120
Hikmet birliktedir

Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

  • Upload
    others

  • View
    6

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

Hikmet birliktedir

Page 2: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

ÖNSÖZ

Din, dil, ırk ve cinsiyet farkı gözetmeden tüm kıdemli vatandaşların sesi olma yönünde evrensel bir misyon üstlenmiş olan Türyak Yaşlılık Konseyi Derneği Türkiye’nin bu alanda uluslararası boyutta faaliyet gösteren bir sivil toplum kuruluşudur. Her yıl, ayrıca, dünyamızın gündemindeki önemli ortak konulardan birini gündem yapan bir uluslararası kongre düzenleme kararlılığındadır.

Uluslararası Kongrelerimizin amacı; kendini faal tutarak ülkesine ve dünyaya yararlı katkı sağlama gayreti için-de bulunan kıdemli yaştaki kişileri Türkiye öncülüğünde, dünya çapında tüm insanlığı ilgilendiren ve çözüm bekleyen bir konuyu görüşmek ve tavsiyelerini faal görevde bulunan dünya yöneticilere iletmek üzere bir araya getirmektir. Kıdemli insanların birikim ve deneyimleri ile tarafsız yol göstericilikte en etkili kesimi oluşturdukları inancındayız. Her sene ayrı bir gündemle ve konuya emek vermekte olan kıdemlilerle toplanan uluslararası kongrelerimizin bu yıl 2.’si toplanmıştır.

Bu yılki Uluslararası Kongremizin teması Dünya Krizine Bütünsel ve Sağlıklı Çözümler üretmektir. Sorun-larımızı birlikte çözerek Yerküremiz Üzerinde Birlikte Bilgece/ Hikmetle Yaşamak üzere bizlere yol göstermek amacı ile dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen Kıdemli Vatandaşlar 4-5 Aralık 2010 tarihleri arasında İstanbul’da bir araya gelmişler ve üç çalıştay halinde şu konuları görüşmüşlerdir.

- Küresel Ekonomik ve İşsizlik Krizi

- Ekosistem Krizi ve Küresel Dayanışmacı Politikalar

- Medeniyetler İttifakı Yerküremiz Üzerinde Bilgece/Hikmetle Yaşamak

Temsilciler ve katılımcılar ekonomi ve çevre politikaları konularındaki tecrübelerini, geçmiş ve mevcut kültür-lerden hikmet ve bilgelik birikimimizi ortaya koyan ve “en iyi uygulamalar”a ışık yakan önerilerini kapsayacak sonuç bildirgesini tüm dünya liderlerine ulaştırmayı görev edinmişlerdir.

Page 3: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 3 –

Sayın Oturum Başkanı,Değerli kOnuklarımız ve Sayın katılımcılar,

TÜRYAK’ın İkinci Uluslararası Örnek Kıdemli Vatandaşlar Kongresi’ne hoşgeldiniz.

Bu yılki buluşmamızın ana konusu: “Dünya krizine bütünsel ve sağlıklı çözümler…” Dünyayı rahatsız ve huzursuz eden gelecek endişesi içine sokan bir olay bugün yaşamakta olduğumuz kriz. Buluşmamıza ev sa-hipliği yapan İstanbul’da günümüze kadar elde edilen bulgular ilk yerleşimin sekiz bin yıl öncesi başladığını ortaya koyuyor. Kaç kuşak sığar sekiz bin yıla? Avcı-Toplayıcı Toplumdan Tarım Toplumuna, Tarım Toplumundan Sanayi Toplumuna, Sanayi Toplumundan Bilgi Toplumuna uzanan ve bugün daha öte-sinde neler yapabilirim diye düşünen insanoğlunun yüzlerce kuşağı… Bu yüzlerce kuşak kendi dönemlerin-de kim bilir ne krizler geçirdi? Toplanacak meyveleri ve kökleri; Avlanacak kuşları ve otoburları; Tarım-sal ürünü tümden ya da bir bölümüyle ortadan kaldıran Doğal yıkımlar, Kıtlıklar, Kuraklıklar, Tufanlar…

İki kıtayı birleştiren İstanbul’un, ayrıca, üç imparatorluğa başkentlik yapmış tek merkez olduğunu da unutma-yalım: Roma, Bizans, Osmanlı…

Yaklaşık 1600 yıl süren bu başkentlikler boyunca yaşanan krizler de saymakla bitmez… Siyasal ya da eko-nomik nedenlerle tahttan indirilen İmparatorlar, Sultanlar… Dolayısıyla, bir krizi ele almak için son derce uygun bir mekânda bulunduğumuz kuşku götürmez Bir söz var Türkçede… “Ateş düştüğü yeri yakar!” Ateşin yalnızca “düştüğü yeri” değil “düştüğü zamanı yakması” da söz konusu olmalı...

Bütün bunları, yerkürede her şey gibi krizlerin de (ne ölçüde zarar verirlerse versinler) geçici olduklarını be-lirtmek için söyledim. Kaldı ki, günümüzde dünya çok hızlı bir değişim içinde. Değişim, her sorun için yepyeni çözüm yolları da getiriyor. Genomik, Biyoenformatik, Fotonik, Nano Teknoloji ve Robotik gibi bundan çok kısa süre önce ismi bile bilinmeyen ilim dalları geleceğin en parlak sektörleri ve tüm dünya ezberi bozacak yepyeni çözümler getirecek buluşlara ve yeni teknolojilere gebe .. Evet, krizler geçerler. Yeter ki verdikleri zararları gereğince temizlensin; tekrarlanmamaları için gerekli önlemler alınsın…

Şimdi gelelim bugüne... Konumuz bugünün krizi: Bugünün Dünya Krizi… Dünya Krizinin 2007’nin ikinci yarısında başlayıp bugünlerde üç yılını doldurduğu genellikle kabul ediliyor.

Uzun yıllar boyunca “Devletlerin iflas etmeyeceklerine” inanıldı. Bu inanış, aslında, iç işleyiş açısından ba-kıldığında geçerliydi. Yasa koyucu güce sahip olan Devlet, iç borçları nedeniyle kendisinin iflas masasına gö-

Mete BORATÜRYAK Başkanı

Page 4: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 4 –

Mete BORATÜRYAK Başkanı

türülmesini nasıl olsa engelleyebilirdi! Konu dış işleyişe (daha açık deyişle, dış bağlantılı borçlara) gelince durum değişiveriyor. Tüm gelirlerine, ülkesinin tüm üretimine yabancı alacaklılarca el konulmuş bir devletin durumuna “iflastan” başka nasıl bir tanım getirilebilir?

Dünya Kriziyle birlikte iflasın eşiğine gelen ve üstelikte kendilerince yaratılmamış bir krizle karşılaşan ülke-lerden biri İzlanda…

“Eyyafyallayökül” sözünü unutmadığınızı sanırım. Hani, dokuz-on ay kadar önce İzlanda’da patlayıp on binlerce metreye savurduğu küllerle Avrupa-içi, Avrupa-çıkışlı ve Avrupa-varışlı uçuşları haftalarca engelleyen yanardağ!

Ben, “Bu olay, sakın, İzlanda’nın kötü kaderine doğa olayı yoluyla sergilediği başkaldırı olmasın” diye dü-şünmekten kendimi alamadığımı itiraf etmeliyim. Hatta bu patlamanın, Krizin başladığı ABD’nin tüm Avrupa uçuşlarını aksatarak ABD’ye bir “ilahi ceza” ve bundan sonrası için de bir “ilahi uyarı” olduğuna inananların bulunduğunu biliyorum.

Dünya Krizinin çıkış nedeni aradığımızda ne buluyoruz? Krizi birkaç yüz en üst düzey finans şirketi yöneti-cisinin inanılmaz açgözlülüğüne bağlayanlar kolaycılık mı yapıyorlar? Ben bu görüş sahipleri için “kolaycı” diyemiyorum!

Mesnetsiz, finansal türevler icat ederek şahsi çıkarları uğruna bir nevi saadet zinciri kuran bu üst düzey yöneti-cilerin uygulamaları sonucu kısa sürede çöküp ardından iflas eden kişiler, dev şirketler, hatta ülkeler ve yerlerde sürünen bir dünya ekonomisi bırakıyor.

Krizin ilk aylarında, ABD Yönetimi, dev kuruluşların iflasının yaratacağı domino etkisini önlemek için bu kuru-luşların her birine milyarlarca dolar akıtıyor… Yani, ABD, kendi ekonomik sisteminin en temel ilkesini çiğneye-rek, “şirket kurtarıyor;” ayrıca, kurtardıklarını da bir bakıma, millileştiriyor!

Tüm bu olumsuz gelişmelere yol açan açgözlüler güruhu, yanlış uygulamaları yüzünden görevlerini zaten bı-rakmaları gerekirken, bu kez, kişi başına milyonlarca dolarlık ikramiyelerle kendilerini emekliye (!) sevk ediyorlar. ABD’de yaşanan ve son Dünya Krizini yaratan Bankacıların, Borsa Oyuncularının ve Finans Şirketleri Yöneticilerinin açgözlülüğü tam bir Değerler Kokuşması… Böylesi bir açgözlülük, “tarihin en açık, en kamusal, en toplu ve en yaygın dolandırıcılık eylemi” olarak nitelenebilir. Açgözlülüğün, üs-telik yüzsüzlükle birleşmiş katmerlisinin yapıldığı ülkeye (ABD’ye) bakalım biraz: Krizin çıktığı toplumun sahip olmakla tarihi boyunca övündüğü Denetimleri ve Dengeleri var. (yani, “checks and balances” dedikleri özellik…) Ama övünülen tüm bu Dengeler ve Denetimler; açgözlülük gibi yalın bir saplantıyı engelleyemedi! Neden?

Page 5: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 5 –

Mete BORATÜRYAK Başkanı

Üstelik dünyanın en büyük finansal ve ekonomik denetim şirketlerinin de ABD’de bulunduğunu, aynı şirketlerin adlarını taşıyan uzantılarının dünyanın her köşesinde iş gördüğünü de unutmayalım!

Pek çok insan, bu krize, Kapitalizmin gözünü hırsın bürümesinden; Sistemin yolsuzluklarla kirlenme-sinden ve o çok güvenilen Denetim düzeneklerinin milyonların bildiği yolsuzlukları önleyememesin-den kaynaklandığını kabul ediyor. Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil; bir sistem krizine dönüşüyor.

Çünkü sistemin çok güvenilen denetim ve denge düzenekleri bir kolektif açgözlülük ve dolandırıcılık girişimini önleyemedi. Kriz işte böyle çıktı… Peki, aradan geçen iki yılı aşkın sürenin sonunda, Dünya bugün hangi durumda? Bu konuda son derece kötümser düşünenlerin bulunduğunu biliyoruz. Bu kişilerden biri Orta-Do-ğu kökenli… Lübnan doğumlu Nassim Nicholas Taleb… 2007 yılında yayınladığı Kara Kuğu adlı kitapla, krizin çıkmasından aylar önce hemen tüm uyarıları yapmış olan yazar.

Ne diyor Nesim Talip?

Söyledikleri çok düşündürücü: “Dünyanın ekonomik durumu iki yıl öncesine oranla çok daha kötü” diyor. “2008’de birikmiş borçlar bugünden çok daha az; istihdam çok daha yüksekti”

diyor. “Borçlanmadan doğmuş bir krizi yeni borçlarla çözmeye çalışmak; bir alkol bağımlısını iç-kisini artırarak tedavi etmekten farksızdır” diyor. Bir başka uzman, Dünya Bankası’nın eski Başkan Yardımcısı, Türkiye’nin eski Ekonomi Bakanı, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın eski Başkanı ve ABD’nin düşünce kuruluşlarından Brookings Enstitüsü’nün Başkan Yardımcısı Kemal Derviş…

Kemal Derviş, 31 Mart’ta da, Enstitünün düzenleyip kendisinin yönettiği bir açık oturumda, “Dünya Krizi-nin ana gövdesinin aşılmış sayılabileceği, şimdi art etkilerle uğraşılmakta olduğunu” söylüyor.

Hatta Derviş, “bir daha hiç kriz çıkmayacağını söylemek mümkün olmasa da çıkarılan derslerle, son Dünya Krizine yakın bir başkasının yeniden ortaya çıkmasının önlendiğini” de bildiriyor.

İki otoriteden kötümser ve iyimser iki görüş… Bakalım bizim Çalışma Gruplarımızdan nasıl bir değerlendir-me çıkacak… Ayrıca, Dünya Krizini yalnızca son üç yılda yaşanan ekonomik zorluklardan ibaret sanmak da büyük hata olur: Ekonomik yönü ortadan kalksa bile belki çok daha kalıcı (bu nedenle çok daha tehlikeli) öteki yönler varlığını sürdürecek… Neyi kastediyoruz? Şunları: Kültürler ve medeniyetler arası kriz, Buna dayalı olarak uygulanan çifte standartlar yüzünden bir türlü çözülemeyen kangren olmuş siyasal krizler; ve Ekosistem krizi…

Günümüzden yalnızca on beş yıl öncesini hatırlayalım: Dünyada bir “MEDENİYETLER ÇATIŞMASI” fırtı-nası esiyordu. Fırtınayı estiren ABD’li Siyaset Bilimci Samuel Huntington’un aynı adı taşıyan kitabıydı…

Page 6: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 6 –

Mete BORATÜRYAK Başkanı

Huntington’a göre, Soğuk Savaşla birlikte ideolojik çatışmalar bitmiş; bunların yerini (ekonomik çıkarlardan bile baskın biçimde) kitlelerin kültürel ve dinsel kimliklerinin yol açacağı çatışmalara bırakmıştı. Bu çatış-manın savaş alanını ise kültürlerin kırılma çizgisindeki ülkeler oluşturacaktı. Huntington, bu görüşle amacının bir çatışmayı kışkırtmak değil; bir olgunun altını çizmek olduğunu söylüyordu. Yazarın amacını sorgulayacak değilim ama ortaya attığı kuramın sonuçlarının en azından “kötümser” olduğu ortada.

Ve günümüzden beş yıl önce, 2005’te, Birlemiş Milletler çevresinde bir girişim başlatıldı: “MEDENİYETLER İTTİFAKI!” Eş-Başkanlığını İspanya Başbakanı Luis Rodriguez Zapatero’yla birlikte Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın yürüttüğü ve Sayın Başbakanımızın üzerinde ehemmiyetle durduğu ve tüm dün-yada takdirle karşılanan MEDENİYETLER İTTİFAKI çalışmaları binyıllarca sürmüş çatışma karanlığına yön-lendirilmiş bir ışık…

Bu ışık öncelikle sürekli hale gelmeli, sonra da bu ışığın aydınlığı altında bin yılların çatışma engebeleri ortadan kaldırılabilmeli.

Medeniyetler İttifakının beş yıl gibi kısa sürede elde ettiği gelişmeler bu yolda büyük umutlar doğuruyor. Uzlaş-ma alışkanlığının ve iyi niyetin İnsanlığa egemen olmasıyla başarıya ulaşılacağına en ufak bir tereddüt yoktur.

Oysa dünyamız hâlâ binlerce yıllık kötü alışkanlıkların yol açtığı çözümsüzlüklerin utanç anıtlarıyla dolu. Bunlar arasında herkesin ilk aklına gelen Filistin sorunu olmalı…

Roma İmparatorluğu tarafından MS 150 yılında Filistin’den sürülen Yahudiler bundan yaklaşık 1800 yıl sonra (1948’de) aynı topraklara dönerek İsrail devletini kurdular. Roma sürgününden İsrail’in kuruluşuna ka-dar geçen 1800 yıl boyunca Filistin’e onlarca değişik devlet egemen olmuş; bu topraklara kim bilir kaç göç yaşanmıştır. İsrail’in kuruluşuna karar veren Birlemiş Milletler bu devlete belli sınırlar çizdi. İsrail neden bu sınırların çok ötesine yayıldı? Denecek ki, ‘Araplar defalarca İsrail’e saldırdı; savaşı kaybettiler, toprakları işgal altına düştü.’ Öyleyse, İsrail neden varlığının tanınması karşılığında yapılması öngörülen barış antlaşmalarını bile yokuşa sürdü? İşgal altındaki topraklarda neden hâlâ her fırsat bulduğunda yeni yerleşimler açıyor? Bu son sorulara inandırıcı yanıtı bilmiyorum kim verebilir? Ve İnsanlık açısından belki de en önemlisi, avuç içi kadar Gazze’ye yapılan toplu işkencelerin katliamın açıklaması ne? Buna “İsrail’e karşı uygulanan terör” gerekçe gösterilirse, verilecek tek cevap var: ‘Terörden canı yanan İsrail’den başka ülke yok mu?’ ‘Onlar neden İsrail’in insanlık dışı davranışlarını uygulamıyorlar?’ ‘İsrail’in yaptıkları terörü önlüyor mu yoksa tersine azdırı-yor mu?’ Dünya siyasetinde uygulanan çifte standartların hatta ikiyüzlülüklerin yol açtığı kangrenleşmiş sorunların tek örneği Filistin uyuşmazlığı değil kuşkusuz:

Page 7: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 7 –

Mete BORATÜRYAK Başkanı

Bosna savaşını sona erdiren Dayton Antlaşmasıyla, ülke, İkisi aynı dinde ama ayrı mezhepten, Biri ayrı dinden olan ama Üçü de aynı etnik kökten gelen ve aynı dili konuşan Boşnak, Hırvat ve Sırp Bölge-leri oluşturuldu.

Bu kadarla kalmayıp, Her bir bölgenin içine, gene aynı topluluklar için alt bölgeler de yaratıldı. Örneğin, Boş-nak Bölgesi içinde Hırvat ve Sırp Sırp Bölgesi içinde Hırvat ve Boşnak Hırvat Bölgesi içinde Boşnak ve Sırp Alt Bölgeleri gibi.

Buna karşın Kıbrıs’ta İki ayrı etnik kökenden gelen, Hem dilleri hem dinleri ayrı olan, 36 yıldır belirgin sınırlarla birbirlerinden ayrışmış olarak yaşayan Türk ve Rum Toplumlarını, geçmişte uygulanmış kıyımlar hiç dikkate alınmadan, yeniden birleştirmek için ter ter tepiniliyor. Ayrıca, katışıklığı dola-yısıyla durumu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden daha yetersiz olan Kosova’nın bağımsızlığı için ülke grupları büyük çabalar harcayıp sonuca ulaşırken böyle bir çözüm KKTC için nedense hiç akla gelmiyor. Ve daha yüzlerce kangrenleşmiş dünya sorunu.....

Dağlık Karabağ ve işgal altındaki Azerbeycan toprakları, Keşmir, Osetya, Abhazya, Fergana Vadisi, Güney Ku-riller daha niceleri...... Hepsi çözüm bekliyor. Dünyamızın bugün derinleşmiş siyasal sorunları arasında bir arada bulunmaları dolayısıyla bir salkımı andıran Aşırı Milliyetçilik, Mikro Milliyetçilik ve bu ikisinin iğrenç yöntemi Terör de yer alıyor. Aşırı milliyetçilik nedir? En geniş tanım, “Kendi ulusuna bağlılık ve ulusunu savunma duygusunun başka uluslarla işbirliğini önleyecek, hatta bu aşırılığı yaşayan ulusun kendi uluslararası çıkarlarına zarar verecek ölçüde büyümesi; hatta en uç noktaya ulaşması” biçiminde yapılıyor.

Soğuk savaşın bitimiyle ortaya çıkan aşırı milliyetçilik örnekleri saymakla bitmez. Aşırı milliyetçiliğin aşırılığı muhakkak ki aşırı milliyetçiliğin bile ötesinde bulunan faşizme ve ırkçılığa yaklaştığı ölçüde de ar-tar.Mikro milliyetçiliğin tanımı da şöyle: “Bağımsızlığı ve egemenliği tanınmış bir devlet içindeki küçük toplulukların onunla benzeşmesini, hatta eşit duruma gelmesini ve onun yerini almasını savunan düşünce.” Mikro milliyetçiliğin örnekleri Soğuk Savaşın bitimiyle o kadar çoğaldı ki…

Mikro milliyetçi düşüncelerin tümü gerçekleşse dünyanın beş bin yer yer kent; hatta yer yer de kasaba devletine dönüşeceğini söyleniyor. Geçmişte, her türlü aşırı ideolojinin maşası olarak kullanılmış Terör denen iğrenç yöntem bugün artık neredeyse yalnızca aşırı milliyetçiliğe ve özellikle de mikro milliyetçiliğe hizmet etmektedir. Üzülerek ifade etmeliyim ki günümüzde birçok devlet komşularında, hatta dostlarında, hatta müttefiklerinde mikro milliyetçi çıkışları üstelik de terörle destekleyebilmektedirler.Bunu ne anlamak ne de hangi rasyonele dayanırsa dayansın tasvip etmek mümkün değildir.

Evet, Dünyada siyasal çifte standartların ve ikiyüzlülüklerin yarattığı kangrenleşmiş sorunlar Ekonomik Kriz olsa da olmasa da var. Buna bir de, artık son derece tehlikeli bir noktaya gelmiş olan Ekolojik Krizi

Page 8: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 8 –

Mete BORATÜRYAK Başkanı

ekleyin! İşte bu yüzden bu Buluşmamızda Değerli ve Deneyimli Uzmanlarımızla Dünya Krizine araya-cağımız çözümlerin Bütünsel ve Sağlıklı olmasını istiyoruz! Bu Buluşmamızda, Dünya Krizine çözümleri üç çalışma grubu içinde arayacağız. Birinci Çalışma Grubu, Dünya Krizini “Küresel Ekonomik ve İşsizlik Krizi” alt-başlığı altında ele alacak. Tüm toplumsal etkinlikler gibi ekonominin de insan eksenli olması gerektiği konusunda bir düşünce ayrılığına düşeceğimizi sanmıyorum.

Küresel Ekonomik Krizi aynı zamanda bir İşsizlik Krizi biçiminde nitelemeyi bilerek yaptık. İşsizlik yalnızca bir ekonomik olgu değil, tüm olumsuzluklarıyla bir toplumsal olgu; bireyleri ele aldığınız zaman ise, bir psikolo-jik; hatta, psikiyatrik sorundur ve tek nedeni Dünya Krizi olmasa gerek. Giderek artan otomasyonun işsiz-likteki payı ne? Otomasyonun işsizliği artırmasının önlenmesi için neler yapılabilir? Günümüzde otomasyondan kaçmak mümkün olamayacağına göre, yeni iş olanakları nasıl yaratılır; insanlar bu olanakları doldurmak üzere yetiştirmek için neler yapılmalıdır? Bütün bu konular ve daha başkaları, Birinci Çalışma Grubunun günde-minde olacak.

* * * *

Bugünün Dünya Krizi bir ekonomik sistem sorunudur. Burası kesin… Ancak, ekonomik kriz olsa da ol-masa da, dünyanın bir “ekosistem kriziyle” de karşı karşıya bulunduğu da muhakkak. Dünya, yine muhak-kak ki, bugünkü nüfusunu (hatta çok daha fazlasını) taşıma yeteneğinden mahrum değil. Ancak, bu iki bacaklı bir yetenek. Bacaklardan birincisi, bu nüfusu oluşturan insanların kendi tüketimlerinin karşılanmasına katkıda bulunacak becerilerle yetiştirilebilmesi; İkincisi ise, ekosistemin bugünkü akıl almaz israftan ve kötü kullanımdan kurtarılmasıdır. Ekosistem sorunu, gezegenimizin ve dolayısıyla İnsanlığımızın var olma ya da yok olma mücadelesi haline gelmiştir. Bugün, “Dinler arası Diyalog” ve “Medeniyetler İttifakı” gibi küresel dayanışmacı politikalar oluşturma çabalarını başlatabilmiş olan ülkelerimiz bu politikaların temeline böylesine kritik bir önem taşıyan “ekosistem” sorunu da koymak zorundadır.

20 Nisan’da Meksika Körfezi’nde yaşanan petrol kuyusu felaketi durumun vehametini ortaya koyan çarpıçı bir örnektir. Tarihin bu en büyük “çevre felaketini” daha beterlerinin önlenmesi yolunda bir ilahi uyarı sayıp ça-balarımızı artırmalıyız. Günümüzün bu yaşamsal “ekosistem” sorununu İkinci Çalışma Grubumuz, “Eko-sistem Krizi ve Küresel Dayanışmacı Politikalar” başlığı altında ele alacaktır.

Son Dünya Krizi dolayısıyla ele aldığımız “ekosistem sorunu” dev boyutlarına karşın yine de insanlığın tek derdi değil… Bunların tümünün çözümünde Kişisel, Sınıfsal ve hatta Ülkesel kısır çıkar çatışmalarıyla değerli zamanı yitirmek yerine Bilgece bir işbirliğiyle felaketi çok geç olmadan önlememiz zorunlu. Bunun için umu-du yitirmemize de hiç gerek yok. Unutmayalım ki son elli yılda yoksulluk konusunda önceki 500 yıldan daha

Page 9: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 9 –

Mete BORATÜRYAK Başkanı

uzun yol alınmışdır. Hala gereksinim ve sorun alanları olmakla birlikte, 1960’lardan bu yana, gelişmekte olan ülkelerde çocuk ölüm oranları yarıya indirilmiş beslenme yetersizliği oranı üçde bir azalmış güvenli suya ulaşma çarpıcı bir biçimde düzelmiştir.

Yerküremizde bugün başta Medeniyetler İttifakı olmak üzere Küresel Dayanışmacı Politikaların ürünü olan ve binlerce yıllık uyuşmazlıkları ve çatışmaları önce yumuşatıp sonra kökten çözme amacını taşıyan giri-şimlere ne mutlu bizlere ki büyük bir bilgelikle başlayabilmiş bulunuyoruz. Bu bilgece başlangıcı İnsanlık sonuca götürülebilmeli…

Bu da yetmez: Sonuç alınıp felaket önlendikten sonra aynı felaket ortamına İnsanlığın bir daha düşmemesi için bilgece davranışlardan asla vazgeçilmemeli… Üçüncü Çalışma Grubumuz, bu sorunları “Medeniyet-ler İttifakı Yerküremiz Üzerinde Bilgece/Hikmetle Yaşamak” başlığı altında ele alacak. Söz Bilgelikten açılmışken, burada bir anımsatma daha yapmak istiyorum: İlk başkentliğini elde etmesinin 1680’nci yılını ya-şamakta olan İstanbul’da şu anda bulunduğumuz noktanın çok yakınında: Tarihi Yarımada’nın orta yerinde, Bilgeliğin Aziz ilan edilerek kutsandığı bir dev anıtsal yapı 1473 yıllık görkemiyle İnsanlığın bugünkü acı-nacak durumunu izliyor. AYASOFYA ! ! !

Yani, Hagia Sophia, Aziz Sofya; Saint Sophia, Kutsal Sofya ... İmparator Jüstinyen’in Azizleştirdiği Sofya kişi değil, kavram: Bilgelik… Bir kavram olarak Bilgeliğin Aziz ilan edilip kutsanması başlı başına Bil-gelik değil midir? Dolayısıyla, gerekenler yapılmazsa ortaya çıkacak felaketi önlemek için tüm ilgililer; Dünya Uluslarını Yönetenler, Uluslar (ve uluslararası işbirliği) için tasarımlar yapan ve bunları uygulayanlar ile kitle olarak tüm İnsanlık Bilgeliği neredeyse bir buçuk binyıl önce Aziz ilan ederek kutsayan İmparator Jüstinyen’i örnek almalı ve onun bu Bilgece davranışını hiçbir zaman unutmamalıdırlar.

Muhterem Misafirler,

Bu noktada, her yıl gerçekleştirdiğimiz Türyak Kongrelerinde tüm devletlerin Örnek Kıdemli Vatandaşları ile temsil edilmelerini sağlamaya çalıştığımızı hatırlatmak istiyor ve yıllık Olağan direktörler kurulu toplantılarını kongremize destek vermek üzere ilk defa Istanbul’a alan yaşlılık ve yaşlanma konularında dünyanın en önde gelen kuruluşu olan IFA Uluslararası Yaşlılık Federasyonu üst yönetimine de huzurlarınızda teşekkür ediyorum.

Kongremiz çalıştaylarına katılan çok değerli temsilcilerin katkıları ile kaleme alınacak Kongre Sonuç Bildirgemizi tüm dünya liderlerine uyguladıkları politikalara rehber olması amacı ile ulaştırıyoruz ve buna devam edeceğiz. Kıdemli vatandaşların bilgi ve deneyimleri ile milletlerin bilançolarında aktifinde yer aldıklarına tekrar dikkat-lerinizi çekerek konuşmama son verirken, tüm Katılımcılara, Çalışma Gruplarımızın tüm değerli ve deneyimli üyelerine ve Başkanlık Divanımıza Saygılarımı sunuyorum.

Page 10: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 10 –

Page 11: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

Tebliğ özetleri

Page 12: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;
Page 13: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 13 –

Tevfik ALTINOKHazine ve Dış Ticaret Eski Müsteşarı, Finans Kulüp Başkanı

Dünya Krizine eKonomiK açıDan Bütünsel ve sağlıKlı çözümler

Öncelikle, II. Uluslararası Turyak Örnek Kıdemli Vatandaşlar Kongresini düzenleyen Turyak’ın de-ğerli Yöneticilerine, düzenlemiş oldukları bu kongreye beni de konuşmacı olarak davet etmiş olmaların-dan dolayı kendilerine teşekkürlerimi sunmak isterim. Böyle bir hafta etkinliğinde, sadece Türkiye’ nin değil, Dünyanın başına dert olan Küresel Krizle Yaşamak ve bu krize bütünsel ve sağlıklı çözümler bulmak konusunu seçmiş olmalarından dolayı da değerli Yöneticileri kutlamayı kendime görev addediyorum. Ben konuşmamı, Kongrenin “Küresel Ekonomik ve İşsizlik Krizi Çalıştayı” nda oluşumuzu dikkate alarak krizin eko-nomik boyutu, etkileri ve ekonomik açıdan kalıcı çözüm aranması konusuna odaklamaya çalışacağım.

Hepinizin de hatırlayacağı üzere, küresel krizin ortaya çıkacağının ilk sinyallerinin alındığı, 2007 yılının Ha-ziran ayında bu krizin boyutunun, 200 milyar dolar civarında olacağı söylenirken, 6 ay sonra, 2008 yılına gi-rilirken bu rakamın 600 milyar doların altında olmayacağı yönünde tahminler yürütülmeye başlanmıştı. Krizin patladığı tarih olarak kabullenilen Eylül.2008 de ise, krizin boyutunun hiç de başlangıçta tahmin edildiği gibi küçük olmadığı, tam tersine krizin zannedilenden çok daha derin bir boyutunun olduğu anlaşılmıştı. Önce 2 trilyon dolar diye ifade edilen tahminlerin daha sonralarda en az sadece ABD açısından 6 trilyon dolar olabileceği görüşleri ortaya atılmıştır.

Özellikle, yine hepinizin bildiği üzere, ABD de önce dev finansal firmaların mali açıdan zora girmesi, hatta bat-ması, ardından reel sektör şirketlerinin üretim yapamamaya başlaması, şirketlerin milyar dolarla ifade edilen zarar açıklamaları bir anda piyasalarda önce düşüşe, ardından da çöküşe dönüşeceği paniğini yarattı. Bu gelişme sadece, ABD de değil, zamanla AB’de de sıkıntıların gündeme getirilmesine yol açtığında zaten artık tedbir alınması kaçınılmaz hale gelmişti.

Bu aşamada, krizin “sistemik risk” taşıdığı korkusu, bir anda kapitalist sistemin, ya da başka bir ifade ile serbest piyasa mekanizmasının bile tartışılmasına neden olduğunu, siz değerli katılımcıların hatırladığına eminim. Bugün ise, 2010 yılının sonuna yaklaşırken hiç kimsenin, ben dahil, krizin boyutunu hesaplayama-dığı gibi, ne zaman kesin sona ereceğini de tahmin edemediğini gözlemlediğimi söylesem yanlış söyleme-miş olurum diye düşünüyorum.

Lafı daha fazla uzatmadan, Dünya’nın çözüm aradığı bu denli büyük boyuttaki bir krizin ne türden bir kriz oldu-ğuna ilişkin tespit ve teşhislerin öncelikle ifadesinden yanayım. Bu çerçeve de olaya baktığımda hemen ifade etmeliyim ki, bu kriz;

Page 14: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 14 –

Tevfik ALTINOKHazine ve Dış Ticaret Eski Müsteşarı, Finans Kulüp Başkanı

• Küresel bir krizdir.

• Boyutuyadaderinliğibugünekadargörülenkrizlerleölçülemeyecekkadarbüyük ve derindir.

• İşinkötüsübulaşıcıdır.

• Bulaştığıekonomilerdeküçülme kaçınılmazdır.

• Şişirilmiş finansal balonlar birer birer patlamış, ya da patlatılmıştır.

• Yönetimlere,kurumvekurallarakarşıgüven kaybı tahminlerin çok üzerindedir.

• Servetlerin el değiştirmesi mukadder hale gelmiştir.

• Riskler artmıştır.

• İçerdevedışarıda gerçek kaynaklar azalmış, ancak karşılıksız basılan paralar nedeniyle tedavülde-ki rezerv para 5 trilyon doları aşmıştır.

• Ekonomiyekamu müdahalesi konuşulmaya hatta uygulamaya başlanmıştır.

• Maaleseföyleveyaböyle,teğettegeçseTürkiye’ ye bu krizin bulaşması önlenememiştir.

Tüm bu tespitlerin ardından, krizle yaşamayı neye benzetmek gerek diye de kendi kendime sorup duruyo-rum,

• Bazenkrizleyaşamakacabakanserle yaşamak gibi bir şey mi diyorum,

• Bazende,yoksa ayı ile yatıp kalkmak mı diye sorasım geliyor içimden.

Neye benzetirsem benzetiyim, sonunda bu benzetmelerin bir anlam taşımadığını da biliyorum. Çünkü, kim ne derse desin ancak krizin içine düşen, krizle yatıp kalmaya başlayan böyle bir krizin ne demek olduğunu biliyor demektir. Çünkü, krizi, işini kaybeden bir işçi veya kepenk kapatmak zorunda kalan bir tüccar veya iflas eden bir fabrika sahibi çok daha farklı hisseder. Tabir caiz ise, “ateş düştüğü yeri yakar”. Ne ben, ne tuzu kuru olan bir zengin, ne de Ankara bu acıyı bilemez.

O zaman sorulacak soru ortadadır: Ne yapalım? Bu tür küresel krizlerden ekonomik açıdan nasıl koru-nalım ve sağlıklı bir çözümü nasıl bulalım?

Bana göre, kamuda ekonomi kurmaylarının yapacağı işler bellidir:

• Bugünekadaruygulananekonomi programı değiştirilmek zorundadır.

Page 15: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 15 –

Tevfik ALTINOKHazine ve Dış Ticaret Eski Müsteşarı, Finans Kulüp Başkanı

• Enflasyonla mücadeledeki

- yüksek faiz / düşük kur politikası sona erdirilmek,

- bunun yerine üretime yönelik bir ekonomi politikası içeren

- yeni bir ekonomi programına geçilmesi

kaçınılmaz hale gelmiştir.

Olaya Şirketlerimiz veya Özel sektör yaklaşımı ile bakıldığında ise, bu tür kriz ortamlarında yapılmasını gerekenleri ise aşağıdaki başlıklar altında toparlamak mümkündür.

• Herşeydenöncepaniklememek gerekir.

• Üretimintemelöğeleriolan,sermaye-emek-toprak arasındaki paylaşımda birbirine kenetlenmek şarttır.

• Risk almaktan bu dönemde kaçınmak icap eder.

• Yine bu dönemde Şirketin büyümesi ertelenmek zorundadır.

• Hattabüyümeyibirkenarabırakıpkontrollü küçülmenin yolları aranmalıdır.

• Şirketineğerbozulmuşsafinansal yapısı öz kaynaklar artırılacak şekilde yeniden yapılandırılmalıdır.

• Stokaçalışmamak gerekir.

• Hesabınızı iyi bilmeniz, gerekirse her gün mali sonuçları gözden geçirmeyi adet haline getirmek icap eder.

• Alacakların arıtışına duyarlı olmak kadar, anlamsız harcamalardan da kaçınmak lazımdır.

Kısaca ifade etmem gerekirse, ekonomik açıdan ve Ülkemizi ilgilendiren boyutu ile bakıldığında temeldekiyapısal değişimleri, yani yapısal reformları gerçekleştirmeden krize sağlıklı ve kalıcı çözüm yollarını bulmak zordur. Paramızın aşırı değer kazanması, işsizlik, kamu maliyesinde disiplinin bozulması ve benzeri ekonomik sorunlar sonunda üreticiyi vuracaktır, katma değeri sıfırlayacaktır, cari işlem açığı büyüdükçe sürdürülemez hale gelecektir.

Bugün, ilk ortaya çıktığından farklı olarak etkisi ve baskısı daha az hissedilen küresel ekonomik kriz, eskilerde olduğu gibi nasıl olsa bir gün kesin olarak sona erecektir… Unutulmamalıdır ki, her derdin çaresi olduğu gibi her krizin de çaresi vardır ve önceki örneklerinde her seferinde bir çözüm yolu bulunmuştur. Yeter ki moraller bozulmasın, umutlar tükenmesin ve beklentiler kötüye yönelmesin…

Dikkatleriniz için teşekkürlerimi sunuyorum…

Page 16: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 16 –

Dr. İsmail BARIŞ SHÇEK Genel Müdürü

MEDENİYET vE SOSYAL DEvLET

Değerli Katılımcılar

Öncelikle Hepinizi En Kalbi Duygularımla,

Saygıyla, Sevgiyle Selamlıyorum.

II. Uluslararası Örnek Kıdemli Vatandaşlar Kongresi’nde sizlere “Medeniyetler İttifakı, Yerküremiz Üzerinde Bilgece/Hikmetle Yaşamak” konusunda bir tebliğ sunmaya çalışacağım.

Medeniyet kavramı dünya tarihinde her zaman dinamik bir şekilde gelişmiştir. Durağan olmayan yapısı ile dünya tarihine yön veren ve etkileyen bu kavram yüzlerce yıllık birikimin getirmiş olduğu etkileşimi ve gelişimi göstermektedir ve birlikte yaşamayı, ortak değerlere sahip olmayı ve bu değerleri korumayı bir amaç haline getirmiştir. Medeniyet, karşılıklı saygının, farklılıkların ve apayrı düşüncelerin ortak yaşam şeklinde bir fikrin etrafında toplanmasıdır. Bunun yanı sıra medeniyetlerin bir diğer yüzü de çatışmaların ve ayrışmaların yaşan-masıdır. Tarih boyunca çatışmaların temel sebebi medeniyetler arasında var olan farklılıkların keskinleşerek bir diğerine yaşama şansı bırakmak istememesi olmuştur. Temelinde saygı ve hoşgörü olması gereken medeniyet kavramı geçirdiği evrelerle birlikte farklı bir yöne doğru evirilmiştir.

Medeniyetler İttifakı projesinin öncüleri olan İspanya ve Türkiye ortak noktalara sahip iki ülke hatta uygarlık olarak görülmektedir. Endülüs döneminde İber Yarımadası’nda yaşanan süreç ile Anadolu Yarımadası’nda yüzlerde yıldır süregelen birlikte yaşama süreci bu iki ülkeyi Medeniyetler İttifakı projesinde misyon sahibi yapmıştır. Ortak kültürlerin tarihsel süreçte getirmiş olduğu birlikte yaşama düşüncesi ittifakın temel prensibi olmuştur. Farklılıklara saygı, kültürlere saygı ortak değerler olarak nitelendirilmektedir. Ortak kültürlerin tarihsel süreç içindeki buluşmalarını sağlayan ve onları dünden bugüne taşıyan en önemli aktarıcılar ve aktörler hiç kuşkusuz “İlleri Yaştaki Bireyler” yani büyüklerimizdir.

İnsanlık, ölümsüzlük sırrını arayan insanların veya toplumların öykülerini tarih boyunca dinlemiş ve dillendirmiş-tir. Yaşamın hızlı sürecini durdurabilmek ve yaşlanma olgusunu ötelemek veya tamamen ortadan kaldırmak için birçok insan umutla çabalamıştır. Binlerce yıllık insanlık tarihinin geldiği noktada yaşlanma süreci durduru-lamasa bile ortalama insan ömrünün giderek uzadığına şahit olunmaktayız.

Her insan için değişik mana ve önem ifade eden yaşlılık, hayatın çok özel bir dönemidir. Büyüklerimiz dün ile bugün arasında köprü kuran, kültürümüzü ve değerlerimizi yarınlara taşımamızı sağlayan en değerli varlıkları-

Page 17: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 17 –

Dr. İsmail BARIŞ SHÇEK Genel Müdürü

mızdır. Yaşlılık dönemi itibar gerektirmektedir bu aynı zamanda bir minnet borcudur. Büyüklerimizin toplumla bütünleşmesi, daha aktif olması ve yaşama bağlı kılınmaları gerekir.

Bir ömrün büyük kısmını topluma ve ülkeye hizmetle geçirmiş, tüm ülkelerin kalkınmışlık sürecinde yeni nesil-lere bıraktıkları eserlerle kıdemli vatandaşların başları ve ak saçlarında yükselmiştir. Bu yüzden onların omuzları çökmüş ve saçları bembeyazdır. İnsanların, yaşlandıkları ve bakıma muhtaç oldukları dönemde ömürlerinin sonuna kadar insan onuruna yakışır bir şekilde yaşam talep etme hakları vardır. Büyüklerimizin ailelerinden ve çocuklarından bu gerekli ilgi ve şefkati bir “hak” olarak almaları gerekir. Çeşitli nedenlerle bu haklarını alamayan büyüklerimize imkânlar ölçüsünde kamu tarafından bunun bir lütuf değil de insani bir “hak” olarak verilmesi gerekmektedir.

Sosyal devletin temelinde “ferdin huzur ve refahını gerçekleştiren ve teminat altına alan, kişi ve toplum arasın-da denge kuran” bir insani yaklaşım yer almaktadır. Bundan dolayı kamu imkânlarını halka hizmet etme aracı olarak gören hükümetler, bir sınıf ve kesimin değil, bütün vatandaşlarımızın refah ve mutluluğunu sağlayacak sosyal politikalar yürütmeyi ve bu bağlamda bakıma muhtaç yaşlılar için özel programlar oluşturmayı, zor du-rumdaki vatandaşlarımıza, terk edilmiş ve kimsesizlik duygusu yaşatmamayı hedeflemiştir.

Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, insanımızın değer yargıları arasında var olan yaşlıya sevgi, dayanışma ve saygı yaklaşımını, değişen toplum yapısı içinde ve bilimin ışığında profesyonelce hizmet alan-larına taşıyarak büyüklerimize götürülecek hizmetlerin kalitesini ve çeşitliliğini artırmaya yönelik çalışmalarını hep “daha iyiye doğru” götürmeyi sürdürmektedir. Kamunun sağladığı imkânlar ve sunduğu hizmetlerin her geçen gün daha mükemmel hale getirilmesini sağlamak öncelikli hedefimizdir. Sosyal hizmetler bünyesinde huzurevleri, yaşlı bakım ve rehabilitasyon merkezlerinin yanında yeni uygulamaya aldığı yaşlı evleri uygulamaları da mevcuttur. Bunun yanında özel teşebbüsler ve vakıflar bünyesinde yer alan huzurevleri de gün gittikçe bu alanda büyüklerimize daha iyi hizmetler vermeye başlamıştır.

Ancak devletimizin çalışmaları büyüklerimizin sorunlarının çözümü ve toplumda hak ettikleri yeri almaları konu-sunda tek başına yeterli değildir. Toplumda bu bilincin yerleşmesi, bugüne kadar olduğu gibi gönüllü kuruluş-larımızın ve yurttaşlarımızın katkıları ile büyüklerimize daha iyi yaşama koşullarını sağlayabiliriz. Büyüklerimize ve onların sorunlarına sahip çıkmak bir insanlık ve yurttaşlık görevimizdir.

