30
|

Jargon Fanzin #1

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Jargon Fanzin | sayı 1

Citation preview

Page 1: Jargon Fanzin #1

|

Page 2: Jargon Fanzin #1

Bak beyim, sana iki çift lafım var!

Koskoca adamsın, paran var, pulun var, her şeyin var. Binlerce kişi çalışıyor emrinde.

Yakışır mı sana insan hayatıyla oynamak? Yakışır mı bunca günahsızı, çoluğu çocuğu gaza

boğmak, plastik mermi kullanmak?

Ama nasıl yakışmasın ki… Sen değil misin oğluna gemicikler alırken çiftçiye “Ananı da al

git!” diyen. Sen değil misin ki içki içen herkes alkoliktir, bana oy verenler değildir diyen…

Ama ben boşuna konuşuyorum, sevgiyi tanımayan adama sevgiyi anlatmaya çalışıyorum. Sen

büyük patron, milyarder, para babası, başbakan Recep Bey… Sen mi büyüksün? Hayır biz

büyüğüz, biz Türk Halkı!…

Sen bizim yanımızda bir hiçsin anlıyor musun, bir hiç, gözümüzde pul kadar bile değerin yok

ama şunu iyi bil: Bize bir şey yapamayacaksın, yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup

edemeyeceksin bizi çünkü bizler birbirimize para pul ile değil sevgiyle bağlıyız. Bizler

birbirimizi seviyoruz, biz bir aileyiz, biz güzel bir aileyiz. Bunu yıkmaya senin gücün yeter mi

sanıyorsun.

Dokunma artık arkadaşlarıma, dokunma çocuklarıma, dokunma parkıma-çevreme, dokunma

halkıma!

“Bizim Aile” filmine saygıyla.

Page 3: Jargon Fanzin #1

3

başlarken

Jargon:( isim) Aynı meslek veya topluluktaki insanların ortak dilden ayrı olarak kullandıkları

özel dil veya söz dağarcığı... – Güncel Türkçe Sözlük, TDK,2013.

Selam. N’aber?

Öncelikle fanzini çıkarma amacımızdan bahsetmek isterim. Sebeplerimizi şu şekilde

sıralarsak eğer: 1. Çok istedik, canımız çekti, içimiz kaldı, bir tarafımız şişecekti

çıkarmasaydık. 2. Yıllardır edebiyat alanında bir şeyler çiziktirmiş, amatör ruhunu

kaybetmeden ya da kaybedemeden şiir ve öykü yazmış, okumuş, okutmuş, bu amaç için

koşturmuş bir topluluk olarak ciddi anlamda kendi çizgimizi göstermek ve “jargon”umuzu

tanıtmak amacıyla ortaya somut, elle tutulur bir şeyler koymak için birbirimizi gaza getirdik.

O amacın ürünü olarak elinizde tuttuğunuz fanzin ortaya çıkmış oldu. Fanzinin içeriğini

oluştururken, yazarlarımızı seçerken pek kısıtlamaya gitmedik ki hepsi eş dost edebiyatsever-

icra eder arkadaşlardır, tek tek ayrı ayrı severiz her birini. Okudunuz diyelim, yazınız şiiriniz

denemeniz eleştiriniz var dergiyle ilgili muhatabınız olarak “jargondergi.tumblr.com” en

olmadı “facebook.com/JargonDergi” internet adreslerinden bize ulaşabilir, hatta bir uğrayıp

çayımızı içebilirsiniz. Kısıtlama olarak diyebileceğimiz tek şey şudur ki kendisi sevdiğimiz

mabedimiz mekanımız olan Erguvan Kapısı’na girişte yazılıdır:

Öyle işte. Hadi okuyun.

Page 4: Jargon Fanzin #1

4

Bu Sayıda

Yazılar

adem oslu/ahmet keskinkılıç/ali lidar/ said büyükarslan/tuncay

kızılaslan/ismail altuntas/ezgi durmus

Şiirler

gün öz/hasan ay/hatice ramazano/özgür cantürk/payidar zaraman/

sabri özay/Süleyman gencaver/musa cem kundukan

Kapak Çizimi&Tasarımı

ecmel sarıkaya/özgün tükle

İmtiyaz Sahibi∙Yazı İşleri Sorumlusu∙Redaksiyon∙Geri Kalan Her Şey

Tuncay Kızılaslan∙Ahmet Keskinkılıç∙Said Büyükarslan

Page 5: Jargon Fanzin #1

5

Adem Oslu

Kafam Salih

Benim bir kafam var, bulamıyorum. Hal

böyleyken nasıl olur da yaşayabiliyorum.

Anlayamıyorum. Kafamı bulabilseydim

anlardım kesin. Hani sürekli saat, bileklik

gibi şeyler takarsın koluna. Uzun zaman

sonra çıkarırsın bir boşluk hissedersin,

inceden rahatsız eder o his. Öyle bir his var

şu anda bende.

Dün meydanda üç kesik baş gördüm.

Uzaktan bakınca birini kendi kafam

sandım. Sonra anladım ki onlar kesik baş

benim ki kafa. Benzemiyorlar. Zaten

benim kafamın saçı dağınık, taramam

etmem. Kesik başlar yakışıklı ölmüşler,

taranmışlar, süslenmişler. Belli ki ya büyük

suç işlemişler ya da mağrur ölecek kadar

suçsuz suç işlemişler. Ben ikinci ihtimalin

üzerinde daha fazla durdum çünkü yaboz

güvercinler kesik başlara konmaktan

çekinmemişlerdi.

Meydandayken hatırladım. Bir gece önce

çok bunalıp Salih’e gitmiştim. Salih tek

başına yaşayan, sürekli yumurta yiyen,

çalışmayan ama hiç parasız kalmayan,

hayatta nefret edipte seviyormuş gibi

yaptığım tek arkadaşımdır. Olur da bir gün

bunu anlar diye korkuyorum. Çünkü

dediğim gibi tek arkadaşımdır, Salih’ten

başka kimsem yok. Olmasında zaten. Salih

beni seviyor bu da bana yeter. Belki de

sevmiyordur ama seviyormuş gibi

davranması da yeter.

Neyse.

Page 6: Jargon Fanzin #1

6

Biz o gece Salihle içtik. Bende para yok

diye ısmarladı sağ olsun. Gerçi sağ olsun

dediğime bakma Tekel votkası almış herif.

Sırf yalnız kalmayayım diye sağ olsun

diyorum. Tekel votkası pis yakar usta.

Ucuz meyve suyunu da az alınca iki

bardakta bitti, yarısını sek içmek zorunda

kaldık. Düşmanımın başına vermesin ha

gidip tentürdiyot içmişsin ha sek Tekel

votkası. En son hatırladığım Salihin

atletine yapışan çekirdek kabuğuna uzun

uzun baktığımdı. Sonrasını bilmiyorum.

Gidip Salihe sordum olanı biteni.

— Naber lan Salo?

