Upload
others
View
16
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
AydınlıkBU SAYIDA
34KİTAP
TANITILIYOR
20 Nisan 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 8
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidirKITAP.
Toplam: 261
Derin derin
düşünün!
Deliliğe ve isyana dair
Çocuklar içinrengârenk
sayfalar
Alman kültürüne
tutulan ışık
Tarih, tahrifataaçıktır!
Atilla Dorsay:
“Sinema ve edebiyat düşman kardeştirler”
Michael Ende, ünlü kitab� “Momo”da kapitalizme çok sa�lambir ele�tiri getirirken, gerçekten bir “çocuk kitab�” m� yazm��t�r?Soruya çok rahatl�kla “evet...” diye yan�t verebiliriz.
Hat�rlanaca�� gibi kitapta bir berber “Zaman Tasarruf �ir-keti” elemanlar�nca kand�r�l�r; art�k mü�terileriyle sohbet ede-meyecek, i�ini bir an önce bitirecek, ak�amlar� sevgiyle ilgi-lendi�i ve sohbet etti�i ya�l� annesini bir huzurevine yat�racak,hayat�ndaki ekonomik aç�dan “gereksiz” her �eyden vazge-çecektir. Bunlar�n sonucunda epeyce bir “zaman kazanacak”t�rkahraman�m�z. Art�k kendisini tümüyle i�ine vermektedir, “ka-zançl�”d�r ama eskiden ne�eli bir geveze olan berberimiz, h�rs-l�, mutsuz, depresif biri olup ç�km��t�r.
Momo ve arkada�lar� da ayn� yöntemle oyunlar�ndan edil-mi�lerdir. Oyun yerine “çok gerekli” ama çok s�k�c� faaliyet-lere yönlendirilen Momo ve arkada�lar�, çok geçmeden mü-cadeleye giri�irler.
“Momo”, neresinden bak�lsa öncelikle çocuklara seslenir:Oyunlar�n�zdan, e�lencenizden, yaramazl�klar�n�zdan vazgeç-meyin! Bir çocuk kitab�d�r ama hayat� ö�retir. Ku�kusuz, yal-n�zca çocuklara de�il,yeti�kinlere de...
Bir ba�kas�, Vasconcelos’un “�eker Portakal”� örne�in... Dün-yam�zdaki �iddeti, küçük, çaresiz, ak�ll� bir çocu�un gözündenanlatan; ac�y�, sevgiyi, dostlu�u en saf haliyle tan�tan bir kitapt�ro da... Be� ya��ndaki Zeze’nin hayat� arac�l���yla tan�r�z hayat�ngerçeklerini... Zeze’nin bir a�açla dostlu�u, o kadar çok �eyikapsar ki asl�nda...
Kemalettin Tu�cu’nun kitaplar� ya da Samed Behrengi’ninyazd�klar�... “Pal Soka�� Çocuklar�”...
Kitaplar�n dünyas�ndaki en özel, en unutulmaz, en etkileyi-ci öyküleri bar�nd�r�r çocuklara seslenen yap�tlar. Kitap oku-yan çocuk farkl�d�r ve çocuklar�n okudu�u kitaplar güzeldir.
Bu say�m�zda çocuk kitaplar�na her zamankinden daha faz-la yer verirken, tüm dünya çocuklar�n�n 23 Nisan’�n� kutluyoruz.
Hayatı, çocukkitaplarından
öğrenmek
20 N�SAN 2012 CUMA 3Aydınlık KİTAPİÇİNDEKİLER SUNU
Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Yalçın Koreş Cad. No: 12/A Bodrum Kat
Bağcılar / İstanbul Tel: 0212 655 44 34
Yönetim Yeriİstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbulTel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04
Faks: 0212 252 51 22
Editör: Pınar AkkoçYazıişleri: Damla YazıcıReklam Müdürü: Saynur OkuroğluSayfa Sekreteri: Egemen Yamandağ
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.
adına sahibi:Mehmet Sabuncu
Genel Yayın Yönetmeni:Serhan Bolluk
Sorumlu Müdür:Mehmet Bozkurt
Aydınlık
KITAP.
Haftanın Portresi: Octavio Paz s. 4
“Suçumuz Köy Enstitülü Olmak” s. 4
Çocuklar için s. 6-8
Mecit Ünal: Gülden Terazi s. 10
Deliliğe ve isyana dair bir roman: “Öfke” s. 11
KAPAK: Atilla Dorsay’ın ilk öykü kitabı:
“Hepsi Senin İçin / Tuhaf Aşk Öyküleri” s. 12-14
Jack Goody ve “Tarih Hırsızlığı” s. 15
Sevdasını bize bırakan şair: Kenan Özcan s. 16
“Baba, Oğul ve Kutsal Roman” s. 17
Seyyit Nezir: Arakablo s. 18
Yeni Çıkanlar s. 19
Bir kitap bir film s. 20
Sahaf ve Anadolu’dan Kitabevi s. 21
Alıntı test ve Bulmaca s. 22
Osman Ulagay merak ediyorve soruyor: “Türkiye kime kalacak”
s. 5
Alman kültürüne
tutulan ışık: “Grimm Masalları”
s. 9
ÖneriYorum
Çılgın Türkler Kıbrıs, Turgut ÖzakmanŞu sıralar okuduğum kitap. Turgut Özakman’ın yalnız
bu kitabı değil tüm kitapları okunmalı.
Sızıntı, Barış Pehlivan-Barış TerkoğluGünümüz Türkiye’sini daha iyi tanımak için...
Haymatlos, Kemal YalçınBugün ülkesinin tarihine sahip çıkmayıp ona hoy-
ratça saldıranların nasıl bir alamate bindiklerini anlamakiçin...
Canım Erdalım, Sevgili Babacığım, Can DündarAtatürk’ten sonra çok önemli bir şahsiyet olan İsmet
İnönü’yü tanımak için çok iyi bir fırsat. Çok küçük deolsa hatalar da yapan İnönü’nün değerini hatırlamak
için...
Emniyet İstihbaratının Fethullah Raporları, NusretSenemAmerika’da yaşayan ama yıkıcı icraatlerine tanık olduğu-muz Fethullah Gülen gerçeğiyle yüzleşmemizi sağlayacak,çok önemli bilgiler içeren bir çalışma.
1)
2)
3)
4)
5)
Tarık Akan
20 N�SAN 2012 CUMA4 Aydınlık KİTAP
Octavio Paz(1914-1998)
1990’da Nobel Edebiyat Ödülü’ne
değer görülen ve şiiri, “yolculuğa
çağrı, yuvaya dönüş” olarak tanımlayan
Paz, “yaşamdan şiir yapmaya çalışmak
yerine, yaşamı şiire dönüştürmek
daha güzeldir” demişti
HAFTANIN PORTRES�
17 Nisan 1940 tarihinde açılan ve1938'de Milli Eğitim Bakanı olanHasan Ali Yücel ta-rafından bizzat yöne-tilen KöyEnstitüleri'nin 1954yılında DemokratParti döneminde ka-patılması, Türki-ye'de tartışmasıhalen süren birkonu. Köy Enstitü-leri'nin açılışının 72.yılında yayımlananHamdi İlker imzalı“Suçumuz KöyEnstitülü Olmak /Düzmece Bir Da-vanın Anatomisi1952-1954”, bu tar-tışmaya ilginç birpencereden yakla-şıyor. Prof. Dr.Güler Yalçın, kita-bın arka kapağına yazdığı tanıtımnotunda, “Bu kitapta Türkiye'de vedünyada iktidar değişimi süreçle-rinde yaşanan insanlık dramı zincir-lerinin yalnızca bir halkasını, KöyEnstitülü Hamdi İlker ve arkadaşla-rının başına gelenleri okuyacaksınız.Gerçekte var olmayan bir dernek vegerçekte var olmayan üylerinin ba-şına gelenlere duruşma tutanakla-rıyla tanık olacaksınız” diyor.
Kitabın adına yansıyan düzmecedava, Hamdi İlker'in 1953 yılındagizli cemiyet kurmak ve komünizmpropagandası yapmak suçlamasıylatutuklanmasıyla birlikte açılıyor.“Ortada” bir de dernek var: KöyleriKalkındırma Derneği. Suçun, buderneğin kurucuları ve üyelerince iş-lendiği iddia ediliyor ve biri hariç tü-münün suçsuzluğu 30 ay sonratemyiz mahkemesinde kanıtlanıyor.
Hamdi İlker 1929 Lüleburgaz do-ğumlu bir köylü çocuğu. Kitabının ilksayfalarında çocukluğunu, ailesini,
Kepirtepe Köy Enstitüsü'ne kayıtyaptırışını, okulla ilgili anılarını, duy-gularını, okul arkadaşı Ayşe Serin'le
evliliğini, kimisayfalarda şiirselbir üslup tuttura-rak anlatıyor. Vesonrası: “İlçe jan-darma karako-luna götürüldüm.Uzaktan gördü-ğüm ama ne oldu-ğunu bilmediğimbir bina. Bir yer-lere götürüldüm.Gözlerim açıldı veellerimden kelep-çeler çıkarıldı. Çaygetirildi, sigara tu-tuldu. İçtiktensonra bir şeyler so-ruldu. Dernek, top-lantı, tanıdığım vetanımadığım bir
sürü insanlar. Bunlarla olan yakınlı-ğım ve bunlara benzer sorular...”Sorgu, tutanaklar, raporlar...
Kitabın editörlüğünü yapan GülerYalçın, son bölümde Hamdi İlker'leyaptığı röportaja da yer vermiş veKöy Enstitüleri'nin kapanma neden-leri konusunda ne düşündüğünü sor-muş. İlker'in yanıtı şöyle: “Paramızyokmuş, zora düşmüşüz, ilgisiz kal-mışız, başarısız olmuşuz, can vere-rek, ter dökerek el birliğiylekurduğumuz o güzelim kuruluşunkapanmasını sağlamışız. Suç bizdeolmuş... Oysa öyle bir durum olmadı.1946'ya kadar ne güzel gidiyorduKöy Enstitüleri. Satır aralarındabinde birini anlatabildiğim neden-lerle yön değişmeye başladı, umul-mayan gelişmeler, değişmeler oldu, oyıllar. 14 Mayıs 1950 genel seçimleride tüy dikti. Azgın iktidar dörtnal ilkhedefini seçmişti.”
(“Suçumuz” Köy EnstitülüOlmak, Hamdi İlker, E Yay., 332 s.)
“Bu kitapta Türkiye’de ve dünyada iktidardeğişimi süreçlerinde yaşanan insanlık dramı
zincirlerinin yalnızca bir halkasını, KöyEnstitülü Hamdi İlker ve arkadaşlarının başınagelenleri okuyacaksınız. Gerçekte var olmayan
bir dernek ve gerçekte var olmayan üylerinin başına gelenlere duruşma
tutanaklarıyla tanık olacaksınız”
DemokratParti’nin ilk
hedefi...
HAMD� �LKER’�N ANILARI: “SUÇUMUZ KÖY ENST�TÜLÜ OLMAK”
31 Mart 1914’te Mixcoac adlıküçük bir kasabada doğan şair-denemeci Octavio Paz, 1931’de“Barandal” adlı bir edebiyatdergisi yayımlamaya başladı. İlkşiir kitabı “Luna Silvestre”1933’te çıktı. İspanya İç Savaşısırasında Cumhuriyetçileri des-tekleyerek, “El Popular” adlıişçi gazetesinde yazarlık yaptı.1945’de diplomatik görevlerinebaşladı, önce New York’ta,1962’ye kadar da Fransa’da ça-lıştı. Fransa yıllarında Pablo Ne-ruda’yla tanışan Paz, budostluğun izlerini yaşamı bo-yunca taşıdı. 1962’de Meksi-ka’nın Hindistan büyükelçisiolarak bu ülkeye gitti. 1968’deiktidarı protesto eden öğrenci-lere yönelik olarak gerçekleştiri-len Tlatelolco katliamı üzerineMeksika hükümetini protestoetmek için tüm görevlerinden is-tifa etti. 1990’da Nobel Edebi-yat Ödülü’ne değer görüldü.Şiiri, “yolculuğa çağrı, yuvayadönüş” olarak tanımlayan Paz,“yaşamdan şiir yapmaya çalış-mak yerine, yaşamı şiire dönüş-türmek daha güzeldir” demiş ve
eklemiştir: “Şairlerin özyaşamöyküleri olmaz, onların özyaşamöyküsü şiirleridir.”
Ülkemizde öncelikle, Mek-sika ve tarihi üzerine derinleme-sine bir analiz olaraktanımlanabilecek “Yalnızlık Do-lambacı” adlı kitabıyla tanınanOctavio Paz’ın “Ölüm Çiçek-leri”, “Kartal mı Güneş mi”,“Öteki Ses Şiir ve YüzyılınSonu” adlı eserleri de dilimizeçevrilmiştir. 19 Nisan 1998’deyaşama veda eden Paz’ı saygıylaanıyor ve “Unutuş” adlı şiirin-den bir bölüme Ülkü Tamer çe-virisiyle yer veriyoruz:
“yum gözlerini, yitir kendini karanlıkta göz kapaklarının kırmızı yaprak-ları altında. gömül vızıldayan sesin düşen sesin halklarına ve uzaklarda yankılanan dilsiz bir çağlayan gibi, davulların çalındığı yerde (…) dudaklar, öpüşler, aşk, her şey yeniden doğar o ölümsüz, o yalın unutuşta: gecenin kızlarıdır yıldızlar.”
“Haberi olmadankatkıda bulundu bukitaba BaşbakanErdoğan. Bir siyasi liderolarak çizdiği portreyle,sergilediği davranışlarla,Türkiye’nin 2001’den buyana yaşadığı süreçteoynadığı belirleyici rolleve özellikle de medyayakarşı takındığı tavırlabeni bu kitabı yazmayaiten koşullarınoluşmasına katkıdabulundu.”
Aydınlık KİTAP
Başbakan Tayyip Erdoğan 26
Şubat 2010’da yaptığı konuşmada,“Herkes fikrini söylemekte ser-
besttir. Gayet güzel de böyle belir-lenmiş şeyler var. O insanlara o
kalemleri teslim edenler de der ki‘Kusura bakma kardeşim, bizim
dükkânda sana yer yok’. Çünküherkes vitrinine layık olanını
koyar…” demişti. Başbakanın busözlerinden kısa süre sonra “dük-
kânda” kendisine yer olmadığınıdüşünen Osman Ulagay, Milli-
yet’teki köşe yazılarına ara verdi.Elimizdeki kitabın temelleri de o
günlerde atılmış oldu. Ekonomi ve siyaset ağırlıklı ya-
zılarıyla tanınan Ulagay, son yıl-larda Türkiye’de yaşananlara hem
kendi açısından hem de genel birbakış açısından bakarak, AKP’nin
iktidar oluşundan başlayıp bugüne
kadar geliyor, “Yeni ve büyük”Türkiye’nin hikâyesini anlatıyor.
AKP hükümetinin ülkeye kazan-dırdıkları ve kaybettirdiklerinin
muhasebesi, başbakanın üslubu,
yeni bir muhalefet arayışı da Ula-gay’ın temel meseleleri arasında.Asla saldırgan, umutsuz ve çaresiz
değil yazılanlar. Osman Ulagay,resmin tamamını görmenin öne-minden, 21. yüzyılda Türkiye için
bir fırsat olduğundan söz ediyor vebu fırsatı yakalamak için sormak-tan, sorgulamaktan yana bir tavıralıyor, tartışmadan olumlu sonuç-lara varılamayacağını vurguluyorve “Türkiye Kime Kalacak” ile
Türkiye’yi derin derin düşünmeye
davet ediyor.“Başbakan Erdoğan yazdırdı bu
kitabı bana. Yanlış anlamayın,Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla
ya da ricasıyla yazılmadı bu kitap.Eğer birileri gizlice bilgisayarıma
girip edindiği bilgileri kendisineaktarmadıysa, böyle bir kitabın ya-
zıldığından haberi bile yok SayınBaşbakan’ın. Evet, haberi olmadan
katkıda bulundu bu kitaba Başba-kan Erdoğan. Bir siyasi lider ola-
rak çizdiği portreyle, sergilediğidavranışlarla, Türkiye’nin
2001’den bu yana yaşadığı süreçteoynadığı belirleyici rolle ve özel-
likle de medyaya karşı takındığı ta-vırla beni bu kitabı yazmaya iten
koşulların oluşmasına katkıda bu-lundu.
Bunda şaşacak bir şey yok as-lında. Siyasi çizgisinden, halinden,tavrından, üslubundan, vücut dilin-
den hoşlanalım ya da hoşlanmaya-lım, bugün Erdoğan Türkiyesi’ndeyaşıyoruz. Onun davranışları, tep-kileri ve söylemi belirliyor birçokşeyi. Başbakan Erdoğan’ın Türkiye
için nasıl bir gelecek hedeflediğini,bu hedefe varmak için neler yap-mayı tasarladığını anlamak istiyor-
sanız...” diyen Ulagay, Türkiye’ninadım adım tek adam diktasınadoğru kayışına ilişkin endişelerinide dile getiriyor.
(Türkiye Kime Kalacak, OsmanUlagay, Doğan Kitap, 172 s.)
Derin derindüşünün!
OSMAN ULAGAY MERAK ED�YOR VE SORUYOR:
“TÜRK�YE K�ME KALACAK?”
20 N�SAN 2012 CUMA6 Aydınlık KİTAP
Hikâyesini Devrim Çakır’ın yazdığı, resimlerini AyşınDelibaş Eroğlu’nun çizdiği rengârenk bir okul öncesikitabı… Tedi kedicik, tam okula başladığı sırada an-nesiyle babası uzun bir yolculuğa çıktığında kardeşleriMırılcık ve Hırılcık’a bakmak zorunda kaldığı içinokuldan ayrılıp bir çikolata fabrikasında çalışıyor. Şi-kâyetçi değil tabii ki ama okulunu ve resimli kitapla-rını da ister istemez özlüyor. Hem çalışıp hemokumanın bir yolunu bulması gerekiyor. Çok zamangeçmeden okula yeni başlayan Elbebek ve Gülbebekisminde iki kardeşle tanışıyor ve onlara çikolata karşı-lığında kendisine okuma yazma öğretmelerini teklifediyor. Kardeşler bu teklifi kabul ediyorlar, hem de çi-kolatalar Tedi’den değil kardeşlerin annesinden!