Bizleri bugünlere ve geleceğe hazırlayan büyüklerimiz için hayatı kolaylaştırmak ve kimseye muhtaç olmadan yaşamalarını sağlamak devletten önce bizler yani kendi evlatlarının öncelikli görevleri arasında olmalıdır.

Page 18: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 18 –

Dr. İsmail BARIŞ SHÇEK Genel Müdürü

Bir milletin iki temel unsuru çocukları ve yaşlılarıdır. Birine geleceğimizi emanet ederken diğerinin tecrübe-lerinden yaralanıyor canlı tarihleri, yaşanmışlıkları ile geleceğimize onların “hikmetli” yol ve yöntemleri ile yön veriyoruz. Gönül isterdi ki milletimizin her bir ferdi başta da büyüklerimiz aile ortamında çocuklarının yanında yaşamını sürdürsün toplumdan soyutlanmasın kopmasın. Fakat şartlar bazen buna izin vermeyebiliyor ve va-tandaşlarımız şu veya bu sebeple kurum bakımına ihtiyaç duyuyor. İşte bizlerin görevi bu safhada en sağlıklı en huzurlu ortamı bu vatandaşlarımıza sağlamaktır.

Değerli Katılımcılar

Bugün ülkemizde ailelerin 2/3’ü çekirdek ailedir. Aile yapısındaki bu değişiklik yaşlının aile içindeki konumunda farklılık yaratmıştır. Oysa geleneksel toplumda büyüklere saygı gösterilir ve değer verilirdi ve yaşlı, ailede söz sahibiydi. Günümüzde ise yaşlı, ailede prestij sağlayan bir öge olmaktan çıkmakta ve kuşaklar arasında bir sorun halini almaktadır. Kırsal yörede yaşlıların büyük bir bölümünün tek sosyal güvencesi çocuklarıdır. Sosyal değişim sonunda çocukların aileden kopması bu güvenceyi sarsmakta ve yaşlıları ekonomik ve sosyal yönden önemli derecede etkilemektedir.

Büyüklerin varlığı bağlı olduğu ailenin temel direği, temel dirliğidir. Çocuklarımıza, büyüklerimize sevgi ve say-gıyı çok iyi anlatıp, aradaki köprüyü daha da sağlamlaştırmalıyız.

Toplumsal yaşamın temel kuralı karşılıklı sevgi ve saygıdır. Türk toplumu bu temel kural doğrultusunda, top-lumsal dayanışmayı yaşamın her evresinde dün olduğu gibi bugünde kendisine ilke edinmiştir. Büyüklere bugün gösterilecek sevgi ve saygı, gelecek kaygılarımızı azaltacak, hangi yaşta olursa olsun, tüm bireylerin yaşama güvenle bakmalarını sağlayacaktır. Unutmayalım ki hepimiz yarının yaşlılarıyız.

Değerli Katılımcılar

Toplumsal dayanışmanın önemli göstergelerinden birisi, yaşlıların karşılaşabileceği sorunların en aza indirilmesi ve bunların çözümüne ulaşabilme olanaklarının onlara sunulmasıdır.

Büyüklerimiz milletimizin onurudur. Onlara sahip çıkmak ve onlarla ilgilenmek tüm toplum bireylerinin vatan-daşlık görevidir. Büyüklerine sahip çıkan toplumlar, medeniyeti yakalamış toplumlardır. Ömrünün büyük bir kısmında topluma ve ülkesine hizmet vermiş olan büyüklerimizi, yaşlandıkları dönemde memnun etmek her evlat için gurur verici olmalıdır.

Page 19: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 19 –

Dr. İsmail BARIŞ SHÇEK Genel Müdürü

Mustafa Kemal ATATÜRK şöyle demiştir; “Bir milletin yaşlı vatandaşlarına ve emeklilerine karşı tutumu; o mille-tin yaşama kudretinin en önemli kıstasıdır. Geçmişte çok güçlüyken, tüm gücüyle çalışmış olanlara karşı minnet hissi duymayan bir milletin, geleceğe güvenle bakmaya hakkı yoktur.”

Hz. Peygamber, “Evlat, babasını köle olarak bulsa ve satın alıp azat etse; ancak o zaman hakkını ödemiş ola-bilir.” “Cennet annelerin ayakları altındadır” buyurarak anne ve baba haklarının ödenemeyecek kadar büyük olduğunu dile getirmiştir.

Hepimizin yaşlılara ilişkin farklı görüşlerinin olması doğaldır ancak ben sizlerle şimdi dünya medeniyetine kendi alanlarında büyük katkılar sunan birkaç bilge büyük insandan söz etmek istiyorum…

Kristof Kolomb Amerika’yı keşfe çıktığı ilk yolculuğunda 50 yaşını çoktan aşmış durumdaydı.

Pasteur kuduz aşısını bulduğunda 60 yaşındaydı.

Mimar Sinan, Süleymaniye camisini bitirdiğinde 70 yaşını geçmişti. Selimiye camisini tamamladığında ise yaşı 86 olmuştu.

Galileo, ayın günlük ve aylık çizimlerini yaparken 73 yaşındaydı.

Charlie Chaplin, 76 yaşında film yönetmenliği yaparak hala işinin başındaydı.

Eyüp Sultan 83 yaşında Arabistan’dan İstanbul’a büyük bir ideal için gelmişti.

Goethe, en büyük eseri Faust’u ölümünden bir yıl önce, yani 82 yaşında bitirmişti.

Nobel ödüllü Alman Doktor Albert Schweitzer 88 yaşına rağmen Afrika hastanelerinde durmaksızın çalışarak ameliyat yapıyordu.

Ressam Titian 99 yaşında hayata gözlerini yumdu. “Lepanto Savaşı” adlı ünlü tablosunu ölümünden bir yıl önce tamamladı.

Dört defa İngiltere başbakanı seçilen Gladstone, son kez göreve geldiğinde yaşı 83’tü.

Sonuç olarak, yaşlılık döneminin temel gereksinimleri olan barınma, bakım ve sosyal yaşam için, kişisel farklı-lıklar, sosyal ve ekonomik şartlar göz önüne alınarak çok sayıda alternatif yaşam modeli üretilmelidir. Yaşlıya mutlu olabileceği yaşam tarzını seçme hakkı sağlanmalıdır.

Uygarlığın temel taşlarını adım adım inşa eden yerküremizin bilge insanlarına mümkün oldukça “aile kurumu” içinde yaşamalarını huzur içinde geçirmelerini sağlamak her evladın en ulvi görevi olmalıdır.

Bu duygularla tüm büyüklerimize nice sağlıklı ve mutlu günler temenni ediyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Page 20: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 20 –

Dr. Jane BarrattIFa International Federation on ageing Genel Sekreteri

Nüfus Değişiklikleri soruNu

Yerli dilinde ‘yaşlı’ kelimesi “sezgi ve kavrama vergisi olan, aynı zamanda daha önceki kuşaklardan gelen ortak bilgileri aktarabilme becerisine sahip olan” ruhani önderler için kullanılır.

Tarihsel olarak ve pek çok geleneksel toplumda, yaşlı insanlar saygı, itibar, statü ve otoriteye dayanan ayrıcalıklı bir konuma sahip olmuşlardır. Ancak bugün yaşlı insanların haklarının nasıl korunabileceğine dair yapılan ‘tantana’ göstermektedir ki, bu temel insanî değerler ve içsel insan kapasitesinin gücü hayatın hızı, yaşan ve teknolojik gelişmelerin gerisinde kalmıştır.

Yeni bir çağ doğmuştur; demografinin sonuçlarının, sağlıklı ve faal bir şekilde yaşlanan bir toplum hedefine yanıt veren yaşla ilgili politikaların ötesine geçtiği ve yaşlı insanlar için sağlık ve sosyal bakım modellerinin kalitesinin de kronik bir şekilde düştüğü bir çağ. Günümüzde bilim adamları bazı demografik değişimlerinin, yani nüfusun yaşlanması ve kentleşmenin, salınım ve iklim değişikliği üzerindeki etkilerinden söz etmektedirler.

Amerika Birleşik Devletleri dünya nüfusunun 2050’de 9 milyarı geçeceğini öngörmektedir. Eylemin olduğu alan, yaşlı nüfustur. 60 yaş ve üstündeki iki milyardan fazla insanın (dünya nüfusunun %22’si) bugün yaşam düzenlemeleri, yerleşim, istihdam ve üreme gibi konularda verdikleri kararlar, gelecek nesillerin hayatlarını ve gezegenimizin yaşamını etkileyecektir. Nüfus büyüklüğü yaşlanma, kentleşme ve yayılmayla bağlantılıdır.

Kente akım ve bilim adamları, sosyologlar ve antropologların üstünde tartıştıkları küresel kentleşme oranı, karbon salınımlarıyla ilgili olarak olumsuz bir etki yaratmaktadır. Değişen aile yapısı, kültürel öğrenim, aile bakımı ve iklim değişikliği üstündeki etkiler nadiren ilişkilendirilmiştir.

Atmosferle ilgili araştırmalar yapan bilim adamları öngörülen kentleşme oranının, gelişmekte olan ülkelerde karbondioksit salınımını %25 arttırabileceğini bildirmektedir. O halde her Çin’de kentleşmedeki her %1’lik artış, 10 milyon kişinin kentlere göçü anlamına gelmektedir. Çin 2050 için %65 kentleşme hedefi belirlemiştir, ki bu kırsal alanda yaşayan 300 milyon kişinin kentlere yerleşeceği anlamına gelmektedir. Kentlerde yaşayanlarla ilişkili olarak meydana gelen ekonomik büyüme, kentli iş gücünün daha çok üretim ve tüketim tercihleri nedeniyle, doğrudan salınımlarıda artışa neden olmaktadır. Çin’de 2050’de nüfusun 450 milyondan fazlası 60 yaş ve üstünde olacaktır. Göçün değişen aile yapısı, aile bakımı, kültürel kimlik ve kuşaksal etkiler üzerinde yaratacağı değişiklikler de öngörülememektedir.

Page 21: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 21 –

Dr. Jane BarrattIFa International Federation on ageing Genel Sekreteri

Bilim adamları daha yavaş nüfus büyümesinin ve nüfusun yaşlanmasının salınımları bazı sanayileşmiş ülkelerde %20 oranında düşürebileceğini de ileri sürmektedir. Nüfusun yaşlanması ve Avrupa’daki sınırlı büyüme, birçok hükümet için bir endişe kaynağı ve aşılması gereken bir sıkıntıdır. Örneğin Fransa’daki doğurganlık oranı bir kadın için 2 kadına ulaşmıştır ve Avrupa’daki en yüksek oranlardan biridir; erkekler için ortalama yaşam süresi 77, 8, kadınlar içinde 84, 5’tir. 2008’de kentsel nüfus, nüfusun tamamında %77’ye ulaşmıştır ve kentleşme oranı da yıllık %0, 8’dir.

Daha yaşlı nüfuslar, daha düşük iş gücü katılımıyla ilişkilendirilmektedir ve üretimdeki yavaşlama da daha düşük ekonomik büyümeyle sonuçlanmaktadır. Bu sav, istihdamdaki geleneksel çizgiye bağlıdır - 2010’da Fransız Hükümeti emeklilik yaşının yükseltilmesi için bir kanun çıkartmıştır, ki bu da nüfusun %80’i tarafından tepki gören bir karar olmuştur.

Demografi önümüzdeki yıllarda sera gazı salınımlarını etkileyecektir. Kentleşme özellikle Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ülkeler için önemli olacaksa da, sanayileşmiş ülkelerdeki temel sorun nüfusun yaşlanması olacaktır.

Kuşaklararası bilginin aktarılmasında “bizlerin” ne dereceye kadar katıkı sağlayabileceğimizden ve çevresel koşulların daha yaşlı nüfus için sosyal ve ekonomik olanaklar üstündeki etkilerinde artık pek de emin değiliz.

Page 22: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 22 –

Refik BAYDURTİSK Eski Genel Başkanı

Kültür ve Yenİ DünYa Düzenİ

Turyak tarafından düzenlenen bu uluslararası kongrede benimde görüşlerimin alınmasından mutluluk duy-uyor ve organizasyona emek verip katkıda bulunan tüm yabancı ve yerli konuklarımıza teşekkür ediyor ve saygılar sunuyorum.

Değerli dostlar,

İhtiyar dünyamızda işsizliği artıran sebepleri şöylece sıralayabiliriz;

1. Hızlı nüfus artışı; Nüfus kontrolüne sahip olamayan memleket işsizliği önleyemez.

2. Teknolojik gelişme; Teknoloji geliştikçe işsizlik artacaktır. Bunu mutlaka düşünmeliyiz.

3. Kırsal alandan şehre göç; Tarım reformu yapılmadıkça, kırsal alandan göç önlenemez. Ancak bu güne ka-dar yapılamayan zor bir iştir.

4. Teknik eğitim noksanlığı; Diplomalı işsizler yaratmaktan başka bir işe yaramaz.

5. Katı yasa hükümleri; Yasalar esnek ve istihdama açık olmalıdır.

6. İşbaşı eğitimine önem verilmemesi; Teknik eğitim işbaşında yapılmalı ve tecrübeli teknik yöneticilerle ve işletme ile ortaklaşa yapılmalıdır.

7. Sanayi kuruluşlarının dağınıklığı; Organize sanayi bölgeleri teşvik edilmelidir.

Son yıllarda tüm dünyada öncelikle “Küresel ekonomik kriz”, hemen arkasından hızla artan “işsizlik” sorununu gündeme getirmiştir. Şüphesiz işsizlik sorunu güçlü ve korkulacak bir sosyal sorundur.

İşsizlik gençlerde ideolojik sapmalardan, bağımlılık ve teröre kadar değişik yönlerle kişiyi, aileyi, memleketi ve tüm insanlığı olumsuz etkilemektedir.

Küresel kriz, istihdamı da ulusal çaptan çıkarıp, küresel çözümlere ihtiyaç duymaya başlamıştır.

Böylece olayın boyutları, ulusal ekonomik boyutları aşarak, dünya çapında işbirliğini öngörmektedir. Özellikle nüfus artışı yüksek ve gelişmekte olan devletlerdeki artan işsizlik, gelişmiş ekonomileri rahatsız etmektedir.

Page 23: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 23 –

Refik BAYDURTİSK Eski Genel Başkanı

Böylece birinci cihan harbinden buyana uyuyan bağnaz milliyetçilik, yeniden gündeme oturmuştur. Yani işsiz kalan işçiler, yabancı işçilere karşı direnişe geçmektedirler.

Bu konuda genel yayın ve öneriler dışında, OECD, İMF, Dünya Bankası ve ILO hiçbir kesin çözüm getireme-mişlerdir. Çünkü, bu kuruluşlar ağaların emrindedir. Bu önlenemeyen işsizlik artışı, dostlar arasındaki ilişkileri de olumsuz etkilemektedir. Bu durum yeni bir sıcak savaşı gündeme getirmiş ve dünya pastadan büyük pay almak için didişen gelişmelerin yarattığı savaş ekonomisini hızlandırmıştır.

Bu yeni savaş düzeninin hedefi krizi ve onunla bağlantılı işsizliği artırmadan yaşamaktır.

Bu yeni durum ülkeler arası sürtüşme ve suçlamaları artırırken, korumacılığın yükselmesini insani ilişkileri ve acımasız uygulamaları gündeme getirmiştir. Bu gelişme, dünyanın önce gelişmiş ülkeler ve yükselen piyasalar arasında paylaşılmasını sağlamış ve eski dostluklar yerini, güçlü bloklara terk etmeye başlamıştır.

Artık her türlü rekabet ve silahın mubah olduğu bir devir yaşanmaktadır.

Düşük kur politikası, düşük işçilik, düşük maliyet ve acımasız rekabet savaşı, gittikçe hızlanmakta, teknoloji gelişmekte, emek ihtiyacı azalmaktadır.

Bugün gelinen nokta açık olarak, daha çok ihracat, daha fazla milli gelir, azalan işsizlik, ülkelerin temel hedefleri arasında yer almaktadır.

Bu durum korumacılığı artırmış ve karşılıklı suçlamalarla küresel dengesizlikler derinleşmeye başlamıştır.

Sayın konuklar,

Ülkemiz küresel krizden, hem büyüme, hemde işsizlik yönünden etkilenen ülkelerden biridir. Yine ülkemiz bu olumsuzluk ve küresel krizi en az zararla ve en kısa zamanda üzerinden atabilmektedir.

Bu krizden az zararla çıkışın başında, siyasi istikrar ve kararlı uygulamalar gelmektedir. Ancak olay, bu ka-darla bitmeyecek, bundan sonra ekonomik istikrar, yatırım ve üretim, katı yasa hükümleri, işletmeleri boğan bürokratik ve yapısal engeller, akla uygun şekilde yumuşatılarak asgariye indirilmektedir. Dünya ve Türkiye için gelecek, pürüzsüz ve toz pembe değildir.

Devletler kişisel ve toplumsal deneyimlerle sivil toplum örgütlerinden yararlanmalı. Onlarda boş laf yerine ciddi projeler gündeme koymalıdırlar.

Page 24: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 24 –

Refik BAYDURTİSK Eski Genel Başkanı

Değerli dinleyenler,

Türkiye’miz başarı merdivenini nefesi kesilmeden tırmanan ender devletlerden biridir. Biz bu basamakları tır-manırken, iç ve gereksiz tartışmalı ve ideolojik, bağnaz eğilimler yerine, geleceğimize güvenle bakıp, birbirimizi olduğu gibi kabul edip, yol almalıyız. Bu öneri hepimiz için geçerlidir. Hiçbir memleket siyasi başarıları, çarpık ideolojilere feda etmemelidir.

Kadın başını örtmeli mi, açmalı mı, etek kısa mı olmalı, uzun mu olmalı, içki içilsin mi, içilmesin mi, bu sonuçsuz tartışmalar, un çuvalına tokat atmaya benzer, çünkü hiçbir yararlı sonuç sağlamaz.

Tüm dünya milletlerinin arzu edilen ve insanca yaşam düzeyine ulaşmak için, “ekonomi ve işsizlik” alanında açılıma gitmesi şarttır…

Devletler, kısa vadeli sermaye hareketlerine bağlı; cari açık finansman modeli ve dış ticaretinde karşılaştığı so-runlarla, gelecekten fazla ümit bekleyemezler.

Türkiye’miz içinde işsizlik, yapısal bir sorundur. Bu sorun krizin başlayıp geliştiği yıllarda, % 14’lere kadar yük-selmiş ama 2010 yılından itibaren azalarak eski yıllara yaklaşmıştır.

Türkiye’miz ileriye doğru üç temel hedefe ulaşmak gayreti içindedir. Bunlar;

1. Yeni bir sanayileşme stratejisi uygulamak,

2. Tarım ve hayvancılığı geliştirmek,

3. İstihdamı artırmak için, esnekliği artırarak uygulamak,

Ülkemizde “Ulusal istihdam stratejisi” başlatılmış ve yürütülmektedir.

Türkiye’mizin sanayi stratejisi şu hedefleri yakalamalıdır.

1. İstihdam katılığı azaltılmalıdır. OECD, 2008 yılı verilerinde Türkiye hızla gelişen 39 ülke içinde en katı istih-damla, (3.46 puan ) baştadır. Bu endekste ABD 0.85 puandadır.

2. Dünyada en ağır kıdem tazminatı Türkiye’dedir. OECD ve ILO esnek çalışmayı teşvik ederken, bizde bu çalışma sistemi oldukça kısıtlanmıştır.

3. Bizde AB’li olma özentisi, ne işçiye ne de işletmeye yararlı olmayacak hükümler içermektedir.

4. Milli Eğitim uygulamalarımız sadece diplomalı işsizler yetiştirmektedir.

Page 25: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 25 –

Refik BAYDURTİSK Eski Genel Başkanı

5. Mesleki eğitime önem vermek ve destek olmak zorundayız.

6. İşbaşı eğitim geliştirilmeli ve işletmelere sivil toplum örgütleriyle inilmelidir.

7. Mesleki eğitim organize sanayi bölgelerinde geliştirilmeli, özellikle ihtisas sanayi bölgelerinde özenle yürü-tülmelidir.

8. Mesleki yeterlilik ve sertifikasyon sistemi hızla sonuçlandırılmalı ve bu konuda birleşebilmiş sosyal sivil top-lum örgütleri teşvik edilmelidir.

9. Mesleki eğitim ve işbaşı eğitimi konusunda da hep beraber uygulayıp başarılı olabileceğimiz basit birkaç öneri ile sözlerime son vermek istiyorum.

Teknik eğitim işletmeden kopuk yapılamaz. Bu dört temel şarta bağlıdır.

1. Donanım

2. program

3. Eğitmen

4. Hedef

1. Donanım: Alet, edevat ve makineler devşirme yerine en son tekniği kapsamalıdır.

2. Program: Milli Eğitimin klasik ve alışılmış programları yerine, fabrikaların ihtiyacı ile paralel programlar uygu-lanmalıdır.

3. Eğitmen: Bu konuda alışılmış diplomalı eğiticiler yanında, fabrikalarda fiilen üretime karışmış, halen faal veya emekli olmuş pratik eğiticiler de görev almalı ve yetkili olmalıdırlar.

4. Hedef: Öğrenci her şeyi bilen değil, bir şeyi çok iyi bilen, verimlilik ve kaliteyi hedefleyen bir eğitime tabi tu-tulmalıdır.

Bana bu imkanı verdikleri için, Turyak’a teşekkür eder, beni dinlediğiniz için sizlere teşekkür ve saygılarımı sunarım.

Page 26: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 26 –

Ali BULAÇGazeteci - Yazar

Küresel eKonomiK Kriz

Küresel kriz

Sözlerime başlamadan evvel, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Yaşanan küresel ekonomik krizin önümüze koyduğu temel gerçekleri üç noktada toplamak mümkündür:

1. Bu kriz küreseldir, sosyo-ekonomik yönüyle merkez üssü  ABD’dir, felsefi ve entelektüel yönüyle merkez üssü Avrupa’dır.

2. Bu modernliğin bizzat içine girdiği bir krizdir.

3. Yeni bir beşeri hareketliliği anlamlandırmakta içine düşülen acizliğin krizidir. Şu anda yer küresi derin, yeni bir beşeri hareketlilik hali yaşamaktadır. Bunu modern dünya anlamlandırmakta güçlük çekmektedir.

Hatırlanacağı üzere 2 Ekim 2008 günü, AB ülkeleri Fransa Cumhurbaşkanlığı sarayında toplandılar. Bu toplantı sonunda ekonomik krizi aşmak için, Almanya 470 milyar dolar, Fransa 360 milyar dolar, İspanya 100 milyar dolar, İngiltere 39 milyar dolar, Avusturya 85 milyar dolar piyasaya pompalama kararını aldı.  Daha önce Oba-ma da seçildikten sonra piyasaya 825 milyar dolar aktaracağını söylemişti, dediğini de yaptı. Bu yaklaşık iki tril-yon dolar ediyordu, sonraları bu miktar 3.5 trilyona ulaştı. Şu anda ipin ucu kaçmış durumda, bir görüşe göre dünyanın toplam gayrı safi hasılatının 1/6’sı devletler tarafından piyasalara pompalanmış bulunuyor. Piyasaları kamu paralarıyla destekleme işlemlerinin nerede duracağı kestirilemiyor. Öngörülmeyen yeni mikro krizler yeni tedbirler almayı gerektiriyor. Yunanistan’ın ekonomik yönden çökme noktasına gelmesi, AB ülkelerini yeni tedbirler almaya zorladı. İspanya, Portekiz, İrlanda ve hatta İtalya’da da tehlike çanlarının çalacağından derin kaygı duyuluyor.

Barack Obama 825 milyar dolardan 275 milyarın yoksul kesimlere dağıtılacağını, küçük ve orta bütçeli firma-lara işçi çıkarmamaları için destek olunacağını, 550 milyar doların da kamusal harcamalar, temiz enerji, eğitim, altyapı ve memur alımında kullanılacağını söylemişti. Amerika’nın açıkladığı ikinci önemli tedbir ise; Dünya Bankası, IMF ve Ticaret Örgütü’nü reformdan geçirmekti. Obama’nın açıkladığı tedbirin üçüncü ayağı, yoksul ve gelişmekte olan ülkelerle işbirliğini öngörmekteydi.

Page 27: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 27 –

Ali BULAÇGazeteci - Yazar

Burada dikkatimizi çeken önemli nokta, eğitim ve sağlık alanında devlet merkezli bir müdahalenin, piyasa yanında, gündeme gelmiş olmasıydı. Kısaca ekonomik krizde devlet açıkça piyasaya müdahale etmektedir. Halbuki ABD ve liberalizmin ana yurdu AB’yi de tarih sahnesine çıkaran üç önemli değerden biri serbest piyasa ekonomisidir. Her iki havzada da piyasaya devlet çok önemli miktarda para aktarmaktadır. Amerika’da sağlık harcamalarına katılmak istemeyen çevreler Obama aleyhinde büyük bir kampanya başlattılar. İlk aşamada Obama ‘başarılı’ olduysa da, söz konusu tepki ve itirazların politik olmaktan çıkıp zamanla epistemik ve siste-mik temellere yönelmeye başladı, Obama bunun acısını Ekim-2010 seçimlerinde tattı.

Yakın vadede herkesin sorduğu sual şu:

Acaba bu “piyasa dışı” tedbirler -ki tamamı liberal ekonominin söylem düzeyindeki temel varsayımlarına aykı-rıdır- içinden geçmekte olduğumuz ekonomik krizin aşılmasına yetecek mi?

Bu elbette önemli bir soru.

İki açıdan bu tedbirlerin söz konusu krizin aşılmasına yetmeyeceğini düşünüyorum.

İlkin, tedbirler palyatifter, krizin gerçek kaynaklarına inilmemektedir.

İkincisi piyasaya pompalanan para, her ne kadar yoksul kesimlere aktarılacak gibi görünüyorsa da, belli me-kanizmalar, farklı enstrümanlar kullanılarak tekrar krize sebep olan zenginlerin -kapitalist ağa babalırının- ka-sasına akacaktır.

Bunu bize söyleten iki sebep var:

a) Liberalizmin tarihin sahnesinden bütün temel varsayımlarıyla çekilmekte olduğunu gösteren önemli belirtiler söz konusu. 

b) Fukuyama, Sovyet sisteminin çökmesinden sonra felsefenin  sonuna geldiğimizi, liberal demokrasiden ve liberal kapitalizmden başka herhangi bir alternatifin kalmadığını ilan etmişti. Şimdi felsefenin sonu ilan edilmek-tedir; yani aslında çöken Batı’nın son sözüdür. Batı istediği kadar örtbas etmeye çalışsın, bu krize yol açan önemli sebeplerden biri, ABD’nin Afganistan’ı ve Irak’ı işgal etmiş olmasıdır. 2006 yılında yapılan bir hesaba göre, ABD’nin Irak işgali 2 trilyon dolara  patlayacaktı; ABD ve İngiltere’nin Irak petrollerinden elde edeceği gelir de 2 trilyon dolar civarındaydı. Hesap başa baştı; ama bu miktar arttı. Sonraları üç trilyon doları da aştığı öne sürüldü.

Page 28: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 28 –

Ali BULAÇGazeteci - Yazar

Yani hesap şaşmış, yanlış hesap Bağdat’tan dönmüştür. İlk maliyet hesabına göre düşünecek olursak dahi, ABD işgale iki trilyon dolar harcayacak, Irak’tan götürdü petrollerden elde ettiği gelir de iki trilyon olacaktı. Diye-ceksiniz ki, ABD’nin kazancı ne oldu? Bu sizin bu soruyu nereden sorduğunuza bağlıdır. Çünkü işgalin askeri hazırlıklarına ayrılan iki trilyon dolar, ABD halkının cebinden, vergi mükelleflerinden toplandı. Fakat Irak petrol-lerinden elde edilen iki trilyon dolar, petrol şirketlerinin, silah şirketlerinin ve lobilerin cebine girdi. Bu aslında şu anki ekonomik krizin önemli sebeplerinden birisidir.

Krizin doğru teşhisi

Borsa sihirbazı Soros’a göre “Bu krizin dibi görünmüyor. Eskiden krizler “U” şeklinde cereyan ederdi, bir kriz başlayıp dibe vurur sonra da yukarı çıkardı. Şimdi bu kriz “L” şeklinde cereyan ediyor. Krizin hem dibini göremi-yoruz,  hem de aynı şekilde devam ediyor.”  Soros, ayrıca bu krizin 1929 krizinden çok daha yıkıcı olduğunun söylemektedir. Soros, “Reagan ve Teacher zamanında dünyaya empoze edilen liberal ekonomi sona eriyor. Bu kriz sadece ekonomik değil köklü siyasal sonuçları olacak da bir krizdir” diyor.

Bu bize neyi anlatıyor? Şu hususların altını çizmemiz gerekir.

1. Bu kriz küreseldir, sosyo-ekonomik üssü ABD’dir, felsefi ve entelektüel üssü Avrupa’dır.

2. Bu modernliğin bizzat içine girdiği bir krizdir.

3. Yeni bir beşeri hareketliliği anlamlandıramamanın krizidir. Şu anda yerküresi derin, yeni bir beşeri hareketlilik hali yaşamaktadır ve bunu modern dünya anlamlandıramamaktadır.

Üçüncü büyük beşeri hareketin ne anlama geldiği konusunda henüz sosyal bilimciler arasında yeterli bir vuzuh sağlanabilmiş değil. Bu güne kadar dünyada üç büyük beşeri hareket görülmüştür. Bunlardan biri göçebelik-ten yerleşik hayata geçişimizdir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) hicretle (M. 622) beraber, sonra Hz. Ömer onun politikasını takip ederek bedevileri, yani konargöçerleri yerleştirme politikası takip ettiler. Bunun bizim tarihimiz-de büyük sancıları oldu. İkinci büyük beşeri hareket, sanayi devrimiyle başladı. Bu da kırlardan ve köylerden kentlere doğru olan bir hareketti.

Şimdiyse 21. yüzyılın geldiğimiz şu noktasında kentlerin varoşlarından kentlerin merkezine doğru bir hareket gözlenmektedir. Modernizasyon, sanayi politikalarının temerküz etmesi, tarımın küçültülmesi, ekolojik fela-

Page 29: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 29 –

Ali BULAÇGazeteci - Yazar

ketlerin peş peşe yaşanması, doğudan Batı’ya doğru göçlerin artması, siyasi suçların artması ve savaşlar; bu üçüncü hareketi tetiklemektedir. Mesela ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra 4,5 milyon Iraklı yurt dışına göçmek zorunda kaldı. 2 milyon kişi de kendi ülkelerinde göçmen durumuna düştü. Bosna’da onbinlerce Boşnak hala evlerine dönebilmiş değil. Çeçenistan’da savaş nedeniyle 400 bin Çeçen, Azerbaycan’da Karadağ savaşında 1 milyon kişi yer değiştirdi. Afganistan’da 4 milyon 100 bin, Sudan’da 700 bin Eritreli muhacir konuma düştü.

2008 yılında BM’nin Nüfus Dairesi’nin verdiği bilgilere göre, dünya nüfusu 2013 yılında 7 milyara baliğ olacak. Hergün düzenli bir biçimde 200 bin kişi kentlere taşınıyor. 2008 yılında dünya nüfusunun %50’si kentlerde ya-şıyordu. Orta gelecekte Çin Halk Cumhuriyeti ve Hindistan, dünya nüfusunun %40’ını teşkil edecek durumda bulunuyor. Kentlere doğru ve kentlerde kentlerin merkezine doğru akan bu nüfus önümüze şu problemleri çıkarıyor.

1. Gelir bölüşümündeki adaletsizlikler yüzünden kavgalar hızlanarak artacaktır.

2. Etnik çatışmaların derinleşerek yayılması beklenmektedir.

3. Marjinal hareketler giderek önem kazanmakta ve marjinal grupların genel toplumsal ahlaka karşıt konumda kilit noktaları ele geçirdikleri gözlenmektedir.

4. Bütün kentlerin kalbinde şiddet potansiyeli artacaktır. Ancak şiddet tek boyutlu ve öngörülebilir mahiyette olmayıp yeni formlar kazanmaktadır.

Aslında içine girdiğimiz bu kriz, her ne kadar ekonomik boyutlu gibi görünse de temelinde sosyo-politik ve demografik bir alt yapı sorunu yatmaktadır. Üç katman düşünecek olursak, görünür üst katmanda ekonomi, alt katmanda sosyo-politik ve demografik sorunlar, dip katmanda ise ahlaki, ontolojik ve epistemelojik kaos yatmaktadır. Yani aslında kriz genel mahiyette varoluşsaldır ve bir uygarlığın içine düşüp bütün yeryüzünü et-kilediği sari bir hastalık halini almış bulunmaktadır. 

Sosyo- politik katmanı geçip biraz daha epistemolojik, biraz daha insanın varlık yapısı ile ilgili alana geldiğimiz zaman, derin ve yabancılaştırıcı bir sürecin bütün hızıyla devam ettiğini müşahede edebiliriz. Zamanın bu dili-minde varlıkta insan anlam kaybına uğramış bulunmaktadır. İnsan varlıkta amaçsız ve güvensiz yaşıyor, insan epistemolojik olarak merkezden kopmuş bulunuyor. Modernlik, insana özgürlük, güven ve refah sağlayacaktı, bu onun vaadiydi; üç vaadini de yerine getiremedi. Ahlaki açıdan mihverinden sapmış bulunmaktadır. Sosyo-politik olarak insan derin bir kaosun içine sürüklenmiş bulunuyor.

Page 30: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 30 –

Ali BULAÇGazeteci - Yazar

Bunun önemli sebeplerinden biri, “büyüme”nin hala başat ideoloji konumunda bulunmasıdır. Halbuki geldiği-miz noktada büyümenin bizatihi kendisi, maddi ve fiziki sınırlarına gelip dayanmış bulunmaktadır. Yeryüzünün daha fazla maddi ve fiziki olarak büyümesi mümkün değildir. Daha çok büyüme, daha çok kaynak tüketimi ve kent nüfusuna yol açıyor. Daha çok kaynak tüketimi ve nüfus da daha çok büyümeyi gerektiriyor. Bu beşerin içine girdiği fasit dairedir. İnsan bu fasit dairenin içinden çıkamıyor.  

Bu gidiş nereye?

Küresel düzeyde seyreden ekonomik krizi doğru teşhis etmenin yolu, Batı dünyası tarafından formüle edilen iktisadın modern tanımında ve algısında yatmaktadır. Modern iktisadın kimi zaman teorik kimi zaman zımnen üzerinde görüş birliğine varılan tanımını şu şekilde ifade etmek mümkün: “İktisat insanın sınırsız ihtiyaçla-rıyla tabiatın sınırlı kaynakları arasında denge kurma bilimidir”. Bu tanımda temel alınıp kendisine yönelinen gaye, dengedir. Arapça bir kelime olan “iktisad”ın anlamı da orta yol, denge noktasıdır. İmam Gazali’nin Ehl-i Sünnet’in inanç esaslarını belirlemeye çalıştığı meşhur kitabına “El İktisat fi’l-i’tikad” ismini koyması boşuna değildir. Gazali, “iktisad” kelimesini orta yol, itidal, denge manasında kullanmıştır.

Ancak bu, modern Batının aynı kelimeyi aynı anlamda kullandığı anlamına gelmiyor. Her ne kadar yönelinen gaye “denge” ise de, aralarında dengeli irtibat kurulmak istenen ana unsurlar arasında muazzam bir paradoks ve mahiyet farkı var: Sınırlı tabiat kaynakları ve sınırsız insan ihtiyaçları.

İlk yapmamız gereken itiraz, önermelerin yanlış kurulmasına yönelik olmalıdır: İnsanın ihtiyaçları sınırlıdır, sınır-sız olan insan arzularıdır. Modern iktisat, “ihtiyaç” kavramı yerine “arzuları” ikame etmekte, arkasından arzuları tahrik edip kışkırtmaktadır. Tabiatın maddi kaynakları ise buna yetmemektedir. Maddi kaynaklar yetmediği gibi adil bir şekilde paylaşılmamaktadır. Bu kendi içinde büyük bir çatışma potansiyeli taşımaktadır. O halde iktisa-dın bizatihi kendisini sorgulamamız gerekmektedir.  

Şu soru önemlidir: Bilim arzularla kaynaklar arasında mı, yoksa ihtiyaçlarla kaynaklar arasında mı denge kur-malıdır? Elbette dengenin hedefi, “maddi kaynaklar” ile “ihtiyaçlar” arasında olmalıdır. Çünkü arzular sınırsız, ihtiyaçlar (haciyat) ise sınırlıdır.

Bizi yanılgıya götüren ikinci nokta, BM’nin Brezilya’da toplanan küresel zirvede “sürdürülebilir kalkınma”dan söz etmesiydi. Genellikle kalkınma ideolojisinin, dünyayı fiziki sınırlarına getirdiği kabul edilir. Denetimsiz ve

Page 31: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 31 –

Ali BULAÇGazeteci - Yazar

limitsiz kalkınma mümkün değildir, gelip fiziksel sınırları (çevre ve ekolojik dengenin tahribi) zorlamaktadır. Bu durumda “sürdürülebilir kalkınma” yolunu tutmak gerekir, diye düşünülmektedir.

Belirtmek gerekir ki, “sürdürülebilir kalkınma”, kontrolsüz kalkınmaya giydirilmiş gözalıcı bir kılıftır. Kalkınmanın bizatihi kendisini sorgulamadan “denetimsiz veya sürdürülebilir” olanı hakkında doğru bir fikre sahip olunamaz. Kalkınma bir ideolojidir ve politikadır. Liberal iktisatçıların iddia ettiklerinin aksine, teknik ve ekonomik bir olay ve süreç değildir.

Deneysel olarak ortaya çıkan hakikat bize şunu telkin etmektedir: Kalkınma ideolojisi ne mümkündür ne de sahicidir. Mesela 302 milyon nüfusa sahip ABD’de trafikte seyrüsefer halinde, 500 milyonun üstünde motorlu taşıt bulunmaktadır.  Çin bir milyar üç yüz milyon, Hindistan da bir milyar nüfusa sahip olduğunu düşünelim. Kişi başına -ABD’de olduğu gibi- her birinin iki araba kullansın, 2 milyar 600 milyon araba eder. Buna şimdiler-de kalkınmakta olan Kore, Brezilya, Endonezya’yı ve diğer ülkeleri de katalım. Böylesine kalkınmış bir dünyada yeryüzündeki canlı hayat bir haftada stop eder. Ama biz Çinlileri ve diğerlerini Amerikalılar ya da Almanlar gibi araba kullanmaktan vazgeçiremeyiz. Çünkü onlar da Amerikalılar gibi araba kullanma “hakkı”na sahiptirler. Çin şu anda iktisadi hayata aktif olarak müdahil olmuştur, hızlı bir büyüme gösteriyor; fakat Çinliler tüketmiyor. Sa-dece üretip satıyorlar. Günün birinde onlar da tüketiciler olarak sahneye çıktıklarında gezegenin içine düşeceği durumu şimdiden düşünebiliriz. Ve bu kalkınma ile elde edilen maddi zenginlik ve refah, Batı toplumlarına nasıl sahici bir mutluluk, sükun ve huzur kazandırmışsa, diğerlerine de aynısını kazandıracak, daha doğrusu onlara kaybettirecektir.  

Bu büyüme modeli

1) Artık tahammül sınırlarını aşan eşitsizliklere yol açmaktadır. Ülkeler, bölgeler ve sınıflar arasında derin eşit-sizliklere yol açmakta,

2) Ekolojik dengeyi derinden sarsmakta, çevreyi yaşanamaz hale getirmekte,

3) Her geçen gün daha büyük sosyal çalkantılara, iç savaşlara, çatışmalara ve yoksullaşmaya sebep olmak-tadır.

Bugün dünya nüfusunun yüzde 17’si dünya nüfusunun yüzde 80’nini kontrol etmektedir. Bunun da kısmi azamisini nüfusun yüzde 2’lik küçücük zümresi teşkil etmektedir. Yakın gelecekte, dünya nüfusunda her 10 insandan sadece biri refah içinde yaşayabilecektir.  

Page 32: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 32 –

Ali BULAÇGazeteci - Yazar

Çıkış yolu

Pekiyi,o zaman şu soruyu cesaretle sorabilmeliyiz: Dünya nereye gidiyor?

Bir hareket halinde olduğumuz açık. Hareketin yöneldiği hedef nedir? Sorun hareketin kendisinde değil, ma-hiyetinde ve yönelimindedir. Hareketi insanın alacağı tavırla ya iyi hale çevirebilir ya da kendi kıyametimizi kaçınılmaz hale getirebiliriz. Bu sorunun merkezinde “insan” faktörü yatmaktadır. Allah bize, varlığı musahhar kıldı, yani istifademize sundu. Bunun bir hikmeti ve gayesi var. Biz eğer sebeb-i hikmetine uygun olarak varlığı algılamakta ve üzerinde tasarrufta bulunmakta temel bir hata yapacak olursak, bunun maliyeti bizim tür olarak fiziki varlığımızı aşan boyutlara ulaşır. Sufilerin dediği gibi, “İnsan bozulursa kainat da bozulur; insan ıslah olursa kainat da ıslah olur.”

Burada cevabını aramamız gereken üç soru vardır.

1) Tür olarak adeta narkoz almış gibi bilincimizi uyuşturduğumuz sözkonusu maddi-ekonomik büyümeyi nasıl kontrol edebiliriz? Yazık ki insanlar “nasıl daha çok büyüyebiliriz” diye zihinlerini meşgul ediyorlar. Bu yanlış bir okumadır. Söz konusu yanlış okumaya bağlı olarak siyasi ideolojilerini “daha çok kalkınma” üzerine oturtuyor-lar.

2) Nasıl bir arada yaşayabilir, bir arada yaşamanın şartlarını nasıl oluşturabiliriz? Bir arada yaşamanın önşartı, “öteki”nin öteki kabul edilmesi, ama şeytanın yerine ikame edilmeden “ötekileştirilmemesi”nden geçer. Bu tamamen bizim algılarımızın yaratılış, Adem’in önünde secde etmeyen Şeytan ve insanın Allah ile Şeytan ara-sındaki temel tercihlerinin bilincinde olmasıyla ilgili kelami bir meseledir. Sosyal, ekonomik ve politik olarak bir arada yaşamak için adaletin tesisi zaruridir. Ancak soru şudur: Adaletin hakiki formlarını nerede bulacağız? Özgürlük, ahlak ve insanın yaratılış hikmeti nedir? Bunların cevabını bulmadıkça nasıl bir arada yaşayacağız, sorusunun cevabını da bulamayız.

3) Nefsimizi, aşırılaştırılmış isteklerimizi nasıl kontrol edebiliriz?  Bu en önemli sorudur. Liberal kapitalizm dedi-ğimiz şey, nefsin bütün isteklerini kışkırtan, onun doyumsuz arzularını ayakta ve diri tutan bir sistemdir ki bunun dinamiği de zaafı da aynı noktada toplanmaktadır. Bu da, sıklıkla dile getirdiğimiz “büyüme” ideolojisidir. Sistem büyüdükçe güçleniyor, büyüme durdukça zaafa uğruyor. Büyümeyi sağlayan gerçek dinamizm de nefsin tutku ve arzularıdır; nefsin sürekli tahrik halinde olmasıdır. Eğer nefsi kontrol edebilmenin enstrümanlarını, yollarını bulabilirsek, bu büyüme ideolojisine karşı da bir çözüm bulabiliriz. Kapitalizmi restore ederek bu krizin içinden

Page 33: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 33 –

Ali BULAÇGazeteci - Yazar

çıkamayız. Sosyalizme geri dönerek ya da sosyalizmden ödünçler alarak da bu krizin içinden çıkamayız.

Yeryüzü ölçeğinde içine girdiğimiz bu kriz, insanın içinde bulunduğu derin bir çatışmanın da su yüzüne vur-muş şeklidir. Hakikatte insan kendisi ile, öteki ile, tabiatla ve Allah’la çatışma halindedir. Bizi bu krizin içinden çıkaracak olan paradigma, bizi kendi öz varlığımızla, öteki insanla, tabiatla bir arada yaşatacak ve bizi Tanrı’yla barıştıracak yeni bir felsefi-entelektüel çerçevedir.

