Upload
others
View
14
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T. C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İLKÖĞRETİM ANA BİLİM DALI
SINIF ÖĞRETMENLİĞİ BİLİM DALI
HASAN ALİ YÜCELİN EĞİTİM FELSEFESİ VE
TÜRK MİLLİ EĞİTİMİNE KATKILARI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
DANIŞMAN
PROF. DR. MUAMMER C. MUŞTA
HAZIRLAYAN
ÜMİT SAVAŞ TAŞKESEN
KONYA 2006
ÖNSÖZ
Kültür ve medeniyet havzalarını değiştiren toplumlarda yapılan değişikliğin
toplumun tüm kesimlerine ulaşması ve kabul ettirilebilmesi için eğitim en önemli araç
olarak görülmüştür. Özellikle Aydınlanma Çağından günümüze eğitimden beklentiler
gittikçe artmaktadır. Eğitim insan kültür ve bilgi birikiminin, her ne kadar son dönemde
işlevi azalıyor gibi görünse de, eğitimciler tarafından diğer bireylere aktarılması ile birlikte
gerçekleşen kültürlenme biçimidir.
Bu kültür aktarımını biçimlendiren milli eğitim sistemi ve o toplumun varoluş
felsefesi olmuştur. Bir toplumun varoluş felsefesinin toplumun diğer fertlerine
aktarılmasında eğitim alanında çalışan ve görev yapanların hayatı ve dünyayı nasıl
tanımladıkları, gerçekleştirmeyi düşündükleri ideallerin neler olduğu ve bunların hangi
araçlarla nasıl gerçekleştirilebileceği yolundaki düşünceleri de belirleyici olmuştur,
olacaktır.
Biz de bu çalışmamızda Osmanlı geleneğinden koparak yeni bir sistem ve yeni bir
dünya algısı ile inşa edilen Türkiye Cumhuriyetinin, Cumhuriyet tarihi boyunca görev
yapmış milli eğitim bakanları arasında en uzun süre bu görevi yapan ve Cumhuriyet Eğitim
tarihine damgasını vuran Hasan Ali Yücel’in Eğitim Felsefesini ve Türk Milli Eğitimine
Katkılarının hangi alanlarda olduğunu araştırdık.
Çalışmamız başlıca beş bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde bizi bu
araştırmaya yönlendiren temel problem ve alt problemler, araştırmanın önemi ve
sınırlılıkları üzerinde durulmuştur.
Birinci bölümde Hasan Ali Yücel’in hayatı üzerinde durulmuş, hayatının belli başlı
dönüm noktaları incelenerek eğitim düşüncesinin hangi aşamalardan geçerek olgunlaştığı,
milli eğitim bakanı olmadan hangi görevlerde bulunduğu, bakanlık sonrası çalışmaları ve
eserleri anlatılmıştır.
İkinci bölümde Hasan Ali Yücel’in kişiliğinin oluşma ve yetişme çağları olan
II.Meşrutiyet döneminde etkilendiği eğitim düşünürleri üzerinde durulmuştur. O dönemde
yapılan fikri tartışma ve araştırmalar sonrasında Cumhuriyet eğitimine de yön vermiştir.
Çalışmamızın üçüncü bölümünde Hasan Ali Yücel’in eğitim düşüncesini oluşturan
temel kavramlar, onun eğitim, öğrenci ve öğretmenden beklentileri üzerinde durulmuş,
Türk milli eğitimine olan katkıları yedi başlık altında incelenmiştir.
Çalışmamızın son kısmı Sonuç ve öneriler bölümünden oluşmaktadır.
Hasan Ali Yücel hakkında bu tezi aldıktan sonraki düşüncelerim ile bu tezi almadan
önceki düşüncelerim arasında büyük bir fark oluşmuştur. Beni böylesine güzel bir konuyu
çalışmam için yönlendiren danışmanım Prof.Dr.Muammer C. MUŞTA’ başta olmak üzere
yetişmemde emeği olan öğretmenlerime, tez yazımı ve okumalarım sırasında her türlü
yardımı sağlayan aileme ve bulamadığım kaynaklara ulaşmamı sağlayan arkadaşlarıma
candan teşekkür ederim.
Ümit Savaş TAŞKESEN
Konya-2006
KISALTMALAR Age. Adı geçen eser
Agy. Adı geçen yazı
Ank. Ankara
Ans. Ansiklopedi, Ansiklopedisi
bk. Bakınız
Bk. Bakınız
bs. Baskı, basım
C. Cilt
C.D.T.A. Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi
Çev. Çeviren, çevirmen
Dr. Doktor
hzl. Hazırlayan, hazırlayanlar
İst. İstanbul
Prof. Profesör
s. Sayfa
S. Sayı
SÜ Selçuk Üniversitesi
TDK Türk Dil Kurumu
T.G.T.A. Tanzimattan Günümüze Türkiye Ansiklopedisi
Yay. Yayın, Yayınları, Yayın evi
YKY Yapı Kredi Yayınları
GİRİŞ
Bu bölümde, araştırmamızın konusunu oluşturan problem durumu açıklanmış,
araştırmanın ana konusu ve alt konuları, araştırmanın amacı ve önemi belirtilmiş,
araştırmada geçen kavramların tanımına yer verilmiştir.
1.1.Problem Durumu
İnsanların çevreleriyle doğrudan etkileşimde bulunarak elde ettikleri bilgi ve
becerileri diğer insanlara aktarma çabaları eğitim faaliyetlerinin başlangıcı olarak kabul
edilirse, eğitimin tarihi insanlık tarihi kadar eskidir.
İnsan, diğer canlılardan farklı olarak biyolojik özelliklerinin yanında ruhsal
özelliklere de sahip bir canlıdır. İnsan dışında kalan canlılarda hayat biyolojik bir aktarım
ile sürer. İnsan dışındaki canlıların yaşaması için gerekli olan “yaşam bilgisi” genetik
olarak yeni türlere aktarılır. İnsan dışındaki bu canlıların ömrü boyunca kullanacağı bu
‘yaşam bilgisi’ iç güdüsel bir davranış şeklinde türden türe değişmeden aktarılır.
İnsan öğrenme potansiyelini içinde barındırarak doğar. İnsanın, yaşamını
sürdürebilmesi için gerekli olan yaşam bilgisi sonradan edinilir. İnsan anne babasından
devraldığı bu birikime süreç içerisinde kendi tecrübelerini de katarak birikimini arttırır,
geliştirir. Günümüzden yüzyıl öncesinde yaşayan insanlar ile şu an yaşayan insanlar
arasındaki tutum, algı, düşünme ve yaşam biçimi arasındaki farklılığın sebeplerinden birisi
de budur.
İnsan davranışlarını belirleyen bu kültür aktarımına tarihin her döneminde önem
verilmiştir. Her devletin gerçekleştirmeyi istediği bir ideal, bir alem tasavvuru vardır. Bu
tasavvurun, yani temel paradigmanın, devletin örgütlenme biçiminden günlük yaşama
uzanan çizgide belirleyici bir niteliği vardır. Devletler varoluş amaçlarını gerçekleştirecek
insan tipolojisinin gerektirmiş olduğu nitelikleri belirleyerek bunları vatandaşlarına,
özellikle yeni nesillere aktarmak istemişlerdir.
Eğitimin kurumsal ve ideolojik bir ‘yeniden üretim aracı’ olarak işlevselliğini
artırması 17. yy sonlarından itibaren önem kazanmıştır. Özellikle Aydınlanma Çağı ve
Fıransız ihtilalinden sonra modern ulus devletlerin ortaya çıkıp yaygınlık kazanması ile
birlikte eğitimden beklentiler önemli ölçüde farklılaşmıştır.
18 yy’dan itibaren Osmanlı devleti de savaş alanlarındaki yenilgileri ve toprak
kaybını önlemek için modernleşme çabalarına hız vermiş askeri alanda yapılan
modernleşme çabaları eğitim kurumlarının modernleşmesi ile başlamıştır.
Kurtuluş Savaşı sonlarında kurulmuş olan Cumhuriyetimiz, mirasçısı olduğu
Osmanlı İmparatorluğundan, temel paradigma olarak ayrılmış ve farklılıklar göstermiştir.
Bu paradigma ve sistem değişikliği bir çok yeniliği beraberinde getirmiştir. Hem
Cumhuriyet sisteminin gerektirdiği vatandaş özelliklerinin ve oluşturulmaya çalışılan yeni
paradigma uyarınca milletimize anlatılması, aktarılması ve kazandırılması hem de hem de
ülkenin kalkınması için büyük bir güç olarak görülen eğitime büyük önem verilmiştir.
Bundan dolayı eğitim alanında yapılan uygulamalar geleceğe etkide bulunmuş yön
vermiştir.
Milli eğitim sistemi incelendiği zaman temel şablon ve paradigma olarak
Cumhuriyetin bu ilk yirmi yılında eğitim sistemine kazandırılan form, bir kısım
değişikliklere uğramış olsa da karakteristik özellikleri aynı kalmıştır.
Hasan Ali Yücel gerek bakan olmadan önceki çalışmaları ve yazıları gerekse bakan
olduktan sonraki uygulamaları ile Türk Milli Eğitim düşüncesine büyük katkıda bulunmuş,
sistemin temel karakteristiklerinin belirlenmesinde ve yerleştirilmesinde etkili olmuştur.
Cumhuriyet sisteminin gerektirdiği vatandaş özelliklerini belirleyici ve aktarıcı olan
eğitim politikaları üzerinde büyük etkinliği olan Hasan Ali Yücel’in eğitimci yönü
araştırılmayı bekleyen bir konudur. Yapılan çalışmalarda Hasan Ali Yücel’in eğitimci
yönü ön plana çıkarılmamış, daha çok politik yönü, o da dolaylı bir biçimde Köy
Enstitüleriyle ilişkilendirilerek ön plana çıkarılmıştır.
Hasan Ali Yücel’in adına yapılan toplantılarda dahi sunulan tebliğlerde Yücel’in
kişiliği ve eğitimci yönü değil Köy Enstitülerinin kuruluş amaçları, nasıl kurulduğu,
enstitülere yapılan eleştiriler ağırlıklı olarak işlenmiş, Yücel’in eğitimci yönü gölgede
kalmıştır.
1.2.Problem Cümlesi
Araştırmamızın ana konusu Hasan Ali Yücel’in eğitim felsefesi ve O’nun Türk
Milli eğitimine katkıları teşkil etmektedir.
1.3.Araştırmanın Alt Konuları
1. Hasan Ali Yücel’in aldığı eğitim formasyonu
2. Hasan Ali Yücel’in yetiştiği dönemde eğitimdeki temel paradigmalar
3. Hasan Ali Yücel’in sistematik bir eğitim felsefesi var mıdır?
4. Hasan Ali Yücel’in eğitim anlayışına yön veren temel felsefe nedir?
5. Hasan Ali Yücel’in eğitimden beklentileri nelerdir?
6. Hasan Ali Yücel’in öğretmenden beklentileri nelerdir?
7. Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Teşkilatına yönelik yaptığı
çalışmalar nelerdir?
8. Hasan Ali Yücel’in ilköğretime yönelik yaptığı çalışmalar nelerdir?
9. Hasan Ali Yücel’in ortaöğretime yönelik yaptığı çalışmalar nelerdir?
10. Hasan Ali Yücel’in mesleki eğitim konusundaki çalışmaları nelerdir?
11. Hasan Ali Yücel’in Yükseköğretim konusundaki çalışmaları
nelerdir?
12. Hasan Ali Yücel’in bakanlık sonrası milli eğitime katkıları nelerdir?
13. Hasan Ali Yücel’in kültür politikası nedir?
1.4.Araştırmanın Amacı
Bu araştırmada Hasan Ali Yücel’in eğitim felsefesi, eğitim düşüncesi ve Türk milli
eğitimine katkısının hangi alanlarda olduğu incelenerek ortaya konulması
amaçlanmaktadır.
1.5.Araştırmanın Önemi
Cumhuriyet dönemi eğitimine damgasını vurmuş olan Hasan Ali Yücel’in eğitim
felsefesi ve düşüncesini temellendiren kavramların bilinmesi Cumhuriyetin ilk
dönemlerindeki eğitim çalışmalarının hangi aşamalardan geçtiğini, Cumhuriyet devrinde
yetiştirilmek istenilen neslin hangi niteliklere ve hangi paradigmaya göre yetiştirilmek
istendiğini ortaya koyması bakımından önemlidir.
1.6.Sınırlılıklar
Bu araştırma Hasan Ali Yücel’in kendi eserleri ve hakkında yazılmış olan
eserlerden araştırmacının ulaşabildikleri ile sınırlandırılmıştır.
I. BÖLÜM
Hasan Ali Yücelin Hayatı ve Eserleri
I. 1. H.Ali Yücelin Çocukluğu
Hasan Ali Yücel 1897 yılında İstanbul’da doğmuştur. Babası Ali Rıza Bey, annesi
Neyire Hanımdır. Yücel’in anne ve babası 1894 yılında evlenirler. Babası Ali Rıza Bey
İstanbul Telgrafhanesinde müfettiş olarak görev yapmaktadır. Yücel, ekonomik olarak iyi
şartlara sahip bir aile ortamında büyür.
Yücel’in annesi ile iyi bir iletişimi varken babası ile ilişkileri ise dönemin temel
karakteristiği olan otoriter bir ilişki biçiminden dolayı mesafelidir. “Ödün vermez bir
dindar olan Ali Rıza Bey, ahlak konusunda en ufak bir hoşgörüyü kabul edemeyecek
derecede dürüst ve çalışkan bir insandır.”(Çıkar, 1997: s.16) Aynı zamanda bir Mevlevi
dervişi olan Ali Rıza Bey dergâhlarda neyzenlik yaparken dini ve dindışı eserler de
bestelemiştir.
Hasan Ali Yücel ilk çocukluk yıllarında Mevlevi kültürünün dini kuralların ve
geleneklerin sürekli etkin olduğu bir sosyal çevre içinde yetişir.”(Çıkar,1997: s.18) Aile
Yenikapı Mevlevihanesini sık sık ziyaret eder. Yücel buradan oldukça fazla etkilenir.
Müzik duyarlılığı Yenikapı Mevlevihanesi şeyhi Mehmet Celaleddin Dede Efendinin
sayesinde gelişir ve yerleşir. Mevlevihanedeki atmosferi sevmiş ve etkilenmiştir. (Yücel,
1990: s.48) Yücel bazı zamanlar anneannesine “şarkı söyler, Kur’an ve mevlid” de okur.
I.2. H.Ali Yücelin Eğitim Yılları
Yücel, dört yaşındayken ilk olarak Laleli’deki Yolgeçen Mektebine başlar. Buradaki
ilk hocası Yolgeçen Sıbyan Mektebi’nin Hocası olan İsmail Efendi’dir. Bu okulda yazı
yazmak bir zorunluluk olmamasına rağmen Yücel kendi gayreti ve lalasının yardımıyla
yazıyı öğrenir. Öğrendiklerini de evdeki hizmetçilere ve evlatlıklara öğretir. Öğretmenliğe
ilk olarak bu dönemde başlar.(Yücel, 1990: s.169-172)
Yücel ve ailesi, beş altı yaşlarında kişiliğinin belirginleşmesi ve şekillenmesinde
büyük etkisi olan Gümüşsuyu’na taşınır. O, ‘İlk hürriyet duygusuna’ burada erdiğini
belirtir. Yücel’in babası Ali Rıza Bey’in Gümüşsuyu’na taşınmasındaki temel sebeplerden
birisi de Yenikapı Mevlevihanesi Şeyhi Mehmed Celaleddin Dede Efendi’ye yakın olma
isteğidir. Celaleddin Dede Efendi Hasan Ali’yi sık sık yanına çağırıp ona yazı yazdırır,
okutur, hikaye söyler ve tekrarlatır.(Yücel, 1990: s.61)
Bu iklim Hasan Ali’nin düşünce yapısının oluşumunu ve ruhsal gelişimini
etkilemiştir.(Çıkar, 1997: s.23) Yücel, Yenikapı Mevlevihanesi’nde “hürriyet” ve “İttihat
ve Terakki” kelimelerini ilk kez duymuştur. “Artık ben ‘hürriyet’in ne olduğunu
anlamıştım. […]sıra anlatmaya gelmişti. Önüme gelene ne olduğumuzu, hürriyetin ne
manaya geldiğini açıklamaya başladım. İttihat ve Terakki’ye sevgim, o günden
başlar”(Yücel, 1990. s.143)
I.2.a.Mekteb-i Osmani
Gümüşsuyu’na taşındıktan sonra Topkapı’daki Taş Mektebe yazılan Yücel, 1906
yılında Mekteb-i Osmani’ye gönderilir. İlk kez bu okulda tahta, harita ve sıralar ile
donatılmış bir sınıf ile karşılaşır. Yücel, Müzik, Coğrafya ve Fransızca derslerini çok sever
ve bu derslerde oldukça başarılı olur(Yücel, 1990: s.93-94). 1911 yılında Mekteb-i
Osmani’yi Aliyyülala bir derece ile bitirir. Okumak bir tutku halinde Yücel’in benliğine
işlemiştir.
Beyazıt’taki sahaflardan aldığı kitapları babasından gizli bir şekilde okur. O
sıralarda Victor Hugo’nun “Doksan Üç İhtilali” ve Abdülhak Hamid’in “Eşber”i gibi
oldukça ciddi eserleri okumaya başlamıştır.(Oğuzkan, 1987: s.624) Mekteb-i Osmanî’de
ezberlediği ve sokakta duyduğu hürriyet şiirleri, şarkı ve marşları Yücel’in belleğinde derin
izler bırakır.(Çıkar, 1997: s.27)
I.2.b.Vefa İdadisi
Hasan Ali Yücel Mekteb-i Osmani’den sonra Vefa İdadisine gider. Bu okul
sıralarında ‘Mektebli’ dergisinin açtığı bir yarışmaya Balkan Savaşlarının onun üzerinde
yarattığı etkiyi dile getiren “İntikam Olsun” adlı bir yazısı ile katılır. Yazı 17 Ekim 1913
yılında yayınlanır(Çıkar, 1997: s.29). Yücel, Vefa idadisinin son sınıfındayken patlak
veren I.Dünya Savaşı nedeniyle askere alınır ve eğitimine ara vermek zorunda kalır. Önce
asteğmen, sonra teğmen olarak toplam üç buçuk yıl askerlik yapar. 2 Aralık 1918 yılında
terhis olur.(Unat, 1961: s.292)
I.2.c.Darülfünun
Hasan Ali Yücel I.Dünya savaşı sona erdikten sonra o dönemde eğitimini yarıda
bırakmış olan öğrencilere verilen haktan faydalanarak Darülfunünda Hukuk Fakültesine
kaydolur. Bir yandan gündüzleri öğrenimini sürdürürken bir yandan da akşamları Ferid
Tek’in ‘İfham gazetesi’nde çalışmaya başlar. Hukuk fakültesindeki öğrenciliği ders anlatım
metodu yüzünden tartıştığı Prof. Celaleddin Arif Bey yüzünden kısa sürer ve buradan
ayrılarak Darülmuallimin-i Aliyenin Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümüne kaydolur(Yücel,
1998b: s.145). Yücel’in haksızlıklar karşısında susmayan karakter yapısı onun eğitim
hayatına atılmasına vesile olur.
I.2.d.Darülmuallimin-i Aliye
Yücel’in kayıt yaptırdığı Darülmuallim-i Aliyenin binası o dönemde
Cağaloğlu’ndadır. Bu okulda Yücel’in asker arkadaşlarının da arasında bulunduğu kırk
öğrenci okumaktadır. Okul binasının bulunduğu yerde zamanının birçok şair ve yazarının
eserlerine yer veren ve Hasan Ali Yücel’in de ilk şiirlerini yayınladığı Dergah dergisini
basan ‘Tanin matbaası’ bulunmaktadır.
Bu dönemde, Hasan Ali; Y.Kemal, A.Hamdi Tanpınar gibi şairlerle ‘İkbal
Kıraathanesi'ne gidip gelmeye başlar, İstiklal Savaşı'nın zor günleri yaşanmaktadır.
Ortalıkta İnönü Savaşlarına ilişkin haberler vardır. Hasan Ali, gazetesinde özellikle bu
savaşlara ilişkin haberler verir; bunları söz konuşu kıraathaneye de ulaştırarak dostlarını
bilgilendirir. (Çıkar, 1997: s.37)
I.2.e.Türk Ocağı
Yücel bu dönemde gazete muhabirliğinin yanında işgallere karşı düzenlenen milli
protesto hareketlerinin de aktif katılımcıları arasında yer alır. Bunların ilki ve en büyüğü
23 Mayıs 1919'da düzenlenen ‘Sultanahmet Mitinglerine’ katılır. (Yücel, 1998f: s.33) Türk
ocağının müdavimlerindendir. O dönemde Türk Ocağında bir yandan dil ve tarih
araştırmaları yapılırken bir yandan da Türkçü düşünceleri işleyen piyes ve konferanslar
verilmektedir. Türk ocağı onun ve onun kuşağı için bir mektep görevi görmüştür. “orada
öyle meseleler öyle bir ortam içinde tartışılırdı ki… kalabalıkta konuşmayı orada
öğrendim diyebilirim” diyen Yücel, Türk ocağı için yıllar sonra “benim neslime Türklük
şuuru aşılayanlara minnettarım” der(Yücel, 1998e: s.208). Ona göre “Türk ocağı bir
mektepti. Milliyet, edeb ve medeniyet mektebi…”(Yücel,1998b: s.681-686)
II.Meşrutiyet döneminde üniversite gençliğinin çoğunun toplandığı Türk ocağında
Ahmet Ağaoğlu, Yusuf Akçura, Mehmet Fuat Köprülü, Halide Edip Adıvar, Mehmet Emin
Yurdakul, Hüseyin Cahit Yalçın, Akil Muhtar Özden, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ziya
Gökalp gibi dünürler buluşmuş ve çalışmıştır. (Çavdar, 1985: s.834)
Yücel bir yandan Türk ocağına giderken bir yandan da kendisini Edebiyat
Fakültesi çevresinde oluşan düşünce tartışmaları içinde bulur. Mustafa Şekip (Tunç),
İsmail Hakkı (Baltacıoğlu) ve Mehmet Emin (Erişirgil)'in H.Bergson merkezli denebilecek
tartışmalarını izler. Bu tartışmalarda sık sık A.Schopenhauer, J.Stuart Mili, H.Spencer,
WJames gibi düşünürlerin fikirleri de ele alınmaktadır.
Hasan-Âli, bu ve benzeri düşünürlerin fikirlerini kendi eserlerinden okuyamamanın
sıkıntısını duyar. Daha sonra bakanlığı dönemindeki tercüme ve dil konusundaki
çalışmalarında öğrenciliği sırasında karşılaştığı sıkıntıların etkileri olduğunu Ahmet Hamdi
Tanpınar dile getirir. (Tanpınar: s.7)
Yücel Darülfünunda öğrenciliği sırasındaki hocalarından, Anadolu’daki Kurtuluş
savaşını Akşam gazetesindeki yazılarıyla destekleyen Necmeddin Sadak’a hayranlık duyar
ve saygı besler. Öyle ki Yücel’i gazetelerde yazı yazma konusunda yönlendiren ve Akşam
gazetesinde politika, eğitim, kültür, edebiyat ve felsefe konularında ‘Pazartesi
Konuşmaları’ adı altında yazılar yazdıran Necmeddin Sadak olmuştur. (Yücel, 1990:
s.185-189)
Yücel 1921 yılında “Ruh ve Beden” üzerine yaptığı 30 sayfalık bir çalışma ile
Darülmuallimin-i Aliye’deki öğrenimini üstün bir başarı ile bitirir.
I.3. H.Ali Yücelin Öğretmenlik Yerleri-Yılları
Hasan Ali Yücel okulunu bitirdikten sonra politik etkinliklerinden dolayı,
Anadolu’daki Kurtuluş Savaşını desteklediği için, bir süre görev alamaz.(Yücel, 1998f:
s.34) Onu yakından tanıyan hocalarının yardımıyla Edebiyat fakültesinde inzibat
memurluğuna atanır. Bu sırada talimgâh karargâhından arkadaşı olan Necati Tansel’in kız
kardeşi Refika Hanım ile evlenir.
I.3.a.İzmir
Evlendikten kısa bir süre sonra Yücel İzmir Erkek Muallim Mektebi’ne Türkçe ve
Edebiyat öğretmeni olarak atanır. Yunan işgalinden henüz kurtulmuş olan İzmir’de zor
şartlar altında 19 Aralık 1922 yılında öğretmenlik görevine başlar.(Unat, 1961: s.293)
Yücel İzmir’de Muallimler Birliği ve Türk Ocağının kurucuları arasında yer alır.
(Çıkar.1997: s. 46)
Armond Cuvilelier’in “A.B.C. de Psycholgoie” adlı kitabını çevirerek “Ruhiyat
Elifbası” adı ile ilk kez İzmir’de öğretmen olduğu sıralarda yayınlar. W.James, Bergson,
P.Janet ve Ribot gibi çağın ünlü ruhbilimcilerinin düşünce ve görüşlerini kapsayan bu eser
1930 yılında Ruhiyat Alfabesi adıyla yeniden basılmıştır.(Oğuzkan, 1987: s.624)
“Hasan Ali Darülfünun yıllarında kendi uğraşı alanının ders kitaplarındaki açığı
tespit etmiş ve ilk önce bu gereksinimi karşılamıştır.” (Çıkar, 1997: s.50) Yücel
öğretmenlik yaptığı dönemde ‘Felsefe Elibası’, ‘Suri ve Tatbiki Mantık’ ve Hıfzı Tevfik
[Gönensay] ve Hamamizade İhsan [Hamami] ile birlikte yazdığı ‘Türk Edebiyatı
Numuneleri’ adlı kitaplarını yayınlar. O, daha sonraki yıllarda da üstlendiği her görevden
sonra tecrübelerini ve izlenimlerini bir kitap halinde yayınlamayı prensip haline getirmiştir.
Ortaöğretim genel müdürü iken “Türkiye’de Ortaöğretim”, Fransa’da Müfettiş iken
“Fransa’da Kültür İşleri” adlı eserleri de buna örnek olarak verilebilir.
Hasan Ali Yücel, Mustafa Kemal Atatürk ile de ilk defa İzmir yıllarında karşılaşır.
Halk ile yapılan bir toplantı sırasında Mustafa Kemal’e “mekteplerin yanında fosil haline
gelmiş medreselerin daha yaşatılıp yaşatılmayacağını” sorarak onun dikkatini çeker.
Mustafa Kemal Atatürk, daha sonra 1934 yılında yaptığı yurt gezisine katılan Yücel’e bu
konuşmayı hatırlatır. (Yücel, 1938: s.44-45) Yücel 1923 yılının sonlarına doğru İzmir’den
ayrılarak İstanbul’a geri döner. Ancak, İzmir’de bulunduğu dönem Hasan Ali’nin
kişiliğinin büyük ölçüde biçimlendirmiştir.
I.3.b.İstanbul
Hasan Ali Yücel İstanbul’a döndükten iki ay sonra önce Kuleli Askeri Lisesinde
edebiyat öğretmenliği yapar ve bir süre sonra İstanbul Erkek Lisesi’ne felsefe öğretmeni
olarak tayin edilir. Bu görevinin yanında Galatasaray Lisesi’nde Türkçe dersleri ve
İstanbul Erkek Lisesinde edebiyat dersleri vermeye başlar. Hasan Ali Yücel’in öğretmenlik
hayatı 1927 yılında sona erer.
I.4. H.Ali Yücelin Müfettişlik Yılları
Yücel, 1927 yılından itibaren, 1946 yılında kendisinin yerine Milli Eğitim
Bakanlığı’na getirilmiş olan, Reşat Şemseddin Sirer ile birlikte Mıntıka Müfettişleri olarak
İstanbul Maarif Eminliği’ne atanır. Her ikisi de stajlarını Salih Zeki Buluğ ve Behçet
Güçer’in yanında yaparlar(Unat, 1961: s.294).
Müfettişlik yıllarında Yücel yoğunluğunu dil ve yazı konularına verir. 1928 yılında
Tevfik Fikret’in “Tarih-i Kadim-Doksan Beşe Doğru” (Kültür Bakanlığı, 1998) adlı şiir
kitabını Latin harfleriyle yayınlar. Harf inkılâbından sonra yayınlanan ilk kitaplardan birisi
olması dolayısıyla da bu kitap önemlidir.
Yücel bu kitabın girişine ‘Yeni Hayat’ adlı şiirini ekler. Bu şiiri ile birlikte Yücel
bünyesinde taşıdığı Osmanlı-Cumhuriyet ikiliğinden sıyrılarak kesin tercihini belirlemiştir.
Atatürk’ten de ilk iltifatı “Yeni Hayat” şiiri üzerine işitir. (Yücel, 1998c: s.171)
Tanpınar’a göre Yücel kendi içinde ‘Osmanlı-Cumhuriyet ikiliğini’ yaşamıştır.
1928 yılında yayınladığı ‘Tarihi Kadim’ ile bu ikilikten kurtulma çaresi aradığını gösterir.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Yücel’in bu dönemi üzerine şunları yazar “Yüksek
Muallimden sonraki karşılaşmalarımızda onu hep bu meseleler içinde gördüm. Hayatının
üslubu değişmemiş, fakat ufku genişlemişti. İçinde yaşadığı ikilik kendisine daha azablı
olmuştu. 1928’de Fikret’in Tarih-i Kadimini neşretmesi bu ikilikten kurtulma çareleri
aradığını gösterir. Bu neşrin oldukça mütenakız mukaddemesi bu devirdeki halet-i
ruhiyesini gösterir.” (Tanpınar, s.7.)
I.4.a.Fransa Yılları
Yücel, 1930 yılında eğitim teşkilatını, kanun ve yönetmelikleri incelemek üzere
dönemin Milli Eğitim Bakanı Cemal Hüsnü Talay tarafından Fransa’ya gönderilir. Bu
Hasan Ali Yücel’in Batı uygarlığı ile doğrudan doğruya ilk defa karşılaşmasıdır. Bir
yandan görevini yerine getirirken bir yandan da Fransızcasını geliştirir. Opera, konser ve
tiyatro gibi kültürel etkinliklere büyük ilgi gösterir. “1930 yılının sonunda geniş kapsamlı
incelemelerle, edindiği bilgilerle ve özellikle gelecekteki projeler için yeni düşüncelerle
dolu olarak ülkesine döner.”(Çıkar,1997: s.53)
Hasan Ali Yücel,(1936) Fransa’dan dönüşünde çalışmalarını ve incelemelerini önce
bir rapor halinde düzenler. Daha sonraki yıllarda bu raporu genişleterek Fransız eğitim
sistemini kapsamlı bir şekilde ortaya koyan “Fransa’da Kültür İşleri” adlı kitapta yayınlar.
I.4.b.Mustafa Kemal İle Gezi
Hasan Ali Yücel Fransa’dan döndükten sonra ülke çapında bir denetleme gezisi
başlatan Mustafa Kemal ile yolları kesişir. Denetleme gezisi sırasında her bakanlık
Mustafa Kemal’e danışmanlık yapacak ve yönergeler çerçevesinde araştırmalar yapacak
bir müfettiş görevlendirir. Milli Eğitim Bakanlığı ise bu görevi o sıralarda 33 yaşında olan
Hasan Ali Yücel’e verir.(Unat, 1961: s.294) “Görevlilerden oluşan heyet Ankara
istasyonunda toplandığında, Mustafa Kemal, İzmir’deki toplantıda sorduğu soruyla
dikkatini çeken Hasan Ali’yi hemen tanır ve ona bu ilk karşılaşmalarını hatırladığını
belirtir.” (Çıkar,1997: s.55)
Bu gezilerin ilk durağı olan Kayseri’de Mustafa Kemal derse katılıp dinlemek üzere
şehrin lisesine götürülür. Felsefe dersi yapılmakta olan bir sınıfa girer. Yazarı Hasan Ali
Yücel olan felsefe kitabını inceler. Kitaptaki ve dersteki Arapça deyimler pek hoşuna
gitmez.
Yücel’e kitapta anlaşılması hatta söylenmesi güç terimler gördüğünü, bunların
Türkçelerini bulmayı düşünüp düşünmediğini sorar. Yücel buna şu şekilde cevap verir.
“Düşündüm. Hatta ufak tecrübeler de yaptım. Fakat bu gibi değişmelerin fertler tarafından
yapılmasını mahzurlu gördüm. Herkes kendine göre bir ıstılah bulup kullanırsa, ifadede
beraberlik olmaz ve kimse kimseyi anlayamaz. Bunun için bir heyet veya cemiyet kurulmalı
ve ilim ıstılahları burada tespit olunmalı fikrindeyim” der. (Yücel, 1947: s.3)
Hasan Ali Yücel, henüz Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulmadan önce bu cevabı ile
cemiyetin fikir temellerinin atılmasına katkıda bulunur. Pazartesi konuşmalarında da Yücel
böyle bir cemiyetin gerekliliği üzerine yazılar yazmıştır. (Yücel, 1998d: s.87-88)
I.5. H.Ali Yücelin Türk Dili Tetkik Cemiyeti Görevi
Türk Dili Tetkik Cemiyeti Mustafa Kemal’in denetleme gezilerinden bir yıl sonra
Türkçe’nin sorunlarıyla uğraşmak ve dil inkılâbını sağlam temeller üzerine oturtmak
amacıyla 1932 yılında kurulur. Cemiyetin reisi Samih Rıfat, umumi katibi Ruşen Eşref
Ünaydın üyeleri de Celal Sahir Erozan ile Yakup Kadri Karaosmanoğlu’dur. (Levend,
1972: s.408-409)
Cemiyetin kurulmasından sonra ilk dil kurultayı yapılır. Kurultay sonunda Yücel
Etimoloji Kolu başkanlığına getirilir. Yücel bu görevde oldukça verimli çalışmalarda
bulunur. Karşılık aranan 1382 Arapça ve Farsça kelime liste liste gazetelerde ve radyolarda
yayınlanır. Gelen karşılıklardan 640 tanesi kabul edilir.(Levend 1972: s.416-417)
Dil konusu Hasan Ali Yücel’in her zaman en önemli uğraşlarından birisi olmuştur.
Bu konularda gözü kapalı düşüncelerden de uzak durmuştur. Yücel, Türk dilinin “taş ve
maden devrinde, kültür kelimelerini göç yolu ile yeryüzündeki dillere yayan eski ve büyük
kültür dili” olduğunu göstermek amacıyla öne sürülen ve Mustafa Kemal’in de ısrarla
üzerinde durduğu Güneş Dil Teorisine dil sorununun çözümüne uygun bulmadığı için
katılmaktan kaçınmıştır.
Bu konuda Yücel şunları yazar “Güneş Dil Teorisi, yukarda, bazı arkadaşlarımla
beraber taraftar olmadığımızı söylediğim, zamanda ve mekanda hudutsuzluk prensibinin
dil hareketini bir çıkmaza sokmasından doğmuştu. Bu teoriyle hatta Arapçada yürümek
manasına gelen meşiy, garp dillerinde yaygın olarak kullanılan elektrik kelimeleri bile
Türkçe oluveriyordu. Dil muammasını çözmek için marazi bir hal yolu olan bu çalışmalar
ve uğraşmalar, ancak tarihimizin bir devrini açıklamaya yarıyacaktır. O kadar…” (Yücel,
1998b: s.388)
Yücel 1930’lu yıllarda yoğun olarak dil, sanat, edebiyat, felsefe ve ilim üzerine
yazılar yazar. Bu dönemde kaleme aldığı yazılar, düşünceler ileride bakan olduğu
dönemdeki uygulamalarına kaynaklık edecek niteliktedir. Bu yazılar daha sonra Pazartesi
Konuşmaları adı altında kitaplaşır. Bu bir bakıma bakanlığa hazırlık dönemi olarak
geçirilen bir dönemdir. O yıllar sıkıntıları, yapılması gerekenleri birinci elden yaşayarak
inceleyen, düşünen ve çözüm önerileri üretilen bir dönem olmuştur.
Yücel 1932 yılında ‘Mevlana’nın Rubaileri’, ‘Goethe, Bir Dehanın Romanı’ ve
‘Türk Edebiyatına Toplu bir Bakış’ adlı eserlerini yayınlar. Goethe incelemelerini
Fransa’da kaldığı yıllarda Fransızca literatürden okuyan Yücel, “Goethe’nin hayatın her
cephesine temas eden bir zeka…” oluşunu sevmiştir.(Baydar, 1955: s.6) Bu çalışma Goethe
üzerine Türkçe’de yapılan ilk çalışmadır. Ve Yücel bu çalışmasından dolayı Goethe
madalyasıyla ödüllendirilir.(Çıkar, 1997, s.62)
I.6. H.Ali Yücelin Gazi Eğitim Enstitüsü Müdürlüğü
Hasan Ali Yücel 1932 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü müdürlüğüne atanır. 6 Kasım
1932 ile 2 Nisan 1933 yılları arasında bu görevini sürdürür.(Unat, 1961: s.296) Gazi
Eğitim Enstitüsü o dönemde batıdaki benzerleri örnek alınarak kurulan ve öğretim kadrosu
Avrupa’da Amerika’da okumuş kişilerden oluşturulan bir kurumdur.