Hikâyesi kadar çizimleri de çok güzel… Pastel renk-
lerde, çocuklarınızın gözünü yormadan ilgisini çekebi-lecek, kocaman, şirin mi şirin bu çizimlerin sahibiAyşın Delibaş Eroğlu. Çocuk kitapları için yaptığıdiğer çizimler Bratislava’da Çocuk Kitapları Bie-nali’nde ve Japonya’da müze ve galerilerde sergilen-miş, hatta çalışmalarından biri UNICEF tarafındantebrik kartı olarak satışa sunulmuş. Çocuklarınızın il-giyle takip edebileceği çizimler arıyorsanız Ayşın De-libaş Eroğlu’nun resimlendirdiği kitaplar doğru adres:“Meraklı Karınca Cimcim Yollarda”, “ArkadaşımPapi”, “Kralın Piresi” ve “Küçük Ev”. (Yapı Kredi Ya-yınları)
(Cici Pisi Tedi, Devrim Çakır, Resimleyen: AyşınDelibaş Eroğlu, Yapı Kredi Yayınları, 30 s,
okul öncesi)
Cici Pisi Tedi
Geçtiğimiz hafta Gianni Rodari’nin “Bir Tele-fonluk Masallar” kitabını okumuştum ve en sev-diğim masallar olmuşlardı. Bu hafta da yazarın“Masal İçinde Masal” kitabı var, yine birbirindengüzel yirmi masal ve inanılmaz karika-türler. Üstelik bu kez Rodari bütün ma-sallarına birden fazla sonuç yazarakdaha da hareketlendirmiş. Her sondaolaylar farklı gelişiyor, kahramanlarfarklı seçimler yapıyorlar. Kitabın so-nunda da “Yazarın Sonları” başlığındayazdığı bölümde Rodari, hazırladığısonlarla ilgili yorumlarını yapmış. Yaniçocuklar okurken kendilerine en yakınsonucu seçtikten sonra arkaya dönüpyazarın o konudaki fikrini de alabili-yorlar. 1980 yılında vefat eden yazarsanki kitabın arkasındaymış gibi cevap veriyor.Bazen üç sonu da uygun buluyor, bazen üçünü dekötü buluyor, bazen de çocuklardan canlarının is-tediği bir son yazmalarını rica ediyor. Bence Gi-
anni Rodari kesinlikle en iyi çocuk yazarlarındanbiri ve çeviriler de kusursuz. Bazı masalları sadeceeğlence için yazmış, kendi de itiraf ediyor, bazıla-rında da çok güzel mesajlar var. Mesela “Havla-
mayı Bilmeyen Köpek” arkadaşlarıylakonuşurken havlaması gerektiğini öğre-niyor, çünkü o bir köpek ve havlamasılazım. Nasıl havlayacağını önce horoz-dan, sonra da bir guguk kuşundan öğ-renmeye kalkışınca da başına gelmeyenkalmıyor. Bu masalın tam üç tane sonuvar ve sonlar hakkında yazar şöyle demiş:“Ben kararlı bir şekilde üçüncü sondanyanayım. Doğru öğretmeni bulmak çokönemlidir. Bu, bir sirk yıldızı olmaktanya da her gün hazır bir tas yemek bul-maktan daha önemlidir.”
Çocuklarınıza eğlenceli okumalar diliyoruz.(Masal İçinde Masal, Gianni Rodari,
Çev: Yelda Gürlek, Resimleyen: Anna Laura Cantone, Can Çocuk Yayınları, 220 s.)
Masal İçinde MasalGamze Varım’ın Türkçeleştirdiği bu ki-tabın hazır çocuklar dondurmayakavuşmuşken iyi gidebileceğinidüşündük. Annesiyle babası don-durma satmak için Fiyonk Ma-karna adında bir karavan alanSelin ve Engin kardeşler, kara-vanda buldukları “köpük bom-bası şerbeti” ile heyecanlı birmaceranın içinde buluyorlar ken-dilerini. Dondurmaya kattıklarıköpük bombası şerbetini her yiyenönce ağzında küçük patlamalaryaşıyor ve sonra çok mutlu oluyor. Peki,bu şerbet bitince ne olacak? Annesiyeni formül arayışlarına başlayacak, ka-ravan canlanacak ve evin keçisi Cam-göz’le arkadaş olacak, Camgözdurmadan ortalığı karıştıracak, hep be-
raber birbirinden tuhaf malzemelerleyaptıkları dondurmalarsatacaklar: peltemsilokum, acı çilek, titrek çi-kolata, nane soslu pey-nirli bezelye. Her şeygüzel giderken bir günFiyonk Makarna eviniözleyip sahile inecek veorda denizdeki bir ada-mın hayatını kurtarmakiçin suya atlayıp hastala-
nacak ve bakın son isteği ne olacak? Bumacerayı çocuklarınızın dondurma eş-liğinde okumasına izin verin lütfen.
(Dondurma Makinesi, Julie Ber-tagna, Resimleyen: Chambers ve Dor-
sey, çev: Gamze Varım, Türkiye İşBankası Kültür Yayınları, 83 s.)
Dondurma Makinesi
Çocuklar için rengarenk sayfalar
Çocuklar için rengarenk sayfalar
Çocuklar için rengarenk sayfalar
Çocuklar için rengarenk sayfalar
Çocuklar için rengarenk sayfalar
Çocuklar için rengârenk sayfalar
ÇOCUKLAR İÇİN
Aydınlık KİTAP
DAMLA YAZICIBüyüdük ve kişilik sahibi olduk. Birçokgörünmez el bu kişiliğin oluşmasına,şekillenmesine dokunuşlarda bulundu.“Görünmez el” diyorum, çünkü küçükbir çocukken arkadaşınızın sırrını sak-lamanız gerektiğini öğrendiğiniz anıbilmezsiniz. Yani öğrenmişsinizdir işte.Arkadaşınız bir sır vermiştir size ve“kimseye söyleme, söylersen senle ko-nuşmam bir daha, bu bir sır” demiştirve siz öğrenmişsinizdir. İşte görünmezel ve onların bizim farkında olmadığı-mız öğretici dokunuşları bizi biz yapanen önemli etken. Başta annemiz, ba-bamız, öğretmenlerimiz, yakın arka-daşlarımız... Ama bunların yanındahep unuttuğumuz bir el daha var ki,belki de “adam gibi adam” olmamızınen büyük mimarıdır onlar: Yazarlar.Hele ki tertemiz beyinlerimizle okudu-ğumuz çocuk kitapları yazarları.Henüz hayatın kibrini, soysuzluğunuve buhranını içimize almadığımız za-manlarda bizi dolduran insanlar. İşteonlardan biriydi Muzaffer İzgü.
Çocuk kitapları yazarları dediği-mizde ilk başta aklı-mıza gelen isimlerden.Çok sayıda ve niteliklieserleriyle çocuk dün-yasına hitap etmiş vekuşaklar boyu okun-mayı başarabilmiş birisim.
TRT2’nin film kuşa-ğında rastladığım vebüyük bir keyifle izledi-ğim filmdeki Muzo ka-rakterinin Muzaffer İzgüolduğunu öğrendiğimdenasıl sevinmiştim anlata-mam. 1992 yılında Mem-duh Ün tarafından çekilmişti“Zıkkımın Kökü” filmi. Muzaffer İz-gü’nün Adana’da geçen çocukluğunuanlatan “Ekmek Parası” ve onu dahakapsamlı hale getirerek hayatını anlat-tığı romanı “Zıkkımın Kökü”ndenuyarlanmıştı. 1993’te Adana AltınKoza Film Festivali’nde en iyi filmödülü alan “Zıkkımın Kökü” aynı ba-şarıyı, Tokyo’da, Manheim’da ve dahapek çok uluslararası film festivalindetekrarlamıştı.
Yoksulluk içinde geçen bir çocuklukama buna rağmen acıma efektlerindenarındırılmış, içten, sımsıcak bir hislehem okuyucuya hem de izleyiciyegeçen bir hikaye Muzo’nun ki. Bir kır-mızı çizme almak için sokaklarda darısatarken mahçup olan o çocuğu unut-mak ne mümkün. “-Darı vaaarrrrr, da-rııııııııı… Hamama girdi kocakarıııııı…Dişleri sarı sarııııııııııııı… Darı va-aarrrrr, darııııııııı… Hamama girdi ko-cakarıııııı… Dişleri sarı sarııııııııııııı…”
O yılların Adana’sını, yazlık sine-maları, geçim savaşını her şeye rağ-men yaşama sevinciyle dolu birçocuğun gözünden, -hele ki bu çocuk
sonradanen sevdiği-niz çocukkitaplarınısize sunankişi olursa-büyük birheyecanlaokuyor ve izliyorsunuz.
Kitabın filme aktarımının kusursuzgerçekleştirildiğini söyleyebilirim. Ki-tabı okurken aklımızda şekillenenbaba karakterinin, filmde MenderesSamancılar tarafından eşsiz bir oyun-culukla sunulması filmi de kitabı dayazarı da unutulmaz kılıyor. İçinizdehep bir burukluk var ama film bo-yunca bol bol gülüyorsunuz da. Garipevet, ama dramın her yerimize işle-diği ve bizi yaşamdan soğuttuğu mo-dern toplumumuzda, yaşamaya,aileye, çalışmaya, okumaya ve yoksul-luğa dair dürüst bir hikaye.
Kitaptan alıntılanan ve filmde seyir-ciye çok güzel sunulan şu kısım Mu-zaffer İzgü’yü ve benim bütün buyazımı özetlemeye yetecek cinsten:
“Yılda bir kez ev sahibi-mizin evine giderdik. ....Anam, bahçemizdeki çatla-mayan narlardan kocamanbir sepet hazırlardı. Sonra,abimle benim elimizi yüzü-müzü bir güzel yıkar, bo-yama pantolonlarımızıgiydirir, bayramlık ayakka-bılarımızı (varsa tabii)ayaklarımıza geçirir, ev sa-hibimizin yolunu tutardık.Narlar, ev sahibimize rüş-vet, biz iki kardeş deacıma duygularını devi-nime geçirecek birer uya-
rıcı... Babam yolda uyarırdı:-Ulan, boynunuzu iyice bükün ha,
diye... Nah şöyle bükeceksiniz!Biz artık, ev sahibimizin oraya dek
iyice alışkanlık kazanalım diye, sokaktabile boynumuzu kırar yürürdük.
Bilmiyorum, kaç liraydı bu bizimoturduğumuz toprak parçasının yıllıkkirası! Toprak parçası diyorum, çünküüzerindeki çerden çöpten odayı ‘yük-sek mühendis’ babam kondurmuştu.
-Ulan, derdi babam, baktınız koca-karı ıngır cıngır ediyor, ağlamayı unut-mayın ha! Ağlayın, sulu sulu dökün!
Kırık boyunla, kıvrım kıvrım merdi-venleri çıkar, geniş bir odanın orta ye-rindeki koltuğa kurulmuş şişman birkadının elini öperdik. Nedense bu elher zaman keçi gibi kokmuştur bana.Ama, işin ucunda ölüm kalım olduktansonra, evelallah öpmek değil ya, yaladeseler yalardım bu kalın damarlı keçikeçi kokan eli...
Babam, ‘Münevver Hanım’, derdi,‘sayenizde büyüyüp gidiyor işte sabiler.’
Göz kırpardı babam, bu, ‘boynu-nuzu biraz daha kırın!’ demekti.”
İçinizdeki çocuğun ölmemesi dile-ğiyle...
MUZAFFER �ZGÜ, “EKMEK PARASI”VE “ZIKKIMIN KÖKÜ”
Boynu bükükküheylan
20 N�SAN 2012 CUMA ÇOCUKLAR İÇİNAydınlık KİTAP8
Starling ŞatosuSerüvenleri - Buzlu İksir
Çok sevdiği çocuklar düşlerini sev-giyle beslesinler diye “yazar dede”Muzaffer İzgü’den hem okul öncesihem de ilk okuma dönemi için...Rengârenk, cıvıl cıvıl, oyun ve bilgidolu öyküler... Okuma alışkanlığınadoğru... İnatçı kedi Minnoş ve ailesi,kara çiçek, çıtıpıtı kız, balık çocuk vedaha birçok yeni oyun arkadaşı buöykülerde sizi bekliyor. Bu kitaplahem ilk okuma heyecanını yaşayacakhem de bambaşka dünyalara gide-ceksiniz. - Çocukların “yazar dedesi”Muzaffer İzgü’den yepyeni bir kitap.- Çocukların severek okuyacakları,kendilerinden çok şey bulacakları,bilmedikleri şeyleri öğrenecekleri onöykü. - Çocuk edebiyatının en çokokunan yazarından, çocukların okulöncesi ve ilk okuma dönemi için...
Kedicik PatileriMinicik
Antik Çağ’dan çıkıp gelen şehlagözlü gemi Kibele’yle masalsıbir yolculuk! Alerjisi yüzünden
aşıdan korkan Kerem’in kâbusugerçek olur: Okulda aşı günü-dür! Çocukların hepsi de okadar çok, o kadar çok ağlarlarki, sıradan bir aşı günü, ancak
çok eski çağlarda yaşanacak birserüvene dönüşüverir. İçindeKerem’le arkadaşlarının, servis
şoförüyle hemşirenin, şehlagözlü gemi Kibele’nin ve kötü
adam Kadirbilmez’in yer aldığıinanılmaz bir serüvene!...
Acayip Bir Deniz Yolculuğu
Bu köpek başka köpek! Huzurla-rınızda haylaz köpek Pati ve bit-mek bilmez yaramazlıkları...Çocuklar ve gençler için kalemealdığı sayısız kitapla okurlarınınkalbinde taht kuran bol ödüllüyazar Mavisel Yener’den keyifleokunacak bir masal serisi: HaylazPati’nin Serüvenleri Serinin kah-ramanı Pati, daha kitap fikri oluş-madan çok önce rüyasına girmişMavisel Yener’in. Bu sevimli vehınzır köpek o kadar etkilemiş kiyazarı, ilham perilerinin de kale-mini cezbederek beş kitaplık birserüvenle ete kemiğe bürünmüşzamanla... Her macerasında türlüyaramazlıklar peşinde koşan Hay-laz Pati, “maviş“liklerle dolu ren-kli bir okuma deneyimi vaatediyor minik okurlarına.
Haylaz Pati’ninSerüvenleri
Akademisyen, çevirmen, yazarNecdet Neydim’den çocukluğuçocuk gözüyle anlatan şiirler.Çocuk ve gençlik edebiyatı ala-nındaki araştırmaları ve ku-ramsal çalışmalarıyla tanınanakademisyen, çevirmen, yazarNecdet Neydim’in şiirleri, gü-nümüz çocuklarının kaygıla-rını, özlemlerini, sevinçlerini,hızla değişen yaşamlarını, yineonların gözünden yalın ve etki-leyici bir dille yansıtıyor. Gra-fik tasarımcı Suzan Aral’ınusta işi resimleri ve özgünsayfa tasarımlarıyla bir albümolarak yeniden canlanan kitap-taki 47 şiir, çocuklara edebiya-tın bu özeltürünü sevdirmeyibaşarıyor.
Sen Islık ÇalmayıBilir Misin?
Peki ama kimdi bu teldeki adam?“Teldeki adam bakış açımı değiş-tirmişti. Konuşulanlardan çok ko-nuşulmayanlar, görünenden çokgörünmeyenler çekmeye başla-mıştı ilgimi. Teldeki adam gözlük-lüydü. Gözlüklerininbenimkinden ve babamın arka-daşlarınınkilerden farklı oldu-ğunu anlamıştım. Kimseningöremediği ayrıntıları büyüteçgibi büyütüyordu onunki. Yıkılmatehlikesine karşı boşaltılmış ahşapevin tahta oymalı kapı kolunu,çatı aralarındaki kuş yuvalarını,çocuk parkının köşesindeki, çev-resini otlar büyümüş başı kopukheykeli, fare deliklerini, eski bina-ların birindeki kirden pastan ka-rarmış armayı o göstermesehangimiz görebilecektik?”
Gökte Biri Var
Hayvanlar Yine Resmigeçitte...Kitap kurtları (çocuklar ve anababalar) kollasın kendini.Onlar için (öncelikle çocuklartabii) özel olarak kaleme alı-nan kitaplardan beşincisi“Eşek Dersem Çık, Keçi Der-sem Kaç” yine birbirindengüzel resimlerle yayımlandı.“Eşek” ve “keçi” kitabın adın-dan anlaşılacağı gibi ele alınanhayvanlardan ikisi. Ayrıca“deve”, “at”, “inek”, “koyun”ve “domuz” konusu da var. Ha-yatımızın bir parçası olan hay-vanları birer canlı olaraksevmek ve onlara yakın olmakkadar kültürümüze, edebiyatı-mıza yansımalarıyla bilmek vegünlük hayatımızda bunlarayer vermek de önemlidir.
Eşek Dersem Çık,Keçi Dersem Kaç
Lort Filibooster kötü bir önse-ziye kapılarak vasiyetini yazmayakarar verir. Bütün servetini HidePark’ın ördeklerine, çok çocuklutaksi şoförlerine ve adını telefonrehberinden rastgele seçtiği Ti-mothy’ye bırakır. Hindistan’akaplan avlamaya giden lort esra-rengiz bir biçimde kaybolur.Kendi hâlinde bir piyano akort-çusu olan Timothy, bu beklen-medik miras karşısında çokşaşırır. Ancak paha biçilmez de-finesine kavuşmak için Ege’dekiSisam Adası’na gitmesi gerek-mektedir. Orada Timothy’dendünyanın dört bir yanını dolaşa-rak beş anahtar bulması istenir.Genç piyano akortçusu, Brezilya,Macaristan, Nijerya ve Avustral-ya’da akıl almaz maceralaryaşar...
Beş Kilitli Sandık
Sevim Ak, Can Çocuk Yay�nlar�, 120 s.
Theresa Breslin, �� Bankas� Kültür Yay�nlar�,
çev. Asl� Tanr�yar, 88 s.
Kuzeyin gizemli toprakların-daki Starling Şatosu’na kışgeldi. Şato sakinleri kış eğlen-celerine hazırlanıyor. AncakKış Kral ve Kraliçesi’nin oğluPrens Salkımbuz bu yıl işleribiraz karıştıracak gibi görünü-yor. Rengârenk kar yağması birdereceye kadar hoşgörüyle kar-şılansa da, ekoseli kar tanelerikralı çileden çıkarıyor. Ya Ej-derha Tut’u sinirlendiren yara-mazlara ne demeli? Neyse kiMilla ve takımı var da, o güze-lim kış eğlenceleri planlandığıgibi yapılabiliyor...
Evgene Trivizas, Alt�n Ki-taplar, çev. Ari Çokona,152 s. Ya� grubu: 10+
Muzaffer �zgü, Bilgi Yay�nevi, 208 s.
Mavisel Yener, Tudem Yay�nlar�, 32 s.
Müge �plikçi, Gün����� Kitapl���,92 s. (3-8 ya�)
Necdet Neydim, Gün����� Kitapl���, 88 s.
(3. 4. 5. s�n�flar)
Filiz Özdem, Yap� Kredi Yay�nlar�, 148 s.