— Vay kardeşim gel içeri yemek yiyordum

tamda, beraber yeriz.

— Ne yiyorsun lan, güzel koktu?

— Peynirli yumurta yaptım tereyağında.

Kral oldu kral!

— Nasıl mide var sende ben daha

çözemedim. Sabah akşam yumurtamı olur

Salih?

— Ya sus iki lokma al görücem ben seni.

Bir daha yap demezsen şerefsizim!

— Salo onu bunu bırak da oğlum dün gece

ne oldu? İçtik sohbet ettik o kadarını

hatırlıyorum da kafam yok, bulamıyorum

bir türlü. Biz içtikten sonra oldu ne

olduysa.

— Ulan ben de diyorum bu çocuk niye

kafasını almamış yanına. Sen dün baya

çarpıldın votkadan. Eve gidicem diye

tutturdun. Bende kal çok sarhoşsun dedim

inat ettin kalmam diye. Bu kafayla

gidemezsin eve oğlum diye ısrar ettim.

Bende bu kafayla gitmem o zaman amına

koyayım dedin fırlattın kafanı camdan.

Fırlatıp hemen evden çıkınca aşağı

indiğinde alırsın sandım kafanı. O yüzden

bir şey demedim. Gittin öyle.

— Hay sokayım böyle işe zaten kafa

yokmuş lan bende. Gitti güzelim kafa ya.

Kim alıp ne yapar kafayı oğlum nasıl

bulurum şimdi ben onu.

Bulamadık. Arabaların altına bile baktık

yoktu. Polise gidelim diye düşündük ama

Salih boşuna olacağını söyledi, bende

vazgeçtim öyle deyince. Meydana gelecek

yeni kesik başlardan birini alıp kullanmaya

niyetlendim ama o da olmaz. Kesik başın

suçu üstüme kalır sonra, belli mi olur.

Aklıma başka bir şey geliyor ama böyle

düşündüğüm için sinirleniyorum kendime,

dağıtıyorum hemen o düşünceyi. Saçmalık,

Salih’e bunu yapamam. Yapmamalıyım.

-

Salih’ten nefret ediyorum, her aynaya

baktığımda.

Page 7: Jargon Fanzin #1

7

Payidar Zaraman

Mağlubiyet

çok kez söyledim sonra

rüzgar cinlerini salarken nefesimize

her baharın bağrında yeşil bir pişmanlık

ve kışa karşı işlenmiş sempatik bir ihanet vardır (iyi ki varsın ve)

ve vicdan denilen yaralı tanrı

bizi savunmasız bırakırken

ve etimize bahşedilen karakter

kanımızda konaklayan bu rabbi güzellik

kötüyle dövüşmemizi öğütlerken bize

ve ütopyalarımız dünyamıza yarenlik etsin diye

yarenlik etsin diye karpuz kabukları donanmalara

işte bak

puşta ettiğimiz küfrün arkasındayız

sudan taş da yaratabiliriz oysa

düşmandan arkadaş da

çünkü saptırılamaz gerçeklerimiz var

yaşamak gibi doğru

ölüm gibi yar

güneşi inkar edenlerin gölgeleri kadar

gözle görülür gerçeklerimiz var

işte bak

puşta ettiğimiz küfrün arkasındayız

iyi değiliz ama Allah’ım

iyi değiliz semalar altında böyle

insan ehli insan ırkını yenemediği sürece

iyi değiliz böyle

yerin yüzünden çatlattığımız göğün yüzü

mavisinden kanamaktayken işte

ben böyle bir damlacık insanken

ve saltanatında bakiyken şeytanlar

Page 8: Jargon Fanzin #1

8

iyi değiliz böyle

bir saklambaç oynasak yiteceğiz

gözlerimizi oyacaklar körebe oynasak

yelkenimize kastı var bu denizin

kastı var bu iklimin toprağımıza

döşümde halince atan

döşümü kanatan bir kalbim varken

işte bak

kızımın oyuncaklarından başlıyorum kırılmaya

çok kez söyledim sonra

köpekler gibi kuduzken kendime

congoluzlar gibi kabusken

ve adı dünya olan bu hederde

adı artık bir geceyle anılan kadir

ve bir sarraf lügatı olmuşken kıymet

insan ehli insan ırkına mühür gibi mağlupken

ve bedavayken üç şeytan getirene bir tanrı

düşkünü düşünün ortasından kırmak

zalim kısmından tavuklar gibi korkmak gününde

elbet ki bizim de

evet bizim de bileğimiz tez bükülür değildi elbet

kırılmamış olsaydı kemiklerimiz

işte bak

bütün maharetiyle günah peydahlarken zaman

bütün hıncıyla adem avındayken

manzaradan ibaretken kapının pencereye kini

haramın helal öğünle pişen tencereye kini

bir bak

kabuslara iltica etmiştir uykumuz

hezimetimiz köküne kadar

ve bu dünya

kainat tarihinin yüzkarası

evet meridyenlerine kadar alçaktır

işte bak

bu cehennem doyuran narımız

ateş emziren bağrımız

Page 9: Jargon Fanzin #1

9

ve gecenin ikisini otuz geçerken hayatımız

eza ediliyor serüvenimize

iyi değilim Allah’ım

iyi değilim semalar altında böyle

cefama bereketler olsun ki

anamın dişlerinden başlıyorum dökülmeye

Süleyman Gencaver

Çürük Dil ve Jaguar Efsanesi

dolgum çürüdü

bir sonraki kelimeyi dilime monte edecekler

—tutsun diye.

sicilim var onlara söyle

adın dilimi tutukluluk hâli

—nden beri dilim

jaguar avının jaguarı doyurduktan sonraki hâli

—bir şekilde ayıpsa ağzımdan olalım

ağzım ki birçok kez hakkıdır.

-

jaguar sürü halinde gezseydi çok kötü olurdu diye tek gezer

—ken anlamamızı ister: sürü olsaydım ta...

tamam yani işte ben de seninle olsaydım ta...

—ta ki geç, kalmamış olsaydı sınıfta.

şu bildiğimiz geç

sonradan gelen

-

yolu unutturamam sana

sadece ayaklarını yerden kesebilirim

bıçağımı ısmarlar mısın

Page 10: Jargon Fanzin #1

10

Ahmet Keskinkılıç

Gövdesiz Bir Baş

Ankara’da ılık bir geceydi.

Mevsimine göre bakacak olursak

istisnai bir hava hüküm sürüyordu.

Günlerden Perşembe, perşembelerden

üç, sıfatlardan piç bir gecenin beş

ondördüydü ve zaman mefhumu o

aralıkta bir karabasan gibi çöküyordu

şehre. Siyah korkunç gölgeleri andıran

alabildiğine yüksek bina silüetleri

karanlık gökyüzünü delmeye çalışan

paslı matkap uçlarını andırıyordu.

