35
BANGLADEŞ “MÜSLÜMANLAR DARACAĞINDA” UZAKTAKİ ZULÜM ARAKAN CAMİ JANDARMALARINA HAYIR! ISSN 1307-007X 9 7 7 1 3 0 7 0 0 7 0 1 6 0 7

Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

Embed Size (px)

DESCRIPTION

 

Citation preview

Page 1: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

BANGLADEŞ “MÜSLÜMANLAR DARACAĞINDA” UZAKTAKİ ZULÜM ARAKAN CAMİ JANDARMALARINA HAYIR!

ISSN 1307-007X

9771307007016

07

Page 2: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

SahibiPINAR YAYINLARI A.Ş. Adına

Şemsittin ÖZDEMİR

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüFurkan Gençoğlu

Yayın SorumlusuMehmet Semih Özdemir

Yayın KuruluFurkan Gençoğlu

Mehmet Semih ÖzdemirAhmet Semih Şenlikoğlu

Furkan Rıza DemirelDücane DemirtaşM.Salih Demirtaş

Osman Zinnur AksuSümeyye AkgülZozan Demirci

Ayşenur ÖzdemirSenanur Yaşaroğlu

Gülsüm Cemile Damar

Bu Sayıya Katkıda BulunanlarSenanur Yaşaroğlu

Ömer Faruk ÇekmeceDücane Demirtaş

Erhan İdizM.Salih Demirtaş

Sümeyye ÇiftçiVahap Yaman

Ömer ZiyaZeynep Candaroğlu

Furkan Rıza DemirelVefa Güzel

Beyzanur YaşaroğluAli Tarık ParlakışıkFurkan Gençoğlu

Muhammed Emrullah Güvenİsmail ÇoktanDerya Demirel

Rabia AktaşYusuf Talha Avcı

Adresİskenderpaşa Mah. Yeşiltekke Sok.

No:4/1 Fatih / İ[email protected]

Görsel YönetmenTekin Öztürk

Grafik TasarımProjesanat Tan. Org.Tel: 0212 640 20 90

www.projesanat.com.tr

BaskıSanatkar Ofset Son. Tic. Ltd. Şti.

Maltepe Mh. Litros Yolu2. Matbaacılar Sit. 4NF/4-5

Topkapı / İST.Tel: (212) 567 39 40-41

Allahın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

Sevgili Arkadaşlar

R ecep ve Şaban ayını mübarek kılan ve bizleri Ramazan ayının bereketine ulaştıran rabbimize hamdolsun. Adeta sessiz bir

devrim mahiyetinde hayatımızı kuşatan Ramazan ayı asli ibadetle-rimiz ile hemhal olmamız dışında toplumsal dayanışmayı, eşitliği, gerçek hakim ve otoriteyi idrak etmemiz için muazzam fırsatlar sunuyor. Televizyonumuzun kumandasında bulunan kırmızı düğ-meye basarak veya daha az internet kullanarak medya kanalıyla adeta hayatımızı esir alan güncel siyaset ve magazinsel olaylardan sıyrılmanın tam vaktidir Ramazan. Kardeşliği, umudu, rahmeti, ya-şamayı, yardımlaşmayı hissetmenin tam vaktidir. Kulluğa erişme-nin, hakikati pekiştirmenin, kitaba dönmenin, vakti kuşanmanın, merhametle kucaklaşmanın tam vaktidir.

Rahmet ve bereket ayı olan Ramazan ayında bizler Genç Öncü-ler Dergisinin genç yazarları olarak bu ay emperyalistlerin iki yüz yılı aşkın işgal planları ve pratikleri altında her gün acıyla yüzle-şen mazlum coğrafyaları hatırlamanın derdine düştük. Filistin’in, Bangladeş’in, Arakan’ın, Yemen’in izini sürdük. Sömürgeciliği ve postkolonyalizm meselesini irdeledik. Adem Özköse ağabeyimiz ile bir seyyahın gözünden ümmet coğrafyasını konuştuk. İstanbul’un köylerinde bir yolculuğa çıktık. İnsanın içine düştüğü en büyük çu-kur olan tekasür krizini hatırladık. Camilerimizden jandarmaları kovduk, aşkı ve felsefeyi konuştuk. Kitap tahlilleri, film tahlilleri, gündeme dair analizler ile sizlere dopdolu bir sayı hazırladık, ke-yifle okuyun diye.

Genç Öncülerin genç yazarları olarak temel gayemiz, toplumsal yaşamımızda karşılaştığımız iyilikleri,kötülükleri,kolaylıkları, sı-kıntıları siz değerli okurlarımıza en anlaşılabilir şekilde aktarmak-tır. Kadromuz adaletle şahitlik vazifesini unutmayarak, bu bilinçle yazılarını kaleme almaktadır. Çünkü bu bize inandığımız rabbimi-zin vahiyle sabit kıldığı bir görevdir. Çıkarttığımız bütün sayıları bu görev bilinci ile çıkartıyoruz. Bu çalışmamızın hayırlara vesile olmasını diliyor, keyifle okumanızı temenni ediyoruz.

Allah’a emanet olun.Ey inananlar! Kendinizin, ana babanızın ve en yakınlarınızın

aleyhine dahi olsa, adaleti titizlikle ayakta tutan ve sırf Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın)! Çünkü Allah her ikisine de (siz-den) daha yakındır. Öyleyse, kendi boş arzu ve heveslerinize uyma-yın ki adaletten uzaklaşmayasınız. Eğer (gerçeği) çarpıtırsanız ya da (şahitlikten) kaçınırsanız, biliniz ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. (Nisa/135)

Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır.

Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca)

başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu

göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.(Bakara Suresi 185)

Haziran’16 • 1

EDİTÖR'DEN

Page 3: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

19

50

26

07

15

Haziran 2015 • Sayı 107 • Yıl 13

Filistin İşgal Tarihi / Senanur Yaşaroğlu ....................................................................... 4

Bangladeş “Müslümanlar Daracağında” / Ömer Faruk Çekmece ..................................... 7

Bangladeş Eşittir İdam Sehpası / Erhan İdiz .................................................................. 11

Uzaktaki Zulüm Arakan / Dücane Demirtaş ................................................................. 15

Yemen: Suudi Arabistan ve İran Arasında Mezhep Soslu Nüfuz Mücadelesi / İsmail Çoktan . 17

Röportaj Bir Seyyahın Gözünden “Mazlum Coğrafyalar” Adem Özköse İle Mazlum Coğrafyaları Konuştuk / Röp.: D. Demirtaş - F. Gençoğlu ........ 19

Sömürgecilik, Yabancılaşma ve Kurtuluş / Muhammed Salih Demirtaş .......................... 23

Cami Jandarmalarına Hayır! / Vahap Yaman ............................................................... 26

Bu Bir Özeleştiridir / Vefa Güzel .................................................................................. 31

Bu Devirde Köle mi Kaldı? / Rabia Aktaş ...................................................................... 32

Kulluk Merceği Ramazan / Yusuf Talha AVCI ............................................................... 34

Yazı Dizisi-2 Aşkın Felsefeye İhtiyacı var mı? / Ali Tarık Parlakışık .................................. 36

Osmanlıda Batılılaşma “Gerekli”leştirildi mi? / Zeynep Candanoğlu .............................. 40

Yazı Dizisi İstanbul’un Köyleri / Ömer Ziya ................................................................... 43

Çocuklara Kur’an-ı Kerim Eğitimi / Derya Demirel ........................................................ 46

Haykırış / Furkan Rıza Demirel ................................................................................... 47

Bir Alıntı “Tekasür Krizi” ............................................................................................. 48

Ramazan’dan Müthiş Bir Bereket Elde Etmek İçin 10 Öneri ............................................... 50

İnsansız Samimiyet / Muhammed Emrullah Güven ...................................................... 53

Film Kritiği Filistin’e Veda / Sümeyye Çiftçi .................................................................. 54

Midnight Express ve Ötesi / Furkan Rıza Demirel .......................................................... 55

Basından Yansıyanlar .................................................................................................. 56

İslam Coğrafyasından Haberler ..................................................................................... 58

Üniversitelerden Haberler ............................................................................................ 60

Objektifimden Yansıyanlar / Beyzanur Yaşaroğlu ......................................................... 63

Etkinlik Kağıthane Anadolu İmam Hatip Lisesi Kısa Film Gösterimi .................................... 64

Etkinlik Barbaros Anadolu Lisesi Kısa Film Gösterimi ....................................................... 64

Bangladeş“MüslümanlarDaracağında”

Ömer Faruk ÇEKMECE

Uzaktaki ZulümARAKAN

Dücane DEMİRTAŞ

Bir seyyahın gözünden“Mazlum Coğrafyalar”

Adem Özköse ile Mazlum Coğrafyaları konuştuk

CamiJandarmalarına

Hayır!

Vahap YAMAN

Ramazan’dan Müthİş Bİr Bereket

Elde Etmek İçİn 10 Önerİ

2 • Haziran’16 Haziran’16 • 3

Page 4: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

Filistin İşgal TarihiSenanur YAŞAROĞLU

M odern dünyanın en önemli ve dramatik olay-larından birisi de Filistin meselesidir. İşgalin

kanlı yüzü dünyadan saklanmakta, söylenen yalan-lar Müslümanların dahi kafasını kurcalamaktadır. Konuyu derinlemesine anlamak için yüzyıllar ön-cesine dayanan tarihi irdelemek gerekse de yakın tarihe bakarak da Filistin işgal süreci hakkında fikir edinmek mümkün. Tabi ki ilk olarak zulmün başaktörünü tanımakta fayda var.

Siyon kelimesi, bir siyasal düşünce akımını simgeleyen bir deyim olarak modern anlamıyla bir Rus Yahudi’si olan Nathan Birnbaum (1864-1937) tarafından siyasal edebiyata sokulmuştur. Birnba-um, Kendi Kendine Kurtuluş isimli derginin 1 Ni-san 1890 tarihli sayısında Siyonizm’i, Musevileri Filistin’e yerleştirmek amacı güden ve üyelerinin Yahudilerden oluştuğu bir siyasal partinin kurul-ması olarak dile getirdi.

Bu dönemin iki önemli ismi Yahudah Alkalai ve Zwi Hirsch Kalischer’dir.Doğu Avrupa kökenli olan haham Alkalai (1789-1878) “Belgrat yakın-larındaki semlin köyünde dinsel görev yüklenmiş , kendi halinde bir insandı.her mutaassıp Yahudi

gibi Mesihçi geleneğe inanırdı.” 1845 yılında ya-yınladığı Yahuda’nın Teklifi isimli kitabında Mesih’i beklemek yerine daha pratik bir şeyler yapıl-masını önerdi. Mesela Yahudilerin Filistin’e göçü-nün özendirilmesi gibi. “Böyle bir eylem kurtarıcı Mesih’in ortaya çıkması için bir başlangıç olacak-tır”

“Kalischer, 1836 gibi erken bir tarihte Roths-childlere zamanın Mısır ve Filistin valisi olan Kava-lalı Mehmet Ali Paşadan Kudüs’ün satın alınması için bir girişimde bulunmalarını rica etmişti. Aynı isteği bir süre sonra Moses Montefiore’ye yeniledi. Kalischer’in bu çabaları somut bir sonuç vermedi ise de Evrensel İsrailoğulları Birliği (Aliance İsra-ilite Universelle) bu Musevi aydının fikirlerini de-ğerlendirerek 1870 yılında Yafa’da İsrailin umudu isimli bir tarım okulu ve yerleşim merkezi kurmayı kabul etti. Bu hareketleri tek çatı altında birleşti-ren kişi Theodor Herlz dir. Herlz birçok siyon örgü-tünü bir kaç istisnası hariç bir çatı altında birleşti-rir. Bu örgütlenme ilk toplantısını 29-31 ağustos 1897 tarihinde İsviçre’nin Basel kentinde yapmış-lardır. Bu I. Dünya Siyonist kongresidir.

Herzl ilk defa 19 Mayıs 1901 tarihinde II.Abdulhamid ile görüştü .Herzl ikisi padişah da-veti olmak üzere tam beş kez İstanbul’a geldi. Temmuz 1908 ihtilalinden hemen sonra Siyonist liderleri İ.T.C. liderleri ile görüşmeye başladılar. İTC, Yahudilerin göç ve toprak satın alma yasağını kaldırdı. Bu Osmanlının durumunu sarstı. Şubat 1909’ da Karasso Osmanlı Göçmen kumpanyasını kurdu. İttihat ve Terakkinin ağır topları ülkeye Mu-sevi göçünün yararlı olacağı kanısındaydılar.

Dünya Savaşının en tehlikeli dönemlerinden birinde, 2 Kasım 1917 yılında Siyonist Hayım We-izman ile İngiltere başbakanı Loyd George ile dı-şişleri bakanı James Balfour bir araya gelirler ve İngiltere Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması gerektiğini diplomatik ama açık bir dille ilan eder.

1.Dünya Savaşından sonra toplanan Paris Ba-rış konferansı tarafından Filistin’e ilişkin olarak atılan ilk adım, İttifak Muahedesinin 22. Madde-sinde geçen ve ‘Evvelce Osmanlı devletine ait olan bazı bölgelerde geçici mandaların tesisini’ isteyen hüküm oldu. 1920 nisanında toplanan San Remo konferansına Amerika’nın da katılma-masından faydalanarak Suriye ve Lübnan Fransız; Irak, Ürdün ve Filistin İngiliz mandasına verildi. Si-yonist hareket, İngiliz mandası altında her alanda örgütlenerek devlet içinde devlet haline geldi.

MÜCADELEOcak 1919 tarihinde ilk Filistin Konferansı

Kudüs’te toplanır. İkincisi yapılmayan Filistin Konferansının üçüncüsü 13 Aralık 1920 de Hayfa’da yapılır. Siyonist çalışmalar kınanır, protesto gösterileri yapılır.

Dördüncü Konferans 1921 yılında Londra’ya bir heyet gönderir ama ba-şarılı olamaz. 22 Ağustos 1922’de top-lanan V.Filistin Konferansı Boykot kararı alır.

1921 yılında Bolşevik Siyonistler 1 Mayıs bahanesi ile gösterilere başla-yınca çatışmalar tekrar çıkar ve 3 gün sürer.48 Müslüman ve 47 Muse-vi çatışmalarda hayatlarını kaybederler.

Bölgedeki tehlikenin farkına varanlar da örgüt-lenmeye başlarlar. Bunlar

arasında en fedakâr gruplardan birisi Mısır kökenli İhvan-ı Müslimin’dir. Daha sonra Arap milliyetçiliği ve sosyalizm karşısında gücü zayıflasa da İntifada hareketlerinde öne geçenler bu yapıdan gelen in-sanlar olmuştur.

1930’lara gelindiğinde Filistin arapları siyasi görüşler açışından şu gruplara ayrılıyordu;

Filistin Arap Partisi: Hüseyni ailesinin partisiMilli Savunma Partisi: Hüseyni ailesi ile koyu

bir rekabet içindeki Neşaşibi ailesinin partisi. Bu parti Hüseyniler gibi Siyonizm ve Yahudilere düş-man olmakla beraber, şiddet metotlarına karşı idi-ler ve İngiliz yönetimine karşı da ılımlı bir tutumun taraftarı idiler.

İstiklal Partisi/Hareketi: 1931 yılında Kudüs’te toplanan Pan-İslam kongresi kararlarına dayana-rak, 1932 yılında kurulmuştur. Şehir aydınlarına dayanması, kırsal desteğe sahip olmaması sebebi ile iki yıl devam edebilmiştir.

Bu dönemdeki liderlerden biri de İzzettin el –Kassam(r.a.) idi. El kassam Suriye’nin Lazkiye şeh-rinde doğup, Ezher Üniversitesinde eğitim aldık-tan sonra Hayfa’ya yerleşip İslami çalışmalar için-de aktif görev almıştır. 1930’ların başında el Kaf el Esvad (Kara el) isimli gizli bir örgüt kurdu. Ha-san el-Benna, kardeşi Abdurrahman el-Benna’yı İzzeddin Kasamla görüşmesi için 1935 yılında Filistin’e göndermişti. Faaliyetleri 1935 Kasımına kadar devam etti. 20 Kasım 1935 tarihinde Cenin kentinin batısında Yabad köyü civarında girişilen bir çatışmada üç arkadaşı ile birlikte şehid edildi.

Arkadaşları İhvan-ı Kassam isimli bir örgüt kurdu.

1933 yılında Kudüs’te Araplar geniş katılımlı gösteriler yapma-ya başladılar ama asıl çatışmalar 1936 yılında yaşandı. Bu olaylar

belgelere şöyle yansımıştır:“7 Ma-yıs 1936 tarihinde her kesimden gelen 150 delegenin katıldığı bir

konferans toplandı ve vergi ödeme-me kararı verdiler. Hemen ardından genel greve gittiler ve Balfour dek-larasyonunu tanımadıklarını ilan etti-

ler. İngilizlerin tepkisi çok sert oldu. 18 Haziran 1936’da Yafa kentinin büyük bölümü İngilizlerce yıkıldı.6.000 in-san evsiz kaldı” İzzettin el –Kassam(r.a.)

4 • Haziran’16 Haziran’16 • 5

Karantina Karantina

Page 5: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

1936 hadisesinin patlak vermesi üzeri-ne, ayaklanma ve grev-leri yönetmek üzere şehirlerde Milli Komi-teler kuruldu. Bu komi-teler 25 Nisan 1936 da bir araya gelerek Yüksek Arap komitesi-ni kurdular.

1936 yılında patlak veren büyük ayaklan-mayı incelemek için Bölgeye gönderilen Peel Komisyonu, Filistin’in Arap, Yahudi ve Kudüs’ü kapsayan uluslararası bölüm olmak üzere üçe bölünmesi yönünde görüş bildirdi.

Bu olayları sona erdiren, Abdullah Azzam’ın deyişi ile ‘Filistin halkını oyuna getiren’ Arap ül-keleri olmuştur. Arap ülkeleri tarafından “ Mirac gecesinde şu bildiri yayınlandı ‘ Filistin’de de-vam etmekte olan durumdan dolayı son de-rece üzüntü duymaktayız. Biz, Arap kralları olan kardeşlerimizle ve Emir Abdullah’la ittifaken sizi, dostumuz olan İngiltere hükümetinin iyi niyetle-rine güvenerek sakin olmaya ve kan akıtılmasını durdurmaya davet ediyoruz’

Kıdemli Siyonistlerden Vlademir Jabotinsky’nin 1923 yılında yazdığı Demir Duvar makalesinde geçen şu kısım dönemi onların ağzından dinle-mek adına faydalıdır: “…Filistin’in bir Arap ülkesi olmaktan çıkarılıp Yahudi çoğunluğa ait bir ülke haline getirilmesi konusunda Filistinli Araplar-la gönül rızasına dayalı bir anlaşma sağlamak kesinlikle olanaksızdır. Her biriniz sömürgecilik tarihi üzerine az çok bir şeyler biliyorsunuz. Bir ülkenin, o ülkenin yerlisi olan insanların rızası ile sömürgeleştirilebileceğini kanıtlayan tek bir örnek gösterebilir misiniz? Böyle bir şey hiçbir zaman olmamıştır...”

Filistine Yahudi göçünden sorumlu Yahudi Ajansı Göçmen Dairesi başkanı J. Weitz 1940 yı-lında şunu diyordu “Şu noktada herbirimiz tara-fından açıkca bilinmelidir ki, bu topraklar üzerinde iki ayrı halka yer yoktur. Eğer Araplar bu küçücük ülkede yaşayacaklarsa biz hedefimize hiçbir za-man varamayacağız demektir. Öyleyse ,Arapları buradan uzaklaştırıp komşu ülkelere sürmeliyiz hem de hepsini .Tek bir köy tek bir aşiret kalma-macasına”

9-11 Mayıs 1942 tarihleri arasında New Yorkta Baltimıo-re Otelinde yapılan Dünya Siyonist Teş-kilatı olağanüstü top-lantısında Baltimor Programı denilen bir program kabul edildi. Bu programa göre Filistin’de Yahu-dilerin çoğunluğuna dayanan bir Yahudi

devletinin kurulması öngörülüyordu” 1947 Nisanında, İngiltere Filistin’deki karga-

şanın B.M de çözülebileceğini ilan etti. 23 Ni-san 1947 tarihinde B.M. de Birleşmiş Milletler Filistin Özel Komisyonu kuruldu. Bu komisyon 16 haziran 24 temmuz tarihleri arasında bizzat Filistin’de çalışarak konuyla ilgili raporunu 31 Ağustos 1947 tarihinde hazır hale getirdi. Komis-yon raporu oy birliği ile Filistin’in bağımsızlığını teklif etmiştir. Ancak bu konuda Komisyon rapo-runda iki görüş ortaya çıktı. İran, Hindistan ve Yu-goslavya temsilcilerinin destekledikleri öneri bir Filistin-Yahudi federasyonu kurulmasını içerirken diğer öneri ise bağımsız bir Yahudi devleti kurul-masını içeriyordu. Takriben üç ay sonrada ABD ile SSCB ortak bir teklif vererek bir Yahudi devletinin kurulmasını istediler. ABD İsrailin kuruluşunu de Facto (Fiili durum) olarak tanırken,SSCB de Jure (Meşru ) olarak tanımıştır. Nihayet yapılan oylama ile Bağımsız İsrail devleti kağıt üzerinde kuruldu. Tarih 29 Kasım 1947 .

Bu oylama yapıldığında Yahudiler İsrail top-raklarının sadece % 5.6’sına sahipti. Çizilen harita da ise bu oran en verimli alanlar dahil olmak üzere % 56 ya çıkarılıyordu.

Yahudilerin elinde bulunan arazide, Yahudi-lere İngiliz manda yönetimi tarafından ya sem-bolik bir ücretle veya bir karşılık alınmaksızın hediye olarak verilmişti. Yahudilere toprak satan aileler ise Filistin asıllı değil, Lübnanlı Hıristiyan ailelerdir.

Ne yazık ki Filistin işgal tarihinde sayfalara sığ-mayacak katliamlar, saldırılar ve hukuksuzluklar gerçekleştirildi. Canımıza kıyıldı, topraklarımız eli-mizden alındı dünyanın süslü yalanlarının altında. Ama savaşımız bitmedi, mücadelemiz mübarek ola.

B angladeş, üç tarafı Hindistan ile ve bir kıs-mı da Burma (Myanmar) ile çevrili, Hint

Okyanusu’na kıyısı olan bir Güney Asya ülke-sidir. 160 milyonu aşkın nüfusuyla Dünya’nın en kalabalık yedinci ülkesi olan Bangladeş aynı zamanda Dünya’nın en yoksul ülkeleri arasın-dadır. Ülke nüfusunun %98’ini Bengalîler,geri kalanını da diğer etnik unsurlar oluşturmakta-dır. Bangladeş ayrıca Dünya’nın en fazla Müs-lüman nüfusa sahip ikinci ülkesidir. Ülke nüfu-sunun %89,5’i Müslüman, %9,6’sı Hindu’dur. %0,9’u da diğer inançlara mensuptur.

Müslüman tüccarların 10. Yüzyılda Güney Asya’ya ulaşmalarıyla birlikte bölge İslamlaştı. İngilizlerin Babür Şah Devletini yok ederek böl-geyi sömürgeleştirene kadar, bugün Hindistan, Pakistan ve Bangladeş’in bulunduğu bölge ta-mamı ile Müslümanların idaresinde idi. Bölge-deki İngiliz sömürüsünün 1947 Ağustos’unda resmi olarak sona ermesiyle birlikte ortaya Hindistan ve Pakistan diye iki ayrı devlet orta-ya çıktı. 1971 yılında Pakistan da kendi içinde, arada 1,600 km. Hindistan toprağı bulunan, iki bölgeye ayrıldı: Batı Pakistan (Pakistan) ve Doğu Pakistan (Bangladeş).

Pakistan’ın yönetim merkezi Batı’daydı. Buna karşılık nüfusun büyük bir kısmı Doğu’da yani bugünkü Bangladeş topraklarında bulun-maktaydı. 1948’de Pakistan yönetiminin Urdu-cayı ülkenin tek resmi dili olarak kabul etmesi ve diğer dillerin konuşulmasını yasaklamasıyla birlikte ülkede Bengal milliyetçiliği yükseli-şe geçti. Yasaklanan diller içinde 150 milyon Bengali’nin kullandığı Bengalce de vardı ki bu dil, resmi dil olan Urducadan daha fazla kullanı-lıyordu. Yönetimin Batı Pakistan’da toplanması ve Doğu’nun açık bir şekilde ekonomik, siyasi ve sosyal projelerden mahrum bırakılması son olarak da Bengali dilinin yasaklanması ülkede protesto gösterilerini ateşledi. Protestoları yasaklayan hükümet, 21 Şubat 1952’de bu ya-sağa aldırmayan üniversite öğrencilerine ateş açtı. Dakka Üniversitesi öğrencilerinden bazıla-rının öldürüldüğü bu müdahale, Dünya kamu-oyunda büyük bir tepkiyle karşılandı. Tepkileri

hafifletmek için geri adım atan Pakistan hükümeti Bengalce’yi res-

mi ikinci anadil ilan etmek zorunda kaldı ve katliamın

Bangladeş“Müslümanlar Daracağında”

Ömer Faruk ÇEKMECE

6 • Haziran’16 Haziran’16 • 7

Karantina Karantina

Page 6: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

gerçekleştiği 21 Şubat 1952 tarihli bu olay “Bengal Dil Hareketi” şeklinde kayıtlara geç-ti. Hareketin liderleri arasında, 2012 yılında Avami League Partisi tarafından “savaş suçu işlemekle” yargılanıp 92 yaşında cezaevinde yaşamını yitirecek olan Cemaati İslami Lideri Prof. Dr. Gulam Azam da vardı.

1970 yılında yapılan genel seçimlerde Doğu Pakistan’daki 169 sandalyenin 167’sini Muji-bur Rahman’ın partisi Awami League (Avami Partisi) kazandı. Bu sayı aynı zamanda Pakis-tan parlamentosunun da çoğunluğunu teşkil etmekteydi ve hükümet kurmak için yeterli çoğunluğu sağlıyordu. Pakistanlı yöneticilerin ve generallerin bu durumu kabullenememe-leri üzerine 3 Mart 1971’de Mujibur Rahman tarafından ulusal grev ilan edildi.

26 Mart’ta Pakistan ordusu “ayrılıkçı Ben-galilere” karşı operasyon başlattı. Bu operas-yonlarda siviller sistematik olarak hedef alındı. Pakistan Ordusu, isyanı örgütlemekle suçladığı 200 Bengalli aydını infaz etti. Hindistan, bin-lerce mültecinin kendisine sığınmasını gerek-çe göstererek Pakistan’a karşı savaş ilan etti. Hindistan’ın askeri ve diplomatik yardımla-rıyla desteklenen Bengallilerin 95.000 Pakis-tan askerini esir alması, savaşın bitmesi ve

Pakistan’ın kesin mağlubiyete uğraması anla-mına gelmekteydi. Pakistan yönetimiyle birlik-te geçirilen 25 yılın ardından, Aralık 1971’de başlayıp 9 ay süren kanlı çatışmalar sonucun-da, Hindistan’ın da büyük yardımıyla, Bangla-deş bağımsızlığını ilan etti.

Geçici Cumhurbaşkanlığının ardından Baş-bakanlığa getirilen Mucibur Rahman, ülkeyi yeniden imar etmeye başlar. Kurulan bu yeni devletin yöneticileri bir yandan savaş suçlu-ları ve muhaleflerle uğraşırken diğer yandan da devleti sekülerleştirme faaliyetlerine girişir. Mucibur Rahman ayaklanmadaki önderliği ve milliyetçi reflekslere cevap vermesi neticesin-de doğal lider olmuştu. 1972’de kabul edilen yeni yasalarla birlikte İslami olan her şey ye-rini seküler olana bıraktı. Demokrasi, sosya-lizm, sekülerizm ve milliyetçilik yeni yasaların temelini oluşturdu. Ülke 1974’de kıtlık sebebi ile 100.000’e yakın insanını kaybetti. Mucibur Rahman, devlet yönetiminde yetersiz görül-meye başlandı ve hakkında yolsuzluk iddiala-rı gündeme gelmeye başladı. Destekçileri bir hayli azalan Mucibur Rahman, Pakistan ile iliş-kilerini düzeltmek için uluslararası İslami ku-ruluşlara üye olarak, savaş suçlularını affetti.

‘’Suçum Allah’tan başkasına kulluk etme-mekti… Bize kulluk et dediler… Ben de asın de-dim!’’

Abdulkadir Molla Avami Partisi’nin Cemaat-i İslami’yi

Tasfiye Operasyonu: “Bağımsızlık Süre-cinde Savaş Suçu İşleyenlerin Yargılan-ması”

1971 Ayrılma Savaşı boyunca gerek Bang-ladeş Cemaat-i İslami gerekse diğer Müslüman gruplar “Tek bir Pakistan” ilkesini benimseye-rek ayrılmaya karşı çıkmıştı. Karşı çıkışları ise tamamen ideolojik bir yaklaşımdan ibaretti. Ayrışmaya karşı çıkanların tezlerine göre böl-gede parçalanmış bir güç olarak Müslümanla-rın etkisi ve gücü tek bir devletinkinden daha az olacak ve bu bölünme siyasal olarak bölgedeki Müslümanları olumsuz etkileyecekti. 1972’de bağımsızlığın ilanından sonra Bangladeş’te, ayrılık savaşına karşı çıkanları ve Pakistan ordusuyla ilişkileri bulunanları yargılamak

için özel mahkemeler kurulur ve birçok kişi tutuklanır. Ancak 1973 Kasımında (öldürme, tecavüz ve kundakçılık gibi ciddi suçlar hariç) genel af ilan edilerek tutuklananların ve suçla-nanların çoğu beraat etti. Bu tarihten itibaren hiçbir Cemaat üyesi savaş suçu ile suçlanma-dı. 1975 yılında Mucib, bir grup genç subayın darbesi sonucunda, iki kızı dışında aile fertle-riyle birlikte öldürüldü. Yönetim, askeri vesa-yete geçti. Bu gelişmeden itibaren Bangladeş de tıpkı Türkiye gibi darbelerle gündeme gelen bir ülke halini alır. Uzun bir süre ülkede istikrar ortamı sağlanamaz ve Avami Partisi’nin başını çektiği sekülerizmi savunan grupla Cemaat-i İslami’nin başını çektiği İslami çevre zamanla çatışır duruma gelmişti.