20 N�SAN 2012 CUMA 9Aydınlık KİTAP
ELVAN BEŞİKÇİOĞLUEn genel kabulle masallar çocuklaradünyayı ve yaşamı, “iyiler ve kötüler”üzerinden anlatmanın, eğlendirmenin,oyalamanın, avutmanın, uyutmanın, kimizaman da korkutmanın düş ürünü araç-larıdır. Olağanüstü olayların yaşandığı,doğaüstü yaratıkların boy gösterdiği, ger-çeğin başladığı yerde sona eren apayrıbir dünyadır masallar. “Uyuyan Güzel”,“Pamuk Prenses”, “Külkedisi”, “BremenMızıkacıları”, hemen her insanın çocuk-luk döneminde yer almış, sonrasında daiz bırakmıştır. Tabii bir de “Fareli KöyünKavalcısı”, “Mezardaki Çocuk”, “Şeytanve Ninesi”, “Fare, Kuş ve Çocuk” gibi, enhafifinden ürküntü veren, çocuk ru-hunda ürpertilere neden olan masallarvardır ki onların da aynı biçimde belirginizler bıraktıkları söylenebilir.
Batı dünyasının, pek çoğu evrenselhale gelmiş masallarında belli başlı şöylebir ayrımdan söz etmek mümkündür:Andersen'in derlediği masallar, örneğin“Kibritçi Kız”da olduğu gibi çocuklarıdaha çok üzüntüye, hüzne ve gözyaşına;Grimm Kardeşler'inki ise biraz korkuyave tekinsizliğe sevk eder. Bunu, SaffetGünersel'in çevirisi ve Pinhan Yayınla-rı'nın özenli baskısı ve ilgi çekici desenle-riyle ülkemiz okurlarıyla bu kez iki cilthalinde buluşan “Grimm Masalları”nabakarak bir kez daha anlamak mümkün.Ama “Grimm Masalları”nın en büyüközelliğinin bu olmadığını da hemen belir-telim.
PAMUK PRENSES NASILUYANDI?
Jacob Grimm (1785-1863) ve WilhelmGrimm (1786-1859) adlı iki kardeş, Al-manya'yı “Masal Yolu” (Die Marchens-trasse) adı verilen bir güzergah(Grimmler'in memleketi Hanau'dan Bre-men'e uzanan 600 kilometrelik bir yol)izleyerek dolaşmışlar, halktan derledik-leri masalları yazıya dökerek tarihe bı-rakmışlardır. Bu uğraş Almancanınkurallarını da belli oranda ortaya dök-
müş, Alman ulusunun harcını pekiştir-miş, mitlerin ve folklorun “ulus olma”açısından önemini sergilemiştir. Grimm-ler'in aynı zamanda Almancanın enbüyük sözlüğünü yazmaya giriştiklerini,bu çalışmanın yarıda kaldığını (“L”harfi), sözlüğün sonradan Doğu Almandilbilimciler tarafından tamamlandığınıda söyleyelim. Halk masallarının derlen-mesi ve incelenmesi, aynı zamanda“Alman olma”nın ve Alman halk kültü-
rünün tanımını da getirmiştir. İşin püfnoktası da buradadır zaten; Grimm Kar-deşler'in masal derlemeciliği kisvesi al-tında içlerindeki (ya da ortalamaAlman'ın içindeki!) dehşeti satırlara ak-tardığı da hep iddia edilmiştir. GerçektePamuk Prenses'in masum bir öpücükledeğil tecavüze uğrayarak uyandırıldığı,Külkedisi'nin kızgın demirden ayakkabıgiydiği, bizim okuduğumuz masallarınsansürlenip dehşet ögelerinden ayıklan-
dığı da dile getirilir “GrimmMasalları”yla ilgili olarak.
YAHUD�LERE IRKÇI YAKLA�IMÜzerinde durulması gereken bir
diğer nokta ise bu masallardaki anti-se-mitizm. “Grimm Masalları”nın elimiz-deki versiyonunun birinci cildinin 323.sayfasındaki 67. masalın adı bile yete-rince açıklayıcı: “Yahudinin Zoru”. Ma-salın final bölümünü alıntılamak yeterliolacaktır sanırım... “Seyis kemanı çal-mayı kesti, boynuna astıktan sonra tek-rar darağacının merdivenlerinden indi.Yerde yatan ve hala kesik kesik soluyanYahudinin yanına vararak: 'Bana bakmaskara' dedi. 'Şimdi parayı nerdenbulduğunu söyle bakalım! Yoksa kema-nımı boynumdan çıkarır ve yine çal-maya başlarım, ona göre.'
'Ben hep çaldım! Ben hep para çal-dım' diye haykırdı Yahudi, 'Sense pa-ranı hakkınla kazandın!'
Bunun üzerine hakim onu hırsızlık-tan dolayı astırdı.”
Bu küçük örnekten de görüldüğügibi, Grimm Masalları, daha doğrusuderinlerdeki Alman halk kültüründeYahudilere öyle pek de iyi gözle bakıl-mamaktadır.
2005'te tam bu işlerin ustası TerryGilliam tarafından, Matt Damon'ınWilhelm, Heath Ledger'ın da JacobGrimm'i canlandırdığı bir sinema fil-mine dönüştürülen Grimm Kardeşler'inöyküsü, belki de Andersen'in şu sözle-rini çağrıştıracak nitelikte: “Dünyada okadar çok kötü şey var ki, çocukları nekötülüklerden tamamen soyutlamak, nede hep mutsuz son olan bir dünya gös-termek istiyorum.”
Ne olursa olsun, iki ciltlik, toplam1068 sayfalık “Grimm Masalları”, içer-diği 211 masalla, tıpkı “Binbir GeceMasalları” ya da “Dede Korkut Hikaye-leri” gibi, yalnız çocuklar değil, yetişkin-ler tarafından da ilgiyle ve okunmayıhak ediyor.
Alman kültürüne tutulan ışık“GRIMM MASALLARI” �K� C�LT HAL�NDE YAYIMLANDI
Jacob Grimm (1785-1863) veWilhelm Grimm (1786-1859) adlı iki
kardeş, Almanya'yı “Masal Yolu”(Die Marchenstrasse) adı verilen birgüzergah (Grimmler'in memleketiHanau'dan Bremen'e uzanan 600
kilometrelik bir yol) izleyerekdolaşmışlar, halktan derlediklerimasalları yazıya dökerek tarihe
bırakmışlardır. Bu uğraşAlmancanın kurallarını da bellioranda ortaya dökmüş, Almanulusunun harcını pekiştirmiş,
mitlerin ve folklorun “ulus olma”açısından önemini sergilemiştir.
Bugün dünya çapında bilinen bu masal-lar ilkin romantizm akımının önde gelenisimlerinden şair ve edebiyatçı ClemensBrentano’nun isteği üzerine Grimm Kar-deşler tarafından derlenmeye başlamıştır.Brentano’nun masalları bir türlü yayımla-maması üzerine Kardeşler çalışmayı dev-ralıp basmaya karar verirler. Kardeşlermasalları hiçbir zaman sadece birer masalolarak görmezler; onlara göre bu masallarAlman halkının gelenek ve göreneklerinintemellendiği hakikati içeren tarihi belge-lerdir ve Alman halkının kendi kültürünüve kökenini keşfedebilmesi için son dereceönemlidirler. Bu sebeple Kardeşler masal-ların aktarılmasıyla Alman geleneği ve kül-türüne ışık tutmayı, tarihsel hafızayı canlıtutmayı hedeflemişlerdir. XIX. yüzyılın dü-şüncesine de uygun olarak törelerin ve ya-saların tarihsel bilgi içerdiğini düşünmüş vebu bilginin Alman halkının kendini tanı-ması ve anlamasına yardımcı olacağınainanmışlardır.
Başlangıçta Grimm Kardeşler'e sözelolarak anlatılan ve Kardeşler tarafındandaha sonra yayıma hazırlanan masallar ilkbaskısından itibaren çeşitli değişimlere uğ-ramıştır. Yayınevi olarak sadık kalmayıtercih ettiğimiz 1857 yılındaki 7. baskıdayer alan bu 211 masal, Kardeşler'in edebive ahlaki müdahalelerine rağmen şiddet
ve vahşet içermeyi sürdürmektedir. Basıl-dığı tarihten bu yana masallar farklı çev-reler tarafından inceleme konusuolmuştur: Halkbilimciler masalları Almanhalkının gelenek ve göreneklerinin anla-tıldığı otantik metinler olarak ele almış veiçerdikleri hem sözel hem de edebi gele-neği inceleyerek Alman masallarına özgüolan nitelikleri ortaya koymaya çalışmış-lardır. Masalların barındırdıkları ahlakiögeleri konu edinen eğitimciler ise masal-lardan çıkarılacak dersler üzerinden ço-cuklara istenilen davranışlarıkazandırmayı ve belirli bir toplumsal ah-lakı aşılamayı hedeflemişlerdir. Bir yan-dan dönemin sosyopolitik yapısı üzerineipuçlarını arayan sosyolog ve tarihçiler biryandan da kullanılan üslup ve estetik öge-lerle ilgilenen edebiyatçılar masallar üze-rinden XIX. yüzyıla farklı bir yerden ışıktutmaya çalışmışlardır. Dil ve sembolikdünya hakkında çözümlemeler yapan psi-kanalistler içinse masallarda yer alan sem-bollerin neye dair oldukları ve ne içinkullanıldıkları büyük önem taşır.
“Grimm Masalları”nın Türkçede ilk kezyayımlanan bu eksiksiz ve sansürsüz baskısı“Bir varmış, bir yokmu” varolmayan birdünyaya değil, tam tersine varolan dünyayaaçılan bir kapıdır ve bu kapıdan ancak budili okumayı öğrenerek geçilebilir.
İlk kez eksiksiz ve sansürsüz baskıPİNHAN YAYINLARI'NIN NOTU:
20 N�SAN 2012 CUMA Aydınlık KİTAP10
Bugünlerde eski kitaplara dald�m. Biryandan ta� ta��y�p, tahta kesip çivi ça-k�yorum, bir yandan da evde kitapl�-�� düzenliyorum… Tozlar�n� al�p yer-lerine yerle�tirirken yeniden okumak
üzere bir kenara ay�rd���m kitaplar ço�al�nca iç-lerinden bir seçme daha yapmak durumunda kal-d�m; en k�sa zamanda okunacak kitaplar…
Bir süre sonra iki yan�mda iki ayr� kitap küme-si olu�unca bir üçüncüye daha gerek oldu; hemen�imdi, derhal okunacaklar! Dördüncü bir küme da-ha olu�madan, y�llar önce edindi�im al��kanl�kla dörtbe� kitab� dönü�ümlü okumak üzere masan�n üze-rine halen okumakta olduklar�m�n yan�na koyun-ca dördüncü bir küme daha olu�tu ama, kitaplarraflardaki ben de masadaki yerlerimizi ald�k.
Aziz Çal��lar’�n haz�rlad��� “Nâz�m Hik-met/Sanat ve Edebiyat Üstüne Dü�ünceler” ad-
l� kitap i�te o dördüncü kümeden. (Di�er kitaplar:Bilimsel Sosyalizm ve Bilim-Do�u Perinçek, Sözve Yaz�-Özdemir �nce, Edebiyat Müzik ve Felse-fe Üzerine-A. A. Jdanov, Alçakl���n Evrensel Ta-rihi- Borges, SSCB’den Dönü�- Andre Gide, Hal-k�n Ekme�i-Bertolt Brecht, �afak-Sevgi Soysal,E�ik-Irmak Zileli).
HÂM�D’�N B�R P�YES� LONDRA’DAOYNANSA…
Zekeriya Sertel’in ba��nda bulundu�u “Resim-li Ay”da “Putlar� K�r�yoruz” kampanyas� ba�latanNâz�m Hikmet, derginin Haziran 1929 tarihli sa-y�s�nda, kendisine “Dâhi-i Âzam” denilerek put-la�t�r�ld���n� dü�ündü�ü Abdülhak Hâmid’in yay-g�n kan�n�n tersine “Dâhi-i Âzam” olmad���n� ya-z�yor. “Resimli Ay”�n ikinci döneminin en önem-li yay�n� olan “Putlar� Y�k�yoruz” kampanyas� kap-sam�nda Nâz�m Hikmet’in Abdülhak Hâmid’degördü�ü �udur:
Hâmid, Osmanl� toplumunun çok dikkate de-�er bir a�amas�nda ya�am��t�r. Bu a�ama, impa-ratorlu�un can çeki�ti�i, yeni bir toplumsal kuru-lu�un do�um sanc�lar�n�n ya�and��� bir dönemdir.Bu yüzden Abdülhak Hâmid, ayr�nt�da ba�ka özel-likleri olsa bile “�ekspir devri �ngiltere’sinin �eks-pir’i, Rasin, Korney devri Fransa’s�n�n Rasin veKorney’inin” etkisi alt�nda kalm��t�r. Ancak bu et-ki, “Hâmid Bey’in ya�ad��� camian�n medeni ge-rili�i dolay�s�yla mukallitli�e müncer olmu�tur. Okadar ki, bugün Hâmid Bey’in bir piyesini Lon-dra veya Paris’te oynasalar, seyirciler �ekspir,Korney, Rasin’in karikatürle�tirildi�ini, yahut da
aktörlerin rollerini unutup tulâtç�l��a kaçt�klar�n� zan-nederler.” (Nâz�m Hikmet/Sanat ve EdebiyatÜstüne Dü�ünceler, sf. 279, Haz�rlayan Aziz Ça-l��lar, Bilim ve Sanat Kitaplar�, Ocak 1987, �stanbul)
“B�Z ESK�LER� YIKMI�TIK. S�Z DEB�Z� YIKIYORSUNUZ. HAKKINIZ”
Nâz�m Hikmet’e göre Hâmid, içinde ya�ad���toplumsal-tarihsel dönemin özelliklerini evrenseldüzeyde ve o zamana kadar yap�lanlardan dahaiyi bir biçimde yapabilmi� olsa, ad� dâhi sanatç�-lar aras�nda yer alabilecektir. Oysa Abdülhak Hâ-mid bunu yapamam��t�r. Nâz�m Hikmet, bu ko-
nuda Nam�k Kemal ile Ziya Pa�a’y� çok daha ba-�ar�l� bulur.
Bu kampanyadan bir zaman sonra AbdülhakHâmid’le onun evindeki bir yemekte bir araya ge-len Nâz�m Hikmet, �airin ça��n sanat-edebiyat� hak-k�ndaki bilgisi kar��s�nda kendi bilgisizli�ini anlar.Orhan Selim takma ad�yla yazd��� yaz�ya giri�i bi-le hayranl�kla dolu k�sa bir cümledir:
“Burjuva ama, büyük �air…” (Ayn� yer)Nâz�m Hikmet’in, onun bilmedi�ini sand��� sos-
yalist realizmi anlat���n� büyük bir ilgiyle dinleyenHâmid, büyük bir olgunlukla �öyle der:
“-Putlar� k�rmakta hakl�s�n�z. Biz de edebiyat ha-yat�na kat�ld���m�z zaman ayn� �eyi yapt�k. Divanedebiyat�n� y�kt�k, Tanzimat edebiyat�n� getirdik.Türk edebiyat�nda hamleler yapt�k. O vakit biz es-kileri y�km��t�k. �imdi de siz bizi y�k�yorsunuz. Hak-k�n�z…” (Sf. 280).
“Hâmid’in geni� görü�üne bay�ld�m” diyorNâz�m Hikmet; “oysa ben sert tart��malar yapa-ca��m�z� san�yordum.” (Ayn� yer)
NÂZIM’IN 83 YA�INDAK� �A�RDEL�KANLISI
“Putlar� k�rma” kampanyas�n�n yaratt��� tart��-malar sonraki y�llarda da sürmü�tür. Nâz�m Hik-met, Orhan Selim takma ad�yla yazd��� Ak�am ga-zetesinde yay�mlad��� “83 Ya��nda delikanl�” ve“Öptü�üm El” ba�l�kl� iki yaz�s�n� konu ederek sö-zü “Putlar� k�rma” kampanyas�na getirip kendisi-ne sald�ranlara gazetenin 31 Aral�k 1934 günlüsay�s�nda �u yan�t� verir:
“O günlerde Hâmid’i baltal�yanlar, ne onun birozan oldu�unu tan�mamazl�k etmi�ler, ne de buadam kültürlü de�il demi�ler. Onlar, Hâmid dâhide�il de�ildir, o bir put k�l���na sokulmu�tur, put-la�m�� Hâmid’i y�kmak gerektir dü�üncesini önesürmü�ler.”
Orhan Selim olarak kendisinin de bu görü�te ol-du�unu söyleyen Nâz�m Hikmet, e�er bugün de put-la�maya kar�� bir dü�ünce sava�� aç�lacak olsa bu sa-va�ta put k�r�c�lar saf�nda yer alaca��n� belirtir:
“… bir yandan gider, büyük ozan, büyük kül-türlü adam, 83 ya��nda sona eren bir ak�am�n e�i-�inde güne�lerin k�z�ll��� vurmu� bir kaya parças�gibi dimdik durarak ‘MEÇHULE TAPMA. �N-SANA TAP, DED�M” diyen büyük delikanl� Hâ-mid’in elini öper; öte yandan, zorla putla�t�r�lmakistenen Hâmid’e kar�� bütün gücümle balta sal-lard�m!..” (Ayn� yer)
YILLAR SONRA BA�KA GÖZLEBAKINCA
Nam�k Kemal, Tevfik Fikret, Hamdullah Sup-hi, Ahmet Ha�im, Mehmet Emin Yurdakul, Meh-met Akif, Yakup Kadri gibi pek çok �air ve yazar“putlar� k�rma” kampanyas�n�n baltalar�ndan na-sibini alanlar aras�ndad�r.
Nâz�m Hikmet, ne “putlar� k�rma kampanya-s�”nda yazd��� yaz� ve �iirlerde ne de Orhan Selimolarak yazd��� yaz�larda söylediklerinden uzun y�l-lar vazgeçmemi�tir.