Çatısında bulunduğu binadan Kızılay

Meydanı’nın ışıklı lunapark azametini

görebiliyor ve bu saatte bunca yapay

ışık olduğu için de ayrıca

küfrediyordu. Meydanı incelerken ne

kadar yüksekte olduğunu yeni fark

etmiş gibi yeryüzüne baktı. Baktı ve

neden başım dönmüyor diye düşündü.

Aslında o an kafasından binlerce

düşünce geçiyordu. İzafiyet

teorisinden felsefecilerin ne kadar

asalak ve aynı zamanda ne kadar

işlevsel olduğa, intihar etmenin

saçmalığından Kurt Cobain’in ne

kadar doğru bir karar verdiğine, buraya

çıkmadan önce bağırsaklarını

boşaltması gerektiğinden, bardaki dört

genci vurmasına kadar. Barda dört

genci vurmuştu ve tarafsız bir gözle

bakıldığında o kadar da haklı sebepleri

yoktu ama adaletin en güzel yanı

göreceli olmasıydı. Öyle sanıyordu

Fikret. Adı Fikret’ti ve nedenini

bilmiyordu. Annesini babasını

tanımıyor, var oluşunun amacını,

dünyada kapladığı kütle çekiminin ne

boka yaradığını bilmiyor, o güne kadar

öylesine yaşıyordu. Aslında o gün de

öylesine yaşamıştı. Bir aydınlanma

yaşamamıştı o gün de. Zaten insan

öyle durduk yerde aydınlanmaz,

aydınlanmak için yaptığımız her

hareketin bizi kararttığını fark

ettiğimizde ışığı yakmış oluyoruz.

Fikret bugün saat yirmiüç otuzaltıda

Sakarya Caddesi’nde izbe bir barda

yirmili yaşlarda dört genci öldürerek

aydınlanma yaşayacağını düşünmüştü.

Beklediği big bang gerçekleşmediği

gibi polisler tarafından aranan bir

kanun kaçağına dönüşmüştü. Onu

haklı olmasa da suçsuz çıkarabilecek

belki de tek neden; şu an Kızılay

Meydanı’na elinde tuttuğu

gövdesinden ayrılmış başına saplı

gözlerinden bakıyor oluşuydu.

Fikret’in başı gövdesinden ayrıydı.

Bu “ayrışma” yaklaşık olarak 5 yıl

önce trajik bir kaza sonucu oluşmuştu.

Bir sabah Fikret 95 model Şahin’in de

camdan çıkardığı elindeki sigarasıyla

yol alırken aniden bozulan Şahin onu

sağa çekmeye zorlamıştı. Sigarayı atıp

arabadan inmişti Fikret, kaputu

açtığında her şeyin olması gerektiği

gibi göründüğünü düşündü çünkü

araba tamirinden zerre kadar

Page 11: Jargon Fanzin #1

11

anlamıyordu. Kaputu kapatıp bir

geleneğin devamlılığını sürdürmek

adına tekere tekme atmıştı. Sonra

arabanın altından garip bir ses

geldiğini duyar gibi olmuştu. Eğilip

baktı, bir şey yoktu. Ses tekrar geldi.

Tekrar eğildi, bir süre bekledi. Yine

ses kesildi. Sesi tekrar duyunca artık

dayanamayıp yere yattı ve arabanın

altına girdi. Burada da manzara

aynıydı, her şey olması gerektiği gibi

görünüyordu. Sesin kaynağı gizemini

koruyor ve hatta sesin varlığını bile

iyiden iyiye şüpheye düşürüyordu.

Halüsinasyon “duydum” herhalde diye

düşünmüştü. Kafasını arabanın

altından henüz çıkarmıştı ki nereden

geldiği belli olan -gökten- neden

geldiği belli olmayan elliye elli

santimetre boyutlarında bir kare cam

parçası Fikret’in boynuna saplanmış ve

bir giyotin etkisiyle kafasını

bedeninden ayırmıştı.

Fikret morgda göğüslerinin arasında

duran başıyla birlikte uyanıncaya

kadar sıradan olmayan bir kazaydı bu.

Ama o dakikadan sonra sıradan

olmayan kaza çığırından çıkmış korku

filmine dönüşmeye başlamıştı. Fikret

bir yandan kendi meme ucuna ilk defa

bu açıdan bakıyor olmanın verdiği

şaşkınlık, ilk defa deliriyor olmanın

verdiği cesaret ile başını iki elinin

arasına alıp doğruldu. Ne olduğunu

anlamaya çalışmak bir yana ne bok

yiyeceğini bilememek başka bir yana

ne yapması gerektiğini düşündü.

Aslında düşünecek çok şey de yoktu o

an. Bir şekilde ölmemiş olduğunu ve

bunu kimsenin normal

karşılamayacağını biliyordu işte. Bu

bilgi kimselere görünmeden buradan

gitmesi için yeterli enformasyonu

sağlıyordu. Doğrulup kalktı. Elleri

göğsünün hizasında bir saksı gibi

başını taşıyordu. Etrafını ölüler

sarmışken kendini bu halde görmek

mezun olamamış bir adamın iş bulmuş

arkadaşlarına ibretle bakışı gibiydi.

Hastane morgunda çıkıp kimselere

görünmeden gecenin karanlığında

evine koşmuştu Fikret. Ankara

Numune’den Kurtuluş’a kadar

ellerinin arasında kesik başıyla ama

hala kalbine adrenalin pompalamayı

becererek koşmuştu. Evine soluk

soluğa girdiğinde -ki aldığı soluğun

akciğerine gitmeden boğazından

çıktığını hissedebiliyordu- bedenini

koltuğun üzerine attı, başını da yanına

koymuştu. O an için düşündüğü tek

şey kendime oral seks yapabilir miyim

fikri olmuştu.

O günden bu güne geçen beş yılı

böyle yaşamayı öğrenmeye çalışarak

geçirmiş ama başaramamıştı. Zaten

nasıl yaşanırdı ki? Sokağa

çıkamıyordu, faturalarını internetten

ödüyordu, yemeklerini sipariş

ediyordu, kapıdan kafasını gösterip

siparişlerini öyle alabiliyordu, hiç

kimseyle iletişime geçemiyordu,

kimsenin yaşadığını bilmediği bir

ucubeye dönüşmüş şekilde hayatının

devamlığını sağlıyordu. Sonuç: 12

katlı bir binanın çatısında peşinde

polisler, 4 kişinin katili olarak gerçek

anlamda “kelleyi koltuğa almış”

sigarasını içiyordu. İlk defa sokağa

çıkmıştı. Başını bantlarla tutturmuştu

gövdesine, beline silahı takıp atmıştı

kendini Kızılay’ın mahşer

kalabalığına. Sakarya’daki o barda

içkisini yutkunduğunda boğazındaki

Page 12: Jargon Fanzin #1

12

bantın ıslandığını hissetmişti. Sonra o

masada oturan dört gençten biri ateş

istemeye gelmişti masasına. Ama ona

bakıp uzun uzun konuşmuş,

gülmüşlerdi sonra. Yapacak bir şey

yoktu, silahını çekip, kafasını

koltuğunun altına alıp, insanların

şaşkın bakışları arasında dört genci

başlarından vurup çıkmıştı oradan.

