149
ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER Ed. Bilal KEMĐKLĐ

ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

  • Upload
    others

  • View
    29

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

ELMALI

ŞEHĐR ve DEĞER

Ed. Bilal KEMĐKLĐ

Page 2: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı : Şehir ve Değer

Ed. Bilal KEMĐKLĐ

isbn : buraya isbn numarası yazılacak

Tashih & Đç Düzen Ahmet ÖGKE

Kapak buraya Kapak tasarımını yapan yazılacak

Baskı & Cilt buraya Baskı ve cilt işlerini yapan yazılacak

Đletişim Akdeniz Kültür ve Đletişim Kulübü Derneği

Tarım Mah. Perge Cad. Gündoğdu Sitesi Perge Apt. Kat:3 Dâire: 10 / ANTALYA

0242 312 10 03 [email protected] www.akik.org.tr

Antalya, 2010

Kitapta yayınlanan yazıların her türlü hukukî ve ilmî sorumluluğu yazarlarına âittir.

Page 3: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Đ Ç Đ N D E K Đ L E R

Önsöz ........................................................................................................................ 1

GĐRĐŞ

Tasavvuf ve Değerlerimiz / Süleyman ULUDAĞ.................................................. 5

BĐRĐNCĐ BÖLÜM ELMALI : TARĐH ve ETKĐLER

Bursa – Elmalı – Kahire Güzergâhında Bir Gönül Köprüsü: Abdal Mûsa ve

Tesirleri / Salih ÇĐFT ...................................................................................13

Sırbistan’da Sofyalı Bâlî Efendi Ekolü: Ujiçe Halvetî Dergâhı / Metin ĐZZETĐ ....19

Elmalı’dan Kula’ya Bir Mânâ Yolcusu: Mustafa Nüzûlî ve Sanatı / Ali Đhsan

AKÇAY.........................................................................................................33

ĐKĐNCĐ BÖLÜM ELMALI ve DEĞERLERĐMĐZ

Elmalı, Şehir ve Değer / Bilal KEMĐKLĐ ................................................................41

Ümmî Sinan’ın Gönül Dünyasında Sevgi ve Değer / Bayram Ali

ÇETĐNKAYA ...............................................................................................49

Elmalı’nın Canlarından Vâhib-i Ümmî’de Ahlâkî Değerler / Ahmet ÖGKE........79

Ümmî Sinân’ın Bizi Çağırdığı Değerler / H. Yusuf ACUNER ..........................103

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ŞEHĐR ve KĐTAP

Elmalı’da Değirmen / Sadık YALSIZUÇANLAR ..............................................117

Yanmalar Kitabı / Ali AYÇĐL...............................................................................127

Niyâzî-i Mısrî’nin Đzinde / M. Đlhan ATILGAN.................................................131

EKLER

Onlar Bizim de Canımız / Neden Elmalı’nın Canları? / Cevat AKKANAT ......137

Elmalı Güneyin Đncisidir / Erhan BAYDUR .......................................................141

Page 4: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER
Page 5: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Ö N S Ö Z

Bu toprağı mayalayan, büyük ruhlar, gönül adamları, canlar… Onlar, Anado-lu’yu yurdumuz, vatanımız kılan mânâ erleridir. Onlar, dilimizi, şiirimizi, şarkımı-zı, sözümüzü ve sazımızı demlediler. Hayatımızın ritmini ayarladılar. Âhengimizi oluşturdular.

Sadece tarihte mi? Hâyır! Bakın dün olduğu gibi, bugün de Elmalı’nın canları yolumuzu aydınlatıyor. Şiirin, sözün izinde gidiyoruz. Şiir, şuurdur, varoluş gaye-sidir, bilgidir, ufuktur, heyecandır. Velhasıl aşktır. Bu toprağı aşkla, sevgiyle, doğru sözle, anlamlı sözle mayaladılar… Evvelâ söz yaratıldı. İnsan sözle mayalanıyor, olgunlaşıyor. Derler ki, insan ya sözle, ya gözle mayalanır. Söz ve göz; iki mayalama yolu. Söz, ama hangi söz? Bu soru önemli. Zira Yûnus Emre’miz ne diyor? “Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı.” Savaşları kesen, bitiren söz… Öfkeyi, kini, hasedi, düşmanlığı yok eden, barışı, huzuru, güveni tesis eden söz. Ayrımı gayrımı yok eden, ülfeti, muhabbeti ve kardeşliği tesis eden söz. Bu sözün peşindeyiz. Ötekisini, başları kestiren sözü hepimiz söylüyoruz. Hemen her gün nice başlar kesiyor, nice gönüller yıkıyor, nice hayalleri ve ufukları talan ediyoruz.

Sözümüzü dönüştürmenin yollarını aramalıyız. Gönül yapmanın, sevmenin ve sevilmenin yollarını… Bize bu yolu canlar gösteriyor; Elmalı’nın canları. Onlar, kemâle eren büyük ruhlar. Onların sözleri bu toprakları mayaladı; irfânımızın yegâ-ne kaynağı, işte bu sözdür. Sadece söz mü? Bakış dedik, nazar. Bakış, niyetle alâkalı. Niyetiniz sâlih olur ise, bakışınız da sâlih oluyor. Niyetin sâlih olması, zannın güzel olmasıyla alâkalıdır. Hüsn-i zan, güzel ve iyimser düşünmek. İyimser düşünmek, iyimser niyet etmeyi, bu da iyi bakışı sağlıyor. Hep birbiriyle ilgili. İç âlem bu; orada her şey birbiriyle ilişkili. Bu ilişkiyi dengeli hâle getirenlerin sözleri ve bakışlarından söz ediyorum. İçimizdeki denge… Evet, orada bir terâzi var, huylarımızı, kanâatle-rimizi, düşüncelerimizi o terâziyle tartarız. Bu terâzi, davranış ve tutumlarımızla, yapıp ettiklerimizle kendini gösteriyor.

Terâzi kavramı, bizi değer kavramına götürüyor. Değer, yani “değmek, do-kunmak, ilişki içinde olmak.” Yapıp ettiklerimizle değer ortaya çıkıyor. Bu hukuk demektir, bilgi, ahlâk ve siyâset demektir. Bizi hikmetli sözle ve bakışla demleyen, mayalayan canlar, bu değerleri öğretmişlerdir. Onların öğretilerinden yola çıkarak, bu sene Elmalı’nın Canları İrfan ve Sevgi Sempozyumu’nda değerlerimizi ele aldık. Elmalı’nın canları bize hangi değerleri öğretti? Nasıl öğretti? Bu sorular

Page 6: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

2 • Elmalı : Şehir ve Değer

etrafında bir ilim sofrası kuruldu… Bunu için Makedonya’dan kalkıp gelen ilim adamlarımız oldu. Prof. Dr. Metin İZZETİ, oralardan geldi. Elmalı’nın Üsküp’te, Ohri’deki tesirlerini bize anlattı. Başka üniversitelerden de değerli ilim adamlarımız oldu. Bu bakımdan başta Prof. Dr. Süleyman ULUDAĞ olmak üzere, Prof. Dr. Osman ÇETİN, Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL, Prof. Dr. Mehmet AKKUŞ, Prof. Dr. Bayram Ali ÇETİNKAYA, Doç. Dr. Salih ÇİFT, Doç. Dr. Ahmet ÖGKE, Yrd. Doç. Dr. H. Yusuf ACUNER, değerli yazarımız Sadık YALSIZUÇANLAR ve öğrencim Ali İhsan AKÇAY… Onlar dâvetimize uyup, vakitlerini ayırdılar ve Elmalı’nın canlarının eserlerini, sözlerini, mânevî miraslarını değer kavramı açısından yeniden okudular. Onlara müteşekkiriz.

Elinizdeki bu kitap, söz konusu sempozyumda sunulan tebliğlerden oluşmak-tadır. Ancak değerli hocam Prof. Dr. Mehmet AKKUŞ tebliğ metnini makaleye dönüştüremedi. Bir de Sadık YALSIZUÇANLAR dostumuzun delâletiyle, iki yazı daha koyduk. Bu yazılar, kendilerinin Anka romanıyla ilgilidir. Anka, Elmalı’da rûhen uyanan, aydınlanan büyük bilge Niyazî Mısrî’yi konu etmektedir. O, bu sempozyumun ilkinde Sadık Bey, Mısrî Hz. ile ilgili bir tebliğ sunmuştu. Sonra buradan yola çıkarak bir roman yazmasını önermiştik; eksik olmasın, bunu bir görev kabul edip bize Anka’yı hediye etti. İyi ki etti… Genç nesil, Mısrî’yi oradan yola çıkarak tanıdı. Şimdi, onun filmini de yapmak lâzım. Her ne ise, bu sempozyumda bir oturum tamamen Anka’yla alâkalı idi. Yazarıyla kitabını konuştuk. İmdi, o ko-nuşmayı bant çözümünü hazırlayamadık; ama buraya Anka’dan bölümler ve iki güzel yazıyı koyma imkânımız oldu. Bendeniz, bunları tarafıma ulaştıran Sadık YALSIZUÇANLAR ile değerli yazarlar Ali AYÇİL ve M. İlhan ATILGAN’a müte-şekkirim.

Kitabın sonunda bendenizle yapılan bir söyleşiyi ve sempozyuma dâir yazılan bir metni ekler kısmında takdim ediyorum. Zira bu türden faâliyetler, toplumsal zeminde makes bulmalıdır. Bilim kültürü beslemeli… Bu söyleşi ve metni bu an-lamda önemsemek lâzımdır. Güzel sözü yaymak, yaygınlaştırmak gerek. Bunları o gayretin ürünü olarak telakkî edebiliriz. Bütün bunlarla, ortaya mütevâzi bir eser çıktı. Bu eserin bazı kusurları, eksiklikleri ve hatâları olabilir; bütün bunlar, bende-nizden kaynaklanıyor… Güzellikler, bu projeye gönüllerini koyan dostlarımıza âittir. Burada bilhassa Doç. Dr. Ahmet ÖGKE’yi zikretmem lazım. O, kitaba estetik bir değer kazandırdı. Kezâ Salih TÜRKİŞ, Erhan BAYDUR ve Dr. Mehmet KARAKAYALI’yı da hatırlamalıyım; onların gayretleri ve himmetleri bu esere hayat vermiştir. İsmini andığım ve anamadığım bütün dostlara teşekkür ederim; sağ olsunlar, varolsunlar. Velhasıl kitabın irfan hayatımıza katkı sunmasını dilerim.

Prof. Dr. Bilal KEMİKLİ Fethiye – Bursa

Page 7: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

G Đ R Đ Ş

Page 8: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER
Page 9: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Tasavvuf ve Değerlerimiz

Süleyman ULUDAĞ∗

Bi’smillâhi’r-rahmâni’r-rahîm.

Sayın kaymakamım, çok kıymetli meslektaşlarım, saygı değer hanımefendiler, bey efendiler; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle böyle bir programda aranızda olmayı bir nimet sayı-yorum bunun için Cenabı Hakka şükrediyorum. Böyle bir faaliyeti organize eden dernek başkanlarını ve üyelerini tebrik ediyorum. Böy-le toplantılara çok ihtiyaç var. Gecikmiş olmakla birlikte bu faaliyet-lerin başlamış olması büyük bir şanstır. Bana göre Elmalı içinde ö-nemli bir milattır.

Dünya milletleri küçülen dünyada herkes kendini bir şekilde tanıtmaya çalışıyor varlığını başka milletlere, başka şehirlere tanıt-maya aktarmaya çalışıyor. Bunu yaparken bazı şehirler çok şanslı oluyor; çünkü onların tarihi oluyor, yetiştirmiş olduğu önemli kişileri ve bu kişilerin önemli eserli bulunuyor. Elmalı’da şükretmeli ki, hem coğrafi hem sanat hem de ilim yönünden çok öneli bir yerde bulunu-yor.

Geçmişi yaşatmak, gelecek nesiller aktarmak, önemli bir çalış-ma; inşallah bu çalışmalar başarıya ulaşacak. Bu yolda olduğu görü-nüyor. Birazdan tebliğ verecek arkadaşların konuları tasavvuf. Zaten sempozyumun ismi, “irfan ve sevgi sempozyumu”. Bir de araya canlar kelimesi konulmuş; bu üç kelime, tasavvuf açısından çok önemlidir.

∗ Prof. Dr., Uludağ Üniversitesi, Bursa.

Page 10: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

6 • Elmalı : Şehir ve Değer

Birincisi; irfan. Đrfan, sadece ilim demek değildir; ilmi de bilgiyi de kapsayan çok geniş bir kavramdır. Đrfan tasavvufta öneli bir tabir-dir. Đrfan, insanın kendisini bilmesidir.

“Đlim ilim bilmektir Đlim kendin bilmektir”

Önce kendini bileceksin; sonra buradan hareketle Cenabı hakkı bilmektir. Kendini bilen nefsini bilir, nefsini bilen, rabbini bilir. Ta-savvufta ki mana budur. Đnsanlar daha çok kendini tasavvufla bilir. Tasavvuf, bu hususları öğretir. Tasavvuf üstatları bu işin ustalarıdır. Tasavvufta irfan dediğimiz şey, Allah’tan gelen ilhamdır, feyizdir yani kaynağı Allah olan bilgidir. Ve bu insanın kendisini bilmesiyle başlar. Sinân-ı Ümmî başta olmak üzere, burada bulunan velîler, şeyhler çevrelerinde toplanan insanlara bunu telkin etmişler, tekkeler tesis ederek insanları aydınlatmışlar. Bundan maksat irfana ulaştırmak.

Đrfandan sonra üzerinde durmak istediğim kavram sevgi, mu-habbettir. Çok öneli bir kavramdır. Đslâm’ın en önemli kavramların-dan biridir; Allah’ın isimlerinden biridir. Cenab-ı Hak, hem sever, hem sevilmek ister. Bir ayette mealen cenabı hak buyurur ki: “Eğer gerektiği gibi hareket etmez iseniz Allah sizin yerinize öyle bir kavim yaratır ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı.” Sevgi, muhabbet önemlidir. Tasavvuf, sevgi yoludur.

Türk tasavvuf tarihinde kullanılan kavramlardan biri olan can-lar kavramı, Arap ve Acem tasavvufunda pek rastlanmaz. Daha çok Anadolu ve Balkanlarda kullanılır. Bilhassa Mevlevilerde, Halveti-lerde ve Bektaşilerde… Canlar, aynı canı taşıyan insanların, aynı dü-şünceyi, aynı inançları paylaşması, tek yürek olması. Her şeyi payla-şan insanların oluşturduğu topluluk. Bir toplumun yaşayabilmesi için mukaddesatının olması gerekir, ona inanıyor olması gerekir. Onu her şeyin üstünde tutuyor olması gerekir. Gerektiğinde malını canını o uğurda feda ediyor olması gerekir. Kur’an-ı Kerim de, “ O müminler Allah yolunda canlarıyla mallarıyla cihat ederler.”

Müminler bu değerleri korumak için daima mallarını ve canla-rını harcamaya hazır olmalıdırlar. Dünyada şerefli ve haysiyetli ya-şamak istiyorlarsa… Dünyada en büyük saadet budur. Bu gün dün-yada baktığımız zaman, müslümanların böyle olduğunu söylemek

Page 11: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Tasavvuf ve Değerlerimiz / S. Uludağ • 7

pek mümkün değil. Cenabı Hakkın isimlerinden biri, Aziz’dir. Đzzet, şan, şeref ve haysiyet Allah’ın, Allah’ın resulünün ve müminlerin-dir. Böyle olması gerekirken, bugün müslümanların gayr-i müslimlerin zulmü altında sıkıntı çektiklerini esefle müşahede ediyo-ruz. Bunu böyle olmaması lazım. Bunu sebeplerini kendimizde ara-mamız gerekiyor.

Mukaddesatın olması lazım, kutsalın olması lazım. Allah’a şü-kür bizim mukaddesatımız var yeteri kadar sahip çıkabiliyor muyuz? Malımızı canımızı verebiliyor muyuz bu ayrı bir konu olmakla bir-likte Allah’a ve kitabına inanıyoruz. Bakın sempozyumu, Kuran ile açtık. Hz Peygamberimiz bu kutsalın başı, büyüklüğüne inanıyoruz, seviyoruz, bize örnek bir peygamber; yolundan yürüdüğümüz sürece müslümanlar aziz izzet ve şerefiyle yaşayacaklardır bundan şek ve şüphemiz yoktur.

Fetholunan pek çok memlekette pek çok eserlerimiz mevcuttur. Bu beldelerde pek çok alim yetişmiş ve her biri bugün bir gökdelen gibidir hatta piramit desek daha uygun olur daha sağlam yapı daha uzun ömürlü bu sayede toplum varlığını muhafaza etmektedir.

Değer dediğimiz şey çok önemlidir. Her toplumun maddi ve manevi değerleri vardır. Bu değerler, kendi toplumlarına göre önem-lidir. Kutsallık derecelerine değerlendirilir. Đslâm dininde bütün in-sanlığa yetecek kadar çok sağlam değerleri vardır. Bu değerlerin başında, din gelir. Din… 1400 senedir Cenabı Haktan geldiği şekliyle varlığını koruyan Kuran ve Hz Peygamberin sünneti elimizde mev-cuttur. Peygamberimizin ifadesiyle bu iki hususa sarılırsak dalalete düşmeyiz.

Başka bir değer kavramı, ahlaktır. Dinimizin çok önemli bir de-ğer alanıdır ahlak. Hz Peygamber’e, “Sen muhakkak yüce bir ahlak üze-resin” buyruluyor. Bir toplumun ne kadar iyi bir yolda olduğunun ölçüsü, o toplumun ahlak anlayışıdır. Đş ahlakı, ticaret ahlakı, siyaset ahlakı iyi ise, insanlar birbirine güveniyorlar ise, o toplum iyi yolda parlak bir geleceği var demektir. Tam tersine iş ahlakı, ticaret ahlakı, siyaset ahlakı yok olmuş ise, insanlar arasında husumet, dedi kodu, gıybet yaygın ise, bunlar o toplumun çökeceğine delalet eder. Bu çok önemli bir husustur.

Page 12: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

8 • Elmalı : Şehir ve Değer

Çok çeşitli tasavvuf tarifleri yapılmıştır. Ahlakla ilgili olması hasebiyle şu tarifi vermek istiyorum. Ebû Muhammed Cerîrî, “Ta-savvuf ahlaktır. Ahlakça senden önde olan tasavvufta senden önde-dir.” diyor. O halde, önde olmanın malla, makamla, mevkiiyle ala-kası yok, ahlakı güzel olan öndedir. Ahlak iyi ise, Allah katında iyi insandır. Sûfîler bu konuda çok kıymetli eserler vermişlerdir.

Başka bir değer alanı da hukuktur. Hukuktan bahsedilirken, kaynaklar kavramı iki alana ayırır. Birincisi, Allah hakkıdır. Bunlar ibadetlerimizdir; namazlarımız, oruçlarımızdır. Đkincisi ise, kul hak-kıdır; insan hakkıdır. Pek çok yerde Allah hakkından önde gelir. Al-lah’a karşı işlediğimiz günahlarda tövbe ederek göz yaşı dökerek affolunabiliriz. Kullar hakkını zor helal eder ve kul hakkı helal edil-medikçe kurtulmanın yolu yoktur.

Hak ve hukuk anlayışımızda, Kuran’da Allah’ın tüm insanlara hiç ayrım yapmaksızın tanımış oldu haklar vardır. Bu haklara bakıl-dığında, bugün müslümanların oldukları yerlerden çok daha ilerde olmalar gerekmekte idi. Bir hukuk toplumunda yaşamanın huzurun-da olmaları gerekir, adil olmalar gerekir, istikamet üzere olmaları gerekir. Adalet ve hakta önde olmaları gerekir. Üzülecek durum ki; bu gün bize bunu Batı öğretmeye çalışıyor. Böyle bir durumda ol-mamamız gerekirdi. Fakat günlük hayatımızda iş hayatımızda hak ve hukuka fazla riayet etmediğimizi biz de gözlemleyebiliyoruz.

Başka bir değer alanı da siyaset ve devlet dediğimiz şey. Bizde devlet topluma hizmet eden teşkilat anlaşılıyor. Oysa Hadis-i Şerifte, “herkes mesuldür” prensibi yer alıyor. Devlet başkanı yönettiği halktan mesuldür. Bu halifede olabilir, padişah da olabilir, cumhurbaşkanı da olabilir... Herkes sorumludur; en alttan, en üste kadar. Siyaset hak ve hukuk dairesinde faaliyet göstermelidir. Bu daire dışına çıkılırsa siya-setten şikayet başlar. Vatandaşların yöneticilerine güveni sarsılır. Demokrasi dediğimiz şey bu bakımdan önemlidir. Milletler ve top-lumlar layık oldukları gibi yönetilir. Biz her zaman siyaseti şikayet eder sorumlulukları onlarda görürüz. Oysa kendimiz düzeltmedikçe idarecilerimizin başka türlü olmasını bekleyemeyiz.

Page 13: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Tasavvuf ve Değerlerimiz / S. Uludağ • 9

Başka bir değer ise ilimdir. Bilgisiz bir toplumun yaşaması mümkün değildir. Hele bilgi çağı dediğimiz şu asırda gayemiz bu toplumu tekrar ilim ve mârifet toplumu haline getirmek olmalıdır.

Bir başka değerimiz ise sanattır. Sanata önem verilmesi gerekir. Estetik sanatlar dediklerimizi başında musiki gelir, şiir gelir, resim gelir vs. Tasavvufun sanata katkısı nedir dediğimizde şunu görüyo-ruz; en büyük edebiyatçılar, en büyük şairler, en büyük bestekarlar tasavvuf sahasında yetişmiştir. Hoca Ahmed-i Yesevî, Yûnus Emre, Sinân-ı Ümmî, Niyâzî-i Mısrî gibi büyük sanatkarları tasavvuf gele-neği yetiştirmiştir. Bu şiirler güzelce bestelenip günümüze kadar taşınmıştır. Onların yazdığı şiirler ve besteler bu topluma can veren, hayat veren, dini ayakta tutan kültür unsurları olarak varlığını muha-faza etmişlerdir. Tasavvufla ilgili çeşitli zamanlarda çeşitli sempoz-yumlara katılıyoruz, çeşitli mutehassısların tebliğlerinde tekkelerin güzel sanatlar galerisi gibi olduğunu görüyoruz. O sebeple tasavvuf hem dini hayatımızın önemeli bir kaynağı hem de dini kültürümü-zün feyiz aldığı önemli bir kaynağı durumundadır. Bunun içindir ki, bunu yaşatmak mecburiyetindeyiz

Tasavvuf hareketi, Đslâm toplumunda neresi olursa olsun, mu-halifleri olan bir harekettir. Tasavvuf ve sûfîliğe ters bakan tutumlar tarih boyunca olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Zaman zaman bu eleştirilerde çok ileri gidildiği dönemlerde yaşamıştır. Niyâzî-i Mısrî de bu tutumlardan nasibini almış, baskı görmüş ve sürülmüş-tür. Fakat mutasavvıfların müsamahalı olmaları gerekir. Muhalifler onlar sert olabilir, yine de onları din kardeşi olarak görerek bağırma-dan çağırmadan yaklaşım sergilemek gerekmektedir. Sevgiyle, ifranla ve değerlerle kalmanız dileğiyle hepinize saygı ve selâmlarımı arz ederim.

Page 14: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER
Page 15: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

BĐRĐNCĐ BÖLÜM

ELMALI : TARĐH ve ETKĐLER

Page 16: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER
Page 17: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Bursa – Elmalı – Kahire Güzergâhında Bir Gönül Köprüsü: Abdal Mûsa ve Tesirleri

Salih ÇĐFT∗

Vahdet-i vücûd felsefesini benimseyenlere göre kâinatta var olan her şey tek asıldan gelmektedir ve bu özellikleri sebebiyle her ne ka-dar zâhiren sonsuz çokluk şeklinde tezâhür etmekteyse de aslında varlık birdir. Buna göre, farklı zaman dilimlerinde değişik sûretlerde tezâhür eden varlığın her bir sûreti birbirinden bağımsız olmayıp sürekli etkileşim halindedir. Şu halde tarihsel ya da mekânsal açıdan farklı zaman ve mekânlarda muhtelif sûretlere bürünmüş olmaları aralarındaki ilişkiyi ortadan kaldırmamaktadır.

Erbabının malûmu olan bu meseleyi burada tekrar etmekten kastımız; biri bir beşer ve diğeri bir imparatorluk sûretinde varlık sahnesinde boy gösteren iki ayrı tezâhürün ehl-i vahdet nazarından ortak seyirlerine dikkatleri çekmektir. Bunlardan biri, kimi araştırma-cılara göre Bektâşîliğin asıl kurucusu olan Abdal Mûsâ1, diğeri ise kuruluşundan çöküşüne değin Bektâşî tarîkatının, ana bünyenin özel-likle askerî kanadında etkin rol aldığı Osmanlı Đmparatorluğu’dur. Burada, bahis konusu olan her iki varlığın ortak seyrinden kastedilen ise, faaliyetlerini gerçekleştirmeleri sürecinde yönelmiş oldukları coğ-rafî güzergâhlardır.

Bilindiği üzere Abdal Mûsâ ilk Osmanlılar gibi doğudan gelip Anadolu’ya yerleşmiş, daha sonra da Orta Anadolu’dan Batı’ya ha-reket ederek kader birliği yaptığı Osmanlı’nın ilk sultanlarıyla Bur-

∗ Doç. Dr., Uludağ Üniversitesi, Bursa. 1 Mesela bk. Ocak, Ahmet Yaşar, “Bektâşîlik”, DĐA, V, s. 374; a. mlf. Türk Sûfîliğine

Bakışlar, Đstanbul 1996, s. 165; a. mlf. Osmanlı Đmparatorluğu’nda Marjinal Sûfilik: Kalenderîler, Ankara 1992, s. 211.

Page 18: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

14 • Elmalı : Şehir ve Değer

sa’nın fethini gerçekleştirmiştir. Fethin akabinde bir süre daha ilk başkentte faaliyet gösteren Abdal Mûsâ daha sonra Bursa’dan ayrıla-rak Güney batıya, Elmalı’ya gelmiş ve buraya yerleşmiştir.2 Abdal Mûsâ’nın Bursa’yı terk ederek Bergama ve Denizli üzerinden Elma-lı’ya gelmesinin gönüllü bir tercihten ziyade bir zorunluluğun netice-si olduğu iddia edilmiştir. Buna göre, Orhan Gazi ve I. Murat gibi Osmanlı sultanları Ehl-i sünnet dışı inançları halk arasında yayma teşebbüslerine müsamaha göstermemişler, gerekli durumlarda çeşitli yöntemlerle bu tarz vakalara müdahalelerde bulunma ihtiyacını his-setmişlerdir. Bu türden gerekçelerle faaliyetleri engellenenler arasın-da Abdal Mûsâ da vardır.3

Kendisi ile aynı dinî-tasavvufî neşveyi benimseyen Geyikli Baba, Abdal Murad v.b. isimlerden4 farklı olarak Abdal Mûsâ’nın Bursa’da kalmayıp özellikle daha Batı’ya ve Güney’e yönelmiş olması, şayet daha güçlü bir başka gerekçe yoksa, bu bölgede mevcut olan ve ken-disi ile yakın, hatta ortak görüşlere sahip bulunan Türkmen nüfûsu-nun yoğunluğu olsa gerektir. Bir başka sebep olarak ise şu söylenebi-lir: Fethin ardından hızlı bir imar faaliyeti ile yerleşik hayata geçiş yapan ve buna göre kurumlarını oluşturmaya başlayan Osmanlı Bey-liği’nin yeni yapılanma esnasında gerek hukûkî, gerekse toplumsal düzlemde Đslâm’ın Sünnî yorumunu esas almış olması ve bu doğrul-tuda kendini konuşlandırması daha önceleri kendisiyle birlikte hare-ket eden kimi zümreleri rahatsız etmiş olmalıdır. Dolayısıyla yukarı-da coğrafî yönelim noktasında kader birliğinden söz ettiğimiz bu iki varlık, fikrî yönelim hususunda zıt bir tecellîye muhatap olmuşlar gibi gözükmektedirler.

Özellikle tasavvuf tarihi ve düşüncesiyle ilgili yorum ve değer-lendirmelerinde sıklıkla kullandığı bazı Batı menşeli kavramların yol açtığı sıkıntılı durumlar bir tarafa bırakılacak olursa, Ahmet Yaşar Ocak’ın ilk Bektâşîler’le alakalı olarak ortaya koyduğu yerinde

2 Bk. Köprülü, Orhan F., “Abdal Musa”, DĐA, I, s. 64-65. 3 Bk. Ocak, Ahmet Yaşar, Kalenderîler, s. 122. 4 Abdalân-ı Rûm’dan kabul edilen bu isimler hakkında bk. Çift, Salih, “Osmanlılar

Döneminde Bursa’da Bektaşi Kültürü ve Bektaşi Tekkeleri”, UÜĐFD, c. 10, sy. 2 (2001), s. 225-239.

Page 19: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Bursa – Elmalı – Kahire Güzergâhında Abdal Mûsa ve Tesirleri / S. Çift • 15

tesbitleri burada ele alınan meseleye ışık tutacak mahiyettedir. Ocak’a göre, klasik Sünnî çizgiyle pek de uyuşamayan ve bir çeşit Kalenderîlik demek olan Vefâîlik Osmanlı Beyliği’nde Şeyh Edebali ile en üst düzeyde temsil edilmiştir.5 Buradan hareketle, aslında Ab-dal Mûsâ ve eski kaynaklarda onunla birlikte adları zikredilen diğer bazı isimlerin Osmanlı sultanları ile birlikte hareket etmiş olmaları yalnızca tesâdüfle izah edilebilecek gibi değildir. Dolayısıyla ilk Os-manlı sultanlarının yanında gazâlara katılan, onları destekleyen ve genel olarak “Abdalân-ı Rûm” olarak nitelendirilen ve klasik Sünnî anlayıştan ziyade Kalenderîliğin kendine has esnek yapısını benim-semiş bulunan söz konusu zümreye mensup isimlerin, geçen zaman zarfında ağırlığı hissedilmeye başlayan Sünnî anlayışı benimseye-memeleri –ya da buna direnmeleri- süreç içerisinde merkezden uzak-laşmalarına sebebiyet vermiş olmalıdır.

Osmanlı’nın ilk yıllarında Şeyh Edebali’nin genel manada temsil-cisi olduğu dinî-tasavvufî tavır şehirleşme ve hızlı kurumsallaşmanın ardından yön değiştirmiştir. Başlangıçta vahdet-i vücûdun nisbeten kaba ve basit bir yorumunun kabul gördüğü anlayış, nispeten daha rafine değerlendirmelerin ağırlık kazandığı bir yapıya evrilmiştir. Bir başka ifadeyle Osman Gazi’nin kayınpederi olan Şeyh Edebali ilk fetih yıllarının sembol ismi iken Bursa’nın başkentlik pâyesini elde edişinin ardından Dâvûd-ı Kayserî (ö. 751/1350)6 gibi büyük bir Đbnü’l-Arabî şârihi, sonrasında da aynı yolda yürüyen Molla Fenârî (ö. 834/1431)7 ve benzerleri temsil görevini üstlenmiş gibi gözükmek-tedirler.8

5 Ocak, Ahmet Yaşar, Kalenderîler, s. 64. Ethem Ruhi Fığlalı ise Şeyh Edebali’yi

Abdal Mûsâ ile aynı kategoride değerlendirmekte ve bunların Kırşehir’deki Ahî katliamından kurtulup Batı’ya yönelenlerden yalnızca birkaçı olduğunu söyle-mektedir, bk. Türkiye’de Alevîlik-Bektâşîlik, Đstanbul 1991, s. 115.

6 Bk. Bayraktar, Mehmet, “Dâvûd-ı Kayserî”, DĐA, IX, s. 33-34. 7 Bk. Aşkar, Mustafa, Molla Fenarî ve Tasavvuf Anlayışı, Ankara 1993; Görgün, Tah-

sin, “Molla Fenari”, DĐA, XXX, s. 245-248. 8 Dâvûd-ı Kayserî eski kaynaklarda Hacı Bektâş-ı Velî, Geyikli Baba ve Şeyh

Edebali gibi isimlerin muâsırı olarak zikredilmektedir, bk. Bayraktar, Mehmet, “Dâvûd-ı Kayserî”, DĐA, IX, s. 33.

Page 20: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

16 • Elmalı : Şehir ve Değer

Bursa’yı terk edip Elmalı’ya gelişinin ardındaki sebep her ne o-lursa olsun, bizce esas dikkat çekici olan bundan sonraki gelişmeler-dir. Adeta ilahî bir işaretin neticesi olarak Abdal Mûsâ’nın en önemli mürîdi olan Kaygusuz Abdal (ö. 848/1444?) Elmalı’dan ayrılarak o dönem için Osmanlı’nın hedefinde bulunmayan Mısır’a, Kahire’ye giderek burada tekkesini kurmuştur.9 Her ne kadar Balım Sultan10 öncesi yapısı hakkında tam olarak malumât sahibi olamasak da, ge-rek Abdal Mûsâ, gerekse Kaygusuz Abdal’a ait şiirlerin muhtevâsın-dan hareketle sıra dışı bir çizgiye sahip olduğu anlaşılan bir yapıya mensup Kaygusuz Abdal gibi bir ismin böylesi bir anlayışa oldukça uzak bir coğrafyayı hedef edinerek, muhtemelen şeyhinin direktifi doğrultusunda Kahire’ye yerleşmiş olması oldukça mânidârdır. Bu-rada bu seyahatin gerekçeleri ya da hedefleri ile ilgili spekülasyon yapacak değilim.

Bununla birlikte şayet Abdal Mûsâ’yı genel manada bir Kalende-rî dervişi olarak kabul edilecek olursa o takdirde mürîdi Kaygusuz Abdal’dan önce de başta kurumsallaşmış Kalenderîliğin kurucusu olarak kabul edilen Cemâleddîn-i Sâvî’nin (ö. 630/1232) yaklaşık iki yüz yıl önce Mısır’a gelip Dimyat’a yerleştiğini, burada vefat ettiğini ve ayrıca aynı yıllarda Kahire’de de bir başka Kalenderî tekkesinin mevcut olduğunu belirtelim.11 Dikkat çekmek istediğim nokta Kaygusuz Abdal’ın buraya gelişinden yaklaşık yüz yıl sonra Osman-lı’nın da ilk fetih yıllarındaki müttefiki Abdal Mûsâ’yı takip ederek rotasını bu topraklara çevirmiş olmasıdır. Büyük Planlayıcı’nın ortak kader tayin etmiş olduğu anlaşılan bu iki aktör bazen birlikte, bazen de biri diğerine öncülük etmek sûretiyle hareket etmiş gibi gözük-mektedirler. Zira hedefleri birdir, güzergâh aynıdır: Horasan – Ana-dolu – Bursa – Elmalı – Kahire.

9 Kaygusuz Abdal için bk. Güzel, Abdurrahman, Kaygusuz Abdal, Ankara 1981, s.

261-295; Ocak, Ahmet Yaşar, Zındıklar ve Mülhidler, s. 129; Azamat, Nihat, “Kaygusuz Abdal”, DĐA, XV, s. 75.

10 Balım Sultan hakkında bk. Birge, J. Kingsley, The Bektashi Order of Dervishes, London, 1965, s. 56-58; Ocak, Ahmet Yaşar, “Balım Sultan”, DĐA, V, s. 17-18.

11 Yazıcı, Tahsin, “Cemâleddîn-i Sâvî”, DĐA, VII, s. 313-314.

Page 21: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Bursa – Elmalı – Kahire Güzergâhında Abdal Mûsa ve Tesirleri / S. Çift • 17

Bektâşîlik diğer pek çok tarîkattan önce Mısır’a girmiş olmakla birlikte maalesef burada güçlü bir tesirde bulunamamıştır.12 Bununla birlikte bu topraklara nasıl ki Osmanlı’dan önce gelmişse, Osman-lı’nın buradan ayrılışından çok daha sonraki yıllara kadar zayıf da olsa varlığını sürdürmeyi başarabilmiştir.13 Her ne kadar günümüz-de adı dahî bilinmiyor olsa da 1950’li yıllara değin Kahire’de bir Bek-tâşî tekkesinin faaliyette bulunduğu bilinmektedir. Yine bugün Kahi-re’de bulunan birçok kütüphanede Bektâşîler’e ait ya da Bektâşîler’le ilgili yazmaların mevcut olduğu ise bilinen bir başka gerçektir.

12 De Jong Frederick, Turuq and Turuq-Linked Institutions in Nineteenth Century Egypt,

Leiden 1978, s. 82. 13 Bk. Köprülü, Fuad, “Mısır’da Bektaşilik”, Türkiyat Mecmuası,c. VI. s. 13-31.

Page 22: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER
Page 23: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Sırbistan’da Sofyalı Bâlî Efendi Ekolü: Ujiçe Halvetî Dergâhı

Metin ĐZZETĐ∗

Giriş

XVI. yüzyılda Balkanların diğer yerlerine olduğu gibi Halvetîlik Sırbistan’ın şehirlerine de yayılmıştır. Halvetîliğin Sırbistan’daki merkezi hiç tartışmasız Ujiçe şehridir. Ujiçe’ye Halvetîlik Sofyalı Bâlî Efendinin müridi ve Đstanbul Kadırga’daki Sokullu Mehmet Paşa Dergâhında postnişin olan Kurt Mehmet Efendinin müridi Ujiçeli Şeyh Muslihuddin vasıtasıyla yerleşmiştir. Şeyh Muslihuddin ve on-dan sonra posta oturan oğulları bir asra yakın yoğun tasavvufî ve sosyal faaliyet göstermişlerdir. Özellikle Şeyh Muslihuddin’in torun-larından olan Şeyh Muhammed’in Belgrat vâlisi ile sosyal adalet konularındaki tartışması ve mektuplaşması özel önem taşımaktadır. Bu bildiride Sofyalı Bâlî Efendinin ekolundan olan halvetî tekkesinin faaliyet göstermiş olduğu dönemde Ujiçe’nin konumu ve halvetî tek-kesînin tasavvufî ve sosyal faaliyetleri ele alınacaktır.

Halvetîlik Osmanlı döneminde Balkanlarda tasavvuf anlayışını ve Đslâmiyeti yayan tasavvufî akımlarının önde gelenlerindendir. XVI. yüzyıldan itibaren Balkanların diğer yerlerinde olduğu gibi Sır-bistan’ın şehirlerine de yerleşmiştir. Bu dönemde Sırbistan’ın birçok şehri – Belgrat- Ujiçe-Çaçak- inşa edilen cami, tekke, hamam ve diğer binâlarla Osmanlı çehresini almaya başlamıştır. Halvetî dergahları Sırbistan’ın birçok şehrinde kurulmuştur, fakat Halvetîliğin Sırbis-tan’daki merkezi hiç tartışmasız Ujiçe şehridir. Niş, Belgrat, Saraybosna üçgeninde bulunan Ujiçe özellikle XVII. ve XVIII. yüzyıl-da Halvetîliğin ve Đslâm’ın önemli kalelerinden birini temsil etmiştir.

∗ Dr., Makedonya.

