16
Yıl 6 / Sayı 25 Nisan 2012 “önce egitim” sirer caddesi çolpan iş merkezi kat:2-3-4 •SİVAS tel: 0.346 225 62 34 fax : 0.346 225 62 35 KPSS ALES DGS KPSS-A KİM KORKAR KPSS’DEN PEGEM AKADEMİ VARKEN !!! Kampüscü okurlarına İNDİRİM %10 Nisan ayı ERKEN KAYIT fırsatlarını kaçırmayın. bu bir reklamdır 6-7’de Bu ülke de, bir sabah namazı vakti sırf okunan ezandan rahatsız oldukları i-çin çevredeki kara- kolun askerleri Fur- kan Mescidini basıp cemaate kurşun yağ- dırabiliyor. Hackerler iyi mi, kötü mü? Aslında ikisi birden. Şirketlere dü- zenledileri sal- dırılardan para kazanıyorlar, Windows’u daha güvenli hale getirmeye Milli Gazete Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Kurdaş, Kültür Merkezinde “Gü- nümüzde Medyanın Gücü’’ adlı konferans verdi. çalışıyorlar, hatta bazen hükümetler tarafından kiralanıyorlar. derdin hack”er” derdimdir 3’te 11’de ESAT hızlı başladı 3’te 5’te BOP ve Kapitalizm Kapitalizmi ve BOP’u anlamak için Ya- hudilerin tarihini ve inanç sistemlerini çok iyi anlamak zorundayız. Yüce Kur’an-ı Kerim’de birçok surede Yahudilerden bah- seder ve lanetli bir millet olduklarını söyler. Cumhuriyet Üniver- sitesi ülkemizin ve özelikle Anadolu’nun hatırı sayılır üniversitelerinin başında gelmektedir. Ancak gel gör ki bu denli önem arz eden bir üniversite sorunlarla boğuşuyor hatta çoğu zaman sorunların içinde boğuluyor. Cumhuriyet Üniversitesinin problemlerini şehirden kam- püse gelen ve derslerinden sonra tekrar şehre dönen bir öğrenci olarak kendi görebil- diklerimi aktarmaya çalışaca- ğım. “Benim oturduğum mahalleden Üniversiteye doğrudan ulaşabileceğim hiçbir ulaşım aracı olmadığı için aslında pekte büyük olmayan bu şehirde iki araba değiştirerek kampuse gelmeye mahkûmum.” Çift Yüzlü Kaset tek şarkı 2’de

Kampüscü Nisan

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Kampüsün sesi

Citation preview

Page 1: Kampüscü Nisan

Yıl 6 / Sayı 25 Nisan 2012

“önce egitim”sirer caddesi çolpan iş merkezi kat:2-3-4 •SİVAS

tel: 0.346 225 62 34 fax : 0.346 225 62 35

KPSS

ALES

DGS

KPSS-A

KİM KORKAR KPSS’DENPEGEM AKADEMİ VARKEN !!!

Kampüscü okurlarına

İNDİRİM%10

Nisan ayı ERKEN KAYIT fırsatlarını kaçırmayın.

bu b

ir r

ekla

mdı

r

6-7’de

Bu ülke de, bir sabah namazı vakti sırf okunan ezandan rahatsız oldukları i-çin çevredeki kara-kolun askerleri Fur-kan Mescidini basıp cemaate kurşun yağ-dırabiliyor.

Hackerler iyi mi, kötü

mü? Aslında ikisi birden.

Şirketlere dü-zenledileri sal-dırılardan para

kazanıyorlar, Windows’u

daha güvenli hale getirmeye

Milli Gazete Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Kurdaş, Kültür Merkezinde “Gü-nümüzde Medyanın Gücü’’ adlı konferans verdi.

çalışıyorlar, hatta bazen hükümetler tarafından kiralanıyorlar.

derdin hack”er”derdimdir

3’te 11’de

ESAT hızlı başladı

3’te

5’te

BOP veKapitalizm

Kapitalizmi ve BOP’u anlamak için Ya-hudilerin tarihini ve inanç sistemlerini çok iyi anlamak zorundayız. Yüce Kur’an-ı Kerim’de birçok surede Yahudilerden bah-seder ve lanetli bir millet olduklarını söyler.

Cumhuriyet Üniver-sitesi ülkemizin ve özelikle Anadolu’nun

hatırı sayılır üniversitelerinin başında gelmektedir. Ancak gel gör ki bu denli önem arz eden bir üniversite sorunlarla boğuşuyor hatta çoğu zaman sorunların içinde boğuluyor. Cumhuriyet Üniversitesinin problemlerini şehirden kam-püse gelen ve derslerinden sonra tekrar şehre dönen bir öğrenci olarak kendi görebil-diklerimi aktarmaya çalışaca-ğım.

“Benim oturduğum mahalleden Üniversiteye doğrudan ulaşabileceğim hiçbir ulaşım aracı olmadığı için aslında pekte büyük olmayan bu şehirde iki araba değiştirerek

kampuse gelmeye mahkûmum.”

Çift Yüzlü Kasettek şarkı

2’de

Page 2: Kampüscü Nisan

yollarCumhuriyet Üniversitesi Sivas şehrindeki tek üni-versitedir. Ayrıca Cumhu-

riyet Üniversitesi Ülkemizin ve özelikle Anadolu’nun hatırı sayılır üniversitelerinin başında gelmek-tedir. Ancak gel gör ki bu denli önem arz eden bir üniversite so-runlarla boğuşuyor hatta çoğu zaman sorunların içinde boğulu-yor. Cumhuriyet Üniversitesinin problemlerini şehirden kampüse gelen ve derslerinden sonra tek-rar şehre dönen bir örgenci olarak kendi görebildiklerimi aktarmaya çalışacağım. Benim oturduğum mahalleden Üniversiteye doğru-dan ulaşabileceğim hiçbir ulaşım aracı olmadığı için aslında pekte büyük olmayan bu şehirde iki ara-ba değiştirerek kampuse gelmeye mahkûmum. Üniversite durağına gelince de bitmiyor ulaşım çilesi. Genelde üniversite arabaları tıka basa dolu olduğundan durakta en az iki otobüse binemiyorum bu yüzden de soğuk olan bu şehirde birçok arkadaşım gibi çok sık has-ta olurum.

Sonunda bir iki kişiyi daha sı-kıştırarak otobüse binebiliyorum otobüsteki havayı anlatmak istemi-yorum çünkü anlatırken bile sanki o berbat kokuyu tekrar soluyorum. Bu arada şoför amca yılların verdi-ği deneyime rağmen köyümüzdeki mısır tarlasından bile daha kötü durumda olan yollara yenik düşü-yor ve biz arabada bir sağa bir sola savruluyoruz. Otobüs üniversite-

mizin girişine yaklaşırken CUM-HURİYET ÜNİVERSİTESİ yazan yıkık dökük girişi görünce benim içimi bir hüzün kaplıyor oysa ne kadar isterdim diğer üniversitede-ki arkadaşlarımın yaptığı gibi ora-da gururla durup bir fotoğrafımı çektirip sosyal paylaşım sayfamda paylaşmayı. Ve sonunda iki şehir arasında yolculuk yapmış gibi yor-gunluğumu bir kenara bırakıp bu haftada dersine geç kaldığım hoca-mın beni derse alması için uyduracağım ba-haneyi düşünü-yorum. Hocamız halden anlıyor eh anlamak istemese de aynı yolları o da kullanıyor ve beni derse aldığında an-lıyorum ki sınıfın henüz yarısı benim yaşadığım macerayı yaşamakta şuan. Ve ilk dört dersimiz bi-tince kısa mesafede çaktırmadan koşuya başlıyorum niye mi zaten sabah kahval-tısı yapamadım eğer öğle yemeğinde de MERKEZİ KAFE-TERYADA yer bu-lamazsam aç kaldım demektir. Bugün şanslı günümdü ve yemeğin yarısını da olsa yedim. Şimdi okuluma doğru çıkı-

yorum etrafıma bakınıyorum derse daha 40 dakika var acaba nerede zaman geçirebilirim diye, ama nafile okulun önünde kümelenmiş sigara için arkadaşların arasından sıyrılıp kantinde ki 50 kr gibi aslında hiçte azımsanmayacak kadar pahalı olan çaydan almak zorundayım yine. Ve dersimiz bitince sabah gelirken yaşa-dığım maceranın aynısını tekrar ede-rek evimin yolunu tutuyorum. Ben Cumhuriyet Üniversitesinde oku-maya çalışıyorum. Umarım yıllardır dile getirdiğimiz bu sorunlar yetkili-ler tarafından dikkate alınıp çözüme kavuşturulur.

KAMPÜS / 2

Gazetemizin resmi internet adre-si olan www.kampuscu.org adresinde geçmiş sayıları bulunabilen Kampüscü ailesi hedef kitlesini büyüterek, artık facebook ve twitter’da da sizin hizme-tinizde.Buralardan bizleri takip edebi-lir çalışmalarımız hakkında fikirlerinizi iletebilirsiniz.

[email protected]

ömrümüzü yedi

Üniversite yolculuğumuz bir çözüme kavuşmamış olsa da, Otobüslere yerleştirilen kameralar sayesinde hır-

sızlık, taciz vb. olayların önüne bir adım da olsa geçilmiş oldu. Umarız bu gibi gelişmelerin devamını üniversite yol-culuğumuzda da görürüz.

OTOBÜSLERDE DEVRİM

Türkiye’nin En Genç Doçenti olan ünlü siyasetçi kimdir?ÖDÜL: Doğu şekerlemeden Draje kutu

ÖDÜL: Nefis fastfood dan 1 adet yemek

ÖDÜL: Şelale restoranttan 1 kişilik yemek

Bir aile satranç turnuvasına anne, annenin erkek kar-deşi, annenin kızı ve oğlu katılmışlardı. Bu 4 oyuncu-dan ikisi ikizdi. Turnuvada sonuncu olan ikizin cinsi-yeti, birinci olan kişinin cinsiyetinin tersiydi. Birinci olan ikizlerden biri değildi. Birinci olanla sonuncu olanın yaşları aynıydı. Birinci kim olmuştur?

Yağmurlu bürgünde bir evde parti düzenlenir. Par-tinin ilerleyen saatlerinde Ahmet Bey’in olmadığını fark ederler. Ertesi gün mahkemeye gidip olanları anlatırlar. Hâkim sorguya alınacaklarını söyler Bah-çıvan şöyle anlatır:”Hava yağmurluydu Kulübemde oturuyordum İçim sıkılmıştı hava almak için dışarı çıkım köşke doğru köşkün bir camından içeriye bak-mak için cama doğru yaklaştım cam buharlanmıştı camı sildim ve Fahrettin Beyi cinayeti işlerken gör-düm der Sonra hâkim yalan söylüyorsun ve katil sen-sin der Sizce neden hâkim böyle söyledi?

•Cevapları [email protected]’ a AD, SOYAD, BÖLÜM VE TE-LEFON NUMARA BELİRTEREK GÖNDERİNİZ.•Kazanan okurlarımız internet adresimiz www.kampüscü.org ‘da ya-yınlanacaktır.

Enes Babacan

Page 3: Kampüscü Nisan

3 / GÜNDEM

Enes BABACAN

Profesyonel senaryolar ve usta yönetmenler

ayat’ın sinema filmine dönüştüğü bir ülkede yaşıyoruz. En başta sena-ristler profesyonel haliyle yazdıkları senaryolarda kusursuz. Her senaris-tin bir yönetmene ihtiyacı vardır ki

senaryo yazılırken o filmi en iyi çekecek yö-netmen de belirleniyor. Figüranmı ararsın her kes bir özenti parçası değil mi? Ve İzle-yici kitlesini her bölümde farklı bir sürpriz bekliyor. Mesela ülkede şehitler oluyor ya da kapitalizmin kurbanları işçiler ölüyor ancak bunlar en fazla bir gün sizi etkiliyor. Çünkü yeni gün yeni bir bölüm demektir. Ertesi gün bir futbol maçı sizleri çılgına çe-viriyor. Karşı takımın taraftarları bir gün boyunca size düşman gözüyle bakıyorlar. Gençlerimiz üniversitelerde kafatasçı yak-laşımlarla yazılan acı senaryolara ortak oluyorlar. Biz alıştık milletçe senaryoları oynamaya çünkü tarihte daha acılarını da oynadık farkında bile olmadan. Ancak artık yeter demenin zamanı sizce de gelmedi mi?

Ülkemizin senaryosunu yazıp yönet-menini gönderen senarist bölgemizdeki ülkelere de birbirine yakın senaryo ve yö-netmenler gönderiyor. Yanı başımızdaki Suriye’de maalesef çok acı bir senaryo oy-nanıyor ve yönetmeni insafsız. Yönetmen elindeki ekipmanı son teknolojiyle donat-mış ve senaryoyu uygulamaya koyulmuş durumda.

Neden senaryo ve yönetmenden yola çıkarak gelişen olayları anlattığımı sora-cak olursanız. Cevabım şu ki olanı biteni bir film gibi izleyip sonun Yeşilçam film-leri gibi mutlu sonla bitmesini beklemiyor musunuz? Benim genç kardeşlerim, ideal-leriniz olsun inançla ve inatla istediğiniz. Gençlerin beklemeye tahammüllü olamaz olmamalı. Bu emanet toprakların bizden sonrakilere kendi senaristimizin yazdığı se-naryo ve bizim yönetmenimizin çektiği bir filme ihtiyacı yok mu?

Son olarak ben hala aynı şarkıyı dinli-yorum. Birisi rolümü değiştirmeli artık. Sıkıldım her gece yıldızlara derdimi anlat-maktan ki bu aralar pek yıldızda yok Sivas semalarında. Yeni bir kampüscü de buluş-mak dileğiyle... hoşçakalın.

