Upload
others
View
13
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
MILLI YOL ||||||!lil!ll!il!l|ll!!ll!ll!lllimilIİIİİIIIİUM
Türk Umumî Efkârına Bildiri
mm~~ - '-^^^ '-• '.'.:£,.:.!,;»*
1. YIL — 13. Savi FİATI 50 KURU? 20 NİSAN 1962 CU.IIA
LU YOt | l . Yü — 13. Sa ı — 20 Nisan a62 — Fiyatı
I oü kuruş. TARAFSIZ MİLLİYETÇİ SİYASİ DERGİ
İmtiyaz Sahibi Necati BOZKURT * Yazı İşleri Müdürü: ismet TüMTüRK * İdare Müdürü:
Mümin ÇEVİK.
(Tek sülün santimi 20 : Ura -k Tam sayfa arka i kapak (renkli) 2000 ü
•fr Tam sayla içta 1600 lira * Sayfanın 1/4 ve 1/8 gibi kısımları aynı ölçülere göre hesaplanır
um ü/k b dnf»" 6 aylık (26 sayıl
112,5 lira * 1 yıllık I 52 sayı 20 lira * ' idarehane: Nuru
osmaniye Cad. 34, İstanbul. Dizgi ve klişe: GÜNEŞ MATBAACILIK T. A. Ş Şerefefeudi Sok. No. 44-46, Cagaloğlu
İSTANBUL
Kadirli olayında yeni gelişmeler I.: eh met Canı komünistler savunuyor
Nakil işi Mecliste görüşülürken C. H. P . liler gerçekleri söyleyenlere küfretti
Kadirli Kaymakamı Mehmet Çan'ın tâyini hakkında verilen sözlü sorular, Meclisi karış tirdi. Suphi Baykam adındaki CHPTı milletvekilinin, M. Çan'ın bâzı icraatını komünist «Bizim Radyo» ya paralel olarak övmesi hâdiselere sebep oldu. A.P. Milletvekili Kemal Bağcı-oğlu da, mukabil olarak solcu ve komünist yazarlarla Moskova Radyosunun, M. Can hakkındaki medihkâr yazılarını Meclis kürsüsünden okudu. CHP'lilerin devamlı müdahaleleri ve • . ı . sataşmaları üzerine, milletve-
I killeri biribirlerine girdikleri | sırada, yine CHP'den Kenan I Esengin'in «eşşeoğiueşek» di-I ye bağırdığı duyuldu.
Gökhan Evliyaoğlu, S. Bay-i kam'ın konuşmasının diyalek-| t i« materyalizm metoduna gö-| re yapıldığını belirtti.
İçişleri Bakanı da yaptığı konuşmada, M. Çan'ın usulsüz bir çok icraatta bulunduğunu hakkında tanzim edilen dosya. ların elliyi aştığını belirtti.
Mehmet Can adındaki genç Kaymakamın, tanınmış solcu-lardan Nail Vahdeti ile eşi Halet Çambel'in tesiri altında kaldığı anlaşılmaktadır.
(Bu konudaki bir yazıyı bu sayımızda bulacaksınız.)
Temelli senatörler ucuz daire ler i boşaltmadılar
Emekliye sevkedilen Aîb. Talâî Aydemir oturduğu daireyi boşaltarak başka eve tasındı. Fakat temelli senatörler, kaklarını kaybettikleri halde ucuz dairelerden hâlâ taşınmıyorlar.
22 Şubat olaylı.-ı lideri Talât Aydemir, Saraçoğlu'ndaki dairesinden çıkarak, Anıt - Kabir yakınlarındaki bir kata taşınmıştır.
Talât Aydemir'in Saraçoğlu'-
Komünistlere Basın Kartı
Turgut Çulha'nın basın kartları hakkında sorduğu soru münasebetiyle Basın - Yayın Bakanı Evliyaoğlu şunları söylemiştir :
«— Memleket aleyhinde çalışanlarla müseccel komünistlere basın kartı verilip verile-miyeceğini soruyorlar, mevzuat değişmediği müddetçe verilecektir.»
Bakanın izahatın müteakip kürsüye gelen soru sahibi, basın kartları yönetmeliğinde yapılacak derişikliği ısrarla beklediğini, memleket aleyhi n e çalışanlara değil, hakikî basın mensuplarına basın kartlarının verilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.
Nâzım El Kudsî hapisten çıktı ve
tekrar Suriye Cumhurbaşkanı
oldu Suriye'yi idare eden askerî
rejim Cumhurbaşkanı Nazım El Kutsi*yi tahliye ve kendisini yeniden Devlet Başkanlığına tâyin etmiştir.
ndaki evi boşaltmasının sebebi emekliye ayrılması ve dolayı-siyle bu evlerde oturma hakkını kaybetmiş bulunmasıdır. Buna karşılık aynı hakkı kaybeden uzun aylar geçmiş olmasına rağmen bâzı tabiî senatörler, hâlâ kiralan pek ucuz bu konforlu evlerde oturmaya devam etmektedirler.
«Yılanların Öcü» Adana'da protesto
edildi Adana sinemalarında göste
rilmeğe başlanan «Yılanların öcü» filmi, hâdiselere sebebiyet vermiştir.
Sinemanın içini dolduran yüzlerce talebe, filmin yarısında «Kahrolsun komünistler kahrolsun bu filmi oynatanlar, bu filmi kaldırın» nidalariyle bağırmağa başlamışlar, ellerin, deki gazoz şişelerini, çürük portakalları perdeye atmışlardır.
Bölükbaşınuı iki ay paralı izin istemesini
protesto ettiler Millet Meclisinde bundan
bir süre önce (CKMP) Genel Başkanlığından ayrılan Osman Bölükbaşı'nm hastalığı dolayı-siyle iki ay izin alması, bâzı AP ve CHP liler tarafından tasvip edilmemiştir. Bölükbaşmın aynı şekilde ödeneğinin de verilmesini istemesi protestolara ve gülüşmelere sebep olmuştur .
wm
Rus Büyükelçisi İnönü ile yine
görüştü Sovyet Rusya Büyükelçisi
Başbakan ismet inönü ile tekrar uzun süren bir görüşme yapmıştır. Başbakanlıkta yapılan bu görüşme hakkında, mû-tad olduğu üzere hiç kimseyf ve hiçbir şekilde bir açıklamada bulunulmamıştır.
Ömer Altay Egesel Hanım yeğenlerinin çok olmasıyla, beşinci defa nişanlanmasıyla ve daha birçok taraflariyle gazetecilerin ilgisini topla
yan adam.
Bir telefon görüşmesi Besinci defa evlenmek
üzere boşanmadan nişanlanan Egeselle gazeteciler arasında geçen hafta şöyle bir telefon görüşmesi olmuştur:
Gazeteci — Beyefendi, görevinizi kötüye kullandığınız iddiası ile hakkınızda dâva açılmış deniliyor, bu doğru mu?
Egesel — Hey Allah ceza-nızı versin. Allah belânızı versin, aslanım bunları kim çıkarıyor? Bu neymiş ben de bileyim!
Gazeteci — Cezaevinde zor kullanarak mobilya yaptırmışsınız?
Egesel — Ben paramla yaptırdım. Size ne oluyor? Sonra ben param ile herşe-yi yaparım.
Gazeteci — Beyefendi, İstanbul'da resmî arabayla nişanlınıza eşya almak için dolaşmışsınız, şahsî işlerinizde arabayı kullanmışsınız?
Egesel — Arsalmm, teş-bit edebildiniz mi, ne istiyorsunuz?
Egesel, bu sorular karşısında fena hâlde sinirlenmiş, odasında bulunanlara bağıra bağıra birşeyler söylemiştir. Son derece sinirli olan Egesel, telefonu «Allah cezanızı versin» diye gazetecilerin yüzüne kapatmıştır.
MILLI YOL Haftalık Milliyetçi
Tarafsız Siyasî Haber Dergisi
ıııııııııııııııııııııııııııııiüiııııı uiüiıııımııiüiııııııiiiıııııııııı ıııııııuıiiiıııımıııııııııııııiiHiıiHiııuıııııuuiHiııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııınıııııiHinıııııııııınııııııııııııııi! T O N G U Ç İ L K O K U L U
Bir okuyucumuz îzmirden Çanak-kaleye giderken, Ayvalığa bağlı Gö-meç nahiyesinde yolun kenarında bir ilkokul binası görüyor. Üzerinde hususî bir meydan okuma maksadıyla' yazılmışçasma gayri tabiî derecede büyük harflerle TONGUC İLKOKULU yazılı. Tâ uzaklardan okunuyor. Okuyucumuz millî duygularınızın ıstırabı Ve hayreti içinde. Yolunu bırakıp orada soruşturuyor: Bu ad eskiden beri mi vardı, yoksa yeni mi kondu? Aldığı cevap: Yeni kondu.
Milletvekillerine hitap ediyoruz: Sizler bunun sorumlusunu aramak, ve yalnız o levhayı değil, onu astıran zihniyeti de Eğitim teşkilâtının içinden söküp atmak vazifesini taşıyorsunuz. Bunu .yapmaz, ve aldırma-maya devam ederseniz, iyi biliniz ki yarın Türkiyede bir Stalin Ünversi-
PAETîLERDE DURUM
YTP durgun. Önce AP'de ne olacağını bekliyor.
AP de nihayet bir şeyler oldu. Umumî îdare Heyetine yeni üyeler almdı. Yeni İdare Heyetinde înönücüler yine'çoğunlukta, ama eskisi kadar ezici farkla değil. Partiden Saki Zorlu gibi en aşırı İnönücü bâzı üyeler istifa ederek ayrıldı. En mühimi, kayıtları silinmiş olan beş üye partiye geri alındılar.
Bâzı gazete ve dergiler Dunu «müfritler AP'yi ele geçiriyor» diye yererek nıühimsediler. Bâzıları, «Herşey düzeldi, parti yolunu buldu» diye överek nıühimsediler. Biz mühimsiyemi-yoruz.
Bütün mesele beş kişinin partiye girmesi veya girmemesi mi idi? Prensipler ne olacak? Memleketin ana dâvaları ve rejim meselesi ne olacak?
Azgın bir sel gibi komünistlerin devlet mekanizmasının her tarafını istilâ etmeleri ve herşeyi kendi plânlarına göre yürütmeleri karşısında daha ne zamana kadar susulacak ve hareketsiz kalınacak?
Baha dumanı üstünde olarak, A.P.'li İçişleri Bakanının «Yılanların Öcü» nün oynanması için sansür heyetine emir verdiği yazılmış iken ve bu yalanlanmamış iken; yine aynı İçişleri Bakanının «Kadeş'te ahlâka aykırı bir hâdise cereyan etmemiştir» sözleri kulaklarda çınlarken; yine AP'li Başbakan Yardımcısı İyidoğan'ın «Köy Enstitülerinin açılması lâzımdır» şeklinde beyanda bulunduğu gazetelerde yazılmışken ve bu da yalanlanmamışken, (sâdece hatırımıza şu anda geliveren üç misâl olarak bunları sıralıyoruz), ve bunları önleyecek hiçbir tepki ve kuvvet AP de görülmezken, partinin yoluna girdiğini nasıl kabul edebiliriz?
Şimdilik, oyun bozanlık bizden bilinmesin diye, ve iyiye yöneliş olacaksa bunu bozmıyalım diye, susuyoruz. Ama, ancak şimdilik susuyoruz. Bir otlakta geviş getiren bir manda umursamazlığı içinde değil, gittikçe gerilen bir yay gibi susuyoruz.
Zamanı gelince, ki bu zaman çok yakında gelebilir, söyleyecek derya gibi sözümüz ve kucak kucak ifşaatımız olacaktır.
ZİYAFETLİ PROPAGANDA
Enstitücüler eskiden «açık» oturumlar yapardı. Ve bunlara milliyetçilerden de tektük kimseleri davet ederler, tartışmaya çağırırlardı. Milliyetçiye bir kere söz vermeye karşılık öbürlerine üç kere, beş kere söz verirlerdi. Ama bütün bunlara rağmen ve toplantıları idare eden başkanların açıkça enstitücülük tarafını tutmalarına rağmen, her seferinde toplantılarda galibiyeti milliyetçiler kazandı. Şimdi artık, enstitücüler «akıllandı» 1ar. 17 Nisanda Enstitülerin kurulmasının yıldönümünü «kutlamak» üzere Türk Devrim Ocakları denilen devletin pa-rasiyle beslenen teşekkül yalnız Enstitü taraftarlarını davet ederek ve yalnız onları konuşturarak bir «açık oturum» (evet, adı. yine «açık») tertip etti. Sâdece Enstitücülük propagandası yapılan bu toplantı yenilir, yutulur cincinden değildi, ama davetlilere toplantıdan sonra mükellef bir ziyafet (yfr ne milletin parasiyle) vermek suretiyle onların da gönüllerini hoş ettiler.
İŞİN PÜF NOKTASI
AKİS dergisi birkaç sayıdır Sümer-bank Umum Müdürü Selâhaddin Ak-yol'u şiddetle tutan ve ona yol veren Bakan Fethi Çelikbaş'ı şiddetle yeren yazılar yazdı. Bunun sebebi merak ediliyordu. Çünkü Bakan da, Umum Müdür de CHP'li. Umum Müdürün bir sürü suiistimali var. Bakanın da bir sürü yolsuz hareketi. Her ikisinin de «aşırı milliyetçilik», «gericilik» falan gibi büyük «suçlar» la hiçbir ilgisi yok. Şu halde bu taraf tutuştaki şiddet ve gayret niye? Üstelik, başka CHP'li dergi ve gazetelerin kılı kıpırdamıyor! Nihayet işin hikmeti meydana çıkıverdi. Sümerbank'ın, sâdece 1961 yılında, AKİS dergisine ve tıpkı AKİS boyunda ve aynı derecede aşın ÇHP'ci diğer 4 dergiye verdiği ilânların tutarını Yeni Sabah gazetesi açıkladı. Listeyi buyurun :
SIR Mecmuası SÖZCÜ » AKBABA » KİM » AKİS •» Mesele anlaşıldı,
1.300 Lira 5.030 » 6.902 » 9.510 »
24.090 » değil mi?
