Upload
others
View
243
Download
6
Embed Size (px)
Citation preview
GENEL KAMU HUKUKU DERS NOTLARI (2018)
Kamu ve özel hukuk ayrımında kullanılan ölçüt hukuk ilişkisinin taraflarıdır. İlişkinin
taraflarından biri devlet ise uygulanacak hukuk, kamu hukukudur. Bu ayrımın gerekçesi olarak;
devletin egemenliği (üstün gücü) gösterilir. Kamu hukuku ilişkilerinde devlet tarafının
‘buyurma yetkisi’ olduğu için ilişkide egemen ilke ‘altlık=üstlük’ ilkesidir.
Genel Kamu Hukuku’nun (GKH) yeri de Kamu Hukuku’dur. Ancak Genel Kamu
Hukuku’nu diğer hukuk dallarından ayıran önemli bir özelliği, kuramsal açıdan incelenen
özelliklerinin yanında, toplumsal-bireysel düzeyde sonuçlar doğuran ve ortaya çıkan karşılıklı
çıkarlar ve savlar sonucunda mahkemeler önünde yargılama konusu olabilen uygulamalarını
da olmasıdır.
Genel Kamu Hukuku’nun öncelikli konusu devletler; daha sonra ise kişilerin hak ve
hürrüyetleridir. Genel Kamu Hukuku, devleti, bütün nitelikleri ve işlevleri bakımından bir
bütün olarak, güncel pozitif hukuk verilerine bağlı kalmadan, tarihsel gelişimi içinde
incelemeyi amaçlar. İkinci Dünya Savaşı sonrasında önem kazanan ‘insan hakları’ kavramı da
Genel Kamu Hukuku’na yeni bir boyut getirmiş ve devletin yalnızca ‘devlet’ kavramı
kapsamında değil, devlet tarafından yönetilenlerin de GKH’nun inceleme alanına girmesini
sağlamıştır. Bu, devlet iktidarının bu açıdan sınırlandırılmasına katkı sağlamıştır. Böylece,
devlet iktidarının içhukuk bağlamından sınırlandırılması bağlamında temel hak ve özgürlükler,
uluslarası hukuk bağlamında sınırlandırılması bağlamında ise insan hakları kavramları
incelenmeye başlanmıştır.
BAZI KAVRAMLAR
Imperium Gücü: Roma hukukuna ait bir kavramdır. Devletin ayrıcalıklarına dahil olan güç, zor
kullanma ve emretme yetkisi olarak tanımlanan kamu gücüdür.
Yasal Buyruk Gücü: Devletin içhukukunu kendi vatandaşları üzerinde uygulaması gücüdür.
DEVLETLER (GİRİŞ)
• Devlet, insanların, siyasi birlik olarak örgütlenmeleridir. Bu örgütlenme, diğer tüm
örgütlenmelerden ve birliklerden üstündür. Bu üstünlük hukukidir.
• Devlet, ülke sınırları içerisinde herkesin uyacağı yasaları belirler, yürütür ve devletin
yasalarına uymayanlar müeyyidelerle karşılaşır.
• Devlet, herkes için bağlayıcı kararlar almaya yetkili kurumlar bütünüdür; toplumda,
otoritesi en yüksek olan ve meşru bir cebir gücüne sahip olan yapılanmadır. Meşru şiddet
tekeline de sadece devlet sahiptir.
• Devletin en önemli özelliği merkezileşmiş ve kurumsallaşmış olmasıdır.
• 16. yy’dan önce ortaya çıkan teşkilatlanmalara devlet örgütü denirdi. Modern devlet ise
16. yy’da ortaya çıkmıştır. 18. Yy’da ortaya çıkan ‘ulus devlet’ ise günümüze kadar
gelebilmiştir.
• Devletin ortaya çıkışı ile ilgili çeşitli teoriler vardır. Aile teorisi, devletin oluşmasından
önce ailenin var olduğunu ve devletin, ailelerin birleşmesi yoluyla ortaya çıktığını savunur.
Diğer bir görüş, toplum halinde yaşamanın, insanın doğası gereği olduğunu ve devletin bunun
doğal bir sonucu olarak ortaya çıktığını savunur. Bir başka görüş, devletin, insanların bireysel
düzeyde antlaşmaları yoluyla bağıtlanmış bir ‘toplum sözleşmesi’ ile devleti, bu sözleşmeye
taraf olan insanların yarattığını savunur. Başka bir görüş, toplumun bir kısmının istencinin,
diğer kısmına egemen olması ile devletin oluştuğunu öne sürer. Buna göre sınıflar ya da çeşitli
güç odakları arasında (ekonomik sebeplerle) çıkan kavgalarda baskın gelen grubun egemenliği
ile devletler meydana gelir. Biyolojik kurama göre ise devlet bir insan bedenine benzer; devlet,
insan gibi doğar ve organları vardır, insanlar da bu organların her birinde yer alarak devletin
yaşamasını sağlar.
DEVLETİN UNSURLARI VE TANIMI
Devlet; ülke (toprak), insan topluluğu (nüfus) ve iktidar (egemenlik) olmak üzere 3
unsurdan oluşur. Ülke ve insan topluluğu, devletin maddi unsurları; egemenlik ise manevi
unsurudur.
Ülke
Devlet yetkilerinin kullanıldığı alanı ve egemenlik sahasını belirler. Ülke sınırları,
uluslararası hukuka göre belirlenir. Kesin sınır kavramı ilk olarak modern devlet anlayışı ile
ortaya çıkmıştır.
İnsan
18. yy’da ortaya çıkan ulus devletten itibaren, devletin insan unsuru, ‘millet-ulus’
olarak ifade edilir. Bu ifadelerin hukuki karşılığı ise vatandaşlıktır. Millet olabilmekte asıl
unsurlar manevi unsurlardır (ortak mazi, ortak değerler vs.), maddi unsurlar ise tamamlayıcı
niteliktedir.
Vatandaşlık Bağı: Anayasal ülkelerde, devletten ve haklardan yararlanabilmek için o
ülkeye vatandaş olmak gerekir ve vatandaşık politik katılım hakkı vardır. Vatandaşlık, devlet
ve kişi arasındaki hukuki bağdır.
İktidar / Egemenlik
Bu unsur, devleti diğer örgütlenmelerden ayıran en önemli unsurdur. İktidarlık ayrıca,
devleti, modern devletten önceki devlet birliklerinden de ayırır. Egemenlik, ülkede, tek-
mutlak-bölünmez-devredilemez ve en üstün olmayı gerektirir. Egemenlik ifadesini ilk kez
kullanan Jean Bodin’e göre bir yerde birden fazla buyuran güç varsa, orada devletten söz
edilemez. Egemenlik, bir devlet açısından siyasi birlik ve karar bütünlüğü anlamına gelir. Bu
anlamda ‘teorik düzeyde egemenlik’, feodalatiden, merkezi devlet yapısına geçişi sağlamıştır.
Teorik düzeyde egemenlik, devletin yönetme yetkisine kaynaklık eden en üstün otoritedir. Bu
güç; buyurma gücü, kesin karar gücü, son sözü söyleme yetkisi, emir ya da direktif verme gücü
şeklinde de ifade edilebilir. Pratik düzeyde egemenlik ise hukuki ve fiili olmak üzere iki
boyutludur. Hukuki düzeyde egemenlik, belirli bir coğrafyada, devletin hukuk düzenini
oluşturmak ve sürdürmek için yasal iktidarlığıdır. Buna ‘yasal egemenlik’ (jure) adı da verilir.
Hukuki egemenlik, devletin, yasama-yürütme-uygulama yetkileridir. Hukuki egemenlik,
ülkenin pozitif hukukunun oluştutulması ve uygulanmasına işarettir ve tüm devlet için ortak
özelliktir. Bu açıdan hukuki egemenlik, devletlerin ayırt edici ve zorunlu unsurudur. Hukuki
egemenlik, devletin hukuk aracılığı ile konuştuğu ve üstünlüğünü ortaya koyduğu alandır. Fiili
egemenlik (gerçek egemenlik de denir) ise egemenliğin siyasi boyutudur. Devletin hukuki
egemenliğine ilişkin yetkilerini kendisinin belirlemesi ve siyasi tercihleri doğrultusunda,
bağımsız şekilde bu yetkileri kullanabilmesi fiili egemenliğin varlığını gösterir. Bu ‘devletin iç
işlerine karışılmaması’ olgusudur ve bu prensip Westphelia Ant. ile benimsenmiştir. Fiili
egemenlik siyasi realite alanındaki son sözü söyleme gücüdür. Fiili egemenlik, özerklik olarak
kendini gösterir ve buna ‘De Facto’ egemenlik de denir. Özerklik, devletin kendi geleceği
üzerinde kendi iktidarının ve kontrolünün olmasıdır. Örneğin; her devletin uluslararası
antlaşma imzalayıp imzalamamaya karar verebilmesi… Fiili egemenliğin varlığının ayırt edici
unsuru, bir devletin böyle bir antlaşmayı baskı altında kalarak mı yoksa kendi isteğiyle mi
yapmış olmasıdır. Bazı yazarlara göre, ekonominin uluslararası hale gelmesi, teknolojik
gelişmeler, insan haklarının evrensel boyuta ulaşması ve uluslararası/bölgesel nitelikteki
örgütlenmelerin varlığı nedeni ile birçok devletin fiili egemenliğinin olmadığını
düşünmektedir. Hukuki egemenlik, resmi örgüt yapısıve kurumsal mekanizma yönüyle statik,
fiili egemenliğin ise dinamik olduğu söylenebilir. İki egemenlik türünün de ortak noktası, soyut
olan bir kavram olan buyurma gücünü pratikte somut ve algılanabilir hale getirmeleridir.
Ayrıca hukuksal egemenliği olan bir devletin, özerk bir yapıda ortaya çıkması gerçek bir
egemenlikten söz ettirecektir vee bu da iki kavramın ilişkili olduğunu göstermektedir. Buna
rağmen, hukuki egemenlik her zaman fiili egemenliği garanti etmez ama fiili egemenlik,
hukuki egemenliği zorunlu kılar.
Devlet İktidarının Meşruluğu: Devlet iktidarı başlıca iki unsurdan oluşur; kuvvet
kullanımı (cebir gücü) ve bireylerin rızası (onayı). Sadece iktidara dayalı bir devlet varlığı
sürdürülemez; bu, halkın iktidarı meşru görmesine bağlıdır. Meşruluğun kesin bir tanımı
yoktur, toplumlara, yerlere ve zamana göre değişir, görecelidir. Meşru bir yönetim, temel
kriterleri toplumca onaylanan yönetimdir. Yasal yönetim de yasalara göre hareket eden bir
yönetimdir. Konsensüs ise toplumun büyük çoğunluğunun, devletin yönetim biçiçi ile ilgili
fikir birliği sağlamasıdır. Konsensüs ne kadar büyükse iktidar o kadar sağlam olur.