Bu ülke de, bir sa-bah namazı vakti sırf okunan ezandan ra-hatsız oldukları için

çevredeki karakolun askerleri Furkan Mescidini basıp ce-maate kurşun yağdırabiliyor. Onca şehidin seccadelere sa-rılarak can verdiği mazlum coğrafya da yine de camiler tıklım tıklım doluyor. Patani konusunda vebal altındayız. Sadece gözü yaşlı annelerin ciğerparesi minik kızlara sa-hip çıkmadığımız ve bir gün bu güzelim kızlarında Budist tayland askerlerinin iğrenç emellerine alet edileceği için büyük bir vebal altındayız. Bin bir gizlilik içerisinde gö-rüştüğümüz Mücahitlerin verdiği bilgilere göre Patani’de dağlarda direnen Mücahit-lerin aileleri maalesef Budist tayland askeri yönetimince bir vesile ile gözaltına alını-yor ve resmen bu gözaltılar ‘tecavüz kampları’ olarak ad-landırılıyor. tayland medyası

da Mücahitlerin bu kampları basıp eşlerini ve çocuklarını kurtarmalarını terörist sal-dırı(!) olarak dünyaya du-yuruyor. Patani konusunda Türkiye medyasında çok fazla haber yok maalesef. İlgilen-memiz, yazmamız, konuş-mamız, dertlenmemiz gerek. Bizler kardeşinin dertleriyle dertlenen ve onların dertle-rini kendi derdi gibi bilen bir ümmetiz. Patani’yi en azından dualarımıza ortak edebiliriz!

M. Mustafa Uzun -Anadolu Gençlik Dergisi-

Milli Gazete Genel Yayın Yönetmeni Musta-fa Kurdaş, Sivas Cumhuriyet Üniversitesinde ‘’Günümüzde Medyanın Gücü’’ adlı konferans

verdi. Cumhuriyet Üniversitesi, Eğitim ve Sosyal Araş-

tırmalar Topluluğu ve Kampüscü öğrenci gazetesinin düzenlemiş olduğu konferansa katılan Kurdaş, gü-nümüzde medyanın gücüne ve bu gücün etkilerine dikkat çekti.

Gençlerin medya konusunda daha takipçi ve bi-linçli olması gerektiğini belirten Kurdaş, “İnsanlar düşüncelerini özgürce söylemeleri gerekiyor. Medya toplumları düşünmekten ve araştırmaktan alıkoyu-yor.” dedi.

İlk hedefimiz 100 bin satmakKurdaş, gençlerden gelen soruları içtenlikle ce-

vapladı. Gazetenizin tirajı konusundaki hedefi nedir sorusuna Mustafa Kurdaş, ilk etapta yüz bin tiraj he-deflediklerini ancak kendileri için ne kadar sattıkla-rının o kadar da önemli olmadığını belirtti ve gaze-telerinin 40 yıldır aynı düşünce ve görüşle çıktığı için mutluluk duyduğunu belirtti. Konferansın sonunda Cumhuriyet Üniversitesi Öğrenci Derneği başkanı Mustafa Durmuş tarafından Mustafa Kurdaş’a ismi-nin yazılı olduğu ‘Sivas hatırası’ hediye edildi.

ESAT hızlı basladı

A,B ve C adlı sanıklardan biri suçludur. Sorgulamalarında şun-ları söylerler:

A: “B suçlu”, B: “A yalan söyledi”, C: “A suçlu” , A:”C yapacağı ilk konuşmada yalan söyleyecek”, B : “A yalan söyledi”, C: “A, iki konuşmasında da yalan söyledi” Kim suçlu?

D-8 (yani İslam birliği)’i kim kurmuştur?ÖDÜL: Beyaz fastfood dan bir kişilik yemek

ÖDÜL: Final kırtasiyeden Defter (sert kapaklı) •Cevapları [email protected]’ a AD, SOYAD, BÖLÜM VE TELEFON NUMARA BELİRTEREK GÖNDERİNİZ. •Kazanan okurlarımız internet adresimiz www.kampüscü.org ‘da yayınlanacaktır.

H

Page 4: Kampüscü Nisan

Bu soğuk kış gecelerinde Van’da konteynırlarda yaşa-maya çalışan kardeşlerimi

düşünürken bir de dünyanın dört bir tarafında; Keşmir’de, Afganistan’da, Sri-lanka’da, Moro’da, Patani’de, Filistin’de, Suriye’de ve Bahreyn’de-ki mustazafları hatırlayıverdim. Ama hangisini yazayım bilemedim ki... İçler Acısı bir dünya, zillet ve meskenetin hakim olduğu bir coğrafya...

Hemen yanıbaşımda Amman’ın kuzeyinde Ceraş (Jerash) Şehri’ndeki Gazze Kampı aklıma geldi; çok uzakla-ra gitmek gerekmiyordu... Mahrum ve izole edilmiş bir sürü sürgün hayatlar vardı hemen yanıbaşımızda... Yanıba-şımızda insanlığın iflası yaşanıyordu. Artık dikişleri tutmayan yamalı bir insanlık... Zemheri soğuklara kimse aldırmıyordu, asıl dert kardeş vatanda sürgünlüğün yaşanmasıydı. Kardeş ta-rafından aldırmamazlığın sıkıntıysıydı yaşanan. Sorumluluk bilincinden yok-sun, sorumsuz toplumların kaygısızlı-ğıydı asıl gönülleri hüzne boğan.

Gazze Kampı’nın tam ortasında yer alan Selahaddin Camii’nin tavanların-da hergün “Gel ey Selahaddin” nida-ları yankılanıyordu. Ne olur gelseydi bir Selahaddin, sıkıntılarını bir nebze de olsun dindirecek, dertlerine kulak verecek biri... 1 km2 alanda yaklaşık 40.000 can, 40.000 hayat... Hani ner-deydi onların hergün namazlarında kendilerini selamladıkları yaklaşık iki milyar kardeşleri, niye hiç ses vermi-yorlardı ki... Fırat’ın kenarında bir ku-zuyu kurt kapsa hesabı benden sorulur diyen bir Ömer yeninden çıkamayacak mıydı? Onların yaşadıklarına şahitlik yapacak, onlardan sorumlu olduğunu dillendirecek bir Ömer? Şehrin dışına kurulmuş bu kampın tehcir edilmiş sakinlerine el uzatacak bir Ömer yok muydu?

Gazze Kampı; Filistin toprakları dı-şında kurulmuş 39 mülteci kampından sadece bir tanesi. Topraklarından çıka-rılmış, sürgün ellere gönderilmiş olan mazlum Filistin’i göğsünde taşıyan on-

binlerce insana mahzunca ev sahipliği yapan kamplardandı. Adını, fosfor bombalarının gölgesinde bulunan Gazze’den almaktaydı. Bütün insanlığın suskun bakışları altında ço-cukları sistematik ölüme tabi tutulmuş olan o mahrum “açık hava cezaevi”nden almaktaydı. Gazze Kampı’nın sakinleri de zaten Gazze’den gelmektey-diler. Hepsi 1967 savaşından/hezimetinden sonra Ürdün’e sığınmak zorunda kalmışlardı.

Aslında bugün Amman yakınlarında olmaları onlar için çok fark etmiyordu. Belki Gazze Şeridi’nde kalmaları on-lar için erdemlice bir hayatın mücadelesini vermek olacaktı. Soğuk kış gecelerinde ellerine hüznün ve utancın gözyaşları dökülmekteydi, kardeş vatan-da etrafı kuşatılmış olmanın, gurbetini yaşadıkları o Akde-niz kokulu vatanlarının özle-mini çekmekteydiler. Zeytin-liklerini, hurma bahçelerini, rızıklarını rahatça kazanmasalar da kendi top-raklarında olmanın/ölmenin özlemini çekmekteydiler.

Neden vatanlarından çıkarılmışlar-dı, yaşamayı hakketmiyorlar mıydı ki? Siyonist canilerin yaşama hakları var-dı da, Gazze’li yetim ve öksüz binlerce çocuğun hiç mi gözyaşlarını hesaba katacak vicdan sahibleri yoktu? Üstelik yahudinin kanının sorumlusu bu ma-sumlar mıydı ki?

Yürek yakan Gazze’li çocuğun bir benzeri belki birçok benzeri de hep esir vatanlarının etrafında konuşlandırılmış olan kamplarda yaşayan kardeşleriydi. Aslında esaret onlar için zalim gücün topraklarını işgal etmesi değildi, esaret yanıbaşlarında gaflet uykusuna yatmış olan müslüman kardeşlerinin acınacak halleriydi. Gazze özgürlük mücadelesi veriyordu, esarete koşanlar ise petrol zengini para babalarıydı. Sömürülme-nin yolu dirençsizlikten geçmekteydi çünkü. Unutmaktan, dünya mal ve mülk şehvetinin kölesi olmaktan...

Gazze Kampı, Selahaddin-i Eyyubi’nin Kudüs’ü koruma adına fet-hettiği Aclun Kalesi’nin dibindeydi, Kudüs’e yaklaşık 100 km uzaktaydı. Ancak hem Kudüs mahsurdu hem de Gazze Kampı. Birisi yahudinin işgalin-deydi müslümanların suskun bakışları altında, diğeri de kardeş vatanda mah-surdu. Mahrumiyet böyle bir tablo olsa gerek... Aziz komutan Selahaddin’in kemikleri sızlıyordu adeta, Kudüs’ü koruyacak olan “Kale” bugün tarihi/tu-ristik bir meşhede dönüşmüştü, fonk-siyonunu yitirmişti, daha üzücü olanı da hemen gölgesinin ulaştığı mesafede mahzun ve mağdur Filistin halkına şa-hitlik ediyor olmasıydı. Aslında onuru ve şerefi rafa kaldıran, erdemsizliği ya-

şayan Arap Yarımadası’nın petrol zen-ginlerine sessizliğiyle sesleniyordu... Aclun Kalesi belki hiç bu kadar zillete bürünmemişti, nasıl oldu da bugün bu hale düşmüştü?

Ortadoğu artık bu acılara tahammül edemezdi, abdestli kapitalistleri bir tür-lü alt edemiyordu, hiç bu güne kadar bu denli adaletsizliğin yaşandığına şahitlik etmemişti. Evet çok tecrübeler yaşamış-tı belki, ama kardeşin kardeşi unuttuğu, bir taraftan insanların zenginlikten çıl-gına döndüğünü, beri tarafta insanların erdemli bir hayatın yokluğundan, açlı-ğın yaygınlaştığı ve bunun neticesinde sönen bunca ocağa hiç bu kadar şahit-lik etmemişti. Bir tarafta zenginlikten semavata kuleler yükselirken, diğer ta-rafta açlıktan ölenler için yerin dibine doğru küreklerin sallandığını unutmu-yor/ unutturamıyor.

Gazze Kampı aslında bu mustazaf ümmetin halini yansıtan basit bir tab-lo gibiydi. Gazze Kampı yetim ve ök-süz binlerce çocuğun yurduydu, dul kadınların ve işsiz/güçsüz kalmış yüz-lerce mustazaf ricalin barınağıydı. Hiç bir yaşama hakları olmayanların, ha-yat güvencesi olmayanların ve açlığın kol gezdiği 1 km2 lik bir alandı Gazze Kampı. Yürek burkan, ciğerleri yakan mahzun bir tablo Gazze Kampı. Kör ve sağır ümmetin/dünyanın utancı Gazze Kampı...

Serhat’ta kış zordur, Van üşüyor ama ümmeti kuşatmış olan sessizlik sanki ölümün soğukluğunu evlerimize ka-dar taşımakta. Sanki fitneci kapitalist şeyhlerin yaktıkları fitne ateşini körük-lüyor. Emperyalist blokun sesi haline gelmiş olan bölgenin merkez medya araçlarından ümmetin üzerine fitne ve tefrika dökülüyor. Gazze Kampı, yakıl-mış olan bu fitne ateşinin şerâresi, bu utanç tablosunun yüzü. Aksine Gazze

Kampı’ndaki her yetimin, her öksüzün umuduydu; vahdet, kardeşlik, özgür-lük...

Filistinler’in, Gazzeler’in, Pataniler’in, Iraklar’ın bir daha yaşan-maması için sevdalı bir yürek, sevdası-nı imanla bezemiş bir kalp, mümince tavır sergileyecek bir yiğit, kardeşliği yol azığı edecek, adalet ve özgürlüğü karakterize edecek bir uyanış, bir silki-niş için bilinçli/erdemli tavizsiz direniş ve mücadele tek kurtuluş ve necattır.

DÜŞÜNCE / 4

Utancın gözyasları Gazze Kampı’nda akıyorUtancın gözyaşları Gazze Kampı’nda akıyor

Esat Fırat

Reklam KoordinatörüAlican KURAL

0.542 773 64 48

Adem ÇELİK - Selahaddin KAR

Page 5: Kampüscü Nisan

5 / ARAŞTIRMA

Selahaddin Kar

kelebeketkisi

ir güvercini bir oda-ya hapsederseniz, o güvercinin yapacağı ilk ve tek iş oradan kurtulmak için çalış-

maktır. Gücünü başka şeyler için harcamaz. Özgürlüğüne kavuşmak için ne gerekiyorsa yapar. Önüne konmuş ökse-lerin içindeki yemlere aldırış etmez. Kurtulmak umuduyla çırpınıp durur. Bir o yana bir bu yana kanat çırpıp durur. Gider, cama toslar, duvara çarpar, sağa sola düşer, köşe-lere sıkışır ama her seferinde kalkıp yeniden aynı çabayla özgürlüğünü elde etmek için yeni hamlelere girişir. Hiçbir şekilde pes etmez, özgürlüğü-nü elde edene dek böyle çırpı-nıp durur. Düşündüğü tek şey vardır, kapandan kurtulup özgürlüğe kavuşmak...