Yücel ile daha sonraki yıllarda bir arada çalışacağı İsmail Hakkı Tonguç’un yolları
burada kesişir. Yücel bu görev sırasında 1917-1933 yılları arasında yazdığı şiirlerini
‘Dönen Ses’ adı altında birleştirerek kitaplaştırır. (Yücel, 1933) Bu şiirleriyle, çocuk
edebiyatına katkıda bulunmuş şairlerden birisi olarak kabul edilir.(Özkırımlı, 1982: s.331)
Yücel’in Dönen Ses’teki “bu şiirleri onun kendi kişiliğinde inançlarını reforme
ettiğini ve Osmanlı geleneğinden bağlarını kopararak Kemalizm’in laiklik ilkesine sıkı
sıkıya bağlı olduğunu açıkça gösterir.” (Çıkar,1997. s.65)
I.7. H.Ali Yücelin Ortaöğretim Genel Müdürlüğü
Hasan Ali Yücel 1933 yılının sonlarında Milli Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Genel
Müdürlüğüne atanır. Bu görevi politikaya atılacağı 1935 yılına kadar sürdürür. Bu
dönemde üniversite eğitimine bir basamak oluşturduğunu düşündüğü lisede reform
yapmayı planlar. 1938 yılına kadar üzerinde çalıştığı ‘Türkiye’de Ortaöğretim’ isimli
kitabı da bunun bir göstergesidir. Bu çalışma Yücel’in bakanlığı dönemindeki reformların
ön çalışması olarak kabul edilebilir. 1933 Yılının sonlarından 1935 yılına kadar sürdürdüğü
bu görevden milletvekili olmak istemesiyle ayrılır.
I.8. H.Ali Yücelin Politik Hayatının Başlaması
Hasan Ali Yücel babasının karşı çıkmasına rağmen 1934 yılında Cumhuriyet Halk
Partisine bir dilekçe vererek milletvekili adayı olarak gösterilmek için başvurur. 1 Mart
1935 yılında İzmir Milletvekili olarak meclise girer. Kısa bir sürede partinin genel idare
kuruluna seçilir.(Unat, 1961: s.296)
Vekilliğinin yanı sıra gazete yazılarına da devam eden Yücel’in 1935-1937 yılları
arasında yayınladığı yazıların ağırlıklı konusu kültür ve eğitimdir. Bu yazılarının
toplandığı ‘Pazartesi Konuşmaları’ kitabındaki yazılara ve bakanlık dönemindeki
uygulamalara bakıldığı zaman Hasan Ali Yücel’in bu dönemi bakan olduğu zaman
yapacaklarını planlama dönemi olarak geçirdiği söylenebilir.
Bu yazılarında ağırlıklı olarak dil, çeviri, köy eğitmenliği, klasik kültür ve sanat
üzerine görüşlerini açıklar, temellendirir. Özellikler ‘Kitap ve Devlet’ yazısı bir anlamda
ilk kez gerçekleştirdiği ‘I.Neşriyat Kongresi’nin programı niteliğindedir.(Yücel, 1998d:
s.109-111). 1935-1937 yıllarında yazdığı yazılar, onun kültür ve eğitim konusundaki
sorunları yoğun bir şekilde ele alarak tartıştığını ve kendisini Milli Eğitim bakanlığına
hazırladığını açıkça ortaya koyar. Yücel bu yazılarında:
1. Konuşma dili ve yazma ikiliğinin kaldırılması gerektiğine
2. Büyük eserlerin çevirilerine gerek duyulduğuna
3. Köy eğitmeni projesine değinerek, bunun asla normal bir ilk tahsille karşılaştırılmamasına, her ikisinin ayrı ayrı teşkilatlandırılması, geliştirilmesi ve ilerletilmesi gerektiğine
4. Öğrencinin '' fikri yetişmeleri'' açısından, klasik kültürün önemine
5. Devletin sanatçılara önem verdiğine, fakat henüz bir teşkilat kurulmadığına dikkat çeker.
Hasan Ali Yücel fikri olarak yoğunlaştığı bu konuların çözüm makamı olan milli
eğitim teşkilatının her kademesinde görev yaparak bakanlık makamına kendini
hazırlamıştır.
I.9.H.Ali Yücelin Milli Eğitim Bakanlığı
Hasan-Âli Yücel, 28 Aralık 1938'de, 41 yaşındayken başbakan Celal Bayar (1883-
1986)'ın kurduğu kabineden Saffet Arıkan’ın istifa etmesi üzerine İsmet İnönü’nün isteği
üzerine Maarif Vekilliğine atanır. (Sakaoğlu,1993: s.87)
Yücel bakan olduktan sonra eğitim, öğretim ve kültür atılımları yapmadan önce
çeşitli kongreler tertiplemiş, bakanlığı döneminde yapılan çalışmaları bu kongrelerde
alınan kararlar çerçevesinde düzenlemiştir.
Yücel’in uygulamaları bir bütün olarak göz önünde bulundurulduğu zaman
çalışmalarının iki ana yönde ilerlediği görülmektedir. Bunlardan birincisi kendisinden önce
başlatılmış çalışmaları geliştirerek devam ettirmesi ikincisi ise yeni atılımlar için belli bir
program takip edilmesidir.(Sönmez, 2000: s.44)
Yücel, bu görüşe uygun olarak eğitim ve öğretimin her alanında reform yapmayı
amaçlar. Onun hedeflediği böyle bir esaslı girişim için şartlar müsaittir. Mesleğin ve milli
eğitim teşkilatının içinden gelen, görev yaptığı yerlerde bu konular üzerine kafa yoran
Yücel hızla reformlara ve çalışmalara başlar.
Yücel, bakanlık görevine başlar başlamaz kendinden önce vekil olan ve teknik
alandaki ve kırsal kesimdeki öğretim işlerinde reform girişimlerinde bulunmuş olan Saffet
Arıkan (1888-947)'ın bıraktığı yerden işe başlar. Fakat Yücel, öğretim sistemi anlayışında
meslektaşlarından farklı bir görüşe sahiptir. Yücel, eğitim öğretim işlerinin gerek
teşkilatlanma gerekse program olsun bir bütün halinde yürütülmesi gerektiğine inanır.
İlköğretim meselesinin çözümü ve Mesleki Teknik Öğretimin geliştirilmesini temel
politika olarak ele alır ancak sadece bu konular ile ilgilenmez. Şura’lar toplayıp kongreler
düzenler ve Ders kitaplarından Güzel sanatlara, merkez teşkilatının yapılandırılmasından
Üniversiteler Kanununa kadar geniş bir alanda yoğun bir çalışma temposu yürütür.
I.9.a.H.Ali Yücel ve Neşriyat Kongreleri
Yücelin bakanlık dönemindeki ilk icraatlarından birisi I.Neşriyat kongresinin
düzenlenmesidir. Bu kongrede ele alınan konular O’nun daha sonra yapacağı çalışmaların
bir programı niteliğinde olmuştur. Ancak, programda belirlenen konular aslında Hasan Ali
Yücel’in bakan olmadan önce yazdığı “Kitap ve Devlet” makalesinde ele alınan konular
olduğu görülmektedir. Bu da Hasan Ali Yücel’in bakan olmadan önce yapılması gereken
konular üzerinde kafa yorduğunu, bakanlığa hazırlıksız olarak oturmadığını
göstermektedir.
Neşriyat kongresi sadece bakanlığın ilgilendiği yayın işleriyle değil bir bütün olarak
kültür ve fikir hayatının ilgilendiren her çeşit yayın faaliyetlerinin temas ettiği konuları
incelemek üzere danışma amaçlı olarak toplanmıştır(Yücel, 1993: s.3). Yücel, Neşriyat
Kongresini açarken sonraki yıllarda izleyeceği politikanın izlerini ve gerekçelerini verir.
Buna göre Yeni Türk harfleriyle okuyan nesil artık yüksekokul seviyesine gelmiştir.
Onların sadece ders kitapları içinde tutulmaması gerekir.
Neşriyat kongresi programında yer alan konular genel olarak şunlardan
oluşmaktadır: Başta klasikler olmak üzere Türkçeye tercüme edilecek eserlerin en
önemlilerinin tespit edilerek bunların yayınlanması için ilgili kişi ve kurumlar arasında
işbirliğinin yapılması, orta öğretim çağındaki gençler için yazdırılması veya tercümesi
gereken eserlerin tespiti ile bunların neşri için bir program hazırlanması, çocuk edebiyatı
kütüphanesinin oluşturulması, yazma ve basma eski kitaplarımızdan yeniden yayınlanmaya
değer olanların tespiti, ansiklopedi ve sözlük çalışmaları için gereken hazırlıklar, telif ve
tercüme çalışmalarını artıracak ödüllerin belirlenmesi ve bunun nasıl verileceği, özel
yayınevlerine devlet desteğinin daha verimli ve faydalı olması için hangi kriterlere göre
yapılacağı, okumayı teşvik ve yayınları tanıtmak için yapılacak çalışmalar, matbaaların
teknolojisinin artırılması gibi konular ele alınmıştır. (Yücel,1993: s.56).
Yücel Birinci Neşriyat Kongresinden sonra gerçekleştirilen Milli Eğitim Şurasında
“Neşriyat Kongresinde alınan kararların mevcut imkânlar nispetinde ve azami bir dikkatle
uygulamayı borç biliyoruz” der(Yücel,1993: s.25).
I.9.b.H.Ali Yücelin Ansiklopedi ve Dergiler Konusundaki Çalışmaları
Milli eğitim teşkilatının tam bir teşkilat niteliğinde olmadığını düşünen Yücel, bunu
gidermek, bakanlık ile öğretmenler arasındaki iletişimi ve milli eğitim teşkilatının tam bir
uyum içerisinde çalışmasını sağlamak için “İlk Öğretim” ve “ Tebliğler” dergisinin
yayınlanmasına başlanılır. “İlk Öğretim” dergisinin amacı yalnızca bakanlık yönergelerinin
bildirildiği tek yönlü bir iletişim aracı olmak değil aynı zamanda öğretmenlerin düşünce ve
görüşlerini dile getirmelerine fırsat sağlamaktır. (Yücel, 1993: s.1)
Hasan Ali Yücel’in bakanlığı döneminde Neşriyat kongresinde alınan kararlar
çerçevesince “İlköğretim” “Tebliğler”, “Teknik Öğretim”, “Tercüme”, “Tarih Vesikaları”,
“Kadın-Ev”, ve “Köy Enstitüleri”, “Güzel Sanatlar” dergileri yayınlanmaya başlar.
(Tuncor, 1976: s.25)
Birinci Türk Neşriyat Kongresinde ansiklopedik yayınların önemi belirtilmiş ve
devletin bu alanda öncülük yapması kararına varılmıştır. Kongrenin ardından Milli Eğitim
Bakanlığı İngilizce, Fransızca ve Almanca olarak yayınlanan “Encyclopedie de I’Islam”ın
tercümesini kararlaştırır. Yayımlanmasına Hasan Ali Yücel zamanında başlanan bu eser
1988 yılında tamamlanır. Hasan Ali Yücel İslam Ansiklopedisinin yayını konusunda
beklemediği tepkiler de alır.
Batılıların müsteşrikler vasıtasıyla doğunun bilimini, sanatını, dilini düşüncesini
incelettiklerini ve bunu bir ansiklopedi şeklinde yayınlattıklarını, bu yayınların içinde bir
çok saptırma ve yanlışlıkların olduğunu belirten Yücel “Yakın dostum ve arkadaşım”
diyerek andığı Fuat Köprülü’nün uluslararası kongrelere katılarak bu yanlışlıkları dile
getirip, bu konulara dünyanın dikkatini çektiğini, bu çalışmaların Fuat Köprülü’ye ayrı ve
haklı bir ün kazandırdığını söyler. Ancak O, “düşündüm ki, bir Fuat Köprülünün değil, yüz
Fuat köprülünün ömrü bu yanlışlıkların düzeltilmesine yetmeyecektir ”diyerek zaman
yitirilmeden İslam Ansiklopedisinin yanlışlıklar da düzeltilerek Türkçeye çevrilmesine
karar verir.
Yücel, Adnan Adıvar başkanlığında geniş bir kurul oluşturarak İslam
ansiklopedisinin yayınına başlayınca “en başta Fuat Köprülü” olmak üzere kendisiyle
“selam sabahın kesildiğini” belirtir. Yücel buna sebep olarak “çünkü ben onların gözünde
şöhret… kaynaklarını kurutmuştum.” der. (Coşturoğlu, 1992: s.12)
Yücel’in bakanlığı döneminde milli bir ansiklopedinin yayınlanması gereğinden
hareketle 1943 yılında, İlk resmi ansiklopedi olan ve adı daha sonra Türk Ansiklopedisi
olarak değiştirilen “İnönü Ansiklopedisinin” ilk ciltleri “Larousse du Vingtieme Siecle”
ansiklopedisi model alınarak yayınlanmaya başlar.(Yücel, 1993: s.75)
I.9.c.H.Ali Yücel ve Milli Eğitim Şuraları
Eğitim konularında ilk olarak ulusal daha sonra uluslar arası çapta şura
düzenlenmesi fikrini ortaya atan Ziya Gökalp’tir.(Akyüz, 1997: s.272) Gökalp’in bu
düşüncesi daha önce hayata geçirilmeye çalışılmışsa da bir niyet olarak kalmış uygulamaya
geçirilememiştir. Ziya Gökalp’in eğitim konularındaki bu düşüncelerini uygulamaya
geçirme fırsatı Hasan Ali Yücel döneminde gerçekleşmiştir.
Günümüze değin çeşitli aralıklarla sürmekte olan Milli Eğitim Şuralarının ilki
Hasan Ali Yücel tarafından 17 Temmuz 1939'da da bilim adamları, eğitimciler, yazarlar ve
sanatçıların katıldığı, milli eğitim sisteminin ilkelerini ve okul programlarını belirlemek
amacıyla toplanır. Yücel bu toplantıyı açış konuşmasında “Kanaatimce bütün maarif
teşkilatı tam ve mükemmel bir uzviyet olabilmek için her uzvun birbiriyle alakalı, birbiriyle
münasebetli bir surette işlemleri lazımdır. Ben maarifimizde ahenk meselesini ana
davalarımızdan biri belliyorum.” (Yücel,1993: s.19) diyerek Milli eğitim bakanlığının tam
bir teşkilat hüviyetinde olmadığını tespit ederek bu yönde çalışmalar yapacağının
işaretlerini verir.
Şura’da, İlköğretim, ortaöğretim, yükseköğretim ve mesleki öğretim konularında
hazırlanmış olan taslak danışma kurullarına sunulur. Burada ele alınan konuların en
önemlilerinden birisi kırsal kesimdeki öğretmen ve okul ihtiyacının karşılanamamasıdır.
İlk, orta, yüksek ve mesleki eğitime yönelik önemli kararların alındığı Şura’da
planlama konusuna özel bir önem verilmiştir. Milli eğitim teşkilatının bir sistem karakteri
taşıması için ilk, orta, yüksek ve mesleki ve teknik öğretim alanlarında öğretmen
yetiştirme, okullaşma, okul kapasiteleri, verimlilik, öğretmene huzur sağlama, yüksek
öğretimde aynı amaçlı okullar arasında birlik sağlanması kararı alınmıştır. Bütün yüksek
öğretim kurumlarının milli eğitim bakanlığına bağlanması ve bir Yüksek Öğretim Yasası
çıkarılması kararlaştırılmıştır.(Özalp, Ataünal: s.117-119)
Daha çok bir planlama kararları şeklinde belirginleşen Birinci Milli Eğitim
Şurasında alınan kararlardan sonra bu kararlar gereğince önemli kültür ve eğitim
kuruluşları açılmaya başlamıştır.
15-21 Şubat 1943 yılında ikincisi düzenlenen milli eğitim şurasının gündeminde ise
Okullarda ahlak eğitiminin geliştirilmesi, bütün öğretim kurumlarında ana dili çalışmaları
veriminin arttırılması ve Türklük eğitiminde tarih öğretiminin metot ve vasıtalar
bakımından incelenmesi yer almıştır.
İkinci milli Eğitim Şurası sonunda Ahlak Komisyonu Raporu, Anadili Komisyonu
Raporu, Anadili Komisyonu Terim Raporu, Program ve Tarih Komisyonu raporu
yayımlanmıştır.(Zelyut, 1985: s.678)
I.9.d.H.Ali Yücelin Klasikler ve Tercüme Bürosu Çalışmaları
Hasan Ali Yücel’in gerçekleştirmeyi düşündüğü Türk Hümanizması içerisinde doğu
ve batı klasiklerinin çevrilmesi önemli bir yer tutmaktadır. Birinci Neşriyat kongresinde de
ele alınan klasiklerin çevrilmesi meselesinin çözümü için bakanlık bünyesinde bir Tercüme
Bürosu kurulur. Bunun amacı tercüme işinin devlet dışında gelişmesine bir başlangıç
olması içindir. Hasan Ali Yücel, Birinci Neşriyat Kongresi'nde dünyayı, özellikle batıyı
tanımak zorunluluğunun altını çizmiş, "bu zorunluluk, bizi geniş bir tercüme seferberliğine
davet ediyor" demiştir.
“Maarif Vekilliği'ni tercüme işleri ile ciddi biçimde meşgul olması, bu hareketin
devlet kadrosu dışında gelişmesine bir başlangıç olması içindir. Bir asırdır, nice eserleri
tercüme ve basmak için emek verildiği halde, dünya şaheserlerinden başlıcalarının Milli
kütüphanemizde bulunmayışı gelişigüzel çalışıldığının en kuvvetli fakat en acıklı
delilidir"(Yücel,1993: s.12).
Bu düşünceyle kurulan Tercüme Heyeti, ilk toplantısını 28 Şubat 1940'ta,
Ankara'da yapar. Heyet, Dr. Adnan Adıvar başkanlığında dört toplantı yapmış ve bir
“Daimî Büro" oluşturmuştur. Nurullah Ataç'ın başkanlığında oluşan büro'nun üyeleri
arasında Saffet Pala, Sabahattin Eyüboglu, Sabahattin Ali, Bedrettin Tuncel, Enver Ziya
Karal ve Nusret Hızır vardır. Kuruluşundan kısa bir süre sonra hızla çalışmalar başlar;
1946 sonunda, dünya edebiyatı klasiklerinden 496 eser Türkçeye çevrilir.
İlk üç yılda yayımlanan 109 eserin 39'u klasik Yunanca’dan, 38'i Fransızca’dan,
10'u Almanca’dan, 8'i İngilizce’den, 6'sı Latince’den, 4ü Şark ve İslam klasiklerinden, 2'si
Rusça’dan 1 tanesi İskandinav edebiyatındandır.
Bu çevirilerin yapılmasında tercih edilen çevirmenlerin öncelikli niteliğinin genç ve
dile hakim olmaları göz önünde bulundurulmuştur. 180 kişilik bir çevirmen grubundan
oluşan bu büroda sonraki yıllarda Edebiyat ve Kültür alanında söz sahibi olan kişilerin
olması dikkat çekicidir.(Ertuğrul, 2001: s. 111)
Bundan sonraki yıllarda eser verimi daha çok ve çeşitlilik gösterir. Çevirilerde
genelde yalın ve anlaşılır bir Türkçe norm olarak benimsenmiştir. Edebi eserlerin yanısıra,
felsefe derslerindeki ders kitabı açığını gidermek için felsefe konusunda yazılmış önemli
bazı eserler de Türkçe’ye çevrilir.(Kaynardağ, 1985: s.768)
Çevirilerin yaratıcılık etkisi kısa bir süre sonra şiirde ve çağdaş Türk edebiyatında
görülür. Bu bağlamda etkisinden özellikle söz edilmesi gereken yayın "Tercüme Dergisi"
dir. Dergi 19 Mayıs 1940 yılında iki aylık olarak yayınlanmaya başlar. Dergi iki bölümden
oluşmaktadır. Birinci bölümde, çoğu zaman karşı sayfada verilen orijinal metinle birlikte
şiir, öykü, roman ve oyunlardan bölümler yer alır.
Çeviri üzerine kurumsal ve eleştirel yazılar içeren ikinci bölüm ise, güncel çeviri
etkinlikleri üzerine bir tartışma platformu niteliğindedir. Düzenlilik açısından derginin ilk
beş yılı bir dönem oluşturur. Önemli aksaklıklar ise bu dönemden sonra görülür. Bir yayın
organı olarak, genelde çeviri konusunda bir bilinç oluşmasında, dolayısıyla ana dil
alanında da yepyeni bir perspektifin doğmasında büyük katkısı olmuştur.(Çıkar, 1997:
s.84)
I.9.e.H.Ali Yücelin Türk Dili ve Öğretimi Konusundaki Çalışmaları
Hasan Ali Yücel Türk Dili Tetkik Cemiyeti toplantılarına katılmış, etimoloji
kolunda görev yapmıştır. Düşünce dünyasında kavramsallaştırdığı Türk Hümanizmasının
oluşumundaki anahtar kavramlardan birisi de dildir.
Yücel’in hümanizma anlayışına milliyetçilik ile ulaşılır. Milliyetçiliğin temel
yapıtaşlarından birisi ise dildir. Kendi düşünce sistematiği içerisinde önemli bir yer tutan
dil konusuna Yücel, bakanlığı döneminde de hassasiyetle eğilmiş, ikinci milli eğitim
şurasının temel konularından birisi de ana dili öğretimi olarak belirlenmiştir.
Hasan Ali Yücel, dil konusunda her şeyden önce bir ana kaide bulunması ve
konulması taraftarıdır. Ona göre bu ana kaide belirlendikten sonra diğer konuların çözümü
kolaylaşacaktır.
Yücel, 1941 ve 1942 yıllarında dilin Türkçeleştirilmesi ve bilim dilinin ortak bir
dilde birleştirilmesi için yoğun bir çaba içerisine girer. Neşriyat kongresi ve Birinci Mili
Eğitim Şurasından sonra arka arkaya yapılan toplantılarda bu konuyu gündeme taşır ve
‘Türkçenin bir bilim dili olması için’ gramer, lugat ve terim çalışmalarına ağırlık verir.
Türk dilinin gelişmesi için yapılacak çalışmalar arasında “lugatler, ansiklopediler,
gramer tetkikleri, her türlü tercümeler, terim mesaisi”nin “dikkat ve itina ile yapılmasını,
üstünkörü ve acele mesaiden kaçınılmasını” sayar. Bunlar uzun zaman alsa da ciddiyet ve
titizlik içinde yapılmalıdır.(Yücel, 1993: s.76)
6 Haziran 1941 yılında Yücel’in başkanlığında Birinci Coğrafya Kongresi toplanır.
Program ve Ders Kitapları, Terim ve Türkiye Coğrafyası komisyonları olmak üzere üç
komisyonun oluşturulduğu bu kongrede ilk, orta ve lise müfredat programları ile ders
kitapları, coğrafya terimleri ile coğrafi isimlerin yazılması, Türkiye coğrafyasının ana
hatları ve yerlerinin adlandırılması üzerinde çalışmalar yapılır.(Yücel, 1993: s.92-95)
Coğrafya Kongresinin ardından kısa bir süre sonra Gramer Komisyonu toplantıya
çağrılır. Hasan Ali Yücel, Tahsin Banguoğlu’nu Türkçenin kendi yapısına özgü bir gramer
kitabı yazmakla görevlendirir. Bu çalışmaların sonucu olarak “Ana Hatlariyle Türk
Grameri”(1940) adlı kitap 1940-1941 ders yılında öğretmenlerin ve uzman kişilerin
kullanımına, eleştiri ve önerilerine sunulur. Gramer Kongresi toplandığı zaman gelen
eleştiri ve önerilerden sonra Banguoğlu’nun kitabı okullarda okutulacak gramerlere esas
olmak üzere kabul edilir.
“Banguoğlu’nun meydana getirdiği bu gramer, bilimsel yöntemle yazılmış olması
bakımından Türk gramerinde bir adım sayılır. Eserde, fonetik konusu önemle ele alınmış,
morfoloji ve sentaks konularına da layık olduğu yer verilmiştir. Eser terminoloji bakından
da yenidir.” (Levend, 1972: s.444)
Komisyon çalışmaları sonrasında 1941 yılında ‘İmla Klavuzu,’ 1942 yılında
‘Gramer Terimleri’, yine aynı yıl ‘Coğrafya Terimleri’, ‘Felsefe ve Gramer Terimleri’,
1944 yılında ‘Hukuk Lugati’ ve ‘Türkçe Sözlük’ ile birlikte ‘Tanıklarıyla Tarama
Sözlüğü’nün ilk ciltleri yayınlanır.(Levend, 1972: s.443-446)
I.9.f.H.Ali Yücelin Ders Kitapları Standardizasyon Çalışmaları
Hasan Ali Yücel, bakan olduktan sonra kendisinden önce yapılan çalışmaları daha
da geliştirerek devam ettirmiş bunun yanında milli eğitim teşkilatının tam anlamıyla bir
sistem karakteri taşıması için çalışmalara girişmiştir. Bu çalışmalar teşkilat yasasından
disiplin ve sınıf geçme yönetmeliğine, öğretmenlerin sosyal haklarından gramer ve ders
kitaplarının standardizasyonuna uzanan çizgide bir çok çalışmayı gerektirmiştir.
Cumhuriyet sistemi ile birlikte değişen programlar, harf inkılabı ve oluşturulmaya
çalışılan zihniyet ve düşünce değişikliği için en önemli araç olarak eğitim görülmüştür.
Yücel eğitimin dört unsuru arasında saydığı ders kitaplarında da ulaşılmak istenen amacın
sağlanması için standardizasyon çalışmaları yapmıştır.
Bu çalışmalarda Türk Dil Kurumunun çalışmalarında ulaştığı sonuçlar ile ders
kitaplarının standardizasyonu işlemleri birbiriyle eş zamanlı olarak yürümüştür. Yücel,
dilde kelime kullanımı konusunda dayatma yapılmasına taraftar değildir ancak terimler
konusunda bir zorlama yapılması gerektiğini düşünür.
Bu yüzden Türk Dil Kurumunca hazırlanan bilim terimleri 1939 yılından itibaren
bütün orta derecedeki okullarda kabul edilmiş diğer terimlerin kullanılması yasaklanmıştır.
Bunda amaç, yeni terimlerin okullarda hergün kullanılarak yaygınlaştırılması ve dile
girmesinin sağlanmasıdır. (Çıkar,1997: s.103)
Hasan Ali Yücel döneminde ders kitapları konusunda bu şekilde bir
standardizasyon sağlanırken ders kitaplarının basılması ve ülkenin her yerine seri bir
şekilde dağıtılması için bir basım ve dağıtım teşkilatlanması kurulur. (Yücel, 1993: s.107)
Yücel, okutulan ders kitapları konusunda öğretmenlerin rastladıkları “tahrir, tertip,
tabı, ilim hatalarını ve her kitabın bir okul kitabı olmak bakımından müspet ve menfi
vasıflarını rapor halinde” bildirilmesini isteyerek, gelen bu öneriler ve eleştiriler ışığında
‘Ders Kitapları Düzeltme Kılavuzları’ yayınlar.
I.9.g.H.Ali Yücelin Mesleki ve Teknik Eğitim Çalışmaları
Mesleki ve Teknik eğitim Hasan Ali Yücel’in bakanlık görevinde ilköğretim ile
birlikte ağırlık verdiği ikinci konudur. Onun zamanında mesleki eğitim alanındaki
gelişmeler haksız bir şekilde Rüştü Uzel’e maledilmeye çalışılmış, Yücel’in hümanist
anlayışı çerçevesinde mesleki ve teknik eğitimde sayısal olarak bir ilerleme görülse de
temel eğitim anlayışı olan hümanizm içinde gerekli önemin vermediği yolunda eleştiriler
gelmiştir.(Doğan, 2001: s.28)
Cumhuriyet kurulduğunda ülkede bir mesleki eğitim ve teknoloji kültürü
bulunmuyordu. 1923 yılından 1927 yılında kadar meslek okulları Milli Eğitim Bakanlığına
değil il özel idarelerine ve belediyelere bağlı bir durumdaydı. Hasan Ali Yücel bakan
oluncaya değin geçen sürede mesleki ve teknik eğitim konusunda şu çalışmalar yapılmıştır.
Eğitim sisteminin incelenmesi ve uluslar arası deneyimlerden faydalanmak için
Yabancı Eğitim Uzmanları davet edilmiştir. Mesleki ve teknik eğitim alanındaki öretmen
ihtiyacının giderilmesi için 1927-1938 yılları arasında 180 öğretmen yurtdışında eğitilmiş
ve 65 kadar uzman da Türkiye’ye davet edilmiştir.
1936 yılında hem yurt dışına gidip gelen öğretmen ve uzmanların hem de Yabancı
uzmanların tespitlerine dayanan bir ‘Mesleki Eğitim İnkişaf Raporu’ hazırlanmıştır. “Bu
rapor her yörede hangi okulun açılacağını, hangi branşların bulunacağını belirlemiş, aynı
zamanda Türkiye’de köy kurslarından üniversiteye kadar mesleki eğitimi bir bütünlük
içinde ele almıştır. Bu plan mesleki eğitim için sağlam bir temel oluşturmuştur.”(Doğan,
2001: s.21)
Cumhuriyetin ilk döneminde meslek okullarının eğitim ve denetimi milli eğitim
bakanlığına devredilir. 1933 yılında Milli Eğitim Bakanlığı çerçevesinde Mesleki ve
Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü kurulur.
Hasan Ali Yücel döneminde önceki gelişmelere iki önemli katkıda bulunulur.
Bunlar Mesleki eğitim için yasal bir dayanağın oluşturulması ve Cumhuriyet Döneminde
ilk defa oluşturulan 1942 – 1950 yılları arasını kapsayan geleceğe dönük yatırım bütçesinin
hazırlanmasıdır. 1941 yılında Maarif Vekaleti Merkez Örgütü yeniden düzenlenirken
bakanlık içinde iki müsteşarlık oluşturulur: Genel Eğitim Müsteşarlığı ile Mesleki Teknik
Eğitim Müsteşarlığı. Bu sistemle ayrı bir teşkilatlanma yapısı geliştirilmiş ve eğitim
hizmetleri iki ayrı grupta toplanmıştır.
Mesleki ve Teknik okulların ülke genelinde yaygınlaştırılmasında ve mevcut
okulların ihtiyaçlarının karşılanması için 1942 yılında 4304 sayılı Mesleki ve Teknik
Okullarının açılması ve Büyütülmesi Hakkındaki Kanun çıkarılarak mesleki eğitimin
geliştirilmesi sağlanmıştır.
“Bu kanun, mevcut ve yeniden açılacak meslek okullarının geliştirilmesini, mesleki
ve teknik yüksek öğretim kurumları ile meslek okulu mezunlarının çalışacakları
olgunlaşma enstitülerinin kurulmasını, istimlak, inşaat ve makinelin temininde gerekli
harcamaların karşılanmasını” öngörmüştür.(Doğan, 1983: s.378)
Bu dönemde hizmet veren mesleki ve teknik okullar dört düzeye ayrılmıştır.
Bunlardan en altta orta derecede ve bir devreli eğitim veren erkek sanat okulları, kız sanat
okulları orta ticaret okulları, erkek orta terzicilik okulları, orta yapı okulları vardır. İkinci
derecede ise iki devreli eğitim veren erkek sanat enstitüleri, ticaret liseleri, yapı usta
enstitüleri yer almaktadır. Üçüncü derecede Yüksek Teknik Okulları bulunmaktadır.
Bunlar, Yüksek Teknik Okulu, Motor Usta Okulu, Yüksek Ticaret Okullarından
oluşmaktadır. Dördüncü derecede ise öğretmen yetiştiren, Erkek Teknik Öğretmen Okulu,
Kız Teknik Öğretmen okullarından oluşmaktadır.(Tekeli, 1983: s.664)
I.9.h.H. Ali Yücelin Beden Eğitimi ve Spor Çalışmaları
Türk Spor Kurumu adıyla hizmet veren kuruluş 1938 yılında Beden Terbiyesi
Genel Müdürlüğü kurularak devlet yönetimine devredilmiştir. O yıllardan Milli Eğitim
Bakanlığına bağlı olmayan Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü Hasan Ali Yücel’in
bakanlığı döneminde Milli Eğitim Teşkilatına bağlanır.
Yücel, Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğünün bütçesi görüşülürken uygulamadaki
spor derslerinin hangi şartlarda yapıldığını ve eldeki imkânları inceleten bir rapor
hazırlatır. Gençliğin eğitiminde sporun önemini belirten Yücel 18 Şubat 1946 yılında
Beden Eğitimi ve Spor şurasını “beden eğitimi ve sporda ana prensipleri gözden geçirmek,
eksiklikleri belirlemek ve yeni bir program hazırlamak amacıyla” toplar.(Yücel, 1993:
s.311)
Hasan Ali Yücel Şuranın toplanmasından kısa bir süre sonra bakanlıktan ayrıldığı
için alınan kararları uygulama imkânı bulamamıştır. Ancak, bu şura ile Türk sporunun
sorunları ve eksikleri belirlenmiş ve ileride yapılacak çalışmalara bu kararlar bir zemin
oluşturmuştur.(Bilge, 1989: s.84)
I.9.ı.H.Ali Yücelin Eski Eserler ve Müzelere Yönelik Çalışmaları
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde ve özellikle Tarih araştırmaları içerisinde Türk
Tarih Tezini destekleyici araştırmalara önem verilmiş, Almanya’dan gelen profesörlerin de
katkılarıyla çeşitli kazılar yapılmıştır. Yücel de Hümanist düşüncesinin de bir gereği ve
destekleyicisi olarak Eski Eserlerin araştırılması ve müzelerin kurulmasına yönelik
çalışmalar yapmıştır.
Kuşkusuz eski eserlerin bakımı, onarılması çalışmaları ve müzelerin kurulması
çalışmaları Atatürk döneminde başlamıştır. Hasan Ali Yücel, 1944'te, bu alandaki
çalışmaların daha sağlıklı yürütülebilmesi amacıyla ‘Eski Eserler ve Müzeler Genel
Müdürlüğünü’ kurar. Bu dönemde Yücel'in başkanlığında "İstanbul'un Fethinin 500'üncü
Yıldönümü Hazırlık Heyeti" oluşturularak tören ve şenlikler bir programa bağlanır.
Programın ana hedefleri: Milletlerarası İstanbul Sergisi düzenlenmesi, Olimpiyat
oyunlarının 1954'te İstanbul'da yapılması, Fatih'in ordugâhının sur dışında canlandırılması
ve bunun bir bölümünün olimpiyat köyü yapılması, Sultanahmet meydanının Marmara'ya
doğru genişletilerek görkemli bir taraça ve burada bir inkılâp abidesi tesis edilmesi. Bu
kapsamda, belediye hizmet binasının, tiyatro ve kültür tesislerinin yapılması, Surların,
Yedikule'nin, Rumeli Hisarı'nın, Fatih ve Haseki külliyelerinin, Sebillerin ve çeşmelerin
onarılması, Okmeydanı'nın tarihi kimliğine göre tanzimi de programa alınmıştır.
Tüm ön çalışmaları yapıldıktan sonra, yetkililer tarafından '' ...böyle muazzam bir
projenin ve hazırlığın Hıristiyan âleminin Türkiye aleyhine dönmesine yol açabileceği...''
ileri sürülerek proje onaylanmaz.
16 Şubat 1945'te de 12 müzecilik uzmanının katıldığı ‘Eski Eserler ve Müzeler
Birinci Danışma Komisyonunu’ toplar. Yücel burada yaptığı konuşmada şunları belirtir:
1.Yapılacak ilk işin ülkenin dört bir yanındaki tarihi ve sanat değeri bulunan eserlerin
haritalarla tespit edilmesi ve buna İstanbul’dan başlanması gerektiğini belirtir. 2. Eski
eserlerin onarılması sıralamasında sanat değeri yüksek ve yıkılma tehlikesi daha çok
olanlara öncelik tanınması gerekmektedir. 3.Onarılan eserlerin canlı tutulması için
“bugünkü hayat şartlarına göre yeni vazifeler verilmesi gerektiğini” aksi takdirde buraların
yıkılacağını belirtir.
Kültürün bir bütün olduğunu ve sadece okullarda ve sınıflarda öğretilemeyeceğini
ifade eden Yücel, eski eser ve müzelerin bu kültür aktarımı ve bilinci oluşmasında önemli
bir yer tuttuğunu belirterek yapılması düşünülen çalışmalarla Türkiye’nin bir açık hava
müzesi olmasını ister.(Yücel, 1993: s.265)
I.9.i.H. Ali Yücel ve Yükseköğretim Çalışmaları
Türkiye'de yüksek okulların gelişmesi İstanbul ve Ankara'da yüksek öğrenim
kurumlarının açılması Yücel döneminde sürer. Bu dönemde Ankara Fen Fakültesi,
İstanbul Teknik Üniversitesi, Ankara Tıp Fakültesi kurulur. 4 yıl süren bir hazırlıktan
sonra, 13 Haziran 1946'da 4936 sayılı ‘Üniversiteler Kanunu’ çıkarılır.
Bütçe, öğretim ve yönetim açısından üniversitelerin özerkliğini içeren bu son
derece önemli yasayla, yüksek okulların Milli Eğitim bakanlığı ile olan sıkı bağı büyük
ölçüde kaldırılır. O zamana değin mevcut olan kuruluşlarda yapısal olarak birleştirilip
koordine edilmiş ve üniversiteye sağlam bir organizasyon verilmiştir. Yasa öğretim kadar
araştırmaya da ağırlık verir. Üniversite programlarını "Klasik ve Ansiklopedik" bilgi yığını
olmaktan çıkarmakta, öğretimin araştırmalar ile desteklenmesini ve ülke sorunlarına
yönelinmesini öngörmektedir.
Türk üniversite tarihinde bir dönüm noktası olan Üniversiteler Kanununun önemli
sonuçlarından biri de Ankara Üniversitesi'nin kurulmasıdır.
I.9.j.H. Ali Yücel ve Unesco
II. Dünya Savaşı sona erdikten sonra Hasan-Âli Yücel, 1945'te, 4-20 Kasım
arasında Londra'da toplanan ve 43 ülkenin katıldığı UNESCO toplantısına katılarak
ülkemizi temsil eder. O, burada yaptığı konuşmada, "Birleşmiş Milletler'in eğitim ve
Öğretim alanında yapacakları iyi İşbirliğinin dünya barışının temeli olduğu"nu vurgular.
