84
OSMANLI’DA İLK FOTOĞRAF İZMİR’DE ÇEKİLDİ PUNTA’NIN YEŞİL ADAMI KEMERALTI ÇARŞISI’NIN SON USTALARI… İZMİR’DE GÖÇMENLERE YUVA OLAN KORTEJOLAR VE YAHUDİHANELER KENT KONAK KIŞ 2018 / 34

KIŞ 2018 / 34 - Konak, İzmir · 2018. 1. 17. · Uğur ORAL - Atilla ÖZDEMİR Tayyar ÖZDEMİR - Metin ÖZER Neslihan PERKEMBE - Umur SÖNMEZDAĞ Engin TATLIBAL - Aygül UÇAR

  • Upload
    others

  • View
    2

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

  • OSMANLI’DA İLK FOTOĞRAF İZMİR’DE ÇEKİLDİ

    PUNTA’NIN YEŞİL ADAMI

    KEMERALTI ÇARŞISI’NIN SON USTALARI…

    İZMİR’DE GÖÇMENLERE YUVA OLAN KORTEJOLAR VE YAHUDİHANELER

    KE

    NT

    KO

    NA

    K

    KIŞ 2018 / 34

  • 2 KIŞ 2018

    Fotoğraf: A. Beyhan CENKÇİ

    KIŞ 2018 / 34KONAK BELEDİYESİ

    ADINA SAHİBİSema PEKDAŞ

    Konak Belediye Baflkan›

    YAYIN KOORDİNATÖRÜIşık TEOMAN

    (Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü)

    HUKUK DANIŞMANIMine GENÇ

    YAYIN DANIŞMANLARIOzan YAYMAN - Fırat SOYLU

    KÜLTÜR SANATAbdullah TUNALI

    HALKLA İLİŞKİLEREmine KALABALIK

    KATKIDA BULUNANLARGökhan AKÇURA - Yaşar AKSOYTufan ATAKİŞİ - Orhan BEŞİKÇİ

    Siren BORA - Serdar ÇELENKHürol DAĞDELEN - Lütfü DAĞTAŞ

    Sinan DOĞAN - Saadet TUĞRAY ERCİYAS Hüseyin ERCİYAS - Mehmet ERDÜL

    Gürkan ERTAÇ - Tayfur GÖÇMENOĞLUMehmet GÜLÜMSER - Ahmet GÜREL

    Yıldız İLHAN - Ümit Yaşar IŞIKHANNalan KOLAĞASI İMRE - Asil KAYA

    Mevlüt KAYA - Atilla KÖPRÜLÜOĞLUHakan KOCAHAL - Sancar MARUFLU

    Uğur ORAL - Atilla ÖZDEMİRTayyar ÖZDEMİR - Metin ÖZER

    Neslihan PERŞEMBE - Umur SÖNMEZDAĞEngin TATLIBAL - Aygül UÇAR

    Hüdai ÜLKER - Yaşar ÜRÜK Mazlum VESEK - Mihriban YANIK

    Engin YAVUZ Duygu ÖZSÜPHANDAĞ YAYMAN

    Okan YÜKSEL

    EDİTÖRAyşe TEOMAN

    GRAFİK Murat DİRLİK

    Kapak fotoğrafı Atilla ÖZDEMİR

    BASKI TARİHİOCAK 2018

    YAYIN TÜRÜYerel-süreli-üç ayda bir yayımlanır, para ile satılamaz.

    YÖNETİM YERİİzmir Konak Belediyesi

    Dokuz Eylül Meydanı No: 6 Basmane/İZMİRTel: +90 (232) 484 53 00 / 1590 - 1591

    Internet: www.konak.bel.tr

    BASILDIĞI YER: İHLAS GAZETECİLİK A.Ş. Tel: +90 (212) 454 30 00

    Yayımlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir.

  • 3KIŞ 2018

    Merhaba,Derginiz KNK’nın sayfalarını çevirdikçeşehrimizin sokaklarında birlikte adım-layacağımızı, yaşam izlerimizi birliktesayacağımızı biliyoruz. KNK’nın hazır-lanma sürecinde bize güç veren de bu-dur. Voltaire, “Zaman, büyüklüğüyle son-suzluğa kadar uzanır; küçüklüğüyle son-suz parçalara bölünebilir” demişti. Hersayımızda sizinle buluştuğumuz yer deçoktan zaman ötesi olan şehrimizdir.Her satırda bu sihri hissedeceğiniz birseçkiyle çıkıyoruz yine karşınıza.

    Dört ayrı sinagogu aynı avluda buluşturanşehirdir Konak. Bu sayımızda ForasterosSinagogu’nu anlatırken içinde barındırdığıSinyora Giveret, Hevra ve Algaze sina-goglarından da haber vereceğiz.

    Bizi biz yapan, zaman ustası şehrimizdenayrıntılar var yine derginiz KNK’nın say-falarında. Roma Dönemi’ne tarihlenenSmyrna Yamaç Evleri’nden tarihe büyülü

    bir bakış… Zeki Müren’in İzmir yılları…Osmanlı’nın ilk fotoğrafı nerede çekildi?Punta’nın yeşil adamı ne anlatıyor? Se-zar’ın katili İzmir’de mi vuruldu?

    Bu başlıklarla ve birbirinden renkli ko-nularla karşınızdayız.

    Tarihi bir İzmir evinin kurtuluş öyküsünüde bulacaksınız sayfalarımızda, sayıları50’yi aşan mağaralarımızı da… Göztepelitaraftarların 1978’de denizden nedentek tek top toplayıp sahaya attığını Cen-gâver İsmail’in anılarında okuyacaksınız.Kemeraltı’nın son ustalarıyla tanışırken,çarşının tarihte nasıl değiştiğine tanıkolacaksınız. Tüm dosyalarımızı ilgiyleokuyacağınıza inanıyorum.

    Esenlikler dilerim…

    Sema PEKDAŞ / Konak Belediye Başkanı

  • 4 KIŞ 2018

    6

    Kemeraltı Çarşısı’nın son ustaları ∂ Işık Teoman

    32Osmanlı’dailk fotoğrafİzmir’deçekildi∂ Tufan Atakişi

    50

    Yersizlik yurtsuzluk ∂ Yıldız İlhan

    72

    Şöhretin bedeli ∂ Tayyar Özdemir

    52

    Demokrasinin sınıftakaldığı gün ∂ Tayfur Göçmenoğlu

    54

    Mülteci∂ Mehmet Erdül

    68

    Sezar’ın katiliniİzmir’in içindevurdular ∂ Yaşar Ürük

    70

    Punta’nınyeşiladamı∂ Aygül Uçar

    İzmir’de ilkyangın sigortaşirketleri∂ Umur Sönmezdağ

    20Damlacık’ınüstü viranealtı Romavillası∂ Saadet Erciyas

    36

    içindekiler

  • 5KIŞ 2018

    42

    Zeki Müren’in İzmir’e her gelişi olay olurdu∂ Tayfur Göçmenoğlu

    İzmir’in en etkin yayınevi ∂ Yaşar Aksoy

    74

    Tek aşkıGöztepe'ydi∂ Atilla Köprülüoğlu

    64

    İzmir’de göçmenlere yuva olan kortejolar veyahudihaneler ∂ Siren Bora

    58Tarihi birİzmir evininkurtuluşöyküsü∂ Mihriban Yanık

    62

    Forasteros Sinagogu∂ Orhan Beşikçi

    76

    İzmir’in güreş dünyası∂ Hüdai Ülker

    78

    Aktivistler∂ Ümit Yaşar Işıkhan

    24

    İzmir’inmağaraları∂ Hakan Kocahal

    46

    28

    Blak Ailesi∂ Metin Özer

  • T arihi Kemeraltı Çarşısı’nda kaybol-maya yüz tutmuş meslekleri de-vam ettirmeye çalışan son ustalarlasöyleşmek ve fotoğraf çekmek amacıylafotoğraf sanatçısı Atilla Özdemir ile Al-tınpark’taki tarihi fırında buluştuk. Ka-laycılar, hallaçlar, bileyciler, leğimciler, te-nekeciler, akşam olunca kapının önündengeçen bozacılar, tahin pekmezciler, aşu-reciler, sütçüler, yağcılar, pamuk helvacılar,

    macuncular, kızarmış ayva satıcıları. Gö-zümün önünden film şeridi gibi geçipgitti o yıllar.

    Sonra sünnet hediyelerini düşündüm…

    Eski Rumlardan kalan evimizin giriş katındaküçük bir oda, odada da yüklük denilenahşap kapılı bir bölüm vardı. O bölümbanyo olarak kullanılıyordu. Dört beş yaş-larımdaydım. Annem bizi yıkarken alttanakan sular odanın içinde bir çukura doluyor,babam banyo sonrası o suları kazanlarlataşıyıp bahçeye döküyordu. Sonraki yıllarda

    bahçemize yeni bir banyo ve mutfak yapı-lınca, o bölüm ardiye olarak kullanılmayabaşlandı. Sünnet olduğum yıl o kadar çokbakır işi hediye geldi ki, hiç gözümünönünden gitmiyor. Onlarca tencere, tava,ibrik, tabak, çatal, kaşık ve bardak; hepside bakır. Bakır malzemeler kullanılmayabaşlanıldığında doğal olarak kalaycıya daihtiyaç duyulmuştu. Sokak aralarından okadar çok kalaycı geçiyordu ki! Tüm ma-hallelinin tanıdığı kalaycı Arap Osman so-kağın başına oturur, evlerden gelen tabakçanak ne varsa toplar, heybesine doldurupgötürürdü. Birkaç gün sonra bakır kaplarpırıl pırıl, kalaylanmış olarak her eve tektek teslim edilirdi. Okuma yazması olmayanOsman’ın nasıl olup da bunları not etmedenevlere teslim ettiğini aklım bir türlü almazdı.Sonra ne mi oldu? Sokak aralarında türeyenplastik kova ve leğen satıcıları evlerde nekadar bakır eşya varsa silip süpürdüler,hem de yok pahasına. İnsanları plastik mal-zemelere mahkum ettiler. Ağzımdan ço-cukluğumda dilimden düşmeyen bir te-kerleme dökülüverdi: “Aliniki İbrahimler,su içerler kalaylı tastan.” Ne demekse…

    6 KIŞ 2018

    Kemeraltı Çarşısı’nın

    Işık TEOMAN

    Fotoğraflar: Atilla ÖZDEMİR

    Şunu gördük ki; geçmişteüretimin de yapıldığıKemeraltı Çarşısı’nda artıküretim bitmiş, çarşı sadecesatış yeri olmuş. Bunda hızlagelişen teknolojinin etkisibüyük. El emeği artıkmakinelerin hızınayetişemiyor, böyle olunca el işiürünler de pahalı oluyor.Çarşıda hızlı ama ucuz, ucuzama kalitesiz üretilen mallarağırlığını hissettiriyor. Ancakbu ustalar direniyorlar…

    SON USTALARI

  • 7KIŞ 2018

    H atırlarım, yıllar önce Havra Soka-ğı’na girdiğimde sağlı sollu dük-kanlarda tenekeciler vardı. Kapıönlerinde kazanlar, kovalar, soba boruları,mangallar ve maşalar satılırdı. Hemen herevde odun sobaları vardı. Odunlar küçük

    bir çıra ile tutuşturulur, sönmemesi içinart arda odun atılırdı. Soba bir anda harlar,odayı sımsıcak yapardı. Tenekeden yapıl-dığı için kısa bir süre sonra ısısını kaybet-meye başlayınca odun takviyesi yapılırdı,uyku saati gelene kadar bu böyle sürüp

    giderdi. Teneke soba ve borular birkaçyılda yıprandığından sonbahar geldiğindeyeni sobalar alınır, sağlam olan borularislerinden, kirlerinden arındırılır, beyazyaldız boya ile pırıl pırıl boyanır, eksikolanların yerine tenekecilere gidilip ölçüverilir, yenileri takılırdı. Önce kömür so-baları, ardından kaloriferli ısıtma sistemleri,klimalar, doğal gazlar derken teneke so-balar unutuldu gitti.

    İşte o yılları yaşayan teneke ustası yetmişbir yaşındaki Sakıp Taş, Havra Sokağı’nınson teneke ustası. Diğerleri teknolojiyeyenik düşüp birer birer kapanıp gitmişler,onların yerine manav ve balıkçılar yerleşmiş.Babası Mehmet Emin Bey’den sonra mesleğikeyifle yürüttüğünü; o günlerde kazan,kova, soba, soba borusu ve özellikle farekapanlarının peynir ekmek gibi satıldığınıanlatan Sakıp Usta, Kemeraltı’nın son tenekeustası olduğunu söylüyor. Sağlığı elverdiğisürece mesleğe devam edeceğini vurgu-layan Sakıp Taş, “Kaybolmaya yüz tutmuşmesleklerin teknik liselerde en azındanhobi amaçlı öğretilmesini çok arzu ederim.Hiç olmazsa unutulmasın. Bakın artık bizimsattığımız her ürünün plastik benzerlerinibulabilirsiniz. Teneke malzeme satışı nereyekadar sürecek” diyor. Odun sobalarınınemaye sobaları bitirdiğini, plastiğin tene-keciliği yok ettiğini belirten Sakıp Usta ellialtmış yıl önce gece yarılarına kadar çalışıpmal yetiştirmeye gayret ettiklerini de söz-lerine ekliyor. Gazyağı yokluğu nedeniylekarpit lambalarının kullanıldığını, bütünteneke dükkanlarının karpit lambası ye-tiştirmek için gece gündüz, usta çırak de-meden çalışıldığını, o yıllarda iyi paralarkazandıklarını anlatan Sakıp Usta, “Amagün geldi tenekeciler derneği bile kapatıldı.İki dönem başkanlık yaptığım dernek, te-neke dükkanlarının kapanması nedeniyleDemir Sanayi Derneği’ne devredildi” diyereksözlerini noktalıyor.