Aziz Çal��lar’�n, Nâz�m Hikmet’in “Sanat veEdebiyat Üstüne Dü�ünceler”inde Sabiha Sertel’in
“Roman Gibi” adl� kitab�ndan aktard���na göre“putlar� k�rma kampanyas�”na y�llar sonra ba�kabir gözle bakmakta ve o zamanlar yaz�p söyle-diklerini sekterlikle ele�tirmektedir:
“Biz meselâ ‘putlar� k�r�yoruz’ kampanyas�n� ne-den açt�k?.. Abdülhak Hâmid millî �air e�ilmi�. Mem-leket konular�yla ilgilenmezmi�… Proleter �airide�ilmi�… Saltanat devrinde, proletaryan�n dahado�um halinde oldu�u bir devirde onun proleter �ai-ri olmas�n� nas�l bekleyebilirdik?!.. Adam büyük �a-ir. Kendi ufuklar�ndan ç�km��, dünya konular�yla il-gilenmi�. Abdülhak Hâmid ya�ad��� ya�ad��� dev-rin, �artlar�n mahsülüydü. Mehmet Emin ise �air bi-le de�ildi. Mehmet Âkif’in mistik ideolojisini, ger-çekçi eserlerimizle çürütmeli idik. Nam�k Kemal birvatan �airi idi. Zaman�nda Abdülhamit diktatörlü-�üne kar�� sava�t�. Bu yüzden menfalarda süründü.Biz bunlar�n hepsine çatt�k. Bunlar� burjuva �airi, edi-bi diye kenara att�k. Neydi benim o “Berkley” �ii-ri?!... Diyalektik materyalizm �iirle mi ö�retilir?!...Proleter �airi, a�k �iiri yazamaz dedik. Tabiat� ve in-san� unuttuk.” (Sf. 281)
HEYKEL� D�K�LECEK �A�RLERNâz�m Hikmet Mehmet Emin hakk�ndaki �air
bile olmad��� görü�ünü de y�llar sonra de�i�tirmi�tir.Çal��lar, “Bursa Cezaevi’nden Vâ-Nû’lara Mek-tuplar” kitab�ndan �u sözleri aktar�yor:
“Bak tuhaf bir �ey gibi gelecek sana ama, benbugünlerde Mehmet Emin’i inkâr olunan taraf�y-la, yani �air taraf�yla ke�fettim. �üphesiz ki MillîTürk �airi filân de�il, lâkin iyi �air. Adamca��z�n buesasl� taraf�n� kulaktan dolma bir telkinle inkâr edipdurmu�uz.” (Sf. 287)
Aziz Çal��lar’�n, Broy dergisinin Haziran 1986tarihli say�s�nda Ayd�n Aydemir’in haz�rlad��� in-celemeden yapt��� aktarmada da Nâz�m Hikmet’inheykelini dikilmesini istedi�i �airlerin bir listesi yeral�yor:
“Türkiye’de hangi �airlere an�t, heykel dikil-mesini isterdim?.. Yunus’a bir, Karacao�lan’a iki,Fuzuli’ye üç, Nedim’e dört, Fikret’e be�, Âkif’e al-t�, Nam�k Kemal’e yedi, Hâmid’e sekiz, �inasi’yedokuz, Ziya Pa�a’ya on, Yahya Kemal’e on bir Or-han Veli’ye on iki, ha elbette Halit Ziya’ya da. Unut-tuklar�m olacak. Kusura bakmas�nlar… Yaln�z birnoktaya dikkat, ya�ayanlara heykel dikilmesindenyana de�ilim.” (Sf.275)
KEND�LER�N� PUTLA�TIRANLARHer kitab�n ba�ka bir aç�dan okunma olana-
�� vard�r. Bu olanaklar, içinde bulundu�umuz top-lumsal-tarihsel ko�ullara, ideolojik, siyasi ve psi-kolojik göre de�i�ebilir. Bugün o gözle okuma-d���m�z için görmedi�imiz ya da dikkatimizi çek-meyen bir yan ba�ka bir zaman, yer ve ko�uldakendini gösterebilir. “Sanat ve Edebiyat ÜstüneDü�ünceler”i bu kez, Nâz�m Hikmet’in zamaniçinde de�i�en sanat-edebiyat görü�leri temelin-de Abdülhak Hâmid’e bak��� yönünden ele ald�m.Genç ve sekter Nâz�m Hikmet’in yanl���n�n öze-le�tirisini olgun Nâz�m Hikmet yap�yor. Zaten bü-yük olan Nâz�m bir daha büyüyor okuyucunun gö-zünde.
Putları kırma kampanyasında Nâzım’ın yıllar
sonra yaptığı özeleştiri
MEC�T ÜNAL
Günümüz edebiyatında put da yok put kırıcıları da. Yalnızca kendilerini putlaştırma gayretiiçinde olanlardan söz edilebilir belki. Bir de, ideolojik-siyasi-estetik hiçbir içeriği olmayan
hakaret, küfür ve düpedüz sövgüye varan sözlerin masalar sandalyeler gibi havada uçuştuğuinternet gruplarındaki kör döğüşlerinden. Kıracak put bulamadıklarından ya da edebiyata
ilişkin duydukları kaygılardan değil o da, bencilliklerinden…
GÜLDEN TERAZİ
Aydınlık KİTAP
MELİS YALÇINEminim, aranızda liseden mezun olurolmaz, sert kurallarıyla bunaltan birbabadan, dediğim dedik bir annedenve yaşadığı bağnaz çevreden uzaklaş-mak için üniversiteye gidenleriz var-dır. Peki ya yağmurdan kaçarkendoluya tutulanınız oldu mu? 50’li yıl-ların Amerika’sında, yani seküler eği-tim kurumlarında bile haftada bir günşapele gitme zorunluluğunun olduğuzamanlarda, üniversiteye giden gençbir Yahudi’yseniz bunun olması iştenbile değil. O yıllarda bir üniversite de-kanı, eğitimsiz anne- baba-dan daha bağnaz,üniversite ise kırsalbölgede yaşayanbir gencin çevre-sinden daha kı-sıtlayıcıolabiliyordu.Durumböyleolunca,birçokgencinhayal kı-rıklığınauğradığınıve öfkeyekapıldığınısöylememizebile gerek yok.Marcus Messnerda onlardan biri vegörünen o ki, diğerlerigibi uğradığı haksızlıklarkarşısında susup oturacak biride değil. Ateşli bir ateist olan Marcus,tutucu dekanın karşısında BertrandRussell’ın “Neden Hıristiyan Deği-lim” konuşmasından bazı bölümleriokuyacak kadar cüretkâr.Acaba bu cüretkârlığıyanına kâr mı kalacakyoksa bu yüzden ceza-landırılacak mı? Oku-yup göreceğiz.
Pulitzer ödüllüyazar Philip Roth’un“Öfke” adlı romanı,Şeyda Öztürk tarafın-dan dilimize kazandı-rıldı ve Yapı KrediYayınları’ndan çıktı.1951’de Yahudi bir gen-cin Hıristiyan gelenek-lerine bağlı birüniversiteye girmesiyle,Kore Savaşı’nın gölge-sinde, yaşadıkları anlatılıyor hikâye-mizde. Bir yandan oğlunun artıkbüyüdüğüne inanamayan ve onu bek-lediğini düşündüğü tehlikeler karşı-sında çılgına dönen bir babayla, biryandan da bağnaz okul yönetimininuygulamalarıyla uğraşmak zorundakalan Marcus’un hayatının bir andanasıl değiştiğine tanık oluyoruz. Nor-malde halim selim bir çocuk olan
Marcus bir anda okul kurallarına uy-mayan, ailesinin isteklerine boyun eğ-meyi reddeden bir koca adam halinegeliyor gözümüzün önünde. Öte yan-dan okuldan atılıp savaşa katılmak zo-runda kalacağı korkusuylacebelleşirken, öfkeden ve korkudankudurmuş paranoyak babasına benze-meye başlıyor. Ve nihayet kitabın so-nunda, “(…) insanın en alelade, enönemsiz ve hatta gülünç seçimleri,korkunç ve anlaşılmaz biçimde oran-sız sonuçlara yol açabilir” kanısına va-rıyoruz, yazarla birlikte.
Philip Roth edebiyat dünyası-nın en ilginç simalarından
biri. Roth sıkı Yahudigelenekleriyle bü-
yümesine rağmenromanlarında
ve diğer yazı-larında cin-selliktenaçık yürek-lilikle bah-setmektençekinme-yen biryazar.Playboydergisi için
yazdığı öy-küler bu
durum için iyibirer örnek teşkil
eder. Yazar kendisosyal yaşamı da, yarat-
tığı karakterlerin yaşamınıaratmaz. Ancak yazar yazmaya
ağırlık vermek adına hayatında bir deği-şiklik yaptı, New York’tan ayrılıp kırsalalanda bir eve taşındı. David Remnick,New Yorker’da Roth’a yazma hallerini
sormuş, Roth’un cevabı şöyle:“Yalnız yaşıyorum yani so-
rumlu olduğum, vakit geçire-ceğim kimse yok. Saatlerimintamamen bana ait. Geneldetüm gün yazarım. Akşamdevam etmek istersem salonagitmem, bir başkası bütüngün yalnız kaldı diye onunlavakit geçirmem gerekmez.Öylece oturmam ya da biri-lerini eğlendirmem gerek-mez. Tekrar oturur ve iki-üçsaat daha çalışabilirim. Ge-cenin ikisinde uyanırsam -bu, nadiren başıma gelirama arada olur- ve aklıma
bir şey gelirse ışığı açar veyatak odasında yazarım. Dört bir yandaşu sarı not kâğıtlarından var. Sabahadeğin okurum eğer istersem. Eğer beştekalkarsam ve çalışmak istersem gider ça-lışmaya başlarım. Böyle çalışırım, nöbetçigibi. Doktormuşum ve acildeymişim gibi.
Acil olan benim.”
(Öfke, Philip Roth, Yapı Kredi Yayınları, Çev: Şeyda Öztürk, 144 s.)
Üniversitedemetamorfoz
DEL�L��E VE �SYANA DA�R B�R ROMAN: “ÖFKE”
Normaldehalim selim bir
çocuk olan Marcusbir anda okul kurallar�na
uymayan, ailesininisteklerine boyun e�meyireddeden bir koca adamhaline geliyor gözümüzün
önünde. Öte yandan okuldanat�l�p sava�a kat�lmak zorunda
kalaca�� korkusuylacebelle�irken, öfkeden ve
korkudan kudurmu�paranoyak babas�nabenzemeye ba�l�yor
20 N�SAN 2012 CUMA KAPAKAydınlık KİTAP
DAMLA YAZICIİstanbul Film Festivali’nin getirdiği yoğuntempo içerisinde, sinema eleştirmeni AtillaDorsay ile ilk öykü kitabı olan “HepsiSenin İçin” üzerine keyifli bir sohbet ger-çekleştirdik. Yıllarını sinemayla bezemişbu zarif beyefendiyle sohbetimizde elbettesinema da kendi köşesini kaptı. 60 yıldır si-nema yazılarıyla karşımıza çıkan, bununyanında gurmeliği, gezi yazıları, fotoğraf-çılığı ve mimarlığıyla da kültürümüzeönemli katkılarda bulunan Atilla Dorsay,artık öykücü ve romancı olarak da bizlerlebuluşacağının ipuçlarını veriyor. Sinema veedebiyatla harmanlanmış bir sohbet... Kı-sacası karşımda Atilla Dorsay, masanın üs-tünde Altın Kitaplar’dan çıkan “HepsiSenin İçin” kitabı, yan taraf Atlas Sine-ması... İşte bu söyleşi, bu “an”ın unutul-mazlığıyla sayfalarımızda...
“Hepsi Senin İçin” adlı kitabınız geçenhafta okuyucuyla buluştu. Kitapta birbi-rinden farklı yedi aşk öyküsü anlatıyor-sunuz, bu içerik nasıl doğdu?
Hep gözlemliyoruz tabii. Ben sinema-dan da etkilenmiş olabilirim ama hayatı
da dolu dolu yaşıyorum. Yolculuklar yapı-yorum, etrafı gözlemliyorum, oyun görü-yorum, roman okuyorum. Bütün bunlarinsanın kafasında bir takım şeyler doğuru-yor. Ama doğrusu bu öykülerin çıkış nok-tası bu son dönemde yaptığım bir yolculukoldu. Kalabalıkça bir gruptuk, organize biryolculuktu. Orada ilginç bazı karakterler,kendime göre farklı bazı ilişkiler gözlem-
ledim. Onun verdiği bir itme gücü oldu ga-liba. Oturup oradan yola çıkarak daha ön-ceden bende birikmiş bazı şeyleri ortayadöktüm ve bunların hepsinin tuhaf aşk iliş-kileri odaklı olduğunu görünce de bu tuhafilişkilere odaklanmış aşk öyküleri toplamıdüşündüm ve böylece bu kitap ortaya çıktı.
ÇARPICI F�NALLERBirçok ünlü aktör ve aktrisin yakın ar-
kadaşısınız ve onların bizim bilmediğimizpek çok hikayesini de bilen bir kişisiniz.Bu kitaptaki öykülerde geçen kişilerin ger-çeklikleri nedir? İlk öyküde, Yeşilçam’daBahar- Emir ikilisi var örneğin. Tanıdığı-mız ünlü oyuncuların temsili midir bu ka-rakterler ?
Hepsinde yok aslında. Genelde sine-mayla bir ilişki var ama finalleri çarpıcıgeldi. İlla da çarpıcı finaller olsun diye deuğraşmadım gerçi. Aslında bir iki öyküdede çarpıcı olmadan, gayet doğal finallerlebitiyor. “Müze Müdürü Mithat’la ŞişmanAyten” öyküsünde bu iki insan arasındakiilişki son derece yumuşak, son derecedoğal bir finalle bitiyor örneğin. Bazıla-rında da dramatik finaller diyebileceğimizşeyler var. Kafamda o ilişkiler beni drama-tik finallere çağırdı. Bir de orada galiba si-nemanın etkisi var. Sinemada da etkilifinalle sonuçlanan film daha çok kafa-mızda kalır değil mi?
Kitapta iki öykü doğrudan Yeşilçamüzerinden ilerliyor; ilk ve son öyküler.Orada ünlü bazı oyunculardan parçalar davar tabii ama bir mozaik bu. Hiçbirisi kesin
olarak şu veya bu oyuncu değil ama kesinolarak Yeşilçam’dan, Yeşilçam’ın ünlü iki-lilerinden, çiftlerinden, bazı filmlerdenesinlendiğim şeyler var kesinlikle. Atıyo-rum, Türkan Şoray’ın zaten naçizane birkitabını yazdım ama kahramanı TürkanŞoray olan bir roman veya hikaye yazmayakalksam o başka bir şey olur. Burada öyledeğil, bir harmanlama ve parçalar var, esin-lenme var.
Öykülerin içine yerleştirdiğiniz bazı kı-sımlar sizin düşüncelerinizin bir parçasınıoluşturuyor sanırım. Örneğin “Yeşilçam”hakkındaki kısımda önemli bir savunu vesahip çıkış var. “Yeşilçam”ın değeri bilin-miyor mu günümüzde?
Hayır, öyle bir şey yok. Yeni nesili bıra-kın, Türk halkı Yeşilçam’a çok sahip çıktı,hala çıkıyor. Hala o başroller veya yanoyuncular seviliyor, baş tacı ediliyor. Ülke-miz Yeşilçam’a, kendi sinemasına sahipçıktı ama artık Yeşilçam yok. Bugünkü si-nema farklı bir sinema artık. Kitapta Ye-şilçam’la ilgili somut bilgiler var doğru,hatta tereddüt ettim didaktik mi oluyordiye. Çünkü didaktizm edebiyatta olma-malı, edebiyata girmemeli. Ama benorada, benim sunduğum bilgileri, hikaye-nin karakteri kadın açısından verdim. Ora-daki kadın karakter de iyi bir ailedengelmiş, bilgili bir karakter. O da Yeşilçam’ave yaşadığı dönemlere öyle bakıyor. Onungözünden, onun ağzındandı o, benim ağ-zımdan değildi, arada öyle bir fark var.Benim ağzımdan, benim bakış açımdan ol-
AT�LLA DORSAY’IN �LK ÖYKÜ K�TABI: “HEPS� SEN�N �Ç�N / TUHAF A�K ÖYKÜLER�”
12
“Sinema ve edebiyat, düşman kardeştirler”“Sinema ve edebiyat,
düşman kardeştirler”“Sinema ve edebiyat,
düşman kardeştirler”“Sinema ve edebiyat,
düşman kardeştirler”“Sinema ve edebiyat,
düşman kardeştirler”“Sinema ve edebiyat,
düşman kardeştirler”
20 N�SAN 2012 CUMAAydınlık KİTAPKAPAK 13saydı o anda didaktik olurdu. Umarımöyle olmamıştır.
“�ANSLIYIM, KAHRED�C�A�KLAR DA YA�ADIM”
Kitapta aşk öykülerini anlatıyorsunuzve oldukça derin sevdalar bunlar. PekiAtilla Dorsay böyle bir aşkı yaşadı mı ha-yatında?
Ben de elbette ki aşıkoldum. Aşık olmamış birinsan tasavvur bile edi-lemez. Ben de beniçok üzen, kahredenaşklar yaşadımama kendimi çokşanslı addediyo-rum. Bu aşklar-dan biri çokgüzel bir evliliğedönüştü. Nere-deyse kırk yılayaklaşan bir evli-liğe dönüştü veartık aşkın yerinidurmuş, oturmuş birilişki aldı. Belki en iyiside o.
Yılmaz Güney’in “Umut”filmi sizin sinema eleştirmenliği-nizde önemli bir dönüm noktası oluştu-ruyor. “Umut”u izledikten sonra yalnızcayabancı filmleri değil, yoğun olarak Türkfilmlerini de yazmaya başlıyorsunuz. Sizibu şekilde etkileyen, dönüm noktası oluş-turan bir edebiyat yapıtı var mı okudu-ğunuz?
Pek çok var. Çocukluktan gençliğegeçiş yıllarımda, Arsen Lüpen diye kibarbir Fransız soyguncu vardı. Ama hikaye-leri o kadar bir zeka tülüne bürünmüştüki ben ondan çok etkilendim. Daha sonraPeyami Safa’nın romanlarından çok etki-lendim. Türkçeyi en iyi kullanan yazar-lardan biriydi. Benim üslubumda da bellibir etkisi olduğunu düşünüyorum. AhmetHamdi Tanpınar’ı keşfettiğimde onun“Huzur” romanında doruğa çıkan Doğu-Batı ilişkileri, bizim kültürümüzle Batı
ilişkileri, Batı kültürünü almak ama kendikültürümüzü unutmamak, ona sahip çık-mak gerekliliği vb. bütün bunlar beni çoketkileyen şeyler oldu. Elbette okuduğumilk Dostoyevski romanından, “Karama-zov Kardeşler”, ondan da çok etkilendim.Daha sayılacak birçok eser vardır.
Sinema ve edebiyat ilişkisini nasıl de-ğerlendirirsiniz?
Sinema ile edebiyatilişkileri o kadar muaz-
zam bir konu ki üze-rine kitaplar
yazılabilir. Benbir tek deyimkullanacağım:bunlar düş-man kardeş-ler. Ayrılmasımümkün ol-mayan ikikardeş veyaiki sevgili ama
aynı zamandabirbirlerine düş-
manlar. Çünküedebiyat çok ön
plana çıkarsa sine-mayı öldürüyor, sinema
da illa da edebi olmayayım,yani romanı alıp çok görselleştire-
yim çabasına girerse o da romanınözüne ihanet oluyor. Bu dengeyi koru-yabilmek lazım. Bunu koruyabildiğizaman bir film çok iyi oluyor. Ben heponu söylerim bizim sinemamızda ÖmerKavur’un “Anayurt Oteli” filmi YusufAtılgan’ın o aslında incecik olan amaçok yoğun ve çok kapsamlı romanındanmüthiş bir başarıyla aktarılmıştır. Niye,nasıl bu kadar başarılı oldu, onun üze-rine konuşulur, ama buna benzer örnek-leri anımsamak lazım.