UNESCO'nun statüsüne ilişkin anlaşma 20 Mayıs 1946'da Türkiye tarafından imzalanır; üç
yıl sonra da UNESCO-Türkiye Millî Komisyonu Ankara'da toplanır.(Yücel, 1993: s.295)
I.10.H.Ali Yücelin Bakanlıktan Ayrılışı
II. Dünya Savaşı sona erdikten sonra Dünya’da esen çok partili sistem ve
demokrasi rüzgârlarının da etkisiyle İsmet İnönü “bir muhalefet partisine ihtiyaçtan” söz
eder ve çok partili seçime geçilmesi kararına varır.
Hasan Ali Yücel ve Falih Rıfkı Atay, İnönü ile yaptıkları uzun görüşmelerde onu
bu kararından vazgeçirmeye çalışırlar. Yücel “halkın gerçek bir demokrasiye hazır
olmadığını”, bu uygulamanın tepeden inme yanlış bir demokrasi olacağını belirterek ısrarla
İnönü'ye bir süre daha beklemesini ve Köy Enstitüleri ile ilgili çalışmalarına hız vermesini
önerir.(Çıkar, 1997: s.119) Ancak bu öneri kabul görmez.
1946 seçimleri öncesi İzmir'de çalışan Yücel, Demokrat Partinin buradaki
propagandalarından rahatsız olur. Ankara'ya döndüğünde gelecekten ve demokrasiden
ümidini kesmiş olarak politikadan çekilmeye karar verir. 5 Ağustos 1946'da 7 yıl 7 ay
görev yaptığı bakanlıktan istifa eder.
Bakanlıktan istifası ve İsmet İnönü’nün desteğini çekmesi ile yaşamının olağanüstü
verimli bir döneminin sona erdiği, şahsına ve eserlerine karşı karalamaların, iftiraların ve
saldırıların yoğunlaştığı bir dönemin başlangıcı olur.
O bu dönemi “Dinle Benden” (1998f: s.44-45)de şöyle anlatır.
“Seçim arifesindeydik, kırk altı yılındaydı,
Kararım hükümetten çekilme yolundaydı.
…
Çalışmayla geçmişti yıllarca yazım kışım.
Yorulmuştum, bitkindim, muhtaçtım dinlenmeye,
Nitekim de çekildim başım dinç olsun diye.
Devlet başkanımıza bu fikrimi söyledim
İzmir’den dönüşümde beni bırakın dedim.
Sade o kadar değil, dediklerim var daha,
Gördüklerim ne ise anlatmıştım ben ona.
…
Altı ağustostaydı çekildim bakanlıktan,
Ondan sonra başladı hücumlar dörtbir yandan.
Hücuma İnönü’ye yakınlığım sebepti,
İlk ağızda her biri beni tepti.
…
Hangi sözcüğün sonunda “ist” gelmişse o, bendim,
Tanıyamaz olmuştum artık kendimi kendim.
Madem sonunda “ist” var nasıl komünist olmam?
Yüzde yüzdü bir yandan bunlarca faşist olmam
Bu şaşkınlar gözünde olmuştum ben sosyalist.
Hem komünist, hem faşist, hem anti-nasyonalist.”
Diye devam ederek o dönemde yapılanları anlatan Yücel, kendisi hakkında yapılan
suçlamaların aslı olsaydı hala cezaevinde yatıyor olacağını belirtir. ”benim komünist
olmadığımı önce Allah sonra sahici komünistler bilir… ben ne komünist oldum ne de
olacağım”der.(Yücel,1998a: s.461)
I.10.a. H. Ali Yücel Kenan Öner Davası
Hasan Ali Yücel Kenan Öner davası Yücelin kendisine hakaret edildiği iddiasıyla
Ankara Cumhuriyet Savcılığına 17 Şubat 1947 yılında başvurması üzerine açılır. Bu
davanın açılmasına yol açan olay devrin içişleri bakanı Şükrü Sökmensüer’in 29 Ocak
1947 yılında TBMM’de yaptığı konuşma sebep olmuştur.
Sökmensüer Meclisteki konuşmasında Türkiye’de komünistlerin demokrasinin
geliştirilmesi yönünde CHP tarafından atılan her adımdan yararlanmaya kalkıştıklarını,
Demokrat Parti kurucularıyla bağımsız milletvekili Mareşal Fevzi Çakmak’a çengel
attıklarını iddia eder. Bu iddiasını doğrulamak isteyen Sökmensüer 1945-1946 yıllarında
Komünist Parti ve bu partiye şu ya da bu ölçüde yakınlığıyla bilinen Şefik Hüsnü, Cami
Baykut, Zekeriya Sertel ve Tevfik Rüştü Aras tarafından yazılmış yazı ve mektupları
açıklar.(Ertuğrul, 2001: s.15)
Sökmensüer’in bu konuşması üzerine Fevzi Çakmak “Ben daha iş başında iken
Eski Bir Milli Eğitim Bakanı’nın bu faaliyeti destekleyen harekatından dolayı Hükümet’i
resmen ikaz ettim. Kimse kulak asmadı ve sonra Hamidiye Köy Enstitüsündeki komünist
yuvasından bahsettiler..”diyerek basına bir demeç verir.
Çakmak’ın bu beyanı üzerine Hasan Ali Yücel 7 Şubat 1947 günü Ulus
Gazetesinde Fevzi Çakmak’a yönelik olarak bir Açık Mektup yayınlar ve demecinde geçen
Eski Bir Milli Eğitim Bakanı’nın kendisi olup olmadığını, hangi komünistlerin nasıl
desteklendiğini, kendisinin bu konuda hükümeti zamanında uyarıp uyarmadığını sorar.
Fevzi Çakmak’ın bu sorulara cevap vermemesi üzerine ikinci bir Açık Mektup ile bu
soruları tekrar eder.
Yücel’in bu sorularına cevap olarak Nihal Atsız’ın avukatı ve Demokrat Partinin
İstanbul İl Başkanı olan Kenan Öner, ‘Yeni Sabah’ gazetesinin 11 Şubat 1947 tarihli
sayısında “Evet O Maarif Vekili Sizsiniz” başlıklı bir açık mektup ile cevap verir. Yücel
bunun üzerine Kenan Öner’e dava açar. Başlangıçta Yücel’in açtığı bir hakaret davası olan
bu dava daha sonra, bir anlamda, Hasan Ali Yücel’in bütün bakanlık iddialarının hesaba
çekilmesi ve sorgulanmasına dönüşür.
Yücel, kendisinin şikâyetçi olduğu bir davada sanık durumuna düşürülür. Ancak
kendisi hakkındaki komünistleri korumak gibi bütün iddialara tek tek cevap verir. Bu
davanın sürdüğü dönemde yazmış olduğu Allah Bir (Yücel, 1961) adlı şiir kitabını
iddialara karşı korktu ve savunmak için yazdı denmemesi için ölünceye kadar yayınlatmaz.
Bu kitap ancak ölümünden sonra 1961 yılında yayınlanır. Başka bir baskısı da yapılmaz.
Bu dava gerek şahitleri gerekse Yücel’in koruduğu iddia edilen kişiler bakımından
oldukça dikkat çekici bir dava olmuştur. Kenan Öner, aralarında Nihal Atsız, Orhan Şaik
Gökyay, Necdet Sancar, İsmet Rasim Tümtürk, Alparslan Türkeş, Hikmet Tanyu, İlhami
Soysal, gibi dikkat çeken isimlerden 21 kişilik bir şahit göstermiştir.
Yücel’in korumakla itham edildiği kişiler ise Sabahattin Ali, Sadrettin Celal antel,
Hasan Ali Ediz, Pertev Naili Boratav, Muzaffer Şerif Başoğlu, Niyazi Berkes, Mediha
Berkes, Adnan Cemgil, Behice Boran, Abdülbaki Gölpınarlı, Nazım Hikmet, Rıfat Ilgaz,
İsmail Hakkı Tonguç gibi isimlerdir.(Ertuğrul, 2001: s.20-21)
Bu davanın en ilginç yönlerinden birisi Kenan Öner Yeni Sabah Gazetesinde
yayınlanan Açık mektubunda Hasan Ali Yücel’i “Üniversite Kürsüsünde okutulan Türk
İnkılabı dersleri ile gençlikte milliyet cereyanını ırkçılık-turancılık derecesine çıkarmaya
yardım” etmekle suçlaması ve dava açıldıktan sonra Yücel’in aleyhine şahitlik yapanların
da Turancı görüşleri ile bilinen kişilerden oluşmasıdır. Milliyetçilik düşüncesini Irkçı
Turancı düşünce seviyesine çıkarmakla itham edilen Yücel’in karşısında Turancı
düşünürler görülmektedir.
Başlı başına ayrı bir inceleme konusu olabilecek nitelikteki bu dava da araştırma
konusu yapılmıştır.(Yıldız, 2002) Hasan Ali Yücel kendisine isnat edilen Tercüme Bürosu
tarafından çevrilen kitaplardan Köy Enstitülerine ve adları Komünistlik ve Komünistleri
koruma iddiasında geçen kişilere kadar bütün iddiaları tek tek çürütür ve davayı kazanır.
Bir anlamda Yücel’in icraatlarının mahkûm veya beraat edilmesi niteliğindeki
davadan sonra politik hayatına da son vererek CHP’den istifa eder.
I.11.H.Ali Yücelin Bakanlık Sonrası Çalışmaları
Hasan Ali Yücel Bakanlıktan ayrılır ayrılmaz bugün de elimizde önemli bir kaynak
olarak bulunan Cumhuriyet döneminde görev yapmış bütün Milli Eğitim Bakanlarının,
Başbakanların ve Cumhurbaşkanlarının Eğitimle ilgili söylev ve demeçlerini 1946-1947
yılında yayımlar.
İstifasının ardından Hasan-Ali Yücel, gazetecilik görevine döner; dönemin etkin bir
gazetesi olan C.H.P.’ nin yayın organı Ulus'ta yazılar yayınlar. Bir süre sonra yazılarının
yayınlanmadığını görür. Sebebini araştırdığında İnönü'nün talimatıyla yazılarının
engellendiğini öğrenir. ''Düşüncelerimi açıkça ifade edemeyeceğim bir kuruluşta daha fazla
kalamam'' der ve partiden istifa eder ve politik yaşamını noktalar.
1950-1960 yılları arasında Cumhuriyet Gazetesinde “Köşemden” başlığı altında
yazılar yazar. Yurt dışı gezilerine çıkar.“Kıbrıs Mektupları” ve “İngiltere Mektupları” adlı
eserlerini bu dönemde yayımlar. 1956'da buna paralel olarak ''İş Bankası Kültür Yayınları''
nı yönetmeye başlar. 21 Kasım 1950'de, söz konuşu gazeteyle ilişkisi bozulunca, üyesi
olduğu partiden de ayrılır, politik hayatını noktalar.
Bir süre (1956'dan itibaren) İş Bankası Yayın İşlerini yönetir, 1960'ta bunu da
bırakır. İş Bankası Kültür yayıncılığını da yöneten Yücel bakanlıktan ayrılmasına rağmen
Türk Kültürüne ve Milli Eğitimine hizmet etmeye devam etmiştir.
Bakanlıktan ayrıldıktan sonraki dönemde yazdığı yazı ve şiirlerinde önemli bir
değişiklik göze çarpar. Özellikle 1950 yılından itibaren dini muhtevalı yazılar yazmaya ve
dini konular üzerinde daha hassas bir şekilde durmaya başlar.
“İyi Vatandaş, İyi İnsan” (1956) adlı eserinde; ikinci dünya savaşının insanlığa
kaybettirdiği maddi değerlere karşılık manevi değerlerin güçlendiğini, Bolşevik Rusya’nın
ve Komünizmin dahi bu değerleri yıkamadığını yazar. Müspet ilim ve teknikte ilerleyen
toplumlarda manevi ilerlemenin de olduğunu belirtir. Son yıllarda dini bağların
gevşemediğini, aksine güçlendiğini dile getirir. Bizde de çok partili hayatla birlikte
demokrasi ve hürriyetteki gelişmelerin manevi kıymetleri tekrar gündeme getirdiğini,
ilahiyat fakülteleri ve imam hatip okullarının açılışının bu ihtiyaçtan kaynaklandığını ifade
eder (Yücel, 1998e: s. 4-6).
İki şiirden oluşan “Allah Bir” adlı eserinde siyasi hayattan sonraki dönemle ilgili
olarak ilgi çekici mısralar yer alır. Kitabın önsözünde insanlık tarihini, tüm devirlerde
insanı Allah’ı aramasının hikayesi olarak özetler ve tanımlar. “İyi Vatandaş İyi İnsan”
eserinin önsözünde de “... günlük ve geçici ikballerin parlak, fakat gözlerimizi oyan ve bizi
kör eden aletler...” olduğunu anlamış bulunduğunu, halbuki insan için en büyük nimetin
görme olduğunu ve özellikle de olanı olduğu gibi görmek olduğunu yazmıştı. İmansızlık
ile imanı ve inkarı karşılaştırdığı mısralarda Allah’ın varlığını işaret eder:
İmansızlık bir ayrı îmân, İnkâr ile sarsılar mı Rahmân?
Zâten, yoksan nedir bu inkâr? İnkâr edenin içinde ikrar (s. 26).
Kur’ân-ı Kerim ve surelerini konu edindiği mısralarda Arapçası üzerinde
dururken;
Güçlük yoktur Arapçasında, İdraki lâfızlar arasında (s. 36) diye belirtir.
İman ve Hürriyet arasında doğrudan irtibat olduğunu yazar. Hürriyetsiz ne
ibadetin ne de diyanetin olamayacağını, Allah’a bağlanan kullara birden yolların
açıldığını, imana esaretin yakışmadığını, selametin hür olmada olduğunu;
İslamiyet bu kurtuluştur, Hürriyeti dinde bir buluştur. Feyz aldım onun hakikatinden, Kurtuldum esirlik âfetinden (s. 42-43) diye noktalar.
Bıktım kula kulluk eylemekten, Her hırsı çıkarmışım yürekten. Bağsız kişiyim, bağımsız oldum; Hürriyeti ben bu yolda buldum.
Mısralarında huzura vardığını, zulmetin bitip nura vardığını, tevhide ermekle
hür bir insan olduğunu, düştükten sonra sahte kaygılardan sıyrıldığını, artık eski
zamanları aramadığını, artık yükselişe meyli kalmadığını; teyid eder.
Kendini hakka vermekle dertlerinin bittiğini gördüğünü yazmıştır.
Bir tek dileğim sen oldun artık, Mâşuk olayım diyor bu âşık. Ancak sensiz dilimde zikrim, Zikrimle bir oldu şimdi fikrim.
Tanrım, beni senden ayrı kılma; Sensizlik içinde gayrı kılma.
Hasan Ali Yücel yazılarında o kadar çok üzerinde durduğu Hürriyet anlayışıyla
çelişmek pahasına 27 Mayıs 1960 darbesini destekler. Darbe sonrasında kurulan Milli
Eğitim Komisyonunda da görev alır. Hürriyet Gene Hürriyet kitabının birinci cildinin
önsözünde övdüğü darbeden bir süre sonra Cumhuriyet gazetesindeki yazıları da
engellenir. Hasan Ali Yücel, 26 Şubat 1961 sabahı İstanbul’da, kendisini uzun zamandır
rahatsız eden enfarktüs nedeniyle vefat eder. Ankara Cebeci Asrî Mezarlığında toprağa
verilir.
I.12.H.Ali Yücelin Eserleri
Hasan Ali Yücel öldüğü zaman geride büyük bir eser bırakmıştır. hemen her
kademesinde çalışıp bir sistem karakteri kazandırdığı Türk Milli Eğitimine bakan olarak
hizmet etmenin dışında Türk Kültürüne yazdığı yazı, araştırma, inceleme ve çevirilerle
büyük katkıda bulunmuştur. Hasan Ali Yücel’in eserleri yayınlanma tarihine uygun olarak
aşağıda sıralanmıştır. (Çıkar, 1997: s.156-176)
1. Felsefe Elifbası-Ruhiyat, İstanbul 1923
2. Surî ve Tatbikî Mantık, İstanbul Millî Matbaa 1926,
3. Türk Edebiyatı Numuneleri, Birinci Cilt, (Hıfzı Tevfık (Gönensay) ve
İhsan Hamâmîzade (Hamâmî) ile birlikle), İstanbul Millî Matbaa 1926
4. Sanat Muhasebeleri, İstanbul Devlet Matbaası 1928
5. Tevfik Fikret: Tarihi KadîmDoksan Beşe Doğru (baskıya hazırlayan:
Hasan-Âli) İstanbul 1928
6. Goethe: Bir Dehanın Romanı, Remzi Kitaphanesi, İstanbul 1932
7. Mevlana'nın Rubaîleri, Remzi Kitaphanesi, İstanbul 1932
8. Türk Edebiyatına Toplu Bir Bakış, Birinci Kitap, Remzi Kitaphanesi
1932
9. Askerlik ve İdare İçin Istılah Olabilecek Türkçe Sözler, (Ahmet
(Caferoğlu ile birlikte), Maarif Vekaleti Basımevi, Ankara 1933
10. Dönen Ses, Remzi Kitaphanesi, İstanbul 1933
11. Türk Edebiyatı( Abdülkadir ile birlikte yazılmış), Başvekalet Müdevvenat
Basımevi, Ankara
12. Türk Edebiyatı (Abdülkadir ile birlikte yazılmış), Devlet Basımevi,
İstanbul 1934
13. Fransa Maarif Teşkilatında Müfettişler, Devlet Basımevi, İstanbul 1934
14. Fransa'da Kültür İşleri, Devlet Basımevi, İstanbul 1936
15. Bir Türk Hekimi ve Tıbba Dair Manzum Bir Eseri, Devlet Basımevi,
İstanbul 1937
16. Fazıl Ahmet Hayatı ve Eserleri, Cumhuriyet Kitaphanesi, İstanbul 1937
17. Pazartesi Konuşmaları, Remzi Kitabevi, İstanbul 1937
18. Sizin İçin, Çocuklara Şiirlerim, Ülkü Basımevi, İstanbul 1937
19. İçten-Dıştan, Ulus Basımevi, Ankara 1938
20. Türkiye'de Orta Öğretim, Devlet Basımevi, İstanbul 1938
21. Ebedî Şef, Maarif Basımevi, İstanbul 1939
22. Maarif Vekili Hasan-Âli Yücel'in 1939 Maarif Şûrasını Açış Nutku, 17
Temmuz 1939, Maarif Matbaası, İstanbul 1939
23. Mantık, 2 fasikül, Maarif Basımevi, Ankara 1942
24. Üniversitenin Onbirinci Ders Yılına Başlama Töreninde Maarif Vekili
Hasan-Âli Yücel'in Mesajı, Kenan Basımevi, İstanbul 1944
25. Zonguldak'ta Maarif Vekili Hasan-Âli Yücel'in Söylevleri, Karaelmas
Basımevi, Zonguldak 1944
26. Bilimler Felsefesi, Mantık, M.E.B, Ankara 1947
27. Dâvam, Ulus Basımevi, Ankara 1947
28. Hasan-Âli Yücel'in Açtığı Davalar ve Neticeleri, Ulus Basımevi, Ankara
1950
29. Mantık Dersleri, Liselerin Son Sınıfları İçin, İstanbul 1952,
30. Mevlâna, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 17.12.1952
31. Felsefe Dersleri, Metafizik, Ahlâk, Estetik, Liselerin Edebiyat Kolları
İçin, Maarif Basımevi, İstanbul 1954
32. Yurttaşlık Bilgisi, 4. Sınıf (Rakım Çalapala ile beraber yazılmıştır), Atlas
Yayınevi, İstanbul 1955
33. Yurttaşlık Bilgisi, 5. Sınıf (Rakım Çalapala ile beraber yazılmıştır), Atlas
Yaynevi, İstanbul 1955
34. Hürriyete Doğru, Inkılâp Kitapevi, İstanbul 1955
35. İyi Vatandaş-İyi İnsan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Seri I, No. 2,
Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1956
36. Kıbrıs Mektupları, İş Bankası Kültür Cep Kitapları, Sayı 5 Türk Tarih
Kurumu Basımevi, Ankara 1957
37. Edebiyat Tarihimizden I, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Seri I, No.
6, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1957
38. Katip Çelebi ve Kesf-El-Zunun, ('Katip Çelebi'den ayrı basım), Türk
Tarilı Kurumu Basımevi, Ankara 1957
39. İngiltere Mektupları, İş Bankası Kültür Cep Kitapları, Sayı 8, Türk Tarih
Kurumu Basımevi, Ankara 1958
40. Hürriyet Gene Hürriyet, Cilt I, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Seri l,
No. 14, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1960
41. Dinle Benden, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1960
42. Allah Bir, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1961
43. Hürriyet Gene Hürriyet, C. II. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Türk
Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1966
44. Atatürk, Hazırlayanlar; Salih Omurtak, Hasan-Âli Yücel, İhsan Sungu,
Enver Ziya Karal, Faik Reşit Unat, Enver Sökmen, Uluğ İğdemir, 1000 Temel Eser: 25,
Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1970
45. Kültür Üzerine Düşünceler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 142,
Edebiyat Dizisi 35, Ankara 1974
46. Geçtiğim Günlerden, İletişim Yayınları, İstanbul 1990
47. Öğretmen Öğrenci Köşesi, Hazırlayan Canan Eronat, T.C Kültür Bakanlığı
Yayınlarr 1971, Yayımlar Dairesi Başkanlığı Türk Klasikleri Dizisi: 41, T.T.K.
Basımevi, Ankara 1995
II. BÖLÜM
HASAN ALİ YÜCEL DÖNEMİ EĞİTİM DÜŞÜNCESİ
Osmanlı Aydınları ikinci meşrutiyet döneminde hayata aktarılamasa bile hem o
devrin, hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde etkili olan fikir sistemleri geliştirmiş ve
bunları ifade edecek imkânlar bulmuştur. Başgöz’ün de belirttiği gibi “Türkiye
Cumhuriyeti’nin ilk on yılında eğitime yön veren kadro İkinci Meşrutiyet devrinde
yetişmiştir.”(Başgöz, 1995: s.32)
Bu bölümde Hasan Ali Yücel’in eğitimini sürdürdüğü yıllarda etkin olan eğitim
düşünürleri ve onların eğitimle ilgili görüşlerine yer verilecektir. Yücel’in düşüncelerinin
teşekkül devresine tekabül eden bu dönemdeki tartışmaların bilinmesi onun bu tartışma ve
kişilerden ne ölçüde etkilendiğini ortaya koyması, eğitim felsefesinin şekillenmesi
konusunda aydınlatıcı olacaktır. Yücel de “İnsanın ilk idrak ve mayalarını gençlikte
yoğururlar.” (Yücel, 1998a: s.147) diyerek bu etkileşimin gücünü ortaya koyar.
Bu bölümde II. Meşrutiyet dönemi eğitim düşünürlerinin tamamı üzerinde değil,
onun daha sonraki yıllarda yazdığı yazılarda sözünü ettiği kişi ve akımlar üzerinde
durulacaktır.
II.1.Emrullah Efendi (1858-1914)
II.Meşrutiyet döneminde Emrullah Efendi ile yapılan maarifteki değişiklikler
Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen eğitim atılıman ilişkin düşüncelerin geliştiği ve
denendiği bir hazırlık evresi olarak nitelendirilebilir. (Tekeli, 1983: s.659)
Emrullah Efendi Maarif Nazırlığı makamına oturan ilk eğitimcidir ve Meşrutiyet
dönemindeki diğer Tanzimat zihniyetini devam ettiren Osmanlı aydınları gibi Fransız
eğitim sisteminin etkisindedir.(Sakaoğlu, 1993:s.482)
Meşrutiyet dönemi eğitiminde, gerek gerçekleştirdiği eğitim reformları gerekse
reformların başlangıç noktasını açıklamak, uygulamalarının teorik çerçevesini çizmek ve
temellendirmek için savunduğu “Tuba Ağacı” teorisi ile önemli bir yer edinmiş, kendi
dönemi ve kendisinden sonraki dönemlerde de bu teorisi ile adından bahsettirmiştir.
Türkiye’deki eğitim tartışmalarına ‘seçkinler eğitimi’ kavramının girmesini de
sağlayan Emrullah Efendi Mülkiye Mektebinden mezun olduktan sonra Yanya, Selanik,
Halep, İzmir’de maarif müdürlüğü, Meclis-i Maarif üyeliği, Darülfünun hocalığı yapmış,
1910-1911 ve 1912 yıllarında iki kez Maarif Nazırlığı yapmıştır.(Ergün, 1982b: s.1-2)
İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu Emrullah Efendi orta eğitime Avrupai ve insani
karakterini veren ve modern bir üniversite fikrini ortaya koyup İttihad ve Terakki’de
‘Türklük ve Türk Kültürü şuurunu canlandıran’ kişi olduğunu belirtir ve “Türklük şuuru
bakımından Ziya Gökalp de kişiliğini yarı yarıya ona borçludur” diye ekler. (Sakaoğlu,
1983: s.482)
Emrullah Efendi, teşkilatçılığının yanında “Ali Suavi’nin başlattığı Batı tarzı
ansiklopedi meydana getirme faaliyet çerçevesinde 1902’de yayınladığı Muhitü’l-maarif
adlı eseriyle” dikkati çekmiştir.(Kafadar, 1997: s.203)
II.1.a.Eğitim Hakkındaki Görüşleri
Hasan Ali Yücel 1945 yılında yaptığı bir konuşmada Tevfik Fikret ile Emrullah
Efendi’yi eğitim açısından kıyaslayarak “zamanla anlıyoruz ki Emrullah Efendi eğitim
davasını tutmakta Fikret’ten üstün bir insan” der. (Yücel, 1993: s.288)
Meşrutiyet döneminde Maarif Nazırlığına getirilen ilk eğitimci olan Emrullah
Efendi görev yaptığı dönemde birçok yenilikler yapmıştır. Emrullah Efendi, Türk eğitim
tarihinde daha çok “Tuba Ağacı Nazariyesi” adıyla bilinen, maarifte ıslahata ilköğretimden
değil yükseköğretimden başlamak gerektiği şeklinde özetlenebilecek görüşüyle tanınır. Bu
teorisini şöyle açıklar:
“İlim yukarıdan başlar. Fakat ben bu nazariyeyi söylediğim vakit mekatib-i ibtidaiyeyi
yapmayacağım, mekatib-i ibtidaiyeye ehemmiyet vermeyeceğim demedim. En ziyade oraya
ehemmiyet vereceğim. Mekatib-i ibtidaiye içindir ki ben yukarıdan başlıyorum. Evet, Şecere-i
marifet şecere-i Tuba gibidir. Onun kökü yukarıdadır. Bugün tarih tedkik olunsun, bütün fünun
meydana konsun; acaba ilm-i beşer nasıl terakki etmiştir?”(Kafadar, 1997: s.203)
Buna göre eğitimde yenileşme ve düzenlemeye ilköğretimden değil Darülfünundan
başlanmalıdır. Cennetteki Tuba ağacının kökleri yukarıda, dalları aşağıdadır. Bizim
eğitimimiz de yukarıdan aşağı getirilebilir. Çünkü bizde önce bilimsel zihniyet kurup
geliştirmek gereklidir. Bunu da Darülfünun yapabilir. Çünkü beşeri ilimler bu şekilde
ilerlemiştir.
Emrullah Efendi “Maarif Tuba ağacına benzer” der ve benzetişimi şöyle kurar.
“önce yüksek bilim yuvaları etkin olmalıdır. Bu nedenle idadiler kaldırılmalı, yedi sınıflı
sultaniler açılmalı, Darülfünun en ileri düzeye kavuşturulmalıdır. Buralardan yetişenler
çoğaldıkça halk da aydınlanacaktır.” Bu teorisine uygun siyasal yaklaşımlar ile yeni
Darülfünun Nizamnamesi, eğitime yönelik tartışmalar başlatır.
Satı Bey Emrullah Efendi’nin bu yaklaşımını eleştirir ve çürük temele dayalı bir
yükseköğretimin tutarsızlığını ileri sürüp ıslahın ilköğretimden başlaması gerektiğini ileri
sürünce Emrullah Efendi “İlköğretimin yaygınlaştırılması ve ıslahı uzun zaman ister. En az
üç kuşak harcanır… bu beklenilemez. İlerlemek için yüksek öğrenim görmüş kişilerin
gayretine büyük gereksinim vardır” der ve ilköğretimin ıslahı için “ihtiyaç çok, imkan az”
der.
Hasan Ali Yücel, Emrullah Efendinin “bilerek çalıştığını” vurgulayarak ona değer
verdiğini gösterir fakat Tuba ağacı teorisine katılmaz ve eleştirir. Yücel’in bakan olduktan
sonraki uygulamaları da Emrullah Efendiden çok Satı Bey’in görüşlerini kabul ettiğini
gösterir.
Ancak Emrullah Efendi’nin Tuba Ağacı Teorisi, Satı Bey gibi karşı çıkanların
yanında İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu’dan Ziya Gökalp’e uzanan çizgide birçok taraftar da
bulur. Bu teori dışında Emrullah Efendi’nin eğitim alanındaki düşünceleri ve çalışmaları şu
şekilde sıralanabilir:
Emrullah Efendi “muallimlik bir meslektir” demiş ve öğretmenlik mesleğinin
gelişmesi için çaba harcamış, ilköğretim öğretmenlerine devlet tarafından maaş verilmesi
gerektiğini savunmuştur. Bu düşüncesi ise ancak 1948 yılında gerçekleşmiştir.(Akyüz,
1997: s.262)
İdadileri Sultani yapan Emrullah Efendi 1912 yılında tartışmalar da çıkaran
Sorbonne Üniversitesi’ni model alan Darülfünun Nizamnamesini çıkarmıştır. Baltacıoğlu,
Emrullah Efendinin bu husustaki rolü için, “modern bir Darülfünun fikrini ortaya koyan
Maarif Nazırı Emrullah Efendi’dir” der. (Ergin, 1977: s.1225)
II.2.Tevfik Fikret (1867-1915)
Yücel’in düşünce sistematiğinde Tevfik Fikret’in ayrı bir yeri vardır. O Fikret’in
düşünceleri içinde daha çok hürriyet ve istibdada karşı tavrını benimsemiştir. Tevfik
Fikret, Osman Kafadar’a(1997: s.186) göre II.Meşrutiyet döneminde eğitim alanındaki
faaliyetleri bakımından Türkiye’de Anglo-Sakson eğitimine ilk yönelenlerden birisi olarak
kabul edilir.
Tevfik Fikret 1888 yılında Mekteb-i Sultani’den mezun olur. Kısa süren bir
memurluktan sonra hayatının sonuna kadar sürecek olan Türkçe öğretmenliğine başlar.
1894’de Mekteb-i Sultani’ye 1897 yılında ise Robert Kolej’e öğretmen olarak girer. Fikret,
şiirleriyle Batılı düşünüşü Türkiye’ye sokmaya çalışmış, zulme, baskıya ve kötülüklere
isyan etmiş, bütün bir gençliği yurt sevgisi konusunda etkilemiştir.
Meşrutiyetin ilanından sonra Mekteb-i Sultanide müdür olan Fikret bir yandan
Darülfünun’da bir yandan da Satı Bey’in müdürlüğünü yaptığı sıralarda
Darülmuallimin’de edebiyat dersleri verir. Darülmuallimin marşının yazarı da Tevfik
Fikret’tir. Fikret açmayı düşündüğü Yeni Mektep adındaki özel okulda kuramsal Fransız
ekolünün değil faydacı Anglo-Sakson sisteminin uygulanacağını belirtir. (Akyüz, 1997:
s.265)
Meşrutiyet döneminde yaygın olan Türkçülük, İslamcılık ve Batıcılık akımlarından
Batıcılık içerisinde kendini konumlandıran Tevfik Fikret için amaç, terakki ve
medenileşmektir. Ona göre bu amaca ulaşmanın tek yolu vardır: Gençleri pratik hayata
hazırlayacak, onları “erbab-ı fenden ziyade, iş adamı” alarak yetiştirmek maksadına
yönelik “İhtiyacat-ı hazıramıza muvafık” okullar açmaktır.(Akyüz, 1947: s.288)
Tevfik Fikret bu düşüncelerle, “ekonomik ve sosyal ilerleyiş için şart olan yeni bir
eğitim sistemine rehberlik edecek” “Yeni Mektep” adında yeni bir eğitim müessesesi
kurmayı planlar. Fikret bu konudaki görüşlerini tasarlayıp proje haline getirerek 1909
yılında yayınladığı “Yeni Mektep”te açıklamıştır. (Berkes, 2006: s.447)
Bu proje Berkes’e göre Sultan Abdülhamit’in “İngiliz aleyhtarı politikasına bir
tepki olarak, Anglo-Sakson hayranlığıyla birlikte Batı uygarlığının özünün bireycilik,
özgürlük ve onları besleyen eğitim olduğu görüşünün” somutlaşmış bir ütopyası olarak
Türk Eğitim tarihinde yerini almıştır. (Berkes, 2006: s.380)
Fikret projesini gerçekleştirmek için bir çok destek bulmasına rağmen Yeni Mektep
düşüncesinde başarılı olamaz. Bunun nedeni “o devrin toplumunun sosyo ekonomik
özelliklerine uymadığı halde, İngiliz veya Amerikan okul tipini memlekete getirmek
isteyen” projenin taşıdığı “ütopik karakter”dir.(Kafadar, 1997: s.187)
II.2.a.Eğitim Hakkındaki Görüşleri
Fikret’e göre “tahsil bir gaye değil bir vasıtadır.” Bu yüzden öğretimde öğrencilere
yük olabilecek lüzumsuz bilgilerden kaçınmak, verilecek bilgiyi özlü fakat onların yarınki
hayatlarında faydalı olacak şekilde seçici olarak vermelidir. Kitap okulunun bilgi süsünden
uzak kalmalı, öğrenciyi uyuşturucu metodlar yerine serbest sınıf konuşmalarını ve
tatbikatları koymak, gezi ve benzeri diğer faaliyet şekilleriyle gençlere fiili terbiyelerini
mümkün kılacak uygun fırsatlar meydana getirmek gerekir.(Akyüz,1947:s.288-289)
Yeni Mektebin kuruluş maksadı, Fikret’e göre, “sağlam karakterli gençler
yetiştirmektir. Bu amaçla çocuğun tabii çevresi içinde uygun bir ahlak eğitimiyle yetişmesi
için aile hayatı esas alınacaktır. Zihin ve ahlak eğitiminin yanında beden eğitimine de
önem verilecektir. Yeni Mektep, “nazari bilgilere sahip kişilerden çok, iş adamı
yetiştirmek amacında olduğundan, gençlerin ilgi ve yeteneğini, iktisadi refah ve
kalkınmamızın her zaman öz kaynağı olduğundan şüphe edilmeyen ziraat ve ticarete doğru
kuvvetle sevk etmeğe çalışacaktır.” (Kavcar, 1982: s.117)
Çocuklara hitap eden ve didaktik özellikteki ilk şiir kitabı Şermin(1914)i de
çıkarmış olan Fikret, Hasan Ali Yücel’i özellikle özgürlük teması konuları başta olmak
üzere bir çok açıdan etkilemiştir. Yücel de gerek bakan olmadan önce gerek bakan
olduktan sonra çocuklara yönelik didaktik şiir kitapları yazmış ve yayınlamıştır.
Yücel, Fikret’i konu aldığı bir yazısında O’nun “Türk toplumu için bir şahıs değil,
bir mesele” olduğunu belirtir. Fikret’in şahsında “toplumun bilinç altında uyuyup kamlı
bazı davaları aydınlığa çıkmıştır” diyen Yücel şöyle devam eder “bu sebeple sanatından
çok yaşayışı ve davranışı en çok yazışmaya ve tartışmaya konu olmuş büyüklerimizden”dir.
(Yücel, 1998c: s.256)
Yücel’e göre Fikret “etkisi derin çünkü zati değeri üstün bir adamdı”r. Çünkü Türk
toplumunun dini, siyasi ve ahlaki olmak üzere üç alandaki davasına karşı devrindeki
aydınların müphemcilik ve dönekliğin zıddına kesin ve açık bir tavır almıştır. Yücel’e göre
bu tavır alış sonucu Fikret, “yobazlığa hücum, namussuzluğa karşı harp, istibdattan nefret”
etmiştir. (Yücel, 1998c: s.256)
Yücel’e göre Fikret “bizde sosyal ferdiyetçiliğin en kuvvetli temsilcisidir ve
hürriyete aşıktır. Hürriyet ve istipdata karşı olmak açısından Namık Kemal ile Tevfik
Fikret’i kıyaslayan Yücel “medeniyette garplılaşmaya yüzde yüz taraf” olmasından dolayı
Fikret’i Namık Kemal’den üstün tutar.
Hasan Ali Yücel’e göre Fikret’in en büyük hatası o devrin pek çok aydınında
görülen “Türk’lük ve milliyet duygusu” konusundaki eksiklikleri, hatalarıdır. “Kimi kendini
Türk olmadan önce “Osmanlı” kimi Türk olmadan önce “İslam” kimi Türk olmadan önce
“insan” hissetmişti.” diyerek Türklük bilincinin eksikliğini dile getiren Yücel, Fikret’in
“Milletim nev’i beşerdir, vatanım ruy’i zemin” mısralarını “sosyal gerçekten uzak
kalmasının en büyük” göstergesi olarak görür, eleştirir ve hatta ona acır. Bu bilinç
eksikliğine “acımamak elden gelmez” (Yücel, 1998c: s.258) çünkü Yücel’e göre Osmanlı
toplumunun yıkılışının nedeni “ne kötü idare, ne parasızlık, ne de harplerdir. Bizi “ne
olduğumuzu bilmemek” içimizden kemirmiştir.” (Yücel, 1998c: s.244)
Türklük bilinci konusunda Fikret’i eleştiren ve hatta acıyan Yücel ahlak konusunda
onu bir kahraman olarak görür. Kimseye karşı kötülük duymayan, herkesin hakkına saygı
gösteren, dostluğunda ciddi, vefalı olma özellikleri onu “her türlü ahlaksızlığa karşı haşin
ve müsamahasız yapmıştır.” Ahlaksızlıklarını gördükleri dostlarını kapısından döndürecek
kadar sert tavır alan bir yapısı vardır Fikret’in.(Yücel, 1998c: s.259).