2009 yılındaki seçimlerde Şeyh Hasina Vecidi’nin liderliğini yaptığı Avami Partisi se-çimleri kazandı. Bangladeş’in öldürülerek darbeyle görevinden uzaklaştırılan kurucu başkanı Mucibur Rahman’ın kızı olan Hasina Vecidi, seçim propagandasını 1972’deki Bang-ladeş Bağımsızlık Savaşı’nda Bangladeş’e iha-net eden savaş suçlularını yargılama üzerine bina etmişti. Hasina Vecidi, 2010’da BM Genel kurulunda yaptığı konuşma ile yargılamalara başlayacağını uluslararası camiaya duyurdu ve destek bekledi. Hasina’nın kast ettiği ve hain yakıştırması yaptığı topluluk şüphesiz ki Cemaat-i İslami idi. Oysa 2009’a kadar seçim çalışmalarında birlikte çalıştıkları, koalisyon kurdukları dönemler de olmuştu. Ancak Avami Partisi iktidarı ele geçirdiğinde hiçbir şey eskisi gibi olmadı.

Geriye dönüp bgakıldığında 9 ay süren ve Hindistan’ın müdahalesiyle sona eren iç sa-vaşın ardından Bangladeş kesin bir şekilde Pakistan’dan ayrılmış ve Doğu Pakistan olarak adlandırılan yerin adı artık Bangladeş olmuş-tu. Ülke imar edilirken 1975’de tüm davalar sonuçlanmış ve genel af ilan edilerek tutuk-luların tamamı salıverilmişti. 2009 senesine gelindiğinde ise Bağımsızlık Savaşı’nda işlenen savaş suçları Mucibur Rahman’ın kızı Hasina Vecidi’nin genel başkanlığını yaptığı Avami Par-tisi tarafından yeniden raftan indirildi. 1972’de birçoğu öğrenci olan ve Cemaat-i İslami’ye üye dahi olmayan insanlar bugün savaş suçu işle-

mekle suçlanarak hapsedildi ve birçoğu idam ile yargılandı/yargılanıyor.

1972’de Pakistan ile yaşanan savaşı sulh ile çözme taraftarı olan ve ayrılığın iki tarafı da zayıflatacağını düşünen Cemaat-i İslami ve ülke içerisindeki diğer pek çok cemaat birleşik bir Pakistan üzerinde karar kılmıştı.

Avami Partisi’nden sonra Bangladeş’de ör-gütlü siyaset yapan Müslümanlara ait en güçlü parti Cemaati İslami’ye aitti. Cemaat, ülkede birçok noktada tebliğ faaliyetleri yürütüyor, gençlik organizasyonları oluşturarak bölgenin genç nüfusunu eğitiyor ve Bangladeş’in İslam-laşması için yoğun çaba sarf ediyordu. İktidarı 2009’da ele geçiren Avami Partisi, devletin tüm organlarını ele geçirmek üzere muhalefeti tas-fiye etme sürecini başlattı. Cemaat-i İslami ise bu süreçten en fazla zarar gören parti olarak kayıtlara geçti. Yaşanan hukuksuz yargılama-ları örtbas etmek için Hasina hükümeti bası-na da sansür uygulamayı ihmal etmedi. Gerek Bangladeş hükümeti gerekse hükümet parti-sinin taraftarları ülkede yaşanan yolsuzlukları ve yapılan zulümleri dış dünyaya aktarmaya ve kamuoyunda objektif bir bakış açısı oluş-turmaya çalışan gazetecileri hedef tahtasına oturtmuş durumdadır. Ülkedeki gazeteciler görevlerini yaptıkları için tutuklanıyor, işkence görüyor, fiziksel şiddete maruz kalıyor, tehdit ediliyor veya öldürülüyorlar. Ayrıca Cemaat-i İslami’ye yakınlığıyla bilinen birçok TV ve rad-yo kanalı kapatılırken birçok dini- siyasi yayın da yasaklanmış durumdadır. Ülkedeki iletişim aygıtları da hükümetin yoğun baskısına ve ta-kibine maruz kalıyor.

Abdulkadir MollaGhulam Azzam

8 • Haziran’16 Haziran’16 • 9

Karantina Karantina

Page 7: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

Bangladeş hükümeti, düşünceleriyle dünya-nın farklı coğrafyalarında yaşayan Müslüman-ları etkileyen Cemaat-i İslami’nin kurucusu İslam âlimi Mevdudi’nin kitaplarını da “mili-tanlığı ve terörizmi” desteklediği gerekçesiyle yasaklamıştır.

2011’de başlayan yargılamalar ile birlikte Cemaat-i İslami’nin lider kadrosu cezaevleri-ne konularak haklarında idam kararları verildi. Cemaat-i İslami’nin 92 yaşındaki lideri Gulam Azam da yargılananların arasındaydı ve ce-zaevinde hayatını kaybetti. Halbuki Bağımsız-lık Savaşı’nda savaş suçu işlemekle suçlanan Azam, Pakistan’ın adaletsiz uygulamalarına karşı yürütülen Bangladeş Dil Hareketi’nin ba-şında yer alan isimlerdendi. Gulam Azam, sa-vaşın iki tarafa da yıkım getireceğini bu yüzden sulh ile anlaşmazlığın çözülmesini savunduğu için Bangladeş’e ihanet etmekle suçlanıyor-du. Aralık 2013’de Cemaat-i İslami’nin Genel Sekreteri Abdülkadir Molla tam 41 sene önce gerçekleşen bir savaşta, bir şahidin “onun suç işlediğini gözlerimle gördüm” ifadesine da-yanılarak idam edildi. Düzmece suçlamalar-la, satın alınmış hakim, savcı ve avukatlar ile davaları oldu bittiye getiren Hasina Hükümeti, içinde bulunduğumuz 2015 senesinde Cema-at liderlerinden Muhammed Kamaruzzaman ve eski genel sekreter Ali İhsan Mücahidi’yi de idam ile katletti. Ülkede Avami Partisi dışında hiçbir siyasi yapının var olmasına izin verme-yen Hasina Hükümeti, Cemaat-i İslami’ye yö-nelik saldırılarını halâ devam ettiriyor. Son 6 yıldır, Ramazanda iftarlar vermek, yoksullara yardım paketleri dağıtmak, yetimlere din eği-timi vermek, dini sohbetler yapmak, başörtüsü takmak, Cemaat-i İslami üyesi olduğu bilinen isimlerin vaazlarını dinlemiş olmak, tutuklan-mak ve cezaevinde işkence görmek için yeterli bir sebep.

Şuan Avami Partisi’nin sadece Cemaat-i İslami mensubu olduğu için tutukladığı insan sayısı 5 binin üzerindedir. Hukuksuz yargıla-malara itiraz edilecek bir mercii de ne yazık ki bulunmamaktadır. 2013’de Cemaat-i İslami üyelerine yönelik verilen idam kararlarını pro-testo etmek için sokağa inen Müslümanlara polis, asker ve Avami Ligi’nin Mısır’daki bal-

tacıları andıran taraftarları işbirliği içerisinde saldırmış ve çatışmalarda 500’ü aşkın insan hayatını kaybetmiştir.

Ülkede Müslümanlara yönelik baskı ortamı giderek artmaktadır. Hindistan’ın şemsiyesi altında Müslüman çoğunluğa zulmeden Ha-sina hükümeti, ülkede yaşanan gelişmelerin dış Dünya’ya yansımaması için basına sansür uygulamaktadır. Ülkemizde de bu sebepten ötürü Bangladeşli Müslümanların çektiği acılar maalesef yeteri kadar bilinmemektedir. Günü-müzde Cemaat-i İslami’nin yöneticilerinden Mevlana Abdus Subhan, Ezherul Islam, (Genel Başkan Vekili) Allame Delwar Hüseyin ve daha pek çok Cemaat-i İslami mensubu zindanlar-da Gulam Azam’ın, Kamaruzzaman, Ali İhsan Mücahidi, Mir Kasım Ali, (Genel Başkan) Motiur Rahman Nizami ve Abdülkadir Molla’nın ardın-dan sıranın kendilerine gelmesini beklemekte-dir. Bangladeşli Müslümanların özellikle Tür-kiyeli kardeşlerinden beklentisi, Hindistan’ın kuklası haline gelen Şeyh Hasina Vecidi’nin Müslümanlara yönelik saldırılarını Dünya ka-muoyuna taşıyarak Bangladeşli Müslümanlara yardım edilmesi, idamların durdurulabilmesi için ses çıkarılmasıdır.

Hindistan kuklası Hasina Vecidi ve onun bal-tacı taraftarlarına karşı Bangladeş’i İslamlaş-tırma gayesi güden Cemaat-i İslami’ye, onun gençlik yapılanması olan Çatra Şibir’e ve çalış-maları yasaklanan Hizb-ut Tahrir’e muvaffaki-yet duasıyla, makalemi 2013’ün Aralık ayında idam edilen Abdülkadir Molla’nın eşi Peyori Hanıma şehadetinden önce yazdığı mektuptan bir bölüm ile noktalamak isterim:

“… Yanlış hatırlamıyorsam 1966 yılında, Mısır’ın tiranı Albay Nasır, Seyyid Kutub, Dr. Abdulkadir Udeh ve birçok diğerlerini ölüme mahkûm etmişti. “İslami Hareket yolunda dava ve sıkıntılar” konulu birçok vaaz dinledim. Bu tip vaazları dinlerken, birçok kez Profesör Gu-lam Azam sol eliyle omzuma dokunur ve der-di ki, “Bir gün darağacından sarkan urgan bu omuzlara da düşebilir”. Ben de ellerimi omuz-larıma götürür ve bunu düşünürdüm. Eğer Al-lah gerçekten kararını yerine getirecek, İslami Hareketi ve beni, bu zalim rejimin düşüşü için ileriye taşıyacaksa, bunda kayıp nedir ki?”

B angladeş, ümmetin hal-i pürmelalinin öze-ti, İslam’ın kimsesiz evladı... En çok kork-

tukları şeydi başsız, sahipsiz kalmak. Sırf bu yüzden ellerinde ne varsa Kurtuluş Savaşı’nda halife için gönderdiler. Yiyecek ekmekten daha önemliydi bir sahiplerinin olması. Çünkü ara-daki binlerce kilometreye rağmen halife gider-se neler olacağını iyi biliyorlardı.

Tarih onları haksız çıkarmadı. Halife gitti, Müslümanlar başsız kaldı ve zulüm kök saldı coğrafyaya. Şimdilerde bunun acısını en çok çeken milletlerden biri Bengaller.

İHH’nın düzenlediği Yetim Dayanışma Gün-leri kapsamında Bangladeş’te bulunan yetim kardeşlerimize bir nebze olsun moral vere-bilmek için düştük yollara. 7 saatlik bir yol-culuğun ardından vardık başkent Dakka’ya. Program nedeniyle birçok şehri gezmemiz ge-rekiyordu. Bu durumu iyi kullanarak daha fazla gözlem yapabilme fırsatı bulduğumu söyle-yebilirim. Bir haftalık geziyle 170 milyonluk ülke hakkında yorum yapmanın zorluğunu göz önünde bulundurarak anlatmaya çalışacağım bu ‘garip’ ülkeyi.

1971 yılına kadar Pakistan’ın bir parçası olan Bangladeş’in yüzölçümü 147 bin met-rekare. Yani Türkiye’nin 5’te biri kadar. Fakat buna rağmen Türkiye’nin iki katından fazla nüfusa sahip. Ülkenin yüzde 89’u Müslüman, geri kalanlar ise Hindu ve Budist. Müslümanlık ülkede kültürel bir hal almış, gerek giyim tarzı gerekse cami/cemaat sayısının az oluşu bunu kanıtlar nitelikte.

Kasırga, seller, yetersiz devlet politikaları ve hızla artan nüfus...

Resmi dil Bengalce olan ülkede İngiliz sö-mürüsü nedeniyle İngilizce de konuşuluyor. 6 bölgeden oluşan Bangladeş dünyanın en fakir ve en kalabalık ülkelerinden. Kasırga, seller, yetersiz devlet politikaları ve hızla artan nüfus nedeniyle fakirlik ve kötü şartlar bitmek bilmi-yor.

Ilıman bir iklime sahip ülkede İstanbul’un ağustos ayı bile özlemle anılabilir. Nem bir in-sanı buharlaştırmaya yetecek kadar yüksek. Yolunuz düşerse abartmadığımı üzülerek öğ-reneceksiniz.

Bangladeş Eşittir İdam Sehpası

Erhan İDİZ

10 • Haziran’16 Haziran’16 • 11

Karantina Karantina

Page 8: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

kendinden daha aşağıda biriyle evlenmesinin bedeli olarak alınıyor.” diyor. Sujon mühen-dis, o da bir öğrenciyle evlenmiş fakat para almamış eşinden. Neden, diye sorduğumuzda İslamiyet’te böyle bir şey olmadığını söyleye-rek bizi kalbimizden vuruyor.

Cana yakınlığı kadar çalışkanlığıyla da dik-kat çekiyor Bengal halkı. Genç, yaşlı hemen herkes bir yerlerde çalışıyor. Günde 1-2 dolar bile olsa bir şeyler kazanmanın peşindeler. Yüzlerce kilo yük arabası çeken yaşlı insanlara sıkça rastlayabiliyorsunuz ya da günde 3 dolar kazanmak için rikşalarıyla gün boyu ter içinde pedal çeviren delikanlılara.

45 dereceyi bulan sıcaklıkta buz gibi bir suyun çok iyi gideceğini düşünüyorsanız boşa heveslenmeyin. Çünkü hiç kimse içmediği için soğuk su bulmanız imkansız. Soğuk suyu sağlıksız bulduklarından ılık su içmeyi tercih ediyorlar. Kapitalizmin amiral gemisi ürünler buzdolabında ‘soğuk içiniz’ talimatına uygun satılırken yöresel içecekler ve su açıkta sıcak bir şekilde satılıyor. Tabi dolaptaki soğuğun bizdeki ılığa eşit olması da ayrı bir ironi.

Suç oranlarına dair istatistikleri bilmesem de 20. kattaki evin bile pencere ve balkonunda de-mir parmaklıklar olması bu konuda ipuçları veri-yor. Fakat buna karşın İstanbul’dan daha az teh-likeli olduğu kanısındayım nedense. Belki de bu güzel insanlara kötülüğü yakıştıramadığımdan.

Çokça sokak satıcısının olduğu ülkede özel-likle okul önlerinde satılan çeşitli yiyecekler merdiven altı piyasasına rahmet okutacak cinsten. İç içe geçen elektrik ve internet kab-loları o kadar fazla ki şehrin en büyük görüntü kirliliğini oluşturuyor.

Yiyecek ekmeği olmayanlara internet satmak...

Teknolojinin henüz kirletemediği ülkede cep telefonu çılgınlığı bizdeki seviyeye ulaş-maya çok uzak. Fakat reklam tabelalarına ba-kınca kapitalizmin nasıl çalıştığı görülüyor. Her tarafta reklamları bulunan GSM operatörleri, yiyecek ekmeği olmayan insanlara gigabayt gigabayt internet satmanın peşinde.

Hijyen anlayışları bizden farklı. Bu konu-da önyargılı olmamam gerektiğini biliyorum.

Derslerden öğrenmiştim her kültürün kendi sistemi içerisinde değerlendirilmesi gerekti-ğini. Fakat yine de bir acaba vardı kafamda, acaba diyordum… Bir taraftan da acaba Avru-palılar bizim için ne düşünüyor, onlar da bizi böyle yargılıyor mu diye düşündüm. Kafamda-ki bu soru işareti ile Türkiye’ye döndüğümde metrobüs durağındaki çöp yığını ve bir yandan izmaritini yere atıp diğer yandan sümküren dayı kafamdaki tüm acabaları silip attı. Franz Boas’ın bile ikna edemediği beni tek bir hare-ketiyle bilimin şefkatli kollarına itti yeniden.

Her Müslüman ülkede olduğu gibi Erdoğan hayranlığı var. Turkey deyince, tahayyül ede-bilen herkesin ikinci cümlesi “Ooo Erdogan” oluyor.

15 milyon çocuk sokakta yaşıyor

Bangladeş fakir bir ülke. Bu insanların soru-nu teknoloji/yazılım üretmek yerine pirinç üret-meyi tercih etmeleri. Fakirliklerinin temelinde tembellik yok, zira çalışkan bir millet. İnşaatlar-da ve yol çalışmalarında kadınların da çalıştığını görüyoruz. Caddeleri süpüren kadınlar, tarlalar-da çalışan yaşlı adamlar ve rikşalarıyla yolcu ta-şıyan gençler… Yani kadın-erkek, genç-yaşlı tüm insanlar çalışıyor. Lüks ya da birikim peşinde de-ğiller, herkes karnını doyurmanın telaşında.

Fakirliğin bir diğer boyutu da çocukları vu-ruyor. Bangladeş’te 51 milyon çocuktan (14 yaşı altı) 15 milyonu sokaklarda yaşıyor. Her türlü istismara açık bu hayattan 4 milyonun üstündeki yetim de nasibini alıyor. Devlet de-

İnsanları çok cana yakın ve herkes elinde-kini paylaşmanın peşinde. Bu bazen bir meyve dilimi bile olabiliyor. Fotoğraf makinesiyle git-tiğinizde çevrenizde bir anda onlarca kişi be-lirebiliyor ve herkes selfie çekmek için adeta sıraya giriyor. Tabi şunu da belirtmekte fayda var: Yakınlaşmaları asla bir eziklik içerisinde değil, sadece samimiyetten kaynaklı. Kendile-rine ikram ettiğimiz Türk lokumu, bisküvi gibi şeyleri beğenmiyorlar, hatta Adana kebabını bile hatırımız kalmasın diye yiyenler oluyor.

İnsanları kadar tabiatı da harika. 3 tarafı denizlerle çevrili ülkemizde sonsuz maviliklere bakmaya alıştık. Peki, sonsuz yeşillik içinde bo-ğuldunuz mu hiç? Ya da yeşil ile mavinin gök-yüzüne uzandığına şehitlik ettiniz mi? Özenle tek boyda biçilmiş gibi ufukla birleşen pirinç tarlaları aklımızı başımızdan alıyor. Nehirler, dev ağaçlar, gökyüzüne uzanan bambular ve her zamanki gibi sınırsız pirinç tarlaları… He-nüz betona feda edilmeyen ülkede tabiatın tüm nimetlerinden yararlanabiliyorsunuz.

Gittiğiniz her yerde saygıyla karşılanıyor ve bazen eve davet ediliyorsunuz. Bir su içmeye davet ediyorlar nedense, çay kültürü gelişme-diğinden olsa gerek. Bir bilseler bizdeki çay sevdasını Seylan’ı işgal edecekler.

Kızların başlık parası ödediği ülke

Erkeklerin başlık parası nedeniyle sıkıntı çektiği şehirlerin birinden, Van’dan geldiğim için bu cümleler çok dikkatimi çekti. Başlık parası diyordu rehberimiz, “Başlık parası ne-deniyle evlendiremiyoruz kızlarımızı.” Öğren-dik ki kızlar evleneceği erkeğe belli bir miktar para ödüyor. Drahomadan farklı olan bu uygu-lamada çiftlerden biri, statü olarak kendinden daha iyi olana para ödemek zorunda kalıyor. Genelde erkekler daha iyi bir kariyere sahip olduğu için kızlara da başlık parası ödemek dü-şüyor. Rehberimiz Sujon, “Bu, kariyer sahibinin

12 • Haziran’16 Haziran’16 • 13

Karantina Karantina

Page 9: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

nen aygıt pek işe yaramadığı için birçok alanda olduğu gibi toplumsal sorunları çözmek insan-ların kendisine kalıyor.

İngiliz Uluslar Topluluğu’na üye Müslüman ülke

İngiltere’ye 10 bin kilometre uzakta ve yüz-de 89’u Müslüman bir ülkenin İngiliz Uluslar Topluluğu’na üye olduğunu öğrendiğimde ga-rip gelmediği için ne fark eder deyip geçtim. Fakat İngiliz bayraklı tişörtler giyip İngilizce konuşan insanların, kriket gibi İngiliz oyunları oynadığını görünce meselenin özünü kavra-maya başladım. Zenginlik dışında her şey İngi-lizleşiyor burada. İngiliz toplumunun bir parça-sı olmaya çalışan ülkede sadece İngiliz’in refah seviyesi eksikti.

Akşam bir Türk restoranında alıyoruz solu-ğu. Anlatıyor Türk restoran sahibi müşterileri-ni, “Türk konsolosluğunda çalışan 12 kişi var onlar geliyor, ABD konsolosluğunda da yaklaşık bin kişi var onlar da geliyor.” diye. Son cümle-sine takılıyor kafamız. Tekrar soruyoruz, “ABD konsolosluğunda bin kişi mi çalışıyor?” Adam sorumuzla varıyor ağzından çıkanın farkına.

Belli ki garip gelmemiş bin kişinin çalışması. Bu sayı doğru mu bilmiyorum. Ama cevap evet ise üzerinde cidden düşünülmesi gerekiyor.

Bangladeş eşittir idam sehpası

Bangladeş deyince aklımızda idam sehpa-sından başka bir şey belirmiyor son yıllarda. Ve birer birer şehadete yürüyen öncüler... Konuy-la ilgili çok şey yazılıp çizildi. İşin bilinen kısım-larına girmeye gerek bile duymuyorum.

Ülkenin önemli aktivistlerinden biriyle yaptığımız sohbette söylemedikleri dikkatimi çekti. Belki de söyleyemedikleri. Yanımızdaki arkadaşın ısrarlı sorularına rağmen bildiğimiz hikayeleri yüzeysel bir şekilde anlatmayı ter-cih etti. Bir haftalık gezide alenen hiçbir eleş-tiri duymamamız özgürlüğün(!) en büyük kanıtı oldu bizim için.

İngiltere ve ABD dışında Hindistan çok bü-yük bir etkiye sahip bu ülkede. Endonezya’dan sonra sayıca en kalabalık Müslüman nüfusa sa-hip olan Hindistan, sınırları içerisinde bulunan Bangladeş’i kontrol altında tutmaya çalışıyor. Zira Bangladeş’in Hindistan’daki Müslümanlar üzerinde etki kurmasından çekiniyor. Tüm bu parçaları birleştirdiğimizde Cemaat-i İslami liderlerinin idam sehpalarına çıkarılışı kendili-ğinden canlanıyor gözlerimizin önünde.

Türkleri sevmiyorlar

İlginç değildir ki Bangladeş yönetimi Türk-leri sevmiyor. Nedeni ise hemen sınırlarında bulunan Arakan’daki Müslümanlara yardım etmeleri. Türk pasaportunu gördüklerinde an-lıyorlar yardım için geldiğinizi ve bundan hoş-lanmadıklarını belli ediyorlar. Gelen her Türk’e Arakan’a yardım getiriyor muamelesi yapıyor-lar. Eee bu muamelenin de pek sevimli olduğu-nu söyleyemeyiz. Bunu fark ettiğimde bir kez daha gurur duydum ülkem insanıyla. Zira nef-ret edilmelerinin sebebi insanlıklarıydı.

İşte Bangladeş’ten benim payıma düşenler bunlar. Gerçi daha edebi bir dille anlatılabilir-di ama amacım sanat değil, anlatmak. Sadece anlatmak.

2012 ’den bu yana ismini çok sık duydu-ğumuz fakat ne hikmetse bir diğer

toplu katliam ya da faciaya kadar unutuverdiğimiz bir garip diyar Arakan. Budist çetelerin baskınlarıy-la 180 kişinin öldürülüp 250.000 Arakanlı’nın top-raklarından göç ettiği 2012 yılından bu yana büyük resim çok da değişmiş vaziyette değil. BM’ye göre dünyanın en fazla baskı gören azınlıklarından biri olan Rohingyalı Müslümanların kaderi zannettiği-miz gibi basit dinsel çekişmeler ya da etnik huzur-suzluklardan öte bölgedeki böyük abilerin tepişme-leriyle şekilleniyor.

Ülkede 2007 yılında gerçekleşen Safran Devrimi hareketiyle 60’lı yıllardan beri hüküm süren cunta yönetimi ilk kez tepkiyle karşı karşıya kalmış ve as-kerlerin protestoculara ateş açması infial uyandır-mıştı. Çünkü hâlihazırda ülkedeki 400.000 Budist keşişin 350.000’ni askerdi, buysa cuntanın dayan-dığı en büyük temelin elinden kaymasına sebep ola-bilirdi. Bunun yerine asker 2011 yılında genel af ile

hapisten çıkarttığı Budist keşiş Aşin Virathu önder-liğinde milliyetçi 969 hareketini kurarak cemaatler üzerindeki etkinliği güçlendirdi. Müslümanlara kar-şı şiddetin başını çeken bu hareket muhalif Budist cemaatlere göre devlet tarafından maddi ve teknik olarak muhalif kesimlere karşı bir baskı aracı olarak desteklenip bir nevi illegal bir devlet müdahalesi olarak kullanılıyor.

1942 yılından yana Arakan Müslümanları 5 ciddi soykırım girişimine maruz kaldı. Bunlardan ilki en az 150.000 Arakanlı’nın katledildiği Minbya kasabası-na bağlı Çanbilli köyünde başlayan 1942 katliamıydı ve binlerce Arakanlı’nın Bangladeş sınırına göç et-melerine sebep oldu. 1948’de İngilizlerin bölgeden çekilmeleriyle Hindistan Bangladeş sınırına ikinci büyük göç dalgası başladı, geride kalan Rohingalı-lara karşıysa toplu katliam girişiminde bulunuldu. 1954 yılında hükümet “Muson Operasyonu” ile böl-gede silahlanan Arakanlı Müslümanları bastırırken binlerce sivil direnişçilere yardım gerekçesiyle ya

Uzaktaki Zulüm ARAKAN

Dücane DEMİRTAŞ

14 • Haziran’16 Haziran’16 • 15

Karantina Karantina

Page 10: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

S uudi Arabistan ve İran arasında Fars Körfe-zi’ndeki petrol ticareti üzerinde öteden beri

var olan gerilim, 2003 yılında ABD’nin Irak’ta iki ülke arasında tampon vazifesi gören Saddam Hü-seyin rejimini yıkmasından sonra İran’ın Irak’taki nüfuzunu artırması ve ardından gelen Arap ba-harıyla zirveye çıktı.

Ortadoğu’da Arap milliyetçiliği ve Sünni mez-hepçiliğini araçsallaştırarak önemli bir nüfuz sa-hibi olan Suudi Arabistan’a karşı İran, Arap baha-rından önce gizli olan fakat Arap baharıyla daha bir belirginleşen Şii hilali projesiyle bölgedeki nü-fuzunu artırmak istiyordu.

Bu savaşta Suudi Arabistan’ın avantajı, İran’ın Şahlık dönemindeki Batıcı/Seküler yönetiminin bölgeye yönelik herhangi bir projesinin olma-ması ve bölgede bulunan diktatörel yönetimlerin “Sünni-Arap” kimliğinden ileri geliyordu.

Humeyni’nin 1979’da Şahı devirmesinden sonra İran’daki rejimin dini bir kimliğe bürünmesi ve devrim kadrolarının devrimi diğer Müslüman ülkelere yayma hayalleri İran’ın bölgede kendisi-ne nüfuz sağlayacak müttefikler aramasını bera-berinde getirdi.

İran bu sorunu Filistin davasını çok iyi kulla-narak aşmıştır. Suriye’deki Baas yönetimi üze-rinden Lübnan ve Filistin’deki direnişe destek vererek bölgede ciddi bir sempati kazanan İran diğer yandan Lübnan’da Hizbullah aracılığıyla nüfuzunu artırmış Irak’ta da Saddam Hüseyin diktatörlüğüne karşıtı bütün grupları özellikle de Şii grupları desteklemiştir. Bunun yanına Em-peryalizm karşıtlığını koyarak Türkiye gibi Sünni ülkeler ve Venezuella, Küba ve Çin gibi görünür-

de anti-empyalist olan blokla da ilişkilerini geniş-letmiştir. Rusya ile petrol ve doğalgaz ticaretiyle sağlam ilişkiler kuran İran bu sayede bölgede ciddi bir bölgesel güç olduğunu kanıtladı.

Suudi Arabistan cephesinde ise işler eskisi gibi sürüp gitti, İran’ın etkili anti-emperyalist ve anti-siyonist söylemine karşı etkili bir söylem geliştire-meyen Suudi Arabistan, durumu sözde kalan bir anti-siyonizm, petrol ve Arap-Sünni kimliği üzerin-den idare etmeye devam etti.

Bu arada 2003 yılında Saddam’ın yıkılması ve İran’ın Irak’taki nüfuzunu artırması hem Irak-Suriye-Lübnan üçgenindeki Şii hilalini tamamlı-yor hem de İran’ı Suudi Arabistan’a fiilen komşu ülke haline getirdi.

Arap baharı öncesi bölgeye bakıldığında İran’ın Suudi Arabistan’dan çok daha etkili oldu-ğu basit bir şekilde görülebilir. Arap baharı ise, İran’ın anti-emperyalist anti-siyonist söyleminin aslında bir aldatmacadan ibaret olduğunu or-taya koyunca İran için bölgedeki külfetsiz nüfu-zunun kaybolma tehlikesini ortaya çıkardı. Arap baharı’nın İran’ı zor durumda bırakmasının sebe-bi İran’ın Suriye, Yemen ve Irak gibi bölgelerde takındığı tutumun İran’ı mezhepçi bir pozisyona düşürmesidir. Aslında İran mezhebi bağları sade-ce araçsallaştırmıştı fakat onun ilişki içinde oldu-ğu tarafların Arap baharı sürecinde halk tabanın-dan gelen dalganın karşıt kampına denk gelmesi İran’a bölgede tutunmak için mezhepçilikten başka bir seçenek bırakmadı. İran’da ülke siyase-tini yönlendiren aktörlerin neredeyse tamamının mutaassıp Şii bir back-ground’a sahip olması bu mezhepçiliği daha fazla göze batırdı.

YEMEN:Suudi Arabistan ve İran ArasındaMezhep Soslu Nüfuz Mücadelesi

İsmail ÇOKTAN

katledildi ya da sürüldü. Direnişçilere karşı ikinci “Kral Dragon Operasyonu” ile yüzlerce kadın ve er-kek Müslüman tutuklandı, çoğu işkenceler altında öldürülürken, kadınlara tecavüz edildi ve sayıları birkaç ay içinde 200.000 bulan yeni mülteci akını Bangladeş’e doğru akmaya başladı. 2012 yılındaki en son kıyımdaysa ülke içinde özellikle iç kesimlerde bulunan 140.000 Müslüman ülkenin Bangladeş sını-rına doğru göçe zorlandı. Uluslararası Göç Raporu-na göre şuan 200.000-500.000 Arakanlı Bangladeş, 200.000 Pakistan, 600.000 S. Arabistan, 55.000 Körfez ülkeleri, 100.000 Malezya, 3000-5000 Tay-land, 2000 Endonezya ve 10.000 Hindistan’da göç-men konumunda.