Page 24: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

20 • Elmalı : Şehir ve Değer

1. Osmanlı Döneminde Ujiçe

1074/1663 yılında Evliyâ Çelebi Ujiçe’yi ziyaret etmiştir. ve Seya-hatname’de Ujiçe ile ilgili şu sözlere yer vermektedir:”... (Ujiçe) Birçok hükümdarın eline geçtikten sonra Fatih, Bosna’yı fethetmeye giderken, Ujiçeliler korkularından kale anahtarlarını Sultan Mehmed’e vermişlerdir. Hisar içinde kâfi miktarda asker, cephane ve mühimmat koyan Fatih Hazret-leri, Akşemsuddin Hazretleri, Sadrazam Mahmud Paşa bu şehrin mamur olup, düşmandan darbe yememesi için hayır dua etmişlerdir.... Ujiçe şehri kalenin içinde Deçina nehrinin sağ ve solunda bağ ve bahçeli bir güzel şehir-dir. Dört bin sekizyüz tahta ve kiremit örtülü konakları vardır.... Üç mahalle reâya ve harac veren hristiyanı, bir mahalle yahudisi vardır. Camileri otuzdört mihrabdır. Alaybeyi camii, gayet ferah, gönül açıcı, kurşun örtülü, nurlu bir camidir.... Bayram namazları, yağmur duaları için Deçina nehri kenarında bir namazgah vardır. Kırk iki yıldan beri dolaştığımız Đslâm di-yarlarında böyle safa edilecek dinlenme yeri görmemişizdir. Musalla’nın içi yüksek çınar, ıhlamur, kavak, söğüt, ardıç, selvi, defne ağaçlarının kokusun-dan insanın dimağı zevk alır.... Şehrin üç yerinde tecvid üzere Kur’an oku-nur. Biri alaybeyi camiinde, diğeri de Hasan Efendi tekkesinde olmak üzere iki yerde hadis ilmi okunur. Onbir adet çocuk mektebi vardır. Şiir okumaya dilleri pek yatkındır”. 1

Evliya Çelebi’nin anlattıklarına göre XVII. asırda Ujiçe kültür ve dînî hayatı oldukça gelişmiş bir şehri andırmaktadır. Büyük merkez-lerin, Saraybosna, Belgrat, Üsküp gibi, dışında Balkanların diğer şe-hirlerine bu vasıflara sahip olan şehirler çok değildir. Evliya Çelebi aynı zamanda, ziyareti sırasında Ujiçe şehrindeki tasavvufî hayata da değinmektedir. “ Dokuz adet âl-ı aba tekkesi vardır. Yukarı kale altında Hasan Efendi tekkesi... Tekke sahibi hayatta olup, kırk bin adet müridi olan mazanneden bir fâzıl kimsedir. Halvetiyye tarîkatına mensup, meşhur bir şahıstır Hamdolsun dualarında bulunup, hayır duâlarını aldık. Ve elini öptük. ... Hasan Efendi tekkesinde sabah akşam fukarâya yemek dağıtılmak-tadır.... Aziz Muslihuddin Efendi, Ali Efendi, Hüsâmeddin Efendi, Hasan Efendi’nin ve Hüseyin Efendi’nin türbeleri vardır.”2

1 Evliyâ Çelebi, Seyâhatnâme, sad.: Mümin Çevik, Đstanbul tarihsiz, VI, 662-664. 2 Aynı yer.

Page 25: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Sırbistan’da Sofyalı Bâlî Efendi Ekolü: Ujiçe Halvetî Dergâhı / M. Đzzeti • 21

1804 ve 1815 yıllarındaki Sırp Đsyanlarından sonra Sırbistan’ın içinde bulunan birçok şehirden müslümanlar uzaklaştırıldı. Fakat Ujiçe 1844 yılına kadar Sırbistan’da müslümanların en önemli kalele-rinden birini teşkil etmiştir. Bu yılda Ujiçe’yi ziyaret eden bir Đngiliz seyahatçının kayıtlarına göre Ujiçe’de 3500 müslüman ve 600 gayr-ı müslim vardır.3 1850 yılından sonra Ujiçe, Đvranye, Çaçak gibi Đç Sır-bistan şehirlerinden Müslüman ahali güneye Makedonya’ya ve Đs-tanbul’a doğru kitleler halinde göç etmeleri sonucu şehir ve kasabalar boşaldı ve arkalarında bıraktıkları eserlerin tamamı yıkılmıştır. Os-manlı devri boyunca Sırbistan bölgesinde kurulan ve Anadolu yerle-şim bölgelerinden farksız bir görünüm, ki Evliya Çelebinin Ujiçe’yi anlatımında da görülmektedir, arz eden köyler, kasabalar ve şehirler, sokaklar, evler ve diğer müessesevî binalar tamamen ortadan kaldı-rılmış ve beş asırlık bir medeniyetin izleri kısa bir süre içinde yok edilmiştir.

2. Ujiçe’de Halvetîlik

Ujiçe Đstanbul’a ve Anadolu’ya Sofya vasıtasıyla, daha doğrusu Sofyalı Bâlî Efendi (ö.960/1349) ve halîfeleri vasıtasıyla bağlanmıştır. Halvetîliğin Ujiçe’ye şu silsileye göre geldiği düşünülmektedir: Şeyh Ömer Halvetî (ö. 750/1349 veya 800/1397-98)- Seyyid Yahya Şirvanî (ö.868/1463-64)- Şeyh Cemâl Halvetî (ö.899/1493-94)- Şeyh Kasım Çelebî (ö. 924/1518)- Sofyalı Bâlî Efendi (ö. 960/1553)- Şeyh Mehmet b. Ömer Efendi “ Kurt Mehmet Efendi” (ö.996 veya 997/1589)- Ujiçe’li Şeyh Muslihuddin Efendi ( ö.1052/1642).4

Sofyalı Bâlî Efendi’nin halîfesi ve 981/1574 yılından itibaren Đs-tanbul Kadırga’daki Sokullu Mehmed Paşa Dergâhı’nda postnişîn olan Kurt Mehmet Efendi’nin5 mürîdi Ujiçe’li Muslihuddin Đstan-bul’da sülûkünü tamamladıktan sonra Ujiçe’ye dönmüş ve bir tekke

3 Handzıç, Mehmed, Teme iz knjizevne historıje, Sarajevo 1999, s. 658. 4 Muşiç, Omer, “Treça Poslanıca Şeyha Muhammeda ız Uzıca”, Prılozı za Orıjentalnu

Fılologıju, VII-IX, Sarajevo 1958, s. 13; Clayer Nathalıe, Mystıques Etat et Socıete, les halvetıs dans l’aıre balkanıque de la fın du XVe sıecle â nos jours, Leıden 1994. s.186.

5 Bursalı, Mehmet tahir, Osmanlı Müellifleri , I,145.

Page 26: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

22 • Elmalı : Şehir ve Değer

kurmuştur. Đlim ve zühdü6 sâyesinde hızlı bir şekilde ün kazanan Şeyh Muslihuddin XVII. yüzyılda halîfeleri vâsıtasıyla Balkanların birçok yerinde Halvetî dergahı açtırmıştır. Mehmet Hanciç, Şeyh Muslihuddin’in Risâle fî tahkîki’z-zikri’l-cehrî ve semâi’s-sûfiyye isminde bir de risale yazmış olduğunu ifâde eder.7

Kendisi de Balkanlardan olan Sofyalı Bâlî Efendi8 ve müritleri hem zahirî hem de tasavvufî disiplinlerde Balkan mantalitesine uy-gun bir dînî paradigma sunmuşlardır. Sofyalı Bâlî Efendî Balkanlarda yayılma zemîni arayan heterodoks mistik anlayışına karşı çıkmış ve müritleri vasıtasıyla Sırbistan, Makedonya, Arnavutluk ve Bosna Hersek’te açmış olduğu tekkelerde Halvetîliğin ve Đslâm tasavvufu-nun aslı olan ehl-i sünnet anlayışını her zaman ön planda tutmuştur. O Đbn Arabî’nin Füsûs’una yapmış olduğu şerhte, Şeyhin ifadelerini heterodoksluğa doğru değil tam tersine ortodoksluğa doğru çekmiş-tir. Bunun en iyi örneği Firavunun imanı hakkındaki görüşüdür.

Sofyalı Bâlî Efendi, Đbn Arabî’nin meselâ şu mısralarda:

“ Ben öyle birine bağlandım ki aşkı yirmi hacca bedeldir Öyle âşık oldum ki ona, kime aşık olduğumu bile bilemedim Gözlerim bakmadı yüzünün güzelliğine Kulaklarım birşey duymadı, dayanamadı sesine Diri olan Tanrı katından bir şimşek görülünceye dek Beni bir günlük nimete, yüz yıllık çileye boğdu”9

6 Şeyh Muslıhuddin’in zahid bir kişiliğe sahip olduğu, ölümünden 40-50 sonra

Ujiçeyi Evliya Çelebi ziyaret ettiğinde onun mezarının bir zıyaret yeri olduğu ndan da anlaşılmaktadır. Evliya Ujiçe’deki ziyaret yerleri arasında Aziz Muslıhuddın Efendi’nin kabrınden de bahsetmektedir. Bkz. Evliya Çelebi, Seyahatname, VI, 664.

7 Hanciç, Mehmet, Teme ız Knjızevne Hıstorıje, s. 344. Mehmed Süreyyâ da Sicill-i Osmanî’de Ujiçe’li Muslıhuddin’i zikretmektedir. O şöyle diyor: “ Muslıhuddin E-fendi Öziçelidir, bâli Efendi halifesidir. Halveti olup, memleketinde vaız oldu. 1052’ de vefât eyledi, mazinnedendir.”. Bkz. Mehmed Süreyyâ, Sicill-i Osmanî yahud Tezkire-i Meşâhir-i Osmaniyye, Đstanbul 1998. IV/ıı, 80.

8 Bugünkü Makedonya’nı sınırları içinde bulunan ve daha sonra XIX. yüzyolda Üçüncü Devre Melâmîliğin kurucusu olan Muhammed Nurru’l-Arabî’nin faalaiyet gösterdiği Ustrumca’ da doğmuştur. Bkz. Kara, Mustafa, Kara, Bâlî Efendi, Sofyalı, TDVĐA, V,20.

9 Ibn Arabi, Đlahî Aşk, Đstanbul 1998, s.28.

Page 27: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Sırbistan’da Sofyalı Bâlî Efendi Ekolü: Ujiçe Halvetî Dergâhı / M. Đzzeti • 23

aşk perspektifi ile yoğrulmuş teolojik ve tasavvuf anlayışını toplu-mun din ve dünya sentezini kurmasında çok etkili bir şekilde sun-muştur.10

Ujiçe’li Şeyh Muslihuddin de Ujiçe ve etrafında bu anlayış içeri-sinde faaliyet göstermiştir. Bir taraftan insanın fıtratına diğer taraftan yazılı geleneğimize uygun bir anlayış temsil etmesi nedeniyle Şeyh Muslihuddin’in Ujiçe’deki tekkesi hem halk , hem de Balkanların birçok yerinden gelen müritler tarafından rağbet görmüştür.

Şeyh Muslihuddin’den sonra Ujiçe tekkesinde yerine büyük oğlu Şeyh Hasan (ö.1089/1678) geçmiştir. 1664 yılının ilkbaharında Ujiçe’yi ziyaret eden Evliya Çelebi Şeyh Hasan’ın tekkesine gidip zikre katılmıştır. Evliyâ, şehrin üst kısmında bulunan Şeyh Hasan tekkesinin Ujiçe’de bulunan on tekkeden en önemlisi olduğu ve şeyh Hasan’ın da 20.000 müridi bulunduğunu, Şeyh Hasan’ın ise âlim, velî ve pir olduğunu, onun duasını alıp elini öptüğünü ifade eder.11

Şeyh Hasan’dan sonra XVII. yüzyılın sonlarında ve XVIII. yüzyı-lın başlarında tekkenin şeyhliğine kardeşi Şeyh Îsâ geçmiştir. Avus-turya ordusu Ujiçe’yi işgal ettikten sonra Şeyh Îsâ Ujiçe’den uzaklaş-mıştır. Emirzâde Îsâ Beliğ, “Güldeste-i riyâz-ı irfân ve vefeyât-ı dânişverân” adlı eserinde Bosna’da doğup Avusturyalılardan kaçan ve Bursa’ya yerleşen Halvetî tarîkatına mensup bir Şeyh Îsâ’dan bah-setmektedir. Büyük ihtimalle bu şeyh Ujiçe tekkesi şeyhi, Şeyh Î-sâ’dır. 1124/1712 yılında Bursa’da vefât etmiştir.12

Ujiçe Halvetî tekkesinde yetişen müritlerden birçoğunun Balkan-ların değişik yerlerinde tekke açtıklarını söylemiştik.

10 Sofyalı Bâlî Efendi ve birçok müridi, Nureddinzâde Mustafa Muslıhuddin gibi,

pratik din anlayışlarından dolayı halk tarafından beğeni kazanmışlardır. Sofyalı Bâlî Efendinin dört yüz kadar halifesi olduğu rivayet edilmektedir. Nureddinzâde ise halkın büyük rağbet göstermesi ve şöhretin geniş bir çevreye yayılması nedeniyle, bazı çekemeyenler Đstanbul’a şikayet etmişlerdir. Bkz. Ön-gören, Reşat, Osmanlılarda Tasavvuf, s.48.

11 Evliya Çelebi, Seyahatnâme, VI,664. 12 Đsmail Beliğ, Güldeste-i riyaz-ı irfan ve vefeyat-ı danışveran, Aşir Efendi no.264, Sül.

Ktp. Đstanbul. V.78b.; Handziç, a.g.e. s. 412.

Page 28: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

24 • Elmalı : Şehir ve Değer

Şeyh Đbrahim Bistrigî ( ö.1070/1599) , Saraybosna’da Milyacka nehrinin sol kıyısında bulunan Bistrik semtinde doğdu. Đlk tahsilini Saraybosna’da tamamladıktan sonra Đstanbul’a gitti. Tasavvufî ilimle-ri ve seyr ü sülûkünü Ujiçe’de tamamladıktan sonra Saraybosna’ya dönmüş ve orada bir tekke kurup irşad vazîfesini devam ettirmiştir.13 Đbrahim Bistrigî şeyhi Ujiçeli Muslihuddin gibi Halvetîliğin Cemâlîlik şûbesine bağlıydı ve ondan sonra gelen şeyhler de bu geleneği devam ettirmişlerdir.14

Ujiçe tekkesinde yetişen diğer bir şahsiyet Şeyh Hasan Kâimî’dir (ö. 1091/1680). Saraybosna’da doğan Hasan Kâimî genç yaşta Ujiçe’ye gitmiş ve orada Şeyh Muslihuddin’in yanında yetişmiştir. Hasan Kaimî’nin bir Dîvan’ı ve bir de Vâridât isimli iki eseri mevcut-tur. Şeyh Meylî, Kâimî’nin Vâridât’ı hakkında bir beytinde şöyle diyor:

“Vâli-i mülk-ü meânî olduğun eşâr içün- sofha-i eşâr pâkîdir berât-ı Kaimî

Varidât-ı hakdır eger bu hayâl-ı akılla fehm olunmaz, başka bir dilde lugât-ı Kâimî”15

Mostar Blagay Halvetî tekkesi kurucusu Ziyâuddin Ahmed b. Mustafa ( 1090/1679) ‘da Ujiçe’de yetişen dervişlerdendir. O Enîsü’l Vâizîn adlı eserin sonunda Şeyh Hasan’ı, küçük kardeşi Şeyh Îsâ’yı ve babası Şeyh Muslihuddin’i kendi şeyhleri olarak takdim etmiştir. O şöyle diyor: Allah’ın fakir kul Şeyh Hasan ve Şeyh Îsâ’nın ve babaları Şeyh Muslihuddin’in mürîdi Mostarlı Ahmed b. Mustafa bu kitabı Şaban 1089/1678’ de tamamlamıştır.16

XVIII. yüzyılın ortalarında Ujiçe tekkesinde Ujiçe’li Şeyh Mu-hammed olarak bilinen Muhammed Muhyiddin Mustafa şeyhlik yapmıştır. Ujiçeli Şeyh Muhammed Belgrat vâlisi Seyyid Mehmet

13 Mehmet Süreyyâ, a.g.e., I,101. 14 Ibrahim Bistrigî tekkesi hakkında dha geniş bilgi için bkz. Đzeti, Metin, Balkanlarda

Tasavvuf, Đstanbul 2004. s. 163-64. 15 Hanciç, a.g.e. s. 415-17. 16 Aynı yer. Mostarlı Ahmed b. Mustafa ve kurmuş olduğu tekke hakkında bkz.

Đzeti, Metin, a.g.e. s. 171-172.

Page 29: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Sırbistan’da Sofyalı Bâlî Efendi Ekolü: Ujiçe Halvetî Dergâhı / M. Đzzeti • 25

Paşa Silahdar’a ve Şerif Halil Yusuf Paşa’ya gönderdiği mektuplarla meşhurdur.

Ujiçe tekkesi şeyhi Şeyh Muhammed Belgrat vâlisinin halka karşı adil davranmamasına rıza göstermeyip, halkın yanında yer almış ve vâli hakkında Bosna vâlisine ve daha sonra Đslâm dünyasının merkez-leri olan Edirne , Đstanbul, Mekke ve Medine ulemâ ve sulehâsına mektup yazmıştır.

Şeyh halka yapılan adaletsiz davranışın Đslâm’a uygun olmayıp fesada sebep olacağını mektuplarında söylemektedir. Biz burada Ujiçe şeyhinin özel olarak, Balkanlardaki tekkelerin de genel olarak sosyal adalet konusundaki mücadelelerinin önemli bir göstergesi olan Ujiçe şeyhinin Bosna vâlisi Hekimoğlu Ali Paşa’ya, o sıralarda Bursa’da yaşayan Ujiçe tekkesi eski şeyhi Şeyh Îsâ’nın Şeyh Mu-hammed’e göndermiş olduğu mektup ve Ujiçe şeyhinin Belgrat vâli-sine yazmış olduğu mektupların metinlerini vereceğiz. Sonunda da baskılar sonucu Ujiçe’den uzaklaşmak mecburiyetinde kalan Ujiçe şeyhinin duruma isyan mahiyetinde bir şiirini vereceğiz.

Bosna vâlisi Hekimoğlu Ali Paşa’ya yazılan mektupta şeyh on-dan Godomilje köyünden olan Ali Sipahîye yapılan haksızlıktan şi-kayetçi olmaktadır.

Mektubun metni17 şöyledir:

Ujiçe Şeyhi Hekîmzâde Ali Paşa hazretlerine irsal eylediği mektup sûre-tidir

Bismi Subhanehu Hâmiden ve Musaliyyen

Izzetmeâb devletlü ve saâdetli karındaşım emîrü’l-müminîn, vezîr-i mükerrem Paşa- dâme mukbilen ilâ merdâtillâhi- hazretlerinin huzûr-ı izzet-lerine deâvât-ı hâlisât ithâf siyâkında minhaye dâileridir ki Çelebî Pazarı kurâlarınan Godomil nâm karye ehâlisinden Cafer Sipahî zâde Ali Sipahî nâm kimesnenin arâzî ve emlâk husûsında nâkil varaka Sokullu zâde Ahmed Bege ve beldemiz sâkinlerinden bâzı arâmil ve îtâm zuâfasına zulüm ve teaddîsi olmakla hazretinize ifâde olunup zulmü def’ olunmak ümidiyle bu

17 Mektup Saraybosna Şarkiyat Enstitüsü’nde M:T: no.1221, v. 58a da bulunmakta-

dır.

Page 30: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

26 • Elmalı : Şehir ve Değer

dainizden mektub taleb ve iltimas ettiler. Đmdi Resûl-i Ekrem’in Cami-i’s-Sağîr’de mezkûr olan “ebliğû hâcete men lâ yestetîa iblâğa hâcetihi fe-men ebleğa sultânen hâcete men lâ yestetîa iblâğuhâ sebettallâhu kademeyhi ale’s-sırâti yevme’l-kıyâmeti” emr-i şerîfine imtisâlen ve mev’ûd olan kerâmete ve sevâba rağbet duânâme tahrîr olundi. Ümîd eder ki zulmün def’ ü izâlesinde ihtimâm olunup ecr-i cezîl ve sevâb-ı kesîr ile sizler dahî ikrâm olunasız.

Ve’s-selâm Hâdimü’l-fukarâ Muhammed el-ma‘rûf bi-Ujiçe Şeyhi.

Bursa’da bulunan Şeyh Îsâ’nın Ujiçe şeyhine tavsiye mâhiyetin-deki mektubu:18

Burûsa’dan Merhum Şeyh Îsâ Efendi hazretleri Ujiçe’de oğluna Şeyh Muhammed Efendiye gönderdiği mektub sûretidir:

Đzzet-meâb oğlum Muhammed halîfeye selâm ve duâdan sonra inhâ o-lunur ki bi-hamdillâhi subhânehû ve teâlâ elân fevka’l-guberâ ve tahte’l-hadarâ mü’minîn ve mü’minât duâ-ı hayırlarına müdâvim mulâhaza oluna. Ve bade bir mektubunuz vârid olup mazmûnında nasîhat dilemişsiniz. Na-sîhat etmek ve dilemek yesîrdir. Lâkin tutması asirdir. Eğer tevfîk-i Rahmân olursa ol dahî yesirdir. Đmdi nefs ve hevâ muktezâsınca harekâttan hazer üzere olasan. Ehl-i hevâ kimselerle musahabetten ihtiraz idüp sıfat-i şeytân ve mebğûd-ı Rahmân olan kibr ü enâniyetten ictinâb edesen. Ucb ü riyâdan baîd ve berî olmağa bezl-ü mechûd edesen. Kendini cemî-i nâstan ednâ ve ahkâr bilesen. Velhâsıl kibrin zıddını isti’mâlden hâlî kalmayasan. Hevâ-yı nefs bendine ve iğvâ-yı şeytân kaydına esîr olmuşları kâdir olduğun mikdâr pend ü nasîhatle tahlîsa sarf-ı makdûr edesen. Ve kendini ol kayd ü bende düşmekten cenâb-ı Rabb-i Teâlâ’ya ilticâ edesen. Emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-munkerin şerâit ü âdâbına riâyet, birr ile emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker edesen. Ve ol bâbdan süfehâ nâsdan sudûr eden ezâları ta-hammül edesen. Hiç birinden intikâm cânibine meyl etmeyesen; tâ ki amelin hebâya gitmeye. Ve zâlimlerin ve rebâilerin ve sâir fussâkın ziyâfetlerine icâbetten hazer edesen. Ve kudât ü vülât ile husûmet üzere olmayasan. Emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker anların muâvenetiyle hâsıl olur. Her ne kadar zâlim iseler, nice umûr-u dîniyye onlarla vücûd bulur. Velhâsıl ne

18 Mektub Üsküp Devlet Arşivinde M:S: A:II641 bulunmaktadır.

Page 31: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Sırbistan’da Sofyalı Bâlî Efendi Ekolü: Ujiçe Halvetî Dergâhı / M. Đzzeti • 27

onlarla konuşup görüş ve ne onlarla savaşup görüş ve ûsîke yâ benî mâ ûsî bihî Mevlânâ Celâlüddîn er-Rûmî li-ashâbihî fe-kâle: Ûsîküm bi-takvallâhi fi’s-sirri ve’l-alâniyeti ve bi-kılleti’t-taâmi ve bi-kılleti’l-kelâmi ve hicrâni’l-maâsî ve’l-âsâm ve’l muvâzabeti ale’s-sıyâm ve terki’ş-şehevâti ale’d-devâm ve ihtimâli’l-cefâi min cemîi’l-enâm ve terki mücâleseti’s-süfehâi ve’l- avâm ve mülâzemeti musâhabeti’s-sâlihîne ve’l-kirâm ve enne hayra’n-nâsi men yenfeu’n-nâsi ve’n-nef’u bi-kelâmi’llâhi Teâlâ efdalü’l- menâfi‘.

Ve’s-selâm Hâdimü’l-fukarâ Îsâ

Şeyh Îsâ’nın nasihat mâhiyetinde göndermiş olduğu bu mektup-ta îmalı bir şekilde Begrat vâlisinin zalim bir olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Şeyh Îsâ Hazreti Mevlana’dan da misal vererek Şeyh Mu-hammed’in de dikkatini çekerek hevâ-i nefsten, kibirden intikâm duygusundan ve yanlış hareketlerden uzak durmasını nasihat et-mektedir.

Bu mektuplardan sonra Şeyh Muhammed Belgrat vâlisine üç mektup yazmıştır. Birinci mektupta, Şeyh Muhammed vâliye kendi-sinin insanlara iyiliği emredip kötülükten men ettiğini ve bunun için de cezayı hak etmediğini söylemektedir. Tam tersine Müslüman ve gayr-i müslim halka zulüm yapan Belgrat vâlisinin cezalandırılması gerektiğini ifâde eder. Đkinci mektupta Şeyh vâli’nin birinci mektup-tan sonra yaptığı zulümleri, yaktığı evleri, medreseleri, kitapları, kat-lettiği müritleri anlatmaktadır. Aynı zamanda vâlinin emriyle onun ve ailesinin Ujiçe’den uzaklaşmasını da anlatmaktadır. Ujiçe şeyhi uzaklaştırıldıktan sonra, Bosna vilâyetine bağlı olan Rojay şehrine yerleşmiş ve orada faaliyetlerine devam etmiştir. Şeyhin Ujiçe’den uzaklaşmasından sonra Ujiçe Halveti Dergahı kapatılmıştır.19

19 Ujiçe’li Şeyh Muhammed Belgrad vâlilerine göndermiş olduğu mektuplar hak-

kında bkz. Muşiç, Omer, “Poslanica Şeyha Muhammeda Uziçanina Beogradskom Vâliji Muhammed paşi, Prilozi za Orijentalnu Filologiju, II (1951), s.185-194; a. mlf., “Treça poslanıca Şeyha Muhammeda iz Uzica”, Prilozi, VIII-IX (1958-59), s.192-202; a. mlf., “Joş dva pisma iz korespodencije Uziçkog Şejha Muhammeda, Prilozi, XII-XII (1962-63), s.249-254.

Page 32: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

28 • Elmalı : Şehir ve Değer

Ujiçe’li Şeyh Muhammed Ujiçe’den uzaklaştıktan sonra Belgrat vâlisine üçüncü bir mektup daha yazmış ve orada vâlinin bütün yan-lış ve zülüm dolu hareketlerinden bahsetmiştir. Şeyh bu mektupta şöyle diyor:

Ujiçe Şeyhi Merhum Muhammed Efendinin gönderdiği mektupdur

el-Hamdü li’llâhi ersele habîbehû Muhammeden beşîran ve nezîran ve’mtehane ibâdehû bi-envâi’l-belâyâ ve’l-mesâibi li-yüferrika beyne’l-habesi ve’t-tayyibi ve yümeyyizehüm temyîzen ve veade li’s-sâbirîne ınde’l-musîbeti ve’l-müsterciîne ecran cezîlen. Ve ahbera enne men intesara ba‘de zulmihî fe-leyse li’l-muâtebeti aleyhi sebîlen. Bel yu‘tiyehû li-rızâihî bi-kazâi rabbihî fazlen kebîran sivâ mâ eaddallâhü fi’l-hatîeti azâben elîmen ve zâlike fazlu’llâhi aleynâ azîmen. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ve sellim kesîran.

Emmâ ba’d, belde-i Belgrad’da mutemekkin olup, şerr-i fesaddan ve zülm-i ibâdden ve tahrîb-i bilâddan ve şerre rızâdan müctenib ve muhteriz olan muttakî karındaşlarımıza selâm ve duâdan sonra inhâ olunur ki:

Tahrîr-i varakımıza bâis ve derûnumuza vürûd eden budur ki, mekarr-ı zulüm ve mesken-i fısk olan dâru’l-fesâda Belgrad’a varayım, hukkâm ve huffâzından suâl edeyim ki, belde-i Ujiçe’de şerr-i fesâd ile dolu olan meyhâ-neler ve bâbü’l-hâneler ve dâru’n-nedve mânendi zulümhâneler yakılmıyor da bu hakîrin hânesi ve sâir hızbullâhın hâneleri ihrâk bin-nâr ve gazâ mâ leyle binâ olunmuş ve beytullâhın ismiyle tesmiye olunmuş ve derûnunda talebe-i ulûmdan ve hızbullahdan bir cemâat var iken hızbu’ş-şeytan bu mülevves gürûhu teslît edip câmi-i şerîf üzerine top, tüfenk atıp harap etmek neden lâyık ve sezâ oldu? Ve bu gün bed-nâm işinizde Kur’an ve hadisten ve yâhud iblîs-i habîsten hangisine uydunuz? Sûal edeyim. Ve dahî kimi âbâ ü ecdâdımdan mevrûsum, kimisi malım ile müşterî ve kimisi dahî elim ile mu-harrer kitaplarımı ve kendimin ve ehl-i evlâdımın sâir eşyâlarını niçün yağ-ma ettiniz? Husûsan zennelere mahsus olan lübs kimi cedîd kimi eski palas nice şirnas bilmediniz mi ki Hak Teâla havûtîn kısmın nice i’zâr ile mübtelâ kıldığı anın âsârın ezvâclerinden sıkılıp görmelerinden hayâ ederler. Çünkim hâyâ-i imâniyeden bî-nasipsiniz, bârim bazı soy-ı küfürde bulunan hayâ-i cibillî ne aceb sizde bulunmadığı size afîfât olan avratların bohçaları ve kutu ve sepetlerin karıştırmaktan def’ ede. Ve eğer karıştırmadan ateşe yakmış olsanız, bî-edeb ve denî nesilden geldiğiniz o kadar iş’âr etmezdiniz. Hak Teâlâ size kendisi lâyık gördüğü cezâyı dahi dünyâda verip âleme ibret ol-

Page 33: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Sırbistan’da Sofyalı Bâlî Efendi Ekolü: Ujiçe Halvetî Dergâhı / M. Đzzeti • 29

sun. Size benim ve ehl-i evlâdımın borcu nedir ki, gömleklerin ve yeleklerin ve sâir eşyâların gasb eylediniz? Ona mı muhtac oldunuz, doymayasız. Gayrileri gasb ü sirkat etseler onu alıverecek iken siz gâsıb olmak ne kabîh fesâddır!

Đmdi bu hususta dahî hangi millete iktidâ eylediniz? Anı dahî suâl ede-yim? Ve bu kadar zulm ü fesâdınız ile iktifâ etmeyüp zulmen cânımıza kasd ettiniz, gûyâ ruhlarımız sizin atâ ve bahşîşinizdir. Resûl-i Ekremin “Beşşi-ri’l-kâtile bi’l-katl” hadîs-i şerîfin mânâsına niçün itimad etmediniz? Đşte bazılarınızın cezâları ta’cîl olundu. Sâirleriniz muntazır olun: “Fe-terabbessû innâ meaküm müterabbisûn”.

Đmdi bu def’a Đslâmbul’a yol olmayup da şu tarafa gidiliyorsa bunun gi-bi sualler için gidilür. Ve lâkin çünkim sâûn bi’l-fesâd olanların bize bu mer-tebe sû-i kasıtları zâhir oldu, bize kıllet-i refeka ile ol tarafa gitmek ne akla uyar, ne nakle. Halbuki beldenizde öyle deli nâ-paklar vardır, bir ehl-i hak âlime uysalar, ulemâya uymakta hayır vardır, mülâhazasını etmezler. Rivâ-yet olunur ki Îsâ aleyhis-selâma seyâhatte kendisine biner, ikişer bin, üçer bin âdem kendisine uyup bile giderlerdi. Kimi din ve ibâdet içün ve kimi merdâdan olup ilâc içün ve kimisi dahi istihzâ içün. Đşbu ümmet-i Muham-med yehûdası şüphesiz Îsâ aleyhisselâma zorbadır, derlerdi.

Đmdi bu kasdımız husûsunda ol tarafta bulunan ehl-i Hakk’ın re’yi ne-dir? Bize bir gün ol ifâde eylemeniz me’mûldür, ve’s-selâm.

Bu mahalde Îsâ aleyhis-selâmın kıssası îrâd olunduğundan, bizim dahî ol tarafa gideceğimiz tevehhüm olunmasın; ancak meğer a’dâdan esbâb-ı selâmete teşebbüs içün on beş-yigirmi mütevekkil ale’llâh ve mu‘temid aleyhi refîk kifâyet olunca hakdan avn ü inâyet ve’s-selâm. Çünkim Hak Celle ve alâ kelâm-ı kadîminde Đblis ve Firavn ve Nemrud ve Ebû Leheb ve Ebû Cehil gibi adüvlerinin ve lûtîler gibi sâir nâ-pak adüvlerinin ifsâd ü israflarından ve hadd-i tecâvüzlerinden alâ-tarîk-ı zemm zikretti. Ve der-akab dahî dünyâ-da ettikleri ve gördükleri şedîd ukûbatların ibret ü itibâr içün zikretti ve ef‘âl-ı kabîha ve ahlâk-ı zemîmelerinde ve zulm ü fesâdlarında onlara muhâ-lefet ederken imtihânen muazzeb ve muakkab olunan mü’minlere tesellî içün hikâyet etti. Ve Resûl-i Ekrem dahî ashâbına vasiyyet edip: “Benden sonra gelenlere kavmimden çektiğim eziyyeti haber verin” deyü ısmarlardı.

Đmdi bu fakîr dahi emr-i bi’l-ma‘rûf ve nehy-i ani’l-münker edip, lûtîle-re ve pûtîlere muhâlefet ederken eziyetlerle muteezzî olmuştur. Ve ol muezzî nâ-pakların kimileri şimdi, kimileri on sene, kimileri on beş sene, kimileri

Page 34: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

30 • Elmalı : Şehir ve Değer

otuz sene mukaddem Köse Halil Paşa gibi ukûbat gördü ve kimisi şimdiden sonra inşâallah görecekler.

Đmdi Hak Teâlâ ve Resûl’üne iktidâ ve dahî “tehallekû bi-ahlâki’llâh” fermân-ı şerîfine imtisâlen hayatta olduğumca lisân-ı benâm ile hikâyet ede-rim, tâ kim bu hakirden sonra gelen ehl-i îmân hıyn-i ibtilâ vakitlerinde mutesellî olsunlar, biz ol geçen rusül ve sâir ehl-i îmânın belâlarına mutesellî olduğumuz gibi. Đşte bu tahrirden maksad budur, yoksa yağma olunan ve ihrâk-ı bi’n-nâr eşyâlarımızın efdal ve hayırlı halk ve bedelen Rabbimizden ümid ederiz.

Fî 21 Muharrem sene 1163 Hâdimu’l-fukarâ Muhammed el-Ma‘rûf bi-Ujiçe Şeyhi

Ujiçe’li Şeyh Muhammed’in Belgrat vâlisi hakkında bir şiiri de mevcuttur.20 O şiirinde şöyle diyor:

Ujiçe Şeyhi Muhammed’in eser-i terkidir

Gördünüz mü kıyâmetten nişânı / Şerîatten nâşî zâhir oldu dünyâda Gökte melek, yerde mü’min ağladı / Nice zulüm sâbit oldu azîze Sipâhîler bunu âşâ kodular / Ujiçe şeyhi azîz kodular Dîni îmânı alıp yere vurdular / Belgrad’a vâfir yalan kurdular Azîz gibi misli yoktur dünyâda / Zâlim Halil kasd eyledi azîze Hem azîzin tekkesini tutuşturdu / Đnşâallah âhirette küffâr ile buluşur Sipâhîler yalanına aldandı / Kendi cânını cehenneme iletti Dâim azîz kitâb ile danışır / Ondan sonra ameline yapışır Zâlim Halil zâlim ile danıştı / Bilâ-emân zulmüne dahi yapıştı Âhirette pişmân olur zulmünden / Son pişmanlık fayda etmez zâlime Đnşâallahu Teâlâ muhtâc olur azîze....

Ujiçe Halvetî Dergâhı, Sofyalı Bâlî Efendi’nin tasavvuf anlayışını Sırbistan ve ondan sonra Bosna Hersek, Makedonya ve Kosova bölge-lerine taşıyan bir tekkedir. Evliya Çelebî’nin tekke hakkında anlattığı hususlardan da anlaşılacağı üzere orası Osmanlı döneminin diğer tekkeleri gibi sâdece dîni hayatla bağlı kalmamış, fikir, felsefe, şiir ve güzel sanatlara da el uzatmıştır. Bunların dışında tekkenin şeyhlerin-

20 Şiirin elyazma nüshası Mostar Franyevac Manastırın kütüphanesinde R.125, s.67’

de bulunmakatdır.

Page 35: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Sırbistan’da Sofyalı Bâlî Efendi Ekolü: Ujiçe Halvetî Dergâhı / M. Đzzeti • 31

den olan Ujiçeli Şeyh Muhammed halkın haklarını korumak için, böl-gesel idâreciler tarafından yapılan haksızlıklara karşı çıkmış ve isyan etmiştir. Ujiçeli Şeyh Muhammed’in mektuplarında değindiği husus-lar, yanî idareciler ve daha geç yeniçeri ocaklarının ilga edilmesiyle boşta kalan kabadayılar, XIX. asırda Sırpların Osmanlı devletine kar-şı ayaklanmalarının sebeplerinden birini teşkil edeceklerdir.

Ujiçe Halvetî Dergahı ve orada faaliyet gösteren şeyhler Đslâm ta-savvufu düşünce ve pratiğini ütopik vechesiyle değil pragmatik yö-nüyle temsil etmişlerdir.

Page 36: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER
Page 37: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı’dan Kula’ya Bir Mânâ Yolcusu: Mustafa Nüzûlî ve Sanatı

Ali Đhsan AKÇAY∗

Gelün görün Hak dostların nicesine sultân olur Gice gündüz devrân ile dost diyüben hayrân olur

Bu tebliğimizde, Elmalı’da yetişmiş ve Halvetî şiir okulunun Ku-la’daki temsilcisi olan şair ve mutasavvıf Kulalı Mustafa Nüzûlî’nin hayatı, edebî şahsiyeti ve Elmalı ile olan irtibatı ele alınacaktır.

Denizli Lazkiye’de doğan Mustafa Nüzûlî, Kulalı diye meşhur olmuş iki divan sahibi bir mutasavvıftır. Bu bilgi divanında şu beyitle teyit edilir:

Gerçi nâmumdur Nüzûlî Mustafâ şehrüm Kula Şehr-i Kula’da Nüzûlî Mustafâ’dur adımuz

Nüzûlî, şairimizin mahlasıdır. Doğum tarihi kesin olarak bilin-memekle birlikte 17. Asrın sonlarında olması muhtemeldir. Zira ilk divanını 1119/1707’de tertip ettiği bilgisine sahibiz.1 Đkinci divanının temme kaydından, babasının Seyyid Mustafa Çelebi, dedesinin ise Şeyh Hacı Mûsa Efendi olduğunu öğreniyoruz. Divanında bazı beyit-lerde Nüzûlî mahlası yanında Seyyid mahlasını da kullanması ve babasını seyyid olarak tanıtmasından hareketle Seyyid olduğunu anlıyoruz.2 Nüzûlî’nin tahsil hayatı hakkında herhangi bir malumata sahip değiliz.

∗ Ar. Gör., Uludağ Üniversitesi, Bursa. 1 Erdoğan Kenan, Kulalı Mustafa Nüzûlî Dîvânı, Manisa 2004, s. 19. 2 Bkz.: a.g.e., s. 20, 119, 185.

Page 38: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

34 • Elmalı : Şehir ve Değer

Mustafa Nüzûlî Halvetî tarîkatına mensuptur. Bu hususu diva-nında müteaddit şiirlerinde beyan etmiştir. Đşte birkaç örnek:

Biz Hak yolına sâlik olan halvetîlerüz Dil ü cân mülkine mâlik olan halvetilerüz

Tarîk-i halvetî devrânilerüz ‘Aşk şarâbın içdük mestanilerüz3

Kamu tarîklerün özi Halvetîlerdür merhabâ Đrfân olan cümle sözi Halvetîlerdür merhabâ4

Divanının başındaki tarîkat silsilesinden ve şiirlerinden öğrendi-ğimiz kadarıyla ilk olarak Şeyh Abdullah el-Kulavî el-Lazkiyevî’ye intisab etmiştir.

Şeyhün vücûdı urdı bâzâra Gevher almaga bâzâra geldüm

Şeyh Abdullah’a arz-ı hâlümi Sunmaga ben de hünkâra geldüm5

Gice gündüz Rabb’ini yâd eyleyen Tevhîd ile cân u dil şâd eyleyen Ey Nüzûlî seni irşâd eyleyen Şeyh Abdullah gibi sultân kandedür6

Mustafa Nüzûlî’nin divanını hazırlayan Doç. Dr. Kenan Erdo-ğan’a göre evvela Elmalılı Ümmî Sinân’ın oğlu Süleyman Efendi’den istifade etmiştir.7 Yrd. Doç. Dr. Mustafa Tatcı ise “Elmalı’nın Canla-rı” adlı eserinde Mustafa Nüzûlî’nin Mazharî’nin dervişi olduğunu Süleyman Hakîrî’nin ise Nüzûlî’nin yakın dostu ve üstadı olduğunu belirtmektedir.8 3 A.g.e.,s. 78. 4 A.g.e., s. 165. 5 A.g.e., s. 101. 6 A.g.e., s. 73. 7 Bkz.: a.g.e., s. 22. 8 Tatcı Mustafa, Elmalı’nın Canları, Antalya 2007, s. 143.

Page 39: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı’dan Kula’ya Bir Mânâ Yolcusu: Mustafa Nüzûlî ve Sanatı / A. Đ. Akçay • 35

Mustafa Nüzûlî Efendi, 1157-8/1744-5’te Kula’da vefat etmiş ve dergâhının yanına defnedilmiştir. Mezarı yöre halkı tarafından ziya-ret edilen bir yerdir.9

Nüzûlî’nin halk tarafından bilinen farklı bir menkıbevî hayat hi-kayesi de mevcuttur.10

Kaynaklarda üç oğlundan bahsedilmektedir. Oğullarından Mehmed Sükûtî Efendi yetkin bir alim ve şeyhtir. ”Bedâ’atü’l-Vâ’izîn” adlı mecâlis tarzı bir kitabı ve “Câmi’u’ş-Şurûh” adlı bir Đsagoji şerhi vardır. Bu oğlu babasından önce bir hac seyahati esna-sında vefat etmiştir. Sükûtî Mustafa ve Ahmed adlarında iki oğlunun daha bulunup bulunmadığı hususu ise tartışmalıdır.11 Aynı tekkede şeyhlik vazifesini icra eden iki torunun isimleri: Şeyh Abdurrahman Efendi ve Şeyh Necîb Efendi’dir. (ö. 1320/1902) Şeyh Necîb Efendi, alim, aşık ve şair tabiatlı olduğu nakledilmektedir. Bu zatın şeyhlik yapan iki oğlu vardır. Birisi hattât Şeyh Mustafa Necmeddin Sâkıb diğeri ise kardeşi Şeyh Ali Sâcid’dir.12

Yunus Emre üslubunu devam ettiren şairlerden biri olan Mustafa Nüzûlî’nin yukarıda da belirtildiği üzere iki divanı vardır. Bu üslubu benimsemesinde Elmalı, Kütahya, Denizli gibi yörelerimizde yetişen diğer Yunus muakkipleri ile sıkı bir ilişki içerisinde olması önemli bir etkendir.