Hasan Ali Yücel, haksızlıklara karşı tavır, hürriyet, ahlak ve batılılaşma konusunda
Fikret’ten büyük ölçüde etkilenmiştir. Bu konuda 1928 yılında Latin harfleriyle basılan ilk
kitaplar arasında yer alan Tevfik Fikret’in “Tarihi Kadim / Doksanbeşe Doğru” şiir kitabını
yayınlatması ve önsözüne de ‘Yeni Hayat’ şiirini koymasından çıkartabiliriz.
II.3.Ziya Gökalp (1876-1924)
İkinci meşrutiyet döneminde fikir ve siyaset alanının yanı sıra eğitim alanında da
fikirleri etkili olan düşünürlerin başında, Türkçülük akımının da sistemleştiricisi olan, Ziya
Gökalp gelmiştir. Gökalp, Darülfünunda sosyoloji hocalığı yaparken üniversite gençliği
üzerinde önemli etkileri olmuş bir düşünürdür.
Yücel, Gökalp’i “Dış görünüşü durgun, içi tuğyanlı, alim, filozof ve şair” diye
tanımlar ve ekler “benliğini yoğuran vatanperverliği ve yepyeni manadaki
milliyetperverliği”dir. O “milli duygularını kaygılarının başı yapmış bir
mütefekkir”dir(Yücel, 1998b: s.608-610) “Bizim kuşağımız gençlik devresinde fikir adamı
olarak en çok Ziya Gökalp tesiri altında kalmıştı. …şahsen ben lise öğrencisi, genç yedek
subay, ve üniversiteli olarak bu fikirlere inanmıştım. Bu fikirlerin bir kısmını da hala
taşıyorum”(Yücel, 1998c: s.352) der.
İçtimaiyat, Milli tetebbular, Yeni Mecmua, Küçük Mecmua, Tük Yurdu, Muallim,
Genç Kalemler dergilerinde yazılar yayınlayan Gökalp, o dönemde incelemelere dayalı,
kapsamlı ve tutarlı görüşlerle ortaya çıktığından, karşıtları aynı güçte savlar
getirememişlerdi(Sakaoğlu, 1985: s.483).
Ziya Gökalp, Prens Sabahaddin ve Satı Bey’in Anglo-Sakson pedagojisi etkisinde
kalarak savundukları ferdiyetçi eğitim anlayışına karşılık Durkheim’in toplumcu eğitim
anlayışını Türkiye’ye sokmuş ve geliştirmiştir. (Kafadar, 1997: s.222)
Ziya Gökalp Cumhuriyet Halk Partisinin Atatürk tarafından oluşturulan
programının temel esaslarını analizini ve açıklamasını yaparak toplumun yeniden
yapılanmasında da önemli roller üstlenmiş bir düşünürdür.(Özodaşık, 1997: s.163)
Akyüz’e göre Atatürk Türkçe ezan, laiklik, garpçılık vd. konularda Ziya Gökalp’ten
etkilenmiştir. Milli Eğitim konularını ilk kez işleyen Gökalp’dir. “Milli terbiye, asri talim”
ilkesini o ortaya atmıştır.(Akyüz, 1997: s.270-271)
II.3.a.Eğitim Hakkındaki Görüşleri
Gökalp’e göre, eğitimin gayesi kişiyi toplumsal ve doğal çevre olmak üzere iki
çevreye hazırlamaktır. İnsan içinde yaşadığı toplumsal çevrenin sahip olduğu din, dil,
ahlak, hukuk, güzel sanatlar ve ekonomi alanındaki değer yargılarını öğrenerek topluma
uyum sağlar. Gökalp, bu değerlerin tamamına kültür(hars) adını verir. Kültürü oluşturan bu
öğeler suni olarak oluşmamıştır. Yani bilinçli bir tutumla inşa edilmiş değerler
değildir.(Başgöz, 1995: s.38)
Bu değerler bir bireyden diğerine aktarılarak oluşur ve gelişir. Bunlar kişiyi ilk elde
eğiten değerlerdir. Gökalp bu eğitime ‘yaygın eğitim’ adını verir. “Bu anlamda eğitim
psikolojik bir olay değil, kişileri ulusal kültüre alıştıran sosyal bir olaydır.” (Başgöz, 1995:
s.39) Her milletin kendine has kültürü olduğu için kendine has bir milli eğitim sistemi de
olmalıdır. Bu yüzden başka milletlerin eğitim sistemi olduğu gibi kopya edilemez. Eğitim
milli olmalıdır.
Gökalp’e göre kişinin uyum sağlayacağı ikinci çevre doğal çevredir. Doğal çevre,
ilimlerin bulduğu değişmez sonuçlardır. Bunlar insanın bilinçli çalışması ile meydana
gelmiştir. Tekniğin ve ona dayanan uygarlığın temelinde bu ‘realite hükümleri’ yatar. Bu
yüzden “Terbiye bir kavmin harsını o kavmin fertlerinde ruhi meleke haline getirmektir.
Terbiye milli olmak zorundadır. Oysa talim, şeniyat (maddi, teknik) bilgilerin fertlere
öğretilmesidir. Her medeniyetin kendine has şeniyet bilgisi yoktur; bu bilgi bütün
insanlığın ortak malıdır ve beynelmineldir. Bu sebeple talim milli değil
lamillidir.”(Başgöz, 1995: s.38) O’na göre eğitim konusu ele alınırken bu iki ayrım göz
önünde bulundurulmalıdır.
II.3.a.1.Okullar
Gökalp’e göre vatanına en zararlı olanlar mektep ya da medresede okumuş
olanlardır. Çünkü eğitim milli değildir. Kozmopolit olarak nitelediği eğitim sistemi
insanlarda kişilik geliştirmemektedir. Oysa ona göre eğitimin amacı bireylere milli kültürü
benimsetmek, bireyleri mensup olduğu milleti temsil edebilecek şekilde kişilik sahibi
yapmaktır. Gökalp’in özellikle bu görüşü Cumhuriyet dönemine damgasını vurmuş,
Yücel’in görüşlerini de etkilemiştir.
Eğitim konusuna değinirken okulları sınıflandıran Gökalp İttihat ve terakki
Kongresine verdiği layihada şöyle der:
“Başka milletlerde en seciyeli ve ahlak sahibi kimseler tahsilde en ziyade ileri gitmiş fertler
arasından çıktığı halde bizde çoğu kez bunun zıddı oluyor. Türkiye’de vatan için en zararlı adamlar medrese
yahut mektepten nasip alanlardır. Türkiye’de medrese ve mektep, terbiye ettiği fertlerin ahlak ve seciyesini
bozuyor. Bunun sebebi diğer milletlerin maarifi milli bir mahiyette olduğu halde bizim maarifimizin
kozmopolit bir halde bulunmasıdır. Bunu anlamak için İstanbul’daki kitapçı dükkanlarıyla ders okutulan
yerlere tasnif edici bir gözle bakmak yeterlidir. İstanbul’da üç tür kitapçı vardır. Sahaflar, Beyoğlu Babıali
caddesi kitapçıları. Sahaflardaki maarif Arap ve Acem’e, Beyoğlu’ndaki maarif Avrupa’ya aittir. Babıali
caddesindeki Tanzimat maarifi ise bu evvelkilerin perişan tercümelerinden ve acemice taklitlerinden
oluşmuştur. Milli maarifimizin ne kitapları ne de kitapçıları henüz doğmamıştır. Ders okutulan yerler de
kitapçılara benzer şekilde üçtür: medreseler, yabancı mektepler ve Tanzimat mektepleri. Sahafların kitapları
medreselerde, Beyoğlu’nun kitapları yabancı mekteplerde, Babıâli caddesinin kitapları Tanzimat
mekteplerinde okutulur. …aralarındaki bu derin farklarla beraberbu üç ders yeri ortak bir özellik taşır.
Oralardan yetişen softa, Levanten, Tanzimatçıların üçünde de karakter göremezsiniz”.(Akyüz, 1997:
s.270-271)
Seçkinlerin eğitimi konusuna özel bir önem veren Gökalp bu görüşünü Emrullah
Efendinin ortaya attığı Tuba Ağacı teorisi ile açıklamaya çalışmıştır. O “eğitim
reformlarına öncelikle aydın yetiştiren okullardan başlanırsa toplum sağlam temeller
üzerine daha kolay oturtulabilir” der.(Başgöz, 1995: s.38)
Gökalp bir yandan Darülfünunda dersler verirken bir yandan da üniversite reformu
konusunda ayrıntılı ve kayda değer düşünceler söylemiş, yayınlamıştır. Buna göre
üniversitelerin özerk olması gerektiğini savunan Gökalp devletin üniversiteye sadece araç
ve gereç temin etmesi gerektiğini savunur. Üniversite hocalarını da maaş, şöhret ve ilim
için çalışanlar olmak üzere üç gruba ayırır. Fikir akımları açısından da üniversite hocalarını
Gökalp şu şekilde sınıflandırır. “Türkçüler, İslamcılar, Tanzimatçılar ve
Kayıtsızlar”(Akyüz, 1997: s.271).
Gökalp, Emrullah Efendi ile Satı Bey arasında yapılan Tuba Ağacı teorisi
tartışmalarına katılarak Emrullah Efendiye destek çıkar ve eğitimde yenileşmeye
üniversiteden başlanması gerektiği görüşünü savunur.
Gökalp’e göre ilkokul ve meslek okulları talim, Liseler ise terbiyevi özellik
taşımalıdır. Liselerde yalnızca Türk harsının eğitimi yapılmalıdır. Öğretmenlerin ve ilim
adamlarının birbirleriyle iletişim kurabilecekleri ve fikir tartışmalarının yapılabileceği bir
“Öğretmenler Kulübü” kurulmasını ister ve bunun bilim hayatının gelişmesine katkıları
olacağını söyler.
Gökalp de Fikret gibi çocukların beşikten itibaren milli duygularla ve faziletli
olarak yetişmeleri için çocuk şiirleri ve masalları yazmıştır. Yücel de bu ikiliye çocuklar
için şiirler yazarak katılır. Çünkü Gökalp’in, “Milli maarifimizin ne kitapları ne kitapçıları
henüz doğmamıştır” diyerek işaret ettiği boşluğu, doldurmak için kaleme almış, çeviri ve
kitap basma işine yönelmiştir diyebiliriz.
Yahya Akyüz’e göre (1997: s.272) Gökalp bazı bilimsel toplantıların eğitimin
gelişmesindeki önemine ilk işaret edenlerdendir. Temmuz 1917 yılında Öğretmenler
kongresi, eğitim kongresi, ahlak kongresi, dil kongresi gibi toplantıların yararlı olacağını,
bunların ilk önce ulusal daha sonra uluslararası düzeyde yapılmasının faydalı olacağını dile
getirir.
Onun bu görüşleri Hasan Ali Yücel’i etkilemiş ve Yücel, gerek bakan olmadan
önce dil konusunda bir kurulun oluşturulması yönünde Atatürk’e öneride bulunup Türk Dil
Kurulunun kuruluşuna katkıda bulunarak etimoloji dalında çalışmalar yapmış, gerekse
bakanlığının ilk icraatları arasında kongreler toplayarak Gökalp’in bu düşüncelerini hayata
geçirmiştir.
Yücel “başka dillerden kelime alabiliriz, kaide alamayız” prensibini dile getiren
Gökalp’i kullandığı kelimelerin kaide getirdiğini belirterek eleştirir ve “kendi kendini
nakzettiğini” belirtir. (Yücel,1993: s.119)
Türkiye Cumhuriyeti’nin temel eğilim ve yönelimlerini iyi bir şekilde öngören ve
etkileyen bir düşünür olan Ziya Gökalp, başta Atatürk olmak üzere o dönemde önde gelen
aydınları düşünceleri ile etkilemiş, iz bırakmıştır.
Cumhuriyetin gerçekleştirmeyi düşündüğü toplumsal projeyi en iyi şekilde
anlayanlardan ve bul yolda çalışanlardan birisi olan Hasan Ali Yücel de Ziya Gökalp’in
düşüncelerinden etkilenmiştir.
Yücel, farklı eğitim kurumlarından yetişen kişilerin birbirini anlamamasına çözüm
olarak Lisede “müspet bilimi esas alan fen, Arapça ve Farsçayı esas alan klasik şark, iki
yabancı dil öğreten modern diller, Latince ve Eski Yunanca’yı öğreten Klasik Garp”
şubelerinin açılmasının bu ayrılığı ortadan kaldıracağını düşünür(Yücel, 1998b: s.106).
II.4.Satı Bey (1880-1968)
Meşrutiyet döneminde Batı pedagojisinin temellerine dayanan ilmi karakterdeki
yeni eğitim anlayışının Türkiye’de yerleşmesinde rolü olan eğitimcilerin başında Mustafa
Satı Bey gelir. Bu rolü edinmesindeki temel etken başta Emrullah Efendi olmak üzere, Ziya
Gökalp, Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu, Mustafa Şekip Tunç ve Sadrettin Celal Antelle giriştiği
tartışmalar, Fenni Terbiye adlı eseri ve Darülmuallimin müdürlüğü sırasındaki ıslahat
çalışmaları, uygulamalarıdır.(Kafadar, 1997: s.189)
Emrullah Efendi gibi Satı Bey de Mülkiye mektebinden mezun olmuştur.
II.Meşrutiyet’in ilanından sonra bir süre İstanbul Darülmuallimini müdürlüğünde
bulunmuştur. Türkçü değil Osmanlıcı görüşlere sahip olan ve aslen Arap olan Satı Bey’e
Türkçüler büyük saygı duymuş ve eğitim bilimi konularındaki değerli çalışmalarından
dolayı “Türk Froebel”i demişlerdir.(Akyüz, 1997: s.263)
II.4.a.Eğitim Hakkındaki Görüşleri
Önceleri ‘Mülkiye’ ve Tevfik Fikret’in ‘Yeni Mektep’ dergilerinde yazan Satı Bey
1910’dan sonra ‘Tedrisat-ı İptidaiye’ adlı bir dergi çıkartmıştır. Darülmuallimin
müdürlüğü döneminde bir yandan ilk uygulama okulunu açarken bir yandan da “Fenn-i
Terbiye adlı bizdeki ilk pedagojik kaynağını” yayınlamıştır.(Sakaoğlu, 1985: s.483)
Beden eğitimi, alfabe öğretimi, çocuk edebiyatını ve müziğini, el işi derslerini,
laboratuarı okullara sokarak birçok yenilikler meydana getirmiştir. Ona göre öğretmenlik
herkesin yapabileceği bir meslek değildir. Özel yetenek ister. “Maarifimizin en büyük
yarası öğretmenliğin herkesin yapabileceği bir meslek zannedilmesidir” der. Öğretmen
okullarında genel öğretimin yanı sıra mesleki eğitimin de verilmesi gerektiğini, bunun için
de Fenn-i Terbiye (pedagoji) ve usul-i tedris (öğretim metodu) derslerinin okutulmasını
savunmuştur.
“Muallimlik her şeyden evvel mürebbilik demektir. Talim ve terbiye ise bir hüner,
bir sanattır. Bunun yöntem ve ilkeleri batıda uzun inceleme ve tecrübeler sonunda
belirlenip tesbit edilmiştir. Bizim muallimlerimizde en eksik olan şey, bu hüner-i talim,
usul-i terbiyedir.”(Akyüz, 1997: s.263)
Akyüz, (1997: s.242) Satı Bey’in Darülmuallimin müdürlüğü sırasında yaptığı
çalışmalarını şöyle aktarır: “Okulu Fatih’ten Cağaloğlu’na getirdi. Öğrencilerini sınavdan
geçirip 150’sini alıkoydu, ötekilerini çıkardı. Okul dışında bir işi olan öğretmenleri de
uzaklaştırdı. Ötekilere haftada bir gece okul nöbeti tutturdu. Öğretmen atamalarında genç
ve yeteneklileri tercih etti ve değerli elemanlardan oluşan bir öğretim kurulu meydana
getirdi. … öğretmen kadrosuyla birlikte ‘Tedrisat-ı İptidaiye Mecmuası’ adıyla önemli bir
dergi çıkardı. Her yıl vilayetlerden ikişer öğretmen çağırarak onlara Usul-i Tedris ile ilgili
konferanslar verdirdi”
Satı Bey, Tuba ağacı nazariyesinde Emrullah Efendiden, Eğitimin milliliği
konusunda da Ziya Gökalp’ten farklı düşüncelere sahipti. Ziya Gökalp ile aralarındaki
tartışma 1914-1918 yılları arasında Muallim ve Yeni Mecmua dergilerinde sürmüştür.
Satı Bey Emrullah Efendinin Tuba ağacı teorisine karşı çıkmış ve eğitim
reformunun tabii ağaçlara benzer şekilde yapılabileceğini, yani Japonya’da olduğu gibi
ilkokullardan başlaması gerektiğini savunmuştur. Çünkü O’na göre çürük ilköğretime
dayanacak yüksek öğretim hiçbir zaman gelişemez.
Eğitim ıslahatının ilköğretimden başlamasını uygun gören Satı Bey bunun yanında
eğitimin tüm düzeyleri arasında ilişkilerin bulunduğunu, hiçbirinin ötekilerden bağımsız,
kopuk bir biçimde ele alınamayacağını da ileri sürmüştür. Hasan Ali Yücel de onun bu
düşüncelerinden etkilenmiş, köy enstitülerini ve ilköğretim konuları tartışılırken aynı
örneği kullanarak ilk ve yükseköğretimin bir bütünlük içerisinde götürülmesi gerektiğini
savunmuştur.(Yücel, 1998b: s.88).
Satı Bey’e göre geri kalmamızın nedeni ne dinimiz ne de ırkımızdır. Ona göre geri
kalmamızın başlıca nedeni azim ve sebat eksikliğimizdir. Batı medeniyetin temelinde ise
düzenli, sebatlı çalışma vardır.
Fenn-i Terbiye adlı eserinde eğitimi üç noktadan inceleyen Satı Bey bunları şu
şekilde sıralar. Beden eğitimi, Fikir eğitimi ve Ahlak eğitimi. “ona göre insanın bedeni,
zihni ve ahlaki kabiliyetleri ancak eğitimle geliştirilebilir.” Ülken’e göre Satı Bey Fenn-i
Terbiye adlı eserinde “Fransızca eğitim ve öğretim metodu yayınlarından faydalanmakla
birlikte onların pedagoji kitaplarında hiç yer almayan birçok soruyu inceleme şerefine”
sahiptir. (Ülken, 2001: s.182)
Darülmuallimin’deki derslere ve öğretmen seçimine çok önem veren Satı Bey,
kendi önerisiyle yurt dışına pedagoji alanında incelemelerde bulunması için gönderilen
Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu’na “el işleri ve pedagoji”, Selim Sırrı Tarcan’a ise “Beden
eğitimi” derslerini verdirir.(Tozlu, 1989: s.7)
Cumhuriyet döneminde de etkin görevlerde bulunmuş olan bu isimlere görev
vermesi ve onları seçmesi eğitimciliğindeki gücünü ve Türk Froebeli lakabını boş yere hak
etmediğini göstermiştir.
O’na göre toplumlarda asıl olan bireylerdir ve eğitimin gayesi de bireyin kişisel
yeteneklerini ve ruhi melekelerini geliştirmektir. Okullar bireylerin keşif ve yaratma
yeteneklerini geliştirecek biçimde düzenlenmelidir.(Başgöz, 1995: s.41)
Öğretmen politika ilişkilerini de ilk kez ele alıp değerlendiren Satı Bey’dir.
Öğretmenler günlük politikaya karışmamalı, iyi seçmenler yetiştirmelidir. Ona göre eğitim
mutlaka milli olmak zorunda değildir. Milli eğitimin yurtseverlik çerçevesini geçmemesi
gerektiğini savunmuş ve Ziya Gökalp ile tartışmalara girmiştir.
Bu tartışmalardan en dikkat çekici fikirleri eğitimin milli olup olmaması meselesi
üzerine olanlardır. Bu tartışmalarda Satı Beyin eleştirileri sonucu Ziya Gökalp fikirlerinde
bazı düzeltmeler ve Satı Bey’e yaklaşan açıklamalar yapar. Satı Bey de eğitim kavramının
öğretimi içine almayan bir anlamda kullanıldığı takdirde, sadece ahlak ve duygu eğitiminin
milli olabileceğini kabul eder.(Kafadar, 1997: s.192)
Satı bey, Muallim Mecmuasında Ziya Gökalp’le yaptığı tartışmalara karışan Ismayıl
Hakkı Baltacıoğlu’nun savunduğu “çağdaş milletlerde eğitimin gayesi, çocukları üretici
yetiştirmektir” görüşünü de tenkit eder. Ona göre iktisadi hayat önemlidir ama bundan
üretim ve iktisadın eğitimde amaç olabileceği sonucunu çıkarmak doğru değildir. Ekonomi
eğitimde amaç değil araçtır. Hayatın yemekle kabil olduğuna bakarak yemeği hayatın
gayesi saymak nasıl yanlışsa üretici yetiştirmeyi eğitimin gayesi saymak da
yanlıştır(Ülken, 2001: s.184-185)
O, mezun ettiği öğretmenleri görev yaptıkları yerlerde de izlemeye, onların
karşılaştıkları sorunları öğrenerek öğretmen yetiştirmede faydalanmaya çalışmıştır.
Öğretmenlerin hizmetiçi eğitim çalışmalarını ele almış, uygulamalara girişmiş fikirler
üretmiştir.
II.5.Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu(1886-1978)
Satı Bey hariç tutulursa, Türkiye’de eğitim üzerine ansiklopedist bir yaklaşımla
değil doğrudan doğruya pedagojik bir meşgale olarak eğilen, meslekten eğitimci ve
dolayısıyla eğitim reformcusu olan nesillerin başında Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu gelir.
Başgöz’e (1995: s.45) göre Baltacıoğlu, “kör geleneklere indirilen en akılcı
darbeyi temsil ediyordu.” Meşrutiyet’in başlarında yayınladığı ilk eseri “Talim ve
Terbiyede İnkılâp” kitabı (Baltacıoğlu,2001) ile Hasan Ali Yücel’i öğretmenlik mesleğine
heveslendiren kişilerden birisi de Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu’dur.
“Profesör iken öğrencisi, tahsil sonrası dostu, mecliste arkadaşı, her zaman yakını
oldum.” dediği ve ilk defa I.Dünya Savaşından sonra karşılaştıkları Ismayıl Hakkı
Baltacıoğlu’nun Talim ve Terbiyede İnkılâp adlı kitabı için Yücel 1957 yılında “Bu kitap,
adı gibi içi ile de bugün dahi yeni bir kitaptı ve kitaptır. Öğretmen olma kararımı değişmez
hale getiren, onun satırlarına yansımış kültür ve terbiye ruhu olmuştur” diye yazar(Yücel,
1998b: s.27-28).
Bu kitap, Baltacıoğlu’nun, pedagoji ve elişleri konularında öğretim ve incelemeler
yapmak üzere gönderildiği Avrupa’nın çeşitli ülkelerindeki “yeni eğitim” anlayışına göre
kurulmuş okulları ziyareti sonunda edindiği intibaların etkisiyle Tanzimat’tan beri
Türkiye’de hakim olan eğitim zihniyetini ve ıslahat anlayışını temelden değiştirmeye
yönelik, oldukça dikkat çekici görüşler ortaya koyan bir kitaptır.(Kafadar, 1997: s.245)
Baltacıoğlu bütün eserlerinde ortaya koyduğu gibi orijinal bir pedagojik sistem
kurma peşinde bir ömür sürmüştür. Gerçekten de kurduğu “bu sistem gelişigüzel meydana
getirilmiş bir sistem değildir.”(Tozlu, 1989: s.276) Çünkü yerli ve yabancı bir çok düşünür
ve eğitimciden etkilenen Baltacıoğlu “görüşlerini eklektik bir anlayışla sergilemekten
ziyade, sentezci bir metodla geliştirerek, kendi eğitim sistemini ortaya koymuştur.” (Akyüz,
1991: s.135) Bundan dolayı Hilmi Ziya Ülken de Baltacıoğlu’nun Türk düşüncesindeki
yerini belirtirken, “fikir sentezi verecek kafa” ifadesini kullanır. (Ülken, 2001: s.480)
II.5.a.Eğitim Hakkındaki Görüşleri
Baltacıoğlu, o zamanki eğitim sistemine hakim olan terbiye anlayışına hücum
ederek terbiyede bir inkılap yapma gereği üzerinde durur. O, maarif ıslahatında yapıla
gelmekte olan programların değiştirilerek düzenlenmesi, ders saatlerinin ayarlanması, ders
kitaplarının yeniden yazılması gibi eğitim sisteminde esasta herhangi bir değişiklik
meydana getirmeyen faaliyetleri eleştirir.
“programlar, kitaplar, saatler üzerinde oynayan, fakat okulun disiplin sistemini, öğretim metodunu
değiştirmeyen hiçbir yenilik ciddi olamaz. Onun için biz adam yetiştirmek meselesinde her şeyden önce
disiplin sistemimizi ve eğitim metodumuzu değiştirmeyi düşünmezsek bizim için gerçek bir inkılap
yoktur.”(Baltacıoğlu, 2001: s.23)
Baltacıoğlu’na göre eğitimin amacı teşebbüs sahibi, cesaretli, azimli, sebatlı, hayata
hazırlanmış faal adamları yetiştirmektir. Çünkü ona göre, ne zaman ki mekteplerimizdeki
hafızası kuvvetli ve uslu çocuklar yetiştirmekten ibaret skolastik, entellektüalist
karakterdeki talim ve terbiye anlayışını yıkarak, şahsiyetin teşkilini talim ve terbiyenin
nihai hedefi olarak belirlersek o zaman mektep milletin geleceği ve mutluluğu için muhtaç
olduğu faal adamları kazanacaktır.
Kafadar’a (1997: s.247) göre Baltacıoğlu, Rousseau’nun ferdiyetçi eğitim
görüşünü Anglo-Sakson eğitiminin faydacı ve hayata yönelik pratik adam yetiştirme
anlayışıyla telif etme çabasındadır.
‘Üretime yönelik eğitim’ anlayışını savunan Baltacıoğlu bir taraftan Satı Bey’e
diğer taraftan da özellikle Ziya Gökalp’in Durkheim’dan hareket ederek geliştirdiği milli
terbiye görüşüne ters düşer.
Talim ve Terbiyede İnkılap’taki ferdiyetçi, meleke psikolojisine dayanan ve
Meşrutiyet’in mektepçilik hareketine iştirak eden eğitim anlayışını daha sonra revizyondan
geçiren Baltacıoğlu Kadri Aytaç’ın deyişiyle “bu eserde yıktığı eğitim anlayışının yerine
koymak istediği yeni eğitim görüşü henüz belirlenmemiştir”(Aytaç, 1978: s.6)
Baltacıoğlu, eğitimde güzel sanatların önemini ilk ileri süren ve savunan
eğitimcilerimizdendir. O, gerçek toplumsal kurtuluşu ressamlar, şairler, tiyatro sanatçıları
ve müzisyenlerin çabalarında görür.
O, temsilciliğini yaptığı çağdaş eğitim reformu görüşünü esas olarak ana eseri olan
İçtimai Mektep Nazariyeleri ve Prensipleri(1932) adlı eserinde ortaya koyar. Baltacıoğlu,
Talim ve Terbiyede İnkılapta(1912) kurmaya başladığı pedagoji felsefesini, son eseri olan
Pedagojide İhtilal (1964)e kadar yazdığı 30’u aşkın eseri ve ‘Yeni Adam’ başta olmak
üzere bir çok dergi ve gazetede yayınladığı makalelerinde ortaya koymuştur. O bu
eserlerinde ortaya koyduğu eğitim sistemini “inkılap” la başlatıp “ihtilal”le sona
erdirmiştir.(Aytaç, 1978: s.8)
Hasan Ali Yücel’in düşünce ve uygulamalarını incelediğimizde, yukarıda eğitim
konusundaki bazı temel düşüncelerini verdiğimiz II. Meşrutiyet döneminde etkili olmuş
düşünürlerin her birinden etkilendiği ortaya çıkmaktadır.
Bunları kısaca toparlayacak olur isek Emrullah Efendiden ilköğretim konusunda
değilse bile Aydınlar eğitimi konusunda, Tevfik Fikret’ten haksızlığa ve baskıya karşı
gelme, hürriyet sevdası, konularında, Satı Bey’den ilköğretim ve metodoloji konularında,
Ziya Gökalp’ten Türklük şuuru, kongreler ve dil konularında, Ismayıl Hakkı
Baltacıoğlu’ndan Üretime dayalı okul, köy enstitüsü uygulamaları konularında etkilendiği
görülmektedir.
Hasan Ali Yücel bu bahsettiğimiz düşünürlerin fikirlerinin “kör bir taklitçisi”
değildir. Gençlik dönemlerinde kişiliği ve kimliğinin belirlendiği bir dönem olan
gençliğindeki bu tartışmalardan etkilenmiş ancak bunları kendi içinde ulaştığı senteze göre
uygulamaya geçirmiştir.
Bundan dolayı Hasan Ali Yücel’in yazdıkları ve yaptıklarından bazı örnekler alarak
bu veya bir başka düşünürlerin etkisinde kalmıştır diye bir hükme varmak yanlış olacaktır.
Onun yaptıklarının anlaşılabilmesi için etkisinde kaldığı düşünürlerin fikirleri bilinmeli ve
Yücel’in bu düşüncelerden nasıl bir sonuç ve uygulama çıkardığı üzerinde durulmalıdır.
III. BÖLÜM
HASAN ALİ YÜCELİN EĞİTİM ANLAYIŞI VE TÜRK MİLLİ EĞİTİMİNE KATKILARI
A-HASAN ALİ YÜCELİN EĞİTİM FELSEFESİNİN TEMEL KAVRAMLARI
III.A.1. H.Ali Yücelin Hürriyet Tanımı ve Anlayışı.
Hasan Ali Yücel’in özellikle bakanlıktan ayrıldıktan sonra yazdığı yazılarda
değindiği konular ve bu yazıları birleştirdiği kitaplara verdiği isim “Hürriyet Gene
Hürriyet”tir. Onun hürriyet tanımı ve hürriyet üzerine düşüncelerinin bilinmesi düşünce
dünyasının daha iyi bilinmesini sağlayacak temel kavramlardandır.
Hasan Ali Yücel’in “Hürriyet Gene Hürriyet” adlı eserlerinde hürriyetin tarihi
kökenleri üzerinde teorik yaklaşımlar bulunmamaktadır. Çekirdekten yetişmiş bir
felsefeci(Kaynardağ, 1993: s.58) olmasına rağmen yazılarında felsefe ağırlık noktasını çok
az olarak oluşturmaktadır. O, düşüncelerini daha çok deneme biçiminde dile getirmiştir.
Günlük gazete yazılarının arasına serpiştirilmiş bir halde bulunan hürriyet görüşleri bazı
genel başlıklar altında ele alınmıştır. O özellikle bakanlıktan ayrıldıktan sonraki
yazılarında hürriyet üzerine vurgu yapmıştır.
III.A.1.a. H.Ali Yücele Göre Hürriyet’in Doğuşu
Hasan Ali Yücel hürriyetin baskı dönemlerinin bir eseri olduğunu düşünmüştür. Bu
düşüncesini “hürriyetin anası taş yürekli bir istibdat cadısıdır” diyerek dile getirir. Onun
düşünce sistematiğinde insanlık tarihinin gelişimi esaretten hürriyete doğru bir yol
izlemiştir. Bu düşüncesiyle hürriyetin bir süreç olarak ortaya çıktığını belirtir. Bundan
dolayı Yücel’e göre hürriyet “bir ideal, varılacak bir yer, bir amaçtır.”(Yücel, 1998a : s.3-
4)
O’na göre Hürriyetin doğuşu bireyin kendi başına düşünebilmesiyle başlamıştır.
Hürriyet konusundaki bu yaklaşımı Aydınlanma felsefesinin “bilmeye cüret et” sloganında
ifadesini bulan felsefe anlayışıyla örtüşmektedir. Hürriyeti “bir düşünüş, bir idrak ve bir
anlayış” (Yücel, 1998a : s.373) olarak tanımlayan Yücel bunun da insanın birey olarak
düşünebilmesiyle ortaya çıkacağını belirtir. Bir eğitim sistemi de ilk olarak bunu
sağlamalıdır. Bakanlığı dönemindeki çalışmalarının mihver noktasını da ‘düşünebilen
bireyler’ yetiştirebilmek için yapılması gerekenlerin planlanarak uygulamaya geçirilmesi
oluşturmaktadır.
Hürriyetin doğuşunu bireyin kendi başına düşünebilmesine bağlayan bir düşünüşün
mantıki sonucu bizi hürriyetin bir bireye, bir topluma, bir millete dışarıdan zorla
verilemeyeceğine götürmektedir. Yücel de hürriyetin bir insana bir topluma dışarıdan
verilemeyeceğini savunmuştur. O, hürriyeti “ferdin, zümrenin, milletin kendisi elde eder.”
der.(Yücel, 1998a : s.517)
Yücel, hürriyetin doğması için bireysel düşünüşün olmasını gerekli olduğunu
belirtir ve bunu da insandaki zafer ihtiyacına bağlar. Hürriyet insanın zafere ulaşma
ihtiyacından doğmuştur. O’na göre zafer ise “hür rejimlerde gönle girmek, hür
olmayanlarda ise göze girmektir.”(Yücel, 1998a : s.157)
Hürriyetin teorik çerçevesi içinde bireye ve bireysel düşünüşe önem veren, onu
temel olarak alan Hasan Ali Yücel toplumu birey karşısında ikinci plana atan yaklaşımların
karşısındadır. Hürriyetin tam olarak sağlanabilmesinde birey e toplum birbiriyle sıkı bir
bağ içindedir. Çünkü Yücel’e göre Bağımsızlığı olmayan bir toplumda bireyin hürriyeti
kuru bir sözden ibarettir. Bu yüzden O’na göre hürriyetin birey ve toplum olmak üzere iki
yönü vardır.
Birey ve toplumun hür olduğunun göstergelerine de değinen Yücel, “bireyin hür
olduğunu onun iradesi, toplumun hürriyetini ise onun istiklali gösterir” der. Bu yüzden
birey hürriyetinin ilk ve temel şartı Devletin bütünlüğü ve bağımsızlığıdır.(Yücel, 1998a :
s.163)
O, hürriyet açısından birey ve toplum ilişkisini insanın hava ile ilişkisine benzetir.
“Hava küreden kendimizi nasıl soyutlayamaz isek cemiyetten de kendimizi ayrı tutamayız”
diyerek hürriyet anlayışında birini diğerine tercih eden bir tutum sergilemekten kaçınır.
Onun bu yaklaşımını aynı zamanda kişiliğinde doğu ve batıyı sentezlemiş
olmasının bir sonucu olarak yorumlayabiliriz. Bir denge, kontrol ve sentez adamı olan
Hasan Ali Yücel hürriyet anlayışında birey ve toplum arasında bir dengeyi gözetmiş
eleştirel aklı öncelemiştir.(Şengör, 2001: s.37)
III.1.b. H.Ali Yücele Göre Hürriyetin Yayılma Yolu
Yücel’in bireysel düşünüşün ortaya çıkışı ile başladığını belirttiği hürriyetin bir
topluma dışarıdan verilemeyeceğini yukarıda belirtmiştik. Toplumun siyasal sistemi ve
eğitim anlayışının hürriyetin gelişiminde önemli bir rolü olduğunu belirten Yücel
hürriyetin bir topluma kanunlarla da verilemeyeceğini savunur. Çünkü O’na göre hürriyet,
dışta olan bir şeyde/bir yerde değildir. Hürriyetin olabilmesi için insanın önce ruhu özgür
olmalıdır. Çünkü “ruhu özgür olmayanlara, özgürce düşünemeyenlere kimse hürriyet
veremez”(Yücel, 1998a : s.23-24)
Hürriyetin bir takvimde veya bir kanunda olamayacağını belirten Yücel, hürriyeti
içinde yaşayamayanların onu çevrelerinde aramalarının boş bir uğraş olduğunu savunur.
Bu yüzden “hürriyet sende, bende ise bizdedir” der.(Yücel, 1998a : s.377)
Hürriyeti kanunda veya belirli bir takvimde görmeyen Yücel onun bir toplumda
nasıl yayıldığı konusuna da açıklık getirir. Ona göre bir toplumda, bir millette hürriyet
kısmi olarak bulunamaz. Toplumu hür ama bireyi hür olmayan veya bireyi hür ama
toplumu hür olmayan bir devlette hürriyetin bulunduğu söylenemez. Çünkü Yücel’e göre
“bir toplumda hürriyet ya vardır ya yoktur.” Bu anlayışının bir sonucu olarak hürriyetin
toplumda yukarıdan aşağıya veya aşağıdan yukarıya doğru bir yayılma yolu izlediğini
kabul etmez.(Yücel, 1998b : s.555)
Hasan Ali Yücel yukarıda belirtilen düşüncelerinden de anlaşıldığı gibi hürriyetin
düşünce ile mümkün olduğunu temel bir yaklaşım olarak kabul eder. Bu yüzden
bireylerinin düşünme eğitimi ve imkanı olmayan bir toplumda kanunla dahi olsa hürriyetin
bulunamayacağına savunmuştur.
Bunun bir sonucu olarak bakanlığında ilk sorun olarak kütle eğitimini ele almış,
çalışmalarını bu yönde yoğunlaştırmıştır. Çünkü ona göre bir milletin tümü, büyük
düşünürleri, felsefecileri, bilim adamlarını yetiştirecek ortamı sağladığı zaman bu
düşünürler ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden o düşünürler ve bilim adamları değil, onları
ortaya çıkaran millet büyüktür der.