    Havra Sokağı tenekecileri ile ünlüydü

    Sakıp Taş929 Sokak No: 68

    Havra Sokağı Kemeraltı

  • K ırk yaşındaki ‘Son Kalaycı’ Aziz Bar-tık’ın Palamut İş Hanı’ndaki dükka-nına uğradık. Mesleği, adını taşıdığıdedesi Aziz Bartık’tan babası Nazmi Bartıkteslim almış. Yetmiş sekiz yaşında ve halahayatta olan baba Nazmi, anahtarı oğluAziz’e devretmiş. Bir yandan kalay yapan,bir yandan da bizimle sohbet eden AzizBartık, “Bir oğlum var ve bu mesleğe ke-

    sinlikle sokmam, sokakta çöp toplasın amakalaycı olmasın” diyor. Nedenini sorduğu-muzda ise önce kalay yapımında kullandığımalzemeleri sıralıyor birer birer… “Nişadır,saf kalay, kostik, tuzruhu ve pamuk. Tümbunları kullanan tek ocakçı benim” diyorve devam ediyor, “Ellerim iltihaplı ve yanıkiçinde, çok zor ve tehlikeli bir meslek. Çırakgeliyor, yanımda işe başlıyor, on beş gün

    sonra ellerinin yandığını söylüyor, çekipgidiyor. Kalaycı olarak ardımdan yetişenbiri yok. Ben bu mesleği en fazla on yıldaha yaparım, ondan sonra bırakırım, bukalaycılık mesleği de Kemeraltı Çarşısı’ndayok olur gider…”

    Sokak aralarında gezen ve kalay yapanlaradikkat çeken Aziz Usta kaplamada kulla-nılan malzemenin kalay değil kurşun ol-duğunu anlatıyor, tehlikelerinden sözediyor. Usta, “Kalaylı kaplar kullanımabağlı olarak bir yıl kullanılır, tehlikesi yok-tur. Ancak kurşun ile yapılan işlem üç aysonra dökülmeye başlar, tehlikesi çok bü-yüktür, insanı zehirler. Bu zehir vücutta ka-lıcı hasarlar yaratır, kansere neden olur”diyerek uyarıda bulunuyor.

    8 KIŞ 2018

    Yüz yıllık kalaycı aile

    Aziz BartıkPalamut İş Hanı 6/13 Kemeraltı

  • İ zmir 15 Mayıs 1919 yılında Yunanlartarafından işgal edildiğinde 873 So-kak’taki dükkandan hala dövülen de-mirin sesleri geliyormuş. O gün bu gündürkepenk hiç inmemiş, neredeyse gece ya-rılarına kadar demir tavında olması içindövülmüş. Ali ve Ömer Akdemir kardeşler,babaları Süleyman Akdemir’in bu dük-kanda çırak olarak Sabri Usta’nın yanındaçalışmaya başladığını, uzun yıllar ailenintek geçim kaynağının demircilik olduğunuanlatıyorlar. Geçmiş yıllarda çok iyi paralarkazandıklarını, ancak artan maliyetlerinve gelişen teknolojinin demircilik mesleğiniyok etme aşamasına getirdiğini söyleyenAli Akdemir, “Tamamen el emeğimizleçalışmak zorundayız. Gün geliyor on altıon yedi saat demir dövüyoruz. Gençlergelmiyor, çırak gelmiyor, çünkü meslekağır, günboyu çalışmak zorundayız. Birkaçyıl öncesine kadar işler durma noktasınageldi. Bizim kor ateşten alıp demiri döverekyaptığımız tarım aletlerinin fabrikalardaseri üretimi başlayınca maliyet düştü,müşteriler de ucuz olanı tercih etmeyebaşladı” diyor.

    Sosyal medya imdada yetişiyorSöze giren Ömer Akdemir, “İki kardeş karakara düşünmeye başladık, geçimimizinasıl sürdüreceğiz diye. Gelip giden vebize sipariş veren kampçı gençlerin öne-rileri doğrultusunda, facebook’ta sayfaaçtık. Adını da ‘Kemeraltı Demircisi Ali’koyduk. Bizi sosyal medya kurtardı. Demirtavında dövülür diye düşündük. İyi ki aç-mışız, bir anda özellikle kampçılardanözel istekler gelmeye başladı. Siparişlerardı ardına sıralanınca işlerimiz açıldı, ek-meğimiz çıktı. Şimdi sipariş üzerine çalı-şıyoruz. Türkiye’nin dört bir yanından si-parişler geliyor, gece gündüz ter döküponları yetiştirmeye çalışıyoruz. Özel baltalarve bıçaklar yapıyoruz, hepsi de kişiye özelmalzemeler. Ancak, biz kapıya kilit vur-duğumuzda Kemeraltı Çarşısı’nda demirciustası kalmayacak. Yani biz son demirciustalarıyız” diyor.

    9KIŞ 2018

    99 yıldır demir tavındaAli-Ömer Akdemir

    873 Sokak No: 77 Kemeraltı

  • H uriye Çalhan Elgenay bir yandanbıçağı biliyor bir yandan da bi-zimle sohbet ediyor: “Bu iş bizededemizden kaldı. Eskiden günde ancaon bıçak üretebiliyorduk. O on bıçağı ya-pabilmek için de gece geç saatlere kadarçalışıyorduk. Önce boynuzu alıyor, sıcaktayakmadan şekil vermek için öğlene kadardidiniyorduk. Boynuz ısınınca pense ileşekil veriyorduk. Öğle vakti geldiğindeise anca on boynuz, sap şekline geliyordu.Öğleden sonra da bizim taslak diye tabirettiğimiz on adet bıçak zor çıkardı. Yatsıezanı okunduğunda on bıçak anca hazırolurdu. O yıllarda bilmiyorduk, toptancılarbizim elimizden ucuza alıp gidiyorlardı elyapımı bıçakları. Sonraları kendi malımızıkendimiz satmaya başladık.”

    Bursa değil YatağanBütünşehir yasası ile Yatağan’ın, Denizli’ninSerinhisar ilçesinin bir mahallesine dönüş-tüğünü anlatan Hasan Elgenay ise dede-sinin bıçak ustası olduğunu söylüyor. Ya-tağan’da toprağını işleyecek tarla bulun-madığı için hemen her evde bıçak üretil-

    diğini vurgulayan Bıçakçı Hasan Usta, “Bi-zim ailemiz yüz elli yıldır bıçak üretiyor.Bıçak üretim işi denildiğinde akıllara Bursageliyor. Ancak gerçek öyle değil, Bursa’dangelip Yatağan’dan bıçak satın alıp gidiyorlar.Artık el işi bıçakları sadece ısmarlama ve

    sipariş üzerine yapıyoruz. Teknoloji vefabrikasyon üretim maliyetleri düşürdüğüiçin el yapımı bıçaklar pahalıya geliyor.Yine de talep çok. Altmış beş yıldır Ke-meraltı’nda bıçak satıyoruz. Ayrıca bağmakası, çim makası, koyun kırpma makasıda elle ürettiklerimiz arasında” diye ko-nuşuyor.

    Torun da bıçak ustası oluyorBaba mesleğini sürdüren Hasan Usta, to-runun da bu mesleği yapmasını istiyor veonu yanından ayırmıyor. Kendi babasınında bıçakçılık işini devam ettirmesini iste-diğini hatırlatan Hasan Erganay, “Evin biroğluydum, babam mesleği öğrenmemiçok istedi, sanırım o nedenle de beni okut-madı. Küçüklüğümden beri babamın ya-nında çalıştım, bu işi öğrendim, bıçak ustasıoldum. Bizim bu işi yaptığımız yıllarda tek-noloji yoktu. Her türlü işi ellerimizle yapmakzorundaydık, bu yüzden gece yarılarınakadar çalışırdık. Şimdi teknoloji var, herşeyi yapmak çok kolay” diye anlatıyor.Hasan Usta’nın ailelere de bir mesajı var:“Aileler çocuklarını mutlaka okutsunlarama çocuklarına bir de zanaat öğretsinler.Üniversiteyi bitiriyorlar, diplomalı işsiz olu-yorlar. Torunum Ahmet lise yıllarında okul-dan çıktıktan sonra koşarcasına yanımagelirdi. Akşama kadar çalışır, bu arada ders-lerini de ihmal etmezdi. Şimdi Ahmet Ustaolma yolunda ilerliyor, yani bizim işimizidevam ettirecek.”

    10 KIŞ 2018

    150 yıldır bıçak üretiyorlar

    Bıçakçı Hasan873 Sokak No: 63 Kestanepazarı Kemeraltı

  • D ar basamaklı merdivenlerden tı-rabzana tutunarak çıktığımız dük-kanda yetmiş beş yaşındaki babaMehmet Erdoğan koltuğuna uzanmış şe-kerleme yapıyordu. Pek ses etmeden oğluAli Erdoğan ile konuştuk. Babasının elli yılönce amcasının oğlundan devraldığı dük-

    kanda kalbur (kalın telli), elek (incetelli) ve takunya üretiyor, satışını daburadan gerçekleştiriyor. Bu mesleğindaha çok Roman vatandaşlar tarafındanyapıldığını, tarihi Kemeraltı Çarşısı’nıntek elekçisi olduğunu belirterek devamediyor: “Eski yıllarda ev kadınları o kadar

    çok elek kullanıyordu ki, yetiştiremiyorduk.Un eleği çok satılıyordu. Ancak fabrikalarhazır paketler üretip piyasaya çıkarınca,un için elek kullanılmamaya başlandı.”

    Elek ve kalburların kasnaklarının gürgenveya çınar ağaçlarından yapıldığını, BursaKemalpaşa’dan geldiğini anlatan Ali Ustaölçülerin yirmi ila yetmiş santim arasındadeğiştiğini söylüyor. Elek çeşitleri arasındakalburabasma eleği, kestane kalburu, su-sam kalburu, çerez kalburu ve zeytinyağıeleği bulunduğunu anlatan Ali Erdoğan,“Biz kapattık mı Kemeraltı’nda bu iş biter”diye konuşuyor. Dükkanda ayrıca az mik-tarda takunya üretimi yaptıklarını da ha-tırlatan Ali Usta, “Önceki yıllarda o kadarçok takunya satardık ki, gece gündüz çalışır,yetiştirmek için babamla birlikte didinipdururduk. Özellikle yardımsever vatandaşlarcamilere bağış yapmak için çok sayıda ta-kunya satın alırlardı. Artık eskisi gibi kul-lanılmıyor. Nostalji olsun diye satın alanhamamlar var. Sanırım bu gidişle vitrinlerdesüs malzemesi olacak” diyor.

    11KIŞ 2018

    Elek, kalbur, takunya

    Ali Erdoğan878 Sokak No: 39/A Kemeraltı

    Sayıları bir elinparmakları kadarazaldı... Kendilerinison zanaatkarlarolarak tanımlıyorlar.Öyküleri birbirinebenziyor; dededenbabaya, babadanoğula... Ama hüzünlüolan, zanaatlarınıaktarabilecekleri neusta, ne kalfa, ne deçırak var.

  • T arihi Kemeraltı Çarşısı’nı çok iyi bi-lenler hüzünlenecek. Büyük DemirHan’ın kapısından girdiğinizde soltarafta fıçı ve ahşap sandalye üreten Se-lahattin Usta vardı, şarap fıçısı üretmesiyleünlüydü. Özellikle sipariş üzerine çalışır,yaptığı diğer ahşap malzemeler yıllarcakullanılırdı. Epeydir Kemeraltı’na gitmi-yordum, sokak aralarında dolaşmıyordum.Atilla Özdemir ile birlikte Büyük DemirHan’ın kapısından içeri adımımızı attığı-mızda adeta şoke oldum. Sol taraftaki bi-nanın yerinde yeller esiyordu. Ahşap yapıyıkılmış, bir tek altındaki taştan temellerkalmış, üstünü otlar sarmıştı. Şaşkınlıklabakarken esnaf durum hakkında hemen

    bilgi verdi. Vakıflardan bir yetkili gelmiş,“Bu binanın altında mescit var” demiş.Kemeraltı’nda cami yok ya! Gerekli pro-sedür başlatılmış, Selahattin Usta tahliyeedilmiş, bir süre sonra da yaşamını yitirmiş.Şimdi o binanın yerinde hüzün var. Es-naftan bu fıçı işini oğlunun devam ettir-diğini, dükkanı sahiplendiğini, biraz ötedebir binanın çatı katında fıçı üretmeyi sür-dürdüğünü öğreniyoruz. Onlarca basamakçıkıyoruz, kat kat dolaşıyoruz ve çatı katındafıçıya gergef çeken Cihangir Dinç Usta’yaulaşıyoruz. Elli iki yaşındaki Usta bizi gö-rünce, “Babamın Sinop’tan gelip elli yılemek verdiği dükkanını yıkıp gittiler. Bu-rada fıçı üretmek zor, inip çıkmak zor, mal-

    zeme taşımak zor ama ekmeğimi çıkarmak,baba mesleğini yürütmek için ayakta dur-maya çalışıyorum. Bizim yaptığımız ma-rangoz ve mobilya işine benzemez. Ta-mamen işçilik, alınteri ve el emeği istiyor.Şarap fıçısı yapmak için günlerce bekle-yeceksin, ahşaba şekil vereceksin, sızdır-masın diye dikkatle izleyeceksin, yani sıfırhata olacak. Bir günde bir fıçıyı gece yarı-larına kadar çalışarak tamamlıyorum, çırakyok, usta yok... Çırak geliyor, bir hafta, onbeş gün sonra çekici elinden atıp gidiyor,dayanmak zor. Yeni ustalar yetişmediğiiçin Kemeraltı’nda fıçı yapan dükkan veusta olmayacak. Bu dükkan kapandı mıbu iş biter” diye dert yanıyor. Meşe ağa-cından yaptığı ve oldukça zahmet isteyenşarap fıçılarına talebin az olduğunu, ancakdekoratif fıçı isteyenler için sipariş usulüçalıştığını anlatan Cihangir Usta, bu mes-leğin ölmemesi için yanında yetişmek is-teyen çıraklara çağrı yapıyor. Yoksa kapıyakilit vurduğunda fıçıcılık mesleği de Ke-meraltı’nda son bulacak.