Meşruluğun kaynakları arasında; din, gelenekler, karizmatik liderlik ve pozitif hukuk
kuralları yer alır. Din, hem pratik hem de teorik yönde meşrutiyet için kaynak olarak
kullanılmış, bu nedenle de dönem dönem siyasi ve dini liderler aynı siyasi yapı içinde yer
almışlardır. Din, belirli bir seviyenin üstünde kanun yapmak için kullanılmakla laikliği tehdit
eder. Gelenekler, siyasi hayatı ve onun işleyişini etkiler. Günümüzde tam geleneksel iktidarlara
pek rastlanmaz çünkü bu durumda şahsa itaat söz konusudur. Karizmatik liderlik iktidara
psikolojik bir boyut kazandırır ve toplumsal birlik-bütünlüğün sağlanmasında en etkili
kaynaktır. Bu iktidar türünde yönetim, meşruluğunu tek kişinin olağanüstü sayılan
niteliklerinden alır. Bu otorite diğerlerine göre daha az ömürlü ve istikrarsızdır. Pozitif hukuk
kurallarında ise iktidarın meşruluğu, siyasi yapıyı düzenleyen kuralların yönetilenler tarafından
geçerli kabulüne dayanmaktadır. Örneğin; anayasa toplum tarafından ne kadar meşru
karşılanırsa iktidara gelen otorite de o derece meşruluk kazanır. Bu iktidarda şahıslara değil,
mevcut hukuk düzenine itaat söz konusudur. Günümüzde en geçerli kaynak pozitif hukuk
kurallarıdır. Çağdaş devletlerde, yönetilenlerin yönetime demokratik katılımı devletin
meşruluk temelini oluşturur. Bu meşruluk halk oylamaları, seçimler vb. araçlarla sağlanır.
Çağdaş devletlerde, devletin varlık nedeni yönetilenlerin esenliğini ve refahını sağlamak olarak
kabul edildiği için toplumu baskı altında tutma işlevi bu yönde kullanıldığı ölçüde meşruluk
kazanır.
Mülkilik, Şahsilik ve Koruma İlkeleri ve Devletin Tam Egemenlik Alanı: Devletin,
ülkesi üzerinde işlenen suçlar hakkında, suçlunun tabiiyeti ne olursa olsun, ceza kanunlarının
etki etmesi ‘mülkilik ilkesi’ olarak tanımlanır. Yargılama, devletin egemenliğinin bir sonucu
olduğundan dolayı, suçlunun, suçun işlendiği devlet dışındaki bir devlette yargılanması, ilgili
devletin egemenlik haklarına müdahale teşkil eder. Bu ilkenin uygulanabilme alanı ülke
sınırlarıdır. Mülkilik ilkesinin, gemi ve hava araçlarında ele alınışında ‘bayrak ilkesi’ devreye
girer. Bu ilkeye göre devletin egemenliği dışında kalan açık denizlerde, deniz ve hava
araçlarında gerçekleşen suç teşkil eden fiillerin yargılanması, o araçlardaki bulunan bayrağın
devletine aittir. Askeri deniz ve hava araçları da devletin seyyar parçası olarak kabul
edildiklerinden bunlarda da bayrak ilkesi geçerlidir.
Devletin egemenlik unsuru kapsamında olan ‘deniz ülkesi’; içsular, karasular, takımada
suları ve boğazlardır. Takımadalarda ve içsularda devlet tam egemendir. Karasularda ve
boğazlarda ise uluslararası hukukun gerektirdiği ‘sınırlı egemenlik’ten söz edilir. BM Deniz
Hukuku Sözleşmesi m. 8’e göre ‘içsuların alanı, karasularının iç sınırının belirlenmesiyle olur’.
Devletin tam egemenlik yetkilerine uluslararası hukuk, uluslararası antlaşmalar veya
ulusal mevzuatlar ile sınırlandırmalar getirilebilir.
Uluslararası hava sahasında hiçbir devletin egemenliğinden söz edilmez ve sivil uçaklara
‘serbestlik ilkesi’ uygulanır. Bu ilke savaş uçaklarını kapsamaz. Türk Hava Sahası’nda tam
egemenlik hakimdir ve yabancı hava araçları 15 gün önceden bu havasını / üsleri ziyaret
edeceğini diplomatik yollarla bildirmelidir.
Şahsilik ilkesi ise devletin kendi vatandaşları üzerinde, nerede olurlarsa olsunlar, ceza
kanunlarını uygulamasını ve cezai yargı yetkisini kullanmasını ifade eder. Bu durum ‘ulusal
kanunlar vatandaşı izler’ görüşü ile açıklanır. ‘Vatandaşın iade edilmezliği’ ilkesi ise şahsilik
ilkesinin kabulünü gerektirir. İade edilmeyen vatandaşın suç teşkil eden fiilinin cezasız
kalmaması açısından şahsilik ilkesi benimsenmelidir.
Devlet, kendi varlığını, güvenliğini ve vatandaşlarının huzur ve sükununu korumaya
çalışır ve buna ‘koruma ilkesi’ denir. Devletin Pozitif Koruma Gücü, kişiyi, kendi (devlet)
dışında kalan 3. kişilerden korur. Devletin Negatif Koruma Gücü ise kişiyi, kendinden
(devletten) korur. Mülkilik ilkesi, devletin egemenliğini ülke sınırları içerisinde korurken,
koruma ilkesi, ülke sınırları dışında da devlet egemenliğinin korunmasını sağlar. Devletin iç
ve dış güvenliğini koruması doğal bir savunmadır ve bu da ‘meşru müdafaa’ hakkını doğurur.
Koruma ilkesinin 2 farklı amacı vardır. Devlet, koruma ilkesi ile kendini ve vatandaşlarını
korur ve buna ‘diplomatik koruma’ denir. Kişi önce mağduriyete uğradığı ülkenin iç hukuk
yollarını tüketir ve fail, mağdur ettiği kişinin vatandaşı olduğu ülke sınırlarına girer girmez
devlet o kişiyi yargı yetkisi kazanır. Koruma ilkesine bu özelliği nedeni ile, çatışma ortamı
hazırladığı gerekçesi nedeniylee uluslararası antlaşmalarda pek yer verilmez.
Devletin, suçun işlendiği yer ya da failin kim olduğu fark etmeksizin, ülke çıkarlarını
ihlal ettiği ve tehdit ettiği fiillere ilişkin yargı yetkisine sahip olması da koruma ilkesinden
kaynaklanır ve devletin varlığına-bütünlüğüne-egemenliğine yönelmiş tüm fiilleri
cezalandırabilmesi ise meşru müdafaa hakkına dayanır.
Meşru Müdafaa ve Kolektif Meşru Müdafaa: Meşru müdafaa hakkı, BM’den önce,
İngiltere’nin, Amerikan gemisi olan Caroline’ı batırması ile tartışılmaya başlanmıştır. Daha
sonra açıkça yasaklanmasa da Milletler Cemiyeti Misakı tarafından devletlerin birbirine iyi
niyetli davranmaları gerekliliğine ve kuvvet kullanımına değinilmiştir. Briand-Kellog Paktı
olarak da bilinen Paris Paktı’nda (1928) ise devletlerarası uyuşmazlıkların çözümünde kuvvet
kullanımının sınırlandırmasını yapan maddeler yer almıştır. Ancak meşru müdafaa hakkı bütün
hukuk sistemlerinde yer alır ve günümüzde de geçerli olan BM ANY. m. 2’sinde kuvvet
kullanımının istisnası olarak meşru müdafaa hakkı tanımlanır. BM, uluslarası ilişkilerde kuvvet
kullanımını yasaklayan ve bu konuda düzenlemeler getiren ilk antlaşmayı imzalamıştır. İlgili
maddeye göre devletin ülkesel bütünlüğüne ve bağımsızlığına yönelik bir saldırı durumunda
belirlenen ölçülerde kuvvet kullanması kabul edilmektedir. Ayrıca meşru müdafaanın kabul
edilmesi için bir silahlı saldırının varlığı, saldırının güvenlik konseyine derhal bildirilmesi ve
konsey tarafından gerekli tedbirler alınana kadar kuvvet kullanımının sınırlı tutulmuş olması
şartları belirtilmiştir. Saldırı altındaki devletin, diğer devletlerden yardım alarak
gerçekleştirdiği savunmaya kolektif meşru müdafaa denir.
Evrensellik İlkesi: devletin egemenliğinden doğan ve kural olarak egemenlik alanında
kullanabildiği yargı yetkisinin istisnai durumlarda genişletilerek kullanılmasıdır. Evrensel
yargı yetkisi, tüm insanlığa yönelen suçların yargılanması yetkisini her devlete sağlar.
Bu 3 unsurdan yola çıkarak, devleti; ‘belli bir ülke üzerinde yerleşmiş, egemenlik
yetkisini kullanan bir üstün iktidarca yönetilen bir insan topluluğunun oluşturduğu sosyal-
siyasal güç’ olarak tanımlayabiliriz. Hukuk açısından ise devlet; kendisini oluşturan öğelerin
birleşiminden oluşan bütünü aşan boyutta, o öğelerinden toplamından ayrı bir tüzel kişiliktir.
DEVLETİN KİŞİLİĞİ
Devletin kendini meydana getiren unsurlar ve yöneticilerinin kişiliği dışında sahip
olduğu ve hukukta ‘tüzel kişilik’ olarak adlandırılan manevi bir varlığı vardır. Devlet, 18. yy’a
kadar yöneticisinin şahsi malıydı. Devletin tüzel kişilik kazanmasında etkili 2 sebep vardır.
• Hukuksal sorunların çözülmesinde devletin tüzel kişiliğinin etkilemesi (tüzel kişiliğin
olmadığı dönemlerde yöneticiler sorgulanamaz, denetlenemez ya da yargılanamazdı)
• Devletin devamının sağlanması (yöneticiler değişse bile devlet aynı devlettir)
DEVLETİN ULUSLARARASI NİTELİĞİ VE TANINMASI SORUNU
Uluslararası örgütler sadece devletler tarafından kurulabilmektedir. Örneğin; Birleşmiş
Milletller (BM) Örgütü’nün kurucu üyeleri sadece devletlerdir (BM Any. m. 3). Bu uluslararası
hukuta başlıca kişinin devlet olduğuna işarettir.
Kurucu tanınma teorisine göre bir devletin, uluslararası düzeyde bir varlık kazanma
niteliğinde bir devlet olabilmesi için diğer devletlerin hepsi ya da büyük çoğunluğu tarafından
tanınması gerekir.
Açıklayıcı teori ise uluslararası düzeyde ortaya çıkan bir oluşumun devlet olmak için
gerekli koşullara sahip olmasının ona zaten objektif olarak br devlet niteliği kazandırmış
olacağını; başka devletlerce tanınmanın yeni bir durum yaratmayacağını, var olan bir durumun
kabülünün yapılacağını savunur. Montevideo Sözleşmesi (1933) ‘vevletin siyasal varlığı, öteki
devletlerce tanınmasından bağımsızdır…’ diyerek bu görüşü 3. Maddesinde belirtmiş ve
pozitif hukuk kuralı haline getirmiştir. Uluslararası hukuk alanında tanınmasa bile bir devletin
kullanabileceği yetkiler Montevideo Sözleşmesi’nde belirtilmiştir. Örneğin bağımsızlığını ve
ülke bütünlüğünü savunma, yasama-yürütme-yargı yetklerini kullanma gibi…
Yönetim biçiminin değişmesi içhukukta yeni bir devlet meydana getirse de, uluslararası
hukukta eski yönetimin yükümlülüklerinin yerine getirilmesi açısından bir devamlılık söz
konusudur. Örneğin; Türkiye Cumhuriyeti (TR) kurulduğunda Osmanlı’dan kalan borçların
ödenmesi açısından TR, Osmanlı’nın varisi kabul edilmişti.
