2
Üzerine istanbul 1938, s. 7 -19; Edebiyyat, ll, 422-423; Nefisi. Tarf/]-i Na.?m u ll, 158; Sezgin, GAS, VIII, 79; Agah Levend . Türk Tarihi, Ankara 1984, s. 141 , 221; Ahmet islami- yelle Spor ve Önemi, Ankara 1985, s. 5-9; Müj- dat Uluçam, Süleyman b. Ahmed ve Fadlu 'r-remy ve ta 'lfmih AdiL Cüz'ü (yüksek lisans tezi. 1 990) . Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 55-57; Mehmet inan . imparatorlu- 'nda Okçuluk Spor u ve Temel Teknikleri (yüksek lisan s t ezi . 1992) . Sosya l Bilimler Enstitüsü ; E. Herrigel, Zen ve Okçuluk (t r e. Ömer Cemal Güngören), istanbul 1993, tercüme edenin s. 11-24; Kahraman, Osman- Devleti'nde Spor, Ankara 1995, s. 233-238, 253, 362; Ünsal Yücel, Türk 1999, tür.yer.; Özbay Güven, Türklerde Spor Kültürü, Ankara 1999, s. 95-141 ; Mustafa Kutlu, "Ok", TDEA, VII , 110-112. lt.l HASAN AKSOY r KAVUK L Bir türü. _j Kavuk Türkçe'de "içi demektir. Uygurca'da geçer ve "me- sane" gelir. Mahmud kelimenin mesane ma- da zikreder (Dfvanü Lugati't-Türk Tercümesi, lll, 165). için Arapça kalensüve (kalsüve. kulensiye, kalensiye, kalensat). Farsça keh1- ta kavukla da ise daha çok üzerine ka- lensüveye kavuk denir. bilhassa Abbasiler döneminde kalensüveleri daha çok Türk- ler'in mahir keçeden Bunlar "horasani, deniy- ye, rusafiyye. gibi adlar Nisbelerinden Horasan, (Rusafe bir mahallesi) ve Maveraünne- hir'de bulunan kalensüve ve bu kendine has ka- vuk stilleri M es- 'Gdi. Halife Me'mun gibi Acem meliklerinin kalensüve ve da ona söz eder (Mürucü ' ?- ?eheb, IV, 228) Abbasiler devrinde ve rütbelere göre kavuklar giyilirdi. Mesela uzun kalensüve (tavlle) Küpe ben- zeyen ve muhtemelen bu sebeple "deniy- ye" de denilen kavuk bir zira 45 cm .) olur. heybetli bir görünüm verirdi (Mez, 316-317) . XIII. günümüze min- yatürlü eser lerden. çini ve ki tasvirlerden Selçuklu dönemi bilgi edinilmektedir. Varaka ve minyatürlerinde Varaka yer yer kavukla tasvir edil- Cezeri'nin el-Cami' beyne '1- 'ilm ve'I-'ameli'n-ndti' eserinde (s . 10 , 220, 263) katlar halinde destar omuzlara inen li renkli kavuklar görülmektedir . Osmanlilar horasani. üsküf. yusufi. se- limi, kallavi. örf. müceweze gibi adlarla birçok kavuk türü dönemlerde bilhassa seferlerde daha çok üsküf giyilmesi adetti. Hoca Saded- din Efendi'nin bilgiye göre Orhan Bey'in Süleyman olan üsküf Murad keçeden börk la süslenerek mevki ve ma- kam sahibi has bir durumu- na Hoca Sadeddin. ilk Bursa'da üst kavuk seklinde bir ile. cesitli kavuk tiplerinin 11. Selim dönemine ait boya bir tablodan detay [fSM, Portre leri Salonu) KAVUK Sehzade Mehmed'in sünnet res- migeçidini tasvir eden minyatür Osman, Surna- me-i Hümayun, TSMK, nr, 1344, vr . 353. 'dan detay) daki üzerine yG- sufi nu. dalama dilimierindeki ne- rede sona en keskin gözlerin bile yazar ( Tacü 't-tevarfh, 68). Yüsufi daha çok bir destar ve Hz. Yüsufa nisbetle bu An- cak geçecek dar, tepeye ru üstü dilimli, tepe ha- riç tülbentle örtülü bir tür da bu ad Daha çok pa- tahta yüsufi üze- rinde üç siyah sorguç bulunurdu. Padi- vefat tabutu siyah sorguçlu yüsufi kavuk konulurdu. Fatih Sultan Mehmed'in kanunname- sinde, müceweze giy- dirmek ve kazaskerlerin ve yoludur ve beylerbeyHer ve sancak beyleri üsküf yürütmek gere- kir" ifadesi yer (Akgündüz, 321 ). Mü- cevveze 30-35 cm. boyunda, mukawa- dan, yuvarlak (üstüvani) ve üzerine beyaz tülbent çekilirdi. Tepe ceviz gibi bir ilave ki ka- da bundan gelmektedir. Yavuz Sultan Selim'e nisbetle selimi denilen ka- vuk 65 cm. Mücewezeden daha uzun olan seliminin ge- tepesi ve d üzdü. Üzerine tül- bent Yeniçeri kadar bu giydiler. Tevkii Abdurrahman Kanunnamesi'nde gö- re önceleri payeye mahsus ve payesi ol- 71