Bunları ezber olarak söy-lemiyorum. Çocukluğumda güvercinlerin bu durumlarına çok tanıklık ettim. Biz onları kullanılmayan eski bir evin içine bir şekilde girdiğini fark ettiğimizde, hemen üzerine kapıyı kapatırdık. Sonra geri çekilip seyrederdik. Yakalayıp eğlenmek, biraz sevmek için önüne su ve yem koyardık, ne yapsak yemeye, içmeye ya-naşmazdı. Her seferinde gi-der cama gagasıyla vururdu. Tırmalayıp dururdu kapı eşi-ğini. Uçup gitmek, kurtulmak için can havliyle bir o yana, bir bu yana kanat çırpıp du-rurdu. Onun gözü hep dışarı-da yani özgürlüğünde olurdu. Güvercinlerin bu çabasını şu an bile çok iyi hatırlıyorum. Şimdi Erbakan Hoca’nın; “Yahudiler dünyayı açık bir hapishaneye çevirdiler” sö-zünü düşünerek diyorum ki; tüm dünya genelinde ve Tür-kiye özelinde Müslümanları, özgürlüğü elinden alınıp bir cendereye hapsedilmiş güver-cine benzetirsek, yapmamız gereken şey nedir? Elbette ki yapılacak ilk ve tek şey özgür-lüğümüzü elde etmek için ne gerekiyorsa yapmaktır. Baş-ka şeyleri bırakıp özgürlüğe odaklanmak, o güvercin gibi canhıraş bir çabayla kanat çırpmak en önemli görevi-mizdir. Ökseye yerleştirilmiş yemi fark ederek; yani verilen ihalelere, makamlara mev-kilere, unvanlara, kadrolara kanmadan özgürlüğümüzü elde etmek için çalışmak zo-rundayız. Bu her şeyin fev-kinde bir meseledir. Ekmek

ve su kadar, hava kadar hayati ve zorunlu bir ihtiyaçtır. Te-mel konumuyla, programıyla, genel manada batılın hizme-tinde, Siyonizm’in emrinde olan hareketlere, projelere ka-pılarak kapana kısıldığımızın farkında mıyız acaba?

İşte özgürlüğümüzü elde etmek için o güvercin misa-li çırpınıp duran, durmadan çabalayan Milli Görüş’ü öz-gürlük için desteklemek zo-rundadır bu halk. Bundan başka çare yoktur. Diğerleri tuzaktır, yaptıkları da tuzağın içine yerleştirilmiş yemler-dir. Türkiye’de asıl mesele bu tehlikenin farkına varmak-tır. Şimdi Gazze’ye yapılan yardımlar bağlamında bu meseleyi düşündüğümüzde, yapılan şey, kapana sıkışmış güvercine yem vermeye ben-zemektedir. Ne kadar yardım yapılırsa yapılsın, sonuçta bağımsız olamayan Filistin, o yardımların da fazla bir fay-dasını göremeyecektir. Has-tane yaparsınız, okul yapar-sınız, İsrail tankları, uçakları gelip yine yıkar. Aman bile vermiyor Filistin’e. Buradaki sorun, özgürlük sorunudur. Kurulan kumpaslara aldır-madan topyekûn Müslüman-ların özgürlüğüne odakla-nan Milli Görüş Hareketi’ne destek vermeden, aktif hale getirmeden ne Filistin’in ne de başka bir mazlum halkın kurtuluşu mümkündür. Hatta tüm İslam dünyasının özgür-lüğü ancak güç birliğiyle, yani İslam birliğiyle mümkündür. Temenniyle değil, bu yön-deki bir çabayla, bir projeyle mümkündür. Yani güvercinin özgürlüğe odaklandığı gibi özgürlüğümüzü sağlayacak olan İslam birliği projesine odaklanmak gerekmektedir. Gazze halkının günlük ve acil ihtiyaçlarını karşılayacak yardım seferberliğinin ya-nında, İslam birliğinin tesis edilebilmesi için Milli Görüş Hareketi’ne destek seferberli-ği de başlatılmadan, yapılan yardımlar fazla bir anlam ifa-de etmeyecektir. İslam birliği projesi için çaba sarf etme-den, bu projeyi geçekleştir-mek için canhıraş bir şekilde çalışanlara destek vermeden yapılan yardımların fazla bir anlamı olmayacaktır. Nihai çözüme, yani sonuçta özgür-lüğe odaklanmak yapılacak en akıllıca iştir.

Kapitalizmi ve BOP’u anlamak için Yahudi-lerin tarihini ve inanç

sistemlerini çok iyi anlamak zorundayız. Yüce Kur’an-ı Kerim’de birçok surede Yahu-dilerden bahseder ve lanetli bir millet olduklarını söyler. Yahu-di kavmi tüm peygamberlerine eziyet eden, işkence çektiren ve öldüren bir kavimdir. Ken-di kitapları olan Tevrat’ı tahrif etmişlerdir. Allah’ın yasakladığı büyüyü, Tevrat’a eklemişler ve yeni bir kitap; Kabalayı yazmış-lardır.

Kabala, büyüyü temele alır. Yahudilik; ırkçı bir dindir çün-kü ancak Yahudi anne ve baba-dan doğan Yahudi olabilir diğer türlü ancak mason olabilirsin. Kabalada şöyle der; diğer tüm ırklar yahudi’ye hizmet için maymundan insan olmuşlardır. En üstün ırk sizsiniz o yüzden diğerleri size hizmet edene ka-dar erkeklerini, kadınlarını, yaşlılarını, çocuklarını, atlarını, eşeklerini dahi öldürün. Tanrı size Nil ile Fırat arasındaki top-rakları vaat etti (Arz-ı Mevud) ne zaman ki bu toprakları ele geçirirsiniz o zaman dünyaya hâkimiyetiniz kesinleşir ve per-çinlenir. İsrail bayrağındaki iki mavi şeritte bunu temsil etmek-tedir. Bu şekilde olan düşünce sistemine Siyonizm diyoruz. 14 basamaktan oluşan bir piramit-le dünyaya hâkim olmaya ça-lışmaktadırlar. Piramidi açık-lamadan önce şu tarihi olayları iyi bilmemiz lazım.

Hepimizin bildiği, Teoderl Herzel isminde bir Yahudi 2. Abdülhamit Han’dan Filistin topraklarını istiyor. Ulu Ha-kan o meşhur cevabını veriyor: Kanla alınan topraklar ancak kanla verilir. Bundan sonra-sı pek bilinmez. Bu cevaptan sonra Herzel, İsviçre’nin Basel şehrine geçer. 1896 tarihinde bu şehirde ilk Siyonist Yahudi kongresi yapılır ve üç karar alı-nır.

1. Abdülhamit en kısa za-manda tahttan indirilecek ve Osmanlı yıkılacak

2. İlk elli yılda İsrail devleti kurulacak

3. İlk yüz yılda Büyük İsrail

Devleti (BOP) kurulacakAlınan bu kararları gerçek-

leştirmek için hızla çalışmaya başladılar. Tahtan indirilme ha-berini Abdülhamit Han’a Yahu-di dönmesi Emin Karasu, asıl adı Emmnuel Karasso getirdi.

İttihat Terakki Fırkası vesilesiy-le Ulu Hakan tahtan indirildi ve Osmanlı 1. Dünya Savaşına so-kuldu. Sonuçta Osmanlı parça-landı ve yıkıldı. Kurtuluş Savaşı ve Lozan Görüşmeleri. Lozan Görüşmelerinde ilginç bir isim İnönü’nün baş danışmanı Emin Karasu. Lozan’da ikinci bir Ya-hudi İtalyan Baş Hahamı Haim Naum; itilaf devletlerine yedi maddelik bir plan teklif ediyor ve tarihe Haim Naum Doktrini olarak geçiyor. İtilaf devletleri-ne şunu diyor: Bu Osmanlı sa-vaşla yenilmiyor şu yedi mad-deye uygulayalım Osmanlı’yı ancak böyle bitiririz.

1. Aç bırakacağız2. İşsiz bırakacağız3. Borca esir edeceğiz4. İslam’ı söküp alacağız5. Böleceğiz6. Kendi aralarında savaştı-

racağız.7. Kolay lokma haline getire-

ceğizBu Haim Naum Doktrini

seksen yıldır ülkemize, işbir-likçiler tarafından uygulanıyor. Basel Kongresi 2.karar ilk elli yılda İsrail kurulacak 1896 + 50 = 1946 yani İsrail’in kurulduğu tarihe denk geliyor. 1996 ise Bü-yük İsrail kurulması gerekiyor-

du. Proje gecikti ve ertelendi. Bugün ki, Arap Baharı ve ülke-mizdeki PKK olayları projeyi hızla gerçek-leştirmek için yapılmaktadır. Siyonizmin son yüzyılda oy-nadığı oyunlar böyledir.

Şimdi gelelim

piramide; en altında tüm insan-lık vardır. Üstünde ülkemizde de aktif olan Rotary ve Lions, Mason Kulüpleri vardır. Birkaç basamak üstünde 300’ler mec-lisi vardır. Dünyayı yöneten 300 zengin işte bunlardan birkaçı

Amerika Rockfeller, İngiltere Rocksidler, Japonya Mitsubis-hi. Bu 300 adam tüm dünyayı yönetiyor ve şekillendiriyor. Dünyaya Kapitalizm, faiz siste-mi ve dolarla hâkimdirler. Bir doların üstüne bakarsanız işte bahsettiğimiz bu mason pira-midini görürsünüz üzerinde Latince “annuit ceoptis” demek “dünya hâkimiyeti kuruldu” al-tında “Novus Ordo Seclerum” yazmaktadır yani “Yeni Dünya Düzeni” anlamına gelmektedir. 300’ler meclisinin biraz üstün-de 3 Kabbalist vardır. Bun-lar kabalayı okumayı ve büyü yapmayı bilen en üst düzey üç Yahudi hahamdır. Biri ölün-ce yerine alttan biri geçiyor ve kabala ona da öğretiliyor. Teo-dor Herzel bu üçlüden biridir. İsrail kurulduktan sonra İsrail Cumhurbaşkanları da bu üç-lüden biridir. Onunda üstünde Luzifer’in gözü yani her şeyi gören göz, onların tanrılarının gözü vardır. Göz havadadır, inançlarına göre Büyük İsrail kurulunca Yahudi yeryüzüne sonsuza dek hâkim olacak, di-ğer milletlerde onlara hizmet edeceklerdir ve göz piramitte yerine oturacaktır.

Önümüzde ürkütücü ve kor-kunç bir tablo var. Siyonizmin bu oyununu bozacak tarihinin üzerine yüklediği misyon ile Türkiye’dir ama nasıl? Adil Dü-zen ve D-8 ile diğer yazımızda bunları anlatacağız inşallah. Se-lam ve dua ile.

Sakın Okumayın !!!

BOP ve Kapitalizmin Arka Yüzü

B

KAYNAKLAR1) “Gizli Dünya Devleti,

Gerry Allen, Keşif Yayınları”2) “Dulkadının Oğulları,

Mustafa Yılmaz,

Mustafa Koyuncu

Page 6: Kampüscü Nisan

Muttaki Genç

üslüman demek aklını kullanan demektir. Akıl ise, adaleti zulümden, hakkı batıldan, faydalıyı zararlı-dan, iyiyi kötüden ayıran demektir. Müslüman bu kavramları ayırdıktan sonra bunların içinden ada-leti, iyiyi ve güzeli, hakkı ve hak taraftarı olmayı ve

faydalıyı cüz-i iradesiyle tercih edendir.Peki, Müslüman bu ayrımı ve tercihi yaparken kullandı-

ğı rehber nedir? Elbette ki Allah’ın Kitabı Kur’an-ı Kerim ve efendimiz(s.a.v)’in sünnetidir. Kaynak böyle olunca müslü-manın karşısına şu ayetler çıkıyor:

İyi ve kötü nedir?1- Gerek ehl-i kitap ‘(Yahudi ve Hıristiyanlar) tan, gerek-

se müşriklerden olsun inkâr edenler, kesinlikle cehennem ateşindedirler, orada ebedi kalacaklardır. Onlar, evet onlar, yeryüzünün en kötüsüdürler.

2- İman edip yararlı amel işleyenler ise, işte onlar, evet on-lar, yeryüzünün en iyileridir.

Allah’ın ayetleri gayet açıktır. Kimin iyi olduğunu, kimin kötü olduğunu, kimin cennete gideceğini, kimin cehenneme gideceğini açıklıyor Kur’an.

Bu durum böyle ama son zamanlarda meşhur olan bir film olan “My Name İs Khan” adlı filmde hiç iyi kötü böyle anlatılmamış. Allah korusun böyle filmler Müslümanların itikadını bozar. Neymiş efendim “Kâfirler de iyi olabilirmiş onlar da cennete gidebilirmiş”. Bir Müslüman böyle diyemez.

Dünya ikiye ayrılırmış iyiler-kötüler. Biz Müslümanların iyi ve kötü anlayışı hak tarafında olanlar ve batıl tarafında olanlar şeklinde tasnif olur.

Kar ve zarar nedir?“Asra (zamana) yemin olsun ki insan hüsrandadır (zarar-

dadır). Ancak iman edip Salih amel işleyenler, birbirine hak-kı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.”

Allah’ın ayetleri gayet açıktır. Kimin karda olduğunu, neyin faydalı olduğunu ve kimin ise zarar ettiğini açıklıyor Kur’an.

Adalet ve zulüm nedir?Adalet, Hak edene hak ettiğini vermektir. Zulüm ise hak

etmeyene vermek veya hak edene vermemektir. Bir insan, bir insanın yaşama hakkını vermez yani onu öldürürse za-limlerden olmuş olur. Bir zengin altında çalışan fakir işçisine alnının teri kurumadan vermesi gereken ücreti esirgerse za-limlerden olmuş olur. Bir zengin faiz yerse yani açlıktan çöp bidonu yalayan fakirin hakkını yerse zalimlerden olmuş olur. Böylece bütün faiz yiyenler zalimlerden olmuş olur. Bu ko-nuda yüce Allah(c.c) şöyle buyurmaktadır “faiz yiyen kim-seler, şeytanın çarpmış olduğu delirmiş kimse nasıl kalkarsa öyle kalkarlar(geri dirilirler). Bu, işte onların ‘alışveriş, tıpkı faiz gibidir.’ demeleri yüzündendir. Oysa Allah alışverişi he-lal, faizi haram kıldı. Bundan böyle her kim rabbi tarafından kendine bir öğüt gelirde, faizden vazgeçerse, artık geçmişi ona ve hakkında hükümde Allah’a aittir. Her kimde döner yeniden alırsa işte onlar cehennemliktirler, hep orada kala-caklardır.” Zengin tam tersi faiz yemeyip elinde bulunan ma-lın zekâtını vermesi gerekir ki sosyal adalet (Allah’ın Adaleti) yerini bulsun. Selam ve dua ile…

Biraz sonra anlatacağım mese-leyi eminim hiç bir Müslüman

böyle düşünmemiştir. Milletimizin Resulullah’ı hatırladığı tek ibare güllerin efendisidir. Fakat en önemli nokta olan Resulullah’ın Medine devletini kurma ve yönetme girişimleridir. Resulullah’ı sadece rahmet ve merhamet peygam-beri olarak anan kişiler ya Resulullah’ın o muhteşem gazvelerini ya hiç öğren-mediler ya da öğrendikleri halde gör-mezden gelip İslam medeniyetinin o muhteşem devrini göz ardı edip İslam’ı LIGHTLAŞTIRMA çabasına girmişler-dir. Her kutlu doğum haftası geldiğinde aklımıza gelen ilk şeyin gül olması tabi ki çok güzel bir şey; fakat niye âlemlerin Rabbi olan Allah’ın peygamber efen-dimizi yeryüzüne teşrif etmesinin fıtri anlamını araştırmak akla gelmez bir türlü anlam veremedim. Her türlü in-sanın yaradılış gayesinin sadece AL-LAH’ a kulluk etmek olduğunu belirten nice ayetler vardır Kur’an-ı Kerim’de…

Yüce Allah kitab-ı kerim’inde şöyle bu-yuruyor;Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.