III.1.c. H.Ali Yücele Göre Hürriyetin Sınırı
Hasan Ali Yücel diğer birçok düşünür gibi hürriyetin de bir sınırı olduğunu belirtir
ve farklı olarak bunu insan hayatının da sınırlı olması ile temellendirir. Sınırsız bir hürriyet
yoktur der.(Yücel, 1998a: s.24) Anarşist özgürlük anlayışının tam tersi bir yaklaşımla
Yücel fert hürriyetinin sağlanmasının ilk şartını devletin bulunmasına ve bütünlüğüne
bağlar.
Hümanist düşüncesinin bir yansıması olarak ilk olarak bireyin hürriyetini esas alır
ancak bu hürriyetin milletin de hür olması ile birlikte olabileceğini savunur. Bireyin
özgürlüğü ile milletin özgürlüğünü bu şekilde birbirine bağlayan Yücel bu özgürlük
halkasına daha da genişleterek “insanlıkta hürriyet olmayınca milletlerde de
olmaz”der.(Yücel, 1998a : s.167)
Ona göre bireyden başlayarak bütün insanlığa uzanan hürriyet halkası birbirine
doğrudan bağlıdır. İnsanlıkta hürriyet olmayınca milletlerde, milletlerde hürriyet
olmayınca fertlerde hürriyet olamaz. Bunlardan biri olmadıkça diğeri tam olarak
sağlanamaz.
III.1.d. H.Ali Yücele Göre Hür İnsan
Hürriyeti yukarıda belirttiğimiz şekilde tanımlayan Hasan Ali Yücel, hür insanı
“sözü ile eylemi birbirini doğrulayan insan” olarak tanımlar. Hür insana örnek olarak
Sokrates’i gösterir. Hür olan, yani baskı altında olmayan bir insanın sözleri ile davranışları
arasında bir bütünlük vardır. Baskı altında olan, hür olmayan insanların sözleri ile
davranışları arasında bir ayrılık bulunmaktadır. (Yücel, 1998a: s.18)
Hür insanı “sözü ile eylemi birbirini doğrulayan insan” olarak tanımlayan Yücel
onun niteliklerini de belirtir. Söz ve davranışı birbirine uyan hür insanın diğer niteliği ise
‘inançlı ve cesur’ olmasıdır. Çünkü “imansız insan korkaktır ve uşaktır.” İnsana
üstünlüğün ruh hürriyetinden geleceğini, ruhu hür olmayan insanlara kanunların dahi
hürriyet sağlayamayacağını düşünen Yücel insana ruh hürriyetini imanın sağlayacağını
belirtir.(Yücel, 1998a : s.19)
Yücel kendisine bir prensip olarak şunu belirler “İnsan ne kendisine uyruk aramalı
ne de başkalarına kuyruk olmalıdır.”
III.1.e. H.Ali Yücele Göre Hürriyetin Kullanımı
Hasan Ali Yücel’e (1998a: s.346) göre demokrasi şahsiyet sahiplerinin rejimidir.
Hürriyet olmayan yerde şahsiyet gelişmez. Hürriyeti doğru anlama ve doğru kullanmanın
esası eğitim ve saygıdır. Çünkü eğitimin ve saygının olduğu bir ülkede her türlü kanaat
sahibi bir arada yaşayabilir(Yücel, 1998a: s.35) Görüldüğü gibi Yücel, düşüncelerinin
temelindeki hürriyet ve hümanizm düşüncesinin sağlanmasında eğitime büyük rol
yüklemektedir.
Ona göre, hürriyetin olabilmesi için bireyde bir idrak ve düşünüşün olmasını ve
oluşan hürriyetin doğru anlaşılıp kullanılmasını eğitim sağlayabilecektir. Eğitimin geri
olduğu veya bu nitelikleri sağlayamadığı toplumlarda hür bir düşünüş olamayacak, bunun
olmadığı toplumlarda ise hürriyet olamayacaktır. Yücel’in düşüncelerinin temelinde bu
kavramlar ve eğitim birbiriyle sıkı bir örüntü oluşturmaktadır.
Hürriyetin kullanımında Yücel şöyle bir yol önerir: “Hürriyet iki tad arasındadır”
der ve bu iki tat karşısındaki tutumu “hoşlanma durumunda itaat, hoşlanmadıklarından
tenkid ve red” şeklinde açıklar (Yücel, 1998a: s.123). Hür rejimlerde yaşayan hür
bireylerden oluşan bir millette insanlar hoşlandıkları şeyleri kabul etme hoşlanmadıkları
şeyleri eleştirip kabul etmeme hakkına sahip olmalıdır.
Korkuya dayanan rejimlerde hürriyetin olmayacağını belirten Yücel bütün toptancı
sistem ve idareleri hürriyetsiz olarak niteler. Çünkü ona göre hürriyetin izleyeceği yol
korkutma ve sindirmeye dayalı değildir. Hürriyet sevgi ve inanca dayalıdır bu yüzden hür
rejimler “korkutmaz sevdirir, zorlamaz inandırır.”(Yücel, 1998a: s.132) Hürriyeti temel
alan sistemlerde temel ilke “hürriyet için nizam, nizam için hürriyet” olmalıdır.
Hürriyet konusundaki düşüncelerini kısaca özetlediğimiz Hasan Ali Yücel
Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkemizdeki duruma da değinir. O dönemde yapılan uygulama
ve alınan tedbirlerin hürriyeti kısıtlamış olduğunu kabul eder. Ancak bunu bir zorunluluk
olarak görür. Yücel, Cumhuriyetin ilanından Atatürk’ün ölümüne kadar geçen süre
içindeki uygulama ve tedbirleri “hürriyete giden yolda yaşanan hürriyetsizlik” olarak
niteler ve devrimlerin tutması için gerekli mecburi tedbirler olduğunu belirtir.
Daha sonra bakanlık yaptığı dönemi hürriyet açısından ele alan Yücel “hürriyet
ilkesiyle devrimler arasında muvazene kurmak, hürriyeti devrimleri sarsmadan, devrimleri
hürriyet nizamına aykırılaştırmadan yürütmek ana mesele” olmuştur der(Yücel, 1998c:
s.184).
O, vurdumduymazlardan oluşan bir toplumun ancak kafasına vura vura
yönetilebileceğini yazar ve ekler “demokrasi kızmama, sabır ve beklemeyi bilme
rejimidir.”(Yücel, 1998c: s.241) Gayesi kendisi olan tek şey yaşamaktır Yücel’e göre.
Ondan gayrı her şey onun içindir. Hürriyet de böyle(Yücel, 1998a: s.73).
III.2. H.Ali Yücelin Dil Konusundaki Düşünceleri.
Hasan Ali Yücel’in eğitim düşüncelerinin açıklanabilmesi, uygulamalarının
anlaşılabilmesi yolundaki temel kavramların bir diğeri dildir. Çünkü O’nun düşünce
sistematiğinde dil olmadan düşünce, düşünce olmadan hürriyet ve milliyetçilik,
milliyetçilik olmadan hümanizma kültürü ortaya çıkamayacaktır.
Yücel’e göre düşünmek kendi eğitim düşüncesinde hürriyeti, hümanizmi ve
milliyetçilik anlayışını da içine alan temel bir unsurdur. Düşünmek ise “büyük insanlık
işlerinin özü” olarak tanımladığı dil ile mümkündür. İnsanlar dil içinde dil ile birlikte
düşünür. Dili kullanma yetisi düşük olan insanlarda düşünce gücü de zayıf olacaktır.
Yücel, bunun güçlendirilmesi için dilin ve dil öğretiminin de güçlendirilmesi gerektiğine
işaret eder.
Bundan dolayı ilköğretimden üniversiteye dil öğretimine önem vermiş, gramer,
lugat, tarama sözlükleri yayımlatmış, ansiklopedi çalışmalarına ağırlık vermiştir. Hem dilin
hem de düşüncenin gelişmesi için tercüme hareketini planlayarak büyük bir çeviri hareketi
başlatmıştır. Çünkü “Türklüğümüzün özü dildir.”(Yücel, 1993: s.122) Dil de çeviriler,
sözlükler, kitap ve ansiklopediler ile güçlendirilmektedir.
III.2.a. H.Ali Yücelin Dil Anlayışı
Yücel dil konusunda Ziya Gökalp gibi düşünür. Gökalp dil ve kelime konusunda
yabancı dillerden kelime alınabileceğini ancak kaide alınmaması gerektiğini savunmuştur.
Yücel, “Yaratma, her şeyden önce bir dimağ meselesidir. Fikirler orada doğmadıkça
dışarıya hiçbir eser aksedemez. …yaratmak, yaşamak ve yaşadığını yaşatmak isteyenler
evvela düşünme yolunda kendilerini terbiye etmelidir.” der. O’na göre sağlayacak olan da
dildir.(Yücel, 1998d: s.68)
Yücel, dil konusunda her şeyden önce bir ana kaide bulunması ve konulması
taraftarıdır. Ona göre bu ana kaide belirlendikten sonra diğer konuların çözümü
kolaylaşacaktır.
Yücel Türkçe bir düşünüş olmadan Türkçe yazılamayacağını savunmuştur. Bunun
sağlanması için Türk dilinin güçlendirilmesi gerekmektedir. O’na göre harf inkılâbı ve
devamındaki dil çalışmaları bunu sağlamak için atılan önemli adımlardır. Yücel’in dil
anlayışı şudur: “Türk dilini kendi özünden gelen unsurlarla kurmak, bu vasıta ile
beynimizin içinde Türkçe düşünme imkânını elde etmektir.”(Yücel, 1993: s.120)
Türkçe düşünmeye vurgu yapan Yücel’e göre konuşma dili ile yazı dilinin aynı
olması gerekmektedir. Çünkü “konuşma dili farklı yazı dili farklı olursa o dilde doğru bir
düşünüş var olamaz.”(Yücel, 1998d: s.43)
Dilde sadeleştirme konularına da değinen Yücel, Öz Türkçe’nin tam olarak
oturtulabilmesi için yazı dilinin yanı sıra konuşma dilinde de kullanılması gerektiğini ifade
eder. Konuşma dilinde kullanılmayan bir Öz Türkçecilik, başarısızlığa mahkûmdur. O,
konuşma dili ile yazı dilinin ayrı olmasını düşüncenin gelişmesinin önündeki engellerden
biri olarak görür. Ona göre Öz Türkçeye yapılacak en büyük kötülük Osmanlıcadan çeviri
yapmaktır. .(Yücel, 1998d: s.44)
Dil konusuna büyük önem veren Hasan Ali Yücel bu konudaki çalışmaların aceleye
getirilmemesi gerektiğini düşünür. Hayati bir mesele olan dil konusundaki çalışmalar uzun
zaman alsa da ciddiyet ve titizlik içinde yapılmalıdır. Türk dilinin gelişmesi için yapılacak
çalışmalar “lugatler, ansiklopediler, gramer tetkikleri, her türlü tercümeler, terim
mesaisi”nden oluşmaktadır.
O’nun en büyük hayallerinden birisi Türkçe’nin bir ilim dili haline gelmesini
sağlamaktır. “Nerede bir ilim varsa orada mutlaka ilmin dili de vardır. Dilsiz ilim olamaz
ve olmamıştır” diyen Yücel’e göre “Türk ilmi Türkçe bir ilim dilinin oluşturulması ile
mümkün olacaktır.” (Yücel, 1993: s.76)
III.2.b. H.Ali Yücelin Harf İnkılâbına Bakışı
Yücel’e göre Osmanlı devrinde kullanılan dilin milliyet şuuru oluşturacak bir
niteliği yoktur. O Osmanlı devrindeki Türkçe’nin niteliğini tanımlayarak “Osmanlı
döneminde Türkçe dediğimiz şey… bizi biz olarak düşünmeye mani olan bir organizma
şeklindeydi” der. O zamanki dilin milliyet şuurunu oluşturacak bir nitelikte olmadığını
belirtir.
O’na göre, Osmanlı Devrinde milliyet şuuru oluşturmaktan uzak olan Türk dili “ilk
kurtuluş hamlesini” Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen harf inkılabıyla yapmıştır.
Yapılan bu değişiklik sadece eski harflerin değiştirilmesi değil “öz dilimizi ve öz dilimizin
kaidelerini hakim kılmıya doğru atılmış en kesin bir adımın hızı”dır.(Yücel, 1993: s.68)
Dil değişiminin amacının “düşünme, konuşma ve yazmada Öz Türkçe’ye varmak”
olduğunu belirten Yücel “hepimizin ilk önce yapacağı iş kafamızın içini
Türkçeleştirmek”tir der. Çünkü Öz Türkçe düşünmeden ne güzel Türkçe konuşabilir ne de
güzel Türkçe yazabiliriz. Dil değişiminin anlattığı en büyük gerçeklik “kafayı işletmek,
düşünmek”tir. (Yücel, 1998d: s.41)
Yücel, dil değişimi konusunda tutulacak en kötü yolun Arapça, Farsça ve diğer batı
dillerinden çevirme yapılarak Öz Türkçe kelimeler üretilme girişimi olduğunu
savunmuştur. O bunun yerine çeviri yapılacak kelimenin anlatmak istediği işin zihinde
Türkçe olarak bulmak gerektiğini söyler. Bu yapılmadan gerçekleştirilen bir çeviri ile
bulunan sözün “yersiz ve biçimsiz” olacağını, bunun da Türkçe sayılamayacağını
belirtir.(Yücel, 1998d: s.45)
III.2.c. H.Ali Yücelin Dil Konusundaki Özeleştirisi
Hasan Ali Yücel 1930 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı yurt gezisine
Milli Eğitim Bakanlığının temsilcisi olarak katılır. Bu gezi sırasında Atatürk Sivas’ta
Lise’de bir derse katılır. Ders kitabını inceler. Kitapta Arapça terimlerin çok olması üzerine
canı sıkılır. Kitabın yazarı olan Hasan Ali Yücel’e kitapta söylenmesi ve anlaşılması güç
terimlerin bulunduğunu, bu terimlerin Türkçelerini bulmayı düşünüp düşünmediğini sorar.
Yücel, bu konuyu düşündüğünü, küçük bazı çalışmalar da yaptığını ancak dil
konusunda fertlerin bu gibi değişiklikler yapmasını sakıncalı gördüğünü ifade eder.
“Çünkü herkes kendine göre bir ıstılah bulup kullanırsa, ifadede beraberlik olmaz ve
kimse kimseyi anlayamaz. Bunun için bir heyet ve cemiyet oluşturulmalı ve ilim ıstılahları
burada tespit olunmalı fikrindeyim” der. Bu dönemde Türk Dili Tetkik Cemiyeti henüz
kurulmamıştır.(Çıkar, 1997: s.55)
Bu geziden bir süre sonra kurulan Türk Dil Kurumunda etimoloji kolunda görev
alır. Devam eden yıllarda Öz Türkçecilik ve Güneş Dil teorisi görüşleri ortaya atılmıştır.
Almış olduğu felsefe formasyonunun da etkisiyle dil konusunda çok hassas olan Hasan Ali
Yücel, Atatürk’ün ‘Güneş dil teorisi’ konusunda yazı yazmasını istemesine rağmen bu
teoriye inanmadığı için yazı yazmaz. Hatta “aklını erdiremediği için” bu teoriye itiraz da
eder.(Yücel, 1998a: s.62)
Yücel, bakanlıktan ayrıldıktan sonra Harf inkılabı ve devamında gelen Öz Türkçe
çalışmalarını, Güneş Dil Teorisini eleştirir. Bir nevi öz eleştiri de yapar. O dönem hakkında
“birbirimize düştüğümüz, her dilden her kelimeyi Türkçe saydığımız, Çuvaşça’dan söz alıp
Türkçe olduğunu iddia ettiğimiz zamanlar oldu. Oldu ama geçti. Bu da dilcilerin
nevropatlığı. Biz de böyle hastalıklara tutulduk.” der.(Yücel, 1998b: s.246)
Bu konudan daha sonra bir özeleştiri daha yapan Yücel, o yıllarda yapılan bazı
arayışları da “sapıklık” olarak niteler. Fakat yine de dil çalışmaları konusundaki niyetin
doğru olduğunu, bu niyetin bazı sapık arayışlara rağmen doğruya ulaştıracağına güveninin
tam olduğunu belirtir.(Yücel, 1998b: s.501)
Bir başka yazısında dil konusunda yapılan eleştirilere hak verir. Öz Türkçe ve dilde
sadeleşme çabaları konusunda “dil devrimi hareketi düz bir çizgi üstünde olmadı. Bazen
fazla ileri gidildi. Bir parça geri gidilip ayarlanabilirdi. Halbuki mesafeler iyi ölçülemedi.
Bu tenkitler doğrudur.”der.(Yücel, 1998b: s.262) O, uydurmacılığı yeni kelime türetme
çabası olarak tanımlar ve bunu “yenilenme, dilin canlılığını kaybetmemesi” olarak kabul
eder. (Yücel, 1998b: s.262)
Hasan Ali Yücel’e göre dil konusunda yapılacak çalışmalar şunlardır: Türkçe için
bir “Dil ve Edebiyat Akademisi” kurulmalı, Türk dilinin anıtı olacak bir Lugat
hazırlatılmalı, dilimizin kadrosu ve kelime unsurları belli olmalı ve manalar tahdit
edilmelidir.(Yücel, 1998c: s.71)
III.3. H.Ali Yücele Göre Milli Kültür
Hasan Ali Yücel, bakan olmadan önce “Anadili kültür davamızın belkemiğidir”
demiş ve çalışmaları da o yönde olmuştur. Evrensel bir kültüre ulaşabilecek nitelikte
eserlerin ancak milli kültürü yansıtabilen nitelikteki eserler olacağını savunmuştur.
O milli kültür denildiği zaman bundan, ahlak, dil ve tarih ile ortaya çıkan kültürü
anlar. Bir sanat eseri de içinde doğduğu milletin ne kadar öz evladı olursa o kadar kuvvetli
ve evrensel olabilir. Yücel’e göre “Türk milletinin 1071’den beri en mühim davası …milli
bir kültür kurmak, dini ile dili ile dileği ile bir Türk bütünü vücuda getirmektir”(Yücel,
1998c: s.94)
III.4. H.Ali Yücelin Millet ve Milliyetçilik Anlayışı
Hasan Ali Yücel Millet ve Milliyetçilik konularındaki teorik düşüncelerini daha çok
Pazartesi Konuşmaları adlı eserinde ifade etmiştir. Bakanlığı döneminde yaptığı
konuşmalarda ise bu düşünüşünün uygulamaya geçirilmiş ifadeleri görülmektedir. “İyi
Vatandaş İyi İnsan” adlı eserinde de millet kavramı üzerinde durur.
III.4.a. H.Ali Yücel’in Millet Tanımı
Hasan Ali Yücel’e göre “millet, hukuki olmaktan ziyade sosyal bir olaydır.” O’na
göre bir topluluğa “millet” denilebilmesi için ortak bir vatan ve milli his de denilen
müşterek ideal duygularının olması gerekmektedir. Aynı topraklar üzerinde oturup da milli
hisleri olmayan toplumların da olabileceğini belirten Yücel onları “millet” değil “kütle”
olarak adlandırır.(Yücel, 1998e: s.193)
Kim olduğunu bilememeyi ruh anarşisi olarak tanımlayan Hasan Ali Yücel gerek
bakan olmadan önceki yazdığı yazılarda gerekse bakan olduktan sonraki uygulamalarında
bu “ruh anarşisini” ortadan kaldıracak düşünceler ekseninde çalışmalar yapmıştır. Bunda
ise hem milliyetini bilme hem de hümanizm ile evrensele açılma prensibi ile hareket
etmiştir.
Millet vicdanı bir insan yığınının yüksek benlik şuuruna varması demektir. Bu
vicdan oluşarak bir milletin kendisini bilmesi onun fertlerinin mensubu bulundukları
milleti tanıması, tarihini bilmesi ile mümkündür.(Yücel, 1998d: s.59)
Milletteki Türklük bilincinin önemine değinen ve kullanılan dilin bu bilinci
oluşturacak nitelikte ve güçte olması gerektiğini belirten Yücel yöneticilerin sahip olması
gereken Türklük bilincine dikkat çekerek, idarecilerde Türklük duygusu kaybolduğu
zaman dünyayı titreten Türk kuvvetinin de zayıfladığını ifade eder.
Osmanlı dönemini kastederek “bizi yıkan ne kötü idare ne parasızlık ne de
borçlardı. Bizi ne olduğumuzu bilmemek içimizden kemiriyordu. Hayatının anlamı ve yönü
belli olmayan insan topluluğu kendini yıkılmaktan kurtaramazdı.” diyerek millet bilincinin
oluşmamasının sonuçlarının kaçınılmaz olarak yıkılışı getireceğini belirtir.(Yücel, 1998c:
s.244)
Yücel’in millet anlayışında şuur önemli ve temel bir yer tutmaktadır. Cemiyetin
millet haline gelebilmesi için şuura dikkat çeken Yücel “cemiyet, şuuru mükemmelleştiği
anda millet vasfını alır” diyerek insanın da kendisini bu şuurlu cemiyetin, milletin, bir
parçası olarak hissettiği oranda var olduğunu söyler.
Milletlerin idealleri ve müşterek hayalleri ile yaşayacağına inanan Yücel’e göre
ideal geçmişte değil gelecektedir. “Sanat, pozitif bilim, felsefe onu şekillendirir, formüle
eder ve açıklar. Sanatsız, bilimsiz, felsefesiz ideal olmaz, doğamaz.” (Yücel, 1998a: s.152)
Bu yüzden Milli hafızası ve milli idealleri belirmemiş topluluklara millet
denilemez.(Yücel, 1998a: s.229)
Yücel’e göre Cumhuriyet devrinde gerçekleştirilen inkılâplarda, hayatın bütün
safhalarında benliğimizi aramak kaygısıyla hareket edilmiş ve bütün icraatlarda milliyet
bilinci temel olarak atılmıştır.(Yücel, 1993: s.169) Yapılan bu çalışmalar da milliyet
bilincini oluşturan şuuru güçlendirmiştir.
Her ferdin bütün kuvvetini mensup olduğu milletine yaydığı oranda insanileşip
büyüyeceğini, yükseleceğini ve ebedileşeceğini belirten Yücel, başlangıcı milliyet olmayan
ideallerin “kendilerini ona icra edecek bir menfez bulmadıkça, havasız kalıp ölmeye
mahkum” olacağını ifade eder. İçinde millet şuuru oluşmayan, “kendisini milletine bağlı
hissetmeyenler büyük hayat yolunda sağa ve sola sapıtacaklardır.”(Yücel, 1998d: s.136-
137)
Yücel’e göre milliyet “fertlerin müşterek olmayan vasıflarını kendi ahenginde
eritip müşterek bir hedefe ve ahenge kalbeden bir kuvvettir.”(Yücel, 1998d: s.140) Bir
başka yerde Yücel “ben milliyeti, bir insan kütlesinin kendini bilip tanıması, kendinde
bilinecek ve tanınacak bir taraf olması, bir kelime ile şahsiyeti bulunması manasına
anlıyorum”der. (Yücel, 1998d: s.146)
O’na göre bir milletin büyük olması için “içinden büyük ilim adamı, büyük teknik
adamı, yüksek fikir ve felsefe adamı” yetiştirmiş olması gerekmektedir. Kendi davasını da
“Türk milletinin bu vadilerde kudret göstermesi için çalışmak, didinmek ödevinde
olduğumuzu hatırlatmak” olarak görür. (Yücel, 1998d: s.146)
Ona göre Cumhuriyet “behemehal büyük fikir ve felsefe adamları” yetiştirmelidir.
Son asırlarda böyle büyük düşünce ve bilim adamları yetiştiremememizin sebebi
“münevverlerin mensup oldukları milletle ruh bağlarını gevşetmiş olmalarıdır.” (Yücel,
1998d: s.149)
III.4.b. H.Ali Yücele Göre Milliyetçilik
Hasan Ali Yücel’in hayatının belki de en trajik yönlerinden birisi onun bütün
konuşma ve yazılarında sıkça vurguladığı, üzerinde önemle durduğu konu milliyetçilik
olmasına rağmen en büyük eleştirileri aldığı kesim de milliyetçiler olmuştur. Bundan
dolayı da onun temel aldığı milliyetçilik görüşünün üzerinde durulması gerekmektedir.
Onun milliyetçilik düşüncesi daha önce üzerinde durduğumuz hürriyet, dil, millet
ve hümanizm kavramlarından bağımsız olarak ele alınamaz. Bu kavramların birbirinden
bağımsız olarak ele alınması durumunda Yücel’in bu kavramlardan ne anladığı ve nasıl
yorumladığı tam olarak anlaşılamayacaktır.
Yücel bir açıdan savunma ve kendi düşüncelerini açıklama niteliğinde de olan,
kendisine yapılan eleştiri ve saldırılara cevap verdiği “Dinle Benden” (1998f: s.74-77)
kitabında milliyetçilik ve Türkçülük düşüncelerini yalın bir dille ortaya koyar.
“Anla, ırkla milliyet başka şeylermiş demek,
Milliyeti gerçekçi bir gözle görmek gerek.
Dildeki, dilekteki birlik yapar milleti
Milliyet anlamının budur ancak özeti.
Dil kültüre temeldir;dilek, millete ülkü
Bu inan, üstün eder medeniyette Türk’ü.
…
Türklüğü almazsak biz bu birlik anlayışla
Bin bölüme ayrılıp oluruz parça parça.
Doğru milliyet budur: içten dıştan bir olmak;
Vatanı yükseltmeye kalbten kalbe yol bulmak.
…
Ne zaman birleşmişsek bir ülkü yolunda biz,
Türk’e teslim olmuştur dünyada toprak, deniz.
Büyükler bunu görmüş, koymuş onu kanuna:
Türklük, birlik demektir. İnanmalıyız buna.”
Türklük bilinci konusunda Hasan Ali Yücel’i etkileyen kişilerin başında Ahmet
Hikmet Müftüoğlu gelir. Müftüoğlu ile Türk ocağı idare heyeti içindeyken bir araya gelip
tanışan Yücel “Türkçeci olmadan Türkçü olunamayacağını Ahmet Hikmetten öğrendim.
Yabancı unsurlar ve bağlarla kurulmuş bir düşünce binasının milli sayılmıyacağını yarım
asır önce duyan bu insan, milli uyanış tarihimizin unutulmayacak kişilerindendir”
der.(Yücel, 1998c: s.217)
Yücel’e göre bir edebi eser ve onun yazarı görüş olarak ne kadar milliyetçi olmazsa
olmasın onun ortaya koyduğu özlü ve kuvvetli eserlerin “milli olmaması” yazarın dahi
elinde değildir. Buna örnek olarak Nazım Hikmet ile yaptığı tartışmayı veren Yücel,
Nazım Hikmet’in milliyetçiliğe isyan eden ve onun sembolü olan “Üç telli saz”dan
ayrıldığını söylediği şiirine yine onun üslubu ile cevap vererek bu düşüncesini ortaya
koyar.
“Kendini duymadan / Başkasını duymak / Ne mümkün? / Mezarında / Atan sana
küskün” diyen Yücel’e göre milli bir edebiyata ulaşmak ve ona milletler arası bir değer
verebilmek için milliyetçi bir edebiyat ortaya çıkarılmalıdır. (Yücel, 1998d: s.54)
Yücel’e göre milliyetçilik duygusunu zaafa uğratan şeylerin başında egoizm
gelmektedir. O, egoizmi “her şeyi kendine yontuş” olarak tanımlar ve bunun insanı,
mensubu olduğu milletin bir parçası olduğu duygusundan uzaklaştıracağını belirtir. Ben ile
benlik arasında bir ayrım oluşturan Yücel, Bireyin “ben” olarak varolması gerektiğini
ancak “benlik” duygusunun olmaması gerektiğini düşünür. O yüzden birey mi toplum mu
ikilemine Yücel şöyle bir cevap verir “fert var, çünkü cemiyet var; ben varım, çünkü biz
varız.” (Yücel, 1998d: s.140)
III.4.c.Milliyetçiliğin Niteliği
Milliyetçiliğin din ve gelenek olmak üzere iki unsuru beraberinde taşıdığını belirten
Hasan Ali Yücel Cumhuriyet Dönemi milliyetçilik anlayışının bu iki unsurdan farklı
olduğunu belirtir. O’nun anladığı anlamdaki milliyetçilikte din ve gelenek
bulunmamaktadır. Milliyetçiliğin temel vasfı inkılapçılıktır.
Yücel Cumhuriyet dönemi milliyetçiliğinin gelenekçi bir milliyetçilikten farklı
olmasının delili olarak “Tevhidi Tedrisat kanunu ile asırlardan beri gelen bir gelenek
koparılıp atılması”nı görür. Mutlak surette geleneğe bağlı olmayan bu milliyetçilik
anlayışının temel vasfının inkılapçılık olduğunu belirten Yücel eğer “ananeci bir
milliyetçilik anlayışı olsaydı harf değişikliği”nin yapılmayacağını söyler. (Yücel, 1993:
s.76)
Milliyetçiliği geniş bir çerçevede düşünen Yücel bu düşüncesinin sonucu olarak
hümanizm düşüncesine ulaşmaktadır. Bunun tam tersi de doğrudur. Hümanizm
anlayışından milliyetçilik anlayışına ulaşmıştır.
Yücel, Hümanizme açılmayan “dar bir milliyetçilik anlayışının medeni olma
arzusundaki bir cemiyet kısır hale getireceğini” savunur. Fakat aynı zamanda bunun tam
tersi olarak da milliyet duygusunun olmadığı bir hümanizmin hakim olduğu bir toplulukta
o topluluğun sosyal benliğinin kaybolma yolunu tutacağını belirterek hümanizm ile
milliyetçilik sentezini ortaya koyar.(Yücel, 1993: s.120)
III.4.d. H.Ali Yücele Göre Milliyetçilik ve Hümanizm Düşüncesi
Milliyetçiliğin kendisini hümanizmaya getirdiğini ifade eden Yücel’e göre bu
hümanizma “garplılarınkinden daha geniş olarak nerede insan zekasının eseri vara onu
içine alan bir hümanizma kurma yolunda” olduğumuzu belirtir. Bu düşünüşe yol açan ilk
basamak O’nun milliyetçilik anlayışıdır. (Yücel, 1993: s.120)
Yücel’e göre insaniyete kadar genişleyecek bir halkanın iç kısmı mutlaka kendi
milletinin varlığına temas etmelidir. Benliğinden habersiz bir insanın ne kendine ne
etrafına yayılacak bir şuuru olamayacağı gibi kendi milletini ihatalı bir surette kavraması
beklenemez. Milli bir nitelik kazanamayan hiçbir şey ve hiçbir düşünce milletlerarası bir
değere yükselmemiş ve yükselemez.(Yücel, 1998d: s.149)
Yücel, Milletine hizmet ile insanlığa hizmet arasında bir paralellik kurar ve bu
hizmet aşkını gönülden duymayı ‘hakiki ahlak’ olarak tanımlar. İlim ile ahlak, hakikat ile
fazilet ikiz kardeştirler. “ilim olanı olduğu gibi göstermekse fazilet olanı olduğu gibi
göstermek ve yapmaktır.”(Yücel, 1993: s.56)
Hasan Ali Yücel’e göre “kendini bilerek ve tanıyarak başkalarının sevmenin
mümkün olduğu hakikati bizi milletlerarası işbirliğine ve insanlık beraberliğine
milliyetçilik yoluyla ulaşılabileceği hakikatine götürür. Kendi dar sınırları içinde birbirine
yardım, birbirine dayanma duygusunda olamayanlar uluslar arası alanda bunu nasıl
gerçekleştirebilir?” diye sorarak düşünce dünyasında yer bulan milliyetçilik ile hümanizm
arasındaki ilişkiyi açıklar.(Yücel, 1993: s.128)
Yücel kendisinin Milliyetçilik ve hümanizm düşüncesini eleştirenleri “fazla
gelenekçi” ve “ileri solcular” olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Fazla gelenekçi olarak
tanımladığı kesimden gelen eleştirilerin “bu düşünüşü fazla sollukla”, “ileri solcular”dan
gelen eleştirilerin ise hümanizm düşüncesindeki genişliği “milliyetçi vasfı”nı
eleştirdiklerini ve kabul etmediklerini belirtir.
III.5. H.Ali Yücele Göre Hümanizm
Hasan Ali Yücel’in eğitim felsefesini açıklayacak temel kavramlardan birisi de
hümanizmdir. Burada ilk olarak Hümanizm’in tarihi temellerine kısaca değinilecek daha
sonra Hasan Ali Yücel’in hümanizm anlayışı üzerinde durulacaktır.
III.5.a.Hümanizm’in Tarihi Kökeni ve Eğitim Anlayışı
Hümanizm, 13. asırda edebiyat alanında başlayıp, esas olarak, Rönesans’la daha
çok aydınlar arasında gelişmiş bir harekettir ve Ortaçağ Hıristiyan dünyasında görülen
skolastik anlayışa tepki olarak ortaya çıkmış, Yunan ve Latin edebiyatına dönüş ile
kendisini göstermiştir. Bu dönüş bir antikite hayranlığı, hatta antikiteye bir tapınış şeklinde
belirmiştir. Bu hareket, antik eserleri taklit eden, onların modellerini, biçimlerini,
örneklerini, tanrılarını, zihniyet ve dillerini tapınma derecesinde benimsemiştir (Bolay,
1997: s. 218).
“Yeniden doğuş” anlamına gelen Rönesans; eski Yunan ve Roma uygarlıklarının
gelişip yayıldığı Antik döneme ait klasik eserlere dönülerek Avrupa’da, sanat ve fikirde
yeniden gelişmelerin sağlanmasıdır. Hümanizm akımının öncüleri ise, Antik dönemde
hümanist kültürün temellerini atan Sokrat, Eflatun ve Aristo’dur.
“Hümanist felsefenin hayatın değişik alanlarına somut yansıması olan Rönesans
ve reform arasında çok yakın ve çoğu zaman iç içe geçmiş bir ilişkiler ağı vardır.
Hümanizm, Rönesans ve reform; bir anlamda birbirini var eden veya birbirinin sebep ve
sonucu olan gelişme, değişme zincirinin iç içe geçmiş halkalarındır. Elbette ki öncelik
hümanizme aittir” (Çetişli, 2001: s.39).
Avrupa’da gelişen bütün akımların fikrî ve felsefî temelinde, öncelikle hümanizm
ve Rönesans döneminin birikimi vardır. Her akım büyük ölçüde kendinden önceki
akımların ve eski Yunan edebiyatının tesiri altında ve onun devamı mahiyetindedir.
Yunan ve Latin edebiyatına yeniden dönüşü esas alan hümanizm; bir antikite
hayranlığından da öte, antikiteye bir tapınış şekline dönüşmüştür. Meriç (1977),
“Umrandan Uygarlığa” adlı kitabında; Yunan tarih ve kültürüne tapınışın somut
örneklerine yer vermektedir. Sumner Maine’in: “Tabiatın kör kuvvetleri bir yana, kâinatta
hareket eden ne varsa kaynağı Yunan’dır.”dediğini; Renan’ın ise: “Güneş altında tek
mucize; Yunan mucizesidir.” dediğini yazmaktadır.
“Batı medeniyetinin kaynağına inmek” düşüncesini, Türkiye’de özellikle
1940’larda heyecanla savunanlar olmuştur. O dönemin sosyolojik tahlilini yaparak bu
hezeyanları değerlendiren H. Ziya Ülken’e göre: “Güneş altında söylenmemiş hakikat
yoktur, diyerek her şeyi Yunan’a icra etmek mahiyet bakımından bağnazlıktır.”
(Türkdoğan, 1994: s.130).
H. Ali Yücel “Edebiyat Tarihi” kitabında “Yunan esatiri her kavmindir; medeni
insanların ebedi kitabıdır.”der. Yakup Kadri: “Bütün kitaplarımı yaktım. Kaybettiğim
zamana ağlıyorum. Nihayet membaı buldum; fakat heyhat neden sonra. Şimdi
kendimi genç, kavi, yüksek ve geniş buluyorum.” diyor. (Meriç, 1977: 9-10).
“Hümanizmi, insanlık sevgisi, insanın yücelmesini en yüksek amaç sayan bir
öğreti olarak görenler çoktur. Ancak, hümanizmi “insancılık” olarak düşünmek konuya çok
yüzeyden bakmaktır. Çünkü, hümanizm eski Yunan ve Latin kültürünü yeniden
canlandırmadır (Erkal, 2002: s.5).
Hümanizm bütün insanları değil, seçkin (elit) bir sınıfın refah ve mutluluğunu hedef
alan bir düşüncedir. Toplumu; asil-soylu, hür-köle vb. gibi sınıflara ayırmıştır. İnsanların
eşitliğini temele almayan bir öğretinin insan sevgisine dayandığını söyleyebilmek
mümkün müdür? “A. Comte; insanlığı tapılması gereken ebedi ve sonsuz varlık olarak
görmüş, “İnsanlık dinî” diye bir din kurmuş, bu dinin ilmihalini yazmış insanlığı ibadet
edilmesi gereken tanrı ilan etmiştir.” (Bolay, 1997: 219).
III.5.b.Hümanistlerin Eğitim Görüşleri
Aytaç’a göre; Hümanist anlayışta okulların kuruluş sistemi, sosyal tabakalaşma
sisteminin bir kopyasını temsil eder; okullar farklı zümresel menşelere bağlı bulunurlar.
Mesela, Avrupa’da okullar yakın bir geçmişe kadar, zümreleri şu tarzda temsil etmişlerdir:
1- Yüksek tabaklar için: “Latince okulları” ve “liseler”
2- Orta tabakalar için : “Ortaokullar”
3- Aşağı tabaklar için : “Halk okulları”-“İlkokullar (Aytaç, 1985: s.12).