1982 yılında çıkarılan yeni vatandaşlık kanuni ile Rohingyalılar ülkede etnik gruplar statüsünün dışında bırakılarak yabancı unsur olarak kabul edil-diler. Müslümanlara karşı seyahat yasağı ve evlilik kısıtlamaları yasal olarak yürürlükte. İnsan hakları açısından bakıldığı zaman bugün hala bölgede kim-likleri ve sayılarına ulaşılamayan çok sayıda Müslü-man hapsedilmiş ve işkence görmekte, kadınlara tecavüz edilmekte, cami, mescit, ev ve köyler ya-kılmakta, Müslümanlar devlettin hiçbir imkânından resmi olarak yararlanamamaktadırlar. Son yıllarda çok sık duyduğumuz deniz yoluyla Tayland ve onun üzerinden Malezya’ya geçmek isteyen mültecilerin haliyse daha vahim durumdadır. Çoğu kez ülkeler tarafından kabul edilmeyen bu mülteciler insan kaçakçılarının elinde yeni bir pazar rolü görmekte. Uluslararası raporlara göre kadınlar ve kız çocuk-ları seks kölesi olarak kullanılırken, erkek çocuklar organ mafyasının eline düşüyor, ciddi ücretlerde rüşvet vermeyenlerse ölümle tehdit ediliyor. Taylan hükümeti geçtiğimiz yıl Malezya sınırında yüzlerce toplu ceset ve mezarlıklar bulunduğunu ve cesetle-rin Rohingyalı göçmenlere ait olduğunu açıklamıştı.

Peki, Müslümanları kuzey batı sınırına itmek ya da toplu göçe zorlamanın arkasındaki faktörler sa-

dece dinsel çekişme ya da etnik uyuşmazlık mı, ke-sinlikle değil. Myanmar, Güneydoğu Asya’daki ciddi petrol, doğalgaz ve maden rezervlerine sahip aynı zamanda önemli bir stratejik konuma sahip eski İn-giliz kolonilerinden. Dünyanın en büyük on doğalgaz rezervinden birine sahip olan ülkenin tahmini petrol rezervi 3 milyar 200 milyon varil civarında ve ülke-deki iş gücü Çin’den beş kat daha ucuz. En önemli faktör ise Myanmar’ın Çin için koridor vazifesini gör-mesi. Araştırmalara göre dünyanın en büyük eko-nomisi olan Çin’in petrole bağımlılığı 2020 yılında tahmini olarak yüzde 30’dan 70’lere çıkacak buysa Çin’i enerji kaynak ve yollarına alternatif üretmeye zorlayacaktır. Asıl sıkıntıysa ülkeye gelen yüzde 70-80 arasındaki petrolün ABD filolarının kontrolünde-ki Malakka Boğazından geçmesidir, bununla birlikte petrol ithalatçısı olduğu bölgelerdeki istikrasızlık ve nakliye problemi uzun vadede belirsizlik yarat-makta. Bu minvalde Çin’in 2009 yılında Myanmar üzerinden yapımına başladığı petrol/doğal gaz boru hattı ve enerji aktarımı için Sittwe’de kurulacak yeni liman çalışmaları nihayete ermek üzere. Bu sayede Çin, enerji koridoru için bağımlılık kozunu olası düş-manlarının elinden alarak alternatif bir güzergâh üretmekte. İnşaat tamamlandığında petrol boru hattının yıllık 22 milyon ton, doğalgaz hattının ise 12 milyar metreküp taşıma kapasitesi olacak. Sitt-we ise Rohingya eyaletinin başkenti ve Müslüman çoğunluğun olduğu bölge. Öyle görülüyor ki Myan-mar hükümeti, Çin ile Malakka ’ya alternatif olarak görülen bu enerji koridorunun güvenliği ve istikrarı için Müslümanlardan gelecek olası tehditlere karşı zorla tehcir ve baskı politikasını illegal çeteler va-sıtasıyla dinsel/etnik bir çatışma kisvesi altında uy-guluyor.

16 • Haziran’16 Haziran’16 • 17

Karantina Karantina

Page 11: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

Suudi Arabistan ise buna karşı akıllı bir politika izliyor. Bir yandan ABD ve batı ile olan ilişkilerin-de batının bölgedeki en öne çıkan müttefiği olma özelliğini kullanmaya çalışırken-ki bu hamle ba-tının akıllı bir şekilde İran ile gizli olan ilişkilerini aşikarlaştırarak Suudi Arabistan’a karşı İran’ı bir alternatif olarak öne sürmesine sebep olmuştur- (İran batı için Suudi Arabistan’ın alternatifi olabi-lir mi sorusu başka bir yazının konusudur), diğer taraftan bölgede diktatörel rejimlere karşı dire-nen halkların öfkesini söz konusu diktatörlerin yanında İran’ın içine düştüğü mezhepçilik bataklı-ğını iyi kullanarak İran’a çevirmeyi başardı. Ayrıca İslam ordusu, İslam işbirliği teşkilatı ve Arap Birli-ği gibi yapılar aracılığıyla bölgedeki Arap ve Sünni güçleri etrafında toparlamayı başardı.

İran-Suudi Arabistan arasında bölge ölçe-ğinde çerçevesini çizmeye çalıştığım bu nüfuz çatışmasının en yoğun yaşandığı yerlerden biri Yemen’dir.

Arap baharının Yemen’e ulaşması, Yemen’de Suudi Arabistan ve İran’ın rollerinin değişmesine sebep olmuştur. Yemen’de hakim olan 32 yıllık Ali Abdullah Salih rejimi ve Güney Yemen soru-nun görece çözülmesi Suudi Arabistan’ın arka bahçesi olan bu ülkede Suudi Arabistan’ın nüfu-zunu artırmıştır.

Yemen’in stratejik konumu bu ülkeyi hem böl-gesel güçler hem de küresel güçler için önemli bir konuma oturtuyor. Yemen petrol zengini Bas-ra Körfezi ve Akdeniz’i dolayısıyla batıyı birbirine bağlayan Aden Körfezi ve Bab’ul Mendeb Boğazı dolayısıyla petrol ticaretinin kilit noktalarından bi-ridir. Suudi Arabistan arka bahçesi olan Yemen’de bu kilidi elinde tutuyordu. Buna karşılık İran’ın, Arap baharı öncesi batı ambargosu yüzünden burada var olması neredeyse imkansızdı. İran’ın, Yemen’deki kozu Şii Husiler, hem Suudi Arabistan hem de batı tarafından baskı altına alınmıştı.

15 Şubat 2011 günü, Yemen’de Ali Abdullah Salih yönetimine karşı ilk protestolar başladığında Suudi Arabistan, açıkça Ali Abdullah Salih’in arka-sında durdu fakat Yemen’de kendisine karşıt bir kamp oluşmasını engellemek için sorunu anlaşma yoluyla çözme yoluna gitti. Buraya kadar Suudi Arabistan halk direnişine karşı dururken Ali Ab-dullah Salih’in kontrolünden çıkması belki de İran tarafından ayartılması işleri tersine döndürdü.

İran kontrolündeki Husiler 2014 sonlarında or-dunun büyük kısmını kontrolünde tutan Ali Abdul-lah Salih ile ittifak kurarak 2015 Şubat’ında kar-

şı devrimle başkent Sana’yı ele geçirmesi, Suudi Arabistan’ı aslında başlangıçta karşısında durduğu Yemen halk hareketinin yanında konumlandırdı.

Burada, yaşanan nüfuz çatışmasının temel argümanı mezhep gibi görülse de bunun salt bir mezhep çatışması olduğu düşünülmemeli. Zira Yemen’de Sünni olan Ali Abdullah Salih devrim öncesi savaştığı Şii Husilerle bir ittifaka gitmiş ve mezhep bağına rağmen Suudi Arabistan’ı karşı-sına almıştır. İran ise karşı devrimin başarı sağ-lamasında Husiler kadar önemli bir rol oynayan Ali Abdullah Salih ve onun kontrolündeki orduya destek olmakta tereddüt etmiyor.

Husilerin Sana’yı ele geçirmesinden sonra İran cephesinden ilginç bir açıklama geldi. İran devrim rehberi Ali Hamaney’in danışmanlarından Ali Yu-nusi, yaptığı bir açıklamada, “İran, artık başkenti Bağdat olan bir Fars imparatorluğuna dönüştü” dedi. Bu söze çok büyük tepkiler geldi. Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri İran’ın 4 Arap baş-kentini kontrol altına aldığı vurgusunu defalarca yaptılar ve nihayetinde bir koalisyon oluşturarak İran’a karşı Yemen’de savaş başlattılar. El-Cezire ve El-Arabiyya gibi Arapların ünlü televizyon ka-nallarında çıkan birçok analist o dönemde Suudi Arabistan ve körfez ülkelerinin Arap başkentlerini Fars işgalinden kurtarmak için Yemen’e operas-yon başlattığını yüksek sesle söylüyordu.

Nihayetinde Yemen’de Suudi Arabistan ve İran arasında ciddi bir nüfuz mücadelesi var. Bu müca-delenin sıcak bir savaşa dönüşmemesinin tek se-bebinin Ortadoğu’nun içinde bulunduğu hassas du-rum olduğu kanaatindeyim. Her iki tarafın da hem mezhep hem de Arap-Fars vurgusunu yoğun olarak sembolleştirdiği bir ortamda İran ve Suudi Arabistan arasında Yemen’de başlayacak bir savaşın burada kalmayacağı ve tüm bölgeye yayılacağı muhakkak.

İran ve Suudi Arabistan, Yemen’de salt bir mezhep savaşı değil mezhebin ve daha birçok şe-yin araçsallaştırıldığı bir savaş veriyor. İran, sava-şı bölgede mezhep bağıyla ilişki kurduğu gruplar ve bu gruplar vasıtasıyla bölgeye soktuğu asker-ler üzerinden verirken, Suudi Arabistan, bölgede İran’a karşı direnen yerel unsurlara yer yer mez-hep yakınlığı yer yer Arap olmalarını araçsallaştı-rarak bu gruplara destek vererek sürdürüyor.

Bu çatışmanın mezhep tonunun giderek koyu-laştığı bir gerçek. Bunun sorumlusunun ise bütün argümanları boşa çıkınca mezhepçiliğe sarılan İran’ı yöneten mutaassıp Mollalar’ın politikaları olduğundan yana hiçbir şüphem yok.

A dem Özköse hayatını İslam davası yoluna adamış, saçlarına aklar düşmüş olsa da

ruhu halen genç olan ümmetin sürekli koşturan ağabeyi. Müslüman, eş, baba, gazeteci, seyyah... Türkiye zindanlarını da, Suriye zindanlarını da tecrübe etmiş başarılı bir dış haberler gazetecisi. 60 ve üzeri ülke gezmiş bir gezgin. Nice belgesel yapıma imza atmış bir TV programcısı. Söz di-renişçilerde, seyyah, ümmet coğrafyası, cennete otostop ve son olarak rotamız alemi İslam kitap-larının yazarı.

Gezmeye, görmeye, dertlenmeye nasıl başladınız?

Benim gezmeye başlama hikayem okudu-ğum kitaplarla başladı.İslam dünyasına veya seyahata dair kitaplar beni henüz ufakken bambaşka diyarlara götürüyordu.Ve içinde bu-lunduğum –Çarşamba- şehrinin küçük bir ha-pishane olduğunu ve eğer gezip farklı diyarla-

ra gidersem o hapishaneden çıkabileceğimi ve ufkumun açılacağını yaşama dair hakikate dair gerçeklere daha fazla ulaşabileceğimi farket-tim. İşte o dönemler kitap okurken masal dün-yasında gibiydim, zamanla dertlerimiz, sorun-larımız şekillenmeye başladı. Ailemin önemi bu konuda büyüktür. Afganistan’ın, Çeçenistan’ın veya Bosna’nın konuşulduğu bir evde büyü-düm. Bosna savaşı sırasında 15-16 yaşınday-dım. O zaman dünyaya bakışım değişti. Biz bir ümmetiz, bizim düşmanlarımız var ve bize zul-mediyorlar düşüncesi kafamda şekillendi. Ve O zaman bir şeyler yapmam gerektiğini farket-tim. Örneğin Bosna’ya savaşa gitmeye çalışı-yordum o vakitler. İstanbul’da olan ağabeylerle bağlantılar kurmaya çalışıyordum. İstanbul’da okuyan ağabeyler Çarşamba’ya gelirlerdi ara ara. Onlara yalvarırdım beni Bosna’ya cihada götürün diye.

Bir seyyahın gözünden“Mazlum Coğrafyalar”

Adem Özköse ile Mazlum Coğrafyaları konuştuk.

Röportaj: Dücane DEMİRTAŞ - Furkan GENÇOĞLU

18 • Haziran’16 Haziran’16 • 19

Karantina Karantina

Page 12: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

1-Ümmet arasında birlik yok. İstanbul’da bile bir cemaat yanındaki cemaat ile birleşe-miyor. Sen eğer yanındaki cemaat ile bile bir-leşemiyorsan ‘Gazze’deki benim kardeşim’ diye bağırmak çok sloganik bir biçimde kalıyor.

2-Kim ne derse desin derin bir cehalet var İslam coğrafyasında. Mesela ben Afganis-tan’daydım. Okuma yazma bile halen problem oralarda. Siyasal anlamda da yıllardır batılılar bu bölgeleri yönetiyor. Yönetim anlamında da oldukça geriyiz.

Yani İslam dünyasının bir yönetim mo-deli oluşturma noktasında sıkıntıları var diyorsunuz?

Dünyanın en süper modelini de uygulasa-nız eğer uygulayanlar ahlaklı değilse o model çöker. Günümüzde süper bir İslam modeli var ama kötü yönetenler sayesinde berbat bir yönetim anlayışına dönüşüyor. Günümüzde müminlerin aklındaki ütopik İslam devleti ta-mamen Müslüman faşizminden ibaret. İnsanı geliştirmeye değil dayatmaya ve zorbalığa da-yalı. Bu yüzden en temel nokta bence ahlak. Eğer ahlaklarımızı düzeltemezsek, dünyanın en süper teorik sistemini de getirsek sonun-da çökeriz. Sadece konuşan insanlar değil ni-telikli kaliteli müminler yetiştirmek, olmak zorundayız. Çünkü tarih boyunca hep yaşa-yanlar veya yazdıklarını yaşamlarıyla şahit kı-lanlar akılda kalmıştır. Onun için bu çok teorik tartışmalardan,yazılardan ziyade bizim ahlaka dönmemiz gerekiyor.

İslam coğrafyası denilince akla hemen kan ve gözyaşının hâkim olduğu bölgeler geliyor. Peki, İslam coğrafyası sadece kan ve gözyaşından mı ibaret?

Hayır. İslam dünyası sadece kan ve gözyaşı demek değil, zevkli bir dünya aslında. Batıda olmayan o farklılık, neşe, canlılık, insanilik bun-larda var. Mesela ben batıya gittiğimde bunalı-yorum iki gün sonra ama Revalpin(?) dünyanın en kirli şehirlerinden birisidir belki ama ben acayip mutlu oluyorum. İşte o Raca pazarda milletin arasındaa o rikşalarla falan dolaşmak ya da milletin o kaos durumunu seyretmek. Dinamizm hala tüm renkliliği ile İslam dün-yasında yaşıyor yani. Bir de çok farklı Müslü-

man topluluklar var. Eğer alemi islamın iyi bir takipçisiyseniz önce bazı şeyler parça parça gözüküyor. Önce kanı görürsünüz, sonra biraz daha ilerlediğiniz de kandan farklı şeyler görü-yorsunuz. Bakıyorsunuz büyük bir İslam ülkesi var ve kan ise bu işin sadece bir parçası. Sizi eğlendirip, mutlu edecek ve vay be ben iyi ki bu ümmete aitmişim diyeceğiniz, size o duy-gu ve hissi bırakacak geniş bir hinterland var aslında. Mesele bunu keşfedebilmek. İnsan gibi aslında bizim İslam dünyası da. İnsan kendinde derinleştikçe çok farklı yönlerini keşfeder. İs-lam dünyası da böyle. Derinleştikçe çok farklı taraflarını görmeye başlıyorsunuz. Bir taraftan zaafları da var, bir taraftan çok olumlu yanla-rı da var. Ama burada tavrımız da çok önemli. Ben teşhisimizi doğru yaptıktan sonra çok da olumsuzlukları konuşma taraftarı olan biri de-ğilim. Şikayetten ziyade bu durumu nasıl dü-zeltebiliriz bunun derdinde olmamız lazım.

Mesleğinizin gereğini yerine getirirken bir çok kez ciddi riskler aldığınıza, hayati tehlikeler atlattığınıza şahit oluyoruz. Bu bağlamda birebir içinde olup görerek yapı-lan gazetecilikle masa başı analizcilik bir midir?

Duymak hiçbir zaman görmek gibi değildir arkadaşlar. Siz mesela Suriye alakalı elli küsür kitap, yüz küsür akademik makale okuyabilirsi-niz ama Suriye’ye gittiğinizde okuduklarınızın çok da ötesinde farklı bir dünyayla karşılaşa-bilirsiniz. Ben aslında şunu yapmaya çalışıyo-rum. Mümin bir duyarlılıkla bir iş yapmaya ça-lışıyorum. Her ne kadar bunu tam anlamıyla yaptığımız söylenmezse de bunun çabası içe-risindeyiz. Yoksa bu yaptıklarım gazetecilik için olsaydı şu an çok zengin bir adam filan olmam gerekirdi. Dedim ya bir şeye mensup olmak bir mesuliyet gerektirir. İnsanın nasıl vatanına ailesine karşı sorumlulukları varsa ümmetine karşı da sorumlulukları var. Beni asıl motive eden şey bu; “birilerinin sesi olabilir miyiz kay-gısı”. Yazdığım kitaplarla çektiğim belgeseller-le onun çabasını gütmeye çalışıyorum.

Kudüs’e gittiniz mi?Kudüs’e benim gitmem yasak on yıl boyun-

ca. Mavi Marmara’dan sonra bir yasak konul-muştu. Ama Gazze’ye ve Filistin’e gittim.

Daha sonra arkadaşlarla bir tiyatro ekibi kurduk ‘Başak Tiyatrosu’ isminde. Bosna’da yaşananları anlatıyorduk tiyatromuzda. Kara-denizde turneye çıktık ve kazancımızı Bosna cihadına yardım olarak gönderiyorduk. O yıl-larda kurduğum hayallerim hep gezmek üze-reydi. Ümmet coğrafyasının her köşesini gezip görmek istiyordum. Hayallerimde ısrarcı ol-dum ve peşine düştüm. Genelde insanlar belirli yaşlarda hayal kurar ve bir süre sonra bırakır ama ben hayallerimde ısrarcı bir adamım ve hayal kurduğum da gerçekleştirmek için elim-den geleni yaparım. İnsanın kendini mensup hissettiği bir şey vardır, ben kendimi ümmete ait hissediyorum. Mensubiyet bir mesuliyet getirir netice itibariyle. Daha sonra İstanbul’a okumaya geldim. Gazetecilik bölümüne baş-ladım ve gazetecilik hayatım böylelikle başla-dı. Dış haberler masasındaydım ve bu durum farklı diyarları gezmemde kolaylaştırıcı bir et-kendi. Şimdiye kadar yaklaşık 60 ülke gezdim.

‘Ümmet Coğrafyası’ isimli kitabında çe-şitli röportajlar var ve hep çeşitli mazlu-miyet üzerine kurgulu. Ümmetin bu kadar mazlum ve mağdur duruma gelmesinin en önemli üç sebebi nedir?

Yeni bir dünya savaşı yaşanıyor şu an. Adı konulmamış bir dünya savaşı. Biz de bu savaşa

şahitlik ediyoruz. Gazeteci olduğumdan dola-yı görev yaptığım yerler hep kriz bölgeleriydi. Yani kitapta anlatılan bölgeler bir kriz durumu sonrası ulaştığım yerlere ait. Fakat ben üm-met coğrafyası denince sadece acının gözya-şının akla gelmesini doğru bulmuyorum. Biz ümmeti kan aktığı zaman hatırlıyoruz. Kısa bir süre rasyonel bir duyarlılık gelişiyor ve bir süre sonra tekrar pasif durumumuza tekrar dönüyoruz. Ümmeti sadece kanayınca hatırla-mak uzun vadede bize hiçbir şey kazandırmaz. Mesela Mısır’da İhvanı örnek gösterelim. İhvan hangi dergiyi çıkarır, hangi gazeteyle uğraşır, tarihi nedir gibi özel bilgilere sahip olmamamız lazım.Şimdi Ümmet-i Muhammed 100 yıldır bir varolma savaşı veriyor. Osmanlının çöküş sürecinin başlamasının ardından İslam ümme-ti dünyayı şekillendirme noktasında özne olma özelliğini kaybetti. Arap Baharı ile birlikte in-sanlar yüzyılların acısını büyük bir reaksiyon göstererek başlarında bulunan diktatörlerden çıkartmak istediler ve bir özgürleşme mücade-lesine giriştiler. Batının şöyle bir dinamizmi var her türlü pozisyona göre siyasi hamle yapıyor. Batı yaşanan devrimleri sırasıyla çalmaya baş-ladı. Mısır, Suriye ve belki Türkiye..

Bu duruma gelme nedenlerimiz çok fazla fakat ilk üç nedeni sıralamak gerekirse;

20 • Haziran’16 Haziran’16 • 21

Karantina Karantina

Page 13: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

T arihle ilgili bir genelleme yaparak yazıya başlamayı

düşünüyordum; Tarih en genel manasıyla bir iktidar ilişkileri ağlarından oluşmaktadır, tarih hak ile batılın mücadelesinden oluşmaktadır veya tarih, sınıf-ların çatıştığı bir arenadır gibi. Fakat biraz çekindim. Aslında tarihin teorik olarak temellen-dirmesini güçlü bir şekilde ya-pamazsam da, tüm bunların iç içe girdiği karmaşık bir tecrü-beler ağı gibi olduğunu belki söyleyebiliriz. Bu tecrübeler ağı bize, insanlığa dair kendi tecrübesi içerisinden bazı ilke-ler çıkarmamızı sağlıyor. Vahiy geleneğinin bize öğretmek iste-diği şey aslında buydu. Biçim-sel olarak olmasa da öz olarak sürekli tekrar eden olaylardan insana, topluma ve toplumsal ilişkilere dair problemlerin çö-zümünü değişkenlerle belirle-mekle beraber, temel ilkelerini tarihin ve hayatın tecrübele-rinden vahyin bize hatırlattığı biçimde ele almak gerekmek-tedir.

İnsanlık tarihinin en kadim sorunlarından biri iktidar ilişki-leri sorunudur. Mesele iktidarın kategorik olarak kendisi olmak-tan ziyade, daha çok onunla kit-leler üzerinde haksız bir tahak-küm kurularak bir “sömürü” ve “zulüm” aracına dönüşmesidir. Kuran’da kendisine en çok yer ayrılan Musa (a.s) kıssasında anlatılan bölümlerde, firavunun bir çok yönden toplumu köle-leştirmesi ve iktidarı toplumlar üzerinde bir tahakküm aracı olarak kullanması da bu çarpık iktidar ilişkilerini anlamamız için bize bazı ipuçları vermek-

SÖMÜRGECİLİK,YABANCILAŞMA VEKURTULUŞMuhammed Salih DEMİRTAŞ

Suriye kıyamını Filistin hassasiyeti üze-rinden boğdurmaya çalışan bazı girişimler oldu bizim kesimde, bu konu hakkında gö-rüşleriniz neler?

Biz niçin bir ülkedeki insanların yanlarında oluruz? Mazlum oldukları için. Filistin’de öldü-rülenler de bizim çocuklarımız Suriye’de kat-ledilenlerde bizim çocuklarımız. Bir coğrafyayı kutsayıp diğerleri bizi ilgilendirmez tavrı içine girmek Müslümanca değil. Bu insani bir du-rumdur. Mesela Roboski’de de insanlar katle-dilmişti. Eğer vicdanınız varsa bundan rahatsız olursunuz. Veya ben o Zaman gazetesi önünde yerlerde sürüklenen kadınları görünce ben ra-hatsız oldum. Arkadaşlar ben Müslümanlığın bir vicdan işi olduğuna inanıyorum. Ve Müs-lümanların dünyanın vicdanı olmaları gerekti-ğini düşünüyorum. Biz eğer aşırı ideolojik bir yüreğe sahip olup katılaşırsak yanlış yaparız. Sadece Müslümanların değil kim olursa olsun diğer insanlarında mağduriyetleri bizi rahatsız edip harekete geçirmeli. Böyle olursak ancak kazanırız. Filistin meselesinde tabi duyarlı ola-cağız. Kudüs bizim davamız, aşkımız, her şeyi-miz ancak Suriye meselesinde ses çıkartmayıp Filistin Filistin diye bağırmakta bana samimi-yetsiz geliyor açık söyleyeyim. Meselemiz in-san arkadaşlar. Benim peygamberim “benim için bir insanın kanı Kabenin bütün taşlarından daha değerlidir” diyor ben böyle bir peygam-bere inanıyorum.

Gençlerin Allah’a anlatacak hikayesi nasıl olmalı?

Hayat bir hikaye ve biz öyküleri-mizi yazıyoruz.Önce çok temel şeyle-re gereken değeri vermeliyiz. Anne-baba, kardeşlerimizle,komşularımızla iyi ilişkilerimiz olmalı. Namazlarımızı düzenli ve özenli kılma-lıyız. Gözlerimizi haramdan korumalıyız. İnsan-larla bağırarak çağırarak değil de güzel bir üs-lupla konuşmalıyız. İnsanlar bizi görünce iyiliği hatırlamalı, Allah’ı hatırlamalı. Böyle vitrindeki işlerden ziyade Allah’ın hoşuna gidecek işler yapmalıyız.Yani mesela insanlar genelde cen-neti hep Gazze’de veya Filistinde sanıyor ama cennet bazen kendi annenin ayağının altında-dır. İyi bir genç olmalıyız,kalbini,dilini,gözünü kirletmeyen... Bunları yaparsak bir şeyleri

başarabiliriz. Ondan sonra Gazze diyelim, Su-riye diyelim tüm Ümmet-i Muhammed’i kurta-ralım. Bazen bu kaçış olabiliyor adam sürekli ümmet ümmet diyor ama yakınındaki işcinin hakkını yiyor veya bir müslümanın yapmama-sı gereken ayak oyunlarını yapıyor, insanların kusurlarını araştırmaktan, açıklamaktan mut-lu oluyor. Velhasıl önce ahlak ve maneviyat. Kendimizi düzeltmeden ümmeti düzeltemeyiz.

Yanınızdan ayırmadığınız üç şey?Kuran, Kitaplarım, Harita

Gezilerinizde özlediğiniz üç şey?• Çocuklarım• İstanbul• Akrabalarım ve ilgilendiğim gençler

Gittiğiniz yerlerde pusulanız nedir?Öyle bariz bir pusulam yok. Genelde kafa-

ma göre takılırım.

Kaç para ile yola çıkarsınız?Yoluna göre değişir. Fakat şunu ifade ede-

yim gezmek için öncelikli olan para değil aşktır. İlk zamanlarda gezilerimizi çok cüzi miktarlara gerçekleştirdim. Boşnakların dediği gibi “yol ile yolcu arasındaki en büyük engel kapının eşiğidir.”

Defalarca esir düştünüz. Esaretin bedeli ne?

Esaretin bedeli eğitimdir. Esaret insana çok şey öğretir.

İyi ki gittiğim dediğiniz üç yer?• Gazze• Saraybosna• Afrika

Gitmez olaydım dediğiniz üç yer?Batıya gittiğim zaman bunalıyorum açıkçası.

Mutlaka gidin dediğiniz üç yer?• Filistin• Saraybosna ve Üsküp• Afrika

22 • Haziran’16 Haziran’16 • 23

Karantina Karantina

Page 14: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

len “özgürlük” sadece üzerine maske giydiril-miş ve psikolojik alt yapısında hala “efendinin” üstünlüğünü kabul eden pasif bir kabullenişten başka ne olabilirdi ki?

Toplumların sömürülere karşı direnişi kendi öz benliklerini ve değerlerini Avrupa insanının öğrettiği şekilde değil, kendi tanımladığı ve anlamlandırdığı yeni bir dünya algısında şekil-lenmeye başladı. Bu sadece siyaset arenasın-da karşılık bulan bir arayış ve uyanışla sınırlı değildi. “Sömürgecilik ve Yabancılaşma” kita-bında Renat Zahat, özelde Afrikalıların Avrupa dillerini zamanla benimsediğini fakat bununla beraber kelimelerin geleneksel anlamlarının yeni anlamlar kazanmakta olduğuna değinir-ken, “zenci” şiiri ile “sürrealizm” arasındaki ilişkinin rastgele bir ilişki olmadığını ve onunla kişiden kişiye değişen (bununla ilgili kitabında örnekler bulabilirsiniz.) ideolojik yönden yüklü kavramların , eski anlamlarını kaybedip farklı bir kelimeler havuzu içinde tekrar oluşturul-ması aslında sömürgeci diliyle anlatım zaru-retinin, nasıl bir erdemle neticelendiğini ifade etmektedir.

Batı’nın yaşamış olduğu tarihsel tecrübede din, genel olarak daha çok statükonun müttefi-ki gibi kabul edilse de; gerek Latin Amerika’da, gerek Afrika’da ve gerekse İslam ülkelerinde bir kurtuluş teolojisi olarak tekrar canlanabi-liyor. Geleneklerdeki motifler direnişlerin sem-bolü haline dönüşebiliyor. İşte tam burada bir sorunla karşı karşıya kalıyoruz; kurtuluş teolo-jisinin kaynağı olan din ve başkaldırı için sem-

bolleşen gelenek, halkın iktidara gelmesinden sonra ne yapacak; yeni statükonun bir müt-tefiki olup, yerel sömürünün başladığı başka bir evreye mi geçecek yoksa dinamizmini ko-ruyacak mı? Evet post-kolonyalizmde ve Batı merkezli olmamaya çalışan bakışlarda rasyo-nalizmin eksikliğine dair tenkit, sömürgeciliğin inkar ettiği maziye özlem ve ırkçı hor görmele-re bir başkaldırı var fakat ya sonra ne olacak? Tabi bu soru günümüzde yaşanan resmî olma-sa da fiilî sömürgeler için erken bir soru olabi-lir. Fakat “hani soğanımız, sarımsağımız” diye yakınmaya başlayan, gırtlağını ve çıkarlarını hürriyetinden daha fazla önemseyen Musa’nın kavmi gibi 40 yıl Sina’da gezinmeden önce bu probleme dair yeni bir şeyler üretmek, sömür-geden kurtulmuş devletlerin değil, halkların bir ödevi olsa gerek. Çünkü onlar benliklerinin tarihsel tecrübelerinin derinliklerinde ve iç gü-dülerinde, derin irfanî geleneği harekete geçi-rebilecek potansiyele her daim sahiptirler.

Son olarak, amacım Batı üzerinden bir kar-şıtlık geliştirmek ve günah keçisi yaratmaktan ziyade Batı merkezli bakış dışında, toplumların kendilerini fark etmesi ve anlamaya çalışması-na vurgu yapmak-tadır. Yani özne-lerden ziyade öznelerin sö-mürgecilik üze-rinden ilişkileri-ne dair bir dikkat çekmedir. Sömür-geciliğin başlıca hedefi ise umutları kırmak, umut oluş-turabilecek herhangi bir hareketi etkisiz hale getirmek ve sonra “yabancı-laştırmaktır”, ge-risi zaten kendi-liğinden gelir.

