Upload
buse-hakan
View
1.285
Download
5
Tags:
Embed Size (px)
Citation preview
T.C.
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
MALİYE ANABİLİM DALI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
DOLAYLI VERGİLERİN GELİR DAĞILIMI
ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
EZGİ ŞEN ÖNAL
13357
TEZ DANIŞMANI
YRD.DOÇ.DR.UFUK BAKKAL
İSTANBUL 2006
DOLAYLI VERGİLERİN GELİR DAĞILIMI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Ezgi ŞEN ÖNAL
ÖZ
Bu yüksek lisans tezinde, dolaylı vergilerin gelir dağılımı üzerindeki etkileri
incelenmektedir. Söz konusu etkiler incelenirken, yansıma analizinden yararlanılmıştır.
Öncelikle yansıma analizi mikro bazda ele alınarak dolaylı vergilerin fiyat ve üretim
etkilerinin ifadesine çalışılmıştır.Akabinde genel bir dolaylı verginin ekonominin tümü
üzerinde etkili olacağı düşüncesinden hareketle genel düzeyde bir yansıma analizi
gerçekleştirilmiştir.
Genel denge analizi sonucunda, dolaylı vergilerin tüketicilerin lehine, tasarruf
edenlerin ise aleyhine olacak şekilde gelir dağılımını değiştirdiği anlaşılır.Tüketiciler
aleyhine gelir dağılımının değişmesi ise aynı zamanda gelirlerinin tamamı veya önemli
bir kısmını tüketen düşük gelirli kişilerin aleyhine gelir dağılımının değişmesi demektir.
Dolaylı vergilerin düşük gelirli gruplar üzerinde oluşturduğu olumsuz etkiye dayanarak,
bazı maliyecilerin, söz konusu vergilerin karşısında yer aldıkları görülmektedir.
Buna karşın, dolaylı vergilerin tasarruf edenler lehine gelir dağılımını
değiştirdiğini düşünen bir kısım maliyecilerin ise dolaylı vergilerin lehinde yer aldıkları
görülmektedir.
Tez çalışmamamızda; sözkonusu görüşlere yer verilmesini takiben, Türkiye ve
OECD ülkelerinin dolaylı vergiler ve gelir dağılımı verileri belirtilmektedir. Sonuçla,
dolaylı vergilerin gelir dağılımı üzerindeki etkilerinin Türkiye örneğinde analiz edilmesi
ile dolaylı vergilerin, düşük gelirli grupların aleyhine gelir dağılımını değiştirdiği
anlaşılmaktadır.
EFFECTS OF INDIRECT TAXES ON INCOME DISTRIBUTION
Ezgi ŞEN ÖNAL
ABSTRACT
The effects of indirect taxes on income distribution is examined in this Master
Thesis. The incidence analysis is used in assessment of these effects. First incidence
analysis is studied at micro level to determine the price and output effects of indirect
taxes. Then, an incidence analysis is performed at general level by considering that a
general indirect tax will have effects on the whole economy.
As a result of general equilibrium analysis it is found that indirect taxes change
the income distribution in favor of consumers but against savers. A change of income
distribution against consumers is the case for the low income group of people who
spend a substantial part or even all of their income as consumption. On the basis of the
negative effects of indirect taxes on low income groups it is observed that some finance
bureaucrats hold a position against those kind of taxes.
However it is also observed that some finance bureaucrats take a position in
favor of indirect taxes as these taxes change the income distribution in favor of savers.
In our thesis study after a discussion of the aforementioned views, data on
indirect taxes and income distribution in Turkey and OECD countries are provided. As a
conclusion it is found in the analysis on Turkey regarding the effects of indirect taxes on
income distribution that those taxes change the income distribution against low income
groups.
ÖNSÖZ
Çalışmamızda, dolaylı vergilerin gelir dağılımı üzerinde ne tür etkiler yarattığı
araştırılarak, söz konusu vergilerin gelir dağılımını olumsuz yönde etkilediği yönündeki
yaygın kanının doğru olup olmadığı hususunun ortaya konulması amaçlanmıştır.
Bu amaca ulaşabilmek için öncelikle dolaylı vergilerin yansıma analizi
yapılmıştır.Genel denge yansıması çerçevesinde, dolaylı vergilerin tasarruf edenler ile
tüketiciler arasında gelir dağılımı değişiklikleri yarattıkları tespitinde bulunulmuştur.
Söz konusu tespit, dolaylı vergiler hakkında görüş sahibi olabilmek açısından
çok önemli bir gösterge olmuştur.Zira son zamanlarda sürekli iktisadi büyümenin
sağlanabilmesi açısından, tasarrufların yükseltilmesi gerektiği, bu sebeple de mevcut
gelir vergisi sistemi yerine satış vergilerinin ikame edilmesi yönünde öneriler
geliştirilmektedir.
Bu açıdan bakıldığında maliye politikasının, tasarruf oranlarının yükseltilmesi
suretiyle iktisadi büyümenin sağlanması ile gelir dağılımının düzeltilmesi amaçları
arasında çelişkili bir durum olduğu izlenimi doğmuş olsa da dolaylı vergileri savunanlar
bunun doğru olmadığını iddia etmektedirler.Zira, dolaylı vergilerin gerileyici etkilerinin
bir takım uygulamalarla kolayca bertaraf edilebileceğini ifade etmektedirler.Aksini
düşünenler ise dolaylı vergilerin yapılarındaki gerileyici etkilerin, gelir dağılımını
bozduğunu öne sürmektedirler.
Tezin amacı dolaylı vergilerin gelir dağılımı üzerindeki etkilerinin tespiti olup,
dolaylı vergilere karşı ve taraf olanların görüşleri belirtilmek suretiyle bu konuda bir
kanaate ulaşılmaya çalışılmıştır.Teorik düzeyde dolaylı vergilerin, gelir dağılımı
üzerindeki etkilerinin tespiti, genel diferansiyel yansıma analizi çerçevesinde , gelir
vergisinin yerine bir satış vergisi konulması varsayımı dahilinde yapılmıştır.Elde edilen
sonuç, dolaylı vergilerin, gelir dağılımının düşük gelirli gruplar aleyhine değiştirdiği
şeklinde olmuştur.
Diğer taraftan, Türkiye ve OECD üyesi ülkelerin dolaylı vergi ve gelir dağılımı
verileri karşılaştırmalı olarak belirtilmek suretiyle, Türkiye’de dolaylı vergilerin gelir
dağılımı üzerindeki etkileri konusu açıklığa kavuşturulmaya çalışılmıştır.
Tezde, Türkiye’de toplam vergi gelirleri içindeki payı giderek yükselen ve 2005
yılı itibariyle yaklaşık %70’e ulaşarak, önemli bir finansman kaynağı haline gelen dolaylı
vergilere, en çok eleştirildikleri gelir dağılımı noktasından bakılmaya çalışılmıştır.
İÇİNDEKİLER Sayfa ÖZ iii
ABSTRACT İv
ÖNSÖZ v
TABLOLAR LİSTESİ x
ŞEKİLLER LİSTESİ xi
KISALTMALAR LİSTESİ xii
GİRİŞ 1
BÖLÜM 1. VERGİ KAVRAMI VE DOLAYLI VERGİLER 4
1.1. Verginin Tanımı 4
1.2. Vergilemede Yararlanma Teorisi 4
1.2.1. Vergiyi Sigorta Primi Şeklinde Açıklayan Yaklaşım 6
1.2.2. Vergiyi Hizmet Bedeli Şeklinde Açıklayan Yaklaşım 7
1.2.3. Vergiyi Genel Giderler Karşılığı Olarak Açıklayan
Yaklaşım
7
1.2.4. Yararlanma Teorisinin Değerlendirilmesi 7
1.3. Vergilemede Ödeme Gücü Teorisi 9
1.3.1. Vergi Ödeme Gücünün Göstergeleri 10
1.3.2. Vergi Ödeme Gücüne Ulaşmada Kullanılan
Teknikler 12
1.4 Vergileme İlkelerinin Niteliği Ve Gelişimi 15
1.4.1. Dolaylı Vergi Karşıtlarınca Ön Plana Çıkartılan Vergileme
İlkeleri
1.4.1.1. Vergilemede Adalet İlkesi
1.4.1.2. Vergilemede Eşitlik İlkesi
19
19
20
1.4.2. Dolaylı Vergi Savunucularınca Ön Plana Çıkartılan
Vergileme İlkeleri
1.4.2.1. Vergilemede Ekonomik Etkinlik İlkesi
1.4.2.2. Vergilemede Basitlik İlkesi
1.4.2.3. Vergilemede Verimlilik İlkesi
24
23
23
24
25
1.5. Vergilerin Tasnifi Konusunda İleri Sürülen Kriterler 25
1.6. Dolaylı Vergilerin Tanımı ve Mahiyeti 27
1.7. Dolaylı Vergilerin Başlıca Çeşitleri 28
1.7.1. Genel Satış Vergileri 29
1.7.1.1. Gayri Safi Satış Vergileri 29
1.7.1.2. Katma Değer Vergisi 30
1.7.2. Özel Satış Vergileri 33
1.7.2.1. Özel Tüketim Vergileri 34
1.7.2.2. Gümrük Vergileri 35
BÖLÜM 2. DOLAYLI VERGİLERİN GELİR DAĞILIMI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ 37
2.1. Gelir Dağılımının Tanımlanması 37
2.1.1. Fonksiyonel Gelir Dağılımı 37
2.1.2. Sektörel Gelir Dağılımı 38
2.1.3. Bölgesel Gelir Dağılımı 38
2.1.4. Kişisel Gelir Dağılımı 38
2.2. Kişisel Gelir Eşitsizliklerinin Ölçülmesi 39
2.3. Gelirin Yeniden Dağılımını Haklı Gösteren Gerekçeler 42
2.4. Dolaylı Vergileme Ve Gelir Dağılımı 44
2.4.1. Vergilemenin Gelir Dağılımı Etkilerinin Belirlenmesi 45
2.4.2. Dolaylı Vergilerin Fiyatlar Üzerindeki Etkisi 47
2.4.3. Dolaylı Vergilerin Yansıması 50
2.4.3.1. Yansımayı Belirleyen Mikro Ekonomik Faktörler 51
2.4.3.2. Yansımayı Belirleyen Makro Ekonomik Faktörler 53
2.4.4. Kısmi Denge Analizi Çerçevesinde Dolaylı Vergilerin
Yansıması
55
2.4.4.1. Tam Rekabet Halinde Yansıma 56
2.4.4.2. Monopol ve Oligopol Piyasalarında Yansıma 61
2.4.5 Genel Denge Analizi Çerçevesinde Dolaylı Vergilerin
Yansıması
65
2.4.5.1. Yansıma Analizinin Metodolojisi 65
2.4.5.2. Genel Satış Vergilerinin Yansıması 69
2.5. Dolaylı Vergilerin Aleyhindeki Görüşler 73
2.6. Dolaylı Vergilerin Lehindeki Görüşler 79
2.7. Dolaylı Vergi Savunucularının Vergilendirme İlkeleri Bağlamında
Dayanakları
85
BÖLÜM 3. TÜRKİYE’DE VE OECD ÜLKELERİNDE DOLAYLI
VERGİLER VE GELİR DAĞILIMI İLİŞKİSİ
90
3.1. Türkiye Ve OECD Üyesi Ülkelerde Dolaylı Vergiler 90
3.1.1. Türkiye’de Dolaylı Vergiler 90
3.1.2. OECD Üyesi Ülkelerde Dolaylı Vergiler 95
3.2. Dolaylı Vergilerin Nispi Ağırlıklarının Artış Sebepleri
3.3. Türkiye’de Ve OECD Üyesi Ülkelerde Gelir Dağılımı
98
108
3.4 Türkiye Örneğinde Dolaylı Vergilerin Gelir Dağılımı Üzerindeki
Etkisi
112
SONUÇ 117
KAYNAKÇA 120
iii
Kısaltmalar Listesi
ABD Amerika Birleşik Devletleri
ATV Akaryakıt Tüketim Vergisi
C Tüketim Harcamaları
D Amortismanlar
DİE Devlet İstatistik Enstitüsü
FTA İsviçre Federal Vergi İdaresi
GSMH Gayri Safi Milli Hasıla
I Yatırım Harcamaları
KDV Katma Değer Vergisi
KİT Kamu İktisadi Teşebbüsleri
OECD Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı
Ort. Ortalama
ÖTV Özel Tüketim Vergisi
P Kar ve Kiralar
TÜİK Türkiye İstatistik Kurumu
USD Amerikan Doları
Vb. Ve benzeri
Vd. Ve diğerleri
W Maaşlar
Y Milli Gelir
Şekiller Listesi
Sayfa
Şekil 1. Lorenz Eğrisi 40
Şekil 2. Spesifik Bir Verginin Kısa Dönem Yansıması 56
Şekil 3. Verginin Tamamen Satıcı ve Alıcı Tarafından Yüklenildiği
Durumlarda Vergi Yansıması
58
Şekil 4. Arzın Tamamen Esnek Olduğu Bir Durum İle Arz ve Talep
Esnekliklerinin Birbirine Eşit Olduğu Bir Durumda Vergi
Yansıması
59
Şekil 5. Ad Valorem Bir Verginin Yansıması 61
Şekil 6. Monopol Piyasasında Vergi Yansıması 62
Şekil 7. Oligopol Piyasasında Vergi Yansıması 64
Şekil 8. Yeni Zelanda’da Kamu Harcamaları Ve Hanehalkı Başına
Ortalama Vergi
88
Şekil 9. Toplanan ÖTV’nin Mal Gruplarına Dağılımı(2005) 93
Tablolar Listesi
Sayfa
Tablo 1. 1994 ve 2002 Yıllarında Gelir Vergisinin Gelir Dağılımı
Üzerindeki Etkisi
77
Tablo 2. Gelir Vergisi ve Tüketim Vergisi Uygulamalarında Bireylerin
Ödedikleri Vergilerin Karşılaştırılması
83
Tablo 3. Türkiye’de Konsolide Bütçe Vergi Gelirleri 91
Tablo 4. Türkiye’de Genel Bütçe Vergi Gelirleri Tahsilatının Yüzde
Dağılımı
92
Tablo 5. 2004 Yılı İçin OECD Üyesi Ülkelerde Toplam Vergi Gelirleri
İçerisinde Dolaysız ve Dolaylı Vergi Payları
96
Tablo 6. OECD Üyesi Ülkelerde Genel Satış Vergilerinin Toplam Vergi
Gelirleri İçindeki Payı
97
Tablo 7. OECD Üyesi Ülkelerde Uygulanan Standart KDV Oranları 105
Tablo 8. Türkiye’de Yıllık Kullanılabilir Hanehalkı Gelirlerinin Dağılımı 109
Tablo 9. Türkiye’de Karşılaştırmalı Gelir Dağılımı 109
Tablo 10. OECD Üyesi Ülkelerde Gini Katsayısı ve Kişi Başına Düşen
GSMH Verileri
111
Tablo 11. KDV’nin Gelir Gruplarına Yansıması 114
Tablo 12. Değişik Meslek Grubunda Çalışanlar Ve Hanelerinin Tüketim
Harcamaları Üzerindeki Dolaylı Vergiler.
116
1
GİRİŞ
Günümüzde, kamu harcamalarının finansmanında kullanılan kaynakların
başında gelen vergi gelirleri, vergi sistemini oluşturan çeşitli vergilerden elde
edilmektedir.Dolaylı vergiler en basit şekliyle, gelir veya servetin tüketim amacıyla elden
çıkartılması esnasında alınan vergiler şeklinde tanımlanmaktadır.Günümüzde, dolaylı
vergilerin, kamu bütçesi içindeki payının artırılmasına yönelik olarak başta ABD olmak
üzere birtakım öneriler getirildiği görülmektedir.Bu önerilerin temeli, düşük tasarruf
oranları ve bu sebeple sağlanamayan sürekli iktisadi büyümenin artan oranlı vergilerin
suçu olduğu esasına dayanmaktadır.Bu görüşü savunanlara göre, söz konusu olumsuz
durumun ortadan kaldırılabilmesi için, sadece tüketimin vergilendirilmesi
gerekmektedir.
Gelir dağılımını düşük gelirli kişilerin aleyhine olumsuz olarak etkilediği için
dolaylı vergileri eleştirenlerde bulunmaktadır.
Şüphesiz maliye politikası açısından ne gelir dağılımı ne de iktisadi büyüme
önemsenemeyecek konular değildir.Bu durumda, dolaylı vergiler açısından maliye
politikasının alması gereken tavır ne olmalıdır?
Tezde, özellikle dolaylı vergilerin gelir dağılımı etkileri üzerinde durulacak olup,
gerçekten dolaylı vergilerin gelir dağılımını düşük gelirli kişiler aleyhine mi değiştirdikleri
sorusuna yanıt aranılacaktır.
Bir vergiden beklenen amacın gerçekleştirilebilmesi için vergi tekniği ve
uygulamasında göz önünde tutulması gereken hususları içeren vergileme ilkeleri,
maliye ilminin önem verdiği konulardan birisidir.Vergileme ilkeleri, zaman içerisinde,
ekonomik, sosyal düzen ve ideolojideki değişikliklerden etkilenmektedir.
Dolaylı vergilerin vergileme ilkelerinden adalet, eşitlik gibi sosyal vergileme
ilkeleri açısından durumu, söz konusu vergilerin gelir dağılımı üzerindeki etkileri ile
doğrudan ilişkilidir.
Dolaylı vergilerin gelir dağılımı üzerindeki etkilerinin ölçülebilmesi söz konusu
olabilirse, bu vergilerin gelir dağılımını hangi grupların lehine ve hangilerinin aleyhine
2
olmak üzere değiştirdiklerinin tespiti de yapılmış olacaktır.Söz konusu tespitin
yapılabilmesi için öncelikle hangi metodun seçilmesi gerektiği konusunun açıklığa
kavuşturulması gerekecektir.Metot seçiminden sonra, yapılacak analiz doğrultusunda,
dolaylı vergilerin gelir dağılımı etkileri belirlenmeye çalışılacaktır.
Tezin amacına ulaşabilmesi, dolayısıyla dolaylı vergiler hakkında ileri sürülen
farklı görüşlere dayanarak bir kanaate ulaşılabilmesi açısından, çalışmamızın birinci
bölümünde, öncelikle değişik görüş açılarından vergi kavramına ve vergileme ilkelerine
değinilecektir.Vergileme ilkeleri ele alınırken, dolaylı vergi savunucuları ve karşıtlarınca
ön plana çıkartılan ilkelere yer verilecektir.
Tezin birinci bölümünde ayrıca, dolaylı vergi olarak adlandırılan vergilendirme
şeklinin ne anlama geldiği ve uygulamada hangi tip vergilerin dolaylı vergiler
kapsamına dahil olacağı hususları açıklanacaktır.
Dolaylı vergilerin kapsamını da ifade ettikten sonra, çalışmamızın ikinci
bölümünde dolaylı vergilerin gelir dağılımı üzerindeki etkilerinin tespitine
çalışılacaktır.Bu bölümde öncelikle gelir dağılımı kavramı kısaca
açıklanacaktır.Akabinde, piyasada kendiliğinden oluşan gelir dağılımının bozuk olduğu
ve gerekçeler değişiklik gösterse de gelirin yeniden dağılımının sağlanması gerektiği
hususuna değinilecektir.
Kısmi ve genel denge analizi çerçevesinde, dolaylı vergilerin gelir dağılımı
etkilerinin tespitine çalışılacaktır. Genel denge analizinde diferansiyel yansıma modeli
çerçevesinde genel nitelikte bir satış vergisinin gelir dağılımı etkilerinin tespitine
çalışılacaktır. Yansıma analizi ile elde edilen sonuçların hem dolaylı vergilere karşı
olanlar hem de vergi sistemlerinin tamamen satış vergisinden oluşmasını savunan ve
dolaylı vergilerin lehinde olanlar şeklinde nitelendirdiğimiz farklı görüş açıları
doğrultusunda değerlendirmesi yapılacaktır.
Tezin üçüncü ve son bölümünde, Türkiye ve OECD üyesi ülkelerde toplam
vergi gelirleri içerisinde dolaylı vergilerin payı ile gelir dağılımı verileri
belirtilecektir.Dolaylı vergilerin gelir dağılımı etkileri ise Türkiye örneğinde ortaya
konulmaya çalışılacaktır.Bu amaçla tezin bu bölümünde, Türkiye’de önemli bir dolaylı
3
vergi türü olan KDV’nin, gelir dağılımı üzerindeki etkilerinin tespiti amacıyla yapılan bir
araştırmanın sonuçlarına da yer verilecektir.
Böylelikle, dolaylı vergilerin, gelir dağılımını düşük gelirli gruplar aleyhine mi
değiştirdikleri hususu açıklığa kavuşturulmaya çalışılacaktır.
4
BÖLÜM 1
VERGİ KAVRAMI VE DOLAYLI VERGİLER
1.1. Verginin Tanımı
Vergi; devletin ve yetkili diğer kamu kuruluşlarının, mali ve mali olmayan
görevlerini gerçekleştirebilmeleri amacıyla, gerçek ve tüzel kişilerden; cebren,
karşılıksız olarak ve egemenlik gücüne dayanarak aldığı para şeklindeki iktisadi
değerlerdir (Akdoğan, 2005: 117).
Ülkemiz vergi mevzuatı irdelendiğinde, 213 sayılı Vergi Usul Kanunumuzda
vergi kavramının tanımlanmamış olduğu görülmektedir. Bununla birlikte, Anayasamızın
73.maddesinde “herkes kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre vergi
ödemekle yükümlüdür.Vergi, resim,harç ve benzeri mali yükümlülükler ancak kanun ile
konulur, değiştirilir veya kaldırılır.” şeklinde yer alan vergi ödeme yükümlülüğü kavramı
ile dolaylı olarak vergi tanımı yapılmış olmaktadır.Şöyle ki, Anayasamızın ilgili
maddesine göre verginin başlıca özellikleri, kamu giderlerini karşılamak, yükümlülerin
ödeme gücü ile orantılı olmak ve bir kanun ile alınmaktır (Turhan, 1998: 22).
Diğer taraftan, kamusal giderlere hangi yurttaşların ne kadar katılmaları
gerektiği konusunda, siyasal iktidarların bazı kriterlere dayanması gerekir.Maliyecilere
göre, bireylerin yüklenecekleri vergilerin, kamu hizmetlerinden yararlanma derecelerine
ya da vergi ödeme güçlerine göre ayarlanması esastır (Bulutoğlu, 1988: 417).
Vergilemenin dayanağını oluşturan söz konusu yaklaşımlar, yararlanma teorisi
ve ödeme gücü teorisi olmak üzere başlıca iki ana başlıkta incelenecektir.
1.2. Vergilemede Yararlanma Teorisi
Yararlanma teorisi vergiyi, kişilerin devletten sağladıkları faydaya karşılık
ödedikleri bedel olarak tanımlamaktadır.
Bu teoriye göre vergiler, kamu mal ve hizmetlerden elde edilen fayda ile ilintili
olarak bireyler arasında paylaştırılmalıdır.Bu kurama göre, hizmetten hiç
5
yararlanmayanlar, söz konusu hizmetin sağlanması için ihtiyaç duyulan vergiden muaf
olmalıdırlar.
Vergilerin bu teoriye göre alınması düşüncesi daha çok geçen asırda, Kara
Avrupası ülkelerinde savunucu bulmuştur.Bu düşünce hiçbir hizmet götürmeksizin
halktan ağır vergiler alan iktidarlara karşı öne sürüldüğü zaman, açıkça ilerici ve kişi
haklarını koruyucu bir niteliğe bürünür.Gerçekten yurttaşlara vergi karşılığı hükümetten
bir hizmet beklemeye hakları olduğu düşüncesini verdiği için, siyasal bilinçlenme
açısından Ortaçağ ve sonrasının despot devlet anlayışına karşı yararlanma teorisi,
ilerici bir görüş olmuştur (Bulutoğlu, 1988: 417).
Verginin günümüzdeki bazı niteliklerine aykırı bir görünüm taşıyan bu
yaklaşıma göre, kişilerin kamu hizmetlerinden yararlanma seviyesi dikkate alınarak
vergi uygulaması veya bedel alınması yoluna gidilecektir. Yararlanma ilkesinde, kamu
malları ve hizmetlerinin, özel mal ve hizmetlerdeki koşullara benzer şekilde piyasa
talebi tarafından belirleneceği ve tüm maliyetinin, kullanıcılar veya yararlanıcılar üzerine
yükleneceği ileri sürülmektedir.Günümüzde özellikle bazı yerel nitelikteki kamusal
hizmetler bakımından (çevre temizliği, çöp toplama vb.) bu ilkeden yararlanılarak
kamusal finansman sağlanmasına çaba gösterildiği görülmektedir (Akdoğan, 2005:
202).
Vergilerle finanse edilen kamu hizmetlerinden faydalanan kişiler, bu
faydalanma oranında vergi ödemek durumundadırlar. Bu ilkeye göre, piyasada fiyatlar,
mal ve hizmetleri kullananların elde ettikleri faydayı ölçüyorsa, vergiler de kamu
hizmetlerinden faydalananların elde ettikleri faydayı ölçer.
Bu yaklaşımda, vergi, bireylerin elde ettikleri faydanın karşılığıdır ve bu
sebeple vergi gelirlerini artırma açısından büyük bir çekiciliğe sahiptir. Vergiler ayrı ayrı
değil, finanse ettikleri kamu hizmetlerinin miktarı ile ilişkili olarak göz önünde
bulundurulur. Vatandaşların vergi ödemelerinin yararlandıkları hizmetlere bağlanması,
kamu mallarının sağlanmasında etkinlik şansını artırır.
Yine söz konusu teoriye göre, devletin sunmuş olduğu hizmetin bedelini
yararlanan bireylerden tahsil etmesi durumunda vatandaşlar hizmetin fiyatı konusunda
6
bir fikir sahibi olurlar.Böylelikle kamu hizmetinin değerini diğer mal ve hizmetin değeri
ile mukayese edebilirler. Bu da kamu mallarına olan aşırı talebi azaltır.
Vergilemede yararlanma teorisi, kamu faaliyetlerinde çok kısıtlı bir uygulamaya
sahip olup; harçlar, şerefiyeler, resimler gibi kamu gelirlerinde belirli ölçülerde
uygulanabilmektedir. Devlet tarafından üretilen mal ve hizmetlerin bazılarının faydası,
toplumdaki bütün bireyleri ilgilendirirken bazılarının faydası daha sınırlı sayıdaki kişiyi
ilgilendirmektedir. Faydalanana ödetme ilkesinin hayata geçirilmesi; toplumun bütününe
fayda sağlayan ortak nitelikteki kamu hizmetlerinin üretimi ve bunların finansmanının
merkezi idare tarafından karşılanması, yerel düzeyde kalan kamu hizmetlerinin üretimi
ve bunların finansmanının da yerel idareler tarafından yapılmasıyla gerçekleştirilebilir.
İdare hizmeti pahalı üretirse bu pahalılığın bedelini ilgili hizmetten fayda sağlayan o
yöredeki kişiler ödeyeceğinden vergilemede adalet sağlanabilecektir
Günümüzde özellikle bazı yerel nitelikteki kamusal hizmetler bakımından
(çevre temizliği, çöp toplama vb.) vergilemede fayda ilkesinden yararlanarak kamusal
finansman sağlanmaktadır.
Vergilemeyi yararlanma bedeli olarak açıklayan bu teorinin, sigorta primi,
hizmet bedeli ve genel giderler katılma payı olmak üzere üç farklı görünümü
bulunmaktadır (Sonsuzoğlu, 1997:28). Bunları kısaca ele alırsak;
1.2.1. Vergiyi Sigorta Primi Şeklinde Açıklayan Yaklaşım
Bazı yazarlar, vergiyi bir sigorta primine benzetmişlerdir.Montesquieu, kalanı
emniyet altına almak için vatandaşların malından devlete verilen kısım olarak vergiyi
açıklarken, Emile de Girardin, haklarını emniyet altına almak için devletin azası
tarafından ödenen bir sigorta primi şeklinde verginin tanımını yapmıştır (İrtenk, 1971:
107).
Sözü edilen görüşe göre vergi, vatandaşların can ve mal varlıklarını koruyan,
güven altında bulunduran devlete bu hizmetlerinin karşılığı olarak ödedikleri bir tür
sigorta primidir. Devlet bireylerden bir sigorta şirketi gibi vergi adı altında para almakta
ve karşılığında güvenlik ve asayişi sağlamaktadır.
7
1.2.2. Vergiyi Hizmet Bedeli Şeklinde Açıklayan Yaklaşım
Söz konusu yaklaşımın dayanağını, J.J. Rousseau’nun sosyal mukavelesi
oluşturmaktadır.Rousseau’nun devlet teorisinde, devletle vatandaş arasında bir
mukaveleyi andıran karşılıklı hak ve görev ilişkisi olduğu inancı bulunmaktadır.Buna
göre, her hak bir görev karşılığı olduğundan vatandaşın devletten bir şey talep
edebilmesi için kendisine düşen görevi yerine getirmesi gerekir.Vergi de bu görevlerden
sayılmaktadır.Bahsekonu yaklaşım, Hobbes, Pufendorf ve Locke, sonraları Musgrave
ve Haller gibi düşünürlerce benimsenmiş ve savunulmuştur (Nadaroğlu, 1983: 266).
Belirtilen yaklaşım çerçevesinde vergi, devletin halihazırda yapmış olduğu
hizmetlerin karşılığı olarak alınan ve bunun için ödenen bedel şeklinde
tanımlanmaktadır.
1.2.3. Vergiyi Genel Giderler Karşılığı Olarak Açıklayan
Yaklaşım
Duc de Broglie, “Serbest Mübadele ve Vergi” adlı kitabında toplumu bir
üreticiler birliği olarak görmekte ve devleti, bu birliğin sosyal üretiminin genel
harcamalarını karşılamakla yükümlü bir müteahhit gibi kabul etmektedir.Broglie’ye göre
vergi, devlet tarafından karşılanan sosyal üretimin bu genel giderlerine bireylerin
kendilerine düşen pay oranında katılmalarından başka bir şey değildir (Nadaroğlu,
1983: 269-270).
1.2.4. Yararlanma Teorisinin Değerlendirilmesi
Resimler, harçlar, ruhsatiyeler, ödentiler ve benzeri bazı vergiler, kamu
hizmetlerinin sunumu sırasında, bu hizmetleri kullananlardan alınır.Bu ödemelerde
kamu hizmetinden yararlanma ilkesi uygulanmakla birlikte günümüzde yararlanma
ilkesine göre alınan vergilerin toplam vergi gelirleri içerisindeki payı azalmaktadır
(Bulutoğlu, 1988: 411).
8
Günümüzde yararlanma teorisine göre alınan vergilerin neden payının düşük
olduğu ve bu görüşün önemini yitirmiş olduğu hususlarına kısaca değinmek gerekirse;
Vergiyi hizmet bedeli şeklinde açıklayan yaklaşımda, devletin sunmuş olduğu
hizmetlerden faydalanan kişilerin söz konusu hizmetlerin bedelini ödemesi esas
olmakla birlikte, verginin belirli bir hizmetin karşılığı olarak düşünülmesi mümkün
değildir.
Devletin sunmuş olduğu hizmetlerin içerisinde savunma gibi toplumsal mal ve
hizmetlerin faydaları bölünmez nitelik taşımaktadır.Diğer bir deyişle bu tür hizmetlerden
tüm toplum yararlanmaktadır.Dolayısıyla faydası bölünemeyen bir hizmet, tek tek
hesaplanarak değişime konu edilemez.
Kaldı ki, vergiyi hizmet bedeli sayan görüş kabul edildiği taktirde, kamusal
hizmetlerden en çok yararlanan düşük gelirli kişilerin, bu tür hizmetlerden yararlanma
derecesi genellikle düşük olan yüksek gelirli kişilere kıyasla daha fazla vergi vermeleri
gerekecektir (Turhan, 1998: 16).
Kamu hizmetleri yalnız ekonomi alanında değil, aynı zamanda sosyal ve
kültürel niteliktedir.Bu tür hizmetlerin ise üretim sürecine katılma derecesi saptanamaz
ve dolayısıyla alınacak vergi bir katılma payı olmaktan çıkar (Nadaroğlu,1983: 36).
Diğer taraftan, kamu hizmetlerinde, karlılık değil, kamu yararı ve verimlilik
esastır.Bu sebeple devlet vergiyi tahsil ettiği bölge veya gruplara topladığı vergi
oranında hizmet götürmez.Vergiyi topladığı alanlar ile hizmeti götürdüğü alanlar farklı
olabilir.
Devleti bir sigorta şirketine, vergi ödeyenleri de sigorta şirketinin müşterilerine
benzeten görüş de vergiyi açıklamak açısından yetersiz kalmaktadır. Çünkü, bir sigorta
şirketi risk ve konusuna göre belirleyeceği prim karşılığında çalışır.Diğer taraftan, ancak
zarar oluşması durumunda almış olduğu prim karşılığında zararı telafi eder.Buna
karşın, devlet bir sigorta şirketi gibi karlılık temelinde değil, toplumsal faydayı baz alarak
zararın ortaya çıkmasını engelleyecek önlemleri alır.
9
Bunun dışında devlet yalnız halkın can ve mal güvenliğini sağlamaz.Bu, devlet
hizmetlerini yalnız iç ve dış güvenlikten ibaret sayan jandarma devlet
düşüncesidir.Günümüz modern devleti, bu hizmetlerden oldukça farklı ve geniş
sorumluluklar altıdadır.Bayındırlık, sağlık, kültür, ekonomi işleri sigorta primi ile
açıklanamaz (İrtenk, 1971: 108).
Diğer taraftan, vergiyi genel giderler karşılığı olarak açıklayan yaklaşım da,
yine verginin bütünsel olarak kavranamaması nedeniyle gerçeğe uygun olmamaktadır.