Onlar ateş istemişti o da istediklerini

vermişti. Çığlıklar onun çıkışına arka

fon oluşturmuştu.

Ankara’ya güneş doğuyordu. Hayat

Fikret’e gerektiğinden çok daha

acımasız davranmıştı. Ona öyle

geliyordu. Bu şekilde yaşamaya

mahkum olmak hiç adil değildi. Saat

sekize geliyordu yaşamanın en zor

olduğu anlarda. Beş kişilik bir polis

grubu çatıya çıkıyordu. Hayatı

muammalarla dolu bir adamın,

nereden gelip, nereye gittiği belli

olmayan bir adamın son dakikaları da

gayet muazzam yükseklikte bir beton

yığınının tepesinde beklemekle

geçiyordu. Bu bekleyiş çatı kapısının

kırılıp, ortama beş polisin ellerinde

silahlarıyla dalmasıyla bitiyordu.

Polislerden önde olanı Fikret’e doğru

bakıp şaşkınlığını belli etmemeye

çalışarak “Kımıldama la!” diye

bağırdı. Fikret kafasını koltuğunun

altına almış polislere arkası dönük

Ankara’ya bakıyordu. Ankara tam

anlamıyla bir orospuya benziyordu.

Silahını Fikret’e doğrultmuş olan

polis, on dörtlünün menzilini hiç

değiştirmeden kafasını yanındaki

polise çevirip “Bu ne amına koyim!”

dedi. Beriki hiç istifini bozmamış,

dahası donup kalmış gibiydi.

Fikret uzun uzun son kez Ankara’ya

baktı. Kellesinin koltuğundan alıp iki

elinin arasında ileriye doğru tuttu ve

başını boşluğa bıraktı.

Boşluk hiç bu kadar anlamlı

olmamıştı.

Page 13: Jargon Fanzin #1

13

Tuncay Kızılaslan

Hayatın Dur Tuşu

Kapıyı açıp koşarak uzaklaşmak istediğim

doğrudur bu şehirden. Açtım kapıyı ve…

Yine gidemedim tabii. Gecenin ayazında

ciğerlerimi yakan bol karbondioksitli

havayı çektim içime. Korkuluklara

yaslanıp derin bir nefes aldım ve sigara

üfler gibi aldığım karbondioksiti fazlasıyla

geri verdim. Sigara alışkanlığım olmadı

hiç, çubuk krakerim olsa iyi olurdu o an.

Bir ses duyar oldum bir yerlerden, samimi

bir ses “insanlar güvenmiyor,” diyordu.

Benden başka hiç kimse yoktu etrafımda.

Konuşan bir korkuluk olduğuna inanmamı

beklemiyordunuz? O an herhangi bir şeye

inanasım vardı sanırım.

Konuşmaya devam etti. “İnsanlar

kendilerine güvenmiyorlar. Bu yüzden ben

ortaya çıktım. Onları uç noktadan uzak

tutmak için koyulmuş bir sınırım.

İntiharları daha aza indirebilmek için.

Sözgelimi boğazdaki köprülerde beni

tırmanılamayacak kadar uzun yapsalar her

şey hallolacak ama... Akıllarına gelmedi

daha önce sanırım. Ya da benim gibi

düşünenler oldu. ‘Ölmek hepimizin

hakkı.’diye düşündüklerini düşünüyorum.

Neyse konu bu değil elbette.”

Ona cevap maksadıyla konuşmaya

başladım. Dışarıdan bakıldığında görüntü

kendi kendine konuşan bir manyağın

fotoğrafıydı. Tabi içeride her şey farklıydı.

Etrafımda görüp görebileceğim bütün

sınırlar insanlar tarafından bana sunuldu,

ben de kabul ettim. Ne kadar uyumlu bir

insanım, lanet olsun. Peki, hiç sınır

koymayarak doğru yaptığını mı

düşünüyorsun? Bunca insan yanılıyor

olabilir mi? Zarf atıyorsun biliyorum, evet

bunca insan yanılıyor. Bir sınır

koyduğumuzda o sınırı da geçmek

istiyoruz, arkasındakini merak ediyoruz.

Bir duvarın arkası, bir kapının ötesi, bir

kalbin kara kutusu, ölüm… Ardı her zaman

merak edilen şeyler varken, insanlık da

meraktan çatlarken, yaratılan sınırlar

hoşumuza da gitmiyor değil. İroniye bakar

mısın? Belirli bir eşik değeriyle sınırlanmış

acılar insanda mutluluk hormonu salgılar,

bahsettiğimiz “sınır olayı” da buna benzer

bir nitelikte.

Bir süre sonra bir ayyaş uyuşukluğunda

olduğum yere sızıvermişim. Sabah belim

düz bir oklava halinde, iç organlarıma halı

muamelesi yaparken fark ettim.

Page 14: Jargon Fanzin #1

14

Uyandığımda korkuluklara günaydın

dedim. Karşılık alamamış olmam önce

biraz şaşırttı. Sonra böyle şaşırmama

şaşırdım. Korkuluklar, hah, ne

bekliyordum ki? Benim gibi insanlar

sokaklara dökülmeye başlamıştı.

Arabalarına, toplu taşıma araçlarına binip,

gitmek zorunda oldukları yerlere

gidiyorlardı. Bir yere kadar gidiyoruz ve

gidebildiğimiz son noktanın orası

olduğunu düşünüp duruyoruz. Boynumuza

bağlı hayali bir ip var sanki ve daha fazla

uzaklaşmamıza izin vermiyordu. Biraz

denesek, korkulukları geçsek, belki her şey

farklı olacaktı ama tüm insanlık birer robot

gibi her gün aynı şeyleri tekrarlıyorduk.

Ah, Tanrım! İnsanların hepsi deli…

Sadece kafaları düzgün çalıştığında bir

şeyler yapmadan oturabiliyorlar.

Bu duruma dur demek için bir an

duraksadım. Yemeği soslu mu sossuz mu

yesem diye kara kara düşünen ben için

oldukça net bir kararla yürümeye başladım.

Bana kavuşmayı ve aynı zamanda çekip

gitmeyi anlatan tren garına gittim.

Zamanlamam genelde iyidir, bu özelliğimi

kullanacaktım. Ertesi gün üçüncü

sayfalarda ne kadarlık bir yer

edinebileceğimi düşündüm bir an. Trenin

sesini duyduğumda, görüntüsünü izleyerek

içimden saymaya başladım. Üç… Bakalım

nereye çufçuflayacağız Hugo? İki…

Birçok giden memnun ki yerinden… Bir…

Şurada da küçük memnun bir ruhumuz

olsun. FİUU!.. Geç kaldım. Nokta koymak

lazım, durmak lazım bir yerde. Bir. İki..

Veya üç... Elbet bir gün o da olur dedim

kendi kendime.