    12 KIŞ 2018

    Kemeraltı’nın son fıçıcısı

    Cihangir DinçBüyük Demir Han 878 Sokak No: 20 Kemeraltı

  • İ nan Yıldırım çocukluğunda hayvanlarıpek seviyor, eve sürekli kedi köpek ge-tiriyor, sokaktaki hayvanlara sahip çı-kıyor, onları besliyor, barınaklar yapıyor.Belli ki meslek seçimi de hayvanlar üzerineolacak. Liseyi bitirdikten sonra kararını ve-riyor ve tercihini veterinerlikten yana kul-lanıyor. Sınavlara giriyor, Konya Selçuk Üni-versitesi Veteriner Fakültesi’ni kazanıyor.Sevinçten havalara uçuyor. Beş yıllık eğitiminardından babasının Büyük Demir Han’dakidükkanına geliyor ve bir iş kurana kadaryardımcı olmaya çalışıyor. Bu arada kendincemodeller üretip bakır üzerine işlemeyebaşlıyor, o kadar özel modeller üretiyor ki,eşi ve benzerini kimse taklit bile edemiyor.Bir bakıyor ki yıllar geçmiş, altmış yıllıkbaba mesleği bakırcılığı yapmaya başlamış.2000 yılında diplomasını alarak geldiği ba-basının işyerinde on yedi yılı geride bırakmış.

    İnan Yıldırım Ege’de tek usta olarak birkendisinin bir de yanında çırak olarakçalışan kardeşi Orhan Yıldırım’ın kaldığınısöylüyor. Çalışmak için kimsenin gelmedi-ğini, çünkü bu mesleğin titizlik ve sabırgerektirdiğini anlatan İnan Yıldırım, “Bizdensonra bakır ustası yok, dükkanı kapattıkmı, devamı yok” diyor.

    13KIŞ 2018

    Veteriner olacakmış ama…Ege’nin ve İzmir’in tek bakır ustası

    İnan YıldırımBüyük Demir Han Kemeraltı

  • K emeraltı Anafartalar Caddesi’nikesen ve İkiçeşmelik (EşrefpaşaCaddesi) yokuşuna uzanan yolunsağ tarafında iki katlı eski bir konak…Önünden yıllardır geçip gidiyorum, boşsahipsiz diye düşünüyorum. Bir yandanda çok merak ediyorum içini. Konak sa-hipsiz gibi görünüyor ama yıkılıp dökül-müyor, demir kapısı, demir kepenkleriyerli yerinde duruyor, taş işçiliği muhte-şem, bayılıyorum bu binaya. Atilla Öz-demir, “Abi şimdi Necati Usta’ya uğraya-cağız” diyor. Binanın önüne geliyoruz,kapıyı çalıyoruz. Birkaç dakika sonrakapıyı genç biri açıyor, bizi içeri buyurediyor. Ahşap merdivenlerden on beşbasamak çıkıyoruz, yine ahşap camlı ka-

    pının ardında aydınlık bir oda ve aydınlıkbir yüz bizi karşılıyor. Altmış iki yaşındakiNecati Gürbüz… O kadar kendine gü-veniyor ki, daha söyleşinin başında, “Utyapımında ben en iyiyim” diyor. Gençlikyıllarında teknik liseyi tercih ediyor, dökümustası olarak yetişiyor ama ut yapımustası olarak isim yapıyor. Türkiye’nindört bir yanından Avrupa’dan ve çeşitliülkelerden siparişler yağıyor. Ut yapımıkolay bir iş değil, yılan ağacı dedikleritropikal bir ağacın ut haline dönüşmesitam iki yıl sürüyor. Bedeli ise 3 bin 500Euro. Necati Usta’ya, “Neden Euro, Türkparası değil?“ diye soruyorum. Malze-menin dışarıdan geldiğini ve fiyatınınEuro olarak ödendiğini söylüyor. Uda en

    iyi tınıyı vermek için çok ama çok titizbir çalışma gerektiğinin altını çizen NecatiUsta, “Ut talepleri genel olarak konser-vatuvar öğrencileri ile sanata gönül ve-renlerden geliyor. Çoğunlukla kullandı-ğımız ağaç türü güneydoğu cevizi, mür-düm eriği veya gül oluyor. Dört ay so-nunda ut, çalınacak duruma geliyor vebedeli 700 Euro” diyor.

    Bu arada misafir olarak gelen ve tınıyıen iyi veren ustalardan biri olduğunuöğrendiğimiz Nuri Tutpınar ile tanışı-yoruz. Bir udi olarak ben de udumu ya-pan hocanın ismini verdiğimde ortakdostlarımız çıkıyor, sohbet sıcak bir şe-kilde devam ediyor. Necati Usta ut ya-pımının çok uzun sürdüğünü, bu ne-denle de maliyetinin yüksek olduğunuanlatıyor. Bu işi devam ettirecek kimsesiolup olmadığını sorduğumuzda, “Çırakyok, usta yok, gönül veren kendini ye-tiştirir” diye konuşuyor. Otuz beş yıldıryaptığı tüm utların şeceresinin kendisininözel arşivinde saklı olduğunu ifade edenNecati Gürbüz, “Hangi yıl olursa olsungelip beni bulurlar, ben de udun şece-resini çıkarırım, neyi var neyi yok buluruz,gerekirse tedavisini yaparız” diyor birdoktor edasıyla…

    14 KIŞ 2018

    “Benden iyisi yok!”

    Ut yapım ustasıNecati Gürbüz

    Kestelli Caddesi No: 52 Kemeraltı

  • E lli, yüz, belki de yüz elli yıllık saatlersözkonusu olunca, devreye antikasaat tamiri yapan ustaların ustasıFeti Pamukoğlu giriyor. Yaptığı işin adınınHoroloji (tarih, zaman ve saat bilimi) ol-duğunu söylüyor. Bir elin parmakları kadaraz sayıda kalmışlar koca Türkiye’de. Buyüzden el üstünde tutulduğunu söylüyor.Şehirden şehire koşuşturuyor kulelerdekisaatleri kurmak, zamana uydurmak için.Bir gün Konak (Atatürk) Meydanı’nda İzmirSaat Kulesi, bir gün Eşrefpaşa, bir başkagün Çanakkale, Balıkesir, Ayvalık, Bergama.

    Çalıştığı mekana dükkan demeye dilimvarmıyor, müze desem yeridir…

    Mesleğe, ilkokul yıllarında babasının dük-kanında saatleri yaparak değil, bozarakbaşladığını anlatan Feti Pamukoğlu, “Sa-atçilik bizde dede mesleği, üç kuşaktırdevam eder. Saatçiliği dedem İzmir’deyapmış. Hatta ilk mekan vergi kayıtlı Ke-çeciler Tilkilik tarafı, daha sonra ÜçüncüBeyler. Dedem mesleği bir ustadan öğ-renmiş, Allah rahmet eylesin saygıyla yadediyorum. Benim ustam babam, dedemigöremedim, benim doğduğum senevefat etmiş” diyor.

    Teknoloji her yerde karşımıza çıkıyorYüz yıl önce dede ile başlayan meslekbabaya, babadan da oğula geçerken,teknoloji de gelişiyor, mekanikten elek-troniğe geçiliyor. Kurmalı saatler durduğuanda ‘pat pat’ diye vurduk mu başlardı‘tıkır tıkır’ çalışmaya, kulağımızı dayardıksesini daha iyi duyalım diye… Sektörkendini öyle bir yeniliyor ki, artık saatlerteknolojiyle birlikte evlerin duvarlarına,masalara, kollara; köstekli, zincirli, afilisaatler pantolonların ceplerine; dijital sa-atler buzdolaplarına, fırınlara, çamaşırmakinelerine, kısacası yaşamın içine gi-riyor. Söyleşi sırasında, tıkır tıkır işleyensaatlerden guguk ve gong sesleri geliyor.Görmeyenler için yapılmış saatin on beşdakikada bir çıkardığı ses yankılanıyorkulaklarımızda.

    Üç beş kişi yapıyorTürkiye genelinde bu işi yapan üç beşusta kaldığına değinen Feti Pamukoğlu,biraz üzgün, biraz kırgın, biraz da dalgındiyor ki, “Benim mesleğimi arkamdandevam ettirecek kimsem yok, vitriniminsağ tarafında benim gibi mesleği devamettirecek kimsesi kalmamış ustalarımızınbana bıraktığı manevi değeri yüksek pa-radan çok daha önemli şeyler var. Onlarıyaşatmaya çalışıyorum. Mesleğin bilgisibende kalmasın diye zaman zaman me-sela sanat okullarına, meslek liselerinegidip söylüyorum. Diyorum ki; önce ilgilazım, bilgi arkadan gelir.”

    İzmir Saat Kulesi’ne altı günde bir uğruyor;altmış altı basamak çıkıyor, yüz on yediyıldır çalışan saati kuruyor. Bakım içinseüç ayda bir çıkıyor; asırlık saati yerindensöküyor, gerekli bakımları yapıp tekraryerine koyuyor. Bu işlem neredeyse ikiüç gününü alıyor. İnsanlar önünde gü-vercinlere yem atarken Feti Usta zamanaayar çekiyor…

    15KIŞ 2018

    Eski zamana yeni ayar çekiyor

    Feti Pamukoğlu850 Sokak No: 27-28 Kemer Plaza Kemeraltı

    Her biri dükkana kilitvurduğunda bumeslekler son bulacak…Biz de ileriki yıllardaonlardan bir anı kalsın,bu meslekler hephatırlansın diye sonustaları ziyaret ettik,öykülerini dinledik,çaylarını içtik, dertlerinive sıkıntılarını paylaştık.

  • Y olunuz Kemeraltı’nda 2. Beyler’edüşerse, gözünüze mutlaka şulevha ilişir: ‘Örücü Hasan’. HasanGüvenir kazak, bere veya atkı ören birusta değil. Paraya kıydınız, en değerli veen pahalı kumaştan bir takım elbise yap-tırdınız. Onun adına damatlık diyelim.Gece düğünde giydiniz, oynadınız, zıp-ladınız ve bir anda pantolon veya ceketinizmasada kalmış son çiviye takıldı ve yırtıldı.Can havliyle “Gitti güzelim takım elbisem!”diye hayıflanmaya başladınız. Üzülmeyin!İşte bu işin doktoru, ustası Hasan Güvenirtam elli yıldır bu işi yapıyor, yırtılan kumaşıilmek ilmek örüyor. Teslim almaya gitti-ğinizde yırtık neredeydi diye aramayın,çünkü bulmanız olanaksız. Örücü HasanGüvenir işte böyle bir usta… Sandalye-sinde otururken iki büklüm kumaşın üze-rine kapanıyor, iğneler ile titiz bir şekildeyırtık kumaşın üzerine adeta bir köprükuruyor, her bir teli diğer tel ile buluştu-ruyor. Örme işi yırtığın büyüklüğüne görebazen iki saat, bazen beş saat bazen degünlerce sürüyor. Bu uğurda iki gözünü

    neredeyse yitirmiş, kalın gözlükler kul-lanmak zorunda ama bu mesleği yaptığıiçin pek keyifli. Baba mesleği değil, ÖrücüEngin Usta’nın yanına on dört yaşındaçırak olarak giriyor, ustasından çok küçükyaşlarda öğreniyor örücülük işini. TarihiKemeraltı Çarşısı’nda birkaç kişi kalmışlar,Hasan Örücü de onlardan biri. Arkaların-dan gelen usta veya çırak yok. Onun de-yimiyle meşakkatli, zor, çok zor bir iş.Hasan Usta, göçüp gittiklerinde bu işisürdürecek kimsenin kalmayacağını veörücülük mesleğinin tarihe karışacağınısöylüyor.

    1970’li yıllarda çok kıymetli bir meslektiMesleğe başladığı yıllarda örücülük işininçok kıymetli bir meslek olduğunu hatırlatanHasan Usta, “Herkes yapamazdı, çok paraverip aldığı bir ceketinde minik bir sigarayanığı olmuş. Adam şimdi bunu atsın mı?Bize gelir, biz o deliği kapatırız, neredeolduğunu bulamaz bile. Bir mantoyu, pal-toyu veya kabanı güve yiyebilir, aslına uy-gun bir şekilde kumaşı öreriz. Artık bitenbir zanaat, geçer akçe değil, mesleğimizcan çekişiyor. Çok az kişi kaldık, üzülüyorumama yapacak bir şey yok, bizden sonrayok olup gidecek” diye dertleniyor.

    16 KIŞ 2018

    Örücü Hasan848 Sokak No: 80/P-3 2. Beyler Kemeraltı

  • H alk arasında kazıma mü-hür diye bilinen ve imzayerine geçen mühür ka-zıma işi hala geçerliliğini koruyor.İki binli yıllara gelmemize rağ-men okuma yazma bilmeyençok sayıda insan var. Hisar Camisiönünde yıllarca mühür kazıyanAli Fuat Amca rahmetli olmuş,o yıllarda bu işten iyi ekmek ye-miş, çocuklarını okutmuş, eliayağı tutana kadar da sürdür-müş bu işi. Şimdilerde yine HisarCamisi önünde bir kaligrafi ustasıolan altmış iki yaşındaki HamzaGönül mühür kazıma işini tanesion liradan yapıyor. Ancak haf-tada üç dört parça iş yapabildi-ğini söylüyor. Sadece okumayazma bilmeyen vatandaşlarınmühür kazıtmadığını, eğitim al-mış, yüksek okul bitirmiş ancakhastalık nedeniyle imza atama-yacak durumda olanların da mü-hür kazıttığını hatırlatıyor. Oku-ma yazma bilmeyen vatandaş-ların imzası yerine geçen ve res-mi işlemlerde geçerli olan mü-hür kazıma işini keyifle yapanGönül, “Biz mührü kazıyoruz,kazıtan kişi notere gidiyor, ya-nında akrabası olmayan iki kişitanıklığında noterin verdiği res-mi belge ile geçerli oluyor” diyor.Kullanılabilmesi için noter tara-fından onaylatılması gerekenmührün kaybolması durumundabir kopyası çıkarılamıyor, bu se-beple yeni bir mühür yapımındatekrar noter onayı almak gere-kiyor. Pirinç üzerine kişinin adısoyadı kazınarak yapılan mü-hürlerin kopyasını yapmakmümkün değil. Ayrıca plastikyapılan kazıma mühürler resmiişlerde geçerli olmuyor.