Vergiyi, hizmet bedeli şeklinde açıklayan yaklaşım açısından öne sürülen eleştirilerin
benzeri, söz konusu yaklaşım açısında da ileri sürülebilir. Şöyle ki, vergiyi sadece
sosyal üretim giderlerine katkı olarak görmek, kamu hizmetlerinin sosyal üretim
değerine yansıyan bölümünün hesaplanmasını gerektirecektir.Böyle bir hesaplamanın
mümkün olmaması ise, söz konusu yaklaşımın geçerliliğini kaybetmiş bir görüş olarak
kalmasına sebep olmaktadır.
1.3. Vergilemede Ödeme Gücü Teorisi
Ödeme gücü teorisine göre, yurttaşların ödemeleri gereken vergi, kamu
hizmetlerinden yararlanma derecelerine bakılmaksızın, vergi ödeme güçleriyle orantılı
olmalıdır.Yurttaşların vergi ödeme gücü, tüketim harcamalarında, elde ettiği gelirde ve
sahip olduğu servette belirir (Bulutoğlu, 1988: 417).
A.Wagner’e göre, bir kişinin kendisini ve ailesini geçindirebilecek gelirinden
fazla olan kısmı vergi ödeme gücünü oluşturmaktadır.Bu konuda çeşitli yazarlarca farklı
fikirler ileri sürülmüştür.Bu konudaki diğer bir yaklaşıma göre ise, vergi ödeme gücü, bir
kişinin kendi gelir ve servetiyle orantılı olarak vergi vermesini ifade etmektedir.Bu
anlamda, toplumu oluşturan kişilerin gelir ve servetlerinin miktarına bağlı olarak vergi
yüküne katılmaları gerekmektedir (Aksoy, 1991: 261).
Bu teoriye göre vergi, kamusal faaliyetlerden sağlanan faydaya göre değil,
mükelleflerin vergi verme gücüne göre alınmalıdır.
Mükelleflerin vergi karşısındaki durumlarının ayrı ayrı dikkate alınması, ödeme
güçlerine göre vergilendirme yapılması, gerek teoride ve gerekse uygulamada kabul
10
görmüştür.Bentham, Mill ve Ricardo, mükelleflerin koşullarının farklılığı nedeniyle, farklı
vergi ödeme kapasitesine sahip bulunduklarından vergi konusunun bir bölümünün
korunması ve bunun için de vergi dışı bırakılması gerektiğini savunmuşlardır.Bu yargı
günümüz teorisyenleri tarafından da kabul edilmektedir (Akdoğan, 2005: 204).
1.3.1 Vergi Ödeme Gücünün Göstergeleri
Kişilerin vergi ödeme gücünün belirlenmesi için başlıca üç kriterden
yararlanılmaktadır. Bunlar sırasıyla gelir, servet ve tüketim harcamalarıdır. Bu kriterler,
vergi yükünün arzu edilen biçimdeki dağıtımı ile toplumsal maliyetleri dengeli olarak
dağıtmak için seçilmişlerdir (Şenyüz,1995: 27-28).
Vergi yükünün dağılımında dikkate alınan üç ödeme gücü göstergesi olmakla
beraber, ödeme gücünü temsil etmesi açısından gelirin özel bir yeri vardır. Batı
toplumlarında ödeme gücünün birincil göstergesi olarak gelir düzeyindeki farklılıklar
kabul edilmektedir. Belirli bir servete sahip olunması ve harcanabilmesi, ancak yeterli
gelirle mümkün olmaktadır. Çünkü belirli bir servete sahip olunması ve harcamalar
yapılabilmesi ancak gelirle mümkündür. Bu nedenle vergiler ister harcamalar, ister
servet üzerinden alınsın sonuçta yükümlülerin gelirleri üzerinden alınır.
Diğer taraftan gelir üzerinden vergi alınması durumunda, vergi yükümlüsünün
ekonomik ve sosyal durumları ile çalışma koşullarının dikkate alınabilmesi nedeniyle,
vergilerin subjektifleştirilmesi söz konusu olabilecektir.
Diğer bir deyişle verginin, kişisel, subjektif şartları kavrayabilmesi gerekir ve
bu da en iyi gelir vergisi ile sağlanabilir.Subjektif ödeme gücü ölçülürken, şahsi ve ailevi
durumun göz önüne alınması gereği vurgulanmıştır.Bir vergi süjesinin ödeme gücü
saptanmaya çalışılırken, onun asgari yaşam düzeyini saptamak ve bunu aşan miktarı
tespit etmek için ailenin büyüklüğü, çalışan sayısı, tedavi giderleri, eğitim giderleri gibi
pek çok bilgiye ihtiyaç vardır.Böylelikle gelir, diğer şartlardan bağımsız olarak değil,
kişisel ve ailevi şartlara göre ayarlanmış olarak önem taşır (Sonsuzoğlu, 1997: 10,11).
Gelir, bütün ülkelerde vergi ödeme gücünün önemli bir göstergesi olarak
uygulanmasına karşın, bilimsel çevrelerce hemen her zaman, (Hobbes,Mill, Fisher ve
11
Kaldor gibi teorisyenler tarafından) kişinin vergi ödeme gücünün belirlenmesinde,
harcamaların esas alınması gerektiği konusunda görüşler ileri sürülmüştür.Bu konudaki
hareket noktalarından birisi; vergileme açısından bireylerin topluma katkıları (emek ve
sermaye arzı vb.) yerine, mal ve hizmet tüketimlerinin vergilendirilmesinin daha doğru
olacağı şeklindedir (Akdoğan, 2005: 207).
Sözü edilen ölçüt, ekonomik sıkıntı içerisinde bulunan bir kişi ile gelir düzeyi
yüksek olmasına karşın tüketim harcaması düşük olan bir kişinin, aynı vergiyi ödemesi
sonucunu doğurabilecektir.
Bir kimsenin vergi ödeme gücünü belirleyen diğer bir unsur servettir.Gelir
getiren servetin, bu gelirden bağımsız olarak bir ekonomik gücü olduğu
düşünülmektedir.Fakat servetin vergi ödeme gücünü temsil etmesi, gelir getirme
koşuluna bağlı değildir.Gerçekten, servet, sahibine verdiği güvenlik hissi ve potansiyel
gelir olma özelliği taşıması bakımından bağımsız bir iktisadi gücü temsil etmekte ve bu
nedenle de ayrıca vergilendirmeyi gerektirmektedir ( Turhan, 1998: 221,222).
Görüleceği üzere, hangi vergi ödeme gücü göstergesinin esas alınarak
vergilendirme yapılacağı konusunda zaman içerisinde birtakım farklı görüşler ileri
sürülmüştür.Kimisine göre sadece harcamaların vergilendirilmesi gerekirken kimisine
göre, ödeme gücü göstergesi olan tüm unsurların belli bir uyum içerisinde ve kendi
özelliklerine uygun şekilde vergilendirilmesi gerekmektedir.Bu görüşlerin tümü
tartışılabilir, ancak vergilendirme olgusunun, kamu harcamalarını karşılamak amacı ile
zorunlu olarak ortaya çıktığı, bu sebeple çeşitlendirilmesi gereken ve tüm ekonomik
işlem ve varlıkları dikkate alacak şekilde genişletilebilen bir özellik arzettiği hususunun
dikkate alınması gerekmektedir (Seviğ, 2001: 41).
Sonuç olarak, vergi ödeme gücünün göstergesi olarak bahse konu üç
unsurdan sadece birisinin esas alınması doğru değildir.Bu unsurlardan sadece birisinin
vergilendirilmesi, vergi ödeme gücünün göstergesi sayılan diğer unsurların dikkate
alınmaması sonucunu oluşturacaktır.Bu ise, vergilendirme açısından tek kaynağın esas
alınmasının yetersiz kalmasına ve vergi adaleti açısından mükelleflerin gelir, servet ve
harcamalarının bütün olarak ele alınmasını gerekli kılmıştır.Bu sebeple günümüzde,
12
hemen hemen her ülkenin vergi sistemlerinde, gelir vergisinin yanı sıra harcama ve
servet üzerinden alınan vergilere de yer verildiği görülmektedir (Öner, 1986: 80).
1.3.2. Vergi Ödeme Gücüne Ulaşmada Kullanılan
Teknikler
Kişinin gelirinin ne düzeyde olduğunun tespit edilebildiği ölçüde ödeme gücüne
göre vergilendirme yapılabilmesi mümkün olacaktır.Günümüzde çeşitli teknikler
kullanılmak suretiyle vergi ödeme gücüne ulaşılmaya çalışılmaktadır.Özellikle gelir
vergisi uygulaması açısından etkili olan bu teknik ve araçlar; en az geçim indirimi
uygulaması, artan oranlı vergi tarifeleri ve gelirin kaynağının göz önünde
bulundurulması yani ayırma ilkesinin uygulanması şeklinde sıralanmaktadır.Bu
anlamda muafiyet ve istisnalardan da zaman zaman yararlanıldığı görülmektedir
(Akdoğan, 2005: 212).
Ödeme gücüne göre vergilemenin gerçekleştirilmesinde yararlanılan en önemli
tekniklerden biri olan en az geçim indirimi, bir kişinin kendisinin ve ailesinin yaşamını
asgari düzeyde sürdürebilmesi için gerekli olan gelirin vergilendirilmemesi esasına
dayanmaktadır.Bu görüş kabul edildiğinde, mükellefin ödeme gücü, gelirinin asgari
yaşam düzeyini karşılamaya yetecek miktarın üstündeki kısım olarak kabul
edilir.Gelirleri ancak yaşamlarını asgari düzeyde sürdürmeye yeten kimselerin vergi
ödeme güçleri bulunmamaktadır ve dolayısıyla gelirleri ancak bu düzeyde olanlar, bu
yaklaşıma göre vergilendirilemezler (Sonsuzoğlu, 1997: 61).
Ödeme gücüne göre vergilemede en az geçim indirimi önemli bir teknik olarak
uygulanırken, en az geçim indirimine konu olacak gelirin kapsamının belirlenmesi
konusunda farklı görüşler ileri sürülmektedir.
Bazı yazarlara göre, en az geçim indiriminin doğru olarak saptanabilmesi için,
herkesin gerçek geçim giderleri göz önüne alınmalıdır.Kişinin zorunlu ihtiyaçları için
harcadığı tutar, gelirinden düşülüp, kalan kısım gerçek vergi ödeme gücünün
göstergesi olarak kabul edilmelidir. Zorunlu ihtiyaçların ne olduğunun belirlenmesi ise
bazı zorlukları içerir.Zorunlu ihtiyaç bir kişiden diğerine farklılık arzedeceği gibi, zaman
13
içinde yorumlanışı da farklı olabilecektir.Bu nedenle mükelleflerin gerçek giderinin
saptanması fikrinden vazgeçilerek, herkes için genel geçerli bir tutarın götürü olarak
benimsenmesi yöntemi tercih edilmiştir (Sonsuzoğlu, 1997: 61,62).
Diğer taraftan, en az geçim indirimine konu olacak gelir yalnız fizyolojik
ihtiyaçların karşılanması ile sınırlandırılmamalı, sosyal bir varlık olan çağdaş insanın
eğitim, kültür, eğlenme gibi ihtiyaçları da en az geçim için belirlenecek tutarın
hesabında göz önüne alınmalıdır.Vergi almaya ilişkin hiçbir gerekçe, bireylerin fizyolojik
ve sosyal yaşamlarını insanca sürdürebilmeleri gereğinin önüne geçemez (Şeker, 1994
:71).
Vergi ödeme gücüne ulaşmak bakımından kullanılan kriterlerden bir diğeri olan
vergi tarifeleri, alınacak vergi tutarının hesaplanması için vergi matrahına uygulanan
ölçüler olarak tanımlanabilir.Vergi adaletinin gerçekleştirilebilmesi için hiç şüphesiz
farklı ödeme gücüne sahip kişilerin aynı vergi yükü altında bırakılmamaları
gerekmektedir ki, bu düşünde günümüzde vergi tarifelerinin önemini artırmıştır.Kişilerin
ödeme gücüne göre vergilendirilmesinde, en az geçim indirimi veya ayırma ilkesi
şeklindeki uygulamalar tek başlarına yeterli olmayınca, bu anlamda vergi tarifelerinden
de yararlanıldığı görülmektedir.
Vergi tarifeleri üç şekilde düzenlenebilirler;
- Düz oranlı tarife: matrah ne olursa olsun vergi oranı değişmez.
Vergi oranı aynı olmakla birlikte, matrahın yükselmesi veya düşmesi sonucu
matrah üzerinden hesaplanan vergi tutarı da değişecektir.Hiç şüphesiz kişilerin vergi
ödeme güçleri arttıkça vergi matrahları yükselecek bu durumda ise tahakkuk edecek
vergi tutarı artacaktır.
-Artan oranlı tarife: matrah büyüdükçe vergi oranı yükselmektedir.
Artan Oranlı vergi tarifesi, özellikle gelir dilimi yükseldikçe daha yüksek oranla
uygulanan gelir vergi tarifesinde ortaya çıkmaktadır.Bu tip tarifelerde, vergi oranı gelir
diliminin üst kademelerine çıktıkça artarak çoğalmaktadır.
14
Bu tarzda bir vergilendirmenin esasında daha adil bir uygulama oluşturmak
amacı vardır.Zira, sahip olunan gelir veya servet arttıkça, vergi ödeme gücü eşit değil,
artan oranlı bir şekilde yükselecektir.Bu yaklaşım, bir malın tüketiminin artması halinde
faydasının azalacağı şeklindeki marjinal fayda yaklaşımının bir neticesidir ve
günümüzde uygulama alanında ilke olarak benimsenmiş bir tarife biçimidir.
-Azalan oranlı tarife: İki şekilde azalan oranlı vergi tarifesinden
bahsedilebilir.Birincisi, matrah düştükçe vergi oranının da düşmesi, ikincisi ise matrah
büyüdükçe vergi oranının düşüş göstermesidir.
Vergi ödeme gücüne ulaşmak bakımından kullanılan bir diğer kriter ise, ayırma
ilkesidir.Gelir, elde edildiği kaynağın farklılıkları göz önünde bulundurularak vergi
bakımından farklı işleme tabi tutulabilir.Bu görüşün temelinde, gelirin sağlandığı
kaynağa göre, vergi ödeme gücünün de farklı olacağı düşüncesi vardır.Bu düşünceden
hareketle, emekten kaynaklanan gelirden, sermaye gelirlerine kıyasla daha düşük vergi
alınmasına ayırma ilkesi adı verilmektedir.
Emekten sağlanan gelirin servetten elde edilen gelire oranla daha düşük
vergilendirilmesinin temelinde, emek gelirlerinin daha güç elde edilebilmesi, emek
sahiplerinin gelirlerinin her zaman hastalık, ölüm, işsizlik gibi sebeplerle risk altında
olması vb. nedenler bulunmaktadır.
Buna karşın, ayırma ilkesine getirilen birtakım eleştirilerde bulunmaktadır.Bu
eleştirilerden en başta geleni, servetin diğer gelir kaynaklarına göre daha ağır
vergilendirilmesinin üretim faktörlerinden sermayenin azalmasına, dolayısıyla üretimin
düşmesine sebep olabileceğidir.
Uygulamada, vergilemede ödeme gücü ilkesini gerçekleştirmeye yarayan
bahse konu üç teknik (artan oranlılık, en az geçim indirimi ve ayırma prensibi)
içerisinde, günümüzde en az görülen ayırma prensibidir.Bununla birlikte, ayrıma
ilkesinin, emek gelirinin belirli bir kısmının vergi dışı bırakılması, vergi oranlarının
emek-sermaye karışımından elde edilen gelirler için ayrı ayrı saptanması ve emek
gelirlerinin nispi olarak düşük oranla vergilendirilmesi şeklinde uygulama alanları
bulunmaktadır (Nadaroğlu, 1983: 381).
15
Vergi ödeme gücüne ulaşmak bakımından kullanılan diğer bir teknik ise,
muafiyet ve istisnalardan faydalanılmasıdır. Vergi muafiyetleri, vergiye tabi bazı kişilerin
kısmen veya tamamen vergi dışında bırakılması, istisnalar ise bazı vergi konularının
yine kısmen veya tamamen vergi dışında bırakılmasına yönelik uygulamalardır.
Gelir dağılımındaki adaletsizliği giderme, yatırımları ve ihracatı teşvik etme vb.
çeşitli iktisadi ve sosyal amaçlara ulaşmak için, bir kısım vergi konuları yada vergi
mükelleflerinin vergi karşısında korunmaları yoluna gidilebilmektedir.İşte bu amaçla
vergilemede birtakım muafiyet ve istisna uygulamalarına yer verilmektedir.
1.4.Vergileme İlkelerinin Niteliği Ve Gelişimi
Vergileme ilkeleri, vergiden beklenen fonksiyonların gerçekleşebilmesi için
vergilerin seçiminde, tekniğinde ve uygulamasında göz önünde tutulması gereken
hususları ifade eder. Bir başka ifade ile münferit vergilerin gerek kapsamı, gerekse
yapılarının belirlenmesi bakımından uyulması gereken normlar, genellikle vergileme
ilkeleri olarak nitelendirilmektedir.
Vergileme ilkeleri, bir yandan ekonomik, sosyal düzen ve ideolojideki
gelişmelere, diğer yandan vergi kurumunun nitelik ve amaçlarında meydana gelen
gelişmelere paralel olarak zamanın akışı içinde önemli değişimlere uğramıştır (Turhan,
1998:190).
Vergi sisteminin bütünü veya bir kısmını ilgilendiren bir kanuni düzenleme söz
konusu olduğunda, vergilemeden beklenen mali, sosyal, ekonomik büyüme vb.
amaçların gerçekleştirilebilmesi için, yapılacak düzenlemelerin, adalet, verimlilik,
iktisadilik vb. şeklindeki önemli vergileme ilkelerine aykırılık teşkil etmemesi gerekir.Bir
vergi sisteminin başarılı olabilmesi ancak vergileme sırasında uyulan vergileme
ilkelerine bağlı olmaktadır.
Değişmez karakterli olmayıp zamana ve şartlara göre yeniden formüle
edilebilen vergileme ilkelerinin temel özellikleri (Dikmen,1973: 213-214), şöyle
sıralanabilir:
16
-Vergileme ilkeleri, uyulması gerekli, normatif ilkeler niteliğindedir. Bu nedenle
bu ilkeler olandan çok olması gerekeni hedefleyen normları ifade ederler.
-Maliyecilerin vergileme ilkelerine karşı takındıkları tutum, esasında bunların
vergiye yükledikleri fonksiyonlarla ilgilidir.Vergiyi sadece mali bir araç olarak ifade
edenlerin vergileme ilkeleri ile vergiye siyasi, sosyal ve ekonomik amaçlar yükleyen
yazarların vergileme ilkeleri bir olamaz.Bunun en belirgin örneği, “vergi tarafsızlığı”
ilkesidir.Verginin sosyal amaçları olduğunu savunan, bir kişinin bu ilkeye taraftar
olmaması doğaldır.
-Vergileme ilkelerinin nispi bir önemi vardır.Her bir ilkenin önemi ve değeri,
diğerlerinin önem ve değerleri ile çok sıkı bir ilişki içindedir.Dolayısıyla vergileme
ilkelerinin her biri tek tek değil, birlikte ele alınır ve değerlendirilir.
-Vergileme ilkeleri zaman içinde, ekonomik ve sosyal düzen ve ideolojilerin
gelişmesine paralel olarak değişmiş ve gelişmiştir.Objektif bir olay olan vergi bile gerek
mahiyeti gerekse fonksiyonları itibariyle değiştikten sonra, ideolojik bir nitelik taşıyan
vergileme ilkelerinin hiç değişmeden aynı kalması kabul edilemez.Mesela, fizyokrat
dünya görüşünün vergileme prensipleri ile, bugünkülerin bir olması elbette
beklenemez.Vergileme ilkelerinin zaman içinde yaşadığı değişimin dışında bir de her
bir ülkenin siyasi, sosyal yapılarına göre farklılık arz ettiği de görülmektedir.
Mali literatürde vergiler hakkında konulmuş olan klasik ilkelerin en bilineni
Adam Smith tarafından geliştirilen adalet, belirlilik (kesinlik), uygunluk ve iktisadilik
şeklindeki dört vergi ilkesidir (Sayar, 1975: 98, 99).
Klasik-liberal teoriyi savunanlara göre, verginin başlıca hatta tek amacı mali
mahiyette olmalıdır.Bu sebeple vergi sistemi ile ulaşılmak istenen mali amacın dışında
ekonomiye müdahale edilmemelidir.Mevcut gelir ve servet dağılımı da adildir.Bu
sebeple vergileme ile mükellefin nispi iktisadi-mali durumlarında hiçbir değişiklik
yapılmamalıdır.Kısacası vergi tarafsız olmalıdır (Neumark, 1948: 2-6).
17
Buna karşın, klasik-liberal düşünce savunucularınca, tarafsız vergi
yaklaşımından hareketle geliştirilmiş bulunan bahse konu dört vergilendirme ilkesinin
zaman içinde yetersiz kaldığı görülecektir.
19.yüzyılın ortalarında sermaye ve emek ile liberalizm ve sosyalizm arasında
büyük bir tartışmanın başlamasıyla piyasada oluşan gelir dağılımının adil olduğu bu
sebeple vergilerin gelir dağılımı üzerinde etkili olmaması gerektiğini savunan Edinburg
kralına karşı tepkiler gelişmiştir.Klasiklerin rasyonel- ferdiyetçi devlet görüşünün organik
kollektivist devlet görüşü karşısında gerilemesi, vergilemede yararlanma teorisi yerine
iktidar teorisinin geçmesine sebep olmuştur. Böylelikle vergi politikası aracılığıyla gelir
dağılımına müdahale edilmeye de başlanılmıştır.Sosyal ve ekonomik yapıdaki bu
değişimlerle birlikte Wagner, Stein gibi Alman yazarlar A.Smith tarafından geliştirilen
bu dört ilkenin, eksik olduğunu, vergilerde esneklik, yeterlilik ile ekonomik bakımdan
uygun vergi kaynaklarının seçimi ve ekonomi üzerinde yapacağı etkiler bakımından
uygun vergi türlerinin ne olması gerektiği hususlarını içermediğini ileri sürmüşlerdir
(Turhan,1998: 195; Sayar, 1975:98-100).
Vergi politikasının ve tekniğinin kısmen temelini oluşturan vergileme ilkeleri,
modern mali literatürde F. Neumark ve H. Haller tarafından geliştirilmiş ve bilimsel
açıdan gerekçelendirilmiştir (Turhan, 1998:190,191).
Vergiler uzunca bir dönem sadece kamu hizmetlerinin finansmanı nedeni ile
alınmıştır.1930’lara kadar geçen dönemde iktisadi kalkınma, büyüme tam istihdam, adil
bir gelir dağılımı gibi amaçların piyasada kendiliğinden gerçekleşeceğine, bu sebeple
devletin piyasa mekanizmasının işleyişine müdahale etmemesi gerektiğine
inanılmıştır.Devletin tarafsız olduğu bir dönemde onun elinde bir araç olan verginin de
tarafsız olması doğaldır.Bu sebeple vergileme sorunları ile ilgilenen klasik iktisatçıların
pek çoğu vergi oranı ve tutarlarının hafif tutulmasını savunmuşlardır.Giderek artan
kamu harcamalarının karşılanabilmesi için ise milli gelirin yarısına yakın bir kısmı vergi
yoluyla devlete aktarılınca, elbetteki vergi ekonominin işleyişini ve yükümlülerin
tercihlerini etkileyecektir.Bunun yanı sıra, XX. Yüzyılın müdahaleci devletinin vergiyi
bilerek ve isteyerek ekonomiye yön vermek amacıyla kullandığı da dikkate alınacak
18
olursa elbette vergileme ilkelerinin değişmesini doğal karşılamak gerekir (Nadaroğlu,
1983: 350).
Vergilemede belirli bir amaç için geçerli olabilecek bir ilke, başka bir amaç için
geçerli olmayabilir.Bu ise, farklı amaçların gözetilmesi halinde farklı vergileme ilkelerinin
hakim kılınması nedeniyle "ilkeler arası çatışma"ya yol açılabilmektedir.Uygulamada
hiçbir vergi sisteminde bütün ilkelere aynı anda tam olarak uyulması
beklenmemektedir.Bütün bunlara rağmen, günümüzde aşırılıklara kaçmayı engelleyen
ilkeler vergilemenin anayasal normları haline gelmiştir.Bu normlara uygun hareket
edilmesi gerek mevzuat, gerekse uygulama açısından başarılı sonuçların alınmasına
yardımcı olmaktadır (Şenyüz, 1993: 208).
Özetle belirtildiği gibi, tarih boyunca çeşitli iktisatçı ve maliyeciler tarafından
birtakım vergileme ilkeleri ortaya konulmuştur. Bununla birlikte, zaman içerisinde
değişime uğramış veya önemini kaybetmiş vergi ilkeleri bilimsel olarak çok farklı ve
aynı zamanda çeşitli isimler altında gerçekleştirilmektedir.
Diğer taraftan günümüzde verginin kaynağının, gelir mi tüketim mi olması
gerektiği konusunda yapılan tartışmaların da, vergileme ilkeleri çerçevesinde olduğunu
görmekteyiz.
Şöyle ki, tüketim tabanlı vergilemeyi ifade eden, dolaylı vergiler hakkında görüş
beyan edilirken, vergileme ilkeleri açısından yaklaşımda bulunularak, söz konusu
vergilerin lehinde veya aleyhinde yer alındığı görülmüştür.Dolaylı vergilerin; adalet,
eşitlik gibi sosyal vergileme ilkelerine aykırı olduğunu ileri sürerek söz konusu vergilerin
aleyhinde olanlar bulunduğu gibi, ekonomik etkinlik, verimlilik ve basitlik şeklindeki
ilkelere uygun olduklarını ileri sürerek dolaylı vergilen lehinde yer alanlar da
bulunmaktadır.
Bu amaçla, tezin bu bölümünde, bir taraftan, dolaylı vergilere itiraz noktasında
ileri sürülen sosyal amaçlı vergileme ilkelerine değinilecektir.Diğer taraftan ise, dolaylı
vergileri savunma noktasında, bu vergilerin basit oldukları ve ekonomik etkinlik
sağladıkları şeklindeki olumlu taraflarına yapılan vurgu sebebiyle vergilemenin basitlik
ve ekonomik etkinlik ilkelerine değinilecektir.
19
1.4.1. Dolaylı Vergi Karşıtlarınca Ön Plana Çıkartılan
Vergileme İlkeleri
Tezin ikinci bölümünde ayrıntılı olarak açıklanacağı üzere, günümüzde, mevcut
artan oranlı gelir vergisinin ekonomi üzerinde birtakım olumsuz etkiler yarattığı
noktasından hareketle birtakım önerilerde bulunulduğu görülmektedir.Bu önerilerin
ortak noktasını, tasarrufların vergi dışı bırakılarak gelirin tüketilen kısmının
vergilendirilmesi oluşturmaktadır.Bu kapsamda sadece dolaylı vergilerden oluşan bir
vergi sistemi önerileri de bulunmaktadır.Bu önerilerin karşısında ise, dolaylı
vergilemenin adalet, eşitlik gibi sosyal amaçlı vergileme ilkelerine aykırı olduğu
görüşünü savunanlar bulunmaktadır.
Dolaylı vergilerin neden adalet ve eşitlik gibi sosyal vergileme ilkelerine aykırı
olduğu, ayrıntılı olarak tezin 2.5 bölümünde belirtilecektir.Konunun daha anlaşılır olması
için bu aşamada, vergilemede adalet ve eşitlik ilkeleri açıklanacaktır.
1.4.1.1. Vergilemede Adalet İlkesi
Adalet kavramı, tarihsel süreç içinde değişik şekillerde değerlendirilmiş, ancak
herkes tarafından kabul edilebilir bir şekilde sınırlarını çizme olanağı hala
bulunamamıştır.Buna bağlı olarak vergilemede adaletin ne olduğu konusunda da aynı
belirsizlik söz konusudur.Ancak, bu belirsizlik vergilemede adaletin dikkate
alınmasından vazgeçilmesi için bir gerekçe oluşturamaz. Bu durum, bazı teknik
esaslardan yararlanılması suretiyle vergi adaletine ulaşmaya çalışmak düşüncesinin
ilke olarak kabulüne sebep olmuştur (Akdoğan, 2005:188-189).
Bu bakımdan maliye yazarları, vergi kaçakçılığı ve çifte vergilemenin
önlenmesi, vergi yükünün mükelleflere ödeme gücüne göre dağıtılması gibi çare ve
ölçülerin vergi adaletine uygun düşeceğini belirtmişlerdir (Erginay,t.y.: 43-44).
Vergilemede adalet ilkesine göre, vergilerin mükellefler arasında adil ölçülere
göre dağılımı gerçekleştirilmelidir. Vergi yükünün adaletli bir biçimde dağıtılmasını
amaçlayan adaletli bir vergi sisteminde; kimden ne kadar vergi alınacağının,
20
yükümlülerin kişisel durumlarına göre ölçüsünün ne olacağının belirlenmesi büyük bir
önem taşımaktadır.
Vergilemede adaletin sağlanabilmesi önemli ölçüde, eşit durumdakilerin eşit
muameleye tabi tutulmalarına, verginin ödeme gücü ile orantılı olmasına, gelir ve
servetlerin belli bir düzen içinde yeniden dağılımının gerçekleştirilmesine bağlıdır.
Vergi adaleti, ister kişilerin ödeme güçlerine göre vergilendirilmesi gibi pasif,
isterse kişiler arasında var olan servet farklarını gidermeye yönelmiş bir vergi sistemi
gibi aktif bir kavram olarak değerlendirilsin, gerek vergi alacaklısı olarak devlet, gerekse
vergi mükellefleri, vergilemede adalet koşullarının sağlanması için sürekli girişimlerde
bulunmaktadırlar.Bu girişimler, devlet açısından, gerektikçe vergi reformlarının
yapılmasını, bireyler ve sosyal gruplar açısında da kendi lehlerine olanaklar sağlayacak
veya var olan durumlarını korumaya olanak verecek içerikte isteklerde bulunma
yönünde olmaktadır.
Vergilemede adalet duygusunu sarsabilecek şiddetli ve taraflı işlemlerden
kaçınılması ile sermaye birikimine veya reel gelirin artmasına engel olunmaması
gerekmektedir. Bu anlamda zengin ve fakirden aynı miktarda vergi alınmaması, bir
insanı ancak yaşatabilecek gelirin vergi dışı bırakılması, bir bekarla çocuklu veya
çocuksuz bir aile reisinin aynı yük altında tutulmaması, emek ve sermaye gelirinin
vergilendirilmesinde farklı satış yapılması vb. gibi esaslar, vergi adaletine belli ölçülerde
ulaşılmasını sağlayabilmektedir (Erginay, t.y.: 43-44).
1.4.1.2. Vergilemede Eşitlik İlkesi
Vergilemede eşitlik ilkesine göre, bireyler genel vergi yüküne, kendi ödeme
güçlerine göre katılmalıdırlar. Diğer bir ifade ile vergilemede eşitlik ilkesi, mükelleflerin
vergi ödeme güçlerini dikkate almak suretiyle vergilendirilmesidir.Bu ilkenin
vergilemede adaleti sağlama açısından çok büyük bir önemi bulunmaktadır.Bu ilke,
genel vergi yükünün toplumu oluşturan kişiler arasında mükelleflerin kişisel, ailevi ve
ekonomik durumlarına göre dengeli bir şekilde dağıtılmasını gerekli kılmaktadır.Burada
bireylerin hangi ölçülerde vergi ödeyecekleri sorunu önem kazanmaktadır.
21
Vergide eşitlik; “Dikey Eşitlik” ve “Yatay Eşitlik” şeklindeki iki temel kriterle
açıklanabilir.Vergilemede eşitlik, eşit durumda bulunan kimselerin aynı (yatay eşitlik),
sosyal ve ekonomik yönden farklı durumlarda bulunan kimselerin ise değişik (dikey
eşitlik) vergilendirilmesidir.
Hiç şüphesiz dikey ve yatay eşitliğin sağlanabilmesi mükelleflerin vergi ödeme
güçlerine göre vergilendirilmesi ile mümkün olabilecektir.Bununla birlikte vergilemede
eşitliğin sağlanabilmesi için her zaman uygulanabilir ölçüler mevcut değildir.Teoride
mükelleflerin vergi ödeme gücünün belirlenebilmesi için, vergi sonucu katlanacakları
fedakarlığın dikkate alınmasının uygun olacağı öne sürülmüştür.Bu konuda öne sürülen
görüşler; eşit fedakarlık, eşit oranlı fedakarlık ve en az toplam fedakarlık görüşleri
şeklinde sıralanmaktadır (Akdoğan, 2005:190).
Bahse konu görüşler, bireylerin her ilave gelir veya servetlerinden
sağlayacakları faydanın giderek azalacağı düşüncesinden hareketle geliştirilen marjinal
fayda kuramına dayanmaktadır.
Eşit fedakarlık yaklaşımına göre; ödenmesi söz konusu vergi dolayısıyla
mükelleflerin sahip oldukları toplam faydadaki azalışın aynı düzeyde olması, bu yolla
katlanılan fedakarlığın eşit kılınmasını öngörmektedir.Bu durumda, matrahın
büyüklüğüne bakılmaksızın, farklı gelire veya varlığa sahip olan kişiler, aynı miktarda
vergi ödeyebilecektir (Akdoğan,2005: 190,191).
Eşit oranlı fedakarlık yaklaşımı, mükelleflerden varlıkları (veya gelirleri) yüksek
olanların, düşük olanlara oranla toplumdan daha fazla fayda sağladıkları düşüncesiyle,
birincilerin gelirlerinin, düşük olanlara oranla daha fazla vergilendirilmesi gerektiği
düşüncesine dayanmaktadır (Erginay, t.y.: 48).
En az toplam fedakarlık yaklaşımına göre; toplumu oluşturan kişiler
vergilendirilirken, bir bütün olarak toplumun katlandığı toplam fedakarlık mümkün olan
en düşük düzeyde olmalıdır. Bu yaklaşımda, mükellefler arasında vergi dolayısıyla bir
eşitlik söz konusu olmamakta, verginin toplum açısından bir bütün olarak uygunluğu
göz önüne alınmaktadır (Erginay, t.y.: 48).