Böyle bir sosyal düzende çocukların okul seçme işi, her şeyden önce kişinin
mensup olduğu sınıf esasına göre cereyan etmekteydi. Yani okul seçimi başarı kriterine
göre değil, fakat sosyal statülere (sınıfa) göre yapılmaktaydı.( Aytaç, 1985: 11-12).
Doğan, hümanist eğitiminin özelliklerini üç kategoride incelemiştir:
1- Hümanistler evrensel bir insan yetiştirmeyi amaçlamışlardır. Kuşkusuz 19. asırda
başlayan millîyetçilik hareketleriyle evrensel insan yetiştirme görüşü değerini kaybetmiştir.
2- Hümanistler seçkin (elit) bir gruba eğitim hizmeti götürmeyi amaçlamışlardır. Orta
sınıfa bir eğitim getirmemişlerdir. 3- Hümanistler teori ile uygulamayı eşdeğer
görmemişlerdir. Teorinin uygulamadan üstün olduğunu kabul etmişlerdir (Doğan, 1982:
34).
Hümanizm anlayışı, bizde milliyetçiliği reddeden, evrensel bir kültür ve medeniyet
tezinden hareket etmekte, farklı kültür ve medeniyetleri tek kalıba girmeye zorlamakta,
kültürel kimliği de coğrafyaya bağımlı görmektedir. Bu anlayış, Atatürk sonrası
dönemde Türk kültür ve medeniyetini tarihi bağından koparmak istemiş, Greko-Latin
kaynakları öne çıkarmıştır (Erkal, 2002: s.5)
III.5.c. Elit (Seçkin) Zümrenin Eğitilmesi
Hümanistler elit (seçkin) bir gruba eğitim hizmetini götürmeyi amaçlamışlar; orta
ve aşağı sınıflara eğitim hizmetini götürmek istememişlerdir.
Eflatun ve Aristo, ilk eğitimi her çocuk için zorunlu görmekle beraber, bilim ve
sanatla uğraşmayı yalnızca hür vatandaşların küçük bir kısmı için ön görürler. Oysa, İbn-î
Sina eğitim ve bilimi herhangi bir sınıf ve düzey farkı gözetmeden herkes için gerekli
görür. Hangi sınıf ve statüde olursa olsun her çocuğun eğitilmesini ister Eflatun ve Aristo
meslek eğitimini programa almazlar. Onlar zanaat ve meslek eğitimini hür vatandaşlara
layık görmezler(Akyüz, 1993: s.26).
“Hümanizm akımı büyük ölçüde aristokrattır. Hümanist sanatkârların büyük bir
kısmı asilzade ve askerdir.” (Çetişli, 2001: s.43).
III.5.d.Teori Uygulama Ayrımı
Klasik eğitimde teori ile uygulama birbirinin karşıtı olarak düşünülmüş ve teorinin
uygulamadan üstün olduğu savunulmuştur. Çünkü, hümanistler teori ile uygulamayı
eşdeğer görmemişlerdir. Teorinin uygulamadan üstün olduğunu kabul etmişlerdir (Doğan;
1982: s.33). Hümanistlere göre; ziraat (tarla, bahçe) ve inşaat işleriyle ilgili zanaatlar, hür
insanların yapacağı işler değildir. Bu işleri köleler yapar. Hür insanlar bilim, sanat (müzik,
resim, edebiyat, tiyatro vb.) alanlarında eğitim görürler.
H. Ali Yücel, I. Maarif Şûrası açış konuşmasında: “Bakanlıkça şûraya hazırlık
olmak üzere hazırlanan broşürde yazılı olduğu gibi eğitimi dört tahsil derecesi şeklinde
(İlk, Orta, Yüksek, Teknik öğretim) ayırmayı düşündüğünü belirtmektedir (Yücel, 1993:
s.5
Hasan Ali Yücel I. Maarif Şûrasında, Batı uygarlığı ile bütünleşme girişimini
“Girmiş olduğumuz yepyeni medeniyet hayatı” olarak adlandırır. Batı uygarlığını
erişilecek bir amaç olarak seçmek ve batının geçtiği aşamalardan Türkiye’nin de geçmesi
gerektiğini kabul etmek 1940’larda Batıda Rönesans’la başlayan hümanizm anlayışına
karşı ilgiyi artırmıştır (Doğan, 1982: s.32)
H. Ali Yücel’in, bakanlığı döneminde giriştiği bir uygulama da şudur: “1940-1941
ders yılında Ankara’da Atatürk ve Kız Liseleri ile İstanbul’da Galatasaray Lisesi’nde
mevcut fen ve edebiyat şubelerinin yanında “Klasik Kol” açılmış ve bir Batı yabancı
dilinden başka her sınıfta haftada 5’er saat Latince okutulmuştur. Bu uygulama, Yücel’in,
hümanist kültürünün öğrenilmesi yolundaki çabalarından biridir. Klasik kol 1949’ da
kaldırılmıştır. Fakat, bazı büyük liselerde Latince’nin seçimlik ders olarak daha sonra da
okutulduğu görülüyor.” (Akyüz, 1993: s.306 ).
Yukarıda yapılan eleştiriler ve hümanizm düşüncesinin kendi teorik çerçevesi
içerisindeki yapısına bakıldığı zaman Hasan Ali Yücel’in hümanizm anlayışının yukarıda
belirtilen görüşlerle pek uyuşmadığı görülmektedir.
Hümanizmin milliyetçilik akımıyla değerini ve etkinliği kaybedildiği belirtilir.
Ancak Yücel’in hümanizm anlayışında milliyetçilikten hümanizme ulaşan bir düşünce
vardır. Hümanist bilgibilimin teoriyi pratikten üstün tuttuğu belirtilirken Yücel’in gerek
Köy Enstitüsü projelerinde, gerek mesleki eğitime verdiği önemle hümanist anlayıştan
farklı bir sonuca ulaştığı ortaya çıkmaktadır. Çünkü Yücel’e göre hayata uygulanmayan
bilgi gereksizdir.
Hayattan sonra gelen ilk hak olarak bilgiyi, bilgi edinme hakkını gören Hasan Ali
Yücel, yaşam için sadece bilgi ile işin bitmeyeceğini belirterek, “hakiki insan için, bildiğini
yapmak veya hareket doğurabilecek bilgiler ortaya atmak zarureti vardır. Hayat ve
harekete teveccüh etmemiş bir bilgi, ilim değil vehimdir; sözde veya kalemde sığınağını
bulmuş bir vehim… ilimde diğer her şey gibi hayat içindir.” der. (Yücel, 1993: s.56) Yücel,
Klasik hümanist anlayışın teorik bilgiyi ön plana çıkaran anlayışının dışında
düşünmektedir.
O, bireyden başlayarak bütün insanlığın mutluğunun sağlanmasını esas almıştır.
Yücel, ferdiyetleri yok etmeyen bir birliğe ulaşılmasını ister. Dünya üzerindeki
yapılanmayı şu şekilde sıralar, aile, okul, meslek, millet, devlet ve birleşik
insanlık…(Yücel, 1998e: s.233)
Hasan Ali Yücel’in hümanizm anlayışının temelinde hürriyet ve milliyet düşüncesi
bulunmaktadır. Hümanizmin teorik çerçevesinin Eski Yunan düşüncesi olduğu belirten
Yücel “Aşısı eski yunanda olmayan hiçbir medeniyet bugün ayakta, gövdesi sağlam halde
değildir” diyerek bu düşüncesini belirtir. O, medeniyet, millet ve güçlü bir devlet
oluşumunun kökenini eski yunan ve hümanizm düşüncesi içinde bulur. (Yücel, 1998c:
s.91)
O, hümanizmi milliyetleri ortadan kaldıran bir insanlık dini olarak algılamamıştır.
Milliyetçilik ve millet şuurunun olmadan hümanizm düşüncesinin gerçekleşemeyeceğini
savunmuştur. “Çağdaş, milli ve bağımsız bir kültürü olmayan topluluklar ne iktisadi ne
siyasi hiçbir meselelerini çözemez.” (Yücel, 1998c: s.91) diyen Yücel hümanizmi bunlara
ulaştıran bir vasıta veya bunun bir sonucu olarak görür.
Hümanistler seçkin, elit eğitimine önem verirken halk eğitimini
önemsememişlerdir. Ancak Yücel’in eğitim strateji ve uygulamaları bunun tam aksi
istikamettedir. O, bakan olduktan sonra İsmet İnönü ile ilk görüşmelerinde “bakanlıkta ilk
dava olarak kütle tahsilini mütala eder”(Yücel,1993: s.42)
Yücel medeniyeti bir bütün olarak görür. Şarkı, garbı, yeni veya eski dünyası;
şahsiyet farkları ne olursa olsun, bu bütünün birer tezahürü sayılabilir. … siklet merkezini
Avrupa’da tutmakta olan medeniyet bütününe Tanzimat ve daha evvelki uyanma
devresinden beri Türk cemiyeti de teveccüh etmiş bulunuyor. Kültür tanışkanlığının fikri
manzarası, her zaman ve her yerde, dil ve yazılı eser alışverişi ile olmuştur. Bizde de aynı
hal vaki oluyor tercüme, zihni, fikri ve medeni bir intibak olduğuna göre, gün günden daha
mütekamil bir “ana diline nakil” hareketi bizde de tekevvün etmiştir”
Tercüme, Yücel’e göre mekanik bir nakil hareketi değildir. Tercümeler, inzibatlı
fikir çalışmaları ile ana dilimizin tekamül imkanları kazanacağına inanır. Yücel’e göre her
anlayış bir yaratma olduğuna göre mütercim, büyük bir müellif kıymetindedir.
Hümanist bir düşüncesinin ilk aşamasının sanat eserlerinin benimsenmesi ile
başlayacağını belirten Yücel bu yüzden çevirilere ağırlık vermiştir. O şöyle der:
"Hümanizm ruhunun ilk anlayış ve duyuş merhalesi, insan varlığının en gelişmiş şekilde
ifadesi olan sanat eserlerinin benimsenmesi ile başlar. Sanat şubeleri içerisinde edebiyat,
bu ifadenin zihin unsurları en zengin olanıdır. Bunun içindir ki bir milletin, diğer milletler
edebiyatını kendi dilinde, daha doğrusu, kendi idrakinde tekrar etmesi; zeka ve anlama
kudretini o eserler nispetinde arttırması, canlandırması ve yeniden yaratmasıdır."
III.B.HASAN ALİ YÜCELİN EĞİTİM ÖĞRENCİ VE ÖĞRETMENDEN BEKLENTİLERİ
Bu bölüm dört ana başlık altında incelenecektir. Bunlar Hasan Ali Yücel’in Eğitim
Düşüncesi, Öğretmen Tanımı ve Öğretmenden Beklentileri, Öğrenci Tanımı ve
Öğrencilerden beklentilerinden oluşmaktadır.
III.B.1.H.Ali Yücelin Eğitim Anlayışı
Hasan Ali Yücel’e göre eğitimin birinci vasfı milliyetçi olmasıdır. Ülkenin
istikbalini, kültür, teknik ve ilme dayandıran Yücel buna bir kez inanıldıktan sonra
yenilmeyecek bir zorluk bulunmadığını belirtir. “İmanımızın başı ilme ve tekniğe inanmak
olmalıdır” der ve eğitimi de bu inanç üzerinde temellendirir. (Yücel, 1993: s.155)
Yücel’in bilgi anlayışında “her şey gibi bilim de yaşamak içindir.” O’na göre “her
türlü hurafeleri silip süpürecek olan bereketli yağmurlar, pozitif bilimlerin yaşatıcı ve
besleyici bulutları içerisindedir.” Skolastik zihniyetin “bizim tarihimizdeki adıyla
medresecilik zihniyeti, ancak pozitif bilimlerin prensiplerine ve deneylerine inanmakla
ortadan kalkabileceğine” inanan Yücel, “Denemeden çıkan bilgilerin sentezi ile ve tüme
varıcı bir endüktif metodla fen adamı yetiştirmek istiyoruz”(Yücel,1993: 214-215) diyerek
eğitimin bilimsel temellere dayanması gerektiğini savunur.
Yücel, okuma yazma bilmeyen ve eğitim makinesinden geçmeyen cemiyette
herhangi esaslı bir kalkınma olamayacağına inanır. Kalkınmanın birinci yolu, basamağı
eğitimdir. Bu düşünceyle bakan olur. Kalkınmanın birinci yolu olarak eğitimi gördüğü için
de daha çok üretime, uygulamaya dönük olarak bakar eğitim programlarına. “Hayata
uygulanabilir, üretime elverişli olmalıdır eğitim.”(Yücel, 1998a. s.6)
Yücel’e göre, eğitim bir ülkenin kendi vatandaşlarına “ilk ahlak kuralı olarak”
varlıklarını milletlerinin yoluna koymayı, çalışmalarını onun ilerlemesine hasretmeyi,
kendini milletine daha faydalı olacak şekilde yetiştirmeyi, görev zamanı geldiği zaman
milleti için hiçbir özveriden geri durmamayı öğretmeli, bunu bir davranış haline
getirebilecek nitelikte olmalıdır.(Yücel, 1993: s.169)
O eğitimin özünde laiklik, sorumluluk, ahlak, yenilik, bilimsellik, işgücü, korku
yerine sevgi, çağdaşlık, yetkinlik, yaratıcılık, yaşamsallık, katılımcılık ve toplumsallık gibi
öğeler olması gerektiğini savunmuştur.
Hasan Ali Yücel, yöntem konusunda rehberliği, üretkenliği öğrenci etkinliğine
dayanan ilkeleri öngörür. Bilimsel eğitim için doğrudan yaşama bağlı kalmayı, olayların
gidişini belirleyen ilkelerle onları yöneten yasaları yakından görebilmenin yanında
gözleme, deneye ve tartışmaya ağırlık verilmesini ister.(Aydın, 1998: s.49)
Yücel’in vatan sevgisi, kültürüne karşı gösterdiği aşırı duyarlılık, körü körüne
duyulan hamasi duygulanmalardan kaynaklanmaz. Eğitimde karakterin, çalışkanlığın ve iç
dünyaya sahip olmanın önemini vurgular. (İnam, 1997: s.20)
III.B.1.a.Eğitimde Örnek Kişi
“Öğrenciyi nasıl bir insan örneğine göre yetiştirmeli?” sorusunu soran Hasan Ali
Yücel, tarihin hangi devresinde ve hangi cemiyetinde olursa olsun bu sorunun cevabını
verebilen toplumların o dönemde “kuvvetli bir bütün olarak tarih içindeki ödevini
yaptığını” söyler.
Tarihi kökenleri olan devletlerin bu soruya verdiği cevapların açık ve belli
olduğunu belirten Yücel bu cevapların tarihsel kökeni içerisinde bir geleneğe bağlandığını,
hatta kitaba geçirilip kanun ve talimatlarda yer aldığını belirtir ve ülkemizde bunun tam ve
kesin olarak belirlenmemiş olduğunun altını çizer.
Hasan Ali Yücel yukarıdaki soruya şu şekilde cevap verir: “çocuklarımızı
yetiştirmekte ve halkımızı bugünün hayatına göre yaşatmakta ilk iş yanlışı doğrudan,
zararlıyı faydalıdan, kötüyü iyiden ayırtedici bir bilgi ile” öğrencileri “silahlandırmaktır.”
(Yücel, 1993: s.126) O bu anlayışı “bilim kafası” olarak tanımlar.
Yücel bu konuda daha kesin bir tanım yapar ve öğrencilerin yetiştirileceği insan
örneğini açıklayarak “müspet ilim kafası ile milli hayat kaygusu bir Türk’ün varlığında
birleştiği zaman: vücutça sağlam, karakterce özlü, kafası işler, bilgisi hayata uygun bir
vatandaş… bizim için insan numunesi budur. Bu kadar çerçeveli, bu kadar aydın, bu kadar
kesindir” der. Yücel, bu çerçevesi çizilmiş insan prototipinin sadece bizim milletimiz için
değil her millet için geçerli olduğunu belirterek hümanizm düşüncesi ile bunu uyumlu hale
getirmeye çalışır.
O, tarif ettiği bilim kafasına sahip insan örneğinin sahip olacağı ahlakının “dini
kıymetler ile müeyyidelendirilemeyeceğini” belirtir. O’na göre çocukların eğitiminde
bilginin ahlak, ahlakın da bilgi kadar dini kaynaklardan ayrılmış olarak verilmesi
Cumhuriyet yönetimi ile temin edilmiştir. Cumhuriyet eğitiminde “ahlakın kaynağını”
cemiyet olarak gösteren Yücel, her hareketin “cemiyete, yani millete faydalı veya muzur
olması bakımından” değerlendirildiğini belirtir. (Yücel, 1993: s.128)
III.B.1.b.Eğitim Sistemi
Yücel Avrupa ülkelerinden sistem ve düşünür örnekleri verdikten sonra eğitim
sisteminin oluşma şartları ikidir der. Bunlardan birincisi “belli bir medeniyetin mensubu
olmak ve bu mensubiyeti aydın çoğunluğun kabul etmesi, ikincisi eğitim kurallarının ortak
bir anlayışın eseri olması’dır. Yücel bu iki şartın da ülkemizde bulunmadığını savunur.
Çünkü Doğulu ya da Batılı olduğumuz yapılan uygulamalarla hala ortaya konulamamıştır
Yücel’e göre.
O’na göre eğitim kuralları konusunda ortak bir anlayışın olmamasının nedeni devlet
ve siyaset adamlarına yol gösterecek ne mesleki bir kuruluş ne de münferit fikir adamının
olmasıdır. Bu iki şart olmayınca cemiyet yapısına uygun bir mevzuatın ortaya
çıkmayacağını belirtir. Toplum yapısına uygun bir mevzuatın ortaya çıkması için ‘kültür
istikametinin belirleyiciliği’nin önemini vurgulayan Yücel bu “değişmez surette
belirmeyince eğitim konusunda dışarıdan getirilen uzmanların fikirlerinin sistem
konusunda işe yaramayacağını” söyler.(Yücel, 1998b: s.237-238)
Hasan Ali Yücel’e göre milli eğitim sistemi milli değerlere dayanmalı ve orijinal
olmalıdır. “Başka memleketlerden el yordamı ile alınan metodları uluorta tatbike kalkmak,
her zaman neticesiz olmaya mahkumdur.” Eğitim Sistemi bir milletin zeka ve yeteneklerini
keşfetmek, işletmek ve geliştirmekle görevlidir. Yücel’e göre bir eğitim sistemi “bilmiyen
ve öğrenmeyene bilmiş ve öğrenmiş olmak sıfatını” vermeyecek nitelikte ve düzenlemede
olmak zorundadır. (Yücel, 1993: s.56)
Kültür davasının belkemiği olan eğitimin “esaslı kaidesi sonradan görmüş, türedi
bir topluluk adiliğinden” bireyleri uzak tutmasıdır. Bunu sağlamak için tarih ve tarih
eğitimine önem verilmesi gerektiğini savunan Yücel, Hürriyet Gene Hürriyet kitabının
özellikle üçüncü cildinde bunu vurgular.
Kalkınma ve eğitim arasında doğrudan bir bağ kuran Yücel, kalkınmanın
sağlanması için gerekli olan şeyi ikiye ayırır: Köy ve şehir yaşamının ıslah edilmesi ve
vatandaşı yetiştirmek.
Yücel, eğitime toplum terbiyesini (kütle eğitimi) ve Aydınlar Terbiyesini (Elit
yetiştirme) sağlamak üzere iki misyon biçer. İlk ve temel öğretimi toplum terbiyesi olarak
nitelendiren Yücel’e göre en hayati mesele aydınların yetiştirilmesidir. Ancak bunun
sağlanması için toplumun tamamının belli bir vasat, olgunluk ve eğitim düzeyini aldıktan
sonra onun içinden çıkacak elitlerle daha iyi yol alınabileceğini düşünür. (Yücel, 1998b:
s.295)
O’na göre “Bir toplumun içinden çıkan düşünürler, bilim adamları değil, onları
bağrından çıkaran, ortam hazırlayan toplum büyüktür. Büyük adam yetiştirmek için halkın
seviyesinde bir yücelme, ilerleme olmalıdır. Eğitim bunun için önemlidir.” Bu düşüncesini
temellendirmek için “Atatürk’e destek olacak ortam olmasaydı başarılı olabilir miydi?”
sorusunu soran Yücel, bu soruya hayır cevabı verir. Kütle eğitimi onun için birinci
meseledir.(Yücel, 1998a: s.157)
Yücel’e göre Milli Eğitim Sistemimizin esasları “bütün dünya milletlerini tanımak,
anlamak ve saymak, kapalı bir kültürde mahpus kalmıyarak insanlığın ortak kültür
kaynaklarına gitmek, vatandaşlar arasında din, ırk, dil sınıf ayrılıları gözetmemek”tir. Bu
düsturlara inanmış bir millet, insan haklarını başarı ile müdafaa etmiş ve edecek milletlerle
elbette beraber olacaktır. Yücel’e göre insanların bilgiye ulaştırılması yeterli değildir.
Onlara barışçı prensipleri de aşılamak lazımdır. (Yücel,1993: s.295)
Hasan Ali Yücel’e göre fazilet fazilet iddiasında değil faziletli davranıştadır. O,
sözlerden daha çok sözün içeriğini dolduracak davranışlara, söz ile davranışın birbiriyle
uyum içinde olmasına, bütünlüğüne önem verir. Eğitimin bu nitelikte bireyler yetiştirmesi
gerektiğini belirtir. (Yücel, 1993: s.13)
Yücel kendi döneminde ve daha önceki dönemlerde yapılan program değişiklikleri
ile programların “memlekette bilim kadar milliyetçi ve inkılapçı, ahlak bakımından kuvvetli
aydınlar yetiştirebilecek bir şekle” sokulduğunu belirtir. (Yücel,1993: 206)
Yücel göreve geldiğinde tam bir sistem karakteri göstermeyen Milli Eğitim
Teşkilatını çıkarılan kanunlarla yeniden düzenleyerek derleyip toparlar ve sonraki yıllarda
da etkisini gösteren bir sistem karakteri kazandırır. Yücel bakanlığı sırasında milli eğitim
sistemini oluşturup düzenlemeler yaparken “yeni girilen medeniyet hayatının ihtiyaçlarını
ve Kemalizmi” temel olarak alır.
Hasan Ali Yücel okulun “üstüne aldığı vazifeleri, ancak ana ve babalardan, aileden
ve daha geniş ölçüde cemiyet muhitinden yardım gördüğü nispette yapabileceğini belirtir
ve ekler “Okulu aile ve cemiyetten başka ve ondan müstakil farzetmek, başlı başına bir
hatadır. Maddi v dış manasıyla bir bina olan okul, hakikatte bütün bir muhit, bütün milli ve
insani münasebetler, bir kelime ile bütün bir hayattır.” (Yücel,1993: s.64)
Yücel’e göre Türk eğitim sisteminin hedefi ve yöntemi “büyük kütlesi esaslı olarak
tahsil ve terbiye edilmiş milletimizin mesleki ve teknik sahaya veya umumi kültür yoluyla
üniversiter tahsile girecek olan anasırını, keyfiyet bakımından yüksek ve kemiyetçe geniş
imkanlar içerisinde istifaya tabi tutabilmek” olmalıdır.(Yücel,1993: s.42)
III.B.2.H.Ali Yücelin Öğretmen Tanımı ve Öğretmenden
Beklentileri
III.B.2.a.Öğretmenin Tanımı
Yücel’e göre Eğitim sisteminde en önemli unsur öğretmendir. Öğretmenler tek
kaynaktan yetişen akademik bir unsur olmalı ve öğretmenlik saygın bir meslek haline
getirilmelidir.(Ergün, 2001: s.33)
Hasan Ali Yücel’e göre öğretmen “bilen ve bildiğini öğretmesini bilen”, “çocukları
terbiyeli ve bilgili kılmak için çalışan”, “fedakar ve vazifesine bağlı”, “insanlık camiası
içinde büyük hürmete layık”, “yaptıkları işin yarının büyük insanlarını yaratacağını fark
edip bilerek çalışan”, “uzak istikballerin güneşlerini doğar görmek için bütün maddi ve
ölümlü menfaatlerin üstüne basıp yükselebilme sanatı”nı icra eden “fedakar, temiz yürekli,
inkılaba imanlı” kişidir.(Yücel, 1993: s.215, 35, 65, 29,1)
III.B.2.b.Öğretmenden Beklentileri
Hasan Ali Yücel’in öğretmenden beklentileri eğitimden beklentileri ile aynıdır. O
öğretmenden “Cumhuriyetimizin kuvvetlenmesi için, Türklük ve insanlık ülküsünü
gerçekleştirmek için” çalışmasını bekler. Bunu yapmak için öğretmenin “uzak istikballerin
güneşlerini duyup, görmek için maddi ve ölümlü şeylerin üstüne basarak” yükselmesi
gerekmektedir. (Yücel, 1993: s.1) Bu aynı zamanda Yücel’in öğretmen tanımlarından bir
tanesidir.
Yücel öğretmenlerden bugün yaptıkları işin yarın büyük iş yapacak insanları
yetiştirdiklerini düşünerek ve bilerek çalışmalarını ister. (Yücel,1993: 29) Öğretmen
“fedakar, temiz yürekli, inkılaba imanlı” olmalı ve bu nitelikte öğrenciler yetiştirmelidir.
Türklük ve insanlık ülküsünü gerçekleştirmek için elinden gelen çabayı göstermeli ve çok
çalışmalıdır. O öğretmenlerden yüreklerinde “vatan millet ve insanlık aşkına karışmış
olarak” mesleklerinin yüce duygularını duyarak çalışmasını ve bu nitelikte bir nesil
yetiştirmelerini bekler.
Milli kültürümüzde öğretmenin yerinin çok büyük olduğunu belirten Yücel,
öğretmene verilen bu saygının kaybedilmesini ister. Çünkü kültürümüzde öğretmene
verilen değeri kaybetmek “milli vasıflarımızın en sağlamlarından birini kaybetmektir.”
(Yücel,1993: 64)
Yücel’e göre öğretmen, çocukları terbiyeli ve bilgili kılmak için çalışan bir
insandır. O, öğretmenleri fedakâr ve vazifesine bağlı olarak niteler ve “Türk öğretmeni
insanlık camiası içinde büyük hürmete layık bir varlık ve Türk mektebi, millete karşı
vazifesini yapmak için bütün gayretini sarfeden verimli bir müessesedir”der.(Yücel,1993:
s.65)
Yücel, sorumluluğu alınan eğitim öğretim işlerinin bir para işi değil,
“vatanseverliğimizin, memleket ve millet aşkının gönlümüze ve kafamıza tevdi ettiği
mukaddes bir amaç” olduğunu belirtir. Ona göre bütün kudret ve kuvvet para ile
ölçülebilen servette değil bu zihniyettedir. Öğretmenlerin bir ibadet gibi gece gündüz
çalışma enerjisi, sahip oldukları bu yüksek idealizmden kaynaklanmaktadır.(Yücel,1993:
s.27)
III.B.2.c.Öğrencilerden Beklentileri
Hasan Ali Yücel öğrencileri, çelik gibi sağlam vücutları olan, şaşmayan akıl ve
muhakemeye sahip, doğru yoldan ayrılmayan ahlak ve karakteri edinmiş, neşeli, canlı,
heyecanlı, duygulu ve uyanık bir birey olarak tanımlar. (Yücel, 1993: s.13)
Yücel’e göre öğrencilere kazandırılacak meziyetler “bedende temizlik ve sağlık,
ruhta iyilik, doğruluk, vazife, mesuliyet, nefse güven ve hakimiyet, nezaket, çalışkanlık,
büyük fikirlere ve büyük fikirlilere bağlılık duyguları, …gerçek zekanın hileye tenezzül
etmeyecek kadar kudretli olduğu”dur. (Yücel,1993: s.169)
Öğrencilerin vazifelerinden birisi iyi çalışarak öğretmene kolaylık sağlamak, güzel
düşünmeye alışarak doğru anlamaya ermektir. Öğrenciler daima inkılaba sadık, inkılabın
milletimize verdiği yüksek ideallere bağlı olmalıdır. Çünkü “milletlerin kudretleri
gençlerinin gönüllerinde doğar, sonra büyük kütleye yayılıp inkişaf eder.” (Yücel, 1993:
s.56)
Yücel’in öğrencilerden beklentisi “ahlak, inzıbat, çalışma ve
öğrenmedir”(Yücel,1993: s.113) O öğrencilerden, “İlk ahlak kuralı olarak varlıklarını
Türk Milletinin yoluna koymak, çalışmalarını onun ilerlemesine, hasretmek, kendini ona
daha faydalı olacak şekilde yetiştirmek, vazife saati çaldığı zaman onun için hiçbir
özveriden geri durmama”larını bekler.(Yücel,1993: 169)
Görev yaptığı yılların savaş şartları da düşünüldüğü zaman o dönemde öğrencilerin
sadece fikri yönden değil bedenen de iyi şartlarda yetiştirilmesini ister. Yücel anne
babalara yaptığı bir konuşmada yarının Türk milletine hangi vazifeleri vereceği belli
olmadığını vurgulayarak anne ve babalara, çocukları “zorlu dövüşmeye hazırlamak, kaya
parçaları gibi sağlam, arslanlar gibi yiğit, kolu, bacağı, gönlü, kafası kuvvetli
yetiştirme”yi başlıca vazife olarak gösterir. (Yücel,1993: 114)
III.C. HASAN ALİ YÜCELİN TÜRK MİLLİ EĞİTİMİNE KATKILARI
Hasan Ali Yücel Türk Eğitim ve Kültür tarihinde reform niteliğinde yenilikler
yapmış ve müesseseler kurmuştur. Yücel döneminde Türk eğitimi altın çağını yaşamıştır.
(Sakaoğlu 1993: s.86)
Türk eğitim ve kültür hayatının her alanında reform niteliğinde yenilikler ve
düzenlemeler yapan Hasan Ali Yücel’in hizmetleri yedi ana başlık altında incelenecektir.
III.C.1.Türk Milli Eğitim Teşkilatı
“Metodsuz zeka, bilgi hiçbir randıman veremez.” (Yücel, 1998d: s.159) diyen
Yücel bu düşüncesinin bir gereği olarak Türk Milli Eğitim sisteminde tam bir teşkilatlanma
olmadığını görmüş ve bu yönde çalışmalar yapmıştır.
Hasan Ali Yücel, bakanlık görevine başlarken yaptığı konuşmada Saffet Arıkan’ın
bıraktığı faaliyet noktasından ve “Cumhuriyet Halk Partisinin kültür meselelerinde tespit
ettiği prensiplere bağlı kalarak” çalışacağını bildirir.(Yücel,1993: s.1)
O 1942 yılında yaptığı bir konuşmada “Maarif Vekaletinin hazırladığı bütün
kanunlar, yaptığı ve yapacağı bütün işler iktidarda kaldığı her zamanda parti programına
göre olmuştur ve olacaktır” diyerek kendisi için parti programının belirleyici bir nitelik
taşıdığını ifade eder.(Yücel,1993: s.121)
Hasan Ali Yücel’in vurguladığı Cumhuriyet Halk Partisinin eğitimle ilgili parti
programı Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü
liderliğindeki C.H.P’nin 1 Haziran 1939 yılında toplanan beşinci büyük kurultayında
eğitim politikasının dayandığı temel ilkeleri belirlemiştir. Bu kurultayda alınan kararlar
şunlardır.
“Milli talim ve terbiyede esas düsturlarımız şunlardır; Maarif siyasetimizin temel taşı,
bilimsizliğin giderilmesidir. Maarifimizde nispeten daha fazla çocuk ve vatandaş okutacak ve
yetiştirecek bir program takip olunacaktır. Kuvvetli cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve
inkılapçı vatandaş yetiştirmek tahsilin her derecesi için mecburi ihtimam noktasıdır. Türk milletini,
Türkiye Büyük Millet Meclisini ve Türkiye Devletini sayın tutmak ve tutturmak bir vazife olarak telkin
olunur. Terbiye ve tedriste takip edilen usul, bilgiyi vatandaş için bütün hayatın safhalarında muvaffak
olmayı temin eden bir cihaz haline getirmektir. Terbiye her türlü hurafeden ve yabancı fikirlerden uzak,
üstün, milli, vatanperver ve modern olmalıdır. Her tahsil ve terbiye müessesesinde talebenin teşebbüs
kabiliyetini kırmamaya, şefkatle itina etmekle beraber onları hayatta kusurlu olmaktan vikaye için ciddi
bir intizam ve inzibata ve samimi ahlak telakkisine alıştırmanın mühim olduğu kanaatindeyiz.
Maarifimiz bu günün ve yarının isteyeceği temsil derecelerini önceden gören bir tertiple planlanacak ve
bütün tahsil kademeleriyle sanat ve meslek ihtiyaçları bu plana göre düzenlenecektir.” (Taşdemirci
1984, s.492-3)
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte gerek devletin idari ve eğitim politikalarında
merkeziyetçi bir yapılanmaya gidilmiştir. Osmanlı devletinde eğitim kurumları, eğitim ve
öğretim bakımından merkeze (Maarif Vekaletine) bağlıyken, mali bakımdan mahalli
idareye bağlıydı.
Milli mücadele yıllarında devletin ve milletin bütün imkânları düşmanları yurttan
atmak için seferber edildiği için eğitimin mali açıdan mahalli idarelere bağlılığı devam
etmiştir.
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte kurulan yeni Türkiye Cumhuriyetinde okullar hem
eğitim, öğretim ve yönetim hem de mali bakımdan Maarif Vekâletine bağlanmaya
başlanarak merkezi bir yapılanmaya gidilmiştir.
Merkeziyetçi bir eğitim politikası uygulanması “Yeni Türk Devletinin dayandığı
esaslara uygun bir eğitim politikası oluşturmak, uzun süren savaşlar yüzünden halkı fakir
düşmüş ve mahalli idaresi zayıf ülkemizde eğitimi yaygınlaştırmak ve eğitim kalitesini
yükseltmek, tarihi haince emeller ve faaliyetlerle dolu azınlık okulları ve yabancı okulları
kontrol altına almak için gerekliydi.” (Taşdemirci, 1998,s.30) Buna Ziya Gökalp’in
Osmanlı devletindeki okullar konusundaki düşüncelerini de ekleyebiliriz.
Bu yapılanmayı sağlamak için Tevhidi Tedrisat kanunu ile ortaöğretim dereceli
mesleki ve teknik öğretim kurumları hem eğitim öğretim ve yönetim hem de mali
bakımdan Maarif Vekâletine bağlanmıştır.
Türk Milli Eğitimindeki bu merkezi yapılanma politikası Hasan Ali Yücel’in Milli
Eğitim Bakanlığı zamanında hem geliştirilmiş hem de pekiştirilmiştir.
Türk milli eğitimi iki temel kanunla kurulmuştur. Birincisi 3 Nisan 1926 tarih ve 789
sayılı Millî Eğitim Bakanlığı Teşkilât Kanunudur. Bu kanun genellikle taşra teşkilatına ve okullara
yöneliktir. İkincisi ise 2287 sayılı Maarif Vekâleti Merkez Teşkilâtı ve Vazifeleri hakkındaki
Kanundur. Bu kanun bakanlığın merkez teşkilatını kurmaya yönelik bir kanundur. Ancak
bu kanun yetersiz gelmiş, milli eğitim teşkilatı bir sistem özelliğine kavuşamamış,
yürütme, danışma ve politika organları arasında bir birlik kurulamamıştır.
Yücel bu sistem sorununu 1939 yılında düzenlediği birinci Maarif Şurasında şöyle
dile getirmiştir.
“Bir mühim noktaya dikkatinizi çekmek isterim. Kanaatımca bütün maarif teşkilatı tam ve
mükemmel bir uzviyet olabilmek için her uzvun birbiriyle alakalı, birbiriyle münasebetli bir
surette işlemleri lazımdır. Ben maarifimizde ahenk meselesini ana davalarımızdan biri
belliyorum.” (Yücel,1993: s.19)
Yücel eğitim teşkilatının bir sistem özelliği göstermediğini açıklayarak iyi işleyen
bir eğitim teşkilatının gereğini vurgular. Ona göre her iş bir organizasyona dayanır. Maarif
meselesinin çözülmesi de bir teşkilat meselesidir. İşlerin çözülmesi için merkez
teşkilatından köylere kadar normal şekilde işleyen bir teşkilata ihtiyaç vardır. (Yücel,1993:
s.27)
Yücel bunun için eğitimle ilgili olan bütün mevzuatı toplatmış, diğer yandan ise
diğer ülkelerin eğitim sistemlerini inceleterek ülkenin ihtiyaçlarını inceden inceye tetkik
ettirmeye çalışmıştır. Bu araştırmalar sonucunda yeniden düzenlenecek olan eğitim
teşkilatı bugünkü ve yarınki ihtiyaçlara cevap verebilecek bir nitelik kazanacaktır.
Bu alanda Yücel’in yaptığı çalışmalar şöyle sıralanabilir. Onun döneminde maarif
teşkilatı alanında köklü tedbir ve değişiklikler yapılmasından daha çok 2287 sayılı kanun
ile kurulan teşkilat daha iyi işler duruma getirilmeye çalışılmıştır. Bunun için ilk defa 1939
yılında milli eğitim şurası toplanmış, bakanlığın her türlü yayınlarını, genelgelerini ve ve
emirlerini içinde toplayan Tebliğler Dergisi yayınlanmaya başlamış, 2287 sayılı kanuna ek
veya bazı değiştirici maddeler eklenmiştir.
Şura sonunda Milli eğitim müdür ve memurları ve ilköğretim müfettişleri
yönetmelikleri ile ilkokul programı incelenerek kabul edilmiş,bir öğretmen tarafından
yönetilen üç sınıflı köy okullarının beş yıla çıkarılması kabul edilmesi benimsenmiş ve
ilköğretimin gelir kaynakları belirlenmiştir.