H�Ç OLMAMASINDANSA GEÇ OLMASI...
Sinema eleştirmenliği edebiyat yönü-nüzü, yazarlığınızı nasıl etkiledi?
Tabii onu bilemiyorum. Hiç sinema
eleştirisi değil de doğrudan romana, hi-kayeye, şiire dalsaydım ne olurdu, onugerçekten bilemiyorum ama bunu düşün-mek bile istemiyorum. Çünkü benim gibi10-11 yaşlarında gördüğü filmleri defter-lere ciddi biçimde bütün jeneriğiyle, hi-kayesiyle, küçük eleştiri cümleleriyle,hatta yıldızıyla yazmaya başlamış birçocuk için sinema yazarlığından, sinemaeleştirmenliğinden başka bir gelecekyoktu. Çünkü çok küçük yaştan itibarenokumanın keyfine vardım. Okumanınkeyfine varmak yazmanın da keyfine var-mayı doğuruyor. Bunlar birbirine bağlışeyler. Mutlaka bir şeyler yazacaktım amasinemayla olan ilişkim, okumaya yazmayabaşlamamla birlikte sinemaya doğan sev-gim beni kesinlikle ama kesinlikle sinemayazarlığına itti. Yani şöyle anlatayım, neyapacağı bu kadar belli olan bir çocukdünyada çok az olmuştur. Dolayısıylaondan kaçınamazdım. Doğrudan edebi-yatla başlasaydım ne olurdu bilmiyorum,geç başladım. Yani 70 yaşındaki bir insa-nın şiir ve hikaye yazması komik de gö-zükebilir ama hiç olmamasındansa geçolması daha iyi diye düşündüm. Çünkükafamda bunlar dolaşıyordu hayaletlergibi.
Sinema eleştirmenliği de birtür edebiyat aslında. İyi biryazı diliyle aktarım yap-mak oldukça önemli so-nuçta...
Her eleştiri değilsebile eleştirinin büyükçoğunluğunu,önemli kısmını birerdeneme sayarımben. Hikaye değildir,yaratılmış sanat de-ğildir ama naçizanebir deneme olarak elealınabilir.
Sinemada edebiyatuyarlamaları zaman zamantartışmalar da doğurur, yazar ileyönetmenin mahkemelik olduğu du-rumlar da yaşanır. Sizin öykülerinizden
birisi sinemaya aktarılsa, yönetmenineyüzde 100 özgürlük tanıyabilir misiniz?
Valla sevdiğim bir arkadaşsa, güvendi-ğim bir yönetmense yüzde 100 bırakırımkuşkusuz. Her dakika adamın burnunundibinde dikilip, o olmadı bu olmadı, bunukaldır, senaryoya bunu ekle demek doğrudeğil. Genelde güveneceksiniz ve bıraka-caksınız. Hikayelerimin sinematografiközellikleri var ama film haline dönüşebi-lirler mi bilmiyorum. Mesela Yeşilçam hi-kayesinin aslında bir film olmasını ben deçok isterdim ama çok olay olmadığı için,hep küçük küçük durumlar, psikolojiler,kafada beliren şeyler gibi sinemaya uygunolmadığı için nasıl bir film olur bilemiyo-rum ama şahsen isterim bunu ve eminolun yönetmenin ellerine teslim ederdimhikayemi.
IRMAK VE GÖRAL...Geçenlerde Radikal gazetesinde
Şenay Aydemir, hangi romanı hangi yö-netmen sinemaya aktarmalı şeklinde birliste hazırladı. Sizin kendi öyküleriniziçin gözünüze kestirdiğiniz bir yönetmenvar mı?
Çağan Irmak’ın benim hikayemi çek-mesini isterdim. Çağan, aşk filmleri
yaptığı gibi televizyon içinyaptığı bir dizi var, onda
fantastik öge hakimdi...Benim de hikayele-
rimde fantastik bazıunsurlar var. Ça-ğan’a bu nedenleçok yakıştırırdım.Ayrıca oğlumgibi sevdiğimBurak Göral var,senaryo yazdı bir-kaç tane, film yap-
mak istiyor. Onunbenim bir hikayeme
ilgi duyup film halinedönüştürmesini ister-
dim. Gençleri çok seviyo-rum ve destekliyorum.
Yönetmenlik yapmayı hiç düşündünüz mü?Yok, çok tembelim bu konuda. Set-
Bensinemadan da
etkilenmi� olabilirim amahayat� da dolu dolu ya��yorum.
Yolculuklar yap�yorum, etraf�
gözlemliyorum, oyun görüyorum,
roman okuyorum. Bütün bunlar
insan�n kafas�nda bir tak�m �eyler
do�uruyor. Ama do�rusu bu öykülerin
ç�k�� noktas� bu son dönemde yapt���m
bir yolculuk oldu. Kalabal�kça bir
gruptuk, organize bir yolculuktu.
Orada ilginç baz� karakterler,kendime göre farkl� baz�
ili�kiler gözlemledim
Setlerefalan gitti�imde
gördüm, üç dakikal�kbir sahnenin çekimi bilesaatler sürüyor. Bende o
sab�r yok. Ben gördü�ünüzgibi çabuk konu�an, derdiniçabuk anlatan, her�eyi çabukbitiren çok “acul” bir adam�m,
-öyle der eskiler, aceleciyani... Bu hikayeler de
birkaç ayda ç�kt� ortaya
Damla Yaz�c� ve Atilla Dorsay
20 N�SAN 2012 CUMA Aydınlık KİTAP14 KAPAK
lere falan gittiğimde gördüm, üç dakika-lık bir sahnenin çekimi bile saatler sürü-yor. Bende o sabır yok. Ben gördüğünüzgibi çabuk konuşan, derdini çabuk anla-tan, herşeyi çabuk bitiren çok “acul” biradamım, -öyle der eskiler, aceleci yani...Bu hikayeler de birkaç ayda çıktı ortaya.Bazı hikayeciler vardır aylarca sürünürhikayeleri, bilirim. Başlarlar, bitiremez-ler, iki yıl sonra final yazılır falan. Benöyle değilim, hemen başlayıp bitiriyo-rum. Çok sabırsızım yani. Film çekmekde çok sabır istiyor. Onun için baştanberi ona niyetlenmedim.
Türkiye’de sinema önemi atlanmışya da eksik bırakılmış bir dal. Böyle birdalda sinema eleştirmenliğine girişmekbir cesaret miydi?
Yani ben 10 yaşında bu işe başlarkenson derece bilinçsiz olarak başladım.Yani yaptığımın ne olduğunu, yarın neolacağını, yazıları niye yazdığımı- Allah-tan duruyor o defterler size de göster-mek isterdim, yangınlar falan daatlattılar ama hepsi sağsalim bu güneulaştı- ve bütün bunları bilmiyordum.Ama içimden bir ses busenin gördüğün filmlerçok iyi filmler, bununbir anısı olsun,bunu bir şekildehatırla senilerde, amanasıl olacak?Hele o za-manlarşimdikigibi dvdyok, videokaset yok,televizyonyok. Bunuda küçükyaşlardahissettiğimiçin birküçük anısıolsun, ben bufilmlerin notla-rını alayım diyedüşündüm. Tama-men içgüdüsel birşey.10-11 yaşında bir çocuknasıl bunun hesabını, kitabını ya-pabilir ki? Öyle başladım ben.
İlerleyen süreçte...Gittikçe daha ciddiye almaya başla-
dım. Defterler büyüdü, kalınlaştı. Biriken sekiz on cümleye dönüştü. Oyuncu-ları, renkli olup olmadığı, hatta hangi si-nemada gördüğüm, kimlerle gördüğümgibi bir genişlemeyle, tarihsel notlar içe-rir hale geldi.
ÖNLENEMEZ B�R TUTKUMaddi anlamda bir korkunuz oldu
mu? Yani ben bu işle geçimimi ne kadarsağlarım, Türkiye’de bu işi ne kadarönemserler gibi düşünceler var mıydıaklınızda sinema eleştirmenliği yo-lunda?
Ben o defterleri yazarken bunun birmeslek olacağı aklımın ucundan bilegeçmedi. Ben beş altı yaşlarımda sine-maya gitmeye başladığımda yani 1940’lıyıllarda sinema yazarlığı yoktu pek ba-sında. O dönemlerde “Yıldız Dergisi”vardı, onu hatırlıyorum. Yıllarca onualdım, küçük yaşlardan itibaren. Bendekomple ciltleri vardır. İşte 40’lar geçti,50’ler geçti ancak 1957’de Milliyet gaze-tesinde rahmetli Tuncan Okan haftalıksinema eleştirisine başladı da büyük bir
gazetede ilk defa geniş eleştiriler ve yıl-dızlar -ilk defa o yıldız vermişti- başladı.Bu büyük bir ilgi uyandırmıştı. Ancak ozaman bunun bir meslek olabileceği iz-lenimi doğdu. Ben sinemaya kendimiadasam mı gibi şeyler söylediğimde rah-metli anne babam katiyen destek çıkma-dılar ve ben altı yıl mimarlık okuyupmimar oldum. Diplomamı aldım, birkaçyıl da yaptım. Sonra, para getirsin veyagetirmesin bu işe girişeceğim dedimçünkü bu bir tutku, önlenemez bir biçimalmıştı. Ve Cumhuriyet gazetesine gir-dim, ki 27 yıl çalıştığım Cumhuriyet’tende çok küçük paralar aldım. Kadroyabile almamışlardı beni, sonradanSabah’ta kadroya girebildim. Ama hak-kını yemeyeyim son yıllar normal birmaaş almaya başlamıştım. Şimdi de yap-tığımız işe karşılık gelen ücreti tek alabi-len kişi büyük ihtimalle benimdir. Diğerarkadaşlar da hakettikleri ücreti almayabaşladılar ama bunun kapısını açan kişiben oldum. Sinema yazarlığının bir mes-lek olabileceğini, profesyonel olarak ya-pılabileceğini gösteren ilk kişi ben
oldum. Bununla da çok iftihar edi-yorum.
Öykü ya da romanyazmış yabancı eleş-
tirmen var mı ta-nıdığınız?
“Le Nouvel
Observateur”
denen ve
halen çıkan,
entelektüel-
lerin aldığı
Fransız haf-
talık dergisi
vardır.
Orada
yazan, Jean-
Louis Bory
adında çok se-
vilen bir eleş-
tirmenleri vardı.
O kadar sevilirdi
ki, her sene so-
nunda eleştirileri bir
kitap halinde toplanırdı.
Jean-Louis Bory aynı za-
manda roman da yazdı, hikaye de
yazdı. Ünlü İngiliz eleştirmen Derek
Malcolm vardı. Uzun yıllar İngiliz Film
Dernekleri Federasyonu başkanlığı yaptı
ve “The Guardian” gazetesinde yazdı. O
da kariyerinin sonlarına doğru bir anılar
kitabı, bir de roman çıkardı. Bu iki ör-
neği hatırlıyorum. Başka da olabilir, mut-
laka vardır.
Öykücülüğünüzün başka ürünleri degelecek mi ilerleyen zamanlarda?
Bir roman tasarım var, onu yapaca-
ğım. İstedikleri kadar dalga geçsinler
neden bu yaşa kadar yazmadın, niye
bekledin diye ama bana vız geliyor bu.
Ben hep yazdım sonuç olarak. 46 yıldır
yazıyorum profesyonel olarak. 10 ya-
şında amatörce başladığımı düşünürse-
niz 60 yıldır yazıyorum. Yani ben hep
yazdım ama artık bunun farklı şeylere
dönüşmesini istiyorum. Dediğim gibi
geç kalmış olabilirim ama ne derler; geç
olsun da güç olmasın.
Özgün bir roman tasarısı var ka-
famda. Birkaç yıldır var aklımda. Bunu
herhalde önümüzdeki yıl hayata geçir-
meye çalışacağım. Yazmak çok güzel bir
şey.
Çokküçük ya�tan
itibaren okuman�nkeyfine vard�m.
Okuman�n keyfine varmakyazman�n da keyfine
varmay� do�uruyor. Bunlarbirbirine ba�l� �eyler. Mutlaka
bir �eyler yazacakt�m amasinemayla olan ili�kim, okumaya
yazmaya ba�lamamla birliktesinemaya do�an sevgim beni
kesinlikle ama kesinlikle sinemayazarl���na itti. Yani �öyleanlatay�m, ne yapaca�� bukadar belli olan bir çocukdünyada çok az olmu�tur.
Dolay�s�yla ondankaç�namazd�m
Dorsay: Özgün bir romantasar�s� var kafamda
20 N�SAN 2012 CUMA 15Aydınlık KİTAP
Tarih, tahrifata açıktır! “Tarih hırsızlığı, tarihin Batı tarafından ele geçirilişi anlamına geliyor.
Bu da geçmişin Avrupa ölçeğinde olan bitenlere göre kavramsallaştırılıpsunulmasını, ardından da dünyanın geri kalanına dayatılmasını ifade ediyor. Bu kitabın amaçlarından biri, Avrupalı tarihçilerin bronz çağından bu yanatoplumdaki temel değişiklikleri nasıl algıladıklarını inceleyerek bu apaçık
çelişkilerle yüzleşmektir.”
JACK GOODY VE “TAR�H HIRSIZLI�I”: TAR�HE BUGÜNDEN GER�YE DE��L,A�A�IDAN YUKARIYA BAKILMALIDIR
TUNÇ AKKOÇ “Biz, yalnız bir tek bilim tanıyo-ruz, o da tarih bilimidir.”Marx ve Engels’in bu iddialıdenebilecek (belki de birazabartılı) ifadelerine hakvermekle birlikte, bu-nunla çelişmeli görünenbaşka bir olguyu da itirafetmeliyiz. Tarih, tahri-fata son derece açıktır!Toplumsal süreçlerin birsistem içinde açıklan-ması, neden-sonuç ilişki-lerinin saptanması vebilgiler ışığında bunların ka-nıtlanması elbette tarih araş-tırmalarında mümkündür.Nesnellik ve bilimsellik bu anlamdaolanaklıdır. Buna rağmen tarihyazı-mında yaşanan fikir ayrılıklarınınveya kasıtlı çarpıtmaların ise çeşitlisebepleri olmakla birlikte, en önem-lisi politik bir dürtüyle harekete geçil-mesidir.
Avrupa-merkezci tarihyazımı üze-rine yıllardır yürütülen tartışmalar,bilimsellikten nasıl uzaklaşıldığınadair verilebilecek örneklerin başındageliyor. Jack Goody, Avrupa-merkezcianlayışı eleştiren Batılı bilim adamla-rının önde gelenlerinden. “Tarih Hır-sızlığı” adlı kitabında Goody, amacınışöyle özetliyor: “Tarih hırsızlığı, tari-hin Batı tarafından ele geçirilişi anla-mına geliyor. Bu da geçmişin Avrupaölçeğinde olan bitenlere görekavramsallaştırılıp sunul-masını, ardından da dün-yanın geri kalanınadayatılmasını ifadeediyor. Bu kitabınamaçlarından biri,Avrupalı tarihçilerinbronz çağından buyana toplumdakitemel değişikliklerinasıl algıladıklarınıinceleyerek bu apaçıkçelişkilerle yüzleşmek-tir.”
Avrupa ile Asya ara-sında köklü bir ayrılığı tarifeden Avrupa-merkezci bakış açısı,Batı Avrupa’nın çeşitli alanlardakidünya egemenliği ile yaygınlık ka-zandı. Kitabın birçok yerinde bubakış açısını “etnik-merkezci” olaraknitelendiren Goody, bunun, ırkçı, et-nikçi ve hatta dinci bir kafa yapısınınyansıması olduğuna aslında işaret edi-
yor. Etnik-merkezciliğe karşı koymakiçin daha eleştirel bir duruş ge-
rektiğini söyleyen Goody,farklı bir yaklaşım tarzı
öneriyor. Öncelikle, et-kinlikleri veya değerleriicat etmiş olmak yö-nünde Batı’dan gelecekher türlü iddiayı kuş-kuyla karşılamak gere-kir. İkinci olarak,tarihe bugünden geriyedeğil, aşağıdan yuka-rıya bakma şartını
koşan Goody, üçüncüolarak da, Avrupalı olma-
yan geçmişe hak ettiği ağır-lığın verilmesini talep ediyor.
Dördüncü olarak, olaylarınzaman ve mekân içindeki yerinin be-lirlenmesinin bile toplumsal inşaya vedeğişime maruz olduğuna dair bir bi-lincin geliştirilmesi elzemdir.
Bu yaklaşım tarzını benimseyenGoody, antikiteden kaynaklanan, feo-dalizm aracılığıyla kapitalizme ilerle-yen ve Asya’yı “despotik” veya “geri”olarak küçümseyen Avrupalı düşün-cenin geçerliliğini inceliyor. Öte yan-dan Avrupa’ya dünyayla ilişki içindebakmaya çalışan üç önemli tarihçiyi,Needham, Elias ve Braudel’i ele alı-yor. Son olarak da, üniversite ve de-mokrasi gibi bazı kurumlarla,bireycilik gibi değerlerin ve aşk gibiduyguların Batı tarafından sahiplenil-
mesini sorguluyor.
ÜSTÜNLÜKPS�KOLOJ�S�
“Klasik antik-çağda geçici ola-rak öne çıkmışolsa da, Avrupason yüzyıllaradek bilinen dün-yada merkezi birrol üstlenmedi.
Ancak Röne-sans’tan beridir ki,
önce Akdeniz, ar-dından da Atlantik
devletlerinin ticari etkin-likleriyle birlikte Avrupa
ilkin ticaretini genişleterek, ardındanda fetih ve sömürgeleştirmeyle dün-yaya hükmetmeye başladı.” Hâl böy-leyken, üstünlük elde etmek içinevvela psikolojik unsurlara ihtiyaçvardı. Tartışmanın “dilini” Batı belir-lemeliydi. Zamanın ve mekânın bo-
yutları Batı tarafından kurulmuştu.Miladi takvim, yüzyıl/binyıl adlandır-maları, güneş yılı, yedi günlük hafta,Greenwhich boylamı, modern harita-cılıkta çarpıtmalar (Hindistan gibigüney ülkeleri, İsveç gibi boyutubüyük ölçüde abartılan kuzey ülkele-rine göre haritalarda daha küçük gö-rünür) vb.