Bugüne kadar Nüzûlî’nin, biri matbu olmak üzere toplam 4 di-van nüshasına ulaşılmıştır.13 Bu bilgileri, Nüzûlî’nin divanını hazır-layan Doç. Dr. Kenan Erdoğan’ın, yaptığı tespitlerden yola çıkarak veriyorum. Daha sonraki taramalarında, başka nüshalara da ulaşmış olması ihtimal dâhilindedir. Pek çok sûfî şâirde olduğu gibi Nüzûlî de manaya önem verdiğinden şiirlerinde pek çok vezin kusuru bu-lunmaktadır fakat bu kusurlar ahengi bozacak seviyede değildir. Şiir-

9 A.g.e., s. 13. 10 Bkz.: Erdoğan, a.g.e., ss. 25-26. 11 Bkz.: a.g.e., s. 24. 12 Bkz.: a.g.e., s. 25. 13 Nüsha tavsifleri için bkz.: a.g.e., ss. 27-30.

Page 40: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

36 • Elmalı : Şehir ve Değer

lerini hem hece hem de aruz ölçüsü ile yazmıştır. Hatta bazı şiirleri-nin hece ile mi yoksa aruz ile mi yazıldığını tayin etmek güçtür.14 Yine Doç. Dr. Kenan Erdoğan’ın tespitine göre divanında bulunan şiirlerin, hemen hemen yarısı hece ile diğer yarısı ise aruzla yazılmış olup redifleri genellikle bir kelime gurubu halindedir. Musammat şeklinde olanları ortadan bölündüğünde dörtlük haline dönüşünce beytin tamamını mükerrer mısra haline getirir bir tarzda yazmıştır.15 Aruzla yazdığı şiirlerinde genellikle zengin kafiye; hece ile yazdıkla-rında ise yarım kafiye göze çarpmaktadır.16

Mustafa Nüzûlî, şiirlerini Yunus Emre gibi sade, tekellüften uzak bir dil ile ve sehl-i mümtenî tarzında yazmış olmakla beraber mahallî üslûba ve ağız özelliklerine de yer vermiştir.17

Nüzûlî’nin edebî muhîtine bakarsak en yakınında doğal olarak müntesibi olduğu Elmalılı Halvetî şairleri buluruz. Elmalılı şairlerin Yunus çizgisinde şiirler yazmalarının yanı sıra mahalli kültüre ait unsurlara da yer verdikleri bilinmektedir. Bu sayede bir takım yeni üslup ve motifler ortaya koymuşlardır.18

Nüzûlî’nin edebî şahsiyetinin oluşumunda, Elmalı irfan okulu-nun ve Elmalılı şairlerin büyük tesiri bulunmaktadır. Elmalı’da bir süre ikamet eden Nüzûlî, bu okulun öğretilerini Süleyman Hakîrî’nin rehberliğinde öğrenmiş ve daha sonra Kula’ya gönderilmiştir. Bu hususu Mustafa Nüzûlî’nin Elmalı ve Elmalılı Süleyman Hakîrî hak-kında yazdığı aşağıdaki methiyesinden daha iyi anlıyoruz:

Be yârenler, n’eyliyeyin n’ideyin Yine Elmalı’yı özledi bu cân Mevlâm yol verirse yine gideyin Cennet-i âlâya benzer o mekân

14 A.g.e., s. 34. 15 Bkz.: a.g.e., s. 32, 35, 36. 16 Bkz.: a.g.e., s.35. 17 Bkz.: a.g.e., s. 33 18 Tatcı, a.g.e., s. 166

Page 41: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı’dan Kula’ya Bir Mânâ Yolcusu: Mustafa Nüzûlî ve Sanatı / A. Đ. Akçay • 37

Akar suyı kevser şarâbı gibi Kokusı var cennet türâbı gibi Ümmî Sinân gibi, Vehhâbi gibi Ne azîzler zuhûr etdi bir zaman

Kişi varup ol diyârda kalıcak Kamu derdlerine dermân bulıcak Vâhib Efendi dimiş yaz olıcak Elmalı gûyâ ki cennetdür hemân

Bizüm diyârımuz kande o kande Bircek varup görür misün sende Đllâ bir azîze duş olduk anda Vasf-ı medhinde âcizdür bu zebân

Nüzûlî bendesidür ol sultânun Şimdi kâmilidür devr-i zamânun Mahlası Hakîrî ismidür anun Şeyh Süleyman ibni Şeyh Ümmî Sinân19

Kulalı Mustafa Nüzûlî, divanında Elmalı irfan ocağının şâirlerin-den Abdülvehhâb-ı Ümmî, Eroğlu Nûrî, Abdülahad-ı Nûrî, Sinân-ı Ümmî, Askerî, Mazharî, Zuhûrî, Sun’ullah-ı Gaybî ve Selâmî’nin bi-rer şiirini tahmis etmesi de Elmalı ve onun şâirlerinden ne kadar isti-fade ettiğinin bir göstergesidir.

Mustafa Nüzûlî’nin Elmalılı şairler arasında en çok etkilendiği şahıs ise hiç şüphesiz Ümmî Sinân’ın yetiştirdiği meşhur mutasavvıf ve şair Niyâzî-i Mısrî’dir. Nüzûlî, Mısrî’nin toplam 8 şiirini tahmis etmiştir. Bu şiirlerden birisinin Mısrî’nin hiç bilinmeyen bir şiiri ol-ması da ayrıca önem arz etmektedir. Niyâzî –i Mısrî’nin Nüzûlî üze-rindeki etkisi bu kadarla sınırlı değildir. O, pek çok şiirinde şekil ve muhteva bakımından Niyâzî’yi örnek almıştır.20 Aşağıdaki beyitler buna bir örnek teşkil etmesi bakımından dikkat çekicidir:

Đki bölmüş cihân halkın birini cennete salmış Eliyle kürsiden birin tamuya sarkıdır vâ’iz

19 Erdoğan, a.g.e., s. 239. Elmalı’yı medheder mahiyette bir diğer şiiri için bkz.: a.e., s.

164. 20 Bkz.: a.g.e., s. 31 ve 40.

Page 42: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

38 • Elmalı : Şehir ve Değer

Tamuyu şöyle toldurmuş içinde yok turacak yer Ana yerleşdürür halkı ‘aceb hizmetdedür vâiz

(Niyazî)

Şu halkı şakk eder böler birini cennete salar Birini tamuya salar ‘aceb hizmetdedür vâ’iz21

(Nüzûlî)

Vâhib-i Ümmî’nin Elmalı’da kurduğu irfânî okulun temsilcile-rinden olan Mustafa Nüzûlî, yetiştirdiği öğrenciler ile bu okulun di-ğer pek çok yöremizde olduğu gibi Kula’da da devamını sağlayarak bölge halkının irşad edilmesinde büyük hizmetleri geçmiş ve gönül dünyalarında yer edinmiş mümtaz bir şahsiyettir. Konuşmamı Nüzûlî’nin üstadı ve dostu olan Elmalılı Süleyman Hakîrî’nin Onun hakkında yazdığı bir şiir ile sonlandırmak istiyorum:

Bihamdillah zuhûr etdi gürûhumuzda bir dânâ Meğer Hak’dan nüzûl etdi gönüller kılmağa ihyâ

Semiyyi Mustafa ismi Hakk’a lâyık kamu resmi Muattar zikr ile cismi sanasın anber-i rânâ

Şerîat bağına sünbül, tarîkat dalına bülbül Hakîkat vechine bir gül muhabbet kokusu peydâ

Kurulan bezm-i sohbetde gönüller oldu vahdette Ölenler nevm-i gafletde uyanıp oldular binâ

Hakîrî’ye safâ geldi muhabbetden vefâ geldi Nüzûlî Mustafâ geldi kuruldu sohbet-i uzmâ

Hudâ gönlün küşâd etsin ânı her demde şâd etsin Dahî sâhib- reşâd etsin kamu kullarına Mevlâ22

21 A.g.e., s. 40. 22 Tatçı, a.g.e., ss. 146-147.

Page 43: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

ĐKĐNCĐ BÖLÜM ELMALI ve DEĞERLERĐMĐZ

Page 44: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER
Page 45: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı, Şehir ve Değer

Bilal KEMĐKLĐ∗

Burada “Güneyin incisi” olarak telakki ettiğim Elmalı’yı, şehir ve değer kavramları etrafında okumaya çalışacağım. Her şehir, esasen birer kitap gibi telakki edilebilir… Bu kitap, o şehre bakışımızla an-lam kazanır. Şehir kitabını, şehre bakışımızla okuyoruz. Elmalı’yı Toroslar’a yaslanmış haliyle bir dağ şehri, yetiştirdiği ürünleriyle bir tarım şehri, tarihi yapılarıyla bir turizm şehri olarak okumak müm-kündür. Biz, Elmalı’yı, mümbit toprağında yetişen insanlarıyla ve kültür hayatımıza kazandırdığı büyük ruhlarla okuma çabasındayız. Tarihe sığınıyoruz; Abdal Mûsa’dan Ümmî Sinân’a, orada kendimize muhkem bir yer buluyoruz. Bu muhkem yer, ulu mabetlerin gölge-sinde, türbeleri, akan çeşmeleri, insana huzur bahşeden havasıyla bizi, tıpkı Bursa gibi, “rûhâniyetli bir şehre” alıp götürüyor. Sanki bir define avcısıyız; ama vîrânelerde mücevher değil; mamur bir şehir-den geriye kalan maddî ve mânevî zenginlikler arasında çok değerli bir hazînenin peşindeyiz. Nedir bu hazîne? Bu hazîne, şehrin rûhu-dur. O rûhun peşindeyiz.

Sadece Elmalı değil, bütün bir Anadolu şehirlerinde, bütün Đslâm şehirlerinde bu ruhu aramanın zamanı gelmiştir. Hepimiz Hz. Pey-gamber’in şehirlerde oturmayı tavsiye ettiğini hatırlarız. Neden şe-hir? Bu “nedene” farklı zaviyelerden cevap vermek mümkündür; ama şu kadarını söylemekle iktifa edelim: Şehirde inancın, bu inanca bağlı olarak gelişen ahlaki değerlerin ve dünya görüşünün yeni bir toplum inşa etmesi mümkündür. Hz. Peygamber’in yeni bir toplum inşa etme görevi var. Bu görevi bize de veriyor; o yüzden gidilen her şehir, önce o yeni toplumu inşa edecek şekilde yeniden inşa ediliyor.

∗ Prof. Dr., Uludağ Üniversitesi, Bursa.

Page 46: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

42 • Elmalı : Şehir ve Değer

Bu inşa faaliyetinin baş kahramanları, ne sultanlar ne de şanlı ku-mandanlardır. Elbette sultanlar ve kumandanlar o şehrin kapısını açıyor, yaptıkları ulu mâbetler, bîmarhâneler, mektep ve medreseler, hanlar ve hamamlar, çeşmeler ve sarnıçlar, yollar ve kanallarla orayı yeniden mamur ediyorlar. Lâkin o şehre rûhâniyet kazandıran, onu bizim şehrimiz haline dönüştüren iksir, buralara yerleşen, sözleri ve sohbetleriyle sevgi ve irfan tohumlarını eken büyük ruhlardır. Ana-dolu’nun hangi şehrine giderseniz gidin, bu büyük ruhların izlerini göreceksiniz.

Hz. Peygamber şehirlerde yaşamayı tavsiye ediyor. Çünkü şehir, içinde farklı görüşlerin, farklı duyuş ve anlayışların bir arada yaşa-ması itibariyle gelişmeye ve yenilenmeye açıktır. Öte yandan şehir, emniyet ve güven demektir; orada mutlaka bir sistem vardır ve mut-laka toplum düzenini sağlayan bir hukuk caridir. Nitekim insan, şe-hirde yaşayarak medenî oluyor. Diğer bir ifadeyle medenî olmak, şehirli olmaktır. Şehirli olmak ise, bir düzene ve bir hukuka bağlı ol-mak demektir. Đnsan, bağlı olduğu ilkelerle medenîleşiyor. Şu halde değeri, insanın bağlı olduğu, yazılı yahut sözlü, maddi yahut manevi ilkeler bütünü olarak tarif edilebilir miyiz? Evet, değer kelimesine nereden bakarsanız bakın, ister bilimsel, ister ontolojik açıdan bakın, isterseniz onu sadece ahlakı ifade etmek için kullanın yahut da onun ecdattan kalan tarihi miras olarak görün; şurası çok açıktır ki, bu kav-ramın münderecatı içerisinde biz, insanı medenîleştiren ilkeler man-zumesini görüyoruz. Bu bakımdan, temel evrensel değerlerin yanın-da her medeniyetin değerler manzumesi biriciktir ve kendincedir.

Şehri insan kuruyor. Fakat şehir, zaman içerisinde insanın kuru-cu özne kimliğine ortak oluyor. Artık şehir, bir yandan yapılırken, öte yandan da yapan/eden oluyor. Bu bakımdan insan şehir ilişki yatay veya dikey olmaktan ziyade dairevidir; insan şehri, şehir insanı dai-ma etkiliyor, değiştirip dönüştürüyor, bozuyor yahut onarıyor… Đn-san şehre özünden bir ruh üflerken, şehir de ona yeni bir kimlik ka-zandırıyor. Şehir insanda aidiyet duygusunu geliştirerek, onu hemşe-rilik tabiriyle bir toprağa, havaya ve suya bağlıyor. Değerler manzu-mesi işte bu toprakta, bu suda ve bu havada hayat buluyor. Burada toprağı, havayı ve suyu, ister temel anlamıyla ele alınız, isterseniz mecazı açıdan birer anlam yükleyiniz, har halükarda bu kelimelerle

Page 47: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı, Şehir ve Değer / B. Kemikli • 43

ihsas edilen bir değerler manzumesini görürsünüz. Çünkü değer, her şeyden önce bir şeylere değmekle, dokunmakla, bir ilişki kurmakla, bir şeyleri önemsemek veya tahfif etmekle ilgilidir. Toprağı işlemek, tohumu su ve havayla buluşturmak, yetiştirmek ve bir ürün elde et-mek; sonra da bu ürünü, pazarlayarak kazanca dönüştürmek… Bü-tün bu faaliyetlerin her birisi, evvelemirde toprakla, tohumla, aletle, yardımcı evcil hayvanlarla ve insanla ilişki içerisinde olmayı ge-rektirmez mi? Daha toprağı işlerken, tohumu ekerken bereketin kaynağının ve rızkı verenin kim olduğu bilinciyle hareket etmek bir değer değil midir? Elbette değerdir; hem de en önemli değer. Bugün bu değeri yitiren insanlık, tohumların genlerini bozarak hem çevreyi hem de kendini tahrip ediyor. Sonra da çevre problemleri, küresel ısınma, insan sağlığı, salgın hastalıklar gibi konularla mücadele et-mek için fonlar oluşturuyor.

Madem toprak, dedik devam edelim. Değil sadece tarlada çalışan işçinin alnındaki ter kurumadan ücretini ödemek, onun emeğine say-gı göstermek, onu korumak ve kollamak, her ne kadar şimdi makine-ye dayalı tarım olsa da yine de güçlerinden yararlandığımız ve za-man zaman farklı işlerde kullandığımız hayvanlarımızın da bir hakkı vardır. Sadece işimize yarayan havanların mı? Hayır, kurdun ve ku-şun da hakkı var. Tabiatı korumak, doğal dengeyi korumak… Đşte tam da değer kavramı burada karşımıza çıkar; değer, dengeyi koru-maktır. Hak ve hukuk, dengeyi korumamızı sağlayan ve bize sorum-luluklarımızı hatırlatan temel kavramlardır. Hemcinsimize karşı ol-duğu kadar, tabiata karşı da sorumluyuz. Demek ki, toprağı işlemek, bizi çevreye, hayvanlara, insana karşı sorumlu hale getirerek bize, varlıklar arasındaki dengeyi sağlam bir zeminde tutma, varlığın a-hengini ve düzenini koruma görevini verir. Şehirlerimizi kuran yahut söz ve sohbetleriyle, ilim ve irfanlarıyla şehre dokunan ve orayı adeta mayalayan büyük ruhlar, bize hep bu görevimizi hatırlatır. Onlar, can gözümüzdeki perdelerden kurtularak varlığı idrak etmemizi isterler.

Bir kâmil mürşide teslîm oluban Sildir cân gözünün perdelerini Mâyeli dilinden telkîn aluban Sildir cân gözünün perdelerini

Page 48: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

44 • Elmalı : Şehir ve Değer

Evet, Elmalı’nın canlarından Eroğlu Nûri böyle sesleniyor. Sildir cân gözünün perdelerini! Cân gözüyle baktığımızda, ayırmaya, par-çalayıp bölmeye girmeden değerler manzumesinin künhüne vâkıf olacağız. Ama önce o gözü açmalı, perdelerden kurtulmalı. Perdeler kalkınca muradımıza ereceğiz, hakîkat bilgisini tahsil edeceğiz, tabi-atla, kendimizle, hemcinslerimizle ve en önemlisi Var edenle barışık olacağız, sulha ve selamete ereceğiz, zulmet ortadan kalkacak, her şeyi olduğu gibi görecek, olduğu gibi anlayacağız ve en önemlisi, “Hak’tan gayriye gönül vermeyeceğiz!”

Hak’dan gayriya gönül vermeyesin Hesâbın eyle hesâb görmeyesin Yarın âhrete â’mâ varmayasın Sildir cân gözünün perdelerini

Perdelerden kurtulup tarihte bir Đslâm şehrinin, Elmalı’nın An-talya’nın Alanya’nın veya bir başka şehrin sokaklarında dolaşalım. Orada hemen her mahallede, her meydanda, her sokakta, sanatın ve mimarinin şaheseri olan çeşmelerin şarıl şarıl aktığını görürüz. Bu çeşmeler, mimari yapıları itibariyle görene huzur bahşetmenin ve bulunduğu yeri hemen orada müzeye dönüştürmenin yanında, ziya-retine gelen her faniye, her hangi bir ayrıma fırsat vermeden, hayat mâyesi olan suyundan ikram eder. Đnsanın su ihtiyacını karşılamanın yanında, akıp giderken uğradığı sokaklarda mahallenin kedi köpek gibi evcil hayvanlarına ve bahçelerde çiçeklere, meyve ağaçlarına ve bostandaki sebzelere hayat bahşeder. Çeşmenin başı buluşma nokta-larından birisidir. Bilhassa buralarda mahallenin hanımları ve kızları buluşur, dertleşir, halleşirler. Bu bakımdan çeşme başları, belki dedi-kodunun veyahut bir kısım planların yapıldığı yer olmanın yanında, aynı zamanda değer aktaran yerlerdir. Diğer bir ifadeyle çeşme başla-rı, tecrübenin, atasözlerinin, deyimlerin, manilerin velhasıl kültürün aktarıldığı birer irfan merkezidir. Günümüzde şehirlerimizde bilhas-sa göç, yeni şehir planları ve yapılarla mahalle kaybolduğu gibi, çeş-meler de kurudu veya çeşme başları eski misyonunu yitirdi. Oysa her çeşme başında, Vâhib-i Ümmî’den feyz almış Mazharî gibi eren-lerin, gezgin dervişlerin ve âşıkların şöyle feryat ettiklerini duymak mümkündür:

Page 49: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı, Şehir ve Değer / B. Kemikli • 45

Hakîkat bâgının gonca gülünü Deren bilir dermeyenler ne bilir Cânın kurbân edip cânân yoluna Veren bilir vermeyenler ne bilir

“Hakîkat bağının gonca gülü” nasıl bir şeydir? Hakîkat nedir? Gonca nedir? Gül nedir? Bu gül nasıl derilir? Cân kimdir? Cânân kimdir? Cân nasıl kurbân edilir? Cân kime ve nasıl verilir? Sorular, sorular… Biz soruları bir kenara bırakalım ve tarihte yolculuk etmeye devam edelim. Yolumuz Elmalı’ya düşer ve bir pınarın başında üstâ-dımız Vâhib-i Ümmî’yi dostlarıyla, canlarla sohbet hâlinde buluruz. Der ki:

Âriflerin nutkundaki Ma’nâyı gör âb-ı hayât Dost zâtının mazharıdır Halvetî’nin dervişleri

Vâhib-i Ümmî bizi mahalledeki çeşmeden alır, ölümsüzlük su-yunun aktığı bir başka çeşmeye götürerek der ki: “Ariflerin sözü, sohbeti, âb-ı hayattır.” Đşte şehirde değer, bu sözle ve bu sohbetle ço-ğalıyor, şehir bizim şehrimiz, Elmalı oluyor. Bu şehrin sokaklarında Vâhib-i Ümmî’nin izinde dolaşıyor ve şunları tespit ediyoruz: Elmalı, türbeler şehridir.

Evet, “Güneyin incisi” Elmalı, türbeler şehridir. Türbeler, şehri inşa eden zihniyetin, şehre damgasını vuran gerçekliğin işaretidir. Türbeler, şehrin mayasıdır. Ve türbeler, Vâhib-i Ümmî gibi âriflerin izinde giden bir şairimizin de ifade ettiği gibi, konuşurlar; onların da dili vardır. Tıpkı yaşayan insanlar gibi konuşur, sohbet ederler. “Türbeler, kendi öz dilleriyle, içlerinde yatanları işaret ederler, onları anlatırlar. Türbeler, içlerinde yatanların, yatırların yeryüzüne ta ruh-larından vurdukları damgalardır. Yatırlarınsa sırları vardır, fakat bu onlar esrarlı kişilerdir demek değildir. Onlar, hayatlarını misyonları-na adamış kahramanlardır.”1

Türbelerin lisanını çözmek için, orada sırlanan erenin, kendini adamış kahramanın dilini ve misyonunu bilmek gerekiyor. Mesela

1 Sezai Karakoç, Makamda, Đstanbul, 1985, s. 51.

Page 50: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

46 • Elmalı : Şehir ve Değer

Konya’da Mevlana için yapılmış olan türbe, bu şair-düşünürümüze göre, yeşil kubbesiyle (kubbe-i hadrâ) Mevlânâ’nın dilinden: “Beni toprakta aramayınız; çünkü ben, âriflerin gönlündeyim” der.2 Kub-benin yeşile boyanması ise, cennete, kurtuluşa ve sonsuzluğa yüzü-müzü döndürmemizi anlatır. Şimdi Elmalı’da bulunan türbeleri, Ab-dal Mûsa’nın türbesinden başlayarak, bir Türk ve Đslâm şehrine dö-nüşen Elmalı’nın gerçek tarihini okumak mümkündür. Abdal Mû-sa’nın ihtişâmının yanında, ümmîliğin, sâdeliğin ve sâfiyetin enginle-rinde yol alan ve bu bilinçle şehre yeniden ruh üfleyen Vâhib-i Üm-mî’nin, Eroğlu Nûri’nin ve Ümmî Sinân’ın türbelerindeki sükûneti görmek gerekir. Sonra melâmet yolunun zirvesinde Hakîrî olarak anılmaya hak kazanmış Süleyman Efendi’yi, Selâmî Halil Efendi’yi, ışığıyla bu şehri aydınlatan Ziyâî Murtaza Ali’yi, Đbrâhim Efendi’yi ve Süleyman Hakîkî’yi düşünelim. Bunların her birisi, irfan ve sevgi yolunda, gayelerin gayesini müdrik, sözleri ve sohbetleriyle ölü kalp-leri dirilten mana adamlarıdır.

Türbeler konuşarak bizi biz yapan değerlerle buluşturur. Bunlar kadirşinaslık, diğerkâmlık, sehâ ve ilm-i ahlâk gibi evrensel değerler-dir. Fakat türbelerin demedikleri de vardır. Sezai Karakoç’un ifade-siyle, onlar, “Siz hep durun, hiç ilerlemeyin, sadece hep içimizdekileri ululayın” demezler. Evet, günümüzde sanıldığı gibi, hep bizi ulula-yın ve oracıkta öyle kalın, hep o küçük halinizle, çaresiz ve bikes ka-lın, demezler… Bize sığının ve bizden medet bekleyin, demezler. Siz asla bizim gibi kemale eremez, er kişi olamaz, kimya olamaz velhasıl güneş olamazsınız da demezler. Aksine, “Siz de çalışın, durmayın ilerleyin, içimizdekileri örnek tutup onların cinsinden ulular yetişti-rin, aranızdan çıkarın” derler.3

Bu itibarladır ki, bendeniz, değerler elden gidiyor, tükeniyoruz, bitiyoruz, hep başka kültürlerin etkisindeyiz yollu şikâyetler yerine, içinde yaşadığımız şehrin temel değerlerine tutunup, oradaki türbele-rin, oradaki tarihi ve kültürel mirasın dilini çözmenin, onları anlama-nın ve onları anlamlandırmanın yollarını aramaktan yanayım. Ta-mam, Ümmî Sinan büyük bir gönül adamıydı, bir bilge şahsiyetti, ölü

2 Karakoç, a.g.e., 51. 3 Karakoç, a.g.e., 52)

Page 51: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı, Şehir ve Değer / B. Kemikli • 47

ruhları dirilten bir tabîb-i hâzıktı… Tamam, ama neden onun türbesi-ne kulak vermiyoruz; o orada diyor ki: “Sen de çalış, durma, ilerle!” Mevlana’da bunu söylüyor, Emir Sultan da, Aziz Mahmûd-i Hüdâyî de. Bu toprağı yoğuran bütün gönül adamları, aşk adamları, mana ve ruh dünyamızın kahramanları hep bunu haykırıyor: “Durma öyle, hareket et, terakki et!”

Bugün bu çağrıya çok ihtiyacımız var. Çalışmaya, harekete, iler-lemeye… Hem ruhi ve manevi açıdan, hem de maddi açıdan. Nite-kim Abdal Mûsa’nın, Ümmî Sinân’ın vazettiği değerler, manevî te-rakkiyi maddi ilerlemenin karşısında görmez. Tevhitçi bakış, hayatın her alanında ikiliği aşmayı ve bire ulaşmayı gerekli kılar. Keza bu canların ön gördüğü maddi ilerleme, manevi terakkinin önünde bir engel de değildir; çünkü bu ilerleme, çevreye ve insana zarar verecek, onu tahrip edecek, değiştirip dönüştürecek şekilde algılanmaz. Aksi-ne, her şeyi yerli yerinde kullanmak… Esasen sadece türbeler değil, şehrin sükûnet mahalli olan mezarlıklarda da her bir mezarın konuş-tuğuna şahit olursunuz. Bu mezarlardan her birisi, dünyanın beka semtine yolculukta uğranan bir han olduğunu, ama aynı zamanda bu gelip geçici bir mekân da olsa, orayı temiz tutmanın, onarmanın, inşa etmenin yani üretmenin, imarın gerekliliğini söyler. Bu söyleyişle tabiatı işlemek, üretmek ve ona göre tüketmek esastır. Đşlemekte den-ge, üretmekte denge ve tüketmekte denge! Nedir bu dengenin ölçü-sü? Bu dengenin ölçüsü, sabır, sevgi ve kanaattir; sabırla işlemek, sevgiyle üretmek ve kanaatle tüketmek.

Burada ne Elmalı’yı bütün yönleriyle, ne de şehir ve değer ilişki-sini bütünlüğü içinde ele alabilme imkânına sahibiz. Sadece genel bir iki hususa dikkat çekmeye çalıştık. Şehir ve değer konusu, bilhassa bizim kadim şehirlerimiz için söylemek gerekirse, sadece camiden yola çıkarak tasvir edilebilir. Çünkü Đslâm şehirlerinde, şehrin olduğu kadar hayatın da merkezinde cami vardır. Bir bakıma şehirlerin kalbi olan camiler, değerlerin üretildiği ve öğretildiği merkezlerdir.

Belki sadece minareleri esas alarak şehir ve değer ilişkisini ayrın-tılı bir şekilde incelemek mümkündür. Minareler ki, şehrin en yüce noktasıdır. En yüce noktadan, günde beş vakit, yüce ahlaka ve değere ermeye, daha doğrusu fert ve toplum olarak yücelmeye çağrı yapıl-maktadır. Bilhassa seher vakitlerinde, “kurt kuş uykudayken şehri

Page 52: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

48 • Elmalı : Şehir ve Değer

uyanık ve mü’min tutan”4 bu minarelerden yükselen ve bütün bir şehrin sokaklarından, evlerinden süzülerek, evimize, odamıza kadar gelen ve gönlümüze ulaşan o sedayı konuşmak gerekir. Çünkü bu seda dokunduğu her şeyi mü’min kılıyor; kainât mü’min, şehir mü’min, şehirli mü’min… Mü’min, yani hem inanmış, hem de güve-nilir. Đnanmış ve güvenilir bir kâinat tasavvurunu, tarihi şehirlerimi-zin her birisinde görmek mümkündür. Fakat bir tebliğ sınırları dâhi-linde bunlara sadece işaret ediyoruz; işaret edemediğimiz, ama irfan hayatımızı, kültürümüzü, kimliğimizi inşa eden daha nice maddi ve manevi değerin olduğu da bilinmelidir. Türküler, maniler, deyimler, konuşma dili (ağız), yemekler, düğün törenleri, yas günleri, bayram-lar gibi folklorik ve etnografik unsurları değer açısından tahlil etmek mümkündür.

Netice itibariyle, “güneyin incisi” Elmalı, yaşayan tarihi, yetiş-tirdiği ilim ve irfan adamları, türbeleri, camileri, minareleri, taşı, top-rağı, havası ve suyuyla, bunca yozlaşmaya ve kültür değişimlerine karşın hala ayakta duran kültürüyle üzerinde durulması gereken bir şehrimizdir. Bu şehri, sahip olduğu değerleriyle korumak hepimizin görevidir. Bilhassa Elmalı’nın sakinleri, şehrin diline aşina olmalı, o dili konuşmalı, konuşan türbeleri, camileri, konakları ve tabiatı din-lemesini bilmelidir. Şehrin sakinleri, ancak bu konuşma bilinci ve bu dinleme bilinciyle değerlerini koruyup yarınlara taşıyacaktır. Lakin Ümmî Sinan diyor ki.

Kimse bilmez ahvâlimi aşk-ıla yâr olan bilür Yedi iklim dört köşeye hikmet-ile tolan bilir

Elmalı’nın yahut diğer tarihi şehirlerimizin kadrini kıymetini kim bilir? Burada kalanlar mı? Bilemiyorum; ama şurası açıktır ki, şehrin dilinden anlayan, ona aşına olan, onun derdiyle dertleşen âşık-lar ancak bu kıymeti bilir. Şehirler, daima aşk ile yardır. Biriktirdikle-ri, hayat verdikleri, yetiştirdikleri ile şehirler baştan sona hikmettir. Bu hikmete sahip olanlar, şehirlerin kadrini kıymetini bileceklerdir. Ve Elmalı, hala okunmayı bekleyen bir kutsal metin gibi orada duru-yor… Bu kitabı okumak için âşık olmak, hikmetin peşinde olmak gerekiyor. 4 Sezai Karakoç, Đslâm, 1978, 45.

Page 53: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Ümmî Sinan’ın Gönül Dünyasında Sevgi ve Değer

Bayram Ali ÇETĐNKAYA∗

Gönül âleminin önde gelenlerinden ve Elmalı’nın canlarından olan Ümmî Sinan, dinî ilimlerle birlikte gönül yolunun işaretlerini de takipçilerine sunmaktan hiçbir zaman geri durmamıştır. Hakîkat â-leminin ve gönül dünyasının değerleri, ondan feyz alanların akıl, zihin ve ruh ufuklarını alabildiğince genişletmiştir.

Đlâhi sezgi olan irfan, Ümmî Sinân’ın ilmiyle birleşmiş, mârifetullah makâmının kapıları açılmıştır. Ârif ve âlim olan Sinan, hak ve hakîkat perdelerini aralamış ve orada görünmeyen âlemin sırlarını keşfe dalmıştır.

Tevhidin sırrı ile aydınlanan kâmil insanlar için irfan, aşk ateşi-nin olgunluğunu simgeler. Đrfan erbabı Rahman’ın sözlerinin kendile-rine verdiği feyzle irşatlarını sürdürürler. Son Kitab’ın sihirli ve tesirli ayetleri, ârifin kalbinde ilim ve irfanın kemâlâta ulaşmasına rehberlik ederler. Ârif olanların sözleri sıradan insanlarından ziyade hâl ehli-nedir. Onların kâl/söz ehline söyleyecek sözleri bulunmaz. Dervişli-ğe tâlip olanlar evvela kendi canından vazgeçmeliler. Đlim ve irfan tâlipleri de bu can yolunun mürşitlerini takip ederler.

Aşkı arayan irfan ve hikmeti kendisine yol arkadaşı edinir. Evli-ya ve enbiya ilim ve irfanın hikmetiyle gıdalanır ve ondan haz alırlar. Dervişliğin en önemli vasfı, irfan ve hikmetle hareket etmektir ve eyleme geçmektir.

Tevhid irfanıyla beslenen Ümmî Sinan, ihsana taliptir. Kalbinin Hakk’tan gelen irfanla ve nefesle dolmasını ister. Onun hikmet lugatında Hakk’ın mülkünde rahat etmenin karşılığı ilim ve irfandan nasiplenmektir.

∗ Doç. Dr., Osman Gazi Üniversitesi, Eskişehir.

Page 54: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

50 • Elmalı : Şehir ve Değer

Ârifler, âlemde sevdiklerine yani cânanlarına kavuşan nadide zâtlardır. Allah dışındaki her şey onların gönül dünyalarından uzak-laşır, onlar hakîkat deryasında seyr ü sefere çıkarlar. Ârif olan Ra-him’in düşmanlarıyla her dâim mücadele ve mücâhede hâlindedir.

Ümmî Sinân’ın zihin ve gönül dünyasında teslim olmak vardır. Dervişliğe tâlip olan, cânana erişmenin önünde bulunan engelleri birer birer aşan kimsedir.

Aşkın yolunda mecnun bir âşık olan Ümmî Sinan, içinde bulun-duğu hâl ve mâkamı hakkıyla anlatmakta ve ifade etmekte zorlanır. Hakk’ın bilinmesi aşkın alfabesini bilmekle mümkündür. Yerler ve göklerin yaratılmasından önce var olan aşk, bütün peygamberlerin yoldaşı olmuştur. Allah ve onun elçisi, âşıklar için en büyük sevgili-lerdir. Đki dünyada da ulaşılması ve elde edilmesi en yüksek sevgi, Allah aşkıdır. Onu temâşa etmek, her aşk namzetinin rüyası ve hül-yasıdır.

Varlık cisminden uzaklaşmak, aşk ve sevginin halisliğinin ve ha-kîkatinin ispatıdır. Dünya tatlarının hiçbiri, aşk lezzetinin verdiğini vermez, veremez. Bâtın ilminin anahtarları, aşkın tadına ulaşanlara açıktır. Yüce bir makam olan aşk mertebesi, zâhirî ve bâtınî tüm pislik ve rezillikleri yakar, yok eder ve bitirir.

Yüreği aşk koruyla yanan Ümmî Sinan için, marazlı insanların şi-fası, Allah aşkında gizlidir. Nitekim gönül de Rahim’e olan sevgi ve muhabbetten başka her şeyden müstağni olmak ister.

Gönül erbabına ancak aşk yarenlik yapar. Zira gönül ateşinin ya-kıtı aşk iksirinde saklıdır/mahfuzdur. Hakikî aşkın lezzetinden bir defa tadanlar Cemâl’in cemâlini görmenin arzusuyla yanıp tutuşur-lar. Allah nuruyla gönülleri arınan âşıklar için, sevgi ve muhabbetin zirvesi bulunmaz. Nitekim iki dünyada aşka talip olmayanlar huzuru hakkıyla elde edemezler. Ruhî melekelerin gelişmesi ve tekâmül et-mesi, aşkın tesiriyle mütenasiptir. Aşk bazen kederlendirir bazen sarhoş eder, bazen de dili çözer ve nihayetinde gönül lisanı olur.

Aşk dilinin tercümanı ve yaratılış sırrının arayıcısı olan Ümmî Sinan, Habib’in Habib’ini bilmenin ve tanımanın yolunu aşkta arar. Zira saadet ve huzurun menbaı orada gizlidir. Gözyaşının kaynağı da Sevgili’ye kavuşmanın hasretinde mekân bulur.

Page 55: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Ümmî Sinan’ın Gönül Dünyasında Sevgi ve Değer / B. A. Çetinkaya • 51

Aşka ulaşan kendini unutur, gönül âleminin sırlarında. Aşkın ik-siriyle ayrı düşen sevdiğine kavuşur, sürgünde olan aslî vatanına rücû eder, Ehad’in sonsuz deryasında kendini bulur. Ümmî Sinan’ın gönlü, aşkullah ile doludur. Bu aşkın narıyla yanan ve nuruyla aydın-lanan Sinan için, gönül sarayını nefsin askerlerinden muhafaza ede-cek olan da Allah’ın lütfü, ihsânı ve nazarıdır.

Gönül inşacılarının sözleri, Kelam’ın Sahibi’nden gelen ilhamlar-dan ibarettir. Gönlün imar ve ihyâsı, mürşit ehlinin vazifesidir. Đrşat erbabının nazarlarından müstağnî olanların akıbeti meçhuldür. Aşkın narıyla yanmayan gönül, iki dünyada nasipsizlik derecesinden başka bir mertebeye terfi edemez.

Manâların şifresini çözen insan için, Allah’ın yarattıklarının hik-metleri zâhir olur. Ümmî Sinan için “Hakîkatler âleminde bütün in-sanlar tevhidin kemâline işarettir, herkes ilâhî feyizden nasibini al-maktadır.”

Đnsan; nefsinin hastalıklarını ve ruhunun hakîkatlerini araştıran-dır. Var edilen Âdemoğlunun düşmanı Đblis, insanı hakîkat evrenin-den uzaklaştırmak ve esfel-i sâfilîn çukurlarına indirmekle görevlidir. Hayvanların bile inemediği derecelere insanı düşürebilecek olan Şey-tan, bu vazifesini ilâhi izinle elde etmiştir. Rehbersiz, pusulasız, mür-şitsiz insan için tehlikeler her dâim vardır. Onu kurtaracak ve âzâd edecek yegâne liman, tevhid gemisinin bağlı olduğu rıhtımlardır. Đnsan, şerîatı bilmekle, tarîkatı bulmakla, hakîkate ulaşmakla ve mâri-feti tatmakla kemâlâta ulaşabilir. Tevhidin sırlarına nail olmakla isti-kametini kaybetmez. Gönül sultanlarının yoldaşlığıyla, hakikî imanın zirvesine varabilir.

Kemâlât yoluna vâsıl olanlar, Ümmî Sinan dilinde, “aşk şarabını sevgiliden içmişler, onun aşkından seve seve can veren kimselerdir. Bu yüzden mâsivâ sevdâsına baş eğmezler, sadece dost derdiyle ya-narlar. Her iki cihanın nakşına da gönül vermezler.”

Kâmil insan sûretten ve sîretten ötelere yol alan insandır. Nurun ve narın gönlünde birleştiği insan, tevhidin sırlarında irfan mertebe-sinin erbabı arasına katılır. “Đnsan-ı kâmilden amaç Allah aşkına haz-nedar olmaktır, gönül tahtı da bu aşkın dükkânıdır.”

Page 56: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

52 • Elmalı : Şehir ve Değer

Hikmet, himmet ve burhan sahibi kâmil insan, hakîkat âleminin sırlarından bir sırdır. Onun için Ümmî Sinan nezdinde “Hakk’a u-laşmak için bir kâmil insanı bulup, başı meydana koymak ve cana kıymak gerekmektedir. (Zira) onun yolunda bunları yapmadan soh-bet-i Sultâna kavuşulmaz.”

Ümmî Sinân’ın dediği gibi, nefse tâbi olan Hakk’tan bihâber olur. Dolayısıyla dostluk nefisle değil, canla olmalıdır. Çünkü nefis insana yar ve yoldaş olmaz. Bilakis insandaki erdemlerin uzaklaşmasına sebep olur. Onun için Yaradan’ı sürekli anarak onunla bir olmaya çalışmak gerekir. Đnsanın hakikî vazifesi de nefsini hata, isyan, çirkin-lik ve günahlardan azâde kılmaktır. Nitekim “nefsini bilen Rabb’ini bilir” diyen Allah’ın Sevgilisi’nin dediği gibi, nefsin hastalıklarını bilmeyen insan olma şerefinden mahrum kalır.

Nefsin zincirlerine bağlı olan Hâlık’tan habersizdir, ona tabi olan öte dünyanın sıkıntılarına muzdarip olur. “Dünyada pehlivanlık id-dia eden asıl nefis şeytanına hile hazırlamalı, onu yenmek için çalış-malıdır. Erenler pazarına Hak yolunda nefsinin putlarını (istekler) kıranlar gelebilir.”

Nefsin emrindeki kişi, Ümmî Sinân’ın dediği gibi, zulmettedir, hor ve zelil bir hali yaşamaktadır. “Aşk şarabı gibi nefsin de şarabı vardır, fakat gönül bu şaraba aldanırsa vuslata eremez.” Nefis, er kişiyi Hakk’a kulluktan uzaklaştırır, o düşünmeyen varlıklar gibi sadece yemeyi ve içmeyi kendisi için amaç edinir. Nefis, sabrın düş-manıdır, şikâyet etmenin de dostudur. Nefis, hırs ve hevâ ile birleşti-ğinde istikamet doğru olmaktan çıkar. Đşte o zaman gönül padişahla-rının uzanan elleri imdada yetişir.