Zariyat Suresi 56. AyetBu ayet’e rağmen Resulullah’ın dün-

yaya teşrifinin amacının sadece Allah-u Teala’ya kulluk ve onun bu kutlu dave-tini yeryüzüne hâkim kılmak olduğunu anlamamak elde değildir. Resulullah’ın ve onun dava arkadaşlarının bu daveti yeryüzüne hâkim kılmak için nice ba-direler atlattığını çocukluğumuzdan beri biliriz. Farz-ı misal Resulullah’ın namazı esnasında alçak Mekke müş-riklerinin Resulullah’ın kafasından aşa-ğıya bıraktıkları deve işkembesi; ayrıca Hz.Zeyd’in kızgın kumlarda yatırılıp üstüne kocaman taşları koyup onlara eziyet etmeleri dimağlarımızdan çık-mıyor maalesef. Fakat Allah Resulü ve onun dava arkadaşları bu davada o ka-dar samimilerdi ki ne o işkembe ne üs-tüne konulan taşlar ne de diğer eziyetler İslam’ın hâkim kılınmasına engel teşkil edemedi. Mekke dönemi bu tür badire-leri atlattıktan sonra Mekke’nin fethiyle sona ererken sıra İslam medeniyetinin en önemli merhalesi olan İslam devletini kurmaktı. Mus’ab Bin Ümeyr müthiş ça-bası ve Allah’a bitmek tükenmek bilmez ihlâs’ıyla Resulullah’a Yesrip adındaki diyarın artık MEDİNE(ŞEHİR) DEV-LETİ olarak anılması gibi anlamlı bir hediye takdim etti. Artık Resulullah’ın

risalet(peygamberlik) vasfından sonra riyaset(devlet yönet-me) vasfının da Rabbimiz tarafından ihsan edildiğini anlı-yoruz. En önemlisi de Allah’ın kanunlarının hâkim kılınma-sı için bir mekanizmanın oluşmasıydı.

Hâkimiyetin sadece Allah’a ait olduğunu belirten bazı ayet-ler;Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Allah’ın her şeye gücü yeter.

Al-i İmran Suresi 189. AyetBu ayetten de anlaşılacağı üzere Allah-u Teâlâ’nın

hâkimiyetinin her yerde olduğu belirtmektedir. İster okulda ister kantinde ister otobüste yani bizim acizliğimizle düşü-nebildiğimiz her yerde Allah-u Teâlâ’nın hâkim olduğunu bilmemiz gerekir. Bu tevhid akidesinin en önemli kuralıdır. Bu nedenledir ki Resulullah’ın bu haklı davasında ilerlemesi için bir devlet kurulması gerekiyordu ve elhamdülillah bu da gerçekleşti. Çünkü Allah cinlerin ve insanların sadece dünya ve ahiret saadetleri için ilahi kuralları koyma ve ne-bileri yoluyla yayma politikasının İslam devleti üzerinden daha rahat olacağını bizden daha iyi biliyordu.ÇünküAllah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Kuşkusuz Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. İnsan Suresi 30. Ayet

Müslümanın İyi, Faydalı, Kârlı, Adalet Tanımı

Râsulullah’ı hiç böyle bilmediniz

M

DOSYA / 6

Hazret-i Peygamber’i ve O’nun insanlığa tak-dim ettiği değerleri, İslam’ın aydınlık bilgisini/mesajını doğru ve sahih bilgiler ışığında, seçkin,

güvenilir ve alanında ehil şahsiyetlerin katkılarıyla va-tandaşlarımıza daha etkili ve yaygın bir şekilde anlat-mak/tanıtmak amacıyla, ilk defa Başkanlık ve Türkiye Diyanet Vakfı tarafından 1989 yılında Kameri Takvim, 1994 yılından itibaren de, Peygamberimizin Miladi doğum günü olan 20 Nisan tarihi esas alınarak Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri yapılmaya başlanmıştır.

Kutlu Doğum Haftası Nedir

Hasan Çaşut

• Eşarp• Yazma• Şal

Page 7: Kampüscü Nisan

Müjdecim

EfendimPeygamberimSana Uymayan ÖlçüHayat Olsa Teperim!

Page 8: Kampüscü Nisan

SAĞLIK / 8

ınayanların kınamasından kork-madan Hak namına yürüyenlerin yoludur Milli Görüş! Geriye bak-madan sürekli ilerleyerek özlenen günlere kavuşmanın umududur Milli Görüş! Dikenlerin ortasında

hepsine inat açan güldür Milli Görüş!Iraklı Fatıma’nın namusu, Filistinli

Faris’in öfkesi, Moritanyalı Sadık’ın öz-lemi, Suriye’li Muhammed’in türküsü, Mısır’lı Hasan’ın yumruğudur Milli Görüş!

Tarihin birileri tarafından kirli kanlarıy-la yazılmış sayfalarına inat beyaz güvercin-dir Milli Görüş!

Hasretin adıdır Milli Görüş!Aşkın, sevginin, şefkatin!Kıyamete kadar sürecek savaşın adıdır

Milli Görüş!Hakkın yanında saf tutanların davasıdır

Milli Görüş!Oportünistliği reddedenlerin, inancın-

dan asla taviz vermeyenlerin mücadelesi-dir Milli Görüş! Birilerinin isteklerine göre değil kendi gündemlerine göre hareket edenlerin haykırışıdır Milli Görüş!

Yılmadan, yorulmadan, engel tanıma-dan ufuktaki güneşi görüp ona el uzatabil-mektir Milli Görüş!

Sahte güneşleri fark etmek, aysbergin al-tındaki buzulu görebilmektir Milli Görüş! Reddetmektir! Oyuna düşmeyi, oyunun parçası olmayı tüm benlikle kabul etme-mektir!

Mazlumların feryatlarını yüreğinin en orta yerinde hissetmektir Milli Görüş!

Ve gözlerden damla damla yaşları döke-bilmektir Milli Görüş!

Üç günlük dünya hayatını, menfaat uğ-runa sürdürülen yaşamı feda edebilmenin adıdır Milli Görüş! Önceliklerin en başına en kutlu davayı koymaktır Milli Görüş!

Bir Ömer, bir Hamza olmaktır! Kutsal emaneti omuzlamak ve bayrağı asla yere düşürmemektir Milli Görüş!

Direnebilmektir! Her türlü zorbaya ve zorbalığa aman vermeden karşı koymayı başarabilmektir Milli Görüş!

Sadakatin adıdır Milli Görüş!Terk edenlerin sözlerine aldırmadan,

onların yoluna kanmadan varılması gere-ken hedefe ilerlemektir Milli Görüş!

Sabretmektir!Ne olursa olsun dik duruşu bozmadan

ulvi değerlere sahip çıkmaktır Milli Görüş!Örnek almaktır!Günümüz dünyasının ham softa ve yo-

bazlarının değil davasının önderlerinin yolunda yürümeyi bir borç görmek ve bundan büyük bir vazife kabul etmemektir Milli Görüş!

Sürekli genç kalabilmektir!Maratonun son nefeste biteceğinin id-

rakinde olup hiç durmadan koşabilmektir Milli Görüş! İnandıklarını yaşamaktır!

Kendine Müslüman olmayı bir acizlik bilmektir, pasifliği, mazeret uydurmayı zil-let kabul etmektir!

Ve yeni bir dünyayı kurmaktır!Mazlumların ezilmediği, her türlü sö-

mürünün son bulduğu, adaletin hâkim ol-duğu bir dünyayı...

Nature dergisinde yayımlanan araştırmaya göre,ABD’nin Columbia Üniversitesinden bir ekip, ender rastlanan bir saç dökülmesi türü olan kalıtsal

hipotrişoz simpleks hastalığının APCDD1 adı verilen genin

mutasyonundan kaynak-landığını tespit etti.

Saç folikülünün gide-rek küçülmesine yol açan bu rahatsızlık, erkeklerde kellikte, saçların giderek tüy gibi incelmesine yol açan bir süreç olarak dik-kat çekiyor.

Pakistanlı ve İtalyan ailelerdeki genetik ve-rilerin analiziyle yapı-lan çalışmada belirlenen APCDD1 geninde, önceki araştırmalarda başka tür-deki saç dökülmeleriyle ilgisi bulunduğu tespit edilen 18. kromozom böl-gesinde bir mutasyon keş-fedildi.

A r a ş t ı r m a c ı l a r APCDD1 geninin, daha önce fareler üzerinde üze-rinde yapılan deneylerde görüldüğü üzere kılların uzamasının kontrolünde rolü bulunan hücresel sin-yalizasyonu engellediğini gösterdi.

İlk kez insanlarda bu sinyalizasyonun manipüle edilmesinin saç ve kıl uza-ması üzerinde etkisi ola-bileceğinin görüldüğünü belirten bilim adamları, bulguların erkeklerde kel-lik ve başka biçimlerdeki saç dökülmesi tedavile-rinde yeni yollar açabile-ceğinin altını çizdi.

Susuz kalmak, metabolizmanızı ya-vaşlatır.

Su tüketimi azaldıkça, vücutta de-polanan yağ miktarı artmaya başlar ve kilo alımı gerçekleşir.

Yeterli su tüketimi kan basıncını dengeler

Susuz kalmak yorgunluğun tetikçi-

sidir.Vücuttaki suyun azalması yoğun-

laşma bozukluğunu tetikler.Bir bardak su gece yarısı açlığını

geçirir.Günde 8 -10 bardak su içmek, sırt

ve adale ağrılarını azaltır.

Daha çok su içmenin yolları:• Başucunuzda bir bardak su bu-

lundurun. Uyandığınızda içerek güne başlayın.

• Su sürahinize limon, salatalık, elma ekleyerek suyunuzu tatlandırın.

• İş yerindeki masanızın üzerinde mutlaka bir şişe su bulundurun

• Evde kitap okurken, ütü yaparken yanınızda bir sürahi su koyun

• Günde ne kadar su içtiğinizi öl-çün, örneğin su içmek için hep aynı bardağı kullanın. Varsa üzerinde ölçü olan bir bardak tercih edin.

• Su içmeyi kendinize hatırlatın. Örn: Saat başı alarm kurun, buzdola-bınızın üzerine su içmenizi hatırlata-cak notlar ekleyin.

• Su içmek için susamayı bekleme-yin.

1- Sert diş fırçası daha iyi temizler. (YANLIŞ)Dişleri iyi fırçalamak; fırçanın sertliğiyle değil, fırça-

lama tekniğiyle ilgilidir. Genellikle orta sertlikte diş fır-çaların kullanılması uygundur. Çok sert fırçalar, dişleri aşındırabilir.

2- Bastırarak fırçalamak daha iyi temizler. (YAN-LIŞ)

Bastırarak fırçalamak; dişleri temizlemek yerine, “fırça çürüğü” dediğimiz aşınmalara neden olur. Dişlerin mine tabakası aşındığı için, alttaki sarı tabaka ortaya çıkar ve dişler daha sarı gözükür. Ayrıca sert fırçalamak, dişlerde hassasiyete ve diş eti çekilmesine neden olur.

3- Beyazlatıcılı diş macunları dişlere zarar verir, za-manla aşındırmalara sebep olur. (DOĞRU)

Diş beyazlaştırıcı olarak piyasada satılan macunlar aslında dişleri beyazlatmaz. Ayrıca antitartar veya siga-ra içenlere yönelik üretilen diş macunlarında da yoğun miktarda aşındırıcı maddeler olduğu için uzun süreli kullanımda diş minesine kalıcı zararlar verebiliyor.

4- Dişler, macun ve fırça ıslatılarak fırçalanmalı. (YANLIŞ)

Diş fırçası, fırçalamaya başlamadan önce ıslatılmama-lıdır. Çünkü fırça kılları ıslatılınca, sertliğini azaltır.

5- Estetik diş doğuştan olur, çarpık dişten kurtuluş yok. (YANLIŞ)

Dişte şekil bozukluğunu düzeltme, dişler ağızda mev-

cut olduğu sürece her yaşta uygulanabilir. Ortodontin tedavi ya da porselen kaplama (lamına) sayesinde; dişler mevcutsa, her yaşta düzeltme yapılarak, güzel görünen dişlere sahip olunabilir.

6- Diş ağrıyınca dişin üzerine aspirin, tütün, kolon-ya, rakı ve tuz koymak ağrıyı keser. (YANLIŞ)

Alkol ve alkol içerikli maddelerin diş ve dişeti böl-gesine uygulanması sonucu dişetlerinde “alkol-aspirin yanığı” denilen komplikasyonlara neden olur. Dişlerin üzerine uygulanan diğer maddelerin (tütün, tuz gibi) de ağrı kesici özellikleri yoktur. Ağrı, ancak mevcut sorun giderildiğinde ortadan kalkar.

F.S.M.

MİLLİ GÖRÜŞ DEDİKLERİ !!!

