanım’ın da ifade ettiği gibi mu-

halif bir eser. Mesela, “ravi eydür Keykubad oğlu Alâeddin’in Osman şahnesiydi.

İnönü’de sürüsü gezerdi; koyun, at, deve beslenürdü. Osman ânlara müvekkel idi.

Zira kâfir ol tarafa yakın idi. Gelüb almasun diye Osmanlı müvekkel kılmıştı. Ol za-

man ki Alâeddin firar eyleyip Karamanoğlu Mehmed Bey kendi beglerine vilâyet

tevzî´ eyledi. Osman gelüb himmet idüp sultanın ne kadar sürüsü varsa getürüp

muhalefet eylemedi. Mehmet Bey dahi Osman’a üç pâre şehir bağışlayıp tabl u alem

verüp beg eyledi”. Yani Şikârî’ye göre Osmanlılar saltanatlarını Karamanoğullarına

borçlular. Çünkü Karamanoğlu Mehmed Bey “tabl u alem” veriyor. Ama Osmanlı

kuruluş çalışmalarına baktığımızda, Halil İnalcık’ın Kuruluş eserine baktığımızda

Osmanlılar Karamanoğullarına değil Kastamonu beylerine bağlı. Bu tarihî hakikate

uygun düşmüyor gibi bir anlamda. Şikârî’nin bu rivayetinde Karaman gözüyle tarihe

bakışı görebiliyoruz. Mesela burada Nure Sofi’den bahsettik, Karaman 888-1483 ta-

rihli evkaf defteri Nure Sofi’yle ilgili Osmanlı vakıf kaydı. Şikârî’deki geçtiği şeklin-

deyse şöyle; “Nureddin mülkü Karaman’a verüp biat eyledi. Baba İlyas kati olur

şeyh idi”. Burada Baba İlyas’ın çok büyük bir şeyh olduğu ifade ediliyor, Karamano-

ğulları nezdinde Nurettin Sofi uzlet edip “hırka-puş” oldu. Yani uzlet hayatını tercih

etti ediyor ve Karaman mülkünü, Karaman idaresini oğlu Karaman’a veriyor. Yedi

yıl mağaralarda yatıyor, yedi yıl boyunca uzlet hayatı... Şehnâme’de “Yarcânî onun

hakkında bu beyitleri söylemiştir” diye de ilave ediyor. Yani burada bir anlamda

Şikârî araya girmiş oluyor. Nure Sofi aslen Oğuzhan neslinden geliyordu. Karama-

noğulları yine kendilerini Oğuzhan nesline bağlıyorlar. Avşar kolundan geldiği söy-

leniyor Karamanoğullarının ve çok yüksek kişilikte bir insan olarak Nure Sofi’yi

görüyoruz burada. Şikârî’nin Karamanoğulları Tarihi’nin asıl kahramanı, gördüğü-

müz kadarıyla Karamanoğulları beyleri değil, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve türbesi.

Tarih aktörü olarak beylerden ziyade Mevlânâ ve türbesini görüyoruz, bu önemli bir

nokta. Karaman beyleri ne zaman başları sıkışsa Mevlânâ’nın türbesine gidiyorlar.

Onlara ya rüyalarında yardımcı oluyor, rüyalarında fethi müjdeliyor ya da rüya gör-

düklerinde gidip türbedeki Mevlevî şeyhine rüyanın tabirini soruyorlar. Bu mesela

Page 122: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

121

Anadolu Kronikleri

Timur hadisesinde de böyle oluyor, birazdan geçecek. Bu bir anlamda Karamano-

ğullarının Selçuklu vârisliğini de gösteriyor. Mevlânâ türbesine sahip olmakla, bir

anlamda Selçuklu vârisi olduklarını ifade etmeye çalışıyorlar ki bu gelenek Osman-

lılarda da devam ediyor. Gülru Necipoğlu Sinan Çağı kitabında anlatıyor bunu. Mus-

tafa Âli’nin eserinde, Kânûnî’nin oğlu II. Selim’in, kardeşiyle taht kavgasına girişme-

den önce Mevlânâ türbesine gittiği, türbede yaptığı dua neticesinde kardeşine karşı

galebe çaldığı ifade ediliyor. Mevlânâ türbesi bir anlamda tarihî aktör olarak karşı-

mıza çıkıyor ve Şikârî Tarihi’nde bu sıkça tekrarlanıyor. Bu şu soruyu aklımıza geti-

riyor: Menâkıbü’l-ârifîn acaba Şikârî’nin kaynakları arasında yer alıyor mu? Benim

izlenimim yazar, Menâkıbü’l-ârifîn ya da Sipehsalar Tercümesi ve Mevlevî kaynak-

larına az da olsa aşina. Timur’dan Konya halkının nasıl kurtulduğuyla ilgili bir riva-

yet var. Timur bir gece -aslında gelmemiştir, ama Şikârî’ye göre- Konya’ya geliyor.

Gece rüyasında Mevlânâ’yı görüyor, Mevlânâ yanındaki erenleriyle birlikte Timur’a

Konya’yı terk etmesini emrediyor ve onun neticesinde Timur sabah kalkar kalmaz

tası tarağı toplayıp Konya’yı terk ediyor. Buna benzer bir hikâye Menâkıbü’l-ârifîn’de

Moğollarla ilgili… Baycu Konya’ya geliyor, Alâeddin tepesinde Mevlânâ’yı görüyor.

Atını sürmek istiyor, Mevlânâ’ya karşı atı bir türlü hareket etmiyor. Sonra kılıcıyla

üzerine yürümeye çalışıyor. Bir türlü Mevlânâ’yı alt edemiyor, sonunda pes ediyor

ve Konya’yı terk ediyor. Baycu’nun Konya’yı terk etmesinde de benzer bir hikâye.

Sanki Timur için Şikârî tarafından esere yerleştirilmiş gibi. Ama çok fazla delilimiz

yok, benim sadece intibaım bu yönde. Mesela Süleyman Şah ile ilgili Karamanoğlu

beylerinden rivayetler var. Seyfüddin Süleyman Bey’in 1356’dan 1361’e kadar beş

yıllık bir hükümdarlığı var, tabii bu tarihleri Şikârî vermiyor, diğer kaynaklardan

bulabiliyoruz. Diyor ki Süleyman Şah; “dün gece rüyamda Hz. Mevlânâ’yı gördüm,

‘Cümle evliya Konya’yı sana bağışladılar’ dedi”. Yani Karamanoğullarına bağışlıyor-

lar. Aynı zamanda Orhan Gazi’nin, Süleyman Şah’ın Rumeli fütühatlarına tekabül

eden o dönemde, gene Karamanoğulları kendilerini Selçukluların vârisi olarak gö-

rüyorlar. Karamanoğlu kaynaklarında rüyaya atıflar çok var. Karamanoğlu şeyhle-

rinden olan Seyyid Ali Semerkandî Bahru’l-ulûm diye bir tefsir yazıyor, dört ciltlik

bir tefsir. Bunu Karamanoğlu İbrahim Bey’e takdim ediyor, ona ithaf ediyor. Bu tefsir

el yazma olarak Süleymaniye Kütüphanesi’nde var, Arapçadır, Mücadele Sûresine

kadar geliyor. Bu bir anlamda Timur ilim geleneğinin Semerkand’dan Karaman’a

sirayet ettiğini de görüyoruz. Seyyid Ali Semerkandî’nin Menâkıbnâme’si var ve ora-

da bir rüya motifi var. Rüyasında Seyyid Ali Semerkandî’ye Hz. Peygamber emredi-

yor ki “sen Karaman iline varasın, onun halkını irşad edesin” diye. Seyyid Ali’nin