KAVUK - cdn.islamansiklopedisi.org.tr · KAVUK mayanların perişan! giymeleri teamülken bu usul XVII. yüzyılın ortalarından itiba ren terkedilmiş ve daha sonra vezirlerin selimi

  • Upload
    others

  • View
    20

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Sporları Üzerine Araştırmalar, istanbul 1938, s. 7 -19; Safiı, Edebiyyat, ll, 422-423; Nefisi. Tarf/]-i Na.?m u Neşr, ll, 158; Sezgin, GAS, VIII, 79 ; Agah Sırrı Levend. Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara 1984, s. 141 , 221; Ahmet 1\ıran. islami­yelle Spor ve Önemi, Ankara 1985, s. 5-9; Müj­

dat Uluçam, Süleyman b. Ahmed et-Taberarıf ve Fadlu 'r-remy ve ta 'lfmih AdiL Cüz'ü (yüksek lisans tezi. 1 990) . MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü,

s. 55-57; Mehmet inan . Osmanlı imparatorlu­ğu 'nda Okçuluk Spor u ve Temel Teknikleri (yüksek lisan s t ezi . 1992) . MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü ; E. Herrigel, Zen ve Okçuluk (t re. Ömer Cemal Güngören), istanbul 1993, tercüme

edenin girişi, s. 11-24; Atıf Kahraman, Osman­lı Devleti'nde Spor, Ankara 1995, s. 233-238, 253, 362; Ünsal Yücel, Türk Okçuluğu,Ankara 1999, tür.yer.; Özbay Güven , Türklerde Spor Kültürü, Ankara 1999, s. 95-141 ; Mustafa Kutlu, "Ok", TDEA, VII , 110-112.

lt.l HASAN AKSOY

r KAVUK

L Bir başlık türü.

_j

Kavuk Türkçe'de "içi boş şey" demektir. Uygurca'da kağuk şeklinde geçer ve "me­sane" anlamına gelir. Kaşgarlı Mahmud kelimenin mesane yanında "başlık" ma­nasını da zikreder (Dfvanü Lugati't-Türk

Tercümesi, lll, 165) . Birçokserpuştürü için kullanılan Arapça kalensüve (kalsüve. kulensiye, kalensiye, kalensat). Farsça keh1-ta kavukla aynı anlamdadır. Osmanlılar'­da ise daha çok üzerine sarık sarılmış ka­lensüveye kavuk denir. İslam dünyasında bilhassa Abbasiler döneminde yaygınla­şan kavuğun kalensüveleri daha çok Türk­ler'in imalatında mahir olduğu keçeden yapılmaktaydı. Bunlar "horasani, deniy­ye, rusafiyye. şaşiyye" gibi adlar alırlardı. Nisbelerinden Horasan, Bağdat (Rusafe