    17KIŞ 2018

    HamzaGönül

    Hisar Camisi önünde mühür kazıtmaya devam

  • S eksen iki yaşında yaşama veda edenİsmail Reşat Uyar ve kardeşi HayriUyar İstanbul’da Ermeni bir ustanınyanında çırak olarak işe başlarlar. Meslekteustalık payesi alınca kendi işyerlerini kuruprölyef yapmaya girişirler. Bakır malzemeninüzerine binlerce imza atarlar. İsmail veHayri kardeşlerin babaları Vahdet Uyar daünlü bir rölyef ustası olunca meslek yüzelli yıllık bir geçmişe uzanır ailede. Babayaşlanıp işi bırakınca, yanında yetişen ikioğlu Tuncay ile kardeşi Hayri Uyar, İstanbulEyüp Sultan’da ‘Babanın Oğulları’ diye ta-nınmaya başlarlar, ünlerine ün katarlar.Daha sonra yolları İzmir’e, tarihi KemeraltıÇarşısı’na düşer ve rölyef işinde arananisim olurlar. Hayri Uyar siroz hastalığınayakalanarak yaşama veda edince TuncayUyar rölyef işini bir süre daha sürdürüpdükkanına kilit vurur. Tarihi Kemeraltı Çar-şısı’nın tek rölyef ustası Tuncay Uyar, KadriyeMahallesi’ndeki evine çekilip yaşama küs-meden bulabildiği işlerde çalışmaya devamediyor. Tuncay Usta’yı Büyük Demir Han’dabakır ustası İnan Yıldırım’ın yanında rölyefişlerken bulduk, biraz sohbet ettik. Usta,“Babam öldü, ardından kardeşimi kaybet-tim. İzmir Kemeraltı’nda “Babanın Oğulları”diye ün yaptık. Binlerce rölyef işledik, çok

    iyi paralar kazandık. Yanımıza çırak gelmedi,yeni ustalar yetişmedi. Rölyef işi artık okul-larda öğretiliyor. Ben devletin bu sorunael atmasını isterim. Bu zanaatı öğrencilereokullarda öğreteyim. Meslek yok olmasın,daha çok usta yetişsin” diyor.

    Tarihi Kemeraltı Çarşısı’nda alaylı usta olaraksadece kendisinin kaldığını hatırlatan rölyefustası Tuncay Uyar, elinde çantası, özel sipa-riş aldığında koşarak gidiyor. Bizimle sohbetederken bir yandan da işini yapan ustanın

    bakırı işlemeden önce çizim yapmamasıdikkatimi çekiyor. Buna rağmen ortayamuhteşem bir eser çıkıyor. Şaşkınlığımı farkeden Usta, “Ben yapacağım çalışmayı bakırüzerine çizmem. Çizim kafamdadır, ne işle-yeceğimi bilirim, çalışırım, eserimi ortaya çı-karırım” diyor. Çalışma bittiğinde her biribirbirinden eşsiz güller ortaya çıkıyor.

    18 KIŞ 2018

    Kemeraltı Çarşısı’nıdolaşırken bumesleğe gönül vermişustalar kendilerinihep şöyle tarif ettiler:‘Son Fıçıcı’, ‘Son Elekçi’,‘Son Saatçi’, ‘SonÖrücü’, ‘Son Kalaycı’,‘Son Tenekeci’, ‘SonDemirci’, ’Son Bıçakçı’,‘Son Bakırcı’…Kendilerine son usta deseler degünümüzde buzanaatı sürdürüyorlar.Çok hüzünlü değil mi?

    Son rölyefçiTuncay UyarBüyük Demir Han Kemeraltı

    0 534 675 87 25

  • 19KIŞ 2018

    Odun ateşinde kahve kavuruyordu

    Yusuf Amca 847 Sokak No: 15/1 Kemeraltı

    O artık ‘son usta’ bile değil, çünkü dükkanı kapatmış, yerine kabapçıaçılmış. Dile kolay altmış yıl süreyle odun ateşinde çiğ kahve çekirdeğinikavurmuş, mis gibi içelim diye alın teri dökmüş o sıcağın başında.Tüm kahve satıcıları Kemeraltı Çarşısı’nda kuyruk olurmuş çiğ kahve çekirdekleriniodun ateşinde kavurtmak için. Yusuf Amca’yı kapattığı dükkanın hemenyanındaki çay ocağında kahvesini yudumlarken bulduk. Yaşının ilerlediğinive kahve kavurma işini yapamayacak hale geldiğini söyledi. Kendisindensonra bu işi devam ettirecek bir ustanın yetişmemesi nedeniyle kahve kavu-ruculuğu işinin Kemeraltı Çarşısı’nda son bulduğunu hatırlattı.

  • 20 KIŞ 2018

    Damlacık’ın üstü viranealtı Roma villası

    Konak Tüneli’ninyapımınınardından üst kısmıbir harabeyedönen Damlacıksemtinin altındaİzmir’in turizmpotansiyelinicanlandıracak, EfesÖrenyeri’ndekiYamaç Evlerbenzeri bir tarihyattığı ortaya çıktı.

  • K onak Tüneli’nin yapımının ardın-dan üst kısmı bir harabeye dönenDamlacık semtinin altında İzmir’inturizm potansiyelini canlandıracak, EfesÖrenyeri’ndeki Yamaç Evler benzeri birtarih yattığı ortaya çıktı. Konak Tüneliinşaatı sırasında yapılan kurtarma kazı-larında bulunan ‘Smyrna Yamaç Evleri’olarak adlandırılan ve Roma Dönemi'ne

    tarihlenen bazı yapıların ise kentin soyluailelerinden birine ya da kent yönetici-lerine ait olduğu belirtildi.

    Mardin’de 2014 yılında gerçekleştirilen23. Müze Çalışmaları ve Kurtarma KazılarıSempozyumu kitapçığında yer alan ‘2013yılı Konak Tünelleri Kurtarma Kazısı’ başlıklıbildiri, bugün virane görünümündekiDamlacık semtinin altında zengin birtarih yattığını bilimsel olarak da kanıtladı.Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıklarıve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün e-kitapsitesinde Müze Çalışmaları ve KurtarmaKazıları Sempozyumu Yayınları arasındayer alan kitapçıkta, kazı çalışmalarınınİzmir Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü bah-çesindeki Etnografya Müzesi’nin kuzey-doğusunda kalan Bahri Baba Parkı içinde,1885 yılına kadar Musevi Maşatlığı (me-zarlık) olarak kullanılmış olan alanda ya-pıldığı belirtiliyor.

    Arkeolog Elif Erginer’in imzasını taşıyanbildiride, 8 Nisan 2013 tarihinde başlayanve ikinci ve üçüncü derece arkeolojik sitalanlarda yapılan kazı çalışmalarında 15.yüzyılda İspanya’dan İzmir’e göç edenSefarad Musevileri’nin de gömülerininbulunduğu alanda, üzerinde İbranice ya-zıları olan 336 adet mezara ulaşıldığıbilgisi yer alıyor. Mezarlar kaldırıldıktansonra yapılan çalışmalarda Smyrna Yamaç

    21KIŞ 2018

    Konak Tüneli inşaatısırasında yapılankurtarma kazılarındabulunan ‘SmyrnaYamaç Evleri’ olarakadlandırılan ve RomaDönemi'ne tarihlenenbazı yapıların isekentin soyluailelerinden birine yada kent yöneticilerineait olduğu belirtildi.

    Saadet TUĞRAY ERCİYAS

  • Evleri adı verilen konutlara ulaşıldığıbilgisi yer alırken, burada bulunan ko-nutların Smyrna Antik Kenti Kazı Baş-kanlığı tarafından Basmane Mevkii Al-tınpark Arkeolojik Kazı Alanı’nda yürü-tülen çalışmalarda bulunan sivil konut-lardan farklılık gösterdiği dile getiriliyor.

    Konak Tünelleri Kurtarma Kazısı sırasındaortaya çıkartılan ve Smyrna Yamaç Evleriolarak adlandırılan yapı kompleksinin11 adet mekanlardan oluştuğu, bu me-kanlardan bazılarının tabanlarının mo-zaikle kaplı olup, duvarlarının üzerindebir bölümü korunmuş fresklerin bulun-duğu kaydediliyor. Konutların su ihtiya-cının kuyu veya çeşmelerden sağlandığı,su depolama haznesinde biriken temizsuyun kazılarda bulunan yedi farklı pişmiş

    toprak su iletim hattı aracılığıyla başkaalanlara dağıtıldığı ve buna benzer birörneğe Efes Yamaç Evleri'nde de rast-landığı bilgisi veriliyor.

    Bildiride, ortaya çıkartılan konuttaki mo-zaikli yapının taban döşemesi ve duvar-larındaki freskleriyle Efes’teki Yamaç Ev-ler'le benzerlik gösterdiği bilgisi de yeralıyor. Bildirinin sonunda, “Konak-YeşildereBağlantı Yolu Projesi (Konak Tünelleri)kapsamında gerçekleştirilen kurtarmakazısı sırasında ortaya çıkartılan M.S. 3.-6. yüzyıla kadar geniş bir kullanım gör-düğü ele geçen buluntular ile mozaikve fresklerden anlaşılan, Roma Dönemi'netarihlendirilen, 11 farklı mekandan (yak-laşık 400 metrekare) oluşan özgün sivilkonutun mekanlarındaki mermer kap-lamalar, mozaikli taban, seramik ve tesseraparçalarından oluşturulmuş harçlı tabanve kaliteli duvar resimleri ile son derecegörkemli bir şekilde dizayn edildiği, buözellikleriyle de Efes Yamaç Evleri’ndebulunan konutlarla yarışacak nitelikteolduğu” görüşü paylaşılıyor.

    Yıldırım, "Yol verin geçelim" demişti Temel atıldığı günden açıldığı güne kadarbüyük tartışmalara neden olan, Damlacıksemtinde üzerine denk gelen sokaklardayaşamı neredeyse bitirme noktasına ge-tiren Konak Tünelleri Kurtarma Kazısı’nınuzaması üzerine Başbakan Binali Yıldırım“Marmaray” benzetmesi yapmıştı. Yıldırım,arkeologların çalışmaları için “Yol açıngeçelim, siz kazılarınıza devam edin di-yoruz, onların gönlünü yapmaya çalışı-yoruz. Yakın zamanda Bahri Baba’dan

    22 KIŞ 2018

  • giriş yapacağız. Şimdilik sabrediyoruz.Seçimlerden önceye yetişmez, ancakgayret ediyoruz. Bahri Baba bizim hesa-bımızda olmayan bir şeydi. Tabii arkeo-loglar için farklı anlamlara geliyor. Onlaragöre çok müthiş buluntular var. Herkesinyaşam tarzına göre birtakım buluntularçıkıyor. Bahri Baba için henüz bir tarihyok ama yakın zamanda giriş yapmakistiyoruz, şu anda görüşmeler sürüyor”diye konuşmuştu.

    Mozaikler sergilenecek 23. Müze Çalışmaları ve Kurtarma KazılarıSempozyumu'na sunulan bildiride yeralan, 2013 yılındaki Konak Tünelleri Kur-tarma Kazısı’nda ulaşılan Roma villala-rındaki fresklerin ve ağırlıkla siyah beyazgeometrik şekillerden oluşan taban mo-zaiklerinin sergilenmesi için Varyant’tabulunan Arkeoloji Müzesi’nin girişindeküçük bir alan hazırlanmış. Mozaiklerinrestorasyon işinin bir şirkete ihale edildiğive çalışmalar tamamlandığında çevresiyeşil bir brandayla kaplı bu küçük alandasergileneceği belirtiliyor.

    Hatırlanacağı gibi, tünel inşaatı sırasındabulunan mozaiklerin ve freskoların ale-lacele yapılan kazı çalışmaları nedeniylezarar gördüğüne dair haberler çıkmış,görselleri paylaşılmayan eserlerin en-vanterinin yapılmadığı dile getirilmişti.

    Denizi gören her yerde olabilir Eski Türk mahallelerinin yer aldığı Dam-lacık, İzmir Büyükşehir Belediyesi tara-fından hazırlanan İzmir Tarih Projesi’ndeAltınyol ile birlikte 10. Alt Bölge olaraktanımlanıyor. Bölgede yeraltı kültür kat-manlarının yüzeye çok yakın olduğu, 0,8-1,8 metre arasında Osmanlı ve Bizans,1,8 metre derinlikten sonra ise Roma iz-lerinin yer aldığına dikkat çekiliyor.

    Smyrna Antik Kenti Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy ise “Sur içindeki alanın heryerinde, İzmir’in bütün denize bakan ya-maçlarında bu tür evleri bekleyebiliriz. Oalan da denize manzaralı olduğu içinçekim merkezi olarak değerlendirilebilir.Sürpriz değil. İzmir’in genelinde katmanlarHelenistik Dönem'den başlar; Roma, Bizans,

    Osmanlı Dönemi’ne kadar devam eder.kadar devam eder. Bu sadece Agora’yaözgü değil” bilgisini paylaşıyor.