Nefsin Âdemoğluna vereceği zararları giderecek yegâne şey, aşk-tır. Nefsin yanında akla, cana ve tene hâkimiyeti kuracak olan aşktır. Aşkı mağlup edecek olan yine aşktır. Aşka ulaşamayan dünyanın oyunlarının oyununa yenilir. “Nefis inkâr ederken aşk iman eder.” “Kul ile Rab arasında nefis engelini kaldırmadan Hakk’ın tecellîlerine mazhar olmak mümkün değildir. Ancak aşk güneşi doğunca bu nefis perdesi (karanlığı) ortadan kalkar.”

Sevgi, aşk ve muhabbet insanı olan Ümmî Sinan için dert ve sı-kıntı gönül ehlini pişirir. Aşk ile gerçekleşen (sevgiliye) kavuşmanın

Page 57: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Ümmî Sinan’ın Gönül Dünyasında Sevgi ve Değer / B. A. Çetinkaya • 53

bir benzeri yoktur. Aşkın ateşinden bir kıvılcım zerresi dahi bir insa-na ulaşsa/isabet etse, ne sonsuzluk şarabı (mey-i baki) ne ihtiyar-lık/ölüm ne de keder o insan için bir anlam ifade etmez.

Sevgilinin hayali insana tarifi mümkün olmayan mutluluklar ya-şatır. Tam inançla sana âşık olan kişi, senin için canını verse kimse ondan bir şey soramaz. Aşk ile seni tezekkür etse bir insan, ona ne şeytan ne de başka tuzaklar zarar veremez. Onun için Sinân-ı Üm-mî’nin dua ettiği gibi: Ey Allah’ım hatalarımız ve yanlışlarımız o ka-dar çok ki, senin inayetin, merhametin ve bağışlaman olmasa hiçbir varlık hayat sürdüremez. Zira hayatı, nefesi ve hareketi veren senin gücün ve kudretindir. Eğer senin varlığın olmasa bütün âlemler kar-gaşa içinde olurdu; denge ve düzen bozulurdu. Yaptıklarımdan do-layı belki başım eğiktir, ancak özüm doğrudur. Aksi takdirde bir hâl üzere olsam yalvaracak hiç gücüm olamazdı. Yâ Rab, senin sonsuz lütfün ve iyiliğin derdime çare olursa bana ne gam ne keder, bir sı-kıntı ve bıkkınlık veremez.

Ümmî Sinan halka yönelik ifadelere başvurarak onların çoğunun Hakk’ı bilmediğini bunun için de bir yol bulamadıklarından hareket-le Yaradan’a vuslatın herkese nasip olmayacağını bildirir.

Ümmî Sinan, âdetâ Yunus’un sözlerini bizlere hatırlatarak (Cen-net cennet dedikleri üçbeş hûri bana seni gerek seni) şöyle seslenir: Cennet hûrilerinin sohbetinden dolayı gururlanma; çünkü hiçbir lez-zet Allah’ın varlığına yakın olmaktan daha güzel olamaz. Yaratan’a ulaşmak o kadar anlatılamaz bir duygudur ki, O’nu bilmeyenler ken-dilerinin Hakk’ı bildikleri zehabına kapılır, O’nu bulmayanlar bul-duklarını zannederler, görmeyenler de gördükleri hayaline kapılırlar.

Bilmeyenler bildüm sanur bulmayanlar buldum sanur Görmeyenler gördüm sanur nur-ı zatın yâ Rabbenâ (3/11)

Nefsin karşısında güçsüz ve perişan olduğunu söyleyen Ümmî Sinan, erdemler karşısında reziletlerin pençesinden şikâyetçidir. Ni-tekim o yalvarır Rahman’a kendisini varlığıyla diriltmesi için.

Nefs elinden avareyim Hırs elinden bi-çareyim Gayrı kime yalvarayım Al gönlümi senden yana (5/3)

Page 58: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

54 • Elmalı : Şehir ve Değer

Yâ Muhsin, nefis belasıdır insanı Sen’den uzaklaştıran, eğer gö-nül Sen’in ihsanını bulursa Sen’in yolunun yolcusu olacaktır artık. Nefis insana sunduğu dayanılmaz ve reddedilemez isteklerle onu sürekli meşgul eder. Bunun sonucunda Hak’tan ayrılık söz konusu olmasın. Ancak ayrılığın olmaması için de Yaratan’ın dışında hiçbir varlığı adanılmamalıdır. Sinan bu noktada her an, her zaman ve her yerde Allah’tan uzak gafletin pençesine düşmemeyi arzular. Ol za-man lisan O’nu söyler, akıl O’nu tefekkür eder, göz O’nu temaşa et-menin hasretiyle tutuşur yanar.

Kurtar nefsin belasından Can bu lutfı bula senden N’ola ihsan ola senden Al gönlümi senden yana (5/4)

Nefsin meyine kanmasın Firkat odına yanmasın Masivaya aldanmasın Al gönlümi senden yana

Daim sen ol dilde sözüm Seni fikreylesün özüm Gayrıya bakmasun gözüm Al gönlümi senden yana (5/6-7)

Ümmî Sinan Hz. Peygamber’e (s) olan aşkını da minnetle anar. Allah Sevgilisi’nin yeğeni ve damadı Aliyyü’l-Murtaza Hz. Ali’nin himmetinden de nasiplenmek ister.

Mustafanın minnetine Murtazanın himmetine Şol birligin hurmetine Al gönlümi senden yana (5/8)

Gözlerinin yaşlardan kurumaması için yalvaran Ümmî Sinan, i-lahî aşk ateşinin hararetiyle ciğerinin yanmasını arzular; arkasından da Hafî’nin sırlarına daha çok sahip olmak için dua eder. Ondaki Al-lah aşkı o kadar yoğun ve kesiftir ki, Yaratan’la âdeta yoldaş, dertdaş ve haldaş olmak için çırpınır.

Gözlerimi giryan eyle Hem cigerim biryan eyle

Page 59: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Ümmî Sinan’ın Gönül Dünyasında Sevgi ve Değer / B. A. Çetinkaya • 55

Esrarına hayran eyle Al gönlümi senden yana (5/9)

Aşkına yoldaş olmaga Derdine dildaş olmaga Sırrına haldaş olmaga Al gönlümi senden yan (5/11)

Sevgi ve muhabbet, Sinân’ı aşk pazarına düşürür. O artık dert a-teşiyle yanmaya namzettir. Hakîm’in sırrına vâkıf olup ârif olma pe-şindedir. Ledünnî (gayb) ilimleri bilerek irfan ehli olmaya çabalar.

Girdüm bu aşk bazarına komaz bu günüm yarına Yanmaga derdim narına pervane gelmişem sana

Ol küntü kenzi bulmaga sırrına ârif olmaga Đlm-i ledünni bilmege irfana gelmişem sana (7/9-10)

Đstikamet ve hakîkat yolunu bulmada zorlandığını düşünen Ümmî Sinan, ârif olmaya aday bir sûfî olarak aklını tam olarak kulla-namayan bir divane olduğuna inanır. O, çaresizlikten kendisini sırat-ı müstakim’e çıkaracak bir ele ihtiyaç duyar. Boş ve batıl ilimler onu varılacak menzile ulaştırmaz. Menzile varmak için kâmil bir rehber arar. Aksi takdirde vuslata ulaşamamanın kaygı ve sıkıntılarıyla karşı karşıya kalacağından korkar.

Ben bilmezem ahvâlimi bulmaga togrı yolımı Bi-çareyem tut elimi divane gelmişem sana (7/11)

Kendü zum-i ilmi ile menzile irmez kişi Var ara bir kamil er kim Salı vire yol sana (8/3)

Zâhirî ilimler ki, Sinân-ı Ümmî, buna fıkhı da dâhil eder. Fıkhın teknik tabirlerini kullanarak onu gerçek ilimler içerisinde görmeyerek hafife almaya çalışır. Mal, mülk ve paranın, aradıkları içerisinde ol-madığını görür.

Fıkh feraiz ilmi amdur am ile has olma kim Hasılın harca vefa kılmaz akçe vü hem pul sana (8/4)

Değer ve erdemlerin insana kazandırdıklarını hatırlatmak için, erdemsizlikleri zikreder. Bu çerçevede Sinan, buğz, gıybet, boş laf ve lakırdıdan uzak kalmayı öğütler. Yine o gurur girdabına kapılanın

Page 60: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

56 • Elmalı : Şehir ve Değer

çaresiz bir aciz olduğunu söyler. Bundan kurtuluş, kulluk ve köle olmaktır. Nitekim gururdan azâde olmanın sırrı köle olmaktır.

Meskenet babında başın top idüp atmak gerek Kim ki bugz u gaybet ü herze kılursa gel sana

Kibr ile ar ider isen aciz-i bi-çaresin Ger tutalum cümle alem bende vü hep kul sana (8/6-7)

Kendisini her şeye vâkıf bir bilgin zanneden insana sormak gere-kir. Ulaştığın yaşa kadar yıllar geçti de neler yaptın; yoksa boş mu geçti bu kadar sene. Đlâhî ilke nezdinde/katında bilgiçlik taslayarak hakîkate ulaşmak ne mümkündür.

Kanı şol kim kâmil-i dânâ sanurdı kendüni Gel sorarlarsa ne kıldun geçdi bunca yıl sana (8/10)

Gurur ve kibir içerisine düşüp de aklın ve zihnin kölesi olup ârif-lerin sunduğu irfan şerbetinden nasiplenmeyenden daha aciz kim vardır. Ümmî Sinan, onun için şuna inanır: Eğer gerçekten kişi hik-metin rehberliğinde âkil insan olursa, bu söylediklerinin onun için kifayet edeceğini düşünür.

Ucb idüp âriflere baş egmege âr eyleme Akıl-ısan işbu sözler az degüldür al sana (8/11)

Gaflet uykusunun derinliklerinden uyan da olanları ve var olan-ları temaşa et. Lisanın sana söyledikleri nasihatlar yeterlidir. Kim ki böyle halden kurtulmayı arzular. Hakîkatler âleminin sundukların-dan dolayı çile ve sıkıntıdan kurtulur.

Hey ölü misin uyur mısın uyan aç gözüni Gafil olma gafil olma gör ne söyler dil sana (8/12)

Her kim hayalin derdine uğramadı gülmez gider Vaslın şarabından içen duymadılar cevr ü cefa (10/5)

Hevâ ve hevesim beni doğru istikametimden uzaklaştırdı. Bu sözlerin akabinde Sinan devam eder: Hırs ve nefis yolumu şaşırttı da menzile ulaşmamı engelledi. Allah’ın varlığı, birliği ve yardımı bize arkadaş olsun ki, O’na karşı yaptığımız hata, yanlış ve günahlardan kurtulalım. Yoksa kibir batağında saplanan ve sapan Şeytanın tuza-ğından kurtuluşum, ancak Nâsır’ın inayet ve yardımıyla gerçekleşir.

Page 61: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Ümmî Sinan’ın Gönül Dünyasında Sevgi ve Değer / B. A. Çetinkaya • 57

Yanuldum togrı varmadum yolumı Şaşırdı beni hırs u nefs ü heva

Bize tevhid ü tevfikın refik it Hudaya ola kim bu cürmi sava

Sıgındum sundum al elimi Beni tutmasun Đblis agı ava (11/10-12)

Ümmî Sinan, Hz. Yusuf ve Zeliha’nın kıssasından hareketle Hz. Peygamber’e olan sevgi ve muhabbetini anlatır. Hz. Peygamber’e ithafen; “sen Mısır’a sultansın ben ise Zeliha’yım” diyen Sinan, sözle-rini şöyle devam ettirir: Ben bülbülüm aşkınla ah-ı figan ediyorum. Birlik bağında seni simgeleyen güllere konmaktayım ve senin adını zikretmekteyim.

Sen (ki) Yusuf Mısra sultan ben Zelihayam bugün Ya ne vaktin nur-ı vaslına irem ya Mustafa

Bülbülem aşkın elinden eylerem ah u figan Vahdetin bagında güllerin direm ya Mustafa (12/2-3)

Muhammed Mustafa Efendimize, Sinân’ın nazı devam eder: Yaptıklarımdan dolayı başım eğik yüzüne bakamıyorum. Gönül ve dil her zaman sana kerem eder, seni anar ve hatırlar.

Yüz karalıgın ahar armaganum yok sana Can u dil her dem sana ider kerem ya Mustafa (12/10)

Sinan, yine erdemleri hatırlatır bizlere. Bu kez kanaat sahibi ol-mak onun zihnindedir. Gafletin pençesine düşmemek gerektiği ko-nusunda uyarır. Aksi takdirde insan çok sıkıntılara maruz kalır, muzdarip olur.

Bu kanaat cübbesinden key sakın çıkarma baş Gafil olma adlar avlar seni de çiyner tolab (15/7)

Yokluk bahçesinin içine düşüp de özünü yitirme, güzellikler di-yarındaki bahçelerde elma, ayva ve üzüm gibi nimetleri görmelisin. Bu meyveler ki insana hakîkat âleminin sırlarını anlatırlar.

Bu fena bagında baga urma zinhar özüni Gör gülistan illerinde alma vü ayva ünnab (15/8)

Page 62: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

58 • Elmalı : Şehir ve Değer

Kalbini tevhid ve Rabb’in güzel isimleriyle arındır ve nurlandır. Nitekim kap-kacak kalaysız olduğu zaman bir işe yaramaz ve insana da layık değildir.

Kıl musaffâ kalbine tevhid ü esma nur-ı ıla Đnsana lâyık dimezler kim kalaysız olsa kap (15/9)

Fazilet ve erdem sahibi olmak Şeytan ve nefsin alanından uzak-laşmaktır. Eğer Şeytan ve nefse tabi olursan onların izleyicisi olursan cehennem ateşinin yakması yakındır.

Đblis-i nefse uyarsan bil cehennemdür yerin Turma anlarun yolunda varma kim ardınca şap (15/11)

Aşkın, sevginin ve muhabbetin lezzetini tadan Sinan için, dün-yanın sundukları da, öte dünyanın sundukları da önemli değildir. Gerçek zühd ehli, zaten cennet bağ ve bahçesinin gülüdür. Aşka talip olanın avında başka bir şey gerekmez.

Kimi dünya ister kimi huri Zâhid dir cennetin bagı gülzarı Aşka yar olanın av u şikarı Salında bir dahı hiç var mı ya Rab (16/5)

Mürşidin yokluğunu bir an için bile düşünmez Ümmî Sinan. Çünkü o bilir ki, bir rehber bir mürebbi olmadan insan gaflet çuku-rundan gözünü açamaz, özünü bulamaz. Gaflet ki insana kendisini de Hâlık’ını da unutturur. Đnsan ömrünü şiddetli rüzgarın önündeki çer-çöp gibi heba etmemeli. Nefsi onun ömrünü süpürüp götürme-meli. Hakk’ın yolu da her dâim O’nu anmak ve hatırlamaktan geçer.

Bir mürşide vir özüni gafletten aça gözüni Đzle ezelki izini sen yine senden al haber (22/3)

Gaflet seni yıglamasun dürlü suret baglamasın Can mülkünü t aglamasun cism ü batından al haber (22/7)

Sen meger ömrüni yellere virüp kıldun heba Hak yolına zikr-ile dur andan oldun bi-haber (23/4)

Ümmî Sinan gerçeğe ulaşamayan insana hitap eder. Onun eziyet, gam, keder ve sıkıntı içerisinde boğulup kaldığını, dolayısıyla kendi canını incittiğini söyler. Gönül âleminin sırlarını gezip seyretmekten

Page 63: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Ümmî Sinan’ın Gönül Dünyasında Sevgi ve Değer / B. A. Çetinkaya • 59

habersiz olanlara acır. Ve devam eder; düşünmeyen hayvanlar gibi kafan ipe bağlı bir şekilde ahırdasın. Bülbülün gül bahçesinden aldığı doyumsuz zevkten haberin yok.

Mihnet-ile bu fenâdan canına kıldun cefa Dost iline sırr-ıla seyrandan oldun bi-haber

Başını bend eyledün bi ahıra hayvân gibi Bülbülün gülzardegi zevkından oldun bi-haber (23/6-7)

Nefsin insana yaptığı zulümle hor ve zelil bir hâle düştün. Bu sözlere Sinan şunları ilave eder: Ey zavallı ademoğlu dert ve sıkıntı-lara çare olacak ilaçtan habersiz bir şekilde yaşıyorsun. Sana düşen düştüğün gaflet uykusundan bir an kurtulman. Hakk’ın Kelam’ından habersiz oldun. Hikmetin levhasına bakılsa, akıl onun karşısında karma karışık olur. Rızkı bol bol verip de tüm mahlukâtı besleyen Rezzâk; ateş, su, toprak ve rüzgârla insanı halk eder.

Sen bu nefsin zulmetinden kaldun uş hor u zelil Ey diriga derdine dermandan oldun bi-haber

Hey utanmaz niçe bir gafletdesin bir dem uyan Hak Taâla emrine fermandan oldun bi-haber (23/8-9)

Hikmetin levhine baksam aklım olur tarumar Od u su toprag u yel insan iden Perverdigar (24/5)

Varlık ve kâinattan geçen kimsenin menzilini, Ümmî Sinan, Al-lah’ın arşı olarak gösterir. Yokluk şarabından içip tadanın ise, varlığı Allah’ın hazinesine dâhil olur. Berzah âleminin afeti ise, bedbahtlık halinin nur haline dönüşmesiyle neticelenir. Nitekim âşıkların ziyaret mekânı, her dâim gönüldür, Beytullah’dır. Aşkın tadını bir kez a-lan/tadan; bâtın, gizli ve gaybî ilimleri keşfeder. Hakk’a yakın olur, ulaştığı hâl ve makâm ile ehl-i hâl arasına katılır.

Kevn ü mekândan geçenin Menzili arşullah olur Yokluk meyinden içenin Varlıgı kenzullah olur (27/1)

Berzah ilinin âfeti Pür-nur olur şekaveti

Page 64: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

60 • Elmalı : Şehir ve Değer

Âşıkların ziyareti Oldur ki beytullah olur (27/5)

Bulan bu aşkın dadını Keşf eyler ilm-i bâtını Mukarreb eyler adını Hal ile ehlullah olur (27/6)

Belâ ve ıstırap içerisinde olan kimse yaşadıkları karşısında sabır içerisinde bulunursa Allah’ın varlığında yokluğa hazırdır. Varlık ve hakîkat, Hak ile beraber olarak ona zâhir olur. Dert içerisinde bulan-mayı arzulamaktan uzak olmayan kimse, gönül ve kalp gözlerinin açılmasıyla nevruzlara ulaşır; bahar günlerine ve aydınlığa kavuşur.

Gir belâ meydânına gel yoklugı eyle kabul Ta varup seyr-i maallah seyrine ire bâzâr

Aşk-ı derdin şiddetinden fârig olma ey gönül Tâ visâl-i nevruzından açıla yevmü’l-bahar (28/6-7)

Âşıkların piri Ümmî Sinân’ın gönül âleminde, âşıkın canı şüphe-siz onun pervanesidir. Onun için yandıkça yanmak ister, hattâ yüzbinlerce defa yanmayı arzular.

Âşıkın cânı anun pervanesidür bi-güman Yandugınca yanmak ister sad hezarandur yanar (30/10)

Eğer Hakk’ın Kelâm’ı olmasa idi, lisan neyi ifade edecekti acaba, aşk ateşiyle yanıp ulaşılan mertebe, irfan mâkamından başka bir şey değildir. Hasta olan gönüller için dertlerinin çaresi, Rahman’a âşık olmaktır. Yine gönüller temizliğinin, saflığının ve hakîkatinin imanı da, Yaratan’a olan aşkın ifadesidir.

Dil ne söylerdi Hudânın nutkı olmasa aceb Aşk odının gör kemalin adı irfandur yanar (30/11)

Hasta-diller derdinin dermanı aşkullahdur Şol gönüller sıdkının imanı aşkullahdur (31/11)

Yokluk âleminde aşk için can veren ve elinden gelen her şeyi ya-pan kimse, âşık olanın hallerini bilir ve anlar. Âşıkın halini anlatmak istersen o tevhid içkisinin şarapçısıdır. Aşk şarabı, insana iki cihanda tatlı zevkler ve hazlar yaşatır.

Page 65: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Ümmî Sinan’ın Gönül Dünyasında Sevgi ve Değer / B. A. Çetinkaya • 61

Bu fena mülkünde aşka cân virüp baş oynadan Âşıkın ahvali sırrın kim bilür merdanedür (32/8)

Âşıkın hâlin sorarsan tevhidin hammarıdur Nûş ider aşkın şarabın dü cihândan farıdur (33/7)

Zühd içerisinde olsan bile bu sırra vâkıf değilsen zâhid olanın halini idrak edemezsin. Zira âşık için cananı bulmak için can vermek en karlı alışveriştir.

Sen bu sırdan zühdün-ile anlamazsın zâhidâ Can virüp cânânı bulmak aşıkın ol kârıdur (33/7)

Hocası ve rehberi Şeytan olan, küfür içerisindeki halini iman zanneder, inkârcının kalbindeki marazlı hal onun noksanlıklarının kavgası içerisine hapseder. Küfr ile iman arasındaki farkı anlamayan için kurtuluş imkân dâhilinde değildir. Nitekim fasık olanların kalp-leri için Şeytanın azdırması, ayartması ve yoldan çıkarması vardır.

Dersini Đblisden alup küfrini iman sanur Münkirin kalbinde naks olmış kurı gavgası var

Küfr ü iman neydügin fehm eylemez yokdur necat Fasıkın kalbinde her dem Đblisin igvası var (40/6-7)

Ümmî Sinan çok bilinen sûfî sözünü tekrarlar. “Nefsini bilen Al-lah’ı bilir”. Ârif olanın kalbini aydınlatan ve nurlandıran ışıkların kaynağı güneştir. Đman nuru yüzünden nurlar saçanların benizleri onların kâmil insan olduklarına işaret eder. Arif olanın sözlerindeki hikmetli ifadelerden de onların sözlerini dinleten olgun rehberler oldukları anlaşılır.

Nefsini fehm eyleyendür ârif-i billâh olan Ârifin kalbini envar eyleyen işrâk nedür (47/8)

Nur-ı imân berkı urup yüzinden envâr saçar Kâmil insan ister isen benizinden bellüdür

Sanasın kim her kelâmı lal ü mercandur dizer Ârife yâr olmaga dinle sözinden bellüdür (48/2-3)

Ancak ikiyüzlü insanların hile ve desiselerinden gafil olma sakın ve korun. Nitekim onların boğazlarından bellidir, yiyip içtikleri. Mâ-

Page 66: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

62 • Elmalı : Şehir ve Değer

rifet kamışının lezzetinden habersiz olanlardan sakınmak gereklidir. Onlar sadece yeşil kabuğu yerler, içindeki cevizin lezzetini habersiz-dirler.

Ehl-i zerkın hilesinden gafil olma gey sakın Yeyüp içdügi haramdur bogazından bellidür

Mârifet kamışı dadın bilmeyenden kıl hazer Dem-be-dem yeşil kabın yir, cevizinden bellüdür (48/5-6)

Söz ehlinin ve adamının kalbi olgunlaşmamıştır. Onun için kan döker, gönül kırar. Bir vilayetin baharının nasıl olacağı yazından belli olur.

Ehl-i kâlin kalbi çigdür anun-içün kan döker Bir vilâyet nevbahâr olsa yazından bellüdür (48/13)

Ümmî Sinan, tefekkür ve tezekkürü ifade ederken, tefekkür de-nizine dalanları, özleri ateş dolu oldukları için sırrı ifşa etmeyenler olarak vasıflandırır.

Tefekkür bahrına taldum temâmet Bu sırrı açmadum özüm tolu nâr (52/8)

Hakk’a yakın olan ve O’nunla beraber kişi, ârif olan kişidir. An-cak inkârcı ise, Allah dostlarının kerametini sihir olarak nitelendirir. Onun için hakikî âşık olan menzile ulaşmak için başını ortaya koyar. Sevgili’ye kavuşmayı dileyen her şeyi göze alan kişidir.

Hakk’a yakın olan kişi çok bilür ellerden işi Münkir olan evliyanın kerâmetin sihre sayar

Gerçek âşık olan kişi meydana kor can u başı Budur yar sevenin işi her ne gelse fahra sayar (55/3-4)

Ümmî Sinan, Hak aşkıyla yanmak ister. Bunu da kendi ifadesiyle ancak Hak lisânıyla anlatır: Hâlbuki o Hakk’ın narıyla yanmaktadır. Âşıklar, Cemal’in bağını seyre çıkmayı arzular. Sinan, Hak lisânıyla uyarır: Hem kim ki Hak’tan başkasını(gayrısını) ararsa, bu vuslata nâil olamaz. O, Rahim’in vechini temaşayı arzular. Yine Hak lisânı dile gelir: Sırlar Sırrı’nın vechi, binlerce yüzde akseder; ancak, kalp ve akıl gözleri açık olanlar bunun farkındadır. Sinân’ın Hakk’a duyduğu sevgi, aşk ve muhabbet gözlerindeki akan yaşlara dönüşür. Onun

Page 67: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Ümmî Sinan’ın Gönül Dünyasında Sevgi ve Değer / B. A. Çetinkaya • 63

nezdinde, gerçek âşıklar Yaratan’ın aşkıyla canlarını vermek isterler. Yine Hak lisanı dillenir: Hakikî âşık, her dâim Hakk’ın varlığında mükâfâtını/karşılığını alır.

Tutuşup nâr-ı aşkınla bu dil yanmak diler ya Rab Safadan tuymadun sen kim özün eyledüm pür-nâr

Đlâhî kılsun âşıklar cemâlin bagını seyran Đrişmez vasluma her kim bakarsa nakşıma zinhar (61/3-4)

Đlâhî gözlerim giryan olup görmek diler vechin Hezaran yüzde göründüm meger sen tuymadun esrar (61/6)

Đlâhî cümle âşıklar sana virmek diler canlar Gelen meydan-ı aşkımda benümle eyledi bazar (61/8)

Nefsinin marazlarından bihaber olan kişi insan değildir, Ümmî Sinân’ın gönül ve zihin dünyasında. Yine onun nezdinde ruhunun hakîkatlerinden habersiz olan da gerçek insan değildir. Ki bu tür var-lıklar insan olarak dünyaya gelir, ancak hayvan gider, Şeytanın esiri olurlar. Aşkla bütün âleme sığmayan kişi de insan değildir. Yine o-kuma yazması olsa da, çok seyahat etse de tevhid deryasında bulun-mayan da insanlıktan nasibini almamıştır. Şerîatı bildiğini söyleyen tarîkatı bulduğuna inanıp da hakîkat güllerini koklayamayan kişi de insan değildir. Ölmeden önce ölmeyi bilmeyen de insan değildir. Fe-na ve bekâ hallerini yaşamayıp sırra vâkıf olmayan da insan değildir. Allah’ın vahdetinde her şey toplanır. Ancak bu sırrın tahtına sultan olmayanlar da insan değildir. Gönül dünyasında selim kalpli olma-yanlar da insan değildir.

Kendi nefsinin illetin bilmeyen insan degüldür Hem ruhının hakîkatın bulmayan insan degüldür

Đnsan gelür hayvan gider Đblis anı turmaz yider Aşk-ıla cümle âleme tolmayan insan degüldür

Gerekse okusın yazsın gerek seyyah olup gezsin Bu tevhidin deryasına talmayan insan degüldür

Şerîatı bildim diyen tarîkatı buldum diyen Hakîkatın güllerini yolmayan insan degüldür

Çün buyurdu Hayrül’l-beşer mutu kable en temûtû Ölmedin ön bunda iken ölmeyen insan degüldür

Page 68: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

64 • Elmalı : Şehir ve Değer

Daşı fena-ender-fenâ içi bekâ –ender- bekâ Sırrı lika-ender-lika olmayan insan degüldür

Đrenler tevhid-i zata câmi olur her sıfata Bu sırrın tahtına sultan olmayan insan degüldür

Tıfl-ı mani zikr-i kalbi pir yüzinden tahsil idüp Sır ilinde kalb-i selim bulmayan insan degüldür (62/1-8)

Dosta gönül verildiğinde aşk onun için yar olur. Ancak kim de dosta gönül vermez ise, o aşktan rahatsız olur, bıkar ve usanır. Aşk dost ile mümkündür. Aşk olmazsa dost ile olan ilişki bela olur, ıstırap verir. Dostu görmek isteyen, ona ulaşmak isteyen, bu sevgi ve aşkla gözyaşı döker. Dostun kelamını söyleyen, aşk denizine dalar, cismi yanar ve ateş olur.

Ben ol dosta virdüm gönül aşk benüm ile yâr olur Kim ki dosta virmez gönül bu aşk andan bizâr olur

Benüm işim ol dost-ıla gelür bu aşk olur bela Bülbül gibi geldüm dile işüm ah-ıla zâr olur

Gözüm dostı görmek diler vuslatına irmek diler Gelür bu aşk döker yaşın gözüm sanki binar olur (64/1-3)

Kim ki dostun sözin söyler kim ki dostun gülin yıylar Daim aşk denizin boylar yanar vücudı nâr olur (64/6)

Allah aşkı, Ümmî Sinân’ın sözlerinde zirveye ulaşır. Akıl sahip-leri bu sevdaya sahip oldukları zaman Hak Teâlâ’yı temaşa ederler. O’nun huzuruna varıp melce-i âlâya vâsıl olurlar. Onlar sürekli aşkın verdiği hararetten yerlerinden duramazlar, dönerler ve sema yapar-lar.

Gelün ey merd-i âkıllar nazar kılun bu sevdaya Nice dil virdiler bunlar görün Hazret-i Mevlâya Cenab-ı Đzzete karşu uçup dergâh-ı alâya Döner gâhî döne geldi ezelden dönücilerdür (65/2)

Hak olmayana Hak diyenin, aşk âleminde yeri yoktur. Aşk ate-şinde beden ve cisim yokluğa gark olur. Allah’a gönül veren ve onun aşkıyla cânı ve dünyayı terk eden vuslata nail olur.

Page 69: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Ümmî Sinan’ın Gönül Dünyasında Sevgi ve Değer / B. A. Çetinkaya • 65

Gayr-ı Hakka Hak diyen aşka gönül virmedi Aşk odına varlıgın yokluga sayan gelür (62/2)

Kim ki sever Allahı gayrıyı kor vallahi Bu yola can u cihân terkine duyan gelür (62/4)

Allah’ın güzel isimlerini kalbiyle seslendirenler, âriflik maka-mında kemâlâtı yaşarlar. Onlar şerîat, tarîkat ve hakîkat ehlidirler. Tevhid ehli olmayanlar bu hali anlamazlar. Söz ehline söylenecek söz yoktur. Hâl ehli âşıklara hikmet ve irfanı anlatır. Hâl ehlinin sırrını çözemeyen cahiller, onları anlamaz. Dört kitaba da karşıdır, Şeytan ve onun takipçileri.

Kim ki Allah ismini kalbinde tekrar eyledi Ârifin oldur kemâli gayrı tekrar eylemez

Hem şerîat hem tarîkat hem hakîkat ehlidür Ehl-i vahdet olmayanlar ana ikrar eylemez

Ehl-i kâl insana degül yokdur ana sözimüz Ehl-i hâl âşıklara söyler bizüm irfanımız

Ehl-i hâlin sırrını fehm eylemez nâdân olan Dört kitaba lâ diyendür Đblis ü Şeytanımuz (72/2-6)

Can iline girmeyen hakîkat âlemini bilemez. Allah’ın arşını tema-şa etmek isteyenin, gönül iklimine girmesi gerekir. Mü’minin kalbi, Hakk’ın aynasıdır. Arınmış kalbi olanların bakacağı Beytullah, gönül aynasıdır.

Âlem-i kübrayı bilmez can iline girmeyen Gir gönül iklimini seyr eyle arşullaha bak

Mü’minin kalbin Huda kendüye mir’at eyledi Gel musaffa eyle kalbi sen bu Beytullaha bak (84/8-9)

Sinan, Yunus’u çağrıştıran hikmetli sözlere devam eder. O, sırat-ı müstakimden olanları, sâlih amel işleyenleri ve ölmeden önce ölenleri tevhidle baş başa bırakır. Gerçek amel ona göre, tendir. Doğruluk ise candır ve insanın ulaşması gereken mertebedir.

Togrı yola gelün didi Salih amel kılun didi

Page 70: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

66 • Elmalı : Şehir ve Değer

Ölmezden ön ölün didi Tevhidi yetmez kişinin

Togrı yola gelmeyince Ölmezden ön ölmeyince Hakkı bilüp bulmayınca Tevhidi yetmez kişinin

Amel didügümüz tendür Togrılık ana bir candur Đrmeye kim ki insandur Tevhidi yetmez kişinin (90/4-6)

Kalp, nefis, ten ve can; insanı meydana getirenler olarak varlıkla-rını Hakk’a yöneltirler. Aksi takdirde tevhid, o kişi için bir anlam ifade etmez. Varılacak menzil, kâmil insan olmaktır.

Kalbin nefsin tenin cânın Döndür Hakka külli yönün Hilâfı olursa bunun Tevhidi yetmez kişinin

Ne kadar âmil olursan Manide hâmil olursan Đnsan-ı kâmil olursan Tevhidi yetmez kişinin

Ümmî Sinân bu sözi kes Gayrıya eyleme heves Hatm olmayınca nefes Tevhidi yetmez kişinin (90/9-11)

Dervişlik için irfan lazımdır. Mârifet şarabını içmek her kişinin işi değildir.

Dervişligin vasfını dimege irfân gerek Mârifet yemişini yemege insân gerek (91/1)

Gönül muhabbet rengine boyandığında menzile ulaşır. Nefsine aldanan kimse, bir mürşidin eline yapışmalı, ancak böylece dost iline ulaşabilir. Tevhide dönmeyen sözlerin sahibi yüzler, dergâha dönmez. Özlerini de arındırmazlar. Dünya ve içindekiler geçici, ö-nemli olan can ve gönlü aşka ulaştırmaktır.

Page 71: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Ümmî Sinan’ın Gönül Dünyasında Sevgi ve Değer / B. A. Çetinkaya • 67

Aç gözüni bir dem uyan Sen ey gönül gel ey gönül Mahabbet rengine boyan Sen ey gönül gel ey gönül

Aldanma nefsin âline Yapış bu mürşide eline Đresin ol dost iline Sen ey gönül ey gönül

Tevhide dönder sözüni Dergâha dönder yüzüni Pak eyleyü gör özüni Sen ey gönül gel ey gönül

Bilürsin bu cihân fâni Senden evvel gelen kanı Aşka ulaşdur bu canı Sen ey gönül gel ey gönül (98/1-4)

Ümmî Sinan Hak yolunun yolculuğuna çağırır, gönül erlerini. Onları, erenlerin yolundan çıkmamaları konusunda uyarır ve ikaz eder. Evliyanın yüzlerinden ve izlerinden ayrılmamaya çağırırken, diğer taraftan Şeytan’ın sözlerine aldanmamalarını ve ondan sakın-malarını ister. Sözlerin doğru olması ve yapılan her türlü eylemin karşılığının olacağını hatırlatır bize Sinan.

Ey gönül togrı git Hakkın yolına Erenlerin cıgırından çıkma gel Dilersen maksudun ayan bulma Cihanın nakşına becid bakma gel

Ne gördünse evliyanın yüzinden Đşle ayrılma anlarun izinden Hazer eyle sakın Đblis sözinden Dergahda namını verüp yakma gel

Niçe bir ben deyü davi kılasın Her ne işledünse bir gün bulasın Sözi togrı söyle mümin olasın Yılan gibi irdügüni sokma gel (99/1-3)

Page 72: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

68 • Elmalı : Şehir ve Değer

Sinân’ın gönül ve zihin dünyasında âlimler ilimleriyle varlık ala-nına çıkarken, âşıklar âlemi seyre koyulurlar, ârifler ise isyanı gizler-ler.

Âlimler ilm-ile erkân iderler Âşıklar âlemi seyrân iderler Ârifler isyanı pinhân iderler Görüp işitdügün ilüp çakma gel (99/4)

Öte dünyada cennet kapıları açılacak, Hakk’ın rahmeti zuhur e-decek, noksanlıklar ve eksiklikler affedilecek. Onun için kimsenin suçunu ifşa etme ve gizle. Cahillerden sırrını gizlemek, alçaklık çu-kurlarından uzaklaşıp ummana dalmak gerekir.

Yarın cennet kapuları açıla Hakkın rahmetleri halka saçıla Ola kim eksüklerinden geçile Kimsenün suçuna lakap takma gel

Sular gibi çagla aslını özle Fâş itme câhile sırrını gizle Alçaga meyl idüp ummanı gözle Dagıluban her yanaya akma gel ( 99/5-6)

Dünyaya aşırı bağlanmak ve demir atmak, Ümmî Sinan için al-datıcı bir haldir. Sineğin yaptığı gibi örümceğe sarılmamak; bülbül olup gül bahçesinden ayrılmamak; arı gibi her çiçeği koklamamak gerekir.

Bu dünyanın yoklugına darılma Sinek gibi ankebuta sarılma Bülbül olup gülistandan ayrılma Aru gibi her çiçegi kokma gel (99/7)

Yediğin lokmanın helalliğine ve temizliğine bak. Hayvanlar gibi ne bulursan ondan yeme. Nihayetinden her şey fani sen de fanisin. Ancak kâmiller görünmez ve sırdır. Đnsan için akıbet ve mekân top-raktır.

Göre bu dünyayı irküp dereni Anca bir saatdur anun viranı Lokmanı pak eyle ele giren Hayvan gibi bogazına dıkma gel

Page 73: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Ümmî Sinan’ın Gönül Dünyasında Sevgi ve Değer / B. A. Çetinkaya • 69

Ümmî Sinân eydür fanidür cihan Anca bir kâmiller olupdur nihân Bir adım türabda sana da mekân Bulunur şimdi havadan bakma gel (99/8-9)

Ümmî Sinan düşüncesinde tevhidin ehemmiyeti her dâim geniş yer bulur. O, tevhid deryasında deniz olanı çağırır. Rahim’in rahmet nehrinde insaniyet ve yiğitlik arar. Onun düşüncesinde kalp hastalık-larının çaresini Lokman Hekim sunar. Ey Allah’ım dertli ve sıkıntılı olanların devası da hikmet ilminde gizlidir. Gönüllerin gıdası olan ilim ve irfan, okunan Kur’ân’ın esrarlı ve şifalı ayetlerinde saklıdır.

Tevhidin deryasına bahri olan gelsün berü Ol Rahimin rahmeti nehrinde Mürvet ehliyem

Sundı Lokman kalb-i emrâzın devasın ya Gani Derdlü canlara saladur ilm-i hikmet ehliyem (102/6-7)

Gönlüme yagan hemişe ilm ü irfândur benüm Söyledigi bu dilimin sırr-ı Kur’ândur benüm (103/1)

Marazlı gönülleri sıhhatine kavuşturacak kapının anahtarı yine ilim, hikmet ve irfan hazinelerinde bulunur. Hikmet ve irfan sahibi, hekimler hekimi pîr ve üstad, Lokman’dan başkası değildir. Aşk şa-rabı, dert ehli âşıklarını şifaya kavuşturacak yegâne ilaçtır.

Kalb-i emrâzın devası babının miftâhıyam Pir ü üstadım sorarsan bil ki Lokmandur benüm

Sâkıyem meydana girdim aşk elinden sundugum Ehl-i derd âşıkların derdine dermandur benüm (103/6-7)

Nihayetinde Sinan, her derdi bildiğini ve çare olacak reçetenin kendisinde olduğunu ve dolayısıyla zamanının Lokman’ı olduğunu anlatır. O her derde deva olan bu yeteneğini hikmet ilmiyle kazan-mıştır. Hikmet sanatı ki, Hâlık, var olan her şeyi onunla yaratmıştır. Vahdet-i vücud düşüncesinin bir temsilcisi olarak Ümmî Sinan, her şeyi hikmetle var eden Hükümdarlar Hükümdar’ının kendisi oldu-ğunu ifşa eder.

Âhir zaman Lokmanıyam gelsün beri derdin bilen Hikmet ilmine ireli derde derman satar dilim (106/4)

Page 74: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

70 • Elmalı : Şehir ve Değer

Sanatımızın zerresinden cümle âlem oldı var Hikmet ile küllî şey’i var iden ol Hân menem (108/2)

Aşk, yakar ve pişirir. Dert ve sıkıntı ateşi de yakar. Sinan, bu acı-lar çekilmeksizin elde edilen şan ve şöhretin anlamsızlığının farkın-dadır. Nitekim aşk ki, derdi verir ve çektirir. Sinan da bu dertle dert-lenir. O, aşka ulaşamazsa iki cihanı da istemez.

Ben bu aşka düşmesem yanuban tutuşmasam Derd odında pişmesem ad u sanı neylerem

Gayrısından çeküp istedügüm derdidür Derdin virmezse bana dü-cihanı neylerem (109/3-4)

Lanetli Şeytan kişiyi ayartır ve azdırırsa zafer kazanır. Ancak tevhid onun baştan çıkarmasına ve yolu şaşırtmasına müsaade etmez, Đblis’in saptırmalarına karşı siper olur.

Đblis-i lâin ider igva diler bula zafer Tevhidim siper olupdur düşmana yol virmezem (110/7)

Âşıklar için menzile ulaştıracak hakikî rehber Kur’ân’dır. Rehberi Kur’ân ayetleri olan ârifin kalbi de, ilim ve irfan ile doludur.