Tarihi, dönemlere ayırırken debenzer bir yola başvurulur. Goody’egöre, “Antikite ve feodalizm terimle-rinin Avrupa’nın özgül tarihsel geliş-mesine odaklanan ve tümüyleAvrupalı bir bağlamda tanımlanmışolduğu açıktır. Bu kavramlar başkazamanlara ve başka yerlere uygula-nınca, onların ne derece sınırlı olduk-larını gösteren sorunlar ortaya çıkar.”Bu dönemselleştirme ve çizgisellik,sadece Batı için geçerli olan bir “iler-leme” fikrinin bileşenidir.
“AVRUPA-ASYA �K�L���”N�NKAVRAMSALLA�TIRILMASI
Avrupa-merkezci tarihyazımı,Bronz çağından itibaren Avrupa iledünyanın geri kalanı ara-sında köklü bir kopuşyaşandığını savlar. “Av-rupa antikçağa girer-ken, Asya’nın onsuzkaldığı söylenir.” Antiktoplumu çağdaşların-dan farklılaştıran neydisorusuna tatmin edicibir cevap verilememe-sine rağmen, onu “yara-tıcı” mertebesindegören ve adeta kutsa-yan mantığı sorguluyorhaklı olarak Goody.Modern siyasal yaşamınkalıcı özelliklerini, de-mokrasiyi, bireysel özgürlük anlayı-şını ve hukukun egemenliğiniGreklerin “yoktan var ettiği” teziniçürütür Goody ve şu sonuca varır:“Rönesans döneminden önce Doğuve Batı ya da Avrupa ve Asya arasın-daki başarı düzeylerinde kategorik birayrım kabul etmek zordur. Kültürelve ekonomik başarıların çok büyükbir farklılık göstermediğini pek çokkişi kabul edecektir.”
“Avrupa-Asya İkiliği” kuramınınaksine Goody, kitabında sürekli ola-rak benzerlikleri, etkileşimleri, bağ-lantıları, coğrafi devamlılıkları ortayakoymaya çalışıyor. Bunların da teme-
linde dünya ticaretinin yattığını tespiteden Goody, Avrupa ile Yakındoğu,Asya ve Uzakdoğu arasındaki ekono-mik alışveriş sayesinde kültürlerin, fi-kirlerin ve insanların geniş birbiçimde yayıldığını vurguluyor.
Batılıların gözünde feodalizm de,kapitalizme bir geçiş ve diğer toplum-ların ulaşamadığı bir evre olarak gö-rülmüştür. Feodalizm, tıpkı antikçağgibi, kapitalizme uzanan yoldaki iler-lemeci adımlardan biriydi. Asya’yahâkim olan “despotik” sistemlerinise, kapitalizmin gelişmesi için zo-runlu arka planı sağlamakta yetersizolduğuna inanılıyordu. Goody bu tah-lilleri tersyüz ediyor. Avrupa’nın feo-dal dönemini “çelimsiz ve marjinal”olarak sıfatlandırırken, Asya’nın yük-selişe geçtiğini anlatıyor. Kent yaşa-mında, ticarette, tarımda, tıpta vebaşka alanlarda öyle gelişmeler kay-dediyor ki, Asya’da “kapitalizmin fi-lizleri” kavramını dahi bazılarınınileri sürdüğünü hatırlatıyor. Bu süre-cin sonucunda da önemli bir saptamayapıyor: “Batı’nın yükselişinde hayati
önemde görülen birçoktemel buluş Doğu’dangelmedir.” “Asya despo-tizmi” görüşünün geçer-sizliğini ispatlarken,Osmanlı’nın toplumsalyapısını irdeliyor. İmalatve ticaret etkinliklerinindinamizmini, tarımın ör-gütlenme tarzını veateşli silahların uyarlan-masını açıklıyor.
Ünlü tarihçi EricHobsbawm ile yakınlığıolan ve prehistoryacıGordon Childe’dan etki-
lenen İngiliz sosyal antropolog JackGoody, “Tarih Hırsızlığı” adlı kita-bında, Avrupa-merkezcilik üzerineyürütülen tartışmalara ışık tutuyor.Konuyla ilgili derinleşmek isteyenle-rin, kitabın girişinde Goody’nin özel-likle dikkat çektiği eserleriincelemeleri faydalı olacaktır: İkti-satçı Gunter Frank (“ReOrient”) si-nolog Pomeranz (“Büyük Ayrılma”),siyaset bilimci Hobson (“Batı Uygar-lığının Doğulu Kökenleri”), Fernan-dez-Armesto (“Millennium”).
(Tarih Hırsızlığı, Jack Goody, İşKültür Yay., çev: Gül Çağalı Güven,
420 s.)
Avrupa-merkezci
tarihyaz�m�, Bronzça��ndan itibaren
Avrupa ile dünyan�n gerikalan� aras�nda köklü birkopu� ya�and���n� savlar.
“Avrupa antikça�agirerken, Asya’n�n
onsuz kald���söylenir.”
JackGoody
16 Aydınlık KİTAP
“İnanıyorum ki yürüyecekler”
CAFER YILDIRIMBir avuç şiir kaldı ondan bize. Şiirleri “SizinleKaldı Sevdam” başlığı altında toplandı.
1988 yılında Belge Yayınları’nın “Yeni Sesler”başlığı altında yayımladığı seri içinde basıldı.
Yüksek bir estetikle yoğrulmuş olmasa da buşiirler yüksek insanlık değerleri adına kalemealınmış ve bu değerler üzerine çatılmıştır.
Kenan Özcan’ın hayatının toplamı ve hattaözeti bu şiirlerden ibaret değil kuşkusuz.
Başka zamanlar, başka dönemler için “büyükhayatlar” içinde yer alabilecek bir biyografiyesahip aslında Kenan Özcan. Kendi zamanı vedönemi içinde bu hayat “sıradan” kavramındaifadesini buluyor. Çünkü onun yaşadığı dö-nemde bilgi ve bilinçle donanmış her halk ço-cuğu “büyük hayat”ın bir parçası olmuşdurumdadır.
HAP�SHANEDE OKUMAK Kastettiğim dönem Türkiye’de halk muhale-
fetinin en yüksek aşamasına ulaştığı 12 Eylülünarefesi dönemdir. Kenan Özcan 1959 doğumlu-dur ve Fatsalıdır. İlkokulu Fatsa’da okumuş, or-taokul için sınavını kazandığı Amasya YatılıOrtaokuluna gitmiştir. Amasya’da bir yıllık biröğrenimden sonra nakil yoluyla tekrar Fatsa’yagelmiştir. Kendi memleketi olan Fatsa’da Halk-evi’ne gidip gelmeye başlamış, iİlk siyasal etki-lenmelerini bu süreçte yaşamıştır.. Bu aşamadaHalkevi başkanının öldürülmesi onun politikyolculuğunda daha da bilenmesini ve inançları-nın pekişmesini sağlamış ve gerçek anlamda birdönüm noktası olmuştur.
12 Eylül öncesininin ve Fatsa’nın sert politikortamında, halk muhalefetinin o canhıraş günle-rinde artık onu bütün fındık mitinglerinde, ça-mura son kampanyasının ön saflarında, herantifaşist mitingde, her sokak savunmasında, kı-saca devrimcilerin ateşle sınandığı her alandagörüyoruz. Ufak tefek yapısına rağmen daimaön saflarda yer alıyor.
Malum sonuç tabii ki gecikmiyor. 1979 yılı-nın Aralık ayında Ordu’da tutuklanıyor veSamsun Cezaevi’ne konuyor. Fakat sürekli ikâ-metgahı orası olmuyor. 1981 yılında, o dö-nemde sorgu ve işkence merkezi olarakkullanıldığı bilinen Perşembe Eğitim Ensti-tüsü’ne getiriliyor. Ardından davası başka da-valarla birleştirildiği için önce Ordu EfirliCezaevi’ne sonra da Amasya E Tipi Cezaevi’netaşınıyor. Fakat bütün bu cezaevi süreçlerindeKenan rahat bırakılmıyor. İtirafçıların ifadeleridoğrultusunda sık sık koğuşundan alınıp karan-lık gecelerin sorgu seanslarına dahil ediliyor.Bu seanslarda çok susuyor, çok eziyet görüyor,çok dayanıyor ve çok acı çekiyor.
Hapishane döneminde sürekli romanlar oku-duğunu mektuplarından öğreniyoruz. Şiirle debu dönemde ilgilenmeye başlıyor. 1980-85 ara-sında yazılmış o bir avuç şiir, Türkiye’nin askeriyönetim tarafından muhasaraedildiği, halkın emeği ve vergi-leriyle alınmış silahların halkınüzerine çevrildiği, devrimcile-rin hapishanelere doldurul-duğu, hapishanelerinişkencehaneye dönüştürüldüğügünlerde ve hücrelerde yazıl-mıştır. Umudu daima yüksekteve diri tutmak, ihanete ve iha-netçilere lanet, devrimin gele-ceğine inanç, dostluğumerdemi ve hasret ve sevgi veumut onun ısrarla işlediği te-malar olmuştur. Kısıtlı ve kış-kırtıcı koşullar içinde KenanÖzcan’ın, bulunduğu ortamın sınırları içine ka-panıp kalmayıp temasal çesitlilik sağlayabilmeaçısından belli bir ölçüde başarı sağladığını ra-hatlıkla söyleyebiliriz. Söylemi de şiirin kaldıra-mayacağı ve benzerlerini çok gördüğümüzkatılıktan uzak, insani sıcaklığın nefesini taşıyanbir edaya sahiptir. Sadece kendi etrafındadönen, kendi yaşantısını dayatan ve bu anlamdada okuru dışlayan bir söylem değil, sanatın ka-natlarının küçük kımıldanışlarını hissettiğimiz,sanatın yelpazesinin yüzümüze rüzgârını hafifhafif üfürdüğü bir söylemdir.
HANG� ÇARES�ZL�K... Kenan Özcan’la Amasya arasında bir kader
kesişmesinin yatılı ortaokul sınavını kazanarak oşehre gittiğinde oluştuğunu düşünüyorum. Oncacezaevinden sonra Kenan’ın son durağı AmasyaAskeri Cezaevi oluyor. Şiirlerinin birçoğunu veson şiirini bu cezaevinde yazıyor. Ortaokul oku-mak için geldiği kentte, Amasya E Tipi Ceza-evi’nin bir hücresinde gözlerini ebediyenaçılmamak üzere kapatıyor.
Eşitliğin ve özgürlüğün egemen olduğu birTürkiye ideali adına çıktığı yolculukta onun pa-yına ağır yüklerin düştüğünü biliyoruz.
Onun yıllarca direngen bir tutumla bu yükleritaşıdığını da biliyoruz.
Ruhunda açılmış hangi yara onu bizden uzak-lara doğru sürükledi?
Hangi çaresizliğin bir anlık zehri iradesini ze-hirledi?
Hangi bilinmez onca nedenin bileşkesi onabizden uzaklarda kalacağı bir son tercihini yap-tırdı?
Her fırsatta yücelttiği umudunun gücü nedentükendi?
Çıplak hücrelerin bir başınalığında, o hiç bit-
meyen yalnızlığın gündeliklerinde yazdığı şiirle-rin ruhunu ve ruhsatını verdiği sesine, nedenihanet etti?
Artık bütün bu soruların cevaplarını bilmiyo-ruz, hiçbir zaman da bilemeye-ceğiz.
Bir arkadaşının onunla ilgili
son anısı şöyle:
“O sabah hücrelerin kapıları
açılmaya başlandığında asker-
ler Kenan’ın hücresine geldik-
lerinde birden durdular. Sonra
hızla geri dönüp açtıkları hüc-
releri de kapatıp müşehadeyi
terk ettiler. Ortada bir olağan-
üstülük olduğu çok belliydi.
Herkes mazgallardan birbirine
ne olduğunu sormaya başladı.
Ne olduğunu tam anlayama-
mıştık. Bu esnada askerler yanlarında subaylar
da olduğu halde geri döndüler. Ve doğruca Ke-
nan’ın hücresine gittiler. Bir süre konuşmalar
oldu ama biz tam duyamadık. Önce Kenan’ı
tekrar emniyete götürmek istediklerini sandık
ancak bu arada bir ölüm lafı telaffuz edildi .
Sonar askerler ve subaylar tekrar çekip gittiler.
Kenan’ın hücresinin sağındaki ve solundaki hüc-
relerden Kenan’a seslenildiyse de cevap alına-
madı. Bir ara sessizlik oldu. Sonra biri galiba
‘Kenan ölmüş’ dedi. Önce donup kaldık, sonra
kıyamet koptu. Hücre kapılarına vurulmaya baş-
landı, bağrışlar hıçkırıklara karıştı; gürültü üze-
rine bir subay müşahadeye geldi ve ‘Arkadaşınız
intihar etmiş’ dedi. Kenan’ı görmek için ısrar
ettik, bunun üzerine temsilci arkadaşı, Kenan’ın
hücresine götürdüler. Temsilci, Kenan’ın üze-
rinde çıkan bir miktar para, bu paranın borçlu
olduğu bir arkadaşa verilmesini istediği kısa bir
not ve son gece yazdığı şiirle geri döndü. Sadece
‘Kenan ölmüş’ diyebildi.
Hayatla bütün bağlarını kesmeden az, çok az
zaman öncesinde neler hissettiğini yazdığı o şiir
ne iyi ki elimizdedir. Bize ondan kalan son ar-
mağandır. Bu da bir tesellidir.
Sevdasını bizimle bırakıp giden şairin yazdığı
son şiir şöyledir:
“Kimi dostlarım
en onurlu kısmında noktaladı yaşamını
ya bir orman karanlığında
ya bir dağ geçidinde
kimi doslarım ihanet etti
tek kelimeyle ihanet, kimi ise en saygınları
zorlukları göğüsleyerek yürüyorlar
inanıyorum ki yürüyecekler
yüreklerinde yarattıkları o duru güzel gün-
lere.” (19 Ekim 1985)
Kenan Özcan’ın, hapishane döneminde sürekli romanlar okuduğunumektuplarından öğreniyoruz. Şiirle de bu dönemde ilgilenmeye başlıyor. 1980-85arasında yazılmış o bir avuç şiir, Türkiye’nin askeri yönetim tarafından muhasaraedildiği, halkın emeği ve vergileriyle alınmış silahların halkın üzerine çevrildiği,devrimcilerin hapishanelere doldurulduğu, hapishanelerin işkencehaneyedönüştürüldüğü günlerde ve hücrelerde yazılmıştır
SEVDASINI B�ZE BIRAKAN �A�R: KENAN ÖZCAN
ŞENER SOYSALHikayemizin kahramanıbir yazardır. Sabaha karşıevine iki polis gelir veonu emniyete davet eder-ler. Beklenilenin aksineevde arama yapılmaz.Polis otosu da, yazarınbeklediği nezaret de ses-sizdir...
Çok tanıdık geldi,
değil mi? Haberlerde iz-
lediğimiz, istemeden alış-
maya başladığımız gerçekler... Ama
bir gazete ya da televizyondayken
böyle. Burada ise “Baba, Oğul ve
Kutsal Kitap” romanının ilk kısmını
oluşturuyor.
Neden karakola getirildiğini
merak ediyor yazar. Çünkü çok
olmuş kitap çıkarmayalı. Kimsenin
tavuğuna da kışt dememiş. Sivil top-
lum kuruluşlarının kampanyalarında
imzalar sadece... Suçsuz, bunu çok iyi
biliyor. Peki neden karakolda?
Bu bir roman içinde değil de “ger-
çek” hayatta olsa peki? Suçluluk,
suçsuzluk nasıl belirleniyor? Sahi,
gerçek hayat dediğimiz şey ne kadar
gerçek?
Günlük hayatı etiketler, inançlar
ve kabullerimizle yaşarız. Bazı şeyler
“gerçek”, bazı şeyler “rüya”dır. Bize
göre bir “kırmızı” renk vardır, sarı-
şınlar seksidir. Bu kabullerimizde
geçmişten bize kalan hatıralar ve ge-
lenekler egemendir. Ancak ister ina-
nın ister inanmayın, gerçek diye bir
şey yoktur. Sorgulamazsak her şey
gerçektir, şüphelenmeye ve “acaba”
demeye başladıkça gerçek sarsıl-
maya, ardından bir bir düşünceyi çı-
karmaya başlar.Murat Gülsoy, gerçekle yetinme-
yen, düşleri hayata davet eden, düşile gerçek arasındaki sınırda dolaşıpbizi şaşırtan yazarlardan biri. Bu sı-nırı bir aynaya benzetebiliriz, lakinbildiklerimizden biraz daha farklı bu:Karanlığın aynası. Öyle ki, ironi veacımasızlıkla gösteriyor içimizdekibastırılmış duyguları, kini, hataları,şehveti... Malum, yaşam içinde birsürü şeyi göz ardı ediyoruz. Ya hata-mızı karşımızdakinin de hatasını gös-tererek (Ama o da bana bunu yaptı!)
ya da içimizi serinleterek(Ona kötülük yaptımama valla kötü bir niye-tim yoktu.) örtüyoruz.Gülsoy, örtbas ettiğimizşeyleri su yüzüne çıkarı-yor, maskeleri düşürüyor.Tıpkı her kitabında bizeselam veren Borges,Atay, Tanpınar’ın yaptığıgibi...
“Baba, Oğul ve KutsalRoman”; Murat Gül-
soy’un özellikle sürekli okurları için“bir devam filmi” niteliğinde. Dilininve kurgusunun insanı sürekleyen bü-yüleri, sonsuza düşürme deneyimleri,sinemasal anlatımı bu kitap için degeçerli. Bilinçakışı ile karakterin ka-fasından geçenleri okurken bir andadahil olan Olric, Gollum ve DoktorRamiz karakterleri de okumayafarklı bir tat katıyor. “Bambaşka ki-tapların karakterleri nasıl olur dadahil olur?” diyenlere cevap ise Gül-soy’un ikinci öykü kitabının adındasaklı: “Alemlerin Sürekliliği”. Ger-çeklerle düşlerin birbirine karıştığıdünyada gezinirken onlarla karşılaş-mamızdan doğal ne olabilir ki?[Haklısınız efendimissss]
Sürekli okurların dikkatini çekebi-lecek bir nokta daha var: Önceki öy-külerinde yer alan “genç yazar”karakterlerinin ne derece Gülsoy’abenzediğini sorgulayan okurlar için“orta yaşlardaki yazar” olan ana ka-rakter ayrı bir merak konusu. Benimgibi “Hayalet Gemi”den beri süreklitakip eden biri için “usta”sının herşeyini merak etmek normal galiba.Bu sürekli takipten dolayı olsa gerek,her zaman Gülsoy’un zamanı, me-kanı yitirerek okuduğum öykülerininyeri başkadır. “Baba, Oğul ve KutsalRoman” ise keyifle okuduğum, yürü-mem gereken yolu bulmak için banatürlü karakterlerle ışık tutan başarılıbir kitap. Arka kapağındaki metindedendiği gibi bu kitap “edebiyatın baş-kalarının hayatlarına kaçıp saklan-manın değil, kendi dehlizlerindedolaşmanın bir yolu olduğuna ina-nanlar için”dir.