Bağdat'ın bir mahallesi) ve Maveraünne­hir'de bulunan Şaş'ta kalensüve imalatı­nın yapıldığı ve bu raların kendine has ka­vuk stilleri olduğu anlaşılmaktadır. M es­'Gdi. Halife Mu'tasım -Billah 'ın, ağabeyi

Me'mun gibi Acem meliklerinin giydiği şaşiyye kalensüve giydiğinden ve halkın da ona uyduğundan söz eder (Mürucü '?­?eheb, IV, 228) Abbasiler devrinde deği­şik sınıf ve rütbelere göre farklı kavuklar giyilirdi. Mesela kadılar taylasanlı uzun kalensüve (tavlle) kullanırlardı. Küpe ben­zeyen ve muhtemelen bu sebeple "deniy­ye" de denilen kavuk bir zira (yaklaşık 45 cm .) yüksekliğinde olur. kadılara heybetli bir görünüm verirdi (Mez, ı. 316-317) .

XIII. yüzyıldan günümüze ulaşan min­yatürlü eser lerden. çini ve taş yapılarda­ki tasvirlerden Selçuklu dönemi kavukları hakkında bilgi edinilmektedir. Varaka ve Gülşah minyatürlerinde Varaka yer yer kırmızı. yeşil, taylasanlı kavukla tasvir edil­miştir. Cezeri'nin el-Cami' beyne '1-'ilm ve'I-'ameli'n-ndti' adlı eserinde (s . 10,

220, 263) katlar halinde destar sarılmış. omuzlara inen taylasanın uç kısmı işleme­li değişik renkli kavuklar görülmektedir.

Osmanlilar horasani. üsküf. yusufi. se­limi, kallavi. örf. müceweze gibi adlarla anılan birçok kavuk türü kullandılar. İlk dönemlerde bilhassa seferlerde daha çok üsküf giyilmesi adetti. Hoca Saded­din Efendi'nin verdiği bilgiye göre Orhan Bey'in oğlu Süleyman Paşa'nın icadı olan üsküf ı. Murad zamanında yaygınlaşmış. keçeden yapılan börk ağır altın sırmalar­la süslenerek padişahlara. mevki ve ma­kam sahibi kişilere has bir başlık durumu­na gelmiştir. Hoca Sadeddin. ilk Osmanlı sultanlarının Bursa'da mezarları başın-

üst kısmı kavuk seklinde biçimlendirilmiş bir mezarın baş taşı ile. cesitli kavuk tiplerinin görüldüğü 11. Selim dönemine ait yağlı boya bir tablodan detay [fSM, Padişah Portreleri Salonu)

KAVUK

Sehzade Mehmed'in sünnet şenliğinde kavukçuların res­migeçidini tasvir eden minyatür (Nakkaş Osman, Surna­me-i Hümayun, TSMK, nr, 1344, vr. 353. 'dan detay)

daki sırmalı taçların üzerine sarılan yG­sufi destarın burmalarının eşşiz olduğu­nu. dalama dilimierindeki kıvrımların ne­rede sona erdiğini en keskin gözlerin bile kestiremeyeceğini yazar ( Tacü 't-tevarfh, ı. 68). Yüsufi daha çok bir destar şekliydi ve Hz. Yüsufa nisbetle bu adı almıştı. An­cak başa geçecek tarafı dar, tepeye doğ­ru genişleyen üstü dilimli, tepe kısmı ha­riç diğer kısımları tülbentle örtülü bir tür kavuğa da bu ad verilmiştir. Daha çok pa­dişahın tahta çıkarken giydiği yüsufi üze­rinde üç siyah sorguç bulunurdu. Padi­şah vefat ettiğinde tabutu başına siyah sorguçlu yüsufi kavuk konulurdu.