Dâva Adamı
ON asırda ırkımıza has —fi-Lir plânında, dünya çapında — savaşçı çıkaramadık. Birçok büyük Türk evlâtları gelip geçtiler. Yaşama dâvamıza hizmet ettiler. Fakat kâfi vuzuhu kazandıramadılar. Bunun için, bugünkü neslin yükü cok ağırdır. Bunu idrak edenler bu dâ vanm müstait talibi, âtinin şükranına elyâk büyük insanlarıdır.
Asırlarla beraber terakki eden beşer şuuru hodkâmlıktan tasfiye olmak yolundadır. Şahsiyet bulmuş her fert, mensup olduğu cemiyetin hayrına maddî veya mânevi faaliyet göstermektedir. Havada yol a lan turnalar misâli cemiyetlerin istikametine rota çizen kişiler şüphe siz ki vasattan az olacaktır. Bu ilâ hî kanun muvacehesinde fîsebilil-lâh meydan-ı mübarezeye atılmak azminde olanların şahsî kaygıları çiğneme zamanı gelmiştir. Toplum akıihlara emanetullahtır. Emanete hiyanetten korkan, seviyeye malik vatan evlâtlarının toparlanıp cep he kurdukları an mübarek, ulu bir ibadet ve Türklük için sonsuz saadet olacaktır.
Yusuf ÖKTEM
MİLLÎ YOL Wl
Samsun'da Peri mecmuasını ve ahlâka aykırı yayınları yakan ve protesto eden gençler...
tesi ve bir Kruşef Lisesi kurulmasının sorumluluğu sizin boynunuzda-dır. Evet, hiç;1, şüphe etmeyin, o levhaları kendi ellerinizle asmış gibi sorumlusu sizsiniz.
BİR TEKZİP
Derginizin 2 Mart 1962 gün ve 6 No. lu sayısının 6 ncı sayfasında «İşte Üç Örnek» başlığı altında Uzunköprü muhabirinizin verdiği haber yanlış olup hakikat, şöyledir.
1 — Cami Yaptırma Derneğini dev reden yönetim kurulumuz, hiç bir ku-£ug zimmetine para geçirmemiş olup bu görevi de fahrî olarak şevkle ifa etmiştir. Adı geçen 1100 lira para, istihkak sahiplerine ödenmiş olduğu 5 idareci arkadaşın karar ve imzaları ile sabit olup, zimmetimize değil lira, bir kuruş bile geçmemiştir. I 2 — Köy Enstitüsünden mezunum. Bundan sâdece şeref duyarım zira, oradan aldığım Türklük sevgisi ile yurduma faydalı olmağa çalışıyorum. Solculuk isnadını, aldığım millî ülkü ile bağdaştıramıyor ve nefretle reddediyorum. ! Bu itibarla şahsımın şeref ve haysiyetini rencide edilmesini doğru bulmadığımdan, Basm Kanununun âmir hükümleri gereğince, ilk çıkacak sayının aynı sayfasında işbu yazımın tek-ziben neşrini hassaten rica ederim. • Hürmetlerimle.
Şükrü ORHUN Akarca Köyü İlkokul Müdürü
PEHLİVANKÖY
... VE TEKZİBİN CEVABI
UZUNKÖPRÜ — Tahsin Arıkan Şükrü Orhun'un güzel sözlerle yazıl
mış tekzip mektubu, inkâr edilemez kesin resmî kayıtlar ve idarî ve adlî muamelelerle tamamen yalanlanmaktadır. Şükrü Orhun zimmetine 1 lira, veya 1 kuruş geçirmemiştir, tam 1065 lira 50 kuruş geçirmiştir.
Buna dair inkâr edilmez resmî muamelelerin tarih ve numaralarını bildiriyorum :
2/2/1962 tarihli yazı ilo eskiden U-zunköprü'ye bağlı şimdi Pehlivanköy kazasının Akarca köyü Cami Yaptırma Derneği yeni kurulunca eski Kurul Bşk. öğretmen Şükrü Orhun ile Muhasibinin (1062 lira 65) kuruşluk sarf evrakın yokluğundan zimmet ihbarı yapılmıştır.
7/2/1962 tarih ve 9 No. lu yazı ile Kaymakamın idarî cepheden tahkike memur ettiği Mehmet Sönmez'in vazifeyi ihmal ve o miktar paranın sarfına Ş. O. ve üyelerce karar alınmışsa da istihkak sahibine ödendiğine dair sarf evrakı olmamasından zimmet ha-
MİLLİ \'OL O
linin teshilini bildirir fezlekesinin Kaymakamlığa tevdii.
12/2/1962 tarih ve 962/28 sayı ile Kaymakamlığın Adliyeye evrakı tevdii.
12/2/1962 tarih ve 962/e hazırlık numarası ile Hâkimliğin evrakı zabıtaya havalesi.
İşte bu deliller ile ilk haberimiz doğrudur, 1062 lira 65 kuruş istihkak sahiplerine ödenmediği gibi sarf evrakı da ortada yoktur.
*
MÜSTEHCEN YAYINLARA TEPKİLER
SAMSUN — Mehmet Cebi 14/4/1962 Cumartesi günü saat 2'de
mm] Boşuna Zahmet
AZI parti kongrelerinde meşhur ve malûm «Tedbirler Kanunu» nuıı metni okunuyor
ve delegeler de vecd (!) içinde din-liyorlarmış.
Maksat, delegelerin hukuk bilgi-; leriııi arttırmak olmasa gerek. Olsa
olsa «aman bunu iyi belleyin de bir yerde ağzınızdan bir söz kaçırma-
: yın, tenkide filân kalkışmayın» demeye getiriyorlar.
Ama, nafile! '. Biz daha çıktığı gün bu kanunu:
ezberledik, yastığımızın altına koy;
duk, kerrat eedveli gibi belledik. Netice ne oldu, biliyor musunuz? Hiiiç! Sâdece «Millî Yol» un 10 uncu
sayısı toplatıldı. Murat GENÇOĞLU
Samsun Gençliği Gaziler Eczahanesi önünde ahlâka aykırı yayın yapan bütün dergileri, bilhassa Peri Mecmuasını, protesto mahiyetinde yüzlerca dergiyi bayilerden paralarını ödeve-rek aldıktan sonra büyük bir kalabalığın önünde yaktı.
Kalabalığın içinden şu sesler duyuluyordu : «Kahrolsun Komünistler!», «Kahrolsun böyle neşriyat!».
(Samsunlular sağ olsunlar. Yalnız bir noktaya dikkati çekelim. Bu gibi zararlı yayınları yakarken yüzlercesî-ni yakmaya lüzum yok. Bir iki tanesini yakmak ve ateşi de süpıiintü kâğıtlarla beslemek yeter. Onların gayesi zaten para kazanmak. Kazanmasınlar.)
*
MÜSTEHCEN VE SOLCU YAYINLAR
Kayserideki bayiler hayırlı bir ka. rara vardılar: Müstehcen yayınları getirmeyecekler ve satmayacaklar. Kayseri bayilerini bu güzel ve feragatli kararlarından dolayı tebrik ederiz. Aynı zamanda Kayserili gençler faaliyete geçerek solcu bir derginin de satılmaması için bayilere tavsiyeler de bulundular.
*
KARABÜK'TE
Karabük'te Cemil Topuz, (Y. Elek.. Müh.) İsmail Kimyacıoğlu (Mak. Müh.), Cengiz Özdemir (Y. Elek. Müh) ve Müslim Gündüz (Tek. talebesi) tarafından Milliyetçiler Derneği kurulmuş, samimî bir toplantı ile faaliyete başlamıştır. Başarılar dileriz.
• İSMAİL MAOANOGLL ÎŞt
11 inci sayımızda (Bir veğen hikâyesi dabal başlığı altında Erzurum'da İsmail Madanoğlu'nun petrol işlerinden bahsetmiştik. Bir dokun bir ah
Kadirli Oları mı, Moskof Taktığı mis
İlhan E. Darendelioglu AYRET, dehşet ve hattâ büyflk bir nefret içinde haber verelim ki, Türk milleti son günlerde KIZIL bir ideolojinin tertip ve TAHRİKİ ile karşı
kargıyadır» Kadirli zenginlerinin şahsında. SAF ve MASUM kalblere bir SINIF MÜCADELESİ ve SERVET DÜŞMANLIĞI zehirini akıtmak isteyenlerin gizli maksatları hâlâ hissedilmiyor, hissedilmek istenmiyor. Bu gizli tertip karşısında ise, mes'ul makamların bile bir heykel sessizliği içinde susmuş olmaları cidden acı acı düşünmeğe değer.
Evvelemirde, Kadirli olayı diye günlerdir gazete sayfalarını işgal eden bu hâdise, zannedildiği gibi bir memleket meselesi değil, içtimaî kisveye bürünen MARKSİST kampanyasının kendisidir.
Evet, Kadirli ağalan şahsında kapitalizme karşı açılan bu kampanyanın başı ve şefi şu anda Kadirli'de, kuyrukları ise bâbıâlide kalem ağalarının himavesinde-dir.
Şimdi asıl söylemek istediklerimizi bırakıp, komünist ihtilâlinin fikriyatını yapmış olan MARKS'a dö--
nelim : Marks diyor ki;/' «Komünistler fikirlerini şu kısa ifadelerle hülâ
sa etmelidirler: 1 — Hususî mülkiyetin lağvı.
2 — Proleterin (yâni amele ve işçinin) hiçbir şeyi yoktur ki, muhafaza etsin. Komünistler her hususî teminatı, her hususî emniyeti yıkacaklardır. Cemiyetin alt tabakaları olan proleterya, cemiyete vücut veren üst tabakaları (yâni kapitalistleri) çatır çatır atmadan kalkınamaz.»
İşte, dünyanın her yerinde, komünizme ve komünist ihtilâline giden yolu, Marks'm bu direktif ve emirleri çizer. Mensupları ve sempatizanları ise bu yola bir ortam hazırlar. Ne hazindir ki, Kadirli hâdisesinde bu ortamı yaratmak isteyenlerin çığlık ve feryatları karşısında vatanseverliğin şımr ve hassasiyet; ya gericilik veya aşırı sağcılık töhmetiyle susturulmak istenir. Fakat olsun, biz konuşacağız ve susmıyacağız.
• • • Bu hâdisede kimlerin parmağı ve gayreti olduğu
nu ifade etmeden önce, vaktiyle Kadirli'de istidacılık yapan ve Kadirli halkının «gomünist Kör Kemal» diye tanıdığı bir yazardan önce Moskova'da kızıl ihtilâlin tertip ve tahriklerini talim eden ve hâlen Kadirli'de bulunan Nail Vahdeti'den bahsetmek istiyoruz.
AIL Vahdeti, Nâzım Hikmet'in Türkiye'de bıraktığı en sadık dost ve arkadaşıdır. Eski nıüsec-cel komünist gazete ve dergilerin yazarıdır. Nâ
zım gibi ihtilâl şiirleri yazmış ve neşretmiştir. Nâzım Hikmet'le birlikte bir kitabı vardır. Ko
münist Sabiha ve Zekeriya Sertel'in çıkardığı ve İstanbul gençliğinin paramparça ettiği Tan ve Görüşler gazetesinin yazarıdır.
15. yıl önce Büyük Millet Meclisinde o zamanki Dahiliye Vekili Şükrü Sökmensüer'in Türkiye'deki komünist hareketlerini anlatırken Nail Vahdeti'nin de Moskova'da yetişenler arasında bulunduğunu ifade ettiği Meclis zabıtlarına kadar geçmiştir. Son defa komünistlik suçu ile 4 yıllık ceazsını Konya hapishanesinde çekmiştir.
Onun, içli bir Moskof hayranı olduğunu, orada yetiştiğini ifade eden şu mısraları bile Nail hakkında kesin hükmü vermeğe yeter.
Bu mısraların yazıldığı gün, Rus ordusu, Alman ordusu karşısında hezimete uğramış, Moskova'ya doğru çekilmekte ve kaçmaktadır.
Nail Vahdeti bu olayı göz yaşları arasında aynen şöyle anlatmaktadır :
Onlarla yanyana Boyanmadan dîye kana. Kendi kendimden utanıyorum. Daha çok onlar yaşamalıydı
> Daha çok onlar hak etmişlerdi bunu Ben onlardan öğrendim Sevmeği, Bana onlar öğrettiler Daha bilmem neyi?...
Nail Vahdeti Rusya'da öğrendiklerini söylemiyor ama mısralarmm altında her şeyi itiraftan da kendini alamıyor:
Kafamı onlar yoğurdular ORADA!... Gıcır gıcır bir âlemi İlk önce onlar kurdular O topraklarda ayrı gayrı bilinmez O topraklarda hep elele tutuşmuştur; O topraklarda dert unutulmuştur.