Menâkıbnâme’si yine Süleymaniye Kütüphanesi’nde el yazma olarak var. Beylik

kaynaklarından Seydişehirin kurucusu Seyyid Harun, Horasan’dan gelip Seydişe-

hir’de bir şehir bünyâd etmesi emrolunur beyne’l-yakaza ve’l-menâm. Rüya motifi

de şu: “Horasan’dan kalkıp Seydişehir civarına gelip Küpe dağının şark canibine bir

şehir yap” diye kendisine emir veriliyor. Ve o da geliyor bir şehir bünyâd ediyor. Bu

Page 123: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

122

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

da gerçekten bugünkü Osmanlı vakıf kaynaklarında görülür. Cemal Kurnaz’ın yayı-

na hazırladığı Seyyid Harun Menâkıbnâmesi Tarih Kurumu yayınlarından çıkmıştır.

Bugün Seydişehir, ismini kurucusu Seyyid Harun’dan almıştır. Osmanlı vakıf defter-

lerinde, Seydişehir’deki vakıf yine “Seyyid Harun Vakfı” olarak geçiyor. Burada an-

latmak istediğim bu menkıbevî eserleri ihmal etmemek gerekiyor. Zaten o dönem-

lerle ilgili kaynağımız çok mahdut. Vakıf kaynakları ışığında tekrar değerlendirdik-

ten ve onları tenkit süzgecinden geçirdikten sonra ilginç detaylara ulaşabiliyoruz.

Bunu da en iyi yapanlardan birisi Irene Melikoff. 14. ve 15. asır için bu metodu kulla-

nan özellikle Fransız ekolünün çalışmalarını söyleyebiliriz. Şikârî diyor ki; “ravi ey-

dür Süleyman Şah pak mezhep, itikadı muhkem bir padişahtı”. Yani itikadı çok sağ-

lam bir padişahtı. “Bir vakit namazın kazaya kalmamış idi, tüm namazlarını vaktinde

kılardı”; bu dinî propaganda derecesini gösteriyor. “Ehl-i Kur’ân, hafız idi”; işte hafız

bir hükümdar figürü karşımızda. “40 yıldır haftada bir hatmederdi”; Kur’ân’ı haftada

bir hatmeden bir Karamanoğlu hükümdarı portresi çiziliyor Şikârî’de. O zamanki

halk muhayyilesine hitap edecek rivayetler bunlar. Uzunçarşılı “Hz. Mevlânâ’ya mu-

habbeti o derece kuvvetli ki Hz. Mevlânâ’nın validesinin yanına defnedilmiştir” şek-

linde Karamanoğulları’nın Mevlânâ muhabbetini ifade ediyor. Bu Şikârî Tarihi’ne

çokça yansıyan bir şey. Yani Şikârî bir anlamda zamanın ruhuna hitap eden bir ya-

zar. Şikârî Tarihi’ni, Aşıkpaşazâde Tarihi’yle ve Neşrî Tarihi’yle karşılaştırdığımızda

muhteva olarak farklı olsa da üslup olarak birbirlerini anımsatan ifadeler var, halk

muhayyilesine tesir eden ifadeleri görebiliyoruz. Mesela Yarcânî’nin Karamannâ-me’sini yazmasını emreden Alâeddin Ali Bey 1398 yılında ölüyor. “Ekseri musahabet

ulema idi”. Ulemaya çokça değer veren bir hükümdar olarak gösteriliyor. “Cümle

beyler gelip Hz. Mevlânâ’yı ziyaret eylemiş”. Hz. Mevlânâ’ya ziyaretiyle karşımıza

çıkıyor. “Konya’da ne kadar evliya varsa ziyaret eyledi, kurban kesti, fukaraya riayet

etti” şeklinde kurban kesiyor, fukaraya riayet ediyor. Kurban kesmek, evliya ziyaret-

leri vs. hemen hemen Türk devletlerinde çokça geçen bir figürdür. Mesela Babürlü-

lerde de bunu görüyoruz; büyük Babürlü Hükümdarı Ekber Şah 1556-1605 yılları

arasında Hindistan hükümdarıdır. Ekber Şah’ın oğlu olmuyor uzunca bir süre. Se-

lim Çiştî diye bir şeyh var, onun türbesini ziyaret ediyor oğlunun olması için - Anne-

marie Schimmel kitabında anlatıyor-, üç sene peş peşe üç tane oğlu dünyaya geliyor

o ziyaretten sonra. İşte türbe ziyareti, sultanın Selim Çişti’yi ziyareti gibi evliya ziya-

retleri Türk devlet geleneğinde çok önemli bir yere sahip. Mesela kurban kesmek ya

da fukaraya sadaka dağıtmak; Babür Şah Hindistan’ı fethetmeden önce kurban ke-

siyor, fakirlere yardımda bulunuyor. Bunun Osmanlıdaki en güzel ifadelerinden bi-

risi Halil İnalcık’ın neşrettiği II. Murat’ın vasiyetnamesidir. Orada II. Murat’ın Mekke

ve Medine fukarasına, Kudüs fukarasına sadaka dağıtmasıyla ilgili birçok ifadeleri

görebiliyoruz. Karaman devlet geleneği de diğer Türk geleneklerinden farklı değil,

benzer motiflere farklı eserlerde de rastlayabiliyoruz. Gaza inancıyla ile ilgili yine

birçok ifade olduğunu biliyoruz. Mesela Osmanlıların gaza yaptığıyla ilgili ifadeler

Page 124: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

123

Anadolu Kronikleri

var. Ama Karamanlıların da yine bir gaza faaliyeti söz konusu, özellikle Gorigos Kalesinden -bugünkü Kız Kalesi’nin olduğu yerde- elde edilen gaza malıyla Mev-lânâ’nın üzerine bir yeşil türbe yaptırma niyetleri var. Gaza malı neden kutsaldır? Çünkü Müslümanların vergisi karışmıyor. Mesela Yıldırım Beyazıt’ın, Ulu Cami’yi Niğbolu Gazası neticesinde elde ettiği ganimetle yaptığı söyleniyor. Yine benzer bir motifi Şikârî’nin Karamanoğlu Tarihi’nde de görüyoruz. Gerçekten de Gorigos Kale-sindeki ganimetten sonra Mevlana’nın yeşil türbesini Alâeddin Ali Bey bina ettiriyor ve Şikârî Tarihi’nde bunun bilhassa gaza malıyla yaptırıldığı vurgulanıyor.

Gedâ ne demek?