    Keşke yerinde koruyabilseydik Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Eylül ayındayayımlanan Ocak-Eylül 2017 arasındakimüze ziyaretçi istatistiklerine baktığımızdaaslan payının yüzde 58 ile Efes Örenyeri’neait olduğunu görüyoruz. Bu alanın için-deki Yamaç Evleri’ni görmek istediğinizdegiriş için ödediğiniz 40 liraya ek olarakekstra 20 lira daha ödemeniz gerekiyor.Gördüğünüzde ödediğiniz paraya kesin-likle değecek Yamaç Evleri’ni 2015 yılında140 bin 441, 2016 yılında 59 bin 567,2017 yılında ise 31 bin 181 kişi gezmiş.

    Efes Yamaç Evleri’ni büyük bir keyifle gezmiş,arkeologların yaptığı çalışmaları hayranlıklaizlemiş bir kentli olarak bugün tam anlamıylaviran haldeki Damlacık’ın altındaki Romavillalarıyla ilgili bilgilerin yer aldığı raporuokuduğumdan beri aynı şeyi soruyorum:“Çıkartılan buluntuların hiç olmazsa küçükbir kısmı yerinde sergilenemez miydi? Tamanlamıyla dibe vurmuş kent turizmi için,viran haldeki semtin geleceği için bir ar-keopark projesi yapılamaz mıydı?”

    Bir seçim vaadi olarak “Kent trafiğini ra-hatlatmak amacıyla” bütün tartışmalara,itirazlara, raporlara, İzmir’in en eski semt-lerindeki evlerinde yıllardır sessiz sakinyaşayan onca insanın yaşamını alt üstetme pahasına yapılan Konak Tüneli’ndenher geçişte, sanki bir zaman tüneline gi-riyorum. Belki yıllar sonra Varyant’ın üstkısımlarına doğru yapılacak yeni kazılarda,yine bu tür yapılara rastlanır diye ümitediyorum. Ama en çok bir kentli olarakkurtarma kazılarında çıkartılan İzmir’inkültürel ve arkeolojik mirası olan eserle-rinin en kısa sürede “bulunduğu haliyle”sergilenmesini diliyorum.

    23KIŞ 2018

  • 24 KIŞ 2018

    Birçoğumuza korkutucu gelen mağa-ralar, araştırmacılar için hala keşfe-dilmeyi bekleyen pek çok sırrı barın-dırıyor. Uzun yıllar önce insanlar tarafındanbarınak veya depo olarak kullanılan mağa-ralar, daha sonraları barınma anlayışınıngelişmesi ve değişmesiyle birlikte bugünkügizemli hallerine büründü. Günümüzde tu-rizme açılmış bazı mağaralar ve mağaracılartarafından araştırılmış olanlar hariç bilin-mezliklerini halen koruyorlar. Bazen yerinyüzlerce metre altına uzanabilen mağaralar;içlerinde sarkıtların, dikitlerin, sütunlarınve diğer oluşumların güzelliğiyle mağarameraklılarını kendisine çekiyor.

    İzmir’de ellininüzerinde mağara varİzmirli bir grup mağara araştırmacısı güneşgirmeyen dehlizleri, tarihe ışık tutacak ka-lıntıları ve eşsiz güzelliği ile bu karanlıkdünyanın davetini karşılıksız bırakmıyor.İzmir’deki mağaralar üzerinde uzun sürediraraştırmalar yapan Ege Mağara Araştırmave Koruma Derneği (EGEMAK), bu alandaçok önemli çalışmalara imza atıyor. Dernek,İzmir Kalkınma Ajansı tarafından destek-lenen ‘İzmir’in Mağaraları’ projesi ile kentin

    yeraltındaki doğa harikalarını ortaya çı-karıyor. Yapılan araştırmalara göre İzmir’deellinin üzerinde mağara bulunuyor. İlçe-lerdeki mağara sayısı açısından Torbalı,sekiz mağarayla ilk sırada yer alıyor. Ar-kasından yedişer mağarayla Kemalpaşave Selçuk ve altı mağarayla Buca geliyor.Ayrıca Foça ilçesinde bulunan yaklaşık onmağara Akdeniz foklarının ülkemizdekien önemli yaşam alanları olarak biliniyor.Ülkemizdeki on iki özel çevre koruma böl-gesinden biri olan Foça Fok Mağaraları’ndayaşayan Akdeniz Foku ise dünyanın nadiron iki memelisinden biridir.

    İzmir’in bilinen mağaralarından bazıları:Ayvacık Subatanı (Ödemiş)Ayvacık Subatanı 228 metre derinliği ve1822 metre uzunluğu ile İzmir’in en derinve en uzun mağarasıdır. Yaylanın suyunutoplaması nedeniyle özellikle kış aylarındaaktifleşen mağara 1988 yılında BoğaziçiÜniversitesi Mağara Araştırma Kulübü, 1992

    İzmir’in mağaraları Gizemlerle dolu,ürpertici ve bir o kadarda merak uyandırıcı.Gizli dünyanın kaşifleri,yeraltındaki karanlıkcennetin sırlarınıaraştırıyor. Peki,korkularınızı bir kenarabırakıp, İzmir’inmağaralarında kısa bir gezinti yapmayahazır mısınız?

    Hakan KOCAHAL

  • yılında Fransız mağaracı Wolozan ve ekibi,1997-1999 yılları arasında da Dokuz EylülÜniversitesi Mağara Araştırma Kulübü (DEU-MAK) tarafından araştırılmıştır.

    Ödemiş Subatanı (Ödemiş)Subatan Yaylası’nda bulunan mağara 160metre derinliğindedir. Yaylanın suyunu top-laması nedeniyle özellikle kış aylarında ak-tifleşen mağaranın 90. metresinde Ege Üni-versitesi Mağara Araştırma Kolu (EMAK)üyeleri tarafından siyah renkli tırnak bü-yüklüğünde bir canlıya rastlanmıştır. Mağara1981 yılında Boğaziçi Araştırma Kulübü ta-rafından araştırılmıştır.

    Yelköprü Mağarası (Dikili)Dikili’de Gökçeağıl Vadisi’nde bulunan Yel-köprü Mağarası içinden geçen dere ve oluş-turduğu doğal köprü ile Göksu Nehri üze-rindeki Yerköprü Mağarası’nı ve Bursa’dakiAyvaini Mağarası’nı anımsatmaktadır. Mağaraiçinden geçen Madra Çayı’nın kollarındanbiri, mağaradan çıktıktan kısa bir mesafesonra 20 metrelik Tufanuçuran Şelalesi’nioluşturmaktadır. Civardaki sıcak su kaynaklarıbu çevrede bulunmaktadır ve mağaranınduvarlarında birkaç yerden, sıcak su çık-maktadır. Bu sıcak su kaynaklarından biride mağaranın yakınındaki Nebiler Köyü’ndeNebiler Kaplıcası’nı oluşturmaktadır.

    Sütini Mağarası (Selçuk)Şirince yolu üzerinde bulunan mağara 32metre derinliğinde ve 212,5 metre uzun-luğundadır. Duvarlarındaki yazılar İstanbul

    Arkeoloji Müzesi ve Boğaziçi Üniversitesiuzmanları tarafından incelenmiş bunlarınarkaik karakterde grafitti şeklinde özel isim-ler oldukları anlaşılmıştır. Dr. Erol Atalayise mağaradaki yazılardan ve örnek verilenseramik parçalardan, bu mağaranın 14.yüzyılda Bizanslılar tarafından kullanıldığınıbelirlemiştir. Çokayaklılar, mağara çekirgesive bir grup yarasanın yaşadığı mağara1986 yılında Boğaziçi Üniversitesi MağaraAraştırma kulübü 2001 yılında Ege Üni-versitesi Mağara Araştırma Kulübü tara-fından araştırılmıştır.

    Cılga Magarası (Urla)Cılga Köyü’nde bulunan mağara 40 metreuzunluğundadır. Prof. Dr. Hayat Erkanal ta-rafından yapılan araştırmalar, mağaranınİ.Ö. 6. yüzyıldan itibaren Tanrıça Hekate'yeait kült amaçlı olarak kullanım gördüğünü

    ve Anadolu din tarihi açısından da büyükbir önem taşıdığını göstermiştir.

    Sakarkaya Mağarası (Aliağa)Aliağa’da Aşağışakan Köyü’nde SakarkayaTepesi’nde bulunan mağara 50 metre de-rinliğindedir. Görsel açıdan güzel oluşumlarasahip olan mağarada çok az sayıda yarasayaşamaktadır. Mağara 2009 yılında Ege Ma-ğara Araştırma ve Koruma Derneği tarafın-dan araştırılmıştır.

    Homeros Mağarası (Bornova)Bornova’nın Çamiçi Köyü’nde bulunan ma-ğara 51 metre uzunluğundadır. Mağaradaçok az sayıda yarasa yaşamaktadır. Dö-nemsel olarak tilki gibi hayvanlar tarafındanbarınak olarak kullanılmaktadır. Mağara İz-

    25KIŞ 2018

  • mir Büyükşehir Belediyesi tarafından ger-çekleştirilen Homeros Vadisi RekreasyonAlanı içinde yer almaktadır. Efsaneye göreHomeros bu mağarada yaşamış, eserleriniyazmıştır. Mağara 2001 yılında Ege Üni-versitesi Mağara Araştırma Kulübü tara-fından araştırılmıştır.

    Baykuşlu Mağara (Buca)Buca’nın Kırıklar Köyü’nde Sivri Dağ’da bu-

    lunan mağara 20 metre derinliğindedir. Ma-ğarada çok sayıda yarasa ve mağaraya isminiveren baykuş yaşamaktadır. Mağara 2010yılında Ege Üniversitesi Mağara AraştırmaKulübü ve Ege Mağara Araştırma ve KorumaDerneği tarafından araştırılmıştır.

    Dereçalı Mağarası (Buca)Buca’nın Kırıklar Köyü’nde bulunan mağara16 metre derinliğinde ve 52 metre uzunlu-ğundadır. Mağarada çok sayıda sarkıt olu-şumu bulunmaktadır. Çok sayıda yarasanınyaşadığı mağara, Maden Tetkik AraştırmaKurumu Mağara Araştırma Birimi tarafındanaraştırılmıştır.

    Sütunlu Mağara (Buca)Buca’nın Kırıklar Köyü’nde bulunan mağara25 metre derinliğinde ve 20 metre uzunlu-ğundadır. Mağarada yaklaşık 15 metre yük-sekliğinde geniş bir sütun oluşumu bulun-maktadır. Az sayıda yarasanın yaşadığı ma-ğara 2002 yılında Ege Üniversitesi MağaraAraştırma Kulübü tarafından araştırılmıştır.

    İnilmez İni (Buca)Buca’nın Kırıklar Köyü’nde Sivri Dağ’da bu-

    lunan mağara 69 metre derinliğinde ve 98metre uzunluğundadır. Görsel açıdan güzeloluşumlara sahip olan mağarada bir miktaryarasa ve çokayaklılar sınıfından canlılaryaşamaktadır. Aynı bölgede ‘İnilmez İni 2’olarak anılan 35 metre derinliğinde bir ma-ğara daha bulunmaktadır. Her iki mağarada Ege Üniversitesi Mağara Araştırma Kulübütarafından araştırılmıştır.

    Karain Mağarası (Buca)Buca’nın Kırıklar Köyü’nde Sivri Dağ’da bu-lunan mağara 20 metre yüksekliğinde ve25 metre uzunluğundadır. Mağarada çok

    26 KIŞ 2018

    “Mağaralar mutlaka korunmalı”

    Mağaraların taşınmaz birer kültürvarlığı olduğunu dile getiren uz-manlar, bu doğa hazinelerinin mutlakakorunması gerektiği görüşünde. Geleceknesillere aktarılacak en önemli güzellik-lerden biri olacak mağaraların korunma-sına yönelik öneriler ise şunlar:- Mağaralarda yapılacak define vb.

    amaçlı izinsiz kazı ile tahribatlaraengel olunmalı,

    - Tahribatların olduğu mağaralar, Tür-kiye Mağaracılar Birliği'ne bildirilmeli,

    - Araştırması yapılmamış mağaralarınen yakın araştırma gruplarına bildiri-lerek kayıt altına alınması sağlanmalı,

    - Piknik alanlarına yakın yerlerdeki ma-ğaralar ise ziyaretçilerin bıraktığı am-balaj atıkları ve oluşumlara verilenzararlar nedeniyle ciddi tehlikelerlekarşı karşıya. Bu nedenle bilinçlen-dirme çalışmalarına önem verilmeli.

    Mağara bilimi (Speleoloji):∂ Mağaracılık, mağaraların araştırılmasıve incelenmesi ile ilgilenilen bilim ve spordalıdır. Mağara Bilimi (Speleoloji), sporlabilimin iç içe olduğu yegane doğa sporudur.Bünyesinde yürüyüş, kampçılık ve ip inişigibi birçok sportif alanı; ölçüm, haritalamagibi uzmanlık alanlarını; jeoloji, hidrojeoloji,biyoloji gibi bilim dallarını barındırır.

    Mağaracılık bireysel yapılabilecek bir spordeğildir. Birbiriyle uyumlu, tecrübeli, birbirinitanıyan, sorumluluk bilinci yüksek ve iyianlaşan bir ekiple yapılmalıdır. Mağaracılıkkeyifli olduğu kadar tehlikeli de bir doğasporudur. Mağaralara mutlaka gerekli eği-timler alındıktan sonra uygun teknik mal-zemelerle girilmelidir.

  • sayıda yarasa ve güvercin yaşamaktadır.Mağara 2000 yılında Ege Üniversitesi Ma-ğara Araştırma Kulübü tarafından araştı-rılmıştır.