Page 15: Jargon Fanzin #1

15

Ali Lidar

Şeref Amca Gülümsüyor muydu?

O kadar acı çeker ki insan, canlılar

arasında bir tek o kahkahayı icat etmek

zorunda kalmıştır der Nietzsche. Ya da

buna benzer bir şey işte sarhoşum şimdi bu

kadar hatırlıyorum…

Elbistan Şeker Fabrikası'nda çalışıyordu

babam. Ortaokul yıllarım… Ertesi tatil

olan bazı günler işyerine götürürdü beni.

Orada tanışmıştım Şeref amcayla.

Dünyanın en güzel gülen adamıydı.

Hafiften de Kemal Sunal'a benzerdi.

Cebinde hep şeker taşırdı. Ya da benimle

karşılaştığı zamanlarda cebinde hep şeker

olurdu, bilmiyorum. Ne zaman beni görse

kocaman gülümser sonra cebinden şeker

çıkartıp verirdi. Bir keresinde şuna benzer

bir şey söylediğini anımsıyorum babamın.

“Bu Şeref kadar gamsız adam yoktur.

Dünya yansa içinde hasırı yok derler ya,

öyle bir adam. Surat astığını gören yoktur.

Ne olursa olsun hep güler…”

Bir akşam morali epey bozuk geldi

babam. Sordu annem ne oldu diye. O

anlatırken ben de duydum. Kendini asmış

Şeref amca. Fabrikanın kazan dairesinde...

Kim bilir nasıl acı çekiyordu da bu kadar

çok gülüyordu. Dinmiştir ölünce acıları.

Ölüm her şeyi sıfırlar…

Yirmi küsür yıl geçmiş üstünden. Cin

içiyorum Caner'le beraber. Yan masada

birileri Nietzsche'den bahsetti. Duyunca

yukarda yazdığım sözü hatırladım. O söz

de birden bire Şeref amcayı anımsattı

durduk yere. Bellek yavşak bir düşman

gibi davranıyor bazen. Canını yakacak

şeyleri tamamen unutmana izin vermiyor.

Freud'unun da amına koyim bilinçaltının

da!..

Haberi duyduğum ilk andan daha çok

üzgünüm şu an. Şeref amca için yeterince

üzülmemiş olmamın mahcubiyeti bu

sanırım. Mahcubiyet böyle bir şey işte…

Gecikmeye gelmez. Geciken mahcubiyet

ekstra üzüntü ve utançla çıkartır acısını…

Son duble cini Şeref amcanın anısına

söyledim. Araya bir de çay sıkıştırdım. Ve

şu an kafamda tek bir soru var. Eğer

uyumamışsa eve gider gitmez babama

soracağım. Şeref amca gülümsüyor muydu

ipte sallanırken?

Page 16: Jargon Fanzin #1

16

Gün Öz

Karavana

Belki ölmüşümdür

bir hıçkırığın verdiği boşluklardan düşerek

yosun tutmuş ruhun kokusunu

bir bahar akşamı esintisi zannedersin

oysa kara çok uzakta der biri acımadan

bilemezsin ki işte, bilemezsin.

Heba edilmiş yılları tuzlu suda bekleten

on ikiden vurulmuş açmazları gömmeye çalışırken

tırnaklarının arasına birikmiş yoksunluğu fark eden

karavana bir adamdır belki karşındaki

titreyen ellerine kalem tutmayı öğretemeyen

işte bilemezsin, bilemezsin.

Page 17: Jargon Fanzin #1

17

Sırtındaki bıçakları hesaplamayı öğretmez hayat

ama yargısız infazı ezberlemişsindir

yanlış bir yol, kadın ağlar, Allah var

yalnızlığı sevmemişimdir belki,

seni özlediğim kadar.

Bilemezsin işte, işte.

Özgür Cantürk

İsimsiz Şiir

aklıma geldiğinde; bileklerim kesilmiş gibi bir sancı saplanıyor yüzüme

günlerdir aynı sancılar...

rüyamda tespihim dağılmıştı, bilirsin çok severim tespihleri

yaz ortasında kışı yaşamıştım,gerçi buralar soğuk onu da bilirsin...

benim bilmeyip senin bildiğin ne vardı başka?

bir aksam zatürree olmaya heveslenip kapında beklemiştim yağmur fişek gibi yağıyordu

bilirim kızdıysan şuracık'ta ölsem bir bardak su vermezsin

ama yine bilirim öl desem ölürsün...

bir gün yokuş yukarı gidiyoruz,

zaman kısalmıştı,

o sıralar latif doğan henüz küsme'mişti

ama sen küsmeye evrimleşmiştin

cümleler bi git'le başlıyordu Behzat izlerken bitiyordu...

şarap içmiştik değil mi?

zaman dağınıktı, odasını toplamıyordu, bizse kendimizi arıyorduk

sen bir bavulla çıkıp gelmiştin ben ezeli buralı

AŞTİ ya da Harem’e benziyorduk sanırım daha çok Harem’e

sen o deniz kızına benziyordun ben ulus heykellerine...

yirmiyi yakın film izlemiştik ama

hiç biri benzetemedik kendimizi

yarıda kalan bir film vardı, sanırım biz onun perde arkasıyız.

Page 18: Jargon Fanzin #1

18

Hasan Ay

Bandırasız Gemi

''koşuyorlardı,

sonra birden durdular ve şöyle söylediler,

biz nereye koşuyoruz.'' ayet 10bin

kan; temizler şimdi sokağı ghetto nüshası,

şarapnel yırtar boğazı, çığlıklar sığlaşır,

ve yerel gazeteler, bas bas bağırıyor,

savaş; kapıya dayanır, Amerika'dan sana ne getireyim yavuz,

neyi meşhur ki buraların, bombası mı, şişmanı mı?

yoksa bir tutam şeker kamışımı söyleyeyim,

şöyle buyurdu; varsa oradan bi yarım Irak alırım,

bu yavuzlar hep işini bilirler,

bize buralardan haber ver, katliam-ı Reyhanlı.

Ortadoğu'da çocukluk, misket yerine mermiler,

okula gidiyorum bomba düşüyor,

demokrası; ne gürültülü şeymiş ama!

insan hakları, Amerikanlar, İngilizler ve

memleketimiz çok güzel, taze meyvelerle çiçekler(!)

eve dönüyorum, çantamda dinamit var,

yerlere mayın gömüyorum, döşüyorum yerlere mayın,

kim üzerinde bassa patlar, her kim üzerine basarsa patlar,

her kim?

gökyüzünü toz bulutu kaplar, iklim değişir güneş görmeyiz,

ah bir ağlar tanrı, sular ve seller

mütemadiyen maymundan evriliriz,

ah kendi mayınıma bastım, kahrolsun emperyalizm,

ben ne diyordum, nerelere geldim.