Gedâ, dilenci… “geda iken şah eyledi Osmanlıları” diye Karamanoğullarının Osmanlılara karşı eleştirileri var: “İbn-i Osman’ın ne ahdi dürüst ne de imanı”, bunların imanına da güven olmaz diye… Bu aslında sadece Osmanlılar için değil Selçuklular zamanında da öyle. Mesela II. Kılıç Arslan, Selâhaddin Eyyûbî’ye elçi gönderiyor. Selâhaddin Eyyûbî onu tecdîd-i imana davet ediyor; “sen III. Haçlı Sefe-rine yol verdin, memleketinden geçmesine izin verdin” diye. Bizans hatununun oğlu olan Gıyaseddin sürgün yıllarında Bizans sarayında kalıyor. O zamanın kaynakları-na göre Gıyâseddin Keyhüsrev Konya’yı muhasara edince Kadı Tirmizî fetva yayın-lıyor: “Gıyâseddin Keyhüsrev’in imanına güven olmaz. Çünkü o, yıllardır İstanbul’da kaldı, Bizans keferesinin elinde kaldı” diye. Daha sonra Gıyâseddin Keyhüsrev, Kadı Tirmizî’yi idam ettiriyor. Bu sadece Osmanlılarla ilgili değil. Devletlerin o zamanki tarihî eserlerine yansıyan propagandalarıyla da ilgili. Şikârî’nin Karamanoğulla-rı Tarihi’nde de benzer ifadeler var Osmanlılar için; “bunlar bir han oğlu değildir”. Yani iyilik nedir mürüvvet nedir, bilmezler. Selçuklu tahtından geliyor, Selçuklu ve Oğuzhan’dan geldiklerini söylüyor Karamanoğulları. Osmanlılarsa asılsız olarak görülüyor.

Osmanlı, Germiyanlılarla bazen ortak hareket ediyor. Bu hikâyeyi biraz farklı anlatıyor galiba.

Beylikler tarihiyle ilgili mesela Gorigos Kalesi fethedilirken Aydın Bey’in ona yardıma geldiğini anlatan rivayetler var. Bir anlamda biz, nasıl Osmanlılara sempati duyduğunu söylüyorsak, Karamanoğulları da diğer beylikler tarafından lider olarak görülüyor. Ayrıca mesela Kadı Burhaneddin Devletiyle Karamanoğulları birbirlerine hasım. Kadı Burhaneddin’in oğlu Esterâbâdî, Bezm ü Rezm’inde diyor ki; ”habâset-i peser-i Karaman”: Karamanoğullarının habasetinden/habisliğinden bahsediyor. O da Karamanoğullarına muhalif bir kaynak. Mesela burada Aydınoğlu’nun Gorigos seferinde Karamanoğlu’na yardımı ile ilgili bir rivayet var. Aydınoğlu, Karamanoğ-lu’nu sultan olarak kabul ediyor: “Ey Sultan! Mel´unlar safi demir ne et batar ne kılıç keser, heman inayet Allah’a kaldı.” Böyle zaafa düştükleri zamanları da Şikârî’nin bazen anlattığını görüyoruz. Yani eserde başarısızlıkları da kısmen de olsa aksettir-

Page 125: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

124

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

diğini görüyoruz. Bir de daha önce de söylediğim gibi Şikârî Tarihi’nde Karamanoğ-lu Alâeddin Ali Bey için Ebü’l-Feth lakabı kullanılıyor. Ayrıca Karamanoğlu sultanı için “es-Sultânü’l-A‘zam” lakabı kullanılıyor. Karamanoğulları beyleri için “Seyyi-dü’s-Selatin‘l-Arab ve’l-Acem”, Arapların ve Acemlerin sultanı.... Yani Osmanlı sul-tanlarının lakaplarına benzer ifadeleri kitabelerde görebiliyoruz. Yarcânî mesela Kız Kalesini sanki Alâeddin Ali Bey fethetmiş gibi anlatıyor ama bu doğru değildir. Kız Kalesi 1448 tarihinde Karamanoğlu İbrahim Bey tarafından fethediliyor. Böyle tarihe muhalif ifadeler de var. Mesela İskender’le ilgili ifadeleri de görüyoruz. İskendernâ-me’yi ya da Şehnâme’yi okumuş olabileceği kesinlik kazanıyor. Kaleden bahseder-ken; “Seddi İskender zamanında divler yapmış idi”. Sedd-i İskender’den bahsediyor. İskender’le ilgili rivayetleri de görebiliyoruz burada. Timur’la ilgili kısım çok ilginç, Timur tarihine de referansta bulunuyor. Timur Han mesela o sene gelip Sivas’a çıktı diyor. “Namı dünyayı tuttu, mehabet ve şecaati diyar-ı Rum’a velvele bıraktı” diye ifade ediyor. Şikârî’nin, bu dönemdeki tarihî şahsiyetlerden, mesela Timur’un rakibi daha sonra Timur tarafından yenilgiye uğratılan Timurtaş’tan da bahsettiğini görüyoruz. Muasır hükümdarlardan tarih vermeksizin ismen de olsa bahsediyor. Mesela Abdal Hasan adında bir derviş, Timur zuhur etmeden önce Konya sokak-larında dolaşıyor; “Horasan ateşi Rum’u yaktı” diye. Bu adamın dediklerinden halk paniğe kapılıyor. Sonunda Karamanoğlu II. Mehmet Bey, yine diğer Karamanoğ-lu beylerinin yaptığı gibi, Mevlânâ dergâhına geliyor. II. Arif Çelebi’ye danışıp onun fikrini soruyor ve o da diyor ki; “Timur Allah Teâlâ’nın gazab ateşidir”. Bu da yine Menâkıbü’l-ârifîn’deki sanki Moğollarla ilgili kısımların taklidi gibi. Mesela orada da Ulu Arif Çelebi diyor ki; “Moğollar tanrının veli kullarıdır, tanrının dostlarıdır” diyor. Mevlânâ’nın; “Baycu aslında Tanrının dostudur ama bunun farkında değil” şeklinde Fîhi mâ fîh’deki ifadesini görüyoruz. Mevlânâ’nın, Cengiz Han’ın fetih hareketlerine başlamadan önce günlerce mağarada kaldığı, gök tanrıya yalvardığıyla ilgili övgüle-rini görüyoruz. Şikârî’nin Karamanoğulları Tarihi’nde de Cengiz Han ve Moğollarla ilgili anlatılan benzer hikâyeler Timur’a uyarlanıyor. Ulu Arif Çelebi, Mevlânâ’nın torunu, onlara ithamda bulunuyor; “siz niye Moğollarla dost geçiniyorsunuz?” diye. Onun da cevabı şu oluyor: “Tanrının yardımı şu anda Moğolların üzerinde”, yani Tanrının iradesi Moğollarla birlikte, “biz onun için Tanrı ne buyurursa onun yanın-dayız”. Karaman kaynaklarında da “Tanrının iradesi/buyruğu Timur’la birlikte, biz de onların yanındayız” şeklinde bir propaganda geliştiriliyor. Larende’de o asırda Mir Hasan derler, bir budala var idi. Hemen çağırıp dedi ki; “Horasan ateşi Rum’u yaktı. Mehmet Han Karaman beylerine eydür bu divanenin rumuzun bildinüz mü? dedi. Gelin Konya’ya varalım Hz. Mevlânâ Çelebi’ye buluşalım, görelim ne buyurur?” Onun fikrini almadan hareket etmiyor.