De Facto Tanınma: Gerçekte var olan ve gerçekliği tanınan, ancak söz konusu gerçekliği
hukukî açıdan tanınmamış olaylar, devletler ve kişiler için kullanılır. Uygulamada de facto
tanıma geçici ve sınırlı bir tanıma yöntemi olarak belirmekle birlikte, gerekli koşulları
gerçekleşmesi halinde tanıma de jure’a dönüşebilmektedir.
De Jure Tanınma: hukuken tanınan olgulardan bahseder ve özellikle siyasî alanda ‘de
facto’nun bir sonraki aşamasıdır. Bir devletin de jure olarak tanınması, o devletin varlığını,
devamlılığını herhangi bir şüphe duymadan tam ve kesin bir şekilde hukuki olarak tanımak
anlamına gelir.
*Devlet olarak tanınma ve hükümet olarak tanınma farklı şeylerdir.
DEVLETİN 3 ANA ERKİ: YASAMA, YÜRÜTME YARGI
Yasama Erki
İç hukuk düzenlerinde hukuk kaynağı olan kanunlar, yasama organı tarafından kabul
edilir, değiştirilir ya da yürürlükten kaldırılır. İçhukukta yasama yetkisi, çağdaş devletlerde,
genellikle parlemento adı verilen yasama organınca kullanılır. Yasama organının oluşum
biçimi, üye sayısı ve yasa yapma dışındaki yetkileri devletlere göre farklılık gösterebilir.
Örneğin; bazı devletler tek meclisli yasama organı öngürürken bazıları da iki meclislidir.
Çağdaş devletlerde yasama organı genellikle seçimlerle belirlenir. Halkın yasama işlevine
doğrudan katılımı ilkesel olarak söz konusu değildir. Halkın yasama işlevine doğrudan katılımı
mümkün olmadığından ve bu işleve temsilcileri aracılığı ile katılmalarından ötürü bu sisteme
‘temsili demokrasi’ denir. Temsili demokrasilerde halkın yasama sürecine katılımı halk
oylaması, halkın vetosu gibi araölarla sağlanır. Bazı sistemlerde halkın doğrudan katılımına da
yer verilmesi kabul edilir. Yasama organı ‘tekel’dir ve yaptığı yasalar tüm ülke için geçerlidir.
Fedaral devletlerde bu tekel yetki federal ve federe devletler arasında bölüştürülerek farklılık
gösterir. Halkın yasa önerisi ise belirli bir konuda bir yasanın değiştirilmesi, kabul edilmesi vb.
şeyler için halkın başlattığı girişimdir. Yasama süreci parlemento dışı öğelerden de
etkilenebilir. Örneğin; baskı grupları (örgütler vs.)… Yasama süreci üzerindeki denetim
öncelikle ve özellikle muhalefet partileri tarafından yapılır. En etkili denetim ise yargısal
denetimdir (Anayasa Mah.)…
Bir devletin yasalarının, yetki alanı dışında da başka devletlerce kullanılmasına
uluslararası özel hukukun ‘yasa çatışması kuralları’ gereğince rastlanmaktadır. Uluslararası
hukukun yasaları içhukuk yasalarından üstün kabul edilir.
Yürütme Erki
Hukuk kurallarının yaşama geçirilmesi için varlığı gerekli olan toplumsal ortamın ve
düzenin kurulması ve sürekli olarak işlemesi; kuralların somut olaylarda uygulanmasının
sağlanması ve bu kurallara aykırı davranışların önlenmesi için önlemler alınması, aykırı
davranmış olanların hukuken öngördüğü yaptırımlarla karşılaşması ve benzeri görevler genel
anlamda yürütme erkinin işlevi sayılır. Yürütme organının varlığı devlet sayılabilme açısından
vazgeçilmez bir özelliktir. Yürütme organının oluşumu konusunda farklı uygulamalar vardır.
Örneğin; başkanlık sistemi veya parlamenter sistem... Yürütme organı yasalarla kendisine
verilmiş görevlerin yerine getirilmesinde, ayrıntı sayılacak konularda devletten devlete değişen
nitelikte, çeşitli adlar verilen yasaaltı düzeyde; tüzük, yönetmelik, tebliğ ve benzeri gibi adlar
verilen ve yasalara oranla alt düzeyde bazı düzenlemeler yapabilir. Uluslararası Hukuk
kurallarının yürütülmesi de ilgili devletlerin yürütme organlarının işidir.
Yargı Erki
Meşru vasıtalardan ve yollardan yararlanarak mahkemeye başvurma hakkı ve buna
koşut olarak, kişilerin haklarında açılmış davalarda savunma hakkı; gerek uluslararası insan
hakları belgelerinde, gerek ulusal anayasada güvence altına alınmış temel haklardır. Yargı
yetkisi mahkemelerce kullanılır. Mahkemelerin yargılama işlevini yerine getirebilmesi için
usulüne uygun biçimde bir davanın mahkeme önüne getirilmesi gerekir; yürütme ise herhangi
bir başvuru ya da isteme gerek olmaksızın kendiliğinden harekete geçmesi gereken bir işlemdir.
Bağımsızlık ve tarafsızlık mahkeme sayılmanın temel koşullarındandır.
Hukuk Devleti ve Kanun Devleti Farkları: Hukuk devleti vatandaşların hukuki güvenliğini
sağlar / hukuki güvence sağlar. Hukuk devleti hak ve hukuk doğrultusunda hareket eder. Birey
hak sahibidir. Kanun Devleti'nde ise devlet kendi amacına uygun kanunlar hazırlar ve çıkarları
doğrultusunda bu kanunları yürütür. Kanunlar, her şekilde meşrulaştırılır. Çünkü kanunu koyan
ve uygulayan aynı iradedir; hak bireye tanınan bir menfaattir.
DEVLETİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ İÇERİSİNDEKİ YETKİ ALANI
Devletin toprak bütünlüğü içindeki yetki alanları ceza (yargı) ve sivil (medeni) olarak
ikiye ayrılır. Yargı alanı şahsilik ve mülkilik ilkelerince belirlenir. devletin tam egemenliğinin
söz konusu olduğu alanlarda, yargı yetkisi kesin ve tamdır. Örneğin; deniz ülkesinde içsular
denilen alanda yetkisi tamdır veya 1944 Chicago sözleşmesi ile kabul edildiği gibi devletler
kara ülkeleri üzerindeki hava sahalarında tam ve münhasır yetkiye sahiptir. Bu mülkilik ilkesi
ile ilgilidir. Şahsilik ilkesi ise devletin kendi vatandaşını nerede olursa olsun, yargı yetkisini
kullanabileceğini ifade eder. Şahsilik ilkesinin, yargı yetkisinin aksine uygulanması ise
devletin diplomatik korumasıdır. Devlet, kendi vatandaşının mağdur edilmesi durumunda;
vatandaş önce bulunduğu yerin içhukuk yollarını tükettiğinde, kendi devletinin diplomatik
korumasına sığınabilir.
Devletin yetki alanına; kural koyma yasa yapma ve uygulama da girer. Devletin
imperium buyruk gücü de denilen bu yetkisi vatandaşlarına uygulanır. Imperium buyruk gücü
vatandaşlık bağı ile kazanılır; vatandaş bu buyruk gücüne itaat etmediği takdirde vatandaşlık
bağını kaybedebilir. Bu devletin negatif ve pozitif buyruk gücü ile ilgilidir.
Devletin sivil (medeni) yetki alanı ise; olağanüstü hallerde sıkıyönetim ilan etmesi,
malları kamulaştırması, sınırdışı kararı vermesi vb. kamu yararına ve kamu güvenliği için olan
faaliyetleri ile ilgilidir.
Küreselleşme ile birlikte devletin toprak bütünlüğü üzerindeki yetki alanı konusu
tartışmalı olmaktadır. Devletlerarası ilişkilerin yoğunlaşması ve uluslararası hukukta yetki
alanlarının farklılaşması sonucunda ise uluslararası örgütlerin sayısı artmaya başlamıştır.
Uluslararası örgütler hükümetlerarası ve hükümetdışı örgütler olarak ikiye ayrılır.
Hükümetlerarası örgütler; devletlerin bir araya gelerek yaptıkları bir antlaşma ile kurulurlar.
Bu örgütler kendi yasası, hukuki kişiliği ve organları olan varlıklardır. Örneğin; Birleşmiş
Milletler, Avrupa Birliği ve NATO… uluslararası örgüt türleri; coğrafi alana dayalı (evrensel
ya da bölgesel), faaliyet konusuna dayalı (genel konulu [siyasi], uzman konulu [teknik,
ekonomik, savunma, sosyal ve insancıl] ve yetkilerinin niteliğine dayalı (işbirliği- ulusüstü)
örgütler olarak sınıflandırılır. Uluslararası örgüt türlerine üyelik, örgüt ürünün açık ya da kapalı
olmasına bağlıdır. Örneğin Birleşmiş Milletler üyeliği için 4. Madde gereği olarak barışçı bir
devlet olmak şarttır. Uluslararası hükümetdışı örgütler ise uluslararası bir antlaşma ile
oluşturulmamış, uluslararası gayri ticari bir amaçla faaliyet gösteren ve daha çok sivil
nitelikteki toplulukların bir araya gelerek oluşturdukları örgütlere denir. Örneğin Green Peace
veya Kızılhaç örgütü… devletin toprak bütünlüğü içerisinde anayasa mahkemeleri yasaların
anayasaya uygunluğunu denetler. İç hukukta anayasa ve yasa uyumundaki istisnaları ise
uluslararası hukuk belirler.
Uluslararası mahkemeler, Ceza Mahkemesi ve Tahkim Mahkemesi olarak ikiye ayrılır.
Uluslararası Ceza Mahkemeleri, soykırım vb. suçlarla ilgilenir. Uluslararası Ceza
Mahkemeleri’nde devlet tanımasa bile hakim ya da savcı re’sen davayı dikkate alabilir.
Mülkilik ilkesine göre ise devlet davayı Uluslararası Ceza Mahkemelerine götürebilir. Türkiye,
Uluslararası Ceza Mahkemeleri Anlaşmasına taraf değil. Ancak burada yargılanan fiilleri, Türk
Ceza Kanunu 76. 77. ve 78. maddelerinde tanımlar. Tahkim mahkemelerinde ise hızlı sonuçlar
elde etmek için, uzmanlaşmış hakemlerle çalışılır ve daha düşük maliyetli davalar incelenir.