    Fok Mağaraları (Foça)Foça önlerinde yer alan adalar dünyadakion iki nadir memeliden biri olan AkdenizFoku’nun yaşam alanı olması nedeniyle özelçevre koruma bölgesi ilan edilmiştir. Foklarınbu adalarda üreme ve yaşam alanı olarakkullandığı dokuz mağara kayda alınmıştır.Bu mağaralar 1994 yılında Mağara AraştırmaDerneği (MAD) ve Dünya Doğa Vakfı tara-fından, Akdeniz Foku’nun Türkiye’de korun-ması Foça Pilot Projesi çerçevesinde araştı-rılıp, MAD tarafından haritalandırılmıştır.

    Peynirini Mağarası (Karaburun)Karaburun Civa Madeni Mevkii’nde bulunanmağara 108 metre derinliğinde ve 229metre uzunluğundadır. Büyük galerilere sa-hip olan mağarada çok sayıda yarasa yaşa-maktadır. Mağara 1991 yılında Boğaziçi Üni-

    versitesi Mağara Araştırma Kulübü tarafındanilk kez araştırılmış, 2002 yılında da DokuzEylül Üniversitesi Mağara Araştırma Kulübütarafından dikey kısmı bulunarak araştırmasıgenişletilmiştir.

    Hades Mağarası (Karaburun)Yaylaköy yakınlarında bulunan mağara 8metre derinliğinde, 23 metre yüksekliğindeve 52 metre uzunluğundadır. Çok güzeloluşumlara ve büyük bir galeriye sahip olanmağarada az sayıda yarasa yaşamaktadır.Mağara 1995 yılında Dokuz Eylül ÜniversitesiMağara Araştırma Kulübü tarafından araş-tırılmıştır.

    Beşpınar Mağarası (Kemalpaşa)Kemalpaşa’da Beşpınar Köyü’nde bulunanmağara 58 metre derinliğinde ve 105 metreuzunluğundadır. Güzel oluşumlara sahipolan mağarada çok sayıda yarasa yaşa-maktadır. Mağara, Maden Tetkik AramaKurumu Mağara Araştırma Birimi tarafındanaraştırılmıştır.

    Çambel Mağarası (Kemalpaşa)Çambel Köyü’nde bulunan mağara 46 metrederinliğinde ve 91 metre uzunluğundadır.Kuzeybatı-güneydoğu doğrultulu bir kırıkiçinde gelişen mağara 1997 yılında DokuzEylül Üniversitesi Mağara Araştırma Kulübütarafından araştırılmıştır.

    Dümbelek Mağarası (Torbalı)Yazıbaşı Köyü’nde bulunan mağara 16 metrederinliğinde ve 164 metre uzunluğundadır.Özellikle son galerisinde çok güzel ve hassasoluşumlara sahip olan mağarada çok sayıdayarasa yaşamaktadır. Mağara 1993 yılındaDokuz Eylül Üniversitesi Mağara AraştırmaKulübü tarafından araştırılmıştır.

    Uyuzdere Mağarası (Torbalı)Özbey Köyü’nde Metropolis Antik Kenti ya-kınında bulunan mağaranın, Prof. Dr. RecepMeriç tarafından 1990 yılında yapılan kazılarsonucunda Roma Dönemi’nde iskan yeriolarak kullanıldığı anlaşılmıştır.

    27KIŞ 2018

    Bunları biliyor musunuz?• Türkiye’nin en derin mağarası 1429 m

    derinliği ile Anamur’da bulunan Pey-nirlikönü Mağarası (Egma Düdeni)’dır.

    • Ülkemizin en uzun mağarası Isparta’dabulunan 16 km uzunluğundaki Pı-nargözü Mağarası’dır.

    • Ayvacık Subatanı Mağarası yaklaşık1800 m uzunluğu ile İzmir’in en uzunmağarasıdır.

    • Bir sarkıt 100 yılda ancak 2 cm uza-maktadır.

    • Yaklaşık olarak 40 bin tane olduğu dü-şünülen Türkiye mağaralarının çoğun-luğu, Orta ve Doğu Toroslar ile BatıKaradeniz Bölgesi’nde yer almaktadır.

    • Türkiye'de bilinen ilk mağara araştırması1927 yılında Raymond Hovasse tara-fından İstanbul Yarımburgaz Mağara-sı'nda mağara canlıları üzerinde yapılanaraştırmadır. Ekip olarak ciddi anlamdailk çalışma 1955'te Temuçin Aygen vearkadaşları tarafından Konya MaraspoliMağarası'nda yapılmıştır.

    İzmir’in yeraltı kaşifleri∂ Dokuz Eylül Üniversitesi Mağara Araş-tırma Kulübü 1994 yılında kuruldu. 1996yılında Ege Üniversitesi Mağara AraştırmaKulübü’nün de kurulmasıyla İzmir’de ma-ğaracılık çalışmaları ivme kazandı. 2000’liyılların başına kadar sadece üniversitekulüpleri bünyesinde yapılan mağaracılıkçalışmaları Dokuz Eylül Üniversitesi Ma-ğara Araştırma Kulübü üyeleri tarafındankurulan Speleolojik ve Karstik AraştırmalarDerneği’nde de bir dönem devam ettirildi.Zamanla kazandıkları tecrübelerle İzmir

    dışında diğer üniversite kulüpleri ve der-neklerle de çalışmalar yapmaya başlayanİzmir mağaracıları, 2008 yılında İzmir Ma-ğara Araştırma Derneği ve Ege MağaraAraştırma ve Koruma Dernekleri’ni kurarakMağaracılık Federasyonu’nun kuruluşundaönemli rol oynadılar. İzmir’de bulunaniki üniversite kulübü, iki dernek ve DokuzEylül Üniversitesi Deprem Araştırma veUygulama Merkezi Karst AraştırmalarıGrubu Türkiye mağaracılık çalışmalarınaönemli katkılarda bulunuyor.

  • Fransa Kralı 16. Louis ve Kraliçe MarieAntoinette 21 Ocak 1793’te Paris’inConcorde Meydanı’nda giyotinle idamedilmişlerdi. Fransa’nın önde gelen devletadamlarının da idamlarında kullanılan giyotino dönemde dokunulmazlara da do-kunulabilen bir hareketin siyasi sim-gesi haline gelmiş, günde bazen yüzkişi idam edilmişti. Fransız Devrimi(1789-1799) tüm dünyada olduğugibi Osmanlı’nın da yapısını sarsmış,toplumda özgürlük ve bağımsızlıkdüşüncelerinin filizlenmesine sebepolmuştu. Kralı savunan avukatlardanbiri mahkeme sonrası can güvenliğinive ülkesinin içinde bulunduğu eko-nomik bozukluğu göz önüne alarakOsmanlı topraklarına kaçmış, İzmir’de-ki Fransız ticaret kolonisine katılmıştı.

    İşte bu Marsilyalı avukatın 1792’de Paris’tedoğan oğlu Alexandre Blacque de İzmir’dekiFransız tüccarların güvenini kazanmış ve on-ların temsilciliklerini yapan bir avukat olmuştu.Alexandre 1821’de Mora ayaklanmasının ti-careti baltalamasıyla gazeteciliğe yönelmiş,İzmir’de yayımlanan ‘Le Spectateur Oriental’(Doğulu Gözlemci) gazetesine yazılar yazmayabaşlamıştı.

    Alexandre Blacque ve Osmanlı yanlısı Le SpectateurOriental gazetesiİzmir’de yaşayan tüm Batılılar gibi Fransızlariçin de gazete çok önemliydi. Hem ülkele-rindeki hem de bölgedeki gelişmeleri bugazetelerden takip edebiliyorlardı. Avrupa’dailk gazete ‘Acta Diurna’ M.Ö. 59 yılında Roma’da

    toplumsal olaylar, fethedilen topraklarve gladyatör dövüşlerinin sonuçlarınıbildirmek üzere çıkarılmıştı. Bu gazete,okuma bilmeyen Roma vatandaşlarınayüksek sesle okunarak duyurulurdu.İzmir’deki zengin ticaret kolonisindeise okuryazar oranı yüksek olduğun-dan gazeteler rahatça satılmaktaydı.Bu nedenlerle Osmanlı ülkesinde ga-zetecilik, ilk olarak İzmir’de bir iş koluhaline gelmişti.

    Batılı devletler ve onların vatandaş-larının çıkardığı gazeteler Mora’daki

    28 KIŞ 2018

    Blak AilesiBabıali 5 Ağustos 1828’deİzmir Mütesellimi ÖmerLütfi Efendi’ye verdiği birtalimatla, Avrupalıdevletlerin şikayetlerininincelemesini emretmişti.Ömer Lütfi EfendiAlexandre Blacque'inaçıklamalarını dinlemiş,birçok tüccardan dagazete hakkında olumlusözler işitince, Osmanlı’yayaptığı büyük hizmetlerihükümetinin takdiredeceğini bildirmişti.Babıali'ye, gazeteninyayımlanmasında ülkeiçin zarar değil, faydagördüğünü belirten biryazı göndermişti.

    Fransız Kralı 16. Louis’in idamı-1793

    Fransız Devrimi (1789-1799)

    Le Moniteur Ottoman

    Uz. Dr. Metin ÖZER

  • ayaklanmaları destekliyordu. Fakat bir süresonra Alexandre Blacque ‘Le Spectateur Ori-ental’ gazetesinde Osmanlı yanlısı yazılarkaleme almaya başlamıştı. Fransız devletininpolitikasının yanlış olduğunu, bu durumdanen çok Rusya’nın yararlanacağını tespit et-mişti. İzmir’e, Mora’dan ve adalardan çalış-maya gelen Rumların iş ve aş buldukları dabir gerçekti. Çalışma olanağı bulamayanveya kolay para peşinde olan Moralılar iseAkdeniz’deki ticaret gemilerine saldıran kor-sanlara katılıyor, İzmir’deki tüm Batılı tüc-carlara büyük zararlar veriyorlardı. AlexandreBlacque gazetede bunları yazıyor, Osmanlıyanlısı tutumuyla İzmir’de ticaret yapanFransızların, diğer yabancıların ve Türklerinsesi oluyordu.

    1826’da 2. Mahmud’un İngiliz BüyükelçisiStratford Canning’in önerisiyle Yeniçeri Oca-ğı’nı yok etmesi kara gücünü zayıflatmışken,1827’de Navarin’de limanda demirli OsmanlıDonanması İngiliz, Fransız ve Rus donanmalarıtarafından hileyle yakılmıştı. Bu felaket Os-manlı’nın denizlerdeki gücünü de bitirmişti.Osmanlının 57 gemisi batırılmış ve 6000 de-nizcisi katledilmişti. Alexandre Blacque ma-kalelerinde Avrupa devletlerini ve Fransızpolitikasını şiddetle eleştirmesi nedeniyleBabıali’ye şikayet edilmişti.

    İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi StratfordCanning, gazetenin kendi resmi politikalarınaaykırı duruşunu Babıali nezdinde protestoetmiş, yayınların durdurulmasını buyurmuş-tu. Canning o dönem o kadar etkiliydi ki,randevu almadan padişahla görüşebiliyordu.Diplomatlar kendisine ‘Taçsız Sultan’, halkise ‘İngiliz Sultan’ adını vermişti. İşte Ale-

    xandre Blacque bu derece etkili bir İngilizdiplomatına karşı dimdik ayakta duruyordu.‘Le Spectateur Oriental’ yöneticileri geriadım atmak bir yana, İngiltere elçisini budayanaksız girişimi ve buyurgan yaklaşı-mından dolayı kınamış, Türklerin haklı da-valarını savunmaya devam edecekleriniaçıklamışlardı.

    Babıali 5 Ağustos 1828’de İzmir MütesellimiÖmer Lütfi Efendi’ye verdiği bir talimatla,Avrupalı devletlerin şikayetlerini incelemesiniemretmişti. Ömer Lütfi Efendi AlexandreBlacque'in açıklamalarını dinlemiş, birçoktüccardan da gazete hakkında olumlu sözlerişitince, Osmanlı’ya yaptığı büyük hizmetlerihükümetinin takdir edeceğini bildirmişti.Babıali'ye, gazetenin yayımlanmasında ülkeiçin zarar değil, fayda gördüğünü belirtenbir yazı göndermişti. Fransa konsolosu isekendi arzularına uyacak ve direktiflerinegöre yayın yapacak bir başyazar bulunun-

    caya kadar ‘Le Spectateur Oriental’ gazetesinikapatmıştı. Osmanlı’nın denizdeki güçsüz-lüğü Yunanistan’a üç yıl sonra bağımsızlıkkazandıran sebeplerin başında gelmişti. Yu-nanistan ‘Enosis’ politikası ile önce Kiklatve Sporat adalarını alarak Anadolu’yu adaablukası altına sokmuştu. İşte bu yüzdenAnadolu’yu çevreleyen denizlerdeki kaya-lıkların bile önemli olduğu daha o zaman-lardan belli olmuştu.

    Babıali 1831’de İstanbul’da ‘Takvim-i Vekayi’isimli bir resmi gazete yayımlama hazırlığıiçindeydi. Türkçe çıkacak gazetenin tümOsmanlı tebaasına hitap etmesi için Arapça,Rumca ve Ermenice nüshaları da olacaktı.Ayrıca Avrupa’ya hitap edecek Fransızca birbaskı da düşünülmüş, yönetimi AleksandreBlacque’e verilmişti. ‘Le Moniteur Ottoman’(Osmanlı Habercisi) isimli gazete ‘Takvim-iVekayi’ gazetesinden beş gün sonra yayınhayatına başlamıştı. Osmanlı’da gazete ilkolarak İzmir’de toplum hayatına girmiş,İzmir gazeteleri İstanbul’da gerçek anlamdabir Türk basınının doğumuna yol açmıştı.‘Le Spectateur Oriental’ Osmanlı yönetiminegazetenin ne kadar gerekli olduğunu an-

    latmıştı. Fakat günümüzde bu gazete ar-şivlerde nadir olarak bulunabilmektedir. LeSpectateur Oriental’in Yunanistan’da, Avus-turya’da, Fransa’da, ABD’de ve ülkemizdekibazı kütüphanelerde az sayıda örneklerininolduğu saptanmıştır.