Eşrefoğlu Rûmî’nin Müzekki’n-Nüfûs adlı eserinde 15. asırda abdallardan bah-sederken “dünyada 30 abdal vardır, bunların 20’si Şam-ı Şerif’tedir” şeklinde ermiş kullarından oldukları anlatılıyor. Şikârî Tarihi’nde de bir abdalın Konya sokaklarında

Page 126: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

125

Anadolu Kronikleri

dolaştığı ve Timur hadisesini önceden haber verdiği anlatılıyor ve Timur hadise-

sinde daha önce de bahsettiğim gibi Menâkıbü’s-Seyyid Ali Semerkandî’ye atıfta

bulunuluyor. Burada görüyoruz ki Şikârî Tarihi’nde menâkıbnâmelerin örtüştüğü

çokça yönler var. Özellikle Timur hadisesinde, Timur’u destekleyenler arasında

Karamanlı şeyhler de yer almaktaydı. Hatta Yıldırım Beyazıt - Timur mücadelesin-

de, Timur’un zaferi için dua ettikleri anlatılmaktadır. Seyyid Ali Semerkandî’nin Ti-

mur’un muzafferiyeti için bir halifesini duayla vazifelendirdiği ifade edilmektedir.

“Hz. Seyyid Ali Semerkandî, beni nusret-i cuş hizmetine kodu. Hatta Timur, Sultan

Yıldırım’a ahz eyledi ki Timur Han’ın nusretine memnun olmuştum” diye, onun için

duaya memur kılınmıştım şeklinde Seyyid Ali Semerkandî’nin bir müridinin ifadesi

var. Bu şaşırtıcı değil ki zaten Semerkandlı, Timur’un başkentinden gelen bir Kara-

manlı şeyhi. Timur’u desteklemesi kaçınılmaz. Bu da yine âl-i Selçuk/Selçuklu mi-

rasıyla ilgili. Daha önce bahsettiğim İbrahim Bey’in Selçuklu hatunuyla evlenmesi

ve Karamanoğullarının Selçuklu vârisliği iddiasını sıkça görüyoruz Şikârî Tarihi’n-

de. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, İbrahim Bey’in vakfiyesini yayınladı Belleten dergisin-

de, gerçekten vakfiyesiyle de ispat olunmuş. Karamanlı İbrahim Bey imarethanesi,

vakfiyesiyle de gerçekten Şikârî Tarihi’ni doğrulayacak derecede. Tekkesi var, cami

var, imaret ve köprüsü, hanları… “Cümle 60 tanedir hayratı bi-nihayedir. Nihayetsiz

hayrat sahibi hem kendüsü ehl-i tevhiddir. Tevhid inancına mensup tabakâtı evli-

yada kutb makamına vâsıl olmuş.” Yani evliyalığın, veliliğin en yüksek mertebesine

varmış birisi olarak anlatılıyor Şikârî Tarihi’nde. Yine benzer bir ifadeyi Seyyid Ali

Semerkandî’nin Menâkıbnâme’sinde görüyoruz: “Karamanoğlu İbrahim Bey, Sultan

İbrahim Hazreti Pir’in duası ve nefesi ve himmetin evradın alıp süruru hubur ile

tahtına gitti”. Burada da sultan, İbrahim Seyyid Ali Semerkandî’nin, Karamanlı şey-

hin müridi olarak karşımıza çıkıyor. Yani Akşemsettin ile Fatih örneği gibi. Burada

da Seyyid Ali Semerkandî ile İbrahim Bey örneğini görebiliyoruz. Muhalif eserler-

den bahsetmiştik. Sadece Şikârî Tarihi değil, bunlardan birisi 15. Asırda Karamanlı

Baba Yusuf, Somuncu Baba’nın oğlu aynı zamanda. Türbesi Aksaray’dadır. Onun

divanından bir kısım var, burada Osmanlıya karşı eleştirileri görebiliyoruz. Yani Os-

manlıların bir yanda cihan devleti iddiasında bulunduklarını, diğer yandan Karaman

eyaletinde, özellikle Aksaray’da büyük yağmada bulunduklarını söylüyor. Şikârî de

300 âlim, şeyh ve sanat erbabını Fatih’in zorla Aksaray’a sürdürdüğünü, İstanbul’a

sürdürdüğünden bahsediyor ki bu tarihî hakikattir. Aksaray biliyorsunuz ismini ora-

dan alıyor ama Şikârî; “bunların çoğu geri döndü, İstanbul’da yapamadılar” diyor.

Baba Yusuf Aksarayî de sürgün ve yağmalardan dolayı Osmanlıları eleştiriyor, ama

kendisi sürülenler arasında değil. Osmanlıların gazilik iddiasına karşı da büyük bir

saldırı var burada. Mesela “gazilik garete mübeddel olup” yani Osmanlılar gazilik

iddiasındalar, ama Müslüman bölgelerinde, Karaman gibi ehl-i tevhid, ehl-i sünnet,

dindar insanların bulunduğu, Mevlânâ türbesinin bulunduğu bir vilayette yağma ya-

pıyor diye bir propaganda da görüyoruz.

Page 127: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

126

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

Bir şey söyleyebilir miyim? Yıllar önce hocamız Bursa Ulu Cami tarihini anlatır-ken Karamanoğullarının bir zamanlar bu camiyi yaktığını ifade etmişti. Ben bir türlü anlayamamıştım niçin böyle oluyor diye, meğer evet, ondan kaynaklanan bir şey.

Bunu söylediğiniz iyi oldu, aynısını Şikârî de söylüyor. Gedik Ahmet Paşa, Ka-

raman vilayetini işgal ederken birçok camiyi yıktı, birçok eseri yerle bir etti diyor.

Ama bu yıkıntıya da son veren Cem Sultan olmuştur. “Cem Sultan geldi, Fatih Sultan

Mehmet tarafından Karaman valisi olarak atandı. Karamanlıların harap halini gör-

dü, çok üzüldü, ağladı ve bu şehri nasıl tekrar bünyad edebiliriz diye çokça gayret

sarf etti. Ve halk ondan hoşnut oldu ve hayran kaldı. Ondan dolayı Beyazıt’a karşı

Cem Sultan’ı destekledi” diye Şikârî bizzat kaydediyor.

Cem Sultan’ın annesi kimmiş? Bu çok önemli, Cem Sultan’ın annesi Karama-noğlu.