MODERN DEVLETLERDEN ÖNCEKİ DEVLET ÖRGÜTLERİ
VE MODERN DEVLETLERİN ORTAYA ÇIKIŞI
Modern devletlerin ortaya çıkışından önceki devlet örgütleri aşağıdaki gibidir. Ulus
Devleti 18. yüzyıldan günümüze kadar gelebilmiştir.
Site Devleti
Site Devletinnde köle olmayan hür erkekler arasında yöneten ve yönetilen ayrımı yoktu.
Örneğin; halk kendi yasalarını çıkarabilirdi, savaş ilan edebilirdi ya da kendi yargılama
sistemini oluşturabilirdi. Bu aynı zamanda bir sınırlı doğrudan demokrasi örneğidir. Site
devletlerinde kurumsallaşma veya hukuki devlet örgütlenmesi (yasama yürütme ve yargı
organları) yoktu. Devlet faaliyetlerinin tek elden yürütüldüğü bir merkezi devlet örgütlenmesi
de yoktu. Devletin tebaası arasında; köle – hür, kadın-erkek gibi ayrılıklar vardı.
İmparator Devleti
İmparator Devleti'nde şahsa itaat vardır. Kurumsallaşma ya gelişmemiştir ya da hiç
yoktur. Örneğin; Roma İmparatorluğu kurumsallaşamadığı için genişlediği topraklarında aynı
kuralları uygulayamamış ve özerklikler ortaya çıkarak imparatorluğun batmasına sebep
olmuştur. Sınır kavramının olmayışı ve sürekli toprak fetihleri nedeniyle devlet sınırları
belirsizdi.
Feodal Devlet
Parçalanmış bir yapı vardır ve merkeziyetçi örgütlenme yoktur. Devlet faaliyetleri
krallar, feodal beyler ve kiliseler arasında paylaşılarak yürütülürdü. Böylece herkese her yerde
aynı kurallar uygulanazmadı. Feodal devlette de şahsa itaat vardı; kesin sınır kavramı ve
kurumsallaşma yine yoktu.
Modern Devlet
• Yöneten ve yönetilen ayrımı vardır.
• Merkezileşme ve tek elden yönetim olgusu gerçekleşmiştir.
• Modern devlet, ortaçağın 3 iradesi (Kral-senyör-kilise) arasındaki mücadeleyi kralın
kazanması ile ortaya çıkmıştır.
• Modern devletin ortaya çıkışındaki temel neden siyasi birliği ve devlet hayatındaki
bütünleşmeyi sağlamaktır.
• Modern devlet kurumlaşmış bir siyasi örgütlenmedir. Buradaki örgütlenme
günümüzdeki gibi yasama, yürütme ve yargı şeklinde değildir. Ilişkilerin şahsa bağlı
yürütülmesi, yani bürokrasi şeklindedir.
• Kesin sınır kavramı Westphelia Antlaşması ile bu dönemde oluşmuştur.
• Modern devletin insan unsuru tebaa ya da uyruk tabiriyle nitelendirilmektedir. Bu
tabirler, vatandaşlık sıfatına karşı ifadelerdir. Çünkü bu dönemde tebaanın hakları
hukuki güvence altına alınmış değildir.
• Modern devlette vatandaşlık kavramı olmadığı gibi kişilerin devlete karşı ileri
sürebilecekleri temel hakları da yoktu. Dolayısıyla modern devlet kişilere istediği gibi
muamele edebilirdi.
Ulus Devleti
• Fransız İhtilali'nin etkisiyle, 18 yüzyılda tüm dünyaya yayılan ‘milliyetçilik’ akımının
ortaya çıkardığı devlet türüdür.
• Toprak temeli, sınır kavramı, merkezi yapısı ve yöneten-yönetilen ayrımı modern
devletteki gibidir.
• Modern devlet ve ulus devlet arasındaki farklar;
o Modern devletteki kurumlaşma, ulus devlette kurumsallaşmaya
dönüşmüştür.
o Tebaa unsuru artık ulus, millet, vatandaştır.
o Vatandaşın hak ve özgürlükleri hukuk metinleri ile devlete karşı
güvence altına alınmıştır.
• Ulus devletin doğallık anlayışına göre herkes eşit doğar eşit hak ve hürriyetlere sahiptir.
• Ulus devlette Kral-Devlet anlayışı sona ermiştir.
Monarşiler Dönemi (Jean Bodin’in Devlet Görüşleri)
• Bodin, 16. yüzyılda yaşadı.
• ‘Devletin Altı Kitabı’ eseri ile egemenlik teorisini ortaya atar ve modern devletin
temelini oluşturur.
• Bodin, kralın mutlak iktidarını sağlayarak karma yönetimi sona erdirmek ister.
• Tek iktidarı, dinlere hoşgörü ile bakılmasını ve kimsenin dini inancından zorla
uzaklaştırılmasını öngörür. Bodin’in bu düşüncelerinin sebebi o dönemdeki din baskısı
ve din çatışmalarıdır. Bu dini inanışlar hakkındaki fikirleri din ve vicdan hürriyetinin
temellerini oluşturur.
• Bodin’in devlet anlayışı Aristo'nunki ile paraleldir. Aristo'ya göre devlet aile fertlerinin
birleşmesi ile oluşur. Bodin’e göre ise devlet ailelerin yönetimidir; toplumun üstün bir
kuvvet tarafından yönetilmesidir. Bir ailenin reisi olduğu gibi devletin de yöneticisi
olmalıdır.
• Monarşi; devlet başkanlığı'nın ırsi olarak intikal ettiği devlet şeklidir. Saltanat
haklarının sınırlanmasına göre mutlak ve meşruti; hükümdarın tahta geçiş biçimine
göre ise ırsi ve seçimli olarak ayrılır.
• Bodin, egemenliği, ahlâk ve adalet prensipleri ile sınırlar.
• 16. ve 18. yüzyıllar arasındaki monarşi, yargısal denetim olmadığı için mutlak
monarşilerdir.
• Bodin’e göre özel mülkiyet aileye ait olduğu için egemeni bile sınırlayan bir unsurdur.
• Bodin’e göre mutlak egemen tebaa ve yurttaşlar üzerinde kanunla sınırlanmamış olan
en üstün iktidardır.
• Egemenliğin en belirgin özelliği yasaların yapılmasıdır ve emir verme gücü kraldan
krala geçer.
• Egemenlik, devletin sona ermemesini sağlayan üstün buyurma gücüdür ve bu güç yok
olmaz, zaman aşımına uğramaz; mutlaktır.
• Bodin’in bu düşüncelerini açıklarken temel kaygısı; özgürlük, eşitlik, demokrasi ve
benzeri kavramlar değil, siyasi birliğin sağlanmasıdır.
• Bodin’in monarşiyi savunma sebepleri;
o Tek kişinin kararı birlik ve düzen sağlar.
o Egemenliğin bölünmediğini sağlanması için tek iktidar olması gerekir.
o Devlet içi atamalara seçilecek ehil kişileri monarkın seçmesi gereklidir.
Monarşiler Dönemi (Thomas Hobbes / İngiliz Doktrini)
• Hobbes, 17. yüzyılda İngiltere'de yaşadı ve mutlakiyetçidir.
• Leviathan eseri önemlidir.
• Toplumsal sözleşme fikrini ortaya atmıştır.
• Aristo'nun karşıtıdır; ona göre insan, doğuştan toplumsal bir varlık değil bencil ve
çıkarcıdır.
• Hobbes’e göre akıllı insanın güvenlik isteği ancak doğal yasalara boyun eğerek
gerçekleşir. Doğal yasalar; barış aramak,barışa kavuşmak için tüm mutlak haklardan
vazgeçmek ve sözleşmeleri tanımaktır. İnsanoğlu bu doğal yasalara uyarak toplum
haline gelmiştir ve toplum hali doğal değildir; bir çıkar ilişkisi ve iradi bir antlaşma
vardır. Herkesin çıkarı barış ve güvenlik ihtiyacında örtüşmektedir.
• İnsanlar haklarını egemene devrederken kendi aralarında sözleşme imzalar ve egemen
bu sözleşmenin dışındadır. Bu sözleşme ile güvenlik için hak ve özgürlüklerden
vazgeçilir. Bu yüzden devletin amacı insanların güvenliğinin sağlanmasıdır.
• Hobbes’e göre kralın gücü halkın mutluluğuna gücüne ve zenginliğine bağlıdır. Ancak
bu da halkın sahip olduğu bütün haklarından mutlak olarak vazgeçmesine bağlıdır.
Barış ve güvenlik için mutlakiyet zorunludur.
• Kral yasaların ve adaletin üstündedir din ona bağlıdır.
• Hobbes, doğal ahlâk anlayışını savunur, ahlâk insanı barışa götürür. Bu düşüncesi ise
liberal özgürlüğün temelini oluşturur.
• Hobbes, insanın iki iktidarı olmaz diyerek dinsel iktidarı reddeder. Dini yönetim ile
devletin yönetimi özdeştirler ve bu nedenle din ve beşeri hukuk arasında çatışma olmaz.
• Egemenin sınırını da yine egemenin koyduğu kurallar oluşturur. Yasalar uygulanırken
uyruklar arasında fark gözetilmez. Sözleşmenin esas ilkelerinden biri ve egemeni
sınırlayan unsur yine mülkiyet hakkıdır. Bu doğal değildir, sözleşmenin bir maddesidir.
• Egemenin koyduğu yasaların sınırı akıldır; yasalar akla aykırı olamaz.
• Hobbes, merkezi ve koruyucu devlet fikirleri üzerinde durur.
DEVLET TÜRLERİ
Hükümet Sistemleri Açısından Parlamenter Başkanlık Yarı Başkanlık Meclis Hükümeti
Yönetim Sistemleri Açısından Monarşi Cumhuriyet
Devletin Şekli Açısından Üniter Konfederal Federal
Siyasal Sistemleri Açısından Demokratik Totaliter Otoriter
Siyasal Doktrin Sistemleri Açısından Muhafazakar Milliyetçi Liberal Faşist Komünist
*Tüm bu devletlerin ortak yönleri üstün buyurma gücüdür.
Diğer Devlet Türleri sınıflandırmaları; Sürekli tarafsız devlet, minyatür devlet ve Sui Generis
Devletler olarak yapılmaktadır.
HÜKÜMET SİSTEMLERİ AÇISINDAN DEVLETLER
VE KUVVETLER AYRILIĞI TEORİSİ
Hükümet sistemleri, kuvvetler ayrılığı ve birliğine göre 2’ye ayrılır. Montesquieu’ya
göre her devlette yasama, yürütme ve yargılama olmak üzere 3 çeşit kuvvet vardır. Bu
kuvvetler birbirlerine müdahale etmemelidir, ancak yasama organında yargısal denetim
yapılabilir. Eğer bu üç kuvvet birbirine karışırsa hukuk devleti olmaktan çıkılır. 1789 Insan ve
Yurttaş Hakları Bildirisi'nin 16. Maddesi, kuvvetler ayrılığının anayasal devlet için zorunlu bir
unsur olduğunu belirtir. Kuvvetler birliği ise yürütme organında ve yasama organında birleşme
olarak ikiye ayrılır.