    Aleksandre Blacque’in oğlu Edward Devlet-i Aliyye kapısındaAleksandre Blacque Osmanlı politikasındaaktif rol onamaya başlamış, serbest piyasanınve Tanzimat’ın fikir babaları arasında yer al-mıştı. ‘Blak Bey’ veya ‘Bulak Bey’ olarak anıl-maya başlanmıştı. Blak Bey’in sağlığı bozuktu.Sağlığını bahane ederek, belki de diplomatikbir görevle Paris’e giderken Malta’ya uğramıştı.21 Mayıs 1836’da Malta’da aniden rahatsız-lanmış ve ölmüştü. Bazı çevreler ölümündengazetede şiddetle çattığı ve çıkarlarını ze-delediği Rusları sorumlu tutmuşlardı.

    Geride kalan gözü yaşlı eşine Babıali tara-fından toplu para verilirken, iki oğluna maaşbağlanmıştı. Aleksandre Blak Bey’in büyükoğlu Edward Blak, Babıali’nin parasal yar-dımıyla Paris’te Sainte Barbe kolejinde öğ-renim görmüştü. 2. Mahmud’un 1 Temmuz1839'da ölümü üzerine on yedi yaşındakioğlu Abdülmecid tahta geçmişti. AleksandreBlak’ın dostu, Paris büyükelçisi ve Tanzimat’ınmimarlarından Mustafa Reşit Paşa Edward’lasürekli ilgilenmiş, 2. Mahmud’un ölümündensonra da eğitimini sürdürmesini sağlamıştı.I842’de 19 yaşındaki Edward İstanbul’adönmüştü. Türkçe, Fransızca, İngilizce veİtalyanca konuşması ona dışişlerinde görevalmanın ilk adımı olan Tercüme Kalemi’ninyolunu açmış, İstanbul limanı yönetimindebin kuruş aylıkla göreve başlamıştı. EdwardBlak Devlet-i Aliyye (Yüce Devlet) kapısındahizmet görecekti.

    3 Kasım 1839’da, Abdülmecid’in tahta geçi-şinden dört ay sonra Hariciye Nazırı MustafaReşit Paşa, Rum ve Ermeni patrikleriyle, Ya-hudi hahambaşının da hazır bulunduğutopluluk önünde Gülhane Hattı-ı Hümayu-nu’nu (Tanzimat Fermanı) okumuş, Müslü-manların gayrimüslimlerle eşit olduğunuduyurmuştu. Böylece dine dayalı millet sis-temi yerine, ‘Osmanlılık’ fikri ortaya konmuştu.İmparatorluğun çok uluslu yapısının ‘Osmanlı’adından anladığı; “Etnik ya da dinsel kökenine olursa olsun Osmanlı hanedanına hizmeteden yönetici sınıf” idi. Artık Osmanlı yöneticisınıfının Müslüman olması ve asıl ismini de-ğiştirmesi gerekmiyordu. Osmanlı Devletide kendisini ‘Devlet-i Aliyye’, Batılılar ise ‘Tur-quie’, ‘Turkey’ olarak adlandırıyordu. Osmanlıyöneticisi ‘Blacque’ ailesinin ismi resmi ya-zışmalara Osmanlıca harflerle ‘Blak’ veya

    29KIŞ 2018

    EdwardBlak Bey

    Başkan Ulysses S. Grant, oğlu Teğmen Grantve General Sherman dünya turunda-1872

    Martini tüfekleriyle talim yapan Osmanlı askerleri.

  • ‘Bulak’ olarak geçmişti. Bu nedenle de Blakailesini Levanten (Doğuda yerleşmiş gayri-müslim) yerine Osmanlı olarak tanımlamakdaha doğru olacaktır.

    Osmanlı Devleti’nin ilk borç anlaşmasını Edward Blak hazırlamıştıEdward Blak 1853’te Paris elçiliği 1. katibiolmuştu. Kırım Savaşı (1853-1856) sırasındaOsmanlı Devleti için müttefiki Fransa ve İn-giltere’den alınacak ilk dış borç işini başarıylasonuçlandırınca, Babıali diplomatları arasın-daki ünü artmıştı. Osmanlı devleti savaşa-bilmek için borçlanmıştı. Fakat bu paralarile sarayların yapımı tamamlanmıştı. 1854’tebaşlayan borçlanmalar hızla devam etmiş,bu bataklıktan tam bir yüzyıl sonra, 4 Ağustos1954'te çıkılabilmişti.

    Cevdet Paşa, 1854 yılının Ağustos ayındayapılan ilk borçlanma anlaşmasıyla ilgiliolarak 23 yaşındaki Sultan Abdülmecid’inşu sözleri söylediğini kaydetmektedir: “Borçpara almamak için çok çalıştım. Bunun öde-mesi, gelirlerin artmasıyla yapılabilir. Herdevlette olduğu gibi; şirketler oluşturmalı,demir yolları yapmalı, garlar yapmalı, mas-raflar kısıtlanmalıdır. Buna karşın, BeşiktaşSarayı çok gösterişli oldu, daha sade olabilirdi.”Bu dönemde borç alınan paralar KayseriliErmeni Balyan ailesine verilmiş, İstanbul’unbirçok yerine başta Dolmabahçe olmak üzere,Çırağan gibi irili ufaklı saraylar, köşkler vecamiler yaptırılmıştı.

    Edward Blak ve Amerika’danalınan Aynalı Martin tüfekleriEdward Blak Bey Toronto ve Napoli’den sonra,11 Nisan 1867’de Washington Elçiliği göreviniüstlenmişti. Bu sırada İç Savaş (1861-1865)bitmiş, Amerika elindeki savaş artığı ikinciel silahlar için müşteri aramaya başlamıştı.Silahların satılığa çıkarıldığını Osmanlı Dev-leti’nin Washington elçisi Edward Blak Beyİstanbul’a bildirmişti. Harekete geçen Babıaliilk parti olarak 114 bin adet İngiliz yapımıEnfield tüfeği satın almıştı. Kısa bir süre sonrada 125 bin adet Amerikan Springfield tüfeğiİstanbul’a teslim edilmişti.

    Osmanlı’ya silah satış müsaadesi Ame-rikan Başkanı U. S. Grant tarafındanverilmişti. 1870 yılının Mart ayında Os-manlı Devleti şükran ifadesi olarak birUşak halısını Washington’a göndermişti.Bu halı Amerikan Başkanı’nın görevsüresince Beyaz Saray’ın en büyük sa-lonunu süslemişti. 1872 yılında BaşkanUlysses S. Grant, oğlu Teğmen Grantve General Sherman çıktıkları dünya

    turunda İstanbul’u ziyaret etmişlerdi. SultanAbdülaziz misafirlerini büyük bir yakınlıklaağırlamış, Osmanlı Devleti’nin ABD’den silahalımları yüksek seviyelere ulaşmıştı.

    93 Harbi’nde Osmanlı, Ruslara karşı 1873’teAmerika’dan aldığı İngiliz malı Martini tü-feklerini kullanmıştı. Çakıcı gibi efeler Martinitüfekleriyle çakmaklı tüfek kullanan jan-darmaya üstünlük sağlamışlardı. DebreliHasan, Martini tüfekleriyle ateş edip dağlarıinletmiş, sesini Drama mahpusunda yatandostlarına dinletmişti. Hekimoğlu ise kendinesli için aynalısını yaptırmıştı. 93 Harbi’ndePlevne’de 50 bin tanesi, Kars’ın düşmesi so-nucu ise 40 bin tanesi Rus ordusunun elinegeçmişti. Rus generaller bu 90 bin tüfeğiaskerlerine ve onlarla birlikte hareket edenErmeni çetecilere dağıtmış, Osmanlı’ya karşıkullanmışlardı.

    Edward Blak Bey Baltimore, New Orleans,San Francisco, Chicago ve Philadelphia’dafahri konsolosluk zinciri oluşturmuştu. Was-hington’daki ikameti sırasında rakının Türkviskisi adı altında tanınmasını ve satışını sağ-lamıştı. Her iki devlet tarafından sevilen birelçi olmuştu. Birleşik Devletler’in en meşhurtarihi fotoğrafı diye tanımlanan ve Amerikanbasınında kopyaları birçok kez yayımlanan1869’da çekilmiş bir fotoğrafta Edward BlakBey de yer almıştı.

    2. Abdülhamid, Sarah Bernhardt ve Beyoğlu Belediye Başkanı Edward Blak BeyEdward Blak Bey, 1873 yılının Ağustos ayın-da yedi yıllık bir sürenin ardından Was-hington’dan geri çağrılmış, Matbuat DairesiMüdürlüğü’ne atanmıştı. 1876’da Şura-yıDevlet üyesi ve başkentin 6. Belediye Dai-resi’nin reisi olmuştu. Bugünkü BeyoğluBelediye binası Edward Blak Bey'in ilkreisliği döneminde, 1879-1883 yılları ara-sında inşa edilmişti. O yıllarda Osmanlıtahtında oturan 2. Abdülhamid bedenenve zihnen yorulduğu günlerde tiyatro sey-retmeyi severdi. Sarayda İtalyan sanatçı-lardan oluşan tiyatro grubu bile vardı. Pa-dişah İstanbul’a gelen tanınmış tiyatrogruplarını da izlemekten hoşlanırdı. Dö-nemin ünlü Fransız sanatçısı Sarah Bern-hardt, Sultan Abdülhamid’in huzurunda

    sahneye çıkmıştı. Sanatçının bu ilkgelişi dönemin gazetelerinde epeysükse yapmış, tiyatroya ek sandalyeleryerleştirilmiş, oyunları her gece yediyüz kişinin seyretmesi sağlanmıştı.Öyle ki, Sarah Bernhardt’ın ikinci ge-lişinde, yani 1893 yılındaki turnesindeVerdi Tiyatrosu’nda gösteri yapmasıplanlanırken; dönemin Pera (Beyoğlu)Belediye Başkanı Blak Bey, “Salonunsanatçıyı alkışlamaya hevesli seyircikalabalığını kaldıramayacağı gerek-

    30 KIŞ 2018

    SarahBernhardt

    Beyoğlu Belediye Başkanı Edward Blak Bey -1876

    Reşat Blak Bey ve Josephine Kalman’ın evlilik rehberi -1911

  • çesiyle” tiyatronun kullanılmasına izin ver-memişti. Sözü edilen binanın yapısını des-teklemek üzere çok sayıda sütun ve kirişinyerleştirilmesi sonunda izin alınabilmişti.

    Reşat Blak Bey ve Edmond Blak PaşaEdward Blak Bey, 1893’te emekli olmuş,1895’te Büyükada’da hayata veda etmişti.Edward Blak Bey’in oğulları Almanya’da eği-tim görmüşlerdi. Edmond Blacque, Osmanlı

    ordusunda subaylık yapmış ve ‘Blak Paşa’olarak tanınmıştı. Richard Blacque ise 1908’deBerlin Elçilik Katibi olmuş, adı Osmanlıdevleti resmi yazışmalarında ‘Reşat BlakBey’ olarak geçmişti. Reşat Blak Bey Berlin’de1911’de Amerika’lı Josephine Kalman ileevlenmiş, düğünü İngiliz Amirali Lord Be-restford’un kızı Katleen Berestford da şe-reflendirmişti. Amerikan basını Josephi-ne’den “Avrupa sosyetesini fetheden güzel”diye bahsediyordu. Bu evlilik gazete sütun-larına şöyle yansımıştı: “St. Paul’un inançlı

    kızı Türk diplomatıyla evleniyor. JosephineKalman bu gece Richard Edward BlacqueBey ile evleniyor (St. Paul, 24 Ağustos). St.Paul topluluğu Berlin’deki Türkiye BüyükElçiliği 1. Sekreteri Richard Edward BlacqueBey ile Bay ve Bayan Arnold Kalman’ın kızıJosephine Kalman hanımefendinin evlen-mesinin heyecanını yaşıyor. St. Paul’ünpapazı Lawler’in kutsal katedralinde yapı-lacak olan düğün töreni için binden fazladavetiye basıldı. Gelinlik gelinin kız kardeşiBayan Cecilia Kalman ve İngiltere’nin amiraliLord Berestford’un kızı Bayan Katleen Be-restford hanımefendiler tarafından seçildi.”

    1. İnönü Savaşı’nın Türkiye Büyük MilletMeclisi ordularının zaferiyle sonuçlanmasıüzerine bir konferans yapılması kararlaştırıl-mış, İstanbul Hükümeti ve TBMM Hükümetiİngiliz Başbakanı Llyod George tarafındanLondra’ya davet edilmişlerdi. Reşat Blak Bey1. Dünya Savaşı’nın sonrasında da Harici-ye’deki görevini sürdürmüş, 1921’de Londra’yagiden Sadrazam Tevfik Paşa hükümetinindelegeleri arasında yer almıştı. Tevfik Paşakonuşma sırası kendisine gelince, “Ben sözüTürk milletinin gerçek temsilcisi olan TBMMtemsilcisine bırakıyorum” diyerek konferans-tan çekilmişti. İtilaf Devletleri ve OsmanlıHükümeti TBMM’nin siyasi varlığını ilk kezresmen bu konferansta tanımışlardı.

    Blak ailesinin fertleri yaklaşık yüz yirmi yılOsmanlı topraklarında yaşamış, doksan ikiyıl boyunca devletin çeşitli kademelerindegörev yapmışlardı. Edmond Blacque (BlakPaşa) 1. Dünya Savaşı’nın yenilgiyle bitmesisonrası görevinden istifa ederek İrlanda’ya,Richard Blacque (Reşat Blak Bey) ise 1923’teCumhuriyet’in ilanı sonrasında İsviçre’ninCenevre kentine yerleşmişti. GünümüzdeOsmanlı Blak ailesinin hiçbir ferdinin Türki-ye’de olmadığı, İsviçre, Fransa, İrlanda veArjantin’e dağılmış olarak yaşadıkları sanıl-maktadır.