Karamanoğlu, evet. Zaten Konya’da doğuyor. Onu söylüyor özellikle, bizzat söy-

lüyor Konya’da doğdum diye. Evet, Cem Sultan’la ilgili mesela “ehl-i insaf padişah

idi” diyor, “Larende’de bir saray, bir bedesten, bir miktar çarşı pazar yaptı. Zulmü

def edip adalete başladı. Karaman halkı Cem Sultan’dan hoşnud olup yine mülk-

lerin mağmur eylediler” şeklinde anlatıyor Cem Sultan’ı. Diğer bir muhalif kaynak

Baba Yusuf’un Divan’ıdır, Erdoğan Boz tarafından yayınlandı.* Tezimde Baba Yusuf

Divanı’nın Sadi Somuncuoğlu nüshasını kullandım. Sağ olsun onun oğlu Tümen So-

muncuoğlu, bana o nüshanın CD’sini vermek lütfunda bulundu, ondan istifade ettim.

Dahası, bu nüshayı Kültür Bakanlığı e-kitap şeklinde yayınlandı. Daha sonra Aksa-

ray Valiliği tarafından bizzat kitap olarak yayınlandı. Baba Yusuf’un diğer bir eseri

Tasavvuf Risalesi. Burada Osmanlı ve Karamanoğullarının buluştukları nokta olan

Mevlânâ’ya hürmetini görüyoruz. Burada Mevlânâ’nın Fîhi mâ fîh adlı eserinden

bahsediyor. Orada zamanın güzelliklerini bir yere topluyorlar. Mecnun’a gösteriyor-

lar, bir baksana sadece Leyla yok dünyada, başka güzeller de var. Ama Mecnun bir

türlü başını kaldırmıyor. Sonra diyor ki “neden başını kaldırıp bakmıyorsun?”. Mec-

nun da; “Leyla aşkı bir tiğ-i buğran gibi keskin kılıç gibi durur boğazımda ve eğer

başımı kaldırırsam keskin kılıç gibi başımı vurur “diye ifade ediyor. Burada Azeri

lehçesini kullanıyor. “Eydür ol zamanın hubların bir yere cem ettiler dahi Mecnun’a

eyittiler. Hak Teâlâ kemâl-i kudretinden göre ki” yani Azeri diline göre ki âlemde ne-

ler yaratmıştı manasında, “Mecnun başun kaldurup birine nazar etmedidir”. Yani o

şekilde diyor. “eyittiler Fîhi mâ fîh’de eydür: ‘Ol zamânun hûbların bir yire cem´ itdi-

ler.’ Dahî Mecnûn’a eyitdiler: ‘Hak Te´âlâ kemâl-i kudretinden kürre-i ´âlemde neler

yaratmışdur!’. Mecnûn başın kaldurub birine nazar itmedidir. Eyitdiler: ‘Hey, işbu

* Yusuf Hakiki Baba, Yusuf Hakiki Baba Divanı: Karşılaştırmalı Metin (Sadi Somuncuoğlu ve Mevlana Müzesi Nüshaları), haz. Erdoğan Boz, Aksaray: Aksaray Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 2009.

Page 128: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

127

Anadolu Kronikleri

hûblara bir nazar itsene!’. Mecnûn eyitdi: ‘Leylî mahabbeti bir tîğ-i büğrân üstüme dutmışdur. Başumı kaldurmağa korharam ki boynum ura’.” Mürîd tâ şeyhün vilâ-yet-i cemâline ´âşık olub saltanat-i vilâyeti, siyâseti gönline eser itmeyince münâse-bet-i ma´nevî hâsıl olub şeyhün bâtınından mürîde meded yitişmez.” diye Tasavvuf Risalesi’nde bahsediyor. Beyliklerle Safevîler arasındaki münasebet açısından bu risale çok önemli. Şu açıdan burada dört Safevi şeyhini görüyoruz.

Baba Yusuf, Karamanoğulları şeyhlerine, daha sonra Osmanlı zamanında da bunu vakıflara tevdi ediyor. Fatih döneminde bir anda protest bir figür olarak kar-şımıza çıkıyor ama aynı zamanda vakfını da devam ettiriyor Osmanlı. Evladına ev-latlık vakıf olarak tesis ettiriyor. Bir anlamda eser yazmaya veriyor kendisini, hiçbir şekilde yazmanın ötesinde siyasî olarak bir harekete karıştığını bilemiyoruz ama Aksaray’da ve Osmanlı vakıf defterlerinde vakfı devam ediyor. Baba Yusuf Vakfı’nın, Aksaray‘ın ilk vakıflarından birisi olarak geçtiğini görüyoruz. Şu açıdan önemli; bu-rada Safevî tarikatının ilk kurucu dört şeyhin büyük bir hürmetle anıldığını görüyo-ruz. Şeyh Safiyyüddin, Şeyh Hâce İbrahim vs. ilk kurucu dört figürün büyük bir hür-metle anıldığını… Sünnî oldukları için ama Şeyh Cüneyt ve Haydar’la ilgili pek bir şeye rastlamıyoruz. Onlar Şiîliği benimsemeye gayret gösterdiklerinden olsa gerek. Burada Safevî tarikatının özellikle ilk kurucu dört Sünnî şeyhin özel hürmetle anıldı-ğını, hatta Baba Yusuf’un babası Somuncu Baba’nın şeyhi Sadreddin Ali’nin özellikle hürmetle anıldığını görüyoruz. Şeyh Safiyyüddin Erdebilî’nin hürmetle anıldığı, hatta bu risalenin de onların etkisinde yazıldığıyla ilgili ifadeler var. Mikail Bayram’a göre bu Tasavvuf Risalesi Ahî Evran’ındır, Baba Yusuf bunu Türkçeye çevirmiştir.

Tasavvuf Risalesi’nin Türkçesini Mikail Bayram “Tasavvufun Boyutları” adıyla yayınladı. Ben tezde bunu kullanmıştım. İsteyenlere daha sonra takdim edebilirim. -Baba Yusuf’un ölüm tarihi 1487- Fîhi mâ fîh’i İngilizceye çeviren Arberry aynı hikâ-yeyi nakledişi hakikate uygun. Yani Baba Yusuf’un Fîhi mâ fîh’den aldığı kısım bir-birine çok benzer.

Karamanlı Aynî ve Divan’ını Ahmet Mermer yayınladı, Akçay Yayınları arasında. Yine burada Osmanlıların yaptıkları zulümler “yıktı dâr-ı devlet-i mülk-i Karaman her gören ağladı” şeklinde ifade edilmektedir. Cem Sultan’ın en yakınlarından birisi Karamanlı Aynî. Tabii Beyazıt eleştirisi daha belirgin, Cem’in rakibi Beyazıt. Kara-man veçhesinden olaylar böyle. Osmanlılar da Karamanoğullarını nasıl görüyorlar küçük bir örnek vereyim: Gazavât-ı Sultan Murad Han’da -Varna Zaferi anısına 15. asrın ortalarında yazılmış bir eser- görebiliriz. Karamanoğullarına Osmanlılar nasıl bakıyorlar onu yansıtan bir pasaj burada: “Ezin-canib padişah-ı alem-penah haz-retleri bu elçilere [Karamanoğlu elçilerine] asla iltifat etmeyüp ve yüzlerine bak-mayup buyurur kim Karamanoğlu dedikleri pelidin dini imanı yoktur ve kafir-i bî-din ile arka edüp taht avcusuna düşmüş”. Osmanlıların da propagandası şu yönde;

Page 129: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

128

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

biz gaza yaparken kefereyle, Karamanoğlu bizi arkadan vurup devamlı bizi meşgul ediyordu. Bir anlamda Karamanoğlunun misyonunu daha sonra Safevîler üstleni-yorlar. Bu şekilde Safevîlere karşı nasıl bir propaganda geliştiriyorsa o zamanlar Karamanoğullarına benzer bir propaganda geliştirilmiş. Ama şu farklı, o dönemde Karamanoğulları hiçbir zaman Şiîlikle itham edilmiyor.