Page 19: Jargon Fanzin #1

19

seni düşünüyorum, Arap Baharı

özgürlük: toz toprak, silah, kan,

seni seviyorum, gülümsüyor kocaman tank,

bak ezmiyor ki beni göreyim günümü,

tanklarla şaka olmaz, hatırlatayım Berlin'i,

dur gülme, beni de güldüreceksin,

daha boyayacağımız çok duvar var,

ölme, beni de öldüreceksin, aha şu kazdığım mezar,

yukarılardan ecnebi ses, içime içime konuşur,

kafam karışık,

ellerin kadar kokuyorum, büyüyor, büyüyorum,

zerdüşt olamadım, berdüşt oluyorum,

bandırasız gemiyim, liman buldum,

ağlıyorum.

Page 20: Jargon Fanzin #1

20

Sabri Özay Şiirtica

Biraz haşlanmış patatesti

Biraz salçalı ekmek

Geçti gitti vakit

Biraz kumpir oldu

Biraz ketçap mayonez

Çünkü büyüdükçe slogan oldu

Marjinalim, marjinalsin, marjinal.

Madem herkes marjinal

Şimdi herkes herkes gibi ulan!

Biraz tütün kokusu, çiğ tütün doğrusu

Biraz da yaralanmış diz kapakları

Geçti gitti vakit

Hastalıklar inceldi

Ağzımız yüzümüz fazla kan

Çünkü büyüdükçe kavga oldu

Sen kimsin? Asıl sen kimsin?

Ben kimim ki?..

Madem kimse birbirini tanımaz

Şimdi herkes birbirine yabancı ha…

—Ben artık dayanamıyorum, Satürn’ün halkalarına taşınıyorum.

Page 21: Jargon Fanzin #1

21

Ezgi Durmuş

Sadece Jehan Barbur Dinlerken Okunduğunda Anlaşılabilecek Hikaye

İnsan beklemekten ve ummaktan asla vazgeçmez. Bunu dile getirmekten pekâlâ vazgeçebilir

ama…

Geçiyorsun!

Kurduğun cümleler havada kaldığında, aklındaki sorular cevap bulmadığında, “seni çok

seviyorum be anlasana!” diye sustuğunda, canı sıkkınken neye güldüğünü unuttuğunda,

“özledim” bile diyemeyecek kadar yorgun olduğunda, odanı toplamaya erinirken; başkasının

darman duman ettiğini toplamaya çalıştığında, sevilmemeyi alternatif olarak görülmeye yeğ

tuttuğunda, birinin yarım bıraktığını; bıraktığı yerden sevmeye başladığını fark ettiğin anda

vazgeçiyorsun…

O yarım sen değilsin çünkü, biliyorsun. Çaresizlikten çırpınırken uçacaksın ama; mutlu

etmeye yetmiyorsun, görüyorsun.

''Vazgeç artık bu sevdadan; şarkı bitti, gidiyorsun..''

Ben gidemiyorum, sen git!

Ben içmiyorum, sen giderken sigara iç!

Ben sövemiyorum, sen söv!

Sen sevemiyorsun...

Ben yetemiyorum...

Sen görmüyorsun, ben bitiyorum.

Page 22: Jargon Fanzin #1

22

Hatice Ramazano

Mavi Bakışlı Selluka

yavaş yavaş düşüyorum elden ayaktan

bazen insan dolu balkonlardan düşüyorum

bazen önemsenmiyorum

balkonlar beni sevmiyor bazen, kırılmıyorum

ben daha nelere kırılmıyorum, bilseniz

ve ben nelere kırılmıyorum aslında kırılmam gerekirken

bir çocuk annesini öpüyor

yo yo, öyle değil

bir anne, çocuğunu öpüyor

anneme kırılmam lazım geliyor işte burada,

kırılmıyorum

annem beni öpmese de kırılmıyorum

akşamüstlerini seviyorum sabahlara kadar

kızma, kırılma bana ama seninle aynı seviyorum akşamüstlerini

ama onlar, bir çiçeği koklamak gibi uzun sürmüyor

bir akşamüstü en fazla göz kırpmak kadardır

göz kırpmak ne kadar uzun

bunu düşünmek beni içime indiriyor

kırılmıyorum yine de

kırılmam gerekirken kırılmıyorum, biliyorsunuz ya beni

beni sevmesin akşamüstleri

beni sevmesin, kısa sürsün hiç önemli değil

yeter ki var olsunlar

bir şeylerin var olduğunu bilmek de yetiyor bazen biraz

başka kıtalarda

belki biraz da uzak kıtalarda

bir adam sevgilisini öpüyor durmadan

kasıklarından öpüyor

bir kadını kasıklarından öpmenin önemi artıyor öptükçe

sonra diz çöküp dizlerinden öpüyor kadını

bu aşığım demek, siz bilmezsiniz

Page 23: Jargon Fanzin #1

23

bu sadığım da demektir aynı zamanda, siz nereden bileceksiniz?

siz bilmezsiniz

beni bir cumartesi sabahı dizlerimden öptü bir adam

sonra, ensemden öptü bir akşamüstü

ona aşık oldum

ben insanım, yalan söylerim

siz insansınız, bana inanırsınız bu böyledir

ve daha çok şey böyledir

sevişmek de böyledir örneğin

aslında sevişmek,

diyalektiktir biraz da

bir sirke eğlenmek için gidilir, bu böyledir

ama bir sirk, bir hayvanın acısıdır aynı zamanda

bunu da unutmamak gerekir

seni seviyorum

ağlamaklı bir pazar sabahı kadar lirik bir sevmekle hem de

sana sığınıyorum bak

insanlardan, sırtlanlardan ve kırılmam gereken birçok şeyden sana sığınıyorum

sen beni alıp bir yolun ortasına itiyorsun

sana kırılmıyorum…

ben insanım, yalan söylerim

nasıl söylediysem bir adamın dizlerimden ve ensemden öptüğü yalanını

ve nasıl söylediysem ilk seviştiğim adama yüzyıllardır aşık olduğumu

işte öyle kolay söylerim seni sevdiğimi de

sen insansın, bana inanırsın, bu böyledir

sen güzelsin,

sana asla yalan söyleyemem

ve sevmeden yaşayamam seni,

kaldı ki ben nefret de edemem senden bu böyledir.

Page 24: Jargon Fanzin #1

24

İsmail Altuntaş Taxi Driver “Kritik”

Taksi şoförü filmi sinemanın gerçek eleştirmenleri tarafından niçin gelmiş geçmiş en iyi ilk

50 film arasında gösterilir?

Şimdi …

Martin Scorsese bu filmi çektiğinde aslında nasıl bir film çektiğinin farkında mıydı?

Robert de niro senaryoyu ilk okuduğunda oynayacağı karakterin, aslında dünyanın hala

güzelliklere açık bir gezegen olduğunu sembolize eden bir karakter olabileceğini düşünmüş

müydü acaba?

Hiç sanmam!