Kuvvetler ayrılığı devletin üç ana fonksiyonunu (yasama, yürütme ve yargıyı) yerine
getiren organların tek bir kişinin elinde toplanmasını engellemek üzere düşünülmüş bir
sistemdir. Bu sistem kontrol ve denetim mekanizmasına benzetilebilir. Bu üç yetkiyi elinde
bulunduran iktidar mutlak bir iktidar olacağı için demokrasiden ve hukuk devletinden
bahsedilemeyecektir. Kuvvetler ayrılığı teorisine göre hükümet sistemleri yumuşak
(parlamenter) ve sert (başkanlık) olmak üzere ikiye ayrılır. Parlamenter sistem kuvvetler
ayrılığı ilkesine dayanan ancak kuvvetlerin iç içe geçerek işlediği hükümet sistemidir. Bu
sisteme göre yürütme yasamanın güvenine tâbidir. Başkanlık sisteminde ise kuvvetler sert bir
biçimde ayrılır. Örneğin; ABD.
Parlamenter sistemde demokrasi önemli bir kavramdır. Demokrasi; eşitlik, özgürlük,
milli egemenlik, çoğulculuk (çok particilik) ve temel hak ve hürriyetlerin güvenliği olmak
üzere 5 temel ilkeye dayanır. Demokrasinin araçları parlamento seçimleri ve çoğunlukçuluk
olarak sayılmaktadır. Demokratik ülkelerde halkı temsil eden bir meclis seçilir. Meclis belirli
aralıklarla yenilenir ve çoğunlukçuluk ilkesine göre de çoğunluğun istediği uygulanır. Evrensel
Haklar Bildirisi'nde, serbest oy; özgürce oy kullanımı, genel oy ise bütün vatandaşların oy
hakkı olarak tanımlanır. Gizli oy - açık sayım ilkesi tam demokrasilerde görülür ve Avrupa
Insan Hakları Sözleşmesi’nde de tanımlanır. Gizli oy - açık sayım doğrudan demokrasinin
göstergesidir. Demokrasinin 3 çeşidi vardır; doğrudan demokrasi (halkın tamamı alınan
kararlarda etkindir, meclis yoktur), temsili demokrasi (halkın seçtiği temsilciler tarafından
idare edilir) ve yarı doğrudan demokrasi. Yarı doğrudan demokraside temsilcileri olmasına
rağmen halk da alınan kararlar da etkilidir. Bunun araçları ise referendum, halk teşebbüsü, halk
vetosu ve temsilcilerin azlidir. Halkın vetosu ve teşebbüsü, yarı doğrudan demokrasilerde,
demokrasinin düzgün işlediği takdirde, örgütler ve benzeri kuruluşlar aracılığı ile yürüyüşler
gösterileri vb. Etkinliklerle gerçekleştirilebilir.
Bir kavram olarak hükümet sistemi, devlet içinde yer alan yasama - yürütme ve yargı
erklerinin dağılımı ve düzenlenişi açısından anayasal demokrasilerde ve/ veya demokratik
olmayan rejimlerde uygulanan kural ve kurumlar bütünü şeklinde ifade edilebilir. Hükümet
sistemlerini genel olarak kuvvetler birliği sistemleri ve kuvvetler ayrılığı sistemleri olarak ele
alırsak, kuvvetler birliği yaklaşımında kuvvetlerin ya yasamada ya da yürütmede birleştiğini
görmek mümkündür. Bu bağlamda mutlak monarşi ve diktatörlükler yürütmede birleşme,
Meclis Hükümeti Sistemi de yasamada birleşme şeklinde ortaya çıkan hükümet sistemleridir.
Kuvvetler ayrılığı sistemlerinde ise hükümet sistemleri başkanlık, yarı-başkanlık ve
parlamenter sistemler olarak karşımıza çıkmaktadır. Meclis hükümeti sisteminde yasama ve
yürütme erkleri halk tarafından seçilen bir meclis tarafından kullanılmaktadır. Ancak meclis
hükümeti sistemi günümüzde uygulaması olan bir sistem değildir. Meclis hükümeti sistemi
tarihsel olarak daha çok olağanüstü hallerde ve kriz dönemlerinde uygulanmıştır. Yarı-
başkanlık sistemi hem parlamenter sistem hem de başkanlık sistemi ile birtakım ortak özellikler
paylaşmaktadır. Yarı başkanlık sisteminin temel özelliklerinden bir tanesi başkanlık sisteminde
olduğu gibi devlet başkanının halk tarafından seçiliyor olmasıdır. Halk tarafından seçilen
devlet başkanı yürütme kuvvetinin bir kanadını oluştururken, diğer kanadını parlamenter
sistemlerde olduğu gibi başbakan ve bakanlar kurulundan oluşan hükümet oluşturur.
Başbakanın önderlik ettiği hükümet parlamenter sistemlerde olduğu gibi göreve başlarken
parlamentodan güvenoyu almak zorundadır. Görev esnasında da hükümet parlamentoya karşı
sorumludur ve parlamentonun güvenine dayanmak zorundadır. Nihayet yarı başkanlık
sisteminde parlamenter sistemin tersine devlet başkanının siyasi gücü yoğun ve kapsamlıdır.
Parlamenter sistem, başkanlık sisteminden farklı olarak yürütmenin iki başlı olduğu bir
sistemdir. Yürütmenin sorumsuz kanadını meclis tarafından seçilen devlet başkanı, sorumlu
kanadını da devlet başkanı tarafından seçilen başbakan ve bakanlardan oluşan kabine/hükümet
oluşturur. Ancak hukuken başbakanı seçme yetkisi devlet başkanına verilmiş olsa da,
hükümetin meclisten güvenoyu alması zorunlu olduğu için, fiilen başbakanın kim olacağını
belirleyecek irade yasama organına aittir. Bu durumun parlamenter sistemin karakteristik
özelliklerinden birisi olduğu iddia edilebilir. Parlamenter sistemlerde yürütme, yasama
içerisinden seçilir ve yukarıda da ifade edildiği gibi yürütme erki göreve başlarken
parlamentonun güvenini almak zorundadır. Ayrıca yürütmenin görev esnasında da
parlamentoya karşı sorumluluğu devam etmektedir. Yasama organı belli aralıklarla yapılan
genel seçimlerle belirlenmektedir. Parlamenter sistemlerde başkanlık sisteminden farklı olarak
yasamanın yürütmeyi yürütmenin de yasamayı feshetme yetkisi bulunmaktadır. Günümüz
parlamenter hükümet sisteminde başbakan bakanların başı konumundadır ve başbakanın
konumu hukuken de siyaseten de kuvvetlidir.
Başkanlık sisteminde ise parlamenter sisteme göre daha sert bir kuvvetler ayılığının
uygulandığı söylenebilir. Başkanlık sisteminde yürütme tek başlıdır ve yürütmenin başı
doğrudan ya da ona benzer bir yöntemle belli bir zaman dilimi için halk tarafından seçilen
başkandır. Başkanlık sisteminde başkan hem devlet başkanı hem başbakandır, yani yürütme
erkini tek başına kullanan kişidir. Başkanlık sisteminde başkan ekibini kendisi kurmaktadır.
Yürütmenin yasamayı, yasamanın da yürütmeyi feshetme yetkisi yoktur. Hükümetin
parlamentonun oyu ile atanması ya da düşürülmesi söz konusu değildir. Başkan seçildiği süre
boyunca görevinin başındadır. Seçimler yasama organı ve başkanlık için ayrı ayrı yapılır. Bir
başka ifadeyle başkanın görev süresi sabittir.
YÖNETİM SİSTEMLERİ AÇISINDAN; MONARŞİ VE CUMHURİYET
Devlet şekillerini ilk olarak monarşi ve cumhuriyet olmak üzere ikili bir ayrıma tâbi
tutan yazar Jellinek’tir. Ünlü Alman kamu hukukçusuna göre, devletin en yüksek organı, birden
fazla kişiden oluşuyorsa cumhuriyet; bu organ tek kişiden oluşuyorsa monarşi vardır. Duguit’in
ayrımına göre; Devlet başkanı irsî (héréditaire) olduğu zaman hükûmet monarşiktir; irsî
olmadığı zaman ise cumhurîdir. Duguit bir monarşinin mutlak veya despotik olabileceğini
kabul ettiği gibi, bir cumhuriyetin de mutlak veya despotik olabileceğini kabul etmektedir.
DEVLETİN ŞEKLİ AÇISINDAN; ÜNİTER ve KARMA (FEDERAL VE
KONFEDERAL)
Terra Nullius; Eskiden bir devlet temsilcisi sahipsiz bir toprak parçası keşfederse bu
toprak üzerinde egemenlik kurulurdu. İşgal yolu ile toprak elde etmek de bu anlayışa
dayanmaktadır. Koloni sömürgeciliği de bu şekilde ortaya çıkmıştır.
Günümüzde karma devlet sistemlerinden yalnızca federal devlet kaldığı için devlet
şekline göre üniter ve karma devletler ayrımı; Üniter, Federal ve Konfederal olarak
yapılmaktadır.
Federasyon
Coğrafi yapılarına göre oluşmuş birden fazla devletin bir araya gelerek tek bir siyasi
güç oluşturmaları ve bu amaçla kurdukları örgütün kendisini oluşturan devletler (federeler)
üzerinde olması, içişlerinde ise aralarındaki antlaşmaya göre geniş ya da dar ölçüde özel
olmaları ile oluşmuş topluluktur. Federe devletler kendi anayasalarına sahiptir. Ancak diğer
devletlerle olan ilişkileri federal devlet tarafından düzenlenir. Federe devletlerin kendi yasama,
yürütme ve yargı organları vardır. Fakat yasaları, federal devlet anayasasına aykırı olamaz.
Federasyon devletler birleşme (Ör; ABD) ya da ayrılma (Ör; Belçika) yoluyla oluşabilirler.
Federasyon Devleti Örneği; ABD
Günümüzde ABD olarak bilinen ülkede, ilk kez Kızılderililerin yaşadığı dönemde
Avrupalılar oraya göç etmiştir. Kaynaklara göre Amerika'ya giden ilk Avrupalılar sırasıyla;
İskandinavlar, İngilizler, Portekizli balıkçılar, İspanyollar ve yaklaşık 10 yıl sonra ise
Fransızlar oldu. Avrupa'dan Amerika'ya 1600’lerin ilk yıllarında, ilk kolonileşmeleri oluşturan
büyük bir göç dalgası başladı. Ilk akımlar bikaç yüz kadar İngiliz koloniciler ile başlamıştı.