Fatih Sultan Mehmed'in kanunname­sinde, "Hizmetkarlarına müceweze giy­dirmek vüzeranın ve kazaskerlerin ve defterdarların yoludur ve beylerbeyHer ve sancak beyleri üsküf yürütmek gere­kir" ifadesi yer alır (Akgündüz, ı. 321 ). Mü­cevveze 30-35 cm. boyunda, mukawa­dan, yukarıya doğru genişleyen yuvarlak (üstüvani) şekilde yapılır ve üzerine beyaz tülbent çekilirdi. Tepe kısmında ceviz gibi kırmızı kumaştan bir ilave yapılırdı ki ka­vuğun adı da bundan gelmektedir. Yavuz Sultan Selim'e nisbetle selimi denilen ka­vuk 65 cm. kadardı. Mücewezeden daha uzun olan seliminin yukarısı ağzından ge­nişçe . tepesi yarık ve d üzdü. Üzerine tül­bent sarılırdı. Yeniçeri Ocağı'nın ilgasına kadar padişahlar birtakım değişikliklerle bu kavuğu giydiler. Tevkii Abdurrahman Paşa Kanunnamesi'nde belirtildiğine gö­re önceleri payeye mahsus ve payesi ol-

71

KAVUK

mayanların perişan! giymeleri teamülken bu usul XVII. yüzyılın ortalarından itiba­ren terkedilmiş ve daha sonra vezirlerin selimi veya kaHavi giydikleri yerlerde dev­let erkanının sel1ml giymesine izin veril­miştir. Vezirler padişahın huzuruna çık­tıklarında selimi giyerlerdi. Mevlid alay­Iarında vezirler, nişancı, defterdarlar, ye­niçeri ağası, mlr-i alem, rikap ağaları, bö­lük ağaları. çavuşbaşı. relsü'I-küttab, ce­becibaşı sel1ml giyer! erdi. Kanunnarnede sözü edilen kaHavi sadrazam ve vezirlerin giydiği, kesik kenarları yuvarlak piramit şeklinde bir kavuktu. 40 cm. uzunluğun­daki kavuğun üzerine gayet ince Hint tü i­bendi sarıldıktan sonra sola doğru dört parmak genişliğinde sırma bir şeritle süs­lenirdi.

Osmanlı uleması daha çok örf giymiştir. Takke, fes ve emsali başlıkların üzerine sarılan sarığa örf tabir edilirdi. Bunlar ön­celeri gelişigüzel sarıldığı halde I. Ahmed devrinden itibaren usule tabi tutulmuş­tur. İlmiye sınıfının derecelerine göre de­ğişik kavuklar kullanılırdı. Hacegan sını­fının kavuklarına kafesli destar sarılırdı.

Muhtelif sınıflardaki memurların ken­dilerine has kavukları vardı. Bunların ba­zıları paşa!, katibi gibi mesleğe nisbetle anılırdı. Topçu zabitleri kalafat giyerlerdi. Kavukta giyenin mesleğiyle ilgili işaret­ler bulunabilirdi. Serdengeçtiler kavukla­rını tüylerle süslerlerdi. Doğancılar, şahin­ciler av veya doğan tüylerinden tezyinat yaparlardı. Kavuk üzerine ulema beyaz; tarikat mensupları beyaz, kırmızı, yeşil, siyah; halk ise ağbanl sarık sar ardı. Sarı k sarılış şekline göre dardağ an, silme, b ur­ma gibi adlar alırdı. Sarığın sarkık olarak bırakılan ucuna taylasan denirdi. Tarikat ehlinin ve şeyhinin giydiği kavukların di­limlerinin sayıları da farklı anlamlar ta­şırdı. Kişinin sahip olduğu mevkii göste­ren kavuğu mezar taşına da işlenirdi.

Osmanlılar'da Il. Mahmud dönemine kadar kavukçuluk mesleki bir sınıftı. Min­yatürleri Nakkaş Osman tarafından çizi­len 990 (1582) tarihli Surname-i Hüma­yun'da takyeciler, keçe külah yapanlar, sarıkçılar, arakçin dikicileri yani kavuk­çu ustaları gösterilmiştir. Minyatürdeki atölye-dükkanda ustalardan birinin ate­şi körükleme tasviri kavukların sıcak ka­lıplandığına işaret etmektedir (vr. 2 I 6a).