Oldukça açık ve büyük bir YALAN içinde Rus ihtilâli propagandası yapan Nail Vahdeti, her şeyi alenen bakın nasıl söylüyor:
Kavganı onların adıyla amin Onlar öyle aç Öyle çıplak Sanılır. Ama ilk önce Affettiler yokluğu İlk önce asıl tokluğu Daha onlar yaşamalıydı Daha çok onlar hak etmişlerdi Bunu.
İşte tefsire hacet bırakmıyan kanlı ve kızıl mısralar, işte aylardır Kadirli'de bulunan Nail Vahdeti!...
Şimdi : Sağduyu sahipleri, heykel ve mezarlık sessizlisine
gömülen mes'ul şahıslar, size sesleniyoruz!... Kadirli olayı mı?... Moskof taktiği mi?... (Bu yazı serisine devam edeceğiz.)
A K İ S Söver aslanlara ar etmez de Çıkarır göklere dek inmelisini! Sesi boşlukta akis yaptıkça, Köpek aslan sanıyor kendisini!
DİKEN
dinle, cinsinden, Erzurumdan fer-yatnameler aldık. Meğer yazdığımızdan daha da fazla tarafları varmış. Fazlayı da şimdi buyurun:
Erzurumdaki Petfol Ofisi acenteliğini başlangıçta başka bir şahıs kazanmış, fakat sonra olmaz demişler, kazanan adama değil, İsmail Mada-noğlu'na vermek için diretmişler. Ka zanan adam da mecbur olmuş, bari büsbütün elimden gitmesin diye Mada noğlu ile bir ortaklık anlaşması yapmış, hatta ilk teminat mektubunu da bu kazanan şahıs yatırmış Sonra, işi aldıktan sonra, Madanoğlu bu şahsı ortaklığa kabul etmemiş.
Arkasından başbakanlıktan bir e-mir geliyor: Bütün resmî daireler a-karyakıt ihtiyaçlarını bir tek kaynaktan alacaklardır. Başka yerden almak yasak! Tabiî o tek kaynak ta Madanoğlu. Bundan sonra Madan-oğlu'nun cebine milletin paralan aktıkça akıyor. Bu hal bir hayli sürüyor. Nihayet bir gün Erzurumdaki Atatürk Üniversitesi akaryakıt ihtiyacını açık eksiltmeye koyuyor. Madanoğlu, hiddet ve şiddetle. Üniversiteye dayanıyor «Bu iş bana verilmiştir, benden almaya mecbursunuz» diyor. Ama Üniversite kanuna dayana rak açık eksiltme'de İsrar ediyor.
îşin en dikkate değer tarafı Erzurum basınında îsmail Madanoğlu'nun bu konuların tartışması sırasında ba zı sözler söylediğinin yayınlanması ve bu sözlerin Madanoğlu tarafından tekzip edilmemiş olmasıdır. Meselâ, «Bütün akaryakıtçıların kapısına kilit vuracağım.» «Bu idare kırk sene böyle devam eder» «Bu millet hep yobazdır, tekmeyi vurup ekmeğini e-linden alacaksın.»
• SAMSUNDA DERNEK
FAALİYETİ
Samsun - Mehmet CEBİ îlimizde miliyetçiler derneği şube
S' kuruldu. Kurucular: Kemal Demir-cioğlıı. Mehmet Cebi, Mustafa Kor-tsn, Osman Alman, İhsan Akdemir.
(Başarılar dileriz - M. Y.)
•
BÖLÜKBAŞI YERİNİ BULDU
Çoktandır sesi çıkmaz olan, çıktı ğı zaman da acayip bir şekilde çıkan Bölükbaşı'nın neler olduğunu ve bu zatın nerelerde bulunduğunu merak
MİLLÎ YOL Rî
Osman Bolükbaşı Safını nihayet ilân eden adanı...
edenler çoğalıyordu. 12.4.1962 günlü Hürriyet gazetesinden öğrendiği, mize göre İsmet İnönü de Bölükbaşı-na sormuş: Nerelerdesin? Bölükbaşı-nın cevabı veciz: Safınızdayım, paşam.
Artık hiç olmazsa nerede bulundu ğunu merak etmeye lüzum kalmadı.
•
ÖĞRETMENLERİ İKİYE AYIRMAK
Köy Enstitüsünde yetişen öğretmenlerle diğer öğretmenlerin arasına ay rılık tohumlan ekmek ve köy öğret
menlerini diğer öğretmenlere karşı kışkırtmak için plânlı gayretler sarf ediyorlar. Köy öğretmenleri bilhassa: «Sizlere komünist diyorlar, böyle diyenler gericilerdir» diye avlanmak isteniyorlar. Bu suretle komünist o-lan ve olmayan öğretmenleri ayırt et rnek güçleşecek ve bir zümre dayanışması ve zümre zıtlaşması havası içinde komünist öğretmenlere karşı, haklı olarak dikkati çekenlerin uyarmaları gürültüye gidecektir.
Aydın Milî Eğitim Müdürü Hüse. yin Atmaca'nın (Enstitülü yalan söy İçmez) kampanyası komünistlere, ve yalnız komünistlere, karşı yöneltilen uyarmaları bütün köy enstitüsü mezunlarına yaymak ve işi karıştırmak gibi bir netice doğuruyor. Bu zat Hasanoğlan mezunlarındandır, ve a-şırı enstitücülerden Şükrü Koç'un yakın dostudur.
Aydında enstitücülük hareketlerine alet edilen Köy Öğretmenleri Derneğinin Aydın şubesinin kongresi yapıl di. Burada bir taktikle Atatürk ve devrimlerine bağlılık kararının içine (komünizmi, gericileri, ve Köy Enstitülerini kapatan zihniyeti) protesto elmek hükmü de sokuşturuldu.
Onlara ve aynı durumlarda olan başkalarına birer Türk olarak hitap ediyoruz: Enstitücüler dayanışması yoluna saparak, zaten fazla zümrelere bölünmüş milletimizde bir ayrılık daha yaratmayın. Düşmanımız tektir: Komünizm. Ona karşı yönelecek dikkatleri ve hırsları bölmeğe ve da. Sıtmaya kimsenin hakkı yoktur. Va-tanseverseniz, ki öyle olduğunuzdan halâ ümidi kesmedik, komünistlerin işine yarayacak durumlara bilmeden sebep olmaktan kaçınınız
• TÜRKİSTAN DOĞU TÜRK
İLLERİ KÜLTÜR DERNEĞİ
1952 de kurulmuş olan Türkistan Doğu Türk illeri Kültür Derneği yıllık toplantısını 25/3/1962 de ismail Gaspıra
mör.ü: «Küçük politika oyunlarına asla müsaade etmîyeceğim» dedi. — GAZETELER —
erk Umumi Efkarına Bildiri: 2 Nejdet SANÇAR
ÇÜNCÜ sorum şuydu: «istanbul Emniyet Müdürlüğünün en alt katında, içinden lâ
I ğım suları akan hücreler var mıydı? Varsa, Türk milliyetçilerinden bu hücrelerin birisine bir hafta hapsedilen oldu mu?»
istanbu! Emniyet Müdür lüğü binası olan Sanasaryan hanının yera l t ı katında da hücreler vardı . Burada, laman zaman, borulsrdan sızan lâğım çirkefleri hücreler in içine dolar-di. Ve lâğım kokusuna, birkaç saatlik vazifeleri sırasında nöbetçi polis ier bile dayanamazdı.
Bu yeraltı nezarethanesinin kor idoru çok dardı. Bir hücrenin kapısı açıldığı zaman «arşıki hücreye değerdi. Fakat bu nezarethanenin b i r de konforlu (I) taraf ı vardı . Helası alafranga idi. Ancak, bu alafranga helanın suyu yoktu. Her gün bi r bü yük teneke su get i r i l i r , yarısı b i r günlük pisliği gidermek için helaya dökülürdü. Heladan arta kalan da su küpüne konurdu. Yeral t ı nezaret. tanesinin misaf ir ler i (!) bu küpten hem su içerler, hem de el ler in i yıkarlardı, işte, vazifel i ler in birkaç sa Sflık nöbetlerini dahi güçlükle tu t tukları bu nezarethanede birçok vatandaşlar suçlarını (!) i t i ra f (!) ettirmek üzere günlerce tu tu lu r la rd ı . Türk mil l iyetçi lerinden bu yeral t ı hücrelerinde misafir (!) edilen tek içişi Atsız'dır.
Atsız, sekiz hüerellk bu yeral t ı nezarethanesine 12 Temmuz 1944 gü nü getirildi ve helanın yanındaki 33 numaralı hücreye kapatıldı Bu hücrede karvola yerine musalla faşı g i bi bir mermer "a rd ı . Bu musalla fasının üstüne Bir inci Şubedeki eski hücresinden get i rd ik ler i şi l teyi koydular.
Hücrenin içinden geçen lâğım borusu, 14 Temmuz günü iyice sızmaya başledı. Çirkefler yavaş yavaş »emini kapladı. 8u yetmiyormuş gibi, 33 numaralı hücrenin yanında bu lunan nezarethane helasından sıx?»n cirkef suları da eçirî j«minden A yarak ve kapının altından h ü c r e ^ •lolmaya başladılar Bu feci durum üç gün devam ett i üçüncü gün nabzı 140 a kadar yükselen Atsız, doktor istedi üç oelisle b i r l ik te gelen bir kadın doktor işi v i lkamfre ile halledip (!) g i t t i .
Nezarethanenin rutubet i müthişt i Atsız, bunu daha i lk gün fark ett i ği içfn ceketini ve pantolonunu çıkarmadan yatıyordu. Diyarda bulunan iri bir çiviye astığı yeleği île şapkasını 18 Temmuz günü merakla eline aldığı zaman, yeleğin sırsıklam
o lduğunu, şapkanın iç in in de kü f t u t t uğunu dehşetle gö rdü . Atsız, diğer hücrelerde bu lunup ağlaşan ve sigara isteyen köy lü lere dağıtmak için polislerden bir is ine para vererek sigara ve k i b r i t a ldırmışt ı . Polisin, sigaraları dağı t t ık tan sonra Atsız'a verd iğ i k ib r i t , b i r müddet sonra, ru tubet ten , yanmaz hale gelmiş t i .
B i r tanıdığı , nerede ve hangi şart lar altında bu lunduğunu b i lmediğ i Atsız'a, b i r ku tu badem ezmesi yollamıştı. Ku tu , i k i gün baş ucunda durduk tan sonra, Atsız, badem ezmeler in i sızlanıp duran köylü lere dağıtmak istedi. Fakat ku tuyu açınca badem ezmelerinin yemyeşil kü f tu tmuş o lduk lar ın ı gördü .
18 Temmuz günü Afsiz'ın nabzı yükseldi . B i r kere daha doktor isted i , gelenlere lâğım ç i rke f le r in i , yeleğini ve şapkasını gösterdikten sonra, sadece:
— Burada yaşanır mı? dedi. Ve ertesi gün , B i r inc i Şube nezarethanesindeki eski hücresi o-lar \1 numaraya çıkarı ldı .
Atsız, yeral t ı nezarethanesinde hu b i r haftal ık misaf i r l iğ i (!) sırasında, sabahları sadece b i - bardak cay içmiş, ik i kere de b i rer kap öğle v r mpâi yemişt i r . Sapsarı b i r benizle VP Sanasaryan hanının vüz basamak hk merdivenler in i güç halle çıkarak eski edasına geld ik ten sonra da he men i f*desj alınmaya başlanmıştır. Bu, 1°44 te bütün mi l l iyetç i lere uy-sulanan bi r usuldü Sanıklar ma-""»> ve maddeten çöker t i ld ik ten son « Ifad? vermek zorunda bı rakı l ı r lar di
Dördüncü sorum şuydu: «Birinci Sube'nin «eski nezaretha
ne» dive anılan bölümünde, 5 numaralı meşhur penceresiz hücrede, am-nu'ü kasden bozularak 48 saat ka-rptıltkfa bırakılan kimse oldu mu?»
Bir inc i Sube'nin eski nezarethanemizin 5 numaralı hücresi peneeresiz-di. Emnivetci ler, tabut luk lardan önce, bu odanın işkence yer i o lduğunu sövler lerdi . Penceresiz o lduğu için hücrede daimî olarak lâmba yanardı.
Ben, ifade sırası bana ge l i rken buraya kapatı ldım ve bu hücrede 21 aün kaldım. Temmuzun en sıcak zamanına rastlayan bu gün ler i , f ı r ı n fîibi sıcak hücrede geçirmek hak i katen zor o lmuştu. Fakat en kötüsü, bir hela dönüşü yanmış (!) butdu-Şum ampulün değişt i r i lerek yer ine yenisinin takı lması iç in 48 saat beklemem oldu. Bu 48 saati kapının ar* t ık larından sızan ışık (!) üe- geçird im ve ampul tak ı ld ık tan sonra da
ifade vermek üzer e hâk imin karş^ sına çıkar ı ldım.
Beşinci sorum şuydu: «İstanbul Emniyetinin Birinci Şu
be'sinde, Türk milliyetçilerinin toplandığı ilk günlerde, helaya ve musluğa gitme işi hiçbir kayda tâbi de ğilken, bu normal ihtiyacın sonradan sabah, öğle ve akşam yarımşar saatlik bir zaman içinde görülmesi usulü çıkanldı mı? Çıkanldı ise bu emri veren kimdir?»