İngiltere'de endüstri devrimi birçok insan için ekonomik zorluklar yaşatıyordu ve Avrupalılar
siyasal baskılardan kaçmak, dinsel çatışma ve katliamlardan kurtulmak için, ayrıca doğal
afetlerden gördükleri zararları giderebilmek için Amerika'ya göçü çıkış yolu olarak
görüyorlardı. İlk İngiliz kolonisi Virginia'nın temelleri 1607 yılında atılmıştır. Daha sonra 12
koloni daha kurulmuştur. Ilk ve çoğunluk koloniler İngiltere'den geldiği için İngiltere'nin
anglo-sakson kültürü, kurumsal yapısı ve düşünce sistemi burada baskındı. İngiltere'den
Amerika'ya göç mali destek verilerek teşvik edilmiş ve ülkede alt sınıf görülen kişiler ilk
kolonileri oluşturmak üzere Amerika kıtasına gönderilmiştir. Buraya gönderilen ilk
İngilizler buraya gönderilmelerinin sebebinin İngiltere'nin devamını sürdürmek olduğunu
sanıyorlardı ve taca bağlılık, İngiltere'ye aidiyet yemini ederek göç etmişlerdi. İlk İngiliz
kolonileri kendilerinden sonra gelen hintlileri ve Fransızları kendi içlerinde eriterek baskın
olmayı başarmışlardır. Kolonilere eşlik etmesi için gönderilen charterlerden biri ise ilk vali
olarak atandı. Bu şekilde Avam Kamarası tarzı bir oluşum da burada oluşturuldu. İngiltere'nin
devamı amacıyla yerleşen İngilizler, İngiltere'nin burada kendilerine ağırlaştırılmış vergiler
uygulayarak sömürge muamelesi göstermesiyle ayaklanmaya başladılar. Ekonomisi kötüleşen
İngiltere buradaki kolinilerden yalnızca gümrük vergisi alırken, masraflarını karşılayabilmek
için çay ve damga vergisi de almayı kararlaştırınca; ‘Boston çay partisi’ olarak bilinen ilk isyan
olmuştur. İngiltere, bu vergilerde ve tutumunda ısrarcı olunca ve Massachusettes’in özerklik
yetkisini geri alınca Amerika'nın bağımsızlık temelleri atılmaya başlanmıştır. Koloniler
birleşerek bağımsızlık mücadelesi vermeye başlamışlar ve sonunda da 4 Temmuz 1776’da
kendi anayasalarını ve bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. İngiltere ile süren 7 yıl Savaşları’ndan
sonra koloniler savaşı kazanmış, İngiltere ile ABD arasında Versay Antlaşması imzalanarak,
İngiltere'nin 13 federe devletin bağımsızlığını resmi olarak kabul etmesi sağlanmıştır. George
Washington ve Thomas Jefferson önderliğinde kurulan yeni federal devlette güçlü bir merkezi
yönetim ve özerk bölgelerden oluşan yerel yönetimler arasında güçler dengesi sistemi
oluşturulmuştur. 17 Eylül 1787’de ilan edilen ilk Amerikan Anayasası bilinen en eski yazılı
anayasadır. Sömürgecilik faaliyetlerini sonlandırılmasında önem taşıyan bu bağımsızlık
hareketleri bir süre sonra kukla yönetimler oluşturmaya sebep olmuştur.
Self determinasyon talebi; sömürgecilikten ve yabancı yönetimden özgürleşme ile
ilişkilidir ve genellikle bir halkın politik, ekonomik ve kültürel kaderini, kendisinin belirlemesi
olarak tanımlanır. Amerika’ya yerleşen ilk İngiliz kolonileri, İngiliz hükümetinin, haklarını
ihlal ettiği temelinde bu kavramı haklılaştırmış ve böylece ayrılmayı da haklı çıkmak için
kullanmıştırlar. Uluslararası hukukta, Self determinasyon hakkının farklı görüntülerde ortaya
çıkabileceği görülmektedir. Örneğin; sömürgeden özgürleşme, bağımlı kalmaya devam etme,
yeni devletin oluşturulması için çatışmacı ayrılma ya da tekrar birleşme hakkı, sınırlı otonomi
hakkı, azınlık hakları ve içsel ya da dışsal self determinasyon hakkı olarak görülebilir.
Konfedarasyon
Konfederasyon Bağımsız Devletler tarafından egemenliklerini muhafaza etmesi şartıyla ortak
ve sınırlı menfaatlerini sağlamak maksadıyla, antlaşma aracılığı ile kurulan devletler topluluğudur.
Konfederasyonu oluşturan konfedere devletlerin devletlik vasıfları devam eder; bu devletler sadece
işbirliği yaparlar. Günümüzde Konfederasyon devlet modelleri artık görülmemekle birlikte federe
devlet yapısının gelişmesinde etkili olduğu için önemlidir.
Federasyon ve Konfederasyon arasındaki farklar
• Konfederasyon uluslararası antlaşma ile federasyon ise anayasa ile kurulur.
• Konfederasyonda devletler arasındaki bağ akdi, Federasyonda ise anayasaldır.
• Konfederasyonda devletler üyelikten çıkabilir; federasyon devletlerinin ayrılması yeni
bir devlet oluşumunu işaret eder.
• Konfederasyonda üye devletlerin uluslararası egemenlik haklarına müdahale edilmez;
federasyonda ise bu yetki federal devletindir.
• Konfederasyonda dış ilişkilerde üye devletler bağımsızdır; federasyonda federe
devletler birbirlerine bağımlıdırlar.
• Konfederasyonda yalnızca üye devletlerin tek tip kendi vatandaşlıkları vardır ancak
federasyonda federal ve federe devlet olmak üzere iki türde vatandaşlık vardır.
Üniter Devlet
Devlet; ülke, millet ve egemenlik unsurlarından oluştuğuna göre, üniter devlette, tek
ülke, tek millet ve tek egemenlik vardır. Diğer bir ifadeyle üniter devlet, tek bir ülke üzerinde,
tek bir milletin, tek bir egemenliğe tâbi olmasıdır. Bu nedenle, üniter devlette, devleti oluşturan
unsurlar bölünmez bir bütündür.
Yarışan Yetkiler; Devletlerin, ortaklaşa ya da yarışarak (öncelik elde ederek)
kullandığı bazı yetkilere denir ve federal devletlerde sıkça görülmektedir. Federal ve federe
devletlerin yetkilerini bölüşmeleri ile ilgili de kullanılan bir kavramdır.
DİĞER DEVLET SINIFLANDIRMALARI
Sürekli Tarafsız Devlet: Bağımsızdır ve tüm yetkilere sahiptir. Ancak Sürekli Tarafsız Devlet
Anlaşması imzalayarak silahlanma ve savaş konusunda sınırlamaya tabidir. Başka devletler
arasındaki savaşlara katılamaz, ittifak anlaşmalarına taraf olamaz, başka devletlerin savaş
halinde üslerini kullanmasına ya da ülkesinden geçmesine izin veremez. Devletin tarafsızlığı
siyasal niteliktedir; bu devletlerin savunma amacı ile yine de bir ulusal orduları vardır. Örneğin
İsviçre. İsviçre'nin BM antlaşmasının 5. maddesindeki ‘tüm eylemlerde her türlü yardım’
ifadesini onaylaması tarafsızlığı terketmesi anlamını taşıyacağı için ‘sadece barışı koruyan
operasyonlarda’ ifadesi ile bu madde deklare edilmiştir.
Minyatür Devletler: Uluslararası Hukuk açısından minyatür devletler, devlet olarak kabul
edilir. Montrevideo sözleşmesinin devlet unsuru olarak tanımladığı 4 kriteri taşınması,
minyatür devletlerin devlet olarak kabulü için yeterlidir. Diğer devletlerden farkları ise
yüzölçümü ve nüfus kriterlerinin diğer devletlere kıyasla daha küçük olmasıdır; bazı
kaynaklarda ise çevrelerin iki büyük devletle çevrili olması minyatür devlet olma kriteridir.
Sui Generis Devletler: Tarihsel gelişmeler ve uluslararası ilişkilerin karmaşıklığı, hiçbir genel
tür için sokulamayan, kendine özgü nitelikteki devletlerin ortaya çıkışını sağlamıştır. En
tanınmış örneği ise Papalık’tır. 1922'de İtalya ve Papalık arasında, Roma'da imzalanan Latran
Antlaşması Papalığın özel statüsünü düzenlemiştir. Daha sonra Papalığın ülkesi olan
Vatikan'da kamu hizmetlerini düzenleyen başka antlaşmalar imzalanmıştır. Devlet olmanın 4.
öğesi olan egemenlik, papalığa Latran Antlaşması’nın 2. maddesinde İtalya tarafından
tanınmıştır. Papalık uluslararası ilişkilerde temsilciliklere sahiptir ve kendisi de birçok ülkenin
temsilciliğine ev sahipliği yapar.
SIYASAL SISTEMLERI AÇISINDAN;
DEMOKRATIK, TOTALITER VE OTORITER DEVLETLER
Demokrasi bir ulustaki halkın seçme özgürlüğü anlamına gelir. İnsanların tüm ulus
üzerinde bir gücü vardır. Bir ülkenin kaderini o ülkede yaşayan çoğunluk belirler. Bunun tam
tersi otoriter ve totaliter yönetim şeklidir. Bu tür yönetimde tüm ulusu yöneten sadece bir kişi
veya bir grup vardır. Totaliter ve otoriter rejim diktatörlük gibidir fakat bazı farklılıkları vardır.
Otoriter rejimde gücü elde tutan tek bir kişi (diktatör) veya grup (cunta) vardır. Bu tür
hükümette güç tek bir siyasi güçte toplanır. Otoriterlik toplumdan ziyade hükümet üzerindedir.
Öte yandan totaliterlik ya da totalitarizm ise otoriterliğin aşırı radikal türüdür. Milletin sosyal
ve ekonomik yapısı hükümetin kontrolü altında değildir.
SIYASAL DOKTRIN SISTEMLERI AÇISINDAN; MUHAFAZAKAR,
MILLIYETÇI, LIBERAL, FAŞIST VE KOMÜNIST
Muhafazakar
Muhafazakarlık geleneğin, denenmiş ve doğruluğu kanıtlanmış toplumsal ve siyasal
değerleri içerdiğini öne sürer. Bu yüzden gelenek sürdürülmelidir. Sosyalizm, liberalizm ve
milliyetçilik gibi akımların karşısında muhafazakarlığın temel kaygısı geleneksel toplumsal
değerlerin korunmasıdır. Aile, toplumun temel taşıdır. Devletin görevi aile ile birlikte
toplumsal ahlak değerlerini korumak ve devamını sağlamaktır.
Milliyetçi
Milliyetçilik, özellikle kendi yönetimini tesis etmek için nüfusun doğru tespiti, devlet
içerisinde iktidarın meşru uygulanışı ve toplumun siyaseten etkin düzenlenmesi amaçlarına
matuf olarak, Avrupa’ya 19. yüzyılın başlarında girmii siyasal bir doktrindir. Milliyetçilik dört
ana kategoride toplanmıştır; Liberal milliyetçilik, muhafazakar milliyetçilik,
yayılmacı(revizyonist) milliyetçilik ve anti-koloniyal milliyetçilik. Örneğin; Amerika’nın
kurulmasından önce kolonilerin ayaklanması milliyetçiliğin etkisi ile gerçekleşmiştir. Osmanlı
İmparatorluğu’nun da parçalanmasında milliyetçilik akımı etkili olmuştur.
Liberal
Kişisel hak ve özgürlüklerin korunması amacıyla devletin sınırlandırılmasını isteyen
bir ideolojidir. Liberal ideoloji, din ve inanç özgürlüğü, ifade özgürlüğü, seyahat özgürlüğü,
teşebbüs ve mülkiyet özgürlüğü gibi özgürlüklerin yasal güvenceye bağlanmasını savunur.
