5
80 D ostoyevski’nin Rus ve dünya edebiyatının baş yapıtlarından biri olan bu romanını okuduğumdan bu yana çok, ama çok uzun zaman geçti. Severek bir solukta okumuş ve çok etkilenmiştim. Aradan bunca yıl geçmesine rağmen Raskolnikov’u, memur emeklisi Marmeladov’u, mecburi fahişe Son- ya’yı, tefeci yaşlı kadın Alyona İva- novna’yı… hiç unutma- dım. Belki de sonraki yıl- larda tekrar okuduğum, oyunlaştırıl- mış olarak sahnede, fil- mini sinema ve televiz- yonda izlediğimden. Eseri bilmeyenler için çok kısa Kültür ve Sanat Dünyasından Tekin Özertem Suç Ceza ve “Bir ayartıya kendini kaptırdıktan sonra değil, ayartı daha içte kıpırdanmaya başlar başlamaz ona tepki gösterip karşı koyabilen kişi ahlâklıdır yalnız...” S. Freud

Kültür ve Sanat Dünyasından · Sokrates’in cezayı infaza cesaret edemeyip savsaklayan, kendisini kaçmaya teşvik eden Atina yö-netimini, baldıran zehirini içerek cezalandırmış

  • Upload
    others

  • View
    2

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

80

Dostoyevski’nin Rus ve dünya edebiyatının

baş yapıtlarından biri olan bu romanını okuduğumdan bu yana çok, ama çok uzun zaman geçti. Severek bir solukta okumuş ve çok etkilenmiştim. Aradan bunca yıl geçmesine rağmen Raskolnikov’u, memur emeklisi Marmeladov’u, mecburi fahişe Son-ya’yı, tefeci yaşlı kadın Alyona İva-

novna’yı… hiç unutma-dım. Belki de sonraki yıl-larda tekrar okuduğum, oyunlaştırıl-mış olarak sahnede, fil-mini sinema ve televiz-yonda izlediğimden.

Eseri bilmeyenler için çok kısa

Kültür ve Sanat DünyasındanTekin Özertem

Suç Cezave

“Bir ayartıya kendini kaptırdıktan sonra değil, ayartı daha içte kıpırdanmaya başlar başlamaz ona tepki gösterip karşı koyabilen kişi ahlâklıdır yalnız...” S. Freud

81

BD EKİM 2016

bırakmaz yakasını. Utanç giderek yaman bir vicdan azabına, pişman-lığa ve korkuya dönüşür. Geride hiç bir iz bırakmamış olsa da giderek bir türlü baş edemediği kuşku ve korkularının esiri olur… Görmez-den geldiği, aldırılmadığı toplumsal değerler, kurallar ve yasalar yeniden anlam kazanır. Yargılamaya başlar kendini. Ne yapacağını bilemez.

Birilerine suçunu itiraf edebilmek, bir nebze de olsa arınmak için yanıp tutuşur. Suçunu yoksul bir fahişe olan Sonya’ya itiraf eder.

Anlattıklarına inanamaz Sonya, dehşete kapılır. “Şimdi ne yapma-lı?” diye soran Raskolnikov’a “Ne mi yapmalı!” diye haykırır, yaşlarla

özetliyorum: Başarılı ve yoksul bir üniversite öğrencisi olan, yok-sulluğun batağında inancını ve değerlerini yitiren Raskolnikov’un öyküsüdür Suç ve Ceza. Hukuk öğ-renimi için geldiği St. Petersburg’da eğitimini sürdüremeyip yarım bırakan, sığındığı çatı katındaki odanın kirasını ödemekte zorlanan, parasına göz diktiği yaşlı ve kötü kalpli tefeci kadın ile kız kardeşini öldüren bir Rus gencinin öyküsü…

Yaşlı tefeci kadını, paranın hep insan-

ları sömüren aşağılık pa-razitlerin eline geçtiğine, toplumun gelişmesine katkı sağlayabilecek in-sanların bu yüzden para sıkıntısı çektiklerine, bunun haksızlık olduğu-na inandığı için öldürür Raskolnikov. Ablası gibi kötü biri olmasa da o sırada eve dönen ve işle-diği suça tanık olan tefe-ci kadının kız kardeşini de! Çünkü varolabilmek için çırpındığı yoksul-luk çukuru içinde tüm kutsal değerler, toplum-sal kurallar ve yasalar anlamlarını yitirmiştir onun için. Kurbanının insanları sömürerek kazandığı para-lar ve yoksulları istismar ederek el koyduğu ziynet eşyaları ile ailesi ve tanıdığı yoksul insanlar için iyi şeyler yapmaktır amacı...