Page 34: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 34 –

Turhan ÇAKAR Tüketici Hakları Derneği Genel Başkanı

ÜRETİM-TÜKETİM POLİTİKALARI VE EKOSİSTEM KRİZİ

Dünyamız, mevcut üretim - teknoloji, tüketim, pazarlama politikaları ve tercihleriyle hızla kirletilmekte ve tüketilmektedir.

Ulaşılabilir temiz yer altı su kaynakları ile akarsular, göller, nehirler, dereler ve denizler hızla kirletilmekte, yok edilmekte ve kurutulmaktadır.

Biyolojik çeşitlilik azalmakta, azaltılmakta, yok edilmekte ve kirletilmektedir. Çölleşme giderek artmaktadır.

Tarım toprakları her geçen gün daha çok kirletilmekte, binalaşma-yapılaşma nedeniyle yok edilmekte-azaltıl-makta, erozyona uğratılmaktadır.

Üretim-teknoloji, tüketim politika ve tercihlerinin neden olduğu küresel ısınmanın yol açtığı afetlerle, ısınmanın tarıma etkisinden dolayı doğal kaynaklar ve milyonlarca insan özellikle de dar ve yoksul kesimler büyük zarar görmektedir.

Ekosistem için yararlı olan yerel tarımsal yöntemler yok edilmekte, kırsal kesimde yaşayan köylüler ve küçük çiftçiler her yönden zarar görmektedir.

Mevcut üretim-teknoloji, tüketim ve pazarlama politikaları, uygulamaları, anlayışları aynı zamanda tüketici hak-larına, çalışanların haklarına, insan haklarına, kadın haklarına, çocuk haklarına, hayvan haklarına aykırı sonuçlar doğurmakta ve bu kesimlere zarar vermektedir. Uluslararası ve aynı ulus içerisindeki ekonomik ve sosyal den-gesizlikler sorunların daha da büyümesine neden olmaktadır.

Mevcut üretim ve teknolojik politikalar ile tüketim anlayışları çoktan sürdürülemez bir boyuta ulaşmış ve eko-sistem krizine yol açmıştır.

Uygulanan bu politikalar ve mevcut tüketim anlayışlarında krizin azaltılması doğrultusunda olumlu yönde bir değişimin olduğu söylenemez. Tam tersi, yapılan araştırmalarda verimli toprak kaybıyla toprak kirliliğinde, su ve hava kirliliğinde, biyolojik çeşitliliğin azalışında, uluslararası ve ulus için ekonomik ve sosyal dengelerin bo-zulmasında, yoksullaşmada artışlar olduğu görülmekte ve belirtilmektedir.

Mevcut üretim-teknoloji, dağıtım ve pazarlama ile tüketim politikaları ve uygulamaları tüketicilerin evrensel haklarından olan temel gereksinimlerinin karşılanması, sağlık ve güvenlik, ekonomik çıkarlarının korunması,

Page 35: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 35 –

Turhan ÇAKAR Tüketici Hakları Derneği Genel Başkanı

bilgi edinme, sağlıklı bir çevrede yaşama haklarına aykırılık yaratmaktadır. Bununla birlikte, söz konusu bu politikalar ve uygulamalar insan haklarına, çocuk haklarına, kadın haklarına, hayvan haklarına, kamu yararına aykırı sonuçlara neden olmaktadır.

ÜRETİM-TÜKETİM VE TEKNOLOJİK ETKİLERDEN KAYNAKLANAN EKOSİSTEM KRİZİNE ÖRNEKLER

Bugün tüm dünyada uygulanmakta olan mal ve hizmetlerdeki üretim ve teknolojik politikalarla pazarlama ve tüketim politikalarında belirleyici olan politikalar, neo-liberal politikalar ya da kapitalist-emperyalist politikalardır. Bu politikalar, belli bir azınlığın amaçlarına hizmet eden politika ve uygulamalardır. Bu politika ve uygulamalarda kamu yararına, tüketici haklarına, insan haklarına, çevre haklarına, kadın ve çocuk haklarına yer yoktur.

Söz konusu neo-liberal amaca dayalı olan sanayideki üretim politikaları ile teknolojik politikalar, endüstriyel tarım politikaları ve teknikleri, karayoluna dayalı ulaşım politikaları ve teknikleri, kentleşme politikaları, enerji üre-tim-kullanım-tüketim politika ve uygulamaları, pazarlama politikaları ve uygulamaları ile bu politikaların neden olduğu uluslararası ve ulus içi ekonomik ve sosyal dengesizlikler eko-sistem krizinin baş nedenidir.

Bununla birlikte, üretim politikaları ve amacı ne olursa olsun hemen tüm dünyadaki enerji üretim ve tüketiminde ağırlıklı olarak uygulanan teknolojilerle fosil yakıtların kullanımı çevreye ve ekosisteme zarar veren teknolojiler ve uygulamalardır. Bu gün dünyada ağırlıklı olarak uygulanmakta olan karayoluna dayalı ulaşım sisteminin oluş-turduğu egzoz gazları kirliliğinin sera gazı oluşumunun en önemli nedenleri arasında olduğu belirtilmektedir.

Yeşil devrim adı da verilen endüstriyel tarım yöntemleri ve tekniklerinin dünyadaki biyo-çeşitliliği yok etmeye devam ettiği ve sera gazlarının üretilmesinde önemli bir payı olduğu belirtilmektedir. Bununla birlikte, daha çok verim adına yapılan yoğun ilaçlama ve gübrelemenin, bilinçsiz sulamanın yararlı birçok canlıyı da öldürdüğü, toprağın yapısını, dokusunu, doğal dengelerini, suyun toprak ve hava ile ilişkisini bozduğu gibi havayı da kirlet-tiği, özetle ekosistemin tamamını alt üst ettiği vurgulanmaktadır.

Küresel ısınmayla hızlanan buzul erimesiyle deniz yükselmesi kıyılardan içeri ekolojik göçü başlatmıştır. İlerle-dikçe iç kısımlardaki baskıyı artırarak ve denizlerin suyunun yer altı sularına karışmasıyla nehirlerin de taşmasına neden olarak çölleşmeyi hızlandırmaktadır. Kuraklaşma ve ısınma orman ve mera, çayır yangınlarının artışına da neden olmakta ve şiddetlenerek sürdürmektedir. Türkiye’de yalnızca akarsuların taşıdığı toprak yılda 500 milyon ton olarak hesaplanmaktadır. 2002 yılında ise çölleşme toplam kaybının 40 milyar dolardan daha fazla

Page 36: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 36 –

Turhan ÇAKAR Tüketici Hakları Derneği Genel Başkanı

olduğu açıklanmıştır. 2025-30 yıllarında Türkiye’nin sıcaklık ortalamalarının kışın 2, yazın ise 2-3 santigrad de-rece ortalama yükseleceği, yıllık yağışın da çöl sınırı olan 250 mm’nin altına düşeceği hesaplanmaktadır. Böy-lelikle bitki örtüsü üzerindeki baskı ve erozyon hızı artacaktır. (Duygu, 2007;21) Fakat henüz ülkemizde gerek çölleşme adına, gerekse diğer çevre sorunlarının çözümü adına yeterli ekonomik, teknik ve sosyal altyapının olduğu söylenememektedir.

Türkiye’de işlemeli tarıma uygun yaklaşık 28 milyar hektar arazi yanında ancak toprak muhafaza önlemleriyle kullanılması gereken 16 milyon hektar arazi bulunmaktadır. En verimli tarımsal alanların yüzde 17’sinde çok şiddetli, yüzde 36,4’ünde şiddetli ve yüzde 20’sinde orta şiddette su erozyonu etkilidir, denmektedir. Tarım topraklarının yüzde 17’sinde çok, yüzde 36,4’ünde şiddetli ve yüzde 20’sinde orta şiddette su erozyonu ile yılda dekarda 615,5 kilogram toprak kaybına karşın uygulanan tarım tekniklerinin erozyona önemli ölçüde kat-kıda bulunmakta olduğu, araştırmalarda arazinin eğimine dik sürüme göre eğim yönündeki sürümün yüzde 25 daha fazla erozyona sebep olduğunun belirlendiği, anız yakılmasının da yüzde 36 daha fazla su ve yüzde 29 daha çok toprak kaybına neden olduğunun ortaya çıkarıldığı belirtilmektedir. (Süzer, 2007)

Yapılan araştırmalara göre, yeryüzünde bir yılda 24 milyar ton toprağın erozyonla yok edildiği, bunun da her yıl 60 milyon hektar tarım alanının kaybedilmesi anlamına geldiği belirilmektedir. (www.cedgm.gov.tr/cevre-atlasi/cevre durumu.pdf) Araştırmalar, erozyonun tarih öncesi devirlere göre üç kat artmış olduğu, tarımsal toprak kaybının yılda 70-140.000 km2 düzeyine çıktığını ortaya koymuştur. Bununla birlikte, kentleşme yoluyla 20-40.000 km2/yıl hızla toprak kaybedildiği ve 40 yıldaki ekilebilir arazi kayıplarının 4,3 milyon km2 düzeyinde olduğu, her yıl 100 milyar ton verimli toprak tabakasının taşınarak kaybedildiği vurgulanmaktadır. Toprağın organik, yani humusça en zengin olan üst tabakasının yok olma hızının toprak oluşturma hızından 5 kat daha yüksek olduğu, bu hızla 70 yıl sonra tüm verimli toprak yüzey tabakasının kaybedilmiş olacağı uyarısında bu-lunulmaktadır.

Endüstriyel tarımsal uygulamaların dünyanın birçok bölgesinde küçük çiftçiler ve kırsal kesimde yaşayanlar için yararlı olan yerli tarımsal yöntemleri ve uygulamaları ortadan kaldırdığı için yoksullaşmaya ve kırsal kesimde yaşayanların kentlere göç etmesine ve işsiz kalmalarına neden olduğu vurgulanmaktadır. Mevcut uygulama-ların aynı zamanda çalışanların ve tüketicilerin haklarına, çocuklara, kadınlara zarar verdiği, dünyadaki işsizliği, yoksulluğu ve açlığı artırdığı belirtilmektedir.

Üretim-tüketim ve teknolojik politika ve uygulamalar sonucunda oluşan karbondioksit(CO2), metan(CH4), azot oksitleri(NOX), ozon(O3) ve kloroflorokarbon(CFC), su buharı(H2O) sera gazlarını oluşturmakta, kürsel ısınma-ya ve iklim değişikliklerine neden olmaktadır.

Page 37: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 37 –

Turhan ÇAKAR Tüketici Hakları Derneği Genel Başkanı

Küresel ısınmanın neden olduğu buzul erimeleri kuzey yarımkürede el nino, güney yarımkürede el nina adı verilen ve şiddetli etkileri olan kuzey yarım kürede kasırga, güney yarım kürede tayfun adı verilen çok şiddetli fırtınalar, yağışlar gibi afetlere yol açmaktadır.

Küresel ısınma nedeniyle, Türkiye’nin 38-42 santigrat derece arasındaki riskli bölgede olduğu, ısınma artışıyla birlikte kuraklığın artacağı, arazi kullanım yanlışlarıyla, erozyon ve tuzlanmayla, çoraklaşma artışıyla çölleşme-nin geri dönülmez şekilde hızlanacağı, verimliliğin daha da düşeceği belirtilmektedir.

Ulaşım araçları, endüstri kuruluşları, imalathaneler, sosyal donatım ve eğlence yerleri ve araçlarının yarattığı gürültü kirliliği insanların sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Özellikle de büyük kentlerimizde gürültü yo-ğunluklarının oldukça yüksek seviyede olup, Dünya Sağlık Örgütünce belirlenen ölçüm değerlerinin üzerinde olduğu vurgulanmaktadır.

Tüketicilerin günlük yaşamda kullandığı çeşitli elektrikli - elektronik cihazların, yüksek gerilim hatlarının mobil telefonlarının, telsizlerin, cep telefonlarının, baz istasyonlarının, radyo ve televizyon vericilerinin elektromanyetik (EM) kirlilik yaratıcıları olduğu ve sağlığımızı olumsuz yönde etkilediği araştırmalarla ortaya konulmuştur.

Bir başka kirlilik ise, güneş ışınlarının, endüstriyel ve tıbbı ürünlerin, çeşitli radyoaktif elementlerle nükleer enerji sistemlerinin yarattığı radyoaktif kirliliklerdir. Bu kirlilik, doğrudan kanser etkisi olan çok tehlikeli kirlilik çeşididir.

TÜKETİM EĞİLİMLERİ VE YAPAY İHTİYAÇLAR

Neo-liberal ekonomik politikaların sahipleri olan güçler karlarını maksimize etmek için tüketicilerin tüketim eği-limlerini ve ihtiyaçlarını belirleyici rol oynamaktadırlar. Çeşitli reklamlarla tüketicilerin tüketim alışkanlıkları ve eğilimleri üzerine etki edilerek yapay ve gereksiz ihtiyaçlar yaratılmaktadır. Süreç içerisinde aldatıcı, yanıltıcı, istismar edici, yönlendirici reklamların etkisiyle yapay ihtiyaçlar temel ihtiyaçmış gibi tüketicilere, özellikle de çocuklara ve gençlere benimsetilmektedir.

Çocuklar ve gençler reklamlarda araç olarak kullanılıp tüketimin hedefi olarak görülmektedir. Reklamcılar ta-rafından tüketiciler piyon olarak görülmektedir. Ünlü bir reklamcı tüketiciler için “Tüketiciler hamam böceği gibidir. İlacı verdikçe, İlacı verdikçe bağışıklık kazanırlar.” demiştir. İlaç olarak da reklamlar kastedilmektedir.

Çinli bir işadamı çocuklar için şöyle demiştir: Reklamlarla çocukları kazanın, tüm aile ve pazar sizin olsun.

Page 38: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 38 –

Turhan ÇAKAR Tüketici Hakları Derneği Genel Başkanı

Tüketimin pompalanması ve teşvik edilmesi nedeniyle, ülkemizin geleneksel anlayışı olan “Ayağını yorganına göre uzat.” anlayışı neredeyse terk edilmiştir. Pompalanan yanlış ve gereksiz tüketim sonucunda tüketiciler hem sağlıklarını kaybetmekte, hem çevreye hem de aile ve ülke ekonomisine zarar verilmektedir. Pompalanan yanlış ve gereksiz tüketim ekosistem krizinin doğmasına ve büyümesine neden olmuş ve olmakta olan en önemli etkenler arasındadır.

SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİN SÜRDÜRÜLEMEZLİĞİ

Dünya Çevre ve Gelişme Komisyonu’nun 1987 yılında yayımladığı “Ortak Geleceğimiz” raporunda ortaya ko-nulan “Sürdürülebilir Kalkınma“ kavramı, “bugünün gereksinimlerini karşılarken, gelecek nesillerin kendi gerek-sinimlerini karşılama yeteneklerini ortadan kaldırmayan kalkınma” olarak tanımlandı. Bu doğrultuda bu güne kadar birçok uluslararası sözleşme imzalandı. Örneğin, Gündem 21 Eylem Planı, Kyoto Deklerasyonu, Biyo-lojik Çeşitlilik Sözleşmesi, Tehlikeli Atıkların Sınır Ötesi Taşınmasının ve Bertarafının Kontrölüne İlişkin Bazel Sözleşmesi, Nesli Tehlikede Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme, Akdeniz’in Kara Kökenli Kaynaklardan Kirlenmeye Karşı Korunması Protokolü, Karadeniz’in Kirlenmeye Karşı Korunması Sözleşmesi bunlardan bazılarıdır.

Birleşmiş Milletler tarafından, “2006 Uluslararası Çöller ve Çölleşme Yılı” olarak ilan edilmiştir.

Tüm bu Uluslararası anlaşmalara uyarılara karşın mevcut üretim, teknolojik, tüketim, pazarlama politika ve uygulamaların devam ettiği ve bunun sonucunda da kirliliklerin artarak sürmekte olduğu vurgulanmaktadır. Bu çok önemli bir çelişkidir. Bu çelişki ortadan kalkmadıkça, kaldırılmadıkça ya da konuyla ilgili olarak uluslararası anlaşma ve sözleşmelere uyulmadıkça eko-sistem krizinin önlenmesi bir tarafa daha da derinleşeceği ortada-dır.

Tüm bu nedenlerle, hem uluslar arası hem de ulusal ölçekte acil, etkili, doğru, sürdürülebilirlik tanımına uygun önlemlerin alınabilmesi için ilgili her kurumun uluslar arası ve ulusal ölçekte iş birliği yapması zorunluluğu bu-lunmaktadır. Özellikle de, eko-sistem krizinden zarar gören ulusların ve kesimlerin bu konuda daha da öncelikli davranması, baskı unsuru olmaları, bu konuda tüm bireylerin, tüketicilerin, çalışanların, kadınların, gençliğin, kırsal kesimde yaşayanların ve küçük çiftçilerin, bilim dünyasının, çevrecilerin bilgilenmeleri ve bilgilendirme çalışmalarında aktif rol almaları, ulusal ve uluslararası örgütlenmelerde bulunmaları çözümün en önemli yolla-rından birisidir. 13.11.2010

Page 39: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 39 –

Turhan ÇAKAR Tüketici Hakları Derneği Genel Başkanı

Kaynakça:

1. Çankaya Belediyesi Çevre El Kitabı

2. Ortak Geleceğimiz Raporu - Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu

3. Yeryüzü Zirvesinde Değişimin Gündemi - UNEP Türkiye Komitesi Yayını

4. Buğday Tarımı ve Önemi- Sami Süzer Hayat Dergisi 2007, sayı: 270

5. Gezegeni Kurtarmak-Lester R.Brown

6. Ne Aşırı Üretim Ne Aşırı Tüketim-Josef Kırschıner

7. Alternatif Teknoloji - David Dickson

8. Tüketim Toplumu - Jean Baudrillard

9. Post-modernizm ve Tüketim Kültürü - Mike Featherstone

10. Tüketim - Robert Bocock

11. No Logo - Naomi Klein

12. Markaların Kara Kitabı - Klaus Werner

13. Herkese Gıda - John Madeley

14. Ne Kadarı Yeterli? - Tüketim Toplumu ve Dünyanın Geleceği - Alan Durning

15. Çalınmış Hasat: Küresel Gıda Soygunu - Vandana Shiva

16. Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi - Johannesburg Uygulama Planı

17. Yaşayan Gezegen Raporu 2010 - WWF Doğal Yaşamı Koruma Vakfı

18. Sürdürülebilir Kalkınma Sempozyumu 1995- Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği

Page 40: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 40 –

M. Kaan DERİCİOĞLUAnkara Patent Genel Müdürü

KRİZDE ÇÖZÜM ÖRNEĞİİNOVASYON /YENİLEŞİM

Yaşamımım en önemli olayı olarak 1879 yılından 1995 yılına kadar 116 yıl değişmeden yürürlükte kalabilen İhtira Beratı Kanunu’nu (Türkiye’nin ilk Patent Kanunu) değiştiren çalışma olduğunu söyleyebilirim. Bu tasarıyı hazırlayan DPT bünyesindeki Özel İhtisas Komisyonunun Raportörlüğünü ve Başkan Vekilliğini yaptım.

2005 yılında OECD ve Avrupa Komisyonu ortak çalışması olarak hazırlanan ve 2006 yılında TÜBİTAK tarafın-dan Türkçeye çevrilerek yayınlanan “Yenilik Verilerinin Toplanması ve Yorumlanması İçin İlkeler” adlı OSLO KILAVUZU’nda; “yeni veya önemli derecede iyileştirilmiş ürün veya süreç veya örgütsel yöntem veya pazarlama yöntemi” İNOVASYON/YENİLEŞİM olarak tanımlanmıştır.

Krizler ve krizler nedeniyle daralan pazarlar kişilere düşünmek ve kendilerini yenilemek fırsatı tanır. Bu fırsatı iyi kullananlar, krizin etkileri azaldığı zaman öne çıkmayı başarabilir. Bu başarıyı etkileyen unsurların ilk sırasında, yukarıda belirttiğim, PATENT KANUNU ve buna dayalı PATENT SİSTEMİ yer almaktadır.

Patent Sistemi’nin bir parçası olan İNOVASYON-YENİLEŞİM krizden çıkışın anahtarlarından biri olabilir.

Alınacak akıllıca istihdam ve eğitim kararları işsizliği azaltmaya yardımcı olabilir.

Kriz başladığında krizden etkilenen kişiler, öncelikle ve ilk aşamada, örgütsel alt yapısını ve süreçlerini gözden geçirerek; yenileştirmeyi, geliştirmeyi, iyileştirmeyi engelleyen hantal unsurları eleyebilir, bunları yenileyebilir. İkinci aşamada ürettiği malları veya sunduğu hizmetleri yenileyebilir veya önemli derecede iyileştirebilir. Bu aşamada yapılacak iş, “tahmini talep oluşturmak” yerine “talebi anlamak ve karşıla-mak” olarak özetlenebilen inovasyonun yapısını uygulamak yoluyla olabilir.

E-İŞ ALTYAPISI VE SÜRECİNE DAYALI

DEĞİŞEN İNOVASYONUN/YENİLEŞİMİN YAPISI Önce SonraBuluş YenileşimDoğrusal yenileşim modeli Dinamik yenileşim modeliTahmini talep oluşturmak Talebi anlamak ve karşılamakBağımsız Birbirine bağlıTek disiplin Çoklu disiplinÜrün işlevleri Müşteri değeriYerel AR-GE takımları Küresel 24/7 AR-GE takımları

Page 41: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 41 –

M. Kaan DERİCİOĞLUAnkara Patent Genel Müdürü

Üçüncü aşamada ise pazarlama teknikleri gözden geçirilerek yenilenebilir. İnovasyon-yenileşim, firmaların ilk kez geliştirdikleri ve öteki firma veya kurumlardan uyarlamış oldukları ürünler, süreçler ve yöntemleri kapsayabilir.

Bilgi, buluşlar, eserler, ticaret sırları, iş modelleri, iş yapım yöntemleri, süreçler, vb. maddesel olmayan varlık-ların iş dünyasındaki maddesel olanlarla karşılaştırılması yol haritası niteliğindedir. 26 yıllık 1978 -2004 döne-minde tümüyle değişen yapıda; katma değer oluşturan maddesel olmayan varlıklar olan fikir ürünlerinin (eser-ler, buluşlar, endüstriyel tasarımlar, ticaret sırları, bilgisayar yazılımları, iş görme yöntemleri, markalar, internet alan adları, vb.) etkin duruma geldiği görülmektedir. Bu veriler, “bilgiyi üreten ve ticarileştirebilenler krizden çıkmayı başarabilir” sonucunu doğrulamaktadır.

İnovasyon/yenileşim için hangi yollar vardır ve uygulanabilir? Bu sorunun yanıtı için aşağıdaki grafik bizlere fikir verebilir. Seçenek olarak yukarıya doğru giden teknoloji üretimi çizgisi, yukarıda açıklanan inovasyon örneğidir. İlk yıllardaki hazırlık dönemi kayıpları ileri yıllarda gelir artışıyla krizden çıkışı göstermektedir.

Kaynak: Prof. Dr. Nüket YETİŞ

Her teknolojiyi firmanın veya ülkenin kendisinin üretmesi gerekmez; ama her teknolojinin ithali de hem maliyet-leri yükseltici, hem yeteneklerin gelişmesini, yenilikçilik ve buluşçuluğu caydırıcı, dolayısıyla da işsizliği arttırıcı olmaktadır. Hem üretim teknolojilerinin, hem de yönetim teknolojilerinin ülkede firmalar, araştırma kuruluşları ve üniversitelerin devamlı işi olmalıdır. Yenileşimin artması, teni üretim, hizmetler ve yapım bilgilerinin gelişmesi, vasıfsız işgücü talebini azaltırken, vasıflı işgücü talebini arttırmaktadır. Firmaların işgücü taleplerini yakından izleyen bir meslek eğitimi planlaması, uygulamalı becerilere dayalı eğitim, eğitim – istihdam bağlantısı daha üst bir düzlemde istihdam yerlerinin açılmasına hız vermek demek olacaktır. Böylece, yapılan meslek eğitimi me-zunları da derhal işyerindeki yerini bularak fazla maliyet unsuru olmayacaktır. Bu yolu gören firmalar ve işsizler, daha yüksek verim sunma imkânlarını aynı hedefe odaklanarak yakalayabileceklerdir.

Page 42: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 42 –

Dr. Bilger Duruman Türk Kanser Derneği Başkanı

Medeniyetler ittifakı

yerküreMiz üzerinde Bilgece yaşaMak

Bilgece yaşamak, bilgili olmakla başlar. Bilgili, iyi ahlaklı, olgun bir kişi olabilmekte eğitimin büyük payı vardır.

Birçoğumuz eğitimi, okul çağlarında bizlere verilen dersler olduğunu düşünür ve okulun bitmesiyle eğitimin de bittiğini kabul ederiz. Halbuki eğitim, yaşam boyu devam eden bir süreçtir, kişinin doğuşundan itibaren bebek-liğinde ve aile ortamında başlar, okul çağlarında kalıplaşır ve hayat boyu devam eder.

Klasik eğitimde, genelde kişinin görevi öğrenmeye dönüktür. Sadece öğrenmeye dönük olarak, eğitimde alı-nabilecek iyi bir not, öğreteni ve öğreneni tatmin edebilir ama bu tip eğitim kişiyi şekilcilik ve kalıplar içinde kal-maya alıştırır, kişide araştırma, öğrenme arzusu ortadan kalkar, yerine ezbercilik, not için gereği kadar çalışma, kurnazlık, kopya ve günü kurtarma, basit başarılardan tatmin olma olguları başlar.

Ezbercilik, zamanla kişinin merak duygusunu azalır, araştırma arzusu kaybolur. Cesaret, atılım ve ilerleme ya-vaşlar ve durur. Durmak, başarıyı köstekler, kişiyi tükenmeye, yok olmaya götürür. Halbuki kişi doğumundan itibaren araştırmaya, incelemeye itildikçe bilgisi, kendine güveni artar, güveni artan kişi başarıya yönelir. Başarı ve başarılar önce kişiye, sonra etrafına ve daha sonra topluma yeni imkanlar getirir. Daha fazla imkan, daha fazla fırsat, daha fazla iş, önce kişide, sonra toplumda refahın artmasını, yoksulluğun cahilliğin azalmasını ve toplumca ilerlemeyi sağlar.

Başarıya ulaşabilmek, bilgili ve olgun biri olabilmek için, eğitimde kolaya kaçmamalı ve kişiye doğuştan itibaren araştırmaya, ilerlemeye dönük eğitim modelleri sunulmalıdır.

Böyle bir eğitim çalışması ilk önce aile içinde başlıyacağı için, anne ve babanın ve aile fertlerinin çocuk yetiş-tirilmesine dönük eğitimi, devlet politikası olmalıdır. Çocuk büyüdükçe ve okullara gitmeye başladıkça, eğitim programlarında öğrencilere dersin sadece sınıf geçme için bir araç olduğu öğretilmemeli ve verilen derslerin öğrenme ve daha iyiyi bulma, inceleme ve araştırma için gerekli olduğu olgusu yaratılmalıdır. Araştırma ve in-celemeye dönük öğrenci teşvik edilmelidir.

Klasik lise eğitimi yanında, kişiyi bir an evvel hayata hazırlayacak ve ülkenin büyük ihtiyacı olan nitelikli ara ele-manın yetiştirileceği mesleki öğrenimine imkan verilmeli ve kişinin gerek

Page 43: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 43 –

Dr. Bilger Duruman Türk Kanser Derneği Başkanı

duyduğu zaman eğitimini geliştirmesi ve daha fazlayı öğrenebilmesi için üst okullarda eğitim görebilme hakkı tanınmalıdır. Ayrıca her yaşta, öğrenimlerine devam etmek isteyenlere, kendilerini eğitebilmeleri ve yetiştirebil-meleri için şans verilmelidir.

Eğitimde araştırma ve incelemeye dönük bir eğitimin yapılabilmesi için, devletin öğretmen yetiştirme politikası değiştirilmeli ve öğretmenlik mesleği iş kolu olarak cazipleştirilmeli ve öğretmenin belli bir refahı sağlanmalıdır. İşini seven, belli bir geliri olan, yarın kaygusu bulunmayan öğretmen, daha iyi nesillerin yetişmesine yardımcı olacak ve iyi yetişen nesil, ülkeyi daha ileriye götürecek hamleleri yapacaktır.

Eğitime yapılacak tüm harcamaların, aslında ülke kalkınması için yapılan bir yatırım olduğu kabul edilmelidir.

Kişinin iyi bir şekilde yetişmesi ve iyi bir eğitim alması ve topluma yararlı olabilmesi ancak sağlıklı bir yapıya kavuşması ile gerçekleşebilir.

Sağlık ilkönce, sağlıklı ve doğal gıdalarla beslenmeyle başlar. Günümüzde insanlar, maalesef sağlıksız beslen-meye başlamıştır. Yiyecekte süslü ambalajlar, hazır gıdalarda alışkanlık verecek katkı malzemeleri, karışık ve sağlıksız yiyecek maddeleri, kişileri hep kötü beslenmeye ve kötü beslenme için daha fazla para harcamaya ve sonuçta başta obezite olmak üzere tüm hastalıklara itmektedir.

Sağlıkta ve yaşamda hareketin önemli bir yeri vardır. Sağlıklı olabilmek, insanca yaşamaya bağlıdır. İnsanca yaşamak, günü üçe bölerek ve kişinin;

- Belli zamanlarada çalışıp, hareket etmesiyle

- Belli zamanlarda sağlıklı beslenmesi, dinlenmesi ve eğlenmesiyle,

- Belli zamanlarda istirahat etmesiyle

gerçekleşebilir. Bu 3 olgudan, her hangi birini daha az veya daha fazla yapmak, kişinin normal yaşantısında ve sağlığında büyük rol oynar.

İnsanoğlu gençliğinde daha iyi zannettiği bir yaşam için sağlığını, yaşlılığında ise daha sağlıklı yaşayabilme için servetini harcamaya başlar.

İnsanoğlu, doğa kanunları gereği, dünyaya gelir, büyür, çalışır, yaşlanır ve dünyadan ayrılır.

Bu insan yaşamının değişmez bir kuralıdır. Dünyaya gelen kişi, iyi beslenir, iyi eğitilir ve iyi yetişirse, daha sağlıklı ve daha uzun yaşar, çalışma hayatında da başarılı olur.

Page 44: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 44 –

Dr. Bilger Duruman Türk Kanser Derneği Başkanı

Kişi yaşlanmaya başladıkça, iş faaliyetleri azalır ve emeklilik devri başlar. Emeklilik, aslında

bir köşeye çekilme ve ölümü bekleme olmamalı, kişi her yaşta kendini oyalayabilecek uğraşılar bulabilmelidir. Yaşlının en büyük sermayesi tecrübedir.

Emekli kişi, yıllar boyu edindiği tecrübeleri, genç nesillere aktarabilmeli ve birçok emeklinin yaptığı gibi hayata küsüp, yaşlılığı kabullenmemeli, ölümü beklememelidir.

İnsanoğlunun yaşamında sevgi ve saygı, yaşamın ana olgusudur. Sevgisiz saygı, saygısız

sevgi olamaz ve olmamalıdır. Sevgi ilk önce kişinin kendini sevmesiyle başlar. Kendisini seven kişi, başkasını da sevebilecek, başkalarının haklarına hürmet edecek ve çevresine daha örnek olabilecek kişidir.

Hikmetle yaşamak, ancak bilgeyle gerçekleşir. Kişi kendini bildiği, eğittiği, sevgi ve saygıyı ve paylaşmayı, yar-dımlaşmayı öğrendiği sürece, hikmetle yaşamayı da öğrenmeye başlar.

Page 45: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 45 –

Mehmet DÜLGER Y. Mimar, Şehirci, 22.dönem Antalya Milletvekili ve Dışişleri Komisyonu Başkanı

Galatasaray Üniversitesi Öğretim Görevlisi

MEdEniyEtlErin hikMEtlE barış içindE yaşaMası

Sayın Başkan,

Değerli Çalıştay üyeleri ,

Saygıdeğer konuklar,

Hepinizi saygı ve sevgi ile selamlıyorum.

Hz. Mevlana, Mesnevi’nin 2.cildindeki 4438. beyitte : “Can, hikmete ve bilgilere, ten ise bağa, bahçeye, üzüme meyleder” diyor.

Kültürümüzde asırlar boyu yer alan büyük hikmet sahiplerinin öğretileri ile yoğrulmuş toplumumuzda, en sade insan bile, olan biten karşısında hikmet dolu bir davranış veya bir söz ile, akla gelmeyen hakikatlerin kapısını açar. Bize yepyeni bir ufuk gösterir, yolumuzu aydınlatır.

Çalıştayımızın tartışma konusu olarak ele aldığı “hikmetle yaşamak”, bize bahşedilmiş bulunan ömrün, aslında, eşyanın hakikatini olduğu gibi bilme gibi bir büyük amaca ulaşmak yolunda gelişmesini ve geliştirilmesini hedef alır.

Günümüzde dünyanın yaşadığı hayat, tabi olduğumuz kurallar, dünyayı çevreleyen medeniyetin gerekleri ve yönlendirici gücün ( siyasi, ekonomik, hukuki ) daha ziyade maddi değerlere, sınırsız tüketime, tekdüzeliğe ve her şeyin gittikçe daha çok, daha hızlı, daha değişken olmasına dayanması, gerçek anlamı ile hikmet dolu bir yaşayışın karşısında en büyük engel gibi gözüküyor. Oysa, insanlık, binlerce yıllık tarihinde, yaşadığı sayısız tecrübelerden edindiği intibalar ve aldığı dersler ile, bütün insanlık için geçerli olabilecek bir hikmet hazinesi oluşturmuştur. Farklı farklı inançlara, felsefelere ve yorumlara da sahip olsa, insanlık, temelde benzer ilkelerde buluşma imkanına sahiptir. “Medeniyetler İttifakı” da buluşulan bu temeller üzerine gerçekleşebilecektir.

Yeryüzünü, hayvanları, ağaçları, taşı, toprağı, bulutları, yağmuru ile saygı gösterilmesi, hükmedilmemesi, hır-palanmaması gereken bir ilahi varlık olduğunu ortak bir inanç olarak geliştirmiş bulunan Kızılderililer, yeryüzü ile aramızdaki dengeyi kaybettiğimize, gezegenimizin geleceğinin elimizdeki koruma ve onarma kabiliyetine bağlı olduğunu ifade ediyorlar.

Kalplerimizi birbirimize biraz daha açtığımızda, daha fazla kan dökülmesini, daha fazla acı çekilmesini önleye-bileceğimizi iyi bilen Kızılderililer,

Page 46: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 46 –

Mehmet DÜLGER Y. Mimar, Şehirci, 22.dönem Antalya Milletvekili ve Dışişleri Komisyonu Başkanı

Galatasaray Üniversitesi Öğretim Görevlisi

“ Zamanın başlangıcında, bize nasıl yaşayacağımızı öğreten kanun verildi. Bu kanunun temel maddeleri şun-lardır :

- Birbirimize iyi davranacağız,

- Birbirimize hürmet edeceğiz,

- Kendimizi olduğu gibi, birbirimizi koruyup kollayacağız.

Bu basit, fakat önemli kaidelere uyduğumuz müddetçe, bir meselemiz olmayacaktır.” diyorlar.

Değerli Çalıştay üyeleri,

Milyarlarca insan, yeryüzü ile aramızdaki dengeyi kaybetmeden, çevreyi hırpalamadan yaşamaktan başka bir şey istemiyor. Doğanın bize bahşettiği bereket bizi doyurmaya yeterli… Bir tarafta dağlar gibi birikmiş tereyağ-lar, öte yanda düzinelerce sineğin konup kalktığı kırık tas içindeki meçhul bulamaç ; bir tarafta, yeter değeri bulamadığı iddiası ile tarlalara dökülen on binlerce ton süt, öte yanda, annesinin pörsümüş göğsünden bir damlacık süte muhtaç, çapaklı iri gözleri kaymış, iskeleti çıkmış bebekler ; bir tarafta, tüketimin zirvesinde, tat-minsizlikten yollarını şaşırmış, zihinleri toza, dumana kayıtsız şartsız teslim olmuş kitleler, öte yanda, haysiyetli bir insan hayatının gerektirdiği en temel ihtiyaçları rüyalarında bile göremeyecek milyonlar…

Bu manzarayı, insanlık adına sürdürülebilecek “hikmetle yaşamak” ilkesi ile ne ölçüde bağdaştırmak mümkün-dür ? Bu hal, bir yerlerden, birilerinin iradesinden ve eylemlerinden doğuyor. O “birileri”, inançları, felsefeleri, siyasi ve ekonomik sistemleri ile, dünyada saygıdeğer bir konumda bulundukları iddiasındadırlar. Kurdukları müesseseler de öyle… Oysa, bir “II. Dünya Savaşı kurumu” olan, veto hakkı sahibi üyeleri ile, evrensel adalet ilkelerini çiğnemekte tereddüt göstermeyen, aslında, ataletinin büsbütün ağırlaştırdığı bürokratik çarkı yüzün-den 64 yıldan bu yana etkisi son derece sınırlı bir Birleşmiş Milletler Teşkilatı ve aynı özelliklere sahip yan ku-ruluşları…

Bilim, teknoloji, sınırsız finans imkanları, ateş gücü kahredici en modern silahlarla donatılmış ordular, belirli bir iradenin gücünü, dünyanın en ücra köşelerinde, oraların tabii kaynaklarını kendi amaçları uğruna hoyratça sö-mürmek yolunda kullanılmaya amade bir biçimde geliştiriliyor. Son günlerde ağızlarda dolaşan bir yorum çok anlamlı gözüküyor : “ Dünyanın bütün böceklerini yok etseniz, dünya ekolojisi 50 yıl içinde çöker ; dünyadaki

Page 47: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 47 –

Mehmet DÜLGER Y. Mimar, Şehirci, 22.dönem Antalya Milletvekili ve Dışişleri Komisyonu Başkanı

Galatasaray Üniversitesi Öğretim Görevlisi

bütün insanları yok etseniz, dünya ekolojisi 50 yıl içinde yaratıldığı mükemmeliyete kavuşur. “

Bu irade, günümüzde, artık lokmamıza da el atmış ve ondan büyük menfaatler sağlamanın yolunu bulmuştur. Öncülerini Amerikalı, Kanadalı, Hollandalı ve İsrailli bilim adamlarının teşkil ettiği son araştırmalarla geliştirilen “hybride” tohumlar ve Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO), dünya tarım teknolojisini alt üst edecek bir devrim niteliğindedir. Ama kullanımı ve ticareti insanların her lokmasını bu ülkelerin iradesine tabi kılmakta ve tarım alanlarının niteliklerini kaybetmelerine sebep olmaktadır. Ortada, ticaretin çok çok üstünde olan bir etik sorunu söz konusudur.

Gözü kendi gücü ve yakın menfaatlerinden başka hiçbir şey görmeyen, bu uğurda hiçbir engel tanımayan, akla gelebilecek her vasıtayı kullanmaktan çekinmeyen bir zihniyetin ve iradenin karşısında, “hikmetle yaşama”yı yeniden bulmak ve gerçekleştirmek imkansız değildir. Büyük amaçlar vaz edebilen bir felsefe, hayatın derin gerçeklerine ve dengelerine vukuf yanında, sevgi dolu bir yürek, sabır ve metanetle bezenmiş bir akıl, insanlığa böylesine yaşama uslubunu kazandırmak için, olmazsa olmaz niteliklerdir.

II. TÜRYAK Kongresi’ni düzenleyenler, hikmetle yaşamanın hayati önemini idrak etmiş ve bunun için, pozitif enerji ortaya koyabilecek insanları, beraberce bu çok önemli konu üzerinde fikir alış verişi yapma imkanlarını ortaya koymuşlardır. Farklı fikirler, farklı inançlar, farklı yaklaşımlar, bu çalıştay zeminini bir çiçek bahçesi haline getirecektir. Herkesi, bu halka içinde, kendi felsefi bakış açılarının hikmetli yanlarını bir araya getirmeye, tabiatın öğrencisi olmaya ve yeryüzünün ahenk içinde idare edilmesini öngören yaradılış kanununun ilkelerini çözmeye ve anlamaya davet ediyorum.Bu bizim için kaçınılamayacak bir görevdir. Omaha Kabilesinin Kızılderililerinin ata sözünde dile getirildiği üzere : “ Yanlışı gören ve önlemek için elini uzatmayan insan, yanlışı yapan kadar suçludur.

“Bu vesile ile hepinizi saygı ve sevgi ile selamlıyorum.

Page 48: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 48 –

Dr. Metin ERİŞ

MEDENİYETLER İTTİFAKI: YERKÜREMİZ ÜZERİNDE BİLGECE/HİKMETLE YAŞAMAK

“Medeniyetler İttifakı” yaklaşımı, dünyanın genel sistemler ve yapılar esasında yaşadığı gerilimlere ve prob-lemlere karşı ilişki kurmayı, anlamayı, insanlığın ortak değerlerine vurgu ile daha barışçı bir gelecek kurmayı amaçlamaktadır. Bu arada unutulmaması gereken en önemli nokta, kavramlar kargaşası içinde günümüzde, medenileşmek ifadesinin âdeta Batılılaşmak (garplılaşma) tabiri ile birlikte kullanılır olmasıdır. Genel olarak Batı ülkeleri olarak ifade edilen ülkeler dışında kalan toplumlarda, batılıların ulaşmış oldukları maddî gelişmişlik se-viyesini elde edebilmek için yapılan siyasi, sosyal, kültürel ve teknik alanlardaki hareketlerini anlatmak üzere Batı Medeniyetinden söz edilmektedir. Böylece âdeta bir de Batı Medeniyetinin dışındakilerin farklılaşmış varlığı tescil edilmiş olmaktadır.

Çağdaşlaşma ve ilerlemenin en temel şartı olan bilgilenme ve aydınlanma şuurunu halka benimsetmekle yü-kümlü olan aydınların, Batı bilimiyle Batı kişiliğini ve değerlerini birbirine karıştırması, bu suretle kişilik ve değer buhranına uğraması gerçeği, özlenen gelişmenin ve/veya bu bağlamda “birlikte/bilgece” yaşamanın engeli olduğu bugün daha iyi kavranmış gözükmektedir.

Ülkemizde ve dünyada yaşanan sosyal, ekonomik, kültürel vs. alanlardaki gelişmeler sebebiyle ulusal ve kü-resel değerler eğitimi, katılım ve/veya demokrasi eğitimi, çok kültürlülük ve barış eğitimi gibi konuların önemi giderek daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır. Fakat ne yazık ki bu, bazı grup, kurum ve hatta devletlerce henüz tam anlamıyla idrak edilmemiştir!.. Çağın norm ve değerleri geliş(tiril)irken ve uygulama stratejileri oluş-turulurken Türkiye, bu sürecin pasif alıcısı değil, inisiyatif alan ve üreten bir aktörü olmalıdır. Böylece, küresel bağlamı göz ardı etmeden ulusal çözümler üretmek kolaylaşmış olacaktır.

Geleneksel tanımıyla, salt okuryazarlık artık hayatın olmazsa olmaz bir parçası halini almıştır. Bir gazeteyi, bir metni okumak ve bir şeyleri yazmak insanlar için yemek içmek gibi bir gereklilik olmuştur. Ancak gelişmiş eği-tim sistemleri son yıllarda başka okuryazarlık türlerini de gündemine almışlardır. Topluluklar, dolayısıyla insanlık bilgisayar okuryazarlığı, fen okuryazarlığı gibi değişik okuryazarlık kavramları ile de tanışmıştır.  Bu kapsamda iletişim okuryazarlığı bireyin sahip olması gereken okuryazarlık türlerinden birisidir. Bu açıdan iletişim okurya-zarlığı kavramı eğitim sistemleri için yeni, düşündürücü, sistemi daha dinamikleştiren bir kavram olarak ele alınmalıdır.