Liberal bir düzende devlet ancak bireyin hak ve özgürlüklerini korumakla görevlidir. “En az
yöneten hükümet en iyi hükümettir” sözü liberalizmin devlet felsefesini yansıtır.
Faşist
Faşizm, Fransız İhtilali Sonrasında ortaya çıkan, akılcılık, eşitlik, özgürlük, bireysellik
gibi temel değerleri savunmakta olan Batı Siyasal Düşüncesine karşı geliştirilmiş, otorite ve
devleti kutsayan bir öğretidir. Temel ilkeleri; Seçilmiş bir ulusal topluluğun diğer tüm ırk, grup
ve azınlıklardan üstün olması, mutlak bir önderin liderliğinde bireyin devlete tamamen boyun
eğmesi, parlamenter demokrasinin reddi, barışçı enternasyonalizme karşı çıkış ve yayılmacı ve
istilacı bir dış politikanın ulusun kaderi gibi görülmesi olarak şekillenmektedir.
Komünist
Komünizm kısaca sınıfsız, parasız ve devletsiz bir toplumsal düzen ideolojisi ve
hareketi olarak tanımlanabilir. Ünlü düşünür Karl Marx ve Friedrich Engels’in
yazdığı Komünist Parti Manifestosu ile bağdaşlaştırılan komünizmde, kapitalizmin ortadan
kaldırılması gerektiği düşüncesi savunulur. Sosyalizmle arasındaki en önemli farkı ise
kapitalizmde özel mülkiyet fikrine hiçbir şekilde yer verilmemesi ve bütün üretim araçlarının
devletin elinde bulunmasıdır. Aslında sosyalizm komünizmin bir alt evresi
niteliğindedir. Komünist toplum düzene geçilebilmesi için sosyalizm bir süreç olacak, insanları
komünizm için bir şekilde evrimleştirecektir.
DEVLET KONUSUNDA İDEOLOJİDEN KAYNAKLANAN ANLAYIŞ
FARKLILIKLARI VE UYGULAMALARINDAN ÖRNEKLER
Bazı görüşlere göre devlet, insan aklının en büyük yapıtlarından biridir; toplum içinde
düzenin ve adaletin sağlanması için, insanların mutlu ve huzurlu bir yaşam sürebilmesi için
vazgeçilmez bir varlıktır. Anarşist görüşlere göre ise devlet insanların esenliğine ve
mutluluğuna engel bir varlık sayılır. Devletin kutsal olarak nitelendirildiği de görülmektedir.
Devleti yücelten görüşlere göre ise devlet çocuklar arasında hiçbir ayrım gözetmeyen her birine
ayrı ölçüde sevecenlikle davranan bir baba gibidir. Faşist devlet görüşünde de devlet
yüceltilmiş kutsal bir düzeye çıkarılmıştır. Birey kimliğini özgürlüğünü devlet içinde bulur
Ama devletin esenliği her şeyden önce gelir. Başlıca Marksist görüşleri açısından Devlet
toplum ve özellikle ekonomik güç açısından üstünlük sağlamış sınıfların, zümrelerin öteki sınıf
ve zümreleri baskı altında tutmak için kullandıkları bir baskı aracıdır. Bu araç, sınıflı
toplumların varlığı sürdükçe insanlık tarihi için de kaçınılmaz olarak var olacak ama sınıfların
ortadan kalkması ile varlığına gerek kalmayacak. Yani devlet, zamanla artık kendisine
gereksinim kalmadığı için ortadan kalkacak bir örgüttür. İnsanlar için tam özgürlük ortamına
da ancak o zaman ulaşılmış olacaktır Marksist görüşün insanlık tarihi içinde belli bir aşamaya
yani sınıfların ortadan kalktığı noktaya ulaşılıncaya kadar devletin varlığını kaçınılmaz
saymasına karşılık anarşist felsefe açısından her türlü otorite bireylerin özgürlüğüne müdahale
oluşturur. Bu nedenledir ki başlıca kötülük kaynağı devlettir. Dolayısıyla sınıfların varlığından
bağımsız olarak devlet ortadan kaldırılması gereken bir kurumdur. Liberal Bireyci, Sosyalist
ve faşist devlet ideolojilerin ortak özelliği olarak kağıt üzerinde kalmayıp fiilen uygulamaya
konulmuş olmaları gösterilebilir. Liberal görüş tarihin akışı içinde belirli değişimleri geçirmiş
olsa da Özünde aynı kalarak ve ekonomik anlamda Kapitalizm olarak Bugün Amerika, Avrupa,
Asya, kıtalarında ve ayrıca Avustralya ve Yeni Zelanda gibi yerlerde çok sayıda devletçe
uygulanmaktadır Sosyalist devlet görüşü Küba Kuzey Kore ve Çin’de birbirinden oldukça
farklı biçimde de olsa aynı ideoloji altında yönetilmektedir. Faşist devlet ideolojisi bugün
resmen hiçbir devletin ideolojisi olarak açıkça kabul edilmiş olmayıp, faşist sıfatı sadece belli
devleti ya da uygulamayı kötülemek için kullanılmaktadır. İdeolojik görüşler somut, siyasal ve
sosyal ortama aktarılıp uygulamaya konulduğunda karşılaşılan somut sorunlar, felsefi ve soyut
ilkelerden uzaklaşmayı gerektirebilir. Hiçbir ideoloji iktidara gelmesinden önceki kağıt
üzerinde olan saf biçimi ile uygulanamamaktadır.
Liberal Bireyci (Kapitalist) Devlet Görüşü ve İlk Uygulamaları
Liberal bireyci görüş, bir kurum olarak devletin varlığına karşı değildir. Ancak bu görüş
bağlamında özgür olmaktan anlaşılan şey; devlet gücü karşısında bireyin dokunulmaz bir
özgürlük alanı olmasıdır. Bu dokunulmaz alandaki kavramlar arasında kişiye eşya üzerinde
mutlak ve inhisari egemenlik sağlayan mülkiyet hakkının özel bir yeri vardır. Liberal felsefenin
topluma ilişkin boyutunda birey vardır ve toplum yaşamı bireyin doğal özgürlüklerini
engellememeli, tam tersine korunmalıdır. Toplum da devlet de insanların ortak iradesine
dayanır ve devletin varlık nedeni bireyin özgürlüklerin özellikle mülkiyetinin korunmasıdır.
Liberalizmin devlet kavramıyla doğrudan ya da dolaylı temel varsayımlarının yanı sıra;
toplum, din, hukuk ekonomi gibi çeşitli konularda geliştirilmiş görüşleri vardır. Bunların
hareket noktası sayılabilecek olan temel nitelikteki inanç şudur; birey zaman içinde devletten
önce gelmiştir ve ortada devlet yokken insanlar herhangi bir devlet örgütlenmesinin söz konusu
olmadığı doğal yaşam koşullarında özgürce yaşamaktayken aralarında anlaşarak
gerçekleştirdikleri toplum sözleşmesi ile toplum oluşturarak toplum yaşamına geçmişlerdir.
Liberal bireycilik anlayışında birey ve devlet birbirine karşı kavramlardır ve bu karşıtlık
özellikle endüstri devrimi ile ortaya çıkmış zenginleşme; olanakları çok büyük oranda artmış,
yeni sınıf burjuvazi, devletin her türlü müdahalesini, özgürlüğüne bir saldırı olarak görmeye
başlamıştır. Bu anlayışa göre serbest pazar ekonomisi denilen düzen kendi içinde toplumun
genel yararına en uygun çözümleri kendi içinde üreteceğinden, devletin ekonomik yaşama
müdahaleden kaçınması gerekir. Liberal bireyci devlet görüşü yeni bir sınıf olarak ortaya
çıkmış olan ve zamanda zenginleşip, güçlenerek feodal düzeni yıkıp onun yerine kendi
düzenini kuran burjuvazinin ekonomik çıkarlarını ve eğilimlerini meşrulaştırmak için
başvurulan ideolojik dayanak olmuştur. Bu değişimin ortaya çıkışını tarihin akışı içinde bir
zamana ve yere oturtmak gerekirse İngiltere'de 17. Yüzyılda, Fransa'da ise 1789 devrimi ile
başlayıp etkilerini dünyanın çeşitli başka yörelerinde göstermiş denilebilir. Bu değişimin
sonucunda feodal dönemin mülkiyet hakkı kavramının içeriğinde değişiklik olmuş;
kapitalizmin temeli olan bireysel mülkiyet anlayışı gelişmiştir. Liberal bireyci anlayışta
mülkiyet yükümlülüklerden bağımsız mutlak bir hak olarak görülüyordu.
Endüstri devrimi daha çok ekonomik alanda olmuştur ve sosyal alanda pek etkili
olmamıştır. Endüstri devrimi içinde yaşayan insanlar yeni bir düzene geçmekte olduklarının
farkına varamamışlardı. Fransız Devrimi ile Endüstri Devrimi arasındaki en önemli farklardan
biri de Fransız Devrimi'nin o çağda insan istencinin bir sonucu olarak kabul edilmesine karşılık,
Endüstri Devrimi'nin insanın denetimi dışında güçlerin sonucu olarak görülmesidir. İnsan
isteğinin dışında meydana gelen doğal bir ekonomik düzenin varlığı görüşü, endüstri devrimi
ile güç kazanmıştır. 18 yüzyılın ortalarında Fransız fizyokratlarının ortaya attığı görüş
bireyciliğin politika alanından, ekonomi alanınına sokulması sonucunu doğurmuştur. Fransız
Devrimi’nde, IV. Henry’nin yayınladığı ve kral ile toplumun arasındaki farkları azaltan Nantes
Bildirisinin yürürlükten kaldırılması ve bu şekilde krala çok üstün yetkiler sağlanması Fransız
İhtilali’nin temellerinin atılmasına neden olmuştur. Klise düzeninde ise mezhep savaşları
devam etmekteydi ve rahipler din işlerinden çok, devletin idari işleri ile uğraşan kişiler
(ruhbanlar) haline gelmişti. Fransız Devrimi, Komünist Devrimi’nden de farklıdır. Komünist
Devrimi (17 Ekim Devrimi de denir, Marks ve Engel başını çekmiştir.) işçi sınıfların, sınıflar
arasındaki farkların kaldırılması için yapılmıştı. Komünist Devrim ploteryanın ayaklanmasıdır.
Fransız Devrimi ise burjuvalar tarafından siyasi yönetime katılmak amaçları doğrultusunda
yapılmıştı. Burjuvalar, soyluların bir alt sınıfı olarak bilinirdi. Soylular, sahip oldukları
topraklar ve çiftlikler sayesinde ünvanlar alıp devlet yönetimine katılabilirken, doktor-
mühendis vb. meslek gruplarından olan burjuvalar alt sınıf olarak anılmaktaydı ve siyasal
güçleri yoktu. Ayrıca soyluların ve ruhbanların özgürlüklerinde de ayrıcalıkları vardı.