Padişahların kavuğu Topkapı Sarayı'nda

SarıkOdası veya Reva n Odası denilen yer­de sarılırdı. 1829'da çıkarılan elbise ni­zamnamesiyle çok değişik kavukların ye­rine düzenin sağlanması için fes giyilmesi kararlaştırılmıştır.

72

BİBLİYOGRAFYA :

Dfvanü lugati't· Türk Tercümesi, lll, 165; R. Dozy, Dictionnaire detaille des noms des vete­men ts chez les arabes, Amsterdam 1845, s. 188, 240-244, 281, 298, 305-312, 365-371, 395; Clauson, Dictionary, s. 583; Mes'Qdi. Mü­rCıcü '?·?eheb, 1 baskı yeri yok! 1984 ( Darü'l -hicre). IV, 228; İsmail b. Rezzaz ei-Cezeri. el-Cami' bey­ne'I-'i/m ve'l-'ameli'n-nafi' {f şına'ati'l-f:ıiyel, Ankara 1990 (tıpkıbasım) . s. 10, 59, 96, 120, 157, 209,220,257, 263; Hoca Sadeddin, Tacü't­tevarfh, İstanbul 1279, 1, 39-40, 68; Tevkii Ab­durrahman Paşa. Kanunname (MTM, 113 113311 içinde). s. 514, 517-519, 521, 531; Mahmud Şevket Paşa. Osmanlı Teşkilat ve Kıya{et-i As­keriyyesi, İstanbul 1325, s. 28-33; Nakkaş Os­man. Surname-i Hümayun, TSMK, Hazine, nr. 1344, vr. 16b-17', 18Qb-181 ', 216', 352b-353'; Uzunçarşılı. Saray Teşkilatı , s. 55, 21 7-221; Mez, el-lfaçlaretü'l-islamiyye,l, 316-317; Emin Cenkmen, Osmanlı Sarayı ve Kıya{etleri, İstan­bul 1948, s. 30, 192-193; Nureddin Sevin. Onüç Asırlık Türk Kıya{et Tarihine Bir Bakış, Ankara 1973, s. 16-17. 45-48, 62, 70; izzet Kumbara­cılar, Serpuşlar, İstanbul, ts. (Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu). s. 10-11, 18-19; Salah Hü­seyin ei-Ubeydi. el-Melabisü'l-'Arabiyyetü'l-isla­miyye {1 'aşri'l-'Abbtisiyyi'ş-şanl, Bağdad 1980, s. 94-95,97,100, 108-109, 115-116, 136-137; Özden Süslü. Tasvir/ere Göre Anadolu Selçuklu Kıyafetleri,Ankara 1989, s. 16, 20, 27, 30, 33, 41, 48-49, 83-84; Ahmet Akgündüz. Osmanlı Kanunnameleri ve Hukukf Tahlil/eri, İstanbul 1990, ı. 321; Pakalın, 1, 55, 64; II, 133-134, 142, 149, 213, 217-218, 593-595, 746, 758; lll, 129-130, 161, 189-191,560-561,639.

. GiJ NEBi BozKURT

KAVUKci ( ~,LQJI )

Ebü'l-Mehasin Şemsüddin Muhammed b. Halil b. İbrahim et-Trablusi el-Kavukci

(ö. 1305/1888)

L Muhaddis, fakih ve mutasavvıL

_j

12 Reblülewel 1224'te (27 Nisan 1809) Trabluşşam'da doğdu. Soyu baba tara­fından Hz. Hasan'a, anne tarafından Hz. Ömer'e dayanmaktadır. Önceleri muta­sawıf Abdüsselam b. Meşlş el-Hasenl'ye nisbetle Meşlşl olarak tanınan Kavukd. ailesinden birinin kavuk imalatıyla uğraş­tığı, yaptığı bir kavuğu Osmanlı Padişahı Sultan Mustafa'ya (?)hediye etmesi üze­rine padişahın kendisine Trabluşşam'a iki saat mesafedeki Zekrün beldesini hedi­ye etmesinden sonra Kavukclbaşl sıfatıy­la anılmaya başlandığı söylenmektedir. İlk öğrenimine memleketinde başlayıp 1239'da (1823-24) Mısır'a gitti; Ezher'de fıkıh öğrenimi gördü, akl1 ve nakil ilimler tahsil etti, hadis ilimleri üzerinde yoğun­laştı. Yirmi yedi yıl kaldığı Mısır'da isimle­rini Ma'denü'l-le'ali fi'I~esanidi'l-'ava-