Frantz Fanon

tedir. Bunun sonucu ise kişilerin emeklerinin, hizmetlerinin , kendilerine ait olanlarının ve umutlarının sömürülmesini doğurmuştur.

“Sömürmek”, son 200 hatta 400 yıldır biraz da insanlığın tarihsel tecrübesinde güçlü bir şekilde somutlaşmış karşılığı olan bir kavram-dır. Yalnız bu kavramı, sadece sınıfsal ilişkiler üzerinden değerlendirerek güya “Marksist” trend üzerinden ahkam kesmekten ziyade, “3. dünya” diye adlandırılan kaynakları ve halkları yıllarca sömürülen ülkeler üzerinden okuyarak anlamaya çalışmakta fayda var. Çünkü bura-da bir çok şey değişiyor. Burada altyapı ve üst yapı değişiyor. İlişkiler ağı sadece üretim araç-larının dağılımı olmaktan çıkıyor. Kavramların içerikleri değişiyor. Aslında Avrupa merkezli bakıştan çıkarak onun ürettiği bazı kavramlar kullanılsa da onlara farklı anlamlar yükleniyor. Kapitalizmin çıkarcı toplum yapısında kendini objeyle özdeşleştirmesi olan “yabancılaşma” (alinasyon), burada zihinleri ve algıları kendi toplumunun değerlerine “yabancılaşmış “ ve “efendisine” hayranlık duyan başka bir anla-ma da kavuşuyor. Bu beraberinde kişinin ken-di toplumuna entelektüel yabancılaşmasını da getiriyor. Ne yazık ki, büyü o kadar sağlam ki, bu toplumların “elitlerinde” Batı’ya duyulan hayranlık alternatifsiz bir yaşam modeli ve dünya algısını tartışmasız kabul ediyor. Bu du-rum maalesef zamanla oluşan aşağılık komp-lekslerin ve “yabancılaşma” nın önce zihinsel

sonra fiziksel sömürünün (ya da tam tersi) ya-nında promosyon olarak sömürülen halkların kazanımlarıdır!

Avrupa’da yetişen ama Avrupa merkezli düşünmeyen, sömürünün kendi halklarında psikolojik ve zihinsel olarak ne kadar derin-lere işlediğini görebilen, kendi yerel kültürle-rinden veya dinlerinden alternatif bir kurtuluş yolu çizmeye çalışan, Ali Şeriati’nin deyimiy-le “Rûşen fikir”(aydınlar; onun entelektüel ve aydın ayrısında yapmış olduğu farka ithafen) olan insanlar bu sömürü karşısında gerek “şiddet” kullanarak, gerekse “fikir”leriyle mü-cadele etmişlerdir. F. Fanon bunlardan biriydi. Cezayir’de somut olarak vermiş olduğu müca-delede toplumun bazı geleneksel unsurlarının nasıl direnişin sembolü haline geldiğinden bah-setmektedir. O, J. P. Sartre’dan yazı yazma-sından ziyade Cezayir’deki duruma dikkat bir eylem yapmasını istiyordu. Aynı şekilde Ali Şe-riati, Batı’da hayatlarını ve varlıklarını zorbalık, çıkarcılık ve sınıflar arası ilişkiyle mücadeleye adadıklarını söyleyen büyük düşünürlerin bir çoğunun 19. yüzyıl Fransız işçilerinin direniş-lerine, medenî Avrupa’nın pençesinde savun-masız bir şekilde kalan Asya ve Afrika milletle-rinden daha fazla teveccüh göstermelerini çok sert bir dille eleştirerek samimi olmadıklarına dikkat çekiyordu. Yine F. Fanon “Yeryüzünün Lanetlileri” kitabında sömürgelerde alt yapının aynı zamanda üst yapı olduğunu, idareci ke-simin “başka” bir diyardan gelen ve sömürge insanına benzemeyen veya onlardan gelse bile zihni ve değerleri onlardan olmayan insanlar-dan teşekkül ettiğini, Hıristiyan misyonerlerin zafer bildirilerinin sömürge insanı özündeki yabancılaşma nedenleri hakkında bilgi verdiği-ni, sömürüde bulunanın beyaz kilise olduğunu ve onun Tanrı’nın yoluna değil “beyaz efendi-nin” yoluna çağırdığını ifade ederek, dikkatle-ri çekmeye çalışıyordu. Aynı zamanda Fanon siyaset teorisinde, olguların yorumlanmasın-dan, “ yabancılaşmayı” ortadan kaldırma ola-naklarını ve şartlarını temin etmek zorunda olan özgürlük bahşedecek sert bir mücadele yapılmasının zaruretine ulaşır. Çünkü özgürlü-ğün “efendi” tarafından verilmesi de bir anlam ifade etmiyordu. “Efendi” tarafından bahşedi-

24 • Haziran’16 Haziran’16 • 25

Karantina Karantina

Page 15: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

Yine bir Pazar günü ilçemizdeki tiyatro sergilenen okula gittik. Birlikte abdest aldık. Öğle namazımızı kılıp, tiyatroya geçeceğiz. Oyunun başlama saatini beklerken öğle namazı-nı kılmak için girdiğimiz camide bizim gibi tiyat-roya gelen başka büyükler ve çocuklar da vardı. Çocuklar büyüklerle beraber namaz kılıyorlardı. Tabiki bir süre sonra namazı terk edip koşma-ya, gülmeye, caminin içerisinde oyun oynamaya başladılar.

Biz büyükler namazlarımızı eda ederken ço-cuklar da cami içerisinde koşuyor, sesli konuşu-yor, gülüşüyorlardı.

Çocuk sesleri arasında, cami içerisinde kaba bir ses çocuklara bağırıyordu. Koşmayın, otu-run, yapmayın, inin türünden pek hoş olma-yan, kızgın, itici bir ses tonuyla aklınca çocuk-ları uyarıyordu. Çocuğun büyük olamayacağını, çocuk gibi davranacağını fark edemeyen bu kötü sesin sahibi, kendisi çocuklaşıyor, çir-kin bir sesle o narin çocuk seslerini bastırma-ya çalışıyordu. Çocuklar bir anlık sinmişlerdi. Hatta bazıları da korkmuştu.

Bu ve buna benzer kendisini cami jandarma-sı zanneden bazı sevimsiz ses sahipleri çocukları camilerden soğutmakta, namaz kılanların kızgın, öfkeli insanlar olduğu imajını vermektedir. Bu in-sanlar ALLAH’ın evini çocuklardan korumak id-diasındadırlar. Ne kadar komik bir savunma değil mi?

Ey büyükler! Cami jandarması ol-maktan kurtulun, camiye gelen minik-lerin korkulu rüyası olmaktan çıkın. Allah’ın evlerini çocuklara yasakla-mayın. Çocuklara bağırarak onları korkutmayın. Ceplerinizde şeker olsun, çikolata olsun, sakız olsun, balon olsun. Elleriniz, ço-cuk başı ve yanağı okşayan pamuk eller olsun. Dille-riniz ve sözleriniz yumuşak ve kuşa-tıcı olsun. Ayrıca Allah’ın huzuruna d u rd u ğ u n u z d a dışarıdan gelen sesleri duymayın,

yüce yaratıcımızla bağlarınızı iyi kurun ki, kullu-ğunuzun güzelliği ortaya çıksın, yakarışlarınızın karşılığı iyi olsun.

Camilerimizi daha çok çocuk sesleri ile, daha çok çocuk duaları ile çınlatabilmek için çabala-mamız gerekirken onlara bağırmayalım.

Camide namaz kılarken arka saflarda gülü-şen, koşturan çocuk sesleri yoksa gelecek nesil-ler adına korkmamız gerektiğini unutmayalım.

SÖZ GÜÇTÜR, GÜZEL SÖZ DAHA GÜÇLÜDÜR!Güzel sözlü olmak ve güzel sözün gücünden

hem cami, hem de cami dışındaki uyarılarımız-da istifade edenlerin olacağını düşünmek birincil görevimiz olmalıdır.

Sesimiz yumuşak bir ses olsun. Yumuşak sözü, sert ve kaba bir tazda söylemekle kazanacağımız herhangi bir şey yoktur.

Hele hele çocuklara yapılan sert ve kaba uya-rılar onların zihin dünyasında telafi edilemeye-cek sıkıntılar doğurur.

Halbuki uyarılar, ders çıkartmak, ibret almak, yapılan yanlışları bertaraf etmek, karşımızdakile-ri düzeltmek amaçlı yapılırsa daha anlamlı olur.

Tam tersi kötülükler de güzel, cezbedici, yu-muşak bir uslupla anlatılmamalıdır. Kötülüğü güzel sunmak çok tehlikeli bir anlatım şeklidir. Sözün yumuşaklığının cazibesi kötülüğün meşru

olarak algılanması sonucunu doğurabilir.

O kulların kapanmasıyla milyonlarca çocuk 3-4 aylık bir tatil dönemine girecektir. Yıl

içerisinde yoğun bir eğitim ve öğretim çalışma-sından geçen öğrenciler, aileleri tarafından kimi tatil bölgeleri diye adlandırılan yerlere, kimi köy-lerine, kimi sokaklara, kimi herhangi bir işte ça-lışmak üzere işyerlerine gönderilmektedir.

Ben tatil kelimesini inceleyerek yazıma baş-lamak istiyorum. Tatil ne demek? Daha küçük yaşlarda çocukların kafalarına yılın belirli gün ve aylarını tatil yaparak, hiçbir iş yapmadan boşa geçirmek fikrini aşılamak ne kadar doğru? Ço-cuğa boş vakitlerinin olabileceği, hayatın bir bö-lümünün boş geçebileceği temasını işlemek ve öğretmek ne kadar isabetli?

Daha çocuk yaşlarda zihnine kazınan boş za-man ve tatil kavramları ileriki yaşlarda da bazı zamanların çalışmadan boşa geçirilebileceğinin düşünülmesine sebep olmaktadır. Milyonlarca insanın sokaklarda amaçsız, hiçbir iş yapmadan, halk arasındaki tabirle bir baltaya sap olmadan sokaklarda dolaşmasını hep birlikte görmekteyiz.

Dikkat edin çocuğa tatilde ne yapacaksın so-ruları sıkça sorulmaktadır.

Çocuk da sinemaya gideceğim, gazeceğim, eğleneceğim. Bilgisayar ve tablet oynayacağım cevaplarını vermektedir.

Elbette yıl içerisinde yoğun geçen bir okul ha-

yatı çocuklarımızı yormaktadır. Oyun onların en tabii hakları, tabiki oynayacaklar. Dinleneceklar.

Ancak okul dışında çocuğu eğiten, öğreten, disipline eden, biçimlendiren, bilgi birikimi edin-mesine yardımcı olan bir hayat var.

Diyeceğim o ki, tatil kelimesi ile çocukların hayat derslerinden uzaklaşmasına, hayatı tanı-madan büyümesine sebep olmayalım.

Gelişiminin en uygun döneminde çocukları-mız, mahalleyi ve mahalleliyi, camiyi ve cemaati, çiçeği ve hayvanı, çevreyi ve tarihi mekanları, de-nizi ve ormanı, kuşu ve balığı, yaşlıların elinden tutmayı, fakir ve yoksula yardım etmeyi, hasta ve hastaneleri, dini ve milli kimliklerini unutarak büyümesinler.

Tatilde de öğrenilebileceğini, hem gezip, hem de bilgilenebileceğini, hem oynayıp, hem de ca-milerde dini bilgilerini artırabileceğini kısaca okul dışı günlerini de bölümleyerek sürdürebileceğini öğrenmesi gerekir.

Bırakın okulların kapatıldığı dönemi okulların açık olduğu dönemleri bile planlamak gerekir.

Ben kendimden bir örnekle konuyu geliştir-mek istiyorum. Torunlarımın –yaşları 5 ila 10 arasında- pazar günlerini onların istekleri doğ-rultusunda birlikte planlıyoruz. Pazar günleri bi-zim tiyatro günümüzdür. Camide cemaatle toplu ibadet günümüzdür.

Cami Jandarmalarına Hayır!

Vahap YAMAN

26 • Haziran’16 Haziran’16 • 27

Gündem Gündem

Page 16: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

Çocuğunu sadece dinden haber olanlardan olsun diye yönlendirme. Dinden haberdar olmak başka, dindar olmanın başka olduğunu unutma! Çocuğuna, dindar olması ve dini yaşaması için dini öğret!

Rotası belli olmayan geminin gideceği yer ve limanın neresi olabileceğini herkes bilir. Yaz ayla-rında çocuklarını rotasız bırakma.

Din hayatın mimarıdır. Hayatı şekillendirmek-tedir.

Dini, senin ve çocuğunun hayatını imar etme-sine sürekli izin ver.

AH VAH DEMEMEK SENİN ELİNDE!Eğer dinin çocuğunun hayatını inşa etmesini

savsaklarsanız, daha zamanı var, acele etmeyelim derseniz çocuğunuzun ve sizin canınızın yanaca-ğı günlerin sizi beklediğini unutmamanız gerekir. Sizin daha zamanı var diye bıraktığınız boşluk-tan, yalan ve güvensiz bilgilerin dolaştığı sosyal medya denilen bir canavar içeri girmektedir. Sosyal ve sanal medya diye tarif edilen, modern köleleştirme araçları çocuklara, özgürlük adı al-tında, sorumluluktan uzak, istediğini istediği za-man yapan, hesap vermeyen, sosyal ilişkilerini ve arkadaş çevresini sadece kendisinin belirledi-ği ve hiçbir sınırı olmayan, hayatı sadece sanal ortam zanneden, anlık zevk ve eğlence düşkünü, başarıyı zahmetsiz elde etmek isteyen, sorunlu ama sorumsuz, geleceğini sadece para kazan-

mak olarak planlayanlardan olmalarını önermek-tedir. Bunda da maalesef başarılı olmaktadır. Sanal dünyanın kurbanları olan çocuklar, modern ve özgür bir hayat diye kendilerine sunulan, se-küler hayat tarzı ile, aileden gelen dini kültür ve geleneklerin çatışmasını yaşamaktadırlar. Aşağı-da belirtilen hususlar sanal dünyanın takipçileri-nin sergilediği davranış şekilleridir. Çocuğunda var mı? Test et.

duyarsız,bireysel ve tekil takılmayı seçmiş, hayatta hiçbir iddiası olmayan, kimseye yardım etmeyen, kimseden yardım da istemeyen, gücünün farkında olmayan, iradesini kiraya vermiş, şehrin sokak ve caddelerine karışmaktan kor-

kan, suyun ve kuşun sesine, ezanın çağrısına kulağını tıkamış, tabiatın ve hayatın güzelliklerini göremeyen, kendisini uyaranı ya duymayan, ya da uyarıcıya direnen, hiddetlenen, doğru yanlış nedir diye aramayan, düğünde sevinmeyen, ölümde üzülmeyen, akrabalarını tanımayan, anne babayı para basma makinesi gören, duruşu ve çizgisi oluşmamış, kirli ve salaş bir tarzı benimsemişse

Eğer dinin çocuğunun hayatını inşa etmesini savsaklarsanız, daha zamanı var, acele etmeyelim derseniz çocuğunuzun ve sizin canınızın yanacağı günlerin sizi beklediğini unutmamanız gerekir. Sizin daha zamanı var diye bıraktığınız boşluktan, yalan ve güvensiz bilgilerin dolaştığı sosyal medya denilen bir canavar içeri girmektedir.

Böyle bir yaklaşımdan kaçınmak gere-kir. Kötülükler imrenme ve meyletme duygu-larını artıracak bir uslupla anlatılmamalıdır. Çocuklarımız, yaratılışı gereği, samimi, saygılı ve kendisini rahatsız etmeyen, alçak gönüllü bir üs-lupla söylenen söz ve uyarının etkisi altında kalır. Sevgi dolu, bir üslupla konuşmak, çocuklarımızda olumlu etki uyandırır. Allah’a camiye, cemaate, dine daha olumlu bakarlar. Bu yaklaşım tarzı iyilik-lerin ve dostlukların çoğalmasına zemin oluşturur.

Güzel sözün cazibesiyle, çocuklarımızla güzel dostluklar kurmak ve tebliğde güzel sözün başa-rısını yakalamak dururken jandarmalığa ne ge-rek var.

Niye buradan konuya girdim. Okulların ka-pandığı yaz aylarında çocuklarımızın üç aylarını planlayalım. Okulda öğrendikleri bilgilerin üzeri-ne hayat boyu lazım olacak dini bilgilerini alabile-ceği camilere ve yaz Kur’an kurslarına göderelim.

Dini eğitimin, çocuklarınızın düzgün bir kimlik kazanmasını ve sürekli iyilik üzere doğru değiş-mesini sağlayan bir eğitim tarzı olduğu unutul-mamalıdır. Dini ritüellerle beslenen çocuklarımız, aile ve toplum içerisinde doğru yolu iyi tarif edil-miş ve doğru yolda dosdoğru yürümeye alıştırıl-mış çocuklarımız, gelecek için birer teminattır.

Kur’an; inanç kurallarını, tevhidin esaslarını, ibâdetleri, ahlâki prensipleri, aile ve sosyal hayatı inşa eden kuralları, varlıkların yaratılış sebepleri-ni, geçmiş milletlerin hayat hikayeleriyle insanın aydınlanmasını bildiren bir kitaptır.

İyilik ve güzellikleri cennet tasvirleriyle süsle-yerek cazip bir üslupla anlatan Kur’an bu anla-tımlarla yeni bir kimlik, yeni bir insan inşa etmeyi teklif etmektedir.

Yaz okullarında dini eğitim verenler, dini bil-gilerin iyi ve düzgün kimlikli insanlar yetişmesin-deki tavsiyesine uygun bir eğitimi hedeflemelidir. Çocukları korkutmadan, ürkütmeden, Allah’ı sev-meyi, cenneti güzel ve cezbedici üslupla anlat-maya özen göstermelidir.

Henüz ergenlik ve sorumluluk dönemine gir-meyen çocuklara cehennemi, cezayı, Allah’ın inanmayanları yakacağını anlatmaktan sakınıp, inananların cennetle ödüllendirileceği ve cennet hayatı anlatılmalıdır.

Ayrıca anne babaların da, camilerde verilen eğitimle elde edilmek istenen iyi insanlar yetişti-rilmesi hedefine ulaşmak için, katkıda bulunması

gerekmektedir. Çocukları düzenli olarak camile-re ve dini bilgilerin verildiği mekanlara yönlen-dirmeli ve göndermeli ve götürmelidirler ki, ço-cukların değişiminde kendi katkılarının sağladığı başarının keyfini ve lezzetini yaşamanın mutlulu-ğunu görebilsinler.

EBEVEYNLİK HAKLARINIZI YERİNDE VE İYİ KULLANIN!

Yaz aylarındaki cami ve Kur’an öğreten mer-kezlerdeki çocuk sayısı ile okullardaki çocuk sa-yısını karşılaştırdığınızda çıkan durumu anne babalar iyi gözlemlemelidir. Çocukların okul eğitimlerini nasıl önemsiyorsak, onların dini eği-timlerini tamamlaması için yaz aylarında da ca-milerdeki Kur’an ve islami bilgiler derslerine de göndermeyi ihmal etmeyelim. Ayrıca evlerimiz-de, camilerdeki aldıkları eğitimlerini kontrol et-mede ihmalkar davranmayalım. Çocuklar kendi-sine lazım olacak, okul derslerinin yanında, ömür boyu uygulaması gereken bilgileri içeren dini bil-gileri de zamanında ve yerli yerince edinmeleri gerekir. Bu bilgiler, çocukların ruhlarının gıdaları-dır. Her aile çocuklarının bedeni gıdalarını düzen-li verirken, ruhlarının gıdaları olan dini bilgilerini de yaşlarına uygun biçimde kazandırmalıdırlar.

Sizlere bir hatırlatmam olacak. Her anne baba, çocuklarını okula göndermek için, sabahın erken saatlerinde büyük bir titizlikle onları okul-larına hazırlansınlar diye uykularından kaldır-maktadır.

Şimdi bir soru: Aynı anne baba okul zamanın-daki hassasiyeti yaz okullarına ve camilere gön-dermede neden göstermez. Çocuklarını sabah-ları okul için kaldıran anne baba, acaba sabah namazı için neden kaldırmaz?

Namaz saatinde, biraz daha uyusunlar dediği-niz çocuklarınıza, anne baba olarak en büyük kö-tülüğü yapıyorsunuzdur. Okula giderken uykudan kaldırdığın çocuğunu namaza kaldırmıyorsan kendini sorgula.

Çocuğunu kendi suçuna ortak etme.ALLAH’ın en iyi şekilde koruman için sana

emanet ettiği çocuğuna ve emanet eden yüce yaratıcımıza ihanet etme.

Çocuğunu biçimlendirmek için de önüne yaz aylarında bir fırsat çıkmaktadır. Okulların kapan-masından sonra çocuğunun dini bilgilerin verildi-ği camilere ve farklı mekanlara gönder.

28 • Haziran’16 Haziran’16 • 29

Gündem Gündem

Page 17: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

bunları tamir etmek için dini hayatı öğretmek için camilere çocuğunu göndermeyi ihmal etme. Doğurduğumuz çocuklarımızın ruhlarının terbiye edilmesini kendimiz sağlayalım.

Hayatı tarif ederken, doğru tarif edelim. Bü-yükleri tarafından yolu iyi tarif edilen çocuk her şartta kendisini yeniler. Yanlış yola yönelmişse bile zararın neresinden dönülürse kar olduğunu bilir.

O halde hemen yaz aylarında yolu iyi tarif edecek yerlere göndererek iyi tarif edilmiş yol-da nasıl davranılacağını öğrenmelerine yardımcı olalım. Çocukların İslami düşünce tarzına kavuş-malarına destek vermenin, onların İslami hayat tarzını yaşamalarına yardımcı olacağını unutma-yalım.

Hakkı, adaleti, iyiliği ve ibadet ölçülerini ço-cuklarımıza zamanında öğretmeli ve “hayırlı ne-sil” olabilmeleri ve çocuklarda mümin ahlakını inşa etmek için, eğitimlerine zaman ayırmalıyız. Çocuğun eğitimi, eğlencesi, sağlığı, oyunu, ço-cuk ve insan fıtratına uygun tarzda planlanma-lı ve yürütülmelidir. Yaşına göre dini bir eğitim verilmelidir. Vahiyle ve sünnetle tarif edilen ve belirtilen insan inşası çalışmalarını savsak-lanmamalıdır. Hareket noktamız kendi değer-lerimizle çocuk eğitimini nasıl yapacağımıza kafa yormak ve çocuklarımızın iyi insanlar ol-malarını sağlamak için çabalamak olmalıdır.

GELECEK, GÜNÜN İNŞA EDİLMESİYLE GÜZELLEŞİR!Kendi geleceğinin, çocuklarının geleceğinin,

toplumun geleceğinin senin nezdinde bir yeri var

ise; kendinin ve çocuklarının bu gününü ihmal

etme!

Bu günü unutma!

Bu günün gereğini yap!

Çocuklarını eğit, eğittir, terbiye et!

Çirkinliklere karşı duyarlı olmalarını öğret!

Güzel insanlarla arkadaşlık yapmalarını sağla!

Cami ve cematle tanıştırmada geç kalma!

Camide çocuklara bağırıp, çağırıp, kızanlara,

çocukları camilerden kovanlara, onları azarlaya-

nalara mani ol! Camilerin jandarmaya ihtiyacının

olmadığını, dolayısı ile cami jandarmalığına so-

yunmamalarını hatırlat.

Çocuklarını hiç ama hiç ihmal etme!

Anne baba tarafından ihmal edilen çocuklara

kural öğretenlerin başkaları olduğunu unutma!

Eğitip ilgelenmediğin çocukların gelecekte

senin çocuklarının olamayabileceğini daima har-

tırla!

Kendini aldatarak çocuklarına dini bilgileri ak-

tarmada geç kalma!

En kötü şey insanın kendisini aldatmasıdır.

ALDANMA!

30 • Haziran’16 Haziran’16 • 31

Gündem Gündem

Bu Bir ÖzeleştiridirVefa GÜZEL

B ilim inkilaplarından sonra dünyada batıya yönelik hayranlık onun azgınlığını artırdı.

Öyle ki boyutuna bakmaksızın din ile kendini yarıştırıp (haşa) kendini galip gösterme duru-muna dahi itibar buldu. Zira fiziki ilimlerden verdiği somut yasalarla metafiziği alaşağı et-mesi modern devrin akıl ve mantığına (!) ga-yet de uygundu. Oysaki bunu kanıksayan mo-dern insan vahiyden arınmış aklın çok azının kullanılabileceğini tahmin bile edemiyordu. Modernin ve bilimin temsilcisi batının kirli yüzü salt felsefesiyle sınırlı kalmıyordu elbette. Bu-nun yansıması insanları ve onların zihinlerini köleleştirerek vuku buluyordu. Tarih boyu ve dünyanın farklı coğrafyalarında insanlara kimi zaman ‘demokrasi’, ‘özgürlük’ getirmek, kimi zaman güya yoksullukla mücadele etmek, kimi zaman kendini savunmak bahanesiyle, kimi zaman da ‘yavuz hırsız’ tavrıyla arsızca sal-dırarak işgal etmişti. Ve nedense dünyanın geri kalanında “batı yaptıysa doğrudur” al-gısıyla sessizlikle karşılanmıştı. Aynı batının süslü takma tırnağına bir zeval gelecek olsa

yaygara koparıp, kendine tonlarca yandaş çe-kip bununla da saldırganlığını körüklemişti. Bunlar devam ededursun, bir yandan da hem fiilen işgal ettiği topraklarda hem de fiilen gi-remediklerinde dahi; ırk ve dil asimilasyonu ve en önemlisi din/ahlak/maneviyat tahri-batı yapmıştı. Bize ait olanların bize mesafe-sini her geçen gün artırarak uzaklaştırmıştı. Buraya kadar tamam. Hırsız (batı) suçludur elbette ama kapısına kilidi güzelce vurmadan yastığa başını koyan ev sahibi de sütten çıkmış ak kaşık sayılmaz. Şüpheliden kaçınma sünne-tini icra edemeyen müslümanlar batının ya-sak meyvelerinin topraklarına girmesine mani olamadı. Şükür ki Medeniyetsiz bir uygarlığın kimseye faydası olmadığı, işgal edilen zihin-lerin üretim yapamadan tükettiği görülünce anlaşıldı. Modernin karşılık bulamadığı, çözüm üretemediği, yetersiz kaldığı dönemlere gel-dik. Artık batının kendi söküğünü dikemediğini gören Müslüman gençlerin uyanış arzularının ihlasla pratize edildiği zaman prangalarımızı kıracağız inşallah.

Page 18: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

bağımlılık diyebileceğimiz has-talığa kapılmış kişilerin kurtarı-larak bağımsızlığa kavuşturul-ması gerekir. Bugün insanların çeşit çeşit bağımlılıkları vardır. Bunlar açıklamada yoksulluğun tutsaklığı, büyük borç, siyasi tu-tuklu olma, Müslüman olması üzerine terörist sayılanlar vs. diye geçiyor. Ancak Fahreddin Razi bunu çok güzel bir biçimde “İnsanoğlunun tüm boyunduruklarından kurtarılması” olarak yorumluyor. Bu boyundurluk, bu tutsaklık, bu zincirler sosyal, ekonomik veya politik biçim-lerin hepsini kaplıyor. Bu açıdan bakıldığında ümmetin bağımlılık zincirlerinden arındırılma-sı gerekiyor.

Ümmet tutsak! Neye mi? Korkuya, kaygıya, dünyaya, tek-

nolojiye, düşmana…! Her birimizin farkında olduğu veya olmadığı onca bağımlılık, boyun-durluk. İşte bunların hepsine yine bizim el at-mamız lazım. Sadece madde bağımlılığı gibi bir bağımlılıktan bahsetmiyorum. Elbet onla-rın da elinden tutmak gerekiyor. Ama ümmete bakıldığında, pek çok açıdan gruplara bölünüp bu tutsaklıklara el atmak gerekiyor. Bunu da yine kişinin eğitim aldığı dal veya ilgi duyduğu yön olarak ayrıştırabiliriz. Sürekli ben kimim ki, ne yapabilirim ki diyoruz. Ne yapabilirsiniz bili-yor musunuz, önce siz bu zincirinizi bir kenara a t a b i l i r -siniz. Psi-koloji mi okudun, o zaman korkuları-nın tutsağı olmuş-lara sarıl. Diyetisyen misin, o zaman mi-desinin esiri olmuşlara koş. Öğretmen misin, aman benden geçti diyenleri silk. Emekli mi-sin, kahvede çürüyenlere ne-fes aldır. Yeter ki ayağa kalk.

Hani derdimiz bir hadisi hatır-layıp, bir sünneti yeniden ihya etmekti, işte büyük fırsat! Hala bir köleyi azat edebilirsin ve cehennemi kendinden uzaklaş-tırabilirsin. Hem de uzuv uzuv…

Sarp yokuş kadar zor ola-cak! Hangi bağımlılık bir kere de alınır, hangi tutsaklık bir an da sıyrılınır? Ne yapacağım,

nereden başlayayım demeyi bırak ve yanında-ki çocuğun tabletine el at. Ne oynuyor, neler yönetiyor aklını, onun ellerini kurtar teknoloji düşmanından ve teknolojiyi esir etmeyi öğret ona. Yoksa ümmetin her bir beyin snapsı tek tek zincirlenecek, hepsi bağlanacak, bir bir tutsaklaşacağız. Zaten uyuyoruz ve uykumuz epey ağır. Öyle bir seslenişte kalkacak gibi de-ğiliz. Ama sen bir köleyi azat ediyorsun efendi, o gözle yol al! Önce kendine bak ve bağımlılık-larını gözden geçir. Vazgeç! Vazgeçmeyi öğren önce, nasıl bir yol olduğunu öğren, tat. Ancak yıllarca önce kendim deme. İnan ümmetin sana ihtiyacı var.

Şimdi, sen hangi boyundurluğu seçiyorsun? Emperyalizm mi? Kapitalizm mi? Televizyon mu düşmanın, yoksa alışveriş merkezleri mi operasyon alanın?

Ey Müslüman, planın ne senin?

“Fakat o sarp yokuşu göğüsleyemedi. Sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bi-leceksin? O köle âzat etmektir.” Beled sûresi (90), 11-13

Âyet-i kerîmede geçen “akabe” kelimesi, engin bir vadiden yüksek bir dağa doğru çıkan sarp yokuş anlamına gelir. Hayır yapmak, özel-likle bir insanın canını kurtarmak ve her türlü hürriyetten mahrum olan bir köleyi hürriyetine kavuşturmak hiç de kolay bir iş değildir. Onun için bu büyük hayrı başarmak, sarp bir yokuşu göğüsleyip onu aşmaya benzetilmiştir. İnsan olmanın aslı ve esası, insanca bir hürriyete sahip olmaktır. İslâm´ın en yüce gayelerinden biri, bütün insanları kula kul olmaktan kurtarıp Allah´a kul yapmaktır. İmam Nevevî´nin cihad bölümünün hemen peşinden bu bahsi getir-mesi derin bir kavrayış ve anlayışın, bir incelik ve zerafetin eseridir. Çünkü insanın hürriyetini kaybettiği ve esir düştüğü alan daha çok harp meydanlarıdır. Hür olan ve insan onuruna ya-kışır bir hayat sürenler, kendi hemcinslerinin esir ve köle olarak yaşamasına rıza göstere-mezler. Bu sebeple İslâm bir takım cezaların ve suçların keffâreti olarak köle âzat etmeyi şart koşmuştur.

Riyazüs Salihin’de böyle bir açıklamanın ar-dından hadisler geliyor.

· Ebû Hüreyre radıyallahu anh´den rivayet edildiğine göre,

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöy-le buyurdu: “Kim müslüman bir köleyi âzat ederse, Allah Teâlâ onun her uzvuna karşı-lık âzat edenin bir uzvunu cehennem ate-şinden kurtarır. Hatta üreme uzvuna kar-şılık üreme uzvunu da ateşten âzat eder.” Buhârî, Keffârât 6

· Ebû Zer radıyallahu anh şöyle dedi:– Yâ Resûlallah! Yapılan işlerin hangisi daha

faziletlidir? diye sordum,– “Allah´a iman ve Allah yolunda cihad et-

mek” buyurdu.– Hangi köleyi âzat etmek daha faziletlidir?

dedim,– “Sahibi yanında en kıymetli ve fiatı en

yüksek olanı” buyurdular. Buhârî, Itk 2Ayetlerde ve hadislerde bu kadar övülen,

sahabenin bu kadar önemsediği ve yapmakta yarışa girdiği bu ameli, bugünün Müslümanı nasıl yapabilir? Bugün kölelik yok ki? Nasıl bir köle bulayım da cennet hayalleri kurayım?

Başka bir baskıda bu hadisin açıklaması şöy-le veriliyor, hadislerde geçen rakabe tabiri, as-lında boyun anlamına gelir. Böyle denilmesinin sebebi, kölenin mânen boynundan bağlanmış gibi olduğuna işaret etmek içindir. Bugün de

Bu DevirdeKöle mi Kaldı?

Rabia AKTAŞ

32 • Haziran’16 Haziran’16 • 33

Gündem Gündem

Page 19: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

R ecep ve Şabanı mübarek kılan ve bizi Ramazana

ulaştıran Rabbimize hamd edi-yoruz. Bu buluşmanın hamd edilecek bir sonuç olması şüp-hesiz onun manasını idrak et-meyi gerekli kılar. Özellikle de yumuşak din anlayışının ürünü olarak sırf diyetlerle anılan bir ay olarak takdim edilen rama-zan anlayışı bu çabayı daha da önemli kılmaktadır. Hz. Peygamber(as)’in “Oruç tutan öyle insanlar vardır ki, kârları sadece açlık ve susuzluk çek-mektir” buyurmuş olması da Ramazan ayının ve de Oruç iba-detinin üzerinde daha fazla düşün-meyi gerektirir.

Öyle ki hangi yemekten kaç kaşık, hangi tat-lıdan kaç dilim yersek, ramazan ayından istifade etmiş oluruz anlayışına dönüştürülen bir ibadet değildir oruç. Bu haliyle Hz. Peygamber(as)’in “Oruç tut, Sıhhat bul” sözüyle çelişen bir rama-zan ayı da tezahür etmiş olmaktadır. Çünkü bu

tarif, “ancak uygun diyet listesiy-le, ramazan kazasız belasız geçi-rilebilir. Aman dikkat haa!” so-nucunu doğurmaktadır. Mesela iftarda midemizi bozabilecek yemek çeşitlerinden daha fazla imanımızı bozacak tehlikelerden bahsetmek gerekir ramazanda. Aksi, istikamet sapması olacaktır ki; yolcular hedefledikleri men-zile asla ulaşamayacaktır.

Oruç sayesinde yoksulların halini daha iyi anlamak tabii ki mümkün olsa da manayı tek bu maddeye indirgemek de doğru değildir. Nitekim bu haliyle oruç, evvela Müslümanların maddi du-

rumları daha iyi olanlarına yönelmiş bir ibadet halini alır. Ancak oruçtan tüm Müslü-manlar olarak çıkaracağımız dersler bulunuyor. Burada biz Müslümanların gözden kaçırmaması gereken husus, gidip parayla aldığımız yemekle-re, Allah’ın meşru kıldığı şekilde karı-koca olan eşlere dair, bizim dışımızda bir otorite olarak Allah’ın özel ulaşılabilirlik şartları koyduğudur.

Yusuf Talha AVCI

Kulluk Merceği

Ramazan

Bizlere düşen görev, genç nesillerimize

ramazanın anlamını ulaştırmayı medyanın

popüler anlayışına teslim etmemektir.

İftarlarımızda evimizin kapılarını

komşularımıza, akrabalarımıza,

dostlarımıza açarak aslında onlara gönül

kapılarımızı açmaktır.

Öyle ya, kimsenin bizi dolabımızda olan yemeği yemekten, eşlerin birbirleriyle yakınlaşmasın-dan men etmeye hakkı yokken, buna kalkışana “sana ne?” derken, Allah buna müdahil olmuş-tur ramazan ayında. Yani aslında “elimizdedir, bi-zimdir” dediğimiz nimetlerin asıl sahibinin Allah olduğunu hatırlarız ramazanda. Bu açıdan orun içerisindeki tevhid vurgusu şiddetle karşımıza çıkar.

Ülkemizde 23 Nisan da Devlet erkanı koltuk-larını belli süreliğine çocuklara devrederler. Yani bir günlük, temsili, sonradan kayboluveren bir makamdır bu. “On bir ayın sultanı” olan Rama-zan ayının sultanlığı ise bu temsildeki gibi bir aya mahsus, diğer on bir ayda hükmü ortadan kalkan bir sultan-lık değildir. Ramazanı, içerisin-de Kur’an’ın indirilmeye baş-lanmasından dolayı “Kur’an Ayı” olarak da tanımlayabil-diğimiz malumdur. Nasıl ki inen bu Kur’an mümin için asla belli bir saatlik-gün-lük değil de tüm bir ömür için geçerli olacak kaideler barındırıyorsa; ramazan ayı atmosferi dediğimiz ortam bir mümin için yılın geri kalanında da özlenen, hedeflenen bir ortam-dır. Yani mümin tabiri caizse, ramazan ayı güneşli açık geçen, diğer ayları ise kara bulutlu yağışlı fırtınalı geçen insan olarak tanım-lanamaz. Ramazan ayında dikkat ettiğimiz gü-nah-sevap çizgileri, edinmeye çalıştığımız güzel hasletler ramazan sonrasında unutulup gitme-melidir. Bu ay, “otuz günü geçir kurtul” mantığı-na bürünmüş bir paket ibadet halini almamalı, ramazanda farklı bir hayat tarzı ramazandan sonra farklı bir hayat tarzı anlayışı meşrulaşma-malıdır.

Burada eleştirdiğimiz asla ramazan ayında biz Müslümanların Rabbimize yönelişinde bir yo-ğunlaşma olması değildir. Rabbimiz günde beş defa vakit namazlarıyla, haftada bir defa Cuma

namazıyla, ömürde bir defa hac ile dağılan biz-leri toplamaktaysa; yine Ramazan ayı ile de yılda bir defa safları seyrekleşen, dağılan bizleri topla-maktadır. Tıpkı bir mercek gibi. Güneşin altında-ki mercek, kıvılcımı çakacak enerjiyi kendi bün-yesinden üretmez. Bu enerjiyi ortaya çıkaran şey, merceğin dağınık olan ışınları bir noktaya odak-lamasıdır. İşte ramazan ayı da bizim arası açılan, dağılan kulluğumuzu, ibadetlerimizi, bilincimizi toplamaktadır. Bizi hedefimize odaklamaktadır. Bize, bizi ve de Rabbimizi hatırlatmaktadır.

Bizi toplaması gereken Ramazan ayında, bünyemizde bulunan saydığımız ve ek-

lenebilecek farklı idrak kaymaları sebebiyle ne kadar toplanabil-

diğimizi, odaklanabildiğimizi düşünmeliyiz. Bu ramazanda

üç genci bahane eden İsrail, Gazze’de nice kardeşleri-mizi bombalamakta, Doğu Türkistan’da kardeşlerimi-zin oruç tutmaları Çin zul-

müyle yasaklanmaktadır. Suriye, Mısır, Irak ve nice

coğrafyada da kardeşlerimiz zulüm altında inlemektedir. Bu

ümmetin alimleri, önderleri bu kan-ların ramazan ayında bari akmaması adına

bir şey yapamayacak konumda mıdırlar? Bu ka-dar mı dağıldık?

Bizlere düşen görev, genç nesillerimize rama-zanın anlamını ulaştırmayı medyanın popüler anlayışına teslim etmemektir. İftarlarımızda evi-mizin kapılarını komşularımıza, akrabalarımıza, dostlarımıza açarak aslında onlara gönül kapıla-rımızı açmaktır. Bu ayı, kendisine büyük anlam katan Kur’an ile hemhal olarak geçirmektir. Yar-dım ellerimizi ve gönüllerimizi kardeşlerimize, ümmete açmaktır. Selametle…

“Dağıldık, topla bizi ya Rabbi!”

34 • Haziran’16 Haziran’16 • 35

Gündem Gündem

Page 20: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

edebiliriz ki, aşkın bu belirtilerinin nefsi, şehe-vi dürtüler ile bir ilgisi yoktur, bilakis sevenin, sevdiğine duyduğu masumane ilginin ve alaka-nın birer göstergeleridirler. Bu belirtiler kimi zaman insanın duygusal-hissi dünyasının üst düzey hararetli olduğu, kimisi de duygusal-his-si dünyasının olağan halinde kendini göstere-cek belirtilerdir. Ama esas dikkat edilmesi ge-reken nokta şudur; aşığın, aşık olduğuna dair belirtileri, aşık kimse, kendisi anlayamayabilir; umumiyetle aşık kimsenin muhitindeki dost, arkadaş ve yakınlarından birilerinin farkına va-racağı belirtilerdir. Ve yine belirtmemiz gerekir ki, burada zikredilen ve burada zikredilmeyen belirtiler her zaman aşık kimsede farkına vara-bileceğimiz seviyede olmayabilirler de… Çünkü aşk dediğimiz vakıa olağan, tabii, kendi mecra-sını bulacak bir su misali olduğu için belki de tasvir ve teorilerimize birebir uymak zorunda değildir. Bunlar sadece umumiyetle de bilinen ve de dışarıdan müşahede edilebilecek vakıa boyundaki hususlardır.

Evet… Aşk, öyle bir vakıaya maliktir ki, aşık-ların huylarını benzeştirir, bazı hususiyetlerini yaklaştırır, ortak hususiyetlere dikkat çektirir. Aşka verilen emeğin güzelliğini aramak, peşi sıra gitmek lazım gelir. İnsan ne kadar sevgi, saygı, emek isterse, aşk da ciddi bir şekilde öz-veri ister, üzerine titrenilmesini ister. İsteme-sinde de ziyade gereklilik arz eder!

İnsanın karşı cinse olan ilgisinin en güzel, en saf, en arı formlarından biri olan aşk, bu manada gerçekten emek ister. Emeksiz bir aşk gerçekten tasavvur edilmesi güç bir aşk-tır. Emek vermek deyince akla hemen, aşkın insanı yoran, bitkin düşüren, acı veren bir şey mi olduğu, gibi sualler gelebilir. Mevzunun bu kutbu da başlı başına kafa yorulması gereken bir kutbudur. Aşk, acı çekmek midir... Acı çekil-meyen aşk, aşk mıdır... Bu ve benzeri suallerin, bazı zamanlar kimilerinin dillerinden döküldü-ğüne şahit oluruz. Yine aynı şekilde cinselliğin, aşk ile ilgili konumu veya evliliğin, aşk ile ilgili konumu veya kavuşmanın, aşk ile ilgili konumu gibi meselelerin müzakere edildiğine şahit olu-ruz. Aşk eğer insanın tabii görünümlerinden, en sezgisel ve ters orantılı bir düalist ilişki bi-çimine malik olan görünümlerinden biri ise bu

aşk ile ilintili diğer meseleler de pek tabii mü-himdir. Aşkta acı çekmek esas değildir, aşk sev-giliyi kavuşma olsun veya olmasın özleme nasıl dâhil ediyorsa iyi ve mutlu hallere de dâhil et-mesi de beklenir. Tabi buradaki beklenti mutlak bir beklenti değildir, kavuşma gibi haller aşkın getirilerinden olduğu takdirde müspette buud-da bir beklenti olması ihtimalidir. Hiçbir sıkıntı verecek duruma düşmeyen aşıklar için her şey gül bahçesidir, aşktan ötürü acı ve sıkıntılarla karşılaşmayanlar için geçerlidir bu durum.… Ama peki ya kavuşamayanlar? Buluşamayan-lar? Buluşup da mutluluğunu tatmin edecek kadar bir arada kalamayanlar? Tabii bir de ko-nuşamayanlar var… Aşk samimiyet gerektiren bir duygudur. Samimiyetin mevcudiyeti yok ise aşkın varlığı ile ilgili derin derin tefekkür etmeli insan… Samimiyetin olduğu yerde ise insan hayatında yeri olan bir çok vakıa aşık-ların, aşklarının tazelenmesi için birer vesile-dirler. Böyle bir samimiyeti kuşanmış aşıkların aşklarında ise cinsellik gibi meseleler aşıkların aşklarının bir parçasıdır. Hal böyle iken yine parça-bütün ilişkisine gelmiş olduk ama bir de bütüne taalluk buudundan, ‘parça’ların parça-lığına oranı da mühimdir. Cinselliğin, ne eksik ne fazla kabilinde; aşıkların, aşkları için güzel-likten, pekiştirici bir vakıa olmaktan öteye veya beriye geçmez, bu değini cinselliğin, aşk veç-hesinden yorumlanışı. Evliliğin ise aşkı öldü-rüp öldürmediği meselesi; yapmacık, kof, heva odaklı aşkların meselesidir normal şartlarda. Aşka saygısı olmayan bir neslin ise idrakinin kapandığı, idrak edemeyeceği bir meseledir bu. Daha çok kavuşma merkezli şiirlerde yer bulmuş bir mevzudur esasında; yine de diye-biliriz ki hakiki sevgiyi bir libas gibi üzerlerine çeken aşıklar için normal şartlarda, kavuşma gibi müspet ve aşıkların, hoşlarına gidecek durumlar, aşıkların, aşklarını perçinleyen du-rumlardır. Kavuşamamanın verdiği aşktan do-layı olan acıdan zevk alanlar ise tabii ki burada söz dışıdırlar. Aşıklara acı yaşatan aşkların ise emek verilmeyi daha çok hakketmeleri; aşık-lara acı yaşatmayan aşkların emek verilmeye değmeyeceği manasını taşımaz.

İ bn Hazm, aşkın on yedi belirtisini kaydeder. Aşkın belirtileri tabi sıradan belirtiler, çocuk

ağlaması gibi belirtiler değildir. Aşkın mücer-ret dünyası bu kadar hacimli olacak da aşkın belirtileri sıradan göstergeler olmayacak ya; zeyl olarak şunu da işaretleyelim ki, aşkın be-lirtilerinden basit görünüme malik olanlar ise görünümleri kadar basit değildir, çünkü aşkın belirtileri olarak vasıflandırılan belirtiler, aş-kın vakıasına nispet içerisindedir, aşk belli bir plan, program tanımaz, zahiren basitliği batın-daki basitliğini gerekli kılmaz… İlk üç belirtiyi, âşık olmadan önce gözlemlenebilecek belirti-ler olarak tavsif eder İbn Hazm ve kendisinin işaretlediği aşkın belirtileri şunlardır; Sevgi-liyi derin derin izleye kalmak, sevenin sadece sevgiliye söyleyebileceği şekilde anlatacağı şeylere malik olması, sevenin, vermeye elinin gitmediği mallarını bir anda başkalarına dağıt-maya başlaması, sevenin, sevgili ile geniş ve açık bir alanda değil dar bir yerde buluşmak-tan sevinç duyması, sevgililerin her birinin, di-ğerinin elindeki nesneyi ele geçirme yollarını

araması, sevgiliye doğru sevgi ve şefkatle eğil-meye cehd etmek, sevenin, bir tek sevdiğinin anlayacağı şekilde sevdiğine gizlice göz işareti yapması, konuşma sırasında sevenin sevdiği-nin eline dokunmaya cehd etmesi, sevgilinin artığını içmek, sevgililerin sevgileri ve aşkları büyüdükçe mühim olmayan, tabiri caizse fın-dık kabuğunu doldurmayan meselelerden do-layı birbirlerine sataşıp anlaşmazlığa düşerler, sevenin sevdiğini ismini sık sık ve kendi ken-dine tekrarlaması ve bundan hoşnut olması, sevenin yalnız başına, kimse olmadan kalmayı sevmesi, belki de buna dair içinden bir isteğin tekevvün etmesi, sıtma gibi insan hareketlerini engelleyen hastalıklardan birine düçar olmak, yürüyüşe çıkmak, meşhur tabirle manasız vol-ta atmak, uykusuzluk, sevenin kendi ailesine ve yakınlarına gösterdiğinden daha fazla ilgi, ala-ka ve sevgiyi sevdiğinin akraba ve yakınlarına göstermesi, gözyaşı akması, sevgiliye olan ilgi-nin sevgilinin bütün hal ve hareketlerinin göz-den kaçırmayacak şekilde iyiden iyiye izleme-si ve hatırda tutması… Rahatlıkla müşahede

Yazı Dizisi 2

Aşkın Felsefeyeİhtiyacı Var mı?

Ali Tarık PARLAKIŞIK

36 • Haziran’16 Haziran’16 • 37

Yazı Dizisi Yazı Dizisi

Page 21: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

İnsan ancak bilerek seçerek yaptığından so-rumlu değil mi?

Gönlünde saklı tuttuğu, susup söylemediği sözlerden dolayı bir insan kınanabilir mi?”

Bu, iffeti kuşanan bir pervasız dava adamı-nın kalbidir ancak. Sıradan bir hayat süremez zaten böyle bir adam... Onun kalp, fikir, ide-al, akıl davasınındır. Aşkı, sevgisi, özlemi ise parça-bütün ilişkisi içerisindedir ve sevincini de, hüznünü de hakiki olarak yaşar. Haliyle tabii bir halde gerçek samimi, ciddi bir aşk ve sev-giyi de böyle bir dava adamı yaşayabilir. Çün-kü hissi düzlemde her nevi müspet ve manevi form ve olgulara muhataplığı, olgun bir seviye arz eder. Dava adamı, Allah’tan, Dünya’da da, Ahiret’te de iyilik ve saadet ister. Dolayısıyla nefsinin şehevi arzularına kapılmadan, arı ve temiz bir nazar ile Dünya’ya nazar eder. Ha-liyle haram hudutlara bulaşmayacağı bir halde gerçek aşkı hisseder. Zaten böyle arı ve temiz bir kalp gerçek aşkın hakkını verebilir. Buradan mülhem, İslamcı dava adamı, korkmaz ve sev-diğini bilir ve bu sevgisini en ciddi, en gerçekçi ve hakiki, insan fıtratına yaraşır şekilde en hissi ve duygusal şekilde kuşanır. Sözün arkasına ve önüne başka sözler eklemez, gider ve gereği-ni, gerektiği şekilde yapar. Canıyla ve kanıyla yapar hem de; bunun tersini tefekkür bile ede-mez. Bundan gayrisini ihanet sayar.

Mevzumuza dair devam sadedinde farklı buudlardan mevzuu ele alırcasına ilerlersek…

Bir bedeviye soruldu: “Maşukunu ele geçir-diğinde ne yaparsın?” Bedevi dedi ki: “Gözümü yüzünden, kalbimi sohbetinden hazlandırırım. Onun, Allah’ın sevmediği ve sadece helalinin yanında açılmasına izin verdiği yerlerini ka-patırım.” Dediğini her hali göz önüne alarak mı söylediği yoksa gelişi güzel bir şekilde mi söylediğini idrak etmek istercesine bedeviye tekrar soruldu: “Peki daha sonra onunla hiçbir zaman bir araya gelememekten korkarsan?” Bedevinin bu ikinci suale cevabı oldukça vakur bir üslubu andırır bir şekilde yerinde bir cevap: “Kalbimi onun sevgisine yaslarım ve bu çirkin fiili yaparak ona ahdimi bozmam.”

Eskilerden mühim bir kıssa, yine hem aşkın iffetini hem de aşkın sadakatini ışıldatacak bir kıssadır. Abid bir genç Basralı bir kıza aşık olur

ve abid genç, kızı istemesi için birilerini gönde-rir. İlginçtir gencin aşık olduğu kız kabul etmez ama başka bir şey isterse yapacağını belirtir. Bu haber gence geldiğinde genç, der ki : “Sub-hanallah! Seni günah olmayan bir şeye çağı-rıyorum. Sen ise beni hoş olmayan bir şeye davet ediyorsun.” Bu cevabına karşılık kız der ki: “Sana, bende olanı söyledim. Artık istersen yaparsın, istemezsen yapmazsın.” Bunun üze-rine hayalleri yıkılmış ama iffetinden de taviz vermeyen gencin ağzından şunlar dökülür:

“Ben ondan helalini istiyorum, O ise kalbimi istemediğim harama çağırı-

yorFiravun hanedanını (Allah’a) davet eden

(Musa) gibi Onlarsa onu günahlara çağırıyorlardıGayretleri nedeniyle sonsuzluktaki nimetle-

re kavuştu Onlar ise Cehennem’e ateşle gittiler”Gencin zina ile arasına koyduğu mesafeye

şahit olan kız haber gönderir: “Ben senin iste-diğin hal üzere sana teslim oluyorum.” Genç ise der ki: “Kendisini itaate çağırdığımız, ken-disinin ise bizi günaha çağırdığı kimsenin bize bir gereği yok.” Ve:

“Aşk halinde Rabbi’nin murakabe etmeyen İçindeki imanla O’ndan korkmayandan ha-

yır yoktur Takva aşk yollarını engellediÇünkü takva sahibi (Rabbi’yle) buluşma vak-

tindeZelil olmaktan korkar”Eskilerden birinin şu şiirsel anlatımı hulasa-

nın hulasası nispetinde aslında:“Aşkım beni bir kötülüğe davet edecek

olsa Beni mutlaka hayam ve şerefim engel-

ler Ne bir kötülüğe uzandı ellerim Ne de kötü bir yola gitti ayaklarım.” Ahmed b. Hanbel, iffeti kuşanan delikanlının

portresini çizercesine der ki: “Asıl delikanlılık, arzuladıklarını (haramdan) korkundan dolayı terk etmendir.”

Eskilerden biri şöyle dedi:“Onu da sevgimle uğraştır, Rabb’im! Onunla

uğraştırdığın gibi kalbimi, ki hafiflesin derdim.”Bir başkası da, Selma isimli sevdiği kimse

ile ilgili olarak şöyle dedi:“Bölüştürmezsen aramızda Rabb’im, aşkı İki parçaya eşit, bari ayrılığına beni dirençli kılVe bir teselli ver onun ardından. Hamd ile öveyim seni, kalbimi al Selma’dan”Modern dünyada artık aşkı hissetmek de

ayrı bir zorluk barındırıyor. Aşktan söz etmek bile zor iken, aşkı hissetmek de ne demek, değil mi? Öyle ya kapitalist kültürün içimizde yeşerttiği keşmekeş mekânda, bu kapitalist telakki aşkı ne yapsın, nasıl anlasın ve hatta neden anlasın? Nedendir, aşkın tek fonksiyonu kapitalist tüketime destek olması olabilir… Biz aşk dediğimizde; mücerret, ulvi, insanın birebir insanlığına ait olan bir vakıadan söz ediyoruz. İnsan bir bütündür, aşkın vakıası ise bu bütün-den bir parçadır. Dolayısıyla, bu parça-bütün ilişkisi nazarımızda ve nazariyemizde bir ağır-lığını hissettirmelidir. Seküler dünya görüşü, rasyonalist akıl, pozitivist bilim, kapitalist tüke-tim/ekonomi modeli, modernist hayat telakki-si; bizim anladığımız ve anlamlandırdığımız/manalandırdığımız şekilde sevgiye ve aşka muhatap olamaz. Estetiği ve insanın idrakini öldürür. İslami aklın telakkisinden mahrumiyet bu manada aşkı da öldürür.

İslamcı dava adamı! Evet, hüviyet ve hü-viyetin işlerliği, tedaisi ve zemini tam olarak bu… İslamcı dava adamı, hayatının her alanı-nı; âlemlerin Rabb’i Allah’a adar. İslamcı dava adamı, ideallerinden hayat zevki alır ve de ideolojik şuuru sayesinde, İslamcı dava adamı pervasızlaşır. Ve bir korkusu, bir endişesi, bir çekincesi yoktur. İslamcı dava adamının kor-kusu, endişesi, çekincesi , hissi bütünüyle da-vası ile ilgilidir… Davasının seyrindeki gidişat, İslamcı dava adamının neşesi veya hüznüdür.

Esasında durum açıktır... Mevcut kültürel ve felsefi mekân, her mevzu ve meselede olduğu gibi aşkın da altını oymanın derdini taşıyarak temeliyle oynar, zeminini bozar, saflığını pör-sütmeye demir atar. Aşkı yok etmek ister; lakin sadece ve sadece, İslami dünya görüşü gerçek aşk, sevgi ve gerçek aşk ve sevginin muhitinde-

ki hakiki telakkiyi sunabilir. İslamcı dava adamı pervasızdır; dedik ya... İşte sevgisinde de per-vasızdır, İslamcı dava adamı.

Çünkü Müslüman, Rabbi’nin, kendisine ver-diği helal ve haram ölçülerden nazarını bilir, nazariyesini bunun üzerine kurar. İdeolojik şu-uru, İslamcı dava adamını nasıl pervasız, rahat ve olgun kılıyorsa gönlü de o kadar pervasız, rahat ve olgundur. Çünkü İslamcı dava adamı, hudutlarını nerede, ne yapacağını ve yapma-yacağını bilir. Kalbi laubalilik ve ihanet barın-dırmayan bir kalptir ve de kendi içinde Allah’ın çizdiği hudutlara uyduğu için (de) hesap verici de değildir.

Sevgisinde, aşkında samimidir, kuvvetli bir şekilde his ve özgüven taşır. Kalbine ihanet et-mesinin ne kadar büyük bir fecaat arz edece-ğini bildiği için kendine ihanet etmekten de o kadar korkar… Hatta korku o derecede bir kor-kudur ki, zaten pervasızlığı da buradan mem-baını bulur. Tabii İslamcı dava adamını, kalbine ve (aşkın felsefesini yapan büyük adamların üzerinde durup ifade ettikleri kavram ile) sev-gilisine olan iştiyakı; aşkın ve kavuşmanın önüne büyük büyük engeller koyan bir dünya anlamaz. Böyle bir dünya, böyle bir aşkı anla-yamaz. Böyle bir aşkı saf ve derin bir havsala idrak edebilir. Velhasıl, İslamcı dava adamının aşkı bir başkadır, mertçe bir aşktır.

İbn Hazm şu ifadeleri ne kadar da yerinde-dir;

“Senin yüzünden, aşk nedir bilmeyen insan-lar tarafından ayıplandım; ama ne önemi var benim için? İster beni ayıplasınlar, ister senin hakkında sussunlar.

Her tür cinsel eğilimden vazgeçip, kendini dine verdiğini söylüyorlar.

Bunun tam bir ikiyüzlülük olduğunu söyle-dim onlara; açıkça söyleyeyim, benim gibi bir insan ikiyüzlülerden nefret eder.

Muhammed, aşkı ne zaman yasakladı? Kut-sal kitabımız Kur’ân’da böyle bir yasak var mı?

Eğer, Kıyamet Günü, şaşkın bir yüzle beni Allah’ın huzuruna çıkaracak haramlardan biri-ni işlemedikten sonra,

Aşk yüzünden beni ayıplasalar da hiç umu-rumda değil. İster arkamdan gizlice ayıplasın-lar, ister yüzüme karşı…

38 • Haziran’16 Haziran’16 • 39

Yazı Dizisi Yazı Dizisi

Page 22: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

yarasaydı 200 yıllık Batılılaşma çabası bir sonuç vermesi gerekirdi. Ahmet Hamdi Tanpınar ise bu konuda “Yıkmak, yapmak için olsa dahi daima za-rarlıdır ve hakiki yapıcılık ilave etmektir.”2demiştir. Batılılaşma kültür yıkımı yapmıştır, bundan dolayı gelişmişliğin esamesi dahi görülememiştir. Geli-şim ancak toplumla yapıldığında sonuç verir.

BATILILAŞMA ADINABilindiği üzere batılılaşma süreci Tanzimat ile

başlamıştır. Tanzimat (Gülhane Hatt-ı Şerif-i) 3 kasım 1839’da Hariciye Nazırı Koca Mustafa Re-şit Paşa tarafından Abdülmecid zamanında okun-muştur. Tanzimatla devlet kurumlarında pek çok yeniliğe gidilmiştir. Sistemde pek çok değişiklik-lerin oluşması hem tabanda hem de uygulamada epeyce sorun yaratmıştır. Batılılaşma kurumlar-dan halka doğru indirgenmeye çalışılmıştır. Na-mık Kemal ise Tanzimatla ilgili şu değerlendir-meyi yapar;

“Tanzimata şairane ve duygusal bir gözle ba-kanlar ülkemizde ikiyüz yıldan beri haksız yere dö-külen kanları müsadere olunan malları ve ayaklar altına alınan namusları düşünür ve bir yeni dü-zenlemeleri göz önüne alır ise, Gülhane Hattı’nı beşeri hukukunu korumak için yapılan bir ‘adalet mucizesi ‘ olarak görür. Fakat olayları her türlü yönüyle görmeye çalışanlar ise Tanzimat’ı özü hukukla ilgili olmayan, sırf ‘siyasi’ bir eser olarak kabul eder”3

Reformlar bürokratik seçkinler tarafından devleti muhafaza için tetiklenmiş ve aynı zaman-da “yukarıdan” dayatılmıstır. “Batılılaşma” olarak adlandırılan reform politikası Osmanlı toplumun-dan yükselen taleplerden ziyade imparatorluğa etki eden dış faktörlerden dolayı ülke gündemine girmistir.4

Böylelikle Tanzimat’ın aslında gösterilen amacı gütmediğini Tanzimat’ın yapılmadığını si-yasi güçlerce yaptırıldığını anlıyoruz. Osmanlıyı uygar bir düzene götürme çabasındaki bu iyi ni-yetli kesim (batıcı), devleti ve toplumu Batılıların müdahelelerine açık bir duruma getirdiler. Ken-di ülkelerindeki azınlıklara tanımadıkları hakları Osmanlı’dan isteme cüreti gösteren Batı tavizlere doymuyordu. 5

Tanzimatı takip eden ve Batılılaşma adına yapılan I. Meşrutiyet ve II. Meşrutiyet de benzer amaçlarla yapılmış ve benzer sonuçları doğur-muştur. Batının oluşturduğu muhteşem geliş-

mişliği isteyen her millet onların yaptıklarını yap-maya ve taklit etmeye itilmiştir. Bu durum dünya üzerinde de tek tip insan yetiştirmeye ve Batıyı kutsal sayıp her yaptığını doğru kabul eden zih-niyetler ortaya çıkarmıştır. Onları onaylamayan veya uyum sağlamayan birey ve toplulukları ‘ge-rici’ damgasıyla damgalamıştır. Bu insanlar ‘çağ-dışı’ kabul edilmiştir ve ötekileştirilmiştir. Onların fikirleri üzerinden ilerlersek anlaşılan çağ artık Batı’nındır, tüm toplumlar ve etnik yapılar batının çağını yaşamak zorundadır; onun geleneğini, kül-türünü, onun doğrularını yaşamalıdır.

OSMANLI’DA BATILILAŞMANIN SOSYO-KÜLTÜREL SONUÇLARI

Batılılaşma sosyo-kültürel açıdan Osmanlı’da bir çok değişikliğe sebep olmuş yüzyıllarca süre gelen bir çok alışkanlıkları ortadan kaldırmıştır. Öncelikle Tanzimat ile Osmanlı’da var olan sosyal sınıflarda -tebaa(yöneten) ve reaya (yönetilen)- değişiklikler meydana gelmiştir. Reaya tarımla geçinir, topraklar devlet mülkünde olduğundan gelir düzeyleri birbirlerine yakındır. Tebaa ise yük-sek gelire sahip olup vergi ödemezdi.

Tanzimatla gelen düzenlemeler doğrultusun-da taşradaki reayanın tebaaya geçmesiyle artık Osmanlı toplum yapısına burjuvada eklenmiştir.

Bu uygulamalarla sınıfsal fark her ne kadar azaltılmaya çalışılsa da ortaya keskin bir çizgi çık-mıştır. Modernistlergenelde halkın zengin kesimi veya aydınları olup toplumu ötekileşmeye çalış-tılar. Hem Tanzimat döneminin hem de Abdülha-mid devrinin edebiyatçıları ve siyasetçileri yaban-cı bir kültürü benimseyerek kendilerini halktan izole ettiler. Birinci Balkan Savaşı devam ederken yayınladığı Kendi Nokta-i Nazarımdan Hukuk-ı Dü-vel adlı kitabında uluslararası hukukun tek değil çift olduğunu ileri sürüyordu. İlki Avrupalılara, di-ğeri ise Osmanlı ve Müslüman Dünyasının içinde bulunduğu “öteki”lere uygulanıyordu.6 Bu zihniyet toplumu ciddi anlamda bölmüş, yöneten ve aydın kesim halkına düşman ya da ‘koyun’ olarak gö-ren bireylerden oluşmuştur. Halkın iradesini, de-ğerlerini, geleneklerini hiçe sayarak kendi halkını ‘cahil’ olarak adlandıran sapkın zihniyetler ortaya çıkarmıştır.

Modernleşme ile iki tip aile yapısı oluşmuştur. İlki genelde ulema sınıfından olan şer’i hukuk çer-çevesinde ailesini yöneten İslamiyet etkisinde ve daha çok geleneksel ailelerdir. Bu aileler zaten

“Batılılaşma” kavramı Fransız İhtilali ve Sanayi İnkilabı ile ortaya çıkmış bir akım olup, Batı’nın teknolojik ve ekonomik anlamda ki gelişmeleri buna bağlanmıştır. Batının Rönesans ve Reform ile birlikte gelen hızla gelişmesi tüm dünyayı ken-dine hayran bırakmıştır.

Osmanlı Devleti’nde yükseliş döneminden sonra pozitif bilimlere olan ilginin ve yoğunlaşma-nın azalması, devlet sistemindeki çatlaklar, güç ve toprak kaybetmesi devleti ekonomik anlamda büyük bunalıma itmiştir. Bu bunalımla süre gelen sorunlar, kaybedilen topraklar ve devlet kurtarma çabasıyla Osmanlı arayış içine girmiş ve kendini sorgulamaya başlamıştır. Bu sorgulama Batı’nın “muhteşem” çerçevesinde görülen resmi ile bir-leşince “Batılılaşma” fikri ortaya çıkmıştır. Bu fikir akımı sadece bizden kaynaklı değil, Avrupa bas-kısıyla da dayatılmış yüzyılların intikamı, “hasta adam”dan kültür sömürüsüylealınmıştır.

Osmanlı bulunduğu zor durumdan kurtulmak için Avrupa medeniyetlerinin isteklerinin bir ço-ğuna boyun eğmek ve razı olmak durumunda

kalmıştır. İlacı düşmanlarımızın reçetelerinde arayarak büyük bir hataya düşmüştür. Özellikle Osmanlı-Rus savaşındaki mağlubiyetimiz bardağı taşıran son damla olmuştur. Acaba Osmanlılar, Japonların yaptığı gibi Batı’nın tekniğiyle yetinip kendi değerlerini saklı tutabilir miydiler? İslamcı şair Mehmet Akif, bu tezleri 1908’den sonra or-taya atan belirgin kişiler arasında yer alır. 1 Fakat Batı hayranı aydınlarımız batının gelişmişliğine ulaşabilmek için sadece teknolojisine değil tüm kültürüne bir hayranlık duymuştur. Türk halkına empoze edilmeye çalışılan asıl gelişmişlik değil, Batı’nın sosyo-kültürel yapısı olmuştur. Böylece Türk insanı Batılılaşma sürecine girmiş ve hala aynı çaba içerisindeyoğrulmaktadır. Halbuki re-fahın kültürle hiç bir bağlantısı olmadığını çöze-meyen bu insanlar, bu durumu abartarak bin yıllık süre gelen gelenekleri, alışkanlıkları, örfleri bir kenara itmiş “kopyala-yapıştır” metoduyla geliş-mişliği elde etmeye çalışmışlardır. Bu durum gü-nümüzde hala devam etmekte işlevselliği olma-dığı anlaşılamamaktadır. Halbuki bu yöntem işe

OSMANLIDA BATILILAŞMA “GEREKLİ”LEŞTİRİLDİ Mİ?

Zeynep CANDANOĞLUKocaeli Ali Fuat Başgil Sosyal Bilimler Lisesi

40 • Haziran’16 Haziran’16 • 41

Tarih Tarih

Page 23: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

Osmanlı’nın genel aile yapısıdır. İkincisi ise mo-dern aile tipidir. Bu tip gelenekselciliğe karşı olan ve dini anlamda pek hassasiyetleri bulunmayan ve kadını toplumsal alanda gündelik hayatta yer almasını savunan yapıdadır. Batılılaşma sonucu ortaya çıkan bu aile yapısı zaten kendilerine ön-der olarak Batıyı benimsediğinden onlara ben-zeme çabasi azami düzeydedir. Bunların sonucu olarak Osmanlı kültüründen alışıla gelinmemiş kadınlı-erkekli organizasyonlar oluşmuştur. Halit Ziya Uşaklıgil 1880’lerde, İzmir’de buna benzer bir Batılılaşmaya karşı koyma olayını anlatıyor. O zamanlar yayımladığı bir dergide “Tuvalet Masa-sı” adı altında bir seri çeviriye yer verdi. Bu yazı-lar, temizlik ve süslenmeye ilişkin bir takım öğüt-ler veriyordu: Hangi süngeri tercih etmeli, hangi taraklar saçları daha sıhhatli tutar gibi. Bu seri bütün İzmir’de özellikle meslektaşları arasında, bir alay konusu oldu. Halit Ziya’ya göre “evde bir tuvalet masası değil, bir tarakla bir fırça bulundu-rulması görülmeyen bir zamanda” böyle bir karşı koyma beklenirdi. 7

Eğitim penceresinden bakıldığında ise önce-den bir olan bilimler pozitif ve dini olarak ayrılmış ve okutulan medreseler ayrılmıştır. Batılılaşma-nın bir sonucu olarak kişiler tercih yapmak zo-runda bırakılmıştır. Kişi ya dini eğitim ya pozitif bilimlerin eğitimi alma arasında bırakılmıştır. Batı özentiliği ile özellikle kız çocukları yatılı Fransız okullarına gönderilmiştir. Eğitimini yabancılardan alan çocuklar ne kadar ülkelerine kültürlerine bağlı kalabilirler? Batılılaşmayla eğitimde köklü değişimler meydana gelmiş bu değişiklikler yıl-lar sonra din ve bilim ayrımını ortaya çıkarmıştır günümüzde dahi bir bireyin hem dindar hem de eğitimli olabilme fikri alışılmamıştır. Halk dindar ve cahildir onları yönetenler, sanatçılar, aydınlar modern ve kültürlüdür algısı empoze edilmeye çalışılmış ve böyle bir yargı oluşturulmuştur.

SONUÇOsmanlı’da Batılılaşma amacını sapmıştır. Asıl

yapılmak istenen devleti kurtarmak ve refaha erdirmekti. Fakat Batı’nın baskısı ve Batı hayran-larımız bu durumu tamamen yanlış anlamasıyla amaçlanan gelişme sağlanmadığı gibi bir çok kül-türel ve dini değerlerimizi kaybetmeye yüz tuttuk ve hala Batılılaşma’dan bir sonuç alınamaması-na rağmen dejenere olamaya devam ediyoruz. Bir çok araştırmacı Osmanlı İmparatorluğu’nun

gerilemesinin ardında yatan asıl sebebin ‘eko-nomik’ çıkarlarda aranması gerektiğini düşün-mektedir. Batı’nın giyim-kuşamını ya da kurum-larını almakla, Osmanlı Batılılaşmamış bilakis Batı’ya olan bağımlılığını gözler önüne sermiştir. Batı’nın uzun süren gelişimiyle ortaya çıkan ürün-ler Batılılaşma’nın sebebi sanılmıştır. Halbuki bu ürünler sonuçtur. 8

Türkiye’de dinin toplumsal alandaki yeri ve rolü günümüzde siyasi ve akademik tartısmalara konu olmaktadır. Halbuki kültür ve geleneğin dini ögelerden ayrışması ne anlamlı ne de mümkün gözükmektedir. Samuel Huntington’un 1992’de yayınladığı ve tüm dünyada ses getiren Medeni-yetler Çatısması (clash of civilisations) makalesin-de Türkiye için yaptığı tespit “halkı ve yönetimiyle ikiye bölünmüş ülke” benzetmesidir. Bu ikircikli durumun ülkenin demokratikleşme ve kalkınma-sına vurduğu darbe güncel tartışmalara konu ol-makta ve ülkenin geleceği de bu soruna verilecek cevapta düğümlenmektedir.9 Başkalarını taklitle daha ne kadar “ilerle”memeyi düşünüyoruz baş-kalarının ilaçları yaralarımıza merhem olmaz artık batının değil kendi çağımızı yaşarsak sonuç alabiliriz. Kültürünü yitiren milletler yok olmaya mahkumdur.

Dipnotlar1 Şerf Mardin, Türk Modernleşmesi, s. 162 Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşadığım Gibi, s. 2023 Mustafa Nuri Paşa, A. g. e, s. 2834 Mustafa Gencer, Osmanlı-Türk Modernleşmesinde Kültür,

Din, siyaset İlişkileri, s. 3605 Murat Tazegül, Modernleşme Sürecinde Türkiye, s. 176 S. Tufan Buzpınar, “Celal Nuri’s concepts of Westernization

and religion”, Middle Eastern Studies, Volume 43, Issue 2, March 2007,

247-258, 247-249. 7 Şerif Mardin, Türk Modernleşmesi, s. 488 Murat Tazegül, Modernleşme Sürecinde Türkiye, s. 819 Mustafa Gencer, Osmanlı-Türk Modernleşmesinde Kültür,

Din, siyaset İlişkileri, s. 365

Kaynakça1. İnalcık Halil, Seyitdanlıoğlu Mehmet, Tanzimat(Değişim Süre-

cinde Osmanlı), İstanbul, Türkiye İş Bankası –Kültür Yayınları, 2006

2. Tazegül Murat, Modernleşme Sürecinde Türkiye, İstanbul, Babil Yayınları, 2005

3. Eryılmaz Bilal, Tanzimant ve Yönetimde Modernleşme, İstan-bul, İşaret Yayınları, 2006

4. Mardin Şerif, Türk Modernleşmesi, İstanbul, İletişim Yayınları, 2011

5. Tanzimantın 150. Yıldönümü Sempozyumu, Ankara, 19946. Gencer Mustafa, Osmanlı-Türk modernleşmesinde Kültür,

Din, Siyaset İlişkileri(makale)7. Küçük M. Emir, Modernleşme, Oryantalizm ve Kendimizi An-

lamak, Boğaziçi Üniversitesi(makale)8. Tanpınar Ahmet Hamdi, Yaşadığım Gibi, İstanbul, Dergah Ya-

yınları, 2013

İ stanbul’un köylerinin bazısı ilk çağlardan veya Bizans döneminden beri vardı; bazısı da

yeni kuruldu. Adını beylerden, azizlerden, padi-şahlardan alan da oldu; oraya yerleşen millet-lerle anılan da. Aslında ortak noktaları, bir süre sonra eski isimlerinin Türkçeleştirilmesiydi. Ama sihirli bir değnek gelip geçmişi elbette si-lemiyordu. Oralardaki yaşanmışlık o semtlerin sokaklarında, yalılarında, kiliselerinde, meyve ağaçlarında duruyordu.

Alibeyköy

Burası adını Karesi Beyliği Emirlerin-den Gazi Evrenos Bey’in oğlu Ali Bey‘den aldı. Orhan Bey zamanında Osmanlı’ya bağlanan Karesi Beyliği, Rumeli’deki fetihlerde öncüydü. Gazi Evrenos Bey’in oğlu Ali Bey de ailesinin

namını sürdürdü ve Fatih Sultan Mehmet’i fe-tihlerinde destekledi. Padişah da başarıların-dan ötürü onu şimdiki Alibeyköy semti sınırla-rında bir çiftlikle ödüllendirdi.

Bu semtin alâmetifarikası, sadece fetihle-riyle ünlü beyleri değil bir de uçsuz bucaksız mısır tarlalarıydı. Ama günümüzde tarlalar ye-rini semtin göbeğindeki dev mısır heykellerine bıraktı.

Ataköy

Ataköy, Osmanlı’nın en genç semtlerin-dendi ve eski adı Baruthane’ydi. Bir zaman-lar İstanbul’un epey dışında kaldığı için, II. Mahmut buraya baruthane yaptırmıştı. Ama 1950’lerden itibaren başlayan kentleşme ve göç hareketinden burası da nasibini alacaktı.

1955’te Emlak Kredi Bankası, Bakırköy-Topkapı arasındaki semte 50-60 bin nüfuslu

Yazı Dizisi

İstanbul’un KöyleriÖmer ZİYA

42 • Haziran’16 Haziran’16 • 43

Tarih Yazı Dizisi

Page 24: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

bir yerleşim yeri kurmayı planladı. Konutlar üç sene sonra göğe yükselmeye başlamıştı. O dönemde yapılan anketle de ismi Ataköy kabul edildi.

Arnavutköy

Ortaköy ve Bebek arasında yer alan sem-tin İlk Çağ’da adı Hestai, Bizans döneminde ise Promotu ve Anaplus’tu. Burası uzun süre Vicus Michaelicus veya Scaleae (İskele) adıyla da anıldı.

Fatih Sultan Mehmet , Arnavutluk’u Os-manlı topraklarına katınca, buraya Arnavut göçmenler yerleştirildi ve bölge bu ismi aldı. 16. yüzyılda, üzüm bağlarıyla ünlü bu yörede halkın avlanmasının yasaklanması istenmiş, bostancıbaşına gönderilen bir fermanda bura-sı Arnavutköy olarak geçmişti.

Bahçeköy

Kanuni Sultan Süleyman, 1521’de Belgrad Seferi dönüşünde getirdiği Sırp esirleri buraya yerleştirince, yöredeki köye Belgradköy, civa-rındaki ağaçlı bölgeye de Belgrad Ormanı adı verildi.

1800’lerin sonunda köylülerin su kaynak-larını kirletmesi üzerine köy şimdiki yerine ta-

şındı ve Bahçeköy adını aldı. En sonunda ise Lozan Anlaşması ile 1924’teki nüfus mübade-lesinde demografik yapısı değişti. Selanik san-cağına bağlı Vodina Karacaova bölgesinden gelen Müslüman Türkler buraya yerleştirildi.

Bakırköy

Kentin sur dışında, Ataköy-Florya arasında yer alan bu semti Latinler “Yedinci” anlamına gelen Septimum, Bizanslılar da aynı anlama gelen Hebdomon adıyla andılar. Bu isim yöre-nin, Ayasofya’nın önündeki dünyanın merkezi, “0 Noktası” kabul edilen Milyon Taşı’na, Roma mili olarak uzaklığını simgeliyordu.

Semte Bizans’ın son döneminde, uzun köy anlamına gelen Makri Khora / Makri Kho-ri; Osmanlı’da ise Makri Köy denildi. Bu isim 1925’te yer isimleri Türkçeleştirilirken Bakır-köy oldu.

Basınköy

Burası 1959’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin üyeleri tarafından kooperatif ola-rak kuruldu. Sakinleri arasından mühim gaze-teciler, yazarlar eksik olmadı. Yaşar Kemal, Al-tan Erbulak,Çetin Altan, Hakkı Devrim, Mehmet Ali Birand burada oturdu. Ahmet Altan, Orhan Kemal‘in büyük oğlu Kemal, Umur Talu gibi isim-ler ise semtin futbol takımında top koşturdu.

Eski otomobil pazarı ile ünlü, Florya ile Ata-türk Ormanı arasındaki bu semt elbette adını

Türkiye’nin basın hayatına damgasını vurmuş sakinleri sayesinde aldı.

Boyacıköy

Bugün Avrupa Yakası’nda Boğaz kıyısında, Emirgan ile Baltalimanı arasında yer alan, tari-hi konaklarıyla ünlü bu semt adını III. Selim za-manında aldı. Sultan’ın Kırklareli’nden fes, şayak, aba ve çul benzeri kumaşları boyamak ve bu sanatı yaygınlaştırmak için getirttiği 40 kişilik Kafrariyofi (Kafkariyodi) Ailesi buraya yerleştirilince semtin adı Boyacıköy oldu.

Bir taraftan boyacılık sanatının icra edildi-ği Boyacıköy, diğer taraftan sahil boyu sayfiye yeri olarak yazları kentin ileri gelenlerini ağır-lıyordu.

Çekmeköy

Anadolu Yakası’nın Üsküdar’a bağlı en eski köylerinden Çekmeköy, geçmişte ormanları ile meşhurdu. Ahalisi, civardaki cami ve imaret-hanelerin odun ihtiyacını karşılamaları şartıyla buraya yerleştirilen köyün ismi konusunda bir-kaç rivayet var.

İlk rivayete göre Çekmeköy, Fatih Sultan Mehmet zamanında yedi kardeş tarafından kurulmuştu. Bu yedi kardeşten altısı eşkıyalar tarafından öldürülünce yedincisi, “Çekme teti-ği!” demişti ve köy adını böylece almıştı. Diğer

rivayete göre ise avcılar avladıkları büyük hay-vanları çekerek köye getirdikleri için bu isim verilmişti.

Çengelköy

İsmi konusunda rivayet muhtelif semtler-den biri Çengelköy. Semtin Bizans’taki adı, İm-parator Jüstinyen’in karısı Sophia’ya ithafen Sophianea’ydı. 11. asırda burasının Singelköy diye anıldığı biliniyor. Bu adın patrikliğe aday olanlara verilen Singelos unvanından kaynak-landığı tahmin ediliyor.

Osmanlı döneminde, bu semtte gemi çapa-ları imal edildiği için semte bu adın verildiği en yaygın inanıştı. Bir başka söylentiye göre ise Osmanlı döneminde kaptan-ı deryalığa kadar yükselen Çengeloğlu Tahir Paşa burada otur-muş ve semtin isim babası olmuştu.

Demirciköy

Osmanlı zamanında padişah ve paşaların avlanmaya gittiği bu yer mesire alanlarıyla ün-lüydü. Hatta paşaların rağbeti yüzünden bura-ya “Paşalar Köyü” de deniliyordu.

17. yüzyılda köye gelen aileler demirci-likle uğraştığı için bu ismi alan köy, Fransız Devrimi’nden kaçıp İstanbul’a gelen Alyon Aile-si sayesinde popüler hale gelmişti. Alyon Ailesi yaz aylarını burada geçirmeye başlayınca köy bir anda zenginlerin uğrak yerine dönüşmüştü.

44 • Haziran’16 Haziran’16 • 45

Yazı Dizisi Yazı Dizisi

Page 25: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

B ilin ki, mallarınız ve çocuklarınız(size hem emanet hem de sizi günaha sürük-

lemek bakımınmdan) bir fitne (bir imtihan)dır. Ama (bunlarda islami ölçü ve görevlere uyulursa) büyük mükafatın Allah katında olduğunu da bilin. (Enfal/8)

El-Emin olanın emanetine Muhammed-ül Emin sıfatıyla sahip çıkan Rasulullah bize Kur’an-ı Kerim’i okuyup fehmetmenin, okuttu-rup açıklamanın metodunu göstermiş ve yo-lumuzu aydınlatmıştır. Elbette ki söz konusu çocuklar olunca atacağımız her adımın önemi daha da artmaktadır.

Madem ki örneğimiz rasullullah, o halde ilk cevaplamamız gereken soru ‘’O’nun çocuklar-la arası ya da çocuklarla O’nun arası nasıldı?’’ sorusu olmalıdır. Efendimizde müthiş bir çocuk sevgisi vardı. Hem kendi evlatlarına hem de sa-habenin evlatlarına karşı. Bu sevgiyi cihattan döndüğü vakit kızı Fatıma’yı alnından öpmeden eve girmeyişinden ve camide secdedeyken om-zuna herhangi bir çocuk çıktığında sırf o eğlensin diye secdeden kalmayışından anlamak mümkündür. Biz-lere en büyük örnek olan rasullullah’ın çocuklara olan tutumu böyley-ken camide çocukların azarlanması, gürültü yapmalarına(!) -ki o sesler hak

davayı sürdürecek olan mücahidlerin sesi- kız-maları çocukların camiden ve Kur’an-ı Kerim öğ-renilen mekanlardan soğumalarına neden olur.

Önemli olan diğer nokta ise rasulullahın ço-cuklara şeker, oyuncak gibi hediyeler vermenin yanında pek çok duada da bulunmasıdır. Ço-cuklara saygı göstererek onlara özgüven aşılar, dualarında onları yüreklendirerek güzel işler yapmaya yönlendirirdi. Belki de bunun en açık örneği Abdullah ibn Abbas (Allah ondan razı olsun)’tır. Babası doğar doğmaz efendimizin ya-nına götürmüş ve rasullulah da ona şöyle dua etmiştir ‘’Allah’ım! O’nu dininde fakih kıl. Kitabın açıklamasını ona öğret’’ yine genç-liğinde de ‘’Allah’ım! Bütün ilim ve hikmeti bu başa ver, ona tefsiri öğret. İnsanoğluna verdiğin her ilmi ve hikmeti bunun göğsünde topla’’ diye dua etmiştir. Büyüyünce bu dualar-dan haberdar olan Abdullah ibn Abbas da yaşa-mını bu duaya göre yönlendirmeye çalışmıştır.

Rasulullah bizlere sabrı tavsiye ettiği gibi kendisi de her daim sabırlı olmuştur. Yaz okul-larının, Kur’an kurslarının açılacağı şu dö-nemde eğitimcilerin peygamber efendimizin sabrını fazlasıyla örnek almaları gerekmekte-dir. Kur’an-ı Kerim eğitiminin temeli çocukluk döneminde atıldığından bu döneme özel ihti-mam gösterilmelidir. Çocukların gönüllerini kazanmak adına yapılacak farklı, eğlenceli faa-liyetler bu dönemi çocukların zihin dünyaların-da kıymetli kılacaktır. Küçük yaşta kazanılacak olan bu Kur’an sevgisi çocukların yaşamlarına yön verecektir. Biz eğitimciler, anne ve babala-rın bu dönemi verimli geçirmeleri gerekmek-tedir.

Yüreğinde Kur’an sevgisini taşıyan çocuk elbette ki müslümanların

umudu ve zaferi olacaktır.

ÇOCUKLARA KURAN-I KERİM EĞİTİMİ

Derya DEMİREL

A nne Frank’ın günlüğünü başucundan ayır-mayanlar, Yahudi soykırımına filmler yapan

dizeler yazanlar, insanları sabun yapan Hitler’a söven, Inglorius Bastards filminde bir diktatöre karşı savaşan Yahudileri izlemekten zevk alıp, Empire Of The Sun filminde ailesini kaybeden bir çocuğun hikayesini izlerken gözyaşlarına hakim olamayanlar toplanın bir şey anlatacağım!

‘Dünyanın duymak istemediği gerçekleri on-lar haykırdılar!’

1963 yılında BAAS Partisi’nin gerçekleştirdiği askeri darbenin ardından olağanüstü hal ile yö-netilmeye başlanan Suriye’de 1970’den bu yana Esed ailesi iktidarı hüküm sürmektedir. Darbenin ardından ülkenin tek söz sahibi olan Hafız Esed’e karşı Suriye, İhvan-ı Müslimin hareketinin başlat-tığı özgürlük mücadelesi dönemin en büyük muha-lif hareketi haline gelmiştir. Muhaliflerin özgürlük taleplerine karşı çok sert tedbirler alan Hafız Esed, 1982’de hunharca bir yönteme başvurarak 648 saat içerisinde 50. 000 kişinin öldürüldüğü, 20. 000 kişinin de kayıp olarak raporlara geçtiği Hama Katliamı’nı gerçekleştirmiştir. Yine Tedmur başta olmak üzere diğer birçok bölgede çeşitli katliamlar gerçekleştirerek halkın özgürlük talepleri yıllarca bastırılmaya çalışılmıştır.

Mart 2011’de Derra’da yaşları 9 ile 15 ara-sında değişen aynı aileden 15 çocuğun okul duvarına özgürlük sloganları yazdıkları için tu-tuklanarak alıkonulmaları ve bu süre zarfında çocuklara tırnakları sökülerek işkence edilmesi üzerine çocukların yakınlarının bu muameleyi protesto etmek amacıyla dökülmesiyle başla-yan olaylar İdlib, Halep, Hama, Humus, Banyas

ve Lazkiye gibi farklı şehirlere yayılarak ülke ça-pında bir başkaldırıya dönüşmüştür.

Sadece Cuma namazları sonrasında göste-riler yaparak barışcıl reform talep eden Suriye halkı, bu süre zarfında ne yönetimin devrilmesi-ne ne de şiddet içerikli bir slogan atmıştır. Buna karşılık Beşar Esed’in ateşli silahlar kullanma-sıyla, ölenler, sakat kalanlar, evlerini ve aileleri-ni kaybeden halk artık savunma amacıyla silah-lanmış ve bir iç savaş başlamıştır.

Beşar Esed’in gerçekleştirdiği katliamlarla Ocak 2015’teki verilere göre 300 binden fazla insan hayatını kaybetmiş 50 binden fazla insan-dan ise haber alınamamaktadır. Tecavüz bir sa-vaş silahı olarak kadın ve çocuklara karşı kulla-nılmıştır. 6. yılına girerken iç savaşta katliamlar hiç durmadan devam etmektedir.

Tülay Gökçimen ablanın Pınar Yayınlarından çıkan bu kitabında ise kendisinin aynı isimli belge-selinde yer alan roportajların devamını içeriyor. Kitapta insanın kanını donduran olaylar, olayların başkahramanları tarafından anlatılıyor. Okurken gerçek olmamasını dilediğiniz olayların gerçekli-ği sizi derinden sarsacak türden. Bayramda gelip mahallenin tüm gençlerinin rejim tarafından öl-dürülmesi, asitle eritilen Müslümanlar, kimyasal denek olarak kullanılan halk, her gün yerlerde ya-kınlarının bacak, kol parçaları toplayan insanların yaşadıklarını öğrenince üstünde yaşadığımız dün-yanın ne kadar zalim olduğunu anlayacaksınız.

‘’Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çün-kü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rah-metinden ümidini kesmez. ”

YUSUF/67

46 • Haziran’16 Haziran’16 • 47

Atölye Atölye

Page 26: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

Sonra şaşkınlıkla dönüp “Haklısın.” dedi, “Bir cehennem azabı çekiyorlar sanki... Acaba ken-dileri bunun farkındalar mı?”

Farkında olmadıklarını biliyordum, çün-kü eğer farkında olsalardı, her gün daha fazla refah, daha yeni alet edevat ve belki birbirlerinin üzerinde daha fazla tahakküm gücü elde etmekten başka umutları, ‘ha-yat standartlarını’ yükseltmek arzusundan başka bir amaçları ve gerçeklerle örülmüş bir inançları olmadan, hayatlarının böylesi-ne boş, böylesine müphem acılar içinde sü-rüp gitmesine göz yumamazlardı herhalde... Eve döndüğümüzde, masamın üzerinde açık duran Kur’an nüshasına gözüm ilişti. Meka-nik olarak, kitabı kapatıp kaldırmak için elime aldım, fakat tam kapamak üzereydim ki, açık sayfadaki ayetlere gözüm takıldı; okumaya ko-yuldum:

Daha çok, daha çok (şeye sahip) olmak hır-sına tutuldunuz,

Tâ ki, kabirler (iniz) i ziyaret edinceye, (ora-ya ininceye) kadar.

Yo, öyle değil, ilerde bileceksiniz!.Hayır, hiç öyle değil, ilerde bileceksiniz!Hayır, bir bilseniz kesin (bir) bilgiyle,And olsun ki, cehennemi göreceksiniz.And olsun ki, günü gelince apaçık görecek-

siniz onu:Sonra, and olsun ki, (size verilen) nimetten

sorulacaksınız.Bir an öylece sessiz kaldım. Kitabın elim-

de titrediğini görüyordum. Sonra onu Elsa’ya uzattım. “Oku,” dedim “Bugün metroda gördü-ğümüz tablonun bir yankısı değil mi?”

Bir yankıydı, evet, bir cevaptı: bütün şüphe-leri bir hamlede gideren bir cevap. Şimdi artık, bütün şüphelerin ötesinde, biliyordum ki, elim-de tuttuğum kitap Allah kelamıydı; insanoğ-luna onüç yüzyıl önce vahyedilmiş olmasına rağmen, açıklığından, vüs’atinden hiç bir şey kaybetmeden, ancak bugün, karmaşık, meka-nize fezalarda cirit atan bir çağın ortasında te-zahür eden bir gerçeği haber veriyordu açıkça.

Bütün Çağlarda insanlar tamahı, açgözlü-lüğü tanımışlardır: ama tamah ve açgözlülük başka hiç bir çağda bugün olduğu kadar, eş-

yaya yönelmiş ölçüsüz, taşkın, başka her türlü duyguyu gölgede bırakırcasına ciğer sökücü bir hırs halinde kendini açığa vurmamıştı. Daha çok şeye sahip olmak, daha çok şey yapmak, daha çok şey başarmak... Bugün dünden daha çok, yarın bugünden daha ilerde. İnsanların boyunlarına binmişti ifrit; kamçısını tam yü-reklerinin başına indiriyor ve uzaklarda alayla göz kırpan yalancı hedeflere doğru dehliyordu onları; daha yanına varır varmaz çözülüp yok olan ve aşağılayıcı bir biçimde hiçleşen hedef-lere... Her başarıyı yeni ve daha parlak hedef-ler izliyor ve her hedefin başında onları daha acı, daha tüketici bir hiçlik bekliyordu. Ve bu, dinmez bir susuzluk halinde insan ruhunu ke-mire kemire tâ mezara kadar böylece uzayıp gidiyordu; ama kimse bu amaçsız koşunun far-kında değildi, görmüyorlar, bilmiyorlardı.

Hayır, öyle değil, ilerde bileceksiniz!Hayır, bir bilseniz kesin (bir) bilgiyle,And olsun cehennemi göreceksiniz.Hayır, bu kelâm, uzak Arabistan’ın uzak geç-

mişinde sesini yükselten ölümlü bir insanın hik-metli sözleri olmaktan çok daha öte bir şeydi. Ne kadar hikmetli olursa olsun böyle bir insan, yirminci yüzyıla özgü bu acılı koşuyu kendili-ğinden bilemez, böylesine hâkim bir perdeden, böylesine apaçık bir üslupla dile getiremezdi. Hayır, Kur’an’da konuşan, Muhammed’in (s.s.) sesinden daha güçlü, daha yüksek bir sesti ve bütün zamanları aşarak ulaşıyordu insan kula-ğına...

1926 yılının Eylül günlerinden biriydi; Elsa’yla birlikte Berlin metrosunda, birinci mevki kompartımanlardan birindeydik. Birden karşımda oturan adama takıldı gözlerim; gö-rünüşe bakılırsa varlıklı, başarılı bir işadamına benziyordu; dizlerinin üzerinde pahalı cinsten güzel bir çanta, bir parmağında kocaman bir elmas yüzük vardı. Düzgün kılığı, göz doldu-ran görünüşüyle bu adamın, o günlerde Orta Avrupa’nın her yerinde göze çarpan refah havasını çok iyi yansıttığını düşünüyordum; ekonomik hayatı altüst eden ve halkın görünü-şünde genel bir pejmürdeliğe yol açan o çetin enflasyon yıllarından sonra geldiği için hemen göze çarpan bir refah havası... Halk şimdi iyi giyiniyor, iyi besleniyordu ve karşımda oturan adam da bu bakımdan bir istisna değildi. Ama adamın yüzüne bakınca, onun hiç de mutlu bir adam olmadığını sezinledim. Yorgun görünü-yordu; sadece yorgun değil, vahim denebile-cek ölçüde mutsuz. Gözleri ilerde, belirsiz bir noktaya boş bakışlarla takılıp kalmış, dudakları

adeta ıstırap içinde kasılmıştı. Fakat bu ıstırap bedeni bir ıstırap gibi görünmüyordu şüphesiz. Sürekli adamı izleyerek kabalık etmiş olmamak için gözlerimi yana çevirdim ve onun yanında-ki şık giyimli bayana çevirdim gözlerimi. Ağzı sert, çarpık ve eminim alışkanlık eseri, anlam-sız bir tebessümle kasılıp kalmıştı bu bayanın. Ve o zaman gözlerimi kompartımanda dolaş-tırıp bütün öteki yüzlere, bu istisnasız hepsi iyi giyimli, iyi beslenmiş şehirli insanların yüzleri-ne baktım birer birer. Ve hepsinde, bu yüzlerin hepsinde aynı hüznün kalemiyle çizilmiş derin, gizli bir acı vardı; öylesine gizli ki, yüzlerin sa-hipleri bile farkında değildi bunun.

Gerçekten garipti bu. Hiç bir zaman çev-remde bu kadar çok mutsuz, bu kadar çok hü-zünlü yüzü bir arada görmemiştim; ya da acı-sını sessiz çığlıklarla haykıran bu yüzlere daha önce hiç bu gözle bakmamıştım. Bu müşahede öylesine sarsıcıydı ki, Elsa’ya açmadan edeme-dim. Ve bir portre ressamının dikkatiyle, Elsa da çevresindeki yüzleri incelemeye koyuldu.

Bir Alıntı“Tekasür Krizi”

Mekkeye Giden Yol, s.401-403/ İnsan Yayınları

48 • Haziran’16 Haziran’16 • 49

Alıntı Alıntı

Page 27: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

Allah’ın adıyla“Rabbim! Benim ilmimi arttır.”İşte size Ramazan’ın, yılın kalanının ve inşa-

Allah bütün hayatınızın bereketli geçmesi için birkaç öneri. Lütfen yazıyı dikkatlice okuyun ve Allah’ın izniyle bu amelleri olabildiğince uygu-lamaya çalışın.

1.Sabah namazından sonra oturmak ve güneş doğana kadar Allah’ı zikretmek

“Kim sabah namazını cemaatle kılar, sonra güneş doğuncaya kadar oturup Allah’ı zikreder-se ve sonra kalkıp iki rek’at namaz kılarsa ek-siksiz edâ edilmiş bir hac ve umre sevabı alır.” (Tirmizî, Ebvâbu’b-Salât, 412 hadis no: 586)

Allah’ın zikri; O’nu anmak, hatırlamak, dü-şünmek, tabiri caizse gündemde tutmak de-mektir. Ki Müslümanlar olarak bizim daha önemli bir gündemimiz olmamalıdır.

“Sabah akşam Rabbinin ismini an.” (İn-san, 76:25)

“ İman edenlerin kalpleri Allah’ın zikriy-le huzura kavuşmuştur. Dikkat edin, kalpler ancak Allah’ın zikri ile yatışır ve huzur bu-lur.” (Rad, 13:28)

2.Her gün 12 rekat nafile namaz kılmak

“Her kim, dört rekât öğle namazının farzın-dan önce, iki rekât öğle namazının farzından

Ramazan’dan Müthİş Bİr BereketElde Etmek İçİn 10 Önerİ

sonra, iki rekât akşam namazının farzından sonra, iki rekât yatsı namazının farzından son-ra ve iki rekât sabah namazının farzından önce olmak üzere on iki rekât sünnete devam ederse, cennette onun için bir ev yapılır.” (Tirmizî, hadis no: 379)

Bu tam manasıyla Allah’la iletişime doyma-mak demektir.

“Öyleyse Beni anın ki, Ben de sizi ana-yım; Bana şükredin ve Beni inkar etme-yin.” (Bakara, 2:152)

3.Camideki derslere katılmak

“Kim bir hayrı öğrenmek veya bir hayır(iyilik) öğretmek için mescide giderse, ona tam bir ha-cının hac sevabı verilir.” (Taberani)

4.Hasta birini ziyaret etmek

“Hasta bir Müslümanı sabah ziyaret edene, akşama kadar; akşam ziyaret edene ise saba-ha kadar yetmiş bin melek dua ve istiğfar eder. Cennette de kendisine bir bahçe verilir.” (Tirmizi)

“Şüphesiz Allah, takva sahipleri ile ve iyi-likte bulunanlarla beraberdir.” (Nahl, 16:128)

5.İftar vermek

“Kim bir Müslüman kardeşine iftar vakti ye-mek yedirirse, onun sevabı kadar da kendisine sevap yazılır. Yemek yedirdiği kimselerin seva-bından da hiçbir şey eksilmez.” (Tirmizî, Savm: 82; İbni Mâce, Sıyam: 40)

“İşte onlar, iyiliklere koşuşurlar ve iyilik için yarışırlar.” (Mü’minun, 23:61)

6.Kadir gecesinde dua etmek

“Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlı-dır.” (Kadir, 97:3)

7.Alışverişte Allah’ı hatırlamak

“Kim çarşıda veya pazarda ‘Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh, lehu’l-mülkü ve lehu’l-hamdu yuhyî ve yumît ve huve alâ külli şey’in

50 • Haziran’16 Haziran’16 • 51

Gündem Gündem

Page 28: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

kadîr’ (Allah’tan başka ilah yoktur. O birdir, ortağı yoktur. Mülk O’nundur ve hamd O’na aittir. Diril-ten ve öldüren O’dur. O her şeye güç yetirendir.) derse, Allah Teâlâ ona bir milyon iyilik yazdığı gibi onun bir milyon kötülüğünü de siler.” (Tirmizi) Allah’ı hatırlamak alışverişimizde aşırıya kaç-mamızı da engeller.

“… Kesinlikle Allah israf edenleri sev-mez.” (Araf, 7:31)

8.Allah’tan kardeşlerimiz için af dilemek

“Her kim, mümin erkek ve kadınlar için mağfi-ret dilerse, her mümin ve mümineye karşı ona bir sevap yazılır.” (Buhari, et- Tarihu’l Kebir No: 2564)

“Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O’na tevbe edin! Doğrusu Rabbim çok esir-geyen, çok sevendir.” (Hud Suresi, 11:9)

9.Hamd ve Tesbih

“O halde Rabbini hamd ile tesbih et. Ve secde edenlerden ol.” (Hicr Suresi, 15:98)

“Rabbini hamd ile tesbih et, O’na istiğ-far et, çünkü O, tevbeleri çok kabul eden-dir.” (Nasr Suresi, 110:3)

Ebu Hureyre(r.a.) tarafından rivayet ediliyor:“Her kim günde yüz kere ‘Subhanallah ve

bi-hamdihi’ (Allah’ı, O’na hamd ederek tesbih ederim) derse o kimsenin günahları deniz köpü-ğü kadar bile çok olsa dökülür.” (Buhari, 6042; Muslim 2691)

10.Subhanallah

“O halde, haydi tesbih et Rabbinin yüce ismiyle.” (69:52)

Kim 100 kere Subhanallah derse bin günahı silinir, bin sevap kazanır. (Muslim, 2073)

–Ebu Umame(r.a)dan rivayetle Resu-lullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle bu-yurdu: “Her farz namazdan sonra ayetel kürsiyi(Bakara Suresi’nin 255.ayeti) okuyan kimsenin cennete girmesi için ölümden başka engel yoktur.” (Tirmizi)

-İbn-i Mesud’dan rivayetle Resulullah sallal-lahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Her kim bir gece içerisinde Bakara suresinin son iki âyetini (Amenerrrasûlü) okursa, artık o iki âyet ona kâfi gelir.” (Buhari, Fedailül-Kuran, 10, 27, 34)

– “Her kim Kâfirun Suresini okursa, Kuran’ın dörtte birini okumuş gibi olur.” (Tirmizi, Fedai-lül-Kuran, 10)

-Kehf Suresini, her kim cuma günü bir kere okursa, ertesi cuma gününe kadar bütün ka-zalardan, belâlardan hak teâlâ kendisini korur, âhir zaman fitnesinden, deccalden ve şerlerin-den emin olur, sıhhat ve afiyet ihsan buyurur.

-Kim cuma günü Kehf Suresini okursa, onun için ayağını bastığı yerden göğe kadar bir nur fışkırır. Bu nur kıyamet günü onun yolunu ay-dınlatır ve o kişinin iki cuma arasında işlemiş olduğu küçük günahlar bağışlanır.

Bu önemli duaları ezberleyelim inşallah:-İftardan önce yapılabilecek orijinal bir

dua: Susuzluk gitti, damarlar ıslandı ve inşa-Allah mükâfat gerçekleşti. (Zehebez-zama’ vebtellet-il uruk ve sebet-el-ecr inşaAllahu Teâlâ) (Ebû Dâvûd, Sıyam 22)

-Kadir gecesi arayışındayken yapılabilecek güzel bir dua: Allahım sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni affeyle. (Allahumme inneke afuv-vün kerîmun tuhibbul afve fa’fu anni) (Tirmizi)

theidealmuslimah.com’dan alınarak Mekteb-i Suffa ekibi tarafından Suffagah.com için çevrilmiştir

Ş uan o kadar çok kırgın ve kızgınım ki anlatamam. Belki de anlatabilirim. Ama kime? Kim bu sesi

duyar, duyarlı davranıp aa hakikaten doğru söylüyor olabilir diyip en azından dinlemeye değer bulur? Her geçen gün yeni şeyler görüyoruz, öğreniyoruz. Şu ara-lar samimiyetsiz insanları ve daha ilginç olanı insan-sız samimiyeti çokça görür oldum! İnsanlara, yaşadığı zamana faydası olmayan; inandığı, sahip olduğu de-ğerleri ihya edip geleceği inşa edemeyen samimiyet! Kardeşim, kıymetli büyüğüm! Senin samimi olduğunu görüyorum ama nerede o samimiyet içindeki insanlık? Biz nerede unuttuk onu? Bize onu unutturan da nedir? Ne mi anlatıyorum?

Tarih diyorum tarih! Sen ne büyük bir rehbermişsin aslında ama biz sadece okumayı öğrenmişiz. İdrakımız eksik kalmış hem de çok eksik! Biz öyle bir bünye haline gelmişiz ki bütünlemede de finaldekinin aynısını bek-ler olmuşuz. Ama öyle olmuyor işte. Geçmişte insan-lar türlü türlü şeylerle imtihan edildiler. Bizler de bir şeyler ile imtihan oluyoruz, vademiz doluncaya kadar da olacağız. Üzüldün mü? Üzülme, durum o kadar da vahim değil! Eğer konuya hâkimsen benzerleri çıkacak. Sonucu da senin yazdıkların, reflekslerin belirleyecek.

Samimiyet diyorduk genç kardeşim samimiyet! Hani ‘zincirler kırılsın Ayasofya açılsın’ diye haykırdı-ğın gecenin sabahında camide değil de evde kıldığın sabah namazının secdesinde saklı olan samimiyet! Zincirler kırılmalı mıydı gerçekten, zamanı gelmiş miydi, biz bunu hak etmiş miydik? O değil de sigara kullanıyordun değil mi? Sigaranı içine çekerken o du-manla birlikte senden çok uzakta bir yerlerde ümme-tin günahsız yavrucaklarının canına kıyıldığı, bizlere emanet kadınlarımızın namuslarına el uzatıldığı ger-çeğinin acısını da ciğerlerinde hissedebiliyorsun değil mi? Ama sen ne yapabilirsin ki? Bugün şampiyonlar ligi finali vardı değil mi? Efsane maç olacak sigara eş-liğinde!

Samimiyet diyorduk geleceğin anne adayı hanım kardeşim samimiyet! Hani moda dergilerinde, teset-tür(!) defilelerinde görüp aldığın rengârenk kıyafetler var ya, sana çok yakışmış! Onlarla özgür Kudüs yürü-yüşüne katılmıştın hani. Yürü kardeşim ayağına Kudüs

gücü gelsin yazılı pankart taşıyordun. Instagramında görmüştüm! Yılma, yıkılma, aynen devam! Şu an ki yaşantımız gelecekte nasıl anne ve baba olacağımızı, nasıl bir nesile analık ve babalık edeceğimizi de gös-teriyor aslında.

Samimiyet diyorduk kıymetli büyüğüm samimiyet! Hani şu içinde ciddi bir eksiği olan samimiyet! İnsanlı-ğı eksik olanından! Hani şu iffetini korumak için helale talip olan gencin önüne sunulan ‘okul-diploma-iş’ put-larını kıramadığın samimiyet! Diğerlerini Hz. İbrahim kırmıştı zaten. Üstelik Allah (cc) sana da onu kırmak için imkân vermişti(Nur, 32). Ama sen kıramadın kıy-metli büyüğüm. Neyse ki çocuğunu karşılaşacağı o maddi zorluklardan korumayı başardın. İffet mi? Za-man kötü hocam sen ne yapabilirsin ki? Samimiyetin yeter!

Biz tarihi sadece okuyoruz diyorduk ya. Öyle işte, sadece geçmişte yaşanmış hikâyeler olarak okuyup geçiyoruz. Nice şahsiyetlerin verdikleri mücadelele-ri sadece okuyup geçiyoruz. Oysa içinde mücadelesi verilmiş nice samimiyetler var. Selahaddin Eyyubi, Hz. Usame, Fatih Sultan Mehmet ve daha niceleri... Oysa Selahaddin Eyyubi, Kudüs’ün fethi için maddi şartlar oluşmasına rağmen yeterince dolu olmayan mescitle-ri doldurmak için çalıştı ve fethi erteledi. Belki de asıl zamanını bekledi! Hz. Usame ise genç yaşta hatta şu zamanda bir çoğumuzun da çocuk olarak göreceği bir yaşta, 16 yaşında, ordu komutanı oldu. Ama aslında onun öncesinde Rasulullah (sav) efendimizin mescidin-de eğitildi, vizyon kazandırıldı, hayata hazırlandı. Hatta efendimiz (sav) tarafından 15 yaşında evlendirildi.

Velhasıl kardeşim, demem o ki biz adetleri din-leştirmeyi, dini de sloganlaştırmayı çok sevdik. Oysa Kur’an’ı ve Sünneti hayat rehberi olarak gören biz müslümanlar için durum böyle mi olmalıydı?

Kardeşim! Şairin de dediği gibi, zaman hayatın ta kendisi. Zaman insanın aynası, insan da zamanının. Hani derler ya: ‘’İnsanlar, babalarından ziyade zaman-larına benzerler.’’ Aynen öyle!

Sen iyi olursan zaman da iyi. Sen kötü olursan za-man da kötü.

İNSANSIZSAMİMİYET

Muhammed Emrullah GÜVEN

52 • Haziran’16 Haziran’16 • 53

Gündem Atölye

Page 29: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

‘Tamamiyle gerçek olaylardan canlandırılan bir filme hazır olun,rezalet Türkçe aksanına sahip Türkler, tecavüz ve şiddetten büyük zevk alan gardiyanlar,gerçek kahramanının bile kabul etme-yip ‘’bu ben değilim’’ dediği bir film. Evet doğru bildiniz MIDNIGHT EXPRESS’

Düşünüyorum ki günümüzde eğer peygamber-lerin silsilesi devam etmekte olsaydı, bugün risa-letlerini medya ve sinemayı kullanarak yerine ge-tirip, insanlarla iletişime geçerlerdi. Sinema İslam hakkındaki doğru düşünceyi dünyaya gösterebile-cek medyanın, büyük bir parçasıdır. Ama bu gerçek-ten de zorlu bir yoldur demiş Mecid Mecidi çok da doğru söylemiş. Çünkü sinema ile kendi fikirlerinizi başka insanlara empoze edebilir haklıyı haksız, za-limi mazlum gösterebilirsiniz.

Vietnam savaşının devam ettiği sıralarda mil-li duygularla yanıp tutuşan Oliver Stone öfkesini aktarabileceği bir uğraş ister ve şansına karşısına bir Amerikalı’nın bir Türk hapishanesinde geçirdi-ği zamanları yazdığı otobiyografik bir kitap olan ‘Midnight Express’ çıkar. Hemen hikayenin hakla-rı satın alınır, Stone hikayenin taslağını Columbia Pictures’a götürür. Türkiye bir Arap ülkesi olmalıdır bu yüzden film Malta’da çekilir. Başrol için ‘Richard Gere’ düşünülür ama senaryoyu beğenmeyen Gere yerine, bir dönem ülkemizde de sağlam bir oyuncu kitlesi edinmiş ‘Roots (Kökler)’ dizisinden bir yan oyuncu Brad Davis seçilir, biraz John Hurt serpiş-tirilir birkaç sahneye, Ermeni kökenli Türkçe bil-meyen birkaç kişiye Türk gardiyan rolü verilir. Ve ortaya 2 milyon dolar bütçe ile çekilip 35 milyon dolar hasılat yapan bir film çıkar.

Filmde Hollywood öğeleri çok dikkat çekiyor. Başrol yakışıklı karizmatik bir gencimiz, Türkler hep tek tip şişko, bıyıklı, esmer tenli, biseksüel ve işkence etmeye bayılıyorlar aksanları da bir o ka-dar kötü, namaz kılınan sahnede imamlık yapan

yok namaz hareketleri yanlış, he bi’ de filmde fes var. Evet,evet 1970li yıllarda bildiğimiz fes. Hatta John Hurt filmde oynamak için 53 gün banyo yap-mıyor leş gibi kokup herkesi role sokuyor. Daha sonra kendisi ‘senaryoyu okumadan kabul ettiğim tek film’ diye itiraf ediyor.

Film Türkiye’de yasaklanıyor, dünyada ses geti-riyor Oscar ödüllerinde ‘En iyi Özgün Müzik ve En iyi Özgün Senaryo’ dallarında ödüller kazanıyor. 1978 yılında Cannes film festivalinde film gösteriliyor 43 gün sonra Amerika ve Türkiye mahkumların değişi-mi konusunda müzakereye giriyor. Ardından yıllar sonra 2004 yılında Türkiye’ye bir ziyarette bulunan Oliver Stone filmi fazla dramatize ettiğini kabul edip ülkemizden özür diliyor. Alinur Velidedeoğ-lu isimli bir reklamcı bir gün bir turistle tanışıyor, Türkçe’yi nereden öğrendiğini sorduğunda, turist beş yıl Türk hapishanelerinde yattığını söylüyor ve hikayesini anlatıyor. Velidedeoğlu ,turiste hikayesi-nin bir filmle çok benzediğini söyleyip turiste ismini soruyor. Turist kendisinin Billy Hayes olduğunu iti-raf edince Velidedeoğlu hikayesini video kamera ile kaydetmeyi rica ediyor ve ortaya 15 dakikalık bir röportaj çıkıyor Velidedeoğlu hemen BBC’yi,CNN’yi ve ABC’yi arıyor ama kanallar hiç ilgilenmiyor. O da Youtube’a yüklüyor ve roportajı izleyince Billy Hayes’in ne kadar Türkiye sevdalısı bir insan oldu-ğunu fark ediyoruz. Amerikan hapishanelerindense Türk hapishanelerinde yatmayı tercih ederim diyor roportajı bitirmeden önce,geçen yıllarda da Cum-huriyet Bayramında,New York Meydanında Türkiye Bayrağı açıyor.

İşte bir döneme damgasını vurmuş filmin arka-sındaki hikaye bu, filmden daha ilgi çekici değil mi?

‘ Eğer, dikkatli olmazsanız, gazeteler, mazlum-lardan nefret etmenizi, zalimleri ise çok sevmenizi sağlar. ‘ (Malcolm X)

Furkan Rıza DEMİREL

Film Kritiği Filistin’e Veda

Sümeyye ÇİFTÇİ

G eçtiğimiz günlerde Nekbe’nin 68.yıldönü-mü vesilesiyle Gazzeliler büyük bir yürü-

yüş düzenledi.İsrail’in bağımsızlığını ilan edip 15 Mayıs

1948’de Filistin topraklarını işgal etmesine verilen addır. İşgalin ardından yüzbinlerce Fi-listinlinin mülteci durumuna geldiği, savaşın ardından ev-lerine dönmelerine izin veril-meyip , evlerine ve mallarına İsrail tarafından el konulmuş-tur. Ve toplam 700.000 ‘e yakın Filistinli topraklarından olmuştur.

Bu minvalde ülkelerin-de katledilen ve göç etmeye mahkum bırakılan Filistin halkının yaşadığı bu zor süreci işleyen 1995 yılı, İran ve Suriye ortak yapımı olan filmin yö-netmenliğini Seyfullah Dad üstlenmiştir.

1948 yılında işgalin ilk günlerini konu alan film,İngiliz sömürgeciliğinin yerini Siyonist Ya-hudi askerlerine bırakmasıyla başlar.

Filistin’in Hayfa kentinde yaşayan doktor Said , eşi ve oğulları Ferhan’ın tren istasyonun-

da bombalama eylemine şahit olmaları ve bu

eylemi Said’in çocukluk arkadaşı Şimon’u şika-

yet etmesi üzerine mücadele ve işgal sürecine

birebir dahil olmuşlardır.

Filistinlilerin Siyonist Yahudilere karşı mü-

cadelesinde annesinin baskılarına rağmen

halkını bırakmak istemeyen

doktor Said ve eşi Siyonist

kurşunlarıyla öldürülmüştür.

Anne ve babasının ölü-

münden sonra yalnız kalan

Ferhan’ın filistin toprakları-

na yerleştirilen Yahudi aile-

lerinden birine verilmesi ve

babaannesinin onu almak

için canı pahasına verdiği

mücadele sonucunda yaptığı

plandan dolayı Ferhan’la birlikte trenden atla-

masıyla film son bulur.

Film hakkındaki düşüncelerim ise geçişlerin

çok fazla olması izlerken filmden kopmalara

sebep oluyor. Ana konuyapek bağlı kalınmasa-

da herkesin izlemesini düşündüğüm İran film-

lerinden birisidir.

54 • Haziran’16 Haziran’16 • 55

Sinema Sinema

Page 30: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

yönetmesinde benzer tecrü-benin izlerini görebiliriz. Göre-ce daha farklılıklara yer veren ama stratejik hiçbir alanı kap-tırmayan derin devlet tavrı. Yeni dönemde de aldatıcı bir algı yönetimi ile İngiliz burjuvazisinin kırılan gururunu avantaja çevir-me çabaları. İngiltere’nin yaban-cılar, azınlıklar, eski sömürgeleri ve hâlâ efendisi oldukları imajını pompaladığı Batı dışı toplumlar için cazibe merkezi olduğu algı-sı... Bir tür küçük Amerikan rü-yası imajı oluşturuluyor. Sadık Han’ın bir sonraki adımı Britan-ya Başbakanlığı neden olmasın? Sorunun cevabının evet ya da hayır olmasından çok, sorunun kendisi bir mesaj içeriyor. Stra-tejik ve ekonomik güç olarak kü-resel rekabette gerilere düşen Ada’nın imajı bunun tam tersi. Belediye başkanlığı sayesinde Ada’yı yeniden bir çekim ala-nı, kaçan Ortadoğu sermayesi ve yabancılar için yatırım cen-netine çevirebilmek. Böylece Avrupa Birliği’nin kıyısında du-rarak, hep yakınlaştığı Atlantik ötesine benzer modellemeye uygun algı operasyonu kısa sü-rede devreye girdi. Esmer ten-li bir Müslüman’ın başbakan olma ihtimalinin olduğu, bir za-manların küresel imparatorluk başkentinin İslamofobi, ırkçılık, ayrımcılık nedeniyle kaçan ya-bancı yatırım ve ucuz işgücü için fırsatlar sunduğu haberleri bundan böyle devam edecek. Ne var ki Britanya artık Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk imgesi üzerinden devşirdiği psi-kolojik etkiyi dünya siyasetine ve ekonomik bir avantaja dönüştü-rebilmeyi daha ne kadar sürdü-

rebilir? Yine İngilizlerin dünyaya gösterdikleri üzere reel karşılığı olmayan bir ulusal gücün sınır-larına varması, kendini, imajını tüketmesi kaçınılmazdır…

Öğüt alır mıyız?Abdullah Yıldız

Yeni Akit- 10 Mayıs 2016

Ş imdi Feridüddin Attar’ın şu öğütlerini dinleyelim: “Dört

şeyi dört şeyden temizle: Dilini gıybetten, kalbini kıskançlıktan, mideni haram lokmadan, davra-nışlarını riyadan”.

İbrahim suresinin 21-22. âyetinde Rabbimizin işaret bu-yurduğu üzere; insanlar, başka-larını, şeytanı ve müstekbirleri suçlamak yerine kendilerini suç-lamalı ve kınamalılar; zira güna-hı kendileri istemiştir!

Kuşeyri Risalesi’nde zikre-dildiği üzere; ‘Nefsin kendisinde güzel bir hal olduğunu sanması yahut kendinin bir kıymete sa-hip olduğunu düşünmesiGizli Şirk sayılmıştır’. Yani kendini be-ğenme ve kibir…

“Kibir, bele bağlanmış taş gibidir. Onunla ne yüzülür ne de uçulur” diyor Hacı Bayram Veli.

Buna karşılık tevazu sahibi olmalı; iman-amel tezadına düş-memelidir: Zira tevazu sahibi olmak ve mesela, “mütevazı gi-yinmek imandandır” (İbn Mâce, Zühd 22).

O halde kibir taşından kur-tulmak gerekir; Alexsander Soljenitsin’in dediği gibi: “İnsan mezardan dönemez ama hata-dan dönebilir”.

Ve “Günahtan tam dönen ve tövbe eden, o günahı hiç işleme-miş gibidir.” (İbn Mace, Zühd 30)

Peygamber Efendimiz (s.) şöyle buyuruyor: “Kişinin dün-ya ve ahiretine faydası olmayan

şeyleri terk etmesi, İslâm’ının güzelliğinden ileri gelir”(Tirmizi, Zühd 11). “Sağlıklı olduğun sıra-da hastalık halin için hazırlık yap. Hayatta iken de ölüm için hazırlık yap” (Buhârî, Rikak 2). Hz. Ömer (r.a) der ki: “Âhiret işlerinde zarar etmektense, dünyaya ait işlerde zarar ediniz. Böylesi sizin için daha hayırlıdır.”

Öyleyse, dualarımız aşağıdaki dualar ve benzerleri gibi olmalıdır:

“Rabbimiz! Bize katından rah-met ver ve işlerimizde bizi başarı-lı kıl!” (Kehf suresi, 10) “Allah’ım! (Haktan) ayrılmaktan, ikiyüzlülük ve kötü ahlâktan sana sığını-rım.” (Ebû Dâvûd, Vitr 32)

Ancak, esas olan fiili duadır. Efendimiz buyurur ki: “Allah’a du-ayı size icabet edeceğinden emin olarak yapın. Bilin ki Allah gaf-letle oyalanan kalbin duasını ka-bul etmez.” (Tirmizi, Daavât 66)

Yüce Rabbimiz, kutlu Rasûlü’nün (s.) şahsında bütün Müslümanlara şu talimatı verir.

“İnkârcılara boyun eğme ve onlara karşı onunla (Kur’an’la) Büyük bir cihad ver.” (Furkan, 52)

“Asla inkârcılara ve ikiyüzlüle-re uyma ve onların incitici sözle-rine aldırma.”(Ahzab, 48)

Rasûlüllah Efendimiz (s.) ise; “fiilî duâ” dediğimiz cihadı, cehdi ve eylemliliği şöyle teşvik eder:

“İlim öğrenmek için yola çı-kan kimse dönünceye kadar Allah yolundadır.”(Tirmizi, İlim 2)

“Allah yolunda koşturup hiz-met etmenin tozu ile cehennem dumanı hiçbir zaman bir arada bulunmaz.” (Tirmizi, Zühd 9)

“İnsanların en üstünü, canı ve malı ile Allah yolunda cihad edendir.” (İmam Ahmed)

“Cihadı terk ettiğiniz za-man Allah size zilleti musallat eder.” (Ahmed b. Hanbel, 2/84)

Dürümlü’de HDP’ye oy veren ‘yerel işbirlikçiler’

Cengiz AlğanSerbesiyet - 21 Mayıs 2016

P KK’nın yazılı açıklamasında da yüzlerce insanın ölümü-

nü tesadüfen önlemiş olan köy-lülere kızgınlık var. 1 Kasım se-çimlerinde köydeki geçerli 366 oyun 361’i HDP’ye verilmiş. İki oy (herhalde yanlışlıkla) Halkın Kurtuluş Partisi’ne, üç oy da AK Parti’ye çıkmış. Bu %98 desteğe rağmen PKK köylüleri ‘hain’ ve ‘yerel işbirlikçi’ ilan etti.

Katliam olduğu gün Kanal A televizyonundan aradılar. Te-lefon bağlantısıyla yorum ala-caklardı. Ben telefonun ucunda beklerken, o köyden bağlantı ya-pılan bir tanık konuşuyordu. Son birkaç dakikasını dinledim. Pat-lamadan epey sonra, henüz köy-lüler kayıp sanılırken, ailelerine telefonlar gelmiş. “Yakınlarınız filanca hastanede, gelip alabilir-siniz” demişler. Köylüler araçla-rıyla konvoy oluşturup söylenen yere gitmeye hazırlanırken jan-darma onları durdurmuş. Meğer ihbar alınmış. Yola çıkan köylüler de öldürülecekmiş.“15 ton mü-himmatları boşa gitti diye bizi de cezalandıracaklardı” diyordu telefondaki köylü.

Dondum kaldım. Amaçları-na ulaşsalardı şehirde çok daha fazlası ölecek Kürtlerin de, nere-deyse hepsi kendilerini destekle-miş Dürümlü’nün Kürt köylüleri-nin de canı, güya Kürt hakları için mücadele eden PKK’ya göre, bir kamyon mühimmattan ve ‘stra-tejik eylem’den daha değersizdi. Köşeye sıkışıp tükenme noktası-

na gelen örgütün çıkarları Kürt kanından çok daha kutsaldı onlar için.

PKK’nın ilk toplu Kürt katli-amı değil bu, muhtemelen son da olmayacak. 80 ve 90’lı yıllar boyunca PKK çok sayıda katliam yapıp öldürdüğü insanları işbir-likçi ve hain ilan etti. Birkaçını hatırlatayım:

20 Haziran 1987: PKK, Mar-din Ömerli’ye bağlı Pınarcık kö-yüne baskın düzenleyerek, 16’sı çocuk, 6’sı kadın 30 kişiyi öldür-dü.

8 Temmuz 1987: Şırnak’ın İdil ilçesine bağlı Peçenek köyü basılarak, kadın ve çocukların da aralarında bulunduğu 16 kişi kurşuna dizildi.

18 Ağustos 1987: Eruh’a bağlı Milan mezrasında araların-da 3 ve 6 günlük bebeklerin de bulunduğu 25 sivili öldürdü. Ör-güt, yayın organlarından öldür-düğü çocuklar için “çete üyesi” ifadesini kullandı.

21 Eylül 1987: Şırnak’ın Gü-neyce köyü, Çiftekavak mezrası-nı basan PKK’lılar, 2’si hamile 5’i kadın, 4’ü çocuk 11 kişiyi katletti.

28 Mart 1988: Şırnak’ın Yağı-zoymak köyüne saldıran PKK, 9 çobanı boğarak öldürdü. Örgüt, yaptığı açıklamada, çobanların köy korucusu olduğunu iddia etti.

10 Haziran 1990: Şırnak’ın Güçlükonak ilçesine bağlı Çev-rimli köyündeki korucu evlerine saldıran PKK, 12’si çocuk, 7’si kadın ve 4’ü korucu 27 kişiyi kat-letti.

22 Temmuz 1991: Mardin’in Midyat ilçesinde

PKK militanları, sivilleri taşıyan

araçlara saldırarak 19 vatandaşı katletti.

1 Ekim 1992: Bitlis’e bağlı Cevizdalı köyünü basarak, kadın ve çocukların da arlarında bulun-duğu 30 kişiyi öldürdüler.

27 Haziran 1992: Silvan’ın Yolaç köyünde namaz saatinde cami basan PKK’lılar, 10 kişiyi öldürdü.

18 Temmuz 1993: Van’ın Bahçesaray ilçesinde bulunan Sündüz Yaylası’ndaki saldırıda 14’ü çocuk 24 kişi hayatını kay-betti.

1 Ocak 1994: Mardin’in Savur ilçesine bağlı Ormancık ve Akyü-rek köylerine saldıran PKK, 11’i çocuk 21 kişiyi katletti.

Liste uzayıp gidiyor. Şimdi ve Burada isimli TV programında çalışan ve Dürümlü’ye gidip olayı yerinde araştıran Şehadet Çitil, PKK’nın katliamlarına dair daha kapsamlı bir araştırma hazırladı-ğını söylüyor. Yayınlandığında bu kanlı örgütün Kürt katliamlarını topluca okuma fırsatımız olacak. Ancak sadece yukarıdaki mini liste ve bunun Dürümlü’ye ka-dar gelen sürekliliği bile, PKK’nın başka ülkeler hesabına çalışan, Kürtlerin tepesinde bir tür glad-yo örgütüne dönüştüğünü gös-termeye yeter.

‘İngiliz rüyası’ esmer başbakanAkif Emre

Yeni Şafak- 14 Mayıs 2016

D ünya ölçeğinde yayılan bir imparatorluğun sömürgele-

rini yönetme tecrübesi ile kendi içine çekilmiş bir İngiltere’nin mikro imparatorluk çeşitlili-ğini arz eden demografisini

Basından Yansıyanlar

56 • Haziran’16 Haziran’16 • 57

Medya Medya

Page 31: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

İslam CoğrafyasındanHaberler

askeri müdahalesi sonucu Taliban iktidarının sona ermesinin ardından, örgütün yönetici şura üyesi olan Mansur, son beş yıldır Taliban lideri Molla Ömer’in yardımcısı olarak görev yapmıştı ve örgütün icra işlerine bakıyordu. Örgütün lideri Molla Ömer’in ölmesinin ar-dından, Afganistan Talibanı, Temmuz 2015’te Mansur’u yeni liderleri olarak belirlemişti.

Esed’in Katliam Hapishaneleri: 5 Yılda 60 Bin Mahkûm Hayatını Kaybetti!

Beşşar Esed’in hapishanelerinde son 5 yıl-da 60 bin mahkûmun işkence veya kötü

yaşam koşulları nedeniyle hayatını kaybettiği bildirildi.

Londra merkezli Suriye İnsan hakları Göz-lemevi (SOHR), cumartesi günü yayımladığı raporda Beşşar Esed’in hapishanelerinde son 5 yılda en az 60 bin mahkûmun işkenceler so-nucu veya kötü yaşam koşulları nedeniyle ha-yatını kaybettiğini belirtti.

Açıklanan verilerin rejim kaynaklarından alındığı kaydedilirken SOHR Yöneticisi Rami Abdu’r-Rahman, “Mart 2011’den bu yana 60 binden fazla kişi işkence veya özellikle ilaç ve gıda eksikliği nedeniyle ortaya çıkan korkunç yaşam koşulları nedeniyle hayatını kaybetti.”ifadelerini kullandı.

Abdu’r-Rahman, en çok can kaybının, Esed rejimine ait hava kuvvetleri ve ül-kenin “güvenlik”güçlerinin yönetiminde olan gözaltı merkezlerinde ve Saydnaya Hapishanesi’nde yaşandığını kaydetti.

Yeni Şafak

Nahda Hareketi Sadece Siyasi Faaliyet Gösterecek

Tunus Nahda Hareketi, dini alandaki bütün faaliyetleri bırakarak sadece siyasi alanda

faaliyet gösterme kararı aldı.Tunus Nahda Hareketi Lideri Raşid el-

Gannuşi, siyasi partinin dini alanda vesayet kurmasında ve dini alanın da siyasetle ilişkili olmasında bir fayda bulunmadığını söyledi.

Tunus’ta Nahda Hareketi’nin 10’uncu Genel Kongresi öncesi açıklama yapan Gannuşi, “Si-yasi partinin dini alanda vesayet sağlamasının bir yararının olmayacağından bahsediyoruz. Dini alanın da siyasetle ilişkili olmasının bir faydası olmayacaktır. Çünkü siyasetin inişle-ri çıkışları değişimleri vardır. Bizler bir alanın diğer alana vesayet kurmasını istemiyoruz. İstediğimiz örgütsel, planlarıyla ve yöneten ki-şileriyle bağımsız gerçek bir bağımsız alanlar istiyoruz.” ifadesini kullandı.

İslami hareketin totaliter devlet karşısın-da kapsamlı bir proje olarak başladığını ifade eden Gannuşi, şimdi bu gerekçenin ortadan kalktığını diktatörlük ve aşırı laiklikle karşılaş-mak gibi bir durumun söz konusu olmadığını kaydetti.

Gannuşi bu konuda şunları söyledi:“Bizler dini ilkelerden kopmuş bir siyaset

istemiyoruz. Bilakis maksatlar, İslami değerler ve motiflerle birlikte bir siyaset istiyoruz. Biz bu konuda ‘ayırma’ değil ‘farklı özellik’, ‘tema-yüz’ ve ‘uzmanlık’ sözcüklerini kullanmayı ter-cih ediyoruz. Bizlerin kastı burada farklı özellik, temayüz ve uzmanlıktır.”

Dünya Bülteni

İranlılar bu yıl hacca gidemeyecek

İ ran’ın bu yıl vatandaşlarına hac izni verme-yeceği belirtiliyor.

Tehrantimes’ta yer alan habere göre İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hüseyin Cabiri En-sari düzenlediği basın toplantısında İranlıların bu yıl hac farizasını yerine getiremeyebilece-ğini söyledi.

Mina’da geçtiğimiz yıl meydana gelen izdi-hamda 400’ü İranlı olmak üzere 2 bin civarın-da hacı vefat etmişti.

Ensari, Suudi Arabistan’an bazı tedbirler al-malarını istediklerini ancak taleplerinin yerine getirilmediğini ve vize konusunda da ciddi sı-kıntılar yaşandığını ifade etti.

İslamî Şura Meclisi Milli Güvenlik Komisyo-nu üyesi Muhammed Hasan Aseferi de İran’dan bu yıl hacca gidilmeyeceğini söyledi.

Aseferi, İran’ın hacı adaylarını kutsal top-raklara göndermek istediğini, ancak Suudi Arabistan’ın bunu istemediğini gösteren bazı şartlar ileri sürdüğünü, üstelik vize konusunda ve İranlı hacıları taşıyacak uçaklar hakkında da bazı engeller çıkardığını savundu.

Taliban ABD’yi Yalanladı: Molla Mansur Hayatta

Pakistan İçişleri Bakanı Nisar Ali Han, ABD’nin düzenlediği insansız hava aracı (İHA) saldı-

rısında öldürülen kişinin Afgan Talibanı lideri Molla Ahtar Mansur olup olmadığının anlaşıl-ması için yetkililerin DNA testi yapıldığını ve test sonucu Molla Ahtar Mansur öldürüldüğü-nün doğruladığını açıkladı.

Pakistanlı kaynakların haberine göre, geç-tiğimiz günlerde Mansur’un akrabalarından birinin cesedi teslim almak için kendileriyle irtibata geçtiğini belirtmiş, bunun ancak DNA testinin yapılmasının ardından gerçekleştirile-bileceğini bildirmişti.

Taliban lideri Molla Ahtar Mansur, 21 Mayıs’ta Pakistan’ın Belucistan eyaletinde saat 03.45 civarında düzenlenen hava saldırı-sında öldürüldüğü bildirilmişti. ABD Savunma Bakanlığı, Afganistan-Pakistan sınır bölgesin-de Taliban lideri Mansur’u hedef alan hava sal-dırısı düzenlediklerini açıklamıştı.

Molla Mansur, Taliban yönetimi döneminde Afganistan’da Havacılık Bakanı olarak görev yapmıştı. ABD liderliğindeki NATO güçlerinin

58 • Haziran’16 Haziran’16 • 59

İslam Dünyası İslam Dünyası

Page 32: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

Üniversitelerden Haberler

Ü niversitenin önünde toplanan 100’den fazla öğrenci, kapatılan mescidin yeniden açılmasını ve cuma na-

mazları için spor salonun yeniden tahsis edilmesini istedi.Üniversitedeki 4 Müslüman dernekten biri olan Su-

riyeli Öğrenciler Derneğinin Sözcüsü Davut Ensari, AA muhabirine, mescidin ve cuma namazının kılındığı spor salonunun yaklaşık 2 ay önce kapatılmasının ardından üniversitenin bahçesinde namazı kılmaya başladıklarını söyledi.

Ancak üniversite yönetiminin buna da karşı çıktığını belirten Ensari, “Yönetim geçen hafta öğrencileri tehdit etti. Öğrencilere, cemaatle namaz kılınması durumunda polis tarafından götürülebilecekleri söylendi. Bunu çoğul-cu toplumda, açık ve tarafsız bir üniversitede kabul ede-meyiz.” ifadelerini kullandı.

Şimdiye kadar bu sorunun karşılıklı anlayış çerçeve-sinde çözüleceğini ümit ettiklerini anlatan Ensari, ancak bunun böyle olmayacağını gördüklerini ve bundan sonra nasıl adımlar atacaklarını değerlendirdiklerini ifade etti.

Berlin Teknik Üniversitesinde binlerce Müslüman öğ-

rencinin öğrenim gördüğüne dikkati çeken Ensari, “Namaz kılınmaya devam edilecek. Ama nerede ve nasıl bilmiyo-ruz.” şeklinde konuştu.

Öğrenci Weam Karmid de, mescidin kapatılmasının kendileri için ciddi bir kısıtlama anlamına geldiğini belir-terek, “Vakit namazlarının üçü okulda olduğumuz zama-na denk geliyor. Yasa dışı bir şey yapıyormuşum gibi iki dakikalık namaz kılmak için üniversitede gizlenmek için köşeler bulmaya çalışıyorum. Hoş karşılanmadığımı ve ayrımcılığa uğradığımı hissediyorum.” dedi.

Geniş güvenlik önlemlerinin alındığı gösteri cuma na-mazının kılınmasının ardından olaysız sona erdi.

Y ükseköğretim Kurulunca (YÖK), denetimler sonucunda “kötü

yönetim nedeniyle çeşitli risk fak-törleri taşıdığı” belirlenen İstan-bul’daki Haliç Üniversitesi’nin geçici tedbir olarak faaliyet izninin durdu-rulması kararlaştırıldı.

AA muhabirinin YÖK’ten edin-diği bilgilere göre, dün gerçekleş-tirilen Yükseköğretim Genel Kurulu toplantısında, YÖK Denetleme Ku-rulunun Haliç Üniversitesi’nde yap-tığı 2014-2015 eğitim-öğretim yılı genel denetimlerindeki tespitleri incelendi.

Tespitler sonunda, “kötü yöne-tim” nedeniyle çeşitli risk faktörleri taşıdığı tespit edilen üniversitenin, büyük oranda mali sorunlar içinde olduğu da ortaya çıktı.

YÖK Denetleme Kurulu, bunun sonucunda “kötü yönetim sonucun-da ortaya çıkacak risklerin bertaraf

edilmesi, öğrenci ve öğretim üyele-rinin haklarının korunması, eğitim ve öğretimin devam edebilmesi ve faaliyetlerin sürdürülebilmesi için ilgili mevzuat hükümlerince, ka-musal sorumluluk gereği geçici bir tedbir olarak üniversitenin faaliyet izninin durdurulması” önleminin uy-gulanması yönünde karar verdi.

Yeni mütevelli heyeti belirlenecek

Kararla, Haliç Üniversitesi’nin yönetimi, garantör üniversite konu-mundaki, Türkiye’nin köklü üniversi-

telerinden İstanbul Üniversitesi’ne geçici olarak devredilecek. Buna göre, Haliç Üniversitesi’nin yeni mütevelli heyeti belirleninceye ka-dar heyetin görevlerini, İstanbul Üniversitesi’nin yönetim kurulu yü-rütecek.

YÖK yetkilileri, Haliç Üniversitesi’nin öğrencilerinin her-hangi mağduriyet yaşamadan öğ-retim faaliyetlerine devam edebile-ceğini belirtti.

AA

Berlin’de 50 Yıllık Mescidin Kapatılması Protesto Edildi

Haliç Üniversitesi’nin Yönetimi Geçici Olarak Devredilecek

22 Aralık 2015 tarihinde ODTÜ’de (eski) Ha-zırlık Mescidinde ilk önce boş yer bulunamadığı için dışarıda namaz kılan öğrenciler taciz edilmiş ve daha sonrasında da Kütüphane Mescidine bir saldırı gerçekleştirilmişti. “22 Aralık ODTÜ Mescid Saldırısı” olarak hatırladığımız bu saldırıda eli so-palı çetelerce onlarca arkadaşımızın darp edildiği artık tüm ODTÜ kamuoyunun bilgisi dahilindedir ve bu olay yalnızca ODTÜ kamuoyu ile de sınırlı kalmayıp tüm Türkiye’de gündem olmuştur.

Geride bıraktığımız yaklaşık 5 aylık süreçte konu ile ilgili şikayetler yapılmış, hukuki her yola başvurulmuş ve idari soruşturma sürecinin sağ-lıklı bir biçimde yürümesi için, saldırganların yeni açılan mescidi işgal etme teşebbüslerine rağmen, zaman zaman yine mescidlere gelip cemaat na-mazdayken panodaki duyuruları söküp mescide ait kitapları çalmalarına ve mescid âdâbına aykı-rı provokatif eylemlerde bulunmalarına rağmen sağ duyuyu hiçbir zaman kaybetmedik.

Yine geride bıraktığımız bu süreçte Rektörlük, sınıflarda ve kampüsün her yerinde izinsiz asılan nefret içerikli afişlere ve düzenlenen etkinliklere ses çıkarmazken inançlı öğrencilerin güvenlik za-afı nedeniyle sadece mescidlerde doğal bir hak olarak yaptığı sohbetleri ve etkinlikleri engelle-miş, mescidi en doğal şekilde kullanan öğrenci-lere gelişi güzel soruşturmalar açarak anlamsız cezalar vermiştir. Daha önce mescide saldıranlar hâlâ kampüste kol geziyorken Rektörlük tarafın-dan görevlendirilen şahıslar mescidi kullanan ha-nım öğrencilerin çantalarını aramış, 24 saat açık kütüphanesi olmasına rağmen mescidlerin açık olduğu saatleri “sabah 8 akşam 5 mesaisi” şek-linde kısıtlayarak trajikomik bir uygulamaya gi-rişmiş, mescidde bulunan bandrollü kitaplara bir gece vakti el koyup mescid kütüphanesini boşalt-mıştır. İhtiyaç sahibi insanlara ulaştırılacak olan yardımlardan çocuklara verilmek üzere alınan şekerden balona kadar her şey Rektörlük tarafın-dan hiçbir uyarı ve açıklama yapılmaksızın topla-tılmıştır. Tüm bunlara rağmen sağ duyumuzu biz yine hiç kaybetmedik.

Bizler hukuki sürecin en sağlıklı biçimde yü-rümesine yardımcı olmak, kampüste tekrar aynı nahoş görüntülerin yaşanmaması ve olayların birileri için siyasi bir rant aracı olmaması için di-şimizi sıkarken ODTÜ imajı ve saygınlığı hiçbir za-man umurlarında olmayan ve kendilerini ‘ODTÜ KOLEKTİF’ diye isimlendiren bir grup; onlarca saldırgandan sadece üçü uzaklaştırma cezası aldı diye kampüs çevresinde her zaman ki gibi öteki-leştirici, nefret ve tehdit içerikli provokatif bildiri-ler asmaya devam etmiştir.

Şunu belirtmek gerekir ki mescidi kullanan öğrencilerin 22 Aralık ODTÜ Mescid Saldırısı’nda mağdur edildiği ve daha sonrasında kendilerine reva görülen zulüm yetmezmiş gibi saldırganlar-dan sadece üç kişiye göstermelik yaptırım uygu-lanması sembolik bir ceza ve sahte bir adaletten başka bir şey değildir. Adaletin hakkıyla tesis edilmemesi ve verilen tavizlerle mütecâvizlerin adeta şımartılması, gelecekte yine aynı olayların yaşanmaması umudunu günden güne olumsuz etkilemektedir.

Bu bağlamda bizler ODTÜ MESCİD TOPLULU-ĞU olarak İslam inancımızın bizi nasiblendirdiği çerçevede iz’anlı ve izzetli bir duruş sergilemeye sabırla devam edeceğiz. Bize reva görülen hak-sızlıklara asla boyun eğmeyecek ve haklarımızı kararlılıkla talep etmeye devam edeceğiz.

Tüm kamuoyuna saygıyla bildirir ve hak yolun yolcularına selam ederiz!

“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet-siniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeğe çalışır ve Allah’a inanırsınız”

[Âli İmran – 110]

22 Aralık ODTÜ Mescid Saldırısı Hakkında ODTÜ MESCİD Topluluğundan İlk Açıklama

60 • Haziran’16 Haziran’16 • 61

Haber Haber

Page 33: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

Yola Düşünce Demet Tezcan, Pınar Yayınları

Y ola Düşünce, İslâm dünyasının hemen hiç durulmadığı yıllar boyunca, nice önemli olayın ta-nıklığını yapan Demet Tezcan’ın zengin birikiminden parçalar sunuyor. Yazar aynı zamanda bu

kitabında seyahatname türüne farklı bir boyut kazandırıyor. Bu seyahatnamede, kültür, tarih, insan-lar, edebiyat ve sanat; ülkelerin, şehirlerin içlerinde yaşadıkları şekliyle, dönemler arası farklılaşan zenginlik ve fakirlikleriyle anlatılıyor. Arabistan, Pakistan, Suriye, Lübnan, Cibuti başta olmak üzere İslâm dünyası bu kitabın mer-kezinde ama bunun yanında Avrupa’da yaşayan Müslümanların du-rumları da özellikle öne çıkıyor; hem de Avrupa’nın, siyasal işleyişinin tarihine vurgu yapılarak. Son-ra Bosna ve Makedonya’ya uzanıyor seyyahın yolu. Kara kıtanın, kara kaderli parçaları da anlatılıyor. Ayrıca Mavi Marmara olayı vesilesiyle uluslararası sularda ve Filistin’de yaşananlara dikkat çekiliyor. Böylece tarihsel ve kültürel olan yanında siyasi olan gelişmeler de seyahatnamedeki yerini hemen alıyor. Kitabın sayfaları aralandığında bir taraftan hüzünlü, bir taraftan umutlu bir çağrı var; gidebilmeyi ve gidilen farklı yerlerde de kendinizle yüz-leşmeye devam etmeyi içeren bir çağrı bu.

Yola Düşünce, hepimiz için gerekli, yararlı: sayısız insan durumlarını görmek, onların hayatlarını anlamak, farklı durum-larda karşılaştıkları zorluklara nasıl cevap verdiklerini öğrenerek zenginleşmek için…

Haykırış Tülay Gökçimen, Pınar Yayınları

M art 2011’de Deraa’da yaşları 9 ila 15 arasında değişen aynı aileden 15 çocuğun okul duvarına özgürlük sloganları yazdıkları için tutuklanarak alıkonulmaları ve bu süre zarfında çocuklara

tırnakları sökülerek işkence edilmesi üzerine çocukların yakınlarının bu muameleyi protesto etmek için sokaklara dökülmesiyle başlayan olaylar İdlib, Halep, Hama, Humus, Banyas ve Lazkiye gibi farklı şehirlere yayılarak ülke çapında bir başkaldırıya dönüşmüştür. Sadece Cuma namazları sonra-sında gösteriler yaparak barışçıl bir şekilde reform talep eden Suriye halkı, bu süre zarfında ne yö-netimin devrilmesine yönelik ne de şiddet içerikli sloganlar atmıştır. Sadece daha özgür koşullarda yaşayabilmek için reformlar yapılması yönündeki taleplerini dile getirmişlerdir.

Beşar Esed verdiği sözlerin hiçbirinde durmamış aksine gösterileri bastırmak için ateşli silahlar kul-lanarak yüzlerce insanın ölümüne, binlercesinin yaralanmasına ve sakat kalmasına sebep olmuştur. Yine pek çok insan tutuklana- rak cezaevine konulmuştur. Beşar Esed’in gerçekleştirdiği katliamlarla Ocak 2015’deki verilere göre 300 binden fazla insan hayatını kaybetmiş 50 binden fazla kişiden ise haber alınamamaktadır. Tecavüz bir savaş silahı olarak kullanılmış binlerce Müsüman kadın Esed askerleri ve çetelerce kirletilmiştir. Elinizdeki kitap yapımcılığını İHH İnsani Yardım Vakfı’nın yaptığı 2013 yılının Mayıs ayında Türkiye Suriye sınırında Suriyeli kadınlarla yapılmış görüşmelerden oluşan Haykırış ve 2014 yılında yapılan Suriye Zindanlarında 24 Saat belgesellerinin yazıya aktarımıdır. Onlardan farklı olarak belgesellerde yayınlanma-yan röportajların devamı da bulunmaktadır. AyrıcabukitaptaHaykırışBelgeseli’nde anlatıcı konumun-da olan Suriyeli aktivist İman Bedir’in de hayat hikâyesineyerverilmiştir.Bu kitaptaki insan hikâyeleri ile tek gayeleri inançlarını daha özgür bir ülkede yaşayabilmek olan bu insanlar verdikleri mücadele ile neler yaşadıklarını ve uzaktan izlediğimiz mültecilerin hissiyatına ortak olacaksınız.

Kitaplık

Ümmet Coğrafyası Adem Özköse, Pınar Yayınları

Ü mmet Coğrafyası kitabı, farklı ülkelere yapılan seyahatler esnasında gerçekleştirilen birbirinden önemli görüşmelerin bir araya getirilmesiyle oluştu.Kitapta Filistin’den Fas’a, Moro’dan Suriye’ye, Libya’dan Makedonya’ya, Kosova’dan

Suud’a, Tunus’dan Yemen’e, İran’dan Patani’ye, Nepal’den Malezya’ya, Cezayir’den Pakistan’a, Latin Amerika’dan Arakan’a kadar uzanan güzergâhta nelerin olup bittiği, Müs-lümanların neler yaşadıkları, tecrübeleri, hangi imkân ve zaaflara sahip oldukları, Müslü-man toplulukların umutları, beklentileri, gelecek perspektifleri, Türkiye’ye nasıl baktıkları konu ediliyor. Kitap bu yönüyle ümmetten haberler getiren bir çalışma olma özelliği taşı-yor. Kitabın amaçlarından bir diğeri de Arap isyanlarıyla başlayan süreçle ilgili okuyucu-ya bizzat kaynağından, bu sürecin önemli aktörlerinden doğru bilgiler aktarmak. İslam dünyasının nerelerden geldiğini, hangi acıları çektiğini, hangi bedelleri ödediğini hatırlatarak içinden geçtiğimiz günlerin daha da iyi anlaşılmasını sağlamak. Hasan el Benna, Seyyid Kutup, Erbakan Hoca, Şeyh Ahmet Yasin, Malcom X, Rantisi, Abdulhamid Han, Ömer Muhtar, Ali Şeriati, Aliyaİzzetbegoviç ve Mevdudi’den arda kalan düşünsel ve mücadele mirasının izleri de kitabın bir başka konusu.

Beyzanur Yaşaroğlu

62 • Haziran’16 Haziran’16 • 63

Kitap Fotoğraf

Page 34: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar

G enç Öncüler hareketi Sinefesto’nun katkı-larıyla düzenlediği “evsizler” temalı kısa

film yarışmasının ödül törenini nisan ayın-da gerçekleştirdi. İlk üçe girmeye hak kaza-nan filmler törende büyük bir ilgiyle izlendi. Kısa film yarışmasındaki ilk hedef toplumun kanayan yarası olan bu konu hakkın-da farkındalık oluşturmaktı. Hedefimizi gerçekleştirmek ve projenin devamlılığını sağlamak adına geçtiğimiz günlerde Kağıthane Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde genç-lerimizle buluştuk. Ümmetin heyecanı olan gençlere bu konunun ehemmiyetinden ve projeyi neden gerçekleştir-diğimizden bahsettik. Ödüllü üç filmimiz olan Mazhar Yıldız’ın “Ölüler Parkı” filmi, İhsan Orçun Miroğlu’nun “Kesik” filmi ve Bünyamin Duranoğlu’nun “Deli Seyfullah Destanı” filmini izledikten sonra konu üzerinden hasbihal ettik.

Liseli gençlerin teveccühünü kazanan proje filmleri, sinemaya ilgisi olan kardeşlerimiz için de yeni ufuklar açtı.

Misafiri olduğumuz Kağıthane Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde tanıştığımız arkadaşla-

rımıza, hareketimizi tanıtmak üzere Hanımlar Komisyonu başkanı Sümeyye Akgül bir konuşma yaptı. Konuşmada gençlik dönemimizi nasıl de-ğerlendirmemiz gerektiğin-den, kötülüklerin çoğaldığı dünyada gidişata dur diyebi-lecek gençlere olan ihtiyaçtan bahsedildi. “Gençliğini nerede harcadın“ diye sorulduğu gün yüzü kararanlardan olmamak adına Allah rızası için yaptığı-

mız faaliyetlerimize kardeşlerimi davet ettik. Gençliğin belki de en verimli çağlarında olan liseli kardeşlerimizin bu programla potansiyel-lerinin farkına varmış olmalarını umuyoruz.

Barbaros Anadolu Lisesi Kısa Film Gösterimi

G enç Öncüler Gençlik Hareketinin Kısa Film yarışmasında ödül almış filmlerin göste-

rimi liselerde devam ediyor. “Evsizler” temalı filmlerimizi gençlerle buluşturuyoruz. Hareke-tin çalışmalarından bahsediyor gençliği, zama-nının kıymetini bilip iyi işler yapması adına mo-tive etmeye çalışıyoruz. 16 Mayıs günü Bağcılar Barbaros Anadolu lisesine misafir olduk. Bizleri ilgiyle dinleyen öğrencilerine, öğretmenlerine ve okul müdürü değerli hocamız Aziz Erdoğan’a teşekkür ediyoruz

KAĞITHANE ANADOLU İMAM HATİP LİSESİ

KISA FİLM GÖSTERİMİ

64 • Haziran’16

Etkinlik

Page 35: Genç Öncüler- 107- Mazlum Coğrafyalar