    KaynakçaAktepe, M. Münir, Dünkü Fransızlar: Blak Beyve Oğlu, Tarih Dergisi, 1982.

    Koloğlu, Orhan, Avrupa’ya Karşı Osmanlı’yıMüdafaa Eden Avrupalı-Blak Bey, PopülerTarih, Haziran 2000.

    Sevinçli, Efdal, İzmir’in İlk Gazetecisi: AlexandreBlacque’ı Tanımak, Cumhuriyet Ege, 11 Ha-ziran 2012.

    Budak, Ali, Fransız Devrimi’nin Osmanlı’ya Ar-mağanı: Gazete, Türk Basınının Doğuşu, 2012.

    Satış, İhsan, 19. Yüzyılın İkinci YarısındaOsmanlı-Amerika Silah Ticareti, HistoryStudies, 2011.

    31KIŞ 2018

    Edmond Blak Paşa

    Reşat Blak Bey

    Josephine Blak-1911

    Osmanlı bürokratları Londra Konferansı’nda-1921

  • 32 KIŞ 2018

    Osmanlı’dailk fotoğrafİzmir’deçekildi

    Osmanlıİmparatorluğu’ndailk fotoğrafİzmir’de, 12 Şubat1840 tarihindeİzmir’de FrédéricAuguste AntoineGoupil-Fesquet,ardından 1843yılında İzmir veçevresini ziyaret eden Joseph-PhilibertGirault dePrangeytarafındandagerreyotipiyöntemi ileçekildi.

    İzmir Kervan Köprüsü- 1843

    Tarihte çekilen ilk fotoğraf - ‘Pencereden Manzara’

  • Her şey güneş tutulmasıyla başladıFotoğrafın ana temeli, Sümerlilerden buyana bilinen “karartılmış bir odanın du-varında küçük bir delik açıldığında, dışa-rıdaki görüntü karşı duvara ters olarakdüşer” ilkesine dayanır. Buna da ‘cameraobscura’ denir. (Latince camera: kubbelihazne-oda, obscura: karanlık-karanlık oda)Fotoğraf ve kameranın icadına yol açanilke de budur.

    Optiğin babası, optiği görme bilimi olaraktasarlayan bilim adamı İbn-i Heysem’dir(1 Temmuz 965-6 Mart 1040). Arap bilimadamı İbn-i Heysem güneş tutulmasınıizlemek için ‘camera obscura’ adı verilenkaranlık bir kutu kullandı. Ardından başta‘üç mum deneyi’ olmak üzere edindiğibütün bilgileri yazdığı kitap 1100’lü yıllarda'Alhazen’in Optik Hazinesi' başlığı altındaLatinceye çevrildi.

    İlerleyen yıllarda ise Flippo Brunelleschiaynı karanlık kutudan yola çıkarak karanlıkoda içinde oluşan görüntünün çizimi veperspektifi doğru olarak kullanma konu-sunda çalışmalar yaptı.

    Camera obscura geliştirildi ve görüntününarkadaki buzlu cam üzerine düşürülmesisağlandı. Amaç, gözle görüleni doğru olarakkağıda aktarmaktı. Daha sonraları görün-tünün daha kaliteli, net olması için GirolamoCardano, camera obscuranın önüne optikbir cam monte etti. Daniello Barbaro isecamera obscuraya ilave ettiği ikinci birmercekle daha kaliteli bir görüntüye ulaştı.XVI. yüzyılın sonlarına doğru ressamlar bubuluştan yoğun olarak yararlanarak resimyapmaya başladılar.

    1604 yılında Johannes Kepler fotoğrafmakinelerinde kullanılan aynadaki yansımakuralını buldu. Mercekle ekran arasındakiuzaklık ayarlanabilme ve odaklama sorunu

    da böylece çözülmüş oldu. Artık cameraobscura daha küçük ve taşınabilir halegelmişti.

    Görüntünün saklanabilirhale getirilmesiOptik ve mekanik yollarla elde edilen gö-rüntülerin kimyasal yöntemlerle saptanmasıve sabitlenmesi ilk olarak Fransız JosephNicephore Niépce tarafından 1826 yılındagerçekleştirilmiştir. Niépce üzeri katrantürevi bir madde ile kaplanmış pirinç levhaüzerinde litografi malzemelerini kullandı.Sekiz saatten fazla bir süre pozladıktansonra sertleşmemiş bölgeleri lavanta yağıiçerisinde yıkayarak çıkardı. Elde edilen ka-lıptan yapılan litografi baskısı sonucu çıkanilk görüntü tarihe geçti. Sonuçta Niepcesabitlenmiş ve taşınabilir bir görüntü eldeetmişti. Tonlar çok kötü değildi ama iyi birayrıntı da alınamamıştı. İlk fotoğraf Niépcetarafından 1827’de Londra’daki Royal So-

    33KIŞ 2018

    Tufan ATAKİŞİ

    Louis Daguerre

  • ciety’nin üyesi Dr. Bauer’e teslimedildi ve tarihteki yerini aldı.

    Niépce ve Daguerre’in 1827’detescillenen ortaklığı Niépce’in1833’te ölmesiyle son buldu. Bu-nun üzerine Louis Daguerre ça-lışmalarını tek başına sürdürdü.Eugene Hubert adında genç birmimar 1836’dan itibaren onunasistanlığını üstlendi. Daguerre,Niépce’in aksine görüntüyü ço-ğaltmaktan çok netleştirme ala-nına yöneldi ve 1837’de yöntemibaşarıyla son biçimini aldı.

    Daguerre, 19 Ağustos 1839’dabuluşunu tüm dünyaya daguer-reotype-dagerreyotipi adıyla du-yurdu. Gümüş iyodür kaplı bakırlevhayı karanlık kutu içinde obje-den yansıyan ışıkla pozlandırıpcıva buharıyla geliştiriyor ve re-aksiyonu durdurmak için ise tuzlueriyik içinde yıkıyordu. Bunun so-nucunda oluşan görüntü tek kopya olarakelde edilmekteydi. Eğer fotoğrafçı özelaynalı bir kamera kullanmıyorsa, fotoğrafsağ-sol yönünde ters bir şekilde de olu-şuyordu. Kısa bir süre sonra ülkelerdeki

    bütün bonmarşeler, fotoğraf çekim mal-zemelerini ısmarlayan müşterilerle doluptaştı. Fotoğrafçılığın popülaritesi o kadararttı ki, 1847’de, yani on yıldan daha kısabir süre içinde, sadece Paris’te 2000 kamerave yarım milyondan daha fazla fotoğraf

    plakası satıldı. 1853’te 10 binAmerikalı dagerreyotipi yönte-miyle 3 milyon fotoğraf üretti.Londralı fotoğrafçılar fotoğrafçekmek için mekanlar ve onlarıgeliştirmek için karanlık odalarkiraladılar. Londra Üniversitesi1856’da müfredatına fotoğraf-çılığı da ekledi. Böylece yenibir uğraş ve yeni bir sanat doğ-muş oldu. Sonradan geliştirilentekniklerle fotoğrafçılık bugün-kü halini aldı.

    İzmir’de çekilen ilk fotoğrafFrédéric Auguste Antoine Gou-pil-Fesquet (1806-1893) dö-nemin tanınmış ressam ve gra-vürcüsüydü. Aynı zamandaGüzel Sanatlar Akademisi'nde

    de dagerreyotipi ve çizim ders-leri veren bir profesördü. Tanınmış bir res-sam ailesinden gelen sanatçı amcası ÉmileJean-Horace Vernet (1789-1863) ve Gas-pard-Pierre-Gustave Joly de Lotbinière(1798-1865) eşliğinde Doğu’ya yapılan ilkseyahat Ekim 1839-Şubat 1840 tarihleriarasında gerçekleşti.

    34 KIŞ 2018

    İlk insanlı fotoğraf - Paris

    London News dergisininhaberi-9 Ağustos 1845

  • Sayı, bilgi ve teknik açıdan ideal olan ekip1839 yılının Ekim ayında Marsilya'dan LeScamandre gemisiyle yola çıktı. İlk duraklarıMalta'dan sonra yolculuklarına Santorini,Girit ve İzmir'e uğrayarak devam ettiler.Mısır'a ulaşıp İskenderiye, Nil Nehri, Kahire,Kudüs ve Suriye'yi ziyaret ettiler. Dönüştetekrar İzmir’e uğradılar, İstanbul’u da görüp,ülkelerine geri döndüler.

    Marsilya’ya dönüşleri 1840 yılının Şubatayının sonlarına rastlar. Dagerreyotipi yön-temi hakkında o sıralarda Paris'te çıkmışolan önemli bir yayının ardından Goupil-Fesquet ve arkadaşları Doğu'dan görün-tüleri bu yeni teknik ile göstermeyi amaç-lamışlardı. Bunu da başararak dünya fo-toğrafçılık tarihine geçtiler. Ziyaret etmişoldukları halkların gündelik yaşamlarındanpek çok cazip sahne ve betimlemelerininyanı sıra kendi yaşadıkları bazı olayları1844 yılında yayınladıkları ‘Voyage D’Ho-race Vernet en Orient’ kitabında topladılar.Özellikle 19. yüzyılda Avrupalı sanatçılarıcoşturan oryantalizm akımına uygun renkligravürlerle, resimlerle süsleyerek; yazı-görsel, doğu-batı arasında iyi bir dengekurmayı başararak etkileyici bir yapıt sun-dular. Goupil-Fesquet 7-16 Şubat 1840tarihlerinde İzmir’de bulunduklarını kitabın190-195. sayfalarında şöyle anlatıyor: “Bu-lunduğumuz Scamandre gemisi ile 7 Şu-bat’ta İzmir Körfezi’ne girdik. İki gün ka-rantinada bekletildik. İşlemler yapıldıktansonra 9 Şubat’ta rıhtıma yanaşıldı. Körfez’deticari gemilerin yanı sıra İngiliz ve Fransızsavaş gemileri de vardı. Konsolosluk yet-kilileri tarafından karşılandık. Fransa Kon-solosu M. de Challaye ve Hollanda Kon-solosu Van Lennep yemekten sonra bizilimandaki yolcuların da katıldığı danslıbir eğlenceye davet ettiler. Şubat’ın 12’sin-de Journal de Smyrne direktörü M. Desc-hamps ile buluşuldu.”

    Dagerreyotipi yöntemi ile Konak’takiHükümet Konağı’nın Mont Pagos’a bakanbalkonundan İzmir, aynı zamanda Os-manlı İmparatorluğu’nda çekilen ilk fo-toğraf oldu (12 Şubat 1840). Görüntününyansıtıldığı bu bakır plak ara tonlar veri-lerek oyulup baskı yapılabilir hale geti-rilerek, Illustrated London News dergi-sinin 9 Ağustos 1845 tarihli Vol. VII/ 171.sayısında, Ermeni Mahallesi’nin neredeysetamamının yanmasına neden olan Büyükİzmir Yangını’nda haber fotoğrafı olarakyayımlandı. Goupil-Fesquet’in notların-dan hazırladığı anı defterinde, 13 Şubat1840'da Iena gemisinin bordasında ya-pılan gösteride İzmir'in dagerreyotiple-rinden söz edilmektedir.

    “15 Şubat’ta Amiral Lalande’nin isteği üze-rine Avusturya Prens Arşidük Frederick veona eşlik eden amiral ve birkaç üst düzeyİngiliz subayına bir kez daha dagerreyotipigösterimi yapıldı. Ardından 16 Şubat’ta İs-tanbul’a gitmek için yola çıkıldı.”

    Fotoğraftan tekrar çizim yolu ile hazırlanmışilk kitap ise Excursions Daguerriennes:Vues et Monuments Les Plus Remarquablesdu Globe (1840-1844) adı ile Paris'te N. P.Lerebours tarafından yayımlandı. BunlarAvrupa ve Ortadoğu'nun çeşitli yerlerindensaptanmış görüntülerdi.

    Joseph-Philibert Girault dePrangey (1804-1892)İzmir’i ziyaret eden ikinci aktif dagerreyo-tipist Joseph-Philibert Girault de Prangey,21 Ekim 1804'te Langres’te, zengin bir ai-lenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Hukukeğitiminin yanı sıra Langres ve Paris'teresim ve çizim dersleri aldı. Bu arada yeniicat edilen dagerreyotipi tekniği ile tanıştı.

    Girault de Prangey, Louis-Jacques Mande

    Daguerre ve Hippolyte Bayard'ın etkisi al-tında kalıp çoğu çağdaşı gibi Doğu’ya, kay-bolan medeniyetlerin peşine düştü. 1830'la-rın başında İtalya, İspanya ve Kuzey Afrika'yaçeşitli geziler düzenledi, fotoğraflar çekti.1834 yılında Langres Arkeoloji Topluluğu’nukurdu. İlk kitabı ‘Essai sur l'architecture desArabes et des Mores, en Espagne, en Sicile,et en Barbarie’ 1841’de yayımlandı.

    1842'de İtalya, Yunanistan, Türkiye, Suriye,Filistin ve Mısır’ı kapsayan ve üç yıl sürecekbir tura çıktı. Yüzlerce kilo ağırlığında fo-toğraf ekipmanı taşıyarak 800'den fazladagerreyotip çekimi yaptı. 1843’te İstanbulve İzmir’in yanı sıra Batı Anadolu’da birçoktarihi yerin fotoğrafını çekti. Kardeşlerinidüşünmeden ailesinden kalan bütün ser-veti bu tür gezilere harcadı. Yakın zamanakadar Joseph-Philibert Girault de Prangeygüzel sanatlar ve fotoğrafçılık dünyasındayeterince bilinmiyordu. Olağanüstü gö-rüntüler 1920'lerde malikanesinin bir de-posunda