K

Bilim adamları, saçların dökülmesiyle ilgisi bulunan yeni bir gen belirledi.

Suyun hayatımızdaki rolü

Diş bakımıyla ilgili doğru bildiğimiz yanlışlar, yanlış bildiğimiz doğrular…

Metehan YAVUZ

Page 9: Kampüscü Nisan

9 / ARAŞTIRMA

ski dilde mef ’um olarak tabir edilen, bugün ise “kavram” olarak adlan-dırdığımız sözcükler, sözcük olmanın önce-sinde anlam derinliği

bulundurması açısından dü-şünme melekesinde önemli bir yere haizdir.

Düşünmek Allah(c.c.)’ın insana bahşettiği, insanı halk edilmiş diğer yaratılmışlar-dan üstün kılan bir eylemdir. Eylemdir çünkü düşünme zi-hinsel faaliyet ve hareket un-surlarını bir arada bulundu-ran bir bütündür. İşte Kur’an-ı Kerim’de çokça zikredilen ve Allah tarafından yapılması tavsiye edilen bu meleke, in-sanın kendisini, ifade ettiği anlamı ve insanın haricindeki varlıkları ve olayları anlamlan-dırma, konumlandırma mesu-liyetinde önemli bir araçtır.

Günümüz küresel dünyası insanların düşünmesini iste-mez. Düşünen insanlar küre-sel emperyalist sistemin iste-mediği insan biçimidir. Tüm dünya insanlarını mankurt-laştırma emelinde olan sistem yine de düşünebilme azminde olan insanlara kendi kavram-lar dünyasında hareket imkânı sağlar. Küresel düzen hangi toprak parçası üzerinde olursa olsun tüm insanlığa aynı kav-ramları, gerektiği hallerde ise muhtelif isimlerde sunarak, düşünceyi bunun sonucunda insanı yönlendirmeyi başarı-yor.

Değişim denilen, güncel olarak Ortadoğu’yu dünya ül-kelerini ama en çok da Müs-lüman zihinlerini işgal eden kavram başlı başına kitle oluş-turma ve yönlendirme aracı-dır. “ Değişmeyen tek şey de-ğişimdir” gibi bayağı bir sözü kendisine şiar edinen kavramı bugün etrafımızı analiz etti-ğimizde belli projelere insan yetiştirmek için kullanılmakta olduğunu görmekteyiz. Tır-nak içinde verilen sözde yapısı itibariyle kendi özünde sabit-lik ihtiva eden paradoksal bir durum olmasına rağmen her ne hikmetse çevremizde özel-likle dimağlarımızda haylice yer ediniyor. Niye böyle bir şeyle karşı karşıyayız dersek, verebileceğimiz cevap: makro planları olan dünyanın efen-dilerinin Müslümanlar olarak mikro planları içerisine alet edilmek istenmemizdir. Söz

konusu efendiler dünyanın sa-bit bir yerinde dururken yer-yüzündeki her hangi bir insanı fazla emek harcamadan kendi-sine hizmetli yapıyor. Dünya-nın genel zihinsel dünyasında müessir olamayan Müslüman dünya birilerinin lügatlerine yerleştirdiği kavramların et-kisinin sonucunda siyasi, top-lumsal ve bireysel hayatında yozlaşmaya mahkûm bırakıl-mıştır. Bahsettiğimiz yozlaşma sonucunda sözüm ona yeni siyasetçiler ve bunların köksüz akımlarıyla oluşan anlayışları, muhafazakâr demokratlıktan dem vurup sonrasında deği-şim inancını önlenemez bir akıbet gibi bizleri ikna etme çabasındadır. Müslüman zi-hinlerin korunması kaldı ki muhafazakârlıkla sağlanamaz. Çünkü bu kavram da söz ko-nusu sistemin Müslüman kim-liği yerine koyduğu kavramdır. Soruyu kendileri açısından yönelttik. Stabilize ortamlarda yetiştirilen bu siyasetçiler aca-ba değişimden yana iseler peki neyi muhafazası içerisindeler? Küresel sistem yaşayabilmesi için küresel kültürel bir atmos-fer oluşturmak zorunda ve bunu başarıyor da.

Önümüzde ciddi bir tahri-bat vardır. Müslüman birey-ler olarak bizler bu tahribata nasıl olur da bu kadar kolay ve direnmeden teslim olduk? Değişimi bu kadar kutsal ad-deden bizler peki hangi dinin kıyamete kadar evrenselliğini ve geçerliliğini savunacağız. Hangi kutsal kitabın değişmez hükümlerin geçerliliğini sa-vunacağız? Meselenin özüne indiğimizde bizler Müslüman-lar olarak elest bezminde de-ğişmemek üzere, Allah(c.c)’ın verdiği özü virüs bulaştırma-dan korumak ve emanete sa-hip çıkmak zorundayız. Eğer söz konusu özü oluşturan ha-kikatleri koruyamazsak kü-resel emperyalistlerin bizler için öngördüğü hayata, oyuna veya adına ne derseniz deyin esir oluruz. Tam bu noktada Müslüman dünya şu soruyu kendilerine sormak zorunda. Müslümanlar olarak bizler öl-düğümüz zaman Allah(c.c)’ın verdiği bir hayata göre mi he-saba çekileceğiz, yoksa küresel efendilerin yani Siyonistlerin bizler için belirlediği kimliksiz hayata mı?

İnternet... Yüzyılın mucizesi... Ge-lişen dünyanın boy aynası. Bir “tık” ötende. Argoca tabirle girmediği

delik yok. İnternet... Yüzyılın mucizesi...Öncelikle beni bu yazıyı yazmaya iten

sebep, Habertürk gazetesindeki Sayın GÜLİN YILDIRIMKAYA’nın editörlü-ğünü yaptığı yazı olmuştur:”İnternet, yeni bir edebiyat mı doğuruyor” Editör çeşitli yazarlara da yer vererek koca say-fayı doldurmuş. Sanırım bir edebiyatse-ver olarak iki çift lafımız olmalı.

Evet, internet edebiyatı öldürür. Gün içerisinde o kadar tıklanacak şey varken bir de kitap mı “tıklayacağız?” Sonuçta okuma oranı bir Avrupa ülkesi olmamıza karsın oldukça düşük. İş stresimiz, okul stresimiz, hayat stresimiz... Stres stres stres... Onca keşmekeş arasında stresi-mizi azaltacak şeyin “kitap” olduğunu bilmiyoruz. Belki de bu alışmışlık hali. Onca şeyin arasında edebiyatın pastada-ki dilimi nedir?

Bir diğer önemli konu şu;”edebiyat” kelimesinin bize ne gösterdiği... Sahi günümüzdeki edebiyat anlayışı nedir? Bence şu: Tozlu raflardaki abidik gubidik entel insanların yazıları... Bir Dostoyeski yazısı... Bir Şinasi’nin görüşü... Bir Ölü Can romanı...Bir eflatun Bey’in yaşam tarzı...Onların suyunu kaynatan nedir? Kaynayan su buhar olur uçar gider. İn-

ternet ortamında o ve onlar gibiler buhar oldu. Bura-dan kasıt okunmadığı, değer görmediği yönündedir. Şöyle ki çeşitli kitap siteleri de bir tık ötenizde. Bu kitap sitelerinde edebiyatseverler bir kitabın oluşturdukları bloklarla tartışabiliyorlar. Ve kaynayanları da bulmak mümkün. Bunun da ismi “internet Edebiyatı”dır. İn-ternet edebiyatçılığı ülkemizde %25 hadi daha iyimser olalım %40 ile hızla yayılmakta. Yeni çıkan bir kitap arıyorsunuz; kitapçınız size bugün-yarın gelir diyor. Gidiyorsunuz, dağıtımda kalmamış cevabını alıyorsun ve sizi günlerdir bekletiyor. Devir internet edebiyat-

çılığı malum. Siz verin siparişi iki güne elinizde. Fev-kalade! Üstelik bazen müthiş indirimli kitaplarla kar-şılaşabiliyorsunuz. Sadece üzücü yanı kitapçılarımızın nüfusunun azalması ve kitapçı dükkânlarının kokusu-nu alamamamız olacaktır. Bir de sevindirici yanı -ki umut ediyorum- korsan kitapçılığın azalması olacaktır. Evet, internet yeni bir edebiyat doğurdu!

Ve gelecek on yıl... Kitapçıların kokusundan yoksun ve hatta sadece internet ve telefonlar aracılığıyla okuya-cağımız kitaplar. Bu bir artı(+) eksi(-) meselesi. Kitap okuyan oranımız artacak artı(+).Kitapçılarımız azala-cak eksi(-).

Evet, aslında internet, edebiyatı öldürüyor. O kütüp-hanelerin sessizliği, sessizliğin içinde boğuluyor. Kitap-çımın elindeki sigarasının kokusu o kitap kokularına yeni bir koku ekliyor. Bir bir kolınenen sanatçılar kitap-çıma kepenk indirtiyor. İnternet, edebiyatı öldürüyor.

İbrahim Ethem

yönlendirme aracıKAVRAMLAR

E

İNTERNET EDEBİYATI ÖLDÜRÜYOR MU ?

Seçkin Demir

Page 10: Kampüscü Nisan

GÜLİSTAN / 10

evlilik öncesi

Gerçek ulaşabilmek…RABBİME DUAM… Ask,

kıvılcımlarATEŞTEN

Andolsun ki “Onları kim yarat-mıştır?” diye kendilerine soracak olsan, elbette “Allah!”diyeceklerdir.(Bunu kendileri de bilmekteyken) hâlâ nasıl (O’na ibadetten) çevri-lebiliyorlar?

(ez-ZÜHRUF SÛRESİ 87)

ALLAH Tealâ: «Biz, insa-na, ana-babasına iyilik etmesini emret¬tik.» buyuruyor. (Ankebût Sûresi, âyet: 8)

Abdullah îbni Mes’ud anlatmış ve şöyle demiştir:

«Peygamber (sav.)’e sordum ki, amellerin han¬gisi, şanı aziz ve yüce olan Allah’a daha sevgilidir?

Buyurdular ki:— vaktinde namaz kılmak,— Sonra hangisidir? Dedim.— Sonra, ana-babaya iyilik etmek, dedi.— Sonra hangisidir? Dedim.— Sonra, Allah yolunda cihad et-mektir, buyurdular

İmam Buhâri

Sınıf, öğrencilerin gürültü patır-tısıyla sallanırken sert görünümlü hoca kapıda beliriyor. Sınıfa bir ba-kış atıp kürsüye geçiyor.

Tebeşirle tahtaya kocaman bir (1) rakamı çiziyor.

“Bakın” diyor. “Bu, kişiliktir. Hayatta sahip olabileceğiniz en de-ğerli şey...”

Sonra (1)’in yanına bir (0) koyu-yor:

“Bu, başarıdır. Başarılı bir kişilik (1)’i (10) yapar”.

Bir (0) daha...“Bu, tecrübedir. (10) iken (100)

olursunuz”.Sıfırlar böyle uzayıp gidiyor: Yetenek... Disiplin... Sevgi...Eklenen her yeni (0)’ın kişiliği

10 kat zenginleştirdiğini anlatıyor hoca... Sonra eline silgiyi alıp en baştaki (1)’i siliyor. Geriye bir sürü sıfır kalıyor. Ve Hoca sınıfa dönüp:

“Kişiliğiniz yoksa gerisi hiçtir”.

İslam dininde zinaya yaklaşmayın emri vardır. Yapmak şöyle dursun, yaklaşmayın buyruluyor. Alternatif olarak da helâl seçenek sunuluyor, evlenin diyor.

İslam gayr-i nizami birleşmelere ve birlikteliklere zemin olmaması için tedbirler almıştır. Tedbirleri şöy-le özetleyebiliriz:

Mahremiyete önem vermiştir. Ev-ler ve topluca bulunan yerler harem-lik selâmlık olarak düzenlenmiştir.

Okul ve işyerleri buna göre dizayn edilmiştir. İslâm’ın istediği edep, hayâ, iffet, namus, şeref anlayışı toplumda olmazsa olmazlardandır. Zina’ya götürücü haller asla İslam toplumunda yer bulamamıştır.

İdarecilerin, batı yaşam tarzını topluma dayatmaları ve dayattıkla-rının zeminini hazırlamaları neti-cesinde toplumumuz hızla bozulma sürecine girmiştir.

Okullarda kız-erkek karma eğiti-me geçilmesi, kadınların adını kari-yer taktıkları iş yaşamları, fabrikalar-da kadın-erkek yan yana çalışmaları sebebiyle ilişkiler kolayca kurulabilir hale gelmiş ve anormal ilişkiler za-manla sıradanlaşmıştır.

Bu da flört denen, zamanın ate-şini doğurmuştur. Flört, evlilik dışı birlikteliktir. Gayr-i nizami (ahlak-sızca) tavır, davranış ve anlayışlar toplumda yaygınlaşmış ve namus anlayışı aşınmıştır. Zamanın ate-şi flört, açık veya kapalı ortamlarda bir arada buluşan bireyler tutuşur-lar, koklaşırlar(hayvanlar gibi),işi bir adım daha ileri götürüp birde doyuşurlar. Bunların bir kısmı bir-likteliklerini devam ettiremeyecek-lerine inanarak ayrılırlar. Evlenenler de çıkarsa onlarda altı ayı geçmeden

yularlarını koparırlar. Flört işte böyle bir ateştir. Araştırmalara göre bu ate-şin düşüp yaktığı son nokta, evlilik öncesi ilişkiyi onaylayanların oranı erkeklerde %32, bayanlarda %20 ola-rak ifade edilmektedir.

Kızların evlenmeden önce bekâretini korumalarını gereksiz bu-lanlar; öğrencilerde %30,gelir düzeyi yüksek olanlarda bu oran daha faz-ladır.

Evlilik öncesi tanışma ve çıkma’yı onaylayanlar bayanlarda %85, erkek-lerde %70 olduğu ifade edilmektedir.