Pelit ne demek?

“Habâset-i peser-i Karaman” dediği işte. Toparlayacak olursak Esterâbâdî’nin Bezm ü Rezm’i muhalif bir eser olması açısından çok önemli. Elimizdeki tek Ka-ramanoğlu tarihi, beylikler tarihiyle ilgili buna benzer bir eser yok. Şikârî’nin Ka-ramanoğulları Tarihi, Germiyanoğullarıyla ilgili, diğer beyliklerden Aydınoğullarıyla ilgili kronolojik olmasa da yer isimlerinde, şahıs isimlerinde bazı karışıklıklar olsa da derli toplu bir eser olması açısından, birçok problemi aşmamız için kaynak eser hüviyetinde bir çalışma. Şehnâme’nin Anadolu beylikleri üzerindeki etkisini görme-miz açısından önemli bir eser. Selçuklu mirasının ne tür söylemlere yol açtığı, gaza söyleminin ne tür boyutlarda olduğu, gaza motifini o dönemlerde görmek açısın-dan çok önemli. Ayrıca Mevlevîliğin Anadolu beylikleri üzerindeki etkisini görmemiz açısından, özellikle türbe ziyaretleri olsun, rüya motifinin ne denli önemli olduğunu görmemiz açısından Şikârî Tarihi yadsınamaz bir eser. Ancak sonunda da belirtildi-ği gibi diğer muhalif kaynaklarla karşılaştırıldığında, mesela Enveri’nin Düsturnâ-me’sinde, benzer söylemlerin Karamanoğulları aleyhinde geliştirildiğini görüyoruz. Mesela Neşrî ve Aşıkpaşazade’ye baktığımızda Karamanoğlu beldesini yıkan Os-manlılar değil, Gedik Ahmet Paşa değil, Uzun Hasan. Osmanlılara karşı Karama-noğulları Uzun Hasan’dan yardım istiyorlar. Uzun Hasan geliyor, onların beldesini yağmalıyor. Karamanoğulları buna pek fazla ses çıkaramıyorlar. Onlara vaatlerde bulunuyor. Asıl yıkıcı Uzun Hasan Osmanlılara göre, kendi yıkımlarını görmezden geliyor. Ama Şikârî Tarihi’nde Cem Sultan’ın adil bir hükümdar olarak anlatılması ilginçtir. Gedik Ahmet Paşa’nın, yaptığı yıkıma son veren, adaleti yeniden tesis eden bir Osmanlı şehzadesi olarak anlatılması da bizim açımızdan önemlidir. Mesut Ko-man’ın da ifade ettiği gibi, bu eserlerdeki asılsız rivayetleri atıp hakikatleri almak peşinde olmalıyız. Bir anlamda “imagination”. Tarihçinin “imagination”ıyla ve o dö-nemin kaynaklarıyla birlikte, yeni tarihçilik metotlarıyla birlikte kullanıldığında çok şey öğreneceğimiz bir eser bu. Teşekkür ederim.

Çok teşekkür ederiz. Bize sadece Şikârî’nin Karamannâme’si değil, büyük res-mi de çok açık bir şekilde anlattınız için ağzınıza sağlık. Katkı ve sorulara geçmeden önce sürpriz olacak ama sözü Şikârî’yi de yazmış birisi olarak Sara Nur Hanım’a vermek isterim.

Sara Nur Yıldız: Teşekkür ederim ama rahat bir şekilde konuşalım. Benim zaten söyleyeceklerim var tabii. Ama Şikârî Tarihi’ne dair başka sorular varsa…

Page 130: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

129

Anadolu Kronikleri

Cem Sultan ve Osmanoğullarıyla Karamanoğulları arasındaki mücadelenin te-melini merak ediyorum. İsterseniz bunu konuşabiliriz.

Özellikle Kütahya Beyşehir havalisi üzerinde çokça mücadele olduğunu bili-

yoruz. Şunu kabul etmek lazım: O dönemlerde kültürel açıdan Karamanoğulları

Osmanlılardan önde, özellikle 15. asrın ilk yarısında. Farklı bir kontekste de olsa

Ertuğrul Ökten bunu gösterdi tezinde.* Mesela Fatih Sultan Mehmet, Molla Camî’yi

İstanbul’a davet ettiğinde Molla Cami pek gelmek istemiyor. Çünkü Semerkand’ın

kültür seviyesi, İstanbul’un kültür seviyesinden çok daha üstte. Benzer bir şeyi de

Konya’da görebiliyoruz. Yıldırım Beyazıt döneminde görüyoruz, Karamanoğullarına

son veriliyor. Daha sonra tekrar Osmanlıların eline geçiyor Karamanoğulları ve yani

Selçuklu vârisliği mücadelesi var. Bunu Neşrî de bizzat tarihin başında ifade edi-

yor. Önce Oğuzhan’la başlıyor tarih, sonra Selçuklularla başlıyor, ondan sonra da

işi Osmanlılara yıkıyor. Tarih ilmini ilahî ilimlerden birisi olarak görüyor ve ondan

sonra da bir anlamda şunu söylemeye çalışıyor; “nasıl ki daha önce tevhid-i ilahî

Selçukluların yanındaysa, şimdi Osmanlıların yanında”, propaganda açısından. Bir

de Anadolu birliği mücadelesi var ve Karamanoğulları’nın Memluklarla sıkı müna-

sebeti var. Memluklar Karamanoğullarını destekliyorlar. Bir anlamda tampon bölge

olarak görüyor Memluklular. Şehabettin Tekindağ’ın güzel çalışmaları var eğer me-

raklıysanız, o konulara bakabilirsiniz. Yine daha sonra muhalif unsurlar Safevîler’e

kayıyor. Akkoyunlularla münasebetleri var. John Woods Akkoyunlular kitabında

ifade ediyor bunu. Bir anlamda kendi varlıklarına tehdit olarak görüyorlar Kara-

manoğullarını. Çünkü Memluklularla irtibat içindeler. Akkoyunlularla, daha sonra

Dulkadiroğullarıyla birlikte Anadolu’daki siyasî birlik bir tehdit olarak algılanıyor.

Molla Câmî’nin buraya gelmek istemediğini söylediniz. O kısma dair İhsan Faz-lıoğlu Hoca, yetişen öğrencilerin Semerkand Matematik Okulu’nda olduğunu, Os-manlıya gönderildiğini de söyledi. Oradaki hocaları, Ali Kuşçu’yu Osmanlı toprakla-rına gitmesi için teşvik etti, nasıl?