(Baba, Oğul ve Kutsal Roman,Murat Gülsoy, Can Yay., 256 s.)
MURAT GÜLSOY’DAN “BABA, O�UL VE KUTSAL ROMAN”
Aydınlık KİTAP
Suçluluk vesuçsuzluk nasıl
belirlenir...
20 N�SAN 2012 CUMA18 Aydınlık KİTAP ARAKABLO
Türkiye, 1950’den beri emperyaliz-min sürdürdü�ü kar��devrim prog-ram�n�n 12 Eylül’de ablukaya veAKP’yle birlikte i�gale dönü�mesi sü-recini ya��yor. Turgut Uyar,
1960’larda, kar��devrimci yay�lmay� gerilet-mek üzere yurtsever emek saflar�nda ba�la-t�lan devrimci mücadeleyi anlat�rken, “kan s�-z�yor bir halk�n dinmeyen u�ultusundan” de-mi�ti. Bir ba�ka �iirinde devrimcileri �öyle an-lat�yordu: “Halk ad�na dökülen kan / Sap� güldal� güzelli�inde bir b�çakt�r”.
Yunus Emre, insan�n direnen emekçi yö-nünü �öyle vurgulam��t�: “Yanan kömür k�-zan demir / Örse çekiç salan benem”. “ZorGünlerin �iirleri”nde, �iirimizin bu sava�ç� se-si ve gelene�i Haydar’�n dizelerinde �öyle boyveriyor (s. 9-10): “�airim, asiyim: / BoynumPîr Sultan Abdal’�n boynu / ... / Y�kaca��m,
/ Müesses edebiyat�n�z� sizin, / Gök gü-rültüsünden ürken �iirinizi, / Ve tedbir-li, te�vikli yaz�n dünyan�z�.”
MÜSESSES EDEB�YATAKAR�I
“Müesses edebiyat”�n y�k�lmas�, yak-la��k 10 y�ld�r, Haydar’�n �iirinin as�l me-selesi. 12 Eylül sonras�nda ülkemizdesalg�n olarak ba�lat�lan yükselen de-�erler yaygaras�, tüm dünyada post-modernizmle örtü�erek tüketim veparan�n belirledi�i bir hayata boyune�i�le sonuçland���nda, edebiyat da buçökü�ten pay�n� alm��t�. Tam çeyrek
yüzy�l önce bu geli�me kar��s�nda �iiri ev-rensel siperlerinde sava�a sokmak üzere“Yenibütün Bildirisi” ile i�e koyulan �airler-den biri de Hüseyin Haydar’d�. O bildiride be��air modern �iirin kurdu�u gelene�in savu-nulmas�n� yükleniyordu. Ne ki insan� hücre-lerine kadar yeniden biçimlemeye yönelikak�ld��� sald�r�s�nda postmodernizmin tek-nolojiyi de gaddarca kullanmas�yla birlikte sa-nat, felsefe, bilimler, ekonomi, politika, tümhayat ku�at�lm��, her �ey hayat�n kar��s�nageçmi�ti. Dünyada neyse de, ülkemizde bi-le, edebiyat gelene�inin en güçlü temsilcisiolan has �iir, bu sald�r� kar��s�nda yana çe-kilmi�, ortal���, sanatsal ili�ki ve örgütlen-melerin mafiyöziyle yönlendirildi�i “soylu birtüketim esteti�i” kaplam��t�. Haydar’�n y�-k�lmas�na çal��t��� müesses edebiyat, safsafave hurafeyi her e�yaya bula�t�rma gayretin-deki i�te bu postmodern edebiyatt�.
Haydar’�n �iirinde içerik ve biçim diyalekti�iba��ndan beri özcü bir anlay��la tasarlan�p ge-li�tirildi. �air, kitab�n ilk �iirinde (s. 8) “Ey bir-birinin kaburgas�ndan olan halk” dizesinde,bizi Âdem’le Havva’n�n yarat�l���na gönde-rirken, evrensel sesleni�inin her türlü hura-feyi topa tutmaya yöneldi�ini de ima eder.Bu nedenle, �iirler bir bütün olarak al�nd�-��nda, yaln�zca ülkemiz için de�il, emperya-lizmin dünyaya dayatt��� sona kar��, tüm in-sanl�k için “Ergenekon’dan Ç�k��” ere�ini üst-
lenir (s. 123): “Ç�k�yoruz buradan, bu demirkuyusundan, / Nas�l ç�karsa k�l�nç k�n�ndan.”
ANLAM ÖRGÜSÜNDE YEN�DENYAPILANMA
Ne ki bu, hiç de kolay de�ildir. Halk, bir-birinden olma sürecini çetin kar��tl�klardan ge-çerek ya�ayacakt�r: “Cellad�na Oy Ver!” �ii-rinde (s. 48) �air bunu öfkeyle yo�rulmu� birac� içinde hayk�racakt�r. Buna kar��n, “Var-diya Bizde” �iirindeki (s. 16) “Sar� Efe’nin ba-�� dik k�zlar�y�z” dizesindeki sava�kan umuthep yürürlüktedir. Nitekim, “Bekliyorumbense sa�anak alt�nda, / Bekliyorum, vah-detivücut gibi, / Hapse giren arkada�lar�m�.”(s. 53) dizelerinde, çekilen ac� ve çileden olu�-ma insan yumaklar� tasavvufun vahdet-i vü-cut kavram�yla özde� bir anlama iletilerek,okur, tarihsel bir derinlikte benli�iyle bo-�u�maya at�l�r. Haydar, s�k s�k dinsel kav-ramlar� al���lm�� yerlerinden u�ratarak dilin an-lam örgüsünde yeniden yap�lanmaya zorlar:“�nsanl�k An�t�’n�n Ç��l���”nda (s. 19), “Kâ-be duvar�nda Hacerül Esved kesiyorlar. / Ko-par�yorlar halk�n atardamar�n�” diyor. Bura-da da �air, gericillik ve hurafeye ödün veri-yor olma kayg�s� ta��maz...
Hüseyin Haydar, bu �iir kavgas�n�n ön si-perlerinde, her hafta, bir kö�e yazar�, daha-s� bir kö�e �airi olarak ç�kt� okurun kar��s�naAyd�nl�k’ta (s. 12): “E�ba�kan mal da��t�yor,yeti�en al�yor. / Gemici�i kendi o�luna ve-riyor, E�ba�kan, / Açl�k gemini vuruyor ye-timin a�z�na, / Topraklar� Yedi Düvel’e ve-riyor, / Kara toprak dolduruyor Memet’in bo-�az�na.” Üstelik bu �iirler her gün birçok kezUlusal Kanal’da yay�mland�. Bunlar al���lmad�k�eylerdi... Kimi �airlerce yad�rgand�. Ama �i-irler, onun amaçlad��� i�levi gerçekle�tirdi. So-nunda, ba�ka �airleri de kö�esinde politik �i-irler yay�mlamaya özendirdi.
KONU�MA D�L�N�N L�R�ZM��iirlerinde halk �iirinin ve günlük konu�-
ma dilinin lirizmine da yaslan�yor HüseyinHaydar. Özellikle “Tekel ��çisi Ni�anl� K�z�nVasiyeti”nde bu çok belirgin ve ba�ar�l� bir yö-nelim olarak ç�k�yor kar��m�za (s. 22): “Be-nim bu Tekelden ölüm ç�kacak, / Ölüm ç�-kacak, kesin. / Beni almak için ni�anl�m, /Üç bin ceset torbas� getirsin.” Ahmed Arif’inEnver Gökçe’den esinlendi�i “Saçlar�na kangülleri takay�m” dizesine de selam gönderi-yor (s. 24): “Zafer sabah� ç�kaca��m topraktan/ Saçlar�ma tütün gülleri takarak”.
Karacao�lan hayk�r���ndaki “Gökdere’yeGüzelleme” (s. 94) �iirinde, bu geleneksel li-rizmin doruktaki örne�ini buluyoruz:
Ey Ümmühan, ey ümmü, nereye?Güne� misin, y�ld�z m�, yoksa dolunayZülüflerin nokta nokta mineli,Döke döke, gittice�in böyle nereye?Tüm �iirler içinde kan�mca en etkilisi, R�fat
Ilgaz’�n “Ali�’im” �iiri gibi belleklerde yeredecek olan “Tersanede Ölüm - 2” �iiri (s. 29).
Üstelik Cemal Süreya’n�n ironisini de bir an-da boca ediyor: “Yar�m saat sonra ölece�inibilmiyor, / Ama kakaolu helva istiyor adam./ Yar�m saat sonra, kara bir delikten, / Dü-�üp ölece�ini bilmiyor ki... / Bakkala girmi�de helva istiyor / Bingöl’deki köyünden de yüzgram.” Ölüm duygusuyla ilk kez sars�lm�� birçocu�un saf �a�k�nl��� içinde anlat�yor Haydar.Dahas� hem �iir, hem sinopsis bu... Kitab� ilkç�kt��� günlerde (Haziran 2011) �airle yapt�-��m�z söyle�ide ona yöneltti�im soruda bir nok-tay� özellikle vurgulam��t�m: “�iirimizin bu-günlerde gereksindi�i militan duyarl�k, gerçeklikve lirizm a��s� bu kitapta, özellikle bu �iirdevar”... Haydar’� “Ac� Türkücü”den beri izli-yorum. �iirini bu ba�lamda köklü biçimde dön-ü�türdü�ü görülüyor.
M�L�TAN DUYARLIKDerin bir dostlu�a ölümün ak�tt��� uçsuz bu-
caks�z kederle dolu �u dizeler, Alp Er TungaSagusu’nun modern söylemde yeniden do-�u�u sanki… “Onurun Ad� Demirta� Ceyhun”�iirine (s. 64) �öyle ba�l�yor: “Ne söyleyebi-lirim, a�abey, / Seni nas�l anlatabilirim a�-lamadan. / Nas�l anlat�l�r sava�ç�n�n yay�, /F�rlat�lan ok yeryüzüne ça�r�lmadan.”
Kemal Özer için �iirinde (s. 83) gücünü ya-l�nl���ndan alan bu lirik söyleyi�, bir s�rr� aç�-�a vurur gibi anlat�l�yor: “Bar�� gömle�ine sa-r�l� silah� gömdük.”
Dede Korkut’la Mevlâna aras�nda yay�lan bir�iir ülkesinde ya�ad���m�z� anbean duyumsa-t�yor bize Haydar. Balaban’�n resmini anla-t�rken (s. 80) kulland��� �u dize ola�anüstü et-kili: “Hiç bunlara boya diyebilir mi insan?”
Haydar’�n �iiri üstüne ba�ka saptamalar�-ma, “Do�u Tabletleri” üstüne yaz�mda da yerverece�im. Ama sözü militan duyarl��a ve Ce-mal Süreya’ya getirmi�ken bir çeli�kiyi vur-gulamadan geçemeyece�im: Süreya, “önü-müz albenili nesne-kitap dönemi” diyordu1980’lerde. San�r�m, kullan�m de�erini yiti-rip kitapl�kta ki�isel süs e�yas�na dönü�me-sini anlatmak istiyordu kitab�n da gaz lambas�ya da kilim gibi... “Zor Günlerin �iirleri” de,“Do�u Tabletleri” de �iirler i�levini Ulusal Ka-nal’da ve Ayd�nl�k’ta yerine getirdikten son-ra kitapl���m�zda bir “prestij” ve an� ürünü ola-rak yer als�n diye tasarlanm�� sanki... Oysa1960’larda, Nâz�m’�n, Ahmed Arif’in kitap-lar�, Ataol Behramo�lu’nun “Bir Gün Mut-laka”s� elden ele dola��rken kapak hem limelime oluyor hem de üstünde biriken el kiriy-le deri gibi kal�nla��yordu sanki... Militan �ii-rin do�as�nda kullan�m de�eri as�ld�r çünkü...
�unu kesin olarak söyleyebiliriz: Kan�k-sanm�� postmodern imge ve söylem dünya-s�nda uzun bir uykuyu i�aret eden uyu�ma veesneme halleriyle gözleri kay�p gitmekteolan �iirin bir anda s�çray�p kendisine gel-mesini sa�layan “Zor Günlerin �iirleri”, iç-eri�iyle oldu�u kadar, söylemde getirdi�i ta-zelikle de kitapl�kta hep en kolay uzanaca-��m�z rafta olacakt�r.
Zor Günlerin Şiirleri:Esneyen şiirin sıçraması
SEYY�T NEZ�R
Şiirler bir bütün olarak alındığında, yalnızca ülkemiz için değil,emperyalizmin dünyaya dayattığı sona karşı, tüm insanlık için
“Ergenekon’dan Çıkış” ereğini üstlenir. Hüseyin Haydar, bu şiirkavgasının ön siperlerinde, her hafta, bir köşe yazarı, dahası bir köşe şairi
olarak çıktı okurun karşısına Aydınlık’ta
20 N�SAN 2012 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR
Üç Maymun
Otobiyografik özellikler taşıyanbu ilk ve tek romanında Fowles,anılar eşliğinde geçmişin izinisüren Daniel’in hikâyesini anlatı-yor. “Flashback”lerle zamaniçinde sürekli devinen hikâyede,pek çok anlatı tekniği ve romaniçinde roman kurgusuyla karşıla-şacaksınız. Çocukluğundan yetiş-kinliğine, yetişkinliğindengençliğine sıralama gözetmeksi-zin, çağrışımlarla sıçrayan anlatıOxford Üniversitesi kampüsün-den İskoçya’daki bir kır evine, Nilüzerindeki tekne gezintilerindenHollywood stüdyolarına kadargeniş bir alana yayılıyor.Kitapta estetik, felsefe, kültürel-tarih, İngiltere ve ABD arasın-daki farklar, arkeoloji ve mitlerüzerine gözlem ve yorumlarbazen hikâye ve karakterlerkadar önem kazanıyor.
Daniel Martin
Eski metinleri okumayı kolay-
laştırmak ve günlük yaşama aitbazı kelimeleri anlaşılır kılmakiçin Yunan ve Roma mitolojisi-
nin insani, hatta fazla insanişahsiyetleri, yabancı ve tanıdıkcanavarları, bilinen ve bilinme-yen mekânları burada gözlerönüne seriliyor. Kökenlerimizi
yorumlamak için “Antik efsa-nelerin ezeli ve ebedi kuklaları”böylece hayat bulmakta, anlam
kazanmakta, hayallerimizi can-landırmakta, insanlığımızın iyive kötü sembollerini ifade et-mektedir.
Mitoloji Sözlüğü
Londra, 1889. Dönemin en büyükyazarlarından biri olan OscarWilde, vahşice öldürülmüş on altıyaşındaki Billy Wood’un mum ışı-ğında bırakılmış cesedini bulur vebu cinayetin izini sürmekten ken-dini alamaz. Suç ve dedektiflik öy-külerinde çığır açan SherlockHolmes’ün yaratıcısı Arthur ConanDoyle’un ve dostu Robert She-rard’ın da yardımıyla çözmeye giriş-tiği bu olay, yazar-dedektifleri başkacinayetlere yönlendirir. Oscar Wil-de’ın renkli ve ilgi çekici hayatınınışığında yaratılmış ve ince ince iş-lenmiş bu kurgu sadece sıradan bir“katil kim?” hikâyesi değil, aynı za-manda edebiyat tarihinden ilhamalmış, yer yer gerçek olaylarla iç içegeçirilmiş ve o dönem ruhunu yan-sıtan ayrıntılarla örülmüş bir eser.
Oscar Wilde veMumışığı
Cinayetleri
Istrati, “Baragan’ın Dikenleri”ndezorlu koşulların hüküm sürdüğüRomanya topraklarında yaşananyoksulluk ve eşitsizliği anlatır. Ba-ragan’da insanlar bir lokma ye-meğe muhtaç, köle gibi yaşarlar.Oysa ağalar, devletin ileri gelenlerive zenginler refah içindedir. Bara-gan’da yaz sona ererken kuzeylirüzgârlar sert kışın ve karın gelişinihaber verir. Dikenlerin büyük yol-culukları da işte o zaman başlar.Tüm Baragan’ı bir uçtan diğerinekat ederler. Peşlerine de “yitip git-meye” ya da “altına girilecek birçift kanat aramaya” kaçan yoksulçocukları sürüklerler. Istrati, Bara-gan’ın kıraç topraklarında kıtlığın,toplumdaki güç eşitsizliğinin ve ya-şanan gerginliklerin öyküsünü yok-sul bir çocuğun gözünden anlatıyor.
Baragan’ınDikenleri
Günümüzün en yakıcı sorunla-
rına bilimsel bir bakış... Emre
Kongar yeni kitabı, “ABD’nin
Siyasal İslam’la Dansı”nda, Or-
tadoğu ve Kuzey Afrika’daki
oluşumları, İslam alemi ile
Amerika’nın ilişkileri açısından
irdeliyor. Türkiye’nin önündeki
“model olma” seçeneğini de-
ğerlendiriyor. Kongar, yalnızca
sorun belirleyen değil, İslam
alemi, ABD ve Türkiye açısın-
dan çözümler öneren bir yakla-
şım sunuyor okurlara.
ABD’nin Siyasal
İslam’la Dansı
Tüm zamanların en önemli fizik-çilerinden dördü bir araya gelipkuantum fiziği hakkında konuş-saydı ortaya nasıl bir sohbet çı-kardı? Hiç şüphesiz ilginç birsohbet. Aydınlatıcı. Kışkırtıcı.Hatta eğlenceli. Alman fizikçiHarald Fritzsch’in Newton, Einstein, Heisenberg ve Feyn-man’ı bir araya getirdiği “Yanılı-yorsunuz Einstein!” bu sıfatlarınhepsine sahip. Adrian Haller adlı(kurmaca) bir fizik profesörününbir tren yolculuğu sırasında uyu-yakalmasıyla rüyalar âlemindebuluşan bu büyük fizikçilerin soh-beti, kuantum kuramının doğu-şunu, gelişimini ve bugünküdurumunu yalın ve akıcı bir dilleanlatıyor. Fizikçiler kendi arala-rında konuşadursun, biz okurlarda bu sohbete kulak misafiri ola-rak modern fiziğin en zorlu konu-larını daha iyi kavrama imkânınakavuşuyoruz.
YanılıyorsunuzEinstein!
Gazeteci, yazar, fotoğrafçı, res-
sam, edebiyatçı Fikret Otyam
bu kitapta, Cumhuriyet tarihi-
nin en büyük karşıdevrim ope-
rasyonuna karşı feryadını dile
getiriyor.
“En Kuvvetli Ordu: ‘Silivri 5.
Ordu’ Ortadoğu’nun ve Balkan-
lar’ın derken, neredeyse Avru-
pa’nın en kuvvetli/donanımlı
ordusu olmasına ramak kalmış
‘Silivri 5. Ordu’ya yeni atamalar
tüm hızıyla sürüyor/sürdürülü-
yor! Amiraller, generaller ardı
ardına yeni görevlerinde!”