Hela ve musluk iş i , i lk zamanlar h içb i r kayda tabi deği ld i . iht iyacı olan kapısını t ık ı rda t ıp , nöbetçi polisin «kaç numara?» sorusuna cevap verd ik ten sonra, eğer hela boşsa, çıkar ve iht iyacını gö rü rdü . Fakat Osman Sabri Ada i 'm muav in i Kâ-muran (soyadını iy i hatır layamıyor u m , K ık r ı k veya K u k r u k idi), İs-tanbula gel ip Emniyet Müdür lüğünü tef t iş (!) e t t i k ten sonra işler değişt i . Emniyet Umum Müdür Muavin i ' -n in verd iğ i emirden sonra bü tabi î iht iyaç sabah, öğie ve akşam yarımşar saatl ik kısa zamanlar iç inde yapılmaya (!) başlandı.
B İRİNCİ Şube nezarethanesinde her zaman ortalama 30 kişi bu lunurdu. Çünkü hücre ler in ba
zılarında ç i f t misaf i r (!) ağı r lanı rd ı . Ayr ıca, kor idor la rdak i sıralar üzer inde çi le do lduran lar da o l u r d u . Buna göre, yar ım saatl ik süre içinde adam başına b i r dakikal ık b i r zaman düşmekte id i . Oda kapısını vu rup nöbetçi polisle konuşmak, polisin gel ip kapıyı açması, hücreden helaya kadar gidiş de hesaba kat ı l ı r ise, emi r üzerine d ikkat le uygulanan (!) bu hela re j im in in mânası ve mahiyet i kolayca anlaşıl ır .
Ve nihayet al t ıncı sorum şuydu: Tahkikat sırasında, sanıkların sor
gularının yapıldığı odaya, kanunen girme hakkı bulunan kimselerden gayrı insanlar da girdi mi ve bunlar arasında, istenildiği şekilde ifade vermeyen sanıkları ölümle tehdit edenler oldu mu?»
Tahk ika t sırasında sorgu odasına selâhiyet ler i olmadığı halde g i ren ier o lmuştur . Bunlar ın en müh im le r i Emniyet Umum Müdür Muav in i Kâ muran (Çıkrık veya Çukruk) , İstan bu l Emniyet Müdü rü Ahme t Demir ve Bi r inc i Şube Müdürü Sait Koçakt ı r . Bunlardan bilhassa i lk ik is i sanıklara sorular sormak, is tedik ler i cevabı alamayınca tehd i t le r savurmak ve hakaret ler etmek ve hattâ öğrenci ler i dövmek suret iy le büyük nefret toplamışlardır .
T ü r k mi l l i ye tç i le r in i tehd i t eden Kâmuran Çıkr ık (veya Kukruk ) tur.
(Devamı 13. sahifede)
h'nın kızı Şefika Gaspıralımn başkan lığında yaptı
Emel Esin, Ord. Prof. A. Zeki Ve-lid Togan ve Abdullah Taymas son çalışmaları hakkında izahat verdiler.
Dernek, Türkistan ve diğer Doğu Türk İllerinin kültür ve etnoloji bakımından birliğini temsil etmek üzere kurulmuştur.
Doğu Türk illerinin, Doğu Türkistan - Türkistan ve İdil-Ural gibi coğ rafi taksimata göre kurulan göçmen teşkilâtları varsa da, şimdi bahis konusu olan umumî kültür derneğinin kurulmasına ihtiyaç daima bakî kalmıştır.
Böyle bir dernek 1950 de Karaçi'. de Karı Cörebay ve Dr. Osman tarafından (Türk Birliği) ismi altında kurulmuştur. Maksadı, Ortaasya ve İdil-Ural kültürleriyle meşgul olmaktı. Fakat uzun ömürlü olmadı İstan-bul'da kurulan b u cemiyet ise, faaliyetini geliştirmek istidadındadır.
Dernek bir kütüphane meydana getirmektedir. Çarlık Rusyası çağından itibaren Rusyada ve çeşitli yerlerde yayınlanmış eserleri ve dergileri ve nuisamerelerde istifade edilmek üzere Türkistan milî kıyafetlerine ait resimleri, dağılmak ve kaybolmaktan koruyacak bir kütüphane halinde top lamaya teşebbüs etmiştir. Elinde bu gibi eserler olanların bunları P. K. 89 Aksaray, İstanbul, adresine postalamalarını veya Derneğin istanbul. E-dirnekapı, Mihrimah Külliycsindeki merkezîne getirmeleri temenni olunmaktadır.
Derneğin yeni idare heyetine Ha-mit Ökdem, Ziva Özkavnak, Ahad Bekol, Hızır Bek Gayretullah, Polat Kadir Turfanı seçilmişlerdir. Başarılar dileriz.
Urfa'da Halilürrahmaıı Camii ve meşhur Balıklı Göl...
0 MİLLİ YOL
URFANTN KURTULUŞU Urfa . Halil BEYBOGA
Urfa, düşman işgalinden kurtuluşunun 42. yıldönümünü 11 Nisan'da törenle kutladı. Halk bugünü bayram sevinciyle millî duygular içinde secirdi.
Mareşal Tito Pratik buluşun sahibi...
İNŞALLAH BİZDEKİLER OKUMAZ
Yeni yapılan Yugoslav'ca Anayasalında şimdiye kadar hiç bir anayasada görülmemiş bir yenilik var: Seçimle işgal edilebilecek bir makamda kanunen «efsanevî şahsiyet» olan bir kimse bulunursa, bu kimse bir daha seçim gibi bir merasime lüzum kalmadan ömrünün sonuna kadar o makamı işgal edebilir. Şimdiye kadar «efsanevî şahsiyet» o-larak ilân edilen tek kişi: Cumhurbaşkanı Tito.
Milliyetçi köy Enstitülüler
Köy Enstitülerinden yetişmiş, buna rağmen milliyetçi kalmış, yüzlerce, belki binlerce, Türk çocuğundan ikisinin daha orada öğrenci oldukları zamana dair hâtıralarını yayınlıyoruz. Millî Eğitim Bakanlığı teşkilatındaki komünistlerin şerrinden korumak için adlarını mahfuz tutuyoruz. Bu hâtıralar hem komünistlerin, (Köy Enstitülerinden çıkan herkese komünist diyorlar) iddialarının yalanlığma canlı birer delildir, hem de o lânetli fesat yuvalarının iç yüzüne ışık tutan vesikalardır.
Bu hâtıraların ' sahiplen olan gençler, görüyoruz ki, daha ziyade dikkati çeken cinsî ahlâksızlıklar ü-zerinde durmaktadırlar. Ama unutmayalım ki o yerlerde Türk çocuk
larına sistemli olarak aşılanmak islenen ahlâk bozukluğu her işe ve sahaya yaygındı, ve cinsî bozukluklar bu umumî zehirli havanın sadece belirtilerinden biriydi.
• DÜZİÇİ KÖY ENSTİTÜSÜNE
AİT İNTİBALAPt
Bir bahar günü öğrenciler için iş taksimi yapılıyor. Tabiî kız öğrencilerinden birkaçı inek sağmaya ayrılıyor. Erkek öğrenciler de çapa, ;ift ve çukur işlerine gidiyorlar. N. D. ismindeki ve A Şubesinde olan bir kız öğrenci, inek sağan kızların yanma geliyor. Yukarı sınıf öğrencilerinden Emin, Şevki, ilyas adlarındaki öğrenciler Ziraatın fundalıkları araşma gidiyorlar. Önceden anlaşmış olan H. D. de diğer öğrencilerden ayrılarak dostlarını buluyor. Bu üç öğrenci kızı öpüp severlerken çapa işinde çalışan ve ikinci sınıfın inzibatı olan Kemal Uğur ile Tahsin Al-kan bunları takip ederek çirkin bir harekete şüphesiz mâni olarak eğlenti anında yakalıyorlar. Vaziyet milliyetçi öğrenciler arasında üzüntü yaratıyor. Yakalanan bu öğrencilerin kovulması beklenirken çok hafif disiplin cezasıyla kurtularak eski vazifelerine devamları için serbest bırakılıyor.
2. Cemal Özen nöbetçi öğretmenidir.
Kız öğretmen N. ile genç bir öğretmenin aralan çok iyidir. Evvelce Cemal özen ile bu genç öğretmen bozuşmuşlardır. Tabiî Cemal Özen bunları takip eder ve dikiş atölyesinde çirkin vaziyette yakalar. İdare haberdar edilir. Sonra öğrencilere örnek olan bu öğretmenler başka yerlere nakledilirler.
Bu çirkin hâdiseyi Cemal Özen: Bugün öğretmeniniz N..., diye müstehcen bir şekilde öğrencilere bildirir.
3
Bir Pazar günüydü. Türk Bayrağı sereninden indirilmişti. Namussuzca çalınmıştı. Kanı temiz Ve Türk ırkından olan, büyük baskılara karşı milliyetini unutmayan öğrencilerden bir grup ile milliyetçi Toplumbilim öğretmeni Sofuoğlu M. Zeki bayrak sereninin yanında toplanmışlardı. Sofuoğlu, meselenin mühim olduğunu, bayrağın kutsiyetini anlatıyor ve aslanın üzerine bir sinek konup da koca aslanı meşgul ettiği misalini veriyordu... Milliyetçi ve temiz köylü çocukları da bu sırada bayrağın çalmışına hüngür hüngür . ağlıyorlardı.
Köy Enstitülerinin kuruluşu ve gayesi ne olursa olsun hakikat olan birşey var, o da buradaki öğrencilerin milliyetçilikten habersiz, vatan sevgisi, Allah ve namus telâkkilerin-
den uzak yaşaması ve yetiştirilmesidir.
Pek tabiî ki görgüsüz, temiz ve saf ruhla köylerden alınan küçük öğrenciler, enstitünün muhtelif hayatına, oyunlarına, kayıtsız şartsız emre uymağa, mutlaka oyun bellemeğe ve çok iş tu tmakla smıf geçme telâkkisine, öğretmenler inin her1
istediğine peki demeyi kendilerine maletmişlerdir . Yukardaki soysuzluğa karsı idarecilerin müsamahalar ı , okulda nişan takma gibi faaliyetler, köylü kızma sataşanları himaye, ko
münist öğretmenlerin okuttuğu sınıfları Varlık dergisine abone, çocuklara dalkavukluk, yalancılık ve dine karş ı soğutma ruhu aşılamak oruçları zorla yedirmek, mezunlara içkili ziyafetler ve rmek gibi Türklüğe yakışmayan b i r öğretim alt ında yetişen bu öğrenciler şüphesiz ki soysuzluğa kurban gi tmişlerdir . İ lk zamanda iğrenç olan bu eğit im yuvaları memleket in münevver ler in in gözünden kaçmış ve hakika t te temiz olan köy çocukları ahlâksız kimseler e boğdurulmuslardı r
Fakat , asil Türk kanı taşıyan ve ırkının verdiği asaleti , gururu, mertliği sayesinde yine asilliğinin kudret ini göstererek solcu dergileri o gün yırtmışlar, bayrak hâdisesinde ağlamakla ruh la r ın ın temizliğini isbat e tmişlerdir .
Bu Türk çocukları; Türklüğünü, milliyetini unut turmak istiyenlere karşı kinler i a r tmış v e bü tün Türklük sebebiyle ilk zamanlarda okuldan başka herşeye benziyen bu kamptan kur tu lmuşlardı r .
Maraşal Fevzi Çakmak Düzeltme: Geçen sayımızdaki T£F~
sımda K u b i ,1 a y I m e r ve Mehmet Altınsoy imzalı zabıtta Başsavcı yardımcısının sözleri yanl ış dizilmiştir: Doğrusu şöyle olacaktır: «Orada iken konuşma sırasında bize: Mareşal 'm cenaze töreninde şayet cenaze olmasaydı o gün kan çıkacaktı, dedi, ve silâh kullanılacaktı, dedikten sonra (O gün 500 kişi öldürülürdü gene, cenaze olmasaydı) diye bu husustaki sözünü bitirdi.».
10 Nisan, 11 Nisan, 12 Nisan gün leri istanbul için unutulmaz acılıkta günler olmuştu. Koca Maraşalın cena zesi, şehrin bir köşesinde sessiz, vakur, yatarken, şehir gittikçe gerginleşen bir ıstırapla kaynaşıyordu.
Hiçbir memlekette, hiçbir çağda gö rülmemiş, acayip bir kin ve inat, ölüden intikam almağa devam etmek isteyen bir kin, bir türlü doymak bilmeyen bir kin, alabildiğine kör bir i-nat, yalnız gençliğe karşı değil, bütün bir şehire, bütün bir millete, hat tâ bütün medeniyet âlemine karşı bir i-nat, radyolarda durmadan dans havaları çaldırıyordu. Nümayişler gittikçe sertliğini arttırdı. Dans davaları da i-nadına azdıkça azdı ve sürdükçe sürdü.
Garip bir tezat vardı. Yabancı elçilikler bayraklarını yarıya indirmişlerdi. Bizim resmî daireler indirmiyordu. Yabancı radyolarda hattâ o büyük askerin eskiden karşısına düşman ordusu olarak dikilmiş milletlerin radyolarında, mert bir düşman askerine ve sınırları aşan bir faziletin sahibine karşı saygı ifadeleri yayınlanıyordu. Bizim radyolarda ise dans havaları.
Bütün milletin birleşmiş olan vicdanından tek istek yükseliyordu: Biraz insanlık, biraz saygı. Bunun cevabı ise yine kin ve yine inat oluyordu.
Polislere şiddetli kin telkinleri ye şiddet emirleri yağıyordu. Bunların şiddetli telkin havasına kendini kaptıran, veya o günkü iktidarın gözüne girmek isteyen, bir takım polis memur ve âmirleri ve idareciler gençlere karşı çirkin muamelelerde bulundular.