Âşıka mürşid olan ayât-ı Kur’ân anladum Ârifin kalbinde her dem ilm ü irfan anladum (110/1)

Hak aşığı her dâim, Allah aşkıyla hemhâldir. Aşk, ilim ve irfan namzeti için yoldaştır, arkadaştır. Aşk sayesinde, o iki âlemin de sul-tanı ve hükümdarı olur.

Aşkına baglıdur başım aşkdur daima yoldaşım Aşk-ıla ben dü cihanın sultanıyam sultanıyam (112/4)

Habibler Habib’ine kavuşturan şaraptan tadan doymaz. Sinân-ı Ümmî’nin zihninde aşk bardağına dolan şarap denizdir, ummandır; bitmez ve tükenmez. Đçen, ondan içe içe şaraba kanmaz, yine içer. Ve sürekli içmek ister.

Vuslat şarabından içüp hayran olan gelsün berü Toldurdum aşkın camını geldüm ol bahrda idüm (113/4)

Ârifleri vâsıl oldukları makam ve mertebelere ulaştıran hikmet-tir. Ki, Sinan da bu yolla kemâlâta ulaştığından dem vurur. Aynı za-

Page 75: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Ümmî Sinan’ın Gönül Dünyasında Sevgi ve Değer / B. A. Çetinkaya • 71

manda bu derece, erenlerin menzilidir. Erenlerin arasındaki hâl ehli-nin haberleri, söz ehli için nimettir, şifadır, lütuftur.

Hikmet ile âriflerin makamına irdi yolum Erenlerin menzilini soylamadan geçemedüm

Ehl-i hâlin haberidür ehl-i kâle nimet olan Men hâl-ıla hon toylamadan geçemedüm (117/5-6)

Ümmî Sinan hata, yanlış ve günahlarını bilen ve bundan utanan ademlere seslenir. Eğer onlar yaptıklarından pişmanlık gösterip ba-ğışlanma dilerlerse, Ğafur’un merhamet ve bağışlamasından nasipdar olacaklardır.

Hata ehli olan kimse hatasına haya itse Atalar kıluram ana keremler kanı gufranam (118/13)

Đlim ve hikmet, irfan ile bir araya gelince, kalp, akıl ve be-den/cisim halâs olur, kurtulur ve özgürlüğüne kavuşur. Hikmet il-miyle dolan suretler, aşk ilacını elde ederler, irfan mertebesine ulaşır-lar.

Kime fazlım kılam ihsân olur fikrim ile hayrân Tola hikmet ile kalbi diline geldüm irfânam (118/14)

Đlm-i hikmet ile toldı vücudum Ayn-ı irfân oldum aşka uyaldan (124/7)

Şerîat ve tarîkat, ruh ve nefis ahlâkını kazandırırlar. Mârifet ile hakîkat ise, âşıkların manevî hazları ve zevkleridir. Ârif ise, Hakîm’in ona verdiği hallerin vasıflandırdığı kâmil insandır.

Bil şerîatla tarîkat manevî ahlâkıdur Mârifetle ya hakîkat âşıkın ezvâkıdur Ârife kısmet olan Hudan anun ıtlakıdur Menzile a’la vü a’zam hem bulardur bi-gümân (126/5)

Sevgili için, onun temiz pâk gönlü için, Lokman’a verilen hikmet yeter. Đmrenilerek ve arzulanarak bakılacak temiz ve pak kalbe sahip olmak isteyenin, hikmet ilminin nimet ve lütuflarına talip olması gerekir. Kur’ân’ın ayetlerinin fısıldadığı hikmet sırları, Đlahî sanata tâlip olanlar için birer delil ve nazar-gâhtır.

Page 76: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

72 • Elmalı : Şehir ve Değer

Bugün hikmetde Lokmanam kılam dil-dâr içün dil pâk Nazar-gâh olmaga kalbi ana vird isteyen gelsün

Ben ol Burhan-ı a’lâdan okıdum hikmetin sırrın Đlâhî sanata irmiş ki şâkird isteyen gelsün (128/7-8)

Ümmî Sinan, nefsini bilmeyi isteyenleri davet eder: Haller içinde halini görmeleri için. Eğer hakîkat âleminin arayıcısı, beden ve cis-minde dolaşmak, seyahat etmek isterse Sinan onun yolunu da göste-rir. Erenlerin bir bakış fırlatmalarıyla irfan ve hikmet kazanından nasipleri olanlar ondan faydalanır.

Berü gel nefsini bilmek dilersen Nedür göstereyin haller içinde

Vücudun mülkine cevlân idersen Yolın ögredeyin yollar içinde

Erenler her kime kılsa bir nazar Söylenür irfânı diller içinde (158/2-4)

Hikmet ilmiyle iştigal edenler gayb sırlarından haberdardırlar. Gönül ilinden temaşa edilen Hak sırlarını anlamak ve kavramak is-tersen, onlarla hemhâl olmak ve halvet olmak gerekir.

Đlm-i hikmet ehline söyle ledünni terkibin Cân ilinden görilen fehm eyle sırrullah ola (163/12)

Âlim, ârif, âşık ve tâlip; kâmil insan olmaya namzettirler. Âlimin ilmi irfanla tezyin olur. Ârifin aradığı Rahman’ın arşında saklıdır. Hakk’ı temâşâ etmek âşıkların hakkıdır. Tâlip ise Rahman’a ulaşmak için Canân’a kavuşmak ister. Kâmil insan kemâlâtının farkındadır. Ancak onun için de himmet ve burhanın ziyadeleşmesi elzemdir.

Âlimin ilmi gerekdür ilm ü irfân üstine Ârifin sırrı gerektür arş-ı Rahman üstine

Âşıka hakka’l-yakindan görinür tevhid-i zat Sâlike seyran gerekdür hur u gılman üstine

Dü cihân deyyarının ahvâlıdur şerh itdügüm Tâlibe Rahman gerekdür câna cânân üstine

Kâmil insanın kemâlın söylerin anlayana Himmet ü burhân gerekdür kâmil insan üstine (164/1-4)

Page 77: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Ümmî Sinan’ın Gönül Dünyasında Sevgi ve Değer / B. A. Çetinkaya • 73

Sinan’da Yunus’la benzeşen dörtlükler bitmez tükenmez. Yu-nus’un “Bana seni gerek seni” dediği gibi, Sinan da geçici ve yok olu-cu dünyadan, maldan ve mülkten şikâyetçidir. Onun aradığı değerler dostluktur ve vefadır. Vefasızlıktan, dünyevileşmekten, aldanmaktan uzaktır ve onların düşmanıdır. Ümmî Sinan tıpkı Mevlana gibi “yanmayı ve pişmeyi” talep etmekte ve arzulamaktadır.

Aceb bu fâni dünyada Dostdan vefa bulmayam mı Dünüm günüm ah-ıla zâr Ömrüm geçe gülmeyem mi

N’eylerem ben ad u sanı Kon yanayım düni güni Behey derdlü yürek seni Dilim dilim dilmeyem mi

N’iderem ben malı mülki Anlaman aldanam belki Meni her dem yakar şol ki Aceb anı bulmayam mı (172/1-3)

Sinan dünyaya, mala, mülke ve onları elde etmek için işlenen er-demsizlikleri birer birer zikreder ve onlardan sakınmayı tavsiye eder. Artık dünya ve kâinat yaratıldığından beri çok zaman geçmiştir. Ahir zamana yaklaşılmıştır. Nitekim bunun işaretleri de gözükmekte ve zâhir olmaktadır. Ümmî Sinan ortaya çıkan dört âlameti zikreder: Cehalet, diğer bir ifadeyle ilmin kaybolması. Fakirler, Şeytan’ın al-datması ve ayartmasıyla hallerinden şikâyetçidir. Dolayısıyla sabır denen faziletli hâl ortadan kalkmaktadır. Dünya sevgisi, hayırların kapısını kapatmıştır. Zenginler hırs ve gafletlerinden dolayı yardım ve infaktan uzaklaşmışlardır. Âlimlerin hali perişandır. Đlim olarak sürekli ebcetle uğraşırlar. O kadar ki küçük bir çocuk bile bu ilme vakıf olsa, o bile elde ettiği bu ilmi satmaya çalışır.

Ey gönül bak kâinata gör cihânın halini Âhır olmışdur zamanın vadesi gözle bunı

Zira çok dürlü alâmetler belürdi yir yirin Meşrik u magrib arası geydi cehlin zulmuni

Page 78: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

74 • Elmalı : Şehir ve Değer

Fakirin hâlin sorarsan pür-şikayet Tanrıdan Hırs-ı nefsin igvası-y-la şeytan almış sabrını

Hubb-i dünya balçıgı-y-la yapdı hayrın kapusın Kaklamışdur hırs u gaflet agniyanın gönlini

Âlemin ilmin sorarsan şöyledür bahsi müdâm Ebced örgense bir oglan satmak ister ilmini (175/1-5)

Dünyaya hırs, tekke ve tasavvuf erbabını da bozmuş ve yarala-mıştır. Sinân-ı Ümmî müridlerden de pîrlerden de şikâyetçidir: Müridlerin mal ve mülk için mücadeleleri o dereceye ulaşmıştır ki bütün sırları ifşa etmeye kadar işi götürmüşlerdir. Pirlerin gönlünde ölüm, âhiret ve öte dünya korkusu kalkmış, sözleri de bu duruma şahittir.

Hırs-ı dünyanın elinden bak müridin cengine Açmak isterler meşâyih perdesinden sırrını

Pirlerin gönlinde yokdır hergiz ölüm korkusu Sanki şol hub zamandur gözler-isen kavlini (175/6-7)

Ümmî Sinan âdeta yaşadığımız zamana gelmiş, insanımızı ve toplumumuzu tahlil etmektedir. Onun sözlerinden yola çıkarsak; Ahlâk, hayâ ve edepten uzaklaşma had safhaya ulaşmıştır. Genç kız ve oğlanlarda hayâsızlık ve edepsizlik yaygınlaşmıştır. Örümcekler mescit kapılarında ağ bağlamışlar; zira imamların ve vaizlerin anlat-tıkları cemaat ve topluma tesir etmemekte ve o insanlar da bundan dolayı bir rahatsızlık duymamaktadırlar.

Ne hatunlarda haya var ne kız oglanda edeb Ne yigitlerde kemâlât var göreler fi’ilini

Mescidin kapularına yapdı evler ankebut Çün cemaat yok imamın tesir itmezdür üni (175/8-9)

Adalet, hak ve hakîkat hâkimlerin gönüllerinden uzaklaşmış; yöneticiler adaleti ortadan kaldırmışlar. Hâkimler de halka zulüm ateşiyle muamele etmektedirler. Sinan’ın düşüncesinden zulüm, hak-sızlık ve gaflet dünyayı yakıp yıkar. Bunun sonucunda keder, kaygı ve sıkıntılar o kadar yaygınlaşır ki, hiç kimse kimsenin halinden ha-berdar olmaz. Herkes kendi derdiyle baş başa kalır.

Page 79: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Ümmî Sinan’ın Gönül Dünyasında Sevgi ve Değer / B. A. Çetinkaya • 75

Padişahlar dürdi adlin defterin yakdı oda Saçdılar begler hâkimler halka zulmün odını

Zulm ü gafletden cihân uş tutuşup par par yanar Gussasından kimse bilmez kimsenün ahvâlini (175/10-11)

Arif olanlar Şeytanın oyunlarını bilir. Onun oyunları cehaletin yaygınlaşmasına sebep olur.

Ârif olan bildi Đblis çerisinin cengini Her kişinin üstine kılda havale cehlini (175/12)

Eğer yarını ve ötesi isteyenler var ise, Ümmî Sinan onlara elde tuttukları birikimlerini yığmamalarını, dağıtıp infak etmelerini öne-rir. Böyle yapanlar erenler ağacına çıkarlar ve orayı mekân edinirler.

Her kim ki ister yarını bıraksın elden varını Dikdüm erenler dârını ber-dâr olursan gel beri (177/2)

Đki yüzlülük ve riya, kaba sofuluk ve hevâ, Ümmî Sinân’ın gö-züyle bakıldığında insanı yâre, sevgiliye ve dosta ulaştırmaz, yakınlaştırmaz. Đki gözü yaşlı ve yüreği ince sevgili olursan gönül ilinde dolaşırsın. Yaratan da kendisinden başkasını seveni sevmez, dost olarak kabul etmez. Ancak dünyayı terk eden bir kimse olursan o zaman erenler yolunda mesafe alırsın.

Zerk u riyâ zühd ü hevâ kılmaz seni yâre revâ Yekdür dü çeşmi yaş olup dildar olursan gel beri

Hak kendini sevenlerin gayrıyı sevmez sevdigin Cânı cihânı terk idüp deyyâr olursan gel beri (177/3-4)

Hikmet ilminden nasiplenen marazlılar, Lokman’ın elinde şifa bulur, deva bulur. Aşk meydanında aşk şarabından içenler, hakîkat âleminin sâkinlerinden olurlar.

Đlm-i hikmetin zerresi vârisligi geldi bize Derd ehlinin Lokmanıyam timar olursan gel beri

Meydân-ı aşkın meyinin kâr-hânesidür kurdugum Aşkın şarabından içüp hammâr olursan gel beri (177/6-7)

Ümmî Sinan, kendisini dost bağının mimarı olarak vasıflandırır. O, virane gönüllere dostluğun kıymet ve nimetini anlatır. Bundan

Page 80: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

76 • Elmalı : Şehir ve Değer

nasip alanlar için, dikenlik ve çalılık olan alanlar gül bahçesine dönü-şür.

Dost bagının mimarıyam virane dildür yapdıgum Geçüp haristan mülkini gülzâr olursan gel beri (177/8)

Beden kafesinden gönlü kemâle erdiren can mülkünü yakar ve yok eder. Aşk ateşiyle o yanar, yanar; kıpkırmızı ateş haline kalp o-lur. Canını ve kendini sevenler ise, Sevgili’ye kavuşamaz, ulaşamaz. Canı ve nefsi tatlı olanlara bunlar yabancılaşır ve başkalaşır ise, onlar da vuslata ererler.

Can mülkini yakmayanın mertebesidür mâ sivâ Yakıp bu aşk odı ile pür-nâr olursan gel beri

Cânın seven irmeyiser ol canânın vuslatına Sen dahı tatlu canına agyar olursan gel beri (177/9-10)

Hayal dünyasının bağına bağ olanlar, yiğit ve mert olurlar. Dün-ya nimetlerini terk edip sarık ve cübbeyi tercih edenler, gönül âlemi-nin tâliplerinin arasına katılırlar

Nakş-ı hayalin bagına bend olma ki merdân isen Terk-i cihân u cübbe vü destâr olursan gel beri (177/11)

Dost bayramına herkes can ve kurban olamaz. Dosta cân olanlar, gerçek gönül şahı olurlar.

Sanma ki dost bayramına kurban iderler her cânı Dosta yarar cânın olup serdar olursan gel beri (177/12)

Ümmî Sinan, fazilet ve erdem timsali kâmil bir insanı anlatır. Ona göre, Mü’mine rahmet nazarıyla bakmayan şeytanın esiri olan kişi ve nefsini bilmeyen kimse Müslüman değildir. Güzel amel işle-yenin amelleri zâhirde kalırsa, onun yaptıklarının bir amacı ve fayda-sı yoktur. Taklitçi insan, gösterişe ve görünene itibar eder. Aşk ateşiy-le yanan, görünüşten uzak kimsedir.

Mü’mine rahm itmeyen şeytan müselman olmadı Nefsini fehm itmeyen insan müselman olmadı

Sünneti zâhirde kalan kişinin yok sünneti Rûh-ı insani dinen oglan müselman olmadı

Page 81: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Ümmî Sinan’ın Gönül Dünyasında Sevgi ve Değer / B. A. Çetinkaya • 77

Ey mukallid nefsini kibre imaret eyledün Gel bu aşkın nârına sen yan müselman olmadı (192/1-3)

Peygamberî yolu seçenler, Hz. Peygamber gibi fiiliyatta bulunur. Câhillik, tevekkül bahçesine uğramaz. Gerçek mütevekkil Hakk’a teslim olandır.

Hak Muhammed yolına girdüm diyen kimse bugün Görmediyse söylese yalan müselman olmadı

Kılmadı Hakka tevekkül cahilin gör nefsini Haml ider kim içmege ol kan, müselman olmadı (192/4-5)

Münkirin gözü hakîkat âlemine kapalıdır. Onun gözleri zulmet perdesiyle ve setresiyle örtülmüş; Cehâlet çemberiyle etrafı kapan-mıştır. Can iklimi harap olanlara, nefislerinin sözü geçer. Tevhitten nasiplenmeyenlere sultanlık kapısı kapalıdır.

Ehl-i inkarın gözine gör ki zulmet perdesi Kaplamışdur küfr-ile tugyan müselman olmadı

Nefsine fermân olup can iklimin eyler harab Lâ diyüp illâ dimez ol hân müselman olmadı

Ey Sinân Ümmî dalâlet zümresinde kalma sen Tevhidi inkar iden inan müselman olmadı (192/6-8)

Ümmî Sinan, nefis ve şeytanın ayartmaları ve tuzaklarına karşı gönül ikliminin tâliplerini ikaz eder. O, öncelikle Nasîr’in yardımın-dan meded umarak başlar. Nefis, insana karşı en tehlikeli düşmandır. Nefsin ağına hapsolana, hiçbir öğüt ve nasihat fayda vermez. Hırs ve gaflet, âdemoğlu için iki tehlikeli zehirdir. Bu iki rezilet, insanı zavallı ve biçare duruma gark eder. Nefisle birlikte Şeytan da ayartmak ve saptırmak için her an çalışma ve uğraş içindedir.

Ya Rabbenâ ferd ü ahad nice yuna yüz karası Lutf idüben eyle meded senün elinde çaresi

Nefsim bana olmadı yar çün eydürem âh ile zâr Hiç ögüdüm kılmadı kâr Allah işin onarası

Bagladı hırsa özimi kapladı gaflet gözümi Udlı düşürdi yüzümi oldum anun avaresi (193/1-3)

Page 82: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

78 • Elmalı : Şehir ve Değer

Rahman’dan müsaadeli Şeytan, insanları ayartmak için takip e-der ve fırsat kollar. Đnsan her dâim Şeytan ile Nefsin hile, tuzak ve düzenbazlıklarından Âlemlerin Rabb’i ve Yaratıcısı’ndan yardım ve inayet dilemelidir.

Đblis gelüp tedbir ide hannâs ile el bir ide Yani ki Hakdan dur ide ister beni aparası

Nefs yoluma tuzak kurar ol beni yolumdan ırar Ya Rab elinden sen kurtar oldum anun mekkâresi (193/4-5)

Nihayetinde Ümmî Sinân’ın dediği gibi, Kerîm’den kerem ve ik-ram dilemenin dışında insanoğlunun yapacağı başka hiçbir şey yok-tur. Kerem Sahibi’nden kerem istemek, kerem ummak ve bunun so-nunda kerem ehlinden olmak; maksuda ulaşmak ve menzile vâsıl olmak için yegane yoldur. Aksi takdirde keremsiz çemberi-nin/zincirinin kirlenmiş halkaları arasına katılmanın ıstırâbı yaşanır.

Kerem ehli kerem kılmak keremdür Keremsizden kerem ummak kir emdür (199)

Page 83: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı’nın Canlarından

Vâhib-i Ümmî’de Ahlâkî Değerler

Ahmet ÖGKE∗

Nefsini fehm etmeyen hayvân gelir hayvân gider

Nefsini fehm eyleyen insân gelir insân gider∗∗

(Elmalılı Hz. Vâhib-i Ümmî k.s.)

Giriş : Ahlâk ve Değer Kavramları

Arapça kökenli olan ve “yaratma, yaratılış, yaratılmış” gibi anlam-lara gelen ahlâk, sözlükte “huy, tabiat, seciye, yaratılış” demektir. Bu açıdan ahlâk, “insanın rûhî / mânevî / psikolojik yapısını, tutum ve davra-nışlarını belirleyen iyi veya kötü her türlü özellikleri” ifâde eder. Đmam Gazzâlî’nin (ö. 505/1111) târifine göre “Ahlâk, insan nefsinde yerle-şen öyle bir hey’ettir (meleke / yeti, kompleks yapı) ki, bütün fiil ve davranışlar, hiçbir fikrî zorlama olmaksızın, düşünüp taşınmadan, bu meleke (yeti) sâyesinde kolaylıkla ve rahatlıkla ortaya çıkar.”1

Ahlâk, “Neyi yapmalıyız?” ve “Neyi yapmamalıyız?” sorularının cevâbını araştırıp ortaya koyan bir ilimdir. Hayır (iyi) ve şer (kötü) hakkında bilgi vermeyi, insan olarak uymak zorunda olduğumuz temel ilke ve kuralları, görev ve sorumlulukları tanıtmayı, böylece de ahlâkî ve toplumsal bakımdan mükemmel bir insanlık meydana ge-tirmeyi amaçlar.

Ahlâkın temeli, “mutluluk” ve “sevgi” ilkeleri üzerine kuruludur. Zira bir insan, kötü ahlâktan sakınıp içini ve dışını güzel ahlâka âit özelliklerle donatırsa, her şeyden önce kendisi mutlu ve huzurlu olur

∗ Doç. Dr., Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Van. ∗∗ Vâhib-i Ümmî, Dîvân, (Elyazması), Abdullah Ekiz nüshası, 185/1. beyit. 1 Đmam Gazzâlî, Đhyâu Ulûmi’d-Dîn, c. I, s. 53.

Page 84: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

80 • Elmalı : Şehir ve Değer

ve aynı zamanda başka insanları da mutlu ve huzurlu kılar; dolayısıy-la Allah tarafından sevildiği gibi, insanlar tarafından da sevilir.

Ahlâk teriminin felsefede en yakın-ilişkili olduğu kavram ise de-ğerdir. Đnsan, “şey”leri (eşyâ), sâhip oldukları özelliklere göre “iyi–kötü”, “güzel–çirkin” vb. şekillerde niteler. Bu niteleme, o “şey”in değe-rini ifâde eder. Felsefenin iyi–kötü, güzel–çirkin gibi değerleri ele alan disiplinine genel olarak değerler felsefesi adı verilir. Bilindiği gibi bu kavramın bir yönü ahlâk felsefesinin (etik), bir yönü de sanat felsefe-sinin (estetik) özel ilgi alanına girer. Çoğunlukla “iyi–kötü” şeklinde dile getirilen etik değerler ile “güzel–çirkin” olarak ifâde edilen estetik değerler arasında paralellikler bulunduğu ileri sürülür.2

Ahlâkı güzelleştirmek esâsı üzerine kurulu tasavvufî öğreti de uy-guladığı kendine özgü eğitim yöntemleriyle (riyâzet ve mücâhede) kötü huyları giderip iyi ve güzel hasletlerle donatmaya çalıştığı insanı kemâl seviyesine ulaştırmayı hedefler. Kemâle erip ilâhî aşkı tadan insan, artık Güzeller Güzeli’ne vâsıl olabilecek haslet ve nitelikleri elde etmiş demektir. Elbette bu yol, çok zorlu, sıkıntılı ve çetindir; hattâ O’nun yolunda canı bile fedâ etmek gerekmektedir. Ama netîcede elde edilen vuslatın tadı, paha biçilmez güzelliktedir; bu yolda çeki-len her türlü acı ve ıstırâba değecektir.3

Başta da kısaca değindiğimiz gibi, ahlâkın iyisi de vardır, kötüsü de; yâni insanın sâhip olduğu iyi huylar da vardır, kötü huylar da.. biz, bunların bütününe ahlâk diyoruz. Đyi huylardan oluşan güzel ahlâk (ahlâk-ı hamîde / övülmüş ahlâk), insanın sâhip olduğu pozitif değerleri / artı kıymetleri / olumlu özellikleri ifâde eder. Kötü huy- 2 Bk.: John Herman Randall – Jr. Justus Buchler, Felsefeye Giriş, Çev.: Ahmet Arslan,

II. baskı, Đzmir, 1989, s. 225; Çiçek, “Kadîm Üç Felsefe Problemi Bağlamında Mev-lânâ’nın Mesnevî’sinde Metaforik Anlatım”, s. 308; Ayrıca değerler psikolojisi hakkında geniş bilgi için bk.: Erol Güngör, Değerler Psikolojisi, Amsterdam, 1993.

3 Mahmut Erol Kılıç, Sûfî ve Şiir: Osmanlı Tasavvuf Şiirinin Poetikası, III. baskı, Đstan-bul, 2004, s. 171 vd. Tasavvufta aşk felsefesiyle ilgili geniş bilgi için bk.: Đzzüddin Abdüsselâm el-Makdisî, Hallü’r-Rumûz ve Mefâtîhu’l-Künûz, Çev.: Hayri Kaplan, (Sırların Çözümü ve Hazînelerin Anahtarları), Đstanbul, 2002; Hilmi Ziya Ülken, Aşk Ahlâkı, IV. baskı, Đstanbul, 1981; A. Rıza Arasteh, Aşkta ve Yaratıcılıkta Yeniden Do-ğuş: Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin Kişilik Çözümlemesi, Çev.: Bekir Demirkol – Đbra-him Özdemir, Ankara, 2000; M. Nusret Tura, Râh-ı Aşk, Haz.: Mahmut Erol Kılıç, Đstanbul, 1995; Đskender Pala, Kitâb-ı Aşk, V. baskı, Đstanbul, 2006.

Page 85: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı’nın Canlarından Vâhib-i Ümmî’de Ahlâkî Değerler / A. Ögke • 81

lardan müteşekkil çirkin ahlâk (ahlâk-ı zemîme / yerilmiş ahlâk) ise, insanda bulunan her türlü negatif değeri / eksi kıymetleri / olumsuz nitelikleri ifâde eder. Yâni iyi de bir değerdir, kötü de bir değerdir. Ama iyi huylar olumlu ve makbul bir değerdir; kötü huylar ise makbul olmayan (mezmûm / merdûd) bir değerdir.

Đşte biz de bu bildirimizde Vâhib-i Ümmî’nin ele aldığı ahlâkî değerleri bu olumlu ve olumsuz yönleriyle ayrı ayrı ele almayı deneye-ceğiz. Bunu yaparken de Vâhib-i Ümmî’nin bilinen tek eseri olan Dîvân’ında ahlâkî özellikleri ifâde etmek için sıkça başvurduğu çeşitli hayvan tiplemeleri ve bunların taşıdığı metaforik anlamlar üzerinden hareket edeceğiz. Çünkü insanın sâhip olduğu iyi ve kötü ahlâkî nite-likleri en güzel şekilde ifâde edebilmek, ancak birtakım olumlu ve olumsuz hayvânî özellikleri Vâhib-i Ümmî’nin sâhip olduğu mânâ dilinin inceliklerini de kullanarak anlatmakla mümkün olmaktadır. Bir bakıma bu, Vâhib-i Ümmî’nin hedef kitlesi olan geniş halk taba-kalarına da mesajını en kısa yoldan ve en etkili biçimde ulaştırmasını sağlamaktadır. Belki de bu yaklaşım, filozofların “insan konuşan bir hayvandır” şeklindeki tanımlarını da içine alan geniş bir bakış açısı ve çok daha anlaşılabilir bir fikrî zemin sunmaktadır, bize.

Vâhib-i Ümmî’nin ahlâkî değerleri ifâde etmek için başvurduğu çeşitli hayvan tiplemelerini, önce olumsuz ahlâkı ifâde eden hayvan türleriyle, sonra da olumlu ahlâkı tasvir eden hayvan çeşitleriyle ince-lemeye çalışacağız. Niçin böyle yapıyoruz? Şunun için: Güzel ahlâ-kıyla ve edebiyle tanınan ârif bir zâta: “Bu edebi nereden öğrendin?” diye sormuşlar; o da şu cevâbı vermiş: “Edepsizlerden”… Đşte biz de önce çirkini, sonra da güzeli ortaya koyarak, kaçınılmaz tercihin / mecbûrî istikāmetin iyi / güzel / hayırlı / olumlu / pozitif ahlâkî değerler yönünde olması gerektiğini ihsas ettirmeye çalışacağız. Ve mümkün mertebe biz konuşmayacağız; –tâbiri câizse– Vâhib-i Ümmî Hz.’ni Dîvân’ından konuşturmaya çalışacağız.

1. Vâhib-i Ümmî’nin Kötü Ahlâklı Đnsan Tiplerine Dâir Tasvirleri

Vâhib-i Ümmî’nin kötü ahlâklı insan tiplerini ifâde etmek için başvurduğu en temel ve en genel kavram, bizzat hayvan metaforu-dur. O, hayvan imgesini, “nefsinin kulu kölesi olmuş, nefsinin iyi ve kötü

Page 86: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

82 • Elmalı : Şehir ve Değer

hasletlerinden habersiz, kendini tanımayan, böyle olduğu için de aşk ve vah-det sırrına erememiş, kısacası insanlık mertebesine ulaşamamış” kimseleri ifâde etmek için kullanmıştır.

Nefsini fehm etmeyen, hayvân gelir, hayvân gider Nefsini fehm eyleyen, insân gelir, insân gider (185/1)4

Nefsini emmâreden kurtarmayan adam değil Korkutur mahşer yerinde sûreti hayvân olur (78/3)

Tevhîd-i zâtın mazharı ancak hemân insân imiş Đnsanlığın fehm etmeyen her kim ise hayvân imiş (277/1)

Vâhib-i Ümmî, hayvan tipli insanları şöyle tasvir eder: Nefsini tanımayan (249/2, 272/6, 276/11, 414/2, 446/1), vahdet sırrına eremeyen (188/7, 331/2), tevhîdin (288/1), zühdün, tasavvufun ve aşkın mânâsını anlamayan (199/6) kişi hayvandır. Kendinden hiç haberi olmayan (yâ-ni nefsini / kendini bilmeyen) kimse, uyuz hayvan gibidir; kendine ve çevresine zarar vermemesi için onu sıkıca bağlamalı ve hattâ hus-yelerini dağlamalıdır:

Uyuz olmuş yağlamalı Berk ip ile bağlamalı Beynesini dağlamalı Hiç kendiden haberi yok (359/1)

Ne için geldiğini aklı ermez fehm etmeğe Yatar ol hayvân gibi, horultusu eksik değil (274/3)

Yemek, içmek, uyumak, insan değil, hayvânadır Đlm-i rûhânîdir, ni‘mette kaydım yok benim (353/7)

Vâhib-i Ümmî’ye göre çok yemek, hayvanlık alâmetidir (427/1); hayvan gibi yatmakla da âşıklığa erilmez (355/29):

Cân gözüyle câna bak sen göresin cânânını Yatma kalk hayvân gibi ikindi gel Sübhân’ını (402/1)

4 Bu çalışmada, Vâhib-i Ümmî’nin şiirlerinden verdiğimiz referanslar, metin içinde

bu formatla kaydedilecektir. Buradaki ilk rakam, Vâhib-i Ümmî Dîvânı’ndaki şiir numarasını, “/” işâretinden sonraki rakam da o şiir içindeki beyit veya dörtlük numarasını göstermektedir. Đstifâde edilen Dîvân nüshasının künyesi şu şekildedir: Vâhib-i Ümmî, Dîvân, Abdullah Ekiz nüshası (elyazması, Yrd. Doç. Dr. Mustafa TATCI tarafından verilen bir sûreti, şahsî kütüphânemizde bulunmaktadır).

Page 87: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı’nın Canlarından Vâhib-i Ümmî’de Ahlâkî Değerler / A. Ögke • 83

Vâhib-i Ümmî’nin kötü huylu kimseleri tasvir etmek için baş-vurduğu en yaygın hayvan metaforlarından biri eşektir. Yük taşıma-ya da yarayan bir tür binek hayvanı olan eşek, Vâhib-i Ümmî Hz.’nin mânâ dilinde şu mecâzî anlamlara bürünmektedir: Gönlünü ve zihnini dünyâlıklarla / boş ve faydasız söz ve duygularla dolduran, aklî ve naklî ilimlerden başka bir şey bilmediğinden bunları boşu boşuna sırtında taşıyıp duran, mânevî ilimlerden habersiz kişi.

Diyor ki Hz. Pîr:

Cân ü dil meydânıdır, bu keşf-i esrâr ettiğim Kāl ü kıyl yükün çeker zinhâr sakın olma hımâr (195/3)

Ona göre dört hak kitâbın mânâsı olan tevhîdi anlamayan kimse eşek hükmündedir:

Tevhidin ma‘mûruyam ayne’l-yakîn hakka’l-yakîn Dört kitâbın ma‘nasın fehm etmeyen hımârı gör (250/5).

Boş söz söylemek ve ölü kardeşinin etini yemek hükmündeki gıybet, dedikodu (bk.: Hucurât Sûresi), yalan ve iftirâ gibi çirkin huyları anlatmak amacıyla Vâhib-i Ümmî, bir başka hayvan türü olan karga metaforunu kullanmıştır. Bilindiği gibi karga, her türlü pisliği yiye-rek beslenen bir kuş türüdür. Bu özelliğiyle karga, sûfîlerin mânâ dilinde, “devamlı dünyâ pisliğinden yiyerek beslenen nefs ile boş ve faydasız sözler söyleyen, dedikodu yaparak ölü kardeşinin etini yi-yen kimse”yi simgelemektedir. Vâhib-i Ümmî’ye göre Hak âşığı kişi, helâl haram ne bulduysa dünyâ pisliğinden yiyip içen karga gibi davranmaz, boş söz söylemez, dedikodu yapmaz; o bülbüldür, gül bahçesinden başka yere konmaz:

Karga kuzgun değiliz lakır lakır etmeyiz Bülbülüz biz konmağa seyr-i gülistân isteriz (361/9)

Yine, hayvan leşiyle de beslenen bir tür yırtıcı kuş olan kartal, Vâhib-i Ümmî’nin mânâ dilinde “her türlü dünyevî haz ve lezzetlere taparcasına düşkünlük gösteren dünyâ ehli kimseyi simgelemektedir. Kartal tıynetli bu tür kimselerin gıdâsı, pislik hükmündeki dünyâlık-lardan başkası değildir:

Aklım erdikçe dedim, bir dahi boş yer kalmadı Cîfeden âher yere konmaz uçar kartalsın (276/19)

Page 88: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

84 • Elmalı : Şehir ve Değer

Hiçbir ulvî değere sâhip olmayan bu tür kimselerden uzak dur-mak tavsiye edilir:

Ehl-i dünyâdan kaçın, diye söyledi esrâr-ı aşk Leş yemiş kartaldır ol, göklerde perrân eylemez (178/3)

“Nefsine uyan ve işi gücü dünyâlık mal–mülk peşinde koşmak olan, hakîkatten habersiz bilinçsiz kimseleri Vâhib-i Ümmî, yine bir başka hayvan türü olan köpek metaforuyla tasvir etmektedir. Bu tür kötü ahlâka sâhip kimseler, pislik hükmündeki dünyâlık için (276/19) çevresiyle it gibi dalaşır, didişir, bağırıp çağırır:

Câhilin dünyâ için harıltısı eksik değil Birbiriyle it gibi hırıltısı eksik değil (273/1)

Bu tür kendinden habersiz kimseler, âşıkların gönüllerinde taht kuran Allah dostlarına da düşmandırlar, onlara saldırır dururlar; oysa onlara kulak verseler, kendileri de her türlü tehlikeden kurtula-caklardır:

Özünü fehm eylemezsin, bir yaban hayvansın Dağdaki âhûların başında çenkâlsın (çakalsın)

Ne desem, hiç bilmezem, lâyık değilsin sen ona Uluyup, tutup, seni katl etmeğe mahhâlsin (276/11-12)

Başka bir kötü ahlâk örneği olan ikiyüzlülüğü / münâfıklığı da Vâhib-i Ümmî, maymun metaforuyla izah ederken, bu tür ikiyüzlü kimseleri “maymun yüzlü” olarak nitelemektedir. Bunlar, Hak’tan–hakîkatten habersizdirler ve aşktan da anlamazlar:

Yüzün, ardın belli değil, şâd-ı maymûn aslı mısın? Haberin yok Fâtiha’dan, eremezsin âşıklığa (355/64)

2. Vâhib-i Ümmî’nin Güzel Ahlâklı Đnsan Tiplerine Dâir Tasvirleri

Vâhib-i Ümmî’nin güzel ahlâklı insan tiplerini ifâde etmek için başvurduğu kavramlardan biri avcı metaforudur. “Av avlayan kim-se; iyi atış yapan, nişancı; bir şeyin peşine düşüp ısrarla tâkip ederek hedefine ulaşan, maksadını elde eden kişi” gibi anlamlara gelen avcı, Vâhib-i Ümmî’nin kullandığı mânâ dilinde şu metaforik anlamlara bürünmektedir: “Maddî ve mânevî her türlü eziyet ve cefâya katlana-

Page 89: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı’nın Canlarından Vâhib-i Ümmî’de Ahlâkî Değerler / A. Ögke • 85

rak, meşakkatli yollardan geçen ve bu arada ilim ve irfan avları avla-yan, nihâyet Hakk’a eren âşık / ârif”. Bu, gizli bir avdır (315/72) ve sabre-den âşık, eninde sonunda istediğini elde eder:

Vechini buldum senin, avım şikârım var benim Şüphesiz yoktur bezim, gizli bâzârım var benim (309/1)

Vâhib-i Ümmî’nin iyi ahlâklı kimseleri tasvir için kullandığı me-taforlardan bir diğeri de bülbüldür. “Baharda güzel ve yanık ötüşüyle tanınan, kül rengi, serçegillerden bir kuş” olan bülbül, Vâhib-i Üm-mî’nin şiirlerinde, “ilâhî aşkla inleyip yalvaran ve mârifet bahçesinin güllerini (irfânî bilgileri) deren âşık / ârifin gönlü ve rûhu” olarak karşı-mıza çıkmaktadır. Đşte bu rûha sâhip bir insan olmak gerekmektedir. Âşıkların rûhu, aşk (84/1) ve vâhidiyet bağının (3/4, 436/2) bülbül-i nâlânı olup, devamlı gül bahçesinde ötüp durmak ister:

Hazm olunmaz aşkı, deryâ-yı muhîtin mevcidir Bülbülem gülde ötem, handân diler gönlüm benim (204/6)

Âşık derviş, aşk gülşenindeki bülbül gibi şakıyıp Allah’a niyâz eder durur (76/5, 181/27). Mârifet, aşk gülüdür; âşık da onun bülbülü-dür (386/1). Âşık / ârif, mârifet güllerini derer:

Bülbül olur feryâd eder, âşıklara eyler nidâ Ma‘rifetin bağçesinin güllerini deren kişi (235/9)

Ondan sonra da o, mârifet bahçesinde mutluluk ve sevinçten bül-bül gibi güler (handân) durur (327/7, 424/3). Zira o, mârifete âit bütün bilgileri (güller) elde etmiştir (345/2).

Cümleyi derc eyleyip bir noktadan veren haber Bülbül olup ya nice gül gibi handân olmasın (345/2)

Artık mârifet güllerini deren ârifin dili durmaz; bülbül gibi şakıya-rak çevresine ilim ve irfan saçar (86/8):

Çağırıp can bülbülü, feryâd edip eyler nidâ Müşteri yok mu ala, la‘l-i Bedahşân’dır gelen (227/4)

Can bülbülünün gelip konması, mârifet ve hikmet sırlarından haber vermesi için, vücud bahçesini nurla doldurup bahar mevsimi hâline ge-tirmek gerekir (218/6). Bülbül olmayan (meselâ karga), güle konmaz

Page 90: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

86 • Elmalı : Şehir ve Değer

(295/10, 301/2). Nihâyet vuslata eren âşık bülbülün rûhu, uğruna feryâd ettiği Gül’ü görmüştür:

Đkrar eden âşıklara bir sır dahi işde görsün Bülbülün feryâd etdiği ol açılan gülü gördüm (233/7)

Yine efsânevî kuşlardan biri olan hümâ da Vâhib-i Ümmî’nin güzel ahlâklı kimseleri anlatmak için kullandığı metaforlardan biri-dir. Vaktiyle Çin dolaylarında yaşayan, zararsız hayvanları incitme-yen, yalnız yırtıcı kuşların et ve kemikleriyle beslenen, kesinlikle sağ olarak yakalanamayan, ancak ölüsü ele geçirilebilen bir kuş olan hümânın gölgesi kimin üzerine düşse, o kişinin saâdet ve devlete kavuşacağına, güç ve iktidar sâhibi ve geleceği parlak biri olacağına inanılır. Yâni hümâ, devlet kuşu demektir. Âşık / ârifin gönlünü sembo-lize eder. Bir mertebede karar kılmaz; sürekli o makamdan bu ma-kāma uçar durur:

Ârifin gönlü hümâ, tayy-i mekân eyler müdâm Nûr-ı Hak’tan gayrısın bu câna zindân buldum uş (137/9)

Âriflerin gönlü hümâdır; onların sırları yüce olduğundan kimse ona eremez (2/2). Dolayısıyla onların eşleri, akranları da yoktur (11/3). Đşte böyle bir gönle sâhip biri olmak lâzımdır. Ârifin gönlü; devlet, uzlet, izzet, halvet, işret, hikmet, cennet, âyet, sîret, hayret, vuslat, vahdet, nîmet, kudret, rahmet ve dâvet hümâsıdır (232/1-15). Ârifin gönlü, dil ile târîfe sığmaz bir hümâ kuşudur:

Bir hümâdır, vasfını zikr eylesem, gelmez dile Şâhidim tevhîd-i zât, rengi onun gülgülüdür (386/2)

Hakk’ın vechi, o hümânın gözlerinden (ârifin gönül köşesinden) görülür (176/5). Hümâ, zâhirî âlemdeki küfür ve inkâr üzerine (117/6), cîfeye (dünyâlığa) (140/23, 260/7) ve dünyâ zindânına (208/9) hiç konmaz, bütün bunlardan kaçar. Zira o, kevn ü mekân âleminden dost iline uçar (297/6). Ârifin gönlü, hakîkatten haber alan hümâ kuşu gibi oldu-ğu için, cîfe-i dünyâya hiç konmaz (260/7); ona, ancak leş pisliği yemeye alışkın kartal tıynetli insanlar konar (276/19). Bu murdar dünyâ, bu ikinci sınıf insanların gönüllerini pisletir (332/3).