Flört denen cehennem ateşi düş-tüğü yeri yakıyor. Hepimiz hayalle-rimizde, mutlu bir aile istemekteyiz. Sağlam bir aile sağlam temeller üze-rine oturtulmalıdır. Gelin, 5-10 da-kikalık heveslerimiz için ebedi ahret yurdunu elimizin tersiyle tepmeye-lim. Şeytanın vesveseleriyle kaybet-meyelim. Allah(c.c)’nün yeryüzün-deki halifeleri size sesleniyorum, cehenneme odun olmayın, olmaya-lım. Selametle…

Bir zamanlar daha annemizin kucağın-dayken tanıdık sevilmeyi, bir ara da sevme-yi…

Bir ara anladık dünyanın boş ve fani ol-duğunu. Geçen ömrün geri gelmeyeceğini, verilen nefesin geri alınamayacağını. Haya-tın o anda ne kadar önemli olduğunu.

İranlı bir şair der ki “aşka uçarsan kana-dın yanar” Mevlana Hz. de “Aşka uçmayan kanat neye yarar” diyerek gerçek aşkın ne olduğunu çok güzel ifade etmiştir.

Evet, arkadaşlar şu üniversite hayatımız-da gerçek aşka ulaşmak için ne kadar uğra-şıyoruz?

Ne yapmaya çalışıyoruz? Özenti bir ha-yattan başka ne yapıyoruz? Monoton ve mutsuz bir hayattan ne kadar zevk alabiliriz ki?

Hayatımızın içini boşaltmışız, hep dün-yalık işlerle uğraşıyoruz, ekmeden biçmeye çalışıyoruz, sonunu düşünmeden yaşıyoruz.

Bu gidiş nereyeeeeee…Birer üniversite öğrencisi olarak 5 vakit

namazı kılabiliyor muyuz? “Essala tü hay-rün minen nevm” Namaz uykudan daha ha-yırlıdır, diyen sese ne kadar kulak veriyoruz.

Sabahın o erken vaktinde “eğer siz sa-

bah namazının ecrini bilseydiniz,gözünüze uyku girmezdi” diyen Peygamberimizi ka-çımız anlayabiliyoruz.Ve kaçımız uykusuz kalabiliyoruz..?

Bizi yaratan rabbimize, bize bahşettiği ni-metler karşısında ,bizler ne yapabiliyoruz.?

Arkadaşlar “her nefis ölümü tadacaktır” Hz Ömer’e sormuşlar, ölüm ne diye “bu

gün varım yarın yokum” demiş. Hz Ebu Bekir’e sormuşlar, ölüm ne diye “nefes aldım ama acaba bırakabilir miyim” demiş. Onun için bir saniyemizin garantisi bile yoktur.

Genciz diye ölmeyeceğiz anlamına gel-miyor, ölüm bize bir nefesten bile daha ya-kındır.

Acaba ne kadar hazırız ölüme. Rabbimi-ze ne kadar yakınız. Ya da GERÇEK AŞKA NE KADAR YAKINIZ?

Rabbim bana bir adım gelene ben on adım gelirim buyurmuştur.

Evet, arkadaşlar bundan sonra yaptığımız hatalarımıza Nasuh(bir daha yapmamak şartı ile) tövbe ederek bir adım atabiliriz.

Azrail (as) kapımıza dayanmadan biz bir adım atalım, bir tohum ekelim ki hasat vak-ti bizim de biçebilecek bir ürünümüz olsun.

Gerçek aşka ulaşabilmek dileğiyle...

RabbimBir insan koy kalbimeAma o insan senin de sevdiğin bir insan olsunVe beni öyle bir insana sevdir ki O insanın kalbinde sen olsunKi ben o insanın kalbinde senin-le buluşayımO insanın kalbi seninle buluştu-ğum bir mabet olsunBeni öyle bir insanla buluştur ki Benden önce onunla buluşmuş olasınOnunla el ele tutuştuğumda İkimiz üzerinde senin elin olsunBana öyle gözler göster kiBen o gözlerde sana bakayımBana öyle bir sevgili ver ki O gözler cennete açılan iki pen-cere olsun

Kadın-erkek, yan yana çalışmaları sebebiyle ilişkiler

kolayca kurulabilir hale gelmiş ve anormal ilişkiler zamanla

sıradanlaşmıştır.

‘a

görü

ş ve

öne

rile

rini

z iç

in p

embe

.sayfa

m@gm

ail.c

om

Mehmet Fatih ERDEM

Page 11: Kampüscü Nisan

11 / BİLİM VE TEKNOLOJİ

Bir kutu anten

ve ‘diğerleri’Apple

HACK”ER”LER

Yakala!!!Sıkıysa

verir misiniz?

Teknolojik gelişmelerin önlenemez bir hıza sa-hip olduğu günümüzde

karşımıza çıkan yeniliklere ar-tık şaşırmak bile yetersiz kala-biliyor.

Son haberlere göre Cham-tech firması yeni sprey boya benzeri bir kablosuz anten üre-

timine başlamak üzere.Sprey anteni bildiğimiz

sprey boyalar gibi aklınıza ge-lebilecek herhangi bir yüzeyin üzerine uygulayabiliyorsunuz. Bu yüzey bir ağaç, bir duvar, bir koltuk ya da bir insanın üzeri bile olabilir.

Apple firması, satışlardan ele geçecek olan 95 mil-yar doları ne yapacağını

düşünedururken, İpad 3’ün çift çekirdekli A5X işlemci, daha güç-lü grafik yongası, 9,7 inç, 2048 x

1536 çözünürlüklü ‘retina’ ekran, Birkaç küçük yenilik sunan İOS 5.1

8MP kamera, 1080p video499 dolar başlangıç fiyatı olma-

sı bekleniyor.

Hackerler iyi mi, kötü mü? Aslında ikisi bir-den. Şirketlere düzenledikleri saldırılardan para kazanıyorlar, Windows’u daha güvenli

hale getirmeye çalışıyorlar, hatta bazen hükümetler tarafından kiralanıyorlar. Alınan bütün önlemlere rağmen dakikada 12 site hackleniyor. Bazen bele-diyelerden yapılan anonslar bile fayda vermiyor.

Ordu ilçesinde geçtiğimiz mart ayında polis ekipleri, yapılan dinlemede bir va-tandaşımızın dolandırıldığını fark edince telefondan ulaşmaya çalıştıkları vatandaş hep meşgul olunca belediyeden anons yap-tırmak zorunda kaldılar. Buna rağmen ta-lihsiz vatandaşımız 8000 tl dolandırılmak-tan kurtulamadı. 15 yaşındaki U.Z. geçen yıl ABD’de bir şirketin internet sitesinin açığını yakaladı, şirkete bildirerek uyardı, bunun üzerine şirketten 6 bin dolar karşı-lığına iş teklifi aldı ve teklifi reddetti. Daha sonra bir internet çetesiyle beraber yaka-landı.4000 kişiden 5 milyon dolandırmış-lar. Bunun yanı sıra “Lonewolf ” lakaplı 25 yaşında Sabancı Üniversitesi yüksek lisans mezunu olan Can Yıldızlı Pentagon’un aç-tığı dünyanın en önemli dijital güvenlik sınavı olan Dijital Adli Tıp Yarışmasının birincisi oldu. Pentagon’un savunma siste-mini yıkarak şaşırtan Can Yıldızlıya ödül vaat edildi. Ama ABD’ye gidince ‘Vatan-daşımız ol’ teklifi geldi. ‘Hayır’ deyince de tören salonundan geri çevrildi. Şimdi siz karar verin hackerler siyah mı? Beyaz mı? Ama şöyle denildiği hatırlıyorum: Siyah oynar ve kazanır.

Amerikalı bir mühen-dis, son sistem teknolo-jilerle donatılan milyar

dolarlık tarayıcıları çok kolay bir yöntemle atlatmayı başar-dı. Jonathan, gömleğinin içine diktiği küçük bir cebe yerleş-tirdiği küçük metal bir kutuyla, vücut tarayıcılara yakalanma-dan Fort Lauderdale-Hollywo-

od ve Cleveland-Hopkins Havaalanı’nda uçağa binmeyi başardı.Daha büyük bir ceple bir ateşli silahı içeri sokmanın bile

mümkün olabileceğini söyledi.

California Üniversitesi’nden Shelly Taylor’un yaptı-ğı ve 326 kişinin katıldığı araştırma-dan deneklerin DNA’da OXTR genine bakıldı. Bu genin belli

bir nükleotinde kişiler arasın-da farklılıklar bulundu. DNA analizleri “AA” veya “AG” varyantına sahip denek-lerin “GG” varyantı-na sahip olanlara göre strese, sosyal ye-teneklerde z a y ı f l ı ğ a daha yatkın olduğu bulundu. İngiltere’de yürütülen benzer bir çalışma 5-HTT adlı genin uzun-uzun varyantına sahip olanların kısa-kısa varyantına sahip olanlara göre % 70 oranda daha mutlu olduğu tespit edildi. Yalnız araştırmacılar bunun bir kader olarak algılamanın yanlış olduğunu, istenilirse doğuş-tan gelen bu durumların minimize edilebileceğini söylüyor-lar.

Doğuştan mutlular

Ahmet MENTEŞ

Page 12: Kampüscü Nisan

KÜLTÜR - EDEBİYAT / 12

“Kaybedilen her dergi, kaybedilen bir savaş, hezimet veya intihar…” diyor ya Cemil Meriç… Öyle işte… Kaybetmeyelim! Sadece

bu dergilere değil, aşkımıza aşk katan bütün dergilere sahip çıkalım.

Kaybetmeyelim!

Uzun bir aradan sonra yeniden yayın haya-tına merhaba diyen İzdiham Dergisi 8. sayısı ile okurları ile buluşuyor. ‘Yaşamak sağlığa zararlıdır’ ve ‘Hepimiz ölecek yaştayız’ slo-ganları ile hayat bulan dergi genç bir yazar kadrosu ve kuşağını buluşturuyor. Bu genç kuşaktan bazıları şu isimler: Aykut Ertuğ-rul, Cihat Duman, Güven Adıgüzel, Mustafa Akar, Yavuz Türk, Furkan Çalışkan, Bülent Parlak, Özer Turan, Aydoğan K. ve Hakan Göksel. Daha önce dağıtım problemi ve tem-silci sıkıntısı ile karşı karşıya kalarak yayın hayatına ara vermek zorunda kalan dergi, bu sorunu büyük ölçüde halletmiş görünüyor. Bomba gibi yeniden bir başlangıç yapmış di-yebiliriz. Bu dergide kaçırılmaması gereken-ler listesinde ilk ona girer diyoruz…

Geçtiğimiz ay sizler ile tanıştırdığımız Edebi Müdahale’nin yeni sayısını görünce bu dergiye bir daha vurgu yapmanın gereğini hissettik. Aslında farklı bir dergi daha tanıtabilirdik ancak; söz konusu emperyalizme, kapitalizme, modernizme

karşı Üstat Necip Fazıl’ın kelimeleri ile esaslı bir cevap olunca bu 6. sayıyı yazmadan olmaz diye düşündük. Müdahale, bu sayısında kapak tasarımında alışılmışın dışına çıkarak siyah zemin üzerine beyaz yazı ile dikkat çekiyor. Her sayısında okuyucularının aşkını diri tutan derginin, bu sayısında da takipçilerini bağrına basacak bir liman bulunduğu kesin. Bu sayıda, Abdurrahman ARSLAN ile yapılan söyleşi ile dikkat çeken dergi genç yazarların da omuz vermesi ile güzel bir çalışma ortaya çıkmış. Ömer Faruk DÖNMEZ her sayıda olduğu gibi bu sayısının başında da derginin yayın çizgisi niteliğindeki yazılarından birini sunmuş. Bu sayısı ile de dikkatleri üzerine çekecek gibi…

Türkiye’nin dergi ve kadro olarak sanat ve edebiyat birikimine çıktığı günden bu yana verdiği 26 sayısı ile katkılar yapmayı sürdüren Edebiyat Ortamı, içerik itibariyle dikkat çeken dergilerimizden. Dergide şiir, kitap tanıtımı, deneme, röportaj, hikâye gibi farklı türlerden eserler bulmak mümkün. Cevdet Karal, Mus-tafa Aydoğan, Esver Ölüç, Yunus Melih Öz-dağ, Muhammet Safa, Mehmet Akgül, Hasan Hüseyin Çağıran, Ali Ayçil, Turan Karataş, Emre Döğer, Mustafa Karadavut, Sadık Yalnı-zuçanlar, Kahraman Çayırlı, Zafer Acar, İrfan Çevik, A. Barış Ağır, Hilal Karahan, Muhsin Mete, Emrah Adaklı, Yunus Nadir Eraslan, Şevin Cezioğlu gibi geniş bir yazar kadrosuna sahip olan dergi, yaptığı röportajlar ile de edebiyatımıza ciddi kat-kılar sağlayan bir eser. Derginin en önemli yönü ise; her yıl verdiği şiir ve öykü yıllıkları. Bu dergimize de edebi-yat hayatında devamlılık diliyor, ilk günkü heyecan ile bu

yolda ilerlemesini temenni ediyoruz…

Genel yayın yönetmenliğini Yusuf Genç’in yaptığı Genç Doku Dergisi; Nurettin Yıldız hocanın önünde bulunduğu Sosyal Doku Derneği’nin aylık yayın organıdır. Gerek hazırladığı dosyalar gerek yaptığı röportajlar ile dikkatleri üzerine çeken Genç Doku Dergisi; deneyimli, usta yazar-ların yanı sıra genç yazarlara da yer vermesi dolayısı ile toplumda her yaştan insana hitap eden bir görüntü sunuyor. Bunun yanında bir okul olma özelliği de gösteriyor diyebiliriz. İslami konuların ağırlıklı bulunduğu dergi şubat sayısında Mehmet Akif ’in çıkarmış ol-duğu Sıradı’l-Müstakım Dergisi’nin Osmanlı-ca nüshasını da okurlarına armağan etmişti. Mart sayısında yapmış olduğu dosyada ise II. Meşrutiyet dönemi İslamcı fikir adamların-dan Sait Halim Paşa’yı ele hazırlamıştı. Der-ginin yazarlarının başında Nurettin Yıldız, Müslim Coşkun, Ali Görkem Userin, Ömer Faruk Taşkıran, Tahsin Hazırbulan gelmekte-

dir…

Heyecanla, gecelerin sabaha varan vakitlerinde, horozların güneşin doğu-şunu haber veren saatlerinde okudum Son Düzlük’ü. Son zamanlarda zihni-mi meşgul eden soruların cevaplarını buldum burada. Anladım ki bu sorular sormakla değil, okumakla cevaplanı-yormuş. Sandım ki elimdeki kâğıt sa-dece bir kitap listesinden ibaret. Ancak kitabı okuduktan sonra anladım elim-deki kâğıdın aslında bir reçete olduğu-nu. Ve o reçetedeki ilaçlardan birinin de “Son Düzlük” olduğunu.