Page 49: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 49 –

Dr. Metin ERİŞ

Böylesi bir şekillenme seyri içersinde insanlar ve topluluklar iletişim unsurlarının ve özellikle medya yapısı için-de yer alan “gizlenmiş” değerlere/değersizliklere ve görüşlere karşı bilinçlendirilmelidir. Yetişkinlerin medya konusunda sahip oldukları tüketim alışkanlıkları üzerinde düşünmeleri ve sorumluluk sahibi kişiler olmaları için gerekli çalışmalar yapılmalıdır. İletişim araçlarının özellikle medyanın, toplumun kültürünü korumak ve geliştir-mek adına toplumların korunması ve yaşanması için gerekli özeni göstermesi gerekir ki böylece toplumlar arası insanî değerler birbirlerine “ötelenmiş, ayrıştırılmış ve de başkalaştırılmış” gözlerle bakmaktan uzak olsunlar.

Teknolojinin yerinde ve faydalı alanlarda kullanılmasının önemi açıktır. Bilgiye ulaşmada internetin rolü ise ar-tık günümüz kaçınılmazlarından olmuştur. Ancak teknolojinin zararlarından korunmak için toplumun özellikle gençlerin bilinçlendirilmesinde, değer hükümleri, ahlâk ve terbiyenin ön plânda olması gerekir. Bunun için de özellikle teknolojinin esiri olunmaması, kitle iletişim araçlarının doğurduğu zararlı etkilerin azaltılması gerekmek-tedir. Bununsa toplumsal bir eğitim sürecine ihtiyaç duyduğu açıktır. Bu süreçse, aileden başlayarak toplum-ların bütün katmanlarını ilgilendirmektedir.

Ayrıca göz ardı edilmemelidir ki teknolojik gelişmeler bir dönem, istihdam yaratırken şimdi işsizlik yaratmakta-dır. Şüphesiz ki teknolojik gelişmeler; özellikle hizmet sektörlerinde yeni iş alanları açarken, klâsik meslekleri de ortadan kaldırmaktadır. İşsizlikteki sorun; “mesleksizliktir.” Teknolojiyi; meslek kazandırmak için bir araç olarak kullanmak önemlidir. Bilgi ve Teknolojiye erişim ve kullanım açısından avantajlı olmakla birlikte madde bağımlılığı, bireyselleşme (bencillik) ve yalnızlık gibi olgulara maruz kalmaktadır.

Unutulmamalıdır ki insanı insan yapan temel değer anlamadır. % 100 benzerlik ve farklılık anlamayı imkânsız kılar. O halde farklılık ve benzerlikler ölçülü olmalıdır, aşırı olması durumunda kutuplaşmayı ve sonucunda ise çatışmayı doğurur. Günümüz topluluklarının en önemli problemi kültür yozlaşmasıdır. Yüzyıllardır, özellikle son 200 yıldır toplulukların kendi değerlerinin toplumlarına aktarılmasında ve dolayısıyla da farklı toplulukların birbir-lerine bakışlarında sorunlar ortaya çıkmıştır.

Medeniyetler ittifakından amaçlanan farklı kültürler arasında bilgi, kültür ve tecrübe alışverişi yapılmasıdır. He-deflenen farklı yaşama şartlarında yer alan, farklı özgürlükleri olan, farklı cinsiyette insanın hem ulusal hem de uluslar arası düzeyde farkındalıklarını sağlamak, birbirlerini anlamaya çalışırken aynı zamanda kültürel alışveriş yapabilmelerini, dünyanın ortak meselelerine beraber çözüm arayabilmelerini temin etmektir. Küreselleşen dünya düzeni içerisinde medeniyetler ittifakınca hedefin, kültürlerin birbiri üzerine baskın hale getirilmesi değil, farklı düşüncelerin sentezi ile verimli neticeler elde edilmesi olmalıdır. Medeniyetler ittifakı konusu ele alınırken bu konularda ülkelerin gençleri arasında siber ortamda yapılacak çalışmaların ve sonucunda kurulacak ilişkile-

Page 50: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 50 –

Dr. Metin ERİŞ

rin hem daha hızlı hem de daha doğru bir mecrada gelişmesine ve dünya barışına katkıda bulunmasına destek olacağı açıktır. Bu özendirici çalışmalarla ülkeler arasında teşvik edilmelidir.

Meselâ, Birleşmiş Milletler, online gençliğin kültürel etkileşimi, bilgi paylaşımı için bir web sitesi oluşturmuştur. Böylece dünya online gençliği arasında aktif katılım ve paylaşımı sağlamak, ortak datanın birleşmesini temin etmek ve eylem odaklı çalışmaların oluşturulup şekillendirileceği bir ortam sağlamıştır. Bu ortam, medeniyetler ihtilâfı tezinin medeniyetler ittifakına dönüştürülebilmesi için önemlidir. Bu uygulamaya bağlı olarak ders prog-ram ve kitaplarının genelleştirerek ama karşılıklılık esası dikkate alınarak “vatandaşlık ve barış eğitimine” uygun olarak yeniden şekillendirilmesi; küresel ve kültürlerarası eğitime destek verilmesi; özellikle farklı kültürlere yö-nelik ve sürekli düşmanlığı besleyen unsurların ayıklanması temel hedefler arasında olmalıdır…

Kültürlerarası bağları güçlendirmek, kültürleri bağımsızlaştırarak temassız alanlar yaratmaktan değil, birlikte yaşama idealini gerçekleştirmekten geçer. Bu bağları güçlendirmek, bir arada yaşama kültürünü geliştirmek, medeniyetler ittifakı veya kültürler arası ittifaka doğru somut adımlar atmakla olur. Ki bütün bu iyi niyetli dü-şünceler Hâkim Devlet veya Hâkim Güçlerle, aynı şekilde hâkimiyet ihtirasını sürdüren devlet ve topluluklarla nasıl gerçekleşecektir? Asıl üzerinde durulması gereken nokta budur! Ayrıca gözlenen ve ısrarla sürdürülen dünün geçmiş tarihi olaylarıyla bugün arasında devamlı illiyet bağı kurdurularak bugünün nesillere huzur ve rahatlık verilmek istenmediğidir. Daha da acısı birileri belli bir sömürü sisteminin sağladığı imkânları, söylemde tabir caizse “mangalda kül bırakmadan” ifadelendirirken, varsayımlarından yola çıkarak kendileri için tabii kabul ettikleri hakları(!) başkaları için çıkarcı bir üslupla istismar aracı olarak kullanmakta beis görmedikleri bir dünya düzeninde, “Medeniyetler İttifakında Birlikte Bilgece ve Hikmetle” nasıl yaşanacaktır? Doğrusu bilgelerden başlayarak devlet adamlığına soyunanların ve de topluma yön veren aydınların bir kere daha, bir kere daha üzerinde durarak, önce kendilerinde başlayarak düzelterek şekillendirecek sorun budur! Aksi takdirde ancak bu güzel ifadeler birilerinin istismar aracı olmağa devam ederken tatbik kabiliyetini ancak insan-i kâmil sıfatına erişmiş bilgelerin düşünce sınırları içinde var olacaktır… Çözüm yolu yüzyılların ötesinde örneklerinin olduğu ülke yöneticilerinin kendi topluluklarından başlayarak farklılıklara saygı duymakla kalmayarak adil olmaları ve de başka ülkelerle aynı değer hükümleri içersinde bağ kurmalarından geçer..

Yazımı Yusuf Has Hâcib’in “Kutadgu Bilig”in den bir son sözle bitirmek isterim: “İnsan gönlünü çıkarıp, avucu-na koyarak, başkaları önünde, mahcup olmadan dolaşabilmelidir.” Dikkat ediniz aklını demiyor Bilgemiz “gön-lünü” diyor. Kısaca bu hikmetli söz fert fert bütün insanlar için olduğu kadar devletleri yönetenler ve dolayısıyla devletlerarasındaki ilişkiler için de geçerli olmalı değil midir?

Page 51: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 51 –

Prof. Dr. Özer ERTUNAOkan Üniversitesi

İşsİzlİk sorunu ve nedenlerİ

Ekonomik hayatta işsizlik, dünün ve bugünün sadece Türkiye’nin değil dünyanın da çok önemli bir sorunu olmuştur. Gelecekte ise bu sorun sadece önemli olarak kalmayacak, ekonomik hayatımızın kaderini saptayan bir sorun olacaktır. Bu niteliği ile de işsizlik sorunu muhakkak çözüm bulunması gereken bir sorundur. Bir kişi-nin işsiz kalması, yaşam boyu karşılaşabileceği en önemli sorunlardan biridir. Bu sorun sadece kişinin gelirden mahrum kalması sorunu değil aynı anda saygınlığının azalması, kendine güvenini kaybetmesi gibi psikolojik boyutları olan çok ciddi bir sorundur. Bu nedenle, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 23. maddesinin birinci fıkrası, “Her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.” demektedir. Çalışma ve işsizlikten korunma hakkı, günümüzde sıkça söz edilen demokratik haklar kadar, hatta onlardan da önemlidir. Oysa bugünün yönetimleri çalışma imkânlarının sağ-lanmasına ve işsizlikle mücadeleye gereken önemi vermemektedir. 2008 yılında dünya üzerinde çalışabilir nü-fusun yüzde 7, 2’si işsizdir. 2009 yılında dünya üzerinde kimi ülkelerde görülen kriz nedeniyle dünya üzerinde işsizlik oranı yüzde 1, 5 artarak yüzde 8, 7’ye yükselmiştir. Yani, dünya üzerinde 3 milyar 179 milyon kişi olan çalışabilir nüfustan, yaklaşık 277 milyon kişi işsizdir. 2009 yılında dünya üzerinde işsizlikteki artış 48 milyon kişi dolaylarındadır. Kimileri bu artışı 2009 yılında dünya üzerinde yaşanan krize dayandırmaktadır.

İşsizlik Sorununun Krizle İlişkisi: Bilindiği gibi 2008 yılında ABD’de konut finansmanına bağlı olarak bir kriz patlak vermiştir. Yaşanan bu kriz, iddia edildiği kadar küresel bir kriz değildir. Kriz ABD merkezli ve çeşitli nedenlerden kimi ülkeleri etkisi altına almış bir krizdir. ABD ekonomisi, krizin patlak verdiği 2008 yılında bin-de 4 büyüme elde etmiş (yani duraklamış), 2009 yılında ise yüzde 2, 4 gelir kaybına uğramıştır. 2008 yılında ABD’de yüzde 5, 8 düzeyinde olan işsizlik de yüzde 9, 3’e yükselmiştir. Öbür yandan, krizden dolaylı etki-lenen Almanya’nın 2008 yılında, milli geliri yüzde 1, 3 büyümüş, 2009 yılında ise yüzde 5 azalmıştır. İşsizlik, Almanya’da ABD’deki kadar artmamış, 2008 yılındaki yüzde 7, 8 olan düzeyinden, 2009 yılında yüzde 8, 2’ye yükselmiştir. Almanya’nın gelir kaybı daha yüksek, işsizlikteki artışı daha düşüktür. Öbür yandan, krizde gelir kaybına uğramamış olan Çin’in milli geliri, 2008 yılında yüzde 8, 7 ve 2009 yılında ise yüzde 9 oranında artmış-tır. Oysa Çin’de işsizlik 2008 yalında Yüzde 4, 2 iken, 2009 yılında 4, 3’e yükselmiştir. Bu karşılaştırmaların da gösterdiği gibi, işsizlik, sadece krize değil, daha temel nedenlere dayanan bir olgudur.

İşsizlikteki artışla, yaşanan kriz arasında bağlantı kurulmasının temel nedeni, şirketlerin toplu işten çıkarmala-rındaki gözlemlenen artıştır. 2009 yılında pek çok ülkede toplu işten çıkartmalar yaşanmıştır. Örneğin ABD’de 2009 yılının Mayıs ayında 2 bin 794 işten çıkarma olayında toplam 306 bin 788 kişi işten çıkarılmıştır. Bu sayılar

Page 52: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 52 –

Prof. Dr. Özer ERTUNAOkan Üniversitesi

daha önceki yılların sayılarının neredeyse iki katıdır. Ama son aylarda çok ilginç bir durum yaşanmaktadır. Wall Street Journal’ın haberine göre, her ne kadar işten çıkarmalar 2010 yılının ikinci çeyreğinde hız kesmiş olsalar da, geçmiş senelerin üzerinde seyretmekte, buna ve düşen satış gelirlerine rağmen şirket kârları ve yöneticilere ödenen ücretler artmaktadır. 2010 yılının ikinci çeyreğinde Amerikan Şirketlerinin kârları 1 trilyon 208 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Elde edilen kârlar, birinci çeyreğin kârlarından yüzde 3, 9 daha fazla, geçen se-nenin aynı dönemindeki kârlarından yüzde 26.5 daha fazladır.1 Wall Street Journal’ın değerlendirmesine göre, kârlardaki bu artış, toplu işçi çıkarmaları ile gerçekleşmektedir. Toplu işçi çıkarmaları da sadece günümüze ait bir olay değildir. 1994 yılında Amerikan şirketlerinin kârı yüzde 11 artmış, bu artış, yeniden yapılandırma çaba-larına 10 milyar dolar harcama sonucu 516 bin 69 kişiyi işten çıkararak elde edilmiştir.2

İşsizlik ve Toplu İşten Çıkarmaların Temel Nedeni: İşsizlik ve toplu işten çıkarmaların temel nedeni üretim sistemlerimizin kâr odaklı olması ve işçinin bir gider unsuru kabul edilmesidir. Bu haliyle işçi, ekmeğini kazan-mak için çalışırken, yetenekleri her gün artan makine, bilgisayar ve robotlarla rekabet etmek zorundadır. Bir iş, makine, bilgisayar ve robotla daha ucuza yapıldığı takdirde, makine, bilgisayar ve robotlara gerekli yatırımlar yapılarak işçiler işten çıkarılmaktadır. Giderek makineler daha yetenekli, bilgisayarlar daha hızlı ve robotlar daha akıllı hale gelmektedir. Oysa insana yapılan yatırımların niceliği ve niteliği insan unsurunun rekabet gücünü ko-ruyamamaktadır. Bu nedenlerden “yeniden yapılandırma” (re-engineering), “yeniden şekillendirme” (re-tooling) ve “küçülme” (downsizing) adları altında şirketler toplu işten çıkarmalar uygulamakta ve kârlarını arttırmaktadır. Ancak bu durum gene sistemimizde “kral” kabul edilen müşterileri gelirlerinden mahrum bırakmakta ve şirket gelirini, kısır bir döngü yaratabilecek şekilde azaltabilmektedir. Bu durum sürdürülebilir bir durum değildir. Çö-züm önerileri ise bu kısa çalışma kapsamına sığmayacak kadar uzun tartışmalar gerektirmektedir.

Türkiye’de İşsizlik: Türkiye’de işsizlik sorunu diğer ülkelerde görünenden daha da ciddidir. Türkiye’de milli gelir 2008 yılında yüzde 0, 9 dolaylarında artmış, 2009 yılında ise Türkiye yüzde 6 gelir kaybına uğramıştır. Türkiye, çalışanına istihdam yaratabilme bakımından dünya sıralamasında 145. ülkedir. Yani 144 ülkede işsizlik daha düşük düzeylerdedir. 2000 yılında Türkiye’de işsizlik oranı yüzde 6, 5, yani 1 milyon 497 bin kişi iken, 2009 yılında yüzde 14 düzeylerine, 3 milyon 471 bin kişiye ulaşmıştır. Türkiye’de durumun bu denli vahim olmasının bir nedeni de TL’nin aşırı değerli olmasıdır. TL aşırı değerli olduğunda Türk işçisi daha pahalı hale gelmekte ve bir taraftan makine, bilgisayar ve robotla rekabet ederken bir taraftan da yabancı ülke işçileri karşısında rekabet gücünü kaybetmektedir. Türkiye’de uygulanan yanlış politikalar nedeniyle küresel sorunlar Türkiye’ye daha da büyüyerek yansımaktadır.

1 http://jdeanicite.typepad.com/i_cite/2010/10/us-corporate-profits-soar-on-layoffs-wage-cuts.html

2 John Micklathwait & Adrian Wooldridge, The Witch Doctors, Mandarin, United Kingdom, 1997. s.34.

Page 53: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 53 –

A. Nihat GÖKYİĞİTYönetim Kurulu Başkanı, Tekfen Holding

DOğaya Duyarlılık

Dünyamızda bölgesel çatışmalar devam etse de, çok korkulan 3.Dünya Harbinin önlenebileceği anlaşılıyor, ancak ne yazık ki yer küremiz çok daha tehlikeli bir çatışma ile karşı karşıya:

İnsanoğlu ile doğa arasında çatışma

Bu yüzden Biyolojik çeşitliliğin kaybı ve ekosistemin bozulması

Ormansızlaşma ve çölleşme

İklim değişikliği ve doğal afetlerde artış

Su sancısı ve gıda güvenliğinde telaş

gibi daha tehlikeli ve korkunç sorunlar ile karşı karşıyayız.

Dünya büyük bir telaş ve endişe içerisinde çünkü, son asrın 2. yarısında başta toprak, su, hava, yeşil örtü ve biyolojik çeşitlilik olmak üzere doğal varlık ve kaynaklardaki tükeniş hızlanmış bulunuyor. Bu dönemde doğal kaynaklar, oluşmaları ve artımlarından daha hızlı yok edilmeye, kirletilmeye ve tüketilmeye yani sermayeden kaybedilmeye başlanarak iflas yolu açılmıştır. Her biri diğerine muhtaç olan ve aralarında akıl almaz etkileşim bulunan doğal varlıklar ve biyolojik çeşitlilikteki bu tükeniş, eko sistemin bozulmasına ve krizine yol açmaktadır.

Doğal kaynaklardaki bu tükenişin ana sebeplerine gelince:

- Doğaya dost olmayan üretim ve hizmet

- Çılgın tüketim ve korkunç israf

- İnanılmaz nüfus artışı ( son elli yılda 3 kat)

Gelişmiş ülkeler, nüfusu az gelişmiş olan ülkelere diyor ki: “ Dünya bu nüfusu kaldıramaz, önlenmesi şart.” Ve şu cevabı alıyorlar: “ Sizde doğan bebekler, bizde doğanların 30 katını tüketmek üzere dünyaya geliyor, siz de bu israfı önleyin. Yer küremiz bu aşırı tüketim ve korkunç israfı çekemez”

Bu tükenişin bariz işaretlerini son asrın 2. yarısında yaşamaya başladık:

Page 54: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 54 –

A. Nihat GÖKYİĞİTYönetim Kurulu Başkanı, Tekfen Holding

Tarım arazilerinin üçte biri, meraların yarısı artık verimsiz ve çölleşmekte.

Açlık, yoksulluk, su sancısı ve göçler korkunç seviyelere ulaştı. Dünyamızda 1 milyar insanın yatağına aç git-tiğini ve 6 saniyede bir çocuğun açlıktan öldüğünü göz ardı edemeyiz. Hele 1 milyardan fazla insanın da aşırı tüketim ve oburluktan doğan hastalıklarını önleme ve zayıflama gayretleri için, açlık çeken insanların doyurul-masından daha fazla masraf yaptıklarını hiç göz ardı edemeyiz. Açlığın yaratacağı toplumsal krizleri, bu çare-sizleri doyurmaktan başka hiçbir tedbir önleyemez.

Su sancısı da bir realite: Bazı göller ve sulak alanlar kuruyor, bazı nehirler denize ulaşamıyor ve yeraltı su sevi-yeleri alçalmaya devam ediyor. İnsanoğlu suyun hep bol, bitmeyecek zarar görmeyecek bir kaynak olduğunu zehabına kapılmıştır.

O kadar ki: “sudan ucuz, sudan sebeple kavga ettiler, akan su kir tutmaz, havadan sudan konuştular” diyecek kadar suyun önemsizliğine mevzu yapmışız.

Halbuki bütün canlılar ve ekosistem için hayati önem taşıyan suyun yanlış ve aşırı kullanımı ile doğaya ve bütün canlılara büyük zarar vermekteyiz. Su kaynaklarının dörtte birinin tüketildiğini veya geri kazanılmayacak kadar kirletildiğini; 1.2 milyar insanın sağlıklı içme suyundan mahrum olduğunu unutamayız.

Bu tükenişten orman ve bütün yeşil örtü de nasibini alıyor. Her yıl Portekiz alanı kadar orman, yeryüzünü terk ediyor. Tropik ormanların artık üçte biri yok. Orman yangınlarında hızlı bir artış var. Başta dünyamızın başına büyük dert olan karbon-dioksiti yutmak olmak üzere, odun değerinin iki bin katı fonksiyonel değerler yaratan ve biyolojik çeşitliliği barındıran orman varlığının tahribi devam ediyor.

İklim değişikliği de artık bir senaryo değil realite oldu. Yeşil örtünün 4 kat artan karbondioksit salınımı yuta-mayacak kadar azalması, ekosistem üzerinde giderek artan baskı yaratmaktadır. Reasürans şirketlerinin ka-yıtlarına göre geçen asrın ikinci yarısında eko sistemin bozulması ve iklim değişikliği yüzünden doğal afetlerin sayısında 4 kat, şiddetinde 15 kat artış oldu. ABD ‘de bir Katrina Kasırgası, Pakistan’da bir sel felaketi 200 milyar dolarlara varan zararlar yaratır oldu.

Biyolojik çeşitlilikteki tahribin en bariz işareti, her gün bilinen-bilinmeyen 100 kadar türün yer küremizi terk etmesidir. Radikal tedbir alınamaz ise bu asır içerisinde türlerin yarısının kaybolabileceği biyologların genel kanaati olmuştur. Yalnız ülkemizde 3008 adet bitki türü çeşitli derecelerde yok olma tehdidi altında bulunuyor. Eko sistemin dayanağı olan, biyolojik çeşitliliğin önemini belirten sadece bir örnek vermek istiyorum. Giderek

Page 55: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 55 –

A. Nihat GÖKYİĞİTYönetim Kurulu Başkanı, Tekfen Holding

tahribe uğrayan mercan adalarında yaşayan, bir tür konik salyangozun avı ve düşmanında, gönderdiği iğne gibi bir zıpkınla anestezi yaptığı gözlenmişti. Salyangoz hedefe gönderdiği zıpkını çıkardığı enzimler kokteyli ile muamele ediyordu. Bu enzimlerin insanoğlunda beyne acı ve sızı sinyali gönderen neuronları etkilediği tespit edildi. Ancak insanlığa bu derece faydalı görülen bir tür salyangoz yok olma durumunda.

Son asrın ikinci yarısında ekonomi yedi kat büyüdü, ancak bir taraftan doğa tahrip edilirken, zenginle fakir ara-sındaki uçurum daha da derinleşti, yani yoksulluğa çare olmadı. Ekonominin yer küremiz ve insanlığa hizmet etmesi ve muhtaç olduğu doğal kaynakları koruyabilmesi için, çevre ve yoksulluk göz ardı edilmemeli ve do-ğaya dost üretim esas alınmalıdır. Sürdürülebilir kalkınma ve eko-ekonomi konsepti hakim olmalıdır. Vergiler, teşvikler ve fiyatlar da dahil bütün ekonomik enstrümanlar çevre dostu bir küresel ekonomi için yeniden yapı-lanmalı; maliyetler, yaratılan sosyal zararları içermelidir. Çevre duayeni Lester Brown’un dediği gibi: “ Bugün ekolojinin ekonomi etrafında döndüğü sanıldığı gibi, 16.asırdan evvel de güneşin dünya etrafında döndüğü sanılıyordu.”

Tarafımdan harekete geçirilen sosyal ve çevre sorumluluğa hizmet eden, doğaya dost üretimlerden bazı ör-nekler:

Ana arı üretimi, organik bal üretimi, eko-turları çeşitlendirme ve endüstriyel orman plantasyonu (ağaç tarımı) gerçekleştirildi. Sakız ağacı geliştirme, mantar meşesi plantasyonu, doğal ipek üretimini geliştirme, çay yerine süs bitkileri, kuraklığa dayanıklı bitkiler, yenilebilir yabani otlar projeleri üzerinde çalışılmakta.

Gerçekleşen projelerden ikisini biraz açabiliriz:

Ana arı üretimi olan ilk projemizde nesli kaybolduğu sanılan verimli bir arı ırkı, izole bir bölgede keşfedilerek, ana arı üretildi. Projede arıcılık eğitimi ve desteği verilerek üretilen bu çok verimli ana arılar ile ülke çapında arıcılığa hizmet edilmekte. Ayrıca eşsiz biyolojik zenginliğe haiz bu belde de doğayı korumayı teşvik eden bir gelirle kırsal kalkınma örneği uygulanmış oldu.

Doğaya dost üretime örnek ikinci proje de, eko sistem için elzem olan doğal ormanlar üzerindeki baskıyı azal-tırken artmaya devam eden karbon emisyonu yutabilme hedef alınmıştı: Hızlı yetişen ağaç türleri ile endüstriyel orman plantasyonu (ağaç tarımı). Bu uygulama fidanların 18-20 yaşında büyümeleri yavaşlayıp ekonomik değeri ve karbondioksit yutma kapasitesi azalınca, kesilerek yerine yenilerin dikilmesi projesidir. 4 yıl evvel başlayan ve yılda 300.000 fidan dikme kapasitesine ulaşan proje ile bir milyon ağaç rotasyona hazır hale ge-

Page 56: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 56 –

A. Nihat GÖKYİĞİTYönetim Kurulu Başkanı, Tekfen Holding

tirildi. Bu uygulama sadece ekonomik açıdan faydalı değil aynı zamanda CO2 yutarak iklim değişikliğine çare olmaktadır.

Doğaya dost olabilmek için tüketici, yeni bir yaşam tarzını benimseme durumundadır. Bu yaşam tarzında çıl-gın tüketim ve israfa yer yok. Kullan-at kültürü yerine, geri kazanma, yeniden kullanma anlayışı şart olmuştur. Tüketiciler aldığı malın nasıl üretildiğini ve onu kullanır veya tüketirken doğaya ne derece zarar verdikleri hu-susunda kendilerini sorgulamaya ve bilinçlenmeye başladılar. Üreticiler ise doğaya dost üretimle sürdürülebilir kalkınmaya hizmet ettiklerinden emin olmaları ve tüketicilerin giderek doğaya dost olmayan ürünlere karşı bilinçlendiğini artık göz ardı edemezler. Örneğin bugün gelişmiş ülkelerde, ahşap eşya alırken üzerinde sür-dürülebilir orman işletmesinden alındığını veya bir yapı alırken çevreye dost yeşil bina alma derecesini gösterir sertifika arar olmaya başladılar.

İnsanoğlu eski çağlarda yer küremizde meydana gelen şiddetli değişimlerden sorumlu değildi. Bunlar daha çok meteorolojik çarpışmalar ve arz kabuğundaki jeolojik hadiselerin yarattığı felaketlerin neticesi idi. Ancak süregelen tükeniş önlenemez ise, dünyamız muhtemelen korkunç yeni bir çağ’a doğru yol alacaktır. İklim kıyameti de denilen bu çağ insanoğlu yüzünden oluşacaktır. Lester Brown’a göre bu tükenişi önlemek için gereken çevre devriminin, tarım ve endüstri devrimlerinde olduğu gibi birkaç asırda değil, birkaç on yılda ger-çekleştirilmesi zorunludur.

Doğa ve insanoğlu arasındaki çatışmanın galibi hiç şüphesiz doğa olacaktır. Yerküremizin bizden evvelki ya-şamları, örneğin, dinozorları oburlukları yüzünden ve muhteşem Sümer medeniyetini toprak ve suyu yanlış kullanmaya başladıkları için yok olmaya mahkum etmişti. Doğa, ekosisteme çok zarar veren insan nesli dahil bazı canlıları, yok olmaya mahkum edebilir.

Yer küremizin ve üzerinde yaşayan bütün canlıların korunmasına ve daha adil ve krizlere maruz kalmayan bir dünyaya hizmet edebilmek için barışseverler, insanlar ve uluslar arası ilişkilerden daha önemli olan, insanoğlu ile doğa arasındaki barışa hizmet gayreti içerisinde olmalıdırlar.

Doğa ile çatışma yerine dost olmanın herkese nasip olmasını dilerim.

Page 57: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 57 –

Agâh Oktay GÜNER Kültür Eski Bakanı

Medeniyetler ittifakı ve HikMetle yaşayış

Medeniyet; bir millet ve toplumun maddi, manevi varlığına ait üstün niteliklerden, değerlerden, fikir ve sanat hayatındaki çalışmalardan ilim, teknik, sanayi, ticaret sahalarındaki nimetlerden faydalanarak ulaşılan bolluk, rahatlık ve güvenlik içindeki hayat tarzı, yaşama biçimi, medenilik, uygarlıktır.

Medeniyetin sağladığı imkânlardan yararlanan, medeniyetle ilgili uygar insanlara medeni diyoruz. Bir başka ifade ile şehre ait, şehir halkından olan, şehirde yaşayan şehirli kimseye de yine medeni denilir. Görgülü, kibar, nazik kimseleri de medeni sıfatıyla anlatırız. Böylece medeniyet, belli bir değerler sistemi içinde yaşanan bü-tünlük olmaktadır.

Medeniyetler duygularıyla, düşünceleriyle, davranışlarıyla, yönelişleriyle; kabûlleri, zevkleri, telakkileri, güzellik anlayışları, kurumları, özetle değerleri ve bu değerler etrafında birleşmiş insanlarıyla bir sosyal gerçektir.

Her medeniyet kendine göredir ve ancak kendisidir. Doğu Medeniyeti’nin özü İslam, Batı Medeniyeti’ninki Hıristiyanlıktır. Hıristiyanlık insanın dünyaya günahkâr geldiğine inanır ve kurban kesmeyen bir medeniyettir. İslam; insanın dünyaya aydınlık, tertemiz geldiğini söyler ve kurban kesen bir medeniyettir. Hıristiyan dünyası araba yarışları, gladyatörler, kazığa oturtmalar, içine cin girmiş, şeytan girmiş diye akıl hastalarını, bazı kadınları diri diri yakmalar akıl almaz bir kan zevkinin ifadesidir. İslam ise; bunların hiç birisine cevaz vermemiştir. Kendi-sine zarar verilen kimse Hıristiyan veya dinsiz bile olsa, zarar veren Müslüman, kısas hükmüne göre karşılığını görür.

İslam Medeniyeti, vakıf müessesiyle insana hizmete bütün canlıları ve cansızları da katmıştır. İslam tevhid dinidir, vahdet dinidir, birlik dinidir. Asla ayrım yapmadan insanlığı bir ve bütün kabûl eder. Nitekim İslam’da sosyal tabakalaşma, sınıf kavgaları olmamış, Müslüman memleketlerdeki köleler Hıristiyan âlemindeki köleler-den daha refahlı ve güvenli yaşama şartları içerisinde olmuştur. İslam âlemi, Hıristiyan dünyasına dini seferler düzenlememiş, aksine asırlarca Hıristiyan dünyasının tertiplediği Haçlı Seferlerine muhatap olmuştur.

Dünyanın daha huzurlu olması, çevrenin ve tabiatın en iyi şekilde korunması, dünya üzerindeki çeşitli medeni-yetlere mensup insanların birbirlerine saygı ve sevgi göstermesiyle mümkündür. Unutmayalım ki, insanlığa ki-

Page 58: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 58 –

Agâh Oktay GÜNER Kültür Eski Bakanı

tap getiren peygamberler, aynı Allah’tan vahiyi almışlardır. Dünya sevgi, saygı karşısındaki düşünme eksenine girdikçe çok daha güzel olacaktır.

Uygulamanın ise böyle olmaması, bugünün sorunlarını doğurmaktadır. İslam inanışında Allah’ın birliği, tekliği, vahdet, tevhid anlayışını ve âleme küllî bakışı doğurmuştur. Böylece, İslam Medeniyeti’nde onlar ve biz ol-mamış diye ötekileştirme, daima tek tanrılı dinlere itibar ve bir arada yaşayabilme fikri hâkim olmuştur. Uzun uğraşlardan sonra Osmanlı’nın gerçekleştirdiği Balkan Medeniyeti bunun en güzel örneğidir. Bu medeniyetin temelinde muhteşem tevhid idrakimiz vardır. 1300’ların sonlarındaydı, Osmanlı fütuhatı Balkanlarda ilerlerken Sultan Murad’a sordular: “Bütün Balkanları fethederseniz ne yaparsınız?” “Bir cami yıkılırsa yerine yeni bir cami, bir kilise yıkılırsa yerine bir kilise inşa ederim.” Aynı soru Sırp Kralı Lassal’a soruldu. Lassal: “Balkanları alırsam tek cami ve mescit bırakmam,” dedi. Nitekim, 1913’te Balkan mağlubiyetinden sonra bu denilen felâketi sade Müslümanlar değil, o muhteşem birarada yaşayabilme medeniyeti de yaşadı.

Tarihin geçmiş asırlarına girersek, Hıristiyan âleminin bünyesindeki mezhep çatışmalarının ne kadar acı kayıpla-ra sebep olduğunu görürüz. Hıristiyan Batı, sömürgecilik evresine geldiği zaman, çok merhametsiz ve zalimdi. Askerlerin elinde silâh, Papazların elinde İncil, sermaye sınıfının elinde ise sadece sömürü vardı. Amerika’ya pamuk işçisi olarak götürülen Afrikalı siyahların beşinden dördü ölüyor, birisi Amerika’ya ulaşıyordu. Günah kefareti öder gibi, Amerikalılar günümüzde vaktiyle siyahların çektiğini, Kızılderilileri nasıl yok ettiklerini anlatan filmler çeviriyor.

İnsanoğlu, kapitalizmin elinden çektiği çileyi, bir o kadar da Marksist sistemden çekti. Her iki sistemde de “insan” merkezde değildi. Kapitalizmin “tükettiği ölçüde değer verilen insan”ı, komünizmde yer değiştirmiş ve “üretebildiği ölçüde kıymet sahibi insan” olmuştu. İslam’da ise, insan yaratılmışların en üstünüydü ve insana saygı sistemin özüydü. Akarsu kenarında bile abdest alırken suyu israf etmemek ilahî emirdi, insanların gele-ceğine saygı demekti. Bugün insanlığı boğan çevre felâketlerinin sebebi hemen her konuda israf değil midir? İslam, bütün insanları aynı vücudun parçaları kabûl ediyordu. Yüce Peygamberin âleme bakışı ayrım yapma-ma esasına dayanıyordu. Çünkü Peygamber Kur’an-ı Kerim’in yaşayan tefsiriydi.

İslam, ırkçılığı kesinlikle reddetmiştir. Kur’an-ı Kerim’in açık ayetleri, Peygamberin Veda Hutbesi bu konuda çok açıktır. Kur’an-ı Kerim’in Hucurat Suresi (49.sure) 13. ayetinde “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle

Page 59: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 59 –

Agâh Oktay GÜNER Kültür Eski Bakanı

bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok ürpereninizdir. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.”

Ancak, bizler, müsbet olanı merkeze almakla insanlığa hizmet edebiliriz. Dini düşüncenin idrak ile gelişmesi, inananı hikmet ehli yapar. Ancak bu sayede insan Rabbini bilir ve kendini bilir. Hikmete erme yolunda İslam Su-fizmi, ehli tasavvuf, çok büyük ufuklara ulaşmıştır. Ahmet Eflâkî, “Ariflerin Menkıbeleri” adlı eserinde günümüze derman olacak pek çok davranış örneği veriyor. Hz. Mevlâna’nın Mesnevi’sinde bu konuda insanı çok düşün-düren bölümler vardır. Bu cevherlerin başında da “saygı” gelir. Bugün sadece bunun üzerinde duracağım:

“Nakledilir: Bir gün Mevlânâ hazretleri bir toplantıda mânâlar ve gerçekler saçıyordu. Birdenbire içeri saygın bir genç girdi ve bir ihtiyarın üst tarafına oturdu. Bir süre sonra Mevlânâ şunları anlattı:

“Geçmiş zamanda Tanrı’nın emri şöyleydi: İhtiyarların üst tarafına oturan her genç derhal yerin dibine giderdi. O milletin kısası öyleydi. Şimdi bu devirde yeni yetişen gençler hiç korkmadan ve çekinmeden yolda bulu-nan ihtiyarları tekmeliyor ve akıbetlerinin kötüleşeceğini, içlerinin şekilden şekle gireceğini bile düşünmüyor-lar. Tanrı’nın yenilmez aslanı Ali bin Ebû Tâlib (Allah onun yüzünü kerim kılsın) sabah namazını kılmak üzere Peygamber’in mescidine gidiyordu. Yolun ortasında ihtiyar bir Yahudi’nin önünde gittiğini gördü. Müminlerin emiri civanmertliği, insanlığı ve ahlâkının iyiliği nedeniyle o ihtiyara saygı gösterdi. İleri geçmeyip yavaş yavaş onun arkasından yürüdü. Peygamber’in mescidine ulaştığında Mustafa hazretleri (Tanrı’nın selâmı üzerine ol-sun) birinci rekâtın rükûuna varmıştı.

“Yüce Tanrı’nın emriyle derhal Cebrail geldi ve Ali’yi Murtazâ’nın (Hz. Ali) sabah namazının birinci rekâtını kılmak sevabından yoksun kalmaması için elini Peygamber’in mübârek sırtına koydu. Çünkü ilk rekât namaz yüzyıllık ibadetten daha makbûldür. Hz. Peygamber “İlk rekât namaz, dünya ve dünya içinde bulunan her şeyden daha iyidir,” diye buyurmuştu. Mustafa hazretleri (Tanrı’nın salat ve selâmı üzerine olsun) namazı, virdleri ve duayı bitirdikten sonra Cebrâil-i Emîn’e “Bugün gerçekleşen bu hâlin sırrı neydi?” diye sordu. “Ali mescide gelirken ihtiyar bir Yahudi’ye rastladı. Onu yüceltip ağırladı. Ondan ileri adım atmadı. Her türlü eksikten arı, duru olan Yüce Tanrı, Ali-yi Mekkî’nin (Hz. Ali) sabah namazı sevabından yoksun kalmasını uygun görmedi de böyle bir iyilikte bulundu,” dedi Cebrâil.

Şimdi Ali’yi Murtazâ gibi bir adam, bir ihtiyara saygı gösterdiği için bunun karşılığında Tanrı’dan böyle bir lütuf ve iyiliğe ulaşırsa, Tanrı yolunda kocalmış, İslâm dininde sakalını ağartmış o mânâ kocalmışlarının sohbetine ulaşıp

Page 60: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 60 –

Agâh Oktay GÜNER Kültür Eski Bakanı

Tanrı’nın makbûl kulları arasına geçmiş âşık ve sadık bir ihtiyara saygı gösterip onu ağırlayan kişiye Tanrı’nın ne lütuflarda bulunacağını var kıyas edin. Gerçekte Kuran’da buyrulduğu gibi “İzzet Tanrı’nın, peygamberlerin ve bütün müminlerindir” (Münâfikun, 63:8). Eğer sen daima talihinin genç kalmasını istersen ruhanî bir ihtiyarın eteğine yapış. Çünkü, böyle bir doğru ihtiyarın yardımı olmadan hiçbir genç ihtiyarlamadı ve ruhan ihtiyarların yardımlarına ulaşmadı.

Piri seç (bir pire mürid ol); çünkü pirsiz

bu sefer çok âfet, korku ve tehlikeyle doludur.

Bu genç olan bahtıma pir adını vermişim. Çünkü o,

günlerin gelip geçmesiyle değil, Tanrı tarafından pir olmuştur.

(Mesnevî, C. I, s. 181/2943)”

Page 61: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 61 –

Prof. Dr. Seyfettin GÜRSEL

Türkiye işgücü piyasasında Temel eğilimler ve krizin eTkileri

Temel eğilimler

Ekonomik durgunluk Türkiye ekonomisinde kendini 2008 2. çeyreğinde hissettirmeye başladı ve 2008 4. çey-rekten itibaren ekonomi hızlı bir daralma sürecine girdi. Kriz öncesinde nispeten yüksek büyüme sayesinde gerek toplamda gerek tarım dışında istihdam artışı az da olsa işgücü artışının üzerinde gerçekleşti. Bu sayede işsiz sayısında 100 kadar bir azalma (yaklaşık 2 milyon 400 binden 2 milyon 300 bine), işsizlik oranında da 1 puan kadar düşüş (yaklaşık yüzde 11’den yüzde 10’a) gerçekleşti.

Türkiye işgücü piyasasında önemli olan tarım dışındaki gelişmelerdir. Tarımda işsiz sayısı aile üretim yapısı ne-deniyle tamamen marjinaldir. Bu nedenle işsizlik ve istihdam sorunları büyük ölçüde tarım dışındaki sektörlerin gelişimine bağlıdır. Veriler tarım dışı işgücü artışının yapısal olarak yüzde 3 civarında seyrettiğini göstermekte-dir. Bu yüksek artışın ardında 3 etken bulunuyor: Nüfus artışı, tarımdan tarım dışına emek göçü ve kadın katılım oranında artış.

İşsizliğin azaltılabilmesi için tarım dışı istihdam artışının yüzde 3’ün zerinde olması gerekir. 2008’e kadar bu başarılmıştır. 2005 (2.Ç)-2008(2.Ç) döneminde tarım dışı istihdam artışı yüzde 3, 5 olmuştur. İstihdam artışı sadece hizmetlerle sınırlı kalmamış, sanayide de önemli olmuştur.

Krizin şok etkileri

Ekonomik kriz yukarıda özetlenen temel eğilimleri saptıran şoklar yaratmıştır. İşgücü yönünden en önemli şok kadınların işgücüne katılımlarındaki olağanüstü artıştır. İktisat yazınında “Ek çalışan etkisi olarak bilinen” bu etki sonucunda ev yaşamından işgücü piyasasına giren kadınların bir bölümü kendi işini yaratırken (kendi hesabına çalışan sayısında büyük artış) bir bölümü de işsiz sayısını artırmıştır.

İkinci şok istihdam, özellikle de sanayi istihdamı üzerinde olmuştur. Sanayi istihdamı 400 bin kadar istihdam kaybetmiştir. Bu kayıpların hemen hemen tümü erkek çalışanlardır. Hizmet sektöründe istihdam azalmamış ama artış yavaşlamıştır. İşgücü artışı yapısal eğiliminin üzerine çıkarken istihdamın düşmesi işsizlikte büyük sıçramaya neden olmuş, işsiz sayısı 1 milyon 200 kadar artarken, işsizlik oranında da 4 puandan fazla artış gerçekleşmiştir.

Page 62: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 62 –

Prof. Dr. Seyfettin GÜRSEL

Üçüncü şok, azalma eğiliminde olan tarım artışının artışa geçmesidir. Bu artış kriz öncesinde başlamış (ne-denleri tam olarak bilinmemekte, tarımda gelir artışlarının etkili olduğu tahmin edilmektedir), kriz sırasında hız-lanmıştır. Tarım dışı işsizliğin artması ve gelirlerin düşmesi tarım istihdamını artırıcı ek bir etken oluşturmuştur. Tarım istihdamının artması krizin yarattığı işsizlik şokunu hafifletmiştir.

Canlanma işsizliği azaltıyor

2009’un 2. çeyreğinde başlayan güçlü ekonomik canlanma sanayi ve hizmetlerde yüksek istihdam artışları ya-ratmıştır. Bu artışlar normal trendine geri dönen işgücü artışının çok üzerinde olduğundan işsiz sayısında 500 bin kadar, işsizlik oranında da 2 puan kadar azalma gerçekleşmiştir. İşsizliğin azalmaya devam edebilmesi için büyüme oranının hiç olmazsa yüzde 5’in üzerinde seyretmeye devam etmesi gerekiyor.