Vâhib-i Ümmî’nin iyi ahlâk sâhibi kimseleri anlatmak için kul-landığı bir başka metafor balıkçıl kuştur (bahrî). Balık avlamak için denize dalmasıyla tanınan balıkçıl kuş, Vâhib-i Ümmî’nin mânâ di-

Page 91: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı’nın Canlarından Vâhib-i Ümmî’de Ahlâkî Değerler / A. Ögke • 87

linde şu anlamlara gelmektedir: Aşk ve irfan makāmındaki muvahhid; mârifet ve hikmet cevherleri için aşk ve tevhîd denizine dalan, bu sâyede de varlık ve oluşa âit bilgileri elde edip kavrayan ârif.

Bahriyem, bu tevhîdin deryâsına daldım yine Pâdişâhın fazlıdır, insan emsâl eyleyen (21/3)

Bu gönlüme nîsân gibi yağdı benim, ilm-i ledün Bu tevhîdin ma‘nâsına bahrîleyin daldım, âhî (84/3)

Pervâne de Vâhib-i Ümmî’nin güzel ahlâklı kimseleri tasvir için kullandığı metaforlardandır. Pervâne, ışık etrâfında dönen küçük gece kelebeğidir. Şem‘a (ateşe / ışığa / nûra / Cenâb-ı Hakk’a) duy-duğu aşk ve muhabbet yüzünden onun etrâfında dönüp dolaşan, en sonunda da onun ateşiyle yanıp kavrulan âşığı sembolize eder. Âşık, muhabbet şem‘ine pervâne olmuştur (2/4, 168/9). Yâni âşıkın cânı, Dost cemâlinin şem‘ine pervâne olmuştur (119/4). Esâsen o, cemâl-i ilâhî şem‘ine pervâne olmayı kendisi istemiştir:

Aşk ile dîzâr içün pervânedir cânım benim Vechine mazhar düşür hayrânın olayın senin (366/3)

Pervânenin aşkı, mecâzî değil, hakîkî aşktır (8/2, 383/7):

Akl evinde neylesin, Dost şem‘inin pervânesin Dü cihânın lezzeti, aşk ehline ferdâ-y-imiş (124/7)

Bende olmaz gayrıya, Dost şem‘inin pervânesi Nefsimin sevdâsını, rûhuma hicrân buldum uş (138/12)

Güzel ahlâklı kimseleri anlatmak için Vâhib-i Ümmî’nin baş-vurduğu metaforlardan biri diğeri, sevap kazanmak ve ibâdet etmek için Allah adına kesilip dağıtılan hayvan olan kurbanlık / koyundur. Bunun Vâhib-i Ümmî’nin kullandığı mânâ dilindeki karşılığı, “Hak yoluna kendini adamış, her şeyini fedâ etmiş ve mürşidinin her dedi-ğini hiç îtirazsız yerine getiren mürid”dir. Hak Teâlâ’ya kavuşmak için, O’nun yolunda bütün varlığını fedâ ve kurban etmek gerekir (366/1). Hakk’ın zâtında kurbân olan, kendi irâdesiyle konuşmamak-tadır; artık onu, uğruna kurbân olduğu varlık (Cenâb-ı Hak) konuş-turmaktadır:

Đhtiyârımla değildir söyleyip şerh etdiğim Şübhesiz hakka’l-yakîn zâtında kurbân olmuşam (466/4)

Page 92: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

88 • Elmalı : Şehir ve Değer

Vâhib-i Ümmî’nin güzel ahlâklı kimseleri anlatmak için kullan-dığı en zirve örnek ise, aynı zamanda Hz. Ali’yi (k.v.) de simgeleyen arslan metaforudur. O, Allah’ın arslanıdır (Tanrı arslanı / şîr-i Yez-dân). O, insanların örnek alabilecekleri yüce şahsiyetlerden biridir. Savaş meydanlarında Allah adına döne döne hamle yapıp saldırarak (Haydar-ı Kerrâr) arslanlar gibi savaşan Hz. Ali, gönlüne düşen ilâhî aşk nûru sâyesinde Allah’ın arslanı olmuştur (44/9). Bu yüzden de o-nun eşi benzeri yoktur:

Hak Teâlâ zâtının arslanıdır, akrânı yok Şüphesiz hakka’l-yakîn, her derde dermândır Ali (306/5)

Dolayısıyla şu yalın gerçeği görmek ve kesinlikle göz ardı etme-mek lâzımdır: Hz. Ali Tanrı arslanıdır; ama aslâ Tanrı değildir:

Vâhib Ümmî ârifâne ahvâlini söyler senin Ali Tanrı demek-ile eremezsin âşıklığa (355/63)

Demek ki, onu ilâhlaştırmak, tanrı bellemek apaçık bir sapıklık-tır. Hz. Ali’nin büyüklüğü, tarîkat ve hakîkat mayasını Hz. Muham-medHata! Yer işareti tanımlanmamış. (s.a.v.)’in ilk önce ona telkîn eylemesinden dolayıdır. Evliyâ, gönül dünyâsında seyrullâh makā-mında gezerken, düş ilinde (rüyâ âlemi) (49/4) ve sır ilinde (233/1) tanrı arslanı Hz. Ali ile karşılaşır. Hz. Muhammed (s.a.v.) mîraçta iken velî, Hz. Ali ile arslanlık etmektedir. Diyor ki Vâhib-i Ümmî:

Miskin Vehâb’ın rûhudur arşın içinde söyleyen Muhammed mi‘râcda iken Ali ile arslan idim (316/13)

Sonuç

Bilindiği gibi, insan denen varlık, hem hayvânî ve hem de melekî özellikleri bünyesinde barındıran; yemek, içmek, üremek, vb. gibi bedenî şehvetlerle hayvana; hikmet, adâlet, cömertlik, vb. gibi rûhânî motiflerle de meleğe benzeyen bir yapıya sâhiptir. Konuya ahlâkî er-demler ve erdemsizlikler açısından baktığımızda, insanın hayvânî yönünün yerilmiş / çirkin / kötü / olumsuz / negatif ahlâka (yâni erdemsizliklere); melekî özelliklerinin ise övülmüş / güzel / iyi / olumlu / pozitif ahlâka (yâni erdemlere) karşılık geldiğini görmekte-yiz.

Page 93: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı’nın Canlarından Vâhib-i Ümmî’de Ahlâkî Değerler / A. Ögke • 89

Vâhib-i Ümmî’nin kötü ahlâklı kimselerle ilgili kullandığı meta-forların ortak özelliği, insanın bedensel / şehevî / behîmî / dünyevî / nefsânî arzu / istek / hevâ ve hevesleriyle ilgili oluşlarıdır. Düşük ahlâka sâhip bu tür insanlar, Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân-ı Kerîm’de “hayvanlardan da aşağı”5 olarak nitelediği hayvânî hasletler taşıyan kimselerdir.

Güzel ahlâklı insanları anlatırken kullandığı metaforların ortak özelliği ise, rûhî / mânevî / ulvî / uhrevî hasletlerle ilgili olmalarıdır. Bu tür yüce ahlâka sâhip kimseler de meleklerden bile üstün olma kābiliyetini taşımaktadırlar.6 Bunlar, hakîkaten Allah aşkını, mârifetin tadını tadan, âşık ve ârif kimselerdir.

Đşte, Vâhib-i Ümmî’nin dâvet ettiği / çağırdığı değerler, birinci grupta anlatılan kötü ahlâklı insanların sâhip oldukları değil, ikinci zümrede yer alan yüksek ahlâk sâhibi kimselerin taşıdıkları, yaşadık-ları ve yaşattıkları değerlerdir.

Konuya Vâhib-i Ümmî Hz.’nin Dîvân’ında kullandığı hayvan motifli metaforlar açısından baktığımızda, özetle şunları söyleyebiliriz: O bizi, hayvansal güdü ve dürtülerinin esîri olmaktan kurtulup, hümâ kuşu gibi özgür olup ötelerin ötesine yükselmeye ve yücelmeye çağırmaktadır. Yine o bizi, gözü pislikten ve leşten başka bir şey görmeyen bir karga ya da kartal gibi dünyâlık peşinde koşup dur-maktan kurtulup, bir balıkçıl kuş misâli mârifet ve hikmet denizleri-ne dalıp aşk ve irfan balıkları avlamaya dâvet etmektedir. Yine o bize, gönlünü ve zihnini dünyâlıklarla / boş ve faydasız söz ve duygularla dolduran, aklî ve naklî ilimlerden başka bir şey bilmeyen ve bunları boşu boşuna sırtında taşıyıp duran, mânevî ilimlerden habersiz sırtı yüklü eşekler gibi olmaktansa, aşk ve irfan yolunda her türlü sıkıntı ve zorluklara göğüs geren pervâneler gibi Hak etrâfında dönüp dur-mayı ve en sonunda da tıpkı bir kurbanlık koyun gibi canını O’nun yolunda fedâ edebilmeyi tavsiye etmektedir. O, nefsânî ve dünyevî istek ve hevesleri elde etmek için birbirine saldıran, dalaşan, hır gür

5 “Đşte böyleleri hayvan gibidirler; belki daha da aşağılıktırlar” (A‘râf, 7/179). Ayrıca bk.:

Furkan, 25/44. 6 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk.: Şerafeddin Gölcük – Süleyman Toprak, Kelâm, III.

baskı, Konya, 1996, ss. 385-386.

Page 94: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

90 • Elmalı : Şehir ve Değer

çıkaran köpekler gibi olmak yerine, ilâhî aşk ve mârifet bahçelerinde hakkı ve aşkı anlatıp duran bülbüller olmayı salık vermektedir. Ve yine o bizi, maymun yüzlü olmamaya, münâfıklık yapmamaya, iki yüzlü (hattâ çok yüzlü) olmamaya; bunun yerine dosdoğru olup Hakk’ın yolunda arslanlar gibi mücâdele etmeye dâvet etmektedir.

Sonuçta Vâhib-i Ümmî, bizleri nefsin, dünyânın ve kötü huyla-rın esâretinden kurtulmaya; bütün benliğimizi rûha ve mâneviyâta vermeye, güzel ahlâkla donanmaya, örnek bir kişiliğe sâhip olmaya, derviş olmaya, mutasavvıf olmaya, âşık olmaya ve ârif olmaya ça-ğırmaktadır. Kısacası o bizi, kelimenin tam anlamıyla hayvan değil, “insan” olmaya dâvet etmektedir.

Son söz, yine Vâhib-i Ümmî Hz.’nin:

Ne der, gel, dinle tevhîdi, eğer insân isen insan Ne dinlersin, ne anlarsın, eğer hayvân isen hayvan (288/1)

Ne mutlu, onun çağrılarına kulak verip uyabilenlere, ve’s-selâm…

Ek : Vâhib-Đ Ümmî Dîvânı’ndaki Güzel ve Çirkin Ahlâkla Đlgili Şiirlerden Seçmeler

Ne der gel dinle tevhîdi eğer insân isen insan Ne dinlersin ne anlarsın eğer hayvân isen hayvan

Kitâbın ma‘nasın hâlen bu tevhidde pinhân buldum Senin sem‘ine girmez bu eğer nâdân isen nâdân

Vücûdundan âher yere nazar kılmaz safâ ehli Müselmân ede-gör nefsin eğer merdân isen merdân

Adın bilmek ile tadını bilmezsin bu helvanın Bilirsin dâdını anın eğer hayrân isen hayrân

Bilirsin Vâhibî günden güneşden gün gibi ayân Cemâl-i zâtına yârin eğer mihmân isen mihmân (288/1-5)

∗ ∗ ∗ Tevhîdin ma‘nâsına ârif değil nakkāllar Kin kibir buğz u hased yükün çeker hammâllar

Page 95: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı’nın Canlarından Vâhib-i Ümmî’de Ahlâkî Değerler / A. Ögke • 91

Ey birâder kimseler cehl-i mürekkep olmasın Âşıka bühtân eder söyler gezer Deccâl’lar

Bunda devlet anda mihnet diyelim kimdir anı Aldığın bî-ter alır eksik satar bakkāllar

Gayr-ı Hak’dan zerrece yokdur nasîbim kısmetim “Lâ” deyip “illâ” demez bu hakdır ol kattâller

“Küllü lu‘bin harâmün” Đblîs’in ahkâmıdır Eşkıyâlar meclisinde çalınır miskāller

Nefs elinden zâhir olur ehline ma‘lûm bu sır Biribiri şevki ile bilişir Deccâl’lar

Aldığı ma‘nâyı söyler ma‘şûkun âşıkları Hak nedir nâ-hak nedir fark eylemez battâllar

“Küntü kenz”in vahdetinden Vâhibî eyler hitâb Cevherin lebinden almaz ma‘nâyı meyyâller

Bu ayân ile nihânın sırrını çok söyledik Fehmi yokdur anlamaz bu tevhîdi cehhâller (39/1-9)

∗ ∗ ∗ Biz seni bilmez miyiz sen bir kuru nakkālsın Aldığın yeter alır eksik satar bakkālsın

Ârifâne vechini cân nîce ta‘bîr etmesin Öyle demek lâzım değil ben bildiğim dellâlsın

Ehl içinde sözünün ne tuzu vardır ne yağı Kin kibir buğz ü hased yükün çeker hammâlsın

Nefsini fehm eylemezsin Đblis’in hem-râzısın Âşıka bühtân eder söyler gezer remmâlsın

Söyler isem beynine yokuş gelir zikrim senin Anlamazsın dinlemezsin ne aceb battâlsın

Bakdığımca şekline ef‘âl ü fi‘lin keşf olur Ehl-i nüskun meclisinde çalınan miskālsin

Dört kitâbı tefsir etsem cânına etmez eser La‘netu’llâh kim sana sen bir titiz kurnâlsin

Page 96: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

92 • Elmalı : Şehir ve Değer

Anlamazsın iltizâm eyler gezersin küfrü sen Hak budur fehm eyledim münkir münâfık dâllsin

Mürde kalbsin zerrece yokdur basîret sende hiç Anla kābil yok yerin yenmez çürük hardâlsın

Bir bizim değil hemân sen cümlenin ma‘lûmusun Đblis’in ol sâzını ma‘mûr eden tutkālsın

Özünü fehm eylemezsin bir yaban hayvânsın Dağdaki âhûların başında çenkālsın

Ne desem hiç bilmezem lâyık değilsin sen ana Uluyup tutup seni katl etmeğe mahhâlsın

Meşgul iken zâtına cân neylesin ahmak seni Hem-nişîn olmaz sana ârif olan eşgālsin

Đstimâ‘ etmez kulağım fikr-i fâsiddir sözün Hak nedir nâ-hak nedir fehm eylemez deccâlsın

Şübhe yok fehm eyledik cân kavminin makbûlüsün Her nefesde Đblis’in uydurduğu şapşalsın

Gark ü mahv olmuş özün evvel necis deryâsına Münker işde Đblis’in uydurduğu sandalsın

Görenin cânı uçup aceb unûkun şol yüzün Meclisinde Đblis’in oynadığı cemmâlsin

Şek gümân hiç kalmadı gönlümde hergiz bir dahi Đblis’in ayağına sen giydiği postalsın

Aklım erdikçe dedim bir dahi boş yer kalmadı Cîfeden âher yere konmaz uçar kartalsın

Vuslatın bürhânıdır bil Vâhibî tevhid senin Cümleyi bir noktadan fehm eyleyen abdâlsın (276/1-20)

∗ ∗ ∗

Cân gözüyle câna bak sen göresin cânânını Yatma kalk hayvân gibi ikindi gel Sübhân’ını

Aç gözün kaldır hicâbı baka yârin vechine Giderir kardaş senin gönlündeki gümânını

Page 97: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı’nın Canlarından Vâhib-i Ümmî’de Ahlâkî Değerler / A. Ögke • 93

Âşık ol gel ma‘şukun vechinden oku dersini Aşk-ı sâfî gösterir sadrındaki îmânını

Akl ile ilme’l-yakînden söylemek âsândır Sorsalar bilir misin hakka’l-yakîn Rahmân’ını

Bin nasîhat eylesen bir şey’i te’sîr eylemez Sen müselmân etmedin nefsindeki şeytânını

Âra düşdün âr edersin ârife baş eğmeğe Göstere hâlen sana fi‘lindeki noksânını

Gizli gencsin kimse bilmez ehl olan bilir seni Câhile fâş eylemen sen Vâhibî irfânını (402/1-7)

∗ ∗ ∗

Bî-vefâ dünyâyı sevme ey gönül Allâh’ı sev Birliğin zikr et anın rızkın veren sultânı sev

Yoğ-iken vâr eyledi ol pâdişâh-ı zü’l-celîl Cân ile eyle secde kıl âyet-i Kur’ân’ı sev

Kendi sun‘undan yaratmışdır seni ol pâk-i zât Kenz-i mahfî vahdetin izhâr edip ol mâhı sev

Cennetü’l-firdevs içün gam çekme gel zâhid bugün Bu Muhammed şevkine hayran olup ol şâhı sev

Sen velâyet mazharısın vahdetin bâzârına Sırrının esrârına hem-râz olan Rahmân’ı sev

Ol Habîb’in rü’yetinden zâhir oldu ma‘nevî Âkil isen sıdk ile ol yâr olan a‘lâyı sev

On sekiz bin âlemin ervâhısın hâlen bugün Anladınsa “küntü kenz”i Vâhibî Mevlâ’yı sev (13/1-7)

∗ ∗ ∗

Gelindi cân ile zikr et de Lâ ilâhe illallâh Gelindi cân ile fikr et de Lâ ilâhe illallâh

Kelâmu’llâh’da meşhûrdur buyurmuşdur Resûlullâh Sevâbına nihâyet yok de Lâ ilâhe illallâh

Page 98: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

94 • Elmalı : Şehir ve Değer

Nebîler hep bunu söyler velîler de bunu söyler Yazılmış arşın içinde de Lâ ilâhe illallâh

Müsemmâ ol bu tevhîde var ise aklın idrâkin Cennetin kapısın açar de Lâ ilâhe illallâh

Vehâbî ne gamı yersin bulundu sûre-i Rahmân Đşidicek kaçar şeytân de Lâ ilâhe illallâh (96/1-5)

∗ ∗ ∗ Âşık isen gel beri cân ile cânân sendedir Gayrıya meyl etme sen âyât-ı Kur’ân sendedir

Sen seni bilmek dilersen pîr yolunda sâdık ol Her ne derse “lâ” deme deryâ-yı ummân sendedir

Bu kelâmın ma‘nası “kul ındehû ümmü’l-kitâb” Gözün aç etme gümân sırr ile Sübhân sendedir

Zâhidâ zühdün senin aşk ehlinin zindânıdır Anlamazsan remzimi bilgil ki noksân sendedir

Ehl-i aşkın mansıbâtı yârinin sevdâsıdır Âkil isen “lâ” deme lutf ile ihsân sendedir

Fâil-i mutlakdan anla keşf olan güftârımı Zikr-i adlin ma‘nası tevhîd-i irfân sendedir

Zâtının mir’âtısın ayne’l-yakîn hakka’l-yakîn Vâhibî gam çekme sen hükm-ıssı sultân sendedir (152/1-7)

∗ ∗ ∗ Kul isen kullukda ol sen gel beri Allah içün Gayrısından çek elini hasbeten li’llâh içün

Hālık’ı zikr eyle dâim derdine dermân içün Kara donlu Ka‘be’yi yapan Halîlu’llâh içün

Kendine keder eyleme insân isen er tevhide Ol Muhammed Mustafâ nûr-ı Habîbu’llâh içün

Bu günüm yârına kalsın diyeben olma hasîs Cânını eyle fedâ sen “küntü kenz”u’llâh içün

Geçe gör çün ü çerâdan nefsin ıslâh eyle sen Gök yüzünden yerlere inen Kelâmu’llâh içün

Page 99: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı’nın Canlarından Vâhib-i Ümmî’de Ahlâkî Değerler / A. Ögke • 95

Dû cihânın vârına verme gönül eyle hazer Kese-gör zünnârını tevhîd-i zâtu’llâh içün

Vâhibî hatm et sözün lâzım değil gayrı kelâm Yokluk olsun meskenin nûr-ı kelâmu’llâh içün (196/1-7)

∗ ∗ ∗ Aç gözün kaldır hicâbı cism içinde câna bak Hakk’ın esmâ ü sıfâtın zikr eden insâna bak

Âkil isen gel beri tevhîde çâk et sîneni Hikmet ile katrede pinhân olan ummâna bak

“Küntü kenz”in gizli genci Mustafâ ervâhıdır Âlemin ihyâsına illet olan Sultân’a bak

Göresin dîzârını sâfî mücerred kıl özün Vechinin esrârına mazhar olan hayrâna bak

Âşıka lâzım değil gayrı kelâmın dinlemek Ârifin nutkundaki hakka’l-yakîn irfâna bak

Benden umman bu kelâmı ben değilem söyleyen Her nefesde cânıma ilhâm eden Sübhân’a bak

Âteş-i aşk içre cânım nîce feryâd etmesin Âşıkın gönlü evini yandıran külhâna bak

Vâr ise aklın senin ilm-i ledünden al haber Ehl-i derdin derdine dermân eden Lokmân’a bak

Đnşâ-Allah şübhesiz mü’min muvahhid âşıkam Tevhidim şâhid yeter gel âyet-i Kur’ân’a bak

Anladınsa pes yeter lâzım değil çok söylemek Bulasın genc-hâneyi ma‘mûru ko vîrâna bak

Da‘vete eyle icâbet zâhidâ dîzâr içün Cân içinde ârifin rûhundaki pinhâna bak

“Lâ” demezsen müstemi‘ ol Hak içün gel tevhide Ârifin gönlü evinde sürülen erkâna bak

Kāl ü kıyle bağlanıp kendini nâdân eyleme On sekiz bin âlemin içindeki seyrâna bak

Page 100: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

96 • Elmalı : Şehir ve Değer

“Lâ” deyip bu tevhide Đblis gibi olma şakî Âdem’in sadrındaki zâhir olan îmâna bak

Şöyle gördüm şöyle gör bir katrede bin kudreti Vâr ise aklın eğer karıncaya merdâne bak

Cümleden birsi budur kim ihtiyâr olsun sözüm Kāf içinde ejdehâlar yudan ol evrâna bak

Dört kitâbın ma‘nasıdır bildiği hâl ehlinin Vâhibî bî-çârenin nutkundaki ihsâna bak (200/1-17)

∗ ∗ ∗ Hālık’ı zikr eyle dâim tende cân mihmân iken Cân ile eyle ibâdet mürşidin Kur’ân iken

Gel nasîhat dinle aşkdan gör ne der âşık sana Tâatin yok ıssısı işin gücün yalan iken

Nîce yakmaz tamunun odu seni yersin haram Gece gündüz içdiğin şol zehr ile katrân iken

Hak Teâlâ hürmetinden kendini dûr eyleme Anda varıp olma hayvân bunda sen insân iken

Đmtihân içün havâle kıldı sana Đblis’i Nîcesi yatar uyursun düşmanın şeytân iken

Yer ile gök dolusu kılsan ibâdet nef‘i ne Nefsini fehm eylemezsin câhil ü nâdân iken

Âşık olmazsın gelip zâhid Hak’ın dîzârına Oturan gönlün evinde hûri vü gılmân iken

Hasenât ahsen sıfatdır bürdedir dîzârına Gel fenâsın kıl talep kim bunda ol âsân iken

Sen hümâsın anlamazsın cism içinde kadrini Göremezsin dost yüzünü meskenin zindân iken

Aç basîret gözünü sen göresin dîzârını Dört kitâbın ma‘nası cânında bu pinhân iken

Dinle-gör aklın kabûl eylerse ger bu tevhidi Düşe-gör kim katresinin ma‘nası ummân iken

Page 101: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı’nın Canlarından Vâhib-i Ümmî’de Ahlâkî Değerler / A. Ögke • 97

Aşk içinde ehl-i derdin nîce derdi artmasın Bu kelâmı söyleyip söyletdiren Sübhân iken

Aşk içinde Vâhibî sâfî mücerred âşık ol Zâyi etme ömrünü tevhîd sana bürhân iken

Kul iken hür oldu cânım anladım mi‘râcımı Ârifin gönlü evinde sürülen erkân iken

Sırr-ı hikmet evliyânın himmeti budur sana Şübhe etme Vâhibî bu derd sana dermân iken (208/1-15)

∗ ∗ ∗ Âyet hadîs görsem diyen Tevhîde gel tevhîde gel Ma‘nâsına ersem diyen Tevhîde gel tevhîde gel

Derd ehline dermân soran Sıdk ehline îmân soran Dost zâtına bürhân soran Tevhîde gel tevhîde gel

Dedim sana Allah içün Bu sözlerim li’llâh içün Kardaş kelâmu’llâh içün Tevhîde gel tevhîde gel

Sen nefsini bilmesine Âr eyleme sormasına Dîdâr-ı Hak görmesine Tevhîde gel tevhîde gel

Đkilikden geçmesine “Men aref”i seçmesine Âb-ı hayât içmesine Tevhîde gel tevhîde gel

Can gözünü açmak içün Nûrdan perde geçmek içün Erenlere yetmek içün Tevhide gel tevhîde gel

Page 102: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

98 • Elmalı : Şehir ve Değer

Halk içinde dellik içün Bir Tanrı’ya kulluk içün Arş içinde ulluk içün Tevhîde gel tevhîde gel

Söz ma‘nâsın anlar isen Bu tevhîdi dinler isen Hizmetine bel bağlar isen Tevhîde gel tevhîde gel

Katrede ummân bulmağa Sırrını pinhân bulmağa Özünü insân bulmağa Tevhîde gel tevhîde gel

Şeytanını katl etmeğe Hem nefsine adl etmeğe Sübhânını yâd etmeğe Tevhîde gel tevhîde gel

Vâhib Ümmî sırdan selîm Olan sözü söyler sana Lâzım değil çok söylemek Tevhîde gel tevhîde gel (244/1-11)

∗ ∗ ∗

Âşık ol gel zâtına gavgāya verme gönlünü Lutfu yok ol kahrı çok sevdâya verme gönlünü

Dile Hakk’ın zâtını hiç kalmasın gayrı hicâb Cennetin içindeki me’vâya verme gönlünü

Ârifin sırrındaki “kul ındehû ümmü’l-kitâb” Cânına budur safâ hevâya verme gönlünü

Gönlünü cem‘ eylegil Allâh’a döndür vechini Vâr ise aklın senin hebâya verme gönlünü

Hak Teâlâ zâtının ilhâmı söyler Vâhib’e Sırr-ı zâtdan dışarı esmâya verme gönlünü (298/1-5)

∗ ∗ ∗

Page 103: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı’nın Canlarından Vâhib-i Ümmî’de Ahlâkî Değerler / A. Ögke • 99

Nefsini bilmek istersen gel tevhîde gir tevhîde Kendini görmek istersen gel tevhîde gir tevhîde

Erenlerin sözü hakdır inanmayan münâfıkdır Sırâtı geçmek istersen gel tevhîde gir tevhîde

Bu tevhîdin Mustafâ “Elestü”nün hitâbıdır Nâdân değil insân isen gel tevhîde gir tevhîde

Dört kitâbın içindeki sırdan sana budur cevâb Zâtına ermek istersen gel tevhîde gir tevhîde

Vâhib Ümmî’nin bildiği âşıkların menzilidir Hakka’l-yakîn budur cevâb gel tevhîde gir tevhîde (313/1-5)

∗ ∗ ∗

Âşık isen cân ile gel sevme sen evlâdını Hasbeten li’llâh içün terk eyle sen ensâbını Fâni kıl ol dost içün eğnindeki esbâbını Hayli işdir ol kişi terk eylemek mu‘tâdını

Tâlib-i dîzâr isen etdim nasîhat ben sana Eğri bakma doğru bak li’llâh içün gel sen bana Lâyık olan bu-y-imiş arz etdiğim tevhîd sana Hayli işdir ol kişi terk eylemek mu‘tâdını

“Lâ” deme zinhâr sakın ilhâm-ı Hak’dır sözümüz Şübhesiz yokdur bizim sâfî mücerred özümüz Hālık’ı zikr eylemekdir alnımızda yazımız Hayli işdir ol kişi terk eylemek mu‘tâdını

On sekiz bin âlemin içindeki vahdet budur Vahdetin içindeki ma‘nâdaki vuslat budur Dilimin şerh etdiği zâtındaki sohbet budur Hayli işdir ol kişi terk eylemek mu‘tâdını

Enbiyâdan evliyâdan bunu sana söyleyen Đsm-i zâtdır gönlümüzü aşk ipine bağlayan Nûr-ı Hakk’ın sevgisidir ciğerimiz dağlayan Hayli işdir ol kişi terk eylemek mu‘tâdını

Sırr ile etdin nidâ gelsin kabûl eden kişi Tâlib isen görüke kalbinde bu gizli işi

Page 104: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

100 • Elmalı : Şehir ve Değer

Kāl ü kıyl yok arada âşıkların budur düşü Hayli işdir ol kişi terk eylemek mu‘tâdını

Bu kelâmı söyleyenler cümle insân imiş Ol Muhammed Mustafâ vechindeki hayrân imiş Vâhib’e gayb ü şehâdet gün gibi ayân imiş Hayli işdir ol kişi terk eylemek mu‘tâdını

Ârife bu söz yeter lâzım değil çok söylemek Emr-i Hak’dır gayrısın fehm eyledim ketm eylemek Câhile lâzım değil ma‘nâsını bunun demek Hayli işdir ol kişi terk eylemek mu‘tâdını

Dediler çok söyledin ammâ sana budur cevâb Zâkir olmazsan eğer gönlünde yokdur hiç sevâb Vâhib Ümmî mantıkından yetme mi sana cevâb Hayli işdir ol kişi terk eylemek mu‘tâdını (425/1-9)

∗ ∗ ∗ Ma‘nâ erine “lâ” dersen Mü’min değil münâfıksın “Lâ” demeği terk etmezsen Mü’min değil münâfıksın

Kendin katara takmazsan Varlığın oda yakmazsan Tevhîde doğru bakmazsan Mü’min değil münâfıksın

Söylediğim dinlemezsen Ma‘nâsını anlamazsan Küfrün bilip ağlamazsan Mü’min değil münâfıksın

Kur’ân’a doğru gelmezsen Kur’ân’dan haber almazsan Tevhîd gölüne dalmazsan Mü’min değil münâfıksın

Beş vakt ezâna gelmezsen Vechin zemîne salmazsan

Page 105: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı’nın Canlarından Vâhib-i Ümmî’de Ahlâkî Değerler / A. Ögke • 101

Ölmezden önden ölmezsen Mü’min değil münâfıksın

Hakk’ın emrinden kaçarsan Đblis kadehin içersen Allah emrinden geçersen Mü’min değil münâfıksın

Nifâkından geçemezsen Hayrı şerden seçemezsen Sen tevhîde düşemezsen Mü’min değil münâfıksın

Kovmazsan Vâhib’i dilden Kokmazsan kokduğu gülden Tatmazsan yediği baldan Mü’min değil münâfıksın (479/1-8)

∗ ∗ ∗ Kāl ü kıylden geçelim gel maksudun Allâh ise Aşk şerâbın içelim gel maksudun Allâh ise

Ehl-i îmân “lâ” demez bu tevhidin ma‘nâsına Zikr ile fikr etdiğin aynı kelâmu’llâh ise

Gam yemezsin zerrece vesvâs-ı şeytândan ebed Mürşidin hakka’l-yakîn nûr-ı habîbu’llâh ise

“Küntü kenz”in vahdetinden giydik îmân hil’atin Aldığın hem satdığın aşkdan selâmu’llâh ise

On sekiz bin âlemi günden ayân eyler sana Düşdüğün deryâ senin tevhîd-i zâtu’llâh ise

Sâfi aşkın remzidir dilimde güftârım benim Mangır etmez bakdığın gönlünde gayru’llâh ise

Vâhibî sırr-ı Đlâhî’den haber ver âşıka Yazılan vechindeki sıfâtu’llâh ise (484/1-7)

Page 106: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER
Page 107: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Ümmî Sinân’ın Bizi Çağırdığı Değerler

H. Yusuf ACUNER∗

Giriş

Đnsan meselesi, insanın varoluşuyla başlar. Đnsan, mitolojide, fel-sefede, ilim ve dinde çeşitli şekillerde ele alınır; farklı anlayışlarla yorum ve çözümler getirilmeye çalışılır. Ne var ki çağımızda insan, sâdece bir obje olarak kabul edilir. Ayrıca insan, fizikî varlığı ve sâhip olduklarının dışında, insan olma özelliğine dayalı bir erdemle ölçül-me yerine, metafizik boyutları teknik başarıya irca edilerek değerlen-dirilmektedir. Đnsanı teknik üstünlüğü ile değerlendiren batı, bunu bir sömürü düzeninin aracı olarak kullanmaktan da çekinmemiştir. Đnsanın metafizik boyutunu görmezden gelen düşünce, insanı ve de-ğerlerini de soysuzlaştırmıştır. Var olmanın anlamını kaybeden insa-nı, yok olmanın korkusu sarmıştır. Ölüm ve yok olma insana ecel terleri döktürmektedir. Mukaddes olan her şey dışlanınca, insanın değerinin de anlamı kaybolmuştur.

Hayâtı anlamlandırma ve kavrama, ancak bireyin sâhip olduğu değerler vâsıtasıyla mümkün olur. Bu bağlamda sosyal bütünlüğün sağlanması için gerekli olan denetim mekanizmasının kurulmasında değerler önemli bir rol oynar.

Đnsanı diğer varlıklardan ayıran en büyük özelliği, değer var e-den bir varlık olmasıdır. Kültür dünyası içinde var olan değerler, insanın maddî yapısının ötesinde onun ruhî özüne dayanır. Bu yö-nüyledir ki değerler, insana reelin ötesine ulaşma imkânı verir. Dü-şüncemizin görünenin ötesine geçebilmesini sağlayan, sâhip oldu-ğumuz değerlerdir. Aynı değerlere sâhip olan insanlar, bunları ya-şatma, yayma, müdâfaa etme ve üstün tutma gayreti içinde olurlar.

∗ Yrd. Doç. Dr., Rize Üniversitesi, Rize.

Page 108: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

104 • Elmalı : Şehir ve Değer

Mukaddesi olamayan toplumlara, ölçüsüzlük hâkim olur. Ortak de-ğerlere inanmayan toplumlar için yok olmak kaçınılmazdır. Đnsan ve insana âit değerler çarpıtılıp bozulunca, onun elinin değdiği her şey-de de bozulma ortaya çıkmaktadır. Đnsanı sadece maddî yönüyle de-ğerlendiren düşünce ve sistemler, insanın yaratılışında var olan den-geyi ve bilgiyi bozmaktadır. Bu hassas dengenin yeniden kurulması için peygamberlere ve onların mânevî mîrasçıları olan velîlere ihtiyaç vardır.

Madde ile mânâ arasındaki dengenin bozulmasıyla câzibe mer-kezi eşyâ olunca, ruhtan taşan değerler insana sevimsiz ve silik gel-mektedir. Bu dengenin tekrar kurulabilmesi için bir değerler eğitimi-ne ihtiyaç vardır.1

1. Bilgi – Değer – Đnsan

Değerin var olması ve bu değerin aktarımı için insanın zihin dünyâsında bilginin değerinin ne olduğunu kavramak gerekir. Gü-nümüzde değerlerin yitirilmesinden söz ediyorsak, insanların önce-likle bilgiden ne anladıklarına, bilgiyi hangi değeri elde etmek için ürettiklerine ve elde etmek istediklerine bakmalıdır. Biz burada bilgi konusundaki tartışmamalara girmeden, Sinân-ı Ümmî’nin bilgiye atfettiği anlama ve bundan çıkan değerlere bakarak gözümüzü ve özümüzü hakîkate yöneltmeyi deneyeceğiz. Sanırım bu da amaca daha yakın bir hizmet olur.

Asıl bilgi, ledünnî bilgidir. Değerli olan da odur. Bu değerli bil-ginin temelini Allah’ın bilinmek istemesine, yani “Küntü Kenz”in sırrına ve en mükemmel varlık olarak insanı yaratmış olmasına bağ-lamak gerekir. Her şey o sırra ermek içindir:

Biz fenâ-ender-fenâ olduğumuz tan gelmesün Cânımız ol küntü kenzin mazharının yâridür2 (33/8)

diyerek Ümmî Sinân, değerli olanın bu sırra ermek olduğunu ifâde eder. Đnsan, bu bilgiye ulaşmakla, asıl maksûda giden yolda gerekli donanımı elde etmiş olur.

1 Necmettin Tozlu, Eğitim Problemlerimiz Üzerine Düşünceler, 1992, 57-53. 2 A. Azmi Bilgin, Ümmî Sinan Divânı (Đnceleme- Metin), M.E.B Yay., Đstanbul, 2000.

Page 109: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Ümmî Sinân’ın Bizi Çağırdığı Değerler / H. Y. Acuner • 105

Bu dünyâda insanın gösterdiği bütün çaba, “Đlim” ve “Bilgi” ile Allah’ı bilme gayretidir. Đlim ve bilgi Allah’ı bilmeyi sağlıyorsa değer-lidir; yoksa yalandan başka bir şey değildir. Đlim ve bilgiden daha üstün olan Đrfandır. Đrfan ise ilâhî sezginin adıdır. Allah vergisi olan bu irfânî bilgi sâyesinde Đlim yoluyla Allah’ı bilmenin künhüne vâkıf olunur. Đşte ilâhî sezgiye dayalı ârifin bilgisi, hakka’l-yakîn bilgiye dayanır. Beşerin ürettiği bilgi ve ilim, yanlışlama üzerine binâ edil-miştir. Bir bilgi, onu yanlışlayan bir başka bilgi gelinceye kadar doğ-rudur. Fakat irfânî bilgide yanılma, hatâ ve değişme olmaz.

Hakkın tevhidinin zâtın sıfâtın Görün aşkı nice ayân eyledi

Ârifin nutkını hakka’l yakînden Görün aşkı nice irfân eyledi. (179/8-9)

2. Ümmî Sinan’da Aşk Eğitimi

Konuyu ele almadan önce, kısaca Ümmî Sinân’da aşkın ne olup olmadığına kısaca bakmakta yarar var:

2.1. Aşk Nedir Ne Değildir?

1. Aşkı yaratan ve insanın kalbine koyan Allah’tır.

Bu aşkın vasfını bizden soranlar Bilin kim tâ ezelden aşinâmdır (49/6)

Hakāyıkda beni Allah yaratdı aşk ile evvel Anun-çün bile gönderdi ayrılmayam bataşımdan (129/2)

2. Aşk Allah’tan başka her şeyi terk etmektir.

Mâl u mülk ü ehl-i beytin ne ki var Bağlamak ister seni edip savaş

Key sakın aslından ırma özünü Her ne kılarsan kılıp aşka ulaş

Ol bekā mülkünde bâkî kalmağa Dü cihân nakşını dilden kıl tıraş (80/7-9)

Cümle vârım vermişem aşkın yolunda her nefes Dü cihânın varlığından tahsîlim aşkdur benim (115/2)

Page 110: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

106 • Elmalı : Şehir ve Değer

Kurtaram dersen başı Ümmî Sinân Cümle şeyden arınıp aşka bulaş (80/11)

3. Allah’a vâsıl olmanın yöntemi-yoludur aşk.

Sırrı ile aşkın içinde dostu pinhân bulmuşam Vâsıl-ı Hak olmağa gizli yolum aşkdır benim (115/3)

Bu bilgiyi elde etmek ve bu bilgi sâyesinde yaradılış sırrını anla-mak için kişinin bir eğitim sürecinden geçmesi gerekir. Buna ister günümüz eğitim terminolojisiyle “kişilik eğitimi” diyelim ya da de-ğerler eğitiminden söz edelim; bu sırra ulaşmak için Ümmî Sinan “aşktan ve âşık olmak”tan bahseder. O, aşkın insanı bu sırra ulaştıra-cağını söyler. Tabiî bu aşk nedir? Nasıl elde edilir? Bunu yine hazre-tin dilinden duymak gerek. Sinân-ı Ümmî kenz-i mahfî sırrının bi-linmesinin ancak aşkla mümkün olduğunu söylemektedir:

Budur der âşıklar aşkın nişânı Küntü kenze mazhar eder insânı Dîdârın bâğının verd ü reyhânı Gününde bir dahi hiç var mı yâ Rab (16/7)

Aşk değil mi kenz-i mahfîyi ayân eden ezel Ger Muhammed mazhar-ı zâtı müsavver nûr ise (166/14)

Başka bir yerde bâtının sırrına ermek için aşkı tanımak, aşkın ta-dına varmak gerektiğini söyler:

Bulan bu aşkın dadını Keşf eyler ilm-i bâtını Mukarreb eyler adını Hâl-ile ehlullâh olur (27/6)

Sinân-ı Ümmî, âşığın ledünnî bilgiyi alabilecek ve anlayabilecek duruma gelebilmesi için, öncelikle nefs terbiyesinden geçmesi gerek-tiğini söyler. Nefs terbiyesinden geçmeyenin, bu bilgiyi elde edeme-yeceği belirtir:

Uydun irşâdına nefsin sen, meğer hannâs ile Âleme rahmet kılan Rahmân’dan oldun bî-haber (23/11)

Rahmân’dan habersiz kalan insan, bugün insanlığın yaşadığı bir dram olarak ifade edebileceğim şekilde maddenin ve eşyânın bilgisi-

Page 111: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Ümmî Sinân’ın Bizi Çağırdığı Değerler / H. Y. Acuner • 107

ne takılıp bunun ötesine geçemez. Bu da küçük şeyler için birbirini boğazlar duruma gelen insanın elinde değerden yoksun bir bilginin canavarlaşmasını sağlar.