Geçen sayımızda bunlardan örnek ler vermiştik. Bu sayımızda yine o günlerin zabıtlarına dayanan bir kaç örnek daha verelim.
Maraşal'a karşı en ufak bağlılık ve
Metini'-! Mareşali anma törenler inden bir inde gençler, O'nun kabr i başında.
en masum bir sevgi ve saygı hareketi bile gençlerin başlarına belâ gelmesine yol açıyordu. Meselâ:
10 Nisan gecesi Maıaşal 'm evine büyük ölüyü ziyarete giderken 3 polis tarafından yakalanıp 5 sopa yedim.
Güzel Sanatlar Akademisi Y. Mimari Böl. Erdoğan OKÇU
Cürüm ve ceza arasında bir nispet mi arıyoruz? Buyurun örneğini:
Maraşalın evi önünde bir ihtiram sükûtu yapmak için ağır ağır yürüyii şe başladık... Emniyet komserlerin-den veya âmirlerinden biri: «Oraya gitmelerine mani olun, hücum edin!» diye haykırdı... İlk olarak bana
MİLLİ. YOL 0
^ . -
var kenarında bir polis yüklendi, e-linl tabancasına götürdü. Birkaç polis daha geldi, kafama kauçuk sopa ile vurdular. Beynim döndü etrah gö remedim. Erdoğan Okçu'nun sol bacağına da kauçuk sopa vurdular. A-yağı tutmuyordu Dönüş'te Cevdet Türkkan ile zor götürdük. 3—4 polis Erdoğanı savurdular, benim üzerime geldi ve orası birden karıştı. Nurettin'in (Nureddin Ozdemir) bayıldığını zannettim. Kâmuran (Pekiner) o-nu polislerin elinden kurtarmak istiyordu. Bekir Berk'in sarıldığını ve üç polisin Bekir BerkT sürüklediklerini, yerlerde götürüldüğünü gördüm. «Biz komünist miyiz, yahu ne yapıyorsunuz?» mealinde haykırdığını duydum. Gayet tabiî, sille tokat götürüldü. Bir adamın, (sonradan anladım emniyet müdürü imiş) bir arkadaşımızı — karanlık ve sopa yediğimiz bu anda seçemedim — tekmeyle ittiğini ve_ «— Koşacaksın (müstehcen küfür) y4 rü....» Emniyet Müdürünün yanma /Sokulduğumda ağzı rakı kokuyordu/ im za: Metin Ören. (Şahitler: 3 Utffveı / teli gencin imzası.)
•
Dayaklı, küfürlü hengâmeden, sahneler:
11 Nisan gecesi Radyoevi önünde tek başıma yakalandığımda polisler arasında içeri alınıncaya kadar her polisten en aşağı 3'er tane kafama, enseme, arkama cop yedim. Hattâ bir aralık bir atlı polis benim yanımdaki polislere:
— Allah aşkına ...çiğim, ben attan inemiyorum, bir de benim için vuruver.
Demesine karşı arkadaşlarının hatırını kırmadılar Radyoevinin içinde... hem dayak yiyorum, hem de bir polis memuru tarafından:
_ Ulan lar! lar! (müstehcen küfürler)... sabaha kadar bunun acısını çekecekler... 15 bin üniversite talebesi denilen, kızlarınız orospu, oğlanlarınız...
O gece Müdüriyette) birinci şubeye götürüldük.^/ gözetleme denilen yerde 20 saa^r ayak*» kaldık.
Cumhur/Essin f- Hukuk Fakültesi (Ve IZ'sİmia)
Merhum Mareşal Fevzi Çakmak
ölüsü bile haşmetli..
MİLLÎ YOL O D
Gençler elini kolunu kaldıramıya-cak, karşılık veremiyecek duruma geldikten sonra vazifelilerin onlara söylediklerini tesbit eden bir zabıt:
. . .lar! ...lar! (müstehcen küfürler). ... Şimdi ne olda, ne olacak... Daha size ... ceğiz! Memleket size emanet edilecek, öyle mi! Üniversiteliyiz diye bir sürü it, köpek toplanmışlar... Sizin din ve kitabınızı, sizi okutan hocayı da... Git Ulan ağzımı bozdurma... Şimdi şu çocuğun boğazını sıkıp yatırasım geliyor...
Tıp Fakültesinden Osman IÇaya (ve altı arkadaşının imzalan),
• \ Pek çok tek imzalı zabıtlardan bir
kaç örnek:
11 Nisan Salı günü saat 23 sularında iki arkadaşımla beraber Emniyet Müdürlüğü yanından geçen tramvay yolunda ilerlerken haksız olarak yakalanıp karakola götürüldük. Bu sırada polislerden (sivil memur) biri kolumu arkadan kıvırırken diğeri omıızumu yumruklayıp «Bunlar it oğlu it» diyordu. — Ertuğrul Üçel. Hukuk Fakültesi.
* 10 Nisan gecesi numarası olmayan
bir polis tarafından dayak yedim. — Mehmet Turgut. İst. Teknik Üniv. Makine Fak.
• 11 Nisan .. akşam saat 23 sırala
rında tramvay caddesinden yukarı çıkarken Emniyet Müdürlüğüne dönen yol ağzında sebepsiz olarak karakola davet edildim. Orada sebep
siz ve usulsüz olarak 2 gece, takriben 36 saat kadar bekletildim. İtirazım nazarı itibara alınmadı. İkinci geceyi demirlerin arkasında beton üzerinde geçirdim. Orman Fakültesinden bir arkadaş da (Şefik Ünal) aynı vaziyettedir. — Avııi Cerrahoğ-lu, Hukuk Fakültesi.
• ... Emniyette nezarethanede 22 sa
at ayakta bekletildik. Pis ve mütev-ves bir yerdi. — Ali Rıza Bilgiç (Ankara Tıp Fakültesi).
• Emniyet kuvvetlerine yukarıdan
devamlı kin telkinleri ve baskılar geliyordu. Bunların tesiriyle bir kısım polisler tamamen azmış ve gençliğe rastgele ve kıyasıya saldırmaya başlamıştı. Artık hedefini de pek seçmez olmuştu. O kadar ki, nümayiş yapan Üniversite gençliğine hiç mensup olmayan, tesadüfen oradan geçen, biraz gence benziyen ve polislerden kaçıp kurtulmayı dalgınlıkla veya saffetle ihmal edenleri eline geçiriyor, insafsızca eziyorlardı. Bunlardan bir örnek olarak bir garsonun basına gelenier:
(Hüseyin Akmanoğlu. Şişli Tepe gazinosunda çalışmaktayım. Saat 10
. da gece gazinoyu kapadık. Dönerken taksiyle Radyoevi önünde taksiyi durdurdular. Ben indim, Taksimde ve Ankara kahvesinde randevum vardı, gitmek üzere iken bana bir sürü insan çullandı. Ne olduğumu bilmiyordum. Ana avrat, dipçik tokat, cop ve ağaçlardan bütün vücudumu çürüttüler. Bir odaya kapayıp sıradan hücuma geçti!"r, iki sıra sağ ve sollu ellerinde c"P ve odunla habire vurdular. Bunların bacında bizzat polis müdürü emir veriyordu-) (İfadeyi tasdik ed>n i iumeısiteli imzası).
• Gençleri döven ve onlr.ra söven
mamurların çoğunda ( o zamanla? \ bulunması kanunî mec1 fyet olan)
yaka numaraları yoktu. Tabiî buakt isleyec:îs'.cri suçlarebn d.oV.yı !r?his edilmelerini zorlaşlırmak için çıkarılmıştı. Bu durumu tesbit eden bir zabıt:'
10 Nisan gecesi ve 11 Nisan günü Mareşale saygı ihtiramı yapmaya giden gene'iğe hücum edip döven, söven polislerin kısmı küllisinde numara ve nnoleüeri sc-:iik idi. Gözümüzle «övdük. (Muhtelif fakültelerden " imza).
-*-Avukatların görüşmelerine müsa
ade yok. Kaatillerin bile kanunî şekiller
dahilinde sanıklarla daima görüşmelerine müsaade edildiği, ve bu kanunî bir mecburiyet olduğu halde, Mareşala saygı gösterisinde bulunmaktan ötürü Emniyet Müdürlüğünün bodrumlarına tıkılmış Üniversi-
teli gençlerden bu da esirgendi. 11 Nisan günü üç avukat, Avukat İsmet Tümtürk, Avukat Hasan Dine-er ve Avukat Fethi Bütün, sanıklarla görüşmek üzere Emniyet Müdürlüğüne geldiler. Tahkikatı yapan Savcı görüşmeye razı olmadı. Israrlar karşısında nihayet şöyle bir teklifte bulunuyor: Avukatların hepsi değil, yalnız biri sanıklarla görüşebilecek, ve (daha garibi) tahkikat konusu işler hakkında hiçbir şey konuşmayacak, yalnız kötü muamele görüp görmediklerini soracak. Hiç olmamaktansa şimdilik bu teklif kabul ediliyor ve gelen avukatlardan yalnız İsmet Tümtürk gençlerle konuşuyor. Yalnız dokuz genç bu gülüşmeye getiriliyor. Bunlardan beşi poliste dayak yediklerini söylüyorlar. Bunların Adalet doktoru tarafından muayenesi de ancak epeyce ısrarlardan sonra mümkün olabiliyor
• Gençlik teşekkülleri, yapılan şid
det ve tehdit hareketlerinden yılmadılar. Mert ve cesur tebliğler yayınlamaya devamettiler. Bunlardan iki örneği, o günlerin havasını canlandırmak için, aynen veriyoruz. Önce Türk Gençiik Teşkilâtı ve Türk Kül'lir Ocağının birlikte yayınladıkları tebliği okuyalım:
Büyük Türk Milletine! Şu anda Türk Milletinin büyük
babası, Türk tarihinin yüce kahramanı şanlı Mareşalimizi da kaybetmiş bulunuyoruz.
Elemimiz sonsuzdur. Bugün millî matem günümüzdür. Fakat hasis menfaatler, kıskanç
seciyeler, iğrenç politikacılar bu matem gününü bir ... saydılar. Bu toprakların, bu bayrakların, kahraman müdafii şanlı Mareşal için bayraklar yarıya inmedi. Baykuş sesleri dinmedi, Türkiye radyoları hâlâ eğlendirici, güldürücü neşriyatına devam ediyor.
Türk gençl'ği, bu kasıtlı ve tertipli rezaleti telgraf ve toplantılarla takbih etti.
Bütün bunlara rağmen, b&lolar, sololar havası değişmedi.
Ecdadına, mineline, vatanına bağlı münevver genç insanların, bu şuurlu toplantısı Emniyet müdürü ve âmiri tarafından (başıbozuklar, itler sürüsü) olarak vasıflandırıldı, gençlerin üzerine Emniyet kuvvetleri sopa ve hayvanlarla hücum ettiler.
Yaralananlar oldu, tevkif edilenler oldu, gençleri Mareşalin evine dahi bırakmadılar, yollar kesildi.
Hâlâ radyolar eski havada. Hâlâ bayraklar yarına inmedi. Hâlâ arkadaşlarımız karakollarda. Hâlâ izini bilmediklerimiz, yüzünü
görmediklerimiz var. Ey kalbleri vatan aşkıyla çarpan
aziz gençlik.
Sana ve Büyüğüne reva görülen bu hareketleri asırlar ve nesiller u-nutmayacaktır.
Müsterih ol şanlı Mareşal. Sen o kadar büyüksün ki, ölünden bile korktular.
Sana ne mutlu. Türk Kültür Ocağı
Türk Gençlik Teşkilâtı •
Şimdi de Millî Türk Talebe Birliği Hukuk Derneğinin beyannamesinden bazı parçalar. Beyannamede bahsi geçen vali, Fahreddin Kerim Gökav-dır:
Bugün idare heyetimiz, Valinin Cumartesi (15/4/1960) günü gazetelerde intişar eden beyanatı sebebiyle aşağıdaki beyannamenin neşrine ittifakla karar vermiştir.
1 —
2 — Vali, zabıtanın GEREKLİ mua nıeleyi yapmış olduğunu söylemekte dir. Halbuki mevkuf olan ve olmıyaı birçok arkadaşlarımız Emniyet Müdür Âmir ve memurları tarafından sokak ortalarında dövülmüş ve en mukaddes bildiğimiz mefhumları istihdaf eden küfürlerle tahkir edilmişlerdir.
Biz gereken muamelelerin bunlar olmadığına, velev suçlu olsalar dahi insanlara — insanlık haysiyetleri dola-yısıyle — hürmet edilmesi lâzım geldiğine inanıyor ve bu suretle vazifelini suiistimal edenleri takbih ediyoruz.
3 — Vali, fevkalâde vasıta ve tedbirlere müracaata lüzum görülmemiştir, demektedir.
Bizzat maruz kaldığımız menfur hakaret, bedenî eza ve cefalar, göz yaşartıcı bombalar umuru adiyeden ad-dodiiir ise fevkalâde vasıta ve tedbirlerin neler olabileceğini merak ediyoruz.
4 — Bütün bunlara rağmen, Vali zabıtanın aldığı tedbirlerden memnun o'duğunu beyan etmiştir.
Biz; Hirnayei Hayvanat Cemiyetlerinin kurulduğu ve büâsebeb tazibi hay
vanın fecrim edildiği bu devirde, vatandaşlara bu derece hürmetsizlik gösterilmesini ve insan haklarının ayaklar altına alınmasını asgari hicabaver bulduğumuzu beyan ederiz.