Page 63: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 63 –

Prof. Dr. Hüseyin Hatemî

MEDENİYETLER İTTİFAKI

Her şeyden önce “medeniyet” terimi üzerinde ittifak etmemiz, uyuşmamız gerekir ki “medeniyetler”in itti-fakının mümkün olup olamayacağını da anlayabilelim. Yine “medeniyet”, yeryüzünde evrensel ahlak bilinci ile başlamıştır. “Güçlü”nün iradesinin “hakk” olduğu anlayışı yerine “hakk”ın güçten bağımsız olduğunu ve gücün hakkın hizmetine girmesi gerektiğini öğrenmekle başlamıştır. “Sevgi”den doğan adalet bilinci “medeniyet”in başlangıcıdır. Bu bilincin uygulanmasından sonra insanlar “civitas”, “polis”, “hıtta”, “kent, kand, şehr” gibi adlar verdikleri çekirdek devletleri kurmuşlar, yerleşik düzende yaşamaya başlamışlardır. Ne var ki bu güzel başlan-gıçtan hemen sonra, “hakk”ın gücü düzeninin yerine” “güçlünün hakkı” düzenini geçirmek isteyenler, yerleşik düzende yaşamaya başlayan insanlar üzerinde de “adalet” bilincinin değil, Orman Kanunun’nun hakim olması için tertiplerine başlamışlar, Sevgi’den doğan eşitlik ilkesi yerine “güçlünün üstünlüğü” ilkesini geçirmek için insanları sevgi bilincinden uzaklaştırma, Yaratıcı’nın bağışladığı insanlık onuruna “yabancılaştırma” tertiplerini geliştirmişlerdir. Böylece milli batıl tanrılar, “düşman” insanlar bunların, düşmaların insanlık onuru bulunmadığı, kanlarının dökülmesi ve mallarının gasbedilmesinin helal oldıuğu anlayışı, mağlupların köleleştirilmesi kuralı ortaya çıkmıştır. Bugün de devam etmektedir. Oysa geliştirilmiş Orman Kanunu zihniyetinden bir adım ileri gidememiş olup ötekinin postunu yüzmek ve kellesini salonunun duvarına asmak için can atan kimseler için, insan avcıları üstün av teknolojisine sahip olsalar dahi, “medeniyet” sayılamazlar. Huntingtonizm’in medeniyet kavramıyla bağdaşmasına imkan ve ihtimal yoktur. Yazık ki bugün yeryüzünde” Huntingtonizm”, “sevgiden doğan adalet” bilincinden daha yaygındır ve tekonolojik üstünlük silah gücü üstünlüğü “medeniyet” sayılmak-tadır. Böyle olunca da şu acı gerçeği tespit etmek zorundayız: Bugün yeryüzünde “medeniyetler” yoktur ki “ittifakı” söz konusu olsun! Birbirine rakip ve silah üstünlüğü ile övünen avcı şirketleri vardır. Avcılar arasındaki geçici çıkar uyuşmaları “Kabil (Kain) ittifakları asla medeniyetler ittifakı sayılmaz. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da bir tabii hukuk (natural law) başlar gibi oldu. Ne var ki bu medeniyet ümidi de II. Dünya Savaşı’ndan en kazançlı çıkan “avcılar tekeli” tarafından söndürüldü. Yine şu acı gerçeği belirtmek zorundayız:Bugün medeniyet düzenleri yoktur ki, medeniyetler arasında ittifak söz konusu olabilsin. İnsan avcısı kon-sernleri arasındaki uzlaşmalar asla medeniyetler ittifakı sayılamaz. Nitekim “medeniyetler savaşı”na da imkan yoktur. Savaşan iki düzen varsa bunlardan ya sadece birisi medenidir yahut ikisi de medeni değildir. Ancak, ümidimizi kesmeyelim. Medeniyet, devletler tarafından temsil edilmese dahi medeniyet ateşi bireylerin tümünün gönlünde sönmüş değildir. Yakın bir gelecekte Sevgi’nin Adalet’i Arz’da kendisini gösterecektir.

Page 64: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 64 –

Prof. Dr. Nükhet HOTAR Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı

İzmir Milletvekili

II. ULUSLARARASI TURYAK ÖRNEK KIDEMLİ VATANDAŞLAR KONGRESİ

“DüNYA KRİzİNE BüTüNSEL VE SAğLIKLI ÇÖzüMLER” İSTANBUL

SUNUŞ

Dünyanın içinde bulunduğu “Küresel krizin sosyal etkileri”ne çözüm arayışında bulunmak ve geleceğin inşa-asını sağlam temellere dayandırmak amacıyla yürütülen bilimsel çalışmalardan olan ve AK Parti Yaşlılar Ko-ordinasyon Merkezimizin de danışma kurulunda yer aldığı ve bu sene ikincisi düzenlenen “Uluslararası Örnek Kıdemli Vatandaş Kongresi”, yine anlamlı bir konu olan “Dünya Krizine Bütünsel ve Sağlıklı Çözümler” başlığı ile açılışını yapmıştır.

Dünya’nın içinde bulunduğu kriz küresel bir özellik taşımaktadır. Buna göre çözüm arayışı da geniş katılımla küresel boyutta olmalıdır. İşte bu noktada Türkiye Yaşlılık Konseyi Derneği tarafından iştirakçileri ile gerçekleş-tirilen bu Kongre sonuçları açısından büyük önem arz etmektedir.

Tüm dünya, boyutlarını ekonomik perspektiften değerlendirmenin artık sınırlı kaldığı, büyük çaplı bir kriz ile karşı karşıyadır. Ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel alanların tümünde nükseden ve genel olarak toplum-sal refah krizi olarak tanımlayabileceğimiz önemli ve özel bir süreç bugün tüm insanlıkça farklı görünümlerde deneyimlenmektedir. Toplumsal refah seviyesinin yeniden asgari seviyeye çıkartılabilmesi için yönetim meka-nizmalarınca varsayılan toplumsal talepler ve beklenen toplumsal destek, çeşitlilik ve farklılıklarıyla, değişim/dönüşüm sergilemektedir. Geçmiş dönemlerde yaşanan krizlerde devletlerce ileri sürülen müdahale araçları, günümüzde benzer biçimde pratiğe aktarıldığında, artık işlevsizliğini ilan etmiş görünmektedir. Özellikle geliş-miş ve gelişmekte olan ülke örneklerinin devlet uygulamaları, bu toplumsal dönüşüme paralel bir değişim ha-reketi sağlayamadığından ötürü, toplumsal beklentileri karşılamaktan giderek uzak kalmıştır. Diğer bir ifadeyle, günümüzde devlet, bütünsel bir meşruluk kriziyle yüzleşmek ve bu krizi, toplumun değişen ve dönüşen dina-miklerine uyum sağlayacak şekilde, kendini yeniden üretmesini destekleyecek çözümler üretmek durumunda-dır. Bu bağlamda, küresel çapta devletlerin karşı karşıya kaldığı sorunların, sadece ekonominin merkeze alan bir perspektifte değil, aynı zamanda sosyal boyutlarını da dikkate alan bir bakış açısıyla okunması, nihayetinde yapısal bir krizi aşacak adımların belirlenmesi için olanaklı yolları belirginleştirecektir.

Gerçekten de dünyanın içinde olduğu Küresel kriz ve dünden bugüne bu sürecin dışa vurumu olarak ortaya çıkan, terör, ekonomik göstergeler, işsizlik ve sosyal patlamaların tekrarlanmasına yönelik uygulamalar gös-

Page 65: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 65 –

Prof. Dr. Nükhet HOTAR Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı

İzmir Milletvekili

termektedir ki, özellikle çok boyutlu bir analiz neticesinde, sosyal politikalara verilen öncelik ve destek ile krizin etkisi hafifletilerek, bu süreç en az hasarla atlatılmıştır. Küresel Kriz sürecinin değerlendirilmesi ve krizle müca-dele sürecinde Türkiye’deki uygulamalar, toplumsal refah seviyesinde gözlenen olumlu yansımaları dolayısıyla bu konuya dikkate değer bir örnek oluşturmaktadır. Son dönem küresel kriz sürecinde, öncelikli olarak ekono-mik ve sosyal politikalar gözden geçirilmiş, geçmiş kriz dönemlerinde tüm dünya ülkeleri ve Türkiye’de izlenen mücadele yolları analiz edilmiş ve geçmiş yönetimlerin olumsuz sonuçlar üreten müdahalelerinin tekrar edil-memesine özen gösterilmiştir. Ekonomi politikalarının merkezine Türkiye’nin sahip olduğu ekonomik değerler ve vatandaşların sosyal refahı yerleştiren bir bakış açısıyla hareket edilmiştir. Devletin ekonomik alanda “sosyal devlet” ilkesini ön plana çıkaran yaklaşımı benimsemesi ve de bu anlayış doğrultusunda milli bir ekonomik program hazırlanmasına çalışılmıştır. Küresel krizin sosyal ve ekonomik tahribat yaratabilecek etkilerini bertaraf etmenin çözümünde, “milli birlik ve beraberlik” çerçevesinde hareket etmenin önemi görünür kılınmıştır.

Küresel Kriz sorunun çözümlenmesinde benimsenen bu yaklaşımla, mücadele yöntemi olarak bir yol haritası somut hale getirilmiştir. Buna göre; istihdamın mevcut durumunun korunması ve geliştirilmesine yönelik stra-tejiler geliştirilmiştir. Ulusal istihdamda kayıt dışı ekonomi ile mücadele öncelikli hedeflerden biri olarak belir-lenmiştir. Ekonomi piyasasının rekabet koşullarında eşitsizliğe yol açan, çalışanların kötü çalışma şartlarına ve sosyal güvenceden mahrum kalmasına neden olan bu sorunun çözümü için kayıt altına alma işlemine büyük önem verilmiştir. Sanayide üretimi ve bu süreçte özellikle ara mal üretimini teşvik edecek politikalar geliştirilmiş-tir. Sosyal koruma politikalarına öncelik verilmiştir. Bireysel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi için atılan adımlar yanı sıra, toplumdaki her kesimin insan onuruna yakışır bir yaşam sürmelerinin asgari şartları oluşturulmaya yönelik girişimlerde bulunulmuştur. Böylelikle insanlığın refah düzeyinde ciddi sonuçlar yaratan küresel kriz göstergeleri çok güçlü olan ülkelerden birçoğuna çok ciddi zararlar verirken, ülkemizde bu çerçevede gelişti-rilen sosyal politikaların devreye sokulması ile en az hasarla hissedilmiştir.

Bugün, geleneksel devlet uygulamalarının toplumsal değişimi yanıtlayacak esnekliğe kavuşturulması açısından bir evrim söz konusudur. Bu sebeple deneyimlenmekte olan bu süreç krizden çıkış için bir fırsat olarak değer-lendirilmelidir. Muhakkak belirtmek gerekir ki, bu dönem geriye dönük bir sürecin başlangıcı olmamalıdır. Bu sebeple siyasi karar mekanizmalarının, toplumsal beklentileri karşılaması için yenilenmesi kaçınılmazdır.

Toplumdaki dönüşüm, merkezi otoriteye dayanan güçlü bir devletin yerine, özgür iradesini ortaya koyan, sorumluluklarının ve tercihlerinin bilincinde olan bireylerden oluşan etkin bir devletin daha faydalı olacağına dair ipuçlarını vermektedir. Devletin tüm sorumluluğu üzerine alarak, tüm toplumsal dinamikleri denetimi altı-na alması, toplum içerisindeki bireylerin toplumsal sorumluluklara dair zihniyetinin gelişimini engellemekte ve

Page 66: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 66 –

Prof. Dr. Nükhet HOTAR Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı

İzmir Milletvekili

toplumsal kurumları güçsüzleştirmektedir. Ancak hak ve hürriyetlerini özgürce kullanabilme olanağına sahip bireylerden meydana gelen bir toplumun, güçlü bir devleti yaratacağı, bunun için devletin toplum üzerinde aşırı müdahalesinden ziyade, bireylerin kendilerini gerçekleştirme imkanlarını çoğaltması oldukça faydalı olacaktır.

Günümüze sosyal devlet anlayışının ve buna paralel olarak söylemlerin yeniden gündeme gelmesi ve sosyal devlet uygulamalarının sürdürülmesi için oluşturulan hedefler, değişim/dönüşüme yönelimin bir ifadesi olarak yorumlanmalıdır. Bu noktada ekonomik, siyasal ve sosyal hakların düzenlenmesinde sosyal adalet anlayışı ön planda tutulmalıdır. Devlet sorumluluk olarak gördüğü uygulamalarını toplumu oluşturan bireyler arasında paylaşıma bırakılmalıdır. Toplumsal dayanışmayı, milli birlik ve beraberliği teşvik edecek uygulamalara ağırlık verilmelidir.

Özetle, krizleri aşmanın öncelikli yolu insan unsurunu merkeze almaktır. Bilinmektedir ki insan onuru ve insanca yaşama hakkı her değerin üstündedir. Ve unutulmamalıdır ki, İnsanoğlunun taleplerinin paydası “adalet” başlığı altında tanımlanabilir. Adaletin ve adil yaşamın olduğu her mercide, Küresel Barışın sağlanması da kaçınılmaz olacaktır.

Page 67: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 67 –

Myslim HotovaTarih Doktoru - Eğitimci

“Küresel Kültürel ÇeşitliliK, Kültürel Kimliğin HalKlar arasında Bir Yadigâr ve medeniYet ilişKisi OlaraK KaBul edilmesini sağladı”

1 - Dünya krizi evrenseldir (“İNSANIN” krizi de mecvuttur).

Antik Yunan düşünürü Diyojen’in hakkında “Ben [dürüst] bir insan arıyorum” dediği insanın hayatında inanç krizlerinin yaşandığı önemli ânlar vardır, bu nedenle insana kendi dinin ahlaki ve kültürel değerleri, sayısız ilahî imgelemin bulunduğu ve Yukarı’dan indiği kutsal sunak aracılığıyla Tanrı’ya inancın bir göstergesi olarak aşı-lanmalıdır. Bu insan için bir ayrıcalık ve mucizdir.

Ancak çokboyutlu ekonomik-finansal ve sosyo-politik krizim haricinde dünya, hassas etnik, kültürel, dinî ve tarihî meselelerle karşı karşıya iken insan normal şartlarda ve sessiz sedasız bu mucizeyi ve ayrıcalığı dene-yimlemez. Bu şartlar altında “İNSANIN” krizi, insan onuru zarar gördüğü takdirde, kimlik krizinin tırmanacağını söyleyerek yardım çağrısında bulunmaktadır. Dahası görüntüsü kendi miti olan “İNSAN” dağı, dolayısıyla insan toplumunun değerleri yıkılmak üzeredir.

Yukarıdaki duruma bir cevap vermemiz gerekirse, düşünür Immanuel Kant’ın öne sürdüğü üç önemli mesele-ye de atıf da bulunabiliriz:

- “Ben ne yapabilirim?”

- “Ben ne yapmalıyım?”

- “Neyi umut etmeme müsade ediliyor?”

Bu soruların üçünün de merkezinde yaşam süresince taşlarla saldırılan, yerin dibine batırılan ama boğulma-yan, yara alan ama ölüp gitmeyen dürüstlük ve hakikat vardır. Bu nedenle kişisel dürüstlük ve evrensel gerçek önünde diz çökmeliyiz. Bütün yolculuğumuz boyunca bu değerler bize eşlik etmeli, çünkü Nobel Edebiyat Ödülü sahibi yazar José Saramago’nun da dediği gibi “Yolculuk asla sona ermez. Yolcular tükenir.”; “Ki bu yolculukta yolculardan her biri kendi adını bir kitabe gibi geride bırakır” (Yazar M.H.).

2 - “Carpe Diem”

“Carpe Diem” (Bugünü yaşa), Romalı şair Horatius’un ünlü bir sözüdür. Bu söz, insanın eksikliklerini kapatmak için benimsemesi gereken belirli bir davranış felsefesini ve en iyiye ulaşma zorunluluğunu ifade etmektedir.

Page 68: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 68 –

Myslim HotovaTarih Doktoru - Eğitimci

“Carpe Diem”, gerçerliliğini yüzyıllardır koruyan felesefi bir çağrıdır, çünkü insana bugünü, geleceği hem ışık hem zaman olarak yaşamasını emreder. Bu hakikat son derece önemlidir, bu yüzden Latinler şunun özellikle altını çizerler: “Veritas Filia Temporis” (Hakikat, zamanın kızıdır).

Maddi refaha duyulan özlem, kültürel ve ruhani refaha duyulan özlemden her zaman çok daha güçlü olmuş-tur ve hâlen öyledir. Bu nedenle hayat, mahrum olduğumuz ruhani yönü bize sağlamaz. Akademisyen Erich Fromm’un bu konuda yazılmış son derece ilginç bir kitabı vardır: “Sahip olmak ya da olmak”.

“Olmak”, kutsal olarak kabul edilene en yakın hâldir. “Kutsal nedir?” diye soruyor Goethe. “Birçok ruhu birleş-tirendir” diye cevaplıyor ardından. Kutsalın bu tanımı, özellikle yaşamakta olduğumuz bu küresel kriz sırasında, kültürel miras kavramını en iyi karşılayan ifadedir.

3 - Medeniyetler üzerine biraz tarihî bilgi

Antik zamanlardan günümüze dek medeniyetler,

Artık var olmayan medeniyetlerin mezarlarıyla (ruhani pencereler),

- Henüz tam anlamıyla yanıp kül olmamış medeniyetlerin yarı yarıya sönmüş ateşleriyle,

- Medeniyetlerin közleriyle,

- Titrek medeniyet ışıklarıyla (bu titrek ışıklar, insanoğlunun medenileşen bilincinin etkisidir, medeniyetlerin çatışmasının değil) tanımlanabilir.

Yukarıda ifade edilenlere gelince, çeşitli yazarlar tarafından yapılan sınıflandırmalara rağmen inançlarla ele ele yürüdükleri ortak yolculuklarında medeniyetler, diğer mesajlarının yanı sıra bizlere halkların birbirilerini düşman olarak değil, her şeyin yaratımına giden yolda yol arkadaşı olarak görmeleri gerektiği mesajını vererek tarihi, geleneği, kültürü, sanatı ve bilimi bir arada desteklemektedir.

Medeniyetler Çatışması adlı yapıtın yazarı Profesör Samuel P. Huntington (18 Nisan 1927-24 Aralık 2008), şunun altını çizmektedir:

“İnsanlık tarihi, medeniyetler tarihidir”.

Medeniyetlerin bu bilimsel tanımının haricinde, herhangi bir kuram “Nega totum”dur (kesinlikle doğru değildir).

Page 69: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 69 –

Myslim HotovaTarih Doktoru - Eğitimci

4 - Kanlı Elmas

(Esasen Afrika’ya atıfta bulunarak)

Dünyada, aynı zamanda, elmas madenleri de bulunuyor, ama sadece birkaç tanesi medeniyetin ve sosyo-ekonomik krizlerin hafifletilmesi amacının hizmetine sunulmuş durumdadır. Bu nedenle yerin derinliklerinden elmasları dışarı çıkaran ve bu uğurda hayatlarını kaybeden halklar, bu elmaslara “kanlı elmaslar” adını vermek-tedir. Madenlerin mülkiyetine sahip olanlar, pıhtılaşmış kan renginde oldukları için elmasları bu şekilde adlan-dırırken aynı zamanda bu etiket altında satmaktadırlar. Böyle bir emtianın az da olsa medeniyete hizmet ettiği vakalarda bile bu elmasın kurbanları o medeniyeti “kana bulanmış medeniyet” olarak adlandırmaktadırlar.

5 - Filistin: Hâlâ kriz içinde, hâlâ kana bulanmış hâldeki eski bir kültür ve medeniyetin milleti.

İnsanoğlunun kurduğu medeniyetin en eski yataklarından biri olarak diğerlerinin arasından sıyrılan, Hıristiyanlar ve Müslümanlar için Kutsal olan o bölgede yaşananlar karşından kişi derin bir pişmanlık ve ruhani şok yaşa-maktadır.

Hayatın çiçekleri olan çocuklar, orada şimdiye dek öldürüldü ve hâlen öldürülmektedir. Gelin, bu fırsatı kulla-narak bir çağrıda bulunalım: “Nefret silahını kuşanmış insanoğlu (İsrail ima edilmektedir) çiçeklerin ruhunu öl-dürme. Bu şekilde Tanrı’nın Kutsallığı’nı kanla kirletirken bir elinde bomba, diğer elinde inancının kutsal kitabını tutma…”

Bu koşullar altında bile dünya siyasetinin liderlerinin diplomatik belagata kendilerini nasıl kaptırdıklarını görmek tuhaf geliyor. Bu durum, Bizans İmparatorluğu paramparça olup yıkılırken Bizans rahiplerinin meleklerin cin-siyetini tartışmasına benziyor!

Filistin krizi karşısında takındıkları bu tavır ile A.B.D. ve Avrupa, Machiavelli’ye göre pragmatik siyasetin içinde yer alan ve olumlanan pagan etnosantrizme, Eflatun’un ve Aristo’nun şehir-devletine dönmekten kendilerini alıkoymaktadırlar. Çöküşü ve yıkımı yaşayan Filistin’e karşı takınılan bu Avrupa-Atlantik tavır, devletin hüküm-süz kalması, gösteriyor ki harekete geçilmediğinde yaşanacak olan budur. Latinler, böyle durumlar için şu ünlü deyimi kullanırlardı: “Sic transit Gloria mundi” (Dünyanın şanı işte böyle sönüyor). Ne var ki Filistin’in şanı sonsuza dek sürecektir.

Page 70: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 70 –

Myslim HotovaTarih Doktoru - Eğitimci

6 - Üçterimin etkileyici bakış açısından Venetia

İnanç, Kültür, Sanat

İtalyan Rönesansı, doğu ülkeleri de dahil olmak üzere diğer ülkelerin halkları ile yeniden ruhani, kültürel ve dinî ilişkiler kurma imkânını öyle geniş bir ölçüde sağladı ki günümüzde bile İtalya’nın birçok şehrinde cami mina-releri bulunmaktadır. 1995 yılının yazında, birkaç sene devam eden inşaatın ardından, İslam Merkezi Tesisi İtalyan Devleti’nin en önemli kişilerinin katılımıyla Roma’da açıldı.

Eylül 1995’te, davet edildiğim bir bilimsel sempozyum için Venedik’e giderken Toscana bölgesi, Etrüsk Toscana bölgesi dikkatimi çekti. Bölgedeki Arezzo şehrinin merkezindeki meydanda bulunan bir mermer ka-ronun üzerinde şu yazı vardı: “Orta Çağlarda, burada Katolik ve Müslüman şövalyeler arasında yarış yapılırdı. Mızrağı ustaca kullanan ve hedefi vuran şövalye yarışı kazanırdı”.

Venetia hakkında biraz daha bilgi:

İstanbul, “Doğu’ya açılan Kapı” iken Venetia da Avrupa için “Doğu’ya açılan Kapı” idi. Venetia’nın eşanlamlıla-rından biri de Aziz Marco Kilisesi’dir. Kilisede zarif kubbedeki ince işçilik örneği olan bir mozaik dikkati çeker. Bu mozağin üzerinde dinî Katolik figürlerin yanı sıra hareket hâlinde gösterilmiş altı İslami figür de bulunmak-tadır. İslami figürler sadece taktıkları zarif sarıkları ile değil, karakteristik doğulu görünüşleri ve giyinişleri ile de açıkça diğerlerinden ayırt edilirler.

Haçı ya da hilali temsil etmelerine; Hıristiyanlığın göstergesi bir cübbe giymelerine ya da İslamiyetin göstergesi bir sarık takmalarına; Katolik, Ortodoks ya da Müslüman olmalarına ve Latince, Yunanca ya da Arapça’da çeşitli biçimlerde dua etmelerine rağmen bu karo üzerinde azizler bir arada buunmaktadırlar.

Ömrü boyunca su oldu bir şehir olan Venetia’dan Doğu ile Batının bir aradalığının mimari, sanatsal, kültürel, ruhani ve dinî alanlardaki izlerini silip atmak imkânsızdır. Güzel, saklı ve gizemli Venetia’nın değeri, toplamda Venetia’yı oluşturan şeyin ta kendisidir. Venetia 118 ada üzerine kurulmuş, 200 kanalla bölünmüş ve 400 köp-rü ile birbirine bağlanmıştır. O köprülerin üzerinden yerli halk ve sayısız turist geçmektedir. O köprülerin altından gondollar su perileri gibi süzülmektedir. Su seviyesi düştüğünde, Venetia’da “kriz” yaşandığı kabul edilir.

Vakıfların tarihinin MS 429’a dayandığı Venetia’da kültür ve suyu bu şehrin özü hâline getirmek için kullanılan mimari hayal gücü şaşırtıcı, son derece özgün ve nev-i şahsına münhasır, bir o kadar da somut ve soyuttur. İnsan bilgisi ve yaratıcı kültürü sayesinde yüzyıllar içinde oluşup yüzyıllarca yaşamıştır.

Page 71: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 71 –

Myslim HotovaTarih Doktoru - Eğitimci

7 - Aşk ve hümanizm bir kültürdür, insanın kurtuluşu bu iki kavramdadır.

(Ateş ve Buz - Amerika’dan son izlenim, Temmuz 1995)

Sanatta aşkın büyüsünü dile getiren simgeler çeşitlidir, ama bir Amerikan bale trubunun son derece sanatsal bir düzeyde sergilerken izleme fırsatı bulduğum “Ateş ve Buz” adlı bale gösterisi güçlü bir biçimde insan aşkı-nın aşırılıklarını simgelemektedir.

Ateş ve Buz birbirini sever. Biri sanatsal ima yoluyla güçlü duygular yaşamaktadır. Ateş’in harlanış biçimi Buz’da bile aşkın filizlenmesine sebep olur. Sevilen Buz, Ateş’in parlaklığını daha da yansıtır, ki Ateş de bir tek Buz’un üstünde parlamaktadır. Bu mümkün kılınmıştır, çünkü Ateş’in aşkı Buz’u eritmezken Buz’un sevgisi de Ateş’i söndürmemektedir.

Mesaj, açıktır: Sanat ve kültür aracılığıyla dile getirilen aşkın saltanatı, insanın olduğu her alanda hüküm sür-melidir, çünkü aşk insanları birbirine bağlar. Hatta hayatta kalma mücadelesinin önüne çıkardığı güçlükler ve engeller son derece çeşitli iken bile aşk, bu büyü ile toplumu daha mutlu kılar.

Antik çağlardan bir metni alıntılayayım: Yunan düşünür Heraklitos’un kuramına göre “Ateş, her şeye dönüşe-bilme gücüne sahiptir, ama ateşin ölümünde bile geriye hava kalır”.

Aynı şey bizim vakamızda Ateş’in eşi olan Buz ile ilgili olarak söylenebilir: “Buz her şeye dönüşebilme gücüne sahiptir, ama Buz’un ölümünden sonra bile geriye su kalır” (Yazar M.H.).

8 - Kültür, küresel medeniyetin bir tanığı olarak tarihî bağlantılar oluşturur.

(Esasen İstanbul’a adanmıştır)

İstanbul’a adım atar atmaz, tuhaf bir alana girdiğiniz hissine kapılırsınız. Bu alan, insan imgelemini sağaltan Kutsal bir tedavi ve meditasyon algısı ile neredeyse mistik olanın sınırlarında konumlanmıştır. Bu alanda inanç ve medeniyet bir arada yaşar, bir arada yolculuk eder.

İstanbul’da dünyanın krizde olduğunu unutursunuz, zira yüzyıllardır yan yana yaşayan mimari ve kült nesneler sizi neredeyse büyüler. Dudak uçuklatacak derecede güzel kültürel, sanatsal, abidevi ve tarihî değerlerin bu-lunduğu bu mucizevi şehirde kişi bir halkın, bir milletin, kıtaları birbirine bağlayan bir ülkenin halkının antikliğini, tarihini, geçmişini ve aynı zamanda geleceğini ayırt edebilir. İşte bu, İstanbul’un yüzyıllık ruhudur.

Page 72: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 72 –

Myslim HotovaTarih Doktoru - Eğitimci

Modern Türkiye kendine farklı görüyor: “Türkiye bir köprü değil. Türkiye bir merkez” diye açıklıyor uluslar arası ilişkiler araştırmacısı Muzaffer Şenel. Aşağıda vereceğim şu örnek de bu tezi destekler niteliktedir: “Ağustos 2010 ortalarında, Türkiye’de, Karadeniz yakınlarındaki antik Sümela Manastırı’nda ilk kez bir Ortodoks ayini düzenlendi. Dünyanın her yerinden Ortodoks hacıların katılımıyla gerçekleştirilen bu nadir görülen ayin, dinî lider Ekümenik Patrik Birinci Bartolomeostarafından yönetildi” (BCC).

Ülkelerin ve halkların, imparatorluklar zamanında bile, birbirileriyle iletişim içinde oldukları tarihî bir hakikattir. Ancak kültürel miras sorunu (daha geç bir dönemde Osmanlılarınki de dahil olmak üzere) pek az ele alındı, hatta neredeyse hiç ele alınmadı. Bu meselenin, sadece tarihçiler tarafından değil, aynı zamanda ruhanî ve kültürel miras, karşılıklı inançlar, medeniyetler ve bunların diyaloğu alanları da dahil olmak üzere farklı alanlar-dan akademisyenler ve araştırmacılar tarafından ciddi bir biçimde irdelenmesi gerekmektedir. Tarih çalışmaları alanında “krize” yer yok artık.

Ancak bu her geçen gün daha da zorlaşıyor, zira bugünlerde bile dünyada vaaz veren bazı politikacılar var. Bu politikacılar, din ve küreselleşme kisvesi altında (Balkanlar’da da görülmektedir) dinler ve kültürler arasında rekabet ve üstünlük vasıflarını kışkırtmaktadırlar. Dinlerin ve inançların, bilgi ve kültürün insan ruhunun ve insan kurtuluşunun sağlam yansımaları olduğu ve hâlen olmaya devam ettiği bir dönemde bu vasıfları, kırık aynalar olarak görmektedirler.

Page 73: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 73 –

Ediz HUN Uzman Biyolog, TÜKÇEV

Mütevelli Heyeti Üyesi

İSRAFI KAZANCA DÖNÜŞTÜRMEK

Çevre, yaşamın ve üretimin hem kaynağı, hem de sınırını teşkil ediyor. Kaynakların tahribi ve tükenme-sine karşı, dünya insanları olarak ortak tutumumuz henüz belirmiş ve uygulamada görülebilir değildir. Günümüzde ekonomik büyümenin doğaya / çevreye maliyeti, üretimden elde edilen kazançtan çok daha yüksektir. Ekonomiler büyüdükçe çevre harabiyeti de artıyor.

Doğanın içinde bulunan ve doğal hızında çoğalıp büyüyen, orman, mera, otlak, bitki, hayvan, balık, su, hava, toprak gibi “Yenilenebilir Kaynaklar,” dikkatli sınırlar içinde kullanıldıkları takdirde tamamen tüket-meden yararlanma ilkesi içinde kalabilirler, sürdürülebilirdirler. Bunların kullanımı sonucu oluşan azalmaya, doğaya yardımcı olmak adına, tarım ve orman dikimi ile yardımcı olunabilir. İkinci yol da, bu kaynaklarla üretilen ürünler, kullanıldıktan sonra, yeniden dönüşüm yöntemleriyle tekrar kullanılabilir hale getirilebilir-ler. Böylece, doğadan yeni canlı madde alınması azaltılabilir. Bunu ne kadar yapabiliyoruz? Soru budur.

“Yenilenemeyen Kaynaklar” genellikle petrol, doğal gaz, kömür, maden ve mineraller gibi yer altı kaynak-larıdır; tüketildikçe, bir daha yerine konulamamaktadırlar. Sanayi çağında birinci derecede önemli olan kömür, hem giderek azalmış, hem de yerini büyük ölçüde petrole bırakmıştır. Bugün petrol ve doğal gazın akıllıca bir ortak kullanımından ziyade, bu kaynaklar nedeniyle ortaya çıkan dolaylı ve dolaysız savaşlarla iç içeyiz. Bu kıt kaynaklardan kimin yararlanacağı güç dengeleriyle birlenmektedir. Kaynakların uluslara-rası anlaşmalarla - sahiplerine gerekli öncelikler de verilerek - âdil kullanıma kavuşturulması, insanlığın bugüne kadar atmış olacağı en medenî adımlardan biri olacaktır. TÜRYAK gibi insanî hizmet kuruluşlarının uluslararası boyutta yaptıkları bu gibi bilinçlendirme faaliyetlerinin müsbet tesirleri ile insanlığın bugünkü kabûl edilemez kaynak kullanımı tutumunu düzeltmesi en büyük umudumuzdur.

Yenilenemeyen kaynaklarımızı bir yandan akıllıca ve planlı kullanırken, bir yandan da çöpe giden ürünleri yeniden dönüşüm süreçlerinden geçirerek hammadde olarak kullanabilir, yeni faydalı ürünler imâl ede-biliriz. Çöp, kullanıldıktan sonra işe yaramaz hâle gelen, atılmaya hak kazanmış madde demektir. Oysa, bugünkü çöplerin içinde son derece kıymetli malzeme de bulunmaktadır. Bunları geri dönüşüm / geri

Page 74: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 74 –

Ediz HUN Uzman Biyolog, TÜKÇEV

Mütevelli Heyeti Üyesi

kazanım yöntemleriyle işleyerek hem hammadde ihtiyacını azaltabilir, hem işlemlerin toplamı için yapılan enerji kullanımından tasarruf edebilir, hem yeni iş ve istihdam alanları açabilir, hem de kâr edebiliriz. Gü-nümüzde bu alan, teknolojisi hızla gelişen bir iş sahasıdır. Modern Yeniden Kazanım Sistemlerini kurabi-liriz ve ekosistemin dengesine duyarlı planlama ve üretim işlemleriyle geleceğe daha güvenle bakabiliriz.

Atıkların yeniden kullanıma sokulmasının maliyeti, aynı maddenin doğadan alınıp işlenmesi sürecinden daha az enerji yakmaktadır. Örneğin; ağaçtan karton elde etmekle atılmış gazetelerden karton elde etmek arasında %40, demir ve çelikte %35, cam ve alüminyum alaşımlı içecek kutularının yeniden işlenmesinde %95 enerji tasarrufu olmaktadır.

Bu yolla üretimden doğan kirliliğin de az olacağı açıktır. Örneğin, yeni kâğıt üretmeye nispetle, kullanılmış kâğıdın tekrar kullanılabilir hâle getirilmesi hava kirliliğinde %75, su kirliliğinde %35, su sarfiyatında %60 tasarruf sağlamaktadır.

Demir-çelik atıklarının yeniden kullanıma sokulması için yapılan işlemlerde, yeni çıkmış madenin işlenme-sine oranla, hava kirliliğinde %85, su kirliliğinde %75, su kullanımında %40 azalma sağlanabiliyor. Bunlar daha temiz bir ortam içinde yaşamaya katkısı olan yeni teknolojilerdir.

Sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak zorundayız. Bunun için, başta, yenilenebilir ve yenilenemeyen kaynak-larımızın planlı, aşırı tüketime cevaz vermeyen, kullanıldıktan sonra geri dönüşümüne ve yeniden kullanı-mına önem verir şekilde değerlendirilmesi hem ülke, hem de küresel hedeflerimiz olmalıdır. Yeni nesiller bu bilinçle ve bu becerilerle yetişmelidirler.

Günümüzde ekonomik büyümenin ekosisteme olan maliyeti, üretim ve satıştan elde edilen kazançlar-dan çok daha yüksek. Bu alanda uluslararası standartların uygulanmasına ihtiyaç var. Bu konuda en ileri gitmiş uluslararası uygulama zorunlulukları Avrupa Birliğinde bulunmaktadır. Bir an evvel bu standartları uygulamak, ülkelerin uzun vadeli menfaatlerini iyi gördüklerinin bir göstergesidir. Halen dünya, torunlarının hakkını yemekle meşgûldür. Bir Kızılderili atasözünün dediği gibi; “Biz kaynaklarımızı atalarımızdan miras almadık, çocuklarımızdan ödünç aldık.” Çocuklarımızın haklarını onlara sağlam bırakalım.

Page 75: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 75 –

Khadija Hussain Ahmed Dafe AllahSudanlı Anneler Kalkınma ve Barış Örgütü Başkanı

SUDANLI ANNELER KALKINMA VE BARIŞ ÖRGÜTÜ

Sudan Afrika kıtasının kalbinde yer almakta ve 9 Afrika ülkesi ile açık hudut olarak çevrili olup ve yüz ölçümü 1 milyon mil karedir. Nüfusu 24, 290, 000 kişidir, yaklaşık %38’i kentsel ve %62’si kırsalda yaşamaktadır. Su-danın nüfusu çeşitli kabilelerden, lehcelerden (Dillerden), din inanışlardan ve çeşitli kültürlerden oluşmaktadır.

Sudan’ın sosyal yapısı, günümüzde hala aileyi ilk temel birim olarak kabul etmektedir, aile tüm bireylerinin, özellikle yaşlılarının bakımlarından sorumludur. Bu nedenle Sudan’da yaşlıların bakımı toplumsal bir sorumlu-luktur, ve yaşlılar yüksek derecede saygı, sevgi ve takdir görürler. Aile bireyleri yaşlıların akıl, birikim ve dene-yimlerinden yararlanırlar.

Sudan’daki Yaşlı Popülasyonu:

Güney Sudan’daki savaş koşullarından dolayı , 1993 yılında Kuzey Sudan’da yapılan en son nüfus sayımına göre 60 yaş ve üzeri kişi sayısı 1 132 000 olarak tesbit edilmiştir, bu da toplam nüfusun %5.32 sini oluştur-maktadır.

Yaşlıların sosyal durumu :

Geniş aile yapısı yaşlıların bakımının temelini ve esasını oluşturmaktadır.Bu nedenle yaşlılar hep aileleriyle bir-likte yaşar. Sudan, yaşlı hakları beyannamesini kabul eden ilk ülkelerden birisidir.

Yapılan araştırmalar sonucunda Sudan’da yaşlılar için Sosyal Güvenlik Programlarının eksilkliği görülmüştür.

Yaşlı bakım ve konaklama kurumu :

Devlet, 2 tanesi Başkent Al Khartum’da olmak üzere toplam 8 farklı bölgede açmış olduğu yaşlı bakım evleri ile yaşlıların bakımını üstlenmiştir.

Bölgede faaliyet gösteren gönüllü organizasyonlar;

- Sudan Yaşlılara bakım cemiyeti

- Ingiltere yaşlılara yardım örgütü (Help Age UK)

- Emekliler birligi

Page 76: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 76 –

Khadija Hussain Ahmed Dafe AllahSudanlı Anneler Kalkınma ve Barış Örgütü Başkanı

-Yaşlılık ve fakirlik :

Sudan dünyanın en fakir ülkelerinden birisidir.Yakın geçmişe kadar Sudan’da ailenin içinden bir tek kişi ailye bakmakla yükümlüydü.

Yoksulluğun artmasıyla birlikte diğer aile bireyleri de çalışmak zorunda kaldılar, böylece yaşlılar da ailelerine yük olmaya başladılar ve kendi geçimlerini sağlamanın yollarını aramak zorunda kaldılar.

Özel sektörün güç gerektiren işlerde genç insanları tercih etmesi ve yaşlıların bununla rekabet edememesi nedeniyle Devlet çalışanları 60 yaşına geldiklerinde hayatın en temel gereksinimlerine bile yetmeyen emekli maaşları ile geçimlerini sağlamak durumunda kalmaktadır.

Daha tecrübesiz oldukları için iş bulmakta zorlanan yaşlı kadınların durumu ise daha kötü ve genellikle yasa dışı işlerde çalışmak zorunda kalmaktaktadırlar.

Yaşlılık ve Çatışmalar (Savaşlar) :

Sudan, toplumda özellikle yaşlılar üzerinde bir çok olumsuz iz bırakan uzun savaş dönemlerinden çok etkilen-di.Gençlerin savaşlarda ölmesi ile geriye çocuk, kadın ve yaşlılar kaldı ve yaşlılar kendileri ve ailelerine bakmak için çalışmaya başladılar.

Yaşlılar savaş riskine rağmen mal ve mülklerini kaybetmemek için aileleri ile birlikte göç etmeyi reddetmişler ve topraklarında yaşamaya devam etmişlerdir.

Yaşlıların Beslenme Durumu :

Sudan’da temel besin kaynakları buğday, mısır ve darı’dır.Yaşlıların beslenme alışkanlıkları ile ilgili yapılan çeşitli araştırmalar yaşlıların bu temel besin kaynaklarını tükettiğini göstermektedir.Ayrıca düzenli olarak et, süt ürün-leri ve sebze de tüketmektedirler fakat yoksulluktan dolayı meyve tüketimi çok düşüktür ve bu da yaşlılarda beslenme bozukluklarına yol açmaktadır.

Yaşlıların Sağlık Durumu :

Yaşlıların %50’sinden fazlasında en sık rastlanan hastalıklar kas, kemik hastalıkları, göz hastalıkları, yüksek tansiyon, şeker, sindirim ve sinir hastalıkları ile diş hastalıklarıdır.

Page 77: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 77 –

Khadija Hussain Ahmed Dafe AllahSudanlı Anneler Kalkınma ve Barış Örgütü Başkanı

Yaşlıların Ekonomik Durumu :

Yaşlıların büyük bir bölümünün düzenli geliri yoktur.En önemli gelir kaynakları hiçbir ticari, yatırım ve üretim faaliyetine yetmeyecek kadar az olan emekli maaşlarıdır, bu nedenle ailelerine bağımlı yaşamak zorunda kal-maktadırlar. Yaşlıların ekonomik problemleri, düşük gelir seviyesi ve birikimlerinin olmamasından kaynaklan-maktadır. Yaşlıların en önemli sorunları arasında yemek, giyim, konut ve sağlık ön planda yer almaktadır.

Hukuki durum :

Sudan Viyana ve Madrid’de yapılan Uluslararası Yaşlı Hakları Konferanslarına katılmış ve ilgili deklarasyonları kabul etmiştir.Bu uygulamalara örnekler aşağıdaki gibidir.

- Yaşlıların haklarını koruma kanununu 2005 yılında çıkartılmıştır.

- 70 yaşın üzerindeki kişilerde cinayet suçu hariç diğer suçlarda ölüm cezasının kaldırılmıştır.

- Devlet çalışanlarının haklarını korumak için emeklilik kanunları çıkartılmıştır.

- Üzerinde çalışılmakta olan yaşlıların bakımları hakkındaki kanunda 60 yaş üzeri kişiler yaşlı olarak tanımlan-makta ve onlara emeklilik hakları verilmektedir, ayrıca bakımları için bir fon kurulmaktadır

Devletin yaşlılara bakımı :

- Sosyal Guvenlik Bakanlığı Sudan’lı yaşlılarıyla sorunları ile ilgilenmekle yükümlüdür.

- Birleşmiş Milletler ve Arap Devletleri toplulugu( Birliği ) de alınan kararlara istinaden özel bir idare bakanlık bunyesinde oluşturulmuştur (yaşlı haklarını korumak için)

- Yaşlılar için milli komisyon kurulmuştur.

- Her sene uluslararası yaşlılar günü olarak kutlanmaktadır.

Malesef ülkede yaşlıların deneyimlerinden ve bilgilerinden istifade edilmesi için bir birim bulunmamaktadır. Bu durum yaşlıların kendilerini önemsiz ve gereksiz birileri olarak hissetmelerine neden olmuştur.

Öneriler :

Bu konferansın bilgi, deneyim ve programların paylaşılmasını sağlayacak uluslararası bir ağ kurulmasına ön-derlik etmesini diliyorum.

Page 78: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 78 –

Dr. Bahadır KALEAĞASI

YAKIN GELECEĞİN HARABELERİ

Dünya geleceğin inşası ile meşgul. Türkiye ise yakında çökecek bir uygarlıktan geriye kalacak harabeleri inşa ediyor sanki.

Sanki, II Ramses Nil’de güneye inerken daha yaptırmadığı Abu Simbel tapınağının kalıntısının ufukta belirme-si, Roma İmparatoru Konstantin’in daha kurmadığı kente ilk defa gelirken yıkık Bizans surları ile karşılaşma-sı, 1950’li yıllarda Boğaz’da gezinenlerin aniden yok edilmiş yeşil tepeler görmeleri gibi bir zaman kayması var. Sanki demokrasinin, bilgi toplumunun, kadın-erkek eşitliğinin ve rekabet gücü dünya çapında yüksek bir Türkiye’nin harabelerini görüyoruz.