Bu eğitimin özündeki temel prensip, görünenle ilgilenmeyip, ona aldanmayıp onun ötesindekiyle ilgilenmektir. Görünenin ötesine ula-şanlar, ledün ilminden haberdar olurlar.

2.2. Aşk Eğitiminin Aşamaları

Bu ilmi elde etmenin yönteminin ipuçlarını veren Ümmî Sinân, birinci aşamanın cihânı terk etmek olduğunu, bunu başaran kişiye ukbânın kapısının açılacağını söyler; ama sırra ulaşmak için bu yeterli değildir. Đkinci aşamadan, yâni ukbâdan da geçmek gereklidir. Bun-dan da geçene, bâtın açılır; ama bu da sırrı elde etmek için yeterli değildir. Bâtından da geçmek, sırrın âşikâr olmasını sağlar. Burada Ümmî Sinân’ın bizi çağırdığı temel değer olan Đnsan olmanın yol ha-ritasını görmekteyiz:

Ten fânîdir, eyle fenâ hergiz, koma nefse binâ Gir bâtının esrârına ilm-i ledünden al haber (22/5)

Kes elin ey dil, cihânın kılmasın ukbâ ziyân Kat et ukbânın elin kim bâtının ola beyân Bâtınından geçemeyince sır sana olmaz ayân Şahidim Kur’ân-ı a‘zam “Küllü men aleyhâ fân” (126/1)

Gördüceğim söyleyenin aceblemen hâlim bilen Zâhir bâtın fenâ bulan sır iline sultân olur (63/3)

Bu irfan eğitimine giren kişi ne yapmalıdır? Varlığın hakîkatini tanımak isteyen, öncelikle kendi varlığını tanımalıdır. Ümmî Sinan, kendini tanıyanın kim olduğunu:

Nefsinin fehm eyleyendir ârif-i billâh olan Ârifin kalbini envâr eyleyen işrâk nedir? (47/8)

sözleriyle açıklar ve nefsi bilmenin, yaratıcıyı tanıma için ön şart olduğunu ifâde eder. Bu bilginin -tâbir yerinde ise- A-B-C’si, insanın nefsini, bir başka deyişle insanın kendi varlığını bilmesidir. Önce bu küçük sırrı keşf etmek gerek. Sinân-ı Ümmî’nin bakışıyla, kendini

Page 112: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

108 • Elmalı : Şehir ve Değer

tanıma ve bilme gayreti içinde olmayan, bırakın herhangi bir değere ve güzelliğe sâhip olmayı, Müslüman, hattâ insan dahi değildir.

Mü’mine rahm etmeyen şeytan müselmân olmadı Nefsini fehm etmeyen insan müselmân olmadı (192/1)

Kendi nefsinin illetin bilmeyen insan değildir Hem rûhunun hakîkatin bulmayan insan değildir (62/1)

O halde kişinin kendi varlığını tanıması demek, tek gerçek varlık olan, ezelî ve ebedî olan Allah’ın zâtını bilip tanıması demektir. Çün-kü bir ve tek hakîkat, Vucûd-ı Mutlak olan Allah’tır. Diğer bütün var olanlar, o varlığın zuhûr mahallinden ibârettir.

Demek ki insanın bu dünyâda peşinden koşması gereken bilgi ve değer, ona kendi rûhunun hakîkatini tanıtacak bilgi olmalıdır. Değer budur. Yoksa diğer insanları sömürü aracı kılan bilginin peşinde koşmak, insanı insan olmaktan çıkarmaktadır.

Kendini bilme noktasında gevşeklik yapan kimse, Allah’a giden yoldan ve bu yolun yolcularının kervanından habersizce yaşamaya devam eder. Aslında yaşadığını zanneder. Bu zevkten mahrum kal-mak, bu gevşekliğin cezâsıdır:

Ey gönül, bîgânesin sen, senden oldun bî-haber Uş yalınız kalasın kârbândan oldun bî-haber (23/1)

2.3. Aşk Eğitiminde Metod

Sinân-ı Ümmî, insanın kendi varlığını tanımasında izlemesi ge-reken eğitim metotlarını da gösterir. Đnsanın öncelikle varlığı tanımak için temizlenmesi, yani kesretten kurtulması gereklidir. Zâhir ve bâ-tının bir olması, bu kesretten kurtulmak için gerek şarttır. Kesretten kurtulmanın ve temizlenmenin aşk ile mümkün olacağını vurgular, Sinân-ı Ümmî:

Varlığım ben aşka verdim dostlar, hiç kalmadı Her ne kılsam hükm anundur düşmâna suç kalmadı

Sûfiyem, hem sâfiyem, aşk eyledi tâhir beni Mü’minem, zâhir ü bâtın taş olup iç kalmadı (181/1, 3)

Page 113: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Ümmî Sinân’ın Bizi Çağırdığı Değerler / H. Y. Acuner • 109

Kendi varlığını bilmek isteyen tâlibin, öncelikle bu dünyânın al-datıcı güzelliklerini gönlünden temizlemesi, şan ve şöhretten geçmesi gerekir:

Ey gönül, geç bu cihânın izzetinden fâriğ ol Âfet imiş kişiye bu dünyede şöhret denen (136/4)

Bir bilgi varsa, bu bilginin tahsil edileceği bir hocanın da bulun-ması gerekir. Aşkın bilgisini ve mârifetullâha giden yolu kişiye öğre-tecek kimdir? Bütün bu gönül temizliğinin yapılabilmesi için Ümmî Sinân’ın önerisi, bir gönül erine bağlanmak ve onun yolundan ayrıl-mamaktır:

Ey gönül, doğru git Hakkın yoluna Erenlerin çerâğından çıkma gel Dilersen maksûdun ayân buluna Cihânın nakşına becid bakma gel Ne gördünse evliyânın yüzünden Đşle, ayrılma anların izinden Hazer eyle, sakın Đblis sözünden Dergâhda nâmını verip yakma gel (99/1-2)

diyerek dünyânın aydınlanması ve hakîkatin açığa çıkmasının ancak mürşid-i kâmil vâsıtasıyla olacağını söyler.

2.4. Aşk Eğitmeni: Mürşid

Buraya kadar ifâde ettiklerimizden anlaşılacağı üzere, kişinin Al-lah’ı tanıması için irfân bilgisine ihtiyâcı vardır. Đşte irfânî bilgi, mürşid-i kâmilde bulunur. Onun bu irfânî bilgiyi tâlibe aktarmak ve terbiye etmek için söylediği sözler, Rahmân’ın sözlerinden başka bir şey değildir. Mürşid-i kâmilin mürşidi de Kur’ân’dır. Đlmi, irfânı ora-dan tahsîl eder. Esâsen söyleyen de, söyleten de Allah’tır:

Âşıka mürşid olan âyât-ı Kur’ân, anladım Ârifin kalbinde her dem ilm ü irfân, anladım

Söyleyip söylettiren ol Padişâh-ı bî-zevâl Ehl-i irfânın cevâbın nutk-ı Rahmân, anladım (111/1-5)

Page 114: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

110 • Elmalı : Şehir ve Değer

Küntü kenzin mazharı sırrından alsın dersini Okuyup hakka’l-yakîn, âyât-ı Kur’ân isteyen (127/8)

Bu eğitimden geçecek olan tâlibin, -eğitim psikolojisi kavramıyla söyleyecek olursak- hazır bulunuşluk düzeyi önemlidir. Ârifin sözle-rini hâl ehli olanlar anlar; kāl ehli olanlar bu bilgi için gerekli hazır bulunuşluk düzeyinde olmadıklarından dolayı bu sözleri anlama ve yorumlamada zorluk çekerler. Bunun için bu bilgi, kıymet bilmeyen insanlara açılmamalıdır. Sonra onlar bunu hor görürler:

Ehl-i hâlin sırrını fehm eylemez nâdân olan Dört kitâba lâ diyendir, Đblis ü şeytânımız (75/5)

Gel beri sarrâf isen, gör gevherin rânâsını Ehl-i irfân olmayan bilmez bunun mânâsını … Nâs-ı nâdân arasında gevherin hor olmasın Ey Sinân Ümmî, sakın açma gönül haznesini (189/ 1-11)

Ehl-i irfânın cevâbın sanmanız efsânedir Can gözünden görülen hatm-i kelâmu’llâh ola … Kim ne bilsin zâhirinde çün görünen hırka şâl Ehl-i derdin belki sırrı ceng-i fazlu’llâh ola

Đlm-i hikmet ehline söyle ledünnî terkîbin Cân ilinden görülen fehm eyle sırru’llâh ola (163/6, 11-12)

Ârifin sözlerinin karşısında kāl ehlinin durumu, dört işlemi bil-meyen öğrenciye soyut matematik dersi anlatmaya benzer. Kāl ehli ârifin sözlerini anlamak istiyorsa, ilim ve irfan sâhibi bir terbiyeciye boyun eğmelidir:

Dervişe bî-cân gerekdir câna cânân isteyen Ehline fermân gerekdir ilm ü irfân isteyen (127/1)

Buraya kadar Sinân-ı Ümmî’nin dilinden ifâde etmeye çalıştığı-mız ve bizi temelde çağırdığı değer olarak vurguladığımız “insan olma” ve bunun yollarından sonra, insan olmayı başarmış, tam ifâde-siyle Kâmil Đnsan mertebesine ulaşmış kimsenin özelliklerini, yine onun dilinden birkaç başlık altında vermeye çalışalım:

Page 115: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Ümmî Sinân’ın Bizi Çağırdığı Değerler / H. Y. Acuner • 111

3. Ümmî Sinan’da Bilgi Eğitimi

3.1. Ümmî Sinan’da Hoca – Talebe Đlişkisi

Ümmî Sinan, bizi Kâmil Đnsan olmaya ve yukarıda onun dilinden ifâde etmeye çalıştığımız değerlere çağırmaktadır. Bu değerleri elde edebilmek için, bir değerler eğitimine ihtiyâcımız olduğundan bah-setmiştik. Bu eğitimi verecek hocanın ve bu eğitimi alacak talebenin ne gibi vasıflara / özelliklere sâhip olması gerektiğini, yine Hz. Pîr’in sözlerinden almaya ve anlamaya çalışalım:

3.1.1. Hocada Bulunması Gereken Vasıflar

1. Talebenin gaflet gözünü açar:

Bu eğitimi verecek hocanın en temel özelliği, talebesinin gaflet gözünü açabilecek donanımda olmasıdır. Gaflet gözü açılmadan, hakîkat penceresinden bakmak ve hakîkati görmek mümkün olmaz:

Bir mürşide ver özünü, gafletten aça gözünü Đzle ezelki izin sen yine senden al haberi (22/3)

2. Hocanın yüzünden Hakk’ın cemâli yansır:

Değerler eğitimini verecek hocanın tanınmasında onun en önem-li alâmet-i fârikası, yüzünde bakanların Hakk’ın cemâlinin yansıdığı-nı görmeleridir:

Mürşid-i kâmil yüzünden vechine kılam nazar Kisvet-i izzet denilen başıma devlet budur (42/11)

3. Hoca aydınlatıcıdır:

Mürşid-i kâmil çerâğından münevverdir cihân Pir azîzim himmetinden nûr-ı izzet ehliyem (102/5)

4. Talebesini hedefe ulaştırır:

Biz fenâ ender fenâ olduğumuz tan gelmesin Mürşid-i kâmil yüzünden sırr-ı sultânam bugün (138/4)

5. Talebeyi Allah aşkıyla eğitir:

Hasta diller derdinin dermânı aşku’llâhdır Şol gönüller sıdkının imânı aşku’llâhdır (31/1)

Page 116: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

112 • Elmalı : Şehir ve Değer

Zâhidâ, gel aşka yâr ol, maksûdun mesrûr ise Aşk elinden tevbekâr ol, menzilin maksûr ise (166/38)

3.1.2. Talebede Bulunması Gereken Vasıflar

1. Đsteyerek eğitime başlar:

Çünki sevdin mürşidin, irşâdına oldun revân Gel tefekkür kıl, ne telkîn eyledi şeyhin, gönül (95/11)

2. Hocasını çok sever:

Arzulayıp geldim yine kapuna Efendim Mazharî Sultan kandesin? Yüz sürmek isteriz senin tapuna Efendim Mazharî Sultan kandesin? (197/1)

3. Hocasının eğitim metodlarına uyar ve tam bir teslîmiyet içinde bulunur:

Âşık oldur, mürşid-i kâmilden ayırmaz gözünü Sad hezârân bin belâ gelse çevirmez yüzünü (62/8)

3.2. Aşk Okulunun Mezunu : Đnsan-ı Kâmil

Hazret’in diliyle aşk eğitiminden geçmiş kişinin özelliklerini ö-zetleyecek olursak, aşk eğitimi almış kişide şu vasıfları aramak gerek-tiğini anlarız:

1. Vahdet nûruna gark olmuştur:

Ol hakîkat şehrine sultân olan cânâneye Bu vücûdun kafesi ancak misâfirhânedir … Vahdetin envârına gark olduğundan aşk ile Dahi akla gelmedi Ümmî Sinân dîvânedir. (32/5, 13)

2. Vahdet sırrına mazhar olmuştur ve irfan sâhibidir:

Ey Hudâyâ, vahdetin bir haddi yok ummân durur Çün bu sırra mazhar olan kâmil-i insan durur Fazl-ı Hak’dan derler ana sâhib-i irfân durur Ey dirigâ, işbu sırdan doymadı Ümmî Sinân (126/13)

Tâ ezel kālû belâ bâzârının tüccârıyam Kim bu sırdan bey‘ ederse kâmil insan anladım (111/8)

Page 117: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Ümmî Sinân’ın Bizi Çağırdığı Değerler / H. Y. Acuner • 113

3. Kendi varlığını unutan, kendi varlığının zâhir ve bâtın yö-nünden geçmiş ve bu hâl üzere zâhir ve bâtını mâmûr olan-dır:

Pâdişâhım, cânımız sen câna dûş olmak diler Gayri varlıktan geçip seninle hoş olmak diler (36/2)

Ey kân-ı ilm u irfânım, mazhar-ı sırr-ı Sübhânım Eder isen kabul, cânım kurbâna gelmişem sana

….

Zâhir tenim, bâtın cânım, döndüm sana küllî yönüm Kalmadı zann ü gümânım imâna gelmişem sana (7/3, 5)

Gerçek erler Hak yolunda varlığın eyler fenâ Sâlikin kalbinde Hak’dan gayrinin ifnâsı var (40/4)

Seni sen mahv edip senden gidermeyince ey dil tâ Bekā bi’llâh makāmında bulunmaz bir haber elfâz Sinân Ümmî fenâ fahrı erelden sırr-ı insâna Bekā bi’llâh makāmının binâsından yapar elfâz (82/4-5)

Tâlibin cânı yârin şem’indeki pervânedir Bu atâ Hak’dan, meğer kim kâmil insânadır (83/2)

Ol dahi bil, Hasan-ı Basrî’ye telkîn eyledi Zâhiri baâını mâmûr pirlerin burhânıdır (52/3)

4. Đki cihânı da terk etmiştir:

Didârın zevki bulunmaz iki âlemde Ki cennet halkını görsem, diyem yâ Hû soram yâ Hû (143/16)

Gönül aşkdan gınâ buldu Geçip dünyâ vü ukbâdan Fenâdan son fenâ buldu Geçip sevdâ-yı ukbâdan (130/1)

Dü cihânın nakşına dil vermeyendir serveli Şerh edüben söylediğim kâmil insandır benim (103/14)

Mâsivâ sevdâsına baş eğmeyen merdâneler Dostu derdiyle hemîşe kâmil insandır yanar (30/3)

Page 118: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

114 • Elmalı : Şehir ve Değer

5. Zikrin lezzetine ulaşmıştır:

Yâ ilâhî, ver dimâğa dile zikrin lezzetin Söyledikce âciz et gayri kelâmın kesretin (135/1)

6. Sadece Hakk’ın kapısına kul olmayı seçmiştir:

Devletinden fâriğ olma, bekle Hakk’ın bâbını Uzletinden fâriğ olma, bekle Hakk’ın bâbını (174/1)

7. Bütün varlıklarda sâdece Allah’ın varlığını görür:

Her ne kim zâhir olur, fiil-i maallâhı gör Gayrı görme her şeyi sen, ya celâl ü ya cemâl (94/2)

8. Himmet ve burhan sâhibidir:

Kâmil insânın kemâlin söylerin anlayana Himmet ü burhân gerekdir kâmil insân üstüne (164/4)

Sonuç

Đnsanla eşyâ arasındaki ilişkiyi, sâdece fizikî ilişki olarak değer-lendirmemek gerekir. Eşyâ ile aynı hâlikın mahlûku olmak cihetiyle, insanın madde ile ilişkisinin bir de metafizik boyutu vardır. Bu boyu-tun eğitilmesi, insanı maddenin esâretinden kurtarabilir. Bu okulun eğitmenlerinde ve Ümmî Sinan’da bu eğitimin adı, aşk eğitimi olarak karşımıza çıkar. Aşk eğitimi eksik olan kişi, maddeye olan bağlılığını koparıp yaratılış gâyesini gerçekleştiremez. Bu eğitimden uzaklaştığı oranda da maddenin esâretine düşmekte insan ve insanlık. Đşte Haz-ret-i Pîr, bizleri insan olmanın tek yolu olan aşk eğitimine çağırmakta ve onun yolunu ve yöntemini göstermektedir.

Sözümüzü baştan beri Ümmî Sinân’ın bizi çağırdığı insan olma değerine ulaştıracak aşkın ne olduğunu onun dilinden söyleyerek bitirelim:

Berü gel nefsini bilmek dilersen. Nedir göstereyim haller içinde. Aşık olan kişi aşkın tadını. Bulamaz sükker-ü ballar içinde

Page 119: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ŞEHĐR ve KĐTAP

Page 120: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER
Page 121: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı’da Değirmen

Sadık YALSIZUÇANLAR∗

1.

Elmalı’ya iki kez gittim. Birincisinde belediye başkanı, orada ya-tan bilgelerin sadece adlarını biliyordu, gönlü yanan birkaç genç iş adamıyla birlikte küçük bir açıkoturum yapabildik. Đkinci gidişimde umutlarım güçlendi. Sinân-ı Ümmî, öğrencisi Mısrî’yi bize armağan etmekle kalmamış, onun kadar değilse de daha birçok bilge yetiştir-miş, arzın dört bir yanına salmıştı, onu gördüm. Türbesine yakın bir eski konakta kaldık. Yöreye ait hamur işi ve et yemekleri yedik yer sofrasında. Eliot gibi tahta kaşıkla değil ama yerde, Sinân-ı Ümmî’nin irfan sofrasındaymışız gibi. Konağın geniş taraçasına çıktık sonra. Dolunay vardı.

Divan hocası Ali Aydın, ‘Mehmetçim’ dedi, ‘sen bu işleri bilirsin, ayda kim oturuyor?’ ‘Adem oturuyor hocam’ dedim. ‘Güneşte?’ ‘Đdris.’ ‘Venüs’te?’ ‘Sizin şairlerin şiiri aldıkları Yusuf makamıdır hocam…’ ‘Ya hoca, nasıl inanıyorsun bu saçmalıklara?’ diye atıldı Cihangir

bey.

Antalya’dan ekibe katılan biri. Halkbilimci Raif beyin kuzeni. Tıp fakültesinde hoca.

‘Benim aklım ermiyor azizim bu işlere’ dedi Ali hoca.

∗ Yazar.

Page 122: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

118 • Elmalı : Şehir ve Değer

Sigara yaktım.

Uzun süre ve dikkatle bakınca her şey aynılaşıyor. Tek bir resim beliriyor.

Ümmî Sinan kırk yaşında posta geçiyor.

Post, aynı yerden, Đbrahim Peygamberden.

Kalaycı mıydı, yoksa değirmenci mi?

Düşünde onu görüp de Elmalı’ya geldiğinde, seni önce değirme-ne mi göndermişti?

Bu sırra erdiğim halim sorarsan

Baş koydum bir zaman yollar içinde

Diyen o muydu?

Baş koyduğu yolların sonu nereye çıkmıştı?

Ben yolun neresindeyim? Ne zaman bu işler bir yola, düzene gi-recek? Anılarını okudukça korkuyorum. Bedeli can mıdır bu sevda-nın? Kansız aşk olur mu? Neden oldu bunlar, nereden nereye savrul-duk? Nasıl bu hale geldik? Benden nasıl uzaklaştın? Beni seviyor mu-sun? Đçinde bir şey kaldı mı? Ne çok anımız varmış meğer. Ben bu anılardan nereye kaçarım? Bunlardan nasıl kurtulacağım? Ne zaman içimdeki bu uğultular dinecek, sükûna ereceğim?

Divan’ını okumaya korkuyorum, ne zaman rasgele açsam içim-deki bir yaraya vuruyor, canımı yakıyor, dayanamıyorum. Beni ara-yan beni bulur, diyorsun. Beni bulan beni sever. Beni seven bana âşık olur. Ben, bana âşık olana âşık olurum. Ben âşık olduğumu öldürü-rüm. Bu öldürmenin diyeti bana farzdır. Bunun diyeti ise bizatihi benim. Seni arıyorum, yollardayım…

2.

Bursa’da otobüsten inince otogardaki bir çay ocağına gittim. Ha-sır iskemleyi kenara çektim. Sırtımı duvara dayadım. Simitçi gelince iki gevrek aldım. Çay yeni demlenmişti. Üzerinde yüzen çay tanele-rini kaşıkla temizledim. Mis gibi kokuyordu.

Page 123: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı’da Değirmen / S. Yalsızuçanlar • 119

Đşte bir sofra… Çıtır çıtır simit, buğusu tüten demli çay ve peynir. Bu sofra, Halveti bilgelerinin silsilesidir. Son halkası senin elindedir. Senin kılavuzun Ümmî Sinan’dır. O, Eroğlu’ndan izinlidir. Yedi es-mayı ilkin Eroğlu’ndan almış, onun cemale yürümesinden sonra di-ğer isimlerin sırrını Mazhar Sultan’dan edinmiştir.

Sana sırrı ilk kez o koklattı.

Elmalı bir gül bahçesiydi, Muslihiddin de o bahçenin bir başka gülü, Vehhab Ümmî’den koklamıştı sırrı.

Ona sır, Yiğitbaş’tan gelmişti.

Ona Alaattin’den devrolmuştu.

O, Kayserili Tacettin’in kapısındaydı, kapıları ona o açmıştı.

Denize açılan bir kapıydı bu, herkesin ayrı bir kapısı vardı, ya a-çılır ya kapanırdı.

Bir kez açılmayagörsün, içinden binlerce kapı belirir, her kapı ay-rı bir deryaya açılırdı.

Burası kıyısız bir denizdi, kıyı yoksa deniz iyidir, derler. Denizsiz kıyı olmaz, kıyısız deniz olur mu?

Bir kapı daha açıldı, oradan Erzincan’ın büyük bilgesi Molla Piri göründü.

Bir kapı daha, Yahya Şirvani belirdi.

Derken bir kapı, bir kapı daha, Sadrettin Pir Ömer…

Merdivenleri çıktıkça, her basamakta ayrı bir deniz göründü, ayrı bir fırtına çıktı, ayrı bir durulma…

Hacı Đzzettin…Pir Ahi Mirem…Şeyh Ömer…Ahi Muham-met…Đbrahim Zahidi…Cemalettin Tebrizi…Şehabettin Tebrizi…Rüknettin Muhammet…Kutbettin Ebheri…Ebu Necip Sühreverdi…Ömer el-Bekri…Şeyh Vasiyüttin…Böylece sürüp gitti, kapılar açıldıkça denizler göründü, inci mercan saçıldı, sırlar açıldı, başta göz kapandı, kalpteki göz açıldı, dış yıkıldı, iç yapıldı, zahir kapandı batın açıldı, batın kapandı zahir açıldı, evvel ahire karıştı, ahir evvele kovuştu, Muhammed el-Bekri, Ahmed ed-Dineveri’den el

Page 124: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

120 • Elmalı : Şehir ve Değer

aldı, o Mümşad ed-Dineveri’den mezun oldu, iş geldi, Ebu’l-Kasım el Cüneyd el-Bağdadi’ye dayandı, ona sır, Seriyyü’s-Sakati’ten intikal etmişti, o ise, şeyhi ve üstadı Şeyh Maruf el-Kerhi’nin ırmağıydı, ona Davud et-Tai hikmeti vermişti, Habibü’l-Acemi’ydi onun kapısı, o, Basralı Hasan’ın sırdaşıydı, o ise, atı Düldül, kılıcı Zülfikar, hırkası Furkan, bilgelerin gözbebeği Ali’nin yadigarıydı, hikmet bir şehirdi, Ali kapısıydı, kapısında durduğu nur suretinde bir insandı, sevgiliy-di, sevilen, aranan ve istenendi, övülmüş, seçilmiş ve su gibi hem temiz hem temizleyiciydi, arı duruydu, berraktı, ışıktı, nurdu, göl-geydi, gölgesi olmayandı, biri kendisine seslendiğinde bütün bede-niyle dönendi, o ise sırrı Ruhu’l-Emin’den, Cebrail’den almıştı, onu ona yere göğe sığmayan, senin kalbine sığan göndermişti.

Senden sır soruyorum, evliyadan sır sorana, dokuz türlü nişan gerek, diyorsun.

Sır nedir, nişan kimdir, evliya nerededir?

Burası dört kapı, kırk makam, yüzaltmış menzildir.

Birinci kapıdayım, burası yasa…Güneş gibi ayan her şey…apaydınlık…işaret…ayet…ima…rumuz…âlem…gösterge… sonradan söylenmiş olan…sonradan olanı öncesiz olana bitiştiren bir söz…burası apaçık bir beyan…sözsüz bir şey…anlamın kendi-si…buradan öteye, içeriye girmeliyim…burası, başladığım yer çirkin bir şeyi emrediyor…kötülüğü buyuran bir basamaktayım…elsiz, a-yaksız, gözsüz bir yaratık…it gibi…ağzı salyalı…tükürükler saçı-yor…hırlıyor…saldırgan…doymuyor…iştahının sonu yok…her şeyi istiyor…sınır tanımıyor…her şey benim diyor…herkes benim olma-lı…herkes benim gibi olmalı…her şey senin olmalı…doyma, saldır, elde et, yut onu…dişleri korkunç…ağzından dünyanın en pis kokusu geliyor…kelimeleri pis…sözcükleri ufunetli…harfleri kir-li…saldırıyor habire…onu istiyorum…al…onu da istiyorum… al…onu da…al…onu da…onu da…onu da…çal…yak…yık…yok et…ye…iç…kus…çürüt…kokut…dağıt…çöz…orası senin olma-lı…gasp et onu…burası sana kalmalı…çal onu…şunu da iste…ona da sahip olmalısın…çiğne hakkını…öldür…yarala…ruhunu kirlet şu-nun…pisliğini at üzerine…yağmalat kendini…bedenin senindir, so-yun…aç bacaklarını…gözlerin senin, bak her şe-

Page 125: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı’da Değirmen / S. Yalsızuçanlar • 121

ye…baktır…kulakların sana ait…içini doldur paslanmış sesler-le…kirlet kulaklarını…bu dil senin, onu dilediğince kullan…en küs-tah kelimelerle saldır herkese…bu paralar…bu sikkeler…bu altın-lar…bu güç…bu iktidar senin, ez herkesi…herkes sana muhtaç olma-lı…her şey buyruğuna girmeli…zevk al…sadece zevk al…zevkten çıldır…kudurt nefsini…burası kötülüğü emreden nefistir…bak nasıl nefis görünüyorlar…ölmeyeceksin hiç…sana ölüm yok…burası son-suz bir yer…ne görürsen saldır…mülküne kat…haram nedir ki…al onu…helal nedir ki…al onu…yalan nedir ki…sev onu…hırsız kimdir ki…çal onu…vur patlasın çal oynasın…çaldıkça oynat…bedeninin kıvrımlarına bak…şehvet yurdu burası…dindir onu…dindikçe azgın-laşıyor…azdır onu…burası ilk adım…henüz adım atmadın…henüz acıyı tatmadın…dilediğini yap…ihtiraslarını gemleme…arzularını kamçıla…her şey, her şey senin…gönlünce eğlen…kimse yok bura-da…kimse görünmüyor, sadece sen varsın…o halde mülk senindir, mülkünde dilediğin gibi eğlen…burası sefil bir yer…burası çok a-cı…burada günahın cezası kendisidir, unutma…burada sevabın ödü-lü kendisidir, hatırla…burada kalamazsın…bu bataklığın içinde so-luk alamazsın…ey niyazi, bana himmet et…bir yol göster, bir işaret ver…ey niyazi, ellerimi tut, beni benimle bırakma…beni bana terk etme, ey niyazi, ellerimi bırakma…tut elimden, çekip al beni…ben pişmanım…ey niyazi…tenim kokuyor…ellerim siyah…yüzüm ka-ra…sesim çirkin…bedenim yaralı…kalbim yorgun…başım gürültü-lü…sözcüklerim darmadağınık…ey niyazi, beni eşiğinde beklet-me…bu düzeyden kurtulmak istiyorum…buradan içeri girmeli-yim…burası pişmanlık yurdu…burada hırlama yok…dişlerin görünmüyor…salyan akmıyor…burada sesler yavaş yavaş durulu-yor…fırtına dinmeye başlıyor…burada gözlerime ışık dolu-yor…burada daha temiz, daha sessiz bir şey var…burada siniruçlarımı daha çok hissediyorum…bedenim hafifliyor…burada zincirler kırılmaya başlıyor…burası pişmanlık yeri…burada ne yap-sam nafile görüyorum…burada ne istesem pişmanlık duyuyo-rum…burada midemin sonsuz açlığı bir lokmayla diniyor görüyo-rum…burada onun her isteğini doyurmam gerekmediğini hissediyo-rum…burada kendimi hissetmeye başladım…ey niyazi, levvameye seyran gerek diyorlar…ben anlamıyorum ne demek istiyorlar…levvame nedir anlat bana…bunu ancak hissedebilirsin

Page 126: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

122 • Elmalı : Şehir ve Değer

diyorsun…hissettir bana…burası yasa idi, şimdi yol açıldı…içerisi sır elidir…elini uzat, çekip al beni…aklı terk et diyorsun, akılsız ne ya-parım…vicdana çık diyorsun…vicdan nedir…burada perdeler açılı-yor…çok açık bir yer burası…perdeler birer birer açılıyor, hafifliyorum…bedenimin ağırlıklarından kurtuldukça canım yanıyor, sonra hafifliyorum…sonra güzellik beliriyor, ben buna dayanamıyorum…sonra ışıyor herkes, ben bunu anlamıyorum…akıl terk edince görüyorum, bunlar anlaşılır işler midir…burası esin yur-du, burası ilham meleği…burada tuba ağacı, burası kevser ırma-ğı…burası yalnızlık yolu…burası halvet durağı…burada ilham sesleri var…burası kelimelerin yandığı yer…buraya vicdan gerek ey niyazi, buraya ilham gerek…gürültüler kesildi…gölgeler yok oldu…burada ağaçların dallarından çocuk sesleri sarkıyor…burada kalbim büyüyor, sadece onu hissediyorum…burası mansur’un yurdu, burası senin mahallen…burası o’nun evi, burası ümmi sinan’ın çehre-si…burası bir değirmen, bir kalaycı dükkanı…binlerce eğri odun ara-sından düzgün olanı…burada itiraz yok…sessiz bir oda…küçük bir yer…duvarların birkaç gün sonra yok olduğu…genişlemeye başladı-ğı…sonsuz bir yer…burada bir lokma bir damla su…sessizlik…bedenin yavaş yavaş eridiği canın belirdiği…can ge-rek burada…burası can veren bir yer…burada irade yok…burası terk yeri…ihtiyarın olmadığı…seçime yer olmayan…benin kalmadı-ğı…senin olmadığı…sensiz bensiz bir yer…burada ey niyazi, söy-lenmesi gereken nedir…keramettir ey niyazi…burası açık de-ğil…burada gizli yok…yolcunun birliğinin anlaşıldığı bir yer…burası altıncı basamak, burada sadece hoşnutluğun var…burada her şey belirti…ima sadece…işaret arıyordun, işte sana işaret…iz soruyor-dun, işte yolun izi…yola bakıyordun, işte yol, koyul oraya…düş yo-la…giysilerinden soyun…çırılçıplak…üryan…kendinden soyundun işte…burası saflık yurdu…burada varlık yoktur…burada insanlara bir şey görünmez…burada dış göz kapalı, iç göz kapalı…burada iç dış yok, burada göz yok, kulak yok…buradan yürümek için canı kur-ban etmelisin…dök kanını…burası sekizinci basamak, burada her şey ayan beyan…anlatılamazın sınırı burası…anlatılamazın anlatılamazlığını anlatmak istiyorsun, boş bir çaba bu…kelimeler yetersiz, anla artık…sözle anlatamazsın, sesle söyleyemez-sin…dokuzuncu basamağa çıkmak istiyorsun, sana bir sır söyleyece-

Page 127: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı’da Değirmen / S. Yalsızuçanlar • 123

ğim…aragon’un haberi yoktu bu sırdan, sana onu söyleyece-ğim…burası bir insan, buraya insan diyorlar…burada insana ad ko-nulmuş, kendini paramparça etmelisin…denize dalıp kaybolmalısın, burası birlik ağacı…as kendini, sallandır bedenini darağacında…güç sanma, sadece masumiyet çocuğun adı…hatırına güç gelmesin, safi nurdan insan gerek…burası elmalı yolu…burası son menzil…buraya kütahya’dan gidebilirsin…orası dağlarla çevrili…orada büyük bir dağ var, diğerleri onun çocukları…orası elmalı, dünyanın bir merke-zi…binlerce merkezi var dünyanın, hepsi bire bağlı…orası bir’in bir-liği...

3.

Dost ellerinin menzili göründü / gönül derdine derman olan Elmalı gö-ründü.

Kuşlar bu sözleri işittiklerinde canlarını elden verdiler. Simurg kuşların gönüllerindeki kararı ellerinden aldı. Sevgiliye aşkları bir iken yüz bin oldu. Doğru bir kararla yola çıkmaya azmettiler ve ace-leyle yola koyuldular. Hep birlikte dediler ki, ‘şimdi bize sorunları-mızı çözmede kılavuzluk edecek biri gerek. Böylece yolda rehberlik eder ve hiç kimse kendi başına hareket etme gücüne sahip olamaz. Böyle bir yolda bizlere hükmü geçecek bir kılavuzumuz olmalı ki büyük ve derin denizi aşabilelim. Bir kılavuza can u gönülden itaat edelim, iyi ve kötü her ne dediyse onu yapalım. Belki bu sayede bizi söz meydanından alıp Kafdağı’na götürür. Bu suretle zerre ulu güne-şe ulaşır ve Simurg’un gölgesi üstümüze düşer.

Aramızda bir kılavuz yok, bu yüzden kura çekelim, başka çare-miz yok. Kura kimin adına çıkarsa kılavuzumuz ve biz küçük kuşlar arasında büyüğümüz odur.’

Söz buraya varınca kuşların arasındaki gürültü de azaldı ve her-kes susmaya başladı.

Kılavuz seçme işi kuraya kalınca, kararsız kuşların gönülleri ka-rar ve sükûnete erdi.

Kura çektiler, Hüdhüd’ün adı çıktı. Herkes onu rehber kabul etti ve buyruğunu candan gönülden yerine getireceğini söyledi. ‘Hüdhüd bu yolda hem rehberimiz hem de öncümüzdür’ diye ahdettiler. ‘Hü-

Page 128: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

124 • Elmalı : Şehir ve Değer

küm onun hükmüdür, ferman onun fermanıdır. Ondan ne canımızı ne de bedenimizi sakınırız’ dediler. Hüdhüd’ün başına tacı koydular. Yüz binlerce kuş yola çıktı, gölgeleri hem gökyüzünü hem de yeryü-zünü kapladı.

Yolda vadinin başı göründüğü zaman kuşların feryatları aya u-laştı. Yolun heybetinden canlarına bir ateştir düştü. Hepsi birbirine yanaştı ve kanat kanada, ayak ayağa uçmaya başladılar. Hepsi sami-miyetle canlarından ellerini yıkadılar, yükleri ağır, yolları uzundu. Bu yol hayret edilecek bir yoldu, hiçbir yolcusu yoktu. Ne bir zerre şer vardı ne de bir zerre hayır. Sessizlik ve sükûnet hâkimdi. Bu yolda ne bir şey artıyor ne de bir şey eksiliyordu. Yolculardan biri Hüdhüd’e sordu: ‘Bu yolda neden kimse yok?’, Hüdhüd kendisine, ‘bu sizin çığlığınızdandır’ diye cevap verdi.

4.

Yörük yurdudur da bizim yurdumuz/allı yeşildir de bizim or-dumuz/bir orduya yeter bizim dördümüz/ince belden aşıp gelir ar-dımız… Sazı belinde oba oba dolaşan âşık, Elmalı’nın bir aydınlıklar yurdu olduğunu söylüyor. Torosların Batı Akdeniz’e doğru kıvrım kıvrım uzayan çanağında, dağlar arasında yolcuları ansızın karşıla-yan, yeşilin bilinmedik sırlarıyla renklenmiş Elmalı, sırtını Tilkicik ve Topdağı tepelerinin yükseldiği Elmalı dağına vermiş, ovaya yayılmış. Karagöl ve Avlan göllerinde balık avlayan dervişlerle tanışıyorsun. Sinan Ümmi, seni bir telkari ustası gibi ince ince işlemeye başladığın-da, sen Malatya’da Hüseyin Efendi’nin kalbine dokunduğu elinin sıcaklığını hâlâ hissediyorsun. Burası Halvetiler yurdudur, halvet ve sohbet yoludur. Burada bir değirmen var, suyu yalap yalap akar, oraya buğday giren un ufak olarak çıkar, her şey orada kader tozuna dönüşür. Şeyhin seni değirmene gönderiyor, benliğini un gibi dağıt-madıkça yola giremeyeceğini anlıyorsun.

5.