Ortaöğretim içerisinde değerlendirilen ortaokul, lise ve ilköğretmen okulları sınav,
disiplin yönetmelikleri ile öğretim programları incelenerek, eğitim öğretim zaman
çizelgeleri yeniden düzenlenerek kabul edilmiştir. Ayrıca ortaöğretim kurumlarındaki sınıf
mevcutlarının tespiti ile liseye alınacak öğrenci sayısının beş yıllık plana bağlanması
kararına varılmıştır.
Öğretmen ihtiyacı konusunun da planlama içerisine dahil edildiği bu şurada 3-4
yıllık bir plan içinde “yardımcı öğretmenlik” uygulamasının kaldırılması ve öğretmen
ihtiyacının planlı bir şekilde giderilmesi için çözüm yolları önerilmiştir.(Özalp, Ataünal,
1983: s.117-119)
1941 yılında çıkarılan 4113 sayılı bir kanunla da Mesleki ve Teknik Öğretim
Müsteşarlığı, Mesleki-Teknik öğretim ve Ticaret Öğretimi Genel Müdürlükleri, Mesleki
Teknik Öğretim Yapı ve Teknik Büro Müdürlükleri, Hukuk Müşavirliği, Mesleki ve
Teknik Öğretim Muamelat Şefliği kurulmuştur. (Taşdemirci,1998.s.33)
Yine Hasan Ali Yücel’in bakanlığı sırasında köy okulları ve 3803 sayı, 17.04.1940
tarihli kanunla kurulan Köy Enstitüleri yeniden teşkilatlandırılmış, mecburi öğretimi
köylerde yaygınlaştırmak ve fiilen gerçekleştirmek için köy okullarının yönetim ve
denetim bakımından bağlı oldukları kurumların ve yöneticilerin görev ve
sorumluluklarının açıkça belirlenmesi ihtiyacından dolayı 4274 sayılı ve 1942 tarihli Köy
Okullarını ve Enstitülerini Teşkilatlandırma Kanunu çıkarılmıştır.
Bu merkeziyetçi eğitim politikası Yücel’in bakanlığı zamanında bütün
yükseköğretim kurumlarını da Milli Eğitim Bakanlığı çatısı altında toplayacak şekilde
genişletilmiştir. 1945 yılına gelindiğinde Türkiye’deki bütün ilk, orta ve yüksek öğretim
kurumları Milli eğitim Bakanlığı çatısı altında toplanmıştır. (Hirsch, 1950,s.529-569)
III.C.2.İlköğretime Katkıları ve Köy Enstitüleri
Çalışmamızın bu bölümünde Cumhuriyet öncesi ve cumhuriyetin ilk yıllarının
genel durumu ortaya konmuş, enstitülerin nasıl ortaya çıkışının fikri ve tarihi kökeni
üzerinde durulmuştur.
İlköğretim düzeyinde çocuğun ilgi ve ihtiyaçları doğrultusunda kollektivist,
dayanışmacı ruh ve irade ile okulda öğrendiklerini çevresinde uygulayacak biçimde
yetiştirilmek istenmiştir. Ancak buradaki eğitim anlayışında gözetilen yine “devlet ve
millet için eğitim”dir. İlköğretim düzeyinde eğitim yolu ile cahilliğin yok edilmesi, modern
yaşamın ilkelerinin çocuğa öğretilmek istenmesi de bu amaca hizmet etmektedir.
Yücel’in bakan olduğu dönemde ülkemizin genel durumu şöyledir: ülkenin nüfusu
13 milyondur ve bunların sadece %20’si ilkokula gidebilmektedir. Hasan Ali Yücel’in
bakanlığından sonra bu oran %80’e çıkar. Bu başarı ve hızlı gelişmeyi anlayabilmek için
O’nun bakanlığından önceki dönemde yapılan hazırlıkların da bilinmesi
gerekmektedir.(Doğan, 2001: s.19)
Bu dönemde ilköğretim sorununun çözümü için en önemli unsur olarak öğretmen
yetiştirme konusu ele alınmıştır. Köyde çalışabilecek, köye gittiğinde her alanda öncülük
yapabilecek bir öğretmen yetiştirmek amaçlanmıştır.
III.C.2.a. Cumhuriyet Öncesi İlköğretimin Durumu
Osmanlı imparatorluğunda sıbyan okulları ve medreseler köylere kadar yayıldıkları
halde, medreselerde öğretim dilinin Arapça olması ve sıbyan okullarında dil öğretiminin
ihmal edilmesi sonucunda okuma yazmayı ve hayatta ihtiyaç duyulan temel bilgi ve
maharetleri kazandırmaya yönelik ilköğretimin yaygınlaşması geri kalmıştır.
II. meşrutiyet döneminde ilköğretimini modernleştirilmesi ve yaygınlaştırılması
amacına yönelik tedbirlerden de savaş şartları dolayısıyla istenilen verim alınamamıştır.
Kurtuluş savaşı yıllarında TBMM Hükümetine bağlı olan illerdeki 3495 okuldan 682
tanesi kapalıydı. Bu okullarda 3316 öğretmen vardı. Bu öğretmenlerin 1501’i medrese,
1207’si öğretmen okulu çıkışlıdır. Diğerleri ise çeşitli kaynaklardan gelmektedir.(İnan,
1975, s.160)
Türkiye’nin eğitim ve öğretmen sorununun çözülmesi için köy ve şehir için iki ayrı
öğretmen tipinin geliştirilmesi ve bu okullar için ayrı öğretmen yetiştirilmesi fikrinin
başlangıcı İkinci Meşrutiyet dönemine kadar uzanmaktadır.
İlk defa 1912 yılında “Üsküp Darülmuallimin”in çıkardığı “Yeni Mektep” adlı
dergide Ahmet Tevfik adında bir öğretmen “Darülmuallimler-Çiftlik Mektepleri” başlıklı
bir yazı yayınlamıştır. (Akyüz, 1997, s.257)
Bunun dışında ikinci bu konuyu işleyin ikinci kişi İstanbul Darülmuallimin’i
müdürlüğü yapan İsmail Mahir Efendi, köy ve şehir için ayrı okul ve ayrı öğretmen fikrini
öne sürmüştür.
Bunlar dışında meşrutiyet döneminde Şemsettin Günaltay, Üsküp Darülmuallimin-i
Rüşdiye’si müdürü Sabri Cemil ve pedagoji öğretmenlerinden Mustafa Şekip, Edirne
Darülmuallimin-i müdürü Nafi Atuf Kansu gibi eğitimcilerimiz de köy eğitimi ve köy
öğretmeni konularında yazılar yazmışlar ve görüşler ileri sürmüşlerdir.
Köylerden alınarak Büyükşehirlerde eğitim gören köy çocuklarını üretim
hayatından soyutlayarak Nazari eğitim verilmesini eleştiren Günaltay “Nazariyeci alim
yamaklarından memlekete hayır ve kurtuluş gelmez. Memleket sözcü değil, işçi, tüketici
değil üretici unsurlara muhtaçtır” der. (Akyüz, 1997, s.257-9)
III.C.2.b.Cumhuriyet Döneminde İlköğretimin Durumu
Harf inkılâbıyla birlikte okuma-yazma oranının sıfıra düşmesine paralel olarak
öğretmen ve okul ihtiyacı had safhaya ulaşmıştır. 1930'lu yıllarda şehir ve kasabalarda
açılan okullara öğretmen bulamama, çeşitli sebeplerle meslekten ayrılanların yerinin
doldurulamaması gibi problemler halledilemediği gibi köylere okul yaptırılamamıştır.
CHP'nin olağan kongrelerinde eğitimin yaygınlaştırılması talepleri dile getirilmiş, bu
konuda nelerin yapılabileceği konusunda bazı görüşler ileri sürülmüştür.
Eğitim konusunu çözüme kavuşturmak ve inceleme yapmak için Türkiye’ye davet
edilen yabancı bilim adamlarından John Dewey nüfusunun yüzde sekseninin köylü
nüfusunun teşkil ettiği bir ülkede, köy eğitiminin köyün iktisadi hayatı ile birleştirilmesini
ve köye ayrı bir öğretmen tipinin yetiştirilmesini tavsiye etmiştir. (Ergün, 1982a: s.111)
Bu raporlar ve Atatürk’ün direktifleri doğrultusunda hareket eden Maarif Vekili
Mustafa Necati (1925-1929) bu sorunu çözmek için uygulamalara girişmiş, köy okullarının
öğretim süresinin üç yıl olması kabul edilmiş ve bu okullara öğretmen yetiştirmek üzere
biri Kayseri’de biri de Denizli’de iki tane Köy Muallim Mektebi açılmıştır. Ancak bu
çalışmaların gelişmesi Mustafa Necati’nin 1929 yılında ansızın ölmesiyle
tamamlanamamıştır.
III.C.2.c.İlköğretim Konusundaki Akımlar
Cumhuriyetin ilk yıllarında bir yandan öğretmen ve okul gereksinimleri duyulurken
bir yandan da eğitim yaklaşımları konusunda değişik yaklaşımlar gelişmiştir. İsmayıl
Hakkı Baltacıoğlu “İçtimai Mektep” görüşünü geliştirerek “okul programlarının
liberalleştirilerek iş eğitimi esasına dayandırılmasını” savunmuştur. O, Gazi Eğitim
Enstitüsünün bu anlayışa göre geliştirilerek değiştirilmesi gerektiğini savunmuştur.
Ancak Gazi Eğitim Enstitüsünde Halil Fikret Kanad’ın görüşleri hâkim olmuştur.
Enstitüde Pedagoji öğretmeni olan Kanad, Kerschensteiner’in Alman eğitim sistemi için
önerdiği demokratik fikirlerin anlamsız olduğu kanısında olan ve nasyonal sosyalist eğitim
görüşlerinin etkisi altında kalmıştır. Bu iki görüş Gazi Eğitim Enstitüsü içinde çekişmesini
sürdürmüştür.(Tekeli, 1983: s.665)
Köy eğitimi konusu tekrar 1934 yılında bir Amerikan heyetinin raporu üzerine
kesin direktif vermesi üzerine yeniden ele alınarak gündeme taşınmış, Maarif Vekili Saffet
Arıkan (1935-1938) zamanında daha da hızlanmıştır. Atatürk, Saffet Arıkan’ın dikkatini
Türk ordusu üzerine çekmiştir. Saffet Arıkan da İlköğretim Genel Müdürlüğüne Vekaleten
İsmail Hakkı Tonguç’u getirmiştir. Tonguç, Arıkan’a Köy Enstitülerinin de temelini
oluşturacak bir rapor sunar ve 1936 yılında Eskişehir Mahmudiye’de Eğitmen Kurslarının
ilki açılır. Bu kurslarda altı aylık bir eğitimle, askerliğini okuma yazma bilen çavuş olarak
yapmış gençler eğitmen olarak yetiştirilip üç yıllık köy okullarına eğitmen olarak
gönderilmiştir.
Eğitmen kursları fikri ilk olarak ortaya atıldığı zaman ne zamanın Talim Terbiye
Kurulu başkanı İhsan Sungu ne de İsmail Hakkı Tonguç bu konuyu benimseyen bir tutum
sergilerler. Sungu, “Sanki bütün köylüler Ulus Meydanına toplanmış da eğitmen istiyoruz
diye bağırıyorlarmış gibi dağı taşı öğretmen mi yapacağız” diye söylenirken Tonguç
meseleyi benimsemez bir tavırla “ ne yapalım Hocam, bu iş ilk önce Talim Terbiye Dairesi
olarak sizin işiniz”der. Çalışmayı Emin Soysal’dan başka üzerine alan olmaz.(Ergün,
1982a: s.171)
Emin Soysal yönetimindeki bu kurslardan olumlu sonuç alınması üzerine 5 yıllık
köy okullarına öğretmen yetiştirmek amacıyla Eskişehir Çifteler Köy Öğretmen Okulu ile
İzmir Kızılçullu Köy Öğretmen Okulu açılmıştır. Hıfzırrahman Raşit Öymen, Saffet
Arıkan’ın Köy Enstitülerinin başlangıcını teşkil eden Köy Öğretmen okullarını sadece
öğretmen yetiştiren bir kurum olarak değil, diğer meslek okullarına da eleman yetiştiren bir
okul olarak düşündüğünü belirtir. (Taşdemirci,1998, s.43)
Hasan Ali Yücel 1936 yılında, eğitmenlerin ileride daha da iyi yapılandırılacak
milli eğitim sistemi içerisinde faydalı olabileceklerini ancak onlar vasıtasıyla verilen
eğitimin “ilköğretim” ile karıştırılmaması gerektiğini belirtir. O’na göre eğitmen kursları
yoluyla yapılan kütle terbiyesini “dünyaca prensipleri ve metodları belirtilmiş ilköğretim
sanmak büyük hatadır.”(Yücel, 1998d: s.24) der. O’na göre ilköğretim ile eğitmen kursları
birbirlerinden farklı olarak teşkilatlandırılması, geliştirilmesi gerekli bir “kültür
mevzuudur.” Yücel burada eğitmenlerin verdiği eğitimi bir çeşit halk eğitimi çerçevesinde
görür ve ilköğretim tedrisinden ayırır.
III.C.2.d.Köy Enstitüleri
Hasan Ali Yücel'in Eğitim Bakanı (1938) olmasından sonra Köy Enstitüleri projesi
hayata geçirilmiştir ve bu proje ile büyük hedefler tespit edilmiştir, büyük iddialarla yola
çıkılmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarından bakan olduğu güne kadar süren ilköğretimin
yaygınlaştırılması projesinin Köy Enstitüleri ile 15 yılda çözülmesi
planlanmıştır.(Yücel.1993: s.165) Bütün bu şartlar, Türkiye’de ilköğretim problemini daha
Cumhuriyetin başından itibaren bir köy eğitimi problemi haline getirmiş ve ilköğretimi,
öğretmen yetiştirmeyle birlikte ele almak gerektiğini ortaya koymuştur.
Yücel, bakan olduğu dönemde bakanlık bütçesi görüşmelerinde yaptığı konuşmada
bir yandan Köy Enstitülerinin ve burada okuyan öğrencilerin sayısı hızla artarken amacın
“sadece okul ve öğrenci sayısının artmasının önemli olmadığını, bunların niteliğinin de göz
önünde bulundurulması gerektiğini belirtir.(Yücel.1993: s.15)
Hasan Ali Yücel bakan olduktan sonra gerek Eğitmen Kursları gerekse Köy
öğretmen okulları teşebbüsleri hem geliştirilmiş hem de yaygınlaştırılmış, kanuni
düzenlemeler ve teşkilat yasaları çıkarılmıştır.
Yücel’e göre, çağdaş bir millet olarak yeniden doğuş; okuryazarlığın büyük kitleye
yani köylüye ulaşmasına bağlı idi. Bu okullarda söz konusu gayeye ulaşılacaktı.... "Her
türlü eğitim ve öğretim işine, çevrenin en kötü şartları içinde başlamaktı. Sulak, uğrak,
yumuşak, yerlerden mahsus kaçıp enstitüleri en olmayacak sayılan yerlerde kuruyorlardı.
Böylece iş ve masraf artıyor, zaman kaybediliyor ama öğrencinin gideceği yeri
yadırgamaması, her çeşit zorluğu yenmeye alışması gibi paha biçilmez bir insan değeri, bir
öncülük gücü kazanılmış oluyordu. Üstelik okul, hazıra konan, verilenle yetinen bir kurum
olmaktan çıkıp yaratıcı, yeşertici bir çehre kazanıyordu" (Eyuboğlu, 1999: s.12). Bu
eğitimin ve sistemin neticesinde aydın bir çoğunluk yetiştirilecekti.
Beş yıllık bir eğitim süresi olan Köy Enstitülerine yine beş yıllık ilkokulu bitirmiş
olan öğrenciler arasından sağlıklı ve yetenekli olanlar alınmıştır. Alınan öğrencilerin
okuldan ayrılmalarını engellemek ve atandıkları yerlerde uzun süre görev yapmalarını
sağlamak amacıyla çok ağır yükümlülükler getirilmiştir. Buna göre:
Sağlık nedeni dışında hiçbir sebeple ayrılmak mümkün değildir. Ayrılanlar
kendilerine harcananları faiziyle birlikte ödemek zorundaydılar. Bakanlık tarafından
atanması yapılanlar, atandıkları yerlerde 20 yıl boyunca çalışmayı peşinen kabullenmiş
oluyorlardı. Bu kurala uymayanlar bir daha devlet memuru olamayacakları gibi okudukları
sırada kendilerine harcananları da iki kat geri ödemek zorundaydılar (Sakaoğlu, 1993: s.
93)
Yukarıda da açıkladığımız gibi, kurulduğu günden bugüne üzerinde çok tartışma
yapılan Köy Enstitüleri bir anda ortaya çıkmış veya bir başka ülkeden kopyalanmış bir
eğitim kurumu değildir. II. Meşrutiyet döneminden itibaren ülkemizin eğitim sorunlarının
çözülmesine yönelik olarak geliştirilen bir fikri geleneğin somutlaşmış halidir Köy
Enstitüleri. Bunun fikri temelleri Osmanlı İmparatorluğunun Avrupa ile temas noktasını
teşkil eden Selanik, Üsküp, Manastır, Edirne gibi önemli kültür merkezlerinde bulunan
öğretmen yetiştirme kurumlarında atılmıştır. Köy enstitüleri köy eğitimine bir çare olarak
ortaya çıkmıştır.
Rakamsal olarak incelendiğinde de ilköğretim meselesinin çözümü yolunda büyük
bir başarı göstermiştir.
III.C.3.Ortaöğretime Katkıları.
O, gerek orta öğretim genel müdürlüğü görevini yaparken gerekse Bakan olduktan
sonra ortaöğretime büyük önem vermiştir. Yücel’e göre okullar içinde ortaöğretim
kurumları uluslararası edebiyatın oluşması için bel kemiği görevi taşır. Çünkü Yücel’e
göre “elit zümreyi yetiştirecek olan ortaöğretim kurumlarıdır.” Bu konuda nicelikten önce
niteliğe önem verilmesi gerektiğini ileri süren Yücel, ancak nitelikli bir eğitim verildikten
sonra orta öğretim kurumlarının nicelik olarak artırılması gerektiğini savunmuştur. (Yücel,
1998d: s.58)
Bakan olmadan önceki bu düşüncelerini bakan olduktan sonra uygulamaya koyan
Yücel ilk önce ortaöğretim kurumlarının niteliğini artırıcı çalışmalara yönelmiştir. Bu
yüzden Mesleki Eğitim ve Öğretim veren kurumların sayılarında önemli bir artış
sağlanırken Genel Eğitim veren ve Üniversite eğitimine hazırlayıcı nitelikte görülen
Liselerin sayısında bir artış görülmemiştir.
Cumhuriyetin ilk yıllarından Hasan Ali Yücel’in bakan olduğu döneme kadar geçen
sürede ortaöğretim kurumlarının belirli merkezlerde toplanması politikası izlenmiş ve orta
öğretim kurumlarının sayılarını çoğaltmaktansa mevcutların kapasitesini artırma yoluna
gidilmiştir. Çünkü Hasan Ali Yücel’e göre Ortaöğretim kurumlarına ait meselelerin en
önemlisi “bu kurumların sayısı ile öğrenci miktarlarının çeşitli bakımlardan memleket
ihtiyacı ile uygun bir şekilde ayarlanması”dır. (Yücel, 1993: s.21)
Bu dönem içinde ilköğretimin geliştirilmesine yönelik olarak alınan tedbirler
Yücel’in bakan olduğu dönemde ortaöğretim kurumlarına olan ihtiyacı artırmış, bunun
karşısında orta öğretim politikasının yeniden gözden geçirilip reform yapılması gereği
ortaya çıkmıştır.
III.C.3.a.Ortaöğretim Düşüncesi ve Politikası
Yücel’in bakanlığı döneminde her il’e bir lise, her ilçeye bir ortaokul açılması
prensip olarak kabul edilmiş, orta öğretimde kaliteyi düşürmeden belirli bir plan içinde
ülkemizin her bölgesine dengeli bir şekilde ortaokul ve liseler açılmıştır.
O’na göre Lise, üniversite eğitimine temel olacak genel kültürü verecek ve aydın
sınıfı yetiştirecek olan üniversitenin verimliliğini artıracak nitelikte olmalıdır. Liselerde
verimliliğin artırılabilmesi için alınacak tedbirler sınıflardaki öğrenci sayısını makul bir
düzeyde tutmak, öğretmen kalitesini artırmak ve mevcutların yeteneklerini
kuvvetlendirmek, programları amaca uygun biçimde yeniden yapılandırmak, okul
kitaplarını öğrencilerin faydalanabileceği bir niteliğe dönüştürmek, Türkçe’nin hakkının
verilerek iyi bir şekilde öğretilmesi ve disiplin ruhunun bütün kurumlarda hakim olmasıdır.
(Yücel, 1993:s.23)
Bu yüzden 1938 yılında 36 olan lise sayısı 1946 yılında 53’e, 118 olan orta okul
sayısı ise 210’a yükseltilmiştir. Bu dönemde orta okullar ve liseler birbirine bağlı kültür,
eğitim kurumları olarak görüldüğü için orta okullar liseye hazırlık devresi olarak kabul
edilmiş ve lisenin öğretim programlarına uygun bir program uygulanmıştır. (Yücel, 1994;
s.477-652)
Yücel lise’den beklentilerini ve düşüncelerini şu şekilde açıklar.
”Lise meselesine gelince, müspet ilim zihniyetinin milli kültürün ve milli kültür tekevvünü
içinde hümanizma ruhunun hal ve istikbalini bu müessese tayin edecektir… bu itibarla yüksek
tahsile temele olarak umumi kültürü vermek ve münevver sınıfı yetiştirmekle mükellef olan bu
müesseselerimizde randımanı kıymetlendirmek, ısrarla takip edeceğimiz bir gayedir. Bu randımanın
istediğimiz kıymeti alması, hem bu müesseselerinden hayata atılacakların, hem de daha yüksek
müesseselere gireceklerin hayatta ve meslekte muvaffakiyetleri için en büyük teminat olacaktır.”
(Yücel, 1993.s.23)
Bu ifadelerden de anlaşıldığı üzere Hasan Ali Yücel, milli kültürün hümanizma
ruhuna uygun olarak geliştirilmesi ve bu iş için de liselerin bir vasıta olarak kullanılmasını
düşünmektedir. Bunu gerçekleştirmek için izlediği yol ise başta Yunan ve Latin klasikleri
olmak üzere doğu ve batı klasiklerinin tercüme edilmesi ve okullara dağıtılması, bazı
liselerde Latince şubelerinin kurulmasıdır.
Liseyi, “üniversiteye hazırlayan bir geçid, tahsil durağı” olarak tanımlayan ve
“Tevhidi Tedrisattan bu yana bu prensip gerçekleşmemiş”tir diyen Yücel, kendi
çalışmalarının da yetersiz olduğunu düşünür. Osmanlı Devletinde farklı eğitim
kurumlarında yetişenlerin birbirini anlayamadığın belirten Yücel bunun önüne geçmek için
“Liseleri birkaç şubeye ayırarak bir dam altında ve bir terbiye otoritesine vererek organize
edilmesi” gerektiğini belirtir ve “müspet bilimi esas alan fen, Arapça ve Farsçayı esas alan
klasik şark, iki yabancı dil öğreten modern diller, Latince ve Eski Yunanca’yı öğreten
Klasik Garp” şubeleri açılmalıdır. (Yücel, 1998b: s.106)
Latince şubeleri 1940-41 öğretim yılından itibaren Ankara Erkek Lisesi, İstanbul
Galatasaray Lisesi ve Vefa Erkek Lisesinde birer şube olarak açılmıştır. Yunanca
öğretimine yer verilmediği için Yarım Klasik Şube olarak kabul edilecek olan bu şubelerde
Latince öğretiliyordu. Normal liselerin edebiyat şubelerinin programına benzer bir program
uygulayan bu şubelerde yunan ve Latin edebiyatlarının öğretimine büyük önem
verilmekteydi. (Taşdemirci,1998, s.79)
Osmanlıdan günümüze kelimenin gerçek anlamıyla Lise (ortaöğretim) olmadığını
belirten Yücel buna sebep olarak da Türk kültürünün kaynağı olması gereken klasik
medeniyet ve dilleri tayin edip büyük fikir hareketlerine giremememizi gösterir. Bakanlığı
sırasında buna girişmek istediğini belirtse de “iki mühim davanın, ilk ve teknik öğretim,
tahakkuk etmesi için büyük gayret sarfına mecbur olmak” beni “lise açmaktan mahrum
etmediyse de “lise kurmak’ şerefine erdiremedi” der.(Yücel, 1998b: s.105)
III.C.4.Yükseköğretime Katkıları.
İlköğretim ile yükseköğretim arasındaki ilişki göz ardı edilemez bir bütündür
yücel’e göre. O da buna uygun davranarak bakanlık dönemi çalışmalarında bu dengeyi
korumaya çalışmış, çalışmalarını sadece birisi üzerinde yoğunlaştırmamıştır. Yücel, eğitim
görüşü olarak bütüncü bir yaklaşıma sahiptir. Teori ile çok zaman kaybedildiğini
belirtirken eğitimin ilköğretimden üniversiteye bütün olarak ele alınması gerektiğini ifade
eder.(Yücel,1993:s.42)
Hasan Ali Yücel’in Yüksek öğretimden beklentileri milli kültürü yükseltecek,
millet oluşa öncülük edecek, devleti yönetecek, güçlendirecek ve kalkındıracak; sisteme
uyum sağlamada yetenekli, vatansever, fedakar asker-sivil teknik kadroları, bürokratları
Batı’nın bilim ve teknolojisini ülkeye taşıyacak bilim adamları yetiştirilmesi yönünde
çalışmalarda bulunmasıdır.
Hasan Ali Yücel Yükseköğretim kurumlarının Aydın sınıfı yetiştirmek gibi önemli
bir görevi olduğunu düşünür. Ona göre üniversite “Türkiyenin ihtiyacı olan ihtisas
adamlarını yetiştirmenin yanında milli kültürü kurmak ve yaymak, ilmi araştırmak yapmak
için birer canlı kaynak, ilmi metodu öğretmek ve ilmi zihniyeti aşılamak için çalışma ocağı,
milli davalara hakimiyeti her şeyin üstünde tutacak bir kültür kurumu” olmalıdır. Yücel bu
yükseköğretim politikasını, Birinci Maarif Şurası açış konuşmasında şu şekilde açıklar.
“Yükseköğretim müesseselerimizin her birini, Türkiye’nin her sahada muhtaç olduğu
ihtisas adamlarını yetiştirmekle beraber, milli kültürü kurmak ve yaymak, ilmi metodu öğretmek ve
ilmi zihniyeti aşılamak için birer çalışma ocağı, milli davalarımızın hâkimiyetini her şeyin üstünde
tutacak birer kültür kurumu haline getirmek için mevcut imkânlardan azami derecede istifade etmek,
yolunda ve kararındayız… Fakültelerimizde kendi yüksek ilim adamlarımız gibi, yabancı
otoritelerin de ihtisasından azami derecede faydalanıyoruz. Yüksek kurumlarımızda gençlerimize
feyiz veren yabancı mütehassısların Türk gençliğini istidat ve kabiliyetlerini yüksek derecelere
çıkarmak için ellerinden gelen emeği sarf etmekte olduklarına inanıyoruz bu inancı tahakkuk
ettirmek vazifemizdir.”(Yücel, 1993: s.24)
Şura sonrasında İstanbul Üniversitesi ve bağlı fakülteleri ile Ankara Dil ve Tarih
Coğrafya Fakültesine ait eğitim, öğretim, sınavlar, öğrenci işleri ve doktora çalışmaları
yönetmelikleri; Gazi Eğitim Enstitüsü sınav ve kayıt kabul yönetmeliği, Yüksek Öğretmen
Okulu ve Siyasal Bilgiler Okulu yönetmelikleri incelenerek uygun görülmüştür.
Yücel’in yaptığı ilk işlerden birisi yüksek öğretim kurumlarının milli eğitim
bakanlığını yönetimi altında toplanmasıdır. Onun bakanlığı döneminde yüksek öğretim
kurumlarının milli eğitim bakanlığı yönetimi altında toplama politikası 1946 yılına kadar
sürmüştür. Ancak ikinci dünya savaşı sonrası demokrasi rüzgârlarının da etkisiyle
Türkiye’de siyasal alanın yanında üniversite yönetim politikaları alanında da
demokratikleşmeye gidilmiştir. 1946 yılında 4936 sayılı kanunla üniversitelere özerklik
verilmiştir.
Üniversitenin görevleri arasında sadece öğrenci yetiştirmeyi değil ilim yapmayı da
sayan Yücel, “ilim en geniş manasıyla hayat içindir… inkişaf için en müsait iklimini
hürriyette bulur” düşüncesiyle üniversitelere dünya konjonktürünün de etkisiyle özerklik
tanır. (Yücel, 1993: s.44-45)
Yücel’e göre bu kanun üniversite hayatında önemli bir dönüm noktası olan 1933
kanunundan başka bir ruhla başka bir sebeple hazırlanmıştır. Bu kanun yeniyi yapan değil,
yapılmış, kurulmuş olanın daha iyi gelişme ortamı elde etmeleri için çıkarılmıştır. Bu
kanunun dayandığı ana prensip üniversitelerin öğretim, yönetim ve mali alanlarda özerk
olmasıdır. (Yücel, 1993: s.323)
III.C.4.a.Öğretim Görevlileri ve Öğrencilerin Nitelikleri
Yücel’e göre Üniversite öğretim üyelerinin refahı liyakat ve kıdemle orantılı
olmalıdır. Üniversite öğrencisi ise batı dillerinden hiç değilse birisini, o dilde tetkik ve
tetebbua imkan verecek surette elde etmelidir. Yücel’e göre bunlar başarının esaslı
şartlarındandır.(Yücel, 1993: s.25)
Yücel, bakanlıktan ayrıldıktan sonra yazdığı bir yazıda üniversitelerin zayıf
olmasının sebepleri üzerinde durur. Ona göre tarihi kökeni ve köklü bir geleneği olmayan
kurumlarda siyasi özerklikten bahsedilemez. Üniversitelere özerklik veren yasayı kendisi
çıkarmasına rağmen üniversiteleri “özerkliği devlet tarafından verilmiş, kendileri
almamıştır” diyerek eleştirir ve zayıf olmalarının gerekçeleri arasında sayar.(Yücel, 1998a:
s.87)
Üniversiteler öğrenci yetiştirmenin yanında ilim de yapmalıdır. Üniversite
öğrenciyi yetiştirirken o “ilim gençliğinin” memleket realitesine daha çok ilgi duyacak
içerikte yetiştirmelidir. Bunun için gençleri “ilim ve hakikat önünde hasbi, memleket
huzurunda milli bir ruhla” donatmak üniversitenin, öğretmenin ve milli eğitimin başlıca
görevidir. (Yücel, 1993: s.23)
III.C.5.Öğretmen Yetiştirme Politikası.
İlköğretim sorunun çözülmesi için en önemli unsurlardan birisi öğretmen yetiştirme
politikaları olmuştur. Bu politikadaki temel hedef köydeki yaşam ile öğretmenlerin
eğitildiği okuldaki yaşam arasında bir uyum sağlanmaya çalışılmıştır. Yücel’in
bakanlığından önce varolan öğretmen yetiştirme sistemi ile ilköğretim sorununun
çözümünün yaklaşık yüz yıl alacağı ileri sürülmüştür.
Hasan Ali Yücel, kendinden önceki teorik ve pratik uygulamalardan da
faydalanarak hayata geçirdiği Köy Enstitüleri projesi ile ilköğretim meselesinin 15 yılda
çözülmesini hedeflemiştir.
Yücel’e göre eğitimde dört temel unsun vardır. Bunlar program, kitap, ders aletleri
ve öğretmendir. Bunların en önemlisi öğretmendir. Çünkü bunların hepsini kullanan
öğretmendir. Ona göre öğretmen okul reformlarının ana unsurunu teşkil eder. Çünkü
yapılacak reformlara can verecek öğretmendir.
Hasan Ali Yücel bu yüzden o ilköğretim işini sadece bir okul açmak değil, aynı
zamanda bir öğretmen yetiştirme olarak da ele almıştır. Önce öğretmen yetiştirilmiş sonra
okul açılmıştır. Köy enstitüleri ilköğretime öğretmen yetiştirme işidir. Bu yüzden
ilköğretimin yaygınlaştırılması öğretmene bağlanmıştır.
III.C.6.Mesleki ve Teknik Eğitim Politikaları, Katkısı.
Gerek cumhuriyetin ilk yıllarında gerekse İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanı olduğu
II.Dünya savaşı yıllarında, diğer ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de endüstri alanında
bazı faaliyetlerin başladığı görülmektedir. Bu dönemde dünyada hüküm süren savaş
ortamının da etkisiyle ülkeler savaş endüstrilerine hızla büyük yatırımlar yapıyorlardı.
Bu dönemde bakan olan Hasan Ali Yücel 1941 yılında Milli Eğitim Bakanlığı
teşkilatı içinde mesleki ve teknik öğretim örgütünü kurmuş, aynı yıl içinde çıkarılan bir
kanun ile Mesleki ve Teknik Eğitim müsteşarlığı kurulmuştur. Müsteşar olarak atanan
Rüştü Uzel bu yapının kurulması ve gelişmesi için büyük çaba sarf etmiştir.
Merkez teşkilatı içerisindeki bu yapılanmanın yanı sıra bir program hazırlanarak
mesleki ve teknik öğretim okullarıyla gezici köy kurslarının hızla çoğaltılması, mevcutların
artırılması öngörülmüştür.
III.C.6.a.Mesleki Eğitim Hakkındaki Düşünceleri
Savaş yılları olmasına rağmen yapılması planlanan bütün kurumların yapım,
onarım ve inşaatları ile ilgili bütün işler merkezden yürütülmüştür. Bunların yapılması için
oldukça önemli bütçeler ayrılmıştır. Yücel’in bakanlığı döneminde ilköğretimden sonra en
çok mesleki ve teknik eğitim üzerinde durulmuştur. Özellikle geçmiş yıllarla
karşılaştırıldığında büyük bir teknik öğretim seferberliği yapıldığı söylenebilir.
Ancak bu görmezden gelinerek, Yücel’in hümanist yanına vurgu yapılmış ve
mesleki eğitime gerekli desteği vermediği dile getirilmiştir. Mesleki ve Teknik öğretim
konusunda Yücel, Teknik Öğretimi memleketin her bir yerine, özellikle köylere kadar
götürmek, bu “suretle Türk Milletini hakikaten makine üstünde düşünür ve makine kullanır
ve ondan istifade eder bir hale getirmek” istemiştir.(Yücel, 1993: s.66)
O, çocukların fikri hayatın yanında iş hayatını da sevmesi gerektiğini düşünür ve
“işin büyük faziletini işe inkılap etmeyen fikrin hiçbir kıymeti olmıyacağını” bilmeleri
gerektiğine inanır. O dönemdeki dünyanın genel siyasi yapısı göz önünde bulundurulduğu
zaman milletler arasındaki “büyük mücadele, lafla, yaygara ile, dedikodu ile değil, bilgi
ile, meleke ile ve işe kalbolunabilcek kudretteki fikirle karşılanabilir” (Yücel, 1993: s.66)
Yücel kültür politikasında genel kültür veren müesseselere eşit olarak mesleki ve
teknik meslek ve terbiye veren kurumların çoğalmasını da temel bir politika olarak kabul
eder. (Yücel, 1993: s.21)
Memleketin genel kültür hayatında dengeyi sağlamak için mesleki ve teknik
öğretimin geliştirilmesi gerektiğini savunan Yücel, yurdun az zamanda endüstrileşme
yoluna girmesi, makinenin ülkenin genel hayatında esaslı bir şekilde yer almaya başlaması
için ülkede mesleki ve teknik öğretim görmüş elemanlara en üst derecede ihtiyaç
duyulduğunu belirtir.(Yücel, 1993: s.274)
Yücel bakanlıktan ayrıldıktan sonra onun bakanlık dönemi üzerine yapılan
eleştirilerde mesleki eğitime önem vermediği, mesleki eğitimi Rüştü Uzel’in geliştirdiği,
bunda Yücel’in bir katkısının olmadığı genel olarak dile getirilir. Yücel bu eleştirilere,
Rüştü Uzel’in kendisinden sonra da müsteşar olmaya devam ettiğini ancak mesleki
eğitimde ilerleme değil gerileme olduğunu kaydederek kendi katkısının daha iyi
anlaşılabileceğini belirtir.
Yücel bu konuda 1957 yılında yazdığı bir makalede başarıyı sadece kendisi
sahiplenmez, Rüştü Uzel’in emeklerini de hatırlatır ve onun hakkını vererek “hizmetlerini
hatırlatmak vazifemdir” der. Yücel’in yöneticilik anlayışında “o işi yapabilecek uygun
adamı bulmak başarının birinci şartıdır.” (Yücel, 1998b: s.234)
Ona göre teknik öğretim ilköğretim kadar önemlidir. Türk Milletinin makineye
ısınması, makine kullanması tıpkı ilköğretim gibi bir kurtuluş akınıdır. 1938 yılında 64
olan mesleki okul sayısı daha 1944’de 120’ye çıkmıştır. Öğretmen sayısı 765’den 1673’e,
öğrenci sayısı da 9000’den 22.354’e yükselmiştir. (Yücel, 1993: s.113-117)
Onu ve çalışmalarını sadece hümanist eğitim teorisi çerçevesinde değerlendirerek
yaptıklarını ve düşündüklerini göz önünde bulundurmayarak yanlış sonuçlara
ulaşmaktadırlar. Bu da Yücel’in sentezci kişilik yapısının günümüzde dahi hala
anlaşılamadığını göstermektedir. Yücel hiçbir zaman salt bir teoriye tam anlamıyla
kendisini bırakmamıştır. Okuma, inceleme ve çalışmaları sonucu kendisince bir senteze
ulaşarak çalışmalarını yürütmüştür. Yücel’in salt bilgiye bakışı, bilgi ve hayat anlayışı
yazılarından ve söylevlerinden anlaşılabilseydi “hümanist eğitime önem verdiği için
mesleki eğitime önem vermemiştir” eleştirileri yapılamayacaktır.