Kendine has bir ulusal gündem her ülkede var. Dünyadan kopukluk ise farklı bir durum. Bu sorun kalkınmış ve hızla kalkınan ülkeler liginde Türkiye açısından riskli boyutlara ulaştı. “Küresel gündemi yakalamış olmak” Haiti depremi veya İran muhalefeti haberlerinin ötesinde bir kavram. Dünyada önde gelen ülkelerin rekabet ortamı söz konusu olan.

Türkiye’nin gündem sorunu

Küresel gündem, ülkelerin daha ileri gitmek için odaklandıkları siyaset, ekonomi ve toplumsal atılım alanla-rı demek. ABD sağlık, emeklilik, eğitim ve bilim reformu ile “bir imparatorluğun yükselişi ve çöküşü” temalı belgesellere konu olmamaya çalışıyor. Japonya teknolojik ve finansal üstünlük alanlarını yeniden düzenleme peşinde. Çin güneş ve rüzgar enerjisinde liderlik ihtirasını yeşertmekte, uzay projelerinde yeni ufuklara roket ateşlemekte. AB “en ileri toplumsal düzen” konumunu yeniden yapılandırma çabasında. Brezilya uluslararası bir sanayi gücüne dönüşüyor. Rusya nükleer ve enerji güçlerinden kalıcı bir yeni sanayi toplumu yaratma yol-larını aramakta ...

Türkiye ise bir çok farklı konu ile meşgul. Bunlar geçekten önemli konular. ABD Kongresi’ndeki soykırım oy-laması, Avrupa’da emniyet güçlerinin PKK’ya karşı baskınları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin KKTC Taşınmaz Malvarlığı Komisyonu’nu Kıbrıs’ta iç hukuk yolu olarak kabul etmesi, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun üyelikleri, Ergenekon, Balyoz, Deniz Feneri, Anayasa reformu vs. Ayrıca magazinsel konular med-yada son yıllarda daha da serpildi. Bu da doğal. Toplumun ruhunu dinlendiren cazip ilgi alanlarına ihtiyaç var.

Bunların yanı sıra Türkiye’de ilgili bakanlıklar, kurumlar, özel sektör, sivil toplum ve bilim dünyası teknolojiden, sosyal politikalara dünya gündemi ile bağlantılı bir çok konuda çalışıyor. Türk toplumu yaratıcılık ve girişimci-

Page 79: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 79 –

Dr. Bahadır KALEAĞASI

likte dünya çapında başarı vakalarıyla dolu. Yatırımları, genç tasarımcıları, kültür insanları, teknolojik açılımları ile Türkiye zengin bir ülke. Sorun ülkenin siyasal gündemi dahilindeki kaymalarda, kopukluklarda, dengesizlik-lerde. Siyasal rekabetin, medyanın ve kamuoyunun öncelikli konuları arasında küresel ekonomik rekabet, bilgi toplumu ve eğitim gibi konular çok geri planda.

Dünya giderek mali sistemi çatırdayan, doğal dengeleri sarsılan, tüketim alışkanlıkları yenilenen, daha kalabalık bir gezegen olmakta. Her ülke için küresel rekabet koşulları giderek daha çetin. Avrupa Birliği 2020 stratejisi için somut bir belge açıklıyor. ABD ile AB arasında karşılıklı yatırımlar krize rağmen dünya ekonomisinin te-mel direğini oluşturuyor. G.Kore, Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya, Güney Afrika ve hatta İran yeni teknolojiler peşinde 21. yüzyılda aradan sıyrılarak yükselmeye çabalıyor. Türk siyaseti ve medyası ise neredeyse uyuyor. Soykırım savları, Kıbrıs, Anayasa gibi konular elbette çok önemlidir. Fakat yalnızca bu tür konulara odaklı bir siyaset gündemi ile Türkiye 21. yüzyılda yükselmek için gerekli toplumsal enerjiyi üretemez.

Jeo-stratejik önem yetmez

Sadece iç siyasette değil, dış ilişkilerde de durum aynı. Uluslararası alemde “Türkiye” dendiğinde ilk akla gelen “jeo-stratejik önemimiz” olmamalı. Bugün yaşayan tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının doğuştan sahip olduğu bir ulusal sermaye bu “jeo-stratejik önem”. En iyi şekilde kullanmak gerekir şüphesiz. Avrasya eksenin-de bir barış, ekonomik dinamizm ve demokrasi odağı olmak bir ulusal çıkardır Türkiye için. AB üyeliği sürecimiz için de bir artı değerdir. Bu sayede Avrupa içindeki konumumuz güçlenir. Bu güç dünyanın diğer ülkeleri gö-zünde bir çekim alanına dönüştür. İran, Filistin, İsrail, Balkanlar, Kaşmir ve Sudan gibi çatışma dosyalarından, doğalgaz ve petrol boru hatlarına uzanan engin bir dış politika ufkumuz olması çok iyi.

Fakat 21. yüzyılda “jeo-stratejik önem” sadece etkili bir siyasal kimlik özelliği. Küresel düzende güçlü bir Tür-kiye olabilmek için başka vasıflar gerekiyor. Değişen dünya düzenine katkıda bulunan, yaratıcı ve yenilikçi bir ülke olmamız öne çıkmalı.

Dünya ülkesi olmak

Örneğin Türkiye hakkında önemli bir Washington gazetesi makalesinde, bir Japon televizyonu haberinde veya Brüksel’de bir konferansta bir Türk bakan takdim edilirken, “bildiğiniz üzere” diye söze girildikten sonra, şöyle devam edilebilse:

- “Türkiye son yargı reformu ile bir çok Avrupa ülkesi içinde örnek alınabilecek bir toplumsal uzlaşma ve de-mokrasi modeli geliştirdi”.

Page 80: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 80 –

Dr. Bahadır KALEAĞASI

- “Türkiye kadın haklarında Müslüman dünyaya örnek olacak derken, Avrupa çapında bir ilerleme kaydetti. Meclisi, yarısı kadınlardan oluşan yeni hükümeti, çalışma ortamı ve toplumsal yaşamı ile fırsat eşitliği ve öz-gürlükler ülkesi oldu”.

- “AB’nin hız kazanan yeşil enerji teknolojisi geliştirme programlarında Türkiye önde gelen bir ülke”.

- “Çin ve Hindistan’ın yeni sanayi ihtisas ürünlerinden konuşurken, Türkiye bir dizi sektörde hızla dünya öl-çeğinde bir sanayi merkezi haline geldi. Elektrikli araçlar, güneş enerjisi, nanoteknoloj, bio-teknoloji, uzay çalışmaları, mobil yazılımlar, ekolojik binalar, çağdaş kent sanatı, turizm, moda ve organik tarım gibi bir çok alanda Türkiye yeni tasarımlar ve ürünlerle parlıyor”.

- “Türkiye bundan önceki AB adaylarından farklı. AB-Türkiye ilişkilerinde gündem Avrupa’nın geleceğini be-lirleyen politikalar odaklı. AB’nin “iklim eylemi, ” “yeni sanayi politikaları” ve “Dijital Gündem” stratejilerine Türkiye’nin katkısı dikkat çekiyor”.

- “Avrupa’nın en genç ülkesi olan Türkiye’nin eğitim ve gençlik politikaları Avrupa’nın da küresel rekabet gücü açısından önemli bir artı değer sağlamakta”.

Güçlü Türkiye stratejileri ile AB ve Dünya gündemini daha uyumlu kılabilmek çok önemli. Türk siyasetçiler, akademisyenler, sivil toplum temsilcileri ve medya yorumcuları keşke daha yaygın bir şekilde Avrupalı ve ulus-lararası konular için davet edilebilseler yurtdışındaki konferanslara, televizyon programlarına, toplantılara.... Ör-neğin bakanlarımız uluslararası ortamlarda Türkiye’nin AB ile ikili sorunları, Kıbrıs, Orta Doğu ve sairden önce karbonsuz ekonomi, Avrupa’nın enerji politikaları, yüksek öğrenimde yeni modeller, Avrupa-Asya arasında bilgi teknolojisi ağları, uluslararası finansın reformu, sosyal güvenlik ile girişimcilik politikaları arasındaki sinerji gibi her ülkenin ortak gündemine ait konularda konuşabilseler, dinlenebilseler...

AB 2020

Küresel gündemi yakalamak AB için de her zaman yoğun çaba gerektiriyor. Brüksel’deki kurumlar dev bir AB’nin dev ekonomisinin küresel çıkarlarına yön verebilecek ortak politikalar uygulamaya çalışıyor. Bunu ya-parken 27 üye ülkenin ulusal gündemlerini dikkate almak, uygulamada bütünlük sağlamak zorundalar. Küresel kriz geride kalıyor umudu yeşermekteyken, AB Komisyonu 2020 stratejisi için ilk belgesini tartışmaya açtı.

Üç öncelik var:

1. Akıllı büyüme: eğitim, bilgi ve teknoloji temelli bir ekonomi

2. Sürdürülebilir büyüme: doğal kaynaklarını verimli kullanan, yeşil ve daha rekabetçi bir ekonomi

Page 81: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 81 –

Dr. Bahadır KALEAĞASI

3. Kapsayıcı büyüme: yüksek istihdam, sosyal ve bölgesel kalkınma, insan odaklı bir ekonomi

Ve de somut hedefler:

- İstihdamın %69 seviyesinden %75’e yükselmesi.

- Ar-ge için GSYH’nin %3’ü.

- 20-20-20 hedefi. Sera gazı salınımının 1990’ye kıyasla 2020’ye kadar en az %20 oranında azaltılması, yeni-lenebilir enerji payının %20’ye yükseltilmesi ve %20 oranında enerji verimliliği sağlanması.

- Okul terk oranının %15’ten %10’a düşürülmesi, yüksek öğrenim mezunu nüfus oranının %31’den %40’a çıkması.

- 20 milyon insanın yoksulluktan kurtarılarak, yoksulluk sınırı altında yaşayan AB vatandaşlarının sayısının %25 azaltılması.

Araçlar (“bayrak gemisi girişimler”):

- Akıllı büyüme için: Teknolojik Yenililik Birliği, Hareketli Gençlik ve Dijital Gündem.

- Süründürülebilir büyüme için: Etkin Kaynaklar Avrupa’sı ve Küresel Çağın Sanayi Politikası.

- Kapsayıcı büyüme için: Yeni Yetenekler ve İstihdam Gündemi ve Yoksulluğa Karşı Avrupa Girişimi.

Tabii bu hedefler için kurumsal düzenlemeler ve takvim de saptandı. Böylece derin bir toplumsal tartışma başladı. İlkeler üzerinde genel bir uzlaşma var. Fakat farklı ülkeler, siyasal partiler, özel sektör, sendikalar, sivil toplum ve uzmanlardan bir çok eleştiri, öncelik vurgusu, içerik veya uygulama hızı yenilemesi talebi gelmekte. Avrupa dünya gündemine yön verme ısrarında devam ediyor. Her zamanki gibi kısmen başarılı, kısmen tökez-leyerek ilerliyor. Avrupa medyası ve siyasetinde geçici gündem flaşları, iç çekişmeler, magazinsel ilgi alanları ve yerel konular gibi bir çok boyut var doğal olarak. Fakat geleceğin inşası da eşzamanlı olarak ön planda.

Türkiye için de sorun bu noktada belirginleşmekte. Bugün saplantı halinde eğitim reformu, kadın işgücü, yeşil enerji ve yeni teknolojiler gibi konulara odaklanmış bir Türkiye yoksa, durum vahim demektir. Dünya geleceğin inşası ile meşgul. Türk siyaset gündemi ise zaman tünelinde kaybolabilir. Madde-mekan-zaman dengesi bo-zuluyor. Türk ekonomisi ne kadar iyi büyürse büyüsün, uluslararası rekabet zorlu ve rakipler daha hızlı gidebilir. On yıl sonrasının harabelerini bugünden görür gibi olmak doğal değil. Türkiye’nin potansiyeli ve dinamizmi ile geleceğin örnek ülkesinin inşası olası.

Page 82: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 82 –

Prof. Dr. Bekir KarlığaBaşbakanlık Müşaviri

MEDENİYETLER İTTİFAKI VE BİLGECE YAŞAMAK

Her şey 1907 yılında Nobel Fizik ödülü sahibi ünlü Alman bilgini Max Planck’ın Quantum teorisini açıklama-sıyla başladı. Daha sonra Albert Einstein Rölativite teorisini ve Werner Heissenberg de İhtimaliyet teorilerini ge-liştirdiler. Bu sayede kaba Materyalizm’in ve katı Pozitivizm’in üzerine dayandığı, temeller bir bir çöktü. Kozalite ve determinizm, eski gücün yitirdi. Newton mekaniği ve klasik fiziğin kavramları temelden değişti. Monolitik bakış açısının yerini, global yaklaşımlar aldı.

Bilimsel ve teknolojik gelişmeler, insanlığın ortak yararı için değil de sadece bir zümrenin ya da bir toplumun veya bir devletin özel amaçları doğrultusunda kullanılan bir araç haline dönüştürülecek olursa, yarar yerine zarar, mutluluk yerine felâket getirir.

Nitekim geçen yüzyılın başlarında nükleer enerjinin keşfi insanlığı böyle bir felaket ile yüz yüze getirmişti. Atom çekirdeğinin patlatılması sonucunda elde edilen büyük enerji, ikinci cihan harbinin sonunda milyonlarca insanın ölümüne ve ondan birkaç kat daha fazla insanın da sakat kalmasına sebep olmuştu.

Aynı tehlike benzer bilimsel keşifler için de söz konusudur. Özellikler Genetik bilimlerdeki gelişmeler ve “Klon-lama teknolojisi”nde ulaşılan nokta, bizi yeniden bu konuları tartışmaya sevk edecek boyuttadır. Bu nedenle “manevi dini ve ahlaki değerler”, günümüzde her zamankinden daha fazla büyük bir önem kazanmıştır. İnsanlığın, yeni felâketlerle yüz yüze gelmemesi ve yeni Hiroşimalar yaşamaması için yaşanan tecrübelerden ders alması gerekir.

Kısacası, bilimsel, teknolojik ve ekonomik gelişmeler, daha şimdiden bütün insanlık için mutluluk ve ümit yeri-ne korku ve endişe getirmiştir. Çünkü tek başına bilgi, teknik, ekonomi ve refah hiç bir zaman için “mutluluk” getirmez. Mutluluk, ancak “erdem” ile elde edilir. Erdemin oluşması için bilgi ile eylemin örtüşmesi gerekir. Bu örtüşme ancak “adâlet” ile sağlanabilir ki eski çağlardan beri filozoflar, özellikle de Eflatun, Aristo ve Fârâbî bunu “altın orta” olarak tanımlamış ve “Hikmet” diye ifade etmişlerdir.

İslam medeniyetinin kurucu anahtar kavramlarından birisi, “Hikmet”tir. Müslümanlar, İslam’ın zuhurundan hemen hemen bir asır sonra, dönemin iki büyük süper gücünden birisi olan İran İmparatorluğu’nu ta mamen yenerek; diğerinin de (Bizans İmparatorluğu) topraklarının büyük bir bölümünü fethederek Atlantik’ten Çin Seddi’ne kadar olan bölgelerin tartışmasız hakimi olmuşlardı. Onlar, bu bü yük fetihlerini bilim, düşünce ve kültür çelenkleriyle de donatmak üzere harekete geçtiler. Kısa zamanda Antik Grek, Hint, İran, Mısır ve Mezo-

Page 83: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 83 –

Prof. Dr. Bekir KarlığaBaşbakanlık Müşaviri

potamya düşüncelerinin temel kay naklarını ve özgün eserlerini İslam dünyasının ortak bilim ve kültür dili olan Arapça’ya tercüme ettiler.

Bu anlayışla yola koyulan Müslümanlar, kendilerinden önce geçen insanların ürettikleri bütün bilim ve kültür hazinelerini “hikmet”in bir bölümü saydılar. Din ve inanç farkı gözetmeksizin hepsini birden alıp öğrenmek için büyük bir çaba harcadılar.

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayip Erdoğan ile İspanya Krallığı Başbakanı Sayın Zapatero’nun eş başkanlığını yürüttükleri Medeniyetler İttifakı, küresel bir insanlık ve barış girişimidir. Bu girişim, geleceğimizi tehdit eden çevre felaketlerine, hayatımızı mahveden terör ve savaş teşebbüslerine karşı uzun süredir unuttu-ğumuz, ya da ihmal ettiğimiz bilgece yaşamanın yollarını aralamaktadır.

Page 84: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 84 –

Lütfullah KAYALARMaliye Eski Bakanı

FEDERAL RESERVE BANKASI KARARLARI VE KÜRESEL EKONOMİ ÜZERİNE ETKİLERİ

Sayın katılımcılar, Başta A.B.D. ekonomisi olmak üzere, ilgili finansal ve ekonomik konular yeryüzündeki herkesi değişik şekillerde ilgilendirdiği bir gerçektir.

Dolayısıyla bu sunumda, son FED kararları ve diğer ülke ekonomilerine olan etkilerini genel hatlarıyla analiz edeceğim.

En son alınan Fed kararlarına göre, ilave olarak $600 milyar dolarlık hazine tahvilleri alımının önümüzdeki yıl Haziran ayına kadar yapılacağı ve diğer ilavelerle toplamın $850-900 milyar doları bulabileceği açıklandı.

Ekonomistlerin “Qantitative Easing” (QE-parasal genişleme) olarak adlandırıldığı bu alım programı ikinci kez yapılıyor.

Birinci QE program dahilinde, Federal reserve başkanı Ben S. Bernanke, nerdeyse “0” referans faiz politikasıy-la ekonomik büyümeyi arttırmak ve işsizlik düzeyini azaltmak amacıyla 2008 yılından, bu yılın başlarına kadar 1.7 trilyon USD harcayarak ekonominin resesyondan çıkmasını sağlamış, ancak işsizlik oranı son 26 yılın en yüksek düzeyinde seyretmeye devam etmişti.

Fed tahvil alım programı nasıl işliyor?

Fed, bankalardan Hazine tahvillerini satın alma yolu ile nakit enjekte ederek, bankaların müşterilerine kredi açma kabiliyetini arttırırken, bankaların elinden tahvillerinin satın alınması ilede faiz seviyelerinin düşürülmesini hedefliyor. Neticede, faiz oranları tahvil değerleriyle ters orantılıdır. Hazine tahvillerine olan talep, tahvil de-ğerlerinin artmasına ve faizlerinin düşmesine neden olur. Düşük faiz oranları, borçlanmayı ucuz kılacağından; kişilerin ve şirketlerin kredi kullanmasının (şahsi, ticari ve ev kredisi Mortgage v.s) teşvik edilmesiyle ekonomik aktivitenin artmasına ve dolayısıyla ekonominin büyümesi hedeflenir ki işsizlik azaltılabilsin.

Diğer taraftan, düşük faiz oranları, hazine tahvili ve nakit mevduatlar gibi daha güvenli yatırım araçlarını cazip kılmadığından, şirketler ve yatırımcılar nakitlerini ekipman alımlarına ve menkul kıymetler borsası gibi diğer ya-tırım araçlarına kanalize ederler. Borsaların çıkışta olacağı dolayısıyla hisse yatırımcısı olan kişilerin kendilerini daha zengin hissetmesini doğurur. Ekonomistlerin “wealth effect zenginlik etkisi” olarak adlandırıldığı durum ortaya çıkar. Yani insanlar kendilerini daha iyi hissederlerse daha iyide harcarlar. Sonuçta insanların tüketimle-rinin artacağı ve böylece şirket cirolarının artması ile tekrar işe almaların tetikleneceği düşünülür.

Page 85: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 85 –

Lütfullah KAYALARMaliye Eski Bakanı

Ancak konu ile ilgili analistler ve hatta ikinci tahvil alım programını destekleyenler bile, bu ilave alımın yaratacağı tehlikelerden bahs ediyorlar.

Nedir bu tehlikeleler?

Fed’in tahvil alımlarının Amerikan dolarını dahada zayıflaması ve diğer ülkelerle olan dış ticaretlerinde sorunlar çıkmasıdır. Çünkü, en basit mantıkla, eğer bir ülke faiz oranlarını aşağıya çekerse, dünyadaki yatırımcılar nez-dinde para birikinlerinin cazibesinde düşer. Faizlerin aynı zamanda yatırımcıların geliri olduğu düşünüldüğünde, eğer gelirlerinde azalma olursa para daha yüksek faiz sunan ülkelere gider. Örneğin, Amerikan doları, Türk lirasına döner ve daha yüksek getirili Türk devlet tahvillerine yatırılır.

Diğer taraftan, Tahvil trade edenler (alıp-satanlar) yüksek enflasyon döneminin kapıda olduğunu düşünüp, tahvil faiz seviyelerini yukarı çekmeye çalışarak Fed’in yapmaya çalıştıklarını baltalayabilirler. Hatta, Hedge (hec) fonların ve spekulatorlerin ucuz maliyetli para alarak, gelişmekte olan ülkeler (emerging markets) menkul kıymetler borsalarına yatırıp, daha büyük kazanç elde etmek için, piyasaları sağlıksız şekilde yükseltebilirler.

En son açıklanan fed kararları öncesinde, yeni US hazine tahvil alımlarının doların daha çok değer kaybına yol açacağı endişeleri, para birimi savaşları (currency wars) olarak yazılı ve görsel medyada çok yoğun biçimde yer almaya başlamıştı. Doların diğer gelişmiş ülke para birimleri karşısında değer kaybına uğraması sonucu Amerikan tüketicileri açıcından diğer ülkelerin ürünleri daha pahalı hale gelir. Amerikada alış veriş yaptığınızda, çevrenize baktığınızda Amerikan malı olan çok az şey görürsünüz.

Çin ekonomisi üzerine etkileri

Çin’in para birimini sunni olarak düşük tutması hem Amerika hemde en büyük ticaret partneri olan Çin açı-sından uzun süre işledi. Amerikan ekonomisinde 6 milyon kişi işini kaybetti, Çin’e sattığı hazine kağıtların dan dolayı geçen Ağustos ayı itibariyle $868.4 milyon trilyon borcu olan karşılığında ise ucuz çin mallarına alıştırılan, Amerikan tüketicileri yaratıldı.

Amerika daha ucuz Çin ürünleri ithal etti. Çin ise tarıma dayalı ekonomisini Endüstriye dayalı ekonomiye dö-nüştürmeye başladı. Ucuz ihracat ürünlerini Amerikan tüketicilerine satarak elde ettiği para ile Amerikan hazine kağıtlarına yatırım yapan Çin, Amerikalıların hayat kalitelerinide geçici olarak yükselterek üretim işlerinde çalı-şanları yüksek ödeyen hizmet pozisyonlarına dönüştürdü.

Page 86: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 86 –

Lütfullah KAYALARMaliye Eski Bakanı

Ancak Amerikadaki çift haneli işsizlik (ortalama -%9.5) oranı ve Çin ekonomisinin endüstriel güç olma sürecinin hızla yakınlaşması (ortalama %10-11 büyümeyi önümüzdeki yıllarda devam ettirmesine bağlı) şeklinde ortaya çıkan durum, iyi işleyen/götürülen bu ilişkinin sürdürülemez hale gelmesine neden oldu.

Şu anda Çin yönetimi Amerikan Hazine kağıtlarına yaptığı yatırımları, başka enstrümanlara biraz daha fazla kaydırarak azaltabilir. Ancak bu iki tarafı keskin bıçak gibidir. Eğer Amerikan hazine kağıtlarını almayı azaltırsa, yaratacağı boşluğu kim dolduracak? Amerikan ekonomisinde yüksek cari açık ve bütçe açıkları yaratırsa dola-rın değeri ne olacak? Amerikadaki işsizlik ve alım gücü pariteleri azalırsa Çin ekonomisinin ürettiği ürünleri aynı hacimde kim alacak? Soruları dünya ekonomisini çok yakından etkileyen sorulardır.

Fed’in extra $600 milyarlık hazine kağıtları alımını açıklamasından sonra, global finansal sistemin reform edil-mesi konusundaki tartışmalar yeniden alevlendi.

Çin, Almanya ve Brezilya (ve Amerika dahil dördü Global ekonomisinin yaklaşık %85’ini oluşturuyor) merkez bankası başkanları medyaya yaptıkları açıklamalarda: Fed’in US ekonomisine para enjekte etme kararının dün-yanın diğer ekonomilerine “sıcak para” enjekte etmekle eş değer olduğunu ve bunun o ülke para birimlerinin değerini yukarıda çıkarıp, ihracat ürünlerini pahalaştırarak kendi ekonomilerine zarar verebileceği ifade ettiler.

Çin merkez başkanı bu hareketin Amerikan ekonomisinde toparlanmanın beklenenden yavaş olması sebebiyle anlaşılabilir olduğunu ve bunun tekrar global finansal sistemin reform edilmesi ihtiyacını gösterdiğini söyledi. Zaten kendileri düzenli olarak Fed’deki meslektaşlarıyla görüştüklerini, Amerikalıların kendilerine detaylı açık-malar verdiklerini ifade etti. ($868.4 trilyonluk Amerikan tahvilleri-Ağustos 2010 itibarı ile olunca süper güç bile hesap verebiliyor!..)

Çin merkez başkanı Zhou Xiachuan’a göre, ortadaki problemi çözmenin yolu mevcut ‘international currency-uluslar arası para birimleri sistemi” sistemini rehabilite etmekten geçiyor.

Diğer taraftan, ortaya çıkan bu sıcak paraların Çin ekonomisine olası etkilerini merak edenleriniz için şunu ifade etmek isterim:

Beijing, ülkeye olan Sermaye hareketlerini çok yakından control edebilen ve böylelikle spekulatif amaçlı “sıcak para” artışlarına karşı sıkı bir kalkan mekanizmasına sahip. Aynı zamanda Beijing’in kendi finansal piyasalarını global sermaye den izole halde tutabilmiş ve Yuan üzerindeki sıkı kontrolu ilede, Amerikan doları karşısında değerlendirilmesini diğer asya ülkelerinkine oranla daha az tutmayı başarmıştır. Çin merkez bankasının izlediği

Page 87: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 87 –

Lütfullah KAYALARMaliye Eski Bakanı

Yuan’ın değerinin düşük tutulması ve kendi ihracatçılarına adil olmayan bir fiyat avantajı yaratması, büyük tica-ret fazlası oluşmasına ve dolayısıyla diğer ülkelerdeki işsizliğin artmasına sebep olmuştur. Çok çeşitli bitkilerin kullanıldığı geleneksel Çin ilaçlarında olduğu gibi, Çin ön gördüğü reformlar paketinin bir parçasında da iç tü-ketimi güçlendirip, ithalatı arttırma yolu ile ticaret açığını kapatmanın peşinde.

Japon ekonomisi büyüyor mu?

Tüketici fiyatları son 10 yılın yedisinde düşmüş ve 1991 bu yana en düşük seviyesindedir. Dünya ekonomisin-deki 2.liğini bu yılı ikinci çeyreğinde Çin’e kaptırmıştır.

Japon merkez bankası (The Bank of Japan) Amerikan Fed’in geçen günlerde açıkladığı ikinci QE programının bir benzerini 2001 yılında devreye sokarak, trilyonlarca yen’i beş yıl boyunca bankacılık sistemine enjekte et-miştir. Maalesef bankalar yeni ticari krediler kullandırmak yerine paralarını merkez bankası hesaplarında tutma-yı seçtiklerinden, işletme kredilerinin hacminde ve tüketiminde bir artış sağlanamadığından sağlıklı ekonomik büyüme yaratılmamıştır.

Japon ekonomisinin içinde bulunduğu durum ve acaba Amerikan ekonomisi arasındaki gidişatın yönü ise son zamanlarda tartışmaların odağında. Ancak iki ülke arasındaki yapısal farklılıklar ve Fed’in Japon case’ini yakın-dan incelemiş olması nedeniyle aynı hataların yapılmayacağıda sıkça ifade ediliyor.

G-20 toplantısında Amerika mı yoksa Çin’in mi dediği olacak?

Gelişmiş ülkeler arasında belli bir persfektif içerisinde, hem parasal hem de mâli otoritelerin daha fazla iş birliği yapmasına yönelik çağrılarda, en son geçen haziran ayında Torontoda yapılan G-20 toplantısında gündemin önemli ve öncelikli başlıklarından biri olmuştur.

Önümüzdeki hafta, Güney Kore başkenti Seul’de toplanacak G-20 toplantısından önce, US hazine bakanı Tim Geithner, G-20 üyelerinin cari açık fazlalarının ve bütçe açıkların milli gelirlerin %4’unu aşmayacak bir sınırlama getirilmesi önermesi başta Çin olmak üzere Almanya ve diğer bazı üyelerden yoğun eleştiri aldı.

Çin, Geithner’en önerisini red ederek, Amerika’nın G-20 üzerinde baskı kurarak, (yuan) renminbi’nin daha hızlı değerlenmesini istediğini açıkladı. Alman finans bakanı, Wolfgagng Schauble ise “sanki piyasalara bu kadar yüklü miktarlarda para pompalayan Fed değilmiş gibi” diyerek, Doların değer kaybetmesine dikkat çekti.

Page 88: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 88 –

Lütfullah KAYALARMaliye Eski Bakanı

Asıl tartışmanın “bütçe açıkları ve cari açık fazlalarına limit” getirerek, ihracata dayalı Çin ve Alman ekonomileri ve benzeri ekonomileri sıkıştırmak değilde, G-20’nin asıl amacı olması gereken “Gelişmiş 20 ülke arasındaki ticari dengesizlikleri ve exchange rates (çapraz para birimleri) farklılıklarını azaltmak ve uluslararası ekonomik bir anlaşma sağlamak” yolunda çalışmalar yapılması eksesine oturmalıdır.

Hatırlanacağı gibi, 2008 krizinde G-20 merkez başkanları hızlı ve koordineli bir tarzda iş birliği yapmışlardı. Şimdi yapılması gereken yine benzer bir ruhla dünya ekonomisini içinde bulunduğu durumdan çıkararak bir “yol haritası” oluşturmak ve uzun süredir perde arkası devam eden ancak son zamanlarda değişik platform-larda ve Fed’in son parasal genişleme kararıyla zirve yapan “current wars-parite savaşları”nın önümüzde G-20 toplantısında son bulmasını sağlayacak sürece girilmesidir.

Global ekonomiyi etkileyen bir diğer factor “enerji”

Enerji deyince; daha ziyade enerji maliyetleri hem üretim hemde dağıtım bağlamında hepimizin hayat stan-dartlarını etkileyen bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Global anlamda yavaşlamanın olduğu son zamanlarda oil fiyatları ortalama $85 USD/varil civarında dengelenmiş gözüküyor. OECD ekonomilerinin sağlıklı büyümesi ile petrol fiyatları ile orantılıdır. Ekonomik büyümenin tekrar güncellenmesi ile fiyatların tekrar $100/varil çıkacağını söylemek kehanet değil. Çünkü hem mevcut stokların azalması hem de Çin ve Hindistan gibi yeni ekonomi-lerde ortaya çıkmaya başlayan orta sınıfın tüketim alışkanlıkları talep eğrisini yukarı yöne doğru oluşturacaktır. Enerji piyasaları hızla büyümektedir. Kıymetli madenlere olan talep halen güçlüdür.

Altın fiyatları aldı başını gidiyor (mu)?

Fed parasal gelişleme programını açıklanmasıyla, altın fiyatlarının $1400 USD sinirini zorlandığına sahip olu-yoruz. Peki bu durum sürdürülebilir bir durummudur? Altın fiyatları USD’nin değer kaybına karşı kullanılan bir “hedge-hec” olmuş, ne zaman dolar değer yitirse altın fiyatları artarak alternative olmuştur. Doların değer kaybının hızlanarak sürmesi sanki bu durumun yıllarca süreceğini hesap edip, onsu $2000’de $5000’e kadar dillendirilen rakamlar konuşulmaya başlanmıştır. Ancak unutmamak gerekir ki; halen Dünya’nın süper eko-nomik gücü olan Amerika ekonomisidir. Parasal genişleme programlarının bir sonucu önümüzdeki yılın ikinci yarısı ortaya çıkacak veriler ışığında toparlanmaya başlarsa altın fiyatları söylendiği gibi $5000/ons lara kadar çıkacak mı? Toparlanmaya değince: en başta işsizliğin şu andaki seviye olan %9.6’dan %8.0 lara gelmesi

Page 89: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 89 –

Lütfullah KAYALARMaliye Eski Bakanı

ve enflasyonun düşük seyretmesini kast ediyorum. Amerikan ekonomisinde ortaya çıkan güçlü büyüme aynı zamanda USD’nin tekrar güçlenmesi anlamına gelecektir.

Eğer güçlü toparlanma belirtileri başka bir bahara kalırsa o zaman altın fiyatlarının yukarı yönlü hareketleri de-vam eder ve nihayetinde enflasyonist baskı yaratır ki ekonomik toparlanma süreci ciddi şekilde etkiler. Diğer taraftan, altın dünya üretim kapasitesindeki azalmadan dolayı her zaman belli bir seviyede kalacaktır. ama bu seviye kriz dönemlerinin spekulatiflerinin yaymaya çalıştığı fiyatlar değil normal zamanlarda meydana gelen arz-talep ilişkisi sonucu olacaktır.

Euro bölgesi ekonomileri ne halde?

İngiltere ve Euro bölgesi ekonomilerinde, Almanya hariç olmak üzere, yüksek işsizlik, resesyon devam edecek. Mali disiplin gereği: bütçe açıklarını düşürücü, sosyal güvenlik ödemelerinin azaltılması ve emeklilik yaşının yükseltilmesi gibi özetleyebileceğim “acı reçete” etkisini Fransa, İngiltere ve Yunanistanda kitlesel gösterilerle kendisini hissettirmeye başladı.

Euro para birimi, ABD’nin değer yitirmesiyle, amerikan doları karşısında halen güçlü görünsede, Yunanistan-dan dolayı oluşan baskı, İrlanda ve İspanya ekonomilerindeki durumlardan dolayı önümüzdeki yıllarda değer kaybına uğrayacağı ekonomistler tarafından dile getirilmekte.

Sonuç:

Sayın baylar/bayanlar,

Dünya artık küreselleşme neticesinde ki; özellikle iletişim teknolojilerindeki baş döndürücü gelişmeler ve tüke-ticilere günlük hayatımızda sunduğu yeniliklerle artık Global/küresel bir “koy” haline dönüşmüştür.

Küresel dengesizlikler her ülke ekonomisine ve herkese zarar verir hale gelmiştir. Birbirini etkileyen küresel ekonominin harmoni içerisinde dengelenmesi gerekmektedir. Çünkü ülke ekonomileri artık birbirlerine bağlıdır ve tek kutuplu olmaktan çıkmıştır.

Şarkı sözleri gibi

“gideceğimiz zaman hepimiz gideriz!..”

Page 90: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 90 –

Dr. Recep KONUKPankobirlik Genel Başkanı

KÜRESEL KRİZ; TEK TANIM, MİLYONLARCA SONUÇ

Sözlüklerde kriz “bir toplumun, bir kuruluşun veya bir kimsenin yaşamında görülen güç, dönem, bunalım, buhran” şeklinde tanımlanıyor. Bunu ekonomiye tahvil edersek tanımın içine üretim, tüketim, yatırım, istihdam, ticaret, finans gibi tüm sistem unsurları dahildir. Bir uzuvda başlayan rahatsızlık bütün sistemi işlemez hale getirmiştir. Rahatsızlığın nereden başladığına dair tespitlerin önemi, aynı unsurun bir kez daha yaşamı, yaşan-maz hale getirmeye sebep vermeyecek şekilde tedavisinden ibarettir. Krizlerde önemli olan, krizin müsebbibi olmayanların da katlanmak zorunda kaldığı sonuçların ortadan kaldırılmasına yönelik tedbirlerin süratle gelişti-rilmesidir.

Mesele benim meselem değil, deme lüksüne günümüzde hiçbir ülke sahip değildir. Siyasi, güvenlik, ekonomik adı ne olursa olsun müspet veya menfi, lokal ölçekte başlayan gelişmeler, domino taşı etkisiyle ve hızla ilerli-yor, ülke sınırlarından geçerken vize kontrolüne tabi tutulamıyor. Bugünün uluslararası egemen ilişkiler ağında, sınırlar ulus devletler için koruma kalkanı oluşturmuyor. Wisconsin Avenue’deki bir firmanın konut fonlarının kullanımında yaptığı tercih hatasının ağır sonuçları, okyanusları aşıp Konya’nın Türkmencamili Köyündeki besi-cinin mutfağını, çocuğunun eğitimini etkiliyor. Dünyanın bir ucunda konut fonlarına yatırım yapıp parasıyla para kazanmak isteyenlerin yaptıkları yarış, hüsranla sonuçlanınca, dünyanın başka ucunda emeği ve üretimiyle hayatını idame ettirme mücadelesi verenler, daha büyük bedeller ödüyor.

Küreselleşmiş dünyada, pazarlar ve ekonomiler, ulusal ölçekten çıkıp tek pazara, tek ekosisteme dönüşürken, girift ilişkiler ağı oluşuyor. Bir yerin krizi hepimizin krizi haline geliyor. Her ülkenin müşterek problemi haline gelen küresel krizlerin tek tek bireyler için anlam ve etkisi ise farklı oluyor. Dünyada istisnaları dışında, pek çok insan krizlerin mağduru oluyor. Borsada yaptığı yatırımdan kar elde edemeyen yatırımcının yaşadığı kriz ile çalıştığı fabrika kapanınca üretim tezgâhının başından ayrılmak zorunda kalan işçinin yaşadığı krizin etki ve an-lamı aynı olmuyor. Biri zenginlik hayalini kaybediyor, diğeri ise temel ihtiyaçlarını karşılama imkânını kaybediyor. Bazıları lükslerinden ve hayat standartlarından fedakârlık ediyor, birçoğunun ise hayatları tehdit altına giriyor.

Krizlerin yarattığı farklı bireysel etkilerin büyük dramlara sebep olmadan önlenebilmesi, krizlerin hiç oluşmaması için yapılanlar var, daha da yapılacaklar olmalı. Mevcut tedbirlerimizin ve oluşturduğumuzu sandığımız sigorta-ların çağımız ekosistem krizlerine direnç gösteremediği son finans kriziyle test edilmiştir.

Page 91: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 91 –

Dr. Recep KONUKPankobirlik Genel Başkanı

Egemen iktisadi sistemin zayıflıklarını tolere edecek, geniş toplum kesimlerini koruyacak ilave tedbirlere ihti-yacımız var. Yani büyüyen bedeni taşıyamayan ve patlaklar veren küresel ekonomik düzene bazı yamaların yapılması gerekiyor.

Bu yaklaşımın merkezinde üretim olmalıdır ve yeni iktisadi sistem üretme ve çalışma hakkına saygı esasında yükselmelidir. Yani yeni iktisadi sistemin VİP koltuğu, üretene ve üreticiye tahsisli olmalıdır.

Bu yeni iktisadi sistemin başarı kıstası rakipleri yok etme becerisi olmamalıdır. Çünkü ölçek ve ülke farkı ol-mamak üzere çöken her üretim zincirinin oluşturduğu göçüğün dalga etkisiyle büyüdüğüne ve oluşan bu kara deliğin başkalarını da peşinden sürüklediğine yakın zamanda şahit olduk. Bir musibet yaşadık. Şimdi ders çıkarma tedbir, alma zamanıdır.

İlk akla gelen krizlere direnci yüksek olan sektörleri ve ölçek ekonomilerini desteklemektir. Bunlardan biri tarım sektörüdür. Sektör yapısı gereği küresel krizlere hem daha geç tepki vermekte hem de üretimi emek yoğun şekilde gerçekleştirdiği için hayati ihtiyaçları karşılamaya devam ederken, geniş kitleleri krizin yıkıcı etkilerine karşı korumaktadır. Bu bir tespittir. 10 yıldır yönetiminde bulunduğumuz Konya Şeker’deki tecrübemizle bunu söylüyorum. Biri Türkiye ile sınırlı biri küresel iki krizden de büyüyerek çıkmış, her ikisinde de doğrudan ve do-laylı ek istihdam oluşturmuş Konya Şeker’in faaliyet alanı tarımsal sanayidir ve sanayi üretimi tarımsal üretime bağlıdır. Tarladaki iktisadi faaliyetin devamı için yaptığımız yatırımların ve üretime desteğimizin krizlerde onbin-lere nasıl nefes aldırdığını biliyoruz ve bu öneri o tecrübenin sonucudur.

Bir diğeri bireysel girişimler ile hareket kabiliyeti yüksek KOBİ’leri destekleyerek, küresel krizler karşısında bu işletmelerin ulusal ekonomileri ayakta tutacak sigorta vazifesini görmelerini sağlamaktır.

Dünyamızın katkılarından ve oluşturacakları katma değerden faydalanamadığı bir büyük gurup var, kadınlar. Kadınların ekonomiye katılmasını mutlaka sağlamalıyız, yeni dönemde.

Bunlar yeterli mi? Hayır. İnsanlar yeteneklerini buldukları imkânlar ve ortam çerçevesinde ekonomik değere dönüştürebiliyorlar. Başlangıçta Hyde Park’a bakan apartmandaki çocukla, sahra manzaralı çadırdaki çocu-ğun zekâ ve kabiliyetlerinde fark yok. Fark sağlanan imkânlar, içinde yetiştiği ortamla oluşuyor. Biri ekonomik değer üretecek ortamı buluyor biri bulamıyor. Dünyamızdaki bütün çocukların ekonomik değer üretmesini ve dünya üretimine katkı verecek ortamda yetişmelerini sağlamak ekonomik sisteme ilave edeceğimiz insan odaklı yaklaşımlardan biri olmalıdır.

Page 92: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 92 –

Dr. Recep KONUKPankobirlik Genel Başkanı

Ancak bütün bunlar bir yana dünyamızın bir zihniyet değişikliğine ihtiyacı vardır. Bizim kültürümüzün bir parçası olan esnaf ahlakı ile şekillenmiş birlikte yaşama ve birlikte kazanma yaklaşımı krizlere karşı önemli bir reçetedir. Komşusu siftah yapmadan, ikinci müşteriyi kabul etmeyen esnaf ahlakı rekabetin başkasının yaşama hakkına saygı göstererek de yapılabileceğinin göstergesidir. Çağımızın kar maksimizasyonuna ve rakiplerle ölümüne mücadele esasına dayanan ve krizlerin gerçek müsebbibi olan ekonomik yaklaşımına karşı geliştirileceğimiz en etkili cevabın bu saygı esaslı yaklaşım olacağını düşünüyor, “yaşamdan, yaratmaktan, yararlılıktan emekli olmayacağız” yeminini ederek, hayatın her aşamasını katkı vererek geçiren TÜRVAK üyesi kıdemli vatandaşla-rımıza; ekonomik krize ve işsizliğe karşı çözümler üretmeyi amaçlayarak gerçekleştirdikleri Kongre vesilesiyle temsil ettiğim kesimler adına şükranlarımı sunuyor, iş kapısı açan eller için söylenen temennimizi tekrarlıyorum, “Allah tuttuğunuzu altın etsin.”

İnşallah çabalarınız kapı açar, açılan kapılar yeni kapıların açılmasına vesile olur.

Teşekkür ve saygılarımla…

Page 93: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 93 –

Mustafa KUMLU TÜRK-İŞ Genel Başkanı

KÜRESEL EKONOMİK vE İŞSİZLİK KRİZİ*(SENdİKaL YaKLaŞIM)

Dünyada finansalzalanda başlayan ve daha sonra tüm sektörleri etkileyen ekonomik kriz görülmemekle be-raber üretimdeki gerileme ve talep yetersizliği ile reel sektörü kapsamış, özellikle istihdam ve işsizlikte olumsuz gelişmelere neden olmuştur.