Bu ekip zaten daha önce birlikte çalışmış bir ekipti ve taksi şoförünü de aynı değerle

çekmişlerdi. Prodüksiyon olarak asla pahalı bir film olmaması ve filmin ağırbaşlı bir şekilde

ilerlemesi aslında tipik sinema seyircisine hitap etmiyordu ve zaten gişe başarısı orta derecede

bir film olarak kalacaktı.

Vietnam’dan dönen her Amerikalı “Rambo” olacak diye bir kaide yoktu ve taksi şoförlüğü de

Ramboluğa açık bir meslekti(karaktere göre değişkenlik gösteren bir durumdur bu). Ayrıca

şoförümüz kendi içinde ki asıl arabanın tamiriyle de uğraşıyor ve uğraşılar sonucunda

spirütüel yolculuklar da yapıyordu. Ve bütün bunlar kahramanımızın dünya düzenine karşı

çektiği restin, ayna karşısında ki provaları olarak yansıyordu beyaz perdeye!

Ve şehir, her şehirde olduğu gibi pezevenk ve orospularla dolu bir şehirdi. Bu rantın ve çarkın

politikadan bağımsız olmadığı da aşikardı. Bu hem pezevenk hem orospu şehri düzeltmek için

Page 25: Jargon Fanzin #1

25

birilerini bekleyen yığınlara kısaca yığın diyebildiğimiz gibi koyun, sürü, malak gibi tanımlar

da yükleyebiliyoruz haklı olarak. Bu pezorospu şehrin düzelmesi için birilerini beklemeyen ve

olaya bizzat kendisi dalan insanlara da kahraman dediğimiz gibi Ernesto, Deniz ve Metin

Yüksel gibi isimler de yükleyebiliyoruz. Hani sol mememizin altında bir cevahir taşıyoruz ve

bu cevahir bizi böceklerden farklı kıldığı gibi, bize onurlu ve yiğit duruşlar sergilememizi

emrediyor. İşte taksi şoförümüz bu tavrı sergiliyor; kötünün üzerine üzerine yürüyor ve

“yüzüne tükürüyor celladın”. Bunu hayatı pahasına yapıyor ve ağır yara alıyor. İçinde

bulunduğumuz zaman ve bizden az biraz öncekilerin de içinde bulundukları zaman bireylerine

ve mümessillerine “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” ciğersizliğini pompalarken, herifin

biri çıkıyor bir küçük kızı adi pezevenklerin elinden kurtarıyor... Herifin biri çıkıyor altıncı

filoyu denize döküyor... Bir diğeri Anafartalar’da kurşuna göğsüyle direniyor filan... Herif

olmak bir cinsiyeti ifade edemeyeceği gibi, sadece bir dinin, bir milletin veya bir ideolojinin

tekelinde de değildir. Herif olmak için kalbinin ve ona bağlı olan vicdanının komutlarına biraz

uymak kafidir. Mesleğin de önemi yoktur. Taksi şoförü filmi bize, içimizde bir yerlerde hala

cesur bir savaşçının olduğunu söyler... Etrafımızdaki olumsuzlukların üstesinden gelecek

kararlılığa sahip olmamız gerektiğini söyler. Lay lay lom filmlerle ve sefil dizilerle beyinlerini

sefilleştiren, ruhlarını felç eden yığınlar, bizim taksimize binmeyecekler. Ama biz hep

direksiyon başında olacağız. Üstelik tarifemiz hep gündüz tarifesi olacak.

Musa Cem Kundukan Umumi Acılar

umumi acılara sarılıp yatarken

kanayan kollarım

isyana meylederken

bozkırı ve ayazı

annem şefkate muhtaç bir ihtiyardır

gurbette ki babamı dinlerken

babam 1 aylık tatildir

benim için

temmuz ayları

Bond çantalar

kemer tokaları, dayaklar

yasak kasetler ertesi

ağlayan annemdir

haziranda düşenlere

dost sohbetlerine

meze olurken

babamın umudu kardeşim

babamın gurbette sarılıp ağladığı

fahişenin

anneme kastı nedir…

Page 26: Jargon Fanzin #1

26

Said Büyükarslan Aylak Adam “Kritik”

TUTAMACINI ARAYAN ADAM: BAY C.

Hayatta hiçbir şeye tutunmamış, tutunamamış bir adam. Diğerleri gibi sıradan beklentileri,

ucuz tatminleri yok. Sürekli daha iyisini, daha değişiğini, denenmemişini arıyor. En çok da

o’nu arıyor. Bir kadın, hayatını beraber sürdürebileceği bir kadın. Evlenip üç oda bir

mutfağını paylaşacağı bir “karı” değil. Bunun için ayrı yataklarda yatmayı deniyor, 6 buçuk

ay sebepsiz yere görüşmemeyi, gözlerini teyzesininkilere benzettiği güzel yüzlü genç kızları.

İstiyor ki birlikte olduğu, olmak istediği kadının kendisinden başka hiçbir dayanağı,

tutunacağı dalı olmasın. Bunu, bayağı gördüğü diğer insanlardan sıyrılmak için de istiyor

olabilir, diğerleriyle birlikte yaşamaya özgüveni olmadığı için de. Niçin Güler’in evini,

babasını, annesini, ailesini yıkmak istiyor? Ya Ayşe’nin uzaklarda yaşayan ailesini

görmezden gelme çabası?

“-Bırak anneni babanı şimdi, dedi elimi tutup, sen kimi kimsesi yok bir kızsın.

Neden böyle dedi? Sormadım. Çekindim.” (s.28)

Çevresinde gördüğü kadınlar hep ya ucuz beklentileri olan tipler, ya da zayıf kişilikler. Peki

ya kendisi? Kendisi ne kadar güçlü? Mesela hiç değer vermediğini söylediği o çok parası

olmasa C. ne yapacak? Suadiye’deki yazlığından çıkıp istoç’ta iş aramaya başlasa yine

düşünebilecek mi ‘sinemadan çıkmış insan’ı, adako’yu, kuyara’yı?

Hiç parasızlık çekmemiş. Belki de gizli dayanağı bu. Çevresindeki fakirleri/fakirlik çekenleri

ya dinlemek istemiyor, ya da ufak şakalarla teğet geçiyor onlara. Gündeminde sürekli aradığı

“o” var; o ve o’ndan bekledikleri. Peki ya dışarıdaki dünya? Yoksullar, işsizler, öğrenciler,

dönmeler? Bu bakımdan kahramanımız C.’nin dertleri ancak bir burjuvanınki kadar geniş.

Kitap çok sayıda aforizma içeriyor. Üstelik bunların 1950’ler Türkiye’sinde söylenmiş olması

da çok ilginç.

“Sevmek! Kelimelere herkes kendine göre bir anlam, bir değer veriyor galiba. Bu

değerler aynı olmadıkça iki kişi iki ayrı dil konuşuyorlarmış gibi olmuyor mu?” (s.72)

Dalgınlık üzerine, günlerin adı üzerine, sürtünmeler, umut üzerine çok afili deyişler var.