Burası, kıyısız bir deniz. Buraya kavuştun. Dalgalar denizin hal-leri. Artık Ümmî Sinan’ın rengine boyandın. Burası Elmalı… Dağlarla çevrili bir ova. Ovalara düştün. Burada artık telvin yok, halden hale geçiş kalmadı, burası temkin yurdu. Buraya yerleştin, bu mekânette sürekli kalacaksın. Temkin üzeresin. Burada için sükûna erecek. Bu-

Page 129: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı’da Değirmen / S. Yalsızuçanlar • 125

rası bir orman. Ne bir cadde ne bir kural ne bir yasa var. Burada ger-çeğin kalbindesin, kalbin ne derse o olacak. Gönlün nasıl isterse o hal belirecek. Ruhun nasıl ağlar, nasıl gülerse öyle yapılacak. Ümmî Si-nân’ın eli kalbine dokundu. Omzunu okşadı, bir selvi gibi başın göğe doğru yüceldi. Burası birlik yeri. Toplanma evi. Ezel meclisinde seni yazdıkları kılavuzu bulmak için çok yerler dolaşmış, çok beldeler gezmiş, çok dağlar aşmış, çok ovalara düşmüştün. Kalbinin devasını, azizin Ümmî Sinan’da buldun, burası bir bulut. Rahmet bulutu. Bu-rada kalbin o yağmurla yıkanacak. Hakîkatin kalbine ulaşmak ister-din, isteğin gerçekleşti. Rüyan ayniyle çıktı. Telvinin gitti, temkini buldun. Burası bir değirmen. ‘Đnsanlar iyiye doğru götürülemezler, ancak şuraya buraya götürülürler, iyi, olgu uzamının dışında yatar’ diyordun. Burası bir değirmense, burada iyiye götürülmenin ötesinde bir şey var. Burada öğütüleceksin, toz olup o havuza döküleceksin. Oraya benliğini eritmeden, o suya karışamazsın. Şurası veya burası ne fark eder, nereye dönerseniz dönün, O’nun yüzü oradadır. O’nun yüzü, kendisidir. Kendisi varken şura veya buranın bir anlamı olur mu? Buraya incelmeye geldin. O denli inceleceksin ki, yüzün kalma-yacak. Yüzüne bakınca seni göremeyecekler. Sadece O görünecek, senin yüzün yok olacak. Burası yokluk yurdu. Buraya geldin, yok olacaksın. Burası deniz, taze suların çağıldadığı bir kaynak. Buraya dökülüp kaybolacaksın. Denize karışacaksın. Deniz seni kendisine benzetecek. Đçine alıp yok edecek. Onda kaybolmadan kendin ola-mazsın. Kendine gelemezsin. Kendinle olamazsın. Kendinle kalma-dan O’na ulaşamazsın. Đnsanın en güzel anlarının, kendisiyle geçirdi-ği anlar olduğunu söylerdin, şimdi bunu karım ve oğlumdan ayrı, evde yalnızlıkla kavrulduğum bu gecelerde ben de daha iyi anlıyorum. Seni anlamak, yaşadıklarına benzer halleri tatmakmış, bunu da yeni yeni anlıyorum. Seni okumak yanmakmış, seni çalış-mak, seninle ilgili tez yazmak, seni anlatmak, bütün bunlar yalanmış, şimdi daha iyi anlıyorum. Anlamak acı çekmekmiş, bunu da tattım. Burası bir gece. Burada Niyazi’sin. Burası bir gündüz. Burada Mısrî’sin. Burası bir mektup. Burada el-fakir’sin. Sen hem yoksul hem fakirsin. Sen dünyayı sevmezsin, dünya sana âşıktır. Sen sultanların aradığı sultansın. Sen cuma günü dünyaya geldin. Cuma, cemdir. Birliktir. Toplanmadır. Derlenmedir. Sen birliğe, birlemeye, derleme-ye geldin. Orası bir rüya idi. Geylani seni uyardı. Kılavuzuna anlat-

Page 130: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

126 • Elmalı : Şehir ve Değer

tın. Sana hilafet önerdi. Elinin tersiyle ittin. ‘Efendim, benim kalbim hilafete kanmaz. Bundan böyle seyahat etmek istiyorum’ dedin. Orası henüz merdivenin ilk çeyreğiydi. Senin gözün doruklardaydı. Hiçlik yurdundaydı. Oraya gözünü dikmiştin. Burası Yedikule. Âşıklar der-gâhı. Dergâh burası. Huzurun eşiği. Burada hazır olmak gerekiyor. Huzura girilen bir yer burası. Buraya yerleştin. Huzura giriyorsun. Huzura ermek istiyorsun. Huzurun dergâhı burası. Buranın bahçesi-ne dervişlerle bir kuyu kazdınız. Suyu tatlıydı, gözleri ağrıyan Hıris-tiyan ve Müslüman hastalar geliyordu. Burası Mısrî kuyusuydu. Yu-suf’un atıldığı yerdi. Yusuf güzellikti. Kuyu sonradan kapandı. Ne zaman oldu bu, bilinmiyor. Senin bu kuyudan nasıl çıktığın da bilinmiyor. O mağaraya ne zaman girdiğin, oradan ne halde çıktığın da… Kuyunun şifalı suyunun tulumbayla çekilip dergâhın şadırva-nına nasıl akıtıldığı da… Bütün bunlar bilinmiyor. Senin hallerin nasıl bilinsin. Ben bunları nasıl bileyim. Ben henüz bir yola girmedim ki. Yol nerede, ona nasıl girilir bilmiyorum ki…

50. Elmalı’da bir gece, değirmende oturuyordun. Bir kelebek uçarak

geldi, yanan kandilin ışığına çarptı ve cansız yere düştü. Yerde hare-ketsiz kaldı. Ölüp ölmediğini anlamak için eline aldın, bir süre ince-ledin. Bir hayat izi bulamadın. Gönlün ölmüş olduğuna inandı. Bu sırada Bayezid-i Bestami’nin ölmüş bir karıncayı nefesiyle dirilttiğini hatırladın. Kelebeği eline aldın, dirilmesi dileğiyle temiz bir kalple huşu ile üzerine üfürdün. Hemen dirildi ve eskisi gibi uçtu. Sanki ateşe hiç düşmemiş gibiydi.

Page 131: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Yanmalar Kitabı

Ali AYÇĐL∗

Şiir olmadığı halde, Ian Dallas’ın “Gariplerin Kitabı”nın girişin-deki bir paragrafı şiir niyetine tekrarlayıp duruyorum kimi zaman. Şehrin büyük meydanlarından birinde, şaşkınlıkla etrafımı sökmeye çalışırken ya da insanların yalnızca bir kol ve bacağa dönüştüğü şu telaşlı gün batımlarında, ansızın aklıma geliyor Dallas’ın cümleleri: Dünyanın muazzam kalabalığı gırtlağına kadar cehalete, şiddete ve cinnete gömülmüştür. Milyonluk şehirlerden birinde iki halsiz, ihti-yar kadın, unutulmuş, canlı cenazeye dönmüş görünüşleriyle bir kö-şeye büzülmüş, bitip tükenmek bilmeyen korkunç sahneleri gözlem-lemektedir.

Kadınlardan biri ötekine döner ve şöyle der: “Felaket, şunlara bak. Her birimize bir bak. Hiçbir şey anladığım yok. Nedendir? Bu büyük âlem, bu dünya, bu milyonlarca insan neden böyle? Anlamı ne bunun? Bir bilen oldu mu hiç?” Uzun bir sessizlikten sonra öbür ka-dın elini arkadaşının kolu üstüne koyar ve der ki: “Hatırlıyorum, u-zun, çok uzun zaman önce, henüz genç bir kızken bir garip adam gelmişti şehrimize. Kaba giysiler içindeydi ve sivri bir külah vardı başında. Hâlâ hatırlıyorum elini kolumun üstüne koyduğu zaman gözlerinde doğan sükûneti; o anda bana şöyle demişti. La ilahe illal-lah.”

Sadık Yalsızuçanlar, yeni kitabı “Anka”da, yaşadığı hayatın karmaşası içinde Niyâzî-i Mısrî’nin izini sürerken, her an hakîkatin başka başka halleriyle yüzleşen Mehmet’in hikâyesini anlatıyor. Mısrî üzerine bir doktora tezi hazırlamaya çalışan Mehmet, daha hazırlık

∗ Yazar.

Page 132: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

128 • Elmalı : Şehir ve Değer

aşamasında büyük mürşidin ateşiyle yanmaya başlamış, sanki onun çilehânelerde eprimiş âbâsının içindeymişçesine onunla beraber me-şakkat yolculuğuna çıkmıştır. Karısıyla ve oğluyla da sorunlar yaşa-yan Mehmet için Niyâzî-i Mısrî üzerine tez hazırlamak bir yerden sonra imkânsız hale gelmiştir artık; içine girdiği manalar âlemini bir çadıra sığdırmanın imkânı yoktur. Mehmet’in durumu, Dorian Gray’e tutulduktan sonra, artık Jülyet rolünü oynayamaz hale gelen Sibyl Vane’e benzemiş, aşk, aşka düşeni dilsizleştirmiştir. Mesele de, doktora öğrencisinin hocasını ziyareti esnasında kendiliğinden hal-lolmuştur zaten. Aşkın görünmez ulakları vardır! Hoca, öğrencisine Mısrî’yi değil, Yûnus’u çalışmasının daha uygun düşeceğini söyle-miştir laf arasında...

Anka, 17.yy’da yaşamış Niyâzî-i Mısrî’yle, 20-21.yy kavşağında yaşayan Mehmet arasındaki rabıtanın notları olarak da okunabilir. Modern bir bireyle kadim bir hakîkat adamı arasındaki bu rabıta, zamandaş bir mürşit–mürit ilişkisinden daha meşakkatli bir yola sokmuştur kahramanımızı. Bu Mısrî’nin izini sürerken, yolları, şehir-leri, çilehâneleri kendi tarihleri içinde yeniden kurgulamaktan kay-naklanan bir sıkıntı değil elbette. Sıkıntı, abasının altına girdiği büyük mürşidin adımlarıyla kendi zamanını kat etmek zorunda kalışından kaynaklanmaktadır. Hayat her an karşısına çıkmaktadır Mehmet’in. Boşanmak isteyen karısı olarak çıkmaktadır karşısına, küskün oğlu olarak, bir McDonald’s olarak. Ve günlerin bağcıkları hiç beklemediği anlarda çözülmektedir işte. Vakitlerin perdeleri yırtılmakta, Mısrî, hiç ummadığı yerlerde kendini ayan ederek Mehmet’teki közü harlayıp durmaktadır. Anka’nın kahramanı, iki uzak zamanın tek bir oluktan aktığı bir çile çeşmesine dönmüştür sonunda. Karısı kendisinden bo-şanmış, yeni eve taşınmış, bir başına kalmıştır. Ancak, bu dünyada bir ayrılıktır şimdilik. Asıl acı, henüz peçesini çözmemiştir Meh-met’e…

Kitap boyunca Mısrî ile Mehmet’in bir çilenin içini birlikte dol-durmaları, sadece modern kahramanın incitilmiş hayatından kaynaklanmaz. Dahası, asıl incitilen, büyük incinmiş Mısrî’dir. Ka-natlarının arasında ne taşıdığını göremeyen pek çok insan o hakîkat kartalını oklamaktan geri durmamış, dinlenmek için çekildiği yuvası hemen tarumar edilmiş, prangaya vurularak sürgüne gönderilmiş,

Page 133: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Yanmalar Kitabı / A. Ayçil • 129

yine de endamlı uçuşundan yılmamıştır. Aşka düşmenin bir bedeli vardır ve Mısrî, Malatya’da başlayıp Limni adasında sona eren hayatı boyunca bu bedeli fazlasıyla ödemiştir. Yalsızuçanlar, kitabı boyunca ortanca Mehmed’in tenezzülsüzlüğündeki kudreti gösteren pek çok olay, işaret aktarıyor okuruna. Kendi kahramanın adını da Mehmet koyması bilinçli bir tercih zaten. Çünkü Mısrî’nin asıl adı Mehmet’tir. Đlk Mehmet Hz Muhammet’le, Anka’nın kahramanı arasında kalpleri birbirine düğümleyen bir arabulucu olmasından ötürü ortanca dedim ona. O büyük aşk kapısına ulaşmak için, her kalp, derecesine göre birbirinden medet umuyor sonunda; her dil, efendisinin ağzında çö-zülüyor…

“Anka” da bir işaret… Aslında Anka, Simurg’dur ve efsaneye göre dünyanın yıkılışına üç kez tanıklık edecek kadar yaşlıdır. Bu bitmez yaşam onu bilgeleştirmiş, bilgeliğin kuşu haline getirmiştir. Öyle ki, Simurg uçmaya başladığında rüzgârı bilgi ağacının yaprakla-rını sarsmakta, sayısız tohum dünyanın şurasına burasına saçılmak-tadır. Yeşeren bitkiler, insanoğlunun tüm hastalıklarına şifadır. Simurg – bilgi ve şifa arasındaki bu mitolojik ilişki bir işaretler örün-tüsünden ibarettir. Feridüddin Attar, bu örüntüyü Mantık al Tayr’da, bir seyr ü sülûk yolculuğunun zemini haline getirmiş, ortaya muaz-zam bir metin çıkmıştır. Sadık Yalsızuçanlar, hem Simurg’a doğru yolculuğa çıkan kuşların hallerine, hem de onların geçtiği meşakkat vadilerine dil ve gönül olarak vakıf bir kalem. Modern kahramanı Mehmet’i yalnızca Mısrî’nin değil, Mısrî’nin yârenlerinin de çile kapı-larında, vadilerinde dolaştırıyor, bir değil birkaç ocakta eritiyor ma-denini: Mevlânâ’nın, Yûnus’un, Đbn-i Arabî’nin, Bedrettin’nin oca-ğında… Bedrettin dedim de, demeden geçemedim. Âli Osman, Bed-rettin’in boynunda sicim, Niyâzî’nin ayağında pranga olarak kaldı. Ol Varidat hiç kapanmadı bilinsin! Nihayet, başından beri Mehmet’in hikâyesi olarak okuduğum Anka’yı, Mısrî’nin hikâyesi olarak bitir-dim. Mehmet’e gelince, “ne çok kitap, ne çok dosya, ne çok fişin; Ka-rabaş-ı Veli biyografisinin, Wittgenstein’ın, Reşat Nuri’nin, Derrida’nın, Marks’ın, Kafka’nın arasından” kaldırıp yola uğurladım onu. Kendisi anlatsın hikâyesinin sonunu: “Bütün bu olup bitenler-den sonra, okuldan ayrıldım. Yıllardır yaşadığım kenti terk ettim. Yolum nereye uğrarsa oraya gitmeye karar verdim. Senin, ‘biz şol

Page 134: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

130 • Elmalı : Şehir ve Değer

abdalız bıraktık eğnimizden şalımız / varlığından soyunup üryan olan anlar bizi’ dizelerindeki sırrının peşine düştüm. Bugün bir dos-tum aradı. Birkaç kez adımdan söz edince, ‘onlar’ dedim, ‘dünyaya, adlarını dünyadan silmek için gelmişler.” Mehmet’in başından neler geçti, bunlara fazla değinmedim farkındayım; yazarın, farklı zaman-ları ve mistik tecrübeleri modern bir metnin hendesesinden geçirmek-teki ustalığına da girmedim çok. Sebebi şu: Bu bir yanmalar kitabı, herkes okuyup kendi payını çıkarsın…

Ben, “Gariplerin Kitabı”nın başındaki yaşlı kadının ağzından bir hayat işareti olarak çıkan tevhidin hallerini buldum Anka’da. Suretler uçup gidiyor sonunda, bütün kapılar bir tek kapıya açılıyor…

Page 135: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Niyâzî-i Mısrî’nin Đzinde

M. Đlhan ATILGAN∗

Edebiyat okuru zaten bilir, bilmeyen de Đhtiyarlar Risalesi’nde geçen o unutulmaz dizelerinden hatırlayacaktır Niyâzî-i Mısrî’yi: Günde bir taşı bina-yı ömrümün düştü yere / Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber / Dil bekası, Hak fenâsı istedi mülk-i tenim / Bir devasız derde düştüm, âh ki Lokman bihaber.

Sadık Yalsızuçanlar’ın henüz yayımlanan Anka adlı anlatısı, ta-savvuf edebiyatının en coşkun, en güçlü şairlerinden Mısrî’nin dün-yasını daha yakından tanımak için iyi bir başlangıç olabilir.

Önce şu: Anka bir tarihi roman değil. Yalsızuçanlar ayarında bir yazar, elbette, Mısrî’nin hayatını düz bir romanla anlatmaya çalışmak gibi edebî bir sıradanlığa, acemiliğe düşmemiş. Anlatı üç düzlemde akıyor: Asıl adı Muhammed’den kinaye Mehmet olan Niyâzî-i Mısrî’nin çileli hayatı / bir akademisyen olan anlatıcı öznenin (onun da adı Mehmet) günümüz Ankara’sında yaşadıkları, karısıyla çalkan-tılı ilişkisi / Mantıku’t-Tayr’ın izinde, kuşların Simurg’a yolculuğu. Bu üç düzlem yer yer kesişiyor, kimi yerde öznenin düzlem değiştir-diğini fark etmek kolay olmuyor ki bunu sağlayanın Yalsızuçanlar’ın taze ve zengin üslubu olduğunu belirtmek gerekir.

Mısrî’nin kalb yolculuğu

Anka, Mısrî’nin ve kalb gözünü açık tutarak yaşamaya çalışan bir modern zaman insanının anlatısı gibi görünse de birçok alt-katmana sahip. Güneydoğu sorunundan Osmanlı eleştirisine (“Âl-i Osman’ın yıkılışında Niyâzî’ye yaptığı zulmün çok payı vardır”), Đslâm tarihinde yer yer ortaya çıkan medrese-tekke ikiliğinden kadın- ∗ Yazar.

Page 136: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

132 • Elmalı : Şehir ve Değer

erkek ilişkisinin acısına, şiddetine kadar, her biri başlı başına bir ro-man malzemesi olabilecek temalara göndermeler anlatı boyunca bir görünüp bir kayboluyor. Kitapta, bir anlamda, Mısrî’nin seyr-ü sülûküne adım adım tanık oluyoruz. Yalsızuçanlar, belli ki titizce topladığı malzemeyi hoyratça değil kıvamında kullanmış. Bütün bir kalb yolculuğunu birkaç satıra sığdırıyor örneğin: “Sana, ‘Öğrenimini bitirdin mi?’ diye sordu. ‘Evet’ dedin, ‘on iki ilimden de mezun ol-dum.’ Ümmî Sinan ansızın kaybolmuştu. Yıllar sonra, Đstanbul’da, padişahın huzurunda girdiğin sınavı başarıyla verdin. Kırk tekkeyi ziyaret ettin, kırkıncıda Ümmî Sinan’ı tekrar buldun. Tekrar kaybet-tin. Yedi yıl dergâhta onu bekledin. Tekrar belirdi ve ‘Đlmin başı ne imiş?’ diye sordu. ‘Sabır’ dedin.”

Mısrî’nin ‘Devredip geldim cihana yine bir devran ola’ dizesine çarpılıp onunla bir tür ortak yaşantı kuran anlatıcı, sonunda “Seninle ilgili tez yazmak yalanmış” deme noktasına varıyor. Yalsızuçanlar’ın neredeyse her metninde orta yerde duran, insanda Allah’ın en büyük oyunu olan nefsin en anlaşılmaz muamması “aşk”, bu anlatının da birleştirici öğesi haline geliyor.

Anka’nın, Sadık Yalsızuçanlar’ın kendine en çok benzediği me-tinlerinden biri olduğunu düşünüyorum. Güzerân’ın, Şehirleri Süsle-yen Yolcu’nun, Sırlı Tuğlalar’ın yazarını tanıyan okur, Anka’nın anla-tıcısına yabancı kalmayacaktır. “Viyanalı Ermiş” diye anılan Wittgenstein’dan Đbn Arabî’ye, Risâle-i Nur’dan Turgut Uyar’a kadar Yalsızuçanlar’ın çağrışım haritası bu anlatıda da karşımıza çıkıyor. Örneğin, “Elmalı’dan dünyaya giden gemi” cümlesiyle çok sevdiği Đkinci Yeni şairlerine, “Gördüm ki, güya ben büyük bir şehirdeyim, sultana hizmet ediyorum.” gibi cümlelerle Nur’lara apaçık atıflar yapıyor Yalsızuçanlar. Bunlara yazlık sinemacı baba, Malatya, Anka-ra, öğrenci evi gibi anlatıyı sahihleştiren otobiyografik öğeleri de ek-leyelim. Anlatının sonunda ise Mısrî’yi “Viyanalı Ermiş’in durduğu yerin ötesine” koyarak durduğu yeri sağlamlaştırıyor.

Enis Batur bir keresinde “Ayfer Tunç’la Sadık Yalsızuçanlar’dan başka iyi öykücü göremiyorum ben.” demişti. Cemil Kavukçu’dan Barış Bıçakçı’ya kadar bir dizi iyi öykücüyü dışarıda bırakan kör bir bakıştı bu belki ama o döneme kadar Yalsızuçanlar’ın farkında olma-

Page 137: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Niyâzî-i Mısrî’nin Đzinde / M. Đ. Atılgan • 133

yanları irkiltmek için iyi bir çıkış oldu. Dilerim, Anka da yeterince ‘görülür’.

Önümüzde, Mısrî’yi Derrida’nın ‘göçmen’ine benzeten sıra dışı, anlatının diliyle söylersem ‘ehline açık’ bir kitap var. Anlatı bittiğinde okur da öznenin sorduğu o soruya varıyor: “Velilerin hallerinden çıkan bu sözler bizim derdimizin neresine ulaşıyor?”

Page 138: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER
Page 139: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

E K L E R

Page 140: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER
Page 141: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Onlar Bizim de Canımız Neden Elmalı’nın Canları?∗

Cevat AKKANAT

Antalya Elmalı’da bir sempozyum var 1 Ağustos’ta. Elmalı ve sempozyum için Bilal Kemikli Hocamızdan bilgi aldık.

Antalya’nın Elmalı ilçesi bu günlerde bilimsel bir toplantıya ha-zırlanıyor. Đlki geçtiğimiz yıl düzenlenen “Elmalı’nın Canları Đrfan ve Sevgi Sempozyumu”nun ikincisi, 1 Ağustos 2009 günü gerçekleştiri-lecek. Elmalı’nın yetiştirdiği ve kültür hayatımıza katkısı olan değer-leri konu edinen sempozyum serisinin organizasyonunu Antalya Kültür Đletişim Kulübü, koordinatörlüğünü ise Prof. Dr. Bilal Kemikli yapıyor.

Prof. Dr. Bilal Kemikli anlatıyor

Sempozyumun koordinatörlüğünü yapan Uludağ Üniversitesi Đlahiyat Fakültesi Đslâmî Türk Edebiyatı hocalarından Prof. Dr. Bilal Kemikli bize konuyla ilgili bilgiler verdi.

“Bu sene 1 Ağustos 2009 günü Elmalı’nın Canları Đrfan ve Sevgi Sempozyumu’nun ikincisini düzenleyeceğiz. Bu seneki sempozyu-mun bir alt başlığı var: “Değer” kavramını konuşacağız bu yıl. Dola-yısıyla bu seneki sempozyumun tam “Elmalı’nın Canları Đrfan ve Sevgi Sempozyumu- II, Değerlerimiz” olacak. Hani son yıllarda sıkça şikâyet edip duruyoruz ya, değerlerimizi kayboluyor, bozuluyor, değişiyor diyoruz ya… Đşte kaybolduğu, değiştiği veya bozulduğunu söylediğimiz temel değerlerimizi gündeme alıyoruz.”

∗ http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=1556, 24 Temmuz 2009 Cuma

Page 142: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

138 • Elmalı : Şehir ve Değer

Kendi değerlerimiz…

Bilal Kemikli şöyle devam ediyor:

“Tabi bu konu oldukça geniş bir konu. Đşin felsefi ve sosyolojik yanı var… Konunun bir yanında küreselleşme, göç, sanayi toplumu-na geçiş gibi faktörler var, öte yandan bilim, kültür ve sanatta değişen anlayışlar ve bakış açıları. Bütün bunlar ister istemez bizlere değiyor, dokunuyor. Her değiş, yeni bir ufka, dolayısıyla yeni bir değişime sebep oluyor.”

Değer konusunu kültürel değişimle izah edilemeyeceğini belir-ten Kemikli, “değer kaybı” meselesine getiriyor sözü: “Değer kay-bından söz ediyoruz… Bunun temelinde değişim vardır. Değişim ister istemez olacak. Ama bu zorunlu değil de doğal seyrinde olsa, müdahalelerle değil de tabii olsa. O vakit, yeni kazanımlar, yeni do-kunuşlar, değişmeler, tevarüs eden değerlerimizle kolayca buluşacak ve bir sentez oluşacaktı. Đnsan yenileniyor… Her an yenilenen insana, bu sentez, yeni bir duruş kazandırabilirdi. Şimdide yeni bir bakışımız var, ama bize tarihin bahşettiği kendi zaviyemizi, bakışımızı kaybet-tik. O yüzden şaşı bakıyoruz…”

Şaşı bakışın açılımı

Bilal Kemikli söz konusu ‘şaşı bakışın’ ayrıntılarını da açıklıyor:

“Yeni bakışımız var, sanatta, bilimde ve kültürde… Hayatın i-çinde bu yeni bakışın izleri var. Ama bir de geleneksel bakışımız var. Bu bakışın da bir sanat, bilim ve ahlak anlayışı var. Bu bakışla biz, biz olmuşuz. Tarihimizi bu bakışla inşa etmişiz. Şehirlerimizi, ticari haya-tımızı, sosyal ilişkilerimizi, beynelmilel ilişkilerimizi hep bu bakışla oluşturmuşuz. Ama bir yerde bu bakış demode oldu, demişler. Mese-leye şuradan bakın, demişler. Onların verdiği zaviyeden bakmışız… Böylece kendi zaviyemizi yitirmişiz. Böylece şaşı bakış ortaya çıkmış. Kendi dilini, türküsünü, sanatını, estetik değerlerini dışlayan bir ba-kış. Kendi şiirini, kendi destanını, kendi efsanesini küçümseyen bir bakış.

Elbette yeni bakışlarımız olacak, hücrelerimiz yenilenirken bakı-şımız da, zaviyemiz de yenilenecek. Ama bu, tabii seyrinde, görerek,

Page 143: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Onlar Bizim de Canımız, Niçin Elmalı’nın Canları? / C. Akkanat • 139

araştırarak, okuyarak, anlayarak, düşünerek olacak. Sevgiyle ola-cak… O vakit, bir değer kaybı da olmayacaktı.”

“Değerlerimizin temelinde saygı var.”

“Bizim değerlerimizin temelinde sevgi var. Sevgiyle tabiata bakmışız, insana bakmışız. Sevgiyle bir medeniyet inşa etmişiz. Sev-giyle bir düzen kurmuş, bir tarih inşa ermişiz. Sevgi… Seveceğiz. Neyi? Yaratılmışı. Đnsanı, ister inansın, ister inanmasın; ister yerli olsun, ister yabancı; ister ak olsun, ister kara… Sâlih de olsa, şakî de; o insanı seveceksin. Sadece insanı mı? Hayır, bütün yaratılmışları… Kâinatı seveceksin…”

Đrfânî bakış…

Bilal Kemikli sevgimizin irfânî bakışa dayandığını belirterek şun-ları söylüyor: “Đrfan, bilgiden öte, dokunuşla, duyuşla alakalı… Tec-rübeyle, yaşantıyla ulaşılan bir bilgi. Sevgimizi bu bilgi beslemiş. Bu yüzden yaratılanı yaratandan dolayı hoş görmüşüz. Madem o yarattı, benim bilgim bu şekilde, ben ne diye hor göreyim; onu sevmeliyim… Daha doğrusu her yaratılmışın bir hikmete binaen hayat bulduğunu bilmektir sevgi. Tabi, bu sevgi aynı zamanda irfanı besliyor. Bu irfanı bakışla mahlukatı seven, onu değiştirmek, bozmak yerine olduğu gibi kabul eden, ona hikmet nazarıyla bakan insanın bilgisi, görgüsü ve anlayışı da ziyadeleşiyor. Sonra çıkıp, “Benim bir karıncaya yüce ba-kışım var!” diyebiliyor. Đşte değer, bu yüce bakışla oluşuyor. Bizim değerlerimiz, hep bu sevginin ve hep bu yüce bakışın eseridir.”

Elmalı’nın canları

Prof. Dr. Bilal Kemikli “Niçin Elmalı?” sorusunu da şöyle cevap-landırıyor:

“Güneyin incisi olan Elmalı, Anadolu’muzun her şehri nazlı bir gelin gibi sevilmeye layıktır. Toprağı şehir yapan, şehri inci haline dönüştüren bir ruh var. O ruhu aramak, o ruhla buluşmak lazım.

Bu anlamda Elmalı, Abdal Mûsa’dır… Hakkındaki menkıbeleri okuyun, efsanelere tanık olun, baştan sona sevgidir Abdal Mûsa. O-nun hikâyesinde sadece insanları değil, hayvanları seven, tabiatı se-ven bir bilge ruh göreceksiniz. Đşte bu şehri kuran ruh, bu sevgidir ve

Page 144: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

140 • Elmalı : Şehir ve Değer

bu irfandır. Bu yüzdendir ki, bu şehirde daha sonraki dönemlerde Vâhib-i Ümmî, Eroğlu Nûri ve Ümmî Sinan gibi bilgeler yetişmiştir. Bunların hepsi sevgiyle bakmış ve sevgiden bahsetmişlerdir. Bu sev-ginin izini, Elmalılı Hamdi’de ve diğerlerinde de görmek mümkün-dür. Sevgiyle, irfanla bakmak ve böylece bir değerle manzumesi inşa etmek… Dağlarla, taşlarla barışık. Tabiatla barışık. Kendiyle barışık insanların şehri Elmalı. Bu yüzden bu barışa, bu güvene ermiş canla-rın nefeslerini dinlemek, onlara kulak vermek lazım. Bizim çabamız bu. Acaba Ümmî Sinan bana hangi değerleri kazandırıyor? Sözüyle, şiiriyle ve hikâyesiyle beni nereye çağırıyor? Bu gibi soruların peşindeyiz… Çünkü bu sorularla aslında Ümmî Sinân’ı tanımaya ve bize öğrettiklerini anlamaya çalışacağız. Ama asıl, kendimizi tanıyacağız.”

Page 145: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı Güneyin Đncisidir∗

Erhan BAYDUR

Geçtiğimiz yıl, Antalya’da Elmalı’nın Canları Đrfan ve Sevgi Sempozyumu düzenlenmişti. Elmalı’nın yetiştirdiği ve kültür haya-tımıza katkısı olan değerleri konu edinen bir sempozyumdu. Antalya Kültür Đletişim Kulübü’nün organize ettiği bu sempozyumun bilimsel koordinesini Prof. Dr. Bilal Kemikli yapmıştı. Katılımcılar bilir, çok verimli ve öğretici bir etkinlik olmuştu. Bu sene 1 Ağustos 2009’da Elmalı’da bu sempozyumun ikincisi düzenlenecek. Bu sempozyumu da yine Prof. Kemikli koordine ediyor. Elmalı’yı seven ve değerli me-sâilerini ayırarak buraya hizmet veren hocamızla sizin için bir söyleşi gerçekleştirdik. Zevkle okuyacağınızı umuyoruz.

—Hocam merhaba, bu sene yine Elmalı’nın Canları sempozyumu ola-cak değil mi?

—Merhaba… Evet, bu sene 1 Ağustos 2009 günü Elmalı’nın Can-ları Đrfan ve Sevgi Sempozyumu’nun ikincisini düzenleyeceğiz.

—Yine aynı adla mı olacak?

—Evet, ama bir alt başlığımız var. Bu sene “değer” kavramını konuşacağız. Dolayısıyla bu seneki sempozyumun tam adı şöyle: “Elmalı’nın Canları Đrfan ve Sevgi Sempozyumu- II, Değerlerimiz”

—Değerlerimizi konuşacağız diyorsunuz.

—Değerlerimizi konuşacağız. Hani son yıllarda sıkça şikâyet e-dip duruyoruz ya, değerlerimizi kayboluyor, bozuluyor, değişiyor diyoruz ya… Đşte bu kaybolduğu, değiştiği veya bozulduğunu söyle-diğimiz temel değerlerimizi gündeme alıyoruz.

∗ http://www.turkislamedebiyati.com/index.php?tema=1-2&s=1&id=97

Page 146: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

142 • Elmalı : Şehir ve Değer

Tabi bu konu oldukça geniş bir konu. Đşin felsefi ve sosyolojik yanı var… Konunun bir yanında küreselleşme, göç sanayi toplumuna geçiş gibi faktörler var, öte yandan bilim, kültür ve sanatta değişen anlayışlar ve bakış açıları. Bütün bunlar ister istemez bizlere değiyor, dokunuyor. Her değiş, yeni bir ufka, dolayısıyla yeni bir değişime sebep oluyor.

—Bir bakıma değer konusunu kültürel değişimle mi izah ediyorsunuz?

—Hayır, şimdi değer kaybından söz ediyoruz ya… Bunun teme-linde değişim vardır demek istiyorum. Değişim ister istemez olacak. Ama bu zorunlu değil de doğal seyrinde olsa, müdahalelerle değil de tabii olsa. O vakit, yeni kazanımlar, yeni dokunuşlar, değişmeler, tevarüs eden değerlerimizle kolayca buluşacak ve bir sentez oluşa-caktı. Đnsan yenileniyor… Her an yenilenen insana, bu sentez, yeni bir duruş kazandırabilirdi. Şimdide yeni bir bakışımız var, ama bize tari-hin bahşettiği kendi zaviyemizi, bakışımızı kaybettik. O yüzden şaşı bakıyoruz…

—“Şaşı bakıyoruz” diyorsunuz. Biraz açar mısınız?

—Evet, şaşı bakıyoruz. Bir yeni bakışımız var, sanatta, bilimde ve kültürde… Hayatın içinde bu yeni bakışın izleri var. Ama bir de ge-leneksel bakışımız var. Bu bakışın da bir sanat, bilim ve ahlak anlayışı var. Bu bakışla biz, biz olmuşuz. Tarihimizi bu bakışla inşa etmişiz. Şehirlerimizi, ticari hayatımızı, sosyal ilişkilerimizi, beynelmilel ilişki-lerimizi hep bu bakışla oluşturmuşuz. Ama bir yerde bu bakış demo-de oldu, demişler. Meseleye şuradan bakın, demişler. Onların verdiği zaviyeden bakmışız… Böylece kendi zaviyemizi yitirmişiz. Böylece şaşı bakış ortaya çıkmış. Kendi dilini, türküsünü, sanatını, estetik değerlerini dışlayan bir bakış. Kendi şiirini, kendi destanını, kendi efsanesini küçümseyen bir bakış. Elbette yeni bakışlarımız olacak, hücrelerimiz yenilenirken bakışımız da, zaviyemiz de yenilenecek. Ama bu, tabii seyrinde, görerek, araştırarak, okuyarak, anlayarak, düşünerek olacak. Sevgiyle olacak… O vakit, bir değer kaybı da ol-mayacaktı.

—Sempozyumda irfan, sevgi ve değer kavramlar öne çıkıyor.

—Bizim değerlerimizin temelinde sevgi var. Sevgiyle tabiata bakmışız, insana bakmışız. Sevgiyle bir medeniyet inşa etmişiz. Sev-

Page 147: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı Güneyin Đncisidir / E. Baydur • 143

giyle bir düzen kurmuş, bir tarih inşa ermişiz. Sevgi… Seveceğiz. Neyi? Yaratılmışı. Đnsanı, ister inansın, ister inanmasın; ister yerli olsun, ister yabancı; ister ak olsun, ister kara… Salih de olsa, şâki de; o insanı seveceksin. Sadece insanı mı? Hayır, bütün yaratılmışları… Kâinatı seveceksin. Ağacı, çiçeği, toprağı, taşı, akan suyu, boz kırı, yeşil ovaları, dağları, tepeleri seveceksin. Mahlûkatı seveceksin… Evcil ve vahşi hayvanları, kuşları, böcekleri… Sevmek demek, her şeyden önce sevdiğin şeyin hukukuna saygılı olman, onu olduğu gibi kabul etmen ve koruman demektir. Bizim kültürümüzde, kuş evleri, sadaka taşları, su vakıfları gibi o unuttuğumuz ve kaybettiğimiz maddi değerlerimizde bu sevginin izlerini görmek mümkündür.

Bizim sevgimizin kökeninde irfânî bakış vardır. Đrfan, bilgiden öte, dokunuşla, duyuşla alakalı… Tecrübeyle, yaşantıyla ulaşılan bir bilgi. Sevgimizi bu bilgi beslemiş. Bu yüzden yaratılanı yaratandan dolayı hoş görmüşüz. Madem o yarattı, benim bilgim bu şekilde, ben ne diye hor göreyim; onu sevmeliyim… Daha doğrusu her yaratılmı-şın bir hikmete binaen hayat bulduğunu bilmektir sevgi. Tabi, bu sevgi aynı zamanda irfanı besliyor. Bu irfanı bakışla mahlukatı seven, onu değiştirmek, bozmak yerine olduğu gibi kabul eden, ona hikmet nazarıyla bakan insanın bilgisi, görgüsü ve anlayışı da ziyadeleşiyor. Sonra çıkıp, “Benim bir karıncaya yüce bakışım var!” diyebiliyor. Đşte değer, bu yüce bakışla oluşuyor. Bizim değerlerimiz, hep bu sevginin ve hep bu yüce bakışın eseridir.

—Bunları Elmalı’nın canları ile nasıl ilişkilendiriyorsunuz?

—Elmalı, güneyin incisidir. Bendeniz aslen Elmalılı değilim, ama bu şehri seviyorum ve sanki buralıyım gibi. Ve bura benim için pek kıymetli, pek değerlidir. O yüzden güneyin incisi diyorum. Sadece Elmalı’yı mı seviyorum? Hayır, Anadolu’muzun her şehri nazlı bir gelin gibi sevilmeye layıktır. Ben bu toprağı seviyorum. Fakat yine de toprağı şehir yapan, şehri inci haline dönüştüren bir ruh var. O ruhu aramak, o ruhla buluşmak lazım.

Benim için Elmalı, Abdal Mûsa’dır… Hakkındaki menkıbeleri okuyun, efsanelere tanık olun, baştan sona sevgidir Abdal Mûsa. O-nun hikâyesinde sadece insanları değil, hayvanları seven, tabiatı se-ven bir bilge ruh göreceksiniz. Đşte bu şehri kuran ruh, bu sevgidir ve

Page 148: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

144 • Elmalı : Şehir ve Değer

bu irfandır. Bu yüzdendir ki, bu şehirde daha sonraki dönemlerde Vâhib-i Ümmî, Eroğlu Nûri ve Ümmî Sinan gibi bilgeler yetişmiştir. Bunların hepsi sevgiyle bakmış ve sevgiden bahsetmişlerdir. Bu sev-ginin izini, Elmalılı Hamdi’de ve diğerlerinde de görmek mümkün-dür. Sevgiyle, irfanla bakmak ve böylece bir değerle manzumesi inşa etmek… Dağlarla, taşlarla barışık. Tabiatla barışık. Kendiyle barışık insanların şehri Elmalı. Bu yüzden bu barışa, bu güvene ermiş canla-rın nefeslerini dinlemek, onlara kulak vermek lazım. Bizim çabamız bu. Acaba Ümmî Sinan bana hangi değerleri kazandırıyor? Sözüyle, şiiriyle ve hikâyesiyle beni nereye çağırıyor? Bu gibi soruların peşin-deyiz… Çünkü bu sorularla aslında Ümmî Sinân’ı tanımaya ve bize öğrettiklerini anlamaya çalışacağız. Ama asıl, kendimizi tanıyacağız.

—Kendimizi tanıyacağız, diyorsunuz.

—Elbette… Tarihe gitmek, esasen ana gelmektir. Şimdiki zamana gelmek. Tam olarak bu zamana gelmem, kendim olmam için, önce tarihe gitmeliyim. Köklerime ulaşmalıyım. Köklerimi tanımam, ken-dimi tanımamdır. Köklerime hizmet etmem, kendime hizmet et-memdir. Sadece kendime mi? Sadece şimdiki zamana mı? Hayır? Hayır, yarına, yarınlara da böylece kalacağım. Aslında kendimi tanı-mamla, dünle yarın arasında köprü oluyorum. Köprü insanlara ihti-yaç var.

Bakınız Ümmî Sinan, sadece Elmalı’da kalmamış. Başka şehirlere de tohumunu atmış. Başka köprüler de kurmuş. Niyâzî-i Mısrî ile bu köprü, Bursa’ya, Đstanbul’a ve oradan Limni’ye kadar uzanmış. Ge-çen sene, Latanya Otel’de, Antalya’da yapılan Elmalı’nın Canları Sempozyumu’nda, Elmalı’dan Limni’ye uzanan bu gönül köprüsünü bir arkadaşımız tebliğ olarak sundu. Bu arkadaşımız romancı, hika-yeci ve yapımcı gibi sıfatları da haiz. Tuttu bu sempozyumdan yola çıkarak bir roman yazdı.

—Sadık Yalsızuçanlar’dan mı söz ediyorsunuz hocam?

—Evet, Sadık beyden bahsediyorum. Hak kalemine kuvvet ver-sin. Ne kadar güzel değil mi? Geçen seneki toplantı ona, Anka’yı yazdırdı. O romanda Elmalı da var, Bursa da, Limni de… Đşte bilim bu; siz burada mütevazı bir faaliyet yapıyorsunuz, o faaliyet ehlinin kaleminde, dilinde ölümsüzleşiyor.

Page 149: ELMALI ŞEHĐR ve DEĞER

Elmalı Güneyin Đncisidir / E. Baydur • 145

Bu sene Sadık Bey yine gelecek… Bir de ufkumuzu Balkanlara, o eski vatan topraklarına açtık. Bu sene, Sinân-ı Ümmî’nin Makedon-ya’ya uzanan köklerinden birini öğreneceğiz. Makedonya’dan bir bilim adamı bize Ohri’den, Struga’dan ve oradaki Elmalı’nın izlerin-den söz edecek.

—O vakit uluslararası bir toplantı olacak, öyle mi?

—Hayır, yurtdışından bir misafirimiz var… Uluslararası katılımlı olacak. Malum bu sempozyum zamana yayılmıştır; biri oldu, ikincisi oluyor, ilgi ve alaka olursa, ayrım gayrım olmazsa, üçü, dördü, beşi de olabilir. Burada Elmalı’nın alakası önemli. Hemşerilik ve sevgi burada ortaya çıkacak.

Yeri gelmişken söyleyeyim yurt içinden de çok değerli hocaları-mız katılacak. Süleyman Uludağ, Mustafa Kara, Hüseyin Algül, Os-man Çetin, Ahmet Ögke, Bayram Ali Çetinkaya, Salih Çift, Yusuf Acuner, Ali Đhsan Akçay gibi değerli ilim adamları, genç araştırmacı-lar olacak.

—Hocam ilginize teşekkür ederiz. Bize zaman ayırdınız, sağolun. Çok güzel bir sohbet oldu.

—Ben teşekkür ederim. Öyle sanıyorum ki, asıl hoş sohbet, asıl güzellikler sempozyum günü olacaktır. Sempozyum günü akşamı, Sinân-ı Ümmî güftelerinden oluşan güzel bir konser de dinleyeceğiz. Gönlümüz şenlenecek.