Fakat, işlediği suçun utancı

Raskalnikov, birilerine suçunu itiraf edebilmek, bir nebze de olsa arınmak için yanıp tutuşur. Suçunu yoksul bir fahişe olan Sonya’ya itiraf eder.

82

BD EKİM 2016

dolu gözleri ışıl ışıl parlayarak. “Kalk!” der “Kalk! Ve hemen şimdi, şu anda, bir dörtyol ağzına koş, yere kapan, önce kirlettiğin toprağı öp, sonra dört bir yana eğil, bütün dün-yayı selamla ve Alyona İvanovna’yı ben öldürdüm! diye bağır. O zaman Tanrı sana yeniden hayat verir. Gi-deceksin, gideceksin değil mi?”

Önce direnir Sonya’nın öneri-sine. Suçunu itiraf etmiş ve

rahatlamıştır. Ama zamanla itiraf etmiş olmak yetmez çektiği vicdan

azabından kurtulabilmesi, arınabil-mesi için. Sonya’nın öğütlediği gibi dörtyol ağzına değil… değil, ama işlediği suçun cezasını çekip ken-dince arınabilmek için gidip polise teslim olur.

Dostoyevski’nin bu eseri üze-rinde hep düşündüm: Suç işledikten sonra itiraf edip af dilemek insanı gerçekten arındırır mı diye. Belki, bir ölçüde. Fakat, psikanalizin baba-sı Sigmund Freud öyle demiyor:

“Bir ayartıya kendini kaptır-dıktan sonra değil, ayartı daha içte kıpırdanmaya başlar başlamaz ona tepki gösterip karşı koyabilen kişi ahlâklıdır yalnız. Vakit vakit ahlâk dışı eylemlere girişip sonradan

pişmanlık duyarak pek yüce ahlâk kurallarını kendine amaç edinen ve davranışlarını bu kurallara uydurmaya çalışanlar, işin kolayı-na kaçmakla suçlanacak kişilerdir. Çünkü, ahlâklı olmanın başlıca gereği sayılan gönül tokluğunu/feragati boşlamışlardır. Oysa toplumun pratikteki çıkarı, bireyin ahlâk kurallarına uygun yaşama-sını zorunlu kılmaktadır. Kim bu kurallardan yan çizerse, kavimler göçündeki barbarlara benzer; o barbarlar ki, önce cana kıyıp sonra

tövbe ve istiğfarda bulunmuş, zamanla tövbe ve istiğfar, cana kıymalara olanak sağlayan bir araca dönüşmüştür.” diyor.[1]

Bununla da yetin-miyor: “Ahlâk bakı-mından Dostoyevski’yi

yüce bir yere oturtmaya kalkıp, ancak en koyu ahlâksızlıklardan ge-len kimselerin ahlâklılığın doruğuna ulaşabileceğini buna neden göster-mek, gerçeği görmezden gelmek olacaktır.” diye ekleyip, Dostoyev-ski’yi yaman bir şekilde eleştiriyor. Freud’a göre: “Şeytana uydum, kandırıldım...” demenin toplumun çıkarları ile bağdaşması olası değil. Çünkü ahlâklı olabilmek, kişilerin toplumun değerleri, kuralları ve yasaları ile ters düşmemelerini, top-lumun yararları ile çelişen hırslara kapılmamalarını gerektiriyor. Dinler de çağlar boyunca bu nedenle “Gü-nah” korkusu ile insanların yoldan çıkmasının önünü almaya çalışmış.

Freud’a göre: “Şeytana uydum, kandırıldım...” demenin toplumun çıkarları ile bağdaşması olası değil.

83

BD EKİM 2016

Sokrates’in bu davranışının nedenini oldukça düşündüm geride kalan yıllarımda. Önceleri yargıyı küçük düşürmemek, küçük düşürül-düğünde adaletin sarsılacağı inancı-na bağladım bu davranışını. Sonraki yıllarda görüşüm biraz daha farklı-laştı: Kendisini haksız yere mahkûm eden yargıçları ve yargının kararını onayan senatörleri sonsuza kadar cezalandırarak yargıyı yücelttiği kanısına vardım. En büyük ceza-nın, suçluları işledikleri suçlarla ve sonuçları ile yüzleştirmek olduğuna; suçluların öncelikle kendi vicdan-larında kendi kendilerini yargılayıp pişmanlık duymalarının sağlanması gerekliliğine inandım. Bir nebze olsun arınırlar, sonraki yaşamlarında suç işlemekten kaçınırlar diye…