Silivri 5. Ordu’da Albay
Açığı Kapatılıyor! ‘Menşei’ belli
olmayan/edilmeyen alçakça bir
ihbar sonucu üç Kurmay Albay;
beş Albay derhal ‘Silivri 5. Or-
du’ya! Anlaşılan Orduda Albay
fazlası var, ihbarcılar bunları Si-
livri’ye “atatıyor”, hem de der-
hal!
Silivri 5. Ordu
Emre Kongar, Remzi Kitabevi, 224 s.
Nuri Bilge Ceylan, Do�an Kitap, 476 s.
Nuri Bilge Ceylan genellikletam olarak bitirmediği, dahadoğrusu eksik bıraktığı senaryo-larla çekime girmeyi yeğler. Ek-siklerin, ya da kesin kararverilmemiş noktaların çekiminrealitesi içinde zenginleşerektamamlanmasını umar. Kitaptaişte bu, Ceylan’ın çekim sıra-sında elinde tuttuğu orijinal se-naryosu yer alıyor. Böylece,senaryoda henüz cenin halindevar olan birtakım fikirlerin or-taya çıkan filmde nerelere git-tiği, başka deyişle bir filmyaratmanın NBC’ye has evrimikolaylıkla görülebilecek.
Kitapta ayrıca filmin Cannesmacerası, yurtiçi ve yurtdışın-daki vizyon yolculuğu sırasındahakkında yazılan sayısız maka-leden derlenmiş geniş bir seçki,Nuri Bilge Ceylan ve diğer ekipelemanlarıyla yapılmış röportaj-lar da yer alıyor.
Pierre Grimal, Kabalc� Yay�nevi,çev. Sevgi Tamgüç, 916 s.
Fikret Otyam, Kaynak Yay�nlar�, 440 s.
John Fowles, Ayr�nt� Yay�nlar�,çev. Nuray Y�lmaz, 720 s. Gyles Brandreth,
Sel Yay�nc�l�k, çev. Ahu S�la Bayer, 280 s.
Panait Istrati, �� Bankas�Kültür Yay�nlar�,
çev. Bertan Onaran, 120 s.
Harald Fritzsch, Metis Yay�nlar�,çev. Ogün Duman, 224 s.
Aydınlık KİTAP
TUNCA ARSLANRay Bradbury’nin“Fahrenheit 451” adlıbilimkurgu klasiği, ya-zılı her şeyin yasak ol-duğu, okumayaninsanların düşünemeye-cekleri için mutsuz daolmayacaklarına inanı-lan bir geleceği anlatır.Bir zamanlar yangınsöndürmek için çalışanitfaiye teşkilatı artık ki-tapları yakmakla görev-lidir ve kitaba adınıveren fahrenheit 451,kitap kağıdının tutuşma sıcaklığıdır.İtfaiye hortumlarından artık sudeğil, yakıcı bir sıvı çıkmaktadır:“Guy Montag işini seven bir itfaiye-ciydi. On yıldır kitap yakıyordu. Ge-cenin bir yarısında yola çıkışlarını,alevlerin kitaplarıyutuşunu hiç sor-gulamamıştı... Hiçsorgulamamıştı, in-sanların korku-suzca yaşadığı birgeçmişi anlatan o17 yaşındaki gençkızla karşılaşanadek... Montag’ın ha-yatındaki bütünyanlışlar doğrularlayer değiştirir oandan sonra.”
Romanın ilkTürkçe basımını1971 yılında OkayYayınları yapar. Ar-dından 1984’te Bas-kan Yayınları’ncayayımlanır. 1999’da ise “Fahrenheit451”in hakları İthaki Yayınları’nageçer.
Ray Bradbury, sansürcü ve ya-sakçı anlayışı eleştiren, öte yandanda “yasaklar yıkılmak için konulur”uvurgulayan; tek amacı tüketmekolan, televizyonun esiri olmuş, şid-dete karşı duyarsızlaşmış “moderntopluma” karşı saldırıya geçen birmetin ortaya koymuştur. Kitap oku-manın da bulundurmanın da büyük
suç sayıldığı bu top-lumda elbette “asi-ler” de olacaktır.Onlar da gizlicekitap okur, ezber-lerler ve her satırıbelleklerine yerleş-tirirler.
Yaşmının bütünbölümünü kütüp-hanelerde geçirenve kitapları en iyieğitim araçlarıolarak görenBradbury’ninkitap sevdasının
büyük bir yansımasıdır “Fahrenheit451”. Hüzün verici, iç burucu bir an-latımı vardır ve açık biçimde karam-sar, umutsuz bir finale sahiptir. “Herşeyin bir mevsimi vardı. Evet. Yık-manın bir zamanı ve yeniden yapma-
nın bir zamanı. Evet.Susmanın bir zamanıve konuşmanın bir za-manı. Evet, bu kadar”der Bradbury.
Kimi eleştirmen-lerce George Or-well’ın “1984”üyleaynı kefeye konur“Fahrenheit 451”.Oysa “1984” tama-men anti-komünizmduygusuyla yazılmışbir romandır, RayBradbury ise açık bi-çimde kapitalizmieleştirir.
1966’da ünlüFransız yönetmenFrançois Truffaut
tarafından “Değişen Dünyanın İn-sanları” adıyla sinemaya aktarılır“Fahrenheit 451”. Truffaut‘nun ilkrenkli, ilk ve tek İngilizce filmidir vene yazık ki kaynak eserin çok geri-sinde kalmıştır. Truffaut, kitaptanmahrum insanların duygusal boşlu-ğunu yansıtmakla birlikte, romanıokuyanların zihninde canlandırdık-ları görselliği yakalamakta pek başa-rılı olamamış, “soğuk” bir filme imzaatmıştır.
Kitapsız birdünyada...
RAY BRADBURY’N�N ROMANINDANFRANÇOIS TRUFFAUT’NUN
F�LM�NE: “FAHRENHEIT 451”
Kimi eleştirmenlerce George Orwell’ın“1984”üyle aynı kefeye konur “Fahrenheit
451”. Oysa “1984” tamamen anti-komünizmduygusuyla yazılmış bir romandır, Ray
Bradbury ise açık biçimde kapitalizmi eleştirir
20 N�SAN 2012 CUMA 21Aydınlık KİTAPSAHAF
1921’de Tunus’ta doğanRoger Boussinot (ölümü:2001, Fransa), SorbonneÜniversitesi’nde felsefeokuduktan sonra gazeteci-lik yapmış ve toplam 15 ro-mana imza atmış. Sinemave televizyonla da uzun süremeşgul olduğunu, bu ikialanda da değişik çalışmalaryaptıklarını belirtelim. 1961-1994 arasında 13 sinemafilmi ve televizyon dizisindesenaristlik yapmış, yönetmenolarak imza attığı üç de tel-evizyon filmi mevcut. Ayrıca,çeşitli kaynaklarda “dev bireser” olarak tanımlanan “Si-nema Tarihi” adlı bir de çalış-ması bulunuyor.
“Bir Çobanın Yaşamı veÖlümü”, Aydın Emeç çevirisiyle 1982’de Hür Ya-yınları’nca okurlarımıza sunulmuş ve pek yankıyaratmadan sahaflardaki yerini almış.
Boussinot, “mekanik çağların yeryüzünden sil-diği bir adamın” öyküsünü anlatıyor romanında.Hani, 1930’ların başında Bordeaux Tıp Fakültesiöğrencilerinin her gün gördükleri ama hiç aldır-madıkları bir adam vardı ya, işte onun öyküsü…Öğrenciler aldırmazdı, çünkü alışmışlardı. Saçı sa-
kalı birbirine karışmış bu adam,hiç kullanılmayan bir servis kapısı-nın önünde oturur ve sürekliuyuklardı. Genel görünümün birparçasıydı sanki.
Roger Boussinot tam 40 yılsonra bu adamın peşine düşmüşve gençliğinde sormadığı sorula-rın yanıtlarını aramaya çıkmış.Arayışının sonunda da elinde buroman belirivermiş. Neresindenbakılsa, 70 yıllık bir öykü barın-dırıyor kitap. Ama küf değil,kitap kokuyor!
*** 1932 doğumlu İspanyol asıllı
Fransız oyun yazarı, romancıve sinemacı Fernando Arra-bal’ın 1959’da yazdığı “Ba-bil’in Cezası” (Baal Babylone)
ilk kez Abidin Emre çevirisiyle 1977’de Yeni An-kara Yayınları’ndan yayımlanmış. Roman, “PanikTiyatrosu” akımının öncülüğünü yapan ve tek ke-limeyle “tekinsiz” bir sanatçı olan Arrabal’ın fa-şist İspanya’da geçen kabus dolu çocuklukgünlerini anlatıyor. Arrabal, romanını sonradan“Yaşasın Ölüm” adıyla senaryolaştırmış veTunus’ta çekilen filmi bizzat yönetmişti. Ölüm te-masının öne çıktığı romanda neredeyse her say-fada aynı ses yankılanıyor: “Çürümüşlüğün
çocuklarıyız biz!”Derin bir yarayla ikiye bölünen İspanya toprağı
kadar kırgın ve acımasız bir roman “Babil’in Ce-zası”. Baştan söyleyelim, okuruna da acımayan birroman… Arrabal, daha önceki kimi yapıtlarındada yerleşik olan, hem büyüleyici hem de korkunçdurumdaki “anne” imgesine çok uzaklardan şöylesesleniyor sanki: “Baal’ın cezasını Babil’de vere-ceğim.”
ANADOLU’DAN KİTABEVİ
Malatya Anadolu’nun önemli yaşammerkezlerinden bir tanesidir. Doğununkırsal yaşamı ile kent yaşamının iç içegeçtiği bu coğrafya birçok romanakonu olmuş ve âşıklar yetiştirmiştir.Kaysı çiçeklerinin beyaza bürüdüğüMalatya da bugünlerde Mozaik Bilim,Kültür ve Sanat Merkezi Malatyalılaraeşsiz kitaplar sunuyor.
İlk katı kitabevi olan mekanın üstkatı okunmaya hazır anılarla ve tarihleyoğrulmuş kitaplarla dolu ve alt kattaise yöresel doku ile süslenmiş kafe yeralmaktadır.
Anadolu da güneş ezilen halkınumudu olarak doğar her gün ve bin-lerce umut yeşerir Anadolu’nun bağ-rında. Çocuklar ayaklarına giymeyeayakkabı bulamazken, karda ve kıştayalın ayak yürürken ellerinden düşür-mezler buldukları bir kitabı. İşte onuniçindir ki en güzel çiçekler Anadolu’daaçar. Ahmed Arifler ve daha niceleriyetişir bu topraklarda. Burada hiçbirçocuk kitap dolu bir evde dünyaya gel-memiştir. Buradaki çocuklar hep bir
özlem ve hayalle yaşamışlardır. Yenihayatlar ve umutlarına ışık olan kitap-ları arayan kişilerin Malatya’daki ad-resi Mozaik Kitabevi’dir. En son çıkankitapları ve Anadolu’nun kendine aitöz kültürünü sunan kitapları raflardagörmek mümkündür.
Siyaset, felsefe, tarih ve daha birçokalanda kitap bölümlerinden oluşanMozaik Kitabevi’nde ayrıca ikinci el ki-taplardan oluşan kütüphanesi ile misa-firlerine kitap okuma imkânısunmaktadır.
Kitabevi konusunda yoksul olanMalatya’da yeni açılan Mozaik Bilim,Kültür ve Sanat Merkezi kitapla veAnadolu havasıyla zaman geçirmek is-teyenlerin uğrak yeri olacaktır. İçerisiahşap bir döşemeye sahip olan MozaikKitabevi’nde fondan gelen müziklerlekitap ve çay eşliğinde sakinliği ve Ana-dolu’nun eşsiz havasını tadacaksınız.İnce Memed’i okurken Çukurova’yı,Ahmed Arif’i okurken Diyarbakır’ı ya-şayacağımız bir yer olan Mozaik kitab-evi sizleri beklemektedir.
MALATYA – MOZA�K K�TABEV�
Bilim, kültür vesanat merkezi
Çoban ve İspanya’da ölümBOISS�NOT VE ARRABAL’DAN �K� ROMAN
Soldan sağa1. Adnan Özer’in ödüllü bir �iir kitab�2. Köpek - Kullanma süresi - �rmik veya yumurta
kar��t�rarak haz�rlanm�� türlü biçimlerdeki kuru hamur vebu hamurdan yap�lan yemek
3. Bir tar�m arac� - Bir rüzgar türü - �sim - E�ek sesi4. Avuç içi - En küçük sosyolojik birim; familya - Yar� ya�,
yar� kuru toprak5. Talih, baht - Hal�, kilim ya da bez dokuma tezgah� -
Daha uzak olan yer veya �ey, mavera6. �stekli - Tekerle�in çember biçimindeki bölümü -
Lavrensiyum’un simgesi7. “... Güler” (foto�rafç�) - Bir dilek �art eki - Bir çe�it sinir
bozuklu�u, histeri
8. Bir element - Bir bilgiyi temsil eden semboller sistemi -Gezegenimizin uydusu
9. E�ya yükü, balya - Trabzon’un bir ilçesi - Japonya’dabuda rahibesi
10. Uzak - Dünya zevklerini ho�gören, dünyaya önemvermeyen, kalender
11. Germanyum’un simgesi - Yaln�zca oksijenin bulundu�uortamlarda geli�ebilen bir mikroorganizma - Sevapkazanm��
12. Bir �ngiliz uzunluk ölçüsü birimi - Cesaret, yi�itlik,kahramanl�k - Satürn gezegeninin be�inci uydusu
13. �sviçre’de bir nehir - Bir kan grubu - Le�14. Do�ru yolu gösterme - Kan p�ht�s� - Berilyum’un simgesi15. Resimdeki yazar�n bir eseri - “Thomas ...” (Çorak Ülke,
H�ristiyan Toplumu Dü�üncesi, �iir ve Tiyatro adl� eserlerinsahibi Nobel ödüllü [1948] Amerikan as�ll� �ngiliz �air)
Yukarıdan aşağıya1. “HAL�T ... ... “ Resimdeki yazar2. “O�uz ...” (yazar) - “... Güler” (foto�rafç�) - Evcil bir
geyik türü - Çal��ma, meslek3. Çektiri devrinde Osmanl� donanmas�nda kullan�lan
kad�rga cinsinden bir tür sava� gemisi - Bir eksenetraf�nda dönen tekerlek
4. Japonya’da buda rahibesi - Beyaz - Kal�c�l�k,ölümsüzlük - Ba����kl�k sa�lamak için vücuda verilen,ilgili hastal���n mikrobuyla haz�rlanm�� eriyik, telkih
5. Nikel’in simgesi - Hamur i�lerinde ve rak�c�l�klakullan�lan kokulu bir bitki türü - M�s�r firavunlar�n�npiramit biçimindeki mezarlar�na verilen ad
6. Kötü, soysuz, alçak - Ba�kentimiz - Bir cetvel türü7. Mercan adaz� - Kalça kemi�i8. Kurtulu�, kurtulma - Çift süren hayvanlar�n ko�uldu�u
demir uçlu bir tar�m arac�9. Dolayl� anlat�m - En k�sa zaman parças�, lahza -
Osmiyum’un simgesi - Lütesyum’un simgesi10. Tantal’�n simgesi - Vücuda giren yabanc� maddelere kar��
vücudun üretti�i savunma maddesi - “... Ayhan” (�air)11. Amerikan pamu�u - A��r� karma��k �eyler için
kullan�lan bir sözcük12. Ses - Limited (k�sa) - Sodyum’un simgesi - Gelece�i
ö�renmek, �ans ve k�smetini anlamak amac�yla oyun ka��d�,kahve telvesi, avuç içi, vb.’ye bakarak anlam ç�kartma, bak�
13. Türkü,�ark� - Bir toplulukta benimsenmi�, yerle�mi�davran�� ve ya�ama biçimlerinin, kurallar�n, gelenekve göreneklerin, al��kanl�klar�n bütünü - Araplar’�nrecep ay�nda kestikleri kurban
14. Hz.Muhammed’i övmek amac�yla yaz�lan kaside -Boyun e�en - Bir bulunma hali eki - “... Derek” (aktris)
15. Resimdeki yazar�n bir eseri - Al��k�
20 N�SAN 2012 CUMA22 Aydınlık KİTAP
BULMACA
ALINTI-TEST
Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?
Herkes bilmelidir ki, dedi, zamanın harabeleriebediyetin kâşanelerini yaratır. Nedir bununmanası? Arzunun rüzgarları akdiken ağacınıkavurur ama ardından dikenli bir çalıdan birgül olarak çıkar zamanın mahfilinde. Dinleyinşimdi beni. Kadının rahminde sözcük tene tah-vil olunur, ancak Yaradan’ın tininde göçmüşolan tekmil tenler ölümsüz sözcükler halinegelir. Yaratılışın sonrasıdır bu.
Hâlâ daha bir şey konuşmamıştık. Fakat artıkbuna hayret etmiyordum. Onun sessiz sedasızyaşayışı, tahammül edişi, insanların zaafla-rına merhametle ve edepsizliklerine eğlene-rek bakışı kâfi bir irade değil miydi? Beraberyürüdüğümüz zamanlar yanımda gidenin birinsan olduğunu bütün kuvvetimle hissetmiyormuydum?
Kaleme gitmediği günler ise saçlarını kestir-mek, terziye esvap ısmarlamak, kunduracıyaölçü vermek gibi hiç eksik olmayan vesilelerleBeyoğlu’nda, ötede beride vakit geçirir, cuma-ları, pazarları da sabahleyin hocalarıyla yarım-şar saat ders müzakaresinden sonrahanesinden çıkar, akşamlara kadar seyir yerle-rinde dolaşır idi.
1 2 3
Do�ru yan�tlar gelecek hafta bu sayfada… Geçen haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(a) 2-(c) 3-(a)
GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ
a) Yusuf Atılgan / Anayurt Oteli
b) Oktay Akbal / Önce Ekmekler Bozuldu
c) Oktay Rifat / Bir Kadının Penceresinden
d) Sabahattin Ali / Kürk Mantolu Madonna
e) Şükufe Nihal / Domaniç Dağlarının Yolcusu
a) Recaizade Mahmut Ekrem / Araba Sevdası
b) Reşat Nuri Güntekin / Acımak
c) Halide Edip Adıvar / Ateşten Gömlek
d) Hüseyin Rahmi Gürpınar / Şıpşevdi
e) Memduh Şevket Esendal / Oğullarıma Mektuplar
a) Boris Vian / Günlerin Köpüğü
b) James Joyce / Ulysses
c) Jose Saramago / İsa’ya Göre İncil
d) Tennessee Williams / Arzu Tramvayı
e) Necib Mahfuz / Zamanın Hükmü