22
Fedakarlıkta eşitlik görüşü, uygulama bakımından bir çok güçlüğe sahiptir.Bir
taraftan her bireyin duyduğu faydanın saptanmasındaki olanaksızlık, diğer taraftan
vergiye tabi tüm unsurların belirli bir ölçüye göre değerlendirilmesindeki güçlük ve
bireylerin ellerindeki ekonomik unsurlara atfettikleri önemdeki farklılık söz konusu
güçlüklerin başlıcalarını oluşturmaktadır.Bu durum, ödeme gücünün fedakarlık
yaklaşımı ile saptanması çalışmaları yerine (en az geçim düzeyi, indirim ve oran
uygulamalarında farklılaştırma gibi) daha objektif ölçülerin esas alınması gereğini
ortaya çıkarmıştır. Kuşkusuz esas alınan ölçüler ne kadar etkin olurlarsa olsun, mutlak
anlamda bir vergi eşitsizliğinin sağlanması beklenemez (Akdoğan,1990: 11).
Mükelleflerin yaşam düzeyleri, ekonomik durumları ve duygusal niteliklerinin
farklı yapılarda olması yanında, yapılan kamusal hizmetler sonucu bir kısım vergi
mükelleflerinin, ötekilerine kıyasla ek olanaklar elde etmeleri burada etkili olan nedenler
arasında belirtilebilir.Ayrıca, vergi mükelleflerinin vergi ödemesi yaptıkları ülkede,
yönetimin demokratik yada totaliter olması, ülkenin savaş veya barış döneminde
bulunması, mükelleflerin vergi kanunlarına duydukları saygı, mali yönetim etkinliği,
uygulanan oranların yapıları, parlamentonun oluşum biçimi, vergi kanunlarının alanı,
vergi ve ceza uygulamalarının alanı, vergi ve ceza afları, vergi hataları, vergi kaybı,
vergi yargısının etkinliği ve benzeri faktörler vergi eşitliğinin olumlu yada olumsuz yönde
etkilenmesine neden olmaktadır (Akdoğan,1990: 12).
Diğer taraftan vergilemede eşitliğin sağlanabilmesi için bireylerin kanun
önünde eşit olması gerekmektedir.Kimi yazarlara göre bu artan oranlı vergileme ile
değil, düz oranlı vergileme ile sağlanabilir.
Örneğin, F. A. Hayek “Özgürlük Anayasası” adlı kitabında, gelir vergisinin
artan oranlı uygulanması yerine, tek oranlı uygulanmasını savunmaktadır. Hayek’in bu
önerisi “vatandaşların kanun önünde eşit olması” gerektiğini savunan temel bir hukuk
devleti ilkesinden kaynaklanmaktadır. Buna göre kanunlar “genel” olmalı ve toplumu
oluşturan bütün bireylere eşit şekilde uygulanmalıdır. Hayek’e göre gelir vergisi
kanunları da bu nedenle “genel” dolayısıyla “tek oranlı” olmalıdır (Savaş, 1993:147).
23
Diğer taraftan, tüketim tabanlı vergilemeyi savunanların da, vergilemede
eşitliği, benzer durumdaki bireylerin vergi kanunları karşısında eşit olmaları şeklinde
tanımladıklarını görmekteyiz.Bu görüşü savunanlara göre, bugünkü vergi sistemi, aynı
durumdaki bireyler için daima standart uygulamalar getirmiyor.Şöyle ki, benzer kar elde
etmelerine karşın, farklı sanayi dallarında faaliyet gösteren iki firmanın oldukça farklı
vergiler ödedikleri görülmektedir.Farklı vergi ödenmesine ise, firmalardan birinin
faaliyet gösterdiği sanayi dalında uygulanan vergi istisnası sebep olabilmektedir.Bu ise,
vergilemede eşitliği olumsuz olarak etkileyecektir (Garner, 2005: 2).
1.4.2.Dolaylı Vergi Savunucularınca Ön Plana Çıkartılan
Vergileme İlkeleri
Mevcut artan oranlı gelir vergilemesine karşı çıkarak, tüketim tabanlı bir dolaylı
vergi önerisinde bulunanlar tarafından vergilemenin ekonomik etkinlik, verimlilik ve
basitlik ilkelerinin ön plana çıkartıldığını görmekteyiz.Diğer taraftan söz konusu görüşün
savunucuları, bir ülkenin vergi sistemine, gelirin yeniden dağıtılması rolü verilmediği
taktirde, dolaylı vergilerin adalet ilkesi dışındaki vergileme ilkeleri açısından daha üstün
vergiler olduğunu ifade etmektedirler (Fitoussi, 2005: 3,4; Emes vd.,2001: 1).
Dolaylı vergi savunucularının dolaylı vergilerin ekonomik etkinlik, basitlik ve
verimlilik ilkelerine uygun olduğu ve adaletsiz yapılarının bir takım yöntemlerle
kolaylıkla bertaraf edilebileceğine ilişkin savları ayrıntılı olarak tezimizin 2.6 ve 2.7
bölümünde belirtilecektir.Bu görüşlere yer verilmeden önce söz konusu vergileme
ilkelerine kısaca değinilmesinde fayda görülmektedir.
1.4.2.1. Vergilemede Ekonomik Etkinlik İlkesi
Vergilemede ekonomik etkinlik ilkesi, vergi sisteminin dolaylı vergilerden
oluşması gerektiğini savunanların görüşlerine dayanak olan argümanların özünü
oluşturmaktadır.Bu ilkeye göre, ekonomik verimliliği, kişi başına üretimi artıran,
bireylerin çalışma gayreti, yatırım ve tasarrufları üzerinde olumsuz etkileri olmayan bir
verginin etkin olduğu kabul edilmektedir (Fitoussi, 2005: 3).
24
Gerek akademisyenler, gerekse kamu sektörü vergi uzmanlarınca ileri sürülen
görüşlere göre, yeni bir vergi konulacak veya vergi sisteminde reform yapılacaksa,
ekonomik etkinliğin sağlanabilmesi için, söz konusu düzenlemelerin, tasarruf oranlarını,
yatırımları ve üretimi yükseltmesi beklenmelidir.Son zamanlarda yapılan çalışmalarda
ise, tüketim tabanlı bir vergi sisteminin, ulusal tasarrufları yükselteceği, sermayenin
maliyetini düşürerek daha yüksek seviyelerde bir sermaye birikimi ve milli gelir artışını
sağlayacağı ifade edilmektedir (Bloomfield, 1998:10).
1.4.2.2. Vergilemede Basitlik İlkesi
Vergilemede basitlik ilkesi, diğer vergileme ilkelerini de kapsayan daha geniş
ve gerçekten de önemli bir vergileme ilkesidir. Bu ilkeye göre, vergilemede ödeme
zamanı, ödeme yeri, ödeme şekli ve ödenecek tutarın kesin ve belirli olmasının yanısıra
vergi idaresince yapılacak düzenlemelerin mükellefler tarafından kolaylıkla
anlaşılabilecek şekilde düzenlenmesi ve uygulanabilmesi gerekir.
Günümüzde, pek çok ülkede yapılan vergi reformu önerileri önemli ölçüde,
mevcut vergi sistemlerinin oldukça karışık olması ile gerekçelendirilmektedir.
Şöyle ki, ABD’de, mevcut artan oranlı gelir vergisinin kaldırılarak yerine tüketim
tabanlı bir vergi sistemi önerisinde bulunulur iken, yapılan bir çalışmada, 2000 yılında
devlet gelirleri yasasının ve ilgili mevzuatın 9.4 milyon kelimeyi içerdiği
belirtilmektedir.Karışık bir vergi yasası ise çok kapsamlı bir muhasebe ve kayıt sistemi,
vergi iadelerinin hazırlanmasında önemli bir zamanının kaybı ve ücretli vergi
uzmanlarına danışılması gibi maliyetlere sebep olmaktadır.Diğer taraftan, söz konusu
araştırmada, 2002 yılında, bireyler, ticaretle iştigal edenler ve kar amacı gütmeyen
kuruluşların, vergi yasalarına uyum sağlayabilmek için, 5.8 milyar saat zaman ve 194
milyar dolar para harcadıkları da ifade edilmektedir.Bununla birlikte, basit bir vergi
sisteminde vergi ödeyicileri, kaynaklarını daha verimli kullanmaları konusunda
engellenmeyeceklerdir (Garner, 2005: 2).
25
1.4.2.3. Vergilemede Verimlilik İlkesi
Bir vergi sisteminin verimli olabilmesi için, öncelikle kamu harcamalarının
karşılanabilmesi açısından yeterli devlet gelirini sağlayabilmesi gerektiği ifade
edilmektedir.Günümüzde devletlerin önemli bir bütçe açığı sorunu ile karşı karşıya
olduğu bilinmektedir. Maliyeciler, bütçe açıklarının giderilmesi açısından, gerek vergi
gelirlerinin artırılması, gerekse kamu harcamalarının azaltılması şeklinde farklı
önerilerde bulunabilmektedir.Diğer bir deyişle, bütçe açıklarının bu iki yöntemden
hangisinin kullanılması suretiyle, azaltılacağı hususunda maliyeciler arasında görüş
farklılıkları bulunmaktadır.Bu görüş farklılıkları bir tarafa, günümüzde büyük bütçe
açıkları, vergilemenin verimlilik ilkesinin önemini vurgulamıştır (Garner, 2005: 7,8).
Dolaylı vergiler açısından önem taşıyan vergileme ilkelerine değinildikten
sonra, dolaylı vergi kavramı ve kapsamının açıklanmasında fayda bulunmaktadır.
1.5. Vergilerin Tasnifi Konusunda İleri Sürülen Kriterler
Vergilerin değişik şekillerde tasnifi yapılmakla birlikte, temelde bir taraftan
konuları bakımından gelir, servet ve harcama vergileri, diğer taraftan dolaylı ve
dolaysız vergiler olmak üzere iki şekilde tasnif edilirler.Tasnifin yapılmasındaki amaç,
belirlenen sosyo-ekonomik hedeflere ulaşılmasında vergiden daha etkin bir şekilde
istifade edilmesidir.
Ülkeler, sosyo-ekonomik yapılarına göre vergi gelirlerini dolaylı ve dolaysız
ağırlıklı vergilerden karşılamaktadırlar.Geleneksel toplumlarda para ekonomisine
girilmemiş olması ve ticaret, ulaştırma ve kentleşmenin yeterince gelişmemiş olması
nedeniyle yurt içi dolaylı vergilerin önemli bir paya sahip olmadıkları gözlemlenmiştir.
Geleneksel toplumdan kopuş ile birlikte, ticaret ulaştırma hizmetleri ve para
ekonomisinde gelişme meydana gelir.Gelişen piyasalar yeni düşüncelerle birlikte yeni
mal ve hizmetlerin ortaya çıkmasını sağlar.Toplumda üretim ve ticaret geliştikçe yurt içi
dolaylı vergilerin önemi ve toplam devlet gelirleri içindeki payı yükselişe geçer.Bununla
birlikte, teoride modern dolaysız vergilerin ekonomik gelişmenin ileri aşamalarında
26
uygulama alanı bulduğu ve devlet gelirleri içinde %20 ile %40 arasında bir paya sahip
olduğu ifade edilmektedir (Heper, 1981: 41-51).
Vergilerin tasnifi konusu maliye teorisinin en tartışmalı konularından biri
olagelmiş ve tartışma daha dolaylı- dolaysız vergi tasnifinde başlamıştır.Pek çok karşıtı
olmasına karşın dolaylı-dolaysız vergiler tasnifini esas almak daha doğru bir yaklaşım
olacaktır.Zira uygulamada ve günlük yaşamda bu terimler yaygın bir şekilde
kullanılmaktadır.Bununla birlikte, dolaylı-dolaysız vergiler tasnifini tercih etmemiz, söz
konusu tasnife temel oluşturacak nitelikte kriterlerin ortaya konulmasını da zorunlu
kılmaktadır (Neumark, 1940: 28).
Vergilerin dolaylı yada dolaysız olduklarının belirlenmesi için J.St.Mill,
A.Wagner ve F.Neumark tarafından öne sürülmüş olan sırasıyla, vergilendirme usulü
ve tahsil şekli kriteri, yansıma kriteri, verginin vergi verme iktidarının kavranmasını ne
şekilde hedef aldığına yönelik kriterler bulunmaktadır. Söz konusu kriterlerden yansıma
kriterinin ön plana çıktığı görülmektedir.
Yansıma, J.St.Mill tarafından ileri sürülmesini takiben birçok maliyeci, özellikle
P.Leroy-Beaulieu tarafından üzerinde durulmuş olan ve bugün bile pek çok taraftarı
bulunan bir kriterdir.Söz konusu görüşe göre, vergilerin dolaylı ve dolaysız olarak
ayrımında hukuki yada teknik nitelikteki belirtilerden değil, yansıma kriterinden
yararlanmak gerekmektedir.Buna göre yansıtılmayan yani vergiyi ödeyen kanuni
yükümlü ile vergiyi nihai olarak taşıyan şahsın aynı olduğu vergiler dolaysız, vergi
ödeyicisi(yükümlü) tarafından piyasa süreci içinde başkalarına devredilen vergiler ise
dolaylı vergiler olarak nitelendirilmektedir (Turhan, 1998: 96).
Diğer bir deyişle, fiyat mekanizması içerisinde vergi başka birilerine
devrediliyorsa dolaylı, bir vergiyi ödeyen vergi ödeyicisi ile vergileme sonrası mal varlığı
azalan kişi aynı ise dolaysız verginin varlığından bahsedilebilir.
Dolaylı vergilerde ödemeyi bir ticari ilişki, bir piyasa satışı yakından
izler.İthalatçı gümrük vergisini ödedikten sonra malını hemen satışa çıkarabilir.İplik imal
eden bir müteşebbis üretim vergisini ödedikten sonra onu hemen ipliğin maliyetine
ekleyip ileriye doğru yansıtabilir.Ayrıca dolaylı vergilerin ünite başına belli bir tutar veya
27
kıymetin belli bir yüzdesi olarak konulması da vergiyi izleyen ticari işlemlerde fiyatın
kolaylıkla yükseltilebilmesini olanaklı kılar (Nemli,1990:138).
1.6. Dolaylı Vergilerin Tanımı ve Mahiyeti
Dolaylı vergiler, gelir veya servetin tüketim amacıyla elden çıkartılması
esnasında alınan vergilerdir.Bu durumda gelir veya servetin ayrı ayrı vergilendirilmesi
söz konusu iken neden bunların elden çıkartılması anında ayrıca vergileme yapıldığı
sorusu, kişilerin vergi ödeme gücüne ulaşılması çabasında yanıt bulmaktadır.
Tezimizin 1.3.1 kısmında, vergi ödeme gücünün göstergelerinin açıklanması
esnasında değinildiği üzere, gelirin elde edilmesi ve servete sahip olunmasının yanı
sıra bunların harcanması da ayrıca vergi ödeme gücünün göstergesi niteliğindedir.
Gelir ve servet vergileri bireylerin vergi ödeme gücünü tam olarak
kavrayamamaktadır.Çünkü, söz konusu vergilerin yapısal ve teknik özellikleri vergi
ödeme gücünü temsil eden gelirin kısmen vergi dışında kalmasına sebep
olmaktadır.Çeşitli indirimler, muafiyet ve istisnaların yanı sıra, beyana dayanan bu
vergilerde doğru beyanda bulunulmaması, vergiden kaçınma imkanlarını
artırmaktadır.Gelir ve servetin harcanması esnasında alınan ve vergi ödeme gücünü
kavrayan dolaylı vergiler bu sebeple vergi sistemleri içerisindeki mali fonksiyonlarının
yanında telafi edici bir fonksiyonda üstlenirler (Nadaroğlu, 1983: 423).
Mal ve hizmetlerin fiyatları içerisine yansıtılmış bulunduğundan mükellef
psikolojisine daha uygun olan dolaylı vergiler tarihte uygulanmış olan en eski vergi
örnekleri arasında yer almaktadır.Eski Mısır’dan, Roma’dan günümüze kadar
uygulanan bazı dolaylı vergiler, basit yapılarıyla devletin finansman ihtiyacının
karşılanabilmesi için önemli bir gelir kaynağı olmuşlardır (Akdoğan, 2005: 259).
Dolaysız vergiler; gelir ve kurumlar vergisi gibi kâr üzerinden alınan vergilerle
servet üzerinden alınan vergiler iken dolaylı vergiler; üretim, tüketim, satış ve dış ticaret
üzerinden alınan vergileri kapsamaktadır.
28
Günümüzde, dolaylı vergiler konusunda yapılan tartışmalar hızla artarken, söz
konusu vergilerin, gelir tabanlı vergilemenin bir karşıtı olarak öne sürüldüğü
görülmektedir.
Dolaylı vergilerin gelir tabanlı vergilemeyi temsil eden dolaysız vergilere göre,
ekonomi üzerindeki etkilerinin olumlu olduğu savından hareketle, ön plana çıkartılmaya
çalışıldığı görülmektedir.
Buna göre gelir vergisi yerine uygulanacak bir dolaylı verginin özelliklerinin,
kısaca aşağıda belirtildiği şekilde olacağı ifade edilmektedir (Moore, 1995: 5):
-Dolaylı vergilerde, tasarruf ve yatırımlar vergi kapsamı dışındadır ve çifte
vergileme problemleri bulunmamaktadır.Dolaylı vergiler, düz oranlıdır.Artan oranlı
vergilerin bireyler ve ekonomi üzerindeki caydırıcı etkisi dolaylı vergilerde
bulunmamaktadır.
-Dolaylı vergiler, dolaysız vergilerin yerine ikame edildiğinde, bir uyum maliyeti
söz konusu olmayacaktır.
- Ayrıca vergi sisteminin dolaylı vergilerden oluşması durumunda, Gelir İdaresi
büyük ölçüde elimine edilmiş olacaktır.
- Dolaylı vergiler, tüketicilerin her mal ve hizmet alımı esnasında yazar kasada
ödenmiş olacaktır.Vergi, fiş üzerinde açıkça görünecektir.Bundan dolayı bu vergiler
aynı zamanda şeffaf vergilerdir.
1.7.Dolaylı Vergilerin Başlıca Çeşitleri
Üreticilere ödettirilmesini takiben fiyat mekanizması yoluyla yükü taşıyacak
olanlara yansıtılan dolaylı vergiler, satış fiyatları ile kaynaşmakta ve genel nitelikte
iseler genel satış vergileri, tek tek bazı mallardan alınıyorsa özel satış vergileri adını
almaktadırlar (Bulutoğlu, 1988: 425-426).
29
1.7.1. Genel Satış Vergileri
Uygulanan istisna ve muafiyet hükümleri haricinde tüm mal ve hizmetlerin
vergilendirilmesi durumunda genel nitelikte bir satış vergisi söz konusudur.
Genel satış vergisini ödeyenler, iktisadi faaliyette bulunan her kademedeki
özel ve kamu teşebbüsleri iken, kanun koyucunun iradesine göre fiyatlara yansıtılmak
suretiyle tüketicilere devredilen bu verginin taşıyıcısı tüketicilerdir.Bundan dolayı genel
satış vergisi, sadece bazı mal ve hizmetleri vergilendiren özel tüketim vergilerinin
aksine gelirin harcanması dolayısıyla alınan genel nitelikteki bir tüketim vergisi olarak
da tanımlanabilmektedir (Turhan, 1998: 141).
Genel satış vergisi, iki kriter esas alınarak sınıflandırılabilir.İlk kriter verginin
hesaplanmasına esas teşkil eden matrahın belirlenmesi, ikincisi ise, üretimden tüketim
safhasına kadar verginin sürecin hangi aşamasında alınacağı kriteridir.Söz konusu
kriterlerden birincisinin baz alınması halinde genel satış vergisi; gayri safi satış vergisi
ve katma değer vergisi şeklinde ikili bir ayrıma tabi tutulur iken, ikinci kriterin baz
alınması halinde bu defa, yayılı ve toplu satış vergisi olmak üzere iki şekilde
sınıflandırılmaktadır (Turhan, 1998: 152-153).
1.7.1.1. Gayri Safi Satış Vergileri
Gayri safi satış vergileri, vergi kapsamına giren malların üretimden tüketime
kadar geçen aşamasında, ne şekilde vergilendirmeye tabi tutulduğuna göre yayılı ve
toplu satış vergileri olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Yayılı satış vergilerinde mamüller çeşitli üretim aşamalarından geçerken söz
konusu iktisadi aşamaların her birinde ayrı ayrı vergilendirmeye tabi tutulurlar.Diğer bir
deyişle, söz konusu vergi kapsamına dahil bulunan mallar için, üretim, satış, teslim ve
tüketim gibi her iktisadi işlem sonucunda ayrı ayrı vergi alınmaktadır.Malın her el
değiştirmesinde vergi alınması hususu, bir sonraki aşamada bir önceki aşamada
ödenen verginin vergisinin ödenmesine sebep olarak, bir taraftan mükerrer vergilemeye
diğer taraftan verginin katlanarak çoğalması anlamında piramitleşmeye zemin
oluşturmaktadır.
30
Yayılı satış vergilerinde üretimden tüketime çeşitli aşamaların her birinden
vergi alınır iken toplu satış vergilerinde; bu aşamalardan sadece birinden vergi alınması
söz konusudur.
Toplu satış vergilerinin; istihsal vergisi, toptan satış vergisi ve perakende satış
vergisi şeklinde uygulamaları bulunmaktadır.
İstihsal vergisi, sadece üretim aşamasında alınmakta iken, toptan satış vergisi,
malın toptancıdan perakendeciye intikali sırasında ve toptan satış fiyatı üzerinden
alınır.
Perakende satış vergisinin özelliği ise, malların perakendeciden nihai tüketiciye
intikali esnasında vergilendirilmesidir.Tüketicilere satış aşamasına gelininceye kadar
mallar üzerinde hiçbir vergilendirme işlemi yapılmaz.
1.7.1.2. Katma Değer Vergisi
20.yüzyılda ikinci yarısında katma değer vergisinin vergi sistemlerine girişi
vergi yapısının gelişimi bakımından en önemli mali olay olarak nitelendirilebilir.1960’lı
yılların sonlarından günümüze kadar olan süreçte 105 sanayileşmiş ve gelişmekte olan
ülkede başlıca tüketim vergisi halini almış bulunmaktadır (Akdoğan, 2005: 270).
Katma değer vergisinin diğer satış vergilerine olan üstünlükleri bu verginin kısa
zamanda benimsenmesine neden olmuştur.
KDV, ilk üretim ve tüketim zincirinin her aşamasında malların el değiştirmesi
esnasında alınan ve indirime imkân tanımak suretiyle değer artışını temel alan, çok
aşamalı, genel bir satış vergisi şeklinde tanımlanabilir (Eğilmez, 1983: 21).
KDV, yaratılan katma değer üzerinden alınmaktadır. Bireylerin veya firmaların
yarattıkları katma değer, verginin matrahını oluşturmaktadır.
Katma değer, bir işletmenin yaptığı ürünün değeri ile bu ürünü yapmak için
başka işletmelerden satın aldığı girdilerin (maliyet unsurlarının) değerinin farkıdır
diyebiliriz.Bu durumda bir işletmenin katma değeri, işçilerine ödediği ücretler, makine ve
31
teçhizatı ile başka sabit tesislerinde o ürünün yapılması esnasında meydana gelen
değer azalması(amortisman) ve kendi karlarının toplamıdır (Bulutoğlu, 1988: 431).
Ancak firmanın katma değeri, üretim süresince yıpratılan dayanıklı sermaye
mallarının değerini kapsıyorsa, vergi matrahı gayrisafi katma değere eşit olur. Bundan
dolayı, satışlar değerinden makine ve teçhizat alımlarının ve diğer dayanıklı sermaye
malı alımlarının indirilmesine izin verilmez.Bu tarz bir vergiye gayrisafi hasıla tipi katma
değer vergisi adı verilir (Bulutoğlu, 1988: 432-433).
Gayri safi hasıla türü katma değer vergisini, makro düzeyde formülle ifade
edersek; kapalı bir ekonomide milli gelir, yatırım ve tüketim mallarına yapılan
harcamaların toplamına eşit olduğundan, toplam matrah=GSMH=C+I şeklinde ifade
edebilir (Akalın, t.y.:369).
Gelirin elde edilmesi yönünden ise GSMH=W + P + D şeklinde ifade edilebilir.
Yukarıdaki açıklamadan da anlayacağımız gibi gayri safi hasıla türü katma
değer vergisinin matrahı teorik olarak GSMH' ya eşit olmaktadır.
Firma açısından incelediğimizde ise vergi matrahı katma değer olmaktadır.
Ancak stoklar hesaba katıldığından matrah, satışlarla stokların toplamından alımların
düşülmesi suretiyle bulunmaktadır.
Diğer taraftan dayanıklı sermaye mallarının aşınma ve yıpranma payının
katma değerden düşülmesine izin veriliyorsa buna gelir türü katma değer vergisi
denilmektedir (Bulutoğlu, 1988: 433).
Gelir türü KDV’de, sermaye mallarının amortismanı vergi matrahından
indirilebilmektedir.Buna karşın, yine satın alınan sermaye malları ve stoklardaki yıl içi
artışları matrahtan indirilememektedir.Böyle bir kapalı ekonomide, gelir tipi KDV’nin
toplam matrahı, milli gelire eşit olmaktadır.Bu makro düzeyde formüle edilecek olursa
Akalın( t.y.: 370-371);
Toplam matrah = Y=C+I-D=W+P şeklinde ifade edilir.
32
Böylece, gelir türü KDV'de, sermaye mallarının çifte vergilendirilmesi,
amortismanlara indirim imkanı tanınarak önlenmiş olmaktadır.
Diğer taraftan, birde tüketim tipi katma değer vergisi söz konusudur.Buna göre,
matrah hesaplanırken firma gayrisafi satış gelirlerinden diğer bir işletmeden edindiği
hammadde ve yarı mamüller kadar satın aldığı yatırım malları için de indirim
yapılmaktadır (Nemli, 1990: 196).
Tüketim tipi KDV'de, tüm alış bedelleri indirime konu olduğundan
amortismanların vergi matrahından düşülmesi söz konusu değildir. Bir başka deyişle,
tüketim türü KDV'de yüzde 100 oranında hızlandırılmış amortisman uygulanmaktadır ki,
bu da yatırım mallarının vergiden istisnası demektir (Akalın, t.y.:372).
Tüm yatırımların o yılın vergi matrahından indirilmesi ise vergi matrahının millî
gelir hesaplarında toplam tüketim değerine indirgenmesi sonucunu doğuracaktır
(Bulutoğlu, 1988: 433).
Tüketim Türü Katma Değer vergisi matrahı formül yardımıyla ifade edilecek
olursa,
Y - I = W + P + D - l = C şeklinde ifade edebiliriz.
İşletme açısından katma değeri yani matrahı, toplam satışlardan toplam alışları
düşerek buluruz. Diğer taraftan ülke ekonomisi açısından matrahı incelediğimizde
toplam matrah pozitiftir. Ancak firma bazında incelediğimizde kuruluş safhasındaki bazı
işletmelerin ilk kuruluş yıllarında yatırımları toplam satışlarını aşmakta ve matrah
negatif olabilmektedir.
Yatırım mallarının tümünün, vergi matrahından o yıl indirilebilmesi ile yatırım
mallarına vergi muafiyeti tanınmaktadır. Yatırımların arttığı devrelerde vergi gelirleri
azalmakta diğer taraftan yatırımların azaldığı dönemlerde vergi gelirleri artmaktadır.
Tüketim türü katma değer vergisinde sadece tüketim vergilendirildiğinden
düşük gelirlilerin aleyhine bir durum ortaya çıkmaktadır.Yatırımlar
33
vergilendirilmediğinden artmakta yani yatırımları teşvik edici bir unsur olmakta ancak
sermaye birikiminin dağılımı dengeli bir şekilde olmamaktadır.
Ayrıca, ücret tipi KDV söz konusudur. Bu tarzda bir KDV’nin matrahının
hesaplanmasında, sermayenin aşınma payı yerine, sermaye geliri yada sermaye
değerinin indirilmesine izin verilebilir.Katma değerden indirilecek sermaye geliri,
teşebbüs karı ile işletmede kullanılan sermaye faizi olarak açıklanabilir.Bu taktirde vergi
matrahı firmanın yarattığı katma değer içinde ücretlerin tuttuğu paya eşit olacaktır
(Bulutoğlu, 1988: 433).
Ücret türü katma değer vergisinde toplam vergi matrahını formül ile aşağıdaki
şekilde ifade edebiliriz (Akalın, t.y.:374).
Toplam Matrah = Y - P = C + I -( D+P) = W = Milli Gelir-Kar.
Ücret türü KDV matrahını makro açıdan yukarıdaki şekilde ifade edebildiğimiz
gibi, mikro açıdan sadece firmanın ödediği ücretleri kabul edebiliriz.
Bu tür bir vergi uygulamasında sadece ücret miktarının matrah olması
nedeniyle yatırımcıların tercihi sermaye yoğun teknoloji olacak ve sermaye yoğun
teknolojiye yöneleceklerdir. Bu ise, istihdam probleminin ortaya çıkmasına zemin
oluşturacaktır.
1.7.2. Özel Satış Vergileri
Günümüzde özel satış vergileri daha ziyade, lüks maddeler ve alışkanlık veren
maddelerden alınan özel tüketim vergileri ile malların üretiminden değil de, yer
değiştirmesinden alınan gümrük vergilerinden oluşmaktadır. (Bulutoğlu, 1988: 448-
449).
Bu durumda özel satış vergileri, özel tüketim vergisi ve gümrük vergisi olmak
üzere iki ana başlıkta ele alınacaktır.
34
1.7.2.1. Özel Tüketim Vergileri
Üretimden dağıtıma kadar ekonomik süreç aşamalarında veya bunlardan
sadece birinde, istisna ve muafiyetler dışındaki bütün mal ve hizmetlerden genel olarak
alınmayıp da, ayrı ayrı belirtilen bazı mal ve hizmetlerden alınan vergilere özel tüketim
vergileri adı verilmektedir (Turhan, 1998: 165,166).
Özel tüketim vergileri, bütün mal ve hizmetler üzerinden alınan bir vergi
olmayıp, sadece belirli mal ve ürünler üzerinden alınan ve KDV’ye göre daha dar bir
alanı kapsayan vergidir.
Özel tüketim vergileri, tarihi süreçte gümrük vergilere gibi devletlere önemli
miktarda gelir sağlayan en eski vergilerden birisidir.Ortaçağda, bira ve şaraba
uygulanan özel tüketim vergileri 19.yüzyıla kadar, bazı malların satış aşamalarında
tüketiciye yönelik olarak uygulanmaktaydı.Günümüzde ise özel tüketim vergileri
çoğunlukla malın üretim aşamasında uygulanmaktadır (Baş, 1996: 15-16).
Bu vergiler, başlıca üç grup mal üzerinde yoğunlaşmaktadır.Bunlar alışkanlık
veren mallar (çay, kahve, sigara, alkol, vb…), lüks tüketim konusu mallar (kürk,
mücevher, vb.) ile sürümü yüksek olan mallar (akaryakıt, çimento, vb) olarak
sıralanabilir.
Genel olarak özel tüketim vergileri, lüks tüketim malları, alışkanlık veren ile
sürümü yüksek olan mallar üzerinden toplanmakla birlikte, birçok ülkede çok sayıda
sanayi ürünü ve hizmetlerden de alınmaktadır.Bazı durumlarda özel satış vergileri o
kadar çok sayıda ürün ve hizmete yayılmaktadır ki, genel satış vergilerinden farkı
azalmaktadır.Kalan fark ise sadece, genel satış vergisinde, önce genel bir üretim veya
satış türü için vergileme ilkesinin konulması ve istisnaların sayılması, özel satış
vergisinde ise teker teker vergilendirilen maddelerin ve vergi oranlarının belirtilmesidir
(Bulutoğlu, 1988: 450).
Özel tüketim vergisinde geçerli bulunan vergilendirme tekniği, miktar ve değer
esaslarına dayanmaktadır.Bunlardan birinci esasa göre vergi, vergilemeye konu olan
malların, teknik-fiziki tutarlarının (hacim, ağırlık, sayı, uzunluk vb.gibi) meydana getirdiği
35
matrahlar üzerinden, birim başına mutlak miktarlar halinde belirlenmektedir.Bu esasa
göre belirlenen vergilere spesifik veya miktar esasına dayalı vergiler adı
verilmektedir.İkinci tekniğe göre ise, vergiye konu malların satış değeri matrah olarak
alınmaktadır.Bu şekilde alınan vergiler ise ad-valorem veya değer esasına dayalı
vergiler adını almaktadır (Turhan, 1998: 166).
1.7.2.2. Gümrük Vergileri
Vergi tarihinin en eski vergilerinden olan gümrük vergileri, malların bir ülkenin
sınırından geçmesi dolayısıyla alınan vergilerdir.Bundan dolayı bazı yazarlarca “hudut
vergileri” olarak da adlandırılmaktadır.Verginin tanımında yer alan sınır ibaresi, sadece
siyasal sınırı kapsamamaktadır.Zira geçmişte, bir malın ülke sınırı içinde şehirden
şehire geçişinde dahi gümrük vergisi alınmaktaydı.Diğer taraftan, serbest bölgeler ile
limanlar siyasal sınırlar içinde olduğu halde mali sınırların dışında sayılmaktadır.
Dolayısıyla, gümrük sınırı ile siyasal sınırda her zaman aynı değildir.Bununla birlikte,
çoğunlukla gümrük sınırı ile siyasal sınır birleşmekte ve siyasal sınır aynı zamanda
gümrük sınırı olmaktadır (Nadaroğlu, 1983: 438; Aksoy, 1991: 414).
Malların ithal, ihraç veya transit edilmeleri dolayısıyla sınırları aşması sonucu
alınan gümrük vergileri, günümüzde bazı istisnai durumlar dışında sadece ithalat
sebebiyle ülke sınırlarına giren mallardan alınmaktadır.