17.4.950 Başkan
Gültekin Sonsuzoğlu O günün rejimi hem suçlu hem güç
lü olmakta İsrar edecek, ve bu muamelelere uğrayan gençleri üstelik suçlu diye mevkufen mahkemeye verecekti. Onlar, bütün gençlik, ve bütün millet ancak millî iradeyle kurtulacaktı.
Ne garip tecellidir ki, o devrin iktidar başkanı, sonra bir muhalefet partisinin başı olarak yıllarca gençlikten destek rica edecekti. Ve bu da belki bir nevi mecburî tarziye yerine geçecekti.
F. K. Gökay 950'de İnönü'ye «işte İstanbul Pa-ş: n» diyen, 950 - 960 D.P. devrini valilik ve elçilikle geçiren, 961'de «Af» programıyla İstanbul'dan milletvekili seçilen, 962'de «İnönü haklıdır, af zamansızdır» diyen parlak zekâ sahibi.
Oıüyü dirilfmek Aliaha mahsustur Senelerdir fırsat kollayan Moskof
uşakları, Türklüğe en büyük darbeyi indirecek ortamın Köy Enstitüleri olacağını, bu suretle hayallerindeki arzuların tahakkuk edeceğine inanıp kendilerini avutma yoluna gidiyorlar.
Köylerden; tahsil edip meslek sahibi olmak gayesiyle gelen safi Türk an'ane ve geleneklerine göre yetiştirilmiş saygılı, dedelerinin ve ninelerinin kahramanlık hikâyelerini dinleye dinleye kalben milliyetçi ve Türkçü olan bu Türkün öz evlâtları, onların plânlarından, onların âdetlerinden ve onların duygularından çok defa şüphe edip yadırgadılar.
Hatttâ bir kısım alebeler Köy Enstitüsüne ayak attıkları gün kız-erkek münasebetlerinden, namuslarına leke geleceği zehabıyla kaçmayı dahi düşündüler, amma o kadar sıkı ta-
aahhütlerle bağlanmışlardı ki, aileleri belki de bu parayı ödeyecek durumda değildi. Bazıları ise bunu da nazarı itibara almadan kaçarak, köylerine, terbiye ve namus ocaklarına geri döndüler.
Okula devam eden talebelerden bir kısmı ki (bunlar Çok azınlık kalır) tam komünistlerin aradığı vasıflar mevcut olduğundan kısa bir zamanda onlara katılıp onların yanında yer aldılar ve beş sene açık saçık gözde hayatı sürdüler, Beş seneyi tamamlıyanlar tercihan ya yüksek kısma alındılar, veya arzu ettikleri köylere öğretmen olarak gönderildiler.
Şimdi hâlen sol taraftan gelen çatlak sesler onlarındır.
Ekseriyeti teşkil edenler ise, hiç-
MİLLÎ YOL [fl
bir zaman benliğini kaybetmiyen temiz, millî ruha sahip, Türklüğün, vatanın ve ahlâkin bekçiliğini yapmış, birçok zorluklara katlanarak hak yolundan ayrılmayan gençlerdir. Vatanin dört bucağında vazife gören bu temiz arkadaşlarım, gelecek seferki yazılarıma şahittirler. İmkân oldukça Köy Enstitülerindeki rezaletleri ve takip edilen yolları açıklamaya çalışacağım.
Zaten hükmünü vermiş olan Türk Milleti karşısında, hâlen Köy Enstitülerini hortlatmak isteyenler bakalım ne duruma düşecekler. Birazcık olsun haysiyet perdesine bürünecekler mi?
Ölen ölmüştür. ölüyü diriltmek Allaha mahsustur.
TAKDİR MİLLETİNDİR Komünizmin Türkiyede yerleşmesi
için, cehaletten ve sefahatten istifade etmenin mümkün olacağını düşünen kitapsızlar, yurdumuzun % 30 i köylü, bunun fl; 70 ini cahil telâkki ederek, köyden işe başlamayı ve köylünün içinden yetiştirdiklerini 20 sene mecburî hizmetle tekrar onların arasına gönderip kıskaç arasına almayı düşündüler. Fakat ilk tekmeyi köylüden yiyecekleri akıllarına dahi gelmemişti. Köylüler çocuklarını gönderecekleri okulları ve durumlarını yakından görmek; çalışmalarını takip etmek için Enstitüleri zaman zaman ziyaretten geri kalmıyorlardı. îşte bu gidişler, köye döndüklerinde anlatıla anlatıla köylüyü haklı olarak tiksindirdi ve böylece kayıtlar seneden seneye a-zalmaya başladı.
Bir gün gelip talebesiz kalacağını düşünen Enstitücüîer hal çaresi dü sündüler, plânlarında ufak bir tadilât yaparak şehirlerdeki fakir tabakadan da kayıt kabulüne başladılar.
Köylüleri ve bu meyanda bütün milieti iğrendiren Köy Enstitülerinin merkezi Hasanoğlan Köy Enstitüsüne bir göz atalım:
Orta yerde büyük bir meydan; meydanın sağ tarafında idare binası, ki bunun üst katındaki meydana bakan oda Hakkı Tonguç'a aitti. Her gün güzelinden bir kız orada nöbet tutardı. Hakkı Tonguç oranın müdürü değil, bir baş da değil, (yâni eğitim başı, müzik başı gibi). O halde orada ona hususî oda tahsis etmekteki maksat ne idi?.. îdare binasının arka tarafında; önünde her uzvu meydanda kız öğrencilerin cinsî arzularım kamçılayacak bir Yunan delikanlısının heykeli bulunan Yüksek Kısım binası. Fantomara oralarda tasdik ve imza edilmiştir. Onların daha gerisinde talebe ve öğretmenler kantini, bunun da önünde Aşk Meleğinin hakikîsinden defalarca büyük tam çıplak heykeli
eçııı lw\*
Dr, Neşet Naci'nin ksfli öifass B u d â v a , ç e ş i t l i c e p h e l e r i b u l u n a n b i r s i y a s î d â v a h a l i n i a l m ı ş v e A n k a r a V a l i s i N e v z a t T a n d o £ a u b u d â v a
y ü z ü n d e n t a b a n c a y l a i n t i h a r e t m i ş t i r .
j z i yıl önce bu hafta, 17 Nisan 1916 da Haşmet Orbay -Reşit Mercan • ^ dâvasının yeniden görülmesine başlanmış ve ortaya yeni birçok iddialar atılmıştı.
Basit bir cinayet dâvası gibi telâkki edilmek istenen dâva, kısa zamanda büyümüş, umumi efkârın ilgisini aylarca çekmekte devam etmiştir. Bu ilgiye sebep, dâvanın zamanla siyasî bir havaya biirüıımesi ve bir takım yolsuzluk iddialarının ortaya çıkması idi.
Ankara'da tanınmış bir doktor olan Neşet Naci'nin öldürülmesi hadisesiyle başlayan dâva birçok safhalar takip ettikten sonra, ilk kararın temyizce bozulması üzerine yeniden • görülmeğe başlandı.
Savcının talebiyle hâkimler heyeti bozma kararına uydu. Bunun üzerine ilk söz sanıklardan Reşit Mcrean'a verildi. Mercan, heyecanlı bir tarzda yaptığı konuşmasında, Savcı Kemal Bora'nın tek taraflı davran-diğını. bâzı delilleri mahkemeye getirmediğini iddia etti. Reşit Mercan'a göre birlikte kaldıkları Haşmet Orbay, bir gün tabanca almak istemiş ve «Bi iğ yapacağım, fakat şimdi söyliyemem» demişti. Birkaç gün soma da bıı çift lâstik eldiven almış ve bunlar kullanıldığı zaman tabancada parmak izi kalmadığını söylemişti. Bir gün Haşmet, elindeki tabancayı Kesite göstermişti. Bu tabanca babasına aitti. Haşmet Orbay'ın babası, o zaman Genelkurmay Başkanı bulunan Kâzım Orbay'dı. Ve üzerinde arma vardı.
Dr. Neşet Naci'nin öldürüldüğü gece Reşit eve geldiği zaman Haşmeti titrer ve bitkin vaziyette bulmuştu. Sapsarıydı. İntihar edeceğini söylüyordu. Reşit sebebini sorduğu zaman, «Babamın adını lekeledim» demişti. Sonra da Neşet Naci'yi öldürdüğünü ve Resifin şapkasıyla reçetesini orada bıraktığını söylemişti. Bu suretle şüpheleri Reşit üzerine çekmişti. «Neden böyle yaptın» diye sorduğu zaman Reşit şu cevabı almıştı : «Sana itimat ediyorum. Beni sen kurtaracaksın. Seni tamamen himayem altına alacağını. Bunun faydasını göreceksin.» Bunun üzerine Reşit geceyi, diğer adı Nefiye olan Fatma adında bir kadının evinde gc-çirmşiti.
Haşmet Orbay, Resifin bütün söylediklerini inkâr etmişti. 1946 yılında, Nisan'ın üçüncü ve dördüncü haftaları, Bolu'da görülen
bu dâvanın heyecanıyla geçti. Muhtelif iddialar ileri sürüldü. Reşit Mer-car'ın annesi, Haşmet Orbay'ın, «Bir mektup meselesi var. Bu mektup ele geçerse faciadır» dediğini ve mektubun Dr. Neşet Naci'ye yazılmış olduğunu, bir gazeteci şahit de Haşmet'in Reşit'e yüz bin lira teklif ettiğini söyledi. Yine bu hafta ortaya çıkan bir iddiaya göre,. Neşet Naci, ölümünden bir gün önce, öleceğini Numune Kastahanesi Çocuk Hastalıklar? Mütehassısı Prof. Extain'e söylemişti.
• Neşet Naci dâvasının daha sonraki safhalarında, yüksek makam sa
hiplerinden gelen çok mühim mektuplar olduğu açıklanmış, tahkikatla ilgili yolsuzluklar iddia edilmiş, Reşit Mercan bütün soruşturmalara ve mahkemede ağlamasına rağmen bâzı bildiklerini açıklamaktan korkmuş neticede Resifle, Haşmet Orbay ağır hapse mahkûm edilmişlerdi.
Ankara Valisi Nevzat Tandoğan da bu dâva dolayısıyla intihar etmişti.
MİLLİ YOL U S
Ç I K T I
Sevenlerinin Kalemiyle
^Hüseyin N a m ı k O R K ü N Hazırlayan:
Ziyaeddin BABAKURBAN Toprak Dergisi yayınlarından ci
lan bu kitapta ömrünü Türkçülük ideali uğruna vermiş olan merhum Hüseyin Namık Orkıın hakkında 30 tanınmış yazarın düşüncesini
bulabileceksiniz. Toprak Dergisi P. K. 30 Beyazıd -
İstanbul adresinden isteyiniz,
İHTİYAR TİLKİ VE ARSLAN
Bir devri geçen tilkinin ardınca koşup Yaltaklanan insanlara insan mı derim? Ben, Hakka yönelmiş, sesi erkek, başı dik Bir Arslan'ı bin tilkiye tercih ederim... diyerek!
Mehmet SERHAT
Biraz daha uzaklaşınca orak ve çekiç şekline benzeyen ikişer kişilik kabineleri ile çevrilmiş müzik bina-
• sı. Modern randevu evi idi sanki,. Müzik binasının hemen yakınında Venüsüıı büyük bir güzel heykelinin ayrıca bir süs verdiği açık hava tiyatrosu.
.: Az daha uzaklaşınca önünde şarap küplerinin sütunlar üzerinde yüksel-
; diğini göreceğiniz (şarap fabrikası, ; bağ evi), istasyon tarafında, aşkla-
nn ilân edilip gayenin tahakkukunu sağlayan kızh-erkekli haftalık
I nöbet tutulan ahırlar. Ahırlardan 3 kilometre ilerde sebze bahçesi. O
: bahçe ki, kavaklıklar, fidanlıklar a-f rası çok, pek çok kepazeliklerin sah
nesi ve şahidi olmuşlardır.
Köyün bağlarına yakın yerde ilk öğrenci kantini: bir kız, bir erkek öğrencinin cinsî münasebet yaparken resimlerinin çekildiği yer. Ha-sanoğlan köyünün bitişiğinde okul reviri: Nedense bazı kız öğretmenler hasta olup burada -yatmayı çok severlerdi. Çünkü ziyarete gelen erkek hocalardan bazıları onlara şifa için rakı, şarap da getirirlerdi.
Köyün içerisinde, kızlar yıkanırken erkeklerin tavan arasından dikiz ettiği okulun eski hamamı.
Bu hamamda bir bayan öğretmenin talebesi olan bir erkek- çocuğa sırtını oğdurmak istediği dahi vâki-dir.
İşte sayın okurlarım, milletimiz bunları ve daha ileride yazacaklarımı iyice bildiği için Köy Enstitülerinin kapışım kilitleyip anahtarını denize atmıştır.
Durumu yakinen bildiğimiz için anlatmak bizim, takdir milletindir.
O. KARA
Büronuza çelik eşya. mı alacaksınız ARC METAL ÇELİK EŞYA
MAMULLERİ : ÇELİK MASALAR • Dosya dolapları * Kütüphaneler * Çelik sandalyeler • Çelik koltuklar • Çelik para kasaları... v.s. ni tercih ediniz.
Üstün kalite emsallerinden daima ucuzdur. Sipariş üzerine bilûmum madenî eşyalar imalâtı. ARC METAL ÇELİK EŞYA
FABRİKASI SATIŞ YERİ : TOYHAN
(MEHMET ALİ TOY) Galata. Bankalar, Yanıkkapı So.