“Boş yere azap çekmeyin. Bir DERMAN için” (s.58)

Başlangıcı kötü yazarları sertçe eleştirerek yapıyor Yusuf Atılgan. Belki eleştirilerine kalitesiz

yazarlardan başlıyor da diyebiliriz.

Page 27: Jargon Fanzin #1

27

“Kötü yazarın yasak bölgesi. Neydi o kaldırıp attığım dünkü kitap! Adam sabah

kalkıyor, yüzünü yıkıyor, parkta oturuyor, yemek yiyor, sevgilisiyle dolaşıyor, gecenin

bir vakti evine gelip yatıyor. Hiç mi çişi gelmedi? İnanılacak şey değil.” (s.13)

Kitap popüler erkek muhabbeti olan bekârete de değiniyor. 1959’da basılmış bir kitap

olmasına karşın bu konudaki sözü de kayda değer:

“ Artık tanıyordu onu. Şiirlerin, kitaplardan kapma büyük sözlerin yapma süsünden

sıyrılmış; beylik yargılarla dolu, bayağı. Böyleleri için en önemlisi kızlıktı. Oysa

B.’nin ona vermek istediği şeylerin yanında kızlık neydi ki?” (s.33)

Yine de kitapta cinsiyetçilik had safhada bence. Neticede başkahramanımız (belki de tek

kahramanımız) C. bir erkek ve adamımız sürekli çevresindeki “kusurlu” kadınları düzeltmeye

çalışıyor. Tıpkı Lars von Trier’in Antichrist’inde olduğu gibi. Belki bunu C.’nin narsist

kişiliğine de yorabiliriz. Zira şu sözleri sarf etmek epey bir kendini beğenmişlik gerektirir:

“.. yalnız o zaman karşısında, anasının yanında oturan, müdürün alnı sarı bukleli

küçük kızı için ‘işte on yıl sonraki kancıklardan biri’ diye düşünmezdi.” (s.108)

Kitap belki bu yönlerden eleştirilebilir ama bu yine de onu edebiyatımızda seçkin bir yere

koymamızı engellemiyor. 1959’da basılmış bir kitabın böyle özgün bir konuyu, sade bir dille,

kaliteli sözlerle, Çalıkuşu’ndan öte hedeflerle işlediğini düşünürsek. Üstelik bence hala da

kıymeti bilinmemiş bir eser.

Page 28: Jargon Fanzin #1

28

Replika Tuncay Kızılaslan

Öylece oturduk her zamanki masamıza Ahmet’le. Yine, yeni, yeniden…

Sokakbaşı’na hiç gitmedik. Hani şu meşhur meyhane, Behzat Ç.’ye neredeyse her bölüm

misafir olan, Behzat Ç.’nin neredeyse her bölüm misafiri olduğu meyhane. Sürekli gidelim

dedik, bir türlü gitmedik, gidemedik. Bizim de klasik mekanımız Erguvan Kapısı olmuştur.

Gün içerisinde liseli arkadaşların bize eşlik ettiği, akşama doğru yalnızları oynadığımız,

akşamdan sonra tekrar canlı müzikle falanla filanla kitlesini daha üst yaş grubuna çeviren

sevimli bir ara kat barı.

Ahmet yine klasik girişlerinden birisini yaparak, sessizliğimizi tuzla buz edecek sözlerini

söyleyiverdi. “Napıcaz be Broli? Ruhumuz sikildi.” cümleleriyle üç saniye boyunca masamızı

dövdü. Sonra? Sonrası işte, spontane gelişen diyaloglarımız.

— Bilemedim ki be Bronz napsak? Ruhları geri verelim abi, bu iş başka türlü kapanmaz…

— Çocuk olma, artık edebiyata girdik!

— Bir anlık gazdı, anlatırız, hem dergi de bedava lan kimse siklemez!!!

— Sen öyle san, sen öyle san… Dergi manifestosu yayınla bir: ön hazırlık; matbaayla konuş

iki: işi ciddiye bindirme; dergiyi en az 100 tane bastır üç: dağıtım için her şeyi tamamla. Her

gece melankoliye, şiire, denemeye, öyküye takıl nereden baksan, dört: kendinden geçicilik.

Bazı yakınlarımızı zorlasak dergiyi okusun diye, beş: yüzsüzlük. Bütün bu lokumları yedikten

sonra edebiyat dünyasının suratına bakıp “Kusura bakmayın abi gaza gelmiştik…”

diyemezsin. Adamın cümlesinden yüklem alırlar Broli yükleemm… E hadi dergi bedava, ki

matbaa bize tanesini 20 liradan basarız dedi. Bedava dergi nasıl 20 liraya bastırılır ben

anlamadım gitti. Biz satamayız lan! Off… Her şey karışık. Neyse, dergiyi bastırdık; dağıttık.

Bazı eşten dosttan yardım da istedik; paralarını aldık. Demezler mi “Ulan siz misiniz bu

kentin edebiyatçısı?”. Sikerler oğlum, hepimizi sikerler. Ulan kim bizi gaza getirdi? Neler açtı

başımıza…

— Peki napıcaz be Bro?

— Birinci seçenek, bu işi bırakıp gitmek… O da çare değil. Dergiyi dağıtırken herkes gördü

bizi. İş kapanmaz ki. Ömür boyu dergi çıkaralım desem, olmaz. Önünde sonunda çomaklarlar

işimizi. Açılalım Kızılay Meydanı’na, sallayalım dergileri oraya buraya desek, o da garanti

değil. Ya bu dergi birileri tarafından tutulursa? Ya o sokaklardan birinde “Vay anasını…”

deyip de beğenen biri çıkarsa? İşte o zaman boku yeriz oğlum. Hem diğer yazar arkadaşlar da

var, babamızın dergisi değil ya. En son ihtimal, dergilerle kendimizi bir odaya kapatmak…

Ama o zaman her şeyi okuruz. Bir tek sen ben kafayı yesek neyse… Hepimizi yakar bu dergi.

Ufff…

— Offf… İşin her tarafı boktan…

— Sen bana biraz zaman ver Bronz, bu işe çözüm bulacağız. Sakin olmak lazım, yoksa

çuvallarız.

— Pekala Broli, haklısın…

Öylece kalktık her zamanki masamızdan Ahmet’le. Yine, yeni, yeniden…

“Gemide” filmine saygıyla.

Page 29: Jargon Fanzin #1

“Kendimden başka hiçbir eksiğim yok”F. Kafka

Page 30: Jargon Fanzin #1

Son zamanlarda ülke topraklarında yaşanan gelişmeler,

direnişler, hak ve özgürlük arayışları sırasında ülke olarak

gösterilen tepkiye hayran kaldığımızı ve sonuna kadar

desteklediğimizi belirtmek isteriz.

Bu direnişlerde medya susarken konuşan duvarlar bizlere bu

halkın çocuklarının ne kadar zeki ve yaratıcı olduğunu da

kanıtlamıştır.

Çok yaşayın e mi!