Gümrük vergileri değer üzerinden (ad-valorem) alınabileceği gibi, miktar
üzerinden spesifik olarak da alınabilir.Söz konusu vergiler, geçmişte daha ziyade
spesifik esasa göre alınmakta iken, günümüzde değer üzerinden yapılan vergi
uygulamaları ağırlıktadır.
Gümrük vergileri izlenilen amaca göre, iki şekilde alınmaktadır.İlk olarak, yerli
üreticiyi yabancı üretici karşısında korumak düşüncesiyle alınabilirler.Bu şekilde alınan
vergilere, koruyucu gümrük vergileri denilir.İkinci olarak ise, devlete gelir sağlamak
amacıyla alınırlar ve bu durumda mali gümrük vergisi olarak adlandırılırlar.
Piyasa şartlarının elverişli olmaması durumu dışında, gümrük vergilerinin,
fiyatın içine eklenmek suretiyle yansıtılmaları kolaydır.Bu sebeple, söz konusu verginin
36
kanuni mükellefi, malın ithalini gerçekleştiren kişiler olmasına karşın, vergiyi
yüklenenler o malı tüketenlerdir.
37
BÖLÜM 2
DOLAYLI VERGİLERİN GELİR DAĞILIMI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Tezimizin önceki bölümünde, dolaylı verginin tanımı ve kapsamını açıklamış
bulunmaktayız.Bu bölümde ise, dolaylı vergilerin gelir dağılımı üzerindeki etkilerine
değinilecektir.Söz konusu etkilerin incelenmesinden önce, konunun daha anlaşılır
olması açısından, kısaca gelir dağılımının tanımı ve çeşitleri üzerinde durulacaktır.
2.1. Gelir Dağılımının Tanımlanması
İktisadi açıdan bakıldığı zaman gelir dağılımı kavramı, milli gelirin dağılımı
anlamında kullanılmaktadır.Dağılımı incelenecek gelirin milli gelir olduğunu belirterek
konuyu sınırlandırmış olmakla birlikte, milli gelirin kimler, neler veya nereler arasında
dağılımının belirtileceğine değinmekte fayda vardır.Bu sebeple öncelikle iktisadi
bakımdan önem taşıyan çeşitli gelir dağılımı kavramları açıklanacak, akabinde tez
konumuz bakımından bu kavramlardan hangisinin esas alınacağı belirtilecektir (Türk:
1997,305-309).
2.1.1. Fonksiyonel Gelir Dağılımı
Fonksiyonel gelir dağılımı, üretim faktörlerinin milli gelirden aldıkları payı, bu
faktörlerin üretime katkıda bulunurken yaptıkları fonksiyona göre ayıran bir dağılımdır.
Bir başka deyişle, fonksiyonel gelir dağılımı, milli gelirin üretilmesine katkıda bulunan
üretim faktörlerinin milli gelirden aldıkları paylar, yani milli gelirin ücret, faiz, rant ve kar
arasındaki dağılımıdır (Aktan ve Vural, 2002a: 1).
Milli gelirin çeşitli sosyal sınıflar arasındaki dağılımı incelenmek istenirse, gelir
dağılımı kavramları içerisinde bu amaca en uygun olanı söz konusu gelir dağılımı
şeklidir.Buna karşın, fonksiyonel gelir dağılımı ile çeşitli sosyal tabakaların milli gelirden
aldıkları paylar ancak kaba hatları ile görülebilir.Zira sosyal tabakalaşma, fonksiyonel
gelir dağılımının dörtlü sınıflandırmasından çok daha karmaşıktır.Söz konusu
sınıflandırmada; büyük çiftçi ile küçük çiftçi, büyük tüccar ile küçük tüccar, memurla
38
tarım ve sanayi işçileri aynı grup içerisinde yer almaktadır. Dolayısıyla, bu tür dağılım,
sosyal sınıfların kendi içlerindeki olası farklılıkları göstermez. Kaldı ki sosyolojik açıdan
sosyal gruplar, sadece elde edilen gelir kaynağına göre tanımlanamaz.Nitekim büyük
şirketin yöneticisi, emek gelirli olduğu için fonksiyonel dağılıma göre ücretli sınıftan
sayılması gerekmekle birlikte, sosyolojik açıdan işçi sınıfından sayılmaz.
2.1.2. Sektörel Gelir Dağılımı
Bu dağılım, milli geliri ekonomideki üretim sektörlerine göre ayırır. Tarım,
sanayi, hizmet, ticaret ve diğer sektörlerin milli gelirden aldıkları payları gösteren
sektörel gelir dağılımı, o ülkenin ekonomik gelişimi açısından da bilgi verir.
Sektör kavramını, üretim araçlarının mülkiyeti ile ilişkilendirirsek, bu durumda
sektörel gelir dağılımı, milli gelirin kamu sektörü ile özel sektör arasındaki dağılımını
ifade eden bir kavram olacaktır.Bu açıdan bakıldığında ise sektörel gelir dağılımı
devletin ekonomiye müdahale derecesini, hatta ekonomik sistemin karakterini gösterir.
Yıllara göre incelenebilecek olan bu dağılım, o ülkenin endüstrileşme sürecinde hangi
konumda olduğu hakkında da bilgi verir.İktisadi kalkınma tarihinde, tarım sektöründen
sonra sanayi, akabinde de hizmetler sektörü gelmiştir.
2.1.3. Bölgesel Gelir Dağılımı
Milli gelirin ülkedeki farklı bölgelerde yaşayan kişilere göre dağılımıdır.
Bu gelir dağılımı, ülkenin gelişmiş ve az gelişmiş bölgeleri arasındaki
farklılıkları gösterir ve bölgesel gelişim araştırmacıları ve ülkedeki politika yapıcıları için
önemli bir kaynaktır. Genellikle iktisadi olarak kalkınmış ekonomilerde, bölgeler
arasındaki gelir dağılımı dengesizlikleri az iken, az gelişmiş ekonomilerde fazladır.
2.1.4.Kişisel Gelir Dağılımı
Milli gelirin ülkedeki nüfusu oluşturan kişiler tarafından nasıl paylaşıldığını
gösteren dağılımdır.Bu dağılımda kişiler eşit olarak düşünülür ve sosyal sınıf farklılıkları
göz önüne alınmaz.Toplam milli gelir, ülkenin nüfusuna bölünerek elde edilen kişi
39
başına düşen milli gelir, bu dağılıma ait bir ölçüttür.Bir başka ölçüt, ülke nüfusunu, en
düşük gelirli grup ile en yüksek gelirli gruba doğru, beş eşit gruba ayırır ve her gruba ait
milli geliri hesaplar.Gruplara denk gelen milli gelirin toplam milli gelire olan yüzdesini
hesaplayarak beş grup arasında karşılaştırma yapar.
Geçmişte klasik iktisatçıların fonksiyonel gelir dağılımı ile ilgilenmesine karşılık,
günümüzde kişisel gelir dağılımına verilen önem artmıştır. Kişisel gelir dağılımına ilişkin
olarak geliştirilen istatistiki ölçütler gelir dağılımına ilişkin daha özet ve somut
göstergeler olup, gelir dağılımı bozukluklarının düzeltilmesi yöntemlerinin tartışılması
açısından daha yardımcıdırlar.Buna karşın, Marksist iktisatçılar açısından önemli olan
sınıf payları olduğu için, gelirin kişisel dağılımına karşı tepki gösterilmektedir.Bütün bu
tartışmalara karşın, söz konusu gelir dağılımları birbirine rakip olmaktan çok, birbirlerini
tamamlayan yöntemler olarak düşünülmelidir.Şöyle ki, kamu maliyesinin işlevlerinden
biri, kişisel gelir dağılımını düzeltmek iken, söz konusu amaca ulaşmak bakımından
kullanılan “ödeme gücü ilkesi” ve onun türevleri olan, ayırma kuramı, asgari geçim
indirimi ve artan oranlılık uygulamaları fonksiyonel gelir dağılımı yani faktör paylarından
kaynaklanmaktadır (Akalın, t.y.: 150-151).
Bütün bu açıklamalar paralelinde, sektörlere göre gelir dağılımı ile bölgesel
gelir dağılımının değiştirilmesi daha ziyade maliye politikasının büyüme amacına ilişkin
olup, fonksiyonel gelir dağılımının değiştirilmesi ise , maliye politikasının temel amaçları
arasında bulunmamaktadır.Bu nedenle tez konumuz kapsamında dolaylı vergilerin gelir
dağılımı üzerinde ne tür etkiler yarattığı incelenirken, kişisel gelir dağımı esas
alınacaktır (Turhan, 1998: 230)
2.2. Kişisel Gelir Eşitsizliklerinin Ölçülmesi
Dolaylı vergilerin gelir dağılımı üzerindeki etkilerinin ölçülebilmesi için, kişisel
gelir dağılımının eşitliğini yada eşitsizliğini gösteren bir ölçüye gereksinim vardır.
Gelir dağılımı eşitsizliklerinin ölçülmesi için, temel olarak Lorenz Eğrisi ve
bununla bağlantılı olan Gini Katsayısı kullanılmaktadır.Söz konusu yöntemlerin yanı
sıra, gelirin nüfusun en zengininden en yoksuluna doğru sıralanmasıyla elde edilen
40
beşte birlerin (%20’lerin) milli gelirden aldıkları payları gösteren çizelgelerin de bahse
konu amaç doğrultusunda kullanıldığı görülmektedir (Akalın, t.y.: 154).
Kişisel gelir dağılımı incelenirken yöntem bakımından iki husus dikkate
alınmalıdır.Bunlardan ilki, kişisel gelir dağılımının incelenmesinde birim olarak kişinin
mi, tüketim biriminin mi ele alınacağıdır.İkinci husus kişisel gelir dağılımının
incelenmesinde uygulanacak yöntemde gelir elde etmeyen kişilerin yani işsizlerin de
gösterilmesidir.Bu nedenle kişisel gelir dağılımı konusunda yapılan araştırmalarda birim
olarak aile esas alınmaktadır (Türk, 1997: 309).
Lorenz eğrisi gelirin yüzde kaçını, nüfusun yüzde kaçının aldığını gösteren bir
eğridir. Bunun için önce çeşitli gelir gruplarına giren aile sayıları bulunur. Daha sonra
ise her aile grubunun toplam gelirin yüzde kaçını aldığını gösteren bir çizelge hazırlanır
ve bu çizelgeden yararlanılarak bir diyagram çizilir. Diyagramın dikey ekseninde,
toplam gelirin kümülatif yüzdeleri, yatay ekseninde ise bu geliri elde eden ailelerin
kümülatif yüzdeleri yer alır. Başlangıçtan uzaklaştıkça, her iki yönde de kümülatif
oranlar artmakta ve sonunda yüzde 100’e ulaşmaktadır.Kişisel gelir dağılımı ile elde
edilen bu değerler yardımıyla gelir dağılımı eşitsizlik eğrileri elde edilir. Bu eğrilerin elde
edilmesi ilk defa Lorenz tarafından geliştirildiği için bu eğrilere Lorenz eğrileri adı verilir.
Şekil 1. Lorenz Eğrisi
Kaynak: (Turhan, 1998: 232)
41
Şekil 1’de görülen (OB) doğrusu üzerinde yer alan her noktada nüfus yüzdesi
ile bu nüfusa karşılık gelen gelir yüzdesi birbirine eşittir.Milli gelirin bütün kişilere eşit bir
şekilde dağıtıldığı, yani kişi veya hane halklarının nüfus içindeki yüzde paylarının
gelirden aldıkları yüzde paylara eşit olduğu bu noktalardan oluşan ve her bir eksenle
45°’lik açı yapan OB doğrusu “Eş dağılış eğrisi” olarak adlandırılır. OAB eğrisi ise, milli
gelirin en yüksek düzeyde eşitsiz dağılımını ifade eder.Bu iki eğri arasında yer alan
diğer tüm eğriler Lorenz eğrisi olarak isimlendirilir ve milli gelirin dağılımı bakımından
söz konusu olabilecek diğer gelir dağılımı olasılıklarını gösterirler.Bu eğriler eş dağılış
eğrisine yaklaştıkça, milli gelirin dağılımındaki eşitsizlik azalırken, OAB eğrisine doğru
yaklaştıkça eşitsizlik artar (Berber, 2006: 4).
Gelir dağılımında eşitsizliğin olması durumunda, en alt gelir grubu örneğin
nüfusun en az gelire sahip % 10’u toplam gelirin % 10’undan daha azını alırken
nüfusun en yüksek gelirli % 10’u toplam gelirin % 10’dan daha fazlasını alacaktır. Bu
nedenle fiili gelir dağılımını gösteren Lorenz eğrisi daima eş dağılış eğrisinin altında yer
alır.
Lorenz eğrisi Gini Katsayısının hesaplanmasında da kullanılabilir. Buna göre
Şekil 1’den de izlenebileceği üzere Gini katsayısı, OB doğrusu ile Lorenz eğrisi
arasında kalan alanın, OAB üçgeni içinde kalan alana oranlanması ile ölçülür (Berber,
2006: 5).
Bu oran büyüdükçe dağılımdaki eşitsizlik artıyor demektir. Bir toplumda, gelir
adaletli olarak paylaşılmışsa Gini katsayısı "0" 'a eşit, toplumdaki gelirleri yalnız bir kişi
almışsa Gini katsayısı "1" 'e eşit olmaktadır.Her iki ekstrem durum dışında Gini
katsayısı genel olarak birden küçük ve sıfırdan büyük bir sayıdır.
Gelir dağılımı eşitsizliklerinin göstergesi olarak kullanılan diğer bir yöntem ise
“Beştebirlik Dağılım” yöntemidir.Ülke nüfusunun birey ve hanehalkı olarak beşe
bölünmesi ve bunların en yoksul gruptan en zengine doğru milli gelirden aldıkları paya
göre sıralanmasının bir çizelge şeklinde ifade edilmesidir.
42
2.3.Gelirin Yeniden Dağılımını Haklı Gösteren Gerekçeler
Teorik olarak kamu maliyesinin ekonomik görevi, piyasa işleyişi sonucunda
oluşan bozukluklara müdahalede bulunarak, düzeltilmesini sağlamaktır.Ortada bir gelir
dağılımı bozukluğu varsa, bugünkü tartışmaların ışığında özel sektörün işleyiş biçiminin
gelir dağılımını bozduğu tereddütsüz bir şekilde ifade edilebilir (Önder, 1989: 20).
Tez konumuz kapsamında ifade edilen gelir dağılımı kavramının, esasen
piyasada kendiliğinden oluşan bozuk gelir dağılımına devlet mekanizması aracılığıyla
müdahale edilmesi ve böylelikle gelirin yeniden dağıtılması anlamına geldiğini belirtmek
durumundayız.
Gelirin yeniden dağılımı, bir ülkede milli gelirin bir kısmını, vergi ve diğer cebri
tasarruf araçları ile topluma yeniden vermek şeklinde tanımlanabilir. Yeniden dağılıma
aynı zamanda “ikincil dağılım" adı da verilmektedir (Aktan, 2002b: 12).
Amacı gelir dağılımını değiştirmek olmasa dahi iktisadi değişkenlerin hepsini
sürekli olarak etkilediği için devlet, gelir dağılımını belirleyen baş etkenlerden biri olarak
belirmektedir (Boratav, 1965 : 117).
Hiç şüphesiz gelir eşit olmayan bir şekilde dağılır iken, devletin gelir dağılımına
müdahale edip, değiştirmek için politikalar oluşturmasının gerekçesi oldukça tartışmalı
bir konudur ve bu konuda farklı görüşler bulunmaktadır (Akalın, t.y.: 157-158).
19.yüzyıla kadar Batı ülkelerinde toplam vergi yükü çok düşük düzeyde
olmasına ve yüksek gelirli gruplardan düşük gelirli gruplara doğru artan oranlı bir
şekilde yayılmasına karşın, bir asır önce, toplumsal adalet ile vergi adaleti arasındaki
bağlantıya dikkat çeken A.Wagner’den bu yana gelişerek gelen sosyalizm dolayısıyla,
müdahaleci devlet akımları ile vergi adaleti ilkeleri vergi sistemlerinin oluşturduğu
tersine artan oranlı etkilerin giderilmesi haricinde, gelir dağılımındaki dengesizlikleri
azaltmayı da vergi politikasının temel amaçlarından birisi haline getirmişlerdir.
Başlangıçta siyasi, ahlaki ve sosyal nedenlerle gerçekleştirilen bu amaç, daha sonra
43
neoklasik iktisatçıların geliştirdiği marjinal fayda ve fedakarlık teorileri ile iktisadi
temellere dayandırılmışlardır (Turhan, 1998: 227).
Marjinal fayda teorisine göre, gelir arttıkça gelirin marjinal faydası gittikçe
azaldığı için, toplum refahının en yüksek seviyeye ulaşması ancak gelir dağılımında
mutlak eşitliğin gerçekleştirilebilmesine bağlıdır.Bu nedenle, devletin yüksek gelir
gruplarından düşük gelir grupları lehine gelir transferleri yapmak suretiyle geliri yeniden
dağıtıcı bir vergi politikası izlemesi toplumsal refahı olumlu yönde etkiler (Turhan, 1998:
227).
Marjinal fayda teorisi dışında, gelirin yeniden dağılımını haklı gösteren birtakım
başka görüşlerde mevcuttur.
Bunlardan ilki, gelir dağılımının değiştirilmesi yoluyla iktisadi bakımdan
arzulanmayan düşük bir tüketim yada yüksek bir tasarruf oranı üzerinde etki
yapabileceği şeklindeki konjonktür politikasına ilişkin gerekçedir. Zira çok yüksek
seviyedeki bir tasarruf fazlası tam istihdam amacını tehlikeye sokabilir.Buna istinaden
J.M. Keynes tarafından, ekonominin bunalım dönemlerinde tam istihdamı
sağlayabilmek için tüketim eğilimi yüksek olan gelir seviyesi düşük sınıfların lehine
gelirin yeniden dağıtılması önerilmişti (Turhan, 1998: 228).
Gelirin yeniden dağılımını haklı gösteren bir başka gerekçe ise büyüme
politikasına ilişkindir.Şöyle ki, bir ülkenin büyüme politikasında beşeri sermayenin
taşıdığı öneme gittikçe daha fazla ağırlık verilmektedir.Beşeri sermaye stokunda (halkın
eğitim seviyesi ile sağlık durumu), meydana gelen artış, verimliliği büyük ölçüde
yükseltir.E.R.Rolph tarafından bu konuda, pareto optimumu ile ilgili dağıtım kuralı öne
sürülmüştür.Söz konusu kurala göre, hiç kimsenin verimliliğini azaltmadan belirli sosyal
grupların verimliliği artırılabildiği sürece gelirin yeniden dağılımı onaylanabilir (Turhan:
1998, 228-229).
Bazı iktisatçılar tarafından ise, gelir dağılımı programlarının sosyal istikrarı
satın aldığı düşünülmektedir.Çünkü, yoksullar çok fakir düşerlerse, bu onları suç
işlemeye ve yağmalamaya itebilir. Bu sebeple, gelir dağılımı bozukluğunun düzeltilmesi
görevi teorik olarak devletindir. Zira, gelir dağılımı bozukluğu sonucu gelişen bir sosyal
44
kriz sistemi tehdit etmeye başladığında oluşacak maliyet toplumsal maliyet olarak
algılanırken, aynı şekilde söz konusu krizi önlemeye yönelik önlemlerin ortaya koyduğu
yarar da toplumsal yarar olarak algılanmaktadır.Bir tarafta, gelir dağılımının düzeltilmesi
ile sağlanan ekonomik ve sosyal düzenin korunması şeklindeki yarar bulunurken, diğer
tarafta, bu yararı gerçekleştirmek için kullanılacak kaynakların maliyeti vardır.Her iki
unsur aslında bir sosyal dengeyi oluşturmaktadır.Bazı kişilerin ilave vergi ödemesi gibi
bir yöntemle maliyete katlanması karşılığında, belirli bir yarar el etmesi gerekir.Elde
edilen yarar ise sistemin korunmasıdır.Bu durumda, gelir dağılımını düzeltmeye yönelik
kaynaklar, ancak maliyet yani sosyal kriz oluştuğunda sağlanabilir.Devletin bir
arabulucu gibi devreye girerek, gelir dağılımını düzeltme yönünde sağladığı çözümün
niteliği ve boyutu bu şekildedir (Önder, 1989:20-21).
Belirtildiği üzere, iktisat biliminde farklı görüşler açısından gelir dağılımını
düzeltme gerekçeleri de farklılık arzetmesine karşın, ortak görüş piyasada kendiliğinden
oluşan birincil dağılıma müdahale edilmesi gerektiğidir.
2.4. Dolaylı Vergileme Ve Gelir Dağılımı
Günümüzde dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içerisinde ağırlık
kazanmaları tesadüfi olmadığı gibi, mali yönden vergi hasılatı sağlama kolaylıklarının
da tercih edilmelerindeki tek etken olduğu ileri sürülemez.Aksine dolaylı vergilere
verilen önem, izlenen iktisat politikaları ile doğrudan ilintilidir.
Maliye politikası gelir dağılımı politikasının aracı olarak kullanılabilir, diğer bir
deyişle her gelir dağılımı politikasının arkasında her halükarda bir maliye politikası
vardır (Alkin, 1989: 38).
1970’lerin sonundan itibaren İngiltere ve ABD’de uygulanılmasına başlanılan
arz yönlü iktisat politikalarının özünü, vergi oranlarının özelliklede dolaysız vergi
oranlarının düşürülmesi suretiyle çalışma arzusu, tasarruf ve yatırımların yükseltilmesi
oluşturmaktadır.Gelir vergisinin emek ve sermayenin daha fazla çalışma ve girişim
isteğini azalttığı yönündeki neo-klasik argümanlardan hareket eden arz yönlü iktisat
45
yaklaşımının direkt neticesi ise, dolaylı vergilerin öne çıkarıldığı bir vergi sisteminin
oluşturulması olmaktadır (Oyan, Aydın, 1991: 7-8).
Vergi sisteminin gelir dağılımı üzerindeki etkisi ise, en klasik yaklaşımla toplam
bütçe gelirleri içindeki dolaylı ve dolaysız vergilerin payları ile açıklanabilir (Kazgan vd.,
1992: 117).
Devlet gelir dağılımını elindeki çeşitli hukuki, parasal ve mali araçlarla
değiştirmektedir.Mali araçların gelir dağılımına olan etkisinin tespit edilmesinin,
diğerlerine kıyasla daha kolay olduğu ileri sürülmektedir.Şöyle ki, mali araçlar yani
kamu gelir ve giderleri bireylerin gelirlerini doğrudan ve ilk olarak değiştirirler.Örneğin
vergiler gelirlerden ödendiği için, vergi toplamak doğrudan doğruya ferdin gelirlerini
vergi miktarı kadar azaltacaktır.İstisnai durumlar bir tarafa bırakılacak olursa bu
sebepledir ki, bölüşüm meselelerinde bunlara, iktisat politikalarının gelir dağılımını
dolaylı olarak etkileyen diğer araçlarından daha fazla önem verilmektedir (Boratav,
1965: 117-118).
Maliye politikası araçlarından birisi olan vergilerin gelir dağılımını nasıl, ne
yönde ve ne oranda etkileyeceğinin tam olarak tespiti mümkün müdür? Bu soruya yanıt
aranıldıktan sonra dolaylı vergilerin gelir dağılımı üzerinde ne tür etkiler yapabileceğine
değinmekte fayda vardır.
2.4.1.Vergilemenin Gelir Dağılımı Etkilerinin Belirlenmesi
Üretim faaliyetine katılanların milli gelirden dengeli ve adil bir pay almaları
durumunda gelir dağılımında adaletten bahsedilebilir. Yeniden dağılım politikası, adil bir
gelir dağılımını gerçekleştirmek için bazı araçlardan yararlanır. Bu araçların başlıcaları
malidir. Mali araçların bütününe "maliye politikası" adı verilmektedir. Mali olmayan
araçların tümü ise "sosyal politika" ve "para kredi politikası" olarak nitelendirilmektedir.
Yeniden dağılım politikasının en etkin aracı maliye politikasıdır. Gelir ve servet
dağılımındaki eşitsizlikleri gidermek yönünden maliye politikasının elinde başlıca, vergi,
kamu harcamaları ve kamu kredisi olmak üzere üç araç vardır (Aktan, 2002b: 12).
46
Gelir dağılımı üzerindeki etkileri açısından vergi sisteminin bütünü
incelenebileceği gibi, vergideki marjinal bir değişiklik (yeni bir verginin konması, bir
verginin artırılması veya azaltılması ile eski bir verginin yerine, yeni bir vergi ikame
edilmesi) de incelenebilir.
Mali sistemin yada sadece vergi sisteminin gelir dağılımını nasıl etkilediğini
saptayabilmek için aşılması gereken bir engel vardır.Mali sistemin etkilerini taşıyan bir
gelir dağılımı, hangi alternatif gelir dağılımı ile karşılaştırılacaktır? Karşılaştırma
yapılacak bir gelir dağılımının varlığı, söz konusu etkilerin tespiti için zorunludur.Aksi
durumda, sadece nihai gelir dağılımı ampirik olarak tespit edilebilir (Boratav, 1965:
144).
Kamu maliyesinin hiç olmadığı bir durumdaki gelir dağılımı ile kamu
maliyesinin olduğu bir durumda oluşan ikincil gelir dağılımını belirleyebilmek mümkün
olsa idi, aradaki fark bizi çok net bir şekilde elde etmek istediğimiz sonuca ulaştıracaktı.
Ancak bu durum mümkün ve gerçekçi değildir.
Bu sebeple, öncelikle bütün yapısal unsurların etkilerini taşıyan nihai gelir
dağılımı belirlendikten sonra, bu nihai gelir dağılımını belirleyen mali sistemdeki
değişmelerin etkileri saptanmaya çalışılmalıdır. Herhangi bir dönemde yapılmış veya
yapılması düşünülen vergi değişikliklerinin gelir dağılımına etkisi, sağlıklı bir şekilde
tespit edilebilir (Boratav, 1965: 149-151).
Bu değişmeler mali sistemin bütünü açısından marjinal değişikliklerdir ve bu
açıdan yansıma teorisi, söz konusu marjinal değişikliklerin gelir dağılımı üzerindeki
etkilerini inceleme konusunda oldukça etkindir.
Kamu maliyesinin hiç olmadığı bir durum gibi yapay ve belirlenmesi imkansız
bir alternatif durumla karılaştırma zorunluluğu kalmamıştır.Örneğin bir vergi
tarifesindeki değişiklik, mevcut gelir eşitsizliklerini azaltma yönünde etkide bulunacak
mıdır? Bu durumun tespiti genellikle mümkündür.
Hipotetik bir alternatif durum değil, somut alternatifler söz konusu olduğundan,
vergilerin gelir dağılımı üzerindeki etkileri sağlıklı olarak değerlendirilebilir.Şöyle ki,
47
gerçek hayatta her mali değişiklik, bir diğer alternatif durumun terki veya önlenmesi
suretiyle gerçekleşir.Örneğin şekerden alınan tüketim vergisinin yükseltilmesi söz
konusu ise, bu durumun karşısında diğer bir deyişle bu vergiden vazgeçilmesi halinde
başka bir verginin mesela gelir vergisinin yükseltilmesi şeklinde en azından bir tane
somut alternatif vardır.Başka bir vergi oranının yükseltilmemesi durumunda bütçe açığı
oluşacak ve bu durumda mesela memur maaşlarına yapılması düşünülen zamdan
vazgeçilmesi durumu ile karşılaşılabilecektir.Sonuçla tüketim vergisi, gelir vergisi, bütçe
açığı ve memur maaşları şeklindeki dört somut alternatif durumun gelir dağılımı
üzerindeki etkilerinin tartışılması mümkündür (Boratav, 1965: 150).
2.4.2.Dolaylı Vergilerin Fiyatlar Üzerindeki Etkisi
Bir ekonomide vergilerin fiyatlar üzerinde hiçbir etkisinin olmaması yada bütün
fiyatları aynı oranda etkilemesi durumunda bu tür vergilere fiyatlara karşı yansız vergiler
denilmektedir.Örneğin adam başına miktarı sabit bir götürü verginin yani baş vergisinin,
fiyatlar açısından yansız vergi olduğu söylenebilir.Buna karşın, çoğu durumda vergiler,
vergisiz duruma kıyasla fiyatların yapısını değiştirmektedir (Bulutoğlu, 1988: 419).
Bu tanımlama doğrultusunda, dolaylı vergilerin yansız vergiler olmadığını kesin
olarak ifade edebiliriz.Zira, dolaylı vergilerin en önemli etkisi nispi fiyatlar üzerinde
olmaktadır.Vergilemenin sonucunda göreli fiyatlarda oluşan değişiklik ise, ekonominin
diğer bütün kesimlerine yansımaktadır.Talep ve arz,üretim, kamu geliri, dış ticaret ve
gelir dağılımı göreli fiyatlardan önemli ölçüde etkilenmektedir (Özmucur, 1992: 2).
Verginin piyasada oluşan fiyatlar ve üretim üzerindeki etkisini inceleyen
iktisatçılar kısmi denge analizleri ve genel denge analizlerini kullanmışlardır. Verginin
etkisi ekonomideki sektörlerin karşılıklı bağımlılıkları nedeniyle vergiye taraf olan mal ve
hizmetle sınırlı kalmayıp ekonominin bütününe yansıdığı için genel kabul gören ve daha
çok tartışılan genel denge analizi olmuştur.Yine bu iki denge analizinde de yaygın
olarak kabul edilen varsayım, dolaylı vergilerin fiyatlara yansıtılabileceği şeklindedir.
Kısmi denge analizinde, ekonomideki etkileşim dikkate alınmamaktadır.
Özellikle ara malı üreten sektörlerin etkilerinin incelenmesi açısından bu önemli bir
48
eksikliktir.Yapılması gereken, girdi-çıktı analizi yardımıyla bu etkileri de analize dahil
etmektir.Ekonomideki bütün sektörler birbirlerinden mal ve hizmet alımı
gerçekleştirmektedirler.Ara malı olarak kullanılan mamuller ile birlikte bazı mamuller de,
nihai tüketimde yer almaktadırlar.Örneğin süt, gerek peynir gerekse çikolata yapımında
ara malı iken, süt olarak içildiğinde nihai maldır.Bu ilişkilerin incelenmesi ise, girdi-çıktı
tabloları yardımıyla olmaktadır (Özmucur,1992: 4-5).
Girdi-çıktı tabloları üretim kesimlerinin kendi aralarındaki ilişkileri ve nihai
kullanımları göstermektedir.Çeşitli dolaylı vergilerin salınma safhaları bu tabloda yer
almaktadır.
Bir mamul üzerine dolaylı vergi konulduğunda veya mevcut vergi oranı
yükseltildiğinde, bunun ilk etkisi söz konusu mamul fiyatının yükselmesi şeklinde
olmaktadır.Ara malı üreten bir sektördeki ürünün örneğin petrol ürünlerinin vergi
oranının yükseltilmesi, diğer tüm sektörlere yansıyacaktır.Diğer bir deyişle, ülkenin
fiyatlar genel seviyesi buna bağlı olarak yükselecektir.Bu durum ise, özellikle kamu
iktisadi teşebbüsleri açısından ikilem yaratmaktadır.Zira enflasyonun kontrolü açısından
temel ara mallardaki dolaylı vergi oranının düşük tutulması yerinde olacak iken, diğer
taraftan bu durum merkezi hükümet gelirlerinde önemli oranda bir kayba sebep
olacaktır.Bu dengenin dikkatli bir şekilde kurulması gereklidir.Dengenin sağlanabilmesi
ise, dolaylı vergilerin etkilerinin iyi analiz edilmiş olmasına bağlıdır (Özmucur, 1992:2-
7).
Girdi-çıktı tablosunda yer alan bir ürünün fiyatındaki artış, genel fiyat seviyesini
o ürünün toptan eşya fiyat endeksindeki payı ölçüsünde yükseltecektir. Diğer bir
deyişle, söz konusu endekste yer alan ağırlıklar yardımıyla fiyat artışının genel fiyat
düzeyine olan doğrudan etkisi görülebilir.Örnek olarak belirtmek gerekirse, imalat
sektörünün toplam sektörler içindeki ağırlığı 70.25, yine imalat sektörü içerisindeki
petrol ürünlerinin payı oransal olarak 30.15 öngörülürse, petrol ürünlerindeki 1 birimlik
fiyat artışı, toptan eşya fiyatında 21.18’lik (30.15*70.25/100) bir artışa yol açacaktır.Bu
etki, dolaylı etkileri içermediğinden kısmi etki olarak düşünülebilir.Zira, bir mamulün
fiyatındaki artış, o mamulü girdi olarak kullanan sektörlerin fiyatlarına da yansıyacaktır
(Özmucur, 1992: 9-11).
49
Dolaylı bir verginin, fiyatlara yansıması vergilendirilen sektörün geriye ve ileriye
bağlantı katsayılarının yüksekliği veya düşüklüğü ile ilintili olacaktır.İleriye bağlantı
katsayısı, bir sektörün diğer sektörlere sattığı ara mallar toplamının toplam talebe
oranıyla ölçülmektedir.Geriye bağlantı katsayısı ise bir sektörün diğer sektörlerden
aldığı ara mallar toplamının toplam üretime oranı şeklinde ifade edilmektedir olup,
geriye bağlantı katsayıları en yüksek olan sektörler, ekonomiyi önemli ölçüde etkileme
potansiyeline sahip sektörler olarak ifade edilebilir.
Bununla birlikte, ekonomik gelişmelere en duyarlı sektörler ise, ileriye bağlantı
katsayıları en yüksek seviyede olan sektörlerdir.Diyelim ki bir ülkenin girdi-çıktı
tablosunda ileriye bağlantı katsayısı en yüksek sektör 8.25 ile petrol arıtımı sektörü
ise, dolaylı vergilerin söz konusu sektörde bir birim artması durumunda fiyat artışı 8.25
olacaktır (Özmucur, 1992:11).
Görüleceği üzere, dolaylı vergideki bir artış, sabit, götürü bir vergi olan baş
vergisinin tersine fiyatlar seviyesini değiştirmektedir.
Fiyatı yükselen mamulü satın almak suretiyle vergiyi ödeyen yükümlüler,
kendileri için bir yük teşkil eden bu zorunlu ödemelerden mümkün olduğunca kurtulmak
isteyeceklerdir.Böylelikle vergilemenin ilk etkisi yükümlülerin davranışları üzerinde
olacaktır.Yükümlülerin dolaylı bir vergi değişikliğine karşı olan tepkileri, vergiden
kaçınma yoluyla ve vergiyi yansıtma yoluyla intibak olmak üzere iki şekilde
gerçekleşmektedir.Hiç şüphesiz yükümlülerin dolaylı bir vergi değişikliğine olan
tepkilerinin(vergiden kaçınma, verginin yansıtılması) başarı derecesi (başarı yada
başarısızlığı belirleyecek iktisadi koşullar ile birlikte), kişilerin gelir dağılımı üzerinde
etkili olacaktır (Turhan, 1998: 233).
Verginin yansıması konusu, önemine istinaden takip eden bölümde ayrıca
inceleme konusu yapılacak iken, dolaylı bir vergi değişikliğinin, yükümlüler üzerinde
yaptığı vergiden kaçınma şeklindeki etkilerine kısaca değinmekte fayda bulunmaktadır.
Vergilerin ağır bir baskı oluşturduğu ve tepkilere yol açacak derecede
hissedilmeye başlanıldığı durumlarda, aileler ve teşebbüsler, mümkün olduğunca
vergiden kaçınmaya çalışırlar.Vergiden kaçınma durumu, gerek aileler gerekse
50
teşebbüsler açısından değişik şekillerde gerçekleşmektedir.Aileler genel bir muamele
vergisi karşısında, tüketimi kısıtlamak suretiyle, özel tüketim vergilerinde ise, ağır
vergilendirilen malların yerine daha az veya hiç vergilendirilmemiş malların ikamesi
suretiyle vergiden kaçınabilirler.Sonuçta, potansiyel vergi ödeyicisinin vergi
yükümlülüğüne sebep olan olaya engel olması üç şekilde gerçekleşebilir.İlk olarak
vergilendirilen malı satın almamasıdır ki, buna maddi anlamda intibak adı
verilmektedir.İkincisi, daha ağır bir şekilde vergilendirilmesi öngörülen maldan uzun
süreli ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde fazla miktarda satın alması suretiyle zaman
anlamında vergilendirmeye intibaktır.Üçüncü ve son yöntem ise, vergiyi doğuran olayı,
vergileme yapılmayan alana kaydırmak suretiyle yerel anlamda intibaktır.Vergiden
kaçınmanın söz konusu üç yöntemi bir örnek yardımıyla somutlaştırılabilir.Şöyle ki,
tekel maddelerinden olan kanyaktan alınacak istihsal vergisinin, hissedilir ölçüde
artırılması karşısında tüketici, kanyak yerine daha düşük oranda vergilendirilen şarabı
ikame etmek, vergi artışı yürürlüğe girmeden önce fazla miktarda kanyak satın almak
veya kanyağın vergiye tabi olmadığı komşu ülkeden veya bir başka eyaletten kanyak
temin etmek suretiyle vergilemedeki yeni değişikliğe intibak edebilir (Turhan, 1998: 236-
237).
Görüleceği üzere, vergilerin nispi fiyat etkileri, alıcı ve satıcı arasında gerçek
maliyet düzeyinde fayda sağlanıncaya kadar alışverişlerin devam etmesini engelleme
yönünde etki yaratabilir.Çünkü maliyetlere bir de vergi dahil olmuştur.Bu vergi payı
nedeniyle, alışverişler malın maliyetinden daha yüksek fayda sağlanmakta olduğu
noktada durabilir.Vergi ne kadar yüksekse ve alışverişler de fiyat yükselmeleri
karşısında ne kadar duyarlı ise diğer bir deyişle talep elastikiyeti yüksek ise verginin
fiyat etkisinin ekonomik işlemleri azaltıcı etkisi o derece yüksek olur (Bulutoğlu, 1988:
420).
2.4.3.Dolaylı Vergilerin Yansıması
Bir önceki bölümde belirttiğimiz üzere dolaylı vergilerin ilk etkisi, nispi fiyatların
değişmesi şeklinde olmaktadır.Değişen fiyatların gelir dağılımı üzerinde ne tür etkiler
yaratacağının tespiti noktasında ise yansıma kavramı önem kazanmaktadır.
51
Yansıma kısaca, konulan bir verginin, nispi fiyatlarda oluşturduğu değişikliğin
kimlerin gelirlerinden ödendiğidir (Bulutoğlu,1988: 442).
Nispi fiyat değişmeleri ile birlikte, vergi yükünün kısmen ya da tamamen
verginin kanuni mükellefi tarafından başka kişilere aktarılması sonucu, kişilerin gelir
dağılımında değişiklik oluşmaktadır.
Yansıma, verginin yasal mükellefi tarafından ödenmesi aşaması ile başlar. Bu
aşamayı, söz konusu yükün iktisadi ağırlığının duyulması sonucu, devredilmesi
konusundaki psikolojik baskı, vurgu aşaması izler.Üçüncü aşamada, devretme olayı
vardır. Son aşama ise verginin yerleşmesidir. Belirtilen bu dört aşamanın varlığı,
verginin fiyat mekanizmasından faydalanılarak devredilebilmesine bağlıdır.Yansımada
vergi yükünün aktarılmasını belirleyen faktörler, mükellefin üretici yada tüketici olarak
içinde bulunduğu piyasanın türü (tam rekabet, tekel, oligopol gibi) ile mükellefin vergiyi
devretmede kullandığı mal ve faktörün arz ve talep esneklikleridir.
Vergi yükünün aktarılması açısından yansımayı, kanuni mükellefin üretici
olması halinde verginin, tüketicilerine doğru yansıtılması (ileriye yansıma) ile üretimde
kullanılan faktör sahiplerine doğru yansıtılması (geriye yansıma) şeklinde ikili bir
ayırıma tabi tutmak mümkündür.
Maliye tarafından istenilir olan yansıma türü ileriye doğru yansımadır.Buna
karşın, özellikle ekonomik kriz dönemlerinde geriye yansımaya oldukça sık
rastlanmaktadır.
Yansımayı belirleyen birtakım faktörler vardır ve bunlar mikro ve makro
faktörler şeklinde bir sınıflandırmaya tabi tutulabilirler.Yansıma konusunun daha iyi
anlaşılması açısından söz konusu faktörler aşağıda kısaca belirtilmişlerdir.
2.4.3.1.Yansımayı Belirleyen Mikro Ekonomik Faktörler
E.R.A. Seligman tarafından yansımanın hangi mikro ekonomik koşullar altında
gerçekleştiğine dair birtakım kriterler ileri sürülmüştür.Söz konusu kriterlere kısaca
değinmek gerekirse (Turhan, 1998: 251-253);
52
Vergi yansıması, ilk olarak arz ve talebin fiyat elastikiyeti ve yapısına
bağlıdır.Bir malın fiyatında meydana gelen yükseliş karşısında, talebin gösterdiği nispi
azalma eğilimi ne kadar düşük buna karşılık arz elastikiyeti ne kadar yüksek olursa
yansımanın gerçekleşme şansı o derece yüksek olacaktır.Aksi bir durumda ise (talebin
fiyat elastikiyetinin büyük, arz elastikiyetinin düşük olması), yansıma o derece zor
olur.Bundan dolayı, zorunlu tüketim maddelerinden alınan bir vergi, lüks maddeler
üzerinden alınan bir vergiye oranla daha kolay yansıtılabilecektir.
Verginin yansımasını belirleyen bir diğer etkende piyasanın şeklidir.Serbest
rekabet, oligopol veya monopol piyasaları arasında fiyat oluşumu dolayısıyla, yansıma
açısından önemli farklılıklar bulunmaktadır.Zira, bir monopolist, mal fiyatını büyük
ölçüde kendisi belirleyebilmesine karşın, tam rekabet şartları içerisinde faaliyet
gösteren bir firma için, piyasa fiyatları veridir.
Verginin türü ve yapısı da yansımayı belirleyen önemli bir etkendir.Kişisel
durumlara çok bağlı olan ve arz talep mekanizmasından belirli ölçüde bağımsız olan
vergiler, daha zor yansıtılabilmektedir.Bu sebeple dolaylı vergiler, satışa sunulan mal
veya hizmetin maliyet unsuru olarak fiyatına ilave oldukları için alıcılara
devredilebilirler.Diğer taraftan verginin genel veya özel bir vergi olup olmaması da,
yansıma bakımından önem arz etmektedir.Zira, vergi yükümlülerinin sığınabileceği
vergilendirilmeyen saha ne kadar küçük ise, vergiyi fiyat mekanizması aracılığıyla
yansıtmak o oranda zorlaşır.
Verginin yansımasını belirleyen etkenlerden bir diğeri de verginin
yüksekliğidir.Tüketicilerin düşük fiyat artışlarına olan tepkisi zayıf olacağından, düşük
oranlı bir vergi yüksek oranlı bir vergiye göre daha kolay yansıtılabilir.
Son olarak ise vergilendirilen malın türünün yansımayı belirleyen bir faktör
olduğunu belirtmek gerekir. Vergilendirilen mal bir tüketim malı ise yansıma olayı bir
kez meydana geldiği halde bir üretim malında zincirleme biçimde tekrar edebilir.
53
2.4.3.2.Yansımayı Belirleyen Makro Ekonomik Faktörler
Daha öncede belirtildiği üzere, makro ekonomik yansıma teorisi, veri bir reel
veya nominal toplam gelirin dağılımında oluşan nihai değişikliği; kişisel, fonksiyonel,
sektörel, bölgesel ve sosyolojik açıdan incelemekte olup, makro ekonomik açıdan
yansımayı belirleyen faktörler aşağıda belirtildiği şekildedir ( Turhan, 1998: 253-255):
Ekonominin içinde bulunduğu konjonktürel durum, yansımayı etkilemektedir.
Ekonominin genişleme eğilimi içinde olduğu dönemlerde, satıcıların durumu daha
elverişli olduğu için, vergiler yüksek seviyede dahi yansıtılabilir.Buna karşın, geriye
yansımanın gerçekleşme şansı düşüktür.Zira konjonktürün genişleme dönemlerinde,
hammadde ve işçi ücretleri de artma eğilimi gösterdikleri için geriye yansıma için gerekli
olan fiyat indirimleri yapılamaz.Bununla birlikte konjonktürün daralma dönemlerinde,
ekonomide mevcut olan arz fazlası ileriye yansımayı zorlaştırırken, mamul, yarı mamul,
hammadde ile emek arzına ilişkin elastikiyetin nispi olarak sert olması nedeniyle geriye
yansıma kolaylaşmaktadır.
Yansımayı belirleyen diğer bir makro ekonomik faktör de, yükümlülerin vergileri
finansman şeklidir.Fiyat mekanizması aracılığıyla verginin ileriye yansıtılabilmesi (satış
hacminin aynı kalması şartıyla), toplam parasal talebin vergi kadar artırılabilmesine
bağlıdır.Aksi taktirde, vergi nedeniyle fiyatlarda oluşan yükselme, önce stokların
artmasına sonra da üretimin kısıtlanmasına sebep olur.Yansıma açısından gerekli olan
fiyat artışlarının neden olduğu parasal talep açığını kapatma zorunluluğu çeşitli
şekillerde gerçekleşebilir.Örneğin devlet, borçlanma yoluyla ilave bir talep oluşturarak
bu açığın kapatılmasına katkı sağlayabilir.Diğer taraftan, devlet yerine bizzat
müteşebbisler veya tüketicilerde vergiyi kredi yardımıyla finanse edebilirler.Ancak
tüketicilerin hayat standartlarını kısa vadede korumak amacıyla, tüketim kredisi almaları
gerçekçi bir davranış tarzı değildir.
Son olarak devletin vergi gelirlerini büyük bir gecikme olmadan harcaması,
yansımayı belirleyen diğer bir makro ekonomik faktördür.Normal bir konjonktürel
durumda, vergi gelirlerinin derhal kullanılması nedeniyle müteşebbislerin yatırım
olanakları kısıtlanmadığı için toplam talepte bir azalma olmamaktadır.
54
Dolaylı vergiler, yukarıda belirtmiş olduğumuz mikro ve makro ekonomik
faktörlerin etkisi ile fiyat mekanizması yoluyla vergilendirilmiş olan maddeleri kullanan
veya tüketenlere aktarılmaktadır.Bu sürecin işleyişi ile oynamak suretiyle, maddelerin
piyasa fiyatı ve talebi üzerinde etkili olma olanağı bulunmaktadır.Rekabet koşullarının
etkin bir şekilde işlediği varsayımı doğrultusunda, arz ve talep elastikiyetleri dikkate
alınarak, dolaylı vergilerin piyasa fiyatı üzerindeki etkileri incelenebilir (Akdoğan, 2005:
303).
Yansımanın başarı yada başarısızlığını belirleyen iktisadi koşullar ile verginin
gelir dağılımını nasıl değiştirdiğini araştırmayı amaçlayan yansıma teorisi çerçevesi
içinde, mikro ve makro ekonomik yaklaşım tarzları bulunmaktadır (Turhan, 1998: 248,
249).
Mikro ekonomik yaklaşım tarzı ki, geleneksel kısmi denge analizi olarak da
nitelendirilmektedir, tüm ekonomik sürecin sadece belirli bir kısmı ile ilgilidir.Esas
ağırlığın aile, üretim işletmeleri veya vergilendirilen malın piyasasına verildiği söz
konusu yaklaşım ile fiyat teorisi arasında sıkı bir bağlantı vardır.Çünkü, mikro ekonomik
analiz, yansıma olayını piyasa faaliyetine katılanların davranışları sonucunda ortaya
çıkan özel nitelikte bir fiyat oluşum olayı olarak görmektedir (Turhan, 1998: 249).
Öte yandan, verginin yansımasında etkili olan diğer bir husus ise, makro
ekonomik yansıma teorisidir. Burada mikro ekonomik yaklaşımın aksine, tek tek
kişilerin ya da grupların gelirindeki nihai değişiklikler değil, toplam gelirin dağılımında
meydana gelen nihai değişiklik incelenmektedir (Turhan, 1998: 250).
Açıklamalarımız, şimdilik dolaylı vergilerin özel bir firma veya özel bir endüstri
üzerine konulması durumundaki vergileme etkilerini ele alacak biçimde, kısmi denge
analizi ile ilgili olup, dolaylı vergi etkilerinin makro ekonomik yaklaşım çerçevesinde
açıklanması (ki buna genel denge analizi de denilmektedir) tezimizin 2.4.5.bölümüne
bırakılmıştır.
55
2.4.4.Kısmi Denge Analizi Çerçevesinde Dolaylı Vergilerin
Yansıması
Neo-klasik iktisatçılar tarafından gelir dağılımı meselesinin genelden kısmiye,
makrodan mikroya yönelmesinin doğal bir sonucu olarak vergilerin yansıması da dar bir
şekilde yorumlanmıştır.Bu görüşü savunanlara göre, ödenen vergi ilk ödeyen tarafından
başkalarına devredilir.İşte yansıma analizi, verginin nihai olarak kimin tarafından
ödendiğini tespit etmeye çalışır ve vergiden doğan yükün elden ele devredilişini ve en
son nihai yüklenilme noktasını inceler.Böylece vergilerin sebep olduğu kayıpların (ve
kazançların) hepsi değil, sadece vergi miktarı kadar bir kayıp ve bu kaybın
devredilmesini olanaklı kılan değişmeler analiz çerçevesine dahil edilmiş olur.Tezimizin
devamında ayrıntılı olarak açıklanacağı üzere, birim verginin veya ödenen vergi
miktarının taraflar arasında paylaşılmasını tespite çalışır.Bu ise, hiç şüphesiz vergi
yükünün dağılımının tespiti anlamına gelir ve bu sebeple vergilerin gelir dağılımına
etkileri ile doğrudan ilintilidir (Boratav, 1965: 158-166).
Özel satış vergileri ya malı kullananların yada üretenlerin gelirlerini
azaltır.Genel Satış Vergilerinden farklı olarak özel satış vergilerinde, sadece malın arz
ve talebi üzerindeki etkileri üzerinde durmak ve ekonominin diğer kesimlerindeki ikinci
etkilerini ihmal etmek çoğu hallerde o kadar yanlış sonuçlara götürmez (Bulutoğlu,
1988: 452).
Bu sebeple, tezin bu bölümünde kısmi denge analizi çerçevesinde ele alınacak
yansıma konusu esas olarak dolaylı vergilerden; özel satış vergilerinin yansıması
konusudur.Diğer bir deyişle tezin bu kısmında, dolaylı vergiden kastedilen özel satış
vergisi olacaktır.
Dolaylı vergiler, spesifik olabileceği gibi, ad valorem de olabilir.Spesifik dolaylı
vergiler, miktar temeline dayanır. Bu tür vergilerde, ödenecek vergi, piyasada işlem
gören malın bir birimi için belirlenir. Piyasada işlem gören malın özelliğine göre birim;
metre, litre, kilogram, ton yada adet olabilecektir.
56
Piyasanın şekli, tezin 2.4.3.1.bölümünde belirtildiği üzere, fiyatların oluşumu ve
yansıma açısından farklılık arz etmektedir.Bu sebeple, gerek tam rekabet gerekse,
monopol ve oligopol piyasalarında gerçekleşen yansımanın ayrı ayrı incelenmesinde
fayda bulunmaktadır.
2.4.4.1. Tam Rekabet Halinde Yansıma
Tam rekabet piyasasında, spesifik dolaylı vergi uygulamasından sonraki
piyasa denge fiyatı ve bu fiyattan mübadele edilecek mal miktarı bulunabilir. Şekil 2, bu
amaçla çizilmiştir. Spesifik bir verginin konulması veya artırılmasından önceki piyasa
denge fiyatı (Po) olarak gösterilmişt ir .
Dolaylı vergi uygulamasından sonra, piyasa denge fiyatı, (Po)’dan (P*)’a
yükselmiş, buna karşılık, piyasada mübadele edilen mal miktarı, (Qo)’dan (Q*)’a
düşmüştür.
Şekil 2. Spesifik Bir Verginin Kısa Dönem Yansıması
Bu durum, piyasa arz fonksiyonunun kuzey-batıya kaymasının doğal bir
sonucudur. Çünkü, vergi dolayısıyla, piyasada faaliyet gösteren her işletme, her fiyat
düzeyinde, üreteceği mal miktarını şu veya bu ölçüde azaltma gereğini duymuştur.
0
P
P
Q Q
Q
Q
o
P
*
*
o
Q
T
T
{
Q
s
d
s *
{
Kaynak: (Bulmuş, 2003: 302)
57
Şekil 2’de görüleceği üzere, piyasa fiyatındaki yükselmenin, birim mal başına
konulan spesifik vergi kadar olmadığı görülmektedir. Bu noktada, dolaylı vergilerin
piyasa fiyatını ne ölçüde etkileyeceği sorusuna bir cevap aramamız gerekir.
Piyasada satıcılar, yani işletmeler, ürettikleri malların satışı üzerine konulan
dolaylı vergileri, doğal olarak, tüketicilere, yani alıcılara ödettirme eğilimindedirler.
Ancak, bunu ne ölçüde başarabilecekleri, piyasanın şartlarına ve özelliklerine bağlıdır.
Satıcıların, ürettikleri malların satışı üzerine konulan dolaylı vergileri tüketicilere
ödettirmelerine; verginin ileriye yansıması denir.İleriye doğru yansıma olanağının
olmadığı durumlarda vergiler, üretim faktörlerinin fiyatının düşürülmesi yoluyla, geriye
doğru yansıtılarak faktör sahiplerine aktarılabilir. Bu durum, verginin geriye yansıması
olarak adlandırılır.
Dolaylı vergilerin, ne ölçüde ileriye ve ne ölçüde geriye yansıyacağı; piyasa
talep ve arz fonksiyonlarının eğimlerine bağlıdır. Gerçekten de, piyasa talebi esnek
değilse, fiyat değişmeleri karşısında tüketicilerin yapabilecekleri fazla bir şey ol-
madığından, tüketiciler kendilerini, malı satın almak zorunda hissedeceklerdir. Böyle bir
durumda, satıcılar, dolaylı vergiyi ileriye doğru yansıtmakta hiç bir güçlükle
karşılaşmayacaklardır.Şimdi, ilk olarak talebin tamamen sert olduğu bir durum Şekil
3.(a), talebin tamamen elastiki olduğu bir diğer durum şekil 3.(b) ve arz elastikiyetinin
sıfır olduğu bir durum ise Şekil 3.(c)’de gösterilmek suretiyle, söz konusu durumlarda
verginin kimler tarafından ödendiği anlaşılmaya çalışılacaktır.
Şekil 3.(a) da, talebin tamamen sert olduğu bir durum söz konusu olup, vergi
artışı tamamen alıcıya, diğer bir deyişle tüketiciye yansıtılmaktadır.Denge fiyatı parça
başına düşen vergi tutarı (T) kadar, yani (Po) dan (P*) a kadar yükselmektedir.
Satıcıların rantlarında ise, herhangi bir değişme olmamıştır. Üretilen mal miktarı
değişmemiştir.Bu gibi durumlara, talep elastikiyetinin tamamen sert olduğu zorunlu
ihtiyaç maddelerinin (örneğin ekmek, tuz) vergilendirilmesi örnek olarak gösterilebilir
(Turhan, 1998: 257-258).
58
Şekil 3. Verginin Tamamen Satıcı ve Alıcı Tarafından Yüklenildiği
Durumlarda Vergi Yansıması
0
P
Q ∗
∗
00
PP
Q Q
QQP*
P o
o
oP
Q
Q Q , Q
Q QQQ
P
o
{{{T T
T
Çizim 5.4 (a) Çizim 5.4 (b) Çizim 5.4 (c)
d s
d
d
s
s
Q∗ Q∗s
Qs
s
Τ{
o
Şekil 3.(b)’de ise, piyasa talebinin tamamen elastik olduğu diğer bir uç durum
gösterilmiştir.Şekilde açıkça görüldüğü üzere, (Qs) eğrisi, (T) seviyesinde bir vergi
kadar yukarıya doğru kayar ve (Qs*) şeklini alır.Yeni denge fiyatı değişmemekle
birlikte, talep edilen mal miktarı (Qo) dan (Q*) a düşer.Böylece maliyeye ödenmesi
gereken verginin tamamını üretici veya satıcı kendisi taşımakta, diğer bir deyişle
yansıma gerçekleşmemektedir (Turhan, 1998: 256).
Şekil 3.(b)’de, bir dikdörtgen ve bir dik üçgenden oluşan griye boyanmış
yamuğun alanı, vergi uygulaması sonucu satıcıların uğradıkları refah kaybını
göstermektedir. Ne var ki, satıcıların uğradıkları refah kaybının, yalnızca dikdörtgenden
oluşan bölümü devletin eline geçmiştir. Zaten rant elde edemeyen tüketicilerin
durumunda herhangi bir değişme olmadığına göre, dik üçgen kadar bir toplumsal refah
kaybı söz konusudur. Üretim ise, büyük ölçüde azalmıştır (Bulmuş, 2003: 304).
Şekil 3.(c) de ise, arz elastikiyetinin “0” olduğu bir durum gösterilmektedir.
Piyasa arzının katı olduğu durumlarda, talep esnekliği ne olursa olsun, vasıtalı vergiyi
bütünüyle satıcılar ödemek zorunda kalır. Şekilde taranmış dikdörtgen, satıcıların
uğradıkları rant kayıplarını göstermektedir. Satıcıların kaybettikleri bu rant, olduğu gibi,
Qs
Q Q
Qd*
Qd
A Şekil 3.(a) Şekil 3.(b) Şekil 3.(c) Kaynak: (Bulmuş, 2003: 304)
59
devletin eline geçmiştir. Tüketicilerin durumunda ise, herhangi bir değişme olmamıştır.
Aynı biçimde üretim miktarı da değişmemiştir.
Bu duruma örnek olarak, bir maden suyu kaynağından çıkan suya konulan
vergi gösterilebilir.Verginin, su üretimi dışında başka bir işe konulması mümkün
olmadığından, arz esnekliği sıfırdır ve bu sebeple verginin tümü kaynak sahibinin
üzerinde kalacaktır (Bulutoğlu, 1988: 455).
Piyasa arzının esnek olduğu durumlarda satıcılar, vergiyi bütünüyle ileriye
doğru yansıtırlar. Bu durum, Şekil 4.(a) da gösterilmiştir.
Şekil 4. Arzın Tamamen Esnek Olduğu Bir Durum İle Arz Ve Talep
Esnekliklerinin Birbirine Eşit Olduğu Bir Durumda Vergi Yansıması
∗0
P
Q
Q
Q
∗
P
{T
Çizim 5.5 (a) Çizim 5.5 (b)
Q
P∗
s
s
d
P
Q0
Q
Q∗P
Po
Q
Q
{T
Q∗
∗
s
s
d
o
oo
Bu çizimde görüleceği üzere, dolaylı vergi bütünüyle piyasa fiyatına
yansımıştır. Piyasa fiyatındaki bu artış, talebi ve dolayısıyla piyasada mübadele edilen
mal miktarını azaltmıştır. Söz konusu çizimde, bir dikdörtgen ve bir dik üçgenden
oluşan griye boyanmış yamuğu alanı, vergi uygulaması sonucu tüketicilerin uğradıkları
refah kaybını göstermektedir. Ne var ki, tüketicilerin uğradıkları refah kaybının, yalnızca
dikdörtgenden oluşan bölümü devletin eline geçmiştir. Zaten rant elde edemeyen
satıcıların durumunda, herhangi bir değişme olmadığına göre, dik üçgen kadar bir
a
b Pa
Şekil 4.(a) Şekil 4.(b) Kaynak: (Bulmuş, 2003: 305)
60
toplumsal refah kaybı söz konusudur. Üretim ise, büyük ölçüde azalmıştır (Bulmuş,
2003: 305).
Son olarak, arz ve talep elastikiyetlerinin birbirine eşit olduğu durum Şekil
4.(b)’de izlenebilir. Yeni bir dolaylı vergi konulması veya mevcut vergi oranının
artırılması durumunda toplam arz eğrisi, vergi kadar (T) yükselecektir.Bu durumda fiyat
(P*) noktasında oluşmaktadır.Satın alınan mal miktarı ise, (Q*) seviyesine
gerilemektedir.Alıcı aldığı her birim mal için devlete (T) kadar vergi ödemiş
olmaktadır.Toplam vergi hasılatı, P*abPa dörtgeni kadardır.Malın tüketiciye mal oluş
fiyatı, (Po-P*) kadar artmakta, üretici verginin bazı etkilerini tüketiciye yüksek piyasa
fiyatı içerisinde yansıtmış olmaktadır.Yanısıra, üreticinin her ünite dolayısıyla tahsilatı
Po’dan Pa’ya gerilemektedir.Burada yansımanın etkileri, sonuçla hem satıcı hem de
tüketici üzerinde ortaya çıkmaktadır.
Diğer taraftan, tam rekabet halinin olduğu bir piyasada değer üzerinden alınan
bir ad valorem verginin, miktar üzerinden alınan spesifik bir vergiye kıyasla çok farklı
sorunlara yol açmadığı Şekil 5 yardımıyla izlenebilir (Turhan, 1998: 258).
Ad valorem bir satış vergisi, değer esasına göre alınan bir dolaylı vergidir.
Verginin matrahı, bir birim mal veya hizmetin satın alma fiyatıdır. Vergi, mal veya
hizmetin piyasa fiyatına belirli bir vergi oranının uygulanması suretiyle tespit edilir.
Ad valorem satış vergileri; gerek işletmeler, gerekse piyasa üzerindeki etkileri
bakımından, spesifik dolaylı vergilere benzer sonuçlar doğurur. Bu benzerlik; kısa
dönem için olduğu kadar, uzun dönem için de geçerlidir.
Ad valorem satış vergilerini spesifik satış vergilerinden ayıran tek özellik,
verginin; vergiye tâbi değerin bir oranı olarak ifade edilmiş olmasıdır. Verginin
alınışında izlenen bu yol; piyasa arz eğrisini kaydırmakla kalmaz, ayrıca, piyasa arz
eğrisinin eğiminde de spesifik vergilerin aksine değişikliğe yol açar .
Vergiden sonraki arz eğrisinin daha dik olmasının sebebi ise, vergi oranının
sadece miktar üzerinden değil hasıla (miktar.fiyat) üzerinden uygulanmasıdır.Parça
başına düşen vergi tutarı, malın fiyatının yükselmesi ile ilintili şekilde mutlak olarak
61
arttığı için, vergiden sonraki arz eğrisi, vergiden önceki arz eğrisine kıyasla daha dik
olmaktadır. Bu durum Şekil 5’ten izlenebilir (Turhan, 1998: 258).
Şekil 5.Ad Valorem Bir Verginin Yansıması
0
P
P
Q
Q
o
P
*
*
o
Q
Çizim 5.7
Q
s
d
s*
Ad valorem satış vergilerinin, ne ölçüde ileriye ve geriye yansıyacağı; fiyat
düzeyi ile piyasa talep ve piyasa arz fonksiyonlarının eğimlerine bağlıdır.
Diğer taraftan vergilemenin etkilerinin uzun vadeli bir analize tabi tutulması
halinde, talep eğrilerinin değişmediği varsayımından hareket etmek mümkün
olmayacaktır.Zira, talep eğrilerinin değişmediği varsayımı, sadece kısa dönemde,
örneğin sadece vergi artışının yapıldığı anda geçerli olabilecektir.Oysa uzun dönemde,
gelirler değişmektedir, prensip olarak gelirin artması yönünde bir değişiklik
izlenmektedir.Bu durumda bir mala, örneğin bir lüks mala olan talebin gelir elastikiyeti
yüksek olur.Diğer bir deyişle gelir arttıkça söz konusu mala olan talep artarsa, talep
eğrisi zamanla dışa doğru kayar ve ileriye yansıma olanakları daha kolay olur.Buna
karşılık adi mallarda, ters yönde bir etki olur (Turhan, 1998: 259).
2.4.4.2. Monopol ve Oligopol Piyasalarında Yansıma
Şimdiye kadarki açıklamalarda tam rekabetin hakim olduğu bir piyasa şekli
esas alınmıştır.Monopol piyasasının geçerli olduğu koşullarda durum farklılık gösterir.
Kaynak: (Bulmuş, 2003: 321)
62
Monopolist üretim şeklinde piyasaya arz eden tek bir üretici olup, ürettiği malın
arzını tamamen elinde tutmaktadır. Monopol üzerine konulan vergi, niteliğine göre
yansıma bakımından farklı etkiler yaratmaktadır.Vergi, eğer monopol firmanın karı
üzerine konulmuşsa, mükellef tarafından taşınacak ve ilgili firma maliyetleri bundan
etkilenmeyecektir.Buna karşın, monopol niteliğindeki kuruluşun ürettiği mal üzerine
vergi konulduğu zaman, firmanın maliyet eğrisi vergi nedeniyle yükselecek ve verginin
bir bölümü yansıyabilecektir.Bununla birlikte tam rekabet piyasası ile karşılaştırıldığında
monopol piyasasında daha az verginin yansıtılabildiği yönünde görüş birliği vardır
(Akdoğan, 2005: 306-307).
Monopol piyasasında (t) kadar spesifik bir verginin konulması yada artırılması,
Şekil 6’dan da izleneceği üzere, marjinal maliyet eğrisinin sola doğru kaymasına (K1 )
ve parça başına isabet eden marjinal masraflarda vergi tutarında bir artışa sebep
olur.Söz konusu artış karşısında, satış tutarı nispi olarak daha küçük azalır iken(M1’den
M2’ ye) fiyatlar daha yüksek oranda artacaktır(P1’ den P2’ye).Bu durumda, verginin
(P1DC2P2 ) kadar olan kısmı yansıtılır iken, geriye kalan (FABG- P1DC2P2 ) kadar kısım
monopolcü firma tarafından yüklenilir ve (M1 – M2) . t tutarında bir vergiden kaçınma
olayı meydana gelir (Turhan, 1987: 259,260).
Şekil 6. Monopol Piyasasında Vergi Yansıması
Kaynak: (Turhan, 1998: 260)
Özetle, marjinal maliyetteki yükselme, vergideki yükselmeye oranla fiyatlarda
daha küçük seviyede bir artışa sebep olacaktır.Monopol piyasasında da, verginin ne
63
kadarının ileriye yansıyacağını, talep elastikiyeti ve marjinal maliyetteki değişme
belirleyecektir.
Talebin elastik olduğu bir durumda ise tam tersi bir sonuç oluşacaktır.Şöyle ki,
bu durumda vergi sebebiyle marjinal maliyetlerde meydana gelen artış, satış miktarında
daha büyük bir azalmaya, fiyatlarda ise daha küçük bir yükselmeye sebep olacaktır
(Turhan, 1998: 260).
Tam rekabet ve monopol, gerçek hayatta rastlanılması zor piyasa
şekilleridir.Bu sebeple, her iki piyasa şekli arasında yer alan oligopol piyasasında
dolaylı bir verginin kimler tarafından ödeneceğine değinmekte fayda bulunmaktadır.
Oligopol piyasasında firma sayısı azdır, bununla birlikte oligopolcü malın
fiyatını belirlerken rakiplerinin tepkilerini de dikkate almak durumundadır. Zira bir
oligopolcünün tek başına fiyat yükseltmesi, rakiplerinin buna uymaması durumunda
müşterilerini kaybetme sonucunu doğurabilir.Fiyatların düşürülmesi ise, yine rakip
firmalarca aynen benimseneceği için, beklenilen sonucu vermeyecektir.Bu nedenle
genel olarak fiyat istikrarı tercih edilmektedir.Oligopol piyasasında, spesifik bir vergi
alınması durumunda Şekil 7’den izlenebileceği gibi, yine marjinal maliyet eğrisi sola
doğru kayacaktır.Marjinal maliyet eğrisinin(K2), marjinal hasılat eğrisini dikey alan
içinde kesmesi durumunda, fiyat ve üretim düzeyi değişmediği için, (M1. t1) tutarındaki
verginin tamamı satıcının üzerinde kalacak, diğer bir deyişle yansıma
gerçekleşmeyecektir. Buna karşın, vergi tutarı (t2) seviyesine erişirse, marjinal maliyet
eğrisi (K1)’den (K3)’e kayacak ve marjinal maliyet eğrisini (B) noktasında kesecektir.
Neticede (P1)’den daha yüksek düzeyde bulunan (P2) fiyatı oluşur ve verginin (P1)
(DC2P2) yüksekliğindeki kısmı alıcılara yansıtılırken, vergi tutarının tümü olan (FABG)
ve yansıtılan (P1DC2P2) arasındaki fark satıcı (oligopolcü firma) tarafından
yüklenilir.Talep eğrisi (C1) noktasının üst kısmında daha dik olsaydı, alıcı nispi olarak
daha çok, satıcı ise daha az vergi yüklenmiş olurdu (Turhan, 1998: 261,262).
64
Şekil 7.Oligopol Piyasasında Vergi Yansıması
Kaynak: (Turhan, 1998: 262)
Yansıma analizinin ortaya çıkarmış olduğu neticelerin kısaca bir
değerlendirmesinin yapılması gerekirse, öncelikle dolaylı vergilerin, önemli ölçüde
yansıtılabildikleri anlaşılmaktadır.Yansımanın derecesi ise, vergi konusu olan malın
talep esnekliğinin durumu, piyasasının monopol veya tam rekabet olup olmaması,
verginin genel yada özel bir vergi olması, malın üretim veya tüketim malı olması gibi
özellikler tarafından belirlenmektedir (Akdoğan, 2005: 311).
Dolaylı vergilerin gelir dağılımı üzerindeki etkileri açısından önemli olan, bu
tarz vergilerin uzun dönemde kimler tarafından yüklenileceği konusudur.Tam rekabet
piyasası örneğinde belirtildiği gibi, miktar üzerinden alınan bir verginin dağıtım etkisini
belirleyen büyüklüklerden birisi, talebin gelir elastikiyetidir.Spesifik bir verginin, bir
alanda kar azaltıcı yada zarar oluşturucu yönde etkisi bulunursa, bu etkiden dolayı
uzun dönemde üretim faktörlerinin kullanımı yeniden planlanır.Söz konusu uyum süreci
sonunda, sadece masraflarını karşılayabilen üreticiler piyasada kalabilirler.Böylece
dolaylı vergiler, uzun vadeli yansıma olanakları dolayısıyla alıcılar tarafından
yüklenilebilir.Bu nedenle, vergilerin gelir gruplarına dağılımı bakımından satıcılara değil,
alıcılara izafe edilmesi gerekir (Turhan, 1998: 262,263).
65
Yansıma analizinden çıkan bir sonuçta, somut olarak bir girişimcinin, bir
ücretliden daha iyi durumda olduğudur.Zira, yansıma esasta mal satın alma yada
satma olanakları tarafından geniş ölçüde harekete geçirilmektedir (Brochier vd.,1981:
310).
Buraya kadar anlattığımız modelde, meydana gelen değişikliğin sadece vergi
nedeniyle oluşan nispi fiyat değişikliklerinden ibaret kalacağı, ekonominin geri kalan
kesiminde, nispi fiyatlarda, üretim faktörleri arz ve talebinde, herhangi bir değişiklik
olmayacağı varsayımında bulunulmuştur.Başka bir deyişle vergiden dolayı ekonominin
genel dengesinde herhangi bir değişiklik olmayacağı, olanların ise ihmal edilebileceği,
buna karşın, sadece vergilendirilen mal, hizmet yada faktör ile ilgili bir kısmi denge
değişmesi olacağı kabul edilmiştir.Buna karşılık vergi, ekonominin geniş kesimlerine
yayılan türde bir vergi ise vergi sebebiyle oluşan değişikliklerin kısmi denge analizi
çerçevesinde incelenmesi mümkün değildir.Bu sebeple, ekonominin tümüne yayılmış
olan genel nitelikteki bir satış vergisinin, gelir dağılımı üzerindeki etkileri ancak genel
denge analizi çerçevesinde ele alınırsa anlamlı olacaktır (Bulutoğlu, 1988: 442).
2.4.5. Genel Denge Analizi Çerçevesinde Dolaylı
Vergilerin Yansıması
Dolaylı bir verginin genel denge analizi çerçevesinde yansıması konusuna
değinilmeden önce, yansıma açısından önem taşıyan ve sonuçları etkileyebilecek olan
yansıma metotlarından hangisinin kullanılacağı hususunun açıklığa kavuşturulmasında
fayda bulunmaktadır.
2.4.5.1. Yansıma Analizinin Metodolojisi
Genel ve makro analize geçildiği anda, herhangi bir verginin yansımasından
soyut olarak bahsetmek de zorlaşacaktır.Bu durumda vergi ile birlikte talep (üretim,
istihdam, genel fiyat seviyesi) değişmeleri gibi makro değişkenlerin yansıması veya
vergi ile vergideki değişikliği toplam talep açısından telafi edici yönde hareket eden
diğer bir mali değişkenin ortak şekilde yansıması söz konusu olacaktır. Belirtilen
zorluklara karşın, genel ve makro analizin çeşitli vergilere ayrı ayrı uygulanması bu
66
vergilerin yansıması konusunda karşılaştırılabilir sonuçlar verebilir.Bu tarz bir yansıma
analizinde izlenecek ortak yöntem bütün vergiler için yapılması gereken ortak
varsayımların tespit edilmesidir.Genel denge analizi çerçevesinde yürütülen
yansımanın tespitine yönelik çalışmalarda, özellikte toplam talep veya telafi edici
alternatif mali değişiklik üzerinde yapılan varsayımlara göre üç ayrı yansıma kavramına
ulaşmak mümkündür (Boratav, 1965: 180-181).
Söz konusu yansıma kavramları, mutlak vergi yansıması, bütçe yansıması ve
diferansiyel vergi yansımasıdır.
Mutlak vergi yansıması, kamu harcamalarının reel olarak sabit tutulması
önkoşulu ile vergi politikasında yapılacak bir değişiklikten yola çıkılarak
açıklanabilir.Böyle bir değişiklik kamu kullanımı için yapılacak olan kaynak
transferlerinde herhangi bir değişiklik yapılmasını gerektirmez.Vergi politikasında
yapılacak olan değişiklik, tek bir vergi de yapılacak değişiklik şeklinde olabilir.Bu
durumda, mutlak vergi yansıması, vergi politikasında yapılan bir değişikliğin gelir
dağılımı üzerinde yaptığı değişiklik olarak tanımlanacaktır.Mesela herhangi bir vergi
oranının düşürülmesi sonucu vergi hasılatı düşecektir.Vergi hasılatının düşmesi sonucu
ise, toplam talepteki artış ile birlikte genel fiyat seviyesinde yükselme diğer bir deyişle
artan bir enflasyon süreci ile karşılaşılır.Bu durumda yapılabilecek en iyi şey,
başlangıçtaki gelir dağılımı ile sonraki gelir dağılımın karşılaştırılmasıdır.Her iki durum
arasındaki fark, esasında başlangıçta yapılan vergi değişikliğine bağlı olmakla birlikte,
aynı zamanda enflasyon sürecinin gelir dağılımı üzerindeki etkisini de içerecektir.Bu
durumda vergi yansıması açıkça, vergi gelirlerindeki bir düşüş ile enflasyonun birlikte
sebep oldukları karışık bir görünüm kazanacaktır (Musgrave, 2004: 11).
Zira, ilk başlangıçta yapılan vergi değişikliği sebebiyle gelir dağılımında
meydana gelen değişiklik artık sadece verginin değil, aynı zamanda genel fiyatlar
seviyesi, bütçe denkliğinde meydana gelen değişme, istihdam seviyesinde oluşan
değişiklik gibi pek çok değişikliğin etkisini ihtiva edecektir.İşte bütün bu kadar etkenin
içinden verginin etkisini ayırt edebilmek ise, işin karışık bir görünüm arzetmesine sebep
olacaktır.
67
Diğer taraftan, kamu giderlerinde verginin deflasyonist etkisini telafi edici
yönde bir artış olduğunun varsayılması durumunda ancak, toplam talebin sabitliği
sağlanabilir. Bu durumda bütçe yansımasında, sadece vergi yansıması değil, hem vergi
hem de kamu harcamalarının yansıması söz konusu olmaktadır.Gerek vergilerin,
gerekse kamu harcamalarının artması durumunda, söz konusu her iki mali değişmenin
sebep olduğu ve ekonominin her alanına yayılan kayıp ve kazançların incelenmesi
gerekecektir.Vergilerin yanı sıra, kamu giderlerinin yansımasının da incelemeye tabi
tutulması noktasında ise, zorluklar başlayacaktır.Karşılaşılan ilk zorluk, yansımanın
içerisinden vergilerin etkilerinin ayrıştırılması konusudur.Ayrıca vergi artışı karşısında,
vergilerin deflasyonist etkilerini bertaraf etmek için, vergi gelirinin tamamen
harcandığını her zaman farzedemeyiz.Zira, denk bütçe çoğaltanı genellikle kabul
edildiği üzere sıfırdan büyükse, vergi gelirinin tamamen harcanması durumunda toplam
talep artar.Bu ise söz konusu yansıma şeklinde yer alan sabit talep varsayımına uygun
düşmeyecektir.Bütçe yansımasında, toplam talebin sabit tutulabilmesi açısından, artan
vergi hasılatından daha az miktarda kamu harcaması yapılmasını varsaymak
gerekecektir.Ancak toplam talebi sabit tutacak bir kamu gideri artışı, başlangıçta tam
olarak tespit edilemeyeceği için, bu varsayım belirsiz bir bütçe fazlalığına sebep
olacaktır.Bu yaklaşıma göre, meydana gelen gelir dağılımı değişmeleri, sadece vergi
değişikliğinin değil, aynı zamanda vergiyi talep bakımından nötralize eden ve miktarı
kesinlikle bilinmeyen ilave kamu gideri ile bütçe denkliğindeki belirsiz bir
değişmenin(bütçe fazlalığının artması ve açığın azalması gibi) parasal etkilerini de
kapsayacaktır.Bütün bu kadar değişkenin içerisinden, yansıması araştırılan vergilerin
gelir dağılımına olan etkisinin ayrıştırılması ise imkansız olacaktır (Boratav, 1965: 182-
184).
Görüleceği üzere mutlak vergi yansıması ile bütçe yansıması açısından
araştırılan vergilerin gelir dağılımı üzerindeki etkilerinin tespiti noktasında aşağı yukarı
benzer zorluklarla karşılaşılmaktadır.Bu durumda, son olarak diferansiyel vergi
yansıması kavramı açısından vergilerin gelir dağılımı üzerindeki etkilerine bakılmasında
fayda bulunmaktadır
Diferansiyel vergi yansıması, reel olarak aynı parasal geliri sağlayan iki
vergiden birisinin diğerinin yerine ikame edilmesi sonucunda, gelir dağılımında oluşan
68
değişme olarak ifade edilmektedir.Eşit vergi gelirlerinin ikamesi ancak denk bütçe
durumunda mümkündür.Denk bütçe durumunda reel harcamaların sabit tutulması
gerekliliği sonucu olarak parasal harcamaların seviyesindeki bu tür değişiklikler parasal
vergi gelirlerindeki eşit değişmelerle karşılanmaktadır (Musgrave, 2004: 11-12).
Belirttiğimiz üzere, diferansiyel vergi yansımasında, diğer yansıma
şekillerinden farklı olarak bir değil iki verginin yansıması söz konusudur.
Mutlak vergi yansıması, bütçe yansıması ve diferansiyel vergi yansıması
kavramlarını tanımladıktan sonra, şimdi tez çalışmamız kapsamında, bahsekonu üç
yansıma kavramından hangisinin kullanılması durumunda dolaylı vergilerin gelir
dağılımı üzerindeki etkilerinin tespit edilebileceği aşamasına gelmiş bulunuyoruz ve bu
sorunun yanıtını aramak durumundayız.
Bu aşamada belirtilmesi gereken bir husus daha vardır ki o da, herhangi bir
dolaylı verginin analizi yapılırken mutlaka, hangi yansıma kavramı kullanılırsa
kullanılsın belirtilmesi mecburiyetidir.Bunun gerekliliğini bir örnek yardımıyla izah
edersek konu daha anlaşılır olacaktır.Tam istihdam ve faktörlerin arz esnekliğinin sıfıra
eşit olması gibi ortak bir varsayıma dayanmalarına rağmen, bir kısım iktisatçılar gider
vergisinin genel fiyat seviyesini değiştirmeyerek faktör ödemelerini azaltacağı, diğerleri
ise, vergi sonucu fiyatların yükseleceği ve vergiden doğan yükün tüketicilere
yükleneceğini iddia etmişlerdir.Söz konusu görüş ayrılığı aslında, birincilerin mutlak
vergi yansımasını kullanırken ikinci gruptakilerin vergi hasılatının tamamen harcandığı
ve sıfırdan büyük bir vergi çoğaltanının görüldüğü bir bütçe yansıması kavramını
kullanmalarından ileri gelmektedir.Her iki analiz kendi içerisinde tutarlı ve doğru
olmasına karşın elde edilen sonuçlar karşılaştırılamaz.Çünkü tartışılan konu esasında
taraflarca iddia edildiği üzere gider vergisinin yansıması değil, enflasyon ve
deflasyonun gelir dağılımı üzerindeki etkileri olacaktır (Boratav, 1965: 185-186).
Belirtildiği üzere, herhangi bir dolaylı vergi analizi esnasında hangi yansıma
kavramının esas alınacağı ulaşılan sonuçların değerlendirilmesi açısından önem arz
etmektedir.Bu durumda, güvenilir sonuçlar elde edilebilmesi açısından, mutlak vergi
69
yansıması, bütçe yansıması ve diferansiyel vergi yansıması kavramlarından hangisi
tercih edilmelidir?
Gerçekte karşılaşılan durumlarla daha yakın ilgili olması açısından duruma
bakılacak olursa, bütçe denkliğinin her zaman uygulanmamakla birlikte bir iktisadi norm
olarak kabul edildiği az gelişmiş ekonomilerde, mutlak vergi yansıması oldukça gerçek
dışı kalabilir.Vergi hasılatının toplanması ilk karar, bunun harcanması ikinci bağımlı
karar olarak belirlenirse, bütçe yansıması gerçeğe yakın olur.Ancak genel olarak bu
durumun tersi olmaktadır.Öncelikle belirli bir kamu harcamasının yapılması karar altına
alınır, akabinde bu harcamanın finansmanı için alternatif vergilerden birisinin seçimi söz
konusu olur.Bu alternatif vergiler gelir dağılımı bakımından da ele alınırsa esas olarak
diferansiyel vergi yansımasına yaklaşılacaktır.Sonuç olarak Hansen tarafından
önerilen mutlak vergi yansıması, gelişmiş ekonomiler için uygulanabilir iken, geri kalmış
ve enflasyonist finansmandan kaçınan ekonomiler içinse, bütçe denkliğini sağlamaya
yönelik bir diferansiyel yansımanın tercihi söz konusu olabilir (Boratav, 1965: 188-189).
2.4.5.2.Genel Satış Vergilerinin Yansıması
Bütçe yansıması kavramı açıklandığı esnada analize kamu harcamalarının da
dahil edilmesi durumunda, yansıması incelenen verginin gelir dağılımı etkilerinin
ayrıştırılmasının imkansızlaşacağından ve gittikçe karışık hale gelen bir durum ile
karşılaşabileceğimizden bahsetmiştik.
Devlet harcamalarının etkilerinin incelenmesinden, devlet harcamalarının
değişmediği, etkileri incelenen verginin ise, aynı miktarda gelir getiren vergilerin yerine
konulduğu varsayımı ile vazgeçilebilir.Ancak gelinen noktada bu defa, yerine konulan
başka verginin ne olduğunu belirtmek durumundayız.Hangi vergi esas alınırsa alınsın
konulan yeni verginin yansıması, harcamalar veri iken, sadece o vergiye oranla
incelenmiş olacaktır.Bundan dolayı, varılan sonuçlar yine genel olmayacak sadece yeni
verginin yerine geçtiği vergiye oranla ortaya çıkardığı durum hakkında bilgi verecektir.O
halde bu noktada önemli olan kıyaslamaya esas olacak verginin seçimidir.Esas
alınacak verginin kaynakların dağılımı üzerinde sıfır etkisi olan bir vergi olması gerektiği
düşünülebilir.Bu tarzda bir vergi, kişilerden gelir kaynaklarına, tüketiminin veya
70
varlıklarının bileşimine hiç bakılmaksızın alınan bir götürü vergi bir baş vergisi
olabilir.Buna karşın, söz konusu verginin kıyaslamaya alınmasının önemli bir sakıncası
bulunmaktadır. Zira, baş vergisi gerçekçi bir vergi değildir.Hiçbir zaman büyük bir gelir
kaynağı olarak uygulanmadığı gibi, günümüzde de tamamen terkedilmiştir. Bu sebeple,
üretim etkenlerine ödenen bütün gelirlerden aynı oranda alınan bir gelir vergisi
kıyaslamaya esas olarak alınacaktır (Bulutoğlu, 1988: 442-443).
Dolayısıyla diferansiyel vergi yansıması açısından konu ele alınacak ve bu
anlamda, genel bir gelir vergisinin yerine tüketim malları üzerine konulan bir satış
vergisinin ikame edildiği bir model üzerinde durulacaktır.
Daha önce diferansiyel vergi yansıması kavramının tanımlanması esnasında
da belirtildiği üzere, bir taraftan ikame edilen vergi ile elde edilen vergi hasılatının eşit
olduğu, diğer taraftan vergiden önceki üretim faktörlerinin payının ve düz oranlı gelir
vergisinin kaldırılması ile harcanabilir gelirdeki payların değişmeden aynı kaldığı
varsayımları yapılmıştır.Gelirin elde edilişi yönünden, vergi ikamesi sermaye geliri elde
edenlerle ücret geliri elde edenleri aynı biçimde etkilemektedir.Buna karşın, gelirin
kullanımı yönünden gelir vergisinin kaldırılması, tasarruflardan elde edilen geliri
artırırken, tüketim vergisi, cari gelirden sağlanan tüketimi azaltmaktadır.Bundan dolayı
vergi ikamesi, tasarruf/gelir oranı ulusal ortalamanın altında olanlara göre, tasarruf/gelir
oranı ulusal ortalamadan yüksek olanlar için avantajlı olmaktadır (Musgrave, 2004:
218-219).
Diğer bir deyişle, düz oranlı bir gelir vergisi yerine genel satış vergisinin
ikamesi gelirlerini harcamaktan ziyade tasarruf edenleri, gelirlerini artırma yönünde
etkilerken gelirlerinin büyük bir kısmını tüketen kesimin vergi yükünü artırmaktadır.
Yapmış olduğumuz analize önemli bir sınırlama getirmek durumundayız.Çünkü
analizimizde, genel bir satış vergisi sistemine geçildiğinde, üreticilerin ilk tepkisinin
fiyatları konulan vergi kadar yükseltmek olacağını kabul ettik.Bu fiyat yükselişi
karşısında, mallardan talep edilen miktarlar talep elastikliklerine göre azalır ve vergi
kadar yada daha az yükselmiş fiyatlarla yeni bir nispi fiyat yapısı ortaya çıkar.Ancak
fiyatlarda böyle genel bir yükselme olması için, artan alışverişi destekleyecek bir para
71
hacmi genişlemesine ihtiyaç vardır.İşte aslında yukarıdaki analizimizde böyle bir para
genişlemesi olacağı varsayımında bulunulmuştur.Bu varsayımın geçerli olmadığı bir
durumda, uzun dönemde yansımanın işleyişi farklı olur (Bulutoğlu, 1988: 445).
Yukarıdaki analizimizde konulan vergi kadar fiyatların arttığı, dolayısıyla ileriye
doğru yansımanın gerçekleştiği ifade edilebilir iken, vergi sebebiyle yükselen fiyatları
karşılayacak bir talep artışının sağlanamaması durumunda ise, verginin geriye doğru
yansıması söz konusu olacaktır.Bahsekonu durumun daha anlaşılır olması açısından
daha ayrıntılı olarak belirtilmesinde fayda vardır.
Para hacminin artmadığı bir durumda, işletmelerin vergi marjlarını da kapsayan
yeni fiyatlara, ürünlerini satmaları mümkün değildir.Satışsızlık, onları üretimlerini
kısmaya zorlar.Üretimlerin azaltılması ise bazı üretim etkenlerine yol verilmesi
anlamına gelecektir.İşsiz kalan emek, sermaye, tabii kaynak gibi üretim etkenlerinin
varlığı, üretim etkenleri gelirlerinin azalması sonucunu doğuran bir arz fazlasına sebep
olur.Bütün üretim etkenlerinin tam olarak kullanılması ise, üretim etkenlerinin gelirlerinin
yeterince düşürülmesine bağlı olacaktır.Bu yapıldıktan sonra, üretim etkenlerinin tam
kullanımı gerçekleşince yansıma süreci sona erir.Genel bir gelir vergisinden genel bir
satış vergisine geçilmesinin sonucu olarak, vergi yükünün dağılımında bir değişiklik
olmaz, aynı şekilde üretim etkenleri gelirleri oransal olarak azalmış olur.Ancak geçiş
döneminde, işsizlik nedeniyle bir süre için, genel olarak üretim ve gelirlerde azalma
olur.Zaten, bundan kaçınmak için para otoriteleri işletmelerden gelen para hacminin
artırılması yönündeki baskılara büyük ölçüde direnemezler ve vergi sebebiyle nominal
milli gelirde meydana gelen artışı finanse edecek kadar para artışını sağlarlar
(Bulutoğlu,1988: 445).
Genel satış vergilerinde milli geliri, katma değer vergisi yada perakende satış
vergisi kadar kavrayamayanlarda yansıma oldukça farklı şekilde gerçekleşir.Yayılı satış
vergisi, vergi yükünü üretim sürecinde çok sayıda satış konusu olmuş malları
kullananların aleyhine olacak şekilde ağırlaştırır.Aynı miktarda üretim değeri için çok
miktarda ara malı kullanan sanayilerde ve kullandıkları ara malları çok defalar satış
konusu olmuş sanayi ürünlerindeki nihai vergi yükü diğer sanayi ürünlerine oranla daha
yüksek olacaktır.Bu durumda, ekonomide firmaların dikey tümleşmeye giderek, vergi
72
tasarrufuna çalışmaları gözlemlenir.Dikey tümleşme ile birlikte azalan vergi gelirlerinin
artırılmasını sağlamak amacıyla, bu defa vergi oranının yükseltilmesi söz konusu
olabilecektir (Bulutoğlu, 1988: 445,446).
Genel satış vergilerinden istihsal vergisinin uygulanması durumunda ise, söz
konusu verginin tabanının toplam milli gelir değerine kıyasla oldukça dar olması
yansıma şeklini belirleyen ilk etken olacaktır.Verginin imalat kesimi üzerinde
yoğunlaşması, bu kesimin ürünlerinin diğer kesimlerinkine oranla daha pahalı olmasına
sebep olur.Böylelikle uzun dönemde, bu kesimin ürünlerini daha çok kullanan tüketiciler
gelir vergisine kıyasla daha fazla vergi ödemiş olurlar (Bulutoğlu, 1988: 446).
Üretilen mal, lüks mallar kategorisi içinde yer alıyorsa, vergi yükünün bu
durumda tüketici tarafından yüklenileceği ifade edilebilir iken, aksi durumda yani
üretilen malın zorunlu tüketim malı niteliği taşıması halinde, konulan verginin etkisi
sadece tüketiciler üzerinde olmayacaktır.Bu durumda, zorunlu tüketim mallarına
bütçelerinden önemli pay ayıran düşük gelirli kişilerin, ücretlerinin asgari yaşam
düzeyinde tutulabilmesi açısından ücret hadlerinin vergi kadar yükseltilmesi söz konusu
olacaktır.Elbette söz konusu yansıma etkisinin arka planında, uzun dönemde ücret
haddi seviyesinin, asgari geçim düzeyi tarafından belirleneceği şeklindeki, klasik
doktrin yaklaşımı bulunmaktadır (Musgrave, 2004: 231,238).
Modelimizde de görüleceği üzere, dolaysız bir vergi olan gelir vergisinin dolaylı
bir vergi olan genel satış vergisi ile ikame edilmesi, tüketicilerin aleyhine olmasına
karşın, gelirlerinin büyük kısmını harcamak yerine tasarruf edenlerin lehine bir sonuç
yaratmaktadır.
Bu noktada, eşitsiz gelir dağılımını düzeltme yönünde önerilecek bir vergi
politikası ile tasarrufların yükseltilmesi açısından önerilecek bir vergi politikası arasında
vergilerin dolaylı mı yoksa dolaysız mı olması gerektiği konusunda yapılan öneriler
birbiri ile çelişki arz etmektedir.Diğer bir deyişle, dolaylı vergileri savunanlar, temel
olarak bu vergilerin tasarrufları yükselttiği görüşünden hareket etmektedirler. Buna
karşın, dolaylı vergilerin aleyhinde olanlar ise, söz konusu vergilerin gelir dağılımını
bozduğu ileri sürmektedirler.
73
Günümüzde daha da artarak devam eden bu tartışmanın tarafları, görüşleri
paralelinde toplam vergi gelirleri içerisinde dolaylı vergilerin payının düşük veya yüksek
oranlarda tutulması gerektiği yönünde önerilerde bulunmaktadırlar. Hatta tartışmaların
gelinen son noktasında, tezimizin 2.6.bölümünde ayrıntılı olarak belirtileceği üzere,
dolaysız vergilerin tamamen tasfiyesi ile dolaylı vergilerden oluşan bir vergi sistemini
önerenler dahi bulunmaktadır.Tezin izleyen bölümlerinde, söz konusu görüşlere yer
verilmek suretiyle, dolaylı vergilerin gelir dağılımı üzerinde ne yönde etkileri bulunduğu
konusu belirtilmeye çalışılacaktır.
2.5. Dolaylı Vergilerin Aleyhindeki Görüşler
Tezimizin1.3.2.bölümünde, ödeme gücüne göre vergilendirmenin
gerçekleştirilmesi açısından kullanılan yöntemlerden birisinin de vergi tarifelerinden
yararlanılması olduğundan bahsedilmişti.Vergi tarifelerinden birisi olan artan oranlılık,
vergilemede adalet yaklaşımlarından ödeme gücü yaklaşımını temel almaktadır. Artan
oranlılığın geleneksel kavramı daha fazla gelir elde edenlerin kamusal mal ve
hizmetlerin finansmanına daha fazla katkıda bulunması şeklinde anlaşılmaktadır. Söz
konusu fazla katkı oransal olarak fazlalığı ifade etmektedir (Emes vd.,2001: 12).
Dolaylı vergilerin aleyhinde olanlar, söz konusu vergilerin, vergi adaleti
açısından yeterli ve uygun vergi türü sayılamayacağını, çünkü bu tür vergilerin gerileyici
etkileri nedeniyle, düşük gelirli gruplar üzerinde yoğunlaştığını ileri sürmektedirler.Bu tip
vergilerde zengin ve fakirin aynı oranda vergilendirildiğini, bu eşitsizliğin giderilmesi
içinse, dolaysız vergilerin vergi hasılatı içindeki payının yükseltilmesi gerektiğini
savunmaktadırlar (Tuncer, 2001: 102).
Dolaylı vergilerin karşısında olanlar, söz konusu vergilerin adalet ilkesine
aykırılık teşkil ettiğini ileri sürmektedirler.Bu görüşün dayanağını ise, dolaylı vergilerde
artan oranlı bir şekilde vergileme yapılamayacağı fikri oluşturmaktadır.
Vergilerde artan oranlılık, adalet ilkesinin mantıklı ve doğal bir sonucudur.Artan
oranlığın uygulama alanı ise dolaysız vergilerdir.Çünkü dolaylı vergilerde, vergi
74
ödeyenlerin mali güçleri her zaman göz önünde tutulamamaktadır (Sayar, 1975: 120-
121).
Gelir vergilerinin artan oranlılığı, gelirin daha adil dağılımına faydalı olmaktadır
(Özmucur, 1993: 188).
Dolaylı vergilerin karşısında olanların dayandıkları diğer bir noktada ise yine
vergilemede adalet ilkesinin yansımasını görmekteyiz.Şöyle ki, dolaysız vergiler,
yükümlünün mali gücünü doğrudan vergilendirdikleri için daha adildirler.Zira, dolaysız
vergilerin vergi ödeme gücünü tam olarak belirleyebilecek şekilde düzenlenmeleri
mümkündür.Nitekim bu vergilerde, en az geçim indirimi, artan oranlı vergileme ile
gelirin niteliği ve kaynağına göre farklı vergilendirme uygulamaları mevcuttur.Dolaylı
vergilerin ise, kişisel ödeme güçlerine uydurulması güç hatta imkansızdır.Bu vergiler
genel olarak gerileyici etki gösterirler.Bir başka deyişle, yükümlünün vergi ödeme gücü
arttıkça, dolaylı vergi olarak ödediği tutar nispi olarak azalır.Yani gelire göre tersine
artan oranlıdır.Zira uygulamada bu tür vergilerin halk tarafından en çok tüketilen çay,
kahve, şeker, tütün, ispirtolu içkiler vb. konulduğu görülür.Gelir seviyesi yüksek, orta
halli veya düşük gelir grubuna mensup kişiler bu malları tükettiklerinde aynı oran
üzerinden vergi vereceklerinden mali güçleri göz önünde bulundurulmaz.Hatta bazen
düşük gelirliler ekmek, gaz, tütün gibi bazı malları yüksek gelirlilere oranla daha çok
tükettiklerinden, devlete daha çok vergi ödemiş olurlar.Bu durumda daha büyük bir
adaletsizlik yaratılmış olur.Nitekim Fransız Devrimi zamanında, tüm dolaylı vergilerin
kaldırılması bu nedenlerden dolayı denenmiştir (Edizdoğan, 1998: 182,183).
Dolaylı vergiler ayırım gözetmeksizin bütün kesimleri kapsamakla birlikte, iç
talebin en önemli öğesini oluşturan ücretliler ve kentsel/kırsal küçük girişimci kesimler,
diğer bir deyişle dolaylı vergileri yansıtma olanağı bulunmayan toplumsal kategoriler
satın alma güçleri en fazla reel kayıplara uğratılanlar olmuştur (Oyan, Aydın, 1991: 10).
Artan oranlı vergilerin teorik dayanağı olarak ortaya konulan yaklaşımlardan
biriside, gelirin marjinal fayda kuramına tabi olduğu varsayımına dayanmaktadır
(Livingstone, 2005: 8 ).
75
Marjinal fayda yaklaşımı, bir malın tüketiminin artması halinde faydasının
azalacağı esasına dayanmaktadır.10.-YTL’lik banknotun ona sahip olan kişiler
nazarında ayrı ayrı değeri vardır.Fakir bir insanın söz konusu paraya verdiği değer ile
orta halli bir kimsenin verdiği değer arasında fark olduğu gibi, zengin bir kişinin verdiği
değer yine farklıdır.Bu sebeple günde 10.-YTL kazanan birinin devlete ödeyeceği 1
YTL için katlandığı maliyet ile günde 50 YTL kazananın ödeyeceği 5 YTL ve günde
100 YTL kazanan bir mükellefin ödeyeceği 10 YTL için katlanacakları maliyet dereceleri
hiçbir zaman birbirine eşit olmayacaktır (Sayar, 1975: 120,121 ).
Bununla birlikte, bazı yazarlar, azalan marjinal fayda kuramının gelir ve servet
için geçerli olamayacağını savunmuşlardır.Söz konusu yaklaşım, homojen olan mal ve
hizmetler için geçerlidir.Oysa para ile birbirinin aynı olmayan mal ve hizmetler
alınabilecektir.Bu görüşü savunanlar, artan oranlılığın, azalan marjinal fayda ile
açıklanamayacağını ileri sürseler bile, artan oranlı vergilemeye karşı değillerdir.Ancak
artan oranlılığı etik nedenlerle savunmaktadırlar.Onlara göre gelirin ilk birimleri (azalan
marjinal fayda kuramından farklı olarak) sosyal açıdan daha önemli istekleri
karşılamaktadır (Sonsuzoğlu, 1997: 86 ).
Zira, ilk kazanılan para, yaşamsal gereksinimler için önemli olmasına karşılık,
daha sonraki kazanımlar, gereksinimler hiyerarşisinde daha sonra gelenler için
harcanmaktadır (Gökbel, 2001:1).
Farklı gelir gruplarında olanlar eğer düz oranlı vergi tarifesi ile vergilendirilirse,
vergi dolayısıyla aynı fedakarlığa katlanmış olmazlar.İşte farklı durumdakilerin aynı
fedakarlığa katlanmaları vergi dolayısıyla fiilen aynı yükü hissetmeleri için, yüksek
gelirlilerin daha yüksek oranda vergilendirilmesi gerekir (Sonsuzoğlu, 1997: 86).
Artan oranlılık, vergilemede, vergi ödeme gücü yaklaşımının esas alınması
gerektiği yönündeki görüşten kaynaklanmakta iken, bu görüşün dayanağını ise, vergi
ödeme gücünün, gelirlerden daha kuvvetli bir şekilde arttığı inancı oluşturmaktadır.
Örneğin ayda 5.000 YTL geliri olan bir kişinin, 500 YTL geliri olan bir kişiye
göre vergi ödeme gücü 10 kat değil, daha fazladır.Vergi oranı sabit ve %10 olursa, bu
örnekteki birinci mükellef 500 YTL, ikinci mükellef 50 YTL tutarında vergi
76
ödeyecektir.Verginin ödenmesinden sonra birinci mükellefin elinde 4500 YTL, ikinci
mükellefin elinde ise 450 YTL kalacaktır.Birinci mükellef, elinde kalan söz konusu para
ile zorunlu ihtiyaçlarını karşıladığı gibi, medeni yaşamın gerektirdiği harcamaları
yapacak, belki bir kısım lüks ihtiyaçlarını da karşılayabilecektir.İkinci mükellef ise, 450
YTL ile sadece zorunlu gıda ihtiyaçlarını karşılamakta dahi zorlanacaktır.Bu durumda
50 YTL’lik vergiyi zorunlu ihtiyaçlarından kısmak suretiyle ödemek zorunda
kalacaktır.Sonuçla her iki mükellef %10 vergi ödemekle aynı derecede bir fedakarlığa
katlanmış olmayacaktır. Oysa vergilemede adalet ilkesine göre, her mükellefin
tamamen aynı derecede olmasa da birbirine yakın derecede fedakarlığa katlanmaları
gerekmektedir.Bu nedenle de, örneğimizdeki birinci mükellefin %10’un üstünde, ikinci
mükellefin ise %10’un altında bir vergi oranına tabi tutulması gerekir (Sayar, 1975:
119-120).
Ödeme gücü fazla olanların daha fazla vergi ödemesi düşüncesinin ise dikey
ve yatay eşitlik şeklinde iki boyutu bulunmaktadır.Tezimizin 1.4.1.2. bölümünde de
kısaca belirtildiği üzere, yatay eşitlik, aynı nitelikteki bir işlem veya gelirin aynı oranda
vergilendirilmesi şeklinde ifade edilebilecek iken, dikey eşitlik kavramı kapsamında,
yüksek gelir elde edenlerin yüksek, düşük gelir elde edenlerin ise düşük vergi ödemesi
gerektiği söylenebilir.Vergileme ilkelerinden adalet ve eşitliğe uygun bir vergi sistemi
oluşturulur iken, dikey eşitlik, vergilemede artan oranlı gelir vergisi uygulamasını
gerektirir (Hamzaçebi, 2001: 82,83).
Vergilemede dikey eşitlik ilkesi esas alındığında artan oranlı bir gelir vergisi
uygulaması önem kazanır iken, başlıcası gelir vergisi olarak kabul edilen dolaysız
vergilerde vergi tarifesi sorunu, vergi yükünün bireyler arasında nasıl dağıtılması ve
bunun sonucu olarak gelir dağılımının nasıl etkilenmesi gerektiği ile sıkı sıkıya ilişkilidir
(Batırel, 1993: 222).
Artan oranlı vergilemenin savunucularına göre, piyasa süreci sonucunda
oluşan gelir dağılımı adaletsizdir ve bu adaletsizliğin giderilmesi için artan oranlı
vergilerle piyasaya müdahale edilmelidir.
77
Bu noktada Türkiye için hazırlanan “Vergileri Kimler Ödüyor ve Kamu
Harcamalarından Kimler Yararlanıyor?” adlı raporda ulaşılan sonuçların
değerlendirilmesinde fayda vardır.
Söz konusu çalışmanın sonuçlarının vergiler açısından değerlendirilmesi
sonucunda, Tablo 1.’den de görülebileceği gibi, gelir vergisinin mevcut artan oranlı
tarife yapısı itibariyle ile uygulanması halinde gelir dağılımını düşük gelir grupları lehine
düzelttiği görülmektedir (Pınar, 2004: 4-7).
Tablo 1. 1994 ve 2002 Yıllarında Gelir Vergisinin Gelir Dağılımı Üzerindeki
Etkisi
Dilim (%20)
Gelir Vergisi Öncesi Gelir (Menkul ve Gayrimenkul gelirleri hariç)
Gelir Vergisi Öncesi Gelir (Menkul ve Gayrimenkul gelirleri dahil)
Net Gelir (Gelir Vergisi Sonrası Gelir)
1994 YILI
1 0.051 0.042 0.055 2 0.088 0.072 0.094 3 0.130 0.106 0.137 4 0.190 0.156 0.196 5 0.541 0.628 0.518 Gini Katsayısı 0.460 0.528 0.426
2002 YILI
1 0.043 0.042 0.046 2 0.085 0.084 0.090 3 0.126 0.126 0.132 4 0.199 0.198 0.203 5 0.548 0.550 0.530 Gini Katsayısı 0,476 0.477 0.451
Kaynak: (Pınar,2004: 28)
Tablo 1’den de izlenebileceği gibi 1994 ve 2002 yıllarında üst gelir grubundan
orta ve alt gelir grubuna doğru bir yeniden dağılım gerçekleşmektedir. Ancak 1994
yılında %2.3 olan bu pay, 2002 yılında %1.8’e düşmüştür. Buna rağmen yine de artan
oranlı tarife yapısına sahip olan gelir vergisi, düşük gelir grupları lehine dağıtıcı etkiye
sahiptir (Pınar, 2004: 30).
78
Vergilemede adalet için artan oranlı bir vergi önerilir iken dolaylı vergilerde
bunun uygulanmasının neredeyse imkansız olduğu ileri sürülmektedir.Peki bu durumda
kişilerin fedakarlıklarının eşitlenme imkanı olmasa da birbirine yaklaştırılması için artan
oranlılığın derecesi nasıl tespit edilecektir?
Bu soruya Seligman tarafından, artan oranlılığın en iyi derecesini matematik
incelikle belirlemek olanağı olmasa da, adalete yaklaşmak açıkça adaletsizlik
yapmaktan daha iyidir, şeklinde verilen bir yanıt ile artan oranlı vergilemeye karşı
olanlara aynı zamanda yanıt verilmiş olmaktadır (Akdoğan, 2005: 224).
Türkiye’de dolaylı vergi geliri oranlarının milli gelire oranlarının büyüklüğü
konusunda yapılan bir değerlendirmede, bu oranın büyüklüğünün teoride gelir
dağılımını bozucu etkilerin başında geldiği ifade edilmiştir.Uygulanan yoğun vergi teşvik
tedbirleri ile özel kesimin yatırım yapacağı gerekçesiyle gelir ve kurumlar vergisini
ödeyen mükelleflerin vergi yükü düşürülerek maaş ve ücret geliri elde edenlerin vergi
yükü artırılmıştır.Toplam bütçe gelirleri içindeki kurumlar ve gelir vergisi payı hızla
azalırken yerini dolaylı vergiler almıştır.Böyle bir politikanın ise gelir dağılımı üzerindeki
etkisi oldukça olumsuz olmuştur.Dolaylı vergilerin toplam bütçe gelirleri içindeki payı
arttıkça gelir dağılımı daha da bozulmuştur (Ekonomi Forumu, 1989: 4-19).
Geleneksel mali anlayışta vergilemede adaletin sağlanmasında artan oranlı
vergilerin daha başarılı olduğu kabulü geçerli olmasına karşın özellikle 1980 sonrası
dönemde artan oranlı vergilere yönelik eleştiriler yoğunlaşmıştır. Söz konusu
eleştirilerin bir boyutunu da, sistemin vergilemede adaletin gerçekleştirilmesinde
yetersiz kaldığı noktasına yapılan vurgular oluşturmaktadır. Bu bağlamda artan oranlı
vergilemeye alternatif olarak düz oranlı vergileme ön plana çıkarılmaktadır.Diğer bir
deyişle dolaylı vergileri savunanlar, büyük ölçüde artan oranlı vergilemenin karşısında
olmaları sebebiyle, düz oranlı bir satış vergisinin gelir vergisi yerine uygulanmasını
önermektedirler.
Tez çalışmamız kapsamında dolaylı vergilerin aleyhinde olanlar kadar, dolaylı
vergi savunucularının fikirlerine de yer verilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir.
İzleyen kısımda bu amaçla, dolaylı vergileri savunanların diğer bir deyişle, bir ülke
79
sisteminde ağırlıklı olarak, hatta tamamen dolaylı vergilere yer verilmesi gerektiğini
düşünenlerin görüşlerine ve bu görüşlerine dayanak oluşturan kıstaslara yer
verilecektir.
2.6. Dolaylı Vergilerin Lehindeki Görüşler
Dolaysız vergilere karşı olanlar aslında en başta, dolaysız vergilerin artan
oranlılık özelliği ile tasarrufları vergiliyor olması şeklindeki iki temel özelliğinden dolayı
söz konusu vergilerin aleyhinde yer almaktadırlar.
Artan oranlı bir vergiye diğer bir deyişle dolaysız gelir vergilerine karşı olmanın
doğal sonucu ise, söz konusu verginin vergi sistemi içerisinden tasfiyesi ile yerine, düz
oranlı ve tüketim tabanlı bir verginin ikame edilmesi olacaktır.
Nitekim son yıllarda özellikle ABD’de yapılan tartışmaların bu yönde olduğu
görülmektedir.Belirtildiği üzere, yapılan çalışmalarda artan oranlılık dışlanırken, düz
oranlı ve tüketim tabanlı vergi sistemi önerilmektedir.Düz oranlı(flat tax) vergi
önerilerinin ortak noktasını, tasarruf ve yatırımların vergi dışı bırakılması suretiyle gelirin
tasarruf edilmeyerek tüketilen kısmının vergilendiriyor olması oluşturmaktadır. Söz
konusu tartışmalar bağlamında, tez konumuz dışına çıkılmaması amacıyla tüm
önerilere değil, ancak dolaylı vergi niteliği taşıyan satış vergisi önerilerine ve bunların
gerekçelerine değinilmekle yetinilecektir.
Gelir vergisi yerine satış vergisi önerisinin, oldukça basit olduğu ve mevcut
sisteme mükemmel bir şekilde uyum sağlayacağı ifade edilmektedir (McCaffery, 2002:
53,54).
Düz oranlı bir satış vergisinin gerekçelerinden birisi, artan oranlı vergilemenin
iktisadi büyüme üzerinde olumsuz etkiler yarattığına yöneliktir.Şöyle ki, sermaye
birikiminin yeterince oluşmadığı kalkınmanın başlangıç dönemlerinde, gelir dağılımı
kaygısıyla artan oranlı vergilemeyi kullanan ülkelerde, bunun bedeli kalkınmanın
gecikmesi şeklinde olmuştur.Çünkü gelir eşitsizliğinin sağlanması amacıyla vergi
yükünün üst gelir gruplarına doğru kaydırılması toplam tasarrufları azaltmış, bu ise
80
sermaye birikiminin gecikmesine dolayısıyla kalkınmanın ertelenmesine sebep olmuştur
(Karayılmazlar, 2004: 101).
C.A.Knox Lovell ve Johannah Branson tarafından Yeni Zelanda’nın İkinci
Dünya Savaşı sonrası verileri kullanılarak, 2001 yılında yapılan çalışmada, vergi yapısı
ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki incelenmiş ve söz konusu çalışmada elde edilen
sonuçlardan biriside, dolaysız vergilerin, dolaylı vergilere oranla ekonomik büyümeyi
daha fazla olumsuz etkilediğine yönelik olmuştur (Atılgan, 2004: 172-181).
Klasik iktisadi düşünce sistemi içerisinde sermaye birikimi vasıtasıyla iktisadi
büyümenin sağlanmasında, yatırıma dönüştürülmeleri varsayımı dahilinde tasarruflara
çok büyük bir önem verilmiştir. Ekonomideki toplam tasarruflar otomatik olarak yatırım
hacminin, dolayısıyla iktisadi büyüme oranının belirleyicisi durumundadır.Devletin bir
ekonomideki sermaye birikimi miktarını değiştirebilme gücü, geçmişten günümüze
sürekli olarak iktisatçıların merakını uyandıran bir konu olmuştur.Neoklasik iktisat
çerçevesinde, özellikle uygulanan vergi politikalarının, devletin sermaye birikimi
üzerinde kuvvetli bir etkileme gücüne sahip olduğu görülür.Bir ekonomideki iktisadi
faaliyet sürecinde, tasarruf ve yatırımlar sermaye birikimi sürecinin iki önemli aşamasını
oluşturur.Özellikle gelişmekte olan ülkeler açısından duruma bakıldığında, bu ülkelerde
sermaye birikimi meselesinin aslında tasarruf meselesi olduğu görülür.Kişisel
tasarrufları artırmada kullanılacak yöntemlerden birisi, tasarruf edilmesi istenilen gelirin
tasarruf eğilimi düşük gruplardan, tasarruf eğilimi yüksek gelir gruplarına kaydırılmasını
sağlamaktır.Bunu sağlamak içinse, ekonomide uygulanan vergilerin yüksek gelirli
grupların tasarruflarını kısıtlayıcı bir etkide bulunmaması gerekir (Oktayer, 2003:
155,156).
Söz konusu düşünceden hareketle ve iktisadi büyümeye öncelik verilmesi
isteniyorsa buna uygun bir vergi sistemi oluşturulması gerekmektedir.İşte tam da bu
noktada artan oranlı dolaysız bir gelir vergisinin iktisadi büyüme amacı ile çelişki
arzettiği ileri sürülmektedir.
Vergi sistemi içerisinde, dolaysız vergilerden kişisel gelir vergisi, bünyesinde
taşıdığı artan oranlılık nedeniyle, özel kesim tarafından gerçekleştirilen tasarruf
81
düzeyini yükseltmede başarılı bir araç olamaz.Dolaysız vergilerden, artan oranlılık
derecesi yüksek bir kişisel gelir vergisi, gelirin artan kısmını daha yüksek bir oranla
vergilendireceğinden, bireysel tasarruflar üzerinde olumsuz bir etki
oluşturacaktır.Dolaysız vergiler, bir taraftan tasarruf artışlarını daha yüksek oranda
vergilendirir iken, diğer taraftan sermaye gelirlerini vergi kapsamına alarak, sermayenin
getirisini azaltmaktadır.Dolaysız vergilerin söz konusu olumsuzluklarına karşın, dolaylı
vergiler, tüketim üzerinden alındıklarından, tüketim-tasarruf tercihi daha başlangıçta
tasarruf lehinde olmaktadır (Oktayer, 2003: 156-157).
Vito Tanzi ve Howell H.Zee tarafından, vergilemenin özel tasarruf oranları
üzerindeki etkisini tespit etmeye yönelik olarak 21 OECD ülkesine ait 1970-1994
dönemi verilerini kullanarak yapılan çalışmada da, belirtilen hususları doğrular nitelikte
sonuçlar elde edilmiştir.Şöyle ki, gelir vergisi yerine tüketim vergisi uygulanması özel
kesim tasarruflarını olumlu yönde etkileyecektir (Atılgan, 2004: 112,113).
Yine Türkiye için 1963-1990 döneminde, toplam vergi gelirleri içindeki dolaylı
vergilerin oranı ile özel ve toplam tasarruf oranları arasında yapılan karşılaştırmanın
neticelerinin değerlendirilmesi ile benzer sonuçlar elde edildiği görülmüştür.Şöyle ki,
öncelikle belirtilen dönemde, Türkiye’de vergi gelirleri içerisinde dolaylı vergilerin
payının son on yılda sürekli artış gösterdiği ve söz konusu artış ile birlikte göze çarpan
diğer bir noktanın da, gerek özel tasarruf oranının gerekse toplam tasarruf oranının
aynı dönem içerisinde önemli sayılabilecek sıçramalar gösterdiğidir (Karakaş, 1993:
255-258).
İfade edilen hususların göz önünde bulundurulması durumunda, gelir vergisinin
artan oranlılık özellikleri sebebiyle dolaylı vergilere nazaran tasarruflar üzerinde ek yük
oluşturduğu söylenebilir.Bu durum Tablo 2’den de izlenebileceği gibi bir örnek
yardımıyla izah edilebilir:
Bir taraftan, her birinin geliri 20.000.-YTL olan iki birey olduğunu diğer taraftan
ise piyasada tasarruf mevduatına ödenen cari faiz haddinin yüzde 10 ve gelir üzerinden
yüzde 20 oranında bir vergi alındığını varsayalım. Birey A’nın toplam 20.000.-YTL
üzerinden yüzde 20 gelir vergisi ödedikten sonra arta kalan 16.000 YTL’yi aynı yıl
82
içinde harcadığını, diğer bir deyişle tasarruf etmediğini, Birey B’nin ise 20.000.-YTL
geliri üzerinden yüzde 20 gelir vergisi (4000.- YTL) ödedikten sonra arta kalan 16.000
YTL’nin yarısını harcadığını, diğer yarısını ise tasarruf ettiğini düşünelim. Bu durumda
Birey B, ikinci yılda tasarruf ettiği 8000.- YTL üzerinden yüzde 10 faiz geliri elde etmiş
olacak ve toplam geliri 8.800 YTL’ye çıkmış olacaktır. Birey B, elde ettiği faiz geliri (800
YTL) üzerinden yüzde 10 gelir vergisi ödeyecektir. Yani, faiz geliri üzerinden 160 YTL
vergi ödeyecektir. Bu durumda Birey B’nin harcanabilir geliri 8.640.- YTL ( 8.800-160=
8.640) olmaktadır. Bu örnekten açıkça anlaşıldığı üzere her ne kadar birey A, ve birey
B aynı gelire sahipse de Birey B, Birey A’dan daha fazla vergi ödemektedir.Gelirinin
yarısını tasarruf eden Birey B tamamını tüketen birey A’ya göre 160.-YTL fazla vergi
ödemiş olmaktadır. Diğer bir deyişle, tasarrufların vergilendirilmesi dolayısıyla tasarruf
eden birey cezalandırılmış olmaktadır (Aktan, 2002c: 14).
Gelir vergisinin olmadığı, sadece harcamaların vergilendirildiği bir sistemde,
tasarruf edenlerin vergi karşısındaki durumlarının da bir örnek yardımıyla
açıklanmasında fayda görülmektedir.
Bir önceki örneğimizde, A ve B bireylerinin tasarruf ve tüketim tercihleri
konusunda yaptığımız varsayımların geçerli olduğunu düşünelim.Bu durumda birey A,
%25 harcama vergisi karşılığında 4000.- YTL vergi ödeyecektir. Bu durumda, Birey
A’nın bir sonraki yıl harcanabilir geliri söz konusu olmayacaktır. Birey B ise, gelirinin
8000.- YTL’sini, birinci yılda harcamış olsun. Bu durumda Birey B, toplam 2000 YTL
harcama vergisi ödemiş olacaktır. Öte yandan Birey B’ ikinci yıl için kalan 8000 YTL
üzerinden bir faiz geliri elde edecektir (8.000 YTL* %10= 800 YTL). Birey B’nin toplam
gelirini ikinci yılda harcaması halinde ödeyeceği vergi 2200 YTL olacaktır (8.800*% 25
harcama vergisi). Tablodan da izlenebileceği gibi, Birey B , 4200 YTL, Birey A ise 4000
YTL vergi ödemektedir. Ancak, paranın şimdiki değeri dikkat alındığında Birey A ile
Birey B’nin aynı vergiyi ödediklerini söylemek mümkündür. Bu örnek çerçevesinde
düşünüldüğünde gerçekten de harcama vergisinin gelir vergisine göre daha adil ve
doğru olduğu söylenebilir (Aktan, 2002c: 14,15).
83
Tablo 2: Gelir Vergisi ve Tüketim Vergisi Uygulamalarında Bireylerin
Ödedikleri Vergilerin Karşılaştırılması
Gelir Vergisinin Uygulandığı Durum (%20 Gelir Vergisi Oranı)
Birey Geliri(YTL) 1.Yıl Tüketimi
1.Yıl Ödenen Vergi
2.Yıl Tüketimi
2.Yıl Ödenen Vergi
A 20.000 16.000 4.000 0 - B 20.000 8.000 4.000 8.640 160 Tüketim Vergisinin Uygulandığı Durum (%25 Tüketim Vergisi Oranı)
A 20.000 16.000 4.000 0 - B 20.000 8.000 2.000 8.800 2200
Kaynak: (Aktan, 2002c: 15)
Dolaysız vergilerin aleyhinde olanların bir diğer dayanak noktası ise, emeğin
üretime katılması karşılığı olan ücreti hedef alan bir verginin çalışma gayreti üzerindeki
etkisinde ortaya çıkmaktadır.Birey bu durumda birbiriyle çelişen iki etkinin baskısını
hissedecektir.Bir yanda vergi; kaybedilen geliri telafi etmek için daha fazla çalışma
yönünde bir gelir etkisi yaratırken(vergi sebebiyle azalan gelirini daha fazla çalışarak
telafi etmek için), diğer yanda çalışma yerine dinlenmeyi ikame edebilir.Bu ikame etkisi
ise, marjinal vergi oranlarının bir fonksiyonu olacaktır.Artan oranlı vergilemenin, çalışma
gayreti üzerinde yaptığı olumsuz etki, artan oranlılığın derecesine bağlı olarak
değişecektir.Artan oranlılık ne kadar kuvvetli olursa, emek arzı da aynı ölçüde
azalacaktır.Marjinal oranlardaki bir indirim ise, emek arzı üzerinde olumlu etki
yapacaktır.Zira, marjinal gelir vergisindeki bir indirim bireyin dinlenceye ayıracağı
zamanın fiyatını artıracaktır (Karayılmazlar, 2004: 97-98).
Bu sebeple, artan oranlı gelir vergisinin toplumun en iyi maaş ödenen
dolayısıyla en üretken olan üyelerini ilave gayretten caydırdığı ileri sürülmektedir (The
Economist, 2005: 9).
Diğer taraftan yüksek oranlı vergilemenin bireylerin ekonomik faaliyetleri
üzerinde de olumsuz etkiler yaratarak refah kaybına sebep olduğu ileri sürülmektedir.
Zira, bu görüşü savunanlara göre, yüksek marjinal oranlar, vergi sonrası getiriyi
azaltmaktadır.Vergileme, bireysel davranışlarda herhangi bir değişiklik yaratmıyorsa,
aşırı yük ve ekonomik etkinsizlik söz konusu olmayacaktır.Bu açıdan etkin bir vergi
84
sistemi aşırı yükü minimize eden bir yapıda olmalı ve davranışları en az seviyede
değiştirmelidir.Çünkü vergiler kamu hizmetlerinin finansmanında kullanıldığına göre,
üretilen mal ve hizmetlerin toplam sosyal yararı, toplanan vergi gelirlerinin değerine eşit
olarak kalmalı ve böylelikle yaratılan aşırı yükü karşılamalıdır.Ancak artan oranlı
vergiler söz konusu olduğunda vergi sisteminin ekonomik faaliyetleri caydırıcı etkileri
oluşmaktadır (Karayılmazlar, 2004: 96,97).
Artan oranlı gelir vergisinin karşısında olanların bir diğer gerekçesi ise, söz
konusu vergilemenin vergi kaçakçılığını teşvik ettiğine yönelik olmaktadır.Bu görüşe
göre, yüksek marjinal vergi oranlarına ekonomik aktörlerin göstereceği tepkinin kayıt
dışına çıkmak şeklinde olması şaşırtıcı değildir.Haksız rekabete yol açması sebebiyle
adaletsizlik yaratan kayıt dışı ekonominin daraltılabilmesi için marjinal vergi oranlarının
indirilmesi gerektiği ileri sürülmektedir.
Bahsekonu edilen dolaysız vergilerin artan oranlılık ile tasarruf ve yatırımları
vergileme gibi olumsuz etkileri karşısında, söz konusu olumsuz etkilerin ortadan
kaldırılmasına yönelik olarak özellikle ABD’de olmak üzere birtakım reform
önerilerinde bulunulduğu görülmektedir.
Bu yöndeki önerilerden biriside ABD Senatörü Richard Lugar tarafından
hazırlanan plandır (Türkan, 1997: 25).
Lugar Planı olarak adlandırılan söz konusu plana göre, mal ve hizmetler
üzerine konulan ulusal satış vergisi, gelir ve kurumlar vergisi ile birlikte sermaye
kazançları vergisi ve emlak vergisinin yerine geçecektir.Bu durumda %17 oranındaki bir
ulusal satış vergisinin, Amerikan cari gelir vergisi sisteminin sağladığı gelir kadar gelir
yaratması tahmin edilmektedir. Bugün Amerikanın en önemli sorununun düşük tasarruf
oranları olduğu, hatta OECD 1993 verilerine göre, ABD’deki tasarruf oranlarının diğer
endüstrileşmiş ülkeler arasında %1.8 ile en düşük seviyede bulunduğu (İngiltere %2.6,
Kanada %2.6, Fransa %4.2, Almanya %5.9 ) ve bu olumsuz koşulların sebebi olarak ta
girişimcileri ve tasarrufları cezalandıran gelir vergisi sistemi olduğu ileri sürülmektedir.
Ulusal satış vergisinin ise, tasarrufların artmasında güçlü bir etkisi olacağı ileri
sürülmektedir. Söz konusu tasarıya göre, yükselen tasarruf oranları, güçlü ekonomik
85
gelişme, daha düşük faiz oranları, reel ücretlerin düzeltilmesi, yeni iş imkanlarının
yaratılması konularında sağlanacak başarının anahtarı olacaktır (Lugar: t.y.:2,3).
Diğer taraftan, ABD’de gelir vergisinin satış vergisi ile yer değiştirmesi
durumunda, ekonomik etkilerin ne olacağına yönelik hususlarının araştırılması için
1993 yılında Cato Enstitüsünce, Boston Üniversitesinden Laurence Kottlikoff
görevlendirilmiştir.Kottlikoff tarafından yapılan çalışmanın sonuçları da, Lugar Planında
belirtilen hususları teyit eder nitelikte olmuştur.Şöyle ki, ulusal satış vergisinin, kişisel
gelir vergisi, kurumlar vergisi ve emlak vergisinin tamamı ile yer değiştirmesi
durumunda, gerekli vergi oranı ilk olarak %17.4 olarak hesaplanmıştır.Bu sistemin
uygulanmasından 10 yıl sonra ise, tasarruf oranının yükseleceği (iki kattan daha fazla),
sermaye stokunun yaklaşık %8 yükseleceği, reel ücret oranının yaklaşık %3 artarken,
faiz oranlarının ise %8 düşeceği iddia edilmiştir (Moore, 1995: 6).
Görüleceği üzere, dolaylı vergilere karşı olanların temel dayanakları büyük
ölçüde, söz konusu vergililerin ödeme gücüne göre vergileme esasına aykırılık teşkil
etmesi nedeniyle adalet ilkesine uygun olmadığı noktasında birleşmektedir.Dolaylı
vergilere taraf olanlar ise, daha ziyade tasarruf ve iktisadi büyüme üzerindeki olumlu
etkilerini göz önünde bulundurmak suretiyle, söz konusu vergilerin tercih edilmesi
gerektiği yönünde fikir beyan etmektedirler.Bununla birlikte, dolaylı vergileri savunanlar,
bu vergilerin, iktisadi büyümeye olan olumlu katkılarının yanı sıra, düşük gelirli kişiler
üzerindeki olumsuz etkilerinin de bertaraf edilerek, vergilemede adalet ilkesine uygun
hale getirebileceğini iddia etmektedirler.
Bu durumda, dolaylı vergileri savunanların gerekçelerinin, tezimizin 1.4
bölümünde belirtilen vergileme ilkeleri doğrultusunda değerlendirilmesinde fayda
görülmektedir.
2.7. Dolaylı Vergi Savunucularının Vergilendirme İlkeleri
Bağlamında Dayanakları
Dolaylı vergilere yöneltilen eleştirilen odak noktasını söz konusu vergilerin
vergilemede adalet ilkesine aykırılık teşkil etmesi olduğundan ve diğer taraftan söz
86
konusu görüşü savunanların bu konudaki dayanaklarından tezimizin 2.5 bölümünde
bahsedilmişti.
Buna karşın, dolaylı vergileri savunanlarından da, söz konusu vergilerin adil
olabileceğini iddia ettiklerini görmekteyiz.
Yani dolaylı vergilerin gerileyici yapılarının kolayca bertaraf edilmesinin
mümkün olacağı öne sürülmektedir.Bunun yöntemleri konusunda ise birtakım araçlar
geliştirilmiştir.
Nitekim, Lugar Planında, ulusal satış vergilerinin düşük gelirli kişiler üzerindeki
etkilerinin hafifletilmesi için zorunlu ihtiyaç maddelerine muafiyet uygulanması yoluyla,
artan oranlı olacak şekilde bir düzenleme yapılabileceğinden bahsedilmektedir.Bundan
dolayı, %17 olarak uygulanması önerilen satış vergisi oranının uygulanan muafiyetlere
bağlı olarak biraz daha düşük veya yüksek olabileceği de ifade edilmektedir (Lugar,
t.y.:2,3).
Buna karşın, bazı mal ve hizmetlere sıfır vergi oranı uygulanması, diğer bir
deyişle uygulanacak vergi muafiyeti ile, dolaylı vergilerin gerileyici etkilerinin bir ölçüde
artan oranlı yapıya kavuşturulmaya çalışılması yeni bir öneri olarak algılanmamalıdır.
Zira, İngiltere’de dolaylı bir vergi türü olan katma değer vergisinin gıda
maddeleri, barınma ve çocuk giysileri alanlarında uygulanan sıfır vergi oranları
sebebiyle, artan oranlılık özeliğine sahip olduğu ifade edilmektedir (Tait, 1988: 216).
Diğer taraftan, herkes için geçerli olacak bir vergi iadesi meblağı
belirlenebilir.Amerika’da Cato Enstitüsünce yapılan bir çalışmada, her bir bireyin bir yıl
boyunca yapacağı ilk 5.000.-USD tutarındaki alımları için yapılacak bir vergi iadesini
herkesin kabul edeceği ileri sürülmektedir.Bunun anlamı dört kişilik bir ailenin, her yıl
20.000.-USD tutarındaki ilk alımları için vergi ödemeyeceğidir.Vergi iadesi sağlamanın
değişik yolları vardır.Örneğin %18 oranında bir satış vergisi konulduğu varsayıldığında,
her yıl dört kişilik bir ailenin 3.600.-USD tutarında (20.000.-USD*%18) bir vergi iadesi
yetkisi olacak.Hükümet dört kişilik bir aileye, 900.-USD veya iki kişilik bir aileye 450.-
USD tutarında üç aylık vergi iadesi çeki gönderebilir (Moore, 1995: 6,7).
87
Diğer bir yöntem ise, her aileye yıllık bir akıllı kart (smart card)
sağlanmasıdır.Bu aile büyüklüğünü temel alan bir satış vergisi kredisi olarak ifade
edilebilir.Bu sistemde örneğin çocukları olmayan evli bir çift, kartlarıyla 10.000.-USD
tutarında bir kredi alacak ve çiftin yaptığı alımlar, akıllı karttaki 10.000.-USD kredi
kullanılana kadar hesaptan düşülecektir.Çiftin 10.000.-USD tutarındaki alımlarından
sonra ise aile satış vergisi ödemeye başlayacaktır (Moore, 1995: 7).
Ayrıca, bazı maliyecilere göre, bütçenin harcama kalemleri, düşük gelir
gruplarına yönelik olarak kullanılıyorsa, sadece vergi yansımasının incelenmesi hatalı
sonuçlara sebep olabilir.
Eğer düşük gelirli gruplar ödedikleri vergiden daha fazla fayda temin ediyor,
buna karşın yüksek gelir gruplar temin ettikleri faydadan daha çok ödemede
bulunuyorlarsa, bu tip sistem kendisini gösterir.Dolaylı vergilerin alternatifi durumunda
olan artan oranlı vergilemenin, tek başına gelirin yeniden dağılımını sağlayacağı doğru
değildir.Aynı durum düz oranlı vergileme içinde geçerlidir.Gerçekten devlet
harcamalarının büyük bir kısmı üst gelir gruplarının ihtiyaçlarının teminine tahsis
edilirse, artan oranlı bir gelir vergisi dahi reel gelir eşitsizliğinin artmasına engel
olamayabilir.Diğer tarafından devlet tarafından sağlanan fayda, tamamen işsizlik
tazminatı, fakirlere yardım ve sosyal hizmetler vb. şeklinde ise azalan oranlı bir vergi
sistemi dahi, yeniden dağıtım yapan mali sistemin faydalı bir unsuru olabilir. Yani bir
vergi sistemin yapısında değişiklik yapılması veya bir vergi artışı söz konusu
olduğunda, ancak değişiklik yapıldıktan sonra oluşan vergi gelirinin harcama tarzı olan
son durum, değişmenin mahiyetini belirleyecektir.Aynı miktardaki yeniden dağılım,
artan oranlı vergi tarifesiyle sağlanacağı gibi, gelişen sosyal hizmetleri finanse etmek
için bir satış vergisi konulması ile de sağlanabilir (Buchanan, 1966: 15,17).
Düz oranlı ve artan oranlı bir gelir vergisi ile kamu harcamalarının analize dahil
edilmesi suretiyle Yeni Zelanda’da yapılan bir çalışmada, %25’lik bir düz vergi
sistemine göre, mevcut artan oranlı vergi sisteminde, hanelerin sadece en zengin
%10’unun daha fazla vergi ödeyeceği belirtilmektedir. Kaldı ki, söz konusu çalışmada
kamunun harcamalarına dikkat çekilerek, Şekil 8’den de izlenebileceği üzere Yeni
Zelanda’da yeniden dağıtımın büyük kısmının, devlet bütçesinin diğer tarafında,
88
fakirler için daha fazla harcama yapılarak sağlanacağı ifade edilmektedir (The
Economist, 2005:7).
Şekil 8. Yeni Zelanda’da Kamu Harcaması ve Hanehalkı Başına Ort. Vergi
0
20
40
60
80
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10
Artan Oranlı Gelir Vergisi
Düz Oranlı Vergi
Ortalama Eğitim, Sağlık veRefah Harcamaları
Hanehalkı Piyasa Gelir Yüzdeleri
Kaynak: (The Economist, 2005:7)
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere dolaylı vergilerin lehinde
olarak nitelendirmiş olduğumuz ve gelir vergisi karşısında dolaylı vergilere yer verilmesi
gerektiğini savunanların da, bir taraftan dolaylı vergilerin gerileyici etkileri sebebiyle
düşük gelirli kişiler üzerinde ağır bir yük oluşturduğunu kabul ettikleri görülmektedir.Söz
konusu kabulün yapılmış olması ise, dolaylı vergilerin adil olmadıkları yönünde bir
düşünce beyan etmelerini sağlamamış aksine, yukarıda izah edilen yöntemler
kullanılmak suretiyle söz konusu vergilerin adil olabileceğini ifade etmelerine zemin
oluşturmuştur.
Diğer taraftan çoğu ülkenin mevcut mekanizmaları içerisinde zaten zorunlu
satış vergileri olduğu için çoğu vergi ödeyicisi satış vergisi sisteminin nasıl işlediğinin
bilincinde, dolayısıyla satış vergisinin minimum masrafla başarı sağlayacağı ifade
edilmektedir.(Lugar, t.y: 4)
Yanı sıra, bahsedildiği üzere artan oranlı bir vergilemenin, birtakım ekonomik
faaliyetleri çarpıttığı veya engellediği ileri sürülmektedir.Bu durumda, kalkınmanın kritik
89
faktörlerinden ve pozitif dışsallık üreten tasarrufları ve çalışma gayretini
çarpıtmaktadır.Buna karşın, dolaylı bir satış vergisinin iktisadi faaliyetlere zarar vermesi
sözkonusu değildir.(Karayılmazlar. 2004: 98)
Bu anlamda, dolaylı vergiler, tezimizin birinci bölümünde bahsekonu edilen
vergileme ilkelerinden ekonomik etkinlik ilkesine uygun bir vergileme şekli olacaktır.
Zira, tezimizin 1.4.2.1 bölümünde açıklandığı üzere, bireylerin çalışma gayreti, yatırım
ve tasarrufları üzerinde olumsuz etkileri olmayan bir verginin etkin olduğu kabul
edilmektedir.
Ayrıca, dolaylı vergi uygulamasının en önemli getirilerinden birisi basitlik
olacaktır.Bu uygulama ile birlikte, yıllık vergi denetimleri, beyanname doldurmak tarih
olacaktır.Vergi denetim korkusunun yol açtığı zorunlu maliyetler ortadan kalkacaktır.Her
ne kadar Lugar’ın düz vergi taraftarlarını, vergi sistemini basitleştirdikleri için taktir ettiği
bilinse de, hiçbir şeyin formun olmadığı bir sistemden daha basit olamayacağı ifade
edilmektedir.(Lugar, t.y.:3 )
Bu özellikleri itibariyle de dolaylı vergilerin, vergilemede basitlik ilkesine uygun
bir vergilendirme şekli olduğu söylenebilir.
Zira, tezimizin 1.4.2.2 bölümünde açıklandığı üzere çok önemli bir
vergilendirme ilkesi olan basitlik ilkesine göre bir vergi sistemi basit ve kolay olduğu
ölçüde uygulanabilirdir.Dolaylı bir vergi, vergi beyannamesini ortadan kaldırmakla,
verginin hesaplanmasında güçlükleri ve bu sebeple muhasebeci tutulması masraflarını
da ortadan kaldırmış olmaktadır.
Diğer taraftan dolaylı vergilerin verimlilik ilkesine uygun bir vergilendirme şekli
olduğu ileri sürülmektedir.Çünkü, artan oranlı gelir vergisi yerine düz oranlı ve tüketim
tabanlı bir verginin uygulanması durumunda en önemlisi vergi kaçakçılığı engellenmiş
olacaktır.Marjinal vergi oranlarının kaldırılması ve tasarrufların vergilendirilmemesi bir
taraftan kalkınmayı sağlarken diğer taraftan devlet açısından vergi gelirlerini
artıracaktır.(Karayılmazlar, 2004: 101,102)
90
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TÜRKİYE’DE VE OECD ÜLKELERİNDE DOLAYLI
VERGİLER VE GELİR DAĞILIMI İLİŞKİSİ
İkinci bölümde, dolaylı vergilerin gelir dağılımı üzerindeki etkilerine ve dolaylı
vergi savunucuları ile karşıtlarının görüşlerine teorik olarak değinildikten sonra, bu
bölümde, Türkiye ve OECD ülkelerinin vergi gelirleri içerisinde, dolaylı vergilerin payının
ne olduğu ve söz konusu vergilerin gelir dağılımı üzerindeki etkilerine değinilmesinde
fayda görülmektedir.Rakamlarla fiili durumu aktarmak, gerek dolaylı vergi karşıtlarının
gerekse savunucularının görüşlerinin analiz edilmesine olanak sağlayacaktır.
3.1. Türkiye ve OECD Üyesi Ülkelerde Dolaylı Vergiler
Tezin bu bölümünde, gerek Türkiye gerekse OECD üyesi ülkelerde dolaylı
vergilerin gelişim süreci incelenecektir.Günümüzde toplam vergi gelirlerinin ne
kadarının dolaylı vergilerden karşılandığı hususu bir tarafa, uzun dönemli bir inceleme
bize, vergi yapısındaki dolaylı-dolaysız vergileme ağırlığının zamanla ne yönde
değiştiği konusunda yararlı olacaktır.Bu sebeple, inceleme döneminin başlangıcı olarak
gerek Türkiye gerekse OECD üyesi ülkeler açısından iktisadi ve mali anlamda yapısal
bir dönüşümü ifade eden 1980 yılı tercih edilmiştir.
3.1.1. Türkiye’de Dolaylı Vergiler
Türkiye’de konsolide bütçe gelirleri içerisinde dolaylı ve dolaysız vergilerin
payına bakıldığında, 1980 ve 2005 periyodunda dolaylı vergilerin genel olarak artış
eğiliminde olduğu gözlenmektedir.
Tablo 3’ten de izlenebileceği gibi, konsolide bütçe vergi gelirleri içerisinde
dolaylı vergilerin payı, 1980 yılında %37.20 iken, 2005 yılı itibariye söz konusu payın
%69,44 gibi yüksek bir seviyeye eriştiği görülmüştür.
91
Tablo 3. Türkiye’de Konsolide Bütçe Vergi Gelirleri
Cari Fiyatlarla (Bin) YTL % Dağılım
Yıllar Dolaysız Vergiler
Dolaylı Vergiler
Toplam Dolaysız Vergiler
Dolaylı Vergiler
Toplam
1980 471 279 750 62.80 37.20 100 1981 768 423 1.191 64.48 35.52 100 1982 827 478 1.305 63.37 36.63 100 1983 1.149 785 1.934 59.41 40.59 100 1984 1.382 990 2.372 58.26 41.74 100 1985 1.826 2.004 3.830 47.68 52.32 100 1986 3.106 2.866 5.972 52.01 47.99 100 1987 4.492 4.559 9.051 49.63 50.37 100 1988 7.066 7.166 14.232 49.65 50.35 100 1989 13.645 11.905 25.550 53.41 46.59 100 1990 23.657 21.742 45.399 52.11 47.89 100 1991 41.094 37.549 78.643 52.25 47.75 100 1992 71.393 70.209 141.602 50.42 49.58 100 1993 128.324 135.949 264.273 48.56 51.44 100 1994 283.733 304.027 587.760 48,27 51,73 100 1995 460.437 623.913 1.084.350 42,46 57,54 100 1996 884.068 1.360.026 2.244.094 39,40 60,60 100 1997 1.931.970 2.813.514 4.745.484 40,71 59,29 100 1998 4.304.108 4.924.488 9.228.596 46,64 53,36 100 1999 6.715.638 8.086.642 14.802.280 45,37 54,63 100 2000 10.849.962 15.653.736 26.503.698 40,94 59,06 100 2001 16.080.919 23.655.009 39.735.928 40,47 59,53 100 2002 20.077.498 39.554.370 59.631.868 33,67 66,33 100 2003 27.808.099 56.508.070 84.316.169 32,98 67,02 100 2004 27.996.744 62.080.117 90.076.861 31,08 68,92 100 2005 32.672.814 74.256.413 106.929.227 30,56 69,44 100 Kaynak: Hazine Müsteşarlığı, Bütçe Finansman İstatistikleri,(Çevirimiçi) http// www.
hazine.gov.tr/stat.07 Ocak 2007.
Diğer taraftan, dolaylı vergilerin kendi içerisindeki değişimine bakıldığı zaman,
Tablo 4’ten de izlenebileceği üzere, 1980’lerden sonra, vergi sisteminde mal ve
hizmetlerden alınan vergilerin genel olarak artış eğiliminde olduğu görülmektedir. Bu
grubun önemli gelir kalemlerinin ise dahilde alınan KDV(1985 yılından itibaren
yürürlüğe girmesiyle birlikte), akaryakıt tüketim vergisi (2002 yılına kadar) ve özel
tüketim vergisi (2002 yılından itibaren yürürlüğe girmesiyle birlikte) olduğu
anlaşılmaktadır.
92
Tablo 4. Türkiye’de Genel Bütçe Vergi Gelirleri Tahsilatının Yüzde Dağılımı
Yıllar Mal Ve Hizmetlerden Alınan Vergiler
Dış Ticaretten Alınan Vergiler
Vergi Gelirleri Toplamı
Dahilde Alınan Muamele Vergisi
ATV+ ÖTV
Diğer Toplam Gümrük Vergisi
İthalat Muamele Vergisi
Diğer Toplam
1980 8.0 - 10.7 18.7 3.8 2.3 3.7 9.8 100
1981 4.9 - 15.1 20.0 3.7 3.9 2.8 10.4 100
1982 5.6 - 19.7 25.3 3.6 3.8 7.4 14.8 100
1983 6.4 - 20.5 26.9 4.6 4.6 8.4 17.6 100
1984 5.6 - 19.8 25.4 6.2 5.5 9.3 21.0 100
Dahilde Alınan KDV
İthalde Alınan KDV
1985 14.1 1.2 12.7 28.7 5.7 10.0 3.5 19.2 100
1986 17.4 0.9 12.7 31.0 4.8 8.8 2.9 16.5 100
1987 17.0 0.8 12.5 30.6 4.7 11.1 3.7 19.5 100
1988 18.1 1.1 11.7 31.5 4.1 10.7 3.9 18.7 100
1989 16.4 2.6 10.9 29.9 2.8 8.9 4.8 16.5 100
1990 16.8 2.7 10.6 30.1 2.3 10.4 4.9 17.6 100
1991 18.5 3.0 10.2 31.6 1.3 10.5 4.4 16.2 100
1992 19.1 4.8 9.5 33.4 1.2 10.6 4.3 16.1 100
1993 19.3 4.8 9.8 33.9 3.3 11.7 2.5 17.5 100
1994 20.7 8.8 10.6 40.1 2.4 12.3 2.1 16.8 100
1995 18.9 9.5 11.2 39.6 2.8 13.2 2.0 18.0 100
1996 18.7 13.5 11.1 43.3 2.4 14.4 0.5 17.3 100
1997 18.2 13.4 10.2 41.8 2.4 14.8 0.2 17.4 100
1998 17.2 11.6 10.3 39.1 1.8 12.3 0.2 14.3 100
1999 16.0 15.2 10.1 41.3 1.6 11.7 0.1 13.4 100
2000 16.9 12.3 13.7 42.9 1.4 14.7 0.1 16.2 100
2001 18.3 14.2 13.1 45.6 0.9 13.0 0.1 14.0 100
2002 19.4 22.9 8.1 50.4 1.0 14.8 0.1 15.9 100
2003 18.3 26.5 7.3 52.1 1.0 13.8 0.1 14.9 100
2004 18.5 26.0 7.6 52.1 1.2 15.5 0.1 16.8 100
2005 17.1 27.5 8.5 53.1 1.1 15.0 0.1 16.2 100
Kaynak: 1980-1991 Dönemi Verileri: (Korkmaz, 2003: 152-161)
1992-2005 Dönemi Verileri: Gelir İdaresi Başkanlığı, Vergi İstatistikleri,
(Çevrimiçi) http//www.gib.gov.tr/index.php?id= 271, 24 Ocak 2007.
93
Tablo 4 verilerinin incelenmesi neticesinde görüleceği üzere, 2002 yılına kadar
mal ve hizmetlerden alınan vergiler içerisinde, dahilde alınan KDV’nin ağırlıkta olduğu,
2002 yılından itibaren ağırlığın özel tüketim vergilerine kaydığı görülmektedir.
Dolaylı vergiler içerisinde en büyük paya sahip olan ÖTV’nin, 2005 yılı itibariyle
hangi mal gruplarından ne ağırlıkta tahsil edildiğini ise Şekil 9 yardımıyla
görebiliriz.2005 yılında, petrol ve doğalgaz ürünlerine ilişkin olarak tahsil edilen
ÖTV’nin, yaklaşık %60 ile özel tüketim vergileri toplamı içerisinde ilk sırada olduğunu
görmekteyiz.
Petrol ve doğalgaz ürünlerinden tahsil edilen ÖTV’yi, yaklaşık %26 pay ile
kolalı gazoz, alkollü içki ve tütün mamüllerine ilişkin olarak tahsil edilen ÖTV
izlemektedir.
Motorlu taşıt araçlarına ilişkin olarak tahsil edilen ÖTV’nin toplam özel tüketim
vergileri içerisindeki payı yaklaşık %12 iken, %2 pay ile dayanıklı tüketim ve diğer
mallara ilişkin ÖTV’nin özel tüketim vergilerine en az katkıyı sağladığı görülmektedir.
Şekil 9. Toplanan ÖTV’nin Mal Gruplarına Dağılımı (2005)
60%26%
12% 2% Petrol ve Doğalgaz
Kolalı Gazoz Alkollü İçki
ve Tütün
Motorlu Taşıtlar
Dayanıklı Tüketim ve
Diğer Mallar
Kaynak: Gelir İdaresi Başkanlığı, Vergi İstatistikleri,(Çevrimiçi) http//www.gib. gov.tr/
index. php?id= 271, 24 Ocak 2007.
94
Diğer taraftan, dolaylı vergilerden, dış ticaret vergilerinin, toplam vergi gelirleri
içindeki payı, 1980’li yıllara kadar oldukça önemli bir seviyede iken liberal ekonomi
politikalarının uygulanmasıyla, düşme eğilimi göstermiştir.Şöyle ki, 1963 yılında, toplam
vergi gelirlerinin, %25.6’sı, 1969 yılında ise %23.5’i dış ticaret vergilerinden
kaynaklanmaktaydı.Diğer bir deyişle, ithal ikameci politikaların uygulandığı dönemlerde
vergi gelirlerinin yaklaşık dörtte biri dış ticaret vergilerinden oluşmaktaydı (Tokatlıoğlu,
2005: 66).
1980 yılında ise, dış ticaret vergilerinin, toplam vergi gelirlerine olan katkısı
%9.8 seviyesine gerilemiştir.1980 yılından sonra, toplam vergi gelirleri içindeki dış
ticaret vergileri payının giderek yükseldiği, 1984 yılında en yüksek seviyesi olan %21’e
ulaştığı görülmüştür.Bu tarihten sonra ise göreceli olarak düşük seyreden söz konusu
payın, 2005 yılı itibariyle, %16.2’ye gerilediği görülmektedir.
Dış ticaret vergilerinden gümrük vergilerinin, toplam vergi gelirleri içindeki payı
genel olarak azalmıştır.Gümrük vergilerinin 1980’li yıllardan önceki gelişimine
bakıldığında, 1947-1955 yılları arasında toplam vergi gelirleri içerisinde gümrük
vergilerinin payının, yaklaşık %10 düzeyinde gerçekleştiği görülmüştür.
Sabit kur ve enflasyon dolayısıyla ihraç mallarının nispi fiyatının artmış olması
ve dış ticaret hacminin daralması sebebiyle, 1956-1958 periyodunda toplam vergi
gelirleri içinde gümrük vergisinin payı yaklaşık %7 olarak gerçekleşmiştir.Nihayet 1958
devalüasyonu ile dış ticaret hacmine paralel olarak gümrük vergisinin vergi hasılatı
içindeki payı da artmış, 1959’da bu pay %11.39 olmuştur.1967 yılına kadar bu seviyede
seyreden gümrük vergisi payının, 1968 yılında %8.20 ‘ye düştüğü, azalmanın 1975
yılına kadar devam ederek 1975 yılında söz konusu oranın, %6.18 seviyesine gerilediği
görülmüştür (Korkmaz, 2003: 162).
Gümrük vergilerinin, 1980 yılında düşmüş olduğu %3.8 seviyesinden, genel
olarak azalış eğilimini devam ettirerek 2005 yılında %1.1 seviyesine kadar gerilediği
görülmüştür.
Buna karşın, ithalde alınan KDV’nin günümüzde, toplam vergi gelirleri
içerisinde en büyük paya sahip olan dış ticaret vergisi olduğu görülmektedir.1980
95
yılında ithalat muamele vergisi adıyla tahsil edilen verginin toplam vergi gelirleri içindeki
payı %2.3 iken, 1985 yılında KDV’nin yürürlüğe girmesiyle ithalde alınan KDV’nin
toplam vergi gelirleri içindeki payının %10’a yükseldiği görülmüştür.
2005 yılına gelindiğinde ise ithalde alınan KDV’nin toplam vergi gelirleri
içindeki payı %15 seviyesine yükselmiştir. Bu ise 1980 yılına göre, alınan KDV’nin
toplam vergi gelirleri içindeki payının yaklaşık %552.2 seviyesinde yükseldiği anlamına
gelmektedir.
Sonuçla, ilgili dönem itibariyle, toplam vergi gelirleri içinde, gümrük vergilerinin
payı azalırken, ithalde alınan KDV’nin payı artmıştır.
3.1.2. OECD Üyesi Ülkelerde Dolaylı Vergiler
Toplam vergi gelirlerinin ne kadarının dolaylı vergilerden karşılandığı
hususuna, OECD üyesi ülkeler açısından bakıldığında, Türkiye’deki oranlar daha da
dikkat çekici hale gelmektedir.
Tablo 5’te 2004 yılı itibariye Türkiye dışındaki OECD üyesi ülkelerin toplam
vergi gelirleri içindeki dolaylı ve dolaysız vergi payları belirtilmiştir.Tezin 3.1.1.
bölümünde yer aldığı üzere Türkiye’de 2004 yılı itibariyle toplam vergi gelirlerinin
%68.9’u dolaylı vergilerden karşılanmaktaydı.
Tablo 5 verilerinin incelenmesi ile 2004 yılı verilerine göre, OECD üyesi
ülkeler içerisinde sadece Meksika ve Slovakya’da, Türkiye’ye benzer şekilde vergi
gelirlerinin önemli bir kısmının dolaylı vergilerden karşılandığı görülmektedir.2004 yılı
itibariyle Meksika’da toplam vergi gelirlerinin %67.2’si dolaylı vergilerden
karşılanmıştır.Meksika’yı, %65.6 dolaylı vergi payı ile Slovakya Cumhuriyeti takip
etmektedir.
Tablo 5 verilerine göre, toplam vergi gelirlerine dolaylı vergilerin en az katkıyı
yaptığı ülkelerin başında, ABD ve Avustralya’nın geldiği görülmektedir.2004 yılı
itibariyle, ABD’de, toplam vergi gelirlerinin %24.9’unun dolaylı vergilerden karşılandığı
görülürken, bu oran Avustralya’da %28.5 düzeyinde geçekleşmiştir.
96
Tablo 5. 2004 Yılı İçin OECD Üyesi Ülkelerde Toplam Vergi Gelirleri
İçerisinde Dolaysız ve Dolaylı Vergi Payları
Ülke Dolaysız Vergiler Dolaylı Vergiler
Avusturya 55,6 44,1 Avustralya 71,5 28,5 Belçika 61,9 36,5 Kanada 69,2 30,8 Çek Cumhuriyeti 45,4 54,0 Danimarka 66,1 33,5 Finlandiya 56,2 43,5 Fransa 53,3 46,4 Almanya 50,3 49,2 Yunanistan 42,7 56,9 Macaristan 40,3 59,4 İzlanda 54,9 45,1 İrlanda 55,1 44,5 İtalya 53,8 45,8 Japonya 67,4 32,6 Kore 49,8 50,2 Lüksemburg 57,2 42,6 Meksika 32,8 67,2 Hollanda 47,3 51,4 Yeni Zelanda 66,2 33,8 Norveç 62,2 37,8 Polonya 37,9 60,9 Portekiz 42,3 57,3 Slovakya Cumhuriyeti 34,0 65,6 İspanya 55,7 43,7 İsveç 63,5 36,1 İsviçre 68,7 31,3 İngiltere 60,1 39,4 ABD 75,1 24,9
Kaynak: FTA, Tax Burden 2006, (Çevrimiçi)http:www.estv.admin.ch/data/sd/e/
inter/pdf/2006/dir-indir-aktuell-21.pdf, 05 Ocak 2007.
Bununla birlikte, OECD ülkeleri; dönemsel olarak bir incelemeye tabi tutulduğu
zaman, genel satış vergilerinin toplam vergi gelirleri içerisindeki ağırlığının zaman
içinde arttığı görülmüştür.Tablo 6’dan da izlenebileceği gibi, önemli bir dolaylı vergi türü
olan genel satış vergilerinin toplam vergi gelirleri içindeki payı, OECD ülkeleri ortalama
97
değerleri ele alındığında, 1980 yılında %15.3 seviyesinde iken 2003 yılında %18.9
seviyesine ulaşmıştır.
Tablo 6. OECD Üyesi Ülkelerde Genel Satış Vergilerinin Toplam Vergi
Gelirleri İçindeki Payı
Ülke 1980 1985 1990 1995 2000 2002 2003
Avusturya 20.1 21.0 20.8 18.7 18.8 18.7 18.4 Avustralya 5.3 7.9 8.0 8.7 12.0 13.5 13.7 Belçika 17.0 15.8 16.5 15.3 16.3 15.7 15.6 Kanada 11.5 13.2 14.1 14.0 14.3 15.0 15.1 Çek Cumhuriyeti - - - 16.7 18.3 17.4 17.1 Danimarka 22.3 20.1 20.5 19.3 19.3 20.1 20.1 Finlandiya 17.4 18.3 19.3 17.4 17.4 18.2 19.4 Fransa 21.1 20.0 18.8 17.4 16.9 16.7 16.8 Almanya 16.6 15.8 16.6 17.4 18.4 18.0 17.9 Yunanistan 13.2 17.2 26.5 23.0 21.8 23.6 22.4 Macaristan - - - 19.4 26.1 24.5 26.1 İzlanda 28.9 33.0 32.3 31.7 29.8 28.1 27.7 İrlanda 14.8 20.6 20.6 21.2 23.1 25.0 24.5 İtalya 15.6 14.5 14.7 13.8 15.4 15.0 14.2 Japonya - - 4.4 5.4 9.1 9.5 9.5 Kore 22.0 21.1 19.7 18.9 17.0 18.9 18.2 Lüksemburg 11.6 12.8 13.9 14.0 14.6 14.8 15.5 Meksika 15.7 15.9 20.8 16.9 18.7 19.3 19.4 Hollanda 15.8 16.2 16.5 15.6 17.4 19.2 19.7 Yeni Zelanda 10.2 10.4 22.4 22.8 24.9 25.3 26.1 Norveç 18.2 18.2 18.8 21.2 20.3 20.4 20.0 Polonya - - - 17.1 22.0 21.3 21.7 Portekiz 16.2 12.6 19.6 22.4 23.2 22.8 22.9 Slovakya Cumhuriyeti - - - - 22.5 23.3 22.0 İspanya 10.2 14.7 16.0 15.9 17.5 16.7 17.2 İsveç 13.4 14.0 14.9 19.4 16.7 18.4 18.4 İsviçre 9.2 10.7 11.6 12.0 13.1 13.0 13.4 Türkiye - 23.3 20.1 31.1 24.2 26.2 24.9 İngiltere 14.7 15.9 16.8 19.3 18.3 19.3 19.8 ABD 7.0 7.9 8.0 8.0 7.6 8.2 8.4 OECD Toplam 15.3 16.4 17.4 17.7 18.5 18.9 18.9
Kaynak: Gelir İdaresi Başkanlığı,Vergi İstatistikleri, (Çevrimiçi) www.gib.gov. tr/index.
php?id= 271, 24 Ocak 2007.
98
3.2. Dolaylı Vergilerin Nispi Ağırlıklarının Artış Sebepleri
Bir önceki bölümde rakamlarla ifade edildiği üzere, gerek Türkiye, gerekse
OECD ülkeleri açısından tüketim tabanlı vergilemeye verilen önemin artması, tesadüfi
bir durum değildir.
Günümüzde, dünyada serbestçe dolaşabilen küresel sermayeyi, kendi
ülkelerine çekebilmek amacıyla ülkelerin birtakım mali kolaylıklar sağladıkları
görülmektedir.Bu durumun bir uzantısı olarak ise, vergilemede; dolaysız vergilerden,
tüketimin vergilendirildiği dolaylı vergilere doğru yönelme olmuştur (Tanrıverdi, t.y.: 2).
Tezimizin 2.6. ve 2.7 bölümlerinde ayrıntılı olarak bahsedildiği üzere, dolaylı
vergilerin olumlu taraflarının ön plana çıkartılarak, söz konusu vergilerin ağırlıklı olduğu
bir vergi sistemi önerisinin yaygınlaşması, 1980’lerden itibaren dünyada yaşanan
yapısal dönüşümle ilintilidir.Bu yapısal dönüşüm, küreselleşme olarak
adlandırılmaktadır.
Çok boyutlu bir konu olması sebebiyle, küreselleşmenin tek ve basit bir
tanımını yapmak zordur.Bu bağlamda, küreselleşmenin her bir boyutunu ön plana
çıkartan farklı tanımların ön plana çıkartılması daha uygundur.Küreselleşmenin üç
önemli boyutu bulunmaktadır.Bunlar, ekonomik küreselleşme, politik küreselleşme ve
kültürel küreselleşme şeklindedir.Tez konumuz kapsamında bu boyutlardan, ekonomik
küreselleşmenin üzerinde durulacaktır.Bu anlamda, ekonomik küreselleşme kavramı,
dünyanın, iktisadi yönden entegre hale gelmesini, ülke ekonomilerini birbirinden ayıran
gümrük duvarları, tarifeler, kotalar ve sermaye kısıtlamaları gibi engellerin aşılmasıyla
malların, hizmetlerin, işgücünün ve sermayenin ülkeler arasında daha hızlı ve daha
rahat dolaşabilir hale gelmesini ifade etmektedir.Küreselleşen dünyada, firmalar sadece
iç piyasaya değil, dünya pazarına yönelik üretim yapmakta, maliyet avantajı olan
bölgelere, üretimin çeşitli aşamalarını taşımaktadırlar (Acar, 2004:2,3).
Küreselleşmeyi tanımladıktan sonra, küreselleşme ve dolaylı vergi ilintisinin
ortaya konulması açısından, tezimizin bu bölümünde, dünya ekonomisinde yaşanan bu
yapısal dönüşümün genel çerçevesinin aktarılmasına çalışılacaktır.
99
1973 petrol kriziyle birlikte, ekonomide yaşanan enflasyon ve durgunluk
(stagflasyon) durumunun, tüm dünya ekonomilerini olumsuz olarak etkilemesi nedeniyle
Keynesgil politikalara ve refah devletine ağır eleştirilerde bulunulmuştur.Neo-liberal
politikalarla gittikçe ön plana çıkan yeni sağ anlayış, devletin müdahale alanının
sınırlandırılması yönünde adımlar atmıştır.Ülkelerin çoğu, 1980’li yıllardan sonra, kamu
yönetimi alanında reform yapma gereğini duymuş ve piyasa temelli bir kamu yönetimi
inşa etmek amacıyla reformlar uygulamıştır.Devleti, içine girdiği mali krizden
kurtarmaya yönelik neo-liberal politikaların siyasal alandaki söylemi olan yeni sağ,
ekonomik, sosyal, siyasal ve yönetsel boyutlarıyla kapsamlı bir dönüşümü ifade
etmektedir.Söz konusu anlayış, 1970’lerin krizinin, 1979-1981 arasında yaşanan ikinci
petrol şokuyla daha da ağırlaşmasıyla birlikte, aynı dönemde iktidara gelen, İngiltere’de
Thatcher ve ABD’de Reagan hükümetlerinin ürünüdür (Demirel, 2006: 105-110).
Yeni uluslar arası ekonomik düzen içerisinde ülkeler, ticaret ve sermaye
piyasalarını liberalize etmişler ve uluslararası sermayenin serbestçe hareket imkanına
kavuşmasına olanak sağlamışlardır.Bu yıllarda başlayan ve hala devam eden şirket
evlilikleri sonucu ortaya çıkan dünya şirketleri, mal, kredi ve sermaye piyasası işlemleri
ile dünya ekonomisine istedikleri şekilde yön vermeye başlamışlardır.Yeni ekonomik
düzen, uluslararası şirketlere sahip devletlerin, hakim olduğu, Dünya Ticaret Örgütü,
Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu ve bu kuruluşlarla birlikte çalışan, uluslararası
denetim ve rating kuruluşları ile kurallarını koymaya devam etmektedir (Tanrıverdi,
t.y.:1).
1980’li yılların ortasından itibaren, faktör hareketlerinin önündeki engelleri
kaldırma çabaları, özelleştirme ve Doğu Bloğundaki dağılma ile birlikte, piyasaların
yeniden düzenlenmesi ve teknik ilerlemeler, küreselleşmenin sacayaklarını
oluşturmuştur (Mercan, 2004: 33).
Küreselleşmenin sacayaklarından birisi olan özelleştirme ile devlet hacminin
küçültülmesi hedeflenmiştir.Küreselleşmenin getirdiği yeni devlet anlayışı, özelleştirme
ile devletin işletmecilikten çekilerek, hacmini daraltırken, sadece kamusal mal ve hizmet
üretimine odaklanmasını öngörmektedir.Diğer bir deyişle devlet, savunma, diplomasi,
adalet gibi hizmetleri ifa etmeli, diğer mal ve hizmetlerin üretimini özel sektöre
100
bırakmalıdır.Günümüzde, eğitim-sağlık gibi yarı kamusal hizmetlerin, elektrik gibi doğal
tekellerin piyasa aracılığı ile sunulmasına yönelik düzenlemeler bu görüş doğrultusunda
yapılmaktadır.Dolayısıyla küreselleşme ile devlet bütçesinde yaşanacak dönüşüm, tek
ve hacmi küçük bütçeciliğe doğru olacaktır.(Demirbaş, 2003: 93).
Özelleştirmeler ile sadece mali amacı olması öngörülen bütçenin, gelir tarafı
olan vergi boyutunda da bir takım değişikliklerin olması kaçınılmazdır.
Şöyle ki, 1980’li yıllardan sonra, ülkelerin çoğunluğunda yaşanılan yapısal
dönüşümle birlikte, uluslararası ticaretin önündeki engellerin kaldırılması, mobil hale
gelen sermayenin, daha az vergi ödeyeceği, dolayısıyla daha fazla kar elde edeceği
alanlara kaymasına sebep olmuştur.Küreselleşme, tam da bu noktadan hareketle,
ülkelerin vergi sistemleri üzerinde etkili olmaktadır.
Zira, küreselleşmeye uyum sağlayan ülkeler, bu sermayeyi kendi ülkelerine
çekmek için, vergi politikalarını gözden geçirmekte ve vergi oranlarını indirme yoluna
gitmektedirler.Dolayısıyla küreselleşme, ülkelerin vergileme kapasitelerinin ve vergi
yükü dağılımının değişmesinde etkili olmaktadır.Ekonomik sınırlamaların ortadan
kalktığı, küresel bir köye dönüşen dünyada, ulusal arz ve talebe dayalı çözümlerin
yerini, küresel arz ve talebin esas alındığı çözümler almıştır.Bunun sonucunda vergi
politikaları da, ulusal sınırların dışına çıkarak uluslararası nitelik taşır hale gelmiştir.
vergi politikaları, sadece uygulanan ülkelerde değil, o ülkenin dışındaki diğer ülkelerde
yaşayan, birey ve işletmeleri de yakından ilgilendirmeye başlamıştır.Bu durum,
özellikle akışkan durumdaki sermaye gelirleri ile çok uluslu şirketler açısından açık bir
şekilde ortaya çıkmaktadır.Nakdi sermaye geliri elde edenler, teknolojinin sağladığı
imkanları kullanarak, vergi oranlarının düşük olduğu ülkelere, yatırımlarını
aktarmaktadırlar.Diğer taraftan, çok uluslu şirketler vergi yüklerini asgari düzeyde
tutabilmek için, uygun yatay ve dikey örgütlenme modellerine yönelmektedir.Artık,
gerek bireysel yatırımcıların gerekse çok uluslu şirketlerin, dünyanın herhangi bir
yerinde daha düşük vergi uygulayan bir ülkeye sermaye transfer etmeleri veya
faaliyetlerini kaydırmaları, basit bir bilgisayar işlemi vasıtasıyla
gerçekleşebilmektedir.Özellikle gelişmekte olan ülkelerin finansman ihtiyacı için,
101
yabancı tasarruflara olan gereksinimleri dikkate alındığında, bu küresel sermaye,
ülkeler açısından daha da önemli hale gelmektedir (Tanrıverdi, t.y.:1,2).
Küreselleşen devletin vergi politikasında ise, aşağıda belirtilen şekilde
değişiklikler olacağı öngörülmektedir (Giray, 2005:102,103):
- Küreselleşme süreci öncesi, her ülke kendi vergi politikasını ulusal
ekonominin gereksinmelerine göre biçimlendirmekteydi. Vergileme şekilleri ve düzeyi;
kamu tarafından sağlanacak mal ve hizmetlerin düzeyi, bir ülke için gerekli olan kaynak
tahsisi, istikrar ve yeniden dağıtım amaçlarına dayalı olarak oluşturulmaktaydı. Yine
vergi oranları, kamu harcamalarının düzeyi ve vergi teşviklerinin kullanımı, öncelikle
ulusal etkileri baz alınarak ve ulusal kurumlara dayalı olarak kararlaştırılan konulardı.
Vergi politikalarının diğer ekonomiler üzerindeki etkileri, bazı uluslararası yayılımlar
dışında genellikle sınırlıydı.
Küreselleşme süreci ile birlikte ülkeler, rakipleri veya ticari ilişkiler içinde
bulundukları diğer ülkelerin vergi politikalarındaki değişikliklerinden kendilerini izole
edemezler. Bu durum mali literatürde mali dışsallık kavramıyla açıklanmaktadır. Mali
dışsallık genel olarak, bir vergileme yetkisine sahip otoritenin belirleyeceği vergi
oranının