Yaşanan kriz yapısaldır. Ekonomik krizin çözümü ve bir daha yaşanmaması için, sonuca değil nedenlerine ba-kılması ve krize yol açan sorunların ortadan kaldırılması gerekmektedir. Uygulanmak istenen parasal politikalar, yapısal sorunları sadece ertelemekte ve fakat çözülmeyen sorunlar giderek birikmektedir.

Yaşanan ekonomik kriz, başta çalışanlar olmak üzere dar ve sabit gelirli kesimlerin yaşama ve çalışma şartlarını olumsuz etkilemiştir. Çalışanların işleri ve satın alma güçleri için kaygıları giderek artmış, ekonominin sosyal politikalarla ve koruyucu iş yasalarıyla oluşan yapısı zorlanmıştır.

Adil olmayan küreselleşme süreci yaşanan küresel krizin temel nedenidir. Türkiye İşçi Sendikaları Konfederas-yonu (TÜRK-İŞ) yaşanan krizin temel nedenini sosyal devlet politikalarından uzaklaşılmasının bir bedeli olarak değerlendirilmektedir.

Krizin nedenleri arasında sayılan; finansal ve reel ekonomi arasındaki kopukluk, istihdamsız büyüme, ücretlerin milli gelir içindeki payının düşmesi, bozulan gelir dağılımı ve artan sosyal eşitsizlikler, kayıt dışı ve güvencesiz işlerde artış, insana yakışır iş sağlanmasındaki yetersizlikler, yaygınlaşan işten çıkarmalar, ücretlerde düşüş ve benzeri unsunların hemen tümü Türkiye’de etkili olmuştur.

Türkiye ekonomisi, 2002 yılı birinci çeyreğinden 2008 yılı üçüncü çeyreğine kadar sürekli büyümüş ve fakat istihdam buna paralel olarak artmamıştır. 2009 yılının genelinde yüzde 4.7 oranında küçülme ve yüzde 14,0 oranında işsizlik oranı hesaplanmıştır. 2010 yılında ekonomide büyüme öngörülmesine, karşın, işsizlik oranın-da gelinen düzeyin bir süre daha süreceği beklenmektedir.

Dünyada yaşanan ekonomik kriz adım adım gelmiştir. Yirminci yüzyılın sonlarına doğru teknolojik, politik, eko-nomik ve sosyo-kültürel alanlarda yaşanan büyük değişimlerle devletin işlevlerinin sınırlandılması eğilimi ağırlık

———————————————* “II. Uluslararası Turyak Örnek Kıdemli Vatandaşlar Kongresi” için hazırlanmıştır.

Page 94: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 94 –

Mustafa KUMLU TÜRK-İŞ Genel Başkanı

kazanmıştır. Uluslararası iş bölümünde bazı ülkelerin konumu, ucuz emeğe dayalı, düşük katma değerli, düşük teknolojik bir üretim yapısı olarak öngörülmüştür.

Türkiye ekonomisi G-20 ülkeleri arasında yer almakla beraber halen kırılgan bir yapıya sahip görünmektedir. Ekonomik büyümenin sürdürülebilir olmadığı ve tıkanacağı, ihracat artışına ithalat patlamasının eşlik ettiği, cari açığın finansmanının sürdürülemez noktaya geldiği bilinmektedir.

Türkiye ekonomisinin yeniden yapılanmasında, devletin rolünün giderek azaltılması, özel girişim ve piyasa güçlerinin etkinliğinin artırılması ve dünya ekonomisiyle daha fazla bütünmeşme ön plana çıkarılmıştır. Bu poli-tikaların uzun dönemli sonuçlarından birisi de gelir dağılımını emek gelirleri aleyhine ve eşitsizlikleri artırıcı yönde değişmesidir. Türkiye ekonomisine getirilen bu yeni kimlik aynı zamanda “sosyal devlet” yapısını tasfiyeyi ön-gören uygulamaları da beraberinde getirmiştir.

Küreselleşmenin yol açtığı sorunlar yaşanan ekonomik ve mali kriz ile açığa çıkmıştır. Bir bütün olarak ele alındığında, dünya ekonomisindeki büyüme yeterli ücretle istihdam sağlanmayacak ya da yoksulluğu azalt-mayacak kadar yavaş gerçekleşmiştir. Dünyanın hemen her yerinde iş ve gelir güvensizliği artış göstermiştir.

Küreselleşmenin ve küresel krizin ilk ve en doğrudan etkisi işgücü ve çalışma koşulları üzerinde olmaktadır. Mal ve hizmet piyasalarının küreselleşmesi işgücü piyasalarının da küreselleşmesine yol açarak işgücünü küresel bir bekabetle karşı karşıya getirmekte ve bu rekabet işgücü üzerinde işsizlik tehdidini arttırdığı gibi çalışma koşullarına ilişkin standart ve kuralların, sermaye kesimince tartışmaya açılmasına yol açmaktadır.

Ekonomik kriz şartlarında, işsize “güvence istihdam” biçimi dayatılmak istenmekte çalışanlar ise daha esnek ve düşük ücretle çalışmaya zorlanmaktadır. Yaşam mücadelesi veren, geçimini sürdürebilmenin arayışı içinde olan işsizlerin umudu ve çaresizliği istismar edilmekte, işsizlik seçeneği olarak düşük gelir ve olumsuz çalışma koşulları çözüm yolu olarak sunulmak istenmektedir.

Küresel kriz ve yaygınlaşan işsizlik gerekçe yapılarak, uluslararası rekabet gücünü koruma kaygısı ileri sürüle-rek işgücü piyasasının esnekliğini daha da artırmak işçiler açısından kabul edilemez bir yaklaşımdır.

Küresel rekabet ortamında ulusal ekonomilerin, işletmelerin varlığını sürdürmesi ve büyümesi için, başta işgücü maliyeti olmak üzere işletme maliyetlerini düşürmek ve verimliliği arttırmak öncelikli hedef durumuna gelmiştir. Ancak bu politikaların emek açısından yansıması, kazanılmış hakları tartışma konusu edilmesi olmaktadır. Kü-resel rekabette başarı için ekonominin sosyal politikalarla ve koruyucu iş yasalarıyla oluşan yapısı değiştirilmek

Page 95: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 95 –

Mustafa KUMLU TÜRK-İŞ Genel Başkanı

istenmektedir. Esneklik ve kuralsızlaştırma süreçlerini egemen kılan yeni bir çalışma düzeni çalışanlara daya-tılmak istermektedir.

Ülkemizdeki esnek çalışma biçimleri istihdam artırmaya dönük olarak değil işgücü maliyetini düşürmeye yöne-lik uygulanmaktadır. Bugün örgütsüz çoğu özel sektör işyerlerinde, 4857 sayılı yasa uygulanmaya başladıktan sonra çalışma saatleri daha da artırılmış ve fakat fazla mesai ücreti ödenmez olmuştur. Özellikle örgütsüz işçi-ler, daha düşük ücrete daha uzun süre çalışmak durumuyla karşı karşıya kalmaktadır.

“Çalışma Hakkı” temel insan hakkıdır. İşsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortak yaratmak için gerekli ted-birleri almak, devletin vazgeçilmez ve devredilemez görevidir. İsdihdamı artırıcı ve işsizliği önleyici politikalar Hükümetlerin öncelikli hedefi olmak ve yeni istihdam olanakları sağlayan strateji ve politikalara ağırlık verilmesi ve tüm uygulamalarda istihdam boyutunun ön planda tutulması gerekmektedir.

Ülkemizde, küresel krizin etkisini hissetmesiyle birlikte bir takım önlemler alınmıştır. TÜRK-İŞ, hükümet tarafın-dan “teşvik ve istihdam” konusunda getirilen düzenmeleri “olumlu fakat yetersiz” görmüştür.

Krize karşı alınan mali önlemler; üretimi, yatırımı, iç talebi ve istihdamı artıracak nitelikteki yaklaşımları ön pla-na çıkarmasıyla olumlu bazı özellikler taşımıştır. Ancak, yapısl sorunlara çözüm aramak yerine kısmi önlemler alınarak krizden olumsuz etkilenen bazı sektörlere ve kesimlere destek sağlanması ön planda tutulmuştur. Alınan mali önlemlerin parasal boyutu 2008-2010 dönemi toplam harcama olarak gayrisafi milli hasılanın yüzde 6,66’si oranındadır.

Hükümet tarafından alınan önlemler arasında, işverene yönelik olarak, istihdam ve sosyal güvenlik ödemelerine katkılar yer almaktadır. Bu kapsamda sosyal güvenlik işveren primi 5 puan düşürülmüş, özürlü, kadın ve genç istihdamına yönelik işveren sigorta priminin hazine tarafından karşılanması sağlanmıştır.

Ancak, uygulanan ekonomik ve sosyal politikaların ayrılmaz parçası olması gereken aktif istihdam tedbirlerinin ekonomik kriz döneminde beklenen sonucu getirmesi mümkün olmamıştır.

“Ulusal İstihdam Stratejisi”nin belirlenmediği ülkemizde istihdamı teşvik amacına yönelik olarak getirilen düzen-lemelerin beklenen etkiyi göstermediği ortaya çıkmıştır. Türkiye’de işsizlerin istihdama kavuşturulması daha köklü ve kalıcı istihdam politikalarını gerekli kılmaktadır. Ekonomik politikaların sosyal politikalarla eş zamanla olarak uygulanması gereğine bu kriz ortamında her zamankinden fazla ihtiyaç bulunmaktadır.

Page 96: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 96 –

Mustafa KUMLU TÜRK-İŞ Genel Başkanı

Temel yaklaşım; bu ağır işsizlik sorununu çözmeye çalışırken ne pahasına olursa olsun işsizliği çözmek, işsizliği yoksulluk yaratarak çözmek olmamalıdır. Öncelik, Uluslararası Çalışma Teşkilatı ILO tarafından da benimsenen “insana yakışır iş” tanımı çerçevesinde üretken istihdamdir. Sendikal hak ve özgürlüklerin kullanıldığı, sosyal güvenlik hakkının varolduğu, çalışma koşullarının olumlu olduğu, işçi-işveren arasında sosyal diyalogun kurul-duğu ve sağlıklı işletindiği bir yaklaşım esas olmalıdır.

İnsan onuruna yaraşır bir iş ve geçim şartlarını sağlamak durumunda olanların, işsizlerin ve yoksullların çare-sizliğini temel alarak politika geliştirmesi kabul edilemez bir yaklaşımdır. Türkiye’nin rekabet şartlarını düşük ücret politikasıyla sağlamak doğrultusunda bir anlayışı egemen kılarak ülkede demokratikleşme, bölgesel gelir eşitsizliğini iyileştirme, yeni iş imkanları yaratılması mümkün değildir.

Büyümede paylaşımı ön planda tutan, daha çok istihdam, sosyal katılım ve eşitlik yaratacak makroekonomik politikaların uygulanması bu açıdan önem taşımaktadır.

Page 97: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 97 –

Nasuh MAHRUKÎAkut Derneği Başkanı

ÖRGÜTLÜ OLABİLMEK

Bugün sosyal yaşam kuralları içerisinde en önemli ve gerekli olanlardan biri, toplum ve toplumu ilgilendiren konular için toplumcu bir amaç ve yaklaşımla örgütlü olabilmektir. Türkiye’nin aslında en önemli eksiklerinden biri de örgütlü bir toplum olamamasıdır. Aslında çoğunluk benzer değerlere sahip olmasına ve hayatı benzer şekilde algılamasına rağmen, örgütlü toplum olmanın dinamiklerine sahip olamadığımız için bir türlü birlikte hareket etmenin sinerjisini ve dönüştürücü enerjisini toplumsal hayatımıza yansıtamıyoruz.

Birlikte hareket eden ve birbirini kollayan 10 kişi, birbirinden kopuk ve dağınık hareket eden 100 kişinin hak-kından gelir. Tarih boyunca bu gerçek değişmemiştir. Gizli ya da açık, iyi niyetle veya kötü niyetle, güçlerini birleştirmenin sinerjisinin farkına varanlar, bu birliktelikleriyle diğerlerine karşı büyük avantajlar elde etmişlerdir. Ben örgütlenmenin ve örgütlü olmanın getirdiği imkanları ve potansiyeli, Bilkent Üniversitesi Doğa Sporları Topluluğu’nun başkanlığını yaptığım yıllarda öğrendim, daha sonra AKUT’un başkanlığını yaparken de bu de-neyimin çok faydasını gördüm.

Unutulmamalıdır ki: Örgütlü toplum güçlü toplumdur.

Katılımcı demokrasinin olmazsa olmazlarından biri örgütlü olabilmektir. Toplumu oluşturan katmanlar, çağdaş ve demokratik bir anlayışla, hak ve payları için bir araya gelmeli ve hem kendi hem de başkalarının haklarına ve paylarına sahip çıkmalıdır. Bütün bunların dengeli dağılabilmesi için kendi üzerine düşen sorumluluğu taşı-yabilmelidir. Toplum hayatı bir ortaklıktır ve bu ortaklıkta her birey hareketli ve etkili olmalıdır. Herkes bu ortak yaşamda üzerine düşeni yerine getirmelidir. Birlikte daha güzel bir gelecek yaratabileceğimize inanmalıyız. Büyük başarılar ve önemli değişimler bizler ancak birlikte hareket edersek gerçekleşebilirler.

İnsanoğlunun, hepimizin dünyayı getirdiği durum artık hiçbirimize sorumluluktan kaçacak aralık bırakmamak-tadır. Bu nedenle ilişki ve işbirlikteliklerimizde, eskimiş bir vizyon olan kazan - kazan artık yeterli değildir. Artık herkes kendisi ve ortağı kazanırken dünyaya ve diğerlerine de ne olup bittiğine bakmalıdır. Bu nedenle ya-şamdaki yeni paradigmamız sorumluluk duygusuyla da sınırlandırılmalıdır ve artık kazan - kazan değil kazan - kazan - kazandır düşüncesi yol haritalarımızı belirlemelidir.

Unutmamalıyız ki kısa vadede nasıl görünürse görünsün, uzun vadede kaçınılmaz olarak sonuçlar hepimiz için benzer olacaktır. Küresel Isınma bunun en somut örneği olarak karşımızda tüm acı ve korkutucu gerçekliğiyle durmaktadır ve etkilerini giderek daha fazla hissettirmektedir.

Page 98: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 98 –

Nasuh MAHRUKÎAkut Derneği Başkanı

Bence biz, bugünü yaşayan insanlar için üzerinde düşünülmesi gereken en önemli konu, bu değişim süreci-nin bizim hayatımıza yapacağı muazzam etkileri olmalıdır. Bütün dünyamızı etkileyecek ölçekte bir iklim de-ğişikliği gündeme geldiğinde, kim olduğunuz, kaç yaşında olduğunuz, nereli olduğunuz, nerede olduğunuz, ne kadar eğitimli olduğunuz, ne kadar paranızın olduğu, vb. her şey anlamını yitirecektir. Böyle bir sonuçtan kurtulabilmemizin tek yolu ise, bu güzel dünyayı paylaştığımız tüm dünya vatandaşlarının ve devletlerinin, kendi dışındakilere karşı da sorumluluklarının farkına varmaları ve tercihlerini, kararlarını, eylemlerini bu farkındalıkla gerçekleştirmeleridir.

Dünyamızın hayatında belirli dönemler halinde yaşanmış olmasına rağmen, bu kez insanoğlunun düşüncesiz ve hesapsız davranışları ve aşırıya varan tüketim alışkanlıkları yüzünden daha da hızlanan ve daha tehlikeli bir hale dönüşen, ilk etkilerinin artık açık olarak hissedilmeye başlandığı küresel iklim değişikliği ya da daha çok kul-lanılan adıyla küresel ısınma ve bunun sonucunda başlayacak olan buzul çağı süreci, bilim adamları ve konuyla ilgili duyarlı dünyalılar tarafından uzun bir süredir endişe ile izleniyor ve dünya çapında bir kamuoyu yaratılma-ya çalışılıyordu. Ne duymaktan ne konuşmaktan ne de gerçekliğini kabul etmekten hoşlanmayacağımız ama var olan ve gittikçe yaklaşan bu tehdide karşı tüm dünyanın el ele vermesi ve birtakım radikal adımları atması zorunluluğu konuları, 2007 yılına dek pek yüksek sesle olmasa da yıllardır dünya kamuoyunda konuşuluyor, tartışılıyor, bu konularda birtakım kanunlar, anlaşmalar ve uygulamalar geliştirilmeye çalışılıyordu. Ancak ne yazık ki bu çabaların sonucu etkileyecek bir seviyeye ulaştığı pek söylenemez (VATAN LAFLA DEĞİL EYLEMLE SEVİLİR sayfa 585).

James Lovelock ünlü kitabı Gaia’nın İntikamı’nda Gaia teorisinden bahseder. Bir metafor olarak da bakılabile-cek bu teoriye göre bütün dünya, atmosferiyle, biyosferiyle, okyanuslarıyla, üzerindeki her türlü oluşumlarıyla ve tüm yaşamla tıpkı bir canlı gibi kendi kendini düzenleyebilen tek bir süper organizma olarak varlığını sür-dürür. Ancak bugün için bu dev canlı organizma, kendi doğal süreçlerinin ötesinde insan aktivitelerine bağlı olarak artan aşırı ısınma nedeniyle hastadır. Dünya, bu rahatsızlığına karşı, bizim insani ölçeğimize göre çok uzun bir süreç alacak şekilde kendisini yeniden düzenleyecektir ve bütün bu alışılmadık süreç insanoğlu için gerçek bir varolma testi olacaktır. 

James Lovelock’a göre yaşayan ve kendi kendini düzenleyebilen canlı bir organizma olan Gaia, her zamanki gibi kendi başının çaresine bakacaktır. Her koşula uyum sağlayabilmek konusunda çok becerikli olan insanoğ-lu ise mutlaka bu süreci de atlatacak ve varlığını sürdürebilecektir, ancak medeniyet büyük bir tehlike altında-dır. Esas risk insanoğlunun 21. yüzyıla dek ulaştırdığı medeniyetin üzerindedir.

Page 99: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 99 –

Nasuh MAHRUKÎAkut Derneği Başkanı

İstekle ihtiyaçları, zevkle mutluluğu, rahatlıkla huzuru karıştırmamamız gerekir. Buna göre algımızı ve ilgimizi en çoktan en iyiye, en büyükten en faydalıya dönüştürmeliyiz. Ruhumuzun gerçekten ihtiyaç duymadığı şeyleri bırakabilmeyi öğrenmeliyiz. Önemli olan en çok şeye sahip olmak değil en az şeye ihtiyaç duymaktır.

Bu seviyede: Az aslında çoktur.

“Beyaz adam büyük ateş yakar; yanına yaklaşamaz, önü ısınırken arkası üşür. Kızılderili küçük ateş yakar; içine girer, heryeri ısınır.”

Bu yaşamda daha az tüketerek de yine aynı kalitede hatta daha kaliteli bir yaşam sürebiliriz. Gerçekten ihtiyaç duymadığımız şeylere sahip olmaya çalışmaktan kendimizi kurtarmalıyız. İsraf etmemeyi, daha verimli olmayı, daha az tüketmeyi, geri dönüşümü ve geri dönüşümlü ürünler kullanmayı öğrenmeliyiz. Dünyamızın içinde bu-lunduğu küresel iklim değişikliği ve küresel ısınma sürecine etkimizi en az düzeye indirecek şekilde nasıl daha az enerji tüketebileceğimizi ve enerji ekonomisini de mutlaka öğrenmeliyiz.

AKUT’un Antalya Takımı’nın önderi sevgili Yılmaz’la (Sevgül) birlikte bu yıl yaptığımız Everest Dağı tırmanışında sloganımız, dünyamızın ihtiyaç duyduğu enerji ekonomisine dikkat çekmek için; Enerjini Doğru Kullan Zirveye Tırman’dı.

Unutmayın ki: En temiz enerji tasarruf ettiğiniz enerjidir.

Yaşam içerisinde kullandığınız, tükettiğiniz, tercih ettiğiniz ürünlerle ve yaptığınız her şeyle birlikte bunların üreti-mi, nakliyesi, tüketimi ve en sonunda ayrışmalarıyla ilgili tüm döngüde, ortaya çıkan sera gazı miktarı açısından çevreye verdiğimiz zararın ölçüsü olan Karbon Ayak İzi’mizi en düşük seviyeye çekmenin yollarını araştırmalı ve bu konuda üzerimize düşeni yapmalıyız. Evrenle, bütünle uyum içinde olmalı, o bütünün bir parçası oldu-ğumuzun bilincinde, hem bütünden almalı hem bütüne katmalıyız. Özgün bir birey olduğumuzun farkındalığını yitirmeden bütünle ve bütün için yaşamalıyız.

Bu dünyadaki herşey aslında sizin için, dilediğiniz kadarını alın, aldığınızdan daha fazlasını vermek kaydıyla... Çünkü;

Yaşamda asıl başarı, dünyanın sizin için yaptığından daha fazlasını dünya için yapabilmektir.

Tebliğim, kitabım KENDİ EVEREST’İNİZE TIRMANIN’dan özetlenmiştir.

Page 100: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 100 –

Prof. Dr. Leonid Mikhailovich RoshalRusya Federasyonu Tabipler Odası Başkanı

Devletler arasınDa uluslar arası ve kültürel işbirliğinin güçlenDirilmesi için DünyaDa yaşanan afetlerDe ve savaşlarDa çocuklara tıbbi yarDım sağlanması

Amaç: Dünyanın herhangi bir ülkesindeki savaşlar, teknojenik ve doğal afetler sırasında çocuklara daha etkili bir tıbbi yardım sağlanması, çocuk kurbanlara yardım götürmek için uluslar arası çabaların birleştirilmesi gerekliliğinin vurgulanması, ayrıca devletler arasındaki uluslar arası ve kültürel işbirliğinin güçlendirilmesi. Bu amaçların yerine getirilmesini gerekliliği Ermenistan, İran, Gürcüstan, Mısır, Japonya, Rusya, Cezayir, Afga-nistan (üç kez), Türkiye, Hindistan, Endonezya, Haiti vb. depremleri; Kaspiysk (Dağıstan-Rusya), Nord-Ost (Moskova), Beslan’da (Dağıstan-Rusya) yaşanan terörist saldırılar; Ufa-Cheljabinsk tren patlaması; Romanya, İsrail, Yugoslavya, Dağlık Karabağ, Çeçenistan, Gazze Şeridi’ndeki savaş sırasındaki deneyimlerimizle açıkça ispatlanmıştır.

Dünyanın herhangi bir yöresinde bir afet yaşandığında, kişiler buna kayıtsız kalmamalı ve her zaman kurbanlara yardım etmek için var güçleriyle çalışmalıdırlar. Söz konusu tıbbi uzmanlar olduğunda yapılacak yardım özellik-le önem kazanmaktadır, zira herhangi bir afet durumunda çocukların özel durumlarını bilenler de dahil olmak üzere zaten sınırlı sayıda olan uzmanlar dünyanın hiçbir yöresinde yeterli sayıda olmamaktadır.

Dünyada sadece bir adet mobil pediyatri tıbbi ekip kurulmuştur ve bu ekip Rusya’da bulunmaktadır. Üyeleri arasında yüksek vasıflı pediyatri uzmanları (travmatologlar, beyin cerrahları, plastik cerrahlar, yara iyileştirme alanında uzman doktorlar, anestezi doktoları ve gerek duyulduğunda diğer uzman doktolar) yer alan bu mobil pediyatri ekibi, afetlerde ya da savaşlarda yaralanan çocuklara yardım etmek amacıyla şimdiye kadar birçok ülkede görev yaptı. Ekip üyeleri, genellikle, durumu en ağır olan yaralı çocukların yoğun olarak getirildiği bir ya da iki yerel hastanede görev yapmaktadır. Ekibin üyesi olan bütün doktorlar gönüllü olarak çalışmakta ve gün boyunca yerel doktorlarla birlikte hizmet vermektedirler. Her gün hasta muayene eder, sarılan yaraları kontrol eder ve ameliyat yaparlar. Engin deneyimleri şunu kanıtlamıştır: Uzman pediyatristler, yaralı çocukların en yo-ğun olduğu bir afet alanına yakın bir bölgeye getirildiklerinde bu tür bir yardımın yetişkin doktorları tarafından sağlandığı vakalara oranla çocuk ölümü ve çocuklarda sakat kalma oranı iki kat azalmaktadır.

Çocukların anne-babaları, yerel doktorlar ve sağlıkla ilgili yetkililer ekibin çalışmalarının niteliğini paha biçilmez olarak değerlendirmekte ve en içten takdirlerini sunmaktadırlar. Biz, anne-babalarının ait olduğu milliyete, böl-geye ya da sosyal statüye bakmaksızın çocuklara yardım etmekteyiz. Bu da farklı uluslar arasında dostluğun pekişmesini teşvik etmektedir.

Prof. Dr. Leonid Mikhailovich RoshalPresident Russian Chamber of Medical Doctors

Page 101: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 101 –

Prof. Dr. Leonid Mikhailovich RoshalRusya Federasyonu Tabipler Odası Başkanı

Sonuç: Böyle bir uzmanlaşmış pediyatrik yardımı etkin biçimde organize etmek için uluslar arası koordinasyo-nu sağlayacak herhangi bir yapının varlığının bizim çalışmalarımızı daha etkili hâle getireceğini düşünüyoruz. Ne yazık ki bu tür bir yapılanma henüz mevcut değildir.

Böyle bir yapılanma, aynı zamanda, durum hakkında net bilgiler elde etmek; daha açık ifade etmek gerekirse afet bölgesinde ne tür uzmanlara ve kaç uzmana ihtiyaç olduğunu, yerel kaynakların yeterli olup olmadığını, hangi bölgesel ya da uluslar arası kaynakların kullanılması gerektiğine karar verebilmek adına bizim için elzem-dir. Bizim düşüncemize göre böyle bir yapılanma WHO (Dünya Sağlık Örgütü) çatısı altında oluşturulmalıdır.

Page 102: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 102 –

Prof. Dr. C. Tayyar SADIKLAR

KÜRESEL EKONOMİK VE İŞSİZLİK KRİZİ

Bugün halen yaralarını tam olarak saramadığımız küresel kriz, Ağustos 2007 yılında Amerika Birleşik Dev-letlerinden başlayarak bütün dünyayı sarmıştı. 10 trilyon dolarlık hacmi ile dünyanın en büyük piyasası ko-numundaki ABD mortgage sektöründeki sarsıntının, finans piyasalarına da sıçramasıyla, Dünya ekonomisi yeniden şekillenmiştir.

ABD’deki bazı finansal kuruluşlar, kredibilitesi zayıf olan kişilere de mortgage kredisi vererek, sektörü geri dönüşü riskli bir mali yapıya sokmuşlardır. Kredi faizlerinin çok düşük olması, orta ve alt gelir grubunun da de-ğişken faizli krediye olan talebini artırmıştı. Ancak Amerika Merkez Bankası’nın (FED) 2 yıl içinde, faiz oranlarını artırmasıyla subprime mortgage kredilerinde (yüksek risk ve yüksek faizli kredi) geri ödeme güçlüğü yaşanmış, konut satış fiyatlarının ve kira gelirlerinin de piyasa düzeyinin altına inmesiyle de kriz kaçınılmaz hale gelmiştir.

Başlangıçta mortgage krizi olarak yaşanan bu durum, bir likitide sorununa dönüşmüş, ABD’deki reel sektörün ve dolayısıyla, ekonominin de büyüme hızını azaltarak bütün mali sistemi etkilemiştir. Krizin etkisiyle, ABD’de birçok banka iflas etmiş ve Wall Street’teki yatırım bankacılığı modeli sona ermiştir. Bu olayların neticesinde, ABD kongresi 700 milyar dolarlık bir kurtarma paketi hazırlamak durumunda kalmıştır.

Ne var ki, ABD’de ortaya çıkan bu kriz, Avrupaya ve sonrada bütün dünyaya yayılmıştır. Dış talep daralması, yatırımlarda düşüş, resesyon ve yüksek bütçe açığı sorunu küresel bir sorun haline gelmiştir.

Ülkeler, bu krizi en hafif yarayla atlatmak için, yoğun çaba sarf etmişlerdir. Bu çabalarının sonucu olarak 2009 yılının ikinci yarısından itibaren finansal piyasalar toparlanma sürecine girmiş, iktisadi faaliyetlerde normalleşme ve hatta canlanma başlamış ve uluslar arası finansal piyasalarda iyimser bir hava oluşmuştur.

Gelişmiş ülkeler arasında bulunan İngiltere, Rusya ve Japonya’nın ekonomik potansiyelleri ve büyüme oran-larının sabit kalmasıyla bu krizi kolay atlattığını söyleyebiliriz. Öte yandan, Malezya, Polonya, Slovekya ve Brezilya’ya baktığımızda bu ülkeler de zengin yer altı kaynaklarının, yüksek tarımsal üretimin ve ülkelerine sıcak para girişinin olması nedeniyle ekonomilerini koruyabilmişlerdir. Krizden en çok etkilenen ülkelerin başında ise Macaristan, İzlanda ve İrlanda’yı görüyoruz. Macaristan memur maaşlarını % 45 oranında düşürdü ve borçla-rını ödeyemez duruma geldi. İzlanda, gelirinin büyük bir kısmı olan turizm gelirinde ciddi bir düşüş yaşamış ve önemli bir gelir kaybına uğramıştır.

Türkiye ise kendi iç dinamikleri ile hareket etmesinin neticesinde ülkeye sıcak para girişi sağlamış ve bu kriz süresince uluslar arası kredi notunu artırmayı başarabilmiştir. Ancak yine de gelişmekte olan birçok ülkeye

Page 103: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 103 –

Prof. Dr. C. Tayyar SADIKLAR

göre kredi notunun istenilen seviyeye çıktığı söylenemez.

Dünyada yaşanan bu ekonomik krizin ülkemize yansımasının neticesinde, ekonomimiz, başta küresel krizin yarattığı dış talep daralması, yatırımlardaki düşüş ve hane halkının tüketim harcamalarını azaltmasıyla 2009 yılında %4, 7 küçülmüştür. Ancak 2009 yılının ikinci çeyreğinden itibaren, dengeleyici para ve maliye politika-larının etkisiyle toparlanmaya başlamıştır. Bu toparlanma daha çok iç talepteki artma ile sağlanmış, ihracatta istenilen seviye maalesef yakalanamamıştır. Dış talepte yaşanan bu azalış, ekonomi genelindeki iktisadi faali-yetleri ve neticesinde istihdamı sınırlamıştır.

Önemli bir dış pazarımız olan Avrupa ülkelerinin ekonomik krizin etkisinden tümüyle kurtulamamış olması, ihracat performansımızı olumsuz etkilemektedir ve cari açığımızın genişlemesine sebep olmaktadır. Halen ya-şamakta olduğumuz dış talep belirsizliği, özel yatırımların, krizden önceki seviyeye çıkmasına izin vermediğini ve bu seviyeye çıkmasının da uzun zaman alacağını göstermektedir.

Genç bir nüfusa sahip olan Türkiye’nin temel zorlu görevlerinden biri de işsizliktir. Toplam işgücünün yüzdesi olarak, işsizlik oranı %10, 6’dür. İhracatın artması ve ülkemize yabancı doğrudan yatırım çekilmesi ile daha fazla ve daha kaliteli istihdam sağlanabilir.

2010 yılı Temmuz döneminde, ülkemizde, yükseköğretim mezunu erkeklerin % 83, 4’ü, kadınların ise % 70’i işgücüne katılmaktadırlar. İstihdam yapısına baktığımızda ise çalışanların sadece %39, 60’ının yüksek öğretim mezunu olduğunu görüyoruz.

2009 yılı Eylül ayında işe yerleştirilenlerin %58, 4’ü lise altı, %32, 3’ü lise ve %7, 5’i ise lise üstü eğitim mezu-nudur.

2010 Eylül ayında, yapılan işe yerleştirmelerin, %59, 3’ü niteliksiz, %40, 7’si ise nitelikli elemandan oluşmakta-dır. SGK’nın verilerine baktığımız zaman, kurumdaki açık işlerin nitelikli olmasına rağmen, yapılan işe yerleştir-melerin ağırlıklı olarak niteliksiz olması, üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur.

Haziran 2010 döneminde, 3 milyon 963 bin yüksek öğretim mezunu, işgücüne katılmış, bunların 3 milyon 551 bini istihdam edilebilmiş, 412 bin kişi ise işsiz kalmıştır.

Üniversite mezunları arasında işsiz oranının fazla oluşu Türk ekonomisinin en büyük sorunlarından birisidir. Bu bakımdan yeni bir eğitim programlamasının yapılması zorunluluğu ortaya çıkmıştır.

Öğrencilerimin önemli bir bölümünün, mezun olduktan sonra iş bulamayacağını düşündükçe gerçekten büyük üzüntü duymaktayım.

Page 104: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 104 –

Prof. Dr. İlter TURAN Uluslararası İlişkiler Bölümü, İstanbul Bilgi Üniversitesi

DEMOKRASİLERDE BAŞKA YOL BULUNMUYOR

Bazılarımız Shohei Imamura’nın 19. yüzyılın sonuna doğru bir Japon köyündeki yaşamı anlatan Narayama Türküsü adlı filmini anımsayabilir. Köylüler, doğadan ancak maddi varlıklarını sürdürebilecek kadar ürün elde edebildiklerinden , çocuklar hariç, köyde her yaşayanın üretim sürecine katılması gerekmektedir. Pekiyi, kendi varlıklarını sürdürecek kadar üretemeyenlere ne olacaktır? Yoksulluk ve mahrumiyetin bir yaşam biçimi olduğu ortamda soru geleneksel inançlar aracılığıyla yanıtlanmakta; yetmiş yaşına varan kişiler kutsal bir dağa götü-rülerek orada ölüme terkedilmektedir. Köylülerin bir bölümü bu sonu tabii görerek kabullenmekte, bazılarıysa isyan etmekte ve geriye dönmemeleri için önlem almak gerekmektedir. Aslında yetmiş yaşına ulaşan köylülerin bir bölümünün sağlığı yerindedir, üretim sürecine katkıda bulunacak durumdadırlar. Ancak her kişi hakkında ayrı ayrı karar vermek dayanılmaz azaba sebep olacağından, katı bir din kuralına sığınmak, dağa gidecekler dışında, hayatı herkes için kolaylaştırmaktadır.

Ne mutlu ki, günümüzde Narayama köylülerine nazaran çok daha iyi durumdayız. Sadece beslenmek için üretme mücadelesi vermek çoğu toplum için artık gerilerde kalmış bir endişedir. İlkel yöntemlerle gıda üretmek için gerekli olan bedenen güçlü, kuvvetli olmak gibi bir niteliğe de artık gerek kalmamıştır. Ulaştığımız refah düzeyinde, varlıklarını yetersiz gıda ürettikleri için devam ettiremeyeceklerle başetmek için inanç sistemleri inşa ederek onları ıssız kutsal dağlara terk etmek mecburiyetinde değiliz. Yaşadığımız toplumlar girift yapılara sahip. Bu toplumların üyesi bireyler, çeşitli faaliyetler aracılığıyla toplumlarına iktisadi ve sosyal getiriler sağlayabilirler. Ayrıca, artık daha sağlıklı ve daha uzun ömürlüyüz. Dolayısıyla, toplumun refahına katkı yapmaya devam et-mesi açısından kişinin yaşı geçmişe göre çok daha az önem arzetmektedir.

Daha sağlıklı ve daha uzun ömürlü bir nüfus bizler için hem bir lütuf hem de üzerine eğilmemizi gerektiren bir durumdur. Bir lütuftur çünkü toplumlar böylece kıdemli kuşakların aklından, deneyiminden ve birikiminden daha uzun süreler yararlanma olanağını elde edeceklerdir.Ülkelerin gereksinmelerine cevap verecek işgücü de böylece genişlemiş olacaktır. Bunlara ek olarak, herşeyin iktisat ve siyasetten ibaret olmadığını da hatırlama-lıyız. Olayın bir de çok insani bir yüzü var. Ömürler uzadıkça aileler birkaç kuşak birarada olmanın birlikteliğini yaşayabilecek, sevgilerini paylaşacak, birbirine destek olacak ve dünyada tek başına olmadıkları, yakınları olduğu duygusunu daha fazla tadacaklardır.

Ancak, üzerine eğilmemiz gereken bir olguyla da karşı karşıya olduğumuz muhakkaktır. Yeni kuşaklar yetiş-tikçe, onlara yer açmamız gerekiyor. Bunu yaparken, gençlere yer açmalarını istediğimiz nüfus kesiminin de

Page 105: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 105 –

Prof. Dr. İlter TURAN Uluslararası İlişkiler Bölümü, İstanbul Bilgi Üniversitesi

bilgilerinden, becerilerinden, uzmanlıklarından ve akıllarından yararlanmak için yeni ve yaratıcı yollar bulmalıyız. Ayrıca, emekliliği tercih edenlerein bu dönemi keyifle yaşamalarını sağlarken, bu kesimin nüfusun giderek daha büyük bir bölümünü oluşturacağını da hatırlamamız, bu gerçeği de daha yaratıcı çözümlerle karşılamalıyız. Bunların dışında, artık kendisine yetmediği için toplumun himayesine almak sorumluluğu taşıdığı bir kesim de her zaman olacaktır. Bu kesimi de ihmal edemeyeceğimiz aşikardır.

Bu güçlükleri aşabilir miyiz? Demokrasi ile yönetilen toplumların vatandaşları olan bizler, güçlükler karşısında hükümetlerin programlar geliştirdiklerini, kanunlar çıkardıklarını ve kaynak tahsis ettiğini biliyoruz. Yine biliyoruz ki, siyaset meydanında sayılarını bilemedğimiz kadar fazla menfaat grubu birbiriyle yarışmakta, herbiri kendi is-tediği sonuçları elde etmeğe gayret etmektedirler. Buna karşılık, çok sayıda sorunla baş etmek baskısı altında kalan hükümetler, eylemlerini uzun vadeli bir çerçeve dahilinde tasarlamak ve uygulamakta aciz kalmaktadırlar. Hükümetlerin kendiliklerinden bizim burada ele aldığımız uzun vadeli sorunlara çözüm üretmelerini beklemek isabetli gözükmemektedir. Dolayısıyla, çözüm üretme sürecini başlatmak, öneriler oluşturmak, konuyla ilgile-nen kamuoyuna, seçmenlee ve onların oluşturduğu gönüllü kuruluşlara büyük sorumlulk düşmektedir.

Bilindiği gibi, siyaset güç kavramı üzerine bina edilmiştir. Güç üç ayrı biçimde kavramsallaştırılabilir. En yakın-dan tanıdığımız güç kavramsallaştırması, bir konuda karar vermek, verilen kararı belirlemek biçiminde olanıdır. Fakat, herhangi bir konuda karar verilebilmesi için önce konunun gündeme girmesi lazımdır. Bu nedenle bazı düşünürler, konuyu gündeme sokabilmenin gücün karar vermekten önce gelen koşulu olduğunu ileri sürmüş-lerdir. Tabii, bunu konular gündeme nasıl girer sorusu izlemektedir. Bu da bizi gücün üçüncü biçimde kavram-sallşatırılmasına götürmektedir. Güç, insanların neleri ve nasıl düşündüğünü belirleyebilmektir.

Hafif mizahi bir irade ile “kronolojık başarının meydan okuması” diyebileceğimiz bir sorunla karşı karşıyayız. Çözüme doğru yol alabilmek için, öncelikle tüm toplum üyelerini ilginmeleri gereken bir sorunla karşı karşıya bulundukları konusunda ikna etmek, ardından sorunun gündeme girmesini sağlamak ve son olarak da gerekli kararların alınması gerçekleştirmek gerekiyor. Bütün bunları yapmak sanıldığı kadar kolay olmayabilir. Netice-de, değindiğimiz sorunlar uzun süredir karşımızdadır, hükümetler şu veya bu konuda birşeyler de yapmışlardır ama kapsamlı bir çözüm çerçevesi oluşturmakta başarılı olamamışlardır. Böyle bir çerçevenin oluşturulması için demokratik toplumlarda tek yöntem daha iyi örgütlenerek daha yoğun gayret göstermek, somut politika önerileri oluşturarak onların karara dönüştürülmesini ve uygulamaya konmasını sağlamaktır. Demokratik top-lumlarda zaten başka yol yoktur.

Page 106: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 106 –

Ömer UÇMANTÜKÇEV Genel Sekreteri

SÜRDÜRÜLEBİLİR ÇEVRE VE ULUSLARARASI ANLAŞMALAR

Ekosistem; dünya doğal dengesi için kullanılan bir terimdir. Ekosistem, mikro kimyasal ölçülerin birbiri ile orantılı etkileşimi sayesinde dengede devam edebilen yaşayan dünya sistemidir. Tüm sistemler gibi girdi - dönüşüm işlemi - çıktı - netice, tekrar girdi - tekrar çıktı döngüsünde varlığını sürdürür. Sisteme giren girdiler ya da çıkan çıktılar, sistemin massedemeyeceği oranlar ve ölçüler taşıyorlarsa, sistem bunları işleyemez ve sistemde yetmezlikler ve bozulmalar meydana gelir. Buna, ekosistem krizi diyoruz.

Yaşadığımız ekosistem krizi, genellikle, sanayi mamûlleri üretimi ve tüketimi sırasında ortaya

çıkan atıkların çevreye verdikleri zarar sebebiyle doğal sistemin sağlıklı işleyemez hâle gelişi ile ilgilidir. Bu duru-mun sebeplerine dört açıdan bakabiliriz: Birincisi refah felsefesi, ikincisi üretim teknolojileri, üçüncüsü kaynak - mekân planları ve yerseçimi, dördüncüsü tüketim tarzıyla ilgilidir.

Dünyamız 10 milyar insanı rahat ve barış içinde yaşatacak donanımdadır.Şu andaki ekonomi felsefesi maddî refah ve kazanç amacıyla sınırsız büyüme, aşırı üretim ve ölçüsüz tüketime dayandırıldığından dünyanın ta-katini kesmektedir. Ölçüsüz kazanç için ölçüsüz tüketim, kaynakların sınırsızlığı varsayımına oturtulmuştur. Kaynaklar sınırsızdır; eğer onlardan ihtiyacınız olanı kadarını talep edecekseniz. Ancak, gerçek ihtiyacın üzerine çıkan talep, kaynakları kıt hale getirir. Doğal dengenin kaldırabileceği ve insanların gerekli olan refahla iktifa edeceği sürdürülebilir kalkınma felsefesine ve buna uygun kaynak planlaması gerekmektedir.

İnsan yapısı üretim teknolojileri genel olarak üretim felsefesini takip eder. Serî üretim ya da müşteri odaklı serî üretim şu anda bile bol kaynak kullanan, bol atık bırakan, üretim sırasında çıkan fazlalıkların yeniden değer-lendirilmesinin pahalı olduğu yapıdadır. Bazı üretim teknolojileri atık duyarlılığı ile geliştirilebilmiş ise de bazıları henüz bu noktaya getirilememiştir. Bu durumda, üretim bilgisinin kullanımında üç hâl ile karşılaşılmaktadır. Üretim teknolojisi atıklı olduğu için doğayı kirletici üretim yapmak zorunda kalan işletmeler, doğru yer seçimi yapmadan üretim teknolojisini kullandıkları için çevreye gereksiz zararlar verenler ve teknolojisi bulunduğu halde sırf kendi üretim maliyetini düşük tutmak ya da yaptıkları masrafı başkalarına yükleyerek kendi zararlarını azaltmak için var olan teknolojiyi kullanmayan veya kendilerinde olsa da atıl tutanlar.

Yenilenebilir kaynaklar oldukları halde, yanlış üretim teknolojileri nedeniyle büyüyen atmosfer etkilerinin dünya azot tabakasının delmesinden, suların, toprakların, yer altı sularının kirlenmesine, ormanların harap olmasına,

Page 107: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 107 –

Ömer UÇMANTÜKÇEV Genel Sekreteri

bitki ve hayvan yaşam zincirlerinin bozulmasına kadar telâfisi güç birçok zararlarını tüm insanlık azalan refahı ile ödemek zorundadır. Haberler balina ve yunusların yerküreyi terk etmekte olduklarının kanıtlarıyla doludur.