Etajenero parlementosu olarak anılan danışma meclisi ise o döneme kadar son 175 yıldır hiç
toplanmamıştı. Burjuvalar, ruhbanlar ve soyluların hiç çalışmazken siyasal güce sahip olduğu
için Etajenaro’nun toplanmasını talep edip kendilerinin de siyasal güç elde etmek istediğini bu
toplantıda belirttikten sonra Etajenaro (bunun üzerine) tamamen dağıtılınca ise ilk
ayaklanmalar başladı. Fransız Devrimi’nde, siyasal fikirlerini beyan ettikleri için Bastil
Hapishane’sinde tutulan tutukluların burjuva tarafından hapishaneden kaçırılmaları ve serbest
bırakılmaları ise ihtilalin dönüm noktası olmuştur.
Fransız Devrimi’nde önemli olan nokta; 1789 Yurttaş Hakları Bildirisi’dir. Bu bildiri
birçok anayasaya, haklar bildirgelerine, uluslararası antlaşmalara temel olmuştur. Bu nedenle
Fransız Devrimi birçok hakkın ve özgürlüğün kazanılmasına bu bildiri ile sebep olması
açısından önemlidir. Fransız Devrimi sınıflarla ilgili değil, hak ve özgürlüklerle ilgiliydi. 1789
Yurttaş Hakları Bildiri aynı zamanda liberal bireyci görüşün günümüze yansıması olarak da
yansımasıdır. Örneğin; mülkiyet hakkı buna örnek teşkil eder. Rosssou ise mülkiyetin
huzursuzluk ve çatışmalara neden olduğunu savunur. O’na göre özel mülkiyet olmasaydı
hukuk düzenine ihtiyaç olmazdı ve devlet de bu düzeni kurmak ve sürdürmek üzere ortaya
çıkmazdı (Doğal hukuk teorisi).
Adam Smith ise kapitalist bireyci anlayışın temsilcisidir. Kapitalist bireyci anlayış
mülkiyetin önemli olduğu ve bireyci anlayışın vurgulandığı anlayıştır.
İdeolojilere göre devlet yapıları incelenirken dikkat çeken nokta her zaman bir üst
grubun baskınlığıdır. Örneğin; Fransız İhtilali’nde burjuva sınıfı üst sınıfı olan soylular ve
ruhbanlara karşı siyasal gücü ele geçirmek istemişti. Mülkiyet de tüm ideolojilerde dikkat
çeken ve önemli görülen noktadır. Diğer bir nokta ise özgürlükler ve haklardır. Bu en çok 1789
Yurttaş Hakları Bildiri’sinde görülmektedir. Bu bildiride ayrıca işe alımlarda yeteneklerin
dikkate alınması (liyakat sistemi) ve vergilerde eşitlik sağlanmıştır. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nde tanımlanan özgürlük ile 1789 Yurttaş Hakları Bildiri’sinde tanımlanan
özgürlük aynıdır. Yasa önünde eşitlik hükümleri de 1789 Yurttaş Hakları Bildiri’sinden
esinlenmiştir.
Liberal bireyci görüşün devlet, toplum ve özgürlük konularındaki görüşleri ise 1789
Yurttaş Hakları Bildiri’sinin 4. Maddeden şu şekilde anlaşılabilmektedir; özgürlük başkasına
zarar vermeyen her şeyi yapabilme gücüdür. Her insanın doğal haklarını kullanmasının sınırı
toplumun öteki üyelerinin aynı haklardan yararlanmasını sağlayan sınırda biter ve bu sınırlar
ancak yasalarla belirlenir. Yasa ise 5 ve 6. Maddede açıklanmıştır.
Fransız Devrimin’in getirdiği en temel haklar siyasal alanda olmuştur. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesinde tanımlanan siyasal özgürlükler de 1789 Yurttaş Hakları Bildiri’sinden
temel almıştır. Örneğin; düşünce özgürlükleri, mülkiyet sadece dokunulmaz değil kutsal olarak
tanımlanmıştır, kişi dokunulmazlığı ve tutuklanmalar, seyahat özgürlüğü vb…
Sosyalist / Komünist Devlet Görüşü
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği, tarihte resmi adında sosyalizm deyimi geçen
ve Marksist-Leninist olarak tanımlanmış olarak Marks’ın görüşlerini benimsediği ilk devlettir.
Marksist devlet anlayışının temelinde toplumsal sınıf kavramı vardır. Bu anlayışa göre devlet,
üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin kurulması ve mülkiyete dayanan sınıfın öteki sınıf ve
zümreler üzerinde egemenlik kurmasını ve bu egemenliği sürdürmesini sağlayan araçtır. Bu
anlayışta ‘devrim’ de özel bir kavramdır. Siyasal pratikte amaç, burjuva/kapitalist sınıfın
elindeki baskı aracı olan devletin işçi sınıfınca ele geçirilmesidir.
Ekim Devrimi, ploterya diktatörlüğünü ilan etmiş ve çıkarılan kararnamelerle toprak
üzerindeki özel mülkiyeti kaldırmış, mülkler köylülere dağıtılmış ve fabrika denetimleri
işçilere verilmiştir. Medeni evlenme ve cinsiyet arasında eşitlik kabul edilmiş, kilise ve devlet
ayrılmış, okullar kilise yönetimlerinden çıkarılmıştır (Fransız İhtilali’nde de kocanın evlendiği
kadının da mallarına sahip olması değişmiş ve ikisinin malları ayrılmıştı. Ayrıca rüştünü
ıspatlayan çocuk da mülkiyet hakkına sahip olabilecekti).
Marksist teoriye göre ploterya diktatörlüğü yolu ile işçi sınıfı tam anlamıyla devlete
egemen olup, sınıf düşmanları ortadan kalktıktan sonra, bir kurum olarak devletin varlığı
zorunlu olmaktan çıkacak ve kendiliğinden solup gidecekti. Böylece sosyalist aşamaya
geçilmiş olacaktı. Bu aşamada üretim herkese yeterli miktarda olacak ve yeni bir ahlakla
yetişmiş insanlar üretimden kendi ihtiyaçlarının ötesinde bir şey elde etmeye
çalışmayacaklardı. Ploterya diktatörlüğünden devletin kendiliğinden ortadan kalkacağı
sosyalist aşamaya geçilememiş aksine Stalin döneminde en şiddetli örnekleri yaşanan totaliter
yönetim uygulanmıştır.
Sovyetler Birliğinde ve öteki sosyalist devletlerde herşey, Lenin, Stalin, Trochki ve
Buharin’in tahmminlerinden çok farklı gelişmiş ve herşey tam tersi olmuştu. Trochki bu
ideolojiyi dünyaya yaymak istediği için partiden dışlanmış ve yerini Stalin almıştı.
Komünist ideolojiye sahip devletlerin oluşturduğu Varşova Paktı’nın da ilk adımları bu
dönemde atılmıştı. Varşova Paktı’nın gereği olarak (birbirlerini savunacaklar) Amerika ile
girdikleri mücadele yüzünden pahalı savunma teknolojileri almalarına sebep olmuştur ve bu
durumun da bir sonraki aşamaya geçememelerine sebep olduğu düşünülmektedir. Sovyetler
Birliği ve diğer bu görüşü benimseyen diğer devlet çöküşünden sonra tekrar ayaklanma
girişimleri olmaması, halkın bu görüşü benimsemediğini göstermektedir.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği döneminde aniden zenginleşen komünist parti
üyelerinin ortaya çıkması da o dönemde büyük yolsuzluklar yaşandığına işaret etmektedir.
Faşist Devlet Görüşü
Bu görüşte tek kişiye tapma ve en doğru kararları tek başına veren iktidarın varlığına
inanış temel ilkedir. Faşizm demokrasiye kesinlikle karşıdır ve açıkça bir diktatörlüktür. Bu
diktatörlük sürekli ve yapısaldır. Faşizm devleti sınıflar üstü bir varlık olarak kabul eder ve
devlet için herkes ve herşey feda edilebilir. Kişi devlet için yaratılmıştır. Ploterya devrimi
korkusu ve liberal demokrasinin sorunları çözemeyişi faşizmin yolunu açmıştır. Faşist görüşte
milliyetçilik ve propaganda kavramları önemlidir. Devletin tepesindeki ‘şef’ tek başına
uyulması gereken kişidir. Faşizm bir orta sınıf hareketi olarak ortaya çıkmış ancak zenginlerin
de desteğini almıştır. Faşizm, toplumun ekonomik yapısında bazı değişiklikler meydana
getirmiştir; işçi ve patronları korperatif bir düzende toplamıştır. Liberal ekonomiyi bırakarak
devletin müdahalesine yer vermiştir. Faşizmde tek başına birey önemli değildir ancak bir grup
oluşumu varsa dikkate alınabilir.
Sosyal Devlet Anlayışı
İngiltere'de 18. yüzyılda başlayıp gelişen Endüstri Devrimi ve 1789’da gerçekleşmiş
olan Fransız Devrimi'nin ardından siyasal gücü eline geçiren burjuva sınıfının elinde
uygulamaya konulmuş olan liberal bireyci felsefenin ekonomik alandaki görünümü kar elde
etme yarışında hiçbir sınır tanımayan bir kapitalizm oluşturmuştu. İşveren için bu yarışta işçi
canlı bir aletten başka bir şey gibi görünmüyor; en kötü ve sağlıksız çalışma koşullarında düşük
ücretlerle çalıştırılıyordu. İşçilerin içinde bulunduğu bu kötü koşulları biraz olsun düzeltmek
özellikle çocuk yaşta çalışmak zorunda kalan işçiler ile ilgili önlemler almayı amaçlayan
girişimler sonuçsuz kalıyordu. Bu durumda bir şeyler yapılması zorunlu hale gelmişti. Bunun
sonucu olarak liberal bireyci felsefenin egemen olduğu kapitalist ekonomilere yön verenler
toplum içinde gelir farklarını azaltacak ve özellikle orta sınıf - ara tabakaları güçlendirecek ve
işçilere de sömürgelerden gelen gelirlerin az da olsa bir bölümü ayırarak işçilerin gelirlerini
artıracak uygulamaları öneriyordu. Özellikle 1917 Bolşevik Devriminin öteki ülkelerdeki ve
özellikle endüstrisi gelişmiş Batı ülkelerindeki işçiler üzerinde yarattığı sorgulayıcı, kapitalist
düzeni eleştirici ve devrimci eğilimlerin önlenmesinin de rolü sosyal devlet kavramını öne
çıkarmıştırç Sosyal devlet yerine Refah Devleti de kullanılmaktadır. Sosyal devletin amacı
liberal bireyci ideolojinin temel özelliklerini koruyarak bir yandan savaşın getirdiği büyük
yıkımların ve ekonomik kayıpların izlerini ortadan kaldırmak öte yandan komünist partilerin
yükselişini önlemektir. Sosyal devlet, vatandaşların sosyal durumları ve refahları ile ilgilenen;
onlara asgari bir yaşam düzeyi sağlamayı ödev bilen devlet olarak tanımlanmaktadır. Sosyal
devlet toplumu oluşturan bireylerin maddi ve manevi esenliği ile yakından ilgilenmenin bir
hukuksal ödev olduğunu varsayar.