III.C.7.Kültür Politikası
Kültür politikasını Türk tarihi ve dili üzerine oturtan Atatürk, Türklerin Avrupa,
Çivn ve Hint’e giden kollarından ziyade batı istikametinde ilerleyerek Yakındoğuya gelip
buralarda Sümer, Hitit ve diğer Anadolu medeniyetlerini kuran kollarıyla ilgilenmiştir.
Buna, bugünkü yurdumuzun tarihini aydınlatması ve Türklerin dünya medeniyeti içindeki
yerini tespit etmesi bakımından önem vermiştir.
Ağırlık noktasını bu medeniyetler oluştursa da Türk tarihinin zaman ve mekan
içindeki birliği ve bütünlüğü hiçbir zaman gözden uzak tutulmamıştır.
Güvenç’e (1998: s.23) göre Cumhuriyetin temeli kültürdür. Ama bu kültürün
geçmişten alınan değil Cumhuriyet ile oluşturulmaya çalışılan çağdaş kültürdür. Yücel bu
gerçeği görmüş “kültür reformcusu olarak onu yaratmaya çalışmıştır.”
Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanı olduğu dönem itibaren Türk tarihinin
İslami dönemine ait araştırmaların, diğer araştırmalara oranı devamlı olarak artmıştır. Bu
artış Osmanlı ve Selçuklu tarihleri üzerindeki araştırmaların artmasından ileri gelmiştir. Bu
dönemde Yunan ve Roma tarihine ait araştırmalar da devamlı olarak artmıştır. Bu artış da
yapılan kazı ve araştırmaların artmasından kaynaklanmıştır.
Hasan Ali Yücel’in kültür politikalarının odak noktası, modernleşmenin sağlam
temellere dayanması için, dünyanın en meşhur edebi ve felsefi eserlerini Türkçeye
kazandırılması hareketi oluşturur. (Ergün, 2001: s.36)
Cumhuriyetin bir kültür rejimi olduğunu belirten Yücel, Cumhuriyet sistemi ile
yapılan yeniliklerin sağlam temellere oturtulabilmesi için önce milletin ruhunun ve
zihninin bu yenilikleri anlamaya ve kabul edip sürdürmeye hazır hale getirilmesi
gerektiğini düşünür. Bunu sağlayacak vasıtalardan birisi olarak da çevirilerle Türkçeye
aktarılıp “millileştirilen” klasikleri görür. Çünkü ona göre çeviri yoluyla Türkçeye
aktarılan bir eser “Türk eseri” olur ve millilik vasfı kazanmış demektir.(Yücel, 1993: s.56)
Yücel’in bakan olduğu dönemde Türk Dil Kurumunun araştırmalarında dilin
sosyal, tarihi ve kültürel temellerinden daha çok sözlük ve gramer çalışmalarına ağırlık
verilmiştir.
Yücel, Latince ve Yunanca’nın o zamana kadar okullarda okutulmamasından
şikayet eder, Arap ve Fars dilleri yerine Yunan ve Latin kültürlerinin alınmasından dolayı
memnuniyet duyar.
“kültür anlayışımızda milliyetçiliğin tecellilerinden biri de Cumhuriyetin daha ilk
zamanlarında Arapça ve Farsça’yı kaldırmamız olmuştur. Bu boşluğu, o da seneler sonra ve bu
yakınlarda Latince ve Yunanca ile doldurmaya başladık.”
Hasan Ali Yücel kültür anlayışında, milliyetçilik ile hümanizmanın
bağdaştırılmasını temel prensip olarak kabul etmiştir. Bu konudaki görüşlerini ise şöyle
açıklar. “Milliyetçilik bizi yeni bir hümanizmaya getirdi. Garplardan daha geniş olarak,
nerede insan zekasının eseri varsa, onu içine alan bir hümanizmayı kurma yolundayız.”
“Türk hümanizması, beşer eserine istisnasız kıymet veren, ona zamanda ve mekanda hudut
tanımayan hür bir anlayış ve duyuştur. Hangi milletten olursa olsun, insanlığa yeni bir düşünüş yeni
bir duyuş getiren her esere bizim yüreklerimizin besleyeceği his ancak saygı ve hayranlıktır.”
Çoğunluğunu Yunan ve Latin klasiklerinin teşkil ettiği dünya klasiklerinin
Türkçeye çevrilmesi, Yücel’in bakanlığı döneminde gerçekleşmiştir. Milli Eğitim
Bakanlığı bünyesinde kurulan Tercüme Bürosu, tamamı 500’e yakın cildi bulan klasiklerin
tercümesini yapmış ve insanlığın bu nadide eserlerini milli kültürümüze kazandırmıştır.
“Zaten biz dünya klasiklerinin tercümelerini milli edebiyatımızın içinde dillenmiş
görüyoruz, böyle algılıyoruz. Çünkü bu Faust’u benim gülez Türkçemle ifade ediş, Faust’u
millileştirmekliğim demektir. Nitekim eski Yunan eserlerini de ana dilimizde bu anlayışla okutmak
istiyoruz.” Yücel, 1993: .s.121)
Yücel, Avrupa hümanizminden daha geniş ve kapsamlı bir hümanist kültür
politikası izlemiştir.
IV. BÖLÜM
SONUÇ VE ÖNERİLER
Bu bölümde araştırma sonucu elde edilen sonuçlar ve öneriler yer almaktadır.
Araştırmanın sonuçları araştırmanın alt problemleri göz önünde bulundurularak
özetlenmektedir.
IV.1.Sonuç Bu araştırmanın giriş bölümünde de belirtildiği gibi Hasan Ali Yücel üzerine
yapılan araştırmalar, yazılan kitaplar son on yılda bir artış göstermiştir. Daha önceki
yıllarda kendisi hakkında yazılan kitap ve araştırma sayısı oldukça az ve ikinci elden
yapılan çalışmalardır.
Ancak O’nun hakkında yapılan araştırma ve yazılar da Hasan Ali Yücel’in eğitim
düşüncesi, eğitimden beklentileri, eğitim felsefesini inşa ettiği temel kavramların neler
olduğu üzerinde durulmamıştır. O daha çok Köy Enstitüleri konularında yapılan
çalışmalarda ikinci planda kalmış bir yan figür olarak yer almıştır.
Hasan Ali Yücel’in eğitim formasyonu içerisinde felsefe eğitiminin yanında aldığı
Mevlevi terbiyenin de kişiliğinin gelişmesinde önemli bir yeri vardır. O Osmanlı devletinin
yanında bütün dünyanın en sıkıntılı ve acılı bir dönem yaşadığı I. Dünya savaşı yıllarında
gençliğini yaşamış, savaşlar, sürgünler, yenilgiler, işgaller görmüş bir kuşağın temsilcileri
arasında yer almaktadır.
Savaş yüzünden eğitimine ara vermiş savaş sona erdikten sonra ara verdiği
eğitimine devam ederek felsefe eğitim formasyonu almıştır. O’nun yetişmesinde sadece
üniversite eğitiminin değil, Yenikapı Mevlevihanesi’nin, Türk Ocağının ve İkbal
Kıraathanesindeki toplantıların, Dergah dergisi çevresinde yer alan düşünürlerin de önemli
katkıları olmuştur.
Hasan Ali Yücel’in yetişme dönemindeki eğitim düşüncesinde Osmanlı devletinde
düzenli bir sistemi bulunmayan eğitim konularındaki tartışmalar ele alınmıştır. Eğitim
konularındaki temel arayışlar eğitimin yükseköğretimden mi yoksa ilköğretimden mi
başlaması gerektiği üzerine yoğunlaşmıştır.
Gazete ve dergilerde bu konuda hararetli ve geleceğe de yön vermiş olan tartışmalar
gerçekleşmiştir. Eğitim araçları ve yöntemleri, eğitim psikolojisi, okullar ve yetiştirdiği
öğrencilerin ortaya çıkardığı problemler üzerinde durulmuştur. Bir yandan varolma savaşı
verilirken bir yandan da eğitimin hangi nitelikte olması gerektiği, eğitimsiz kalan kitlelere
nasıl eğitim götürüleceği, öğretmen yetiştirme politikalarının belirlenmeye ve öğretmen
açığını kapatma arayışlarının hâkim olduğu bir dönemdir.
Hasan Ali Yücel’in felsefi tutarlılık ve özgünlük anlamında sistemleştirilmiş bir
eğitim felsefesi bulunmamaktadır. O ilk gençlik dönemlerinden hayatının sonuna kadar
hiçbir ideolojiye kesin olarak bütün benliğini teslim etmemiştir. Yücel’in kişiliğindeki
eleştirel akıl ve sentezci düşüncesi onu ideolojik bağlardan uzak tutmuştur.
Kendisine örnek olarak aldığı Mevlana ve Goethe gibi doğu ile batıyı kişiliğinde
bütünleştirmeye çalışan “bir bütün insan” yapısına sahip olduğu için çağdaş eğitim
felsefelerinden herhangi birisinin tam olarak içerisinde yer aldığı söylenemez. Düşüncesini
tanımlamak için kullanılan hümanizm anlayışı dahi hümanizmin tarihsel ve felsefi
anlayışından farklılıklar göstermektedir.
Onun eğitim anlayışına yön veren temel felsefi düşünce hümanizm olmuştur.
Mustafa Kemal Atatürk’ün eğitim ve sistem alanında gerçekleştirmek istediği düşünceleri
de çok iyi anlayan ve bunu gerçekleştirmek için çalışmalarda bulunan Hasan Ali Yücel’in
eğitim anlayışına birbirleriyle sıkı sıkıya ilişkili bulunan hümanizm, hürriyet, milliyetçilik
ve dil kavramları yön vermiştir.
Yücel bir ülkenin geleceğini ve istikbalini sağlayacak olan en önemli şeyin eğitim
olduğunu düşünür. Eğitim bir ülkenin kalkınmasını sağlayacak önemli bir güçtür. Yücel’e
göre, eğitim bir ülkenin kendi vatandaşlarına “ilk ahlak kuralı olarak” varlıklarını
milletlerinin yoluna koymayı, çalışmalarını onun ilerlemesine hasretmeyi, kendini
milletine daha faydalı olacak şekilde yetiştirmeyi, görev zamanı geldiği zaman milleti için
hiçbir özveriden geri durmamayı öğretmelidir.
O eğitimin özünde laiklik, sorumluluk, ahlak, yenilik, bilimsellik, işgücü, korku
yerine sevgi, çağdaşlık, yetkinlik, yaratıcılık, yaşamsallık, katılımcılık ve toplumsallık gibi
öğeler olması gerektiğini savunmuştur. O, yöntem konusunda rehberliği, üretkenliği
öğrenci etkinliğine dayanan ilkeleri öngörür.
Hasan Ali Yücel öğretmeni eğitimin en önemli unsuru olarak görmüştür.
Öğretmenden beklentileri eğitimden beklentileri ile aynıdır. O öğretmenden Türkiye
Cumhuriyetinin kuvvetlenmesi için, Türklük ve insanlık ülküsünü gerçekleştirmek için
çalışmasını bekler. Bunu yapmak için öğretmen “uzak istikballerin güneşlerini duyup,
görmek için maddi ve ölümlü şeylerin üstüne basarak” yükselmesi gerekmektedir.
Yücel öğretmenlerden bugün yaptıkları işin yarın büyük iş yapacak insanları
yetiştirdiklerini düşünerek ve bilerek çalışmalarını ister ve bekler. Öğretmen “fedakar,
temiz yürekli, inkılaba imanlı” olmalı ve bu nitelikte öğrenciler yetiştirmelidir. Türklük ve
insanlık ülküsünü gerçekleştirmek için elinden gelen çabayı göstermeli ve çok çalışmalıdır.
Yüreklerinde “vatan millet ve insanlık aşkına karışmış olarak” mesleklerinin yüce
duygularını duyarak çalışmasını ve bu nitelikte bir nesil yetiştirmelerini bekler.
Yücel’in öğrencilerden beklentisi ise “ahlak, inzıbat, çalışma ve öğrenmedir” O
öğrencilerden, “İlk ahlak kuralı olarak varlıklarını Türk Milletinin yoluna koymak,
çalışmalarını onun ilerlemesine, hasretmek, kendini ona daha faydalı olacak şekilde
yetiştirmek, vazife saati çaldığı zaman onun için hiçbir özveriden geri durmama”larını
bekler
Bu alanda Yücel’in yaptığı çalışmalar şöyle sıralanabilir. Onun döneminde maarif
teşkilatı alanında köklü tedbir ve değişiklikler yapılmasından daha çok 2287 sayılı kanun
ile kurulan teşkilat daha iyi işler duruma getirilmeye çalışılmıştır. Bunun için ilk defa 1939
yılında milli eğitim şurası toplanmış, bakanlığın her türlü yayınlarını, genelgelerini ve ve
emirlerini içinde toplayan Tebliğler Dergisi yayınlanmaya başlamış, 2287 sayılı kanuna ek
veya bazı değiştirici maddeler eklenmiştir.
Şura sonunda Milli eğitim müdür ve memurları ve ilköğretim müfettişleri
yönetmelikleri ile ilkokul programı incelenerek kabul edilmiş,bir öğretmen tarafından
yönetilen üç sınıflı köy okullarının beş yıla çıkarılması kabul edilmesi benimsenmiş ve
ilköğretimin gelir kaynakları belirlenmiştir.
Ortaöğretim içerisinde değerlendirilen ortaokul, lise ve ilköğretmen okulları sınav,
disiplin yönetmelikleri ile öğretim programları incelenerek, eğitim öğretim zaman
çizelgeleri yeniden düzenlenerek kabul edilmiştir. Ayrıca ortaöğretim kurumlarındaki sınıf
mevcutlarının tespiti ile liseye alıncak öğrenci sayısının beş yıllık plana bağlanması
kararına varılmıştır.
1941 yılında çıkarılan 4113 sayılı bir kanunla da Mesleki ve Teknik Öğretim
Müsteşarlığı, Mesleki-Teknik öğretim ve Ticaret Öğretimi Genel Müdürlükleri,
Meslekit_Teknik Öğretim Yapı ve Teknik Büro Müdürlükleri, Hukuk Müşavirliği, Mesleki
ve Teknik Öğretim Muamelat Şefliği kurulmuştur.
Yine Hasan Ali Yücel’in bakanlığı sırasında köy okulları ve 3803 sayı, 17.04.1940
tarihli kanunla kurulan Köy Enstitüleri yeniden teşkilatlandırılmış, mecburi öğretimi
köylerde yaygınlaştırmak ve fiilen gerçekleştirmek için köy okullarının yönetim ve
denetim bakımından bağlı oldukları kurumların ve yöneticilerin görev ve
sorumluluklarının açıkça belirlenmesi ihtiyacından dolayı 4274 sayılı ve 1942 tarihli Köy
Okullarını ve Enstitülerini Teşkilatlandırma Kanunu çıkarılmıştır.
Bu merkeziyetçi eğitim politikası Yücel’in bakanlığı zamanında bütün
yükseköğretim kurumlarını da Milli Eğitim Bakanlığı çatısı altında toplayacak şekilde
genişletilmiştir. 1945 yılına gelindiğinde Türkiye’deki bütün ilk, orta ve yüksek öğretim
kurumları Milli eğitim Bakanlığı çatısı altında toplanmıştır.
Yücel ilköğretim konusunu daha çok bir öğretmen yetiştirme problemi olarak ele
almış kendisinden önceki dönemde uygulanan köy eğitmenleri projesini daha da geliştirip
yasal dayanaklarını sağlamıştır. Yaptığı çalışmalarla ilköğretim sorununu 15 yılda çözmeyi
planlamıştır. Köy enstitüleri vasıtasıyla köye uygun öğretmen yetiştirme çabalarına hız
vermiş öğretmen ve okul ihtiyacının karşılanmasında çok büyük başarılar elde etmiştir.
O ortaöğretim kurumlarında daha çok kaliteyi artırıcı bir strateji izlemiştir.
Ortaöğretim kurumlarına büyük önem vermiş program, nitelik ve nicelik olarak
ortaöğretim kurumlarının planlı bir şekilde artırılması stratejisini izlemiştir.
Yücel döneminde ilköğretimden sonraki en büyük yatırım ve atılım yapılan alan
Mesleki ve Teknik Öğretim alanıdır. Mesleki eğitim dönemin zor şartlarına rağmen büyük
bir gelişme göstermiştir. O hümanist anlayış içinde olsa dahi mesleki eğitim ve kütle
eğitimine önem vermiştir.
Yükseköğretim’e çıkarmış olduğu kanunlar ve açtığı üniversiteler, yeniden
yapılandırma ile katkıda bulunmuş, daha o yıllarda üniversitelere yalnız idari değil mali
özerklik de tanıyan Üniversite Kanununu çıkarmıştır.
IV.2.Öneriler Çalışmamız sırasında ortaya çıkan şey Hasan Ali Yücel’in sadece eğitim
düşüncelerinin ve uygulamalarının kendisinden sonraki kuşaklara bir ışık tutacağı değil
sahip olduğu kişilik yapısı ile de bir örnek teşkil etmektedir. O, uygulamaları değil sahip
olduğu kişilik yapısı ile de örnek olmayı hak etmektedir.
Bakanlığı döneminde kendisi model bir insan tanımında bulunsa da onun düşünce,
eğitim ve kişilik yapısı alanında yapılacak araştırmalar günümüzde yetiştirilmek istenen
insan tipini belirleme konusunda yol gösterici olacaktır.
O, kendi kişiliği içerisinde Osmanlı-Cumhuriyet dönemlerinin bir çok özelliğini
yaşamıştır. Belki bu ikilemi bünyesinde barındırmış birkaç kişiden farklı olarak yazıları,
konuşmaları ve bakanlık dönemindeki icraatları ile bu konuyu araştıracak araştırmacıların
ellerine ulaşabileceği yeterli bir materyal bırakmıştır.
Hayatının 1928 yılında yazmış yayınlamış olduğu Yeni Hayat şiirine kadar olan
kısmı birinci bölüm bu tarihten bakanlıktan ayrıldığı tarihe kadar ikinci bölüm, bakanlıktan
ayrıldıktan sonra başlayıp ölümüne kadar süren bölümlerden oluşabilir.
Burada daha çok üzerinde durduğumuz Bakanlık dönemi ile her yönüyle ayrı ayrı
derinliğine incelemeleri hak eden örnek bir dönem durumundadır.
Hasan Ali Yücel’in kültür ve eğitimle ilgili yazıları ve şiirleri ise milli eğitimin
farkı dönemlerinde okutulması gereken güzel örnekleri teşkil etmektedir.
KAYNAKÇA Akyüz, Hüseyin. (1991): Eğitim Sosyolojisinin Temel Kavram ve Alanları Üzerine Bir
Araştırma. İst.
Akyüz, Kenan. (1947): Tevfik Fikret. Ankara
Akyüz, Yahya. (1997 ): Türk Eğitim Tarihi. İstanbul Kültür Üniv. Yay. İst.
Apaydın, Talip. (1997): “Hasan Ali Yücel ve Köy Enstitüleri”, Hasan Ali Yücel Günleri.
Edebiyatçılar Derneği Yay. Ankara
Aydın, Mehmet. (1997): “Hasan Ali Yücel’in Eğitim ve Dil Anlayışı”, Hasan Ali Yücel
Günleri. Edebiyatçılar Derneği Yay. Ankara
Aytaç. Kemal.(1985): Avrupa Okul Sistemlerinin Demokratlaştırılması.Ankara
Üniv. Basımevi, Ankara,
Baltacıoğlu, Ismayıl Hakkı. (2001): Talim ve Terbiyede İnkılap. MEB Yay. Ankara
Başgöz, İlhan. (1995): Türkiye’nin Eğitim Çıkmazı ve Atatürk. Kültür Bakanlığı Yay.
Baydar, Mustafa. (1955) “Hasan Ali Yücel Anlatıyor”. Varlık Der. Sayı 419,
Berkes, Niyazi. (2006): Türkiye’de Çağdaşlaşma. Yapı Kredi Yay. İst.
Bilge, Nalan. (1989): “Türkiye’de Beden Eğitimi Öğretmeninin Yetiştirilmesi”, Ankara
Bolay, Süleyman Hayri. (1997): Felsefi Doktrinler Sözlüğü. Akçağ Yayınları, Ankara,
Meriç, Cemil. (1997): Umrandan Uygarlığa. Ötüken Yayınevi. İstanbul
Coşturoğlu, Mustafa. (1992). Toplumsal Çözülme (Toplumsal Patoloji). Ankara
Çetişli, İsmail. (2002): Batı Edebiyatında Edebi Akımlar. Akçağ yayınları, Ankara, 2002
Doğan, Hıfzı. (1982): “Atatürk’ün İşlevsel Eğitim Anlayışı” Millî Eğitim Eğitim Bilim ve
Sanat Dergisi (Nisan-Mayıs-Haziran), Sayı: 57, İst.
___________(1983): ‘Mesleki ve Teknik Eğitim’, Cumhuriyet Döneminde Eğitim, İst.
___________(2001): ‘Doğumunun 100. Yılında Hasan Ali Yücel,’ Anma Toplatısı, MEB
Yay. Ankara
Ergün Mustafa (1982a) Atatürk Devri Türk Eğitimi. Ankara Üniversitesi Basımevi, Ank.
_____________(1982b) "Emrullah Efendi - Hayatı, Görüşleri, Çalışmaları". A.Ü.Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi. 1-2
Ergin, Osman Nuri. (1977): Türkiye Maarif Tarihi. C.III
Ertuğrul, Feyzullah. (2001) Hasan Ali Yücel Kenan Öner Davası. Güldikeni Yay. Ank.
Eyuboğlu, Sabahattin. (1999): Köy Enstitüleri Üzerine, Cumhuriyet Gazetesi Yay. İst.
Fikret, Tevfik. (1997): Tarihi Kadim/Doksanbeş’e Doğru, Kültür Bak. Yay. Ank. 1997
Hirsch, Ernst (1950): Dünya Üniversiteleri ve Türkiye’de Üniversitelerin Gelişmesi, I.
Ankara Ün.Yay. İst.
İnam, Ahmet, (1997): “Mantık ve Felsefe Ders Kitapları Işığında Hasan-Ali Yücel.” Hasan
Ali Yücel Günleri. Edebiyatçılar Derneği Yay. Ankara
____________(2000): “Hasan Ali Yücel’in Gönül Evreninde Geziler,” Doğu-Batı Der.
S: 11
İnan, M.Rauf. (1975): “Atatürk’ün Devraldığı Eğitim Düzeni”, Atatürk Konferansları IV.
TTK yay. Ankara
___________(1995): Atatürkçü Destansal Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel. Eğit-Der
Yay. Ank.
Kafadar, Osman. (1997): Türk Eğitim Düşüncesinde Batılılaşma. Vadi Yay. Ank.
Kavcar Kavcar, (1982): Edebiyat ve Eğitim, Ankara
Kaynardağ, Arslan. (1985): Türkiye’de Felsefenin Evrimi,” C.D.T.A. İletişim Yay. İst.
(1993): Bir Felsefeci Olarak Hasan Ali Yücel. Varlık Dergisi, No:1028
Mayıs.
Levend, Agah Sırrı. (1972): Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, Ank.
Oğuzkan Ferhan. (1987) : “Hasan Ali Yücel. Cumhuriyet Dönem Eğitimcileri,” Unesco
Türkiye Milli Kom. Yay. Ankara
Özalp, Reşat ve Ataünal, Aydoğan (1983): “Milli Eğitimde Kongreler ve Şuralar,”
Cumhuriyet Döneminde Eğitim, İstanbul.
Özkırımlı, Atilla. (1982): Anahatlarıyla Edebiyat, Türk Edebiyatı Ansiklopedisi C.II, İst.
_____________ (1983) Anahatlarıyla Edebiyat C.D.T.A., C.III, İletişim Yay. İst.
Özodaşık, Mustafa. (1998) Cumhuriyet Dönemi Yeni Nesil Yetiştirme Çalışmaları. Çizgi
Kitabevi. Konya
Sakaoğlu, Necdet. (1985): “Eğitim Tartışmaları” T.G.T.A. C.II. İleşitim Yay. İst.
(1993): Cumhuriyet Dönemi Eğitim Tarihi, İletişim Yayınları, 1993.İst.
Sayar, Ahmet Güner. (2002): Hasan Ali Yücel’in Tasavvufi Dünyası ve Mevleviliği.
Ötüken Yay. İst.
Sönmez, Şinasi (2000): Eğitim ve Siyasette Hasan Ali Yücel, Kültür Bak. Yay. Ankara
Şengör, A.M.C. (2001): Hasan Ali Yücel ve Türk Aydınlanması, Tübitak Yay. Ankara
Taşdemirci, Ersoy. (1984) Cumhuriyet Dönemi Türk Milli Eğitim Politikasının Ana
Devrelerinin Üzerine Tahlili ve Mukayeseli Bir Araştırma (Basılmamış
Doktora Tezi) Ankara Ün. Sos. Bil. Enst.
(1998): “Hasan Ali Yücel’in Türk Milli Eğitimine Hizmetleri”, 100.
Doğum yıldönümünde H.Ali Yücel Paneli, Atatürk Yüksek Kurumu
Atatürk Kültür Merkezi Yay. No:153 Ank.
Tekeli, İlhan. (1983): “Osmanlı İmparatorluğundan Günümüze Eğitim Kurumlarının
Gelişimi.” C.D.T.A. C.III. İletişim Yay. İst.
Tozlu, Necmettin. (1989): Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu’nun Eğitim Sistemi Üzerine Bir
Araştırma İst.
Tuncor, Ferit Ragıp (Hazrl.) (1977): Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları Kataloğu,
Meb.Yay. Ank.
Türkdoğan, Orhan. (1994): “Milli Eğitim Sisteminde Millî Kimlik Arayışı” Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Eğitim Fakültesi. Türkiye I. Eğitim Felsefesi Kongresi. Bildiriler
Müzakereler.
Unat, Faik Reşit. (1961): “Hasan Ali Yücel.” Belleten C.XXV,sayı 97-100 Ankara
Ülken, Hilmi Ziya. (2001): “Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi,” Ülken Yay. İst.
Ünder, Hasan. (1998 )Kemalizmin Işığında Atatürk Döneminde Eğitsel Değerler.
Yayınlanmamış Doktora Tezi. Ankara Ünv. Sos. Bilimler Enst.
Yıldız, Ünsal. (2002): Türkiyede Soğuk Savaş Yıllarında Yücel-Öner Davası ve Hasan Ali
Yücel’in Savunması. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Mersin
Üniv. Sos.Bilim. Enst.
Yücel, Hasan Ali. (1936): Fransa’da Kültür İşleri, Devlet Basımevi, İstanbul
______________ (1938): İçten Dıştan, Ulus Basımevi. Ankara
______________ (1990): Geçtiğim Günlerden, İletişim Yay. İst.
______________ (1993): Söylev ve Demeçler, Kültür Bak. Yay. Ankara
______________ (1994): Türkiye’de Orta Öğretim. Kültür Bak.Yay. Ankara.
______________ (1998a): Hürriyet Gene Hürriyet C.I. Kültür Bak. Yay. Ankara.
______________ (1998b): Hürriyet Gene Hürriyet C.II Kültür Bak. Yay. Ankara.
______________ (1998c): Hürriyet Gene Hürriyet C.III Kültür Bak.Yay. Ankara.
______________ (1998d): Pazartesi Konuşmaları. Kültür Bak.Yay. Ankara.
______________ (1998e): İyi Vatandaş İyi İnsan. Kültür Bak. Yay. Ankara
______________ (1998f): Dinle Benden. Kültür Bak. Yay. Ankara
Zelyut, Rıza. (1985): “Milli Eğitim Şuraları”, Cumhuriyet Dönem Türkiye Ansiklopedisi,
C.III. İletişim Yay. İst.
http://www.meb.gov.tr/meb/hasanali/kronoloji/kronoloji.htmöevıa
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ..............................................................................................................................................................İ
GİRİŞ ................................................................................................................................................................1 1.1.PROBLEM DURUMU ................................................................................................................................. 5 1.2.PROBLEM CÜMLESİ ................................................................................................................................. 6 1.3.ARAŞTIRMANIN ALT KONULARI.............................................................................................................. 7 1.4.ARAŞTIRMANIN AMACI ........................................................................................................................... 7 1.5.ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ ........................................................................................................................... 8 1.6.SINIRLILIKLAR......................................................................................................................................... 8
I. BÖLÜM .........................................................................................................................................................9 HASAN ALİ YÜCELİN HAYATI VE ESERLERİ ......................................................................................9
I. 1. H.Ali Yücelin Çocukluğu .................................................................................................................. 9 I.2. H.Ali Yücelin Eğitim Yılları ............................................................................................................... 9 I.2.a.Mekteb-i Osmani............................................................................................................................ 10 I.2.b.Vefa İdadisi.................................................................................................................................... 10 I.2.c.Darülfünun..................................................................................................................................... 11 I.2.d.Darülmuallimin-i Aliye.................................................................................................................. 11 I.2.e.Türk Ocağı ..................................................................................................................................... 11 I.3. H.Ali Yücelin Öğretmenlik Yerleri-Yılları ....................................................................................... 12 I.3.a.İzmir............................................................................................................................................... 13 I.3.b.İstanbul .......................................................................................................................................... 13 I.4. H.Ali Yücelin Müfettişlik Yılları ...................................................................................................... 14 I.4.a.Fransa Yılları ................................................................................................................................ 14 I.4.b.Mustafa Kemal İle Gezi ................................................................................................................. 15 I.5. H.Ali Yücelin Türk Dili Tetkik Cemiyeti Görevi .............................................................................. 16 I.6. H.Ali Yücelin Gazi Eğitim Enstitüsü Müdürlüğü............................................................................. 17 I.7. H.Ali Yücelin Ortaöğretim Genel Müdürlüğü ................................................................................. 17 I.8. H.Ali Yücelin Politik Hayatının Başlaması...................................................................................... 17 I.9.H.Ali Yücelin Milli Eğitim Bakanlığı ................................................................................................ 18 I.9.a.H.Ali Yücel ve Neşriyat Kongreleri ............................................................................................... 19 I.9.b.H.Ali Yücelin Ansiklopedi ve Dergiler Konusundaki Çalışmaları................................................. 20 I.9.c.H.Ali Yücel ve Milli Eğitim Şuraları .............................................................................................. 21 I.9.d.H.Ali Yücelin Klasikler ve Tercüme Bürosu Çalışmaları .............................................................. 23 I.9.e.H.Ali Yücelin Türk Dili ve Öğretimi Konusundaki Çalışmaları ................................................... 24 I.9.f.H.Ali Yücelin Ders Kitapları Standardizasyon Çalışmaları........................................................... 25 I.9.g.H.Ali Yücelin Mesleki ve Teknik Eğitim Çalışmaları..................................................................... 26 I.9.h.H. Ali Yücelin Beden Eğitimi ve Spor Çalışmaları ........................................................................ 28 I.9.ı.H.Ali Yücelin Eski Eserler ve Müzelere Yönelik Çalışmaları ......................................................... 28 I.9.i.H. Ali Yücel ve Yükseköğretim Çalışmaları.................................................................................... 29 I.9.j.H. Ali Yücel ve Unesco ................................................................................................................... 30
I.10.H.ALİ YÜCELİN BAKANLIKTAN AYRILIŞI ............................................................................................ 30 I.10.a. H. Ali Yücel Kenan Öner Davası ................................................................................................ 32
I.11.H.ALİ YÜCELİN BAKANLIK SONRASI ÇALIŞMALARI ............................................................................ 33 I.12.H.ALİ YÜCELİN ESERLERİ.................................................................................................................... 36
II. BÖLÜM......................................................................................................................................................40 HASAN ALİ YÜCEL DÖNEMİ EĞİTİM DÜŞÜNCESİ ...........................................................................40
II.1.EMRULLAH EFENDİ (1858-1914) .......................................................................................................... 40 II.1.a.Eğitim Hakkındaki Görüşleri ....................................................................................................... 41
II.2.TEVFİK FİKRET (1867-1915)................................................................................................................. 43 II.2.a.Eğitim Hakkındaki Görüşleri ....................................................................................................... 44
II.3.ZİYA GÖKALP (1876-1924) .................................................................................................................. 45 II.3.a.Eğitim Hakkındaki Görüşleri ....................................................................................................... 46 II.3.a.1.Okullar ...................................................................................................................................... 47
II.4.SATI BEY (1880-1968).......................................................................................................................... 49 II.4.a.Eğitim Hakkındaki Görüşleri ....................................................................................................... 50
II.5.ISMAYIL HAKKI BALTACIOĞLU(1886-1978)......................................................................................... 52
II.5.a.Eğitim Hakkındaki Görüşleri ....................................................................................................... 53 III. BÖLÜM ....................................................................................................................................................56 HASAN ALİ YÜCELİN EĞİTİM ANLAYIŞI VE TÜRK MİLLİ EĞİTİMİNE KATKILARI ............56 A-HASAN ALİ YÜCELİN EĞİTİM FELSEFESİNİN TEMEL KAVRAMLARI..................................56
III.A.1. H.ALİ YÜCELİN HÜRRİYET TANIMI VE ANLAYIŞI. .......................................................................... 56 III.A.1.a. H.Ali Yücele Göre Hürriyet’in Doğuşu .................................................................................. 56 III.1.b. H.Ali Yücele Göre Hürriyetin Yayılma Yolu .............................................................................. 58 III.1.c. H.Ali Yücele Göre Hürriyetin Sınırı........................................................................................... 59 III.1.d. H.Ali Yücele Göre Hür İnsan..................................................................................................... 59 III.1.e. H.Ali Yücele Göre Hürriyetin Kullanımı.................................................................................... 60
III.2. H.ALİ YÜCELİN DİL KONUSUNDAKİ DÜŞÜNCELERİ. .......................................................................... 61 III.2.a. H.Ali Yücelin Dil Anlayışı .......................................................................................................... 61 III.2.b. H.Ali Yücelin Harf İnkılâbına Bakışı ......................................................................................... 62 III.2.c. H.Ali Yücelin Dil Konusundaki Özeleştirisi ............................................................................... 63
III.3. H.ALİ YÜCELE GÖRE MİLLİ KÜLTÜR ................................................................................................. 64 III.4. H.ALİ YÜCELİN MİLLET VE MİLLİYETÇİLİK ANLAYIŞI....................................................................... 65
III.4.a. H.Ali Yücel’in Millet Tanımı ...................................................................................................... 65 III.4.b. H.Ali Yücele Göre Milliyetçilik .................................................................................................. 67 III.4.c.Milliyetçiliğin Niteliği ................................................................................................................. 69 III.4.d. H.Ali Yücele Göre Milliyetçilik ve Hümanizm Düşüncesi.......................................................... 69
III.5. H.ALİ YÜCELE GÖRE HÜMANİZM ...................................................................................................... 70 III.5.a.Hümanizm’in Tarihi Kökeni ve Eğitim Anlayışı ......................................................................... 70 III.5.b.Hümanistlerin Eğitim Görüşleri ................................................................................................. 72 III.5.c. Elit (Seçkin) Zümrenin Eğitilmesi .............................................................................................. 73 III.5.d.Teori Uygulama Ayrımı .............................................................................................................. 73
III.B.HASAN ALİ YÜCELİN EĞİTİM ÖĞRENCİ VE ÖĞRETMENDEN BEKLENTİLERİ ............76 III.B.1.H.ALİ YÜCELİN EĞİTİM ANLAYIŞI................................................................................................... 76
III.B.1.a.Eğitimde Örnek Kişi ................................................................................................................ 77 III.B.1.b.Eğitim Sistemi.......................................................................................................................... 78
III.B.2.H.ALİ YÜCELİN ÖĞRETMEN TANIMI VE ÖĞRETMENDEN BEKLENTİLERİ ......................................... 80 III.B.2.a.Öğretmenin Tanımı.................................................................................................................. 80 III.B.2.b.Öğretmenden Beklentileri........................................................................................................ 80 III.B.2.c.Öğrencilerden Beklentileri ...................................................................................................... 81
III.C. HASAN ALİ YÜCELİN TÜRK MİLLİ EĞİTİMİNE KATKILARI.............................................83 III.C.1.TÜRK MİLLİ EĞİTİM TEŞKİLATI ....................................................................................................... 83 III.C.2.İLKÖĞRETİME KATKILARI VE KÖY ENSTİTÜLERİ ............................................................................. 86
III.C.2.a. Cumhuriyet Öncesi İlköğretimin Durumu .............................................................................. 87 III.C.2.b.Cumhuriyet Döneminde İlköğretimin Durumu........................................................................ 88 III.C.2.c.İlköğretim Konusundaki Akımlar............................................................................................. 89 III.C.2.d.Köy Enstitüleri......................................................................................................................... 90
III.C.3.ORTAÖĞRETİME KATKILARI. ........................................................................................................... 91 III.C.3.a.Ortaöğretim Düşüncesi ve Politikası....................................................................................... 92
III.C.4.YÜKSEKÖĞRETİME KATKILARI. ....................................................................................................... 94 III.C.4.a.Öğretim Görevlileri ve Öğrencilerin Nitelikleri...................................................................... 95
III.C.5.ÖĞRETMEN YETİŞTİRME POLİTİKASI. .............................................................................................. 96 III.C.6.MESLEKİ VE TEKNİK EĞİTİM POLİTİKALARI, KATKISI. .................................................................... 97
III.C.6.a.Mesleki Eğitim Hakkındaki Düşünceleri ................................................................................. 97 III.C.7.KÜLTÜR POLİTİKASI ........................................................................................................................ 99
IV. BÖLÜM ..................................................................................................................................................101 SONUÇ VE ÖNERİLER .............................................................................................................................101
IV.1.SONUÇ............................................................................................................................................... 101 IV.2.ÖNERİLER.......................................................................................................................................... 104
KAYNAKÇA ................................................................................................................................................106