Şimdi bir demet sunuyorum sizlere “Son Düzlük”ten. Muhataplarımda bir nebze olsun merak duygusu uyandıra-bilme temennisiyle.

“Niçin yazıyoruz?” demiş; İbrahim TENEKECİ. Ve gerçekten kitabın her yerinde de inanılmaz güzel bir biçimde açıklamış. “Yazmak, faniliğin saldırısı-na karşı, bazı yetenekli insanların gös-terdiği reflekstir” demiş. Ve bununla birlikte uzun yaşamın sırrını da bizle-re sunmuş. Tabi sizler şu besinden bu kadar yenmeli, şuna dikkat edilmeli gibi uzun yaşamın sırrını sunacağım bir formül vereceğimi sandınız, ancak durum öyle değil. Onlarca yıl yaşayan-ların nasıl bu kadar uzun süre yaşa-

dıklarını da tek bir cümle ile özetlemiş Tenekeci. “Uzun yaşamak ancak eser vermekle mümkündür.”

Bir denemesinde “Anlamlı Bir Yazı” yazmış ve aslında anladığını sanmanın ne kadar tehlikeli bir şey olduğundan bahsetmiş bizlere. Ve anlayışlı olmak kavramının aslında anlamakla alakalı olmadığını sabırla ve sabretmek ile ala-kalı bir kavram olduğunu dillendirmiş.

Diğer bir denemede çağımızın has-talıklarından olan teşhircilikten bah-setti ki can alıcı iki cümle akılda ka-lan. “ Toplumda teşhirci sayısı arttıkça röntgenci sayısı da doğru orantılı ola-rak artacaktır.” Diğeri ise; “Fakirlik bile teşhir edilir hale geldi.” Bu cümlenin üzerinde biraz durmak istiyorum. İn-sanımız öyle bir duruma geldi ki; fakir olduğunu bile bir teşhir aracı olarak kullanmaya başladı. Yıllar önce fakirlik bir utanç sebebi olmasa bile utanılırdı. Çünkü sonuçta başka insanlara muhtaç durumda olmak ve onların insaflarına kalmak onur kırıcı bir durumdu. Zira burada milli şairimiz Mehmet Akif ’ten bahsetmeden geçmek olmaz. O şair ki; üzerine giyecek ceket alamayacak de-recede fakir olmasına rağmen İstiklal Marşı karşılığında verilen para ödü-

lünü kabul etmemiştir. Böyle ecdadın bizim gibi bu derece onlardan farklı torunlarının olması rahatsız edici bir durum.

Kitapta Tenekeci kişisel gelişim hak-kındaki düşüncelerini de sunmuş biz-lere. Kişisel gelişimin aslında sadece bazılarının menfaatleri için bir oyun-dan ibaret olduğunu şu paragraf ile anlatmış bizlere. “ Kişisel gelişim kitap-larının yaptığı tek şey; insanları kolay yoldan zengin bir iş adamı, başarılı bir politikacı, çok satan yazar olabilecek-lerine inandırmak, başarı için gerekli etkenleri yok sayarak insanların umut-larını istismar etmek…”

“Kolaycılık, bir toplum için en teh-likeli hastalıklardan biridir. Çünkü bir işin zahmetini çekmeyen biri onun değerini bilemez.” diyerek kolaycılık hastalığından, “Acı, kargaşa, yokluk ve sıkıntı büyük eserlerin oluşmasına ze-min hazırlamıştır.” cümlesi ile de edebi eserlerin kalıcılığında yazarın bulun-duğu yer, zaman, ekonomik ve sosyal durumun çok büyük etkiye sahip oldu-ğundan söz etmiştir.

Dil ile din arasındaki ilişki hakkın-daki denemesinde iki cümle can alıcı. “Dil ile derdimizi, din ile kendimizi ifade ederiz.” Diğer cümle ise; “Dilini unutan bir nesil, bir müddet sonra di-nini de unutmaya mahkûmdur.”

Yazımda kitabın birinci bölümde bulunan can alıcı cümlelerden sizle-re bir demet sunmaya çalıştım. Kitabı okumakta olanlar ve okuyacaklar içe-risinde daha birçok dikkat çekici nokta olduğunu görecek ve kitapta bazı yerle-rin altını çizmeden yapamayacaklarını göreceklerdir. Nice yokuşları aşıp, bu Son Düzlük’ü geçmek temennisiyle…

izdiham

edebi müdahele

Zafere Ramak Kala “Son Düzlük”

edebiyat ortamı

genç doku

Abdurrahim GÜNER

Page 13: Kampüscü Nisan

Kendimin bir diriliş eri olduğuma ina-nıyorum…Bir Diriliş Cephesi bulunduğuna ve kendimin de o cephede bir savaş adamı olduğuma, olmam gerektiğine inanıyo-rum…Bu nasıl bir savaştır? Topla, tüfekle, bombayla, Molotof kokteyli veya füze, nükleer silâh veya gazla yapılan savaş olmaktan önce ve öte, bir ruh savaşıdır. Ruhlar arasında olan bir savaştır. Bu savaşlarda bedenlerden, maddî vücut-lardan önce ruhlar, manevî vücutlar, yani varoluşlar düşer, tutsak olur, yenil-giye uğrar. Ya da tersine düşürür, tutsak eder, yenilgiye uğratır...

Uçurtma Avcısı; en bü-yük zevkinin uçurtma uçurmak olması. En yakın arkadaşına yardım ede-memenin ezikliğini benli-ğinde hissetmek ve bunun sonucunda vicdanının ra-hatsız olması neticesi ile arkadaşının yüzüne bak-maya artık yüzünün bu-lunmaması. Çok sevdiğin vatanını terk etme zorun-luluğu ile bin bir zorlukla memleketinden kaçarca-sına ayrılış. Gitmek arka-na bakamadan, yüreğin dağlanırcasına acı çekerek gitmek. Zalimlerin vatanı-nı istilası ve kıyımlar. Yıl-lar sonra bir vefa borcunu ödemek üzere geri dönüş. Kendi vatanında yabancı muamelesi görmek. Ke-yifle izleyeceğiniz, duygu-sal anlar yaşatacak, Halit Hüseyni’nin aynı isimde-ki romanından uyarlanan muhteşem bir yapıt…

Dil ve Edebiyat Derneği Sivas Şubesi tara-fından iki yıldır devam ettirilen okur-yazar-lık kursuna yoğun ilgi sürüyor. Geçtiğimiz

yıl ağırlıklı olarak yazarlık üzerine yapılan çalışma, bu yıl okuma üzerinde daha yoğun şekilde yapılarak, ‘’Cumartesi Okumaları’’ ismiyle devam etmektedir. Eğitim döneminin başlaması ile birlikte

başlayan kursun ilk ayında; Sezai KARAKOÇ’ UN her hafta bir kitabı olacak bi-çimde, dört kitabı ilahiyat fakültesi hocalarımızdan Prof.Dr Âlim YILDIZ’IN rehberliği eşliğinde katı-lımcılar ile tahlil edildi. Sonraki aylarda ise; Necip Fazıl, Cemil MERİÇ, Rasim ÖZDENÖREN gibi üstat-ların kitapları edebiyat ala-nında uzman kıymetli ho-calar eşliğinde tahlil edildi. Haziran ayına kadar devam edecek olan okur-yazarlık kursunda bu ayda ise; uzun hikâye türünün başarılı örneklerini veren Mustafa KUTLU’NUN kıy-metli dört kitabı üniversitemiz hocalarından Necati TOPÇU rehberliğinde tahlil edilmektedir. Böylece yılsonunda progra-ma katılan her bir öğrenci 24 kitabı okuyup tetkikini yapmış olacak. İlgili olan arkadaşlarımızı eski Yimpaş civarında, üni-versite durağı üstündeki Dil ve Edebiyat Derneği’ne, Cumartesi günleri 11.00’de. Sizleri bekliyor.

Yönetmenliğini Osman Sınav’ın, başrolünü Kenan İmirzalıoğlu’nun üstleneceği filmde istasyonda başlayıp is-

tasyonda biten uzun bir hikâye anlatı-lıyor. Son dönem Türk hikâyeciliğinin en önemli isimlerinden Mustafa Kutlu’nun Uzun Hikâye’si Bulgaris-tan göçmeni Ali ile oğlunun başından geçen olayları anlatıyor. Çekimleri İs-tanbul dışında yapılacak projenin set takvimi Mart-Nisan 2012 olarak belir-lendi. ‘Uzun Hikâye’ 19 Ekim 2012’de sinemalarda seyircileriyle buluşacak.

Bana öğretseydin kalmayı, gitmezdim!Bir ismin olsun önce; Yekın!Evet, gitmek fıtratımla uyuşmuyor.Ülkenin hiçbir yerinde fanatik olmadım.Nehrin suyu kuruduğu zaman, toprağım kurudu.Denize doğruldu gölgelerimDeniz çekildiği zaman yine göç ettimTâ ki kurumuşluk çıldırtana kadar...Gittiğim tüm şehirler tarih kokuyor Yekın!Cariyeler efendi doururken, halife tuhaflığa gebe.Adını bilmiyor toprağının!Bu nasıl kalkar da efendilik yapar, dününe ve bugününe?Aah Yekın, iki büyük ayağım olsaBiri Orta Doğu’da, diğeri lanetlerin üzerinde...Ve susar mı asrın mucitleri?Bana öğretsene durmayı Yekın!Her gidişim alıyor bir parça bendenOysa eriyor mızıkçıların namlularındaBir görme beni, görme hapishane pencereleri ileBen düşemiyorum yeminler üstüneBir görme beni Yekın, gerçek suçlular ağlar!Bak!Dökülüp gidiyor avuçlarım sessizce...

Anadolu’nun bir taşra kentinden Yeni Dünya’nın metropollerine kadar uzanan bir coğrafyada kaynaşan insanımız... Modernleşmiş olanlarla kişiliklerini koruma ça-basıyla bunun dışında kalanlar... Her iki kesitte yaşayan insanların kendi kendi-leriyle, gerek çevreleriyle olan çatışmalarından doğan dram...Eksik kalmış aşklar, eksik bırakılmış eylemler... Bu kitabı okurken Batı kültürünün baskısı ile çaresiz bırakılmış insanımızın bocalayışını, gizli protestolarını ve gizli kabullenişlerini görecek-siniz... Rasim Özdenören’in üslubunu sevenler, bu ki-tapta onun başlıca özelliklerini bir arada bula-caklar...

Diriliş Neslinin Amentüsü

Uçurtma Avcısı

Uzun Hikaye film oluyor

Diriliş

Dil-Edebiyat Derneği’nden Okur-Yazarlık Kursu

Rabia Aslan

Gül Yetiştiren Adam(Diriliş Yayınları)

Abd

urra

him

NER

İz Yayıncılık-Sezai KARAKOÇ -Rasim ÖZDENÖREN

Belediye Çarşısı No:42

Tel : 0346 223 97 79SİVAS

Spor Giyim

film tav

siyesi

Diriliş

Aşağıda önceki veya sonraki harfle kriptolanmış şifre bulunmakta. Biraz harflerle oynayarak şifreyi bulun. (ilk gönderen kazanır.)Ğpovm of lbıyf jşufs of lbıyfıbofĞpovm nüıbccfu jşufs lbıyf cbıbof

ÖDÜL: Sofra kebaptan 2 kişilik yemek

•Cevapları [email protected]’ a AD, SOYAD, BÖLÜM VE TELEFON NUMARA BELİRTEREK GÖNDERİNİZ.

13 / KÜLTÜR - EDEBİYAT Abdurrahim GÜNER

Page 14: Kampüscü Nisan

DOSYA / 14

Temel KARADENİZ

yazıtlar

itmeyi boş ver,sen hep ka-lan ol dedi babam ve iha-net etme toprağına,sana ismini kimliğini verenlere çünkü ihanet ancak aşktan da kavgadan da kaçanlara

yakışır……. Bahar geldi, aslında farkı bir yazı kaleme almıştım ama Halil sezai-nin dediği gibi olsun; nasılsa bahar geldi ve ona hürmet etme zamanı şimdi geçip giden yıllara inat dinç durma her yenilgiyle demlenme kök salmayı öğrenme günü geldi. Sanırım aldığı nefese şükretmeli insan onun minnettarlığıyla sa-rılmalı işine, gücüne ve kaygısı; hoş bir sada bırakmak olmalı gök kubbede dünyaya etiyle kemiğiyle karışmadan. Canını yakanlar için yaradan dan ıslah ve bağış istemeli onların bilmesine gerek yok sadece istemeli ve bütün varlığıyla hakkını helal etmeli,bağışlanmayı umarak.Elbette acıyacak ve kanayacak bir yerler, ama zehrin akması için şart sanırım. Nedersin? Nisan yağmur-larında durulanmak ve tazelenmek dileğiyle ve bahara saygıyla… Sezen aksu çalıyor şuan ;“fazlada üzülme hayat bitiyor birgün; ayrı-lıkdan kaçılmıyor“ diyor şarkısın-da ve sanırım bu yazıda böyle bi-tiyor… Atalarıma sonsuz saygı ve minnetle, yaradana sonsuz hamd la… (Bundan bahsetmeliyim; biraz önce candan Erçetin çalmaya baş-ladı radyoda ve “elbette”diyor in-san olmanın güzelliğini anlatarak, sence tesadüf mü?