li adlı eserinde saydığı pek çok alimden faydalanmış olup Mahmud ed-DesGki, Bahaeddin Muhammed b. Ahmed el-Be­hi, MuhammedAbides-Sin di ve İbrahim el-BacGrl onun hocalarından bazılarıdır. Ahmed b. Hasan b. Reşld el-Kahtanl'den, başta Buhar!' nin eJ-Cami'u 'ş-şaJ:ıi]J. 'i olmak üzere değişik ilim daliarına ait muhtelif kitapların icazetini alan Kavukcl memleketine döndükten sonra Camiu't­Tahham'da ders akutmaya ve eser telif etmeye başladı. Ebu Abdullah Muham­med b. Hal1fe el-Medeni, Ebü'n-Nasr el­Hatlb, İbn Abide el-Hadraml ve Ebü'l-Ha­san Ali b. Zahir onun talebeleri arasında yer aldı.

Etkili bir hatip ve çok sayıda müridi bu­lunan bir mutasawıf olduğu anlaşılan Ka­vukc1130S yılı Receb ayının ortalarında (1888 Mart sonları) çıktığı son hac yolculu­ğunda Mansüre'ye uğrayıp Mısır'a gitti. Zilkade (Temmuz) ayına kadar orada kala­rak bir Osmanlı gemisiyle Cidde'ye, ora­dan da Mekke'ye geçti. Umre ziyaretini tamamladıktan sonra başlayan humma sebebiyle 7 Zilhicce 130S'te ( 15 Ağustos 1888) veda kapısı civarında vefat etti ve Hz. Hatice'nin kabri yakınlarına defnedil­di.

Eserleri. Çeşitli ilim dallarında büyüklü küçüklü 200 kadar eseri bulunduğu be­l.irtilen Kavukd'nin çalışmalarından bazı­ları şunlardır: ·1. el-Lü'Iü'ü'I-merşu' ii­ma la aşle lehu ev bi-aşlihi mevzu'. Mu­kaddimesinde, hadis olarak şöhret kaza­nıp yayıldığı halde senedi bulunmayan ve­ya uydurma olan rivayetleri bir araya ge­tirmeyi amaçladığını ifade eden müellif, hadis uydurmacılığını yasaklayan haber­lerle alimierin bu konudaki görüşlerini kaydettikten sonra 742 rivayeti alfabetik olarak sıralamıştır. Eser önce müridierin­den Abdullah el-Attar tarafından neşre hazırlanmış, oğlu Muhammed Kema­Ieddin tarafından gözden geçirilip müel­lifin hayatı hakkında bir giriş ilave edile­rek Radıyyüddin es-Saganl'nin el-Mev­zu'at'ı ile birlikte basılmış (Kahire, ts .. ı 305). daha sonra bu matbu nüshayı esas alan Fewaz Ahmed Zemerl1 eserin illl)l neşrini gerçekleştirmiştir (Beyrut 1415/ 1994 ). Z. e~-Zehebü'l-ibriz şer]J.u'l-Mu'­cemi'l-veciz min e]J.adişi'r-resuli'l­'aziz. Abdullah b. İbrahim el-Mirganl'nin eserinin şerh i dir ( Beyrut ı 3 ı 6). 3. Ceva­mi'u '1-kelim. Müellifin Tenvirü '1-]fu1Ub ve'l-ebşar min e]J.adişi'l-Muştafa'l­mu]Jtôr adlı eserinden seçip alfabetik sı­raya göre düzenlediği 1 000 hadisten olu­şanesere ayrıca, Bedir ve Uhud gibi gaz-