Okuduğum romanlar içinde suç ve ceza konusunda beni

düşünmeye yönlendiren bir başka edebi eser de Victor Hugo’nun[5] Sefiller adlı romanı oldu. Fırın-dan bir somun ekmek çaldığı için

Suç ve ceza konusunda beni daima düşündürmüş olan bir başka olgu da çok eski zamanlara uzan-makta: MÖ 399 yılında, Sokra-tes’in Atina demokrasisi tarafından yargılanışına ve 70 yaşında ölü-me mahkûm edilmesine. Çünkü, Sokrates’in mahkûmiyetinin nedeni demokrasi ile yönetildiği bilinen Atina’da şehir devletinde yaşama dair sorular sormak, eski inançları sorgulayıcı eğitim vermek, tanrılara inanmamak ve gençlerin ahlâkını bozmak… Gerçek neden ise örtülü olsa da: Atina’nın önde gelenleri-nin ve yöneticilerinin tekerlerine çomak sokmak…

Nereden mi biliyoruz? Gerçeği, sadece gerçekleri dile

getirdiği için ölüme mahkûm edilen Sokrates’i suçlamayacak bir devlet düzenin nasıl olması gerektiğini Devlet adlı eserinde tartışan öğ-rencisi Platon’dan.[2] Mah-kemenin hemen öncesi ile mahkeme sürecini anlattığı Euthyphron[3] ve Apología Sokrátus[4] adlı eserlerin-de dile getirdiği şeyler çağımızda da güncellik-lerini hâlâ koruyor. Beni düşündüren: mahkeme sonrasını içeren Kriton[5]

adlı eserinde aktardıkları. Sokrates’in cezayı infaza cesaret edemeyip savsaklayan, kendisini kaçmaya teşvik eden Atina yö-netimini, baldıran zehirini içerek cezalandırmış ve mahkeme kararını kendisinin uygulamış olması.

Sokrates’in baldıran zehiri ile cezalandırılması

84

BD EKİM 2016

kürek cezasına çarptırılan ve bir süre sonra da kaçmayı başaran Jan Valjean’ın öyküsü de suç ve ceza ve adalet kavramlarını irdeleyen başka bir başyapıt. Bu eseri okuduğumda Javert karakterinin dönüşümü ile sarsmıştı beni Victor Hugo. Yasa gereği mutlaka cezalandırılması gerektiğine inandığı Jan Valjean’ı yıllarca izledikten sonra kötü bir insan olmadığına inanan, görevi ile vicdanı arasında sıkışıp kalan polis müfettişi Javert’in intiharı çok genç yaşlarımda suçun tarifi konusunda

etraflıca düşünme-mi; suçu ve suçluyu toplumsal koşulların yarattığını kavrama-mı sağladı.

Suç ve ceza, in-sanın varoluşundan bu yana süre gelen bir olgu. Suçun ol-duğu yerde cezanın olmaması mümkün değil. Kavramların anlam ve kapsamları

zamanla değişmiş olsa da kimi ön yargılı, kimi çıkara dayalı, kimi güçlüden yana kararlarla suçsuz insanların da suçlu ilan edilebilmelerinin önüne ne yazık ki bugüne kadar geçilemedi. Irk, sınıf, düşünce ve inanç farkı gözetmeyen; insanların adil bir şekilde yargılanmasını amaçlayan, yasalara, anayasalara ve mahke-melere rağmen!

Buna karşın hiç bir zaman değişmeyecek, önlenemeye-

cek bir şey var: Suçsuz insanları mahkûm edenlerin vicdan azabın-

dan kolay kolay kurtulamayacakları ve cezalandırılmasalar da yaşam boyunca suçluluk duygusundan kurtulamayacakları... •

[email protected]

1-Sigmund Freud, Dostoyevski ve Baba Katli (1927) 2-Platon (MÖ 427 - MÖ 347) : İslam dünyasında Eflatun olarak bilinen, Antik klasik Yunan filozofu, matematikçi ve batı dünyasındaki ilk yüksek öğretim kurumu olan Atina Akademisinin kurucusu.3-Euthyphron: Antik Yunan’da muhafazakar düşün-ceyi ya da muhafazakar kimlik/düşünce..4-Apología Sokrátus: Sokrates’in Savunması.5-Victor Hugo (1802 – 1885): Fransız şair, romancı ve oyun yazarı.

Victor Hugo

...kimi ön yargılı, kimi çıkara dayalı, kimi güçlüden yana kararlarla suçsuz insanların da suçlu ilan edilebilmeleri-nin önüne ne yazık ki bugüne kadar geçilemedi.