Bayezid-i Bestamî hazret-leri bir gün tımarhanenin önünden geçiyor, Tımarha-ne hizmetçisinin tokmakla

birşeyler dövdüğünü görüyor: -Ne yapıyorsun? Hizmetçi:-Burası tımarhanedir. Delilere

ilâç yapıyorum. -Benim hastalığıma da bir ilâç

tavsiye eder misin? -Hastalığını söyle. -Benim hastalığım günah has-

talığı... Çok günah işliyorum.. -Ben günah hastalığından an-

lamam... Ben delilereilâç hazırlıyorum..Parmaklığının arasından ko-

nuşulanları duyan birdeli, (!) Bayezid-i Bestamî haz-

retlerine: -Gel gel ! senin hasta-lığının çaresini ben söyleyeyim, diye seslendi. Bayezid-i Bestamî hazretleri, delinin yanına sokula-rak:

-Söyle bakalım, benim derdi-me çare nedir? Dedi.

Deli (!) şu ilâcı tavsiye etti:-Tövbe kökü ile istiğfar yapra-

ğını karıştır... Kalphavanında tevhit tokmağı ile

döv, insaf eleğinden geçir, gözya-şıyla yoğur, aşk fırınında pişir... Akşam-sabah bol miktarda ye... O zaman göreceksin senin hasta-lığından eser kalmaz, dedi.

Bu güzel ilâcı öğrenen Bayezid hazretleri:

-Hey gidi dünya hey! Demek, seni de deli diye buraya getirmiş-ler. Deyip oradan ayrıldı.

Bu ilâç, halen günah hastası olanlara tavsiye olunmaya değer bir ilâçtır. Yani bu formülün hük-mü hâlâ devam etmektedir.

1-Emre Yıldırım 2-Yunus Emre Farsak3-İslam Cantemur 4-Mert Şahin5-Lokman Daşkıran 6-Emin Demir7-Muhammed Çimen 8-Mücahit Yıldız9-Vedat Taşkın 10-Şaban Altuntaş

Not: Ödüllü soruların cevapları www.kampuscu.org adresinden yayınlanmaktadır.

Zorunlu eğitim 4 yıldan 3 dönem şeklinde 12 yıla çıkaran yasanın ka-

bulüyle Milli Eğitim Bakanlığı, uygulama için hızla çalışmaya başladı. Bu yeni eği-tim sisteminin neler içerdiğini ve ne gibi yenilikler getirdiğini kısa başlıklar altında sizlere anlatmaya çalışacağım:

Yeni Eğitim Sisteminin Ne Zaman Uygulamaya Konulacak?

28 Şubat darbe dönemi 8 yıllık kesin-tisiz eğitim sistemi sona erecek ve 2012–2013 eğitim yılına yeni sistemle başla-nacak. İlköğretim, “ilkokul ve ortaokul” olarak ikiye ayrılacak. Okullar ve bölüm-ler arası geçiş serbest olacak. Seçmeli ders seçeneği ile öğrenci başka okula gitmeden o okulun derslerini öğrenebilecek. Liseler de ar-tık zorunlu olacak.

Genel Liselerde Kalite ArtıyorGenel liseleri tercih eden öğrenci yabancı dil

ağırlıklı dersler alacak. Yetenekleri aynı yönde olan öğrencilere özel sınıflar açılacak. Ayrıca öğrenci, isterse sosyal bilimler, güzel sanatlar ve imam hatiplilerin yanı sıra “Kur’an” ve “Pey-gamber Efendimizin Hayatı” derslerini de ala-bilecek.

İmam Hatip Ortaokulları Geliyorİmam hatip ortaokullarında esnek eğitim

modeli olacak ve diğer okullarda görülen ders-leri seçmeli ders olarak alabilecek. Öğrencile-rin isteği üzerine Arapça ve İngilizce yabancı dillerinin yanı sıra diğer yabancı dil derslerini de alınabilecek.

İlköğretime başlama yaşı düşüyorYeni yasada okula başlama yaşı 60 ay ile 72

ay aralığı olarak belirlendi. Yani 6 yaşından

gün alan çocuklar ile 7 yaşından gün alan çocuklar, ay farkına bakılmadan okula alınacak. Daha önce okula baş-lama yaşı 72–84 ay aralığındaydı.

Fark Dersini Ver GeçYeni sistemle birlikte mesleki ve

teknik ortaokullar tekrar açılacak. Bu ortaokullarında eğitim sistemi esnek olacak. Ortaokullarda öğren-ci pratikten daha çok kitap üzerinde çalışacak. Öğrencinin isteği doğrul-tusunda kısa programlı fark dersleri vererek ortaokullar arası geçiş yapa-bilecek.

Diploma 12 Yılın SonundaDiploma 12 yılın sonunda verile-

cek ve tek diploma olacak. Öğrenci-nin 4 yıl veya 8 yılsonunda okulu bı-rakmasının bir anlamı olmayacak ve eğitimsiz sayılacak. Ancak ortaokulu tamamlayanlara ilköğretim sertifika-

sı verilecek.İlahiyat Fakültesi Bitirenlere Öğ-

retmenlik YoluMilli Eğitim Bakanlığı “Kur’an-ı

Kerim” ve “Hz. Muhammed’in Ha-yatı” derslerinde eğitim verecek olan öğretmenleri bulmak için çalışmala-ra başladı. İlahiyat veya imam hatip okullarında eğitim almış ve üniver-sitelerde başka bölümlerde okumuş olan kişilere pedagojik formasyon ve hizmet içi eğitim verilerek öğretmen olarak atanma imkanı getirilecek.

Ayrıca yasa ile katsayı engeli de tarihe karıştı. Okullarda İngilizce, Almanca, Fransızca eğitimin yanı sıra Kürtçede eğitim de verilebilecek. Okullar din derslerinde İslam dinin yanı sıra Hıristiyanlık, Musevilik, Alevilik ve Süryanilik din ve mezhep eğitimi verilebilecek.

Gdelinin veliye tavsiyesi

Ödül

Kaza

nanla

rYeni eğitim

Alican KURAL

Sistemi

“Topkapı ya giderken yolda yedi karısı olan bir adamla tanıştım. Her kadın yedi çan-ta taşıyordu. Her çantada da yedi kedi vardı. Her kedinin de yedi yavrusu vardı. Kedi yavruları, kediler, çantalar, ka-dınlar - Toplam kaç kişi Top-kapı ya gidiyordur ?”

Üniversitemizde bulunan İ.İ.B.F (İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ) Ku-rucu dekanı kimdir?

Konya’da yaşayan adamın biri niçin İstanbul da gömüle-mez.?

ÖDÜL: Final kırtasiyeden Defter (sert kapaklı)

ÖDÜL: Nefis fastfood dan 1 adet yemek

ÖDÜL: Günay yazma dan 1Adet şal

•Cevapları [email protected]’ a AD, SOYAD, BÖLÜM VE TELEFON NUMARA BELİRTEREK GÖNDERİNİZ.

Page 15: Kampüscü Nisan

15 / BAB-I TAHAYYUL’UN ÖTESİNDEN

-Sanık Polat Alemdar’dan son sözü soruldu.

-Hayatımda hep bir şeyi değiştirmeyi hayal ettim. Önce kendimi, sonra ailemi, sonra çevremi, sonra ülke-mi... Ben dünyanın çok ye-rini gördüm hâkim bey. Çok insan tanıdım, ben bizim in-sanımız kadar hiç görmedim. Bu kadar iyi kalpli, bu kadar temiz, bu kadar becerikli, bu kadar saf, bu kadar akıllı bir millet görmedim. Ama bu kadar sömürülen bir millet de görmedim. Operasyon bitmiştir. Bu mücadele be-

Bir TV programında bir sunucu Yunanistan’ı tanıtıyordu. O esnada bozuk bir Türkçe ile konuşan bir Yunanlı mikrofona sarıldı ve şöyle dedi;”Kuzum biz İstanbul’da ne güzel beraber yaşıyorduk. O, 5-6 Eylülde ne oldu bize saldırdılar? Biz gâvur muyduk?”

Efsun bir cümleydi. Bir gayr-i Müslim “biz gâvur muyduk?” diye soruyordu. Çünkü kendini gâvur olarak görmüyordu. Biliyordu ki bizim medeniyetimizde sömürgeciye, emperyaliste gâvur deniliyordu.

(Kayıp Halife/Mustafa Coşkun)

Boşa kürek çekmeyin. Yoksa kol kas-larınız ciddi biçimde gelişebilir ve ken-dinizi güçlü hissedebilirsiniz.

Gülme ihtiyacını mizah dergilerin-den karşılayan insanlara herhangi bir nedenle espiri yapmanız gerekirse; bi zahmet küçük bir kâğıdın üstüne ka-ralayıp verin, yoksa zihinsel intikalleri zaman alıyor.*

Eski bakkallara özlem duyuyorum. Veresiye defterleri vardı. Bakkal amca-nın kapitalist çıkarları yok o zamanlar. Bakkala girince ne istediğimizi biliyor-duk, şimdi AVM’ ler çıktı ne istediği-mizi bilmez olduk.

Jetonlarımız ve bize kazandırdık-ları vardı. Bazen jetonları düşmeyen insanlarımız vardı ki onların jetonları kareli veya paraşütlüydü. Jeton cam-bazlarımız ise pek marifetliydi. Jetona ip bağlayıp jetonlarını tekrar tekrar kullanırlardı. Şimdi tedavülden kaldı-rıldı jetonlarımız onların yerine kartlar çıktı. Duygu dolu trajik bir nida; “jeto-numuzu kaybedenleri bize verin!”

Şahsi analitik yaklaşımımın isabet noktası: Bir insanın nasıl biri olduğunu anlamak için nasıl biri olmadığına ba-kın. Emin olun yanılacaksınız ve bana hak vereceksiniz.

Şemsiyeler kendi aralarında fikir birliği yapmışlar öyle ki, hava durumu-nu dikkatle dinliyor, yağış varsa yanla-rına insan alıyorlarmış.*

Biz öğrenci milleti başarıyı severiz. Radarlarımız; sınav, not v.b kavramları

duyduğunda olağanüstü çalışır. Derste arkadaşlarımızı siper eder, arka sıralar-da başka işlerle meşgul oluruz. İlla der-se katılmak gerekirse dersi kaynatmak ve sabote etmek için denenmedik çare bırakmayız. Sınav takvimi belli olduğu halde son güne kadar çalışmayı erteler son gün sabaha kadar çalışır, sınavda derin hayallere dalarız ki eğitim siste-mini bile sil baştan yazarız. Bu raddeye kadar sınavdan yüksek not alan kar-deşlerimizi tebrik ediyor başarılarının devamını diliyorum.

Sosyal paylaşım sitelerinde ken-di paylaşımlarını beğenen insanların “kendini beğenmiş” statüsünde olup olmadıklarını gerçekten merak edi-yorum. Unutmadan söyleyelim: Sevgi paylaştıkça çoğalır. Sayfa beğenisi de paylaştıkça çoğalır. Bakalım bu öner-meleri açıklığa kavuşturacak “mantık-çı” kardeşlerimiz var mı(?) onu da rek-lamlardan sonra göreceğiz.

Memleket meselelerinin çözümü-nün kolay olduğunu söyleyen birini görürseniz bilin ki bu işlerin ne kadar zor olduğuna güzel bir delildir.

Son olarak bir hatırlatmayla bitire-lim; “rahmet”e ulaşmak için “zahmet”e katlanmak gerekir. Arapça olarak yaz-dığımızda bu iki kelimenin tek farkı zahmet kelimesindeki ze’de bir nokta var. Yani rahmete bir nokta kadar ya-kınsınız.

*Gökhan Özcan’dan (k)alıntı

nim şahsımda bu millete aittir. Hainlikle itham edi-liyorum. Hainle kahraman arasındaki farkı mahke-meler değil tarih belirler.

Eski Zamanlarda Mahalle Maçı Kuralları

BİR KİTAP KURDUNUN DİŞİNE TAKILANLAR

Unutulmaz Film Replikleri

Üç korner Bir penaltıydıEn iyi oynayan iki kişi aynı takım-

da yer alamazdı :)Maçlar minyatür kalede oynanı-

yorsa, penaltı boş kaleye ters şekilde topukla vurulurdu.

Abanma ve burun vurmak yoktu, vurulursa eleştirilip küfür edilirdi.

Maçların hayali kale direkleri arası adım ile sayılır, olmaları gere-ken yerler iki taş ile işaretlenirdi.

Anne-baba çağırınca maç biterdi.Topu patlatan parasını öderdiTakımlar kurulurken ilk oyuncuyu

seçme hakkı, adım almayı iyi bilenin-di.

Kaleci topu 3 kere sektirirse raki-be Açılsana 3 kere sektirdim derdi rakip açılırdı.

Gazoz ve şekere karşılık, mahalle arası transfer bile olurdu.

Penaltılarda kaleci değiştirilirse 2 penaltı atılırdı. Eğer ilk penaltı gol olursa ikincisi atılmazdı.

Frikiklerde baraj mesafesi, frikiği kullanacak olan kişinin kocaman 3 adım atmasıyla belirlenirdi.

Top, oyun alanı içerisindeki her-hangi bir arabanın altına kaçarsa büyük bir şevkle arabanın altına yatılıp top alınırdı. Topu ilk kim ka-parsa o takımda başlardı.

Gol olduktan sonra eğer tartışma-lar olursa ve golü yiyen takımın bir oyucusu golü kabullenirse gol yiyen takım 180 derece dönerek durumu kabullenirdi.

Eğer bir oyuncu faule maruz kal-mışsa ama devam etmek istiyorsa, rakip futbolculardan birinin yürü-mesini dahi bahane ederek: “Ada-mın devam ediyor.” derdi.

Atan alır mevzusu vardı. Eğer top kime çarpıp abuk zubuk biyere kaç-mışsa topun gittiği yer neresi olursa olsun koşa koşa gidip alırdı.

Eğer kaleci dâhil herkes çalım-lanmışsa kale çizgisinde yere yatıla-rak topa kafa vurulurdu.

Anonim

Çizg

inin

Dili

Şiresi bol cümleler

Enes KARADEMİR

kurtlar vadisi 97.bölüm

Page 16: Kampüscü Nisan

bu b

ir r

ekla

mdı

r