Tabii Molla Câmî’nin kendi dostlukları da var. Sultan Hüseyin Baykara olsun, Ali

Şir Nevâî olsun… Sonra daha yeni inşa ediliyor İstanbul, birçok sorunu var biliyor-

sunuz. Günümüzde de bir şehir yeni inşa edilirken birçok sorunu olur. Daha otur-

muş bir yapı var Semerkand’da. Mesela Ali Kuşçu’yu biz hep matematikçi olarak

biliriz, ama kelamla ilgili eserleri varmış, onu bilmiyoruz. Fatih Soysal diye bir ar-

kadaş onun kelamla ilgili eserini Marmara İlahiyatta doktora tezi** olarak hazırlıyor

* Ertuğrul Öktem, Jāmī (817-898/1414-1492): his biography and intellectual influence in Herat, (University Of Chicago PhD Dissertation), 2007.

** Fatih Soysal, Ali Kuşcu’nun Şerhu Tecrîdi’l-Kelâm’ından Usûl-i Selâse Konularının Tahkiki ve İlâhiyat Meselelerinin Tahlili, (Marmara Üniversitesi Temel İslam Bilimleri Kelam ABD Doktora), 2014.

Page 131: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

130

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

şu anda. Ama o dönemlerde mesela Seyyid Ali Semerkandî’nin bir tefsir yazması

önemli bir hadise. Karamanlı Taşköprüzâde’nin Mevzuâtü’l-ulûm kitabına bakacak

olursak “Karamânî” nisbesiyle Osmanlı kuruluş dönemine nüfuz eden birçok âlim

var. Osmanlılar bir şekilde kendi devlet geleneğinde onlardan istifade ediyorlar.

Rum Mehmet Paşa örneği var mesela, Karamanlı Rüstem var, Osmanlı devlet ge-

leneğinde çok önemli yerleri olmuş. Yine vergilerin ihdas edilmesinde etkililer. Bu

Karamanlılar da normal Osmanlı devlet adamları tarafından büyük bir antipatiyle

karşılanıyor.

Benim başlarda söylediğiniz bir şey dikkatimi çekti ama yani yanlış da olabilir,

düzeltiniz beni. Nüshaları saydınız, yani bugüne kadar dinlediğimiz eserlerde bu

kadar çok nüshası olan yok gibi hatırlıyorum. Biraz nüsha sayısı bol gibi geldi, bunu

nasıl okumak lazım?

Sara Nur Yıldız: Aslında ben bu konuya değinmek istedim, iyi ki açtınız bu konu-

yu. İlginçtir, ancak bu beş nüsha o kadar da erken değil. En eski nüshası miladî 1704

senesinde, Millet Kütüphanesi’nde olan el yazması. İzzet Koyunoğlu’nun kütüpha-

nesindeki ve Yusuf Ağa Kütüphanesi’ndeki el yazmaları 1710-11’dir, yani baya geç.

Paul Lindner ilginç bir şey söylüyor: “Müneccimbaşının kullandığı Şikârî nüsha-

sının kopya tarihi 1615”. Hicrî 1025 tarihliymiş.

Sara Nur Yıldız: Yani çok geç, hiç daha erken nüsha yok. Bence bu çok ilginç bir

vaka. Ve bu eserin önemli olduğu zannedildi. Namık Hüseyin diye bir tarihçi, Os-

manlıca yazıyor o dönemde. İlk bilimsel makale ortaya çıkıyor ve o dönemde birkaç

tane kopya çekiliyor. Çünkü böyle bir şeyle İstanbul da ilgileniyordu. Anadolu’da bir

eser var, Anadolu tarihi bizim için alternatif bir tarih olabilir diye ilgileniyorlar. Ali

Emîrî o yüzden topluyor o eserleri. Yani bol nüsha derken aslında yarısı bu dönem-

den kalma, eski kaynak yok.

II. Meşrutiyet döneminde daha yerel tarih çalışmalarının ön plana çıkarılması

biraz anlamlı geliyor ama?

Sara Nur Yıldız: Bu 1911 senesinde kurulan Türk derneğinden çıkan bir fikir.

Bizim kültürümüzü, Anadolu’daki kültürümüzü keşfedelim diye bir teşebbüs vardı.

Bu eseri kullanan tarihçiler var mı?

Var, Paul Wittek Menteşe Beyliği adlı eserinde bahsediyor.

O olsa bile 1700’lerin başında ne var ki nüshalar artıyor. Bildiğim kadarıyla Key-

kavus’un da muhtasar tercümeleri var 18. yüzyılda yapılan, muhtasar tercümeleri

var. Devletin arayışlarıyla bir alakası olabilir mi acaba?

Page 132: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

131

Anadolu Kronikleri

Biraz Müneccimbaşı’nın şahsî ilgileri, o tür şeylere çok meraklı. Buna Lindner’in

cevabı da şu şekilde: -Müneccimbaşının kişiliğiyle cevaplıyor- “Bu tür eski kronikle-

re çok büyük ilgisi vardı, ondan dolayı Şikârî’nin üzerinde durdu.”

Sara Nur Yıldız: Evet, evet. Ama sadece müneccimbaşıyla mı yazıldı, tekrar is-tinsah edildi mi?

1615’den önce yazıldığının kesin olarak delilidir bu.

Sara Nur Yıldız: O dönemde çok çalkantılı olaylar oluyordu o bölgede? Mesela Şikârî mahlası… Bence gerçek kimliğini göstermek istemediği için böyle bir Şikârî mahlası seçti, ama o bile çok önemli.

Hem bu eser Sâsânîlerin oluşma süreci, yani Anadolu’daki etkileri açısından güzel bilgi veriyor hem de Cem Sultan’ın nasıl bu noktaya geldiğine dair az çok ipucu veriyor.

Çok ilginç şeyler var. Mesela Mevlana’nın Divân-ı kebîr nüshası, Timur istilası

sırasında kayboldu deniyor. Tek nüsha; Divane Mehmet Çelebi Safevîlerin ülkesine

gitti, Şah İsmail döneminde oradan getirdi diye anlatıldı ama hiçbir şekilde ispatla-

namamış bu şey. Divanlardan birçok malzeme çıkıyor ama biz tarihçiler herhalde

edebiyatçıların hızına yetişemiyoruz bu tür şeylerde.

Sara Nur Yıldız: Ama aslında Şikârî’yi okuyacaksanız, gerçekten edebî eser ola-rak okuyacaksınız önce. Diğer eserlere bakıyorsunuz, divana vs. yaptığınız şey çok önemli. Çünkü gerçekten tek bir metin okurken, çok şeyi kaçırmış oluyorsunuz. Bir şekilde o metinsel bağlamda okuyunca çok daha net ortaya çıkıyor. Onun için çok güzel yaptınız Fatih Bey, teşekkür ederiz. Yani bu eser aslında çok önemli, bir bağ-lantı var İran’la. Hem biraz Gubarî’den bahsettik. Başı ve sonu çok ilginç aslında. Ben çözmeye çalışıyorum hâlâ. Eserin yapısı önemli, ben öyle inanıyorum. Benim ilk Osmanlı tarihi dersini aldığım hocam, bazı şeyleri Yarcânî’nin uydurmuş olduğuna inanıyordu. Ben buna katılmıyorum. Şikârî denen kişi diyor ki; “Yarcânî’nin eserini aldım, Türkçeye çevirdim”. Yarcânî’nin de ne yazdığı belli: Karamanoğlu Alâeddin’in hayatını yazmış. Çevrilen bir eser var ve bu çevrilen eser bence Yarcânî’nin. Alâed-din Bey’in hayatına dair en sağlam bilgi bu. Katılıyor musunuz buna?