Güni Hanı. Nu. 14. Tel: 44 6831/16 İSTANBUL
(Milli 26)
Türk Umûmi Efkârına 2
(Baş tarafı 7. sayfada) Ankara üniversitesi mensuplarından Dr. Hikmet Tanyu ile değerli f ik i r ve maarif adamımız Zeki Sofuoğlu, Kâmuran'm tehdit ve hakaretlerine maruz kalanlardandır. Şeflik devrinin bu meşhur polisi, bir gün, ken dişine karşı gelinmesine dayanamayarak tabancasına sarılmış ve:
— Ulant Seni köpek gibi gebertirim, sonra da doktordan ölmüştür diye rapor alırım! diye şecaat arzetmiştir, üniversite gençlerini tokatlamaktan zevk alan ise Ahmet Demir İdi. Bu Ahmet Demir, bîr sorgu sırasında, sorularına soğukkanlılıkla ve yiğitçe cevaplar veren Mehmet Külâhlıoğiu'na fena halde kızmış, göz işaretiyle hâkimi ve daktilo polisi dışarı çıkarttıktan sonra, eleri kolları bağlı bir genci tokatlamak efeliğini (!) göstermişti.
•İşte eski emniyet umum müdürü ve şimdiki C.H.P. mebusu Osman Sabri'nirs veremediği cevaplar.. Şim di kendisinden yine soruyorum: Su yazdıklarım içinde gerçek dışı tek kelime var mıdır? Varsa söylesin. Fakat susmakla işin bitmeyeceğini de unutmasın. Çünkü bu konuda konuşulacak daha pekçok şey var... Ankara, 3 Nisan 1963
MÜSABAKAMIZ Geçen sayımızda adlan ilân edi
len hakem heyetine Muharrir Galip Erdem de dahildir. Yanlışlıkla adı listeye girmemiştir. Düzeltiriz. Neticeyi heyet henüz kararlaştırmada
Ç I K I Y O R ! DIŞ TÜRKLER VE
TÜRKİSTAN Yazan:
Ziyaeddin BABAKURBAN
Doğarı Güneş Yayınlan arasında pek yakında çıkıyor. Sabırsızlıkla
bekleyiniz. Nuruosmanive Caddesi Nu: 31/2
İSTANBUL
MİLLİ YOL O H
İsmet Tümtürk
D OĞU sınır boyu topraklarımızın kendine göre bir hali var. Sahipsiz toprak gibi bir şey. Geçenler
de 10 kişilik bir jandarma takımı «eş-kiya»ya teslim oldu. Irak'a götürülmüşler, îade edilsinler diye valiler ricada bulunmakla meşgul. Şimdi de Barzanî kuvvetlerinin, daha önce de sık sık yaptıkları gibi, Türkiye'ye geçmeleri bekleniyor. «Resmî makamlar» sınır boylarında «tedbir» aldıklarını söylüyorlar. O bölgenin durumunu bilenler bu «tedbir» lerin ne kadar cılız ve tesirlerinin ne kadar geçici olduğunu bilirler.
Bu haller yeni değil. Eskidenberi o topraklar yolgeçen ham gibidir. Jandarmalar, ordu birlikleri boşuna taban teper dururlar. Ve hiçbirşey değişmez. Oraları iyi bilenler bu hâli çaresiz sayarlar. İklim şartı, dağların durumu, yol durumu v.b. bu hali mukadder kılıyor, derler. O topraklar harita üzerinde bizimdir. Hakikatte değil. Oralarda yalnız devlet nizamları değil, Türklük de eğretidir, daha doğrusu yol; gibidir. O çorak, sarp, dağlık yer-, ler devletin yalnız parasını yer. O kadar. Ve boşuna yer. Oralardan devlete ne sevgi, ne destek, ne de kuvvet* gelir.
Halbuki bütün bu durumun çaresi vardır. Keskin kılıç gibi müessir, Kris-tof Kolomb'un yumurtası kadar açık ve kolay bir çare. Oraya Kazak - Kırgız göçmenlerini, silâhlarıyla ve aşiret teşkilatlarıyla, olduğu gibi yerleştirmek.
Çelikten disiplini ve yakıcı Türklük sevgisiyle bir Kazak aşiretinin o dağlık sınırboyu bölgesine yerleştirildiğini bir düşünün. Kazak'lar sert iklimlerin, sarp dağların çocuklarıdır. Al-tayların ve çevresindeki diğer dağların üzerinde hayvan yetiştirerek göçebe hayatı sürmek onların iliklerine kadar işlemiştir. Onların alıştıkları iklim, bugün bize sert ve başa çıkılmaz gibi görünen bizim doğu illerinin ikliminden o kadar daha fazla sert ve onların dağları o kadar daha yüksek ve sarptır ki, onlara bizim doğu illerimizin iklimi ve dağları, şimdiki Anadolu çocuklarına Istanbulun çevresindeki Çamlıca tepesi ve benzeri tepeler nasıl geliyorsa öyle gelir.
Onlar başka hiç bir ırkın tutunamadığı yerlerde tutunan ve oralarda at ve koyun yetiştirmeği de başaran derin ve kuvvetli bir ihtisas sahibirler. Kazak'lardan Türkiye'ye gelebilen tek-tük kimseler şehirlerde, köy ve kasabalarda dağınık bir hayata mahkûm ediliyorlar. Buna rağmen enerji, yüksek ahlâk ve çalışkanlık gösteriyorlar.
içlerinde, daha da tektük olarak, koyun yetiştirme imkânlarına kavuşanlar, bundaki âdeta sihirbazca, başarıları ile bütün çevrelerini hayret ve hayranlık içinde bırakıyorlar.
Gelecek sayımızda Kazakların çağı-mızdaki, destan kuvvetindeki, başarı ve kabiliyetlerinden bâzı sahneler canlandıracağız.
Şimdilik şu kadarını söyliyeyim: Onların sâdece en son göçleri bile bir hârikadır. Moğol ili sınırlarına yakın bir bölgeden başlıyarak, sürüleri, kadınları ve çocuklarıyla büyük bir Kazak kitlesi, en sert iklim şartları içinde, yer yer Ruslarla ve Cinlerle döğü-şerek ve onların en modern silâhlar la donatılmış birliklerini püskürte rek, Doğu Türkistan'ın ve Tibet'in şimdiye kadar geçilmemiş en yüksek ve sarp dağlarından ve yaylalarından geçerek birkaç bin kilometrelik bir göçten sonra Hindistan sınırına varıyorlar. Orada Hindistan onları kabul etmiyor. Çünkü Rus'a ve Çin'e yaranmak istiyor. Onları sınırın ötesinden seyreden Hindistan subaylarının ve herkesin kesin inancına göre artık onlar orada ölüme mahkûmdurlar. Zaten aylar süren o göçten sonra ölmemiş olmaları inanılmaz şey. Kazak'lar sınır boyunda bekliyor, bekliyorlar. Kendilerini kabul edecek hiç kimse çıkmıyor. Ve işte nihayet korkunç sayıda üstün Rus kuvvetleri, makineli tüfeklerine ve toplarına kadar bütün silâhlarıyla mücehhez olarak onları gelip sarıyor. Bir deri bir kemik kalmış, lime lime deri parçalarına sarılmış bir avuç Kazak da sınır boyunda toparlanmış duruyor. Rusların kıskacı gittikçe daralıyor. Hindli subaylar biraz da sadist bir temaşa zevkiyle seyrediyorlar. Yüreklerinde acıma ve insanlık duygulan kıpırdamıyor. İşte şimdi Kazaklar bir koyun boğazlanır gibi boğazlanacaklar. Ama, ne görülüyor! Hindli subayların gözleriyle görmeseler ina-namıyacağı bir manzara! Ve dünyanın inanmakta hâlâ güçlük çektiği bir hâdise! O aç ve bitkin Kazaklar, son bir gayretle ve şaşırtıcı bir hızla harekete geçiyorlar. Rusların ve Hindlilerin hayallerinden geçmiyecek bir sür'atle ve ustalıkla manevra ederek, Himalâya-ların o başdöndürücü uçurumlarından ve kayalarından tarifi imkânsız bir maharetle istifade ederek, dağ sava sı ilminin şahikasını aşan incelikler göstererek, Ruslara karşı harekete ge çiyorlar. Ve orada, Hindli subayların hayretten fırlayacakmış gibi hallere gelen gözlerinin önünde, Rus alaylarını bölüyor, daima üstün mevzilere geçiyor, onları teker teker mağlûp edi
yor ve çoğunu imha ediyorlar. " f§ STE bundan sonra Hindistanm o
i zamana kadar Kazaklara karşı sım-ıkı kapalı bulunan ve hiç bir insa
nî duygunun açamadığı sınırları Kızaklara acılıyor ve bu savaşlardan arla kalan Kazaklar Hindistana almıyorlar. Rivuyet edilir ki Nehru sonuna kadar Kazakları (Rus dostluğu yüzünden) almak istememişti ve ancak bu son hâdiseden sonra Hindli subayların Kazaklara karşı büyük hayranlığı sebebiyle ordunun ısrarlarını kırmaktan çekindi.
Kazaklar Hindistana alındıktan sonra hiçbir memleket tarafından istenmeyen insanlar durumundaydılar. Bin-bir zorlukla ve uzun bekleyişten sonra dağınık olarak yerleştirilebildiler. Onlara en iyi kabulü Pakistan gösterdi. Bir kısmı oraya yerleşti. Bir kısmı Suudî Arabistan'a gitti. Mekke ve Medine'de yerleşebildi. Bir kısmını Mısır kabul etti. Bir kısmını Amerika aldı. Bu Amerika'ya gidenler ingilizceyi diğer göçmenlerin sarfettiği zamanın yarısında öğrenmek ve çocukları mekteplerde zekâ testlerini Amerikan çocuklarından daima büyük farkla üstün derecelerle geçmek suretiyle dikkat ve hayreti celbettiler. Yalnız Türkiye bunları almakta en geç ve en isteksiz davrandı. O yüzden pek azı Türkiye'ye gelebildi.
Türkiye'nin bu tutumunun izahı Bay ismet inönü'nün «Turancılık» duygu ve düşüncelerinden hoşlanmaması ve Kazakların Türkiye'ye gelmesinin ise sınırdışı Türklere karşı ilgi ve sevginin artmasına sebep olacağı düşünülerek İsmet inönü'ye yaranmak için bu yolun tutulmuş olduğu tahmin edildi. Acık bir izah hiç bir zaman ve rilmedi.
Kazaklardan kalanlar şimdi Arabistan'ın onların bünyeleri ve sıhhatleri için çok zararlı olan iklim şartlan ve sefil çalışma şartları içindedirler. Sızıntı halinde yeni Kazak - Kırgız ilticalarının arada sırada yine yapılmakta olduğu veya yapılabileceği de tahmin ediliyor. Bunların topluca ve eski aşiret disiplini ve göçebe hayat şartları içinde ve tabiî daima alıştıkları gibi silâhlı olarak, Doğu illerimizin sınır boylarına yakın bölgelerine yerleştirilmeleri, o bölgelerin meselelerinin büyük kısmını kökünden halleder.
Hem de devlete şimdiki ardı arkası kesilmeyen ve çoğu boşa giden masrafların yerine, on para masrafa malol-madan. Çünkü onlar en nankör dağlarda koyun yetiştirmenin tam bilginidirler ve geçimlerini bununla rahatça sağlarlar.
ANKETİMİZ 1 — Sokullu. Geniş bir impara
torluğun her yerinde başlayan ayaklanmaları durdurabilen böyle imanlı ve dirayetli bir başbakana bugün çok ihtiyacımız var.
2 — Kapitülâsyonların kabulü ve bundan doğan ecnebi ideolojilere hizmet eden şahıs ve (Masonluk) gibi müesseselere göz yumulması.
3 — İslâm şartlarıyla, Türklük ülküsünün gerçekleşmesi. Allanın mev cudiyetine inanan, Kur'anm yolundan giden her toplum daima adaîet, doğruluk ve huzur içinde olur.
4 — Milletçe imanın kuvvetli olup, dünyaya Türkün kuvvetini gösterdiğimiz 14 üncü asırda* yaşamak muhakkak büyük bir zevktir.
S. Ç. — İzmir
1) Alp Er Tunga. Türklerin efsanevi kahramanı olduğu için.
2) Saraya devşirmelerin alınması, azınlıklara ve yabancı devletlere fazla haklar tanınması.
3) Modern bir Türkeli. 4) 20. yüzyıl.
ALPARSLAN PEHLİVANTÜRK 1) Mete Han. îlk büyük Türk teşki
lâtçısı olduğu, için.
2) Prut savaşında Rusların imha edilmemeleri.
3) Turan ülküsünün gerçekleşmesini.
4) 16. yüzyıl. SEYHUN DEMİREL •
1) Yavuz Sultan Selim. Büyük cihangir, eşsiz devlet adamı, aynı zamanda âdil bir hükümdar olduğu için.
2) Baltacı Mehmet Paşanın Purut bataklığında Rus ordusunu imha etmeyişi.
3) Komünizmin yeryüzünden tamamen kalkması.
4) Fatih devrinde Türk ordusunda bir çeri olarak yaşamak isterdim.
TAHİR UYSAL 1) Yavuz Sultan Selim. Âdil, fera
gatli ve bahadır, aynı zamanda Doğudaki Türk ülkelerini ele geçirmek idealine sahip.
2) Osmanlıların ısrarla Avrupa kıt'-asmda fütuhatta bulunmaları.
3) Medeniyet seviyemizin Avrupa milletleri ayarında, buna mukabil kültürümüzün tamamen Türk kalmasını.
4) XI. asırda Anadolu'da. MEHMET AVCI
.Jınınıı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ı ım ıııık "So r M i a r j ' | 1 — ölmüş bir TOrk'ün bugün tekrar dirilmesi mümkün olsa kim |
i olmasını tercih ederdiniz? Niçin? f
E 2 — Tarihimizdeki en yanlış hareket nedir? | | 3 — Allahın Türk milletine şu anda bir kereye mahsus mucizevî | \ bir lûtfu olacaksa ne olmasını tercih ederdiniz? Niçin? | = 4 — Kendi millî zevkiniz bakımından, elinizde olsaydı hangi yüz- | [ yılda yaşamak isterdiniz? f
»ııtıııtııııımıımıııttt im ıtıım tıııifiıtııııııı ı M ıııııı 11111111111111111111 Hin 11 ıtttı ıııııı illin mm ıııııuıtlııııımııııı mı mim mı ıı '
Aylık Fikir, Ülkü ve Sanat Dergisi
O R K U N 2 nci sayısı çıktı.
Bu sayıda: Çeşitli konular üzerine ATSIZ'la yapılm"? güzel bir röportaj Nejdet Sançar — Tevetoğlu — M. Zeki Sofuoğlu — Fa w siye Yılanhoğlu — Z. Kürşad — Reşat Cantaş — A. Okçuoğlu — Yalçın Çakıcı'nın yazıları ve Refet Körüklü — Hocaoğlu S. Ertürk — Mustafa Sağlam — ismail »S. Coş-kuner — Cahit Aydoğan — Kemal Fedai Coşkuner — Yavuz Bülent Bakiler — Mehmet Uytun — Kemal Oğuz — Ali Rıza Özer — Ank Ozan — Adnan Ziya Pekdemir — Kaya Gökalp ve Beria Remzi Ozoran'ın şiirleri... AYRICA: Dr. Rıza Nur, Zeki Velidî Togan hakkında incelemeler, Orkundan
Sesler, Orkun l'akvimi, Orkundan Haberler, Ayın Notlan... v. b. 36 Sahife 125 Kuruş. ABONE: Yıllık 12,5 Lira,
Adres: P. K. 98 Bakanlıklar — Ankara (Millî 27)
1) Mete. Türk birliğini gerçekleştirdiği için.
2) Osmanlılaştırma adı altında yabancıların orduya ve saraya alınmaları ve bunların yüksek mevkilere geçmelerine müsaade edilmesi.
3) Bütün Türklerin milliyetçilik şuuruna sahip olmasını isterim. ,
4) Yaşadığımız devirde. •
ERKÖK AVCIOĞLU 1) Mete Han. îlk büyük Türk birli-
ğini kurduğu için. 2) Ana dilimize el dilleri karıştır
mak. 3) Bütün yabancı kandakilerin arın
masını. 4) Mete Han zamanında.
CENGİZ GÜNGÖR
* 1) Kürşad. Bir Türkte bulunması
icabeden her türlü fazileti özünde toplamış bir kahraman. Şu anda O'nun gibi, şahsî endişelerinden uzak bir lidere ihtiyacımız var.
2) Bugün de torunları başımızda belâ olan devşirmelerin, saraya hâkim olmasına sebep olanların gafleti.
3) Türk ülküsü. Bu ülkünün istisnasız her Türkün kalbinde yerleşmesi. Türkiye'nin kalkınması, hattâ yaptığı var olma yok olma savaşından galip çıkabilmesi buna bağlı.
4) Bugün, Atalar çağında yaşamak güzel şey. Fakat bugün bir Türkün vazifesi çok daha ağır. Yalan ve sahtekârlık asrındayız. Üzerime düşeni başarmaya and içtim. Onun. için bugün.
YÜKSEL TURHAL
1) Yavuz Sultan Selim. Bir Yahudi-ye olan borcunu ödeyecek kadar âdil, cihanı kendisine az gören bir padişah.
2) Tarihin muhtelif devirlerinde, Türklerin aralarında mücadele ederek biribirlerini zayıflatmaları.
3) Türklük sevgisinin bütün kalbler-de bütün şiddetiyle yanması.
4) VII. asırda Orta Asya'da. AHMET AKIN
1) Kürşad, uyuşturulmuş olan Türklük şuurunun yeniden taptaze bir ruhla canlandırılması için; onun gibi bir kahramanın yokluğunu hissediyorum.
2) Osm. Imp. zamanında fütuhatın doğuya yapılmaması ve Orta Doğuda kuvvetli azmlıksız ve devşirmesiz bir Müslüman - Türk İmparatorluğunun kurulmaması.
3) Yerli komünistlerden başlıyarak, bütün komünistlerin başlarının ezilmesi ve Türk milletindeki, Türk şuurunun yeni bir hız kazanmasını.
4) Kürşadm ordusunda bir er olmak isterdim.
AYDIN KARAHASANOĞLU
MİLLÎ YOL B
Gençlik Sayfası KOY ENSTİTÜCÜLERE ACIK
MEKTUP Bazı Köy Enstitücüler halen orta
çağ hayatı yaşamakta olan köylerimize ilim ve irfan güneşi saçaeaklar-mış, (Güya). Bunların cahil sandıkları köylü gaflet uykusundan uyanalı bir asır gibi uzun bir zaman geçti. Biz köylü olarak gaflet uykusundan uyanmışız; gaflet uykusunda olanlar kendileri gibi kızıl yobazlardır. Eğer bunlar orak çekiç istiyorlarsa şefleri Nâzım Hikmet gibi orak çekiç yurduna gidebilirler. Her karış toprağında bir Mehmede mezar olan semalarında Ayyıldızh Hilâl dalgalanan güzel Tür-kiyem'de komünistlik yaşıyamaz. Siz ve sizin gibi yobazlara da Türkiyem-de yer yoktur. Nereye gidiyorsunuz? Ne yapmak istiyorsunuz? En sonunda bir uçurum yarı size mezar olacaktır. Bir Kemalist, bir milliyetçi, bir ırkçı, bir Turancı, olarak sesleniyorum. Sonunuz ya bir yağlı ip, ya da Sinop zindanları olacaktır. Güzel Tür-kiyemi göz göre göre yıkmak mı istiyorsunuz. Yıkamazsınız, çünkü o kudrete malik değilsiniz.
SERHAT BUCAK Diyarbakır Koleji Talebesi
ıSU UYUR DÜŞMAN UYUMAZ» Atasözleri, acı ve tatlı tecrübeler
den hemen sonra söylenen, işin esasını hulâsa eden hakikatlardır.
Yukarıya almış olduğum başlık, hür insanların, bilhassa Türk Milletinin, üzerindi» çok hassas durması Jâzımgelen bir düstur olmalıdır.
Şu günlerde faaliyetlerini arttırmak istiyen Kremlin uşakları sağdan, soldan «kara yılan» gibi başlarını kaldırmaya başladılar. Sinsi propagandalar yavaş yavaş açılıyor. Bilerek veya bilmiyerek onlara âlet o-lanlar çoğalıyor, Milliyete ve milliyetçilere kııdıırmuşçasına hücuma geçiliyor.
Bilmiyoruz nereden himaye görüp, nereye, kime güveniyorlar. Gerçi arkalarında insanlık düşmanı, din düşmanı, aile düşmanı, milliyet düşmanı Moskof efendileri var ama; karşılarında kimlerin olduklarını u-nutuyorlar mı acaba?
Onlara şunu bir daha hatırlatayım ki: Karşılarımla komünizmle mücadeleye and içmiş, imanı vatan ve millet sevgisi ile dolmuş, mefkûreci, milliyetçi, azimli, sabırlı, çelik gibi duran Türk oğlu Türkler var. Mehmetlev var, Fatmalar var ve onlara bu meziyetlerini ispat eden medeniyet ve cenk tarihleri var.
MİLLÎ YOL | 0
Türk kardeşlerim, her yerde her zaman dikkatli olalım. Mevkiimizin, meslekimizin, işimizin nasıl yürütüldüğünü ve nasıl yürütülmek istendiğini bir düşüneim, tedbirimizi ona göre alalını.
«Su uyur, düşman uyumaz.» GANÎOGIJÜ TÜRKSOY TAMİR
EY TÜRK UYAN
Böbrek rahatsızlığını sebebiyle Cerrahpaşa hastanesi Üroloji Kliniğinde 2 ay müddetle yatmıştım. Bir-giin beni ve hasta arkadaşlarımdan yedisini hastanenin üniversite talebe lerine ders vermek için yaptırılmış olan Anfisine götürdüler. Bizi kürsünün yanındaki sandalyelere oturt tular. Biraz sonra ilkokul talebelerinin dahi yapamıyacağı bir gürültü ve şamata ile talebeler anfiye dolma ğa başladılar. Takriben 60 - 70 ta, lebe idi. 20 kadarı kızdı. Kız ve erkek talebelerin birbirleriyle teklifsizliği ve lâubaliliği bariz bir şekilde göze çarpıyordu. Talebeler içeri girdikten sonra nasılsa dışarıda kalmış bir kaç kız talebe içeriye girerken içerideki erkek talebeler aşırı bir lâubalilik ve bayağılıkla kapıdan girmekte olan kızları ancak kaldırım külhanbeylerinin yapabileceği bir şe kilde ıslık, el hareketleri ve alkışlarla karşıladılar.
Talebelerin biz hastaların izdim, bıyla alay edercesine yaptıkları bu hafiflik ve terbiyesizlik karşısında hayret ve dehşet içerisinde kaldık. Dikkat ettim, talebeler içinde Türk'e has vakar ve ağır başlılıkla oturanlar, maalesef azdı. Bu vaziyet talebelerin öğretmeni mevkiinde bulunan Avrııpada ihtisas japmış doktorlar gelince de devam etti. Ta ki profesör gelineye kadar.
Gerek şah'rdi olduğum bu vaka, Gerek Kadeş rezaleti, Gerek barlarda, genelevlerde, so
kaklarda bazı Lise ve Üniversite talebelerinin çıkardıkları hâdiseler.
Gençlerimizin bir kısmının Millî harsımızdan çok uzaklaştığının, soy-suzlaştığının, ezelî düşmanımız ko„ münistlerin ve Siyonistlerin istediği kıvama girdiklerinin açık birer delilidir.
Artık bu kötü gidişe «Dur!» demek zamanı gelmiş ve geçmektedir. .
Ey Türk gençliği! Uyanın! Kendi nize dönün! Metelerin, Göktiirkle-rin, Kürşadlann, Fatihlerin, Yavuzların bir kısım evlâtları bu gün bu hale mi ılüşmeliydi? Hayır, bin defa milvon defa hayır!.. *
Milletçe topyekûn Milliyetçilik ve
Mukaddesatçılık şuuru ile mücehhez bir şekilde ileriye doğru hızla yürüyelim, zira manen ve maddeten çok geri kaldık, daha fazla kalmağa tahammülümüz yok.
Memişoğhı MESUT
NERDE TÜRK AHLAKI?..
«Bir ırz düşmanı linç edilmek istendi.» «10 ve 13 yaşlarındaki iki kardeşe tecavüz eden 40 lık suçlu tevkif edildi.» «6 yaşındaki kıza tecavüz ederek öldürmeğe kalkışan 22 yaşındaki canavar için babası «Katli caizdir» dedi.» Bu haberler sadece il:i gün içinde yazılanlardan bazıları. Gazetelerde hergihı rastlamak olağan olmuştur. Bu yüz kızartıcı olayların gün geçtikçe artması, yalnız gençliğin değil, tüm toplumun ahlâkının bozulduğunu gösterir. Çünkü faillerin hepsi genç değil, örneğin, «75 yaşındaki evli ve i çocuk babası, 4 çocuk annesi kadını zorla kaçırmıştır.»
Bunları gericiliğe, cahilliğe yükleyecekler olacaktır. Önce şunu okusunlar;
«Tercüme Bürosu adı altında çalışan bir randevu evinde iki profesör uygunsuz halde yakalandı.»
Nerde Türk Milletinin leke götürmez ahlâkı?
Bunun önüne ancak devlet Baba örnek olacak amansız cezalatiyie ve dürüst halkımızın böylelerini yaşat-maınıya azmetmesiyle geçilebilir. Aksi halde Türk Ahlâkı tehlikededir!..
CEMÎL OĞUZ
ÜÇ FAKTÖR
Allah'ın günü sinemaya gidiyoruz. Seyrettiğimiz konu, hep kanuna riayetsizlik, ahlâk yasalarına muhalefet... Huzur ve sükûn içinde yaşayan mes'ut bir aile yerine mütecaviz bir cemiyet içerisinde iffetin zavallılığı...
Allah'ın günü gazete okuyoruz. Bir dedi-kodu edebiyatı alabildiğine hüküm sürüyor. Rast geldiğine balgam atıyor, istediğini göklere yük seltiyor. Hepsinin inandığı iki şey var: Sebep, umumî'dâva, sonuç, şah sî menfaat.
Allah'ın günü mektepli gençlerle karşı karşıyavız. Söz konusu: Kadın, kız, sinema, tiyatro, içki, sigara, kop yacılık, sahtekârlık, şu kulüp, bu ku 1 ü p..
Bu gün cemiyet hayatına hakim o. lan bu üç faktör yeni baştan ıslah edilip ahlâki bir hüviyet verilmezse bütün teşebüslerin beyhude, bütün gayretlerin akim kalacağı şüphesizdir.
Mustafa TOPUZ Yozgat İmam » Hatip Okulu