Kirlenme veya bozulma ortaya çıktıktan sonra bunların düzeltilmesinin maliyetleri, baştan önlem alma maliyet-lerinden çok daha yüksektir. Kullanılan teknolojinin zararlarını önleme fikri Hiroşima’ya atom bombası atıldıktan sonra Japonya’da ortaya sürülmüştü. Uluslararası Kyoto Antlaşması bu gerekçe ile ortaya çıktı ve destek bul-du. Ancak, üretim teknolojileri nedeniyle dünyada en büyük kirlilik yaratan Amerika Birleşik Devletleri üreticileri geçen yıla kadar bu anlaşmanın imzalanmasına yanaşmadılar. ABD azgelişmiş ülkelerin kirletme kotalarını satın alarak kendi dolmuş kotalarına ilâveler sağladı. Bu, teknolojisi bulunduğu veya geliştirilebileceği halde sırf kendi üretim maliyetini düşük tutmak için çevreye zarar verme tutumuna bir örnektir. Yarım asra yakın süredir çevre dostu teknolojilerin yeteri kadar öne çıkamadığı bir dönemi devam ettirmişlerdir.

Şehircilik, sanayi, ulaştırma için uzun vadeli mekân planları uygulanmaması ve yer seçimi yanlışlıkları nedeniyle çevreye verilen zararların bir örneği, geçtiğimiz aylarda Macaristan’da Tuna kıyısında denetimsiz biriken sanayi atıklarının tüm nehri, sahildar ülkeleri ve Karadeniz’i tehdit etmesiyle dünyanın gündemini meşgûl etmesi ile görülmüştür. Dünyadaki en iyi çevre standartları ve mevzuatı Avrupa Birliği’nde bulunmaktadır. Ne var ki, bu yeni AB ülkesinde mevzuatı tam anlamıyla hayata geçirmek mümkün olmamıştı.

Tüketime sunum ve tüketim tarzı ile ilgili kirlilik dünyanın hızla büyüyen bir sorunudur. Bununla başa çıkmak başlıca iki yaklaşımla yapılmaktadır. Doğal çevreyi canlandırma / yenileme ve tüketim atıklarının (çöpün) yayıl-masını önleme. Çöp, ekosistem krizinde önemli yere sahipken, acil bir sağlık sorunudur da. Çöpün yayılmasını önleme başlıca iki yolla yapılmaktadır: çöplerin toplanarak düzenli bir şekilde imha edilmesi veya çöplerin için-deki kullanılabilir - metal, kâğıt, naylon, cam gibi - maddelerin dönüşüm yoluyla yeniden kullanılabilir mallara dönüştürülmesi .

Geri dönüşüm ise, kullanım dışı kalan ve yeniden değerlendirme imkanı olan atıkların, fiziksel ve kimyasal geri dönüşüm yöntemleri ile hammadde olarak tekrar imalat sürecine kazandırılmasıdır. Burada amaç, giderek artan gereksiz doğal kaynak kullanımını önleyerek atıkların kaynağında ayrıştırılması ve bu şekilde doğal kay-naklar korunur, enerji tasarrufu sağlanır , azalan atık miktarı çöp toplama işlemlerine kolaylık getirir ve ülkenin geleceğine ve ekonomisine yatırım yapma olanaklarını artırır. Diğer taraftan çöp ve atıklar ile mücadele sadece ülkenin iç işi değil tüm insanlığı ilgilendiren bir konudur. Ekosistemlerdeki bozulma tüm dünyayı kapsayan çev-rede zincirleme bozukluk meydana getirir.

Page 108: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 108 –

Ömer UÇMANTÜKÇEV Genel Sekreteri

Zira 1 ton plastik atığının geri dönüşümü ile %95 oranında tasarruf sağlanır, dünyadaki kağıt tüketiminin yarısı geri kazanılırsa , her yıl 8 milyon hektar orman alanı korunur, bir ton cam atığının geri dönüşümü ile 100 lt.petrol tasarrufu sağlanır. Ayrıca bir cam şişe doğada 4000 yılda , plastik 1000 yılda yok olmaktadır.

Bir ülkede kontrol altına alınamayan çöp ve atıkların kirlettiği toprak ve sular sınırları aşarak dolaşabilmektedir. Bu yüzden de uluslar arası anlaşmalar büyük bir önem arzetmeye başlamıştır.Bunun en güzel örneklerinden birisi 18 Ekim 2010’da Japonya’da 190 ülkenin temsilcisinin buluşarak biosistemler ve ekosistemler üzerine hükümetler arası “ Bilimsel Politika Platformu”nun oluşturulması konusundaki çalışmalarıdır.

Bu konulara ülkemizde çok önem vermekte olup AB müktesabatı dahilinde , Çevre ve Orman Bakanımız Sayın Veysel Eroğlu’nun gayreti ile faslın açılması sağlanmıştır. Bu faslın açılması kadar kapanması çok önemlidir. Bu yüzden Türkiye’nin son günlerde çevre konusunda teknoloji, bilim ve eğitimde işbirliği için İngiltere ile yap-tığı anlaşma, atacağımız adımları hızlandıracak ve kolaylaştıracaktır.Gümrük birliğine nasıl önceden girildi ise, Türkiye’nin en önemli özelliklerinden biri olan çevre değerleri konusuna da öncelik verilmelidir.

Çevre ile ilgili sorunların bilincinde olan TÜKÇEV, Orman ve Çevre Bakanlığının verdiği yetkiye dayanarak üre-tici firmaların ambalaj atıklarını doğadan geri toplamaları ile ilgili mevzuatlar gereğince yükümlülüklerini üstlen-mekte ve onlar adına toplumun eğitimi ve bilinçlendirilmesi konusunda önemli çalışmalar yapmaktadır.

Ve kısacası A.Einstein’in dediği gibi “ Sorunlar, onları yaratırken kullandığımız düşünce tarzı ile çözülemez.”

Page 109: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 109 –

Osman ULAGAYEkonomist, Köşe Yazarı

Bütünsel Çözüme Kim öncülüK edeBilir?

ABD’den küresel finans sistemine yayılan ve dünya ekonomisini derinden sarsan küresel kriz, asimetrik küreselleşmenin yaratmış olduğu sorunları açığa çıkardı. Küreselleşme süreci finansta ve ekonomide büyük bir hızla ilerledi ve tarihte ilk kez gerçek anlamda küresel bir ekonomiden söz etmek mümkün hale geldi. Ancak küresel ekonominin yanı sıra küresel bir düzenden söz edebilmek için gerekli olan adımlar atılamadı, siyasi irade ortaya konamadı, küresel yönetişim için gerekli olan kurumsal yapılar oluşturulamadı.

Küreselleşmenin yönetişim boyutunun ihmal edilmesinde öncelikle iki faktör belirleyici oldu. Birincisi, Soğuk Savaş sonrasında küreselleşme sürecini tetikleyen Batı’nın ve özellikle tek süper güç konumuna gelen ABD’nin küresel düzeni kendi önceliklerine göre biçimlendirip yönetebileceği varsayıldı. İkincisi, küresel finans sistemi-nin ve küresel ekonominin kendi sorunlarını kendi yapıları içinde çözebileceği ve devlet müdahalesine gerek kalmayacağı varsayıldı.

Her iki varsayımın da tutmadığını acı deneylerle öğrenmiş bulunmaktayız.

ABD, 11 Eylül şokuna kaba bir ulusal refleksle karşılık vererek ve dünya kamuoyundaki tepkileri hiç dikkate almadan Irak’ı işgal ederek küresel düzene liderlik edemeyeceğini ortaya koydu.

Küresel finans krizinin tamamen kontrolden çıkması ve küresel ekonomide çok daha büyük bir çöküntüye yol açması ise ancak çok kapsamlı devlet müdahaleleriyle önlenebildi. Finans sisteminin çok hızlı büyümesine öncülük etmiş olan ABD ve İngiltere’de devletin kurtarma operasyonları devasa boyutlara tırmandı ve mali dengelerin tamamen bozulmasına yol açtı.

G - 20 formülü

Küresel finans sistemindeki krizin dünya ekonomisini ve ticaretini bütünüyle felce uğratacak bir nitelik kazan-ması üzerine, batma noktasına gelen finans kuruluşlarını ayakta tutmak için yapılan kurtarma operasyonlarının yeterli olmayacağı anlaşıldı. Küresel boyutta bir çözüme gerek vardı ve bunun için de küresel ekonomide söz sahibi haline gelmiş olan tüm tarafların katkıda bulunacağı bir forum oluşturmak gerekiyordu. G - 20 zirveleri bu amaçla başlatıldı ve küresel güven kaybını önlemede etkili oldu. Dünya ekonomisinde büyük ağırlığı bulunan G - 20 ülkeleri, küresel krizi aşabilmek için ulusal öncelikleri ikinci plana atarak davranmaya söz verdi.

Page 110: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 110 –

Osman ULAGAYEkonomist, Köşe Yazarı

Bu yaklaşım küresel krizin tam bir çöküşe yol açmasını önledi ama büyük fırtına atlatılınca başta ABD ve Çin olmak üzere her ülkenin kendi önceliklerini öne çıkartan politikalara geri dönme eğilimine girdiği görüldü. Bu aslında hiç de şaşırtıcı değil. Siyasi sistemlerin ulusal meşruiyet temeline dayanması ve küresel düzenin kurum-sal yapısının oluşmamış olması kaçınılmaz olarak bu sonucu doğuruyor.

Öncülüğe gerek var

Ancak her ülkenin kendi önceliklerine göre davranması halinde küresel ekonominin sorunlarının çözülemeye-ceğini, tersine ağırlaşacağını da herkes görüyor. O halde bu kısır döngüyü kıracak bir girişime, bir öncülüğe ihtiyaç var.

Bu noktada gene küreselleşme süreciyle birlikte ortaya çıkan çok önemli bir diğer gerçeğe de değinmek gerekiyor. Şimdi, küreselleşme sayesinde küresel ekonominin etki alanına giren 3 milyar dolayında insanın da dünya kaynaklarından ve yaratılan zenginlikten pay almak istediği bir dünyada yaşamaktayız. Son yıllarda yapmış oldukları büyük ekonomik atılıma karşın Çin ve Hindistan gibi ülkelerde kişi başına gelir düzeyi, Batı’nın zengin ülkelerindeki düzeyin %20’sine bile erişebilmiş değil. Buna karşılık büyük bir hızla sermaye biriktiren ve Batı’dan çok daha hızlı büyümekte olan bu ülkelerin dünya ekonomisindeki ve güç dengelerindeki ağırlığı artı-yor. Onların, yeni kazandıkları gücün verdiği cesaretle küresel pastadan daha fazla pay talep etmeleri de doğal.

Öte yandan bu yeni yükselen ülkelerin Batı’nın tüketim normlarını model alarak tüketimlerini artırmaları halinde bunun yerküremizin geleceğini tehdit edecek bir atık birikimine yol açacağı da biliniyor.

Bütün aktörleri hesaba katarak bir değerlendirme yaptığımızda, küresel sorunlara bütünsel çözümler üretme konusunda öncülük görevini Batı’nın üstlenmesi gerektiği ortaya çıkıyor. Batı’nın hiçbir özveride bulunmadan ve küresel çözümlere yanaşmadan mevcut gelir ve refah düzeyini koruyamayacağı giderek çok daha net biçimde görülecek. Bu yola gitmek Batı için geçerli bir çözüm değil aslında. Batı’nın benzersiz entelektüel bi-rikimiyle bir düşünce sıçraması yaparak ve dar görüşlü çerçeveyi kırarak, dünyanın olanaklarının daha dengeli ve adil paylaşılacağı, sürdürülebilir bir küresel düzenin öncülüğünü üstlenmesi kendisi için de en geçerli çıkış yolu olabilir.

Page 111: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 111 –

Hüseyin ÜZÜLMEZKonya Ticaret OdasıYönetim Kurulu Başkanı

KÜRESEL KRİZ - İŞSİZLİK(KÜRESEL, ÜLKESEL, YEREL)

Son yaşanan küresel ekonomik kriz ile dünya yeni bir finansal dönemin içine girmiş bulunmaktadır. Yaşanılan küresel ekonomik kriz, gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ayrımı yapmaksızın tüm ülkeleri derinden etkilemiş ve etkilemeye de devam etmektedir.

Dünyada kriz 2007 Nisan’ında kendini hissettirmeye başlamış, 2008 Eylül’de Lehman Brothers’ın batışı ile resmiyet kazanmış, 2009 Haziran’da da bütün ülkeler pek çok veride dip noktayı görmüştür. Bu kriz finansal bir kriz olarak başlamakla birlikte, finans krizi sırasıyla kredi, likidite ve güven krizi izlemiş ve sonrasında reel sektörü de içine alan tam bir ekonomik kriz haline gelmiştir.

Merkezde kriz patlayınca çevre-bağımlı ülkeler tıkanma ile karşılaşmıştır. Merkezin mal talebinin azalması bu tıkanıklığı daha da artırmış ve çevre-bağımlı ülkelerin büyüme kaynağı olan dış sermaye azalmıştır. Sonuçta doğrudan yatırımlar azalmış ve yabancı para borsaları terk etmiştir. Bütün bunlar da ülkelerde işsizliği tetikledi.

Bu çerçevede küresel krizin en ağır bedelinin işsizlik cephesinde ödendiği söylenebilir. Bu süreçte milyonlar-ca insan çalışma hayatı dışına itilmiş ve yaşamlarının yönü değişmiştir. Uluslararası Çalışma Örgütü verilerine göre, krizin damgasını vurduğu 2009 yılında işsizler ordusuna 34 milyon kişi daha katılmıştır. Durumun daha da vahim olmasını ise, G-20 ülkelerinin uyguladığı ekonomi canlandırma paketleri engellemiştir. Bu paketler sayesinde 21 milyon kişinin işsiz kalması engellenmiş ve işgücü kaybı yüzde 40 azaltılmıştır. Ancak krizin etkisi öylesine derin olmuştur ki bütün çabalar bir noktada yetersiz kalmıştır. Küresel işsizlik hâlâ 212 milyon gibi kabul edilemez bir düzeydedir.

Küresel ekonomik krizin işsizlik üzerindeki etkisi bölgeler ve ülkelerde farklı olmuştur. Dünyanın en büyük eko-nomisi ABD’de, işsizlik oranında psikolojik sınır olan yüzde 10 geçilmiş ve geçen yıl Ekim ayında yüzde 10, 2 ile 26 yılın en yüksek seviyesine çıkmıştır. Başlangıçta ABD’deki finansal krizi ‘’Pasifik’in öte yakasındaki yangın’’ olarak gören Japonya, kriz sırasında rekor seviyelerdeki işsizlik oranlarıyla mücadele etmiştir.

AB işgücü piyasalarında da kötü gidiş ortadadır. Eurostat, Avro kullanılan 16 ülkede işsizlik oranının Ağustos 1998’den bu yana en yüksek seviyeye ulaştığını duyurmuştur. AB genelindeki işsizlik oranı 2008’de %7 idi. 2009’da rakam %8, 9’a çıkmıştır. 2010’da ise %9, 8 olması beklenmektedir. Ülke bazında baktığımızda da, bazı ülkelerdeki işsizliğin oldukça yüksek olduğu görülmektedir. Eurostat’ın verilerine göre, üye ülkelerin işsizlik

Page 112: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 112 –

Hüseyin ÜZÜLMEZKonya Ticaret OdasıYönetim Kurulu Başkanı

oranları arasındaki fark da giderek açılmaktadır. Hollanda’da %4, 5 olan işsizlik oranı, İspanya’da %20, 5’e ulaşmıştır.

Krizlerin neden olduğu işsizlik ne kadar yüksek olursa kriz sonrası muhtemel canlanmanın gücünü de o ölçüde olumsuz etkileyebilir ve bu da bireysel ve toplumsal refahı tehlikeye sokabilir.

Şüphesiz ülkemizde de özellikle sıkıntı olan konulardan en önemlisi yüksek işsizlik oranı ve düşük istihdam dü-zeyidir. Türkiye’yi diğer ülkelerden ayıran en önemli problem genç işsiz ve toplam işsiz sayısıdır. 2008 yılından itibaren etkisini sürdüren küresel krizin baskısı ile işsizlik sorunu büyümüştür. 2007’de işsizlik oranı % 10, 6 iken, krizle birlikte % 11, 2’ye; 2009 yılında ise %14, 8 seviyelerine çıkmıştır. İşletmelerin bu krizi kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaları ile de işten çıkarmalar dolayısıyla işsizlik daha da artmıştır. Geride kalan çalışanların verimlilikleri arttırılarak üretime devam edilmiştir. Maaşlar geç ya da eksik ödenmiş zam verilmemiştir. İş bulma-da zorluklar yaşanmıştır. Sonuçta ülkemizde de krizin en büyük etkisi istihdamda görülmüştür.

Ülkemizde yılbaşından bu yana açıklanan verilere göre ülke ekonomisinde iyileşme ortaya çıkmaktadır. İkinci çeyrek itibariyle %10, 3’lük bir büyüme yaşayan ve %8’lere tekrar gerileyen enflasyonla ülkemiz krizin olumsuz etkilerini bertaraf etmeye çalışmaktadır.

Kalkınmanın olmazsa olmazı olan istihdam oranındaki nispi artış işsizlik oranında da azalma sağlamıştır. Küre-sel kriz öncesinde %9, 2 civarında seyreden ve krizin etkisiyle %14’ü aşan işsizlik, 2010 Temmuz döneminde %10, 6’ya gerilemiştir. Bununla birlikte son rakamlar güçlü canlanmanın etkisiyle son bir yıldır azalmakta olan işsizliğin yatay seyre geçmekte olduğunu göstermektedir. İşsizlik oranındaki azalmanın en önemli nedeni, sa-nayi kesiminde azalan işsizliğin hizmetler sektöründeki artışla karşılanması olmuştur.

Önümüzdeki dönemde de Türkiye’nin ana ihracat ortağı olan Avrupa Bölgesi’ndeki zayıf toparlanmanın ihracat üzerinde baskı oluşturması üretim ve dolayısıyla istihdam oranımızı olumsuz etkilemeye devam edebilir.

Bu nedenle de istihdam alanında olumlu gelişmeler elde etmek için reel sektörün üretimini ve ihracatını can-landırmak olmazsa olmazdır. Aynı zamanda istikrarlı ve sağlıklı büyüme uzun vadede istihdamın temeli ve garantisidir.

Her dönem karşımıza bir sorun olarak çıkan işsizliğin kesin çözümü; yatırımların ve üretimin artması böylece de istihdamın yükselmesidir. Yani milli gelirdeki artış, istihdam oranında pozitif etki oluşturmalı ki işsizlik sorun olmaktan çıkabilsin. Unutulmamalıdır ki büyümeyle eş değer istihdamın sağlanması iktisadi sebepleri ve sonu-cu olan sosyal bir meseledir.

Page 113: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 113 –

Hüseyin ÜZÜLMEZKonya Ticaret OdasıYönetim Kurulu Başkanı

İşgücü maliyetleri ile istihdam arasında ters yönlü bir ilişki bulunmaktadır. Bu durumu istihdamın lehine çevire-bilmek için, işgücü maliyetlerinin düşürülmesi gerekmektedir.

Yapılan araştırmalarda Türkiye’de ücretli çalışanların ücret ortalamalarının oldukça düşük olması nedeniyle ücretlerin düşürülmesi yerine işverenlerce ödenen prim ve vergi oranlarının düşürülmesi uygun olacaktır.

Türkiye genelinde işsizliği incelerken il ölçeğinde Konya ne durumda buna değinmekte de fayda vardır.

2009 yılı TÜİK verilerine göre Konya, 81 il arasında:

• %10.8işsizlikoranıile(işsizliğinendüşükolduğuillerarasında)32.sırada

- Türkiye genelinde işsizlik oranı %13.7

• %46.1istihdamoranıile31.sırada

- Türkiye genelinde istihdam oranı % 41.2

• %51.6işgücünekatılımoranıile33.sıradadır.

- Türkiye genelinde işgücüne katılım oranı % 47.9

Bu oranlar çerçevesinde ilimiz için sevindirici olan durum %13, 7 olan Türkiye ortalamasının üstünde yer alma-masıdır. Fakat %10, 8’lik işsizlik ortalamasının da düşük olmadığı kesindir. Konya İşgücüne katılım oranı sırala-masında %51, 6 ile 33.sırada ve %47, 9 olan Türkiye ortalamasının da üzerinde gerçekleşmiştir.

Yani; işgücüne katılım oranında Konya olarak, Türkiye ortalamasının üzerinde ve işsizlikte de Türkiye ortala-masının altında kalmamız birbirini istatistiki olarak desteklemektedir. Fakat bu ilişkide nüfus unsuru da gözden kaçırılmamalıdır.

Page 114: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 114 –

Prof. Dr. Turan YAZGAN Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı

MEDENİYETLER İTTİFAKI MEDENİYETLERİN

BİRBİRLERİNE SAYGI DUYMALARI İLE MÜMKÜNDÜR

Bir “Medeniyetler İttifakı” sağlanmak suretiyle dünyanın içine girdiği yeni gerilimleri tersine çevirmek için iyi niyetli gayretler devam ediyor. Bu fikrin gündeme gelmesinin sebebi, Samuel Huntington aracılığı ile dünyaya salınan “Medeniyetler Çatışması” işareti karşısında yapıcı bir tepki meydana getirmektir.

TÜRYAK’a dünyanın esenliğe çıkmasını görev edinmesinden dolayı ve bu ülküye inanan burada bulunan ve bulunmayan bütün uluslararası camiaya şükranlarımızı sunarız.

Tarihe baktığımız zaman, medeniyetlerin birbirleri ile olan sürtüşmelerinin talî kaldığını, birbirlerinden aldıkları-nın ise daha büyük olduğunu görüyoruz. Sahanın bu büyük tarafında işbirliği yapmanın bütün medeniyetlerin mensuplarının menfaatine olduğunu hepimiz akıl edebiliriz, de neden böyle olmuyor?

Halklar, kültürleri birbirinden farklı diye çatışmaya girmezler; barış içinde yanyana veya birarada yaşamayı de-nerler. Özellikle Asya’nın ve Orta Doğu’nun tarzı budur ve yüzlerce birbirinden farklı topluluk yanyana yaşamayı sürdürürler. Bunun, coğrafyanın dayatmasından çok, benimsenen felsefenin veya inancın, yönetim tarafından da benimsenmesi, hatta idarenin bu amaçla düzenlenmesiyle de ilgisi vardır.

Böyle şuûrlu bir idareye örnek olarak, Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun meydana getirdiği barış medeniyetini gösterebilirim. Bir İslâm idi. Bu barış 1450 ile 1850 arasında 400 sene yaşandı. Osmanlı idaresi, eski Türk dev-let geleneğinin adalet felsefesi ile İslâm’ın insan hakları ilkelerinin sentezinden, her dinden insanın barış içinde bir arada yaşadığı bir dünya modelini ortaya koydu. Bugün Türklerin geçmişte başarmakla iftihar ettikleri de bu model, Medeniyetler İttifakı arayışlarına cevap verecek, yaşanmış ve işlevsel bir çözüm olarak kullanılmayı beklemektedir.

İslâm Medeniyeti’nin şahikası, tüm insanlık adına, Türk-İslâm Osmanlı Barışı ile yaşandı. Ne zaman yıkılmaya başladı? Batı Medeniyeti, yükselmesinin devamını sömürgeciliğe, içerde demokratikleşirken dışarıda otoriter-leşmeye, emperyalizme, orientalizmi felsefî arka cephe uygulaması haline getirmeye bağlayınca geleneksel sa-vaşlar çağı bitti, mertlik bozuldu, yanyana yaşayan toplulukları birbiriyle çatıştıracak fitne savaşları çağı başladı. Osmanlı Devleti’ni siyasî olarak yıkamayacağını anlayan Batı, alt kültürler savaşlarını hazırlayacak toplum mü-hendislikleri ile Osmanlı içinde kültür ve kimlikleri ile rahat yaşayan azınlıkları devlete karşı kışkırtıp silâhlandırdı.

Page 115: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 115 –

Prof. Dr. Turan YAZGAN Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı

Bu yapılan, sadece Türk ve İslâm medeniyetlerine değil, tüm azınlık kültürlerinin varlıklarına karşı büyük saygı-sızlığa dayanıyordu. Ve, bu faaliyette misyoner Hıristiyan din adamlarıyla öğretmenleri yer aldı. Bu mücadele tam 75 yıl sürdü. 1923’te Türkiye’nin yeni bir devlet modeli ile ortaya çıkmasıyla Osmanlı devirleri kapandı.

Girdikleri dünya coğrafyasının insanlarının bütün zenginliklerini elinden alıp kendi merkezine taşıya, insanları köleleştiren, dinini, dilini yasaklayan, fakirliğe mahkûm ederek kültürünü yaşayamaz hale getiren bir hastalığı Orientalist emperyalizm dönemi Hıristiyan Batı Medeniyeti’ne hediye etmiştir. Topla tüfekle yok edilmiş millet tarihte yoktur. Milletleri yok etmenin yolu onların kültürlerini, dillerini, dinlerini, müziklerini bilinçli bir şekilde yok etme planlarıyla olur. Bütün dünya doğrudan, Osmanlı Devleti ise az önce anlattığım azınlıkların rahatsız edil-mesi yoluyla Batı’nın insanların kültürlerine saygı gösteremeyen tutumundan çok çekmiştir.

20. yüzyıl kültür emperyalizmi Batı taklitçiliğinin teşvik edilmesi ve diğer ülkelerin kültür ve eğitimlerine müdaha-le ile devam etti. ABD atom bombaları ile Japon milletini ortadan kaldıramayacağının şuûru içindeydi. 1945’te, Misoury Gemisi’nde yapılan anlaşmada, Japom Milli Eğitimi ile Milli Kültür unsurlarını tecrit etme şartı getirildi. Amerikan kültür unsurlarının Japon eğitimine hakim olması sağlandı. Bu uygulamanın sonucunda Japonya’da kültür yozlaşması başladı. Japon işverenleri bir araya gelerek, ne pahasına olursa olsun, Japon kültürünü devam ettirme kararı aldılar; şirketlerin 2/3ü bunun uygulama alanı haline geldi. Japonya’nın teknikte, bilim-de, irfanda en ön safa çıkabilmesi, Japon kültürü ile birleşmesinden sonra oldu. (Rohlen, Thomas P. 1987, Japonya’da Maneviyat Eğitimi, çev. Turan Yazgan; İstanbul: TDAV Yayını.)

Bugün dünyada 193 devlet vardır, binlerce de azınlık topluluğu. Yerelleşme adı altında bunların her birinin ay-rıştırılması dünyayı kaosa sürükler. Bir yandan biz Medeniyetler İttifakı derken, bir yandan da benim azınlığım baskı altında dursun, komşununki ayrışsın anlayışı bir başka düşüncenin psikolojik savaş taktiğidir. Azınlıkların ayrışıp da bağımsız yaşamalarına imkân yoktur. ABD’de siyah derililer için Martin Luther King’e, “bir eyalete toplanın, idaresini ele geçirin,” tavsiyesi çok yapıldı. “Bir değil birkaç eyalette %90 çoğunluk elde ederek müs-takil devlet sahibi olabiliriz. Ama ertesi gün etrafımızı gümrük duvarlarıyla çevirirler. O zaman ne yapacağız, dış dünya ile ilişkimiz kesilir,” diye bunu kabûl etmemiştir.

Buna benzer bir yaklaşım Türkiye için de yapıldı. Sovyet tehdidi karşısında NATO’ya girmek için başvuran Türkiye’yle 27 Aralık 1949’da yapılan bir anlaşma ile “Türkiye’de Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu” kuruldu. Amerikan sefiri başkanlığında 4 Türk, 4 Amerikalı Türk eğitimi hakkında kararlar almaya başladılar, temsilcilerini bakanlıklara yerleştirdiler. Türkiye bunun sindirememiştir.

Page 116: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 116 –

Prof. Dr. Turan YAZGAN Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı

Bugün yapılması gereken, bir devletin içinde yaşayan çoğunluk veya azınlık kültürlerin eşit haklara sahip va-tandaşlar olarak hem kendi kültürlerini, hem de ortak kültürlerini yaşayabilmeleri ve ülkenin sunduğu ortak imkânlara katılabilmeleridir. Eski geleneğimizin etkisiyle bugün Türkiye’deki kadar eşitliğe ve demokrasiye sa-hip grupların varlığının diğer ülkelerde de bulunup bulunmadığını sormalıyım. Osmanlı devrinde geliştirdikleri alışkanlıkla Batı Birliği, Türkiye’de azınlık hakları diye gündem yaratırken, demokratikleşme diye katliamlara göz yummakta, işgal edilen Doğu Türkistan topraklarında zenginliklerini ellerinden alarak Türkleri kendi vatanların-da azınlık haline getiren Çin’e ses çıkarmamakta, hatta Çin’e ticaret imtiyazları tanımaktadırlar.

Bugün aranan Medeniyetler İttifakı’nın gerçekten yapılabilmesi için Batı Medeniyeti’nin güven attırıcı tedbirler uygulamasına ihtiyaç vardır. Bunun birinci tedbiri medeniyetlerin birbirlerine saygı duymaları için halisâne eği-tim, insanî etkileşim ve dünyanın en kıymetli birikimi olan hikmet bakış açısı ile birbirimize bakabilmektir. İnsan-lığın özünde bu cevher oldukça, bu ittifakın gerçekleşeceğine inanmamak için hiçbir sebep yoktur.

Page 117: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 117 –

Cafer Tufan YAZICIOĞLU Türkiye Emekliler Derneği Hukuk Danışmanı

KÜRESELLEŞME vE İNSAN

Küreselleşme, yaşadığımız uluslar arası sistemi tanımlıyor. Dünya teknolojik, ekonomik, sosyal ve kültürel dönüşüm yaşıyor. Bilgi ve enformasyon teknolojisi öne çıkarken, insan gücü yerine makineler insan beyni ye-rine bilgisayarlar kullanılır oldu. Güç, üretimden finansa kaydı. Artan sermaye emek karşısında güçlendi. Gele-neksel koruyucu ağlar tahrip edildi, finansal piyasa her şeye hakim oldu. Tüketim toplumları yaratıldı. Küresel-leşme ve liberalleşme kavramları özdeşleştirilerek sermaye ve ticaretin önündeki engeller tamamen kaldırıldı. Çok uluslu şirketler güçleriyle küresel ekonomiyi düzenlerken, her şey teknolojik açıdan gelişmiş zengin ülkeler yararına çalışır oldu.

Küreselleşme bir hukuki alt yapı kuramadı. Ekonomi, üretim ahlakına dayanmadığından gelir dağılımı bozuldu, yolsuzluklar arttı, insan hakları ihlalleri çoğaldı. Dünyanın en yoksul ve en zengin beşte biri arasındaki gelir oranı 1960’da 1’e 30 iken, 1990’da 1’e 60, 1997’de 1’e 74 oldu, şimdiler de 1’e 85’e gidiyor.

Dünya üretiminin neredeyse tümünü iki elin parmakları kadar sayıda çok uluslu şirketler yönlendiriyor. 1,5 mil-yar kişi temiz sudan yoksun, 1 milyara yakın kişi açlık sınırında. 1,5 milyar insanın günlük geliri bir dolardan az.

Ülkeler içindeki eşitsizlik, ülkeler arasındaki eşitsizlik, artan yoksulluk ve sosyal problemler küreselleşmenin sosyo-politik sonuçlarından bazıları. Sermaye ve finans çevrelerinin artan serbest dolaşım hızı, bazı ülkeler için sürdürülebilir ekonomik kalkınma, bazıları için yükselen yaşam standartları, hızlı yayılan bilgi ve internet kullanımının yaygınlaşması küreselleşmenin faydaları arasında. Sosyal devlet ve demokrasi zayıfladı, seçimler anlamını yitirdi, tek kalıp siyaset uygulanıyor. Dincilik ve etnik aidiyete yönelim zorunluluk kazandı. Çok uluslu şirketler ileri teknoloji ve finans gücü sayesinde tekel olarak rekabeti yok ettiler. Tek rekabet kaynağı ucuz emek. Finans piyasalarında saniyeler içinde milyarlarca dolarlık işlem yapılabiliyor.

Ülkelere fon şeklinde kaynak girişi yerli paraları değerlendirerek, ithalatı artırdı, ihracatı düşürdü ve cari açığa neden oldu. Bu açığın yarattığı risk, faizlerin yüksek tutulması ile önlenmeye çalışılırken, yüksek faiz yatırımları önlüyor ve dış borçları artırıyor. Borçlandırma ve kredi kartı gibi yeni mekanizmalar ortaya konarak insanlar tü-ketime teşvik ediliyor ve borçlandırılıyor. Ülkelere yatırıma değil, sıcak para ile gelinmekte, risk halinde hemen çıkılarak o ülkenin finans ve reel sektörü çökertilmektedir. Borç, borçla döndürülebiliyor.

Bir süre sonra bu da tıkanacak ve gelecek kuşaklar çevrilemeyen bir yükün altında kalacak.

Page 118: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 118 –

Cafer Tufan YAZICIOĞLU Türkiye Emekliler Derneği Hukuk Danışmanı

İşsizlik, iş yaratmayan büyümenin sonucu artıyor. İnsanlar kendilerini ulus devletlere değil, şirketlere bağlı his-sediyor. Şirket emperyalizmi küreselleşmenin yarattığı yeni kavram. Toplumun değişen yapısı şiddeti de, terö-rü de artırıyor. Kırsal kesimden kente göç, büyük kentler yaratırken, yaşam sorun oluyor. Sosyal adaletsizlik artarken, sosyal güvenlik sistemleri alarm veriyor. Hukuk devleti yerini mafya’ya terk ederken, internet kültürü de kültürel değişimin sonucu oluyor. Çevre sorunları, küresel ısınma ve değişen iklim şartları, beslenme ve yiyecek, içecek sorunu yarattı. İnternet su değil ki içesin. Bazı canlı türleri yok oldu.

Ülkeler borç çıkmazı içine sokulup sömürülürken, çıkarılan krizlerle kaynakları değersizleştirilip ellerinden alını-yor. Dünya kredi hacmi dünya üretiminin 10 katına çıktı. Küresel düzenin sürdürebilirliğine olan güven ortadan kalktı. Ortak insanlık bilinci ve sorumluluğu oluşmadı, ulus devletler zayıfladı, ancak yerine küresel bir siyasi birim oluşturulamadı. Düzensizlik ve kaos, insanlığı tehdit ediyor. Din, kimlik sağlayıcı niteliğine yeniden kavuş-tu. Belirsizlik ve güvensizlik var. Büyük şehirler çoğalırken, insan ilişkileri yüzeysel hale gelerek kozmopolit bir kültür ve insan tipi yaratıldı. Hastalıklar artırılarak ilaç satıp para kazanmaya bakılıyor. Orta sınıf çöktü, çekirdek aileye dönüş yoksulluğu artırdı.

Küresel düzenin geçirmekte olduğu değişim yeni birçok kutuplu dünya düzeni yaratacak. Temel insan hakları yoluyla ulaşılması hedeflenen küresel barış talep edilecek. Üretimin sembolü madencilerin Şili’de kurtarılması, Fransa’da sosyal güvenlik sisteminde insanların elinden alınmaya çalışılan kazanılmış haklara tepki yeni bir umudun başlangıcı. Bu umut “İnsana ve İnsanlığa.” ABD eski başkanı Clinton bile küreselleşmeden kaynak-lanan istikrarsızlığı, eşitsizliği ve sürdürülemezliği gündeme taşıyor. Neden ya da niçin sorularından çok, nasıl ile uğraşın diyor. Nasıl çalışır, nasıl olur, nasıl düzeltilir gibi sorgu yapan insanlara olan ihtiyaca dikkat çekiyor.

İnsana, kamusal alan ve değerlere yeniden dönmezsek krizler devam eder. Kendi iç dinamiklerini göz önünde tutmadan neo-liberal küreselleşme modeline dahil olmaya çalışırsak sürekli kriz tehditleri devam eder. Hukuk devleti amaç olmaktan çıkıp, piyasa ekonomisinin uygulamalarını kolaylaştıran bir araç olursa, krizler devam eder. Sosyal devlet, yerini bıraktığı işletmeci devletten yerini geri almazsa krizler devam eder. Ekolojik dengeyi dikkate alan planlı politikalar üretemezsek, teknoloji ve insana yönelik faaliyetlerin etkinlik ve verimini artıramaz-sak krizler devam eder. Siyaseti bilgi temelli ve insan odaklı yapamazsak krizler devam eder. Hedef insanların refah ve mutluluğu, insanca yaşamak olacaktır, başka çare yoktur. Medya etiğinden sapmış bir şekilde görev yapan iletişim araçlarının toplum üzerindeki olumsuz etkisine karşı durmaktan başka çare yoktur. 2012 Avrupa aktif yaşlılık yılı olacak. Bugünün yaşlıları çok şey gördü, küreselleşmenin emperyalist neticelerinin de ortadan kalktığını görecek, bundan kimsenin şüphesi olmasın.

Page 119: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 119 –

İbrahim YETKİNTürkiye Ziraatçılar Derneği

Genel Başkanı

EKOSİSTEM KRİZİ VE KÜRESEL DAYANIŞMA

Ekoksistem krizi adını verebileceğimiz olgu, sanayileşme odaklı politikalardan bize kalan bir miras...

Burada kuşkusuz hemen bir açıklama yapmak gerekiyor:

Sanayileşme politikaları insanlığın gelişmesinde kaçınılmaz olmasa da gerekli politikalardı. Bugün yaşamımızı kolaylaştıran, üretim düzeylerini sanayi öncesi toplumların kat kat üzerine çıkaran politikalardı bunlar. Ancak, insanlık sanayileşmenin başdöndürücü başarılarına tanık olurken bir anlamda bu başarılar karşısında sarhoş-luğa kapıldı ve bunun muhtemel olumsuz sonuçları üzerinde fazla durmadı.Sanayileşme dalgaları birbiri ardın-dan bütün toplumları etkisi altına aldı. Sanayileşme, kalkınma, gibi kavramlar bir toplumun ‘bekası’ ile ilgili hale geldi ve adeta tabulaştırıldı.

Bu dizginsiz sanayileşme akımının dayandığı temel noktalardan biri ‘doğayı sömürmekti’...

Her ne kadar bizim dilimizde bu kavram bu şekilde fazla kullanılmasa da sanayileşmiş toplumların tümünde doğanın sınai amaçlarla kullanılması ‘Sömürme’ (‘exploitation’) kelimesi ile ifade edilir. Bu aşamada, doğa sınırsız kaynaklara sahip ve sanayileşmenin yol açtığı sonuçları kolayca özümleyebilecek gibi görünüyordu. Bu yanlış algılamanın en büyük kaynağı, o zamana kadar sınırlı kalan üretim faaliyeti karşısında gerçekten de doğanın genişliği ve kendini yenileme gücü sayesinde insanlara bu şekilde görünmüş olmasıydı. Eski anlayış bizim dilimizde en iyi kendini ‘akan su pislik tutmaz’ ifadesinde gösterir. Pisliği akarsuya attığınız zaman pislik olmaktan çıkıyor, fabrika atıklarını toprağa gömdüğü zaman o atıklar artık zararlı olmuyor, doğal yaşamı oluş-turan hayvanlar, balıklar sınırsız avlandığı zaman rezervler sürekli kendini yeniliyor gibi görünüyordu insanlara... Hava, su gibi kaynaklar ise tükenmez bir nitelik taşıyorlardı.

İnsanlık, bu anlayışların koca bir yanılgı olduğunu oldukça geç anladı.

Bu geç anlamada, sanayileşmeden sağlanan ulusal ve bireysel çıkarların tartışma konusu haline getirilmemek istenmesi de önemli bir rol oynadı.

Günümüzde, artık bu yanılgının etkisini kaybettiğini, gerçeklerin zorla da olsa insanlığa kendisini kabul ettirdi-ğini söyleyebiliriz. Artık havanın da suyun da kirlenebileceğini, akarsulara boşaltılan atıkların gölleri, denizleri kullanılamaz hale getirdiğini, zehirli kimyasal maddeleri toprağa gömmenin bir çözüm getirmediğini biliyoruz.

Page 120: Hikmet birliktedirturyak.org.tr/uploads/Pdf/yayinlar/2010TR.pdfden kaynaklandığını kabul ediyor.Bu açıdan bakıldığında, Dünya Krizi sadece finansal, hatta ekonomik değil;

– 120 –

İbrahim YETKİNTürkiye Ziraatçılar Derneği

Genel Başkanı

Ancak, bunları bilmek, çözümü bulmak anlamına gelmiyor. Ya da çözümü bulsanız bile bunları uygulayabilmek anlamına gelmiyor.

Bugün artık dünyanın hemen her ülkesinde fabrikaların karbondioksit salımını sınırlamaya, ormanları koruma-ya, akarsuları temiz tutmaya, zehirli atıkları gelişigüzel toprağa gömmeye, sınırsız avlanmaya karşı önlemler alınıyor. Bir çok ülke bu konuda yasalar çıkarıyor. Ancak, tek tek ülkelerin aldıkları bu önlemlerin küresel bir sorun olan ekosistem krizini önlemeye yetmeyeceği açıkça görülüyor. Bu konuda uluslararası, küresel çözüm-ler gerekli. Bildiğimiz gibi uluslararası ilişkiler alanı, hâlâ eskiden olduğu gibi tek tek ülkelerin diğerleri karşısında kendi çıkarlarını korumaya çalıştığı bir ‘arena’ olmaya devam ediyor. Bu ‘arena’da en güçlü devletler, başkala-rını bağlayan anlaşmalara imza atmamak, bu anlaşmaları başka ülkelerin sanayileşmesini ve güçlenmesini en-gellemek için bir silah olarak kullanmak anlayışlarından kolay kolay vazgeçmiyorlar. Bazı konularda uluslararası bir uzlaşmaya varılsa bile bu anlaşmaların uygulanmasını denetlemek kolay olmuyor.

Bu olumsuz tablonun yakın zamanda devletler arası ilişkiler alanına iyi niyetin egemen olmasıyla ortadan kal-kacağı yolundaki umutlar da giderek azalıyor. Dünyanın içinde bulunduğu koşullar, bugün artık bir ülkede ‘sıkıştırılan’ bir sanayi şirketinin koşulların kendisi açısından ‘daha uygun’ olduğu başka bir ülkeye kolayca geçebilmesine ve faaliyetlerine orada sınırlanmamış bir şekilde devam etmesine olanak tanıyor.

Peki bu durumda ne yapacağız?

Kendi yarattığımız ve insanlığın gelişmesinin motoru olarak gördüğümüz sanayileşmenin, onu dizginlemeyi başaramayışımız yüzünden insanlığı tehdit eden bir faktör haline dönüşmesine seyirci mi kalacağız?

Bence, sorunun çözümü, artık ekosistem krizini bilim insanları ya da devletler arası ilişkiler boyutundan çıka-rarak ‘toplumlar arası’ bir boyuta taşımaktan geçiyor. Başka bir deyişle, her ülkede ‘sıradan’ vatandaşların bu meselenin kendilerinin ve çocuklarının meselesi olduğunu anlamalarından geçiyor. Toplumu oluşturan bizler, yalnızca kendi ülkelerimizdeki ekoloji sorunları ile daha fazla ilgilenmek, dar görüşlü politikacılar ve sanayicilere karşı seslerimizi yükseltmekle yetinmemeli, uluslar arası planda da oluşturulacak ‘sivil toplum inisiyatifleriyle’ küresel bir sorun olan bu soruna ‘küresel bir yanıt’ verebilmeliyiz.

Bu ‘küreselleşme’, bugün bir çoklarının anladığı biçimiyle ‘küresel kaynakları her türlü aracı kullanarak sömürme’ye değil, dünyadaki tüm ülkeleri oluşturan toplumların yaşamları ve gelecekleri için bu sorunlara daha fazla eğilmesine ve işbirliği yapmasına dayanacaktır.