Evet, tabii ki.

Sara Nur Yıldız: Şikârî Tarihi’ne dair diğer bilgiler çok şüpheci olmuş gerçekten. Şikârî, bir eser almış, sonuna Karamanoğlu Ahmet Bey’den sonraki tarihi eklemiş. Karamanoğlu generalleri ile bitmiş. Karamanoğulları zaten kalmamışken bir gene-ral Şah İsmail’e gidip gelmiş, hem de 1551 senesinde. Generallerin devamı İran’da. Yani onların geleceği İran’daydı zaten.

Page 133: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

132

Notlar 32 Türkiye Araştırmaları Merkezi

Bu eser dinî referanslarıyla da diğer eserlerden farklı. Özellikle o dikkatimi çek-ti. Bir de İran coğrafyasındaki dört şeyhe ilgili... Çok enteresan, o ilişkiler ağını da çözdürüyor bir anlamda.

Sara Nur Yıldız: Evet, evet. İyi bir nokta yakaladınız. Ama bitmiyor bununla, bu açık kalmış aslında. Osmanlılar için bu çok tehlikeli bir eser.

Evet, sizin sorduğunuz soru vardı, Meşrutiyet dönemi tarih yazıcılığı… Onunla ilgili ilginç bir şey anlatıyor -siz de bahsettiniz- Arifi Paşa, Tarihi Osmani Encümeni üyesi. Şikârî Tarihi’ne çok merak sarıyor ve Şikârî Tarihi’ni yayınlıyor. Ama Osman-lı’ya muhalif kısımları çıkarttırıyor, tekrar inşa ediliyor. Böyle garip müdahaleler oluyor Şikârî Tarihi’nde.

Sara Nur Yıldız: Bu eserin en esrarengiz kısmı bence Alâeddin Bey’in -tam ese-rin ortasında bir hikaye var- hikâyesi, hatırlıyor musunuz? Biri bir mağaraya giri-yor, içinde nehir var. İçinde bir gemiyle gidiyor ve sonra bir kitap buluyor. O kitabı çıkartıyorlar, Alâeddin Bey’in sarayına sunuyor. Kimse okuyamıyor, ancak yaşlı bir Yahudi pir buluyorlar ve o, bu kitabı okuyor. Yani aslında ondan sonra garip şeyler anlatılıyor. Hermes Batlamyus… Tamamen hermenötik bilgisi var içinde.

Zaten İskender’e dayandırmak fikri de ona dayanıyor.

Rum imparatorluğu arasındaki yazışmalarda da mücadeleler geçiyor. Mesela Yıldırım Beyazıt’la Timur arasındaki mektuplaşmaları biliyorsunuz, çoğunlukla ha-karet içerikli mektuplar; Timur, Yıldırım Beyazıt’a “sen kayzersin” diyor. “Sen Rum diyarının kayzerisin”, “sen İslam dünyasının lideri olamazsın” diyor.

Sara Nur Yıldız: Ayrıca da meşruiyet sorunu vardı. Karamanoğulları da bunun üzerine gidiyor, yani aslında bu bir meşruiyet kavgası.

Babâîler var hocam. Onlarda hafif böyle Alevîlik varmış gibi geliyor. Hatta Şeyh Edebali Babâîlerden geliyor. Ya da Nure Sofi, o da Babâî tarikatından?

Hatta Aşıkpaşazade’nin soyu Baba İlyas’a dayanır.

İranî gelenek, daha Şiîlik ortaya çıkmamış bu dönemde.

Aslında Kızılbaşlık.

Sara Nur Yıldız: Yani ilginç bir şekilde Kızılbaştan bahsetmiyorlar. Şikârî’de öyle bir şey yok.

Ama Safevî propagandasının etkisi var.

Sara Nur Yıldız: Olabilir de doğrudan Şiîlikle ilgili bir şey yok.

Page 134: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

133

Anadolu Kronikleri

Bazı metinler yeniden yazılıyor sanki. Mesela Seyyid Harun Velî Menâkıbnâmesi 1555’te tekrar yazılıyor. Abdülkerim Şeyh Musa diyor ki; “Seydişehir’de daha önce-ki menâkıbnâme kayboldu. Aydın’dan, şuradan buradan müritler geldiler ki bizim şeyhimizin menâkıbını tekrar yazalım”. Bu bana pek ikna edici gelmiyor. Metinler, kontekst değiştikçe tekrar yenileniyor gibi.

Sara Nur Yıldız: Evet, bu çok önemli bir nokta aslında. Çok dikkatli olmamız gerekiyor, o yüzden bu çok zor bir metin.

Evet, çok teşekkür ederiz hocam.

Ben de Sara Hanım’a çok teşekkür ederim katkılarından dolayı.

Sara Nur Yıldız: Esas size teşekkür ediyoruz.

Page 135: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın

134

Türkiye Araştırmaları Merkezi Tarafından Hazırlanan

Diğer NOTLAR

Kendi Metinleriyle Osmanlı Tarihi 2005, 71 s.

Osmanlı Kuruluş Tartışmaları 2005, 79 s.

Tanzimat Çağında Osmanlı Hukuku 2007, 48 s.

İstanbul Kütüphaneleri Üzerine Söyleşiler 2007, 72 s.

Göğe Bakan Adam: 420. Ölüm Yıldönümünde Takiyüddin Rasıd 2007, 56 s.

Babasının Kızı: 70. Ölüm Yıldönümünde Fatma Aliye Hanım 2008, 56 s.

Kurtuluşun İki yüzü: Hakikat ve Siyaset 350. Ölüm Yıldönümünde Kâtip Çelebi 2008, 64 s.

Osmanlı İlmiyesi 2008, 79 s.

Osmanlı Siyaset Geleneği ve Avrupa’da Doğu Sorunu 2008, 72 s.

Son Dönem Bizans Tarihleri ve Osmanlı Anlatımları 2009, 103 s.

Osmanlı’da Nüfus ve İskan Politikaları 2009, 112 s.

Osmanlı Askeri Tarihi 2011, 200 s.

Yayınevleri ve Yayıncılık Üzerine Sohbetler 2012, 105 s.

Page 136: Notlar 32 mizanpaj - Son 28 Kasim 2015 - Bilim ve Sanat Vakfı · Fuat Köprülü ifade ediyor. Benim tez çalışmam da bunun bazı örneklerini sunmaya çalışıyor. Emir Musa’nın