40
ilim 21. SAYI MAYIS 2017 21 د العد1438 شعبانISSN:2146-7781 AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim Batılılaşma İhaneti Muhammed Yazıcı Hoca ile Evlilik ve Aile Üzerine Aile Kurmayan Evlilikler İnsanın Kurtarıcı Kesin İlkeleri Murad Molla Kütüphanesi -vı- EVLİLİK VE AİLE ilimdergisi.org

EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

  • Upload
    others

  • View
    40

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

ilim21. SAYI MAYIS 2017شعبان 1438 العدد 21

ISSN:2146-7781

AYLIK DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ

Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler

Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler

Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen AileUnutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

Batılılaşma İhaneti

Muhammed Yazıcı Hoca ile Evlilik ve Aile ÜzerineAile Kurmayan Evliliklerİnsanın Kurtarıcı Kesin İlkeleriMurad Molla Kütüphanesi -vı-

EVLİLİK VE AİLE

ilimdergisi.org

Page 2: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

ilimDİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ

İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı

Editör: Mustafa Alp

İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi ve İlimevleri hocaları tarafından yayına hazırlanmaktadır.

Derginin tüm sayılarını online okumak için: ilimdergisi.org

Görüş ve makale gönderimi: [email protected]

Dâru’l-İlim web adresi: darulilim.com

İlimevleri web adresi: ilimevleri.com

EVLİLİK VE AİLETOPLUM ÜRETİM MERKEZİ

Page 3: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

SERBEST YAZILAR

İNSANIN KURTARICI KESİN İLKELERİ } M. TAHA İNCİ

MURAD MOLLA KÜTÜPHANESİ -VI- } AZİZ ENÇAKAR

AUGUSTİNUS VE İTİRAFLAR’I } ABDULLAH KÜSKÜ

DOSYA YAZILARI

HUZURLU BİR AİLE İÇİN TAVSİYELER } EMRE GÜNDOĞDU

PEYGAMBERİMİZİN AİLESİNDEN BUGÜNE DERSLER } FATİH YAZICI

GELECEK YÜZYILDA BİZİ BEKLEYEN AİLE } MUSTAFA ALP

UNUTULAN BİR AİLE DAYANIŞMASI: SILA-İ RAHİM }

AHMET BAĞBEKLEYEN & MEHMET KOÇ

BATILILAŞMANIN İHANETİ } ABDULLAH KÖŞGEN

BEŞ SORUDA EVLİLİK VE AİLE } MUHAMMED YAZICI

AİLE KURMAYAN EVLİLİKLER } HALİL AYVAZ

33

3539

6

912

17

2018

26

Gelecek sayı konusu:

“Takva.”

Yazılarınızı değerlendirilmek üzere

[email protected]

adresine mail atabilirsiniz.

Page 4: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

ilim Mayıs 2017 Sayı: 214

EDİT

ÖR

بسم اهلل الرمحن الرحيم

Değerli dostlar, İlim dergisi 21. sayısında evlilik ve aileyi gündeme ta-şıyor. Yaşam Kitabımız eşlerden her birinin temel mesuliyetini şöyle hatırlatır: “Erkeklerin meşru şekilde kadınlar üzerinde hakları bulun-duğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır. Yalnız erkek-ler onların üzerinde bir derece (üstünlüğe) sahiptirler. Allah Aziz’dir, Hakîm’dir.” (Bakara suresi, 228)

Vahyin kılavuzluğunda temel hak ve sorumluluklarına riayet eden eşler dünyada huzura, ahirette cennete; daha önemlisi iki dünyada Allah’ın rızasına kavuşurlar. Rabbimiz bu noktayı ne güzel beyan buyurmuştur: “Erkek veya kadın kim mümin olarak sâlih amellerde bulunursa, hiç kuşkusuz onu (dünyada) çok güzel bir hayat ile yaşatır ve (böyle kimse-lere) yaptıklarından daha güzeliyle mükâfatlarını veririz!” (Nahl, 97)

Ailenin esasını oluşturan karı kocanın karşılıklı görevlerini bilmeleri, evlilik ve ailenin sulh u sükûneti açısından çok önemlidir. İlgili ayet ve hadislerin, ayrıca insan tabiatının bize açıkça bildirdiği üzere, erkekler kadınlara imkân ve yetki bakımından üstündürler. Kadın meşru olan noktalarda kocasına itaat etmelidir. Ancak bu şekilde kadın ve daha önemlisi Müslüman olarak yaşayabilir. Peygamber-i zîşân bu noktayı şöyle aydınlatır: “Kadın üzerinde en çok hakkı olan insan kocası, koca üzerinde en çok hakkı olan annesidir.” (Hazreti Aişe rivayeti, Hâkim, Müstedrek) Dik-kat ederseniz, kocanın en üst saygı ve sevgi duyacağı kişi olarak baba değil, yine bir kadın; anne gösteriliyor.

Kocasına meşru itaat ve uyumda kusur göstermeyen hanımın durumu, bir rivayette şehitliğe eş değer bir mertebede sunulmuştur: “Eğer kadın Rabbine itaat eder, kocasının hakkını öder, iyiliğini anlatır ve kocası-nın malını ve nefsini korursa, onunla şehitler arasında yalnız bir derece vardır. Şayet kocası mümin ve güzel ahlaklı ise cennette onunla beraber olur, değilse ona cennette şehitlerden bir şehit eş olarak verilir.” (Hazreti

Meymune rivayeti, Taberani, Mucemü’l-Kebir)

Kadınların kocaları üzerindeki haklara geçmeden asr-ı saadetten bir kıssayı dikkatinize arz edelim: Medine’nin sahabe kadınlarından Esma binti Yezid el-Ensari (r.anhâ) bir gün Efendimiz’e gelerek şunları söy-lüyor: “Ey Allah’ın Rasûlü! Ben kadınların elçisi olarak yanına geldim. Kadınlar sana şunu iletmemi istediler: Kuşkusuz erkekler toplumda hastaları ziyaret ediyor, cenazelere katılıyor, umre ve cihad hallerinde

Page 5: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

العلم5 شعبان 1438 العدد:21

21. sayıdan

merhaba

biz kadınlardan daha büyük ecirler kazanıyorlar. (Biz ise bunlardan geri kalıyoruz.)” Efendimiz (s.a.v) bu söz üzerine şunları söyler: “Ey kadın, dön ve onlara bildir ki, elbette sizden birinin kocasına güzel davranıp, onun hoşnutluğunu kazanma adına itaat etmesi erkeklerin yaptıklarının tamamına eşittir.” (İbni Asakir, Tarih-i Dımeşk)

Elbette erkekler kadınlara imkân ve yetki bakımından üstün olmakla beraber, nikâhları altında-ki kadınlara hiçbir şekilde zulmedemez, meşru haklarından kısamazlar. Efendimiz aleyhisselama tekrar kulak verelim: “Kadının kocası üzerindeki hakkı, yediğinden hanımına yedirmesi, giydiğinden giydirmesi, yüze vurmaması, aşağılamaması ve ev dışında kendisini terk etmemesidir.” (Muaviye bin Hayde

rivayeti, Ebu Davud, İbni Hıbban)

Hanım haklarını genişçe beyan etmiyor gibi görünen hadis, yakından bakıldığında tüm gayri meşru istismarların önünü kesecek genişliğe sahip. Bugün kadın erkek arası yanlış eşitlik algısının müm-kün olan meşru düzeyi budur: Yaşamsal ihtiyaçlarda erkek kendine neyi münasip görüyorsa hanı-mına aynısını sunmalıdır. Yalnız hanımıyla arası iyi olduğunda değil, her koşulda koca bu paylaşıma mecburdur. Aynı zorunluluk ahlaki noktada da geçerli. Erkek aralarının kötü olduğu durumda bile hanımını bir kusurundan sebep aşağılamamalı, ona hakaret etmemelidir.

Gelin, ailede duygu ve davranış dengesine değinen başka hadisi görelim: “Mümin erkek, mümin hanımına buğzetmesin, nefret duymasın. Eğer bir huyundan hoşlanmazsa başka bir huyundan razı olur.” (Ebu Hureyre rivayeti, Müslim ve Ahmed bin Hanbel)

Bu hadisten duyguların davranışlara etki ettiği kadar, davranışların da duygulara etkili olduğunu anlıyoruz. Erkeğin hanımına karşı içinden tatlı sözlü olmak gelmemesi nasıl tatlı söz söylememesini gerektiriyorsa, yine de tatlı sözlü olması bunun içinden gelmesine öyle sebep olur. Dolayısıyla hisle-rimize yenilmemeli, eşler arası güzel ahlakı yaşatmak için çaba sarf etmeliyiz. Hadis aynı zamanda sevginin diğer şeyler gibi bakım istediğini anlatır. Evlilik öncesi hareketli duygusal hayatın evlilik sonrasında sıkıcı olmaya başlamasının temelinde sevginin beslenmemesi yatar. Sevgiler bakım ister. Gayretle, yeni şeyleri keşifle heyecanı ölene kadar sürdürebiliriz. Zaman üzerinden geçtiği hangi şeyi eskitmiyor da sevgi ilk günkü gibi kalsın? O halde tembelliğe vurmadan, “zaten evlendik, her şey olup bitti”ye getirmeden ufak jestler, küçük hediyeler, tatlı iltifatlarla birbirimizi daha çekilebilir kılalım. Daha çekilebilir diyoruz, birbirimize tam yetelim demiyoruz; çünkü dünya zaten böyle bir yer, abartmamalıyız. Eşler birbirlerine tam yetseler daha hangi yalnızlık ve ihtiyaç duygusuyla Rab-lerine yönelirlerdi?

Sonuç olarak, bugün ve yarın evli erkekler, hanımlarına ancak bunlar ışığında davranırsa huzur bu-lurlar. Modern dünyadaki aile bunalımının temelinde bunların ihmali yatar. Suya, havaya ne kadar ihtiyacımız varsa doğru bir evlilik için bu prensiplere öylesi ihtiyacımız var.

[email protected] ilimdergisi.org

Page 6: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

ilim Mayıs 2017 Sayı: 216

Huzurlu Bir Aile İçin TavsiyelerEmre Gündoğdu

İnsan, toplum içinde yaşayan bir varlıktır. Toplu halde yaşayan her varlığın kendi arasında huzur ve mutluluğu sağlaması gerekir. Bunun için bireylerin sorumluluk bilinciyle hareket etmesi lazımdır. Günü-müz dünyasında az sayıdaki bu davranış modeli için-de büyüyen çocuklar ne yazık ki gelecek vadedemi-yor. Bunun için insanın hayattaki ilk eğitim merkezi olan aileler devreye girer.

Aile, toplumu oluşturan en küçük yapıdır. Bir nevi minyatürü. Toplumda var olan ya da olacak en kü-çük çarpıklaşma işte tam buradan başlar. En ufak bir problem bile aileler arasında çığ gibi büyüyerek bir toplumun çöküşünü hazırlayabilir. Bu çarpıklaş-manın olmaması için mutlak huzurun galip gelmesi gerekir. Sağlam aile yapısı sağlam bir toplumun en büyük göstergesidir. Çünkü aile, karşılıksız sevgi ve fedakârlığın, mutluluğun ve huzurun en yoğun his-sedildiği yerdir.

Evlilik ve Ailenin Önemi

Ailenin en önemli özelliklerinden birisi, kişinin nes-lini devam ettirmesidir. Çocuklar insanın kendi ha-yatının devamı niteliğindedir. Yani herkes bedensel olarak olmasa da yüzyıllarca sürecek bir hayata sa-hiptir. İyi bir gelecek istiyorsak -ki herkes ister- ev-lenip sorumluluk sahibi çocuklar yetiştirmeliyiz. Aile kurumunun zayıf olduğu toplumlarda sağlıklı birey yetiştirmek zordur. Evlenmenin önemine binaen şu ayeti zikretmek doğru olacaktır:

“İçinizden bekârları ve kölelerinizden, cariyeleriniz-den durumu uygun olanları evlendirin. Eğer bunlar

yoksul iseler, Allah onları lütfuyla zenginleştirir. Al-lah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Nur,32) Ayet-te bekâr olanların evlenip yuva kurması istenmiş ve doğacak olan geçim sıkıntısına da vekil olunmuştur. Şimdi ashaptan evliliğin önemini vurgulayan sözlere bakalım:

“Kişinin ibadetinin kemal bulması ancak evlilik saye-sinde olur.” (Abdullah b. Abbas, İhyau Ulumi’d Din, c.2, s.145)

“Hayatımın on gün sonra biteceğini bilsem bile Allah’ın huzuruna bekâr olarak çıkmamak için yine de evlenirim.” (İbn Mesud, İhyau Ulumi’d Din, c.2, s.146)

Muaz b. Cebel taun hastalığına yakalanmış, hatta iki hanımı da bu hastalık yüzünden vefat etmişti. Has-ta vaziyette olan Muaz şunları söyledi: “Beni evlen-dirin, çünkü bekâr olarak ölmek istemiyorum.” (İbni

Mesud naklediyor.)

Bu zikredilen misallerde görülüyor ki bu zatların şeh-vetleri söz konusu olmadığı halde evlenmek istemiş-lerdir. Bunun sebebi evliliğin fazilet ve üstünlüğüne inanmış olmalarıdır.

Evlilik ve Ailenin Faydaları

1. Çocuk Yetiştirmek: Evlat evliliğin temel taşıdır. Nikâh müessesesi onun için kurulmuştur. Evlat sa-hibi olmakla üç şekilde Allah’a yakınlaşılır:

a) İnsan neslinin devam etmesi için çalışıp evlat edinmekle Allah’ın sevgisine lâyık olmak.

b) Resulüllah’ın diğer ümmetler karşısında ifti-har edeceği çoklukla onun muhabbet ve sevgisini

Page 7: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

العلم7 شعبان 1438 العدد:21

kazanmak. “Evleniniz, çoğalınız, çünkü ben kıya-met gününde sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim.” (Beyhakî, VII/81)

c) Öldükten sonra salih evladın duasından istifade etmeyi düşünmek. Bir sahabi “Ey Allah’ın Resulü! Anne ve babamın benim üzerimde vefatlarından sonra yapabileceğim bir hakları var mıdır?” deyince Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: “Evet. Onlara salâvat getirmek (dua etmek), onlar için bağışlanma dilemek, sözlerini yerine getirmek, dostlarına ikram-da bulunmak ve onların dost ve yakınlarıyla ilgiyi (ve ancak onların yolundan gelen sıla-ı rahmi) kesme-mektir.” (Ebu Davud, İbn Mâce, İbn Hibban)

2) İnsanı Olgunlaştırması: Baba için yeni bir iş olan ev idaresi başlar. Elektrik ve su faturası, kira, eksik eşyalar gibi daha birçok gider… Tüm bunlar babanın yeni bir hayata geçtiğinin göstergesidir. İnsan tüm bunların sıkıntısını çekmeye başladığında evlendiği-nin farkına varır. Eşini, çocuklarını her gördüğünde onların kendi sorumluluğunun altında olduğunu bi-lir. Bu, erkeği olgun davranmaya iter. Kadın için de bu olgunlaşma evdeki işlerinin artmasıyla meydana gelir.

3) Akrabaların Artması: Akraba, insanın en zor anında yakınında duran insanlardır. Başın ne zaman dara düşse, canın hiç sıkılmadan yanlarına gidebil-diğin kişilerdir. İnsan, evlenmekle beraber akrabala-rının sayısını ikiye katlamış olur. Kendini güvende hisseder.

4) Nefsi Dizginlemek: Evlenmenin bir diğer fayda-sı, nefsi dizginlemesidir. Bu insanın ihtiyaç duyduğu şehvet duygusunu helali ile atmakla olur. “Ey gençler! Evlenmeye imkânı olan evlensin. Çünkü evlenmek gözü haramdan korur, iffeti muhafaza eder. Evlen-meye imkân bulamayan da oruç tutsun. Çünkü oruç cinsel arzuları kırar, azaltır.” (Nesaî, Sıyam: 43) Evliliğin erken yapılmasında birçok fayda vardır. Buna büyük âlimlerden birisi şu sözleriyle dikkat çeker. “Genç ev-lenilmedikçe farzlar tam olarak eda edilemez.”

Evliliğin bir diğer faydası ise insanın içindeki her türlü kötülüğü azaltmasıdır. Kısaca evlilik, insanın damarlarında dolaşan şeytandan muhafaza eder. Bir hadisi şerifte şöyle buyrulur: “Kocası yanında bulun-mayan kadınların evlerine girmeyin. Çünkü şeytan damarlarınızda kan dolaşması gibi bedeninizde do-laşmaktadır.” Sahabeler bu kez “Sende de mi böyle dolaşır” diye sorunca, Hz. Peygamber “Evet, bende de bu şekilde dolaşır. Ancak ona karşı Allah Teâlâ bana yardım eder de, onun şerrinden emin kalırım” buyu-rur. (Tirmizi)

Page 8: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

ilim Mayıs 2017 Sayı: 218

Hadiste belirtildiği gibi şeytan insanın içinde bulu-nur. O şeytana kendini kaptıranların sonu malum-dur. Bundan içtinap etmek için başlıca yollardan bir tanesi evlenmektir. Daha önce dediğimiz gibi evlilik insanı olgunlaştırır. Olgun insan ne yaptığını bilir. Kısacası evlilik içimizdeki şeytanı hapseder.

Âlimlerden Tavsiyeler

İbn Sîrin der ki: “Maddi olarak sana bağlı olacak bir kadınla değil, sevgisiyle bağlı olacak bir kadınla ev-len.”

Fudayl b. İyad der ki: “Kızını fâsık biriyle evlendiren kişi, kızının sâlih neslini kesmiş olur.”

Atâ der ki: “Tevrat’ta şöyle yazılıdır: Din dikkate alın-madan yapılan her evlilik kıyamete kadar üzüntü ve pişmanlığı sebep olur.”

Ümmü’d Derda şöyle demiştir: “Allahım! Ebu’d Derda beni istedi ve dünyadayken benimle evlendi. Şimdi ben de senden onu cennette eşim kılmanı istiyorum.” Ebu’d Derda ona: “Gerçekten bunu istiyorsan o za-man ilk ve tek kocan ben olurum. Benden sonra ev-lenmezsin.” karşılığını verdi. Sonrasında Ebu’d Derda vefat etti. Ümmü’d Derda güzel ve bakımlı bir kadındı. Muaviye evlenmek için onu isteyince Ümmü’d Der-da: “Hayır! Vallahi cennette Ebu’d Derda ile evlenene kadar dünyada iken başka bir erkekle evlenmeyece-ğim.” dedi. Dönemin şartları göz önüne alındığında, bir kadının kocasız olarak hayatını idame ettirmesi çok zordur. Fakat Ümmü’d Derda eşini o kadar çok sevmiştir ki vefatından sonra zor bir hayat yaşasa da Ebu’d Derda’dan sonra kimseyle evlenmemiştir. İşte bu iki kişinin arasında bulunan sevgi evli oldukları müddetçe ailelerinin huzurlu bir şekilde devamını sağlamaktadır.

Hassan b. Atıyye şöyle demiştir: “Ashaptan biri, oğ-lunu evlendiren birisini görünce şöyle demiştir: On-ları diledikleri kişilerle evlendirin, zira bu onlar için daha cezp edici ve daha uygundur.”

Humeyd et-Tahvil bildiriyor: “Adamın biri Hasan el-Basri’den kız istedi. Adamla Hasan arasındaki elçi bendim. Hasan kızını vermeye niyetli gibiydi. Bir gün gittim ve damadı Hasan’a övmek istedim. Ona: ‘Ey Hasan, adamın elli bin dirhemi var.’ dedim. Hasan: ‘Elli bin dirhemi mi var? Bu kadar para helal yoldan elde edilemez.’ karşılığını verdi. Ona: ‘Hasan adam Müslüman ve günahtan korkan birisidir.’ dediğimde o da şöyle karşılık verdi: ‘Şayet bunları helal yoldan biriktirmişse o zaman hakkı olan yerlerde kullan-mamış demektir. Vallahi o adamla aramızda dünür-lük olamaz.” Bu hadiseden çıkacak en önemli sonuç ailelerin helal lokma ile geçinmesine selefin verdiği önemdir.

Son olarak evliliğin önemini bahse alan bir hikâye ile konuyu bitirelim. Eski milletlerden bir zat çok ibadet etmesi sebebiyle kendi zamanındaki âbidleri geçmiş-ti. Onun bu şekilde ibadet etmesini o devrin peygam-berine anlattıkları zaman peygamber şöyle der: “O adam çok iyi, fakat çok önemli bir ibadeti terk ediyor. O ibadeti terk etmeseydi çok daha iyi olurdu.” Âbid kişi bu sözleri duyunca çok üzülür ve sonra pey-gamberin yanına gelip ona hangi ibadeti terk ettiğini sorar. Peygamber: “Evlenmedin.” der. Âbid kendini şöyle savunur: “Ben yoksul bir adamım. Geçimimi halkın yardımıyla sağlayabiliyorum. Evlenmememin sebebi budur.” Peygamberin cevabı ise şu olur: “Seni ben kızımla evlendireceğim.” Aralarında geçen bu ko-nuşmadan sonra peygamber onu kızıyla evlendirir.

Page 9: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

العلم9 شعبان 1438 العدد:21

Her sözünde, her davranışında, her bakışında ayrı bir güzellik, ayrı bir mutluluk… Adının anıldığı mekânlar bile huzur bulurken varın onu zikreden kalbin mut-luluğunu siz düşünün. İnsanlığın iftihar tablosunun medarı iftiharı, nebiler nebisi Allah Resulü’nün in-sanlığa ne derece örnek olduğunu kelimeler anlatma-ya yeterli değil. Hani deriz ya, kelimelerimiz onunla ancak değer kazanır. Gerçekten de öyle.

Bu sayımızda Peygamber Efendimizin hanımlarına, evlatlarına ve evin huzurunu sağlama konusundaki tutumlarını inceleyerek bugüne ışık tutmaya çalışa-cağım.

Hanımları ile Arasındaki İlişkisi

Aslında bizler en son değer vermemiz gereken şeyi hep ön sıraya oturtuyoruz. Yani evlilikten önce pa-rayı, huzurdan önce altını, mutluluktan önce ev sa-hibi olmayı ve aşktan önce arabalara, süse vs. sahip olmaya çalışıyoruz. Artık ne zaman “Araban var mı? Dairen var mı? Maaşın iyi mi?” sözlerinin yerine

“Senin de onda gönlün var mı? Gerçekten kızımı se-viyor musun?” sözlerini kullanacağız? Hâlbuki Allah Teâlâ Nur suresinin 32. ayetinde “(Evlenmeye müsait olanlar) Şayet fakir iseler Allah onları kendi lütfun-dan zenginleştirecektir.” buyurmaktadır.

Allah Resulü’nün evinde bir kilim ve bir yataktan başka hiçbir şeyi yoktu. Ama tüm dünyadaki kilim-lere bedel olacak sevgisi, bütün yatakları satın alacak kadar da huzuru vardı. İki gönül birbirini sevmediği halde bir araya gelse, malları onlara hiç fayda verir mi? Evde huzur olmadıktan sonra onca mal neye ya-rar? Mal ve mülk insanın mutluluğu için kazanılmaya çalışılıyor. Ama unutmayın sevgi, aşk ve huzur malla, mülkle satın alınacak kadar değersiz değildir. Mala ve mülke dayalı bir evliliğin son kullanma tarihi çok ya-kındır. Peygamber Efendimiz hanımları ile evliliğin-de ne malı ne mülkü vardı. Aralarındaki mal varlığı sadece birbirlerine beslediği saygıydı. Onların zengin olmak gibi bir hevesleri yoktu

Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Fatih Yazıcı

Page 10: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

ilim Mayıs 2017 Sayı: 2110

Bir gün Peygamber Efendimizin hanımları diğer Müslümanlar gibi biraz rahat yaşamak istediler. Allah Teâlâ “Ey peygamber! Zevcelerine; ‘Eğer dün-ya hayatını ve ziynetini istiyorsanız, gelin size mih-rinizi vereyim ve sizi güzelce boşayayım.’ de” bu-yurdu. Bu ayetin inmesiyle Peygamber Efendimiz hanımlarından yatağını ayırdı. (Müslim, Talak, 34) As-lında yatağını ayırması yine de onların iyiliği içindi. Yani amacı onlara zarar gelmesin, dünyanın debde-besine aldanmasınlar diye yapıyordu. Bir peygam-ber hanımına yakışır şekilde davranmalarını istedi-ği içindi her şey.

Hanımlarının incinmesine asla izin vermezdi. Bir gün Yahudi asıllı Safiyye validemize Hafsa’nın “Ya-hudi kızı” dediği haberi ulaştığında Safiyye ağlama-ya başladı. Peygamberimiz yanına girdiğinde ağla-makta idi. Peygamberimiz; “seni ağlatan olay nedir?” Safiyye; “Hafsa bana ‘Yahudi kızı’ diyor” dedi. Pey-gamberimiz şöyle buyurdu: “Sen bir peygamberin kızı durumundasın. Amcan da peygamberdi ve şu an da bir peygamberin nikâhı altındasın. Hangi ko-nuda sana karşı övünüyor?” Sonra Hafsa’ya: “Ey Hafsa! Allah’tan kork” buyurdu. (Tirmizi, Menakıb, 64)

Aslında Peygamber Efendimizin hanesi dünyanın gelmiş geçmiş en varlıklı hanesidir. Zenginliklerini şuana kadar ölçecek ne biri çıkabildi ne de hesap-layabilecek bir alet icat edildi. En büyük varlığı sev-gisiydi. Her insan sever, ama Peygamber Efendimiz sadece sevmez, sevgisini kalbinde sürekli sular sol-masın diye. Güneşin en güzel göründüğü yere ko-yar, yaprağının bile kırılmasına izin vermeden dik-katli bir şekilde yetiştirirdi sevgisini. Hz. Aişe şunu söyler: “Peygamberi Hatice’den kıskandığım kadar başka hiçbir kimseden kıskanmadım. Ya Hatice’ye yetişmiş olsam hâlim nice olurdu. Bunun tek sebebi

Allah Resulü’nün onu çokça hatırlaması idi. Hatta bir koyun kestiğinde bile Hatice’nin dostlarını bir bir dolaşır ve onlara o etten hediye ederdi.” (Buha-

ri, Menakıbu’l-Ensar, 20) Bu sözde Peygamberimizin Hz. Hatice’ye karşı olan sevgisini vefat ettiğinde bile hiçi yitirmemiş, vefatının ardından da bu sevgisini kaybetmemiş olduğunu görmekteyiz. Bir gün Pey-gamberimize “insanların sana en sevimlisi kimdir?” sorusuna Peygamber Efendimiz “Hz. Aişe’dir” ceva-bını vermiştir. (Tirmizi, Menakıb, 63)

Peygamber Efendimiz eşlerinin arasında adaleti en çok gözeteni olduğu halde, adaletsiz davranmaktan korkarak Rabbine şöyle yalvarırdı: “Allah’ım, elim-den gelen taksimat budur. Senin gücünün yettiği ve benim gücümün yetmediği hususlarda beni kınayıp hesaba çekme.” (Ebu Davut, Nikâh, 37) Eşleri arasında ada-letsiz davrananlar hakkında ise şöyle buyurmakta-dır: “Bir erkeğin iki hanımı olur da onlar arasında adaletli davranmazsa kıyamet günü bir tarafı çarpık ve düşük olarak gelir.” (Ebu Davut, Nikâh, 37)

Çocukları ile Arasındaki İlişki

Peygamber Efendimiz sadece kendi çocuklarına değil tüm çocuklara karşı merhamet dolu idi. Her gördüğü çocuğa selam verir, yetimlerin başını okşar, onları sahipsiz bırakmazdı. Onlarla oyunlar oynar ve onları öperdi. Buna şu örneği vermek yerinde olacaktır: Akra’ b. Hâbis Peygamber Efendimizi to-runu Hasan’ı sevgi ve şefkatle sevip öperken görür ve “Benim on çocuğum vardır, onların hiçbirisini öpmedim” sözlerine cevaben Peygamber Efendimiz “Şayet senin kalbinden Allah merhameti söküp at-mışsa ben ne yapayım? Merhamet etmeyene mer-hamet edilmez” diyerek karşılık verir. (Buharî, Edeb,

18) Hele çocukların ağlamalarına hiç dayanamazdı.

Page 11: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

العلم11 شعبان 1438 العدد:21

Namaz kıldığı vakitlerde şayet bir çocuğun ağlama sesini duysa namazını kısaltırdı. (Buhârî, Ezan, 65)

Evet, çocukların ağlamalarına dayanamaz, fakat kızı Fatıma’nın üzülmesine hiç dayanamazdı. Bir gün Hz. Ali, Ebû Cehil’in kızını nikâhlamaktan bahsetmişti ve bu durum Peygamber Efendimize ulaşmıştı. Hz. Fatıma üzülmüş olacak ki Peygamber Efendimiz buna binaen şöyle buyurdu: “Fatıma be-nim bir parçamdır; onu üzen, beni üzmüş olur; onu yoran, beni yormuş olur.” (Tirmizi, Menakıb, 61)

Peygamber Efendimizin Hz. Hatice’den olan iki erkek çocukları erken yaşta vefat etmişti. Hz. Mariye’den bir tane daha oğlu olmuştu. Adı İbrahim idi. Enes bin Malik Peygamber Efendimizin oğlu-na karşı olan sevgisini söyle zikretmektedir: “Allah Resulü’nden daha çok çoluk çocuğuna acıyan birini görmedim. İbrahim’in Medine’nin kenar mahallele-rinin birisinde oturan bir sütannesi vardı. Sütanne-nin kocası demirci idi. Hz. Peygamber oğlu İbrahim’i ziyaret için giderdi. Demircinin dumanla dolu evine girer ve o ortamda onu kucağına alır, öper ve kok-lardı. (Müslim, Fedail, 63)

Efendimizin bu sevgisi fazla sürmedi, çünkü İbra-him de daha iki yaşını dolduramadan vefat etmiş-ti. Ölüm haberini alınca Efendimizin gözleri doldu. Ağlamaya başladı. Gönlü, bir evlat acısını daha de-rinliklere gömmüştü. Altı evlat acısı çekti. Hatta bu acılara torunlarını kaybetme acısı da eklendi, ama hiçbirinde yıkılmadı, çünkü biliyordu ki alan da Al-lah, veren de Allah. Ve yine biliyordu ki, kişi sevdi-ği ile cennette beraber olacak. Bu kadar evlat acısı çekmesi hasebiyle olacak ki Peygamber Efendimi-zin Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e karşı sevgisi biraz daha fazla idi.

Onlara gösterdiği merhamet, sevgi öz çocukları-na gösterdiği sevgiden farksızdı. Bir hadisi şerifin-de “Bunlar benim oğullarım ve kızımın oğullarıdır. Allah’ım, ben onları seviyorum. Sen de onları sev. Onları sevenleri de sev.” buyurmaktadır. (Tirmizi, Me-

nakıb, 31)

Peygamber Efendimiz çocuklarını günahlardan ko-rumak için hem fiili hem de manevi desteğini hiç-bir zaman eksik etmemiştir. Bir gün Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ellerini sadaka hurmasına uzatırlar. Peygamber Efendimiz onların bu hareketini görün-ce “Bize sadaka hurması haram kılındı” buyurarak günaha işlemelerine engel olmuştur. (Buhari, Zekât,

62) Günlerden bir gün Peygamber Efendimiz Hz. Fatıma’nın elinde kolye görünce şöyle buyurdu: “Ey Fatıma, insanların Allah Resulü’nün kızının elinde ateşten bir zincir var, demeleri seni sevindirir mi?” Bu sözü söyledikten sonra oturmadan çıkıp gitti. Bunu duyan Fatıma kolyeyi çarşıya gönderip sattır-dı, parasıyla da bir köle alıp azat ederek hürriyeti-ne kavuşturdu. (Nesai, Ziynet, 29) Hz. Fatıma’nın kolye takması günah değildi, ama Peygamber Efendimiz onun bir peygamber kızı olduğunu hatırlatarak, dünya malına gönül bağlamayarak diğer genç kızla-ra örnek olması gerektiğini vurgulamaktaydı.

Peygamberimizin hayır duası da hep evlatlarının üzerinde idi. Onlar için Rabbine hep niyaz eder-di. Gönlünde yetişmiş bu nadide çiçeklerin ufak rüzgârlara dayanamayıp kopmasından çok korku-yordu. Bir gün Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’i bir örtü ile örttü ve şöyle dedi: “Allah’ım, bunlar benim ehli beytim ve yakınlarımdır. Onlardan kötülükleri gider. Onları tertemiz eyle.” (Tirmizi, Menakıb, 61)

Page 12: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen AileM

ustafa

Alp

Page 13: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

العلم13 شعبان 1438 العدد:21

Benim bildiğim Arapçada aileyi anlatan iki söz-cük var: Biri Türkçeye de geçen âile (ıyâl), diğeri

üsra… İlkinin kökeni avl/ayl. Anlamı fakirlik, yok-sunluk ve eşitsizlik. Diğerinin kökeni esr/isâr. Bu-nun anlamı esaret, kölelik… İki isimlendirme, aileyi aile yapan şeyin aile bireyleri arasındaki muhtaçlık, yoksunluk ve bağlılık duygusu olduğunu bize anla-tıyor. İşte bugünden itibaren ihtiyacını hissedeceği-miz şey tam da bu: İnsanın Yaratıcı’dan başlayarak her şeye ve herkese karşı bağımsızlığını kazanması, bütün yoksunluk ve zaaflarına karşı savaş başlatma-sı… Bildiğimiz geleneksel aile bunun için günbegün eriyor; çünkü aileyi oluşturan fertlerin birbirlerine bağlılıkları, ihtiyaçları ve dolayısıyla tahammülle-ri kalmıyor. Peki, bildiğimiz geleneksel aile gelecek yüzyılda yerini nasıl bir aile tipine bırakacak?

1. Bir kere evlilik ve aileyi birbirinden ayıralım. Önü-müzdeki asırda iki kavramın birbirlerinden bağım-sızlaşmasına şahit olacağız. Eskiden aile olmanın gi-riş kapısı evlilikti ve evlilik gerçekleştiğinde oğullar, teyzeler ve amcalardan müteşekkil bir aile otomatik olarak devreye girerdi. İstikbalde bu zorunlu ilişki bitecek. Komün ve aktivite grubu gibi evlilik dışı aile ortamları olacak ve aynı şekilde çocuk, akraba ve komşu getirisi olmayan evlilikler yaygınlaşacak.

2. İkinci olarak, evlilik ve ailenin bel kemiğini oluş-turan karı-kocanın birbirine olan cinsel, duygusal ve ekonomik ihtiyacını da bir kenara koyalım. Gelece-ğin dünyasında iki cins arası kaçınılmaz gereksinim ilişkisi yok. Tüp bebek uygulamaları, klonlamadaki gelişmeler, biyoteknolojik ilerleme, simülasyonlar ve akıllı robotlar kadın ve erkeğin çocuk yapmak, yalnızlığa derman olmak ve hayatı idare ettirmek için birbirlerine olan bağımlılığını ortadan kaldıra-cak. Kadınlar gitgide iş dünyası ve çalışma hayatının

merkezine çekileceği için zaten ekonomik anlamda erkeklere/kocalara bağımlılıkları kalmayacak.

3. Bugün hala geçiş dönemi aile tipine sahip olan ve modern Avrupa ülkelerine göre geniş aile modelini bir nebze koruyabilen Türk toplumunda bile gelecek yüzyılda lezbiyen, gay, transeksüel ve biseksüel ev-lilikler yaygınlaşacak. Kadın erkek arası öteden beri bildiğimiz aşk, kısa süreli seks badiliğine dönüşecek. Uzun süreli romantik aşk ise daha çok hem cinsler arasında; kadın kadına, erkek erkeğe yaşanacak.

4. Sosyolojide geleneksel geniş aile tipinden bah-sedilir. Dedelerin, görümcelerin vs. olduğu büyük haneler… Durum bugün ana-baba ve çocuktan mü-teşekkil küçük eve ve çekirdek aileye dönüşmüştür. Aslında geniş aileden de önce bütün bir soyun bir arada yaşadığı obalar, mahalleler vardı. Filan oğul-ları, filanların yurdu benzeri isimler alan bu en geniş akraba şeceresi, ortak yerleşim birimini, ortak sosyal ve ekonomik alanı paylaşmaktaydı. Zamanla birçok etken bu ailenin hem bireysel hem mekânsal olarak küçülmesine yol açtı. Gelecekte bugünkü çekirdek ailenin paylaştığı ortak küçük evler de kalmayacak. Karı kocanın her biri ayrı, müstakil stüdyo daireler-de yaşarken çocuklar yatılı kreşlerde kalacak. Karı, koca ve çocuklar ancak belirli aralıklarla bir araya gelip bir alışveriş merkezinde ya da hafta sonu kaça-mağında beraber zaman geçirebilecekler.

5. Buraya kadarki dönüşümlerden gelecekte bildiği-miz şekliyle akrabalığın da biteceğini anlamışsınız-dır. Doğrudan karı koca ve çocuğun dışında kimse-nin aile üyesi ve akraba olarak önemi kalmayacak. Dayıdır, teyzedir, kayınbiraderdir, amcakızıdır.., bütün bunlar tıpkı bugünkü flörtlünün ‘biyolojik’ yakınları olarak tanıdıktan öte bir anlam ifade et-meyecekler.

Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile

Page 14: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

ilim Mayıs 2017 Sayı: 2114

6. Gelecekte anlaşmalı ve süreli evlilikler yaygınla-şacak. Fiziksel şiddet, aldatma, duygusal geçimsiz-lik, maddi gelirin kötüleşmesi gibi ihtimaller evlili-ği sonlandıran şartlar olarak anlaşma maddelerine eklenecek. Bu anlaşmalar yıllık periyotlarda -eğer çiftin ortak onayıyla yenilenmezse- mahkeme ta-rafından otomatik olarak evliliğin iptaliyle sonuç-lanacak. Şiddetli geçimsizlik ve aile içi istismarın alabildiğine yaygınlaşacağı geleceğin dünyasında anlaşmalı ve süreli evlilik, çiftleri koruyan bir gü-vence olacak.

7. Doğum ve çocuk bir diğer ailevî değişim konusu. Tüp bebek, gen mühendisliği ve biyoteknolojideki hızlı gelişmeler doğum dışı çocuk yapma imkânını sık başvurulan hizmetler haline getirecek. Bunun doğal sonucu, babası ya da annesi bilinmeyen ve tek ebeveynle büyüyen çocuk sayısındaki hızlı ar-tış olacak. Bu şekilde çocuk tek ebeveyninin evin-de değil, doğumdan itibaren devlet kontrolündeki kreşlerde yaşayacak. Onu sahiplenen anne ya da babası belli zamanlarda kendisiyle vakit geçirebile-cek. Kreş yerine evde bakıcı hizmeti az kişi tarafın-dan tercih edilecek.

8. Gelecek yüzyılda eş dışı yakınlar akraba olarak bir anlam ifade etmediği için çok yoğun şekilde en-sest vakıalarıyla karşılaşacağız. Annenin tacizine uğrayan erkek çocuklar ve babalarından, abilerin-den çocuk doğuran kız çocuklar günlük sıradan ha-berler arasında yer alacak.

Peki, çözüm nedir?

Anlattıklarımdan kurtuluş yok arkadaşlar. Geniş kitlelerce uygulanacak bir çözümden bahsetmek mümkün değil. Kişileri, cemaatleri ve partileri aşan evrensel bir akış vardır: Zamanın ruhu veya sünne-tullah… Bunu ne engelleyebilir ne kontrol edebilir-siniz. Sadece azınlık gruplar bu dev dalganın dışın-da kalabilirler. Onların arasında yer alabilmek ya da

evliliği ve aileyi kökünden dağıtacak bu müstakbel tehlikeden en az hasarla çıkmak için bazı adımlar öneriyorum. Bunlar bir taraftan sorunların kayna-ğını gösterirken diğer taraftan geleceğin kayıp aile üyelerine çaresizce bir ağıttır.

1. Aile ve akraba arasını ayırıyoruz. Bu çok ciddi bir hata. Bugün aile karı koca, onların babaları ve ço-cuklarından ibaret, bir bakıma çekirdek yakınlara indirgenmiş durumda. Ana ve babadan uzağa doğru genişleyen yakınlar anlamındaki akraba, bu dar aile algısının altında ezilip gitmiş. Dar ailesiyle ilgili, fa-kat akrabasıyla ilişkisini neredeyse koparmış birçok insan mevcut. Baba hala bir değer, fakat onun yarısı kabul edilebilecek amca yok. Anne hala aile telak-kisinde temel öneme sahip, fakat teyze yok. Arada-ki makası elden geldiğince kapatmalı ve yakından uzak akrabaya doğru ilgi, ziyaret ve destek ilişkisini sürdürmeye bakmalıyız.

2. Ailede ıslah edilmesi gereken başka husus, evli kadınların yakınları… O kadar tezat dolu bir ataerkil yapıdayız ki bir kız evlendiğinde sanki eski ailesiyle

Page 15: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

العلم15 شعبان 1438 العدد:21

(bakın, ben bile eski diyorum!) ilişkisi ciddi şekilde azalıyor. Kocalar kendi anne babalarına karşı göste-rilmesini istediklerini saygı ve hizmetin hanım ta-rafına karşı gösterilmesi noktasında çifte standart-çılar, adil değiller. Evli kadın, başta kocanın kendisi ve ailesinin psikolojik baskısıyla amcalarından, tey-zelerinden, kuzenlerinden koparılıyor. Bu ihmale ve ademe terkedilmeye ben de maruz kalıyorum maa-lesef. Kocalar ilerde kendi damatlarından veya eniş-telerinden aynı soğukluğu görmemek için acilen hanımlarının ailelerine hem kendileri yakınlaşmalı, hem eşlerinin hal hatır sorma ve ziyaret etme teklif-lerine olumlu cevap vermelidirler. Adil olalım. Ko-casını ailesinden (kocanın ailesi) soğutan kadınlar da mevcut. Anne babasını ziyarete tek gelen ya da bu ziyareti hanımından gizleyen erkekleri gördük-çe sinirlenmemek mümkün değil. Çok insafsızca! Burada en adil çözüm, “senin ailen”, “benim ailem” ayırımını ortadan kaldırmaktır. Ey karı kocalar! Siz artık tek bir ailesiniz. Aranızı virgülle bile ayırmıyo-rum.

3. Bir adım daha… Aile üyeleriyle arayı sıcak tutmak için bize faydası dokunup dokunmadıklarına bak-mamalıyız. Bu çıkar ilişkisi aile içinde cidden ayıp. İş arkadaşınla, mahalle tanışınla menfaatine bakar-sın da aynı kanı taşıdığın soydaşlarına böyle yak-laşmak üzücü be! Menfaat hesapları güttüğümüzde ailede neredeyse görüşecek kimsemiz kalmaz. Kaldı ki aileden olduğu için arayıp hal hatır sorduğumuz, yılda birkaç kez ziyaretine gittiğimiz, düğününe ve cenazesine katıldığımız her akrabamızla dost olma zorunluluğumuz yok. Bunlar ayrı şeyler. Yeter ki te-mel aile bağlarımızı güçlü tutalım.

4. Aile ilişkilerindeki en büyük mazeret vakit yeter-sizliği; oysa bunu aşmanın gayet basit yolları var. Aile yakınlarını özel bir gün ayırıp ziyaret etmek ağır geliyorsa, bunu daha eğlenceli ve işlevsel hale geti-rebiliriz. Örneğin bir hafta sonu kahvaltısını dayın ya da amcanla birlikte yapabilirsin. Yorucu hazırlık yapmamaları için günler öncesinden değil, yola çık-madan hemen önce haber verebilirsin. Yine bir cu-martesi akşam çayına teyzene veya halana gidebi-lirsin. “Çayı koyun, tatlıyı kapıp geliyorum” demen onları nasıl mutlu eder! Bunun gibi anne baba ya da evli kardeş tarafından akrabalarla aramızı sıcak tu-tabiliriz. Her gün zaten yemek yiyor, çay içiyorsun. Bunlara ayırdığın zamana, bir iki saat daha ekleyip akrabanla birlikte yemek içmek, oldukça pratik bir akraba dayanışması örneğidir.

5. Erkeklerin eve ve çocuklarına daha fazla vakit ayırmaları gerekiyor. Eskinden erkeğin eve ekmek getirme görevi yeterli oluyor (ya da zorla oldurulu-yor) ve ev içi işleri, çocukların bakımı tümüyle an-neye havale edilebiliyordu. Artık bu mümkün değil. Ev içi temizlik, yemek yapmak ve çocuk büyütmek bugün bambaşka yoğun ve detaylı hale büründüğü için kocanın eşine destek olması mecburidir. Bakın, mecburidir diyorum. Daha bir kez bebeğin altını bezlememiş, çamaşır yıkamamış, camları silmemiş

Page 16: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

ilim Mayıs 2017 Sayı: 2116

evli erkekleri duyduğumda bir tuhaf oluyorum. Kar-deşim bu zulümdür, insaf et! “E ben de işte yorulu-yorum. Trafikte canım çıkıyor.” İyi de bunun hın-cını niye eşinden, çocuklarından çıkarıyorsun? Bir şekilde iş ve arkadaş ortam yükünü hafifletip evine daha fazla vakit ve enerji harcayacaksın. Ey kocalar! Siz de artık evinizin erkeği olun!

6. Hanımlara bu noktada daha çok iş düşüyor el-bette. Evli kadınlara yarım gün mesai uygulaması başlatılması ve onlara uygun hafif iş sahalarının yaygınlaştırılması gerekiyor. Ne olursa olsun, özel günlerini, türlü çocuk sorunlarını ve iş yaşamında ezilen ruh dünyalarını hesaba kattığımızda kadınla-rın tam gün çalışmaları felakettir, cinayettir! Aldığı paranın, başardığı işin hiçbir önemi yok bu şartlar-da. Bunu erkekler adına değil, cidden kadınların iyiliği için söylüyorum. Bugün hükümet sağolsun, birinci, ikinci ve üçüncü doğumda ücretli izinlerde ciddi artış getirdi; lakin bu ücretli olduğu için hak-lı olarak sınırlı. Hayır, yarım mesainin yarım maaş demek olduğunu başta hanımlar kabullenecek. Bu da tabi harcama kalemlerinin, aile giderlerinin azal-ması anlamına geliyor. Daha az tüketim, daha mü-tevazı yaşam, daha az çalışma yükü, daha az stres ve çok çok daha fazla huzur, aile kaynaşması…

7. Ailedeki yıkımı en az hasarla atlatanlardan olmak istiyorsak, televizyonu evden acilen çıkarmalıyız. Bakın, televizyon izlemek günahtır demiyorum. Akşamlarımızı mahkûm eden birçok dizi, futbol ve eğlence programının dinî yönden bize verdiği zararı geçmişte “Akşamlarımızı Diziyle, Futbolla Öldür-meyelim” başlıklı yazıda ele aldım. Burada o kısma girmeyeceğim. Evdeki televizyon en hafif tabirle, birlikte geçireceğimiz zaten sınırlı zamanı ve enerji-yi çalıyor. Aile bireylerini ortak bir duygu ve hareket frekansında buluşturacak muhabbet ortamından uzaklaştırıyor. Çok çok az bir kesimi dışarıda tu-tarsak, bir evde televizyon varsa o ailede duygusal

kaynaşma yoktur. Özellikle çocuk ve gençlerin iç dünyaları önemsenmiyor, ekranlardaki sahte ha-yatlara özendiriliyorlar demektir. Bir evde televiz-yon varsa artık o ailenin yerel kültürü, mahrem dünyası, birlikte huzur saatleri kaybolmuş demek-tir. Özellikle çocukları şiddete, hiçbir şeyi beğenme-meye, dikkat bozukluğuna alıştırması ve konuşma-yı geciktirmesi, gençlerin ruhsal dünyalarını tahrip etmesi gibi götürülerini saymıyorum bile. Kaldı ki birçoğumuzda akıllı telefon var. Bunlardan gerekli gündem takibini fazlasıyla yapabiliyoruz. Televiz-yon gibi uyuşturucuyu evimizden çıkardığımızda ne kadar bereketli zamanın bize kaldığına hayret edeceğiz. Hanımlar, beyler! Televizyon ailenin al-ternatifidir, unutmayın. Size öz ailenize düşman ve sahtelik dolu bir aile ortamı sunar. Diğerinden ye-meden ikisini idare etmek, kendini kandırmaktır.

8. Hani insanlara ihtiyaç duyuyorsun ya hep. Kimi iki lafını belini kıracak kafadara, kimi antreye yük-lük yapacak marangoza, göğüs kanserine yakalanan yengenin kemoterapi göreceği bir doktora, mimarlı-ğı kazandığı şehirde kız kardeşine sahip olacak bir aileye.., bunların beleşi elinde var zaten. Güzel Rab-bim ihtiyacın olabilecek tüm meslek mensuplarını rar dosyayı yapıp aile adıyla yüklemiş gen klasörü-ne. Hadi aç onları. Yüreciğinin kapılarını aç onlara. Halanın Balıkesir’deki damadı var ya, tam istediğin bir tatil evi var onun. 15 gün çoluk çocukla kafayı dinlemek için para bile kabul etmez belki senden. Ama onu aramadın ki hiç. Şimdi tutup bir iş için… Sonra ablanın büyük kaynı muhasebe şirketine gü-venilir elaman arıyor. Sizin Yasin için biçilmiş kaf-tan işte. Ama sen onu arayıp sormadın ki hiç. Şimdi tutup bir iş için… Ve hanımın yeğenleri, dayıkızları, babanın köydeki amcaoğulları, adlarını dahi bilme-diğin kuzen çocukları…

Page 17: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

Unutulan Bir Aile Dayanışması:

SILA-İ RAHİMAhmet Bağbekleyen, Mehmet Koç

İslam dini insan topluluğunu bir bütün olarak ele alır. Çünkü onun mesajı evrenseldir. O muhataplarını hep tevhid inancı etrafında toplamayı hedeflemiş, bu bütün-leşmeyi ve dayanışmayı maddi anlamda da sağlamak için fertlere sorumluluklar yüklemiştir. Bu görevlerin en önemlilerinden biri Allah’ın bir nimet ve rahmet olarak insanlara bahşettiği akrabalık ilişkisiyle meydana gelen sıla-i rahimdir. Sıla-i rahim; hak ve hukukunun yeri-ne getirilmesi şeklinde ifade edilen, kişinin anne, baba dede, nine, amca, hala, dayı.., sonra da yakınlık dere-cesine göre nesep bağı olan akrabalarına karşı, imkan nispetinde maddi ve manevi anlamda faydalı olması, hizmet etmesi, ilgi ve alaka göstermesi demektir.

İnsanların akraba ve yakınlarla münasebetlerini gö-zetmesi, yani onlara ziyarette bulunması dinimizce ya-pılması istenilen önemli davranışlardan biridir. Allah Teâla akrabaları birbirleri üzerine hak sahibi yapmıştır. İnsanoğlu yaşamış olduğu dünya hayatında yakınlarıy-la olan insani ilişkileri sayesinde onların maddi ve ma-nevi desteğiyle ayakta durur ve yaşamını devam ettirir. Bundan dolayıdır ki Allah Teâla insanın gerek toplu-ma gerek diğer fertlere nasıl davranması konusunda Kuran-ı Kerim’de bu konuya dikkat çekmiştir. Nitekim Allah Teâla şöyle buyurmaktadır; “Allah’ın birleştirilme-sini buyurduğu şeyi ayırırlar (akrabayla ilişkiyi kesenler) ve yeryüzünde fesat çıkarırlar; hüsrana uğrayanlar işte onlardır.” (Bakara, 27)

Evet, ayeti kerimede de belirtildiği üzere sıla-i rahimle ilişkilerini kesenlerin Allah Teâla zarar ve ziyan içinde olduğunu buyuruyor. Ayeti kerime üzerinde düşünül-düğünde, bu zarar ve ziyanın küçük olmadığı aşikârdır. Bu zarar maddi açıdan da kendisini ortaya çıkarıyor. Kanaatimizce söz konusu ziyan, insanlardan kendini

tecrit etmek (soyutlamak), toplumsal dayanışma ve yar-dımlaşmayı kesmektir.

Günümüzde akrabalık bağlarının azaldığını ve bunun gitgide yok olmaya doğru ilerlediğini söylemek müm-kün. Akraba ziyaretleri sadece bayrama ve özel günle-re sıkıştırılmıştır. Yeni yetişen nesiller artık birbirlerini tanımaz hale gelmiştir. Artık insanlar bu bağları kopar-malarından dolayı kendi menfaatleri peşine düşüp öz yakınlarını, hatta ana babasını evinde barındırıp bir tas çorba veremeyecek kadar canileşmiş, onları huzur ev-lerine veya kendi hali üzere bırakmayı layık görmüşler-dir.

Elbette günümüzde sıla-i rahim yapmak zorlaşmıştır. Çünkü insanlar en yakın akrabalarından zarar görmek-tedirler. Yine günümüzde akraba ziyaretleri veya insani ilişkiler azalsa bile bugün neredeyse hiçbir evde eksik olmayan ve evimizin bereketini kaçıran televizyon teh-likesi yüzünden evimize bir yakınımız gelse dahi, onun-la sadece kısa bir hoşbeşten sonra televizyon ekranları-na dönüyoruz. Şimdi kendimize Allah için şunu soralım: Biz sıla-i rahimi ne kadar biliyoruz? Sıla-i rahim dini yaşantımızın neresinde? Hangi aralıklarla sıla-i rahim yapıyoruz? Allah ve Resulü’nün bu konudaki ayetlerini biliyor muyuz? Hiç olmasa bu konuyu beş dakika dü-şünün!

Efendimiz Aleyhisselam “Her kim rızkının bollaştırıl-masını ve ecelinin geciktirilmesini isterse sıla-i rahimini yapsın.” (Buhari) buyuruyor. Yine Peygamber Efendimiz bir hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor: “Kim, rızkının Allah tarafından genişletilmesini, ecelinin uzamasını is-terse, eş ve dostlarını ziyaret etsin [ve onlara yardımcı olsun.]” (Buhari, Tirmizi)

Netice itibariyle sıla-i rahim Allah’ın kulları üzerine yüklediği önemli vazifelerden birisi olup her Müslüma-nın bu vazifeyi yerine getirmesi gerekir. Bu, akrabalar arası birçok sıkıntının önüne geçilmesinde bulunmaz bir hayat kaynağıdır. Kişiye hem ferdi hem de toplum-sal olarak birçok olumlu geri dönüşü bulunmaktadır.

العلم17 شعبان 1438 العدد:21

Page 18: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

ilim Mayıs 2017 Sayı: 2118

Bu ayki dosya konumuz evlilik ve aile. Evlilik ve aile kavramları devletlerin devamlılığını önemli derecede et-kilemektedir. Dünyanın birçok ülkesinde bu iki hususa gerekli ehemmiyet gösterilmektedir. Ancak memleketi-mizde üst perdede verimlilik arz eden bu aile yaşantımızı kadim geleneğimize bağlıyor, yaşanmışlıkların hatrının bizi ayakta tuttuğuna inanıyorum.

Yazımızda; Batılılaşmanın aile hayatımıza olan etkilerin-den bahsedeceğiz. Öncelikle bilmemiz gereken kültürü-müzdeki aile efradının yeridir.

Müslüman coğrafyasında çekirdek aile ale’l-umum şu şekildedir; Baba eve iaşe ile, anne ev işleri ile, evlat ise ana-babaya yardım ve kendini geliştirme ile ilgilenmeye memurdur. Bu yapılanma Türk töresinde de benzerlikle-rini göstermektedir. Her ne kadar müslüman hanıma, evi yeşerten, evlada yürek açan bir rol biçilmişse de, kervan-lar sahibi, ordular hareket ettiren, dünya tarihinde mü-him siyasi kazanımlar sağlayan düşünce yapısına sahip hamur eller mevcuttur. Bu kimseler, Hatice validemizdir,

Fatih’in üvey validesi Mara Despina’dır ve Mahpeyker Sultandır. O validemiz ki; ticareti, malı, mülkü, asaleti herkesin malumudur. O valide ki; II. Murat’a zevce olarak bahşedilmiş. Ancak sonraları hem Fatih, hem Bayezid devrinde Osmanlı-Venedik arasındaki görüşmelerde ara-bulucu olmuştur. Ve o Valide Sultan ki; bozulan nizamı naibeliği müddetince rayına oturtmuştur. Daha niceleri...

Bütün bu müsbet ahvale rağmen, maalesef çürük dişler olmuştur. Yanlış yorumlar, insanları yanlış hareketlere it-miştir. Bir örnek ile meseleyi noktalandırıyorum: Miras mevzuu. Miras mevzuundaki “Kadın, erkeğin aldığının yarısını alıyor.” genel kabulü yanlıştır. Bilakis yarı yarıya miras aldığı durumlar dahi vakiidir. Velev ki yarım pay alıyor olsun, bu pay onun için lütuftur. Çünkü şer’an bir kadın ailesinin geçiminden mes’ul değilken, erkek aile-sinin maddi giderlerinden mes’uldür. Bu minvalde tam pay isteğiyle hakkı çiğnenen kadın mıdır erkek mi? Bu gibi yanlış anlamalar gereksiz böbürlenmeye yol açmıştır. Erkeğe gücün, kadının yükünü hafifletmek için verildiği gerçeği göz ardı edilmiştir.

Batılılaşmanın İhanetiAbdullah Köşgen

Page 19: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

العلم19 شعبان 1438 العدد:21

Evin temeli olarak nitelediğimiz anaç karakter üzerinden ufak bir aile resmi çizmiş olduk. Peki Batı neydi? Batı, maddeydi. Batı, pozitivist dünya görüşüydü. Halbuki milletimizde evla olan manadır. Önemli olan içyüzdür. Borçlusunu, kendini göstererek rahatsız edilmemesi ge-rektiğini yolu uzatarak öğreten baba ne yapabilirdi Batı-da! Batı, öte dünya fikrine kayıtsız kalmaydı. Öte dünya-nın; sorgu sualin; yasakların(!) mevcudiyetinin inkarıydı. Batı özgürlüktü. Peki kendi bile aynaya bakınca iğrenen ve buna rağmen huyundan vazgeçemeyen günahkarı kendine getirecek neydi! Evde nasihatini dinleyeceği de-desi mi vardı! O özgürdü bir kere. Aykırı olmalıydı. Aynı evde barınamazdı. Batı terakkiydi. Batı rakam ve süratti. Gelişiyorsan iyiydin. Hormonellik onu bağlamazdı. O az vakitte çok işti. Batı göz ile görülebilendi. Bir tanrıya mı ihtiyaç var? Egondan büyük tanrı mı var. Sen ve senin olan her şey. Çocuk gibi. Evcil hayvan gibi. Velhasıl, Batı “R” ile başlayan, telaffuz edilemeyen profesör ismiydi.

Bu kadar çelişki varken aynı yolda nasıl yürüyebilecektik!

Geniş ailemizi konuk edeceği misafir odası var mıydı?

“Aileye gelince. Bu mefhum, yüksek ve münevver sını-fın adetleri arasında çekiliyor. Orta sınıf da bugün yarın o vaziyete gelecek. Vasati Avrupa’da şimdi, cinsî kıs-kançlık tarihten bir sahife olmuştur. Altı bin yıldır zev-celer kocalarına, kocalar zevcelerine ihanet ediyor. Hala Roma hukuk telakkilerini muhafaza edemez. Âdetin is-tihalesi aileyi kendiliğinden mahvettikten sonra mesele hukukîleşecektir. Çok afif adamlar, zevceleri tarafından aldatılmıştır. Bütün aldatan kadınları ateşe atsak, Hz. Havva’nın zürriyetinden pek mahdut bakiye kalır.”

Yararlanılan Kaynaklar:

Canan, Peyami Safa

Batılılaşma İhaneti, Mehmet Doğan

DİA, “Genç Osman” ve “III. Osman” maddeleri

Canan’da Batılılaşma Açısından Aile, Hakan Sazyek

Page 20: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

1. En temelde insan üzerinden, daha hususî şekilde erkek ve kadının yaratılışı üzerinden evlilik ve aile meselesine yaklaşalım istiyorum. Vahyi, fıtratı ve çocukluktan başlayarak karak-terin oluşması bağlamında ailenin katkısını nasıl ele alıyorsunuz?

İnsanın erkek ve kadının mahiyetiyle ilişkisi açısından manidar bir giriş sorusu, evet. Malum, insan erkek ve kadın olmak üzere iki farklı ne-visi olan varlığın adı. Nisa suresinde bu hakikat şu şekilde ifade edilmiştir: “Ey insanlar! Sizi tek bir kişiden yaratan, ondan da eşini var eden ve ikisinden birçok erkek ve kadınlar meydana ge-tiren Rabbinizden sakının.” (Nisa, 1) Nas bize erkek ve kadının insan olmanın sadece bir kısmını ifade ettiğini imliyor. Hakikî manada insan olmak, an-cak Allah’ın tezevvüç kanunu gerçekleştirmesiyle mümkündür.

Buradan hareketle diyebiliriz ki evlilik, Allah’ın fıtrî ayetlerindendir. Evlenmemiş insan, insanın karşı cinse ait insanî özelliklerinden mahrum de-mektir. Bu açıdan aile bir insan olma kurumudur ve bütün zamanların en değerli teşekkülüdür.

İnsandaki hücre, kâinattaki atomlar ve okyanus-taki damlalar neyse, toplumdaki aile odur. İdeal bir toplum ancak ideal aileyle oluşur. Bir toplu-mun dirilişi de çözülüşü de ailede başlar. İnsanı aile yetiştirir. Hz. Peygamberimiz “her çocuk İs-lam fıtratı üzere doğar. Anne babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar” (Buhari, Müslim) diye-rek ailenin çocuğun ebedi geleceğini oluşturma-daki rolüne işaret etmiştir. Bir toplumda aile ney-se, toplum odur.

Fiziksel yasaların öğrenimini biliriz. Çocuk bir şeyin bütününün parçasından büyük olması, bir şeyin uzun veya kısa, yüksek veya alçak oluşu gibi en temel fizik yasalarını çok küçük yaşta de-neyim yoluyla öğrendiği gibi, ahlak kanunlarını da aynı dönemde öğrenir. Cibilliyeti bu yaşlarda oluşur. Aslında aile çocuğun rûhen ve bedenen hem var olduğu hem de en temel karakter ya-pısının şekillendiği yerdir. İskelet ve kas sistemi oluşurken bir taraftan ruhunun heykeli dikilir. Basit benzetmeyle, çocuk su, aile kaptır. Su İçin-de olduğu kaba göre şekillenir. İmam Gazali “eğri ağacın doğru gölgesi olmaz” der. İnsanlar kötü

k

Muhammed Yazıcı Hoca ile Kapak Konusu Sorular ve Düzenleme: Adem Özçelik

Beş SorudaEvlilik ve Aile

ilim Mayıs 2017 Sayı: 2120

Page 21: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

doğmaz, kötülüğü öğrenirler. Fakat bu öğrenme bir bilgi aktarım yoluyla olmadığı ve karakterin şekillendiği bir dönemde gerçekleştiği için değiş-mesi zordur. Bundan dolayı aileden aldığı şeye ‘öğrenmek’ değil de ‘edinmek’ demek daha doğru olur. Kötü aileden iyi insan çıkmaz. İyi insan iyi ailede yetişir. İyi okul, iyi akıl yaratır.

Peki, bugün ihtiyacımız olan nedir? Bugünkü ihtiyacımız, akıllı insan değil, iyi insandır. Kişi cimriliği, cömertliği, kibri, tevazuu, nefreti ve şef-kati.., kısacası insanı yücelten veya alçaltan bü-tün vasıfları küçük yaşta edinir. Anadolu’da “ye-disinde neyse yetmişinde odur” diye çok anlamlı bir söz var. Buradaki yedi rakamı öylesine söy-lenmiş değil. Modern pedagoji kişinin şahsiyeti-nin yüzde sekseninin yedi yaşında tamamlanmış olduğunu vurguluyor.

2. Söylediklerinizi duygu, düşünce ve dav-ranış üçlüsüne uyarlamayı deneyelim. Kısaca örneklik diyeceğimiz bu noktada aile büyükleri nasıl bir işlev üstleniyor acaba?

Önemli bir husus tabi üç kavramın münasebe-ti. Baştan şunu teslim edelim: Bir insanı etkileme-de davranışın gücü sözünkinden belki bin misli yüksektir. İnsana hadiselerin öğrettiğini hiçbir şey o kadar hızlı ve etkili öğretemez. Burada si-zin de ifade ettiğiniz duygu, düşünce ve davranış devreye giriyor. Duygu insanın iradeye en yakın ve ona en etkili olan tarafıdır. Duygu düşünceyi belirler. Düşünce de davranışları kontrol eder. Duygu insanın öz benliğidir. Şahsiyeti oluşturan uzuvların ana gövdesidir. Duyguların dili, en hızlı ve tesiri en kalıcı olandır. Duygular kelimeye dö-külmez. Duygu davranışla tezahür eder ve başka yolla asla ifade bulmaz. Duygunun anlattığını yine duyguyla dinler, yani hissedersiniz. Bundan

dolayı birlikte zaman geçirmeden bir insana tesir edemezsiniz. Tesir, daha Türkçe ifadeyle, eser bı-rakma, insanda önceden var olan bir şeyi silme ve dönüştürme veya olmayan yeni bir şey meydana getirme demektir. Duyguda dürüst davranmayan, dürüstlüğün edebiyatını yapsa hiçbir şey ifade etmez. Lafügüzaftan öteye geçmez söyledikleri. Duygusal dürüstlük sözel olandan bin misli daha etkilidir. Dolayısıyla iyiliğin ve güzelliğin anlatı-larak öğretildiği eğitim kurumları, ailenin verdiği-nin onda birini bile veremez.

Kur’an’ın bu açıdan eşleri birbirleri için elbise-ye benzetmesi câlib-i dikkattir: “Onlar (hanımlar) sizin için birer elbise, siz de (ey kocalar!) onlar için birer elbisesiniz.” (Bakara, 187) Elbise insanı hem sı-cak ve soğuk gibi doğal etkenlerden hem de utan-ma gibi duygusal olumsuzluklardan korur. Yani hem üşümene hem utanmana mani olur. Eş de böyledir. Bugün maalesef dışardaki hayat Müslü-manca değil. Her yer şehvet pazarı. Evlilik insanı dışardaki havadan korur. Soğuk havayı değiştir-me şansınız yoktur, lakin dışardaki havaya göre elbise giyerseniz, havanın olumsuzluğundan ko-runmuş olursunuz. Günümüzde dışardaki şehvet fırtınasına mani olmanın en iyi yolu, aile elbise-sini giymektir. Yeri gelmişken yaygın bir yanlışa değinelim. Genelde aile insanın küçük dünyası olarak kabul edilir. Hâlbuki aile bizim büyük dün-yamızdır. Çünkü hayat bulduğumuz yerdir. Bizi şekillendiren ve etki alanımızı orası oluşturur.

Çağdaş insan üzücü ki en büyük hatayı aşk evliliği yapma gibi boş bir ütopya arayışında yapı-yor. Aşk, evliliğin hedefi olmalı, illeti değil. Aşkla başlayan evlilikler çoğunlukla hüsranla sonuçla-nır, fakat aşkla sonuçlanan ilişkiler bâkidir. Bura-dan anlıyoruz ki evlilik öncesi aşk gerçek değildir.

العلم21 شعبان 1438 العدد:21

Page 22: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

Zihinde oluşmuş fantezidir. Arzu dürtüsüyle mü-kemmellik arayışı bir insanda tecessüm eder. Kişi aslında kafasında kurduğu fanteziye âşıktır. Evli-liğin getirdiği sorumluluklar, tahammül ve kendi özgürlüğünden feragat etme gündeme geldiğinde, gerçek ortaya çıkar. Bu şekilde aşk biter, evlilik kalır. Tabi nihayet evlilik de son bulur. Yok, eğer bir ilişki sorumluluk şuuruyla gelişir, tahammül-le, sabırla sınanır ve bu sınav atlatılırsa, aşka dö-nüşür. İşte bu, gerçek aşktır. Boşuna dememişler; “birden çok dili ana dili gibi konuşan birinin ana dilini öğrenmenin yolu, ayağına basmaktır.” Çün-kü o acıyla diğer dilleri unutur, kendi öz dilinde “of anam” der. Evlenmeden önce seven tarafların birbirlerine bir zahmetleri olmadığı için katlanma ihtiyacı da olamaz. Bu durumda birbirleriyle olan muhabbetleri test edilmediği için gerçek değil, sentetiktir, simülatiftir yaşanan. Varsayımdan ve güzel bir temenniden öteye geçmez.

3. Üstadım, çağdaş dünyaya tekrar geleceğiz. Buradan asr-ı saadete ve vahyin dönüştürme gücüne geçelim. Kur’an’ın indiği dönemde aile-nin durumuna bakacak olursak, vahiy nasıl bir evlilik ve aile reformu getirdi?

Sizin de söylediğiniz gibi cahiliye dönemi aile hayatını Kur’an’ın reformları üzerinden anlama-mız mümkün. Hatta cahiliye insanının vahiyden önceki toplum yapısını, özelliklede aile hayatını en sahih biçimde yine bize Kur’an bildirir. Önce şunu ifade etmek gerek: İslam’ın bütün emir ve yasakları beş temel esasa dayanır. Bunlardan bir tanesi neslin korunmasıdır ki aslında ailenin mu-hafazası demektir. Dolayısıyla Kur’an’ın inişi, hat-ta bütün dinlerin varlık sebeplerinden biri, aileyi korumaktır.

İslam öncesi Mekke’deki aile yapısına gele-cek olursak, iki ‘ev’li bir aile şekli cariydi. Erkek mekân evlilikler olduğu gibi, kadın mekân evlilik de vardı. Bu durumda nikâh kıyılıp ilan edildik-ten sonra kadın kendi evinde ya da baba evinde kalır ve kocası ona gelirdi. Genelde kadın mekân evliliklerde birden fazla eş sahibi erkeklerin bu şe-kilde evliliklerine rastlanmak mümkündür. Aynı zamanda fuhuş bu tarzda var oluyordu. Ayrıca babasoy bir aile yapısına sahip olmakla birlikte anasoy sistem de mevcuttu. Anasoy aile yapısına sahip kabilelerde doğan çocuk annesinin ailesine nispet edilir ve anne sülalesine aittir. Dolayısıy-la çocuğun babasının kim olduğunun bir önemi olmuyordu. Kur’an bu noktada “kendisi için doğ-rulan” (Bakara, 233) diyerek doğan çocuğu babaya nispet etmiş ve hem çocuğun hem de annenin ge-çimini babaya yüklemiştir. Hz. Aişe’den gelen bir rivayette, cahiliye kadını birçok adamla yatar, en son çocuk doğduğunda, birlikte olduğu adamları karşısına alarak onlardan birini çocuğun babası olarak tercih ederdi. Kur’an bu çirkin uygulamayı iddet uygulamasını getirerek tamamen ortadan kaldırdı. Buna göre bir kadın bir adamdan bo-şandıktan sonra iddet beklemeden başka biriyle nikâhlanamaz.

Yine yaygın olarak cahiliyede kadın ailenin bir parçası değil, malı olarak kabul ediliyordu. Kocası vefat ettiğinde ölen kişinin çocukları veya kardeşleri arasından ilk önce kim gelir, cübbesi-ni kadının üstüne atarsa veya evin çatısına kim erken çıkarsa, kadın onun hakkı olarak görülür-dü. Kur’an bunu da kesin bir dille yasaklamış ve telin etmiştir: “Babalarınızın evlenmiş olduğu ka-dınlarla evlenmeyin. Bu ne çirkin, ne iğrenç bir

ilim Mayıs 2017 Sayı: 2122

Page 23: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

yoldur!” (Nisa, 22) Cahiliye toplumundaki bir diğer adet, çift taraflı sınırsız evlilikti. Bir kadın sınır-sız sayıda erkekle, bir erkek de sınırsız sayıda kadınla aynı anda nikâhlı kalabiliyordu. Aile mef-humunu kökten yok eden bir uygulamaydı bu. Kur’an bir kadının aynı anda sadece bir adamla nikâhlı kalabileceğine, bir adamın ise aynı anda ancak dört kadınla evli kalabileceğine hükmetti. Böylelikle kadının evleneceği erkeği bire indire-rek fuhşun önüne geçmiş, erkeğinkini de ancak aile olma vasfını kaybetmeyecek makul seviyeye düşürmüştür.

Diğer yandan Kur’an cahiliyede cariyeleri zor-la fuhuş yaptırarak onlar üzerinden para kazan-mayı da yasaklar. Üstelik ilgili ayeti kerime (Nur,

33) nikâh yapacak malî imkâna sahip olmayan ki-şilerin iffetli olmalarını ve Allah’ın onlara bir ge-nişlik tanıyana kadar sabretmelerini emrederek söze başlar. Buradan anlıyoruz ki cariyelerin fuh-şa zorlanması ve toplum içinde zinanın yaygın ve normal hale gelmesi aile müessesesini tehdit edi-yor. Görüldüğü üzere, Kur’an evlenme imkânına sahip olmayan kişilerin evlilik dışı, aileyi ortadan kaldıracak alternatif ilişkilere müracaat etmeleri-nin iki taraflı önüne geçmiş oluyor.

Aslında bütün bu ayeti kerimeleri ve indiği sosyal çevreyi göz önünde bulundurduğumuzda, Kur’an’ın neredeyse yok olmuş aile müessesesini diriltmeyi ve korumayı hedeflediğini gözlemli-yoruz. Bunu yaparken dengeyi hiçbir zaman göz ardı etmemiş, bir taraftan aileyi korurken, diğer yandan kadının hakkını muhafaza etmiştir. Kısa-cası, vahyin aile hukukunda kadının bireyselliği-ni dikkate alan ve bunun önündeki engelleri kal-dırmayı amaçlayan bir sistem öngördüğünü ve bu

öngörü doğrultusunda hükümler koyduğunu göz-lemlemek mümkündür. Mehir olmaksızın karşı-lıklı kızlarını veya kız kardeşlerini takas yapma işlemini (şiğar) yasaklaması bu kabildendir. Ger-çekten de vahiy kadın erkek ilişkisinde evlilik so-rumluluğunun cari olmadığı her türlü belirsizliği ve bilinmezliği ortadan kaldırmış ve hem kadının hem erkeğin birbirlerine karşı haklarını garanti altına alarak aileyi muhafaza etmiştir.

Bir erkeğin kadını üç kez boşadıktan sonra an-cak başka bir adamla evlenip boşanması halinde ona dönmesinin helal olması, aynı anda iki kız kardeşi nikâhlamanın yasaklanması, babaların boşadıkları eşlerle nikâhlanmanın ebedî haram kılınması gibi Kur’an’ın getirdiği bütün ailevî re-form ve hukuksal düzenlemelerin temelinde, ai-leyi yaşatmak ve aile hayatının dinamik olduğu bir toplumsal düzen kurma maksadı olduğu söy-lenebilir. Çünkü ideal düzen ancak çekirdek aile-nin ikamesiyle oluşturulabilir. Aile toplumsal ya-pının hücresi mesabesindedir. Hücrenin ölümü kısa sürede uzvun ve en sonunda bütün bede-nin ölümü anlamına gelecektir. Şunu da hemen ifade edelim: Vahiy aileyi ikame ederken ferdin özgür iradesini ve bağımsız kişiliğini garanti al-tına almayı ihmal etmez. Kişinin üzerinde, onun iradesini yok sayan kabile oligarşisini yıkmıştır. Bunun yerine bireysel özgürlüğü muhafaza eden dinamik, çekirdek aile yapısını yerleştirmiştir.

4. Bahsettiğiniz çarpık cahilî evlilik ve aile anlayışını ilk ağızdan bize aktaran sahabe ta-nıklar var mı acaba? Az önce Hz. Aişe’den kısa bir rivayet zikrettiğiniz için soruyorum. Bunu açalım dilerseniz.

Evet, aslında az önce söylediğimiz Hz. Aişe’nin

العلم23 شعبان 1438 العدد:21

Page 24: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

o döneme tanıklığı önemlidir. Bu, cahiliyedeki aile hayatının içler acısı durumunu ve İslam’ın yaptığı reformun ne denli köklü bir dönüşüm ol-duğunu anlatmak için yeterlidir. Rivayetin uzun varyantında Urve anlatıyor: “Aişe bana dedi ki cahiliye toplumunda dört çeşit nikâh yapılırdı: İlki, bugünkü insanların yaptığı yaygın nikâh. Bir adam bir adama velisi bulunduğu kızı veya kızını nişanlar. Adam mehrini verir, sonra kızı nikâhlar. İkincisi, bir adam karısına hayızdan temizlenince der ki “falancaya git ve ondan hamilelik talep et.” Kocası, karısının o adamdan hamile kaldığı orta-ya çıkıncaya kadar karısından uzak durur ve ona yaklaşmazdı. Eğer hamile olduğu ortaya çıkarsa, kocası karısına isterse temasta bulunurdu. Bunu ancak çocuğunun soylu olması için yaparlardı. Bu tür nikâha nikâhu’l-istibza denirdi.

Üçüncü tip evlilikte, sayıları birle on arası de-ğişen bir grup toplanır, kadının yanına girerler ve hepsi ona temasta bulunurdu. Kadın hamile kalıp doğum yaptığında, birkaç gün sonra onla-ra haber gönderir ve kendilerini çağırırdı. Hiçbiri davete icabetten kaçınamadan kadının yanına gelirlerdi. Kadın onlara “yaptığınız şeyi anlamış-sınızdır. Bir çocuk doğurdum. Ey falanca! Ço-cuk senindir.” derdi. Böylelikle istediği kimseye çocuğunu nispet ederdi. O adam da buna itiraz edemezdi. Dördüncü şıkta ise, yine birkaç erkek toplanıp bir kadının yanına girer, kadın gelenler-den hiçbirine itiraz edemezdi. Bu kadınlar fahişe idi. Kapılarının üzerine bayraklar dikerlerdi. Bu kadınlarla temas arzu eden herkes bunların ya-nına girebilirdi. Bunlardan biri hamile kaldığında, çocuğunu doğurduğu zaman, o adamlar kadının yanında toplanır ve kâifler çağırırlardı. Kâifler bu

çocuğun onlardan hangisine ait olduğunu söy-lerse, nesebini ona dâhil ederlerdi. Çocuk da ona nispet edilir, onun çocuğu diye çağrılırdı. O kimse bunu reddedemezdi. Ne zaman ki Peygamber hak ile gönderildi, insanların bugünkü nikâhı (birinci çeşit) hariç bütün cahiliye nikâhlarını yasakladı.” (Buhari, Nikâh, 5127)

5. Cahilî ailede vahyin sağladığı dönüşüm-den tekrar modern çağa gelip söyleşiyi nokta-layalım. Teknolojik ilerleme ve modern şehir yaşantısı sizce ailede nasıl bir yozlaşmaya yol açtı? Bu arada modernleşmenin fiilî olarak Türkiye’ye girişinin de nasıl bir etki yaptığını da merak ediyorum.

Modernizm olgusu bir fiil doksanlı yıllarda Türkiye’ye girdi denebilir. Doksanlı yılların başı bir kırılma dönemidir. İdealizmin hedonizme döndüğü yıllar... Enteresandır, doksanlarda pop müziği yaygınlaştı. Doksan öncesi hüzünlü ara-besk şarkıların yerini, bu evrede sözlerinde mana derinliği olmayan, insana şehveti ihsas eden, ayartıcı dürtülerini tetikleyen, haz odaklı pop şar-kıları aldı. Pop starların ve doğrudan yabancı ori-jinallerinden uyarlama hit parçaların ortaya çıkışı da aynı döneme denk gelir. Haliyle modernleşme ve onun piyasadaki adı olan kapitalist şehir düze-ni aileyi alt üst etti.

Özenilen prototipin hali ortada. Bugün Avrupa’da evlilik dışı ilişkiden doğan çocukların oranı yüzde otuzları buluyor. Modern kurumlar ailenin bütün fonksiyonlarını üstlenerek aileyi yok etti ve böylece atomize olan toplumlar daha savunmasız bir hal aldı. Günümüzde aile yapısını bozan en önemli etkenlerden biri, plansız kent-leşme ve insan psikolojisini alt üst eden şehir

ilim Mayıs 2017 Sayı: 2124

Page 25: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

planlamasıdır. Bu özeleştiriyi İslamcı iktidarın tarafları olarak yapmak durumundayız. Ayrıca şehirde her aileden bir kişinin çalışmasının evin geçimi için yetersiz oluşu, karı kocayı birlikte çalışmaya zorlamış ve aile sadece belirli gün ve saatlerde bir araya gelinen uğrak yerine dönüş-müştür. Şehir hayatı şairin tabiriyle, istisnasız her şeyin mal, herkesin müşteri olduğu bir topluma inkılap etmiştir.

Bir sonraki adımı tahmin ediyorsunuz: Boşan-ma oranlarında daha önceleri rastlanmayan ar-tış… Bu artışa insanların atomize bireyler olmaya başlamaları ve modern hayat tasavvurunun so-nucu olarak tahammül, sabır ve tevekkül gibi ge-leneksel kavramların gündelik hayatta hiçbir kar-şılığının kalmamasını eklediğimizde tablo daha vahimleşiyor. Çağdaş düzende insanlar tükettik-leri markalar üzerinden tanımlıyorlar kendilerini. Artık insan kıymetini kullandığı eşyadan, müş-terisi olduğu markalardan alıyor. Kelimenin tam manasıyla, metanın kutsandığı, tüketimin ibadet-leştiği bir çağdayız.

Ailedeki dejenerasyonu konuşurken adil ola-caksak, kadının değişen rolünü de gündeme ge-tirmeliyiz. Sanayi döneminden teknolojiye geçiş, kaçınılmaz şekilde kadının rolünü ve kimliğini değiştirdi. Biliyorsunuz, teknoloji devri, üretim için insan gücünün gerekmediği, makine ağırlıklı bir sistem. Bu şekilde erkeğe nispeten zayıf beden gücüne ve yaratılışa sahip olan kadının iş haya-tına katılımı daha kolay oldu. Farklı fraksiyon-larıyla feminist hareketleri de bu kapsamda de-ğerlendirmeliyiz. 17. yüzyıldan sonra ortaya çıkan feminist ideolojiler kadının insandan ayrı bir sınıf olarak anılmasını, kompleksi ve aslını reddeden

bir hüviyete bürümesini sağladı. Dünya kadınlar günü, kadın hakları, kadın kozmetik sektörü, ka-dın estetik tıbbı, kadın endüstrisi…

Söz konusu siyasal, ekonomik ve ideolojik operasyonlar sonucunda ailesiyle ilişkisi iyice za-yıflayan bir kadın kimliği görüyoruz. Ailede anne veya eş olması, dış dünyada kendisine verilen ka-dın kimliğinden geri plana itilen bir kadın… Ba-kın, ideolojik siyasal kadınlık, ev kadınlığından daha baskın ve daha belirleyici bir konuma nasıl getirildi! Kimlik tabirim hafifsenmesin. Kadının bir kimlik olarak aile dışı bir kategori içinde de-ğerlendirilmesi, artık ailenin başka bir hüviyete döndüğünün en önemli göstergesidir. Modern dönemde kadın eski kadın değil. Dolayısıyla aile eski aile değil. Friedman’ın ifadesiyle, kimlik sa-dece bir tanımlama ifadesi değildir. Kimlik dün-yaya bakış merceğidir aynı zamanda.

Hikâyenin bu kısmında kadın başrolde, ama aslında yaşanan, tüm modern bireylerin trajedisi. Hepsi her tür aidiyet ve bağdan kurtularak özgür-leştiğini zannediyor. Hâlbuki yalnızlaşan ve küre-sel güçler karşısında güçsüzleşen savunmasız bir hal alıyor. Gizli küresel eli fark etmek için daha fazla beklemenin anlamı yok. Çağdaş kapitalist sistem ya da devletler üstü küresel devlet, aileden kopardığı fertleri tek başına inşa etmek iddiasına girişti. Ya sonuç? Tıpkı Platon’un cumhuriyetin-deki gibi devletin çocuğu anne babasından alıp yetiştirmesini aileye alternatif olarak sunarsa-nız, tek düze bir insan tipi ortaya çıkar. Allah’ın insan özüne yerleştirmiş olduğu sıfatları inkişaf etmemiş tek tip bir insan ki artık ona insan bile denmez.

العلم25 شعبان 1438 العدد:21

Page 26: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

2626

Evlenme ve Aile: İki Ayrı Olgu

Evlenme ve Aile denilince bir toplumsal olgunun iki ayrı aşaması gibi algılama eğilimindeyiz. Bu olguları birleştir-me, bizim toplumsal yapımızdan; evlilik ve aile olguları-na bakışımızdan, evlenme-evlilik kavramlarının kelime köklerinin ev olmasından kaynaklanıyor olsa gerek. An-cak günümüzde az da olsa kullanılan şekilleriyle; evlen-me ve aile kavramlarının diğer türevleri, bu kavramların toplumsal bir olgunun iki parçasını değil, iki farklı top-lumsal olgunun önümüzde olduğunu gösteriyor.

Örneğin evlilik-evlenme yerine kullanılan izdivaç kav-ramı; Türkçe karşılığını düşünürsek; çift olma-eş olma gibi manalara geliyor. İzdivaç veya bizim kullandığımız manada evlenme; öncesinde ve sonrasında; kadın-erkek ilişkilerini, bir arada olmalarının kurallarını, kadının ve erkeğin aldıkları toplumsal rolleri belirlemektedir. Diğer yandan aile kavramı; geçimini sağladığımız, geçimi sağ-lanan manasında, sorumluluğunu üstümüze aldığımız kişilerin tümü için kullanılabiliyor. Arapça kullanılan üsra kelimesi ise bizim dilimize direk geçmemiş olsa da, esir kavramı şeklinde farklı bir boyutuyla kullanılmış, yani aile kurma biraz da bağlı olma manasına geliyor.

Bu şekliyle evlenme, bir toplumsal olgu iken, aile farklı bir toplumsal olgu olarak ele alınabilir. Ancak kendi top-lumsal tecrübemiz ve özellikle müslümanların evlenme (izdivaç) ve aile kurma tecrübeleri bu iki olguyu ayrış-maz bir şekilde birbirine bağlamış durumda. Müslüman toplumlarda; tüm izdivaçlar-evlilikler veya karı-koca ilişkileri; aile olmaya dönük olarak düşünülmüştür. Bu müslüman toplumun yapısı ve devamı açısından büyük bir başarı sayılmalıdır. Hâlbuki gerek İslam öncesi top-lumlarda, gerek şimdilerde sıkça karşılaşılan bir durum olarak bu iki olgu farklılığını bizlere gösteriyor. Bu fark-lılığın müslüman toplumdaki yıkıcı tesirini yazının son kısmında ele almaya çalışacağız.

Aile KurmayanEvlilikler

Halil Ayvaz

Page 27: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

العلم27 شعبان 1438 العدد:21

Aile ve Toplum

Evlenme (izdivaç) ve aile; toplumsal yapının, sosyal düzenin iki önemli olgusu olarak tarih boyunca bir-çok toplumun temel kurumları olmuşlardır. Toplum-sal yaşam insanın doğal-canlı yaşamının üzerine ku-rulmuş, öylesine insan ile bütünleşmiş bir yapıdır ki neredeyse insan; toplumsal (sosyal) yaşamından ayrı düşünülemez hale gelmiştir. Bir kaç hikâye ve roman kahramanı dışında neredeyse tek başına yaşamını sürdürmüş insan yok gibi! Bazı insanlar yaşamlarının bazı dönemlerinde uzleti tercih etse de; giydikleri el-biseden kullandıkları aletlere ve yedikleri yemeklere kadar hemen hemen her şey toplumsal yaşamın üre-timleri. En azından insanoğlu belirli bir yaşa kadar toplumsallığın bir parçası olmak zorundadır. İnsa-noğlu verilmiş bir yaşamı; üretilmiş toplumsallık içe-risinde sürdürmekten başkaca yol bulamamıştır.

Toplumlar tarih sahnesinde ortaya çıkmaya başla-malarından itibaren farklı şekilleri; aldıkları biçim ve örgütlenme tipleri, yaşamın devamı için ortaya koy-dukları çözümler ve insan ilişkilerinin diğer boyutla-rı ile her zaman farklı tiplerde, türlerde olmuşlardır. Toplumsal yaşamın bütünlüğü içerisinde bazı olgular, kurumlar ve unsurlar, daha belirgin ve önemlidir. De-ğişmeleri halinde toplumsal düzeni tümüyle değişti-recek veya yok oluşunu getirecek etkidedirler. Bu ku-rumlar en uzun süre değişmeye direnebilir, yapıları açısından değişmeden kalabilir, çevresindeki birçok toplumsal yapı değişse, çökse bile; toplumu ayakta tutabilir veyahut çöküşüyle birlikte (diğer kurumları sağlam olsa dahi) toplumsal yapıyı kendisiyle beraber çökertebilir.

Toplumsal yaşamı bir ormana benzetirsek, birçok un-surdan oluşan bir ormana; herhalde aileler bu orma-nın ağaçlarıdır. Onlarsız ormanı düşünmek mümkün değildir. Her orman kendi yapısı ve türüne göre belirli

bazı ağaçlardan oluşur. Bazı büyük ormanlar birçok türü kendi içerisinde barındırabilir. Yapısı kuvvetli, çoğalması verimli ağaçlardan oluşan ormanlar büyük bir hızla yayılır ve genişler. Eğer çoğalmaları zayıf ve sorunlu hale gelirse bir müddet sonra orman yaşla-nır. Eğer ağaçları bir hastalık vurursa; kısa bir müddet sonra orman hızla yok olur ve bir kuru bayır haline gelebilir. Belki de başka bir tür ağacın istilasıyla or-man eski vasfını kaybedip başka bir ormana dönü-şebilir.

Müslüman Toplumunun Teşekkülünde

Ailenin Önemi

Genel olarak tarih içerisinde ortaya çıkan yeni top-lumsal düzenleri biz sanki hiç geçmişi yokmuş ve yeni toplumsal düzen birden kendisi varolmuş gibi düşünürüz. Belki bu Hz. Adem ile birlikte veya Nuh Tufanından sonra olabilir. Bunun dışında tüm top-lumsal düzenler başka bir toplum yapısının içerisin-de şekillenir veya mevcutla çatışarak, uyuşarak veya onu dönüştürerek ortaya çıkarlar.

Peygamberimizin müslüman toplumu inşası da buna benzer süreçler sonunda ortaya çıkmıştır. Allah’ü Tea-la; peygamberimizi göndererek; büyük bir hızla çöken Arap cahiliye toplumundan; tarihin o yavaş işleyişi-nin aksine örneği görülmemiş bir zaman diliminde mevcut toplumu değiştirmiş, dönüştürmüş ve yeni bir müslüman toplumu ortaya çıkarmıştır. Tarihteki örnekleri açısından bu mucizevî bir durumdur. An-cak bu hıza ve kısa sürede yaşanan büyük değişime rağmen; peygamberimizin toplumsal yapıyı tümüyle yok edip, yerine yeni bir toplum inşası yaptığını söy-lemek, tarihi gerçeklere uygun olmasa gerekir.

Peygamberimizin en büyük değişiklikleri; inanç esas-larının, Allah ile insan arasındaki ilişkinin tevhidi çizgide yeniden şekillendirilmesi olmakla birlikte,

Page 28: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

ilim Mayıs 2017 Sayı: 2128

sosyal hayatta; toplumun temelini oluşturan birçok yenilikler getirmesi, evlenme ve aile gibi diğer sosyal kurumların yeniden İslam’a uygun şekilde düzenlen-mesi olmuştur.

Peygamberimizin içerisine doğduğu toplum belki kendi yaşam biçimlerine bırakılsa, ortaya çıkan zu-lüm düzeni, kabileler arası çatışmalar, erkek-kadın ilişkilerinde yaşanan çarpıklıklar, evlenme ve aile kurumlarının çökmesi gibi sebepler yüzünden; birkaç yüzyılda silinip gidecekken; Arap toplumu, peygam-berimizin getirdiği yenilikler ve ıslah ile birlikte gü-nümüze kadar ayakta kalmıştır.

Peygamberimizin yaptığı toplumsal yapıdaki deği-şiklikler; sadece Arap toplumunun yaşamasını sağ-lamamış; genel çerçevede birçok toplum; müslüman toplumlar olarak yüzyıllar boyu tarih sahnesindeki yerlerini almışlardır.

Bazen peygamberimizin vefatından sonra ortaya çı-kan çatışmalara rağmen, müslüman toplumun geniş-lemesinin ve büyümesinin nasıl olduğunu anlamakta insan zorlanıyor. Bu durum; siyaset merkezli bir top-lumsal yaşam düşünenler açısından böyle olabilir. Ama peygamberimizin büyük değişimini; siyaset sa-hasından önce, gündelik yaşam ve aile kurumu gibi daha temel sosyal kurumlarda yaptığını; bu sebep-le tüm siyasal veya mezhepsel çatışmalara rağmen müslüman toplumların hızla genişlediği ve varlığını sürdürebildiğini anlamak gerekiyor.

Gerek Kuran-ı Kerim’in emirleri, gerek peygamberi-mizin uygulamaları ile cahiliye toplumunun çökme-ye yüz tutan yapısı içerisindeki bir kısım kurumlar kaldırılarak, bir kısım kurumlar değiştirilerek ve yeni toplumsal yapılar kurularak müslüman toplum inşa edilmiştir. Özellikle evlenme (izdivaç) kurumunun uygulamalarında, cahiliyle toplumu tarafından orta-ya konulan yaklaşımların önemli bir kısmı kaldırılmış

ve günümüze kadar geçerli nikah çeşidi; karşılıklı rı-zaya dayalı ve mihr esaslı evlenme uygulamaya ko-nulmuştur. Kadın-erkek ilişkilerinin yürütülmesinde mahremiyet ilişkileri yeniden düzenlenmiş ve birçok ahlaksızlık engellenmiş, aile olma yönünde engel teş-kil eden kişilerin nefsani istek ve arzularının yıkıcı tesirleri kontrol altına alınmış, kimlerin evleneme-yeceği belirlenmiş ve karşılıklı rıza ve sevgiye dayalı erkek ve kadının haklarının güvence altına alındığı evlenme biçimleri yerleştirilmiştir.

Bununla eş zamanlı olarak aile kurumunun yürü-tülmesi, eşler arası münasebetler, mahremiyet iliş-kilerinin tesisi, mülkiyetin korunması, mirasın nasıl paylaştırılacağı, aile içi ilişkilerde erkek ve kadın rol-lerinin hakkaniyete uygun olarak yeniden düzenlen-mesi gibi birçok konu tespit edilerek müslüman aile-si tesis edilmiştir. Böylece bu aile yapısı yüzyıllarca müslüman toplumun merkezi olmuştur.

Gerek evlenme, gerek aile kurumunun içerikleri; İslam’ın diğer toplumlar tarafından kabul edilmesin-de, o toplumların da benimseyebileceği esnekliklere ve farklı uygulamalara açık tutulan boyutları ile bir-çok kavim ve kültür tarafından da (ana ilkeleri açısın-dan) uygulanmıştır. Bu sayede; İslam ve müslüman toplumu; siyasi yayılmasının bir adım önünde; ticaret ahlakı, yardımlaşma ve bizim ele aldığımız evlenme-aile gibi sosyal kurumları ile diğer toplumlar içerisin-de yayılmış ve o toplumları müslüman toplumlara dönüştürmüştür.

Yukarıda verdiğimiz orman alegorisini yeniden kul-lanırsak: Peygamberimiz tıpkı coğrafyası gibi çöl ol-maya yüz tutan mevcut toplumsal yapı içerisinde, risalet görevi ile birlikte, çölleşen ormanı (toplumu) yeniden ele almış, onun zararlı otlarını ve ağaçları-nı temizlemiş, toprağını yeniden tesviye etmiş, ha-valandırmış ve kökleri kuvvetli, zor şartlarda bile

Page 29: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

العلم29 شعبان 1438 العدد:21

dayanıklı, yayılması kolay bir ağaç türüyle yeniden filizlendirmiştir. Böylece orman; birçok yangın yaşa-masına, birçok afetlerle yüzleşmesine rağmen; hızla yayılmış, genişlemiş, başka toplumları dönüştürmüş ve kısa bir zamanda dünya insanlarının kurdukları toplumlar arasında en etkili ve yaygın bir toplum ha-line gelmiştir. Öyle ki; bu ormanın ana ağacı müslü-man ailesi olmakla birlikte, diğer birçok ağaç çeşidi ve bitki türünün içerisinde yaşayabildiği büyük bir barış iklimi kurabilmiştir. Peygamberimiz tarafından tebliğ edilen; tevhit merkezli inancın; dünyada hızla yayılmasının en büyük sebebi; temeli sağlam kurul-muş, kökleri güçlü bu tür kurumlar ve sosyal yapılar olmuştur.

Müslüman Toplumlarda Evlenmenin

Aileden Ayrılması

Önceki bölümlerde evlenme ve ailenin iki ayrı top-lumsal olgu olduğunu söyledik. Ancak müslüman

toplumunda bu ayrılık önemli ölçüde yok olmuştur. Zira tüm izdivaçlar ve evlenmeler, aile olmaya dö-nük şekilde bir niyete bağlandığı için; bu ayrılık si-likleşmiş ve evlenme, aile kurumunun bir başlangı-cına dönüşmüştür. Bu şekliyle birçok faydalar temin edilmiştir. Cinselliğin kontrol altına alınması, neslin ve soy bağının güvenli hale gelmesi, toplumu çürüten zina, aileyi bitiren boşanma gibi unsurların azaltılma-sı sağlanmıştır. Ama günümüzde, önümüze çıkan bir vakıa olarak; evlenme ve aile kurma artık iki ayrı top-lumsal olgu olarak ortaya çıkmaktadır.

Müslüman toplumlar son üç yüz yıldır, batılı toplum-ların tesiri ve baskısı altında kalmıştır. Önemli siyasi hezimetler yaşamış, teknolojik ve bilimsel bir istila ile karşı karşıya kalmıştır. Tüm bu baskılara, siyasi ve askeri yenilgilere rağmen müslüman toplumlar varlıklarını korumuş, tüm beklentilerin aksine batılı toplumların istilasının; diğer kültür ve medeniyet-lerde meydana getirdikleri yıkıma uğramamışlardır.

Page 30: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

ilim Mayıs 2017 Sayı: 2130

Toplumsal bir yokoluşa uğramasalar da; müslüman

toplumların değişimi yavaş ve sancılı bir biçimde üç

yüz yıldır devam etmektedir. Askeri ve siyasal alan-

da başlayan değişiklikler, batılı ekonomik düzen olan

kapitalizm ve onların taraftar ve karşıtlarının şekil-

lendirmeleriyle; müslüman toplumlarda yüzyıllar

içerisinde şekillenen ekonomik ilişkileri, üretim bi-

çimi ve yöntemlerini, insanlar arası yardımlaşma ve

paylaşma düzenlerini yavaş yavaş değiştirmiştir. An-

cak bu değişime birçok açıdan direnen toplumsal ya-

pılarımızdan en önemlileri evlenme ve aile kurumları

olmuştur.

Birçok temel inanç ve yaşam tarzı bu kurumlar vası-

tasıyla aktarılmış; müslüman toplumu yok olmaktan,

çürümekten ve tümüyle başka bir toplum yapısına

evrilmekten muhafaza etmiştir. Bu muhafaza süre-

cinde müslüman toplumlar; batılı istila ve işgale karşı

askeri ve siyasi çareler üretmek için vakit bulabilmiş-

lerdir.

Fakat, etkileşimin durmaması, batı toplumlarının bi-

zim beklentimizin aksine ahlaki çöküntünün getire-

ceği büyük bir yıkıma uğramaması ve kendini bir çok

açıdan yenileyebilmesi gibi sebepler ile; müslüman

toplumları askeri ve siyasi açıdan yönetmesi, ekono-

mik ve sosyal açıdan etkilemesi hız kesmeden devam

etmiştir.

Bu sebeple müslüman toplumun, evlenme ve aile ku-

rumlarının temelini oluşturan birçok etken; zamanla

çok yavaş bir biçimde tahribata uğramaya başlamıştır.

Özelikle son elli yıllık, bilişim ve kitle iletişim araç-

larının getirdiği kültürel hegemonya, gündelik yaşa-

mın değişmesi, kişilerin ahlak ve dünya görüşlerinde

ortaya çıkan tahribat, kadın-erkek ilişkilerinin de-

jenerasyonu, mahremiyet ilişkilerinin bozulması,

kadınların iş sahalarında edindikleri alan, üretim

ilişkilerinin ve buna bağlı tüketim alışkanlıklarının

değişmesi gibi sebeblerle; insanların bir arada olma,

eşler olma, ailevi bağlar kurma, çocuk yapma ve ye-

tiştirme gibi birçok temel unsur; yani ailenin yapı taş-

ları zayıflamıştır.

Müslümanların siyasi ve askeri sahada kendi bağım-

sızlıklarını kazanmalarıyla birlikte, batılı yaşam tar-

zının tesirinin azalmayıp artarak devam etmesiyle;

siyasi baskılar ile yapılamayan birçok sosyal değişim,

içeriden ve hızla, kendi arzumuzla gerçekleşmeye

başlamıştır. Ailenin yapı taşlarını zayıflatan etken-

lerin yanında; kadın-erkek ilişkilerinin mahremiyet

ölçülerinden uzaklaşması, kadının iş sahasına çekile-

rek temel annelik güdüsünden kopartılması, insanla-

rın daha rahat ve konforlu yaşam beklentileri, kariyer

yapma ve mevki makam hırsları, diploma ve statü

düşkünlükleri, maddi güç elde etme isteği, aile kurma

mesuliyetinden kaçınma istekleri, modaya uyma ve

kendini sergileme duygusunun meşru kabul edilmesi

gibi onlarca etken; müslüman aile yapısını kıyısından

köşesinden aşındırmaktadır.

Bir kesim nikah bağı kurmadan aile olduğunu, çocuk

yaptığını söyleyecek kadar bu tahribatta rol oynarken;

zinadan yani evlilik dışı cinsellikten kendini sakındı-

ranlar, evlenseler bile; aile yükümlülüklerini üzerine

almamaktadırlar. Kadın- erkek iş sahasının aynı se-

viyede elamanı durumuna getirilmiş, çocuk yapma,

neslin devamı ve kadın-erkeğin müslüman toplu-

ma uygun rolleri iptal edilmiş durumdadır. Evlenme

yaşı her geçen gün artmakta, çocuk yapma imkanı

Page 31: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

العلم31 شعبان 1438 العدد:21

azalmaktadır. Eşler evleniyor; ama aile kurmak için

değil! Evleniyorlar; ama bir aile kurup geleceğin in-

şasını yürütecek çocuk yetiştirmek için değil! Evle-

niyorlar; ama kapitalizmin, konformizmin karşısın-

da sağlam bir kale kurmak için değil! Evleniyorlar;

çünkü günümüz yaşamının paylaşılarak yürütülmesi

daha kolay olduğu için. Evleniyorlar; çünkü bir kısım

fıtri ihtiyaçların tatmini için. Haliyle kimse bir ömrü

adayacağı bir üsrası, ailesi, orada müslümanlığı yaşa-

yacağı bir kalesi için çalışmamakta; cinsel, ruhi ihti-

yaçlarını karşılayabileceği, film karesi gibi düğünler

yapacağı, yirmi bin liralık gelinlikle camiye gidebile-

ceği, el ele umre ve hac vazifesi yapabileceği, arada

tatil köylerinde eğlenebilecekleri eşler aramakta; ev-

lenmekte ama aile kurmamaktadırlar.

Tüm yaşamımızı dini söylevler kaplasa, siyasal ve as-

keri açıdan müslümanlar hakim olsa, her yere cami-

ler yapılsa bile; durum değişmemektedir. Müslüman

toplumun siyasi sahada kavuştuğu imkânların aksi-

ne, müslüman ailesi batılı normlarla kurulmakta, ro-

mantik ve cinsel ihtiyaçların tatmini açısından değer-

lendirilmekte, evliler tüketim toplumunun gereğine

göre yaşamaktadırlar. Ailede temel eğitimini alması

gereken çocuklar kreşlerde; evde annelik yapması ge-

reken kadınlar televizyon ekranlarının başında ya da

iş hayatında vakitlerini geçirmektir. Çocuklar baba-

larını veya müslüman şahsiyetleri örnek alarak değil,

animasyon filmlerinin kahramanlarını örnek alarak

yetişmektedirler.

İstediğiniz kadar siyasi sahada dini argümanları ge-

tirin; eğitim müfredatlarına İslam’ı koyun, her eve

Kuran dağıtın, toplum; müslümanlığın devamını

sağlayacak temel sosyal yapılardan, ailenin İslami ol-

masından uzaklaştıkça müslüman toplumun devamı

mümkün değildir. Siyasi sahada sesiniz gür çıktıkça,

ezanlar gökyüzünde mikrofonlardan kuvvetlice ça-

lındıkça, müslüman toplumun dirilişinin gerçekleş-

tiğini düşünebilirsiniz. Ama gece yarısı çocuklarına

Allah’ı hatırlatan babalar azaldıkça, abdest almadan

çocuğunu emzirmeyen anneler yokoldukça, genç er-

keklerin hayalini mankenler, genç kızların hayalleri-

ni çocuksuz romantik aileler süsledikçe; evlenmenin,

aile kurmak demek olduğu unutuldukça, bizleri bek-

leyen toplum müslüman toplumu olmayacak gibi!

Temel ağaçları müslüman ailesi olan büyük ormanı-

mız, birçok yangına, afete, istilaya direnmesine rağ-

men, şimdilerde daha sessiz bir biçimde büyük bir

değişime; geri döndürülmesi bir mucize haline gelen

yapısal bir değişikliğe uğramaktadır. Tabiri caizse

çam ağaçlarından, köknar ağaçlarından oluşan güçlü

orman; yakılıp yok edilip bir bozkır, sömürüye uygun

bir maden ocağına döndürülmese bile; bir kısım alan-

lar Kanada kavakları, Amerikan sekoyası gibi kendi

ormanımıza yabancı ağaçlar tarafından ele geçiril-

mektedir. Yabancı ağaçların istilasına uygun olmayan

alanlarda ise ağaçların yayılımı durmuş, güve, asalak

otlar ve amaçsız istekler ile içten içe çürümeye baş-

lamıştır.

Ümit var olmak iyidir! Ama bazen ümit; tarihi ve top-

lumsal değişikliklerdeki fark edilmesi güç yavaşlık ile

birleşince; düzeldiğini, ayağa kalktığını düşündüğü-

nüz toplumsal yapıların; iyice çöktüğünün ve bozul-

duğunun anlaşılmasının önüne engel olur.

Page 32: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim
Page 33: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

العلم33 شعبان 1438 العدد:21

İnsanın Kurtarıcı Kesin İlkeleriM. Taha İnci

Bir memleketin, bir şehrin, bir mahallenin

kendine has prensipleri, kuralları vardır ve bu kaide-

ler sayesinde medeniyetler oluşur. Medeniyet dediği-

miz de zaten bütün bu etrafında ittifak edilen ilkelerin

tecrübesinden doğan irfanın oluşturduğu hayat tarzı-

dır. Memleketler, işte bu irfan ışığı ile ayakta kalır. Bir

milletin ilkeleri hesapsızca değiştirildiğinde sanatı,

dili, kültürü, örfü de değişime uğrar ve bozulur.

Bir toplumu bütün halde tutan sanat, kültür,

örf gibi temel taşlar olmazsa, bir insan yahut devlet

netice olarak ya tarihten silinecek yahut da başka mil-

letlerin tahakkümü altına girmek zorunda kalacaktır.

Bir devlet yahut milletten bahsettiğimizde esasen bir

ilke, bir prensip, bir iman teşekkülünden bahsetmek-

teyizdir; böyle olunca da kendini bir iman merkezine,

belirli bir ilkeye nispet etmeyen hiçbir millet yahut

medeniyetten bahsedemeyiz.

Selçuklu ve Osmanlı devriyle günümüz devri-

ni kıyasladığımız zaman derin bir boşluğu görebilmek

mümkün. Selçuklu’ya baktığımızda sanatlarını ve il-

kelerini en güzel şekilde gerçekleştirmişler ve bunun

taşlarını yerli yerine oturtmuşlar. İnançları, imanları,

düşünceler ve düşünce biçimleri, bakış açıları, adet-

leri, hikmetleri hepsi sanatla özdeşleşmiş. Ortaya ise

estetik bir anlayış doğmuş. Osmanlı’ya baktığımızda

da ahlakı, inceliği, kültürü, stratejileri ve hayat tarzı

bir ilke içerisinde bir medeniyet inşasıyla büyümüş.

Günümüzde ise hadsizliğin, ilkesizliğin ver-

miş olduğu serbestlikle yani sınırları çizilmemiş öl-

çüsüz bir hayatla dileyen her istediğini yapabilir hale

geldi. Çirkin seslilerden çirkin müziklere, çirkinleş-

miş sanattan başıboş ve fikirsiz edebiyata, usulsüz gi-

yinmekten ulu orta sapıklığa, konuşmaktan dinleme-

ye, koşmaktan yürümeye, yazmaktan okumaya, kapı

çalmaktan telefonda konuşmaya kadar toplumun ah-

lakını ve ruh muvazenesini bozan her şeyde ilkesizlik

ve hadsizlik var. Ölçüsüz bir toplumda dileyenin hiç-

bir merciinin itirazına muhatap olmadan rahatlıkla

hareket edebiliyor ve karşılığında da yaptığı yanına

kâr kalıyor.

Dostoyevski’nin Ezilenler ve Hor Görülenler

isimli eserinde yer alan Prensin, Nikolay Sergeiç’e

yazdığı mektupta, Prens oğlunun ahlaksız oluşun-

dan yakınıyor ve Sergeiç’ten oğluna bakmasını, onu

Page 34: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

ilim Mayıs 2017 Sayı: 2134

uslandırmasını istiyor ve ardından şunu söylüyor:

“İnsan hayatında öylesine önemli yeri olan kurtarıcı

kesin ilkeleri ona aşılamanızı diliyorum.” İnsan haya-

tında, öylesine önemlidir ki kurtarıcı ilke; o olmazsa

gelecek nesillere başıboş bir hayattan başka bir şey

veremeyecek. İlkeler belirlenmezse, hem fert olarak

hem de cemiyet olarak büyük buhranın içinde boğu-

lacağız.

Kemal Tahir, Yol Ayrımı romanında Cumhu-

riyet Halk Partisi’nin iktidarı daha on yıl olmadan ye-

nik düştüğünü; yenilginin, yorgunluğun, düşüşün asıl

sebebinin ise; rejim değiştirme gücünün tarih değiş-

tirme hakkına dönüştürülmek istenmesi olduğunu;

ardından da hiçbir neslin yahut bir milletin tarihsel

haklarından vazgeçme hakkına sahip olmadığını dile

getirir. Nasıl ki bir İngiliz, Robert Walpole, William Ca-

vendis ve Winston Churchill’u reddedemezse; nasıl ki,

bir Alman tarihindeki Hitler vakasını reddedemezse;

Bir Türk de tarihinde yaşanan hadiseleri; Alparslan’ı,

Ertuğrul Gazi’yi, Fatih Sultan Mehmed’i, Yavuz Sultan

Selim’i, Abdülhamid Han’ı inkâr edemez, reddede-

mez. Kemal Tahir’in de dediği gibi, bize kendi tarihsel

haklarımızdan vazgeçmemiz için her şey yapıldı. Harf

inkılabından İstiklal Mahkemeleri’ne, binlerce yazma

eserlerin yok edilmesinden itibarsızlaştırılmasına,

eğitim sisteminin değiştirilmesinden ahlaki ve irfanî

kaidelerimize, yeme içme kültürümüzden giyinme

ve konuşma adabımıza kadar her şeyle oynandı. Kı-

saca bize kendi tarihimiz unutturulmaya çalışıldığı

gibi, tarihi hatırlamak da ders kitaplarında işletilen

uydurma tarihle unutturuldu. Batı’nın eli, sanatı-

mızdan eğitimimize, hukuktan iktisadımıza, dilimiz-

den dinimize ve kültürümüze kadar her yere ulaştı.

Kendi öz kültürümüzde kavrulup irfan yemişlerinden

ilkelerimizi belirlemek yerine Avrupa’nın bize dayat-

tığı anlayışla dejenere oluyoruz.

Ölçüsü belirtilmemiş toplum, çizilen hudu-

du da aşar. Bunun örnekleri de her geçen gün artı-

yor. Aile içi şiddet ve katliam, tecavüzler ve ahlaksız

programlar, ahlaksız dizi ve filmler vs. Aklınıza gele-

bilecek her türlü kötülük bizim ilkesiz bir hayat ya-

şayışımızın resmidir. İlkesini unutanların, ölçüsünü

bulamayanların yerinde, dileyen dilediği gibi dilediği

yerleri satın alıp metrelerce yere tahakküm kurma

hakkını elde edebiliyor ve insanın midesini bulandı-

racak şekilde iğrenç binaları dikerek göz ve gönül zev-

kini bozabiliyor. Şahsiyetsizliği problem etmeyenler

için ilke ve kültürün kaybı çok da etki yapmıyor. Bir

köyün ilkelerine yapısına bakmadan sırf para kazan-

mak için betonarme binalar diken birisi oranın kültür

dokusunu da bozmuş oluyor. Kültür dokusu zarar gö-

rünce sırasıyla hayat tarzı ve örfler değişime uğruyor.

Bu sefer bir sonraki nesil gördükleri norm ve formlara

göre yaşıyor. Televizyonlardaki dizilerden reklam pa-

nolarına, alınan eğitimden verilen öğretime, basılan

milyonlarca kitaplardan gazete ve dergilere, yapılan

gökdelenlerden bozulan tarihi yapılara, işin ehli ol-

mayanlarının konuştuğu panellerden konuşamayan

cahil esersiz profesörlere, gayesiz ve fikrî değeri ta-

şımayan binlerce konferanslardan okuyucusuna hiç-

bir şey söyleyemeyen köşe yazarlarına, sırf parası var

diye bir diğer insanın hakkını dolaylı yollardan yiye-

ninden sırf parası yok diye bir başka insanı soyanına

kadar daha sayamadığımız ve saysak ciltler dolusu

kitap olabilecek milyonlarca problemler hep ilkelerin

olmamasından kaynaklanıyor.

Page 35: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

العلم35 شعبان 1438 العدد:21

Murad Molla Kütüphanesi’nin en geniş bölümünü fıkıh kitapları oluşturur. Zira bu kütüphane Osmanlı Devletinde şeyhülislamlık yapmış bir ailenin kütüp-hanesidir. Fıkıh kitapları içerisinde fıkhın sadece fürû’ meselelerini ihtiva eden kitaplar 724 ile 1078 demir-baş numaraları arasında yer alır. Bu bölümde yaklaşık olarak 354 yazma nüsha bulunmaktadır. Devamında gelen Fetâva ve Ferâiz başlıklı diğer bölümler de konu itibariyle fıkıh alanında mütalaa edilmelidir. Böylece kütüphanede yer alan fıkıhla alakalı eserlerin sayısı 506’ya ulaşmaktadır. Bu makalede 724-800 numara-ları arasında bulunan nüshalar incelenip calib-i dik-kat nadide nüshalar tavsif edilmiştir.

a) Türkiye Kütüphanelerinde Çok Nadir Bulunan İmam Şâfi’î’nin “el-Üm” İsimli Fıkıh Kitabının Nüshası

741-745 numarada Şafii mezhebenin kurucusu, bü-yük müctehid İmam Şâfi’î’nin (ö. 204/820) “el-Üm” isimli kitabı bulunmaktadır. Türkiye kütüphanelerinde na-dir bulunan bu eser sekiz cüz olup birinci cüzü ha-riç beş cild halinde kütüphanede bulunmaktadır. Bu nüshaları Ali b. Nâsiriddîn ed-Dimyâtî eş-Şâfi’î hoca-sı Kâdı Bedreddin Muhammed b. Ebi’l-Abbâs Ahmed el-Buhûtî el-Mısrî’nin (ö: 922/1517) (İbnü’l-‘İmâd, Şezerâtü’z-Zeheb,

c.10, s.162-163) elinde bulunan parçaları ikmal etmek sure-tiyle yazmıştır. Yazımını da 9 Şevval 895 yılı perşem-be günü bitirmiştir. Bütün cüzlerinin başında Mu-hammed Ebu’s-Seâdât el-Buhûtî’nin bazı ciltlerinin başında da Çivizâde Mehmed Efendi’nin (ö. 995/1587) temellük kaydı bulunmaktadır.

741 numaralı 2. Cüzü ihtiva eden nüsha “بل الإ ب باب عيإ

ضها كاح“ ile başlayıp ”ونقإ والإوكالة ف النيإ m ”إنإكاح الإولي -

selesinin sonuna kadardır. 406b varak, 29 satırdan oluşan bu nüshada başlıklar kırmızı mürekkeple ya-zılmıştır.

Lakin bu nüshada 148a’dan itibaren yazım değiş-mekte 149b-396b arası tamamen farklılık arz et-mektedir. Rif’at Fevzi Abdülmuttalib’in tahkikiyle basılan el-Üm’ün giriş kısmında, eserin yazma nüs-haları hakkında verilen bilgilerden anladığımıza göre bu farklılık arz eden kısım Şam’daki Zâhiriyye kütüphanesinde bulunan nüshanın bir bölümü-dür. Oradaki nüshayı Abdullah b. Cibril b. Reslân, Kahire’deki Aziziye Mahkemesi naipliğinde bulunan Kadı Muhyiddin’nin emriyle yazmıştır. Karşılaştır-mak için matbu eserin doksanıncı sahifesindeki ferağ kaydında bulunan hamdele ve salvele ile elimizdeki nüshanın 353b’de bulunan hamdele ve salvelesine

MURAD MOLLA KÜTÜPHANESİ -VI-Fıkıh Kitapları -I-

Kültür Hazinesi Kütüphanelerimiz * Aziz Ençakar

Page 36: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

ilim Mayıs 2017 Sayı: 2136

bakılabilir. (resim:1,2) Yani nüsha evvela Mısır’da yazılmış ve eczala-rı dağılmıştır. Bu cüzlerin bir kısmı Zahiriyye Kütüphanesi’nde bir kısmı da İstanbul Murat Molla Kütüphanesi 741 numarada bulunmaktadır.

742 numaralı nüsha 3. ve 4. cüzü ihtiva etmektedir. 3. cüz “باء -me ”ما جاء ف إنإكاح الإselesiyle başlayıp 125b vara-ğında “لق ك والإيقي ف الط ”باب الشmeselesiyle bitmektedir. 4. cüz iki farklı hattat tarafın-dan yazılmış iki bölümden oluşmaktadır. 126b varağın-dan “ف

جيإ وإ الز تلف واخإ يلء الإ

صابة meselesiyle başlayıp ”الإ

363a’da “رهة تكإ ألة املسإ -bah ”مسإsiyle biten çok açık ve güzel bir hatla yazılan ilk kısmın belli başlı bölümlerinin Ah-med el-‘Ascedî tarafından Küfe nüshasıyla karşılaştırıl-dığı sonunda ifade edilmek-tedir. (resim:3) İkinci bölüm

364b’de “الإوصايا” meselesi ile başlayıp 497a’da عاجم“ وى الإ meselesi ile bitmektedir. Bu kısım ”دعإbir önceki nüshada olduğu gibi Zahiriyye’de bulunan hatta benzemektedir.

743 numaralı 5. cüzü ihtiva eden nüsha “عاوى الد

نات باب ما يكون“ ile başlayıp 213b varağında ”والإبي

زا ول يكون .meselesiyle bitmektedir ”حرإ

744 numaralı 6. cüzü ihtiva eden nüsha ba-şından birkaç varak düşmüş olarak “ليس فإ ”باب التmeselesinin ortalarından başlayıp 248b vara-ğında “ن يإ .bahsinin sonuna kadardır ”باب الد

745 numaralı nüsha 7. ve 8. cüzü ihtiva et-mektedir. 7. cüz “اليمني bahsiyle başlayıp ”باب 137a’da “ة اص ل من رد خب الإ meselesiyle ”باب حكاية قوإ

bitmektedir. 8. cüz ise 138b’de “تبارك وتعال ”بيان فرائض الل

meselesiyle başlayıp 246b’de kitabın son bahsiyle bit-mektedir. Son üç cildin tamamı Ali b. Nâsıriddîn ed-Dimyâtî tarafından yazılmıştır.

b) Yazım Tarihi Eski Olan Nüshalar

750 ve 751 numaraların da hilâf ilminin kurucusu kabul edilen Hanefî fakihi Ebû Zeyd ed-Debûsî’nin (ö. 430/1039) “el-Esrâr fi’l-Fürû’” isimli kitabı bulunmak-tadır. Bir mukaddime ile kırk yedi kitâbdan oluşan eserde müellif konuları incelerken önce ana meseleyi ortaya koymakta, ihtilâflı hususlarda ise evvelâ tercih ettiği görüşü, sonra da diğerlerini delilleriyle birlikte zikretmektedir. (Ahmed AKGÜNDÜZ, “Debûsî”, DİA, c.9, s.66)

Bu nüshanın özelliği müellifin vefatından elli yedi yıl sonra, 2 Receb 487 Salı sabahında Ali b. İsmail b. Muhammed en-Nîsâbûrî tarafından yazılmış kadîm bir nüsha o l m a s ı d ı r . (resim:4)

Page 37: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

العلم37 شعبان 1438 العدد:21

Daha sonradan iki cilt haline getirilen bu nüshanın 270b varağından oluşan birinci cildi “لق الط ”كتاب bahsine kadar olup 344b varaktan oluşan ikinci cildi bu bahisten kitabın sonuna kadardır. Nüsha 31 satırlı, konu başlıkları kırmızı mürekkeple yazılı, kenarların-da tashihat ve haşiyeler bulunup hattı açık ve oku-naklıdır.

c) Meşhur Bir Âlimin Mukabele Ettiği Nüshadan Mukabele Edilmiş Nüsha

771 numarada Osmanlı fakih ve mutasavvıfı Bed-reddin es-Simâvî’nin (ö. 823/1420) “Câmi’u’l-Fusûleyn” isimli eseri bulunmaktadır. Eser kaza ve mahkemeyle alakalı konuların ağırlıkta olduğu muamelata dair bir fıkıh kitabıdır.

Bu nüshayı 19 Muharrem 979’da Eşrefiyye-i Sahra Medresesi müderrislerinden Muhammed b. Abdullah er-Rûmî istinsah etmiştir. Nüshanın özelliği 15 Zil-hicce 973’te Zenbilli Ali Efendi’nin mahdumu Fudayl Çelebi (ö.991/1583) tarafından mukabele edilmiş bir nüs-hayla 15 Cemaziyelevvel 982’de müstensihi tarafın-dan mukabele edilmesidir. Nüshanın başında bulu-nan sekiz varakta kitabın tafsilatlı bir şekilde fihristi çıkartılmıştır. Devamında gelen dört varakta kitapta bulunan kısaltmaların/rumuzların açıklamaları bu-lunmaktadır. Daha sonraki bir varakta ise kitabın ana başlıklarını içeren bir fihrist bulunmaktadır. Nüsha 398a varaklı, 25 satırlı, başlıkları kırmızı mürekkeple yazılmış olup kenarlarında birçok haşiye bulunmak-tadır.

d) Müellifi Hayatta İken Yazılan Nüshalar

774 numarada Necmeddîn b. Hayreddîn er-Remlî’nin (ö. 1113/1701) “Netâicü’l-Efkâr ‘alâ Minehı’l-Ğaffâr” isim-li eseri bulunmaktadır. Bu eserin aslı, Muhammed b. Abdullah et-Timurtâşî’nin (ö. 1006/1598) güvenilir fıkıh kitaplarındaki meselelerden derlediği, bilhassa müftü

ve kadılar için el kitabı mahiyetinde özlü bir metin olan “Tenvîru’l-Ebsâr” kitabına kendisinin yazmış ol-duğu “Minehu’l-Gaffâr” isimli kitaptır. Evvela müel-lifin babası Hayreddin er-Remlî (ö. 1081/1671) Minehu’l-Gaffâr üzerine bir haşiye yazmıştır. Daha sonra oğlu Necmeddîn er-Remlî evvela babasının bu haşiyesini kısaltarak “Levâihu’l-Envar” ismiyle ihtisar etmiştir. Daha sonra da bu kitapta da bu muhtasarı bir haşiye metodunda daha da kısalttığını ifade etmektedir.

Bu nüshanın özelliği daha müellif hayatta iken 26 Safer 1096 Perşembe gündüz vakti Halil b. Ali es-Samâdî er-Remlî tarafından yazımının tamamlanma-sıdır. (resim:5) 139b varaklı, 25 satırlı olup başlıkları ve ل“ .maddeleri kırmızı mürekkeple yazılmıştır ”قوإ

794 numarada Hanefi fakihi Şürünbülâlî’nin (ö.

1069/1659) “Gunyetü Zevi’l-Ahkâm fî Buğyeti Düreri’l-Hükkâm” isimli eseri bulunmaktadır. Bu eser Molla Hüsrev’in (ö. 885/1480) uzun yıllar Osmanlı

Page 38: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

38

medreselerinde okutulan “Dürerü’l-Hükkâm” adlı eserinin haşiyesidir.

Bu nüshanın özelliği daha müellif hayatta iken 7 Safer 1048’de, hacıların Mısr’a girdiği günde Muhammed es-Selemûnî tarafından yazımının tamamlanmasıdır. (resim:6) Nüsha 379b varaklı, 29 satırlı, kenarlarında yer yer tashihat bulunup başlıkları ve “ل maddeleri ”قوإkırmızı mürekkeple yazılmıştır.

800 numarada Sâlih b. Muhammed et-Timurtâşî’nin (ö.

1055/1645) “Zevâhirü’l-Cevâhir’in Nedâir ‘ale’l-Eşbâh ve’n-Nezâ’ir” isimli eseri bulunmaktadır. Bu eser Zeynüddin İbn Nüceym’in (ö. 970/1563) “el-Eşbâh ve’n-Nezâ’ir” adlı eserinin haşiyesidir.

Bu nüshanın özelliği ise müellif hayatta iken 22 Muharrem 1047’de öğlen-leyin ezan vaktinde Hatîbzâde Muhammed b. Hacı Mahmûd tarafından İstanbul’da yazımının tamam-lanmasıdır. (resim:7) Nüsha 209b varaklı, 23 satırlı, maddeleri ile başlıklar kırmızı mürekkeple yazılı ”قول“olup kenarlarında ara başlıklar ve tashihatlar bulun-maktadır.

e) Meşhur Bir Hattat Tarafından Yazılan Nüsha

795 numarada Hanefi fakihi Ebubekir el-Haddâd’ın (ö. 800/1398) “el-Cevheretü’n-Neyyire” isimli kitabı bulunmaktadır. Bu eser Haddâd’ın Kudûrî’nin “el-Muhtasar”ına yaptığı sekiz ciltlik “es-Sirâcü’l-Vehhâc” isimli şerhin muhtasarıdır.

Nüshanın özelliği ise meşhur hattatlardan Vücûdizâde Ali b. Muhammed (ö: 1070/1659) (Müstakimzade, Tuhfe-i Hattâtîn,

s. 326) tarafından yılı belirtilmeden Ramazan ayının ortalarında çok güzel bir hatla yazılmış olmasıdır. (resim:8) Nüsha-nın başında Ebu Bekir Rüstem b. Ahmed eş-Şirvânî (1135/1722)

isimli “Acem Ebu Bekir” namıy-la maruf âlimin temellük kaydı bulunmaktadır. Nüsha 646a va-raklı, 23 satırlı, ilk sahifesi ve diğer sayfala-rının cetvelleri tezhibli olup “قول” maddeleri ile başlıklar kırmızı mürekkeple ya-zılmıştır.

(Not: Kitap özelliklerini anlatan bilgilerin çoğu Diya-net İslam Ansiklopedisi’nin ilgili maddelerinden alın-mıştır.)

Page 39: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

Ünlü Hristiyan düşünür Aziz Augustinus (354-430) malum şekliyle kilise kabullerinden biri olan itiraf mekanizmasını işletir İtiraflar kitabında. İtiraflar as-lında genel hatlarıyla iki bölümden oluşur. İlk bölüm Augustinus’un çocukluk, gençlik yıllarını, bu yılların-daki maniheist inancını ve bu dinde/felsefede iken işlediği cürümler ile yaşadığı inanç bunalımını içerir. Diğer bölüm ise Hıristiyanlığa geçişini, bu geçiş es-nasında ve Hıristiyan olduktan sonra incelediği za-man, irade, iyilik-kötülük ve mutluluk kavramlarını barındırır.

a) İyilik-Kötülük

Bu kavramlardan iyilik-kötülük üzerinde konuşurken Tanrı’nın iyi olduğunu, iyi olan Tanrı’nın sadece iyiyi yarattığını, yani yaratılan her şeyin iyi olduğunu söy-ler. Maniheizmdeki gibi Tanrı’yı, kötülüğün kaynağı saymaktansa, kötülüğün bizim cüz-i irademizle oldu-ğuna inanır. Aslında kötülüğün bir cevher olmadığını da belirtir. Augustinus mutlak iyinin Tanrı olduğunu, sonsuzluğun ve bozulmazlığın ona mahsus olduğunu belirtir. Yaratılan her şey son bulacak ve bozulacaktır, der. Bozulma sebeplerinin ise iyiyi barındırmadıkları değil, bilakis mutlak iyiyi içkin olmamaları olduğunu söyler. Var olan her şeyin iyiyi içkin olduğu, kötülü-ğün ise bir töz olmadığını belirtir. Aksi halde onun da iyi olacağını söyler. Kötü kişiler aşağı bölgelere daha fazla uyum sağlamalarından ötürü Tanrı’dan uzakla-şır ve var olmaları hasebiyle kendileri ile Tanrı arasın-daki benzerliklerini de böylelikle yitirirler, der.

b) İrade

Augustinus’da iradeyi Tanrı’daki ve insandaki şek-liyle iki türde görüyoruz. Mutlak iyi olması hasebiyle Tanrı’nın iradesinin kötülüğe taalluk etmediği, her zaman iyiyi irade ettiğini söyler. Tanrı’nın iradesinin gücü ile aynı büyüklükte olduğunu belirtir. “Tanrı’nın iradesi ve gücü Tanrı’nın kendisidir” demekle irade-nin Tanrı’dan gayrı bir şey olmadığını anlatır bize. İnsanda ise biri iyiliği, diğeri kötülüğü isteyen iki iradenin varlığından bahseder Augustinus. Kötülüğe tutsak kılan iradenin efendisinin şeytan olduğunu söyler. Aynı zamanda iyiliği talep eden iradenin diğer iradeyi kontrol altına alabilecek durumda olduğunu da belirtir. Aslında birbiriyle mücadele eden ve iki ayrı doğadan da kaynaklanmayan biri tene düşkün, diğeri ruhsal irade vardır Augustinus’un kabulünde.

c) Zaman

Augustinus’da tüm zamanların yapımcısı Tanrı’dır. Yer

Augustinus ve itirAflAr’iAbdullAh KüsKü

. ..

العلم39 شعبان 1438 العدد:21

Page 40: EVLİLİK VE AİLE...Huzurlu Bir Aile İçin Tavsiyeler Peygamberimizin Ailesinden Bugüne Dersler Gelecek Yüzyılda Bizi Bekleyen Aile Unutulan Bir Aile Dayanışması: Sıla-i Rahim

ve gök yaratılmadan evvel zaman yoktur. Ezeli olmakla geçmiş zamandan önceliği, ebedi olmakla ise gelecek za-mana egemenliği vardır Tanrı’nın. Dünü ve yarını yoktur onun. Geçen, gelecek olan ve şu an her zaman Tanrı’nın bugünüdür. Aynı zamanda geçmiş artık olmadığından, ge-lecek ise henüz gelmediğinden yokturlar. Var olan sadece şu anki zamandır. Peki, zamanın ölçüsü? Geçmiş ve gele-cek var olmayan iki zaman olduğu için “geçmiş uzundur” şeklinde haklarında kısa ve uzunluk söylenemez. Sadece “geçmiş uzun oldu”, gelecek için ise “uzun olacak” diyebi-liriz. Şu anki durum hakkında ise “şimdiki zaman uzadı” dememiz mümkündür. Geleneksel biçimiyle geçmiş, şim-diki ve gelecek olarak üç zamana inanmak, ancak geçmiş-tekilere ilişkin şimdiki zaman, şimdikilere ilişkin şimdiki zaman, gelecektekilere ilişkin şimdiki zaman şekliyle ina-nıldığında doğru olur. Geçmişteki şimdiki zaman bellek; şimdiki şimdiki zaman doğrudan sezgi; gelecekteki şim-diki zaman da beklenti olarak vardır. Güneş, ay ve yıldız-ların hareketlerinin zamanın kendisi olduğu söylenirse, bu açıdan bakıldığında, neden bütün nesnelerin hareketi zaman sayılmasın ki? Kutsal kitapta güneş hareketsiz kal-dı, ama zaman geçiyordu, denir. Dolayısıyla zaman hare-ket eden değildir. Bilakis zaman bir tür gerilmedir ve bu gerilme büyük olasılıkla ruhun gerilmesidir.

d) Mutluluk

Augusninus’un İtiraflar’ında sorguladığı kavramlardan biri de mutluluktur. Augustinus mutluluğa Tanrı’ya ulaş-makla erişilebileceğini söyler. Tanrı’yı aramak mutlu ya-şamı aramaktır, der. İtiraflar’ın muhtelif yerlerinde Tanrı ile mutluluk eşdeğerdir. Belki de mutlak iyi olduğundan yegâne mutluluk Tanrı’dır. Sevinç ve mutluluk ayrı şey-lerdir. Herkes sevinci yaşamıştır, ama mutluluğu asla! Bundan ötürü sevinci belleğimizde bulabiliriz, ama mut-luluğu ise ancak karşılaştığımızda tanıyabiliriz. Mutlu-luk öyle bir şeydir ki herkes tarafından istenir. Mutluluk gerçektir, ancak gerçeği isteyenler mutlu olurlar. Yegâne mutlu Tanrı olduğundan başkasında mutluluk buluna-maz. Ancak ve ancak Tanrı ile mümkündür bu.

e) Varlık ve Yaratılış

Augustinus’da yeryüzü, hava, gezegenler, ağaçlar, hay-vanlar, görünmeyen gök kubbe, melekler ve yüce ruhlar.., hepsi yaratılmışlardır. Bunları yaratan Tanrı tümünü çev-relemiş, içlerine girmiş ve sonsuz bir varlıktır. Tanrı evre-ni kendi cevherinden yaratmamıştır. Öyle olsaydı, kâinat Tanrı’ya eşit olurdu ve onun özelliklerini taşırdı. Tanrı bunları söz ile yaratmıştır. Yaratılmış olan varlıklar yara-tıldıklarını haykırırlar adeta. “Biz yaratıldık. Yaratılmadan önce yoktuk. Bizde değişiklikler meydana gelir, ama bizi yaratanda asla! Biz kendimizi yaratamayız, ama Tanrı her şeyi yaratır” derler.

Augusninus, ayrıca sanatçı kişilikle yaratılmış varlıklar üzerine düşüncelerini dile getirir. Tanrı o varlıkları ya-ratmamış olsaydı, sanatçı sanat faaliyetini icra edemezdi, der. Yani değil yaratmak, düşüncelerini çizmek ve tasar-lamakta dahi kullandığı enerjiden, üzerine yazdığı taşa, toprağa değin her şeyi Tanrı yaratmıştır. Yegâne varlık olan Tanrı, zamanı da yaratandır. Kendisinde zaman söz konusu olmadığı için ebedidir. Yaratılan varlıkların ise doğmak ve ölmek şeklinde iki hali vardır ve her biri ken-dilerine tayin edilmiş bir son ile nihayet bulur.

f) Gözyaşı

Augustinus’da en zorlu şey belki de gözyaşıdır. Yaşarsınız, iyilik ve kötülük yaparsınız; inanır ya da inanmazsınız… Sonucunda itiraf da etseniz yine de gözyaşı olmayabilir. Gözyaşı ancak yüce olan Tanrı’yı sevmek, ona âşık olmak ve ancak zamanın onda akması gibi onda akmakla ger-çekleşir. Gözyaşı aşktır. Gözyaşı yokluktur. Görünen göz-yaşı, varlıkta gözükmeyen manadır. İnsanın Tanrı’sıyla olan en derinlikli ilişkisidir. Gözyaşını Tanrı’ya olan aşk-sız düşünmek veya Tanrı’dan başkasına karşı düşünmek abestir.

ilim Mayıs 2017 Sayı: 2140