Upload
others
View
1
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
KĠM OLDUĞUNU
NEFSĠNE SOR !
Süleyman GÜNVER
Ocak- 2011
ĠZMĠR
2
SUNUġ
Bilgilerini sizlerle paylaĢmak istediğim bu kitabı,
esasen iç dünyamı olgunlaĢtırması bakımından kendim
için yazdığımı söyleyebilirim. Ayrıca, hayli ilerlemiĢ yaĢımın verdiği deneyimlerin rehberliğinde dağınık
haldeki nefse iliĢkin bilgilerimi bir araya toplayarak oluĢturduğum bu kitabı, siz okuyucuların hizmetine
sunmaktan da onur duyarım.
Her Ģeyi maddi çıkarla değerlendiren bu günkü toplum içerisinde, bir menfaat beklemeden bilgi
paylaĢımı yapan öyle isimsiz fedakâr insanımız var ki, tutum ve davranıĢlarına imrenmemek gerçekte elde
değil; kendilerini gönülden kutlarım. Bunlar, Ġslâm din kardeĢliği gereklerini söz de değil, özde yaĢayarak
topluma yararlı olma gayretini sergilemekteler. Bunun somut örnekleri internet ortamında her zaman
görülebilir. Kitabı hazırlarken bu değerli insanlarımızın
oluĢturduğu “nefse” iliĢkin sitelerinden oldukça yararlandım. Hepsine teĢekkür borçluyum;
kendilerinden Allah razı olsun derim!
YaĢam boyunca nefsin aĢırı istekleri karĢısında Kur’an ve Hz. Peygamberimizin buyruklarını rehber
edinip sınavınızı baĢarmak dileğiyle siz okuyucuları “Kim Olduğunu Nefsine Sor!” isimli kitabımla baĢ baĢa
bırakıyorum. Umarım edineceğiniz bilgiler, takva merdiveni basamaklarını tırmanırken nefsin aĢırı ve
ısrarlı isteklerini bastırmada size yardımcı olur.
Süleyman GÜNVER
3
ĠÇĠNDEKĠLER
ĠNSANIN YARATILIġI ............................................. 5
Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın Cennetteki YaĢamları ...... 6
Hz. Âdem ve Havva’nın Cennetten ÇıkarılıĢı .............. 7 Ġnsanla ġeytan Arasındaki ĠliĢkiler ........................... 8
NEFĠS NEDĠR? ..................................................... 14
Nefsin Mahiyeti ................................................... 15
AĢırı Giden Nefis .................................................. 17 AĢırı Nefis Konularının Ayrıntıları: .......................... 22
1. Benlik duygusu: .............................................. 22
a. Büyüklenme, b. beğenilme, c. övünme, .............. 22
d. Kibir, gurur sahibi olmak .................................. 28
e. Alay etmek ve hatayı yüze vurmak .................... 33 f. Kıskanmak ...................................................... 35
g. Hırslı olmak .................................................... 36 h. Ġnatçı olmak .................................................... 41
ı. Savurgan olmak (israf) ...................................... 42 i. Kendi çıkarını gözetmek: ................................... 44
2. Mala, cana ve Ģehvete düĢkünlük duygusu: ........ 45
a. Cimrilik .......................................................... 45
b. Cana ( yiyip içme ) düĢkünlük: .......................... 48 c. Kazançta haram-helâl gözetmemek .................... 51
d. Zina ve zinaya yaklaĢmak ................................. 54
3. Öfkelenme Duygusu ......................................... 62
4
a. Saldırganlık ..................................................... 63
b. Kin tutmak (husumet beslemek) ........................ 64 c. Hainlik yapmak ................................................ 67
4. Bozgunculuk Yapma Duygusu ............................ 68
a.Gıybet yapmak: ................................................ 69 b. Söz taĢıma (Koğuculuk yapma): ........................ 70
c. Fitne (bozgunculuk) çıkarmak ............................ 71 d. Yalan söylemek ............................................... 73
e. Ġftira atmak .................................................... 77 f. Ġkiyüzlü davranmak .......................................... 80
g. Aldatma (RüĢvet verme) ................................... 81
NEFSĠN OLGUNLAġMASI ...................................... 82
Nefis Terbiyesinde Uygulanması Gerekli Yöntem: .... 90
1. Eğitim metodu; ............................................... 90
2. Allah ve Rasûlünü çok sevmek metodu; .............. 96
OKUYUCU ĠLE SOHBET ....................................... 107
DÜġÜNCENĠN EYLEME DÖNÜġMESĠ ..................... 112
NEFSĠN AġIRI ĠSTEK KONTROL ÇĠZELGESĠ ........... 121
BĠBLĠYOGRAFYA ................................................ 122
BĠYOGRAFĠ ....................................................... 123
5
İNSANIN YARATILIŞI
“Biz insanı kuru balçıktan; kararmıĢ, ĢekillenmiĢ
çamurdan yarattık.” (Hicr Sûr./26). “Rabb’in meleklere
Ģöyle demiĢti: Ben kuru balçıktan; kararmıĢ,
ĢekillenmiĢ çamurdan bir insan yaratacağım.” (Hicr
Sûr./28).
Yüce Rabbimizin peygamberleri aracılığı ile
bizlere ulaĢan haberlerine göre, önce melekeler ve
cinler, daha sonra insan yaratılmıĢtır. Ġlk yaratılan
insan, aynı zamanda peygamberlik özelliğini taĢıyan,
Hz. Âdem’dir. Kuran’da da açık ve seçik olarak
belirtildiği üzere Hz. Âdem, dünyaya ait toprak ve su
kullanılarak insan görünümünde biçimlendirilmiĢtir.
Daha sonra Allah Teâlâ ruh üflemek suretiyle canlı hale
gelmiĢtir.
Hz. Âdem’in yaradılıĢı esnasında üreme
hücresine bütün insanların bedeni karakterleri toplu bir
program halinde verilmiĢtir. Bu nedenle Hz. Havva,
ayrı bir balçıktan yaratılmamıĢ ve Hz. Âdem’in
vücudundan alınan örneklerle bedeni oluĢturulmuĢtur
(16). Nitekim Yüce Rab’im: “Sizi bir candan
(Âdem’den) yaratan ve bu candan da, gönlü kendisine
6
meyledip huzur bulsun diye eĢini (Havva’yı) yaratan
O’dur….” (Araf Sûr./189) buyurmaktadır. Demek ki,
biyolojik ve genetik olarak Hz. Havva, Hz. Âdem’in
bedeninden yaratılmıĢtır.
Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın Cennetteki Yaşamları
Hz. Âdem ve eĢi yaratıldıktan sonra Cennette ilk
yaĢamlarına baĢlarlar. Böylece, “nimet-külfet” dengesi
kurulur. Yani kiĢiye, verilen kolaylık ve olanaklar
karĢılığında sorumluluk görevi de yüklenir. Nitekim
Cennette çalıĢma ve meĢakkatten öte her türlü
nimetten yararlanıp yaĢamaları karĢılığında, yasak
ağacın meyvesinden uzak durmaları, kendilerine
düĢman olarak tanıtılan Ģeytana uymamaları istenir.
Böylece ilk insan, ilk imtihana tabi tutulur. Bu, nefis ile
akıl mücadelesinin de baĢlangıcı olur. ġeytanın
sözlerine aldanıp kural dıĢına çıkmamaları gerekirken,
baĢarılı olamazlar bu ilk deneyimlerinde. Nefis aklın
önüne geçip uzanır elleri yasak meyveye. Yemesi
kolay, fakat çıkarması sorun olur baĢlarına. Bakarlar
ikisi de birbirine; çünkü çıkmıĢtır edep yerleri
meydana. Her ne kadar ağaç yapraklarıyla örterlerse
üzerini, yine de görünür az da olsa birer yerleri.
7
Utanırlar, sıkılırlar, yaptıklarına olurlar piĢman. Ancak,
iĢ iĢten geçmiĢtir artık; son piĢmanlık çare olmaz
kendilerine.
Hz. Âdem ve Havva’nın Cennetten Çıkarılışı
Bunun üzerine; Yüce Yaratan Âdem ile Havva’ya:
“……..Ben size o ağacı yasaklamamıĢ mıydım? ġeytanın
size apaçık bir düĢman olduğunu söylememiĢ miydim?”
diye seslendi. Âdem ve Havva, Allah’ın bu sesleniĢine
cevap olarak, <Rabb’imiz biz kendimize haksızlık ettik;
eğer bizi bağıĢlamaz ve bize acımazsan kuĢkusuz
zarara uğrayanlardan olacağız.> dediler.” (Araf
Sûr./22-23).
“Allah, piĢmanlık ve içten gelen samimi
yalvarıĢları iĢitti. Onların tövbelerini kabul etti ve
< Birbirinize düĢman olarak inin aĢağı. Sizin için
dünyada belli bir süreye kadar yerleĢeceğiniz bir yer ve
geçimlik vardır.> <Orada yaĢayacaksınız, orada
öleceksiniz ve tekrar oradan diriltilip çıkarılacaksınız.>
(Araf Sûr./24-25) diye buyurdu.
Böylece Hz. Âdem ve Hz. Havva, insan nesli için
yaratılan, birçok canlı ve cansız varlıklarla donatılıp
yaĢama uygun hale getirilen yeni mekânları dünyaya
8
teĢrif ederler. Onlar ve onlardan sonra gelen insan
nesli için zorlu bir hayat, yaĢam mücadelesi de
baĢlamıĢ olur. Çünkü insan neslini kötülük iĢlemeye
iten nefis ve Ģeytan hiçbir zaman yakasını
bırakmayacaktır. Niçin ve nedenlere yanıt verebilmek
için insan ve Ģeytan iliĢkilerinin bilinmesinde yarar
vardır.
İnsanla Şeytan Arasındaki İlişkiler
Yüce Rabbim buyuruyor: “Ben cinleri ve
insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”
(51.Zariyat Sûr./56). Ġnsan topraktan, cinler de
ateĢten yaratılmıĢtır. ġeytan da, cin toplumundan bir
gruptur. Belirgin özelliği ise, Allah’ın emirlerine
uymayıp kötülük iĢlemeye meyilli bir tutum içinde
bulunmasıdır.
ġeytanlar neden insanlarla uğraĢıp kötü yola
yönelmesini ister?
Kuran’daki açıklamaya göre, Allah Hz. Âdem’i
yarattığı zaman melek ve Ģeytana Âdem’e secde
yapmalarını emretti; melekler emri yerine getirdikleri
halde Ģeytan secde yapmaktan kaçındı. ġeytana neden
secde yapmadığı sorulduğunda, Hz. Âdem’i topraktan,
9
kendisini ise ateĢten yarattığını belirtip büyüklük
kibrine kapıldı. Bu tutumundan dolayı huzurdan
kovuldu; o da Allah’tan dilekte bulunup kıyamete
kadar insanoğlunu Allah’ın yolundan caydırabilmesi için
izin aldı. Bu olay üzerine Ģeytan da Cennetten çıkarılıp
dünyaya indirildi.
Madem ki dünya yaĢamında da Ģeytandan
kurtuluĢ yok; devamlı çevremizde ve zaman zaman da
– Hz. Peygamberimizin öğretisine göre (Buharı, Ġtikaf:
11) – insan vücudunda kanın deveranı gibi dolaĢtığına
göre istenmeyen bu yoldaĢı çok iyi tanımamız gerekir.
Gözle görülmeyen elle tutulmayan, ancak çoğu kiĢinin
düĢüncesinde taht kuran bu yaratık hakkında nereden
doğru bilgi edinebiliriz? ġüphesiz ki, Ģeytanı en çok
tanıyan, ancak onu yaratandır. Öyleyse kartvizitini
okumaya çalıĢalım; bakalım Yüce Rabbim nasıl
tanıtıyor ve onun düĢmanlığını önlemek için neler
yapmamız gerektiğini tavsiye ediyor:
Kuran’a göre Ģeytan, insana düĢmandır (35.Fatır
Sûr./5). Ġnsanı saptırır (28.Kasas Sûr./15), aldatır ve
vesvese verir (114.Nas Sûr./1-4). Ġnsanları doğru
yoldan ayırmak için her türlü çareye baĢvurur. Aldatıcı
(31.Lokman Sûr./33) özelliği ile insanları kıĢkırtır,
10
unutturur, fitne ve fesadı körükler, korkutur ve yalan
konuĢturur. Buna karĢın Ģeytanın, inananlara ve
Allah’a sığınanlara karĢı hiçbir gücü yoktur (16.Nahl
Sûr./99). Onun gücü sadece kendisini dost tutanlara
ve Allah’a ortak koĢanlaradır (16.Nahl Sûr./100).
Öyleyse Ģeytanın etkisini önlemek için, Allah’a güvenip
dayanmak ve sık sık Felâk ve Nas surelerini okumak;
atılacak her adımda aklı nefsin önünde tutmak
gerekecektir.
ġeytan derken akla, cin Ģeytanı gelir. Hâlbuki bir
de insan Ģeytanları vardır. Bunun varlığını da Kuran’ın
Nas Suresi’nde Yüce Allah bildiriyor. Cin Ģeytanın
aksine, elle tutulur gözle görülür, söyledikleri iĢitilir,
fakat tanınması her zaman kolay olmaz. Ancak,
baĢkalarını aldatıp kural dıĢı yöne çekince kendisini ele
verir. Cin Ģeytanı gibi kiĢiye vesvese verir, öfkesini
artırır, baĢkalarına karĢı kıĢkırtır, ibadet yapmasını
caydırır, iyilik yapmasını önler, bağıĢ yapmasına karĢı
çıkar, çeĢitli söz ve davranıĢlarıyla haram olan Ģeyi
helâl gösterip günah iĢlemesine aracı olur. Neden
böyle denirse, çünkü bu tip insanlar cin Ģeytanının
kontrolü ve yaptırımı altındadır. Nefis gücü, akıl ve
11
iradesinin önüne geçip söz sahibi olmuĢtur. Ancak
böyle hareket ederlerse huzur bulurlar.
Sözün özü, insan Ģeytanları daha çok tehlikeli ve
etkilidir. Dikkat edilirse kötü alıĢkanlık hep arkadaĢ
çevresinde edinilmektedir. Sigara, alkol ve uyuĢturucu
alıĢkanlığı gibi... Cin Ģeytanının insanoğluna düĢman
oluĢu Hz. Âdem’den dolayı Cennetten ve huzurdan
kovulmuĢ olmasından kaynaklanmaktadır. Bu
madalyanın bir yüzü; diğer yüzünü çevirip baĢka
gerçekleri görmeye çalıĢalım:
Ġnsan yaratılıĢındaki özellik itibariyle melek ve
Ģeytandan farklı bir yapıdadır. Melek, iyilik, dürüstlük,
güzel davranıĢ sembolünü temsil eder. ġeytan ise,
kötülük ve düĢmanlık karakterini yansıtır. Ġnsan ise
yaratılıĢında her iki davranıĢı yapabilecek özellikleri
taĢır. ġöyle ki, Allah insana, akıl, hafıza, irade gücü ile
beraber beĢ duyu organını ve nefsi vererek yaĢam
mücadelesini kolaylaĢtırmıĢtır. Ayrıca peygamberler
aracılığıyla da neyin iyi (helâl), neyin kötü (haram)
olduğunu açıklayarak doğru yolu göstermiĢtir. Ancak,
bu olumlu olanakların karĢısına nefsini çıkararak
Ģeytanın yanıltmasına zemin hazırlamıĢtır. Niçin böyle
bir yol seçilmiĢtir diye kendimizi sorgularsak,
12
ulaĢılacak sonuç, yaratılıĢ gerekçesini belirleyen ilâhi
irade olacaktır. Buradaki amaç, yaratana kulluk
(ibadet) yapmak olduğuna göre, her türlü kolaylığın
sağlandığı dünya ortamında özgür olarak yaĢayıp
aklının erdiği, iradesinin gerçekleĢtirdiği yaĢam tarzı
süresince Rabbine ne ölçüde kulluk görevini yerine
getirip getirmediğinin belirlenmesidir. Allah’a kulluk
denince, O’nun emir ve yasaklarına koĢulsuz uyulması,
yapılan samimi ibadetlerle saygıya dayalı bağlılığın
gösterilmesi, anlaĢılmalıdır.
Dünya yaĢamında her Ģey zıddı ile yaratılmıĢtır.
Yaratan Allah olduğuna göre, tabiî ki bunun da geçerli
ve değiĢmez bir nedeni olacaktır. Örneğin iyilik-
kötülük, gündüz- gece, beyaz- siyah, düz yol- eğri yol,
varlık- yokluk, açlık- tokluk biri diğerini gerekli kılan
veya farklılığını ortaya koyan değer ölçüleri gibi. Böyle
bir ölçü insan yaĢam tarzı ve davranıĢ biçimi için de
geçerlidir. Salih amel- kötü amel, edepli- edepsiz,
cömert- cimri, gibi..Aynı kuralı insanın yaratılıĢ
aĢamasında da görmekteyiz.
Bu konuda Cenab-ı Hak:” Nefse ve onu düzgün
bir biçimde Ģekillendirip ona kötülük duygusunu ve
takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene
13
andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluĢa
ermiĢtir.(91.ġems Sûr/7,8,9) buyurdu. Niçin böyle bir
ayırıma gidildiğinin nedenini ise Ģu ayetle açıklıyor:
“Hanginizin ameli( ibadet ve davranıĢ biçimi) daha
güzeldir diye sizi imtihan yapmak üzere ölümü ve
hayatı yaratan O’dur.” (Mülk Sûr/2).
Demek ki insanoğlu, reĢit yaĢtan itibaren
ölünceye kadar ki yaĢam süresince, kimin amelinin
daha güzel ve makbul olduğunun belirlenmesi
yönünden devamlı bir sınav geçirmektedir. Önüne
konan ölçülere göre, yaĢamının her aĢamasında,
hareket tarzının hangisinin doğru, hangisinin yanlıĢ
olduğunu belirleme imkân ve kabiliyeti de kendisine
verilmiĢtir. Artık, bundan sonra kiĢiye düĢen görev,
akıl ve iradesini serbestçe kullanıp yararına en uygun
olanını seçmesidir. Buna karĢın Ģeytanın etkisindeki
nefsin de, kiĢinin tercihini yanlıĢ yöne çekme gayreti
güçlendirilmiĢtir. Yani akıl ile nefis, öne geçme
mücadelesini sürdürecektir. ĠĢte sınav da bu aĢamada
baĢlar. Ġmtihanını baĢarı ile sonuçlandıran, diğer bir
ifadeyle aklını kullanıp belirlenmiĢ kurallar içerisinde
Yaratan’ına yönelen, gerçek bir mümin, Cennet
ödülüne namzet kiĢi olacaktır. Nefsine uyup Ģeytanın
14
vesvesesini çözüm yolu kabul edip tercihini yanlıĢ
yönde kullanan kiĢi de, Yüce Rabbinin isteklerine
uymadığı için hem sınavını kaybetmiĢ ve hem de
kendini ateĢe atmıĢ olacaktır(1). Bu bilgiden sonra asıl
konumuz olan “ Nefsi” tanımaya çalıĢalım.
NEFİS NEDİR?
Nefis kelimesi Türkçede birçok anlamda kullanılır.
Örneğin; kiĢi, can, ruh, benlik, büyüklük, manevi yapı
gibi kelimelerle ifade edilir. Fakat daha çok iki anlam
üzerinde durulur:
Birincisi, kiĢinin kendisini ifade eder. Örneğin,
Kur’an-ı Kerimde:”Ey huzur içinde olan nefis! Sen
O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön!”
buyurulmaktadır (Fecr Sûr./27,28). Burada söz konusu
olan nefis, kiĢiyi ifade eden anlamdadır.
Ġkincisi, Allah ve Rasûlü’nün emir ve yasaklarına
uymayan, dini kuralları ret eden veya önemsemeyen,
toplumun kötü olarak nitelediği söz ve davranıĢları
yaĢam biçimi olarak seçen nefistir. Örneğin Ġslâm dini,
baĢkasını arkadan çekiĢtirmeyi haram sayar ve yapanı
hoĢ karĢılamaz. Buna rağmen birçok insan bu
hastalıktan kendisini kurtaramaz; yeri geldiğinde
15
gıybetini yapar, hem de kötüler. Dahası bunu
yapmaktan da haz duyar. ĠĢte, genelde nefisten söz
edilirken bu anlamdaki nefis anlaĢılır.
Nefsin Mahiyeti
Ġnsanın maddi ve manevi olmak üzere iki yapısı
vardır. Maddi yapı bedeni oluĢturan iç ve dıĢ organlar;
manevi yapısı ise ruh ve onu destekleyen
yeteneklerdir. Bunlar gözle görülmez, elle tutulmaz;
ancak yaptığı iĢlev sonrasında varlığını hissettirirler.
YaĢantımızda akıl, kalp ve nefisin önemi
büyüktür. Akıl ve nefis beynimizde, kalp ise
yüreğimizde manevi cevher olarak saklanıp koordineli
iĢ görürler. Nefis, (iyi-kötü, yararlı-zararlı, helâl-haram
gibi konularda ayırım yapmaksızın) her türlü bilgiyi
algılayıp düĢünme sistemine sokarken akıl da gerekli
araĢtırmayı yapıp karar verme mekanizmasını çalıĢtırır.
Benimsenen karar da iradenin desteğiyle uygulamaya
konulur.
Kalp de yine nefisten gelen istekler
doğrultusunda korkmak, öfkelenmek, sevmek,
merhamet etmek ve yardımlaĢmak gibi yaĢamsal
duyguları geliĢtirir. Bu itibarla diyebiliriz ki nefis,
16
yaĢantımızın bütünlüğünü sağlayan önemli bir
unsurdur. Diğer bir ifadeyle nefis olmadan insan
yaĢamından söz edilemez. Çünkü yaĢamın devamlılığı
için en önemli gereksinimler olan yiyip içmek, sevip
evlenmek, nesli devam ettirmek, sevgi ve saygıya
dayalı sosyal yaĢantıyı geliĢtirmek gibi hayatı
fonksiyonlar ancak nefisin ısrarlı istekleri sonucu
gerçekleĢir. Aile ve arkadaĢ ortamında hep söyleriz;
*Bugün canım Ģu, Ģu, yemekleri yemek istiyor! Veya
yazın sıcağın keskin olduğu bir zaman diliminde yaya
yürüyüĢ yapıyoruz. Buram buram ter akıyor, ağzımız
da kurumuĢtur. ArkadaĢa seslenerek;
*ġimdi buz gibi soğuk su olsa da Ģöyle kana
kana bir içsek ne iyi olur, değil mi?” Ģeklindeki
söylemler iĢte nefisten kaynaklanan isteklerdir.
Mıknatısı hepimiz tanırız. Özellikleri Ġlkokulda
öğrencilere öğretilir. Ġki kutbu vardır; biri pozitif (+),
diğeri negatif (-) olarak isimlendirilir. Ġki ayrı mıknatısı
yan yana getirirsek aynı kutupların birbirini ittiğini, ayrı
kutupların ise çektiğini görürüz. Bu iliĢkiye doğa
kanunu diyoruz. Kanunu gerçekleĢtiren güç ise “Mutlak
Ġradedir”. Tıpkı bunun gibi insan nesli de ayrı cinsler
(kadın- erkek) olarak yaratılmıĢ ve aralarında sevgiye
17
dayalı çekim gücüne iĢlerlik kazandırılmıĢtır. Özellikle
buluğ çağına gelen gençlerin birbirlerini beğenip
sevmeleri ve sonuçta evlenip aile yuvası kurmaları
nefisten kaynaklanan birer istek olarak
değerlendirilmelidir. YaĢamı güzelleĢtiren ve insanı
mutlu eden bu faaliyetler nefsin iyilik yönünden
kaynaklanır. Bir de nefsin kötülüğü emreden tarafı
vardır. Ġnsanı alçaltan ve değersiz kılan isteklere
“Tasavvuf ehli” “Nefs-i emmare” yani aĢırı giden veya
emredici nefis demiĢlerdir.
Aşırı Giden Nefis
AĢırı giden nefis (Nefs-i emmare), kiĢiyi etkileyip
devamlı kötülüğe yönlendirmek ister. Bu nedenle
nefsin en aĢağıdaki basamaklarını oluĢturur. Nitekim
Yüce Allah “…… (Muhakkak ki) nefis, kötülüğü Ģiddetle
emreder.” (12.Yûsuf Sûr/ 53) buyurarak nefisten
gelecek kötülüklere karĢı hazırlıklı olmamız
öğütlemiĢtir.
Böyle bir nefse sahip insan aklına göre değil,
bedeninin istek ve arzularına göre hareket eder.
Söylem ve davranıĢlarına bakıldığında ilkel ve adi insan
karakterini yansıtır. Çünkü her iĢinde mantık dıĢı aĢırı
18
istekler gözlenir. Bu tip insanlar helâl ve haram
gözetmeden yiyip içmek, hak ve adaletten uzak, zevk
ve Ģehvet düĢkünü olarak gününü gün etmek gayretini
sergilerler. Ne yazık ki insanların büyük bölümü böyle
bir yaĢam biçimini kendilerine hayat tarzı olarak
seçmektedirler. Bunun sonucu olarak da toplumda
kavga- gürültü, hırsızlık, yalancılık, sabotaj ve terör
gibi toplumsal kötü olaylar eksik olmaz.
Emmare nefsin, daha çok baskı yapıp kiĢiyi
kötülüğe ittiği konuları dört baĢlık altında
toplayabiliriz:
1. Benlik duygusu
2. Mala, cana ve Ģehvete düĢkünlük duygusu
3. Öfkelenme duygusu
4. Bozgunculuk yapma duygusu.
Bunlarla beraber dini kurallara ters düĢen her
türlü düĢünce ve davranıĢları da bu kapsamda
sayabiliriz. Bu özelliklerden birkaçı veya birini dahi
yaĢamında bulunduran kiĢi emmare nefis sahibi olmuĢ
olur. Tüm aĢırı nefis konuları kiĢiden kiĢiye değiĢir.
Bazısında daha az veya daha çok bulunabilir. Ayrıca
kiĢi üzerinde yaptırım gücü yönünden de farklılık
gösterir. Bazı konularda nefsin istekleri o derece
19
Ģiddetli olur ki kiĢi buna karĢı koyamaz. Canı ve
huzuru pahasına da olsa nefsin isteklerini karĢılamaya
çalıĢır. Örneğin, Ġslâm Ģeriatı ile yönetilen ülkelerde
yasak olmasına karĢın, yine de aĢırı nefsine söz
dinletemeyip evlilik dıĢı cinsel iliĢkiye giren ve bundan
dolayı da ölüm cezasına çarptırılan kiĢilerin akıbetini
basından öğreniyoruz. Dahası, suçluların affı
konusunda dünya devletlerinin ısrarlı çağrıları da
maalesef sonuçsuz kalıyor.
Toplum arasında sohbet esnasında konuĢmalara
konu edilir. Örneğin,” ġu kiĢi midesine çok düĢkün,
doymak bilmiyor”. “ ġu da para canlısı kiĢi, para için
yapmayacağı dalavere yoktur!” “Hele Ģuna ne demeli,
yaĢından baĢından utanmadan Ģehvet tutkunu olmuĢ!”
gibi söylemlerle kiĢinin karakterinin zayıf yanlarına
vurgu yapılır. Ġnsan Ģeytanları, kiĢilerin bu zayıf
noktalarını belirlemeye çalıĢır; sırası gelince de Ģantaj
yapıp isteklerini kabul ettirirler. Mesela, devlet
dairesinde önemli bir iĢi var, fakat bazı pürüzler
sebebiyle onay çıkmıyor. Hemen iĢ baĢındaki adamın
zayıf yönlerini araĢtırırlar. Mal-mülk canlısı ise, iĢin
parasal değerine uygun hediyeler alınır; kadına düĢkün
ise o arzusu da karĢılanır; meyhane tutkunu ise o
20
isteği de yerine getirilir. Böylece beklemede olan iĢi
kısa sürede sonuçlanır. Yani, bir nevi rüĢvetle iĢini
halleder.
Görsel ve yazılı basını takip edenler buna benzer
birçok olaylara tanık olmuĢlardır. ĠĢin ilginç yönü cahil
değil, eğitim görmüĢ nice üst makam sahibi kiĢilerin
nefislerinin aĢırı isteklerine uyup kural dıĢına çıktıkları
ve bunun sonucu olarak da kendilerini cezaevlerinde
buldukları, gözlenmektedir. Örneğin, bulunduğu
makamın dokunulmazlık zırhına bürünüp kendisi evli
ve çocuk sahibi olduğu halde, hoĢlandığı kadını
kocasından ayırarak evlilik dıĢı iliĢkide bulunmasına
nasıl hoĢgörü ile bakılabilir? Allah’ın kitabına uyar
tarafı var mı? Ġlâhi adaletin tecelli edeceğini hiç mi
düĢünmezler? Dürüst onurlu bir yaĢam varken nefsine
uyup alnına kara leke sürmek hangi akla hizmettir;
doğrusu ĢaĢılacak bir yaĢam tarzı! Çevresinde olup
bitenlere hiç bakmazlar mı bu tür insanlar? Yapanların
hangisinin yanına kâr kalmıĢ ki, kendilerini güvencede
görüyorlar! Oysaki harama eli uzananın eli yanar; ne
dünyada huzur bulur, ne de ahirette!
Bu zaman diliminde (Ekim 2010) basından
öğrendiğimize göre, devletin desteğini alarak okuyup
21
kendini yetiĢtirmiĢ, cesur ve fedakâr atılımlarıyla
tanınmıĢ, görevindeki üstün baĢarısından dolayı “Ġl
Emniyet Müdürlüğü” makamına kadar yükselmiĢ bir
kiĢinin, evli olduğu halde baĢkasıyla aĢk yaĢaması,
kamuoyunda ĢaĢkınlık ve de üzüntüye yol açtı. Üstelik
kadının biz “fikir sevgilisiyiz!” diye beyanatta
bulunması baĢka bir garabet örneği oldu. ġimdi olup
bitenler karĢısında o kiĢinin ailesi ve akrabalarında
oluĢan travmayi düĢünebiliyor musunuz? Söylenecek
söz,” talihsiz ve üzücü bir olay!” demekten ibaret.
2010 yılında Türkiye ilginç bir Ģantaj olayıyla
yüzleĢti. Duyanlar, bu kadarı da olmaz, pes doğrusu
diyerek ĢaĢkına döndü! Çünkü olay, milletin göz bebeği
sayılan Türk Silahlı Kuvvetleri içinde meydana gelmiĢti.
Basından öğrendiğimize göre, Silahlı Kuvvetlerin bazı
birimlerinde oluĢan bu fuhuĢ çetesi, öncelikle
komutanları tuzağa düĢürüp çirkin iliĢkileri filme
çekmiĢler, ileride isteklerini yaptırmak amacıyla Ģantaj
hazırlıklarında bulunmuĢlardı. Yüksek makam sahibi
komutanlar ne yazık ki nefsin Ģehvet arzularına yenik
düĢüp çete elemanlarına yem olmuĢlardı. ġu anda olay
mahkemeye intikal etmiĢ olup duruĢmalar devam
etmektedir.
22
Aşırı Nefis Konularının Ayrıntıları:
1. Benlik duygusu:
a. Büyüklenme, b. Övünme, c. Beğenilme,
d. Kibir- gurur, e. Alay etme ve hatasını yüzüne vurma
f. Kıskanma, g. Hırslı olma, h. Ġnatçı olma
I. Savurgan olma, Ġ. Kendi çıkarını gözetme,
ġimdi bu konuların ayrıntılarını irdeleyelim:
a. Büyüklenme, b. beğenilme, c. övünme,
Bazı insanlar yaradılıĢ gerekçesini düĢünmeden
kendisini diğer insanlardan üstün görme tutkusu
içindedirler. Kolaylıkla kimseyi beğenmezler, varsa
kusurlarını ortaya dökerler. Böylece kendilerini üstün
kiĢi olarak lanse etmeyi amaçlarlar. Böyle bir düĢünce
tarzı nefisten kaynaklanan kiĢisel noksanlıktır.
Bazı insanlar da beğenilme tutkusu hastalığına
yakalanmıĢ kiĢilerdir. BaĢkaları “ ne adammıĢ
desinler!” diye yapmayacağı hileler yoktur. Bazıları da
övünerek kendisini yüceltmek çabası içindedirler. Oysa
övünürken de ne yalanlar söylediğinin farkında
değildir.
23
Konuya iliĢkin bir örnek de Din Görevlilerinin
hizmetinden verelim:
GeliĢen teknolojinin bugünkü nesle kazandırdığı
yeniliklerden birisi de “ses yayın cihazlarıdır”.
Belediyeler, eğitim kurum ve okulları, konferans
salonları, siyasi parti açık hava toplantıları gibi büyük
kitlelerle kurulan iletiĢimde ses yayın cihazlarından
yararlanmaya baĢlanıldı. Bu arada camilere de monte
edilip hizmet alanı geniĢletildi. Özellikle Cuma ve
Bayram namazlarında cemaatın bir bölümü cami
dıĢında namaz kılmak zorunda kalıyor ve imamın
okuduğunu iĢitemiyordu. Ses yayın cihazlarıyla bu
sorun aĢıldı. Ne var ki bu defa da daha büyük bir
sorunla karĢı karĢıya kalındı. ġöyle ki, sesin Ģiddetini
ölçen ve Din Görevlisini ikaz eden ikinci bir cihazın
devreye sokulmaması sonucu yüksek sesle yayın
yapılarak dinleyenlerin olumsuz yönde etkilenmesi
gündeme geldi. Bu konuda bilim adamlarının
yorumuna değinelim:
Prof. Dr. Mehmet C. Öz ve Prof. Dr. Michael F.
Roizen tarafından kaleme alınan “ Vücudumuzu Ne
Kadar Ġyi Tanıyoruz? Testi Çözün Siz Kullanım
Kılavuzu” isimli kitapta Ģu ifadelere yer verilmiĢtir:
24
“Kulağımız vücudumuzun en hassas organlarından
biridir. Örneğin, tene sürülen parmak izi gibi en alçak
sesleri bile duyabilir. Ama öte yandan dünyamızdaki
sürekli yüksek seslere karĢı da savunmasızdır.
ĠĢitme duyumuzla ilgili en büyük tehdit yüksek sestir.
Çok çeĢitli araĢtırmalar göstermiĢtir ki, uzun süreler
boyunca fazla yüksek seslere maruz kalmak belirgin
derecede iĢitme kaybına yol açmaktadır.
Duyu organlarının iĢitme güçlerini belirlemek için
desibel tablosu kullanılır. Bu ölçümlere göre;
Tam sessizlik: 0 desibel (dB)
Fısıltı: 15 dB.
Normal konuĢma: 60 dB.
Horlama: 85 dB.
Çim biçme aleti: 90 dB.
Araba kornası:110 dB.
Havayı fiĢek sesi:140 dB. olarak belirlenmiĢtir. 85
desibelin üzerindeki ses Ģiddeti duyma kaybına yol
açabilir. (Bulunduğunuz ortamda yanınızdakiyle
konuĢurken gürültü yüzünden sesinizi duyurabilmek
için bağırmak zorunda kalıyorsanız, duyduğunuz ses
85 desibelin üzerinde demektir.)” (2)
25
KBB uzmanı Op.Dr. Tamer Haliloğlu da Ģu
görüĢlere yer vermiĢtir: “ Yüksek ses, iĢitme
organımıza olan zararı yanında ayrıca insanda
yorgunluk ve sinirlilik gibi bir hal oluĢturup sağlıklı
yaĢamayı olumsuz yönde etkiler. Örneğin, yakınınızda
bir çocuğun ince sesli çığlık atmasının, sinirlenip
tepkinize yol açması gibi.(3 )
Ġbadet yerleri, maddi ve manevi temizliği
yanında huzur ortamının oluĢtuğu mekânlardır. Allah’ın
evi olarak da bilinir ve bu mekânlarda gürültü, kavga,
bağrıĢma, ticaret yapma (alıĢ-veriĢ) gibi davranıĢlar
hoĢ karĢılanmaz.
Hal böyle iken, bazı Din Görevlileri teknolojinin
yeniliklerinden yararlanıyoruz diye namaz kılma
dönemlerinde, mevlit ve hatım dualarında mikrofon
kullanarak yüksek sesle ibadet yapılmasını alıĢkanlık
haline getirmiĢlerdir. Dahası imamın arkasında saf
tutan 20-30 kiĢi olduğu halde mikrofon kullanıp yüksek
sesle namaz kıldıranlara tanık olunmaktadır. Bu gibi
davranıĢların ne ölçüde cami adabına uyduğu
tartıĢılabilir. Ancak, iĢin içine Allah kelâmı ve
Rasûlullahın sünneti girerse, baĢka bir yoruma itibar
26
edilmez; bunlara uyulur. Esasen takvaya giden yol
da budur. Peki, Allah ve Rasûlu ne buyuruyorlar:
Tarlh, (milâdi) 628, aylardan Mayıs ayı, Hz.
Peygamberimizin komuta ettiği Ġslâm ordusu Yahudi
kolonisiyle çarpıĢmak üzere Hayber istikametine doğru
yürüyüĢ kolundadır. Mücahitler bir vadiye inince hep
birden yüksek ses ve coĢkuyla tekbir getirmeye
baĢlarlar. Peygamberimiz hemen müdahale ederek:
“Nefeslerinize acıyınız (sesinizi fazla yükseltmeyiniz).
Çünkü sizin dua ettiğiniz Allah, ne sağırdır ne de
gaiptir! Siz en çok iĢiten ve en yakın olan Allah’a dua
ediyorsunuzdur ki, O, her an yanınızda bulunuyordur!”
buyurdu.(6). (Ayrıca söz konusu bu olay, Sahih-i
Buhari, 8.ci cilt, Cihad bölümü, 1254 No.lu hadiste
kayıtlıdır)
Hz. Peygamberimiz neden mücahitleri ikaz
ediyor? Ordu açık alan ve kırsal bölgede yürüyüĢ
halinde, içten gelen coĢku ve yüksek sesle tekbir
getiriyorlar. Hem Allah’ı yüceltiyorlar hem de
kendilerini boĢ iĢleri düĢünmekten uzak tutuyorlar.
Bunun kime zararı olabilir! Evet, zararı vardır. Zararı,
Allah’ın emirlerine ters düĢmesidir! Peki, Allah’ın hangi
ermine ters düĢüyor? ĠĢte yanıtı:
27
Yüce Allah da:
+Rabbini, içinden yalvararak ve korkarak,
yüksek olmayan bir sesle sabah-akĢam zikret ve
gafillerden olma.(7.Araf Sûr/205)
+ De ki:”(Rabbinizi) ister Allah diye çağırın, ister
Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız çağırın,
nihayet en güzel isimler O’nundur.” Namazda sesini
pek yükseltme, çok da kısma, ikisi ortası bir yol
tut.(17.Ġsra Sûr/110)
+ YürüyüĢünde tabiî ol. Sesini alçalt. Çünkü
seslerin en çirkini, Ģüphesiz eĢeklerin sesidir!
(31.Lokman Sûr/19) buyuruyor.
ġimdi gerçeklerle yüzleĢelim: Namaz nedir?
Kuralları belirlenmiĢ bir ibadet Ģekli, değil mi? Ġbadet
kime yapılıyor? Elbette, yaratan, var eden, Ģekil veren
âlemlerin Rabbına. Allah’a nasıl yaklaĢıp istekte
bulunmak gerekiyor? Yukarda ki ayetlerde açıklandığı
gibi yüksek olmayan bir ses tonu ile ve de yalvararak.
Bu ses ölçümü ne olmalı? Ne az ve ne de çok,
müminlerin iĢitebileceği seviyede tutulmalı; yani,
normal konuĢmada uygulanan 40-60 desibel arasında
olmalıdır.
28
Din Görevlileri, gerek minareden ezan okurken
gerek namaz ve Kur’an okumalarda hoparlör
kullanıldığı, camiin içi ve dıĢ mekânlarına aynı ölçüde
ses ulaĢtığı halde neden yüksek sesli yayını tercih
ediyorlar? Amaç cemaata duyurmak ise, zaten bunun
gereği yertine getiriliyor. Öyleyse, yanlıĢta ısrar
etmenin altında yatan gerçek sorun nedir?
Sorun, “Benlik duygusu! Nefse söz dinletme çaresizliği!
Beğenilmek tutkusu!” gibi aĢırı nefsin ısrarcı
istekleridir. Umarım bu bilgiyi edindikten sonra din
kardeĢlerimiz, yanlıĢ yöndeki ısrarlarından vaz geçip
Ģeytanın adımlarına uymazlar ve dolayısıyla da günah
iĢlemekten kendilerini korumuĢ olurlar. Günah iĢlemek
de nereden çıktı demeyin; iĢte Allah’ın buyruğu:
+ Allah ve Rasûlü bir iĢ hakkında hüküm
verdikleri zaman, hiçbir mü'min erkek ve hiçbir mü'min
kadın için kendi iĢleri konusunda tercih kullanma
hakları yoktur. Kim Allah'a ve Rasûlüne karĢı gelirse,
Ģüphesiz ki o apaçık bir Ģekilde sapmıĢtır.(Ahzab
Sûr/36)
d. Kibir, gurur sahibi olmak
29
YaĢadığımız toplum düzenine göz atalım.
Ekonomik hayat standardı bakımından insanlar zengin,
orta halli ve fakir gruplar olarak bir görünüm
sergilerler. Buna paralel olarak kimisi öğretim görerek
üst makamlarda görev yaparken kimisi de yoksulluk
nedeniyle okuma fırsatını bulamamıĢ ve geçimini ancak
bilek gücüyle kazanmak zorunda kalmıĢtır. Ama hepsi
de yaĢamını devam ettirebilmek mücadelesi içinde
çalıĢmalarını sürdürürler.
Rızkı veren Allah olduğuna göre miktarının (az-
çok) takdirinde de elbette geçerli bir nedeni vardır.
Ancak bu nedeni görmemezlikten gelenler kendi
hallerinden dert yanarlar. Örneğin toplumun her
kesimi aynı seviyede zengin olmuĢ olsaydı, o zaman
meĢakkatli iĢleri gördürecek elaman nereden temin
edilirdi? DüĢünün, fırında çalıĢan iĢçiler geceden kalkıp
ekmek piĢirme çabası içindedirler. Zengin olsaydılar
gece uykusunun en tatlı olduğu anında kalkıp böyle bir
zahmete katlanırlar mıydı? Toplum hayatının sağlıklı
yürütülmesi yönünden Yaratıcının kiĢilere verdiği
değiĢik becerileri sebebiyle iĢ bölümü organizasyonu
oluĢmuĢtur. Örneğin, masa baĢında görev yapan kiĢi
80 kg ağırlığındaki un çuvalını sırtlayıp hamur
30
teknesinin yanına götüremez; fakat bu iĢ orada
çalıĢan iĢçi için günlük rutin iĢlerden sayılır. Çünkü
devamlı yaptığı bir görevdir. Konuya bu açıdan
bakıldığında her mesleğin toplum için muteber ve
gerekli olduğu gerçeği görülür. Hizmet yönünden hiç
bir kimsenin diğerinden üstün tarafı yoktur.
ġimdi bu gerçekler karĢısında kiĢi, kendisine
verilen sağlık, makam, zenginlik, eĢ ve çocuklar gibi
olanaklarla gururlanıp kibre kapılırsa, Tanrı katında
hata etmiĢ, günah iĢlemiĢ olur. KiĢi kendine lütfedilen
imkânları bir imtihan vesilesi olduğunu bilmelidir.
Çünkü tek üstün olan Allah’tır. Hiçbir kimse kendini
üstün görüp Allah’a ait yetkileri paylaĢamaz. Öyleyse
her kim Allah’ın sevgili kulu olmak isterse, Tanrının Ģu
buyruğuna kulak vermelidir: “…. Allah, kendini
beğenen ve böbürlenen hiçbir kimseyi sevmez “
(57.Hadid Sûr/23). “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme.
Çünkü sen kesinlikle ne yeri yarabilirsin ne de dağların
yüksekliğine ulaĢabilirsin”(17.Ġsra Sûr/37).
Ġnsan her zaman ve her koĢul altında, kendisinin,
Allah’ın yarattığı bir kul olduğunu, dünyada geçici bir
süre yaĢadıktan sonra O’na döneceğini, sahip olduğu
güç ve kuvvetin Allah’tan olduğunu bilip hiç bir Ģekilde
31
ne böbürlenmeli, ne de büyüklük psikolojisine
kapılmalıdır. Nitekim Hz. Peygamberimizin (s) bu
konudaki buyrukları Ģöyledir:
Ebu Said Hudri ile Ebu Hureyre (r.a.) dediler:
Rasûlallah (s): “Ġzzet (Ģeref, üstünlük) O’nun izârıdır
(özüdür, ruhudur) Kibriya (büyüklük, ululuk) da O’nun
ridasıdır. (örtüsüdür), Allah buyurdu ki: “Her kim bu
sıfatları huy edinip de, bunlarda bana ortak olmaya
çalıĢırsa, ona azap ederim.” (Müslim, Birr:2620).
Demek ki Yüce Allah, kendisine lütfedilen
nimetlerden dolayı çevresindekileri küçümseyen,
onlara karĢı böbürlenip büyüklük taslayan kimseleri
hem sevmiyor ve hem de kendine özgü üstünlük
sıfatlarını kullanmaya kalkıĢtığı için de azap edeceğini
açık olarak belirtiyor. Burada da Müslüman bir imtihan
geçiriyor. Bir tarafta Ģeytanın dürtüleriyle benliği saran
nefis kiĢiyi büyüklük psikolojisine sokarken, diğer
taraftan Allah ve Rasulü’nün ikaz eden buyrukları…
Aklını kullanıp iradesiyle Hak yolunu seçen kurtuluĢa
kavuĢmuĢ olur. Aksi halde kendisini Allah’ın çetin
azabında bulur!
Tarihi bir olayı örnek vererek kibir ve gururun
getirdiği felâketi gözler önüne serelim:
32
Alp Arslan’ın Öldürülüşü (Mayıs 1072)
Sultan Alp Arslan, Karahanlı topraklarında yer
yer baĢ gösteren ayaklanmaları bastırmak üzere Mayıs
1072’de 200,000 kiĢilik ordusuyla Maveraünnehir’e
geçer. Ġsyancılardan Yusuf Harezmi adında bir kale
komutanı yakalanıp huzura getirilir. Alp Arslan, dört
kazık çaktırıp elleri ve ayaklarının bağlanmasını
emreder. Yusuf ona “Be korkak! Benim gibi yiğit böyle
mi katledilir?“ deyince Sultan, gazaba gelip yayını eline
alır ve “bırakın Ģunu“ der. Bırakırlar, Sultan ona bir ok
atar, fakat isabet ettiremez. Yusuf hemen Sultan’ın
üzerine sıçrayıp yanındaki bıçakla onu yaralar.
Mehterler koĢup kaçmasını önlerler ve Yusuf’u orada
katlederler.
Sultan Alp Arslan yaralı olarak kalkıp çadırına
döndüğünde “Her ne zaman düĢman üzerine
azmetsem Allah Taâlâ Hazretleri’nden yardım isterdim.
Dün, bir tepe üzerine çıktığımda askerimin
çokluğundan, ordumun ağırlığından bana ayağımın
altındaki dağ çalkalanıyor gibi geldi. Kuvvete mağrur
oldum. Kendi kendime: “Ben dünyanın padiĢahıyım.
Bana kim galebe edebilir? dedim. Bugün Cenab-ı Hak,
33
en âciz bir kulu ile beni aciz kıldı.“ deyip tövbe edip
piĢmanlık duyar. On gün sonra da vefat eder(5)
e. Alay etmek ve hatayı yüze vurmak
Ġslâm dini toplum bireylerinin pozitif düĢünceye
sahip olmalarını öğütler ve bekler. Pozitif düĢünce
kavramı, müminlerin hep iyi yönlerini görmek, onlara
karĢı sevgi saygı beslemek, varsa hatalarını
bağıĢlamak, iliĢkileri din kardeĢliği çerçevesinde
yürütmek gibi güzel huy sergilemek demektir. Diğer
bir ifadeyle karĢılıklı iliĢkilerde bardağın dolu tarafını
görüp varsa kusur ve hatalarını görmezlikten
gelmektir.
Böyle bir huzur ortamını bozan davranıĢlardan
birisi de “alay etme” konusudur. Alay etme giriĢimi, iki
yönlü hasar yapan zehirli oka benzer. Girdiği yerde
manevi hasar oluĢturur. Bir insan diğer kiĢiyle neden
alay eder? KonuĢmasını veya beğenmediği baĢka bir
davranıĢını görmüĢtür. Bunu fırsat bilip o kiĢiyi
çevresinde küçük düĢürmek ve onurunu kırmak ister.
Alay edilen kiĢi de bu manzara karĢısında üzülüp
aĢağılık duygusuna kapılır. Ġster istemez karĢı tarafa
34
düĢmanlık hisleri kabarır. Belki de nahoĢ olaylara
sahne olabilir.
Konuya alay eden tarafından bakınca, kendini
beğenmiĢ ve büyüklük psikolojisine kapılmıĢ bir kiĢilik
sergilediği görülür. Böyle bir yaklaĢım kiĢiye ne
kazandırır? Allah ve Rasûlünün emirlerini
önemsemediğinden dolayı ancak, kocaman bir günah!
BaĢka? Güvensizlik ve karĢı tarafın düĢmanca
yaklaĢımı! ĠĢte bu nedenle Allah Teâlâ Ģöyle
buyuruyor:
“Ey insanlar, hiçbir topluluk baĢka bir toplulukla
alay etmesin. Olur ki, alay edilenler onlardan daha iyi
olabilirler. Kadınlar da baĢka kadınlarla alay
etmesinler. Alay edilenler kendilerinden daha iyi
olabilirler. Birbirinizi ayıplamayın. Birbirinize kötü
lakaplar takmayın. Ġmandan sonra – yoldan çıkmıĢ –
diye anılmak ne kötüdür. Kim bu tür iĢlerden tövbe
edip vazgeçmezse iĢte onlar zalimlerdir.” (49.Hücürat
Sûr/11).
Bir de dinin getirdiği kurallarla alay eden,
hükümlerini küçümseyen insanlar vardır. Sözde
kendilerini hata ve kusurdan uzak mümtaz birer kiĢi
olarak görürler. Alaylı sözleriyle çevresinde destekçi
35
bulduklarında Ģımarıklıkları daha da artar. Böyle bir
davranıĢ ne anlama gelir? Dini inkâr, değil mi? Sonuç
ne olacak? Orasını “MahĢer” belirleyecek!
Alaycı kiĢilerin bir özelliği de, muhatabının
herhangi bir hata veya beceriksizliğini yakaladığında
fırsat bilip hakaret edercesine yüzüne vurur.
Dolayısıyla o kiĢi de toplum içerisinde mahcup olup
eziklik duyar. Alaycı da yaptığı davranıĢıyla dost değil,
düĢman kazanmıĢ olur. Bu nedenle Ġslâm ahlakı, benlik
duygusundan kaynaklanan “Hatayı yüze vurma”
giriĢimini hoĢ karĢılamaz.
f. Kıskanmak
Kıskanmak kiĢinin içinde oluĢan duygusal bir
olaydır. Yani kiĢinin, karĢısındaki arkadaĢ veya
tanıdığının sahip olduğu maddi ve manevi her türlü
üstünlüğüne özenip “neden bende yok!” diye bir
düĢünceye kapılması, onda kıskançlık duygusunun
oluĢmaya baĢladığını gösterir. Diğer bir deyiĢle buna
“haset etme” olayı da denir. OluĢan bu duygusal olay o
haliyle normal karĢılanabilir; fakat kiĢiyi karĢı tarafa
kötülük yapmaya zorlama durumunda ise hoĢ
karĢılanmaz ve huzursuzluklara da yol açar. Nitekim
36
Kur’anın Felâk sûresinde Yüce Allah:
“Deki,…kıskanan kiĢinin kıskançlığından tan yerini
ağartan Rabbe sığınırım. ” diye buyurmuĢtur. Ayrıca
Nisa Sûresinin 32.ci ayetinde de” Allah'ın, kiminizi
kiminize üstün kılmaya vesile yaptığı Ģeyleri (haset
ederek) arzu edip durmayın. Erkeklere
kazandıklarından bir pay vardır. Kadınlara da
kazandıklarından bir pay vardır. Allah'tan, onun lütfunu
isteyin. ġüphesiz Allah her Ģeyi hakkıyla bilendir.”
diyerek konuya açıklık getiriyor. Allah Teâlâ
belirttiğine göre elbette kıskançlığın topluma zararlı
yönleri de vardır. Göz değme olayında olduğu gibi.
Peki, kiĢinin nefsinin kabarmasını nasıl önlemesi
gerekir? Böyle bir hayranlık karĢısında “MaaĢallah!”
diyerek düĢüncesini olumlu (pozitif ) duruma çevirmesi
gerekir.
g. Hırslı olmak
Toplum düzeninin uyum içerisinde devam
edebilmesi için Allah her bireye değiĢik beceri ve
imkân vermiĢtir. Bu olanaklara iĢlerlik kazandırmak ve
onları geliĢtirmek için de hırsı yaratmıĢtır. Hırs olacak
ki, insan yaĢamı için gerekli olan çalıĢma ve gayretini
37
sürdürebilsin. Demek ki hırs, insanı baĢarıya götüren
itici güç konumundadır.
Öğrencilik dönemini hatırlayalım: ArkadaĢların
hepsi aynı dersi okuyup öğretmenin anlattıklarını
dinledikleri halde, hafızada tutmak, elde edilen bilgileri
tekrarlamak veya sınavlarda baĢarı göstermek gibi
beceriler öğrenciden öğrenciye değiĢir. Kimisi tam not
alırken kimisi de zayıf veya orta notla yetinirdi.
Öğretmenin takdir edip verdiği notlar öğrencilerin
kabiliyetlerinin ölçüsü olurdu. Yeter ki, derslerin
hazırlanmasında tembellik yapılmıĢ olmasın. Böyle bir
ortamda arkadaĢının baĢarısına özenip mutlaka ben
onu geçmeliyim, sınıfın birincisi ben olmalıyım; herkes
beni kıskanmalı diye aĢırı hırsla hareket etmek, bir tür
yarıĢa girmek, kiĢiyi açmaza sokar. Fiziki ve ruhsal
olarak bunalıma girmesine neden olur. Bu arada sağlığı
da bozulur. Çünkü kiĢinin sahip olduğu kabiliyet ve
gücü, Allah tarafından takdir edilmiĢ olup sınırlıdır.
ÇalıĢmak ve gayret ancak bir seviyeye kadar
yükseltebilir. Sınırı aĢmayı zorlamak ise gereksiz bir
çaba olması yanında kiĢiyi yıpratan davranıĢ olur.
Kendi öğrencilik dönemimden size örnek
vereyim: Ġlkokulu pekiyi, ortaokulu orta, liseyi iyi,
38
fakülteyi iyi, Silâhlı Kuvvetlerde görevde iken
katıldığım iki kursu da iyi derecelerle bitirdim. Aldığım
diplomalar benim becerimin derecesini gösteren
belgelerdir. Tüm çalıĢma ve gayretlerime rağmen
baĢarım ancak bu seviyeye çıkabildi; baĢka ne
yapabilirdim. Allah’ın takdiri zorlamayla aĢılmaz.
Elbette böyle olmasının tarafımdan bilinmeyen bir
nedeni vardır. ArkadaĢlarımın arasında vali,avukat,
öğretmen, profesör olanlar, dahası Üniversite
Rektörlüğüne atanan dahi vardı. Bunlara özenip
yaĢamı çekilmez hale sokmanın bana ne yararı
olacaktı? Olmadığına göre Ģöyle diyebiliriz: AĢırı hırsa
dayalı yaĢam insana ancak felâket getirir.
AĢırı hırslı olmak, yalnız öğrencilik dönemine
özgü bir düĢünce değil, yaĢamın her sahasında kendini
belli eden nefsi istektir. Daha çok mal- mülk edinme
isteği, baĢkalarını özendirecek tarzda giyim- kuĢamda
gösterdiği titizlik gibi davranıĢları sayabiliriz. Hırslı
olmak kiĢinin var ettiği bir olgu değil yaratılıĢtan gelen
duygusal bir olaydır. Nitekim yüce Allah: “ġüphesiz
insan çok hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıĢtır.
”(70.Meariç Sûr/19) buyurarak bu gerçeği
belirtmektedir.
39
Ġnsana verilen görev, yaĢam mücadelesinde
çalıĢma ve gayret azmini devam ettirip kanaatkâr bir
tutumla kazandıklarıyla yetinmesidir. Daha fazlası aĢırı
hırsa girer ki, insanı bunalıma sokar. Konuya iliĢkin bir
öyküden bahsetmek istiyorum:
Zengin bir adam hayatı boyunca çalıĢıp elde
ettiği tasarrufunu altın olarak bir toprak küpecik içinde
biriktirir. Ne var ki, adam yaĢlanmıĢ, üstelik yemek
içmekten de kesilmiĢtir. Kazandıklarını harcayıp yemek
istiyor, fakat bu defa da iĢtahı yok, yiyemiyor. Bir gün
kendi kendine düĢünür, ”lokantaya gideyim orada
yemek yiyen müĢterileri görünce belki iĢtahım açılır”
diye içinden geçirir. Lokantaya gidip en leziz yemekleri
masasına sıralar. ĠĢtahı bir türlü gelmez ki yemeğe
baĢlasın. Etrafına bakınır herkesin büyük bir iĢtahla
yemek yediklerini seyreder. Bu esnada bir iĢçi kılıklı
kiĢi yandaki masaya oturup kendisine çorba
getirilmesini söyler. Yarım ekmekle çorbayı birkaç
solukta bitirip ağzını silerken zengin adam:
- Doydunuz mu bayım? diye seslenir. ĠĢçi:
- Elhamdulillâh! diye cevaplar.
- Bir tas çorba daha getirtsem yiyebilir misiniz, der?
40
- Yerim, der ve gelen çorbayı da aynı iĢtahla bitirir.
Zengin adam:
- Masada ki yemekleri getirttim, fakat iĢtahım olmadığı
için yiyemedim. Yiyebilirsen bunlar da benim ikramım
olsun, der.
- ĠĢçi, zengin adamın gözlerine bakıp beyim neden
olmasın, der. Yemekleri yiyip bitirir. Biraz sohbetten
sonra zengin adam cebinden kartvizitini çıkarıp iĢçiye
uzatır:
- AkĢam iĢ çıkıĢında bu adrese uğrarsan seni
sevindirecek bir armağanım olacak, der ve masadan
kalkar. KararlaĢtırıldığı gibi iĢçi söylenen adrese gidip
kapıyı çalar. Zengin adam içeriye buyur eder ve diğer
odadan bir küpecik getirip iĢçinin eline tutuĢturur.
- Bu gördüğün küpecik altınla doludur. Yemedik
içmedik yaĢlılık dönemi için biriktirdik. YaĢlandık, bu
defa da iĢtahtan kesilip yiyemez duruma geldik. Senin
o iĢtahın varken bunları afiyetle ye; sana helâl
ediyorum, diyerek iĢçiyi uğurlar.
ĠĢçi eve gelip küpeciği karısına gösterdiği anda
kadın feryadı basar.”Sen bunları kimden çaldın”, diye
hayli öfkelenir. Adam durumu etraflıca anlatınca
kadının kızgınlığı gider yerine gülümseme gelir. Kadın:
41
- Adamcağızım! Görüyorum ki, küpecikteki altınlar iki
parmak noksan, bunu dolduralım kara günler için
elimizde güvence olsun, der. Adam kabul edip her
günkü iĢine devam eder. Tasarruf edebilmek için yeme
içme masraflarını daha da kısar. Adam bu defa iĢini
yapmada zorlanır; çünkü yeterli beslenemediği için
zayıf düĢmüĢ, dahası iĢtahı da kesilmiĢtir. Fakat bütün
ısrarlarına rağmen kadına laf dinletemez, hâlâ
küpeciğin dolması için diretir, durur. ĠĢçi adam bakar
olacak gibi değil, küpeciği kaptığı gibi zengin adamın
kapısını çalar ve Ģöyle seslenir:
- Bayım! Seni bir deri bir kemiğe çeviren ve de iĢtahını
kesen Ģu altınları al, neredeyse beni de öldürecekti!
Bu bir öykü, doğruluğu tartıĢılabilir; elimde yazılı
kaynağı da yok, fakat gerçek olabileceği düĢüncesiyle
okuyucularla konuyu paylaĢmak istedim.
h. İnatçı olmak
Bazı insanlar benlik duygusundan kaynaklanan
bir duygusallık içinde inatçılık yapmayı kendilerine bir
marifetmiĢ gibi kabul ederler. Doğru ve gerçekleri
savunmak baĢka, yanlıĢ veya hatalı olduğu halde “
dediğim dedik, çaldığım düdük!” mantığıyla hareket
42
edip ısrarını sürdürmek baĢka Ģeydir. Bunun örneğini
parti mensubu siyasilerin referandum kampanyası
dönemlerinde kıyasıya yaptıkları söz düellosunda tanık
olmaktayız. Ülke yararına olduğunu bildikleri halde inat
olsun diye karĢıt görüĢlerini söylemeyi sürdürürler.
Halbuki böyle yapmakla kendi siyası geleceklerini ne
denli tehlikeye soktuklarının farkında değillerdir.
Ürettikleri boĢ laflarla seçmeni kendi yanlarına
çektiklerini zannederler. Ancak gerçekler gösteriyor ki,
seçmenin büyük çoğunluğu, sergilenen inatçılık
duygusuna kapılmadan sağduyulu hareket edip oyunu
ülke yararına kullanmaktalar. Peki, inatçıların sonu ne
oluyor? GeçmiĢi hatırlayanların cevabı,” adı Ģanı
siyaset meydanından siliniyor!” Ģeklinde olacaktır.
Ġnatçılık, çoğu kez yalan söylemeyi de
beraberinde getirir. ĠĢin içine yalan ve aldatma girince
kiĢilere karĢı olan güven duygusu da sarsılır. Din
kardeĢliğinin yerini din düĢmanlığı alır. Ġslâm’ın
beklentisi ise elbette bu değildir!
ı. Savurgan olmak (israf)
Bazı insanların en zayıf yanlarından biri de
“savurgan” oluĢlarıdır. Ellerine geçen ekonomik
43
edinimleri geleceğini gözetmeden anında harcamak
isterler. Onun için önemli olan yarın değil, bugündür.
Bu tutum ve davranıĢ, onun ileride zelil olacağının
iĢareti sayılır.
Basından öğrendiğimize göre, milli piyango veya
bağıĢlardan elde ettiği yüklü paraları barlarda harcayıp
sonra da çevresindekilerin merhametine sığınan o ünlü
isimler haberlere manĢet olmuĢlardır.
Bazıları yüzlerce çift ayakkabı, bazıları da
gardroplar dolusu giyim kuĢam elbise edinirler. Belki
de hayatı boyunca bir kez ya giymiĢ veya henüz
fırsatını dahi bulamamıĢtır. ġimdi denebilir ki, para
onun isteği gibi harcayabilir. Elbette harcamasında
özgürdür. ġunu da akıldan çıkarmayalım ki, insan
baĢıboĢ yaratılmıĢ değil” Yaratıcı Gücün” belirlediği
kurallara uymak zorunluluğu vardır. Aksi halde Allah’ın
sevmediği kiĢi olur ve de geleceğini karartır.
Nitekim;
+…Allah israf edenleri sevmez.(6.En’am Sûr/141,
7.Araf Sûr/31)
“+ Yakın akrabaya hakkını ver. Yoksula ve yolda
kalmıĢa da... Malını saçıp savurma.” (17.Ġsra Sûr/26).
44
“+ Çünkü mallarını saçıp savuranlar,
Ģeytanların dostları olmuĢlardır. Oysa ki, Ģeytan
Rabbine karĢı son derece nankördür.” (17.Ġsra
Sûr/27).
ĠĢte, harcamada orta yolu takip etmede Allah’ın
buyruğu:
“+ Elini boynuna bağlı imiĢ gibi son derece cimri
olma ve malını büsbütün de saçıp savurma ki, bu
durumda yerilmiĢ ve piĢman olmuĢ olarak oturup
kalmayasın.” (17.Ġsra Sûr/29).
”+ Onlar, mallarını harcadıklarında ne saçıp
savururlar ne de kısarlar. Bu ikisi arasında orta bir yol
tutarlar.” (25.Furkan Sûr/67) buyurmuĢtur.
i. Kendi çıkarını gözetmek:
Benlik duygusunun etkin olduğu diğer bir konu
da çıkarcılıktır. Bu tip insanların odaklandıkları tek bir
nokta vardır; o da, kendi çıkarlarını her Ģeyin üzerinde
tutmak tutkusudur. Bunlar, menfaati olmayan hiçbir
iĢe yardımcı olmazlar. Oysaki böyle bir düĢünce tarzı,
Ġslâm’ın öngördüğü toplumsal paylaĢım ve
yardımlaĢma giriĢimlerine ters düĢer.
45
Gerçek Müslüman, Ġslâm’ın getirdiği “ din
kardeĢliği” görüĢüne sıkı sıkıya bağlıdır. KomĢusu aç
iken kendisi tok olarak yatamaz. YardımlaĢma en
büyük emelleridir. Uzatılan her yardım elinde
nefislerinin tatmin olması değil, Allah rızası gözetilir.
Kendilerine örnek olarak da, hicret döneminde Hz.
Peygamberimiz ve sahabelere karĢı Medineli
Müslümanların sergiledikleri din kardeĢliği sosyal
dayanıĢma ve yardımlaĢma giriĢimlerini seçmiĢlerdir.
ĠĢte bu nedenle kendi çıkarını gözetme giriĢimleri
toplumda hoĢ karĢılanmaz ve nefsine uyanlar
kınanarak uyarılır.
2. Mala, cana ve şehvete düşkünlük
duygusu:
a. Mala (Cimrilik) düĢkünlük,
b. Cana (yiyip içme) düĢkünlük,
c. Kazançta haram- helâl gözetmemek,
d. Zinaya yaklaĢmak
a. Cimrilik
Her Ģeyi yoktan var eden Allah, dünya
yaĢamında bizleri de baĢıboĢ bırakmamıĢ, hem takdir
46
ettiği rızkın elde edilebilmesi için çalıĢmayı ve hem
de koyduğu kurallara uyulmasını istemiĢtir. Böylece
eğitilip olgunlaĢmıĢ kiĢiler olarak bizler de nefsin aĢırı
isteklerini kontrol altında tutarak Allah’ın takdiriyle
Cennete girmeye hak kazanırız. Allah rahman ve
rahimdir, diyoruz. Yani rahman sıfatıyla dünya
yaĢamında bütün yaratıkların rızkını belirleyip
karĢılıksız herkese vermektedir. Konuya bu açıdan
bakarken aklımıza Ģöyle bir soru gelebilir: Niçin
herkese bol bol vermeyip, birini diğerinin yardım
anlayıĢına muhtaç kılmıĢtır? Allah Teâlâ buyuruyor:
“Allah rızk hakkında bir kısmınızı, bir kısmınızdan üstün
kıldı. Kendilerine fazla rızk verilenler de, rızkları elleri
altında bulunanlara vermiyorlar ki, onda eĢit olsunlar.”
(16.Nahl Sûr/71). Yüce Rabbim, bir kısım insanın
rızkını zenginin malında yaratmıĢ, zengin de bu
emaneti hak sahiplerine verecek ki, toplumda refah
düzeyi artsın ve kiĢiler arasındaki gelir dağılımı
eĢitlensin. Dikkat edilirse, toplum düzeninin sağlıklı
yürüyebilmesi için bireyler arasında “paylaĢım”
kuralına iĢlerlik kazandırılması istenmektedir. Yani
zekât, sadaka, faizsiz borç verme gibi sosyal
yardımlaĢma ve dayanıĢma hizmetlerinin
47
yaygınlaĢtırılması öngörülmektedir. Zengin bu
düĢünce ile hareket ettiği sürece, hem nefsini eğitip
cimriliğe meyli önlenmiĢ olacak, hem de Allah’ın emrini
yerine getirmiĢ olmanın verdiği mutluluğu
yaĢayacaktır. Fakir de çalıĢarak rızkını arayacak ve
tevekkül edip sonucu Allah’tan bekleyecektir. Yoksa
Allah katında zengin ile fakir arasında (takva dıĢında)
her hangi bir üstünlük söz konusu değildir. Zengin
olsun, fakir olsun, kim Allah’ın koyduğu kurallara
uyarsa ancak o Tanrı katında muteber kiĢi sayılır.
KiĢideki cimrilik duygusu, toplumdaki sosyal
yardımlaĢma hizmetini aksatması, din kardeĢliği
iliĢkilerini olumsuz yönde etkilemesi yönünden Allah ve
Rasûlü tarafından hoĢ karĢılanmamıĢtır. Nitekim yüce
Allah:
“+ Elini boynuna bağlı imiĢ gibi son derece cimri
olma ve malını büsbütün de saçıp savurma ki, bu
durumda yerilmiĢ ve piĢman olmuĢ olarak oturup
kalmayasın.” (17.Ġsra Sûr/29) buyurmaktadır.
Allah Teâlâ, topluma örnek olmaları yönünden
bazı kimselere ihtiyaçları üzerinde servet vermiĢtir.
Servetini kendi bilek gücüyle elde ettiğini söyleyerek
hem cimrilik yapmıĢlar ve hem de gurura
48
kapılmıĢlardır. Kur’anda belirtildiği üzere Hz. Musa
döneminde “Karûn” adındaki kiĢi ile Hz.
Peygamberimiz zamanında yaĢamıĢ “Salebe Ġbni
Hâtib”’in tutum ve davranıĢları bu konuya örnek teĢkil
eder. (Bak: Karûn için, Kasas Sûr/76-81;Salebe Ġbni
Hatib için,Tövbe Sûr/75-77)
b. Cana ( yiyip içme ) düşkünlük:
Bazı insanlar da nefsin aĢırı isteğine kapılıp
günlük beslenmede iĢtahına yenik düĢerler. Sağlıklı bir
beslenme rejimi yapması gerekirken, kuralları göz ardı
edip nefsi tatmin etme çabası güderler. Dengeli
beslenmede önemli olan, yenen besinlerin o gün içinde
sindirip yakılması gerekir. Hal böyle iken,
metabolizmada yakılmayan besinler glikoz ve yağ
olarak vücutta depo edilmekte ve sonra da bunlar
kiĢide ĢiĢmanlığa yol açmaktadır. Çevrenize bir bakın
ne kadar çok ĢiĢman (obezite) insanı göreceksinizdir.
Ne yazık ki hepside nefislerinin güdümünde yanlıĢ
beslenme sonucu bu hale dönüĢmüĢlerdir. Hiç biri de
hallerinden memnun olmayıp eski fiziki yapılarını
arayıp durmaktadırlar. Fakat geri dönüĢ hiç de
göründüğü gibi kolay olmayacaktır. Sabır ister, gayret
49
ister; dahası disiplin ve irade gücünün devamlı
baskın çıkmasını gerektirir. Bu da bir nevi nefsine oruç
tutturmak veya diyet uygulatmak demektir. Geleceğini
düĢünen kiĢi sağlıklı yaĢam için bu tür beslenme
rejimine alıĢmalıdır. Aksi halde baĢına gelecek her
türlü rahatsızlık ve hastalıklara karĢı hazırlıklı olmalıdır.
YaratılıĢ gereği her insanda “doyma duygusu”
vardır. Yemek yiyen kiĢi bu hissi duyduğu anda elini
yiyecekten çekmelidir. Bu andan sonra alacağı her
lokma kendisi için zarardır. Peygamberimiz de bunu
tavsiye etmiĢtir:
Mikdam Ġbnu Ma'dikerb ( R ) anlatıyor:
"Resûlullah (S.A.V.) buyurdular ki: "Ademoğlu,
mideden daha Ģerli bir kap doldurmaz. Ademoğluna
belini doğrultacak birkaç lokmacık yeterlidir. Ancak
(nefsinin galebesiyle) illa da (mideyi doldurma iĢini)
yapacaksa bari onu üçe ayırsın: Üçte birini yemeğe,
üçte birini suya, üçte birini de nefesine (tahsis etsin,
üçte birden fazlasına yemek koymasın)."
Tirmizi, Zühd 47, (2381); Ġbnu Mace, Et'ime 50,
(3349).
Bir de haramı önemsemeyen bazı kiĢiler vardır
ki, fazladan yedikleriyle yetinmeyerek sigara, alkol ve
50
uyuĢturucu kullanırlar. Bu kötü alıĢkanlık sonucu
nefisleri de öyle bir hal alır ki, bunları yaĢamları için en
önemli ihtiyaç maddesi kabul ederler. Ġhtiyacı
karĢılanmazsa kriz nöbetine girip canına kıymaya
kalkıĢırlar. Çünkü kiĢi artık ruhsal hasta olmuĢtur.
Tedavi görüp kötü alıĢkanlıklardan uzak durması
gerekir.
Allah ve Rasûlünün müminlerden beklediği bir
özveri de haram olan her Ģeyden uzak durmalarıdır.
Neyin haram ve neyin de helâl olduğu Kur’an ve Hz.
Peygamberimizin hadislerinde açıklanmıĢtır. Daha
sonra kullanılmaya baĢlanılan sigara ve uyuĢturucu
maddelerini de aynı kapsamda değerlendirme yetkimiz
yoktur. Çünkü bir Ģeyin haram veya helâl olduğuna
ancak Allah ve Rasûlü karar verir. Ġnsan sağlığına olan
zararları göz önüne alındığında yasaklanması
gerektiğine hemfikiriz. Bu nedenle Ġslâm alîmleri
“Ģiddetli mekruh” olarak kabul etmiĢler ve “harama
yakın olduğu” fıkıh görüĢünü benimsemiĢlerdir.
Yiyip içmesine dikkat etmeden bilerek harama
bulaĢmıĢ müminler hakkında Hz. Peygamberimizin
öğütlerine kulak verelim:
51
Ebu Hureyre ( R ) Ģöyle dedi:………..Sonra
Rasûllah Ģunu zikretti:” Bir kimse ki Allah’a itaat
yolunda kirlenmiĢ ve tozlara karıĢmıĢ olarak uzun sefer
yapar, ellerini semaya uzatır:- Ya Rab!, ya Rab!-
diyerek dua eder. Halbuki yemesi haram, içmesi
haram, giymesi haramdır; haram ile beslenmiĢtir. ĠĢte
sıfatı Ģunlar olan böylesi için nereden ve nasıl dua
kabul edilir?”(Sahıh-i Müslim, kitabuz-zekât 65(1015).
ĠĢte nefsin, helâl haram ayrımı gözetmeden
beslenmedeki aĢırı isteğinin vahim sonucu, kiĢinin
günah yüklü kaderini belirlemektedir.
c. Kazançta haram-helâl gözetmemek
Genelde insanlar, yaratılıĢ gereği olarak mal-
mülk- kazanç elde edip biriktirme temayülü
içindedirler. Azla yetinmezler; birikimlerini daha da
çoğaltarak gelecekleri için güvence olarak görmek
isterler. Kazançlarını biriktirirken de helâl- haram
oluĢunu önemsemezler. Yeter ki, mal varlığı gün be
gün artsın. ĠĢin içine faiz mi giriyor, haram kaynaktan
mı geliyor, devlet malından haksız hortumlama mı
yapılmıĢ veya kul hakkı mı karıĢmıĢ, onlar için fazla bir
ayrıntı sayılmaz. Gelir gelsin de ister helâl, ister haram
52
kaynaktan gelsin, fark etmez. Ancak iĢin bir de
manevi boyutu vardır. Bu cephede söz sahibi olan ise
bizzat Allah’ın kendisidir; O’nun koyduğu kurallar
geçerlidir. Peki, konulan kurallar nelerdir? ĠĢte Yüce
Allah’ın emri:
+ Allah, faiz malını mahveder, sadakaları ise
artırır (bereketlendirir). Allah hiçbir günahkâr nankörü
sevmez.(2.Bakara Sûr/276)
+ Ey iman edenler! Allah'a karĢı gelmekten
sakının ve eğer gerçekten iman etmiĢ kimselerseniz,
faizden geriye kalanı bırakın. (2.Bakara Sûr/278)
+ Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve Rasûlüyle
savaĢa girdiğinizi bilin. Eğer tövbe edecek olursanız,
anaparanız sizindir. Böylece siz ne baĢkalarına
haksızlık etmiĢ olursunuz, ne de baĢkaları size
haksızlık etmiĢ olur.”(2.Bakara Sûr/279)
Bu âyetler dikkatlice okunduğunda Müslümanlara
verilen mesajın Ģu ayrıntıları görülecektir:
1- Faiz geliri karıĢmıĢ kazancınıza hiç de
sevinmeyin. Çünkü Allah onun bereketini gidermiĢtir.
Size yararı değil zararı dokunacaktır.
53
2- Faiz almakla yapmıĢ olduğunuz iĢ, ne yazık
ki, Allah ve Rasûlüne karĢı savaĢ açma gibi düĢmanlık
duygusunu yansıtan bir giriĢimdir.
Allah ve Rasûlünü kendisine düĢman gören bir
kiĢi dünya ve ahırette nasıl mutlu olacaktır? Rızkı
veren Allah olduğuna göre neden kendisinden helâl
olanı değil de haram kazancı istiyoruz? Halbuki ikisini
de takdir edip veren Allah’ın kendisidir. Dua edip
istemek kuldan, takdir edip vermek Allah’tandır. Bu
gerçek neden göz ardı ediliyor!
2010 yılı Aralık ayı ikinci yarısında basında Ģu
habere yer verildi:
Ġstanbul Cağaloğlu semtinde ayakkabı boyacılığı
yapan Mustafa Savgan adındaki kiĢi, 1982 ve 1984
yıllarında aldığı Milli Piyango biletlerine büyük ikramiye
çıkmıĢ. Daha çok kazanırım ümidiyle paranın büyük bir
kısmını tekrar biletlere yatırmıĢ. Fakat elde avuçta
para kalmayınca 35 yıldır yapmakta olduğu eski
mesleğine dönmüĢ. Muhabirin,
-“Olup bitenlerden sonra kedinizi nasıl
hissediyorsunuz?” sorusuna:
-”O kadar mutluyum ki, çünkü param yok!”
Ģeklinde cevap vermiĢ. Verilen cevap belki okuyuculara
54
garip gelebilir; ancak bir gerçeği yansıtması
bakımından önem arz ediyor. Ġnsanları mutlu eden, az
da olsa, kendi alın teriyle kazandıklarıdır. Adına ne
deseniz deyin, fark etmez! Haram gelirin bereketi de,
binası da olmaz. Emek harcamadan gelen bol para
beraberinde büyük sorunları da getirir. Paranın nasıl
kullanılacağına iliĢkin düĢünceler kiĢinin gece uykusunu
bile alıp götürür. Böylece, içinde fırtınalar esen kiĢi
kendini nasıl mutlu saysın? Hani ne demiĢler:” PiĢmiĢ
aĢım, dertsiz baĢım!”olduktan sonra gerisi sadece
teferruat!. ĠĢte huzura açılan bir pencere…
d. Zina ve zinaya yaklaşmak
”Allah’ın yarattığı her Ģeyde geçerli bir neden
(hikmet) vardır. Ġlkbaharla beraber tabiatın yeĢile
büründüğü, bitkiler ve ağaçların renk renk çiçekleriyle
insanların cazibe kaynağı olduğu görülür. Yalnız
insanların mı, hayır kanatlı böceklerinde! Özellikle arı
türü böcekler tek tek çiçekleri ziyaret edip bal özü ve
polen toplarlar. Ġyi de bunun çiçeğe bir faydası var mı?
Olmaz olur mu; elbette çok önemli bir yararı var:
ġöyle ki;
55
Allah neslin devamlığı için her canlıyı (erkek-
diĢi olarak) çift yaratmıĢtır. Genelde ağaç ve bitkilerde
erkek ve diĢi organlar çiçeklerde bulunur. Ancak
döllenip meyve veya çekirdek oluĢması için aracı bir
etkene ihtiyaçları vardır. Bu görevi de, rüzgâr ve
kanatlı böcekler çiçek üzerinde gezinerek tamamlarlar.
Demek ki, çiçeklerin o büyüleyici güzelliğinin bir
nedeni de böcekleri kendine çekip döllenme iĢleminin
gerçekleĢmesine yardımcı olmasıdır.
Bunun gibi insan da (erkek- kadın olarak) çift
yaratılmıĢtır. Ancak, neslin çoğalıp devamlılığı için
yaratan güç, kadın- erkek iliĢkilerini belirli kurallara
bağlamıĢtır. ġöyle ki; reĢit yaĢa gelen kız ve erkek
çocuklarda cinsiyet hormonları salgılanmaya baĢlar.
Bunun etkisiyle de erkek ve kadınlara özgü fiziki ve
ruhsal geliĢmeler olur. Vücut güzelliğine, giyim kuĢam
ve süslenme de eklenince albenisi daha da çekici bir
görünüm alır. Bu aĢamada karĢı cinsler, birbirlerini
sevmek ve evlenip aile yuvası kurmak gibi içten gelen
dürtülerini gerçekleĢtirmek ister. Evlilik bağı da
böylece doğar ve nikâh aktı ile birbirlerine helâl olmuĢ
olur. Bu prosedür Allah ve Hz. Peygamberimizin (s)
belirlediği normal yoldur. Bunun dıĢındaki (nikâh dıĢı)
56
iliĢkiler ise haram olarak nitelendirilmiĢ, cinsel iliĢki
de büyük günahlardan sayılmıĢtır.
Hal böyle iken, kabaran Ģehvet arzularını bir
türlü bastıramayan kiĢiler, anlık macera için Ģeytanın
peĢine takılıp bakıĢmak, sözle veya elle taciz, nikâh
dıĢı cinsel iliĢkide bulunmak, hele bulunduğumuz asrın
salgın hastalığı haline gelmiĢ “porno” film veya CD.leri
seyretmek gibi çirkinlikleri sergilerler. Olayın nedeni,
nefsin aklın önüne geçip sağlıklı karar vermesini
önlemesidir. Bir tarafta Allah ve Rasûlünün yasak
emirleri, öte tarafta nefsin yasak tanımayan baskın
istekleri. KiĢi böyle bir ruh haliyle Ģehvetin isteklerine
yönelirse, Allah’a değil, nefsine tapınmıĢ olur.
Peki, nefse değil Allah’a tapınmamız için Ģehvetin
etkisini yok etmenin çaresi var mı, varsa nasıl
önlenebilir, diye bir düĢünce içinde olabiliriz. Ancak
Ģunu akıldan çıkarmayalım ki Ģehvetin önü kesilmez;
kesilmesi de gerekmez. Çünkü normal ölçüler içinde
Allah öyle yaratmıĢtır. Onun esiri olmak baĢka, kontrol
altında tutmak baĢka Ģeylerdir. Doğru olan da kontrol
altında tutup aĢırı isteklerini yerine getirmemektir.
KurtuluĢ yolu olarak da, sahip olduğumuz her Ģeyden
daha çok “Allah sevgisini” kalplere yerleĢtirmeliyiz.
57
Gerçekten Allah’ı sahip olduğumuz her Ģeyden daha
çok sevebilirsek, o zaman nefsin aĢırı isteklerini kontrol
altında tutmamız mümkün olur.
Konuya iliĢkin tarihi bir olayı sizinle paylaĢmak
istiyorum: Hicretin 9.ncu yılı idi. Kral hanedanından
Nûman b. Ebilcevn Hz. Peygamberimize gelerek kızı
Esma ile evlenmesini teklif eder. DeğiĢik zamanlarda
teklifini tekrar edince Hz. Peygamberimiz kabul edip
12,5 ukke mehir karĢılığında nikâhı gerçekleĢtirir. Bir
kiĢi gönderip Hz. Esma’yı Medine’ye getirtir ve kenar
mahallede konuk edilir. Peygamberimizin eĢlerinden
Hz.Hafsa ile Hz. AiĢe gelini hazırlamak üzere
Hz.Esma’nın yanına giderler. Onu fiziki yapı olarak çok
çok güzel ve cazibeli olarak görünce kıskanıp ”Hz.
Peygamber Esma’yı görünce bize olan sevgisi azalır,”
diye endiĢeye kapılırlar. Bunu önlemek için de, Hz.
Peygamberimizin naz edilmesinden hoĢlandığını, sen
de biraz naz- eda edersen daha çok hoĢuna gider,
kabilinden öğütte bulunurlar. Hz. Peygamber daha
sonra gelinin yanına girer ve:”Kendini bana bağıĢla!”
der. Hz.Esma da :” Ben kral hanedanındanım, sen ise
uydusun, bir kraliçe kendisini uydusuna bağıĢlar mı?”
der. Hz. Peygamberimiz hırçınlığını gidermek amacıyla
58
elini üzerine koymak ister. Fakat bu defa Esma:”
Senden Allah’a sığınırım!” der ve üç kez tekrarlar.
Peygamberimiz de: “Sen yüce makama sığındın,
Allah’a sığınan emin olur. Gidip ev halkına kavuĢ!” der.
Daha sonra ailesine götürülüp teslim edilir. Hz. Esma,
Hz. Peygamberimizle nikâh akdi yapıldığı için
müminlerin annesi sayıldı ve ölünceye kadar baĢka
birisiyle evlenemedi (6)
Denebilir ki, O bir peygamber, elbette öyle
yapmalıydı! Fakat O’nun da melek değil insan
olduğunu, herkes de bulunan Ģehvet duygusunun
O’nda da var olduğunu göz ardı edilmemelidir.
ĠĢte bu olay, Allah sevgisi ve bağlılığının nefsin
Ģehvet isteğini nasıl önlediğinin bariz bir örneğidir.
Evet, Allah’ı her Ģeyden daha çok seven, ancak
O’nun öğüdüne uyan kiĢidir. Diğer bir ifadeyle Allah ve
Rasûlüllahın tavsiyelerine uyup belirlenen kuralları
kendisine rehber edinen mümin Ģehvetin aĢırı
isteklerini dizginleyebilir. Yani, evlenip Ģehvetin aĢırı
isteklerini bastırmak; diğer yönden evlât yetiĢtirip
insan neslinin devamlılığına katkıda bulunmak;
evlenme olanağından yoksun ise oruç tutmak gibi
yöntemler uygulanmalıdır.
59
Buna rağmen Ģehvetin bataklığına batmıĢ öyle
insanlar var ki, evlilik dahi kendisine çare olmaktan
uzak kalıyor. Bu satırların yazıldığı zaman diliminden
(11-12-2010) yaĢanmıĢ bir örnek olay bilgilerinize
sunulur:
Basına yansıyan bir haberde” Ankara’da üç ayrı
evde biri nikâhlı, üç kadınla birlikte yaĢayan (Z.B…)
adında bir adamın foyasını, karısının sipariĢ ettiği
damacana suyunun yanlıĢ adrese götürülmesi ortaya
çıkardı.” baĢlığı ile olay duyuruldu.
Adamın nikâhlı karısı sucuya telefon edip bir
damacana su ister. Sucu damacanayı (Z.B.)’nin
kiralayıp üçüncü sevgilisiyle oturduğu yeni adrese
götürür. Nikâhlı eĢin, su gelmeyince tekrar telefon
etmesi, sucunun ise suyu götürdüğü adresi vermesi
üzerine iĢin sahtekârlığı ortaya çıkar.
(Z.B.) bekârım diyerek yalan- dolanla zengin bir
kadını aldatır. Bir miktar yüklü parasını alır, ayrıca lüks
dairesini de kendi üzerine geçirir. Bu ikisi ile
yetinmeyip üçüncü sevgili bulup ona da ayrı bir kiralık
ev tutar. Böylece üç kadınla iliĢkilerini devam ettirir.
Olayın açığa çıkmasıyla zengin kadın yasal yollara
60
baĢvurur. Öte yandan nikâhlı eĢi de boĢanma
davasını açar ve bir celsede boĢanır.
Görüldüğü gibi Ģehvetine tutsak olan insanlar ar,
namus, Ģeref, dürüstlük gibi erdemli kavramlardan
uzak ve korkusuzca çirkinliklerini sergiliyorlar.
Peki, Ģehvetin tutsağı nefse karĢı alınacak önlemler
bakımından Allah ve Rasûl’ünün Müslümanlardan
beklentileri nelerdir:
Kuran’ın belirleyici hükümleri:
+ “Zinaya da yaklaĢmayın çünkü o pek çirkindir
ve kötü bir yoldur.” (17.Ġsra Sûr/32).
+ “Zina eden kadınla zina eden erkekten her
birine yüzer değnek vurun. Eğer Allah’a ve ahret
gününe inanıyorsanız, bunlara Allah’ın dinini tatbik
hususunda acıyacağınız tutmasın. Müminlerden bir
zümre de bunların azabına Ģahit olsun.” (24.Nur
Sûr/2).
Hz. Peygamberimizin (s) konuya iliĢkin
buyrukları:
-Ubâdetu’bnu Sâmit (r.a.) anlatıyor: Resulüllah
(s) Ģöyle buyurdu: “Benden alınız, benden alınız.
Muhakkak ki, Allah zina yapan kadınlar için bir yol
tayin etmiĢtir. EvlenmemiĢ olan, evlenmemiĢ olanla
61
zina ederse bunların her birine yüz değnek ve bir
sene sürgün cezası vardır. Evli veya dul olan, evli veya
dul olanla zina ederse bunların her birine yüz değnek
ile taĢlama cezası vardır.” (Müslim, Hudud:1690).
-Ġbni Abbas (r.a.), Ebu Hureyre’den iĢittiğini
anlatıyor. Nebi (s) der ki: “Allah Âdemoğluna zinadan
nasibini takdir etmiĢtir. Hiç Ģüphesiz Âdemoğlu,
mukadder olan bu akıbete eriĢecektir. Ġmdi göz zinası
(mahremi olmayan kadına Ģehvetle) bakmasıdır. Dil
zinası da (zevkle) görüĢmektir. Nefsin de (zina)
temenni ve iĢtihası vardır (bu arzu da nefsin zinasıdır).
Tenasül uzvu ise bu organın hepsinin arzularını ya
gerçekleĢtirir yahut (bırakarak) yalanlar.” (Buharı,
Kitabu’l Ahkâm:2132).
Hadisin içeriğinde belirtildiği üzere göz, dil ve
nefis zinaları, küçük günah kapsamında; cinsel iliĢkinin
gerçekleĢmesi ise büyük günah olarak belirlenmiĢtir.
Zina, reĢit yaĢtaki erkek ve kadının nikâh akdi
olmadan cinsi iliĢkide bulunmalarına denir. Zina, evlilik
bağlarını çözdüğü, aileyi dağıttığı ve nesebi belirsiz
çocuk edinip nesli bozduğu için eski toplumlarda
olduğu gibi Ġslâm dininde de yasaklanmıĢ ve büyük
günahlardan sayılmıĢtır.
62
Genelde zinaya yaklaĢtıran birinci yol,
bakıĢmadır. Bu nedenle Allah Teâlâ: “(Ey Resulüm!)
Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar.
Irzlarını korusunlar, bu kendileri için daha temiz
(davranıĢtır). “Ey Resulüm!) Mümin kadınlara söyle,
gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar…”
(24.Nur Sûr/30-31) buyurarak zinaya geçiĢ kapısını
kapatmıĢtır.
Günlük yaĢamımızda sokak, çarĢı, pazar, iĢyeri,
okul ve hastane gibi kadın-erkek bir arada, karĢılıklı iĢ
iliĢkilerinde bulunmak zorunluluğu vardır. Ġster istemez
bir birlerinin yüzüne bakacaktır. Ayet ve hadislerde ise
bakılmaması isteniyor. Bu sorun nasıl çözülmelidir,
diye bir düĢünce gelir akla. Bu konuda da dinimiz
kolaylık getirmiĢtir Müslümanlara. Nitekim Hz.
Peygamberimiz (s) bir hadisinde Ģöyle buyuruyor
:“BakıĢları art arda getirmeyin.” (Tirmizi, Edep:28).
Yani hadis-i Ģerif, ilk bakıĢta günah yoktur. KarĢı
tarafın cazibesine takılır tekrar tekrar bakıp nefsine
Ģehevi haz ikramında bulunursan günahı da yüklenmiĢ
olursun, anlamı ifade ediyor.
3. Öfkelenme Duygusu
63
a. Saldırganlık(Hakaret, kavga, mala-cana
zarar verme), b. Kin-husumet besleme, c. Hainlik
düĢünme,
a. Saldırganlık
Ġnsan yaĢamı, iki zıt kutup arasında dalgalı bir
serüven izler. Yani, huzur ortamı ile stres hali arasında
yer değiĢtirir. Bakarsın korku, heyecan, endiĢe, öfke
gibi psikolojik etkenlerden dolayı kiĢi huzursuz bir
yaĢam içinde sıkıntı çekmektedir. Yine, içten veya
dıĢtan gelen etkenler sayesinde kiĢi stresten kurtulup
huzurlu yaĢam ortamına geçmiĢtir. Bu defa kendisini
daha coĢkulu hisseder. Demek ki, insan yaĢam biçimini
Ģekillendiren etkenlerden biri de öfke halidir.
Öfke insan üzerinde iki tür değiĢikliğe yol açar.
Maddi olarak metabolizmada hareketlilik gözlenirken
duygusal yapıda da kızgınlık hisleri kabarır. O zaman
kiĢi saldırgan bir hal alır. KarĢı tarafa kızgınlığını
belirtmek amacıyla hakaret etmeye baĢlar. Normal
yaĢamda ağza alınmayacak aĢağılayıcı ve küfür
karıĢımı sözleri sarf eder. Sonuç kavgaya kadar uzanır.
Daha da ileriye gidilerek cana ve mala zarar verme gibi
64
saldırgan bir tutum sergilenir. Atalarımız ne
demiĢler? “Öfke gelince göz kızarır; öfke gidince de
yüz kızarır!” Yüzün kızarmaması için o andaki nefsin
aĢırı isteklerini yapmadan “velâ havle velâ kuvvete
illâbillahil âliyyil azîm!” diyerek olay yerinden
uzaklaĢmak gerekir. Çünkü sonradan gelen piĢmanlığa
dayalı mahcubiyet sorunun çözümü olamaz.
Elbette din kuralarının kiĢiden beklediği erdemli
insan profili bu değildir. Bireysel ve toplum olarak
yaĢantımıza olumlu (pozitif) düĢünceler hakîm olmalı
ve bizleri mutlu yaĢamla taçlandırmalıdır.
b. Kin tutmak (husumet beslemek)
Ġslâm dininin getirdiği ve yapılmasını önerdiği
kurallar, bireysel olarak da toplumsal olarak da insanın
pozitif duruma yükselmesini, huzur ortamı içerisinde
Rabbına olan ibadet görevlerini yerine getirmesini
amaçlar. “Pozitif duruma yükselmek”, ne demektir? Bu
ifadeden üzüntü, sıkıntı, öfke gibi duygusal baskılardan
uzaklaĢıp huzurlu bir ortamda yaĢamak, anlaĢılmalıdır.
ĠĢte insanı huzursuz edip negatif yaĢam tarzına iten
etkenlerden birisi de “ kin tutmak veya husumet
beslemektir”. Eğer insanın içinde kin oluĢmuĢsa
65
devamlı olarak kurt böceği gibi içini kemirir, sıkıntıya
sokar. Diğer bir ifadeyle her aklına geldiğinde kiĢiyi
strese sokup öfkesini kabartır. Böyle bir ruhsal havaya
giren müminin kıldığı namaz, yaptığı zikirler ne derece
makbul sayılır? Sayılmaya bilir! Çünkü kendisi
namazda dili Allah’ı zikrediyor; fakat aklı kin tuttuğu
kiĢiyle mücadele halinde, yani hayal dünyasında
yaĢıyor. Söyledikleriyle düĢündükleri uyumlu değil,
ters yönde tezat teĢkil ediyor. Bu sarmaldan çıkıĢ yolu
ise tek kelimeyle hoĢgörü gösterip “af etmek”,
olmalıdır. ĠĢte bunun içindir ki, büyük Türk düĢünürü
Hz. Mevlâna tüm insanlığa hoĢgörüyü öğütlemiĢtir.
YaratılıĢ gereği insanlar nefisten kaynaklanan
dürtülerle hata yapabilir, kusur iĢleyebilir, baĢkalarının
gönüllerini kırabilir. Eğer böyle bir tutumu olmasaydı, o
zaman imtihanın anlamı kalmazdı. Müslüman hiç hata
yapmayan değil; önemli olan hata yapınca piĢmanlık
duyup hem Allah’tan ve hem de karĢı taraftan af
dileyendir. Yani hoĢgörü gösterip af edip kin ve
husumetten uzak kalmalıdır.
Konuya iliĢkin tarihi bir olaydan bahsetmek
istiyorum:
66
Olay Uhut savaĢı sırasında cereyan ediyor.
Uhut savaĢı, 23 Mart 625 tarihinde Mekkeli müĢrikler
ile Müslümanlar arasında Medine yakınında Uhut
bölgesinde yapılmıĢtı. SavaĢ sırasında Hz. Peygamberi
üzen en vahim olay, amcası Hz. Hamza’nın Ģehit
edildikten sonra uğradığı çirkin saldırı olmuĢtu. ġehit
eden, VahĢi adında HabeĢli bir köle idi. Önceden
hazırlanan çirkin planın cereyan tarzını VahĢi’den
dinleyelim:
“Herkesle birlikte harbe çıktım. HabeĢli bir
adamdım ve mızrak atmaya alıĢkındım. Ġsabet
ettirmediğim mızrak yok gibi idi. Muharebe baĢlayınca
Hamza’yı araĢtırdım ve onun insanlar arasında bir deve
gibi ilerleyerek karĢısına çıkanları teker teker yıktığını
gördüm. Mızrağımı niĢan aldıktan sonra Hamza’ya
attım. Mızrağım göbeği ile avret yeri arasına isabet etti
ve bacakları arasından çıktı. Ölmesini bekledim ve
daha sonra mızrağımı çıkarıp karargâha döndüm.
Zaten baĢkasıyla iĢim yoktu. Hamza’yı da azat
edilmem karĢılığı için yaptım. Mekke’ye dönünce azat
edildim.”Olay bununla bitmiyor.
Müslümanlar Ģehitlerini toplamaya baĢlayınca Hz.
Peygamber amcasını, karnı deĢilmiĢ ve iç organları
67
kesilmiĢ olarak görür. Son derece öfkelenir ve
ömründe bu derece üzülmediğini söyleyerek onun
yerine Arapların görmediği Ģiddeti göstereceğine yemin
eder. Fakat Ġlâhi vahiy buna engel olur. Bu konuda
nazil olan ayette;
“Bir ceza verirseniz, size verilen cezanın
tıpkısıyla cezalandırınız. Sabrederseniz, sabretmek
daha hayırlı olur.” (16.Nahl Sûr/126) deniyordu.
Bunun üzerine Hz. Peygamber Ġlâhi buyruğa uyup
düĢmanlarını affetti; daha da ileri giderek ölülere
dokunulmamasını emretti.(7). Bu olay, bir türlü
içindeki kini ve husumeti söküp atamayan
Müslümanlara paha biçilmez bir öğüttür. Sözün özü:
Evet, “Ey Müslüman! Hz. Peygamberimizin Ġlâhi
kaynaklı öğüdüne uy ki, ömrün mutluluk içinde geçsin;
aksi halde içinde barındırdığın kin seni de kemirip
bitirir.
c. Hainlik yapmak
Her ne kadar iyilik ve kötülüğün yaratıcısı Allah
ise de, bizler için her zaman iyi olanların
gerçekleĢmesini arzu edip bekler. Gerek bireylerin
68
gerek toplumun pozitif enerjilerinin huzur ortamının
oluĢmasında kullanılmasını ister. Çünkü huzurun
olmadığı yerde, bunun zıddı olan kargaĢa oluĢur. Bu da
kulluk görevinin gereği gibi yerine getirilmesini önler.
ĠĢte huzuru bozan etkenlerden birisi de nefisten
kaynaklanan “hainlik” duygusudur. Eğer bir kiĢinin
içinde hainlik duygusu oluĢmuĢsa, din kardeĢi olsa dahi
çevresindekilere her türlü zararı vermekten çekinmez.
Hatta bunu yaparken haz duyar ve öğünerek anlatır.
Sonra ne olur? Kural gereği “kötülük, kötülüğü,
düĢmanlığı getirir.” Yani huzur ortamını ve de kiĢiler
arasındaki güveni bozar. ĠĢte bu bakımdan Yüce
Rabbim: “Ey inananlar, Allah’a ve Peygamberine ihanet
etmeyin; bile bile emanetlerinize de hainlik etmeyiniz.”
(8.Enfal Sûr/27). “KuĢkusuz Allah insanları savunur,
kesinlikle hiçbir hain ve nankörü sevmez.” (22.Hac
Sûr/38) buyurarak nefse uyulup hainlik yapılmamasını
emrediyor. Nefse değil Allah’ın emrine uyan hem kendi
yaĢamını güzelleĢtirmiĢ ve hem de çevresindeki
insanlarla dostluk iliĢkilerini güçlendirmiĢ olur.
4. Bozgunculuk Yapma Duygusu
69
a. Gıybet, b. Söz taĢıma, c. Fitne çıkarma, d.
Yalan söyleme, e. Ġftira atma, f. Ġkiyüzlü davranma, g.
Aldatma( rüĢvet alıp-verme, tartıda hile)
a.Gıybet yapmak:
Konuya Hz. Peygambrimizin (s.a.v) bir hadisiyle
baĢlayalım:
Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: Rasulallah (s):
-“Gıybet nedir, bilir misiniz?” diye sordu.
Sahabeler:
-Allah ve Resulü (s) en iyi bilendir, dediler.
Resulallah (s):
-(Din) kardeĢini hoĢlanmayacağı bir Ģey ile
anmandır, buyurdu. Bu arada:
-“Ya söylediğim Ģey kardeĢimde var ise ne
dersiniz?”, denildi. Resulallah (s):
-Eğer söylediğin Ģey onda varsa sen onu gıybet
etmiĢ olursun. Ve eğer söylediğin Ģey onda yoksa o
vakit sen ona iftira etmiĢ olursun, buyurdu.
Ġnsanların pek önemsemediği fakat nefsin ısrarla
yapılmasını istediği bir konudur gıybet. Özellikle
arkadaĢ sohbetlerinde gıybet yapılır. Peki, niçin yapılır?
70
O kiĢiyi hatırlamak için mi? Hayır! Yüceltmek için mi?
Hayır! Peki, ne için? Gıybet yapmak, yapan kiĢinin
nefsini tatmin eder; hoĢlanmasına neden olur! Sonra
ne olur? Hakkındaki konuĢmalar o kiĢiye ulaĢtığında
darılma, küsme, öfkelenme ve de düĢmanlığa varan
huzursuzluğa yol açar. Oysaki Ġslâm toplumu birlik
beraberliği, diğer bir ifadeyle din kardeĢliğini
pekiĢtirmek ister. Dahası olumlu (pozitif) düĢüncelerin
hakîm olmasını ister. Öyleyse diyebiliriz ki, nefisten
kaynaklanan bu tür söylem ve davranıĢlardan uzak
kalmak kiĢiyi daha erdemli yapar. Allah ve Rasûlüna
daha çok yaklaĢtırır. Gerçek Müslüman’ın istediği de bu
değil midir?
b. Söz taşıma (Koğuculuk yapma):
Ġnsanın bilerek veya bilmeden attığı yanlıĢ
adımlar, söz taĢıyanlar tarafından bazı ilâveler yapılıp
abartılmıĢ Ģekliyle karĢı tarafa aktarılır. Bu defa o da,
yeterli araĢtırma yapmadan haberin doğruluğuna
inanıp en çok sevdiği kiĢiye olumsuz tavır takınır;
hakkında çıkıĢlarda bulunur. Bakarsın ki, can ciğer iki
arkadaĢ olmuĢ sana iki düĢman. Veya karı – koca
arasını açıp evlilikleri boĢanmayla sonuçlanır. Nereden
71
bakılırsa bakılsın, söz taĢımak, Ġslâm ahlâkı ile
örtüĢmeyen çok yanlıĢ bir davranıĢtır.
Konuya iliĢkin Cenab-ı Hak’kın, Hz. Peygamber
nezdinde tüm Müslümanları uyarısına kulak verelim:
”Sen alabildiğine yemin eden onuru bulunmayan daima
ayıplayan, laf getirip götürmeye koĢan, hayır
yapmasını daima engelleyen, aĢırı zalim, çok
günahkâr, kaba, haĢin, bütün bunlardan baĢka da,
kulağı kesik (damgalı soysuz) olan hiçbir kiĢiye ülfet
(dostluk, ahbaplık) etme!..” (68.Kalem Sûr/10-13).
Abdullah Ġbn Mes’ud (r.a.) anlatıyor: Muhammed
(s): “Haramlığı çok Ģiddetli olan çirkin iĢin ne olduğunu
size haber vereyim mi? O, insanlar arasında söz taĢıyıp
yaymaktır.” buyurdu (Müslim, Birr:2606). ĠĢte Hz.
Peygamberimiz (s) de böyle uyarıyor Müslümanları.
Amaç, huzurlu yaĢamın önündeki engellerin ortadan
kalkmasıdır.
c. Fitne (bozgunculuk) çıkarmak
Fitne çıkarmak, hem toplumsal ve hem de
bireysel olarak bozgunculuğun en etkili olduğu bir
olaydır. Ġçinde kötülüğe bulanmıĢ aĢırı nefsin
dürtüleriyle harekete geçen fitneciler, doğru olmayan
72
ve abartılmıĢ haberleri ortalığa yaymak suretiyle
bozgunculuk yaparlar. KiĢileri birbirine düĢürüp
düĢman eder; toplumu isyana sürükleyip cana ve mala
zarar verdirir. Bunun canlı örneğini yakın tarihimizde
çok gördük. Örneğin, Ġmralı Ceza ve Tutuk evinde
müebbet hapse mahkûm” Abdullah Öcalan’ı
zehirlemiĢler” diye yalan haberi yayan fitneciler,
ülkenin değiĢik yörelerinde yandaĢ Kürt gençlerini
sokağa döküp olayı protesto ediyoruz görünümü
altında isyan çıkarılmasını sağladılar. Güvenlik
güçlerine saldırdılar ve çevrede tahribatlar yaptılar.
Sonradan yapılan araĢtırma sonucunda, yayılan
haberin yalan olduğu ve sergilenen protestoların ise
halkı isyana teĢvik amacı güttüğü anlaĢıldı. Netice
olarak denebilir ki bozgunculuk, din kardeĢliğinin
verdiği huzur ortamını bozup insanları karĢı karĢıya
getiren, toplumu düĢman kamplara ayıran bir
davranıĢtır. Bu nedenle, toplumda birlik ve beraberliğin
sağlanması yönünde Hz. Peygamberimizin Ģu öğüdüne
kulak vermemiz gerekiyor:
Enes Ġbn Mâlik (r.a.) anlatıyor: Resulallah (s):
“Birbirinize haset etmeyin, birbirinize kin tutmayın,
birbirinizden kesilip ülfeti terk etmeyin (birbirinize arka
73
dönüp uzaklaĢmayın). Ey Allah’ın kulları! Birbirinizle
kardeĢler olunuz.” buyurdu (Müslim, Kitab’ul-Birr, Ves-
silâ, Vel âdâb:24). Cenab-ı Hakk’ın fitneye iiĢkin
buyruğu ise Ģöyledir:
“+ Kim bir hata iĢler veya bir günah kazanır da
sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, Ģüphesiz iftira
etmiĢ, apaçık bir günah yüklenmiĢ olur.(4.Nisa
Sûr/112)
d. Yalan söylemek
Hakça düzenin egemen olduğu toplumların en
belirgin özelliği, fertler arasında güven ortamının
oluĢmasıdır. Bireyler, din kardeĢliğinin sağladığı sevgi
ve saygıya dayalı dürüst iliĢkiler sayesinde
geleceklerinden ümitli olarak yaĢamlarını sürdürürler.
Ancak, az da olsa, bazı insanların nefislerinin aĢırı
isteklerine kapılıp yalan söz söyleyerek bu güveni
sarstığına tanık olunmaktadır.
Yalan niçin söylenir? Yalan, muhatabı olan kiĢi
veya kuruluĢu aldatmak ve bu vesileyle çıkar elde
etmek amacıyla söylenir. Aldatılan kiĢi, aldanmanın
verdiği sıkıntıyla aldatana karĢı hırçınlaĢır, psikolojisi
negatife dönüĢür, hemen tepki göstermek
74
düĢüncesiyle hoĢ olmayan tartıĢmalara giriĢir. Yani
din kardeĢliği iliĢkileri zarar görür; güven duygusu
sarsılır. Yalancıyla bir daha iliĢkiye girmez veya girerse
de daha dikkatli hareket eder. Artık her söylediğine de
inanmaz. Oysaki böyle bir davranıĢ Ġslâm’ın
beklentilerine ters düĢer. Ġslâm, birlik beraberliği,
kardeĢçe iliĢkilerin yaygınlaĢmasını yeğler.
Sizlere de örnek olur düĢüncesiyle baĢımdan
geçen bir olaydan bahsetmek istiyorum. Otomobil
sürücü belgesinin fenni muayene onay hanesi dolduğu
için yenilenmesi gerekiyordu. Trafik Müdürlüğünden
belgenin boĢlarını aldım; daktilo ile nerede doldurayım
diye düĢünürken hemen yanıma yaklaĢan birisi,”Amca,
bu iĢleri biz yapıyoruz, buyurun gidip dolduralım” dedi.
Yakın çevrede arkadaĢı daktilo ile doldururken aracı
olan o genç kiĢi” Amca, bana 20._Tl. ver; ġoförler
Derneğinden makbuz almamız gerekiyor; aksi halde
iĢlem trafikten döner” dedi. Parayı alıp yanımdan
ayrıldı, bir müddet sonra geldiğinde ” Amca, derneğin
makbuzu bitmiĢ, biraz sonra gelecekmiĢ, sen iĢlemi
yaparken size getiririm” Ģeklinde söyleyip oracıktan
kayboldu. Söylediklerinin yalan olduğunu parayı
verdikten sonra anladım. Fakat iĢ iĢten geçmiĢti. Para
75
için değil, aldatıldığımdan dolayı içimde sıkıntı oluĢtu.
Belleğimde öylesine yer etmiĢ ki, aradan yıllar
geçmesine rağmen unutamadım.
Yalan sözü, söylendiği amaca göre üç baĢlık
altında ifade edebiliriz. Birincisi, sonuçta bir çıkar
gözetmeden laf olsun diye söylenen yalan söz vardır;
kiĢinin benlik duygusundan kaynaklanıp yanlıĢ haberle
sınırlı kalır. Çevreye fazla zararı dokunmaz. Ġkincisi,
yalan yere yemin etmek ve dolandırmak tarzında olup
insan haklarının gasbı anlamına gelir. Üçüncü ise,
yalan Ģahitlik yapmaktır. Bu tür yalan ise, âdil karar
verme mekanizmasını yanılttığı için büyük günahlardan
sayılmıĢtır.
Yalan söz söyleyip insanları aldatmak konusunda
Allah, “ Ey iman edenler! Allah’a karĢı gelmekten
sakının ve yalan söz söylemeyin ki, Allah iĢlerinizi
baĢarıya ulaĢtırsın ve sizi bağıĢlasın.”(33.Ahzab
Sûr/70) buyurarak toplum için önemli olan insanlar
arasındaki güveni korumak istemiĢtir. Ġnsanlar
arasındaki güveni sarsan davranıĢın baĢında yalan söz
ve hileli aldatma gelir. Her ikisi de ahlâkın çirkin ve
kötü yönlerini oluĢturur. Toplumda hakça düzeni
bozar; huzurlu yaĢamı bitirir. Ġnsanlar birbirine Ģüphe
76
ile yaklaĢır; iliĢkiler yara alır. ĠĢte bu nedenle, kendi
çıkarı uğruna karĢısındakini zarara sokacak Ģekilde
yalan söylemek ve yalan yere Ģahitlik yapmak büyük
günahlardan sayılmıĢtır. Nitekim Abdullah Ġbn Mes’ud
(r.a.) anlatıyor: Resulüllah (s) Ģöyle buyurdu:
“Doğruluğa sarılın. Çünkü doğruluk mutlak hayra
götürür; mutlak hayır da muhakkak cennete götürür.
KiĢi doğru hareket ede ede ve doğruluğu araya araya
nihayet Allah indinde bir sıddıyk (çok doğru kiĢi olarak
) yazılır. Sizleri yalan söylemekten Ģiddetle
sakındırırım. Çünkü yalan söylemek fâcirliğe (kötülüğe)
götürür. Fâcirlik de Cehenneme götürür. KiĢi yalan
söyleye söyleye ve yalanı araya araya nihayet Allah
katında eğitimli bir yalancı yazılır.” (Müslim, Kitabu’l-
Birr:105).
Ey Allah’a sadık dost, Rasûluna hayırlı ümmet
hazırlığı içinde olan benim din kardeĢlerim! Yalanın her
türlüsünden uzak durmaya gayret gösterelim, Ģeytanın
nefsimizi binek yapmasına izin vermeyelim, baĢımıza
gelen her “hayır ve Ģerrin” bir imtihan gereği tecelli
ettiğini hiç akıldan çıkarmayalım ki, umduğumuzu
bulabilelim! Yukarıdaki âyette belirtildiği üzere Allah da
iĢlerimizi düzene koyup hatalarımızı, kusurlarımızı
77
bağıĢlasın! Anlayan için ne kadar güzel bir nimet!
HoĢumuza gitse bile yalan söz söylemekten kaçınalım;
çünkü yalanın Ģakası da yine yalandır.
e. İftira atmak
Diğer canlılarda olduğu gibi insanlar da kendi
türleriyle toplu halde yaĢar. Bu nedenle toplumun
birlik, beraberlik ve güvenli düzeninin devamlılığı her
zaman önem arz edip ön plana çıkar. Bunun
gerçekleĢebilmesi için de örf ve âdetlerin yanında
yasalar düzenlenip uygulamaya konulur. Bütün
bunlarda gözetilen amaç, insanın toplum içinde her
türlü korku, endiĢe, kuĢku, güvensizlik ve ahlâk dıĢı
davranıĢlar gibi olumsuzluklardan uzak huzurlu bir
ortamda yaĢayabilmesine olanak tanınmasıdır. Peki, bu
ortam nasıl oluĢturulabilir? Tabii, insan dünya
yaĢamında baĢı- boĢ bırakılmamıĢ, bireylerin toplum
düzenini bozucu söz ve davranıĢları belirlenen
kurallarla önlenmeye çalıĢılmıĢtır. Bunun ötesinde
uyulması gerekli Allah ve Rasûlü’nün (s) öğütleri
vardır. Demek ki, toplumda hakça düzenin egemen
olması yönünden belirleyici kurallar her zaman olmuĢ
ve olacaktır. ĠĢte Yüce Allah’ın buyruğu:
78
“Ey iman edenler! Allah'a karĢı gelmekten nasıl
sakınmak gerekiyorsa, öylece sakının ve siz ancak
Müslümanlar olarak ölün” (3.Ali Ġmran Sûr/102).
“ Ey iman edenler! Allah'a karĢı gelmekten
sakının ve doğru söz söyleyin ki Allah sizin iĢlerinizi
düzeltsin ve günahlarınızı bağıĢlasın. Kim Allah'a ve
Resülüne itaat ederse, muhakkak büyük bir baĢarıya
ulaĢmıĢtır.”(33.Ahzab Sûr/70-71)
Kötülük, genel bir ifadedir. Ġnsanların huzurunu
bozan, birbirine düĢüren, zarar ve ziyan veren her söz
ve davranıĢ bu kelime ile ifade edilir. Allah Teâlâ da
bizleri uyarıp kötülükten uzak durmamızı öğütlüyor.
Nedeni? Toplumda hakça düzenin devamlılığı ancak bu
önlemlerle sağlanabilir, olmasıdır. Söz konusu
kötülüklerin birisi de “iftira atma” olayıdır. Nefsine
yenik düĢüp ahlâken zafiyet gösteren bazı insanlar,
muhatabını kötülemek ve diğer insanlar nezdinde
küçük düĢürmek amacıyla bu yola baĢvururlar.
Halbuki, iftira edilen kusur o kiĢinin üzerinde yoktur.
Maksat kusur aramak değil, o kiĢinin çevresiyle olan
iliĢkilerini kesmek ve güvensizlik ortamı oluĢturmaktır.
Hani ne demiĢler,” Çamur at, izi kalsın!” kabilinden
güveni sarsıp hedefe ulaĢmak istenmektedir.
79
Ġftira etmek sonuç bakımından çok etkileyici bir
davranıĢ tarzıdır. GeçmiĢte olduğu gibi günümüzde de
birçok insanın eĢinden ayrılmasına, bulunduğu
makamdan uzaklaĢtırılmasına, evlilik niĢanın
bozulmasına sebep olmaktadır. Ġslâm ahlâkından
nasibini almamıĢ ve kendisine bozgunculuğu meslek
edinmiĢ kiĢiler aramızda dolaĢtığı sürece iftiraya
uğramaktan kaçınmak pek kolay değildir. Kimlere
atılmadı ki, müminlerin annesi, sevgili
Peygamberimizin muhterem eĢi Hz. AiĢe de bu
talihsizlikten nasibini aldı. Ġftiranın en çirkini de,
namuslu kadına “ zina yapıyor” diye haber yaymaktır.
Nitekim yüce Rabbim;
+“Zinadan haberi bulunmayan iffetli mümin
kadınlara zina istinat edenler, dünyada ve ahirette
lânete uğramıĢlardır. Onlara büyük bir azap vardır.”
(24.Nur Sûr/23) buyurmuĢtur.
Ġftira atmanın diğer bir boyutu da kusuru
olmayan bir kiĢiyi suçlu durumda gösterme giriĢimidir.
Cenab-ı Hakk’ın bu konudaki buyruğu ise Ģöyledir:
“+Kim bir hata iĢler veya bir günah kazanır da
sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, Ģüphesiz iftira
80
etmiĢ, apaçık bir günah yüklenmiĢ olur.(4.Nisa
Sûr/112)
Bu nedenle bizlere düĢen görev, iftira olayına
karĢı gerekli inceleme yapmadan kötüleme haberine
kesinlikle inanmamak, olacaktır. Olay aydınlatılınca
müfteri kınanmalı ve ayrıca hakkında hukuku süreç de
baĢlatılmalıdır.
f. İkiyüzlü davranmak
Toplumda güven ortamını sarsan davranıĢlardan
birisi de ikiyüzlü hareket etmektir. Hz. Peygamberimiz
döneminde bu kavrama munafıklık denirdi. Yani,
söylemleriyle kendisini haktan yana gösterip içinde
bunun tersini yaĢatan kiĢi anlamını ifade ediyordu. O
dönemde munafıklar gelip Hz.Peygamberin irĢat
toplantılarına katılıyorlar, O’nu dinliyorlar ve kendi
yandaĢlarıyla beraber olduklarında da alay edip
eğleniyorlardı. Ayrıca savaĢa katıldıklarında da
bozgunculuk çıkarıp müminlerin sebat ve gayretleri ile
imanlarının zafiyete uğramasına çalıĢıyorlardı.
Kurdukları tuzakların, Cebrail’in Hz. Peygambere
81
duyurmasıyla foyaları açığa çıkıyor, buna karĢın yine
de huylarından vazgeçmiyorlardı.
O dönemde olduğu gibi zamanımızda da bu
karaktere sahip insanlar aramızda dolaĢmaktadırlar.
Ġkiyüzlü hareket etmekten haz duyarlar. Bir farkla ki,
Ģimdiki ikiyüzlüler daha çok çıkar amaçlı davranırlar.
Bakarsın abartılı sözlerle senden yana gözükürler, çıkar
amaçlı beklentileri karĢılanmazsa bu defa baĢka bir
mekânda hakkınızda kötüleyici ve aĢağılayıcı sözler
sarf ederler. Bu nedenle, hoĢumuza gitse bile,
yüzümüze övgüler yağdıran kiĢilerin bu sahte samimi
yaklaĢımlarına aldanmamız gerekir. Aksi halde iliĢkiler
hüsranla sonuçlanır; üzüntüsü de yanımıza caba kalır.
g. Aldatma (Rüşvet verme)
Ġslâm kardeĢliğinde güveni sarsan diğer bir
davranıĢ tarzı da aldatma taktikleridir. Aldatma geniĢ
kapsamlı bir kelimedir. Sözle olur, yazıĢma ile olur,
tartıda olur, ölçüde olur, sahte sevgi, saygı ve
gülümseme ile de olur. Dahası, yalana bulanmıĢ her
vaat bir aldatmadan ibarettir. Örneğin, satıcı esnafın
defolu malı müĢteriye sağlam diye yutturmaya
çalıĢması bir aldatma giriĢimidir. BaĢka bir örnek,
82
gününü gün etmek amacıyla bir kızla niĢan yapıp
amacına ulaĢınca niĢanı bozan delikanlının davranıĢı da
aldatma taktiğidir. KarĢı tarafla yapılan anlaĢma
sonunda vaat edilen istekler yerine getirilmezse, bu da
aldatmadır.
Aldatanın amacı çıkar elde etmektir. Aldatıcı,
beklediğini elde edince hemen dönüĢ yapıp yeni
tezgâhlara kendini hazırlar. Böyle bir yaĢam tarzını huy
edindikten sonra da nefsinin bu aĢırı isteğine karĢı
koyamaz hale gelir. Sonra ne olur? Varsa Ģeref
haysiyeti yerlerde sürünür; çevresini dostları değil
menfaat grupları sarar. Diğer bir ifadeyle – tabiri caiz
ise- insan müsveddesi olarak ortalıkta dolaĢır.
Oysaki, Allah inancını içinde yaĢatan gerçek kullar,
toplumun sosyal iliĢkilerini saygı, sevgi ve adalet
ölçülerinde devam ettirirken erdemli olmayı da
ellerinden bırakmazlar. Aldatma gibi ahlâk dıĢı
davranıĢla din kardeĢini üzmekten hem kaçınır ve hem
de utanç duyarlar.
NEFSİN OLGUNLAŞMASI
83
Yukarıda da bahsedildiği üzere Cennette
yaratılan Hz. Âdem ile eĢi Hz. Havva’nın yasak meyve
yemeleri sonucu edep yerleri açılmıĢ ve bundan dolayı
da manevi olarak kirlenmiĢlerdi. Cennet yaĢamında ise
böyle yaĢam tarzının yeri yoktu; temizlenmeleri
gerekiyordu. ĠĢte bu nedenle, Hz. Âdem ile Havva
dünyaya indirilmiĢ ve burada kendilerinden nefislerini
kötülüklerden arındırmaları istenmiĢti. Diğer bir
ifadeyle nefislerinin terbiye edilip olgunlaĢması
öngörülmüĢtü. Ama bu oldukça meĢakkatli ve sabır
gerektiren bir iĢ, nasıl baĢarılacaktı?
Bu konu, insanoğlunun dünyaya ayak bastıktan
itibaren zamanımıza kadar geçen sürede tazeliğini
korumuĢ ve soruna iliĢkin çözüm yolları her devre ait
dinlerin Ģeriatlarında gösterilmiĢti. Örneğin;
Hz. Âdem’in iki oğlu, hoĢnutluğunu kazanmak
amacıyla Allah’a birer kurban sunarlar. Fakat birisinin
kurbanı kabul edilir, diğerininki ise edilmez. Kurbanı
kabul edilmeyen, kardeĢini kıskanarak onu öldürmek
ister. Bundan sonraki geliĢmeleri Kur’an-ı Kerimden
takip edelim:
+"Ey Muhammed, onlara Âdem'in iki oğlunun
gerçeğe dayalı hikâyesini anlat. Hani ikisi birer kurban
84
sunmuĢlardı da birinin kurbanı kabul edilmiĢ,
öbürünün ki kabul edilmemiĢti. Kurbanı kabul
edilmeyen kardeĢine, "Yemin ederim ki, seni
öldüreceğim" deyince öbür kardeĢi Ģöyle dedi: "Allah
sadece takva sahiplerinin ibadetini kabul eder.
+ Eğer sen öldürmek amacı ile elini bana doğru
uzatacak olursan, ben öldürmek amacı ile elimi sana
doğru uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi
olan Allah'tan korkarım”(5.Maide Sûr/27,28).
Bir diğeri de Hz. Yusuf Peygamber ile Mısır âzizin
karısı Züleyha arasında geçen olaydır. Cenâb-ı Hak
âyet-i kerîmelerde bu olayı Ģöyle bildirir:
“+… Kadın, O’nun nefsinden murat almak istedi.
Kapıları sımsıkı kapattı ve: «– Sana söylüyorum; haydi
beri gel!» dedi. O ise; «(HâĢâ), Allâh’a sığınırım! Zîrâ
kocanız benim velînîmetimdir; o bana güzel davrandı.
(Bana güzel bir mevki verdi). Gerçek Ģudur ki, zalimler
asla felâh bulmaz!» dedi.”
+ “Andolsun ki kadın onu elde etmeye iyice
niyetlenmiĢti. Eğer Rabbinin iĢaret ve ikazını
görmeseydi, o da kadına meyletmiĢ olacaktı. ĠĢte
böylece biz, kötülük ve fuhĢu ondan uzaklaĢtırmak için
85
(bürhânımızı gösterdik). ġüphesiz o, ihlâsa erdirilmiĢ
kullarımızdandı.” (12.Yûsuf Sûr/ 22-24)
Gerçekten bir erkeğin, hayatı boyunca
karĢılaĢabileceği imtihanların en ağırlarından biri;
gençlik, güzellik, servet gibi her türlü cazibe unsuruna
sahip bir kadından, üstelik tenhada gelen davet ve
iltifata karĢı iyice kabaran Ģehvet duygusunu bastırıp
“hayır!” diyebilmesidir. Bunu, Allah’ın yardımıyla Hz.
Yusuf Peygamber baĢarıp gelecek nesillere iyi bir örnek
bırakmıĢtır.
Demek ki, o dönemlerde nefsi kontrol altında
tutma (terbiye) metodu olarak, Allah’a sığınıp yine
ondan korkmak yaklaĢımı seçilmiĢti. Ġslâm dininde de
aynı yaklaĢım koruna gelmektedir. Allah ve Rasûlünün
buyrukları da hep bu yönde olup Müslümanların
nefislerinin kontrol altında tutularak günahlardan
arınması amaçlanmıĢtır.
Ġslâmiyet’in yayılmasıyla dil, din, ırk ve sosyal
yapı olarak değiĢik milletlerle komĢu olunmuĢ veya
Ġslâm Devleti yönetimi altına sokulmuĢtu. Dolayısıyla
onların yaĢam tarzları, örf ve adetleri ile dini görüĢleri
Müslümanları da etkilemiĢti. Bunlardan birisi de, nefsin
terbiyesinde uygulanan yöntemdi.
86
Tibet Budizmi incelendiğinde görülecektir ki,
uygulanan metotların bir bölümü, Asya Ġslâm
devletlerinde zemin bulan “Tasavvuf” bilimine
aktarılmıĢ ve bazı dergâhların eğitim metotları buna
göre ĢekillendirilmiĢti. Tibet Budizm’inde nefsin
terbiyesi için “Buda”nın izlediği yöntem denenir. Yani,
kendini dine adamıĢ Budistler, Buda gibi halktan
uzaklaĢıp mağaralara sığınıp tefekküre dalarlar.
Münzevi denilen bu kiĢiler, düĢüncede, davranıĢta,
yiyip içmede itidalli hareket edip aĢırılıklardan
kaçınırlar. Olumlu (pozitif) düĢünmeyi kendilerine
prensip edinirler. Örneğin, birine bir tokat atsan,
dönüp sana teĢekkür eder. Sebebi sorulduğunda, “
daha kötüsü olabilirdi, mesela kolumu kırabilirdi,
kırmadığı için teĢekkür ettim” diye cevap verir. Her
öğün yemek yemezler, yedikleri zamanda da az ile
yetinirler. Nedeni, nefsin aĢırı isteğini- iĢtahı- kontrol
altında tutmakla izah ederler. Mabede mensup Lamalar
bir iĢ sahibi olup çalıĢmazlar; geçimlerini dilenerek
karĢılarlar. Böylece benlik duygularını bastırmak
isterler.(8)
Batılıların egzersiz, onların ise ayin dedikleri
günlük uyguladıkları beĢ hareketi vardır. Her bir ayin
87
21 kez tekrarlanır. Ġlk ayin ayakta dik durup kollar
yana açılmıĢ olarak soldan sağa kendi etrafında
dönmekten ibarettir. Size bu hareket bir Ģeyi
hatırlatıyor mu? Mesela, “Mevlevilerin yaptığı
sema!”gibi dönme hareketini. Yine her hareket de 21
kez tekrarlanıyor. ĠĢin ilginç yönü “NakĢibendi
tarikatında” da müritlere, zikir amacıyla 21 defa
“kelime-i tevhit (lâ ilâhe illallah)” tekrarlatılır. Neden
19,20, değil de özellikle 21 sayısı seçilmiĢ? (9)
Budizm’de münzeviler halktan uzak yerleri tercih
edip yaĢamlarını sürdürüp dini inançlarının gereklerini
yerine getirirler. Müslümanların geliĢtirdikleri
tarikatlarda da çilehane oluĢturulmuĢtu. Çilehaneye
kapanan müritler, halktan kopuk olarak yaĢarken
nefislerini de kontrol altında tutmaya çalıĢırlardı. Benlik
duygularını etkisiz hale getirmek maksadıyla adi iĢler
gördürülürdü. Mesela, Aziz Mahmut Hüdaî hazretleri
Bursa kadısı iken görevi bırakıp tarikata girmiĢ ve
kendisine Dergâhın tuvalet temizliği görevi verildiği
söylenir. Ġbadetleri eĢliğinde nefislerinin eğitimini
baĢaran tarikat mensupları fizik kanunlarına ters
düĢecek bazı beceriler kazanırlardı. Adına da “evliyânın
kerâmeti” denirdi. Aynı olgu Budistler’ de de görülür.
88
Onlar da uyguladıkları temrinler ve nefsin terbiyesi
sonucu beceri kazanırlar. Öyle ki, düĢünceyi okuyabilir,
hareket halindeki bir cismin yönünü değiĢtirebilir,
kontak anahtarı üzerinde park halindeki otomobili
sürücüsüz çalıĢtırıp hareket ettirebilirler.
Peki, bu benzerlikler vardır diye bir Budist keĢiĢi
ile Ġslâm evliyasını aynı kefeye koyup değerlendirebilir
miyiz? Kesinlikle hayır! Çünkü evliya, Ġslâm dininin
emir ve yasaklarına koĢulsuz uyarak; bu arada nefsini
de terbiye ederek o makama yükselmiĢ, kiĢidir. Hiçbir
evliya keramet sahibi olduğu için sevinmez, onlar
takva sahibi, yani dinin kurallarını yerine getirip biraz
daha Allah’a yaklaĢtıklarından dolayı mutlu olurlar.
Zorunlu olmadıkça da kerametini belli etmek
istemezler. DüĢüncelerini Ģekillendiren, davranıĢlarını
biçimlendiren yaĢam boyu uğraĢılarındaki gerçek
amaç, keramet sahibi olmak değil, günah ve
kusurlardan arınarak Allah’a dost, Hz. Peygamberimize
ümmet olabilme sevdasıdır. Bunun dıĢında çıkar amaçlı
herhangi bir eğilimine rastlanmaz.
Budistlerde ise, Tanrı bolluğu vardır. Üstelik
Tanrı inancı da zayıftır. Onlar için gerçek kurtuluĢ,
tenasüh çemberi denen ruh sıçramasından sonra
89
dünya ıstıraplarından kurtulmaktır (günahkâr insanın
ölüm sonrası ruhunun, bitkiye, hayvana geçip böylece
günahtan arınma inancına ruh sıçraması denir). Bu
kurtuluĢa ulaĢan ruhun, kâinatı yaratan Brahman’dan
çok üstün olduğuna inanırlar. Bu nedenle Budistler ruhi
varlıklara inanır ve onlara dua ederler. Halbuki Ġslâm
inancına göre Allah’a ortak koĢan, hangi inançta olursa
olsun, ne kadar çok salih amel iĢlemiĢ olsa da
kurtuluĢa eremez; gideceği yer ancak Cehennem olur.
ĠĢte bu nedenle Budist keĢiĢi ile Ġslâm’ın evliyasına
aynı gözle bakılamaz. Fizik ötesi kazanımlar ise, nefis
terbiyesi için yapılan meĢakkatli, disiplinli ve gayretli
çalıĢmaların ürünüdür. Örneğin, Tıp Fakültesine yeni
kaydını yaptırmıĢ öğrenci ile yıllarını öğrenim ve
eğitime adayıp uzman doktor unvanını kazanmıĢ bir
kiĢinin hastalığın tedavisinde ki becerisi aynı olabilir
mi? Bunun gibi nefis terbiyesini baĢarmıĢ bir kiĢinin
yeteneklerine bir beceri daha eklenmiĢ olması, diğer
insanlardan farklı bir seviyeye çıkarır fakat onu
kutsallaĢtırmaz. Sirklerde trapezcilerin yaptıkları
Ģahane gösteriler, korku ve heyecan dolu bakıĢlarıyla
seyircileri ĢaĢkına çevirir. Çünkü her hareket
yaralanma veya ölümle sonuçlanması muhtemel bir
90
konumdadır. Fakat deneyim kazanmıĢ o sportmen
göstericiler kendine güvenip her hareketi rahatlıkla
yapabiliyorlar. Demek ki her beceri, sabırlı, Ģuurlu ve
gayretli bir çalıĢmanın ürünüdür.
GeçmiĢ geçmiĢte kaldı. Bizim için önemli olan
yaĢadığımız asırdır. Öyleyse bu asrın toplumsal
yaĢamını ele alarak bugünkü koĢullara göre nefis
terbiyesi için ne gibi metotlar geliĢtirmek konusu
üzerinde durulması gerekir. Soruya yanıt teĢkil edecek
yöntemi iki baĢlık halinde toplayıp irdelemeye
çalıĢalım:
Birincisi, eğitim; ikincisi, Allah ve Rasûlünü her
Ģeyden çok sevmek duygusudur.
Nefis Terbiyesinde Uygulanması Gerekli
Yöntem:
1. Eğitim metodu;
Ġnsan yetiĢtirmek en meĢakkatli görevdir. Bakım
ister, Ģefkat ister, sabır ister, gayret ister, öğretim ve
eğitim ister. Bunları kim yapacak? Öncelikle anne ve
babası; ikinci aĢamada da öğretmenleri gelir. Her
insan doğumdan itibaren delikanlılık çağına kadar
anne, baba ve öğretmeninin merhametine muhtaçtır.
91
Hani derler ya, ağaç yaĢ iken eğilir!. Bunun gibi
insan da çocukluk döneminde öğretilip eğitilmesi önem
arz eder; çünkü o dönemde verilen bilgiler daha kalıcı
ve etkileyici olur. Olgunluk yaĢından sonra edinilen
bilgiler ise zamanla unutulup gider. Özellikle yetmiĢin
üzerindeki yaĢ grubu kiĢiler devamlı olarak çocukluk
dönemlerini hayal edip hatıralarını yaĢarlar. Çünkü
yaĢamı hem sorumsuz ve hem de eğlenceli geçmiĢtir.
Belleğinde köklü yer etmiĢtir. Bu nedenle çocuklara
hem kendisi ve hem de toplum için yararlı bilgiler
verilerek eğitilmelidir ki, olgun insan seviyesine
yükselebilsin.
Peki, “ne gibi bilgiler verilmelidir?” Öncelikle
sağlığın korunması (temizlik), ikinci aĢamada ahlâkın
güzelleĢtirilmesi, üçüncü aĢamada da sosyal ve fen
bilimlerini içeren bilgiler gelir. Toplum için ahlâkın
önemi büyüktür. Toplumda birlik ve beraberliği
sağlayan etken güzel ahlâki davranıĢlardır. Ahlâka yön
veren faktör ise kiĢinin nefsidir. Demek ki, nefis
eğitilirse kiĢi güzel ahlâk sahibi olur. Bu nedenle
çocuklara güzellikler, doğrular ve yararlı olanlar
öğretilmelidir. Yalnız öğretmekle kalınmamalı, takip ve
kontrol edilerek eğitilmelidir. Bunları kim yapacak?
92
Elbette öncelikle anne, baba; sonra da öğretmenler
gelir.
Lise öğretimini,1951- 1955 yılları arasında
aileden uzak baĢka bir Ģehirde tamamladım. Benim
gibi aileden uzak birkaç arkadaĢ kiralık evde
kalıyorduk. Bazı geceler öğretmenlerimiz tarafından
kontrol edilip kötü alıĢkanlıklardan uzak tutulurduk.
Sınıflara baskın yapılıp cepler ve eĢyalarımız
kontrolden geçerdi. Tüm öğretmenlerimiz bizler
nezdinde iyilik sembolleri idi; onları hem sever hem de
sayardık. Tıp ki, sanatçı Ali Rıza Binboğa’nın
“öğretmenim” türküsünde dile getirdiği “öğretmen
kutsaldır anne gibi, öğretmen kutsaldır baba gibi,
öpülecek elleri var!” dizesinin vurguladığı bir anlayıĢ
içerisindeydik.
Nefsin terbiye edilmesinde eğitimin etkinliğini
belirtmek üzere bir hatıramı sizlerle paylaĢmak isterim.
1978- 1979 yılları arasında sekiz ay süreyle Kıbrıs Türk
BarıĢ Kuvvetlerinde görev yaptım. Ġzinli olarak
Türkiye’ye gelirken eĢime hediye bir Ģemsiye aldım.
Beğenildi ve küçük yaĢtaki kızlarım için de almamı
ısrar etti. Kıbrıs’a dönünce aynı dükkâna gidip istekte
bulundum. Fakat fiyatı farklı idi. Sebebini sorunca:” Bu
93
Ģemsiyeler yeni getirildi, fiyatı bundan dolayı farklı,
isterseniz vitrindekini eski fiyattan verelim” diye cevap
verdi.
Görev bitince tayinim Ankara’ya çıktı. Bir gün
Bakanlıklar semtinde bulunan kırtasiyeciye uğradım.
Satıcı öfkelenip kendi kendine söylenip duruyordu.
Beni görünce sıkıntısını anlatmaya baĢladı:” Siz
gelmezden biraz önce Maliye kontrol elamanları
buradaydı. ġu defterleri yeni getirttim, önceden kalan
birkaç defteri bunların arasına katıp yeni fiyatından
satıyordum. Olmaz öyle Ģey diyerek ceza kestiler.
Adamlarda anlayıĢ yok ki, pahalı sattıysam vergisini de
ona göre devlete ödeyeceğim. Bunu dahi
anlamıyorlar.” ĠĢte Ankaralı satıcının anlayıĢı böyle;
peki, Kıbrıs’taki satıcının davranıĢına ne demeli!
Hangisi daha dürüst, Kıbrıslı değil mi? Peki, bu
dürüstlük nereden kaynaklanıyor? Benim kiĢisel
görüĢüm, uzun yıllar Ġngiliz yönetiminde kalmıĢ
olmaları ve aldıkları eğitim metodundan olsa gerek. Bir
defasında da LefkoĢa- Güzelyurt arasında ıssız bölgede
yolun kenarına bırakılmıĢ arızalı otomobil gördüm.
Kimse dokunmamıĢtı. O an düĢünceye daldım, eğer
Türkiye’de olsaydı, acaba arabadan hiçbir eser kalır
94
mıydı? ĠĢte bu nedenle diyorum ki, nefsin
olgunlaĢması için öğretimle beraber bilinçli ve verimli
olmak koĢuluyla eğitim de gereklidir.
Eğitimden asıl kastım, önce anne- baba, sonra
okullarda öğretmenleri vasıtasıyla Ġslâm ahlâkının
güzellik ve doğruluklarnı çocuklara öğretilip
uygulamaları takip edilmelidir. Elbette gerek anne-
baba ve gerekse öğretmenler güzel ahlâkın gereklerini
bizzat yaĢayarak çocuklara örnek davranıĢ
sergilemelidir. Aksi halde çocuğa ne öğretirsen öğret
hiçbir yararı olmaz. Çünkü çocuk, gençik yaĢına kadar
büyüklerini taklit ederek büyür. Bu nedenle eğitimin
önemi göz ardı edilemez. Konuya iliĢkin bilimsel
verileri bilginize sunmak istiyorum:
1975 yılından günümüze kadar geçen sürede,
öğretimde büyük hamleler gerçekleĢtirilmiĢ ve 2010
yılında Üniversitesi olmayan Ġl kalmamıĢtır. Dahası
büyük Ģehirlerde birden fazla Üniversite hizmete
açılmıĢtır. Buna karĢın eğitime yeterli önem
verilemediğinden dolayı toplum güvenliği bakımından
hedeflenen güvenceye ulaĢılamamıĢtır. Bu konuda ki
örnek olarak seçilen veriler Ģöyledir:
95
T.C. Ġstatistik Kurumu 1980-2010 Yıllarına Ait
Ġstatistik Yıllıkları (Kaynak)
K O N U
1975 YILI 2008 YILI FARK
Toplam
Nüfus
40.347.719 71.517.100 31.169.381
Cezaevine
Girenlerin
miktarı
44.548 76.807 32.059
Cezaevine
Girenlerin
Toplam
Nüfusa
Oranı ( % )
%0.11
%0.11
-
1975 yılı nüfus sayımına göre Türkiye’nin toplam
nüfusu 40.347.719’dur. Ayni yıl çeĢitli nedenlerle
Cezaevlerine girenlerin sayısı da 44.548’dir.
2008 yılında Türkiye’nin nüfusu 31.169.381
artarak 71.517.100 kiĢiye ulaĢmıĢtır. Aynı yıl
Cezaevlerine girenlerin sayısı da 76.607 kiĢidir. Bu
rakamların toplam nüfusa oranı ayni, yani % 0.11
olarak belirlenmektedir. Öğretim kurumlarının artarak
yaygınlaĢmasına rağmen suç iĢlemede azalma
96
olmamıĢtır. Bu neyi ifade ediyor? Nefsin suç
iĢlemeye iten aĢırı isteklerinin bastırılmasında topluma
verilen eğitiminin noksanlığını, değil mi?
2. Allah ve Rasûlünü çok sevmek metodu;
Kendini Müslüman kabul eden her kiĢi Allah ve
Rasûlünü sevdiğini sözle ifade eder. Ancak sevgi
derecesi kiĢiden kiĢiye farklı olup değiĢkendir. Kimisi
çok çok sevdiğini zanneder; fakat gerçekle karĢılaĢınca
hiç de öyle olmadığına tanık olur. Bazıları da, Allah ve
Hz. Peygamberimiz söz konusu olunca hoĢuna gitse
dahi, yasak olan her Ģeyden uzaklaĢma özverisini
gösterir. Yani nefsin aĢırı isteklerini yapmayarak Allah
ve Rasûlüne yönelir ve bu yöndeki imtihanını da
baĢarır.
DüĢünmek, kiĢiyi insan yapan önemli bir
unsurdur. Ġnsan olarak yaratılmamızın bir özelliği de
düĢünüp karar verme ve verdiği kararını eyleme
dönüĢtürme isteğidir. Ayrıca bu özellik insanın Allah
katındaki sorumluluğunu da belirler.
Senaryo gereği insanı düĢünüp karar verme
zeminine çekerek kendi kendine konuĢturalım: Mesela
bir kiĢi, gittiği kırsal alanda doğanın güzelliklerini
97
seyrederken derin düĢüncelere dalar ve belleğinde
oluĢan sorulara kendince yanıt bulmaya çalıĢır. ġöyle
ki;
*Sayısız ağaç, bitki, böcek ve hayvan türlerinin
yaĢamlarını sürdürdüğü doğayı imar edip güzelleĢtiren,
tahribatlara karĢı koruyan en etkili canlı türü acaba
hangisidir diye bir düĢünce aklına gelir. Hemen
cevabını bulur: Ġnsan!
*Neden insan? Çünkü insan bedeni topraktan
yaratılmıĢtır. Bu nedenle, nasıl kendisini koruyup
gözetiyorsa, öylece doğayı da koruyup gözetmek, yani
imar etmek insanın aslı görevidir. Ne de olsa ondan
oluĢmuĢ bir parçadır insan. Peki, bu sorumluluğu veren
kim? Her Ģeyi ölçü içinde yaratan ve var ettiğini güzel
eyleyen Yüce Allah’ın bizzat kendisidir! (11.Hud
Sûr/61)
*Ben kimim?
- Ġnsan türünün bir ferdi!
*Beni kim yarattı?
-Allah!
*YaĢam için gerekli olan yiyecek, içecek, giyecek
gibi geçim kolaylıklarını kim takdir edip veriyor?
- Allah!
98
*Sahip olduğum güç ve kuvveti veren kim?
-Allah!
*YaĢlılık döneminde bu olanakları elimden alan
kim?
-Yine Allah!
*Huzurlu bir yaĢam için eĢ ve çocukları nasip
eden kim? Allah!
*Allah nasip etmedikçe kendi gayretimizle bir
gelir elde edebilir miyiz?
- Hayır!
*Mademki, her Ģeyimizi Allah’ın takdirine
borçluyuz; o zaman yaĢam süresince kimi daha çok
sevip ona uymamız gerekir?
- Vicdanın sesi diyor ki, Allah’a!
*Allah bizlerden ne bekliyor?
- Kendisine kulluk görevlerini yerine getirmemizi!
*Öyleyse, kulluk görevleri nelerdir?
- Kur’an-ı Kerimde belirtilen ve Hz.
Peygamberimiz tarafından tüm Müslümanlara tebliğ
edilen emir ve yasaklarla belirlenmiĢ kurallardır.
ĠĢte bu kurallara uyulduğu ölçüde kiĢinin Allah ve
Rasûlüne olan sevgi derecesi belli olur. O sevgi de
kiĢiyi güzel ahlâklı yapar. Güzel ahlâk da Cennete
99
götürür. Peki, kurallara uymayan kiĢi ise ne kazanır;
nefsine yenik düĢtüğü için hem dünyasını ve hem de
ahretini lekeler. Dünya yaĢamında nefsinin aĢırı
isteklerine uyup kötülükler sergileyen kiĢiyi kim
sevebilir? Kimse sevmez; çünkü dünyası sevimsiz
olanın ahreti de bozuk olur.
Gerçekle yüzleĢebilmemiz için sizinle uzun bir
yolculuğa çıkmak istiyorum. Önceden görmediğimiz bir
ülkedeyiz; etrafımız tanımadığımız insanlarla dolu,
hepside günlük uğraĢılarıyla meĢguller. Ne kim
olduğumuzu öğrenen, ne de hal hatır soran var!
Yabancılığın verdiği burukluk neĢemizi de kaçırmıĢtı ki,
uzun zamandır görmediğimiz anne tarafında akraba bir
aile ile tanıĢmak fırsatını bulduk. Ġki gün evlerine
konuk ettiler. Ne var ki üçüncü günü bir kaza geçirdim;
yerimden kımıldayacak halim kalmadı. Misafirlik
uzayınca ailenin yüz hatları da değiĢti; davranıĢları “
yeter artık” dercesine belirgin hale geldi. Daha fazla
huzursuz etmemek üzere hastalığın verdiği ıstırap
içinde evlerinden ayrılırken gösterdikleri
konukseverlikten dolayı da kendilerine teĢekkür ettik.
Bu bir senaryo; olur da, olmayabilir de. Bizi
ilgilendiren taraf, anne baba dıĢında yakının da olsa
100
konuk edip yiyip içirmek bir noktaya kadar. Ondan
sonra huzursuzluklar baĢlar. Buna karĢın verilen
hizmetten dolayı teĢekkür edip minnettarlığınızı
iletiyorsunuz. DüĢünün, hiçbir karĢılık beklemeden,
bizleri yaratan, yaĢamımızı düzenleyen, rızkımızı,
huzurumuzu veren, yaĢam boyu devamlı merhametine
borçlu olduğumuz Rabbimize karĢı tutumumuz nasıl
olmalıdır? Tüm yaĢantımız süresince O’na muhtaç
olduğumuzu nasıl göz ardı edebiliriz! Eğer
doğruluklarla yoğrulmuĢ bir vicdan sahibi isek, Allah’a
karĢı minnettar olmamız ve O’nu sahip olduğumuz her
Ģeyden daha çok sevmemiz gerekmez mi? O’nu
sevmek demek, emir ve yasaklarına uyup itaat etmek,
demektir. O’nu sevmek, sözde değil özde olmalıdır ki
semeresini görebilelim.
KiĢi arkadaĢ sohbetlerinde, kendini dindar
göstermek amacıyla “Ben Allah’ımı çok seviyorum,
ibadetlerimde O’nunla konuĢur gibiyim” tarzda
söylemleri olur. Elbette güzel bir düĢünce ve yaklaĢım
tarzı; fakat aynı kiĢiyi bu defa nefsine uyup haramla
haĢir neĢir halde görürüz. ġimdi bu kiĢinin
söylemlerinin samimiyetine nasıl inanılır? Hani, “Gülü
seven dikenine katlanır” diye bir deyim vardır. Bunun
101
gibi Allah’ı gerçekten seviyor isen, nefsine zor da
gelse, O’nun emir ve yasaklarına koĢulsuz uymalısın.
ĠĢte gerçekle yüzleĢme budur. Söylediklerini,
yaptıklarından dolayı kalbin onaylamıyorsa, kendi
kendini aldatmıĢ olursun!
KiĢi yaĢam boyunca çeĢitli imtihanlar geçirir.
Nefsinin kabarıp helâl haram gözetmeden kiĢiyi
sıkıntıya soktuğu, karar vermede zorlandığı anlar olur.
Bu gibi durumlarda hemen Allah ve Rasûlünü aklına
getirip kendi kendine sormalıdır:
Nefsin isteği yönünde karar verirsem ne
kazanırım? Dünyanın gelip geçici bir menfaati; o da
birkaç gün sonra- unutulup- yok olup gider; geriye
kalan ise dağlar gibi günah yığını!
Peki, dinin emir ve yasaklarına uyarsam
kazancım ne olur? Dünyada erdemli bir yaĢam, ahrette
de Cennet ehli olmak mutluğu; ne dersiniz bu kadarı
yetmez mi? Sorunların çözümünde bu yöntem
kullanıldığı takdirde umarım kiĢide doğru karar verme
yeteneği ivme kazanacaktır. Doğru karar verdiği
sürece de Allah’ın mutlu kulları arasına girecektir.
Nefsin aĢırı ve ısrarlı isteklerini kontrol altında
tutmak bakımından Allah sevgisi ve korkusunun
102
etkisini belirtmek üzere size üç ayrı örnekten
bahsetmek istiyorum:
Birincisi, ayrıntıları yukarıda anlatılan Hz.
Peygamberimiz ile nikâhlı eĢi Hz. Esma arasında geçen
konuĢmalar. Hz. Esma, “Senden Allah’a sığınırım!”
deyince, Hz. Peygamberimiz” Allah’a sığınan kurtuluĢa
erer!”deyip uzattığı elini geri çeker.
Ġkinci olayı, yine Peygamberimizden dinleyelim:
Abdullah Ġbn-i Ömer ( R )’dan Rasûlullah’ın (S.V.
S.) Ģöyle hikâye buyurduğunu iĢittim, dediği rivayet
edilmiĢtir:
*(Ashabım!) Sizden evvel gelip geçen
milletlerden üç kiĢilik bir cemaat sefere gitmiĢler ve
yağmura tutulup dağda bir mağaraya iltica etmiĢler.
Mağaraya girdikleri zaman dağdan bir kaya parçası
aĢağı düĢüp bunların üzerine mağarayı kapatmıĢ.
Bunlar görüĢürler (içlerinden birisi:) sizi bu kayadan
hiçbir Ģey kurtaramaz, ancak a’mâl-i salihanızı yâd
ederek Allah’a dua ve iltica halas eder, der. Bunlardan
birisi:
Ya Rab! Benim amcamın bir kızı vardı. O bana
insanların en sevimlisi idi. Ben ondan kendisine sahip
olmak istedim. Fakat o benden sakındı. Tâ ki yıllardan
103
bir kıtlık yılı eriĢti. Amcamın kızı bana geldi, borç
para istedi. Ben de onunla bir haramgâhta (cinsel iliĢki
de) bulunmak koĢuluyla 120 dinar verdim. O da
sözünde durdu. Fakat ben onunla cinsel iliĢkiye girmek
üzeriyken o bana: Hayır, ey Allah’ın kulu, Allah’tan
kork! Kudret-i fâtıranın bu bekâret” mührünü senin
hiçbir sebeple açmanı helâl etmem, yalnız hakk-ı nikâh
ile helâl ederim, dedi. Artık ben de günah iĢlemekten
vazgeçip insanların bana en sevimlisi olan kızcağızın
yanından ayrıldım. Ve ona verdiğim altınları da
bıraktım.” Allah’ım! Ben bu günahtan, yalnız Senin rıza
ve muhabbetini kazanmak için vazgeçmiĢsem, içinde
kapandığımız Ģu kayadan bizi kurtar!” diye dua eder.
Kaya biraz daha açılır. ġu kadarki, bunlar için yine
çıkmak mümkün olmaz.
(Not: Hadis çok uzun olduğu için konuya iliĢkin yalnız
bu bölüm alındı. Diğer iki yol arkadaĢı da iĢledikleri
salih amelleri karĢılığında yaptıkları dua sonucu
mağaranın giriĢindeki kaya aĢağıya kayar ve bunlar da
mahsur kalmaktan kurtulurlar.). ( Sahih-i Buharı,
Ġcare, hadis No:1030 )
Üçüncü olay;
104
ġehvet duygularını kontrol altında tutmak
giriĢimleri, sadece geçmiĢe dönük davranıĢ biçimi
olmadığını, zamanımızda da bunu baĢaran birçok
insanımızın bulunduğunu söyleyebiliriz. Bunlardan
birisi de kendisini çok sevdiğim ve sözlerine inandığım
bir yakın arkadaĢımdır. BaĢından geçen olayı bilginize
sunmak istiyorum. ArkadaĢım anlatıyor:
“Er Eğitim Merkezinde Tabur komutanı idim. O
zaman rütbem, BinbaĢı idi. Tabura katılan erlerden
birinin kolunun sarılı olduğunu gördüm. Çağırıp ne
olduğunu sorduğumda, bir kavgaya karıĢıp
dövüldüğünü ve bu hale geldiğini, söyledi. Hemen
hastaneye sevk ettim. Aradan 10-15 gün geçmiĢti ki,
nizamiyeden telefon geldi, bir bayan ziyaretçimin
olduğu söylendi. Ziyaretçi bekleme salonuna gidip
bayanla tanıĢtım. Kendisine çay ikram ettim. Benden
niĢanlısı erin baĢından geçenleri anlattıktan sonra
tedavisi için hastaneye gönderilmesi ricasında bulundu.
Ben de, birliğe ilk katıldı günde farkına varıp hastaneye
gönderdiğimi söyledim. Çok sevinip mutluluğunu
teĢekkürle ifade etti. KonuĢma esnasında, varlıklı bir
aileden olduklarını anlatıp ima ile niĢanlısının
askerlikten nasıl muaf tutulmasını sordu. O an tüylerim
105
dikleĢti ve kendisine söylemlerim değiĢti. Ayağa
kalkıp kendisine yol gösterdim. VedalaĢmak üzere
bana yöneldiğinde gözlerini kapatarak sarılıp öpüĢme
pozisyonu aldığını farkettim. Ġki elimle iterek, ne
yapmak istiyorsun diyerek tepki gösterdim. Özür
dileyerk yanımdan uzaklaĢtı.”
Olayı anlattıktan sonra arkadaĢıma Ģöyle bir soru
yönelttim: Sana sarılmak isteyen bayana karĢı o
andaki tepkinizi hangi düĢünceyle yaptınız?
- Çevrenin etkisiyle mi?
- EĢinizden çekindiğiniz için mi?
Ne dese beğenirsiniz? Cevabı, “ Hiç biri değil,
sadece Allah korkusu ile yaptım!” oldu.
ĠĢte bu olaylar, Allah sevgisi ve bağlılığının
nefsin Ģehvet isteğini nasıl önlediğinin bariz bir
örneğidir.
Nitekim Allâh Rasûlü “sallâllâhu aleyhi ve selem”
de, bir hadîs-i Ģerîflerinde;
*Hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyametin o çetin
gününde, Allâh Teâlâ’nın yedi sınıf insanı, arĢın gölgesi
altında barındıracağını bildirdikten sonra, bu sınıflardan
birinin:
106
“Güzel ve mevkî sâhibi bir kadının berâber
olma isteğini, «– Ben Allâh’tan korkarım.» diyerek
reddeden genç…” olduğunu, (Buhârî, Ezân, 36) ifâde
buyurmuĢlardır
Sonuç olarak Ģunu ifade edelim ki, nefsin terbiye
edilip olgunlaĢması bakımından en etkili yöntem, Allah
ve Rasûlünü her Ģeyden daha çok sevmek; diğer bir
ifadeyle buyruklarına koĢulsuz uymak duygusudur.
KiĢi, bu duygu ve düĢünceyle hareket ettiği sürece
hedefine kavuĢacağı umulur.
GeçmiĢ dönemdeki uygulamalar göz önüne
alındığında, kiĢinin rehberi (tarikat Ģeyhi) olmadan
kendi gayretiyle nefsin aĢırı isteklerini bastırıp takva
sahibi olabir mi, diye bir soru akla gelebilir. Evet,
olabilir! Ancak kiĢi önce sağlam bir niyetle iĢe
baĢlamalı ve iradesini sarsacak tepkilere karĢı da akli
selimle hareket etmelidir. Bu da oldukça zor ve
meĢakatlı bir yoldur. Bu maksatla hazırlanan “Nefsin
AĢrı Ġstek Kontrol Çizelgesi” Ek-1’ dedir. Allah’a sevgili
kul, Hz. Muhammede dost olmayı kendine hedef seçen
her Müslümanın kendi kendini kontrol ederek nefsini
olgunlaĢtırmasının mümkün olacağı düĢünülmektedir.
Çizelgede genel olarak, insanların günlük hayatta
107
düĢünce ve davranıĢları dikkate alınarak nefsin aĢırı
istek konuları belirlenmiĢtir. KiĢi her akĢam yatağa
yatmadan önce çizelgeyi kontrol edip günlük
yaĢamında hata yapıp yapmadığını araĢtırmalı ve varsa
hatası ilgili kutucuğu iĢaretlemelidir. Ayrıca tövbe edip
Allah’tan bağıĢlanma dilemelidir. Böyle bir otomatik
kontrol sistemi devam ettirildiğinde zaman içerisinde
nefsin düzeldiği hayranlıka görülecektir.
OKUYUCU İLE SOHBET
Diğer kitaplarımda da belirttiğim üzere insanın
yaratılmasında ki asıl amaç, Allah’a karĢı kulluk
görevini yerine getirmesidir. Dünyada bulunmasının
nedeni ise, yaĢam boyu sınav geçirip ahret
yolculuğunun varıĢ yerini kendisinin belirlemesidir.
Demek ki, insanoğlu bu iki konuyu hiçbir zaman
aklından çıkarmayıp düĢünce ve davranıĢlarını buna
göre yönlendirmelidir.
Allah’ı gözle görüp buyruklarını kulakla
iĢitemediğimizden dolayı kendimizin özgür olduğunu
zannederiz. Oysaki insanoğlu zannettiği gibi serbest,
baĢıboĢ değildir; Allah’ın belirlediği kurallar
108
çerçevesinde yaĢamını sürdürmek zorundadır.
Kurallara uyduğu sürece sevap, uymadığında da günah
yüklenerek imtihan geçirir. Buna göre ahiret hayatında
varacağı mekân ya Cennet, ya da Cehennem olur.
Allah Teâlâ dünya üzerindeki diğer canlılardan
farklı olarak insana, akıl ve irade gücü vermiĢtir. Her
nimetin bir külfeti olacağı kuralına göre insanoğluna da
sorumluluk keyfiyeti yüklemiĢtir. Ġnsanoğlunun
nelerden sorumlu tutulduğunu bilsin diye
Peygamberlerin tebliğinden ayrı olarak kutsal kitaplar
da vermiĢtir. Böylece insanoğlu nelerin kendi yararına
iyi, güzel, faydalı, helâl olduğunu; nelerin de kötü,
zararlı, faydasız ve haram olduğunu öğrenmek fırsatını
bulmuĢtur. Bundan sonra kiĢiye düĢen görev,
sorumluluğunun bilinciyle hareket edip kendi yararına
olanları seçmesidir. Rabbimizin bizlerden isteyip
beklediği de budur. Dikkat edilirse Allah’ın yapınız
dediği, diğer bir ifadeyle yapılmasını farz kıldığı
davranıĢlarda insan için sonsuz yararlar; yasakladığı
iĢlerde ise zarar vardır. Mesela, namaz ve orucu ele
alalım: Namaz kılan Müslüman, üç yönlü yarar elde
eder. ġöyle ki, Allah’ın emrini yerine getirmekle sevap
elde ederken namazın değiĢik hareketleriyle de
109
vücuduna zindelik kazandırır. Ayrıca düĢüncelerini
namaza odaklamakla da kötü duygulardan uzak kalır.
Yani pozitif düĢünmenin avantajını yaĢar. Dahası
sağlıklı yaĢamını devam ettirir. Oruç da kiĢiyi disiplinli,
sabırlı, merhametli ve güzel anlayıĢlı yaparken diğer
taraftan sağlıklı bir beden de kazandırır. Sağlıklı beden
için pozitif düĢünmenin önemini belirtmek üzere
konuya ilĢkin bilimsel verileri bilginize sunmak isterim:
Bedenimizdeki hücrelerin (alyuvarlar hariç) her
birinin çekirdeğinde 23 çift halinde toplam 46
kromozom bulunur. Bunların ikisi cinsiyet kromozomu
olarak bilinir. Erkekte biri erkekliğe, diğeri de diĢiliğe
özgü özellikleri taĢır.
Kromozomların görevi, canlıya ait irsi özellikleri
taĢıması ve bunu kendisinden sonra gelecek nesillere
iletmesi; ayrıca hücre içi faaliyetlerin düzenlenmesini
sağlamasıdır. Kromozomların içinde çift Ģeritli spiral
yapıda uzun moleküller bulunur. Bu moleküllere “DNA”
adı verilir. Bunlar, canlının türüne göre ĢifrelenmiĢ
değiĢik özellikleri içerir. Bazen, basın-yayın
organlarında yer alan haberlere göre, çocuğun
kendisinden olup olmadığını belirlemek üzere “DNA”
110
testi yapıldığından söz edilir. ĠĢte bizler de “DNA”nın
ne iĢe yaradığını böylece hatırlamıĢ oluruz.
DNA, çok ince ve uzun bir çift iplikçikten oluĢur.
DNA’yı sarmal biçimde bükülmüĢ bir ip merdivenine
benzetebiliriz. Bu merdivenin basamaklarını “baz” adı
verilen kimyasal maddeler oluĢturur. DNA’da dört çeĢit
(Adenin, Timin, Sitozin, Guanin) baz bulunur. Bu
bazlar DNA üzerinde belli bir biçimde sıralanarak geni
oluĢturur. Bir hücrede 35,000 civarında gen bulunur.
Genler, protein üretmek için gerekli bilgileri taĢır. Her
bir gen, tek bir proteinin üretilmesinden sorumludur.
(10).
“GENETĠK ZEKÂ-YaĢamın Ġlâhi Sırları” isimli
kitabın yazarı Japon Dr.Kazuo MURAKAMĠ anlatıyor:
”Ġnsanda bulunan genler olumlu ya da olumsuz (iyi
huylu- kötü huylu) değerlendirilmesiyle ikiye ayrılır.
Yapılan araĢtırmalar, olumlu düĢünmenin iyi huylu
genleri harekete geçirip (açma mekanizmasını)
devreye soktuğu, (kapama mekanizmasıyla da) kötü
huylu genlerin faaliyetlerini durdurduğu gerçeğini
ortaya koymuĢtur. Böylece kiĢi sağlıklı yaĢamını
sürdürür. Negatif düĢünce ise kötü huylu genleri
faaliyete geçirip kiĢinin hastalığa yakalanmasına neden
111
olur. Örneğin, doktorun hastasına kanser olduğunu
söylemesi, kiĢi üzerinde travma etkisi yapar. Hastalığın
seyri daha da hızlanır. Bu nedenle, hastaları olumsuz
yönde etkileyecek bilgi verilmesinden prensip olarak
kaçınılır.”(11)
Bu açıklamanın eĢliğinde Ģunu söyleyebiliriz ki,
olumlu düĢünme, kiĢinin hücre içi faaliyetlerini pozitif
etkinliğe yönlendirir. Böylece hem sağlık ve hem de
ruhsal alanda iyimserlik belirtileri oluĢur. Nefsin
kötülüğe iten aĢırı dürtülerini de önlemiĢ olur. Bu
değiĢimden kim fayda görür; kiĢinin hem kendisi ve
hem de toplum, değil mi?
Bilmiyorum hiç düĢündünüz mü, Müslüman
abdest almaya baĢlarken niyet eder, namaza baĢlarken
de yine niyet eder, oruç tutarken de niyet eder, zekât
ve sadaka verirken de niyet eder. Yine tedbirli her
Müslüman akĢam yatağa yatarken, sabah uyandığında
dua ve niyet edip Allah’tan hayırlar diler. Günlük
yaĢamında yapacağı her iĢe dua ve niyetle baĢlar.
Peki, niyetin ne özelliği var ki, kiĢinin yapacağı her iĢe
niyetle baĢlanıyor?
Japon Dr. MURAKAMĠ’nin yukarıdaki
açıklamasını hatırlayalım: Ġyi huylu genlerin baskın
112
çıkması için ne yapılması gerekiyordu? Olumlu
düĢünme, değil mi? Ġyi huylu genlerin baskın çıkası
kiĢiye ne kazandırıyordu, sağlıklı bir beden, değil mi?
Demek ki niyet etmek, düĢünceyi bir konu üzerinde
toplayıp iyi huylu genlerin hareketliliğine ivme
kazandırmaktır.
Televizyon canlı yayınlarında, bazı ünlü kiĢilerin
yakalandıkları kanser hastalığını moral gücüyle nasıl
yendiklerine iliĢkin sevinç dolu beyanlarına tanık
olmaktayız. Bu da, hastanın “ iyileĢeceğim, kendimi
bırakmamam gerekir, ha gayret!”tarzındaki inancını
devamlı canlı tutup sonuç almanın somut örneğidir.
Okuyucular bu defa diyecekler ki niyeti anladık,
peki, dua yapılmasının ne gibi önemi vardır. Dua da
kiĢiyi pozitif düĢünmeye götüren bir araçtır. KiĢi dua
süresince düĢüncesini bir noktaya odaklayıp iyi huylu
genlerin baskın çıkmasına yardımcı olur. Ayrıca duanın
bir de “Tanrı katında kabul edilmesine iliĢkin” manevi
boyutu vardır. Bu konunun özünü anlayabilmek için
“düĢüncenin eyleme nasıl dönüĢtüğünü” öğrenmemiz
gerekecektir. Çünkü her iĢi, her fiili yaratan Allah’tır.
DÜŞÜNCENİN EYLEME DÖNÜŞMESİ
113
DüĢünce eyleme dönüĢürken üç aĢamadan
geçer. ġöyle ki;
*Birinci aĢama, doğuĢ safhası,
*Ġkinci aĢama, düĢünüp karar verme safhası,
*Üçüncü aĢama ise, alınan kararın uygulanması,
yani eyleme dönüĢme safhasıdır. Bunların ayrıntılarına
değinerek konuya açıklık getirelim:
Birinci aĢama, her türlü bilgi veya haberin
beyinde doğuĢu ile baĢlar. Beyinde bilgi oluĢunca
hemen insanın nefsi devreye girip, yararlı- zararlı, iyi-
kötü, helâl-haram gibi ayrıntılara bakmaksızın gerekli
veya gereksiz bilgileri düĢünme sistemine sokmaya
çalıĢır. Örneğin kiĢi hayal dünyasında yaĢarken, gerçek
hayatın ahlâki kural ve yasaklarıyla örtüĢmeyen tarzda
düĢünme sistemine sokulan bilgilere tanık olur. Bunun
somut örneğini de çoğu kez Ģu söyleĢide duyarız: Ġki
kiĢi topluluk ortamında tartıĢırken “ ġeytan diyor ki,
suratına iki yumruk indir, ağzı burnu kan içinde
kalsın!”Ģeklindeki öfkeye dayalı tepki, nefsin düĢünce
sistemine soktuğu bir haberdir. Oysaki, pek zorunlu
olmadıkça kimse bu davranıĢa yaklaĢmaz.
ĠĢte, bu tür bilgileri düĢünce sistemine sokan
etken, insanın nefsidir. Bu bilgilerin bir bölümü,
114
bilinçaltından çıkarılıp düĢünme sistemine sevk
edilirken bir bölümü de, hayal edilen kaynaklardan
aktarılır veya kiĢinin her hangi bir istek ve gayreti
olmadan kendiliğinden oluĢur. Her halükârda bu
bilgilerin düĢünme sistemine sokulması, doğuĢ
safhasını oluĢturur. Genelde bilgilerin doğuĢ safhası,
kiĢinin akıl ve iradesi dıĢında geliĢmesi nedeniyle bu
aĢamadaki oluĢumdan insan sorumlu tutulmaz.
Ġkinci aĢama, düĢünce sistemine sokulan bilgiler
üzerinde düĢünmeyi yoğunlaĢtırıp eyleme dönüĢmesi
yönünde karar verme safhasıdır. Bu aĢamada nefsin
belirleyip önerdiği bilgi veya istekler akıl süzgecinden
geçirilir, yararlı- zararlı, iyi veya kötü yönleri değiĢik
alternatiflere göre tartıĢılarak seçim yapılır. Eğer
yapılması yönünde bir karar alınmıĢ ise irade gücü ile
uygulamaya konulur. ĠĢte, insanın eylemlerinden
sorumlu tutulduğu aĢama da bu safhadır. Ġslâm fıkhı
bunu” Cüzi irade” olarak tanıtmaktadır.
Üçüncü aĢama ise, alınan kararların eyleme
dönüĢme safhasıdır. Bu aĢamada kiĢinin herhangi bir
etkinliği söz konusu değildir. Yetki, tamamen “Mutlak
Ġrade de” yani yaratıcı Güçtedir. Diğer bir ifadeyle, bir
iĢin gerçekleĢmesi yönünde kiĢinin aldığı karar, Allah’ın
115
o fiili yaratmasıyla ancak eyleme dönüĢür. Bunun
doğruluğunun örneklerini her zaman yaĢantımız ve
çevremizde görmek olağandır. Bu nedenle,
yapılmasına karar verilen bir iĢin mutlaka istek
doğrultusunda gerçekleĢecektir, diye kesin bir beklenti
içinde bulunmak bazen yanıltıcı olmaktadır. Çünkü
Allah dilemedikçe o iĢi yapmamız mümkün değildir.
Kanıtı mı isteniyor? ĠĢte yanıtı:
+ “Ve bir Ģey hakkında, ben bunu elbette yarın
yapacağım, deme. Ancak, Allah dileyecek olursa,
yapacağım de...” (18.Kehf Sûr./23-24).
+ “...ĠĢlerde onlara danıĢ. Bir Ģeye kesin karar
verince de artık Allah’a güven. KuĢkusuz Allah kendine
güvenenleri sever.”(3. Al-i Ġmran Sûr./159).
+. (Bedir savaĢı ile ilgili ayet):” O gün siz onları
öldürmediniz. Fakat Allah onları öldürdü. Ey
Muhammed, attığın zaman sen atmadın, fakat Allah
attı. Müminleri güzel bir Ģekilde imtihan etmek için
bunu yaptı. KuĢkusuz Allah her Ģeyi iĢitir ve bilir.”
(8.Enfal Sûr/17)
+ (Hz. Yusuf Peygamberin gençlik döneminde
baĢından geçen olaya iliĢkin ayetler)” Yusuf’un
bulunduğu evdeki kadın, Yusuf’un kendisine
116
yaklaĢmasını istedi ve bütün kapıları kapattı (Haydı
gel! ) dedi. Yusuf ise: ( Allah’a sığınırım. Doğrusu o
(kocan) benim efendimdir. Bana güzel bakmıĢtır.
Gerçek budur ki, zalimler ( zina yapanlar)
kurtulmazlar, dedi.
+ “ Kadın, gerçekten ona niyetlenmiĢ ve o da
ona niyetlenmiĢti. Eğer Yusuf, Rabb’inin burhanını
(Ġlâhi ihtarını) görmemiĢ olsaydı, olacak olan olurdu.
ĠĢte biz, ondan fenalığı ve fuhĢu gidermek için böyle
yaparız. Çünkü o, bizim ihlasli kullarımızdandır.”
(12.Yusuf Sûr/ 23-24)
+ De ki: "Allah dilemedikçe, ben kendime bile ne
bir zarar, ne de fayda verme gücüne
sahibim…………(10.Yunus Sûr/49)
Konuyu aĢağıdaki örnek olay üzerinde
irdeleyelim:
DanıĢtay BaĢkanlığı üyelerine saldırı olayı:
Tarih 17 Mayıs 2006, günlerden ÇarĢamba…
Türkiye, DanıĢtay’a saldırı terör olayı ile sarsıldı.
Anında Ġstanbul Menkul Kıymetler Borsası iniĢe geçti.
Faizler yükseldi; enflasyon tekrar iki haneli rakama
döndü. Ġç politikada gerginlik ve karĢılıklı ithamlar
yaĢandı. Muhalefet partileri ve onların destekçisi
117
kuruluĢlar sistemli olarak, saldırganı
azmettirmekten Ġktidarı sorumlu tuttular. Cenaze
töreninde çirkin sloganlar atıldı. Peki, kamuoyunu bu
kadar geren olay neydi?
Basından öğrendiğimiz kadarıyla, Ġstanbul
Barosuna kayıtlı Alpaslan Aslan adında genç bir
avukat, türban konusunda DanıĢtay’ın önceden verdiği
ve dindar kesimi inciten kararını gerekçe gösterip önce
Cumhuriyet gazetesinin Ġstanbul’daki tesislerine
bombalı saldırıda bulundu; sonra da DanıĢtay’a…
Alpaslan Aslan, bir gün önceden iĢ takibi görüntüsü ile
DanıĢtay binasına girip türban kararını veren Dairenin
odalarını inceler. Ertesi gün çantasına yerleĢtirdiği -
hayalet marka tabir edilen tabancasını-güvenlik
sisteminden geçirmeyi baĢarıp doğruca Ġkinci Daire
bölümüne yönelir. Daire baĢkanı ve üyelerini toplantı
halinde iken yakalar. Hedef alarak her birine tabanca
ile ateĢ etmeye baĢlar. Kimisi ĢaĢkınlık ve heyecanı
yenip masanın altına sığınmaya çalıĢır. Yine de beĢ
kiĢiyi yaralar. ĠĢini bitiren saldırgan binadan çıkıĢ
esnasında güvenlik elamanlarınca etkisiz duruma
getirilir.
118
Yaralılar hastaneye kaldırılır. BaĢına mermi
isabet eden bir üye ameliyat sonrası hayata veda eder.
Diğer yaralılar ise kısa sürede iyileĢerek hastaneden
çıkarlar.
ġimdi, özet olarak bilginize sunulan bu olayı,
sorumluluk yönünden inceleyelim:
Saldırgan günler öncesi olayın cereyan tarzını
enine boyuna düĢünerek planlar. Herhangi bir yanlıĢ
adım atılmasın diye bir gün önceden olay yerinde
incelemede bulunur. Tesadüf o ki, dairenin tüm
üyelerini toplantı halinde bir arada bulma fırsatını elde
eder. Öldürmek kastıyla her birini hedef alıp ateĢ
etmeye baĢlar. Bu ana kadarki geliĢme,”düĢüncenin
eyleme dönüĢmesinin ikinci aĢamasını” oluĢturuyor.
AteĢ edip yaralama olayı ise, üçüncü aĢama safhasıdır.
Olay, saldırganın niyet ve kastine göre değil, Allah’ın
takdiri doğrultusunda sonuçlanır.
ĠĢte bu ve buna benzer olaylar gösteriyor ki,
düĢüncenin eyleme dönüĢmesinde üçüncü aĢama,
Allah’ın takdirine kalmıĢtır. Dilerse, karar aĢamasına
gelmiĢ kiĢiye eylemi gerçekleĢtirecek olanağı sağlar;
dilerse, o fiili yaratmaz ve istek de eyleme dönüĢmez.
Konuya iliĢkin olarak Yüce Rabbim ne buyuruyor;
119
” Allah dilemedikçe hiçbir kimseye ölüm yoktur.
Ölümün vakti, Allah’ın ilminde belirlenmiĢ bir yazıdır.
Kim dünya nimetini isterse ona ondan veririz. Kim de,
ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz.
ġükredenleri müjdele.”(3.Al-i Ġmran Sûr/145). Yüksek
yargıcın ömrü o zaman dilimine kadarmıĢ. Ömür
denilen sayılı günler, ne azalır ne de uzar. Katilin
sorumluluğu ise, ölüm olayına aracılık etmesinden
kaynaklanıyor. Gerçek böylece bilinirse, hayal mahsülü
yanlıĢ düĢünceler ve nefsin kötü duygularından uzak
kalınır.
Sonuç olarak Ģunu söyleyebiliriz ki, kiĢinin
sorumluluğu, isteklerinin yapılması yönünde karar
verip irade gücüyle uygulamaya koymasından ibarettir.
Kötülüğü gerektiren istek, eğer Allah tarafında kabul
edilip fiil olarak yaratılırsa kiĢi cezalı veya günahkâr
olur. ġayet fiil yaratılmazsa, bundan dolayı manevi
sorumluluk yüklenmez.
Olay, nasıl düĢünülüp planlanmıĢ ve nasıl bir
sonuca ulaĢmıĢ; hayli ilginç değil mi?
KiĢi Ģöyle de düĢünebilir, devamlı dua ediyorum
fakat istediklerime kavuĢamıyorum; duaya devamın bir
yararı olacak mı? Elbette olacak, karĢılığında ödülünü
120
elde edeceksin! Nasıl mı? Anlatayım: Ġnsanoğlunun
yaratılmasının esas amacı, Allah’a kulluk görevini
yerine getirmek olduğuna daha önce değindik. Kulluk
demek, Allah’ı en büyük bilip O’nun emir ve
yasaklarına uymaktır. Bunlara uyan ne kazanır? Dünya
yaĢamı için geçimlik, ahireti için de sevap kazanır.
Sevabı bol olanda Cennetle ödüllendirilir. Peki, dua
etmek nedir? Allah’ın biz Müslümanlara emri olup bir
tür ibadettir. Öyleyse dua edip Allah’tan istekte
bulunan Müslüman, bizim bilmediğimiz nedenlerden
dolayı, her ne kadar isteği gerçekleĢmezse de, ibadet
yapmıĢ olma sevabını kazanmıĢ olur.
121
EK- 1
NEFSİN AŞIRI İSTEK KONTROL ÇİZELGESİ
AĢırı Nefis Konuları
Pazart
esi
Salı
ÇarĢ
am
ba
PerĢ
em
be
Cum
a
Cum
art
esi
Pazar
1.Büyüklenmek
2. Övünmek
3. Kıskanmak
4. Kibir-gurur
5. Alay etmek
6. Cana düĢkünlük
7. Mala düĢkünlük
8.ġehvet(cinsel istek)
9. Kötü söz- hakaret
10. Saldırganlık
11. Kin tutmak-Haset
12. Hainlik (düĢünmek)
13. Gıybet etmek
14. Söz taĢımak
15. Fitne çıkarmak
122 16. Ġkiyüzlü davranmak
17. Yalan söz-iftira
BİBLİYOGRAFYA
1.GÜNVER Süleyman, Ġslâm’da YaĢam Yolunun Sınav
Basamakları, Ġzmir- 2005
2.ÖZ Prof. Dr. Mehmet, Vücudunuzu Ne Kadar Ġyi Tanıyorsunuz?
Testi Çözün Siz Kullanın Kılavuzu, Koridor Yayıncılık, Ġstanbul-
2008
3. HALĠLOĞLU, Dr. Tamer(KBB.Uzmanı), Gürültü Kirliliği Sağlığa
Yol Açabilir, 1 Ocak 2006 Bugün Gazetesi Melodi Eki.
4. KÖKSAL M. Asım, Ġslâm Tarihi, ġamil Yayınları/ Ġstanbul,
Cilt:16,Sf:96/
5.Ahmet Cevdet PaĢa, Kısas-ı Enbiya ve Tevarihi Hulefa.
2.cilt,sf:243. Bedir Yayınları
6.KÖKSAL M. Asım, Ġslâm Tarihi, ġamil Yayınları/ Ġstanbul,
Cilt:14,(Medine devri Sf:141)
7.Mehmet HÜSEYĠN Heykel, Hazreti Muhammed Mustafa, Çev:
Ömer Rıza DOĞRUL, Ahmet Halit Kitabevi, 1948/Ġstanbul
8. KELDER Peter, Tibetin Gençlik Pınarı (Ġkinci kitap),
Çev:Esra Özgen, DharmaYayınları, Cağaloğlu/Ġstanbul
9. KAYAHAN Ahmet,” Ruh ve Beden”,Sf:156, Ġlya Ġzmir Yayinevi
Matbaası, 2006/Ġzmir
10. ZÜLÂL Aslı, Kök Hücreler, Döllenme, Kromozom, DNA, Genler,
TÜBĠTAK Bilim ve Teknik Dergisi, Mart 2001 sayısı eki
123 11. MURAKAMĠ, Dr. Kazuo, “Genetik Zekâ-YaĢamın Ġlâhi
Srları- Kozmik kitaplar, Ġstanbul -2007
BİYOGRAFİ
Süleyman GÜNVER
Ġlâhiyatçı - Yazar
22 Eylül 1935 doğumlu olarak Artvin ili- Ardanuç
ilçesi- Bereket köyü nüfusuna kayıtlıdır.
Ġlköğretimini 1945 yılında doğduğu köyde, ortaokul
öğretimini 1950 yılında Artvin il merkezinde, lise
öğretimini 1955’de Rize Lisesinde tamamladı. Aynı
yıl A.Ü.Ġlâhiyat Fakültesine askeri öğrenci
statüsünde kaydını yaptırdı. 1959 yılında mezun
olduktan sonra TSK’nın değiĢik birimlerinde
personel, moral ve sosyal hizmetlere yönelik görev
124
yaptı. 30 yıllık fiili çalıĢma hizmetini tamamladığı
1989 yılında Öğr.Kd.Albay rütbesinde iken
kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayrıldı.
Makale ve araĢtırma yazıları Türk Silahlı
Kuvvetleri dergisi, Kara Kuvvetleri dergisi ile Zafer
ve Fidan dergilerinde yayınlandı. 2002 yılında” Siz
Hangi Kulvarda KoĢuyorsunuz?”, 2003 yılında “
Kendimizi Ne Kadar Tanıyoruz?”, 2005 yılında
ise”Ġslâm’da YaĢam Yolunun Sınav Basamakları”
isimli kitaplarını özel olarak bastırıp tanıdık çevre ve
okumak isteyenlere ücretsiz dağıttı. 2009 yılında
< Ġslâm’ın BarıĢ, Stres ve Mutluluğa BakıĢı > isimli
kitabı ve 2011 yılında da « Kim Olduğunu Nefsine
Sor ! » kitabını yazıp internet aracılığıyla sayın
okuyucuların hizmetine sundu.
Tüm uğraĢı ve gayretlerindeki asıl amacı, “ halka
hizmetin Hakka hizmet” olacağı varsayımı ile
Tanrı’ya yaklaĢabilmenin huzurunu yaĢamaktır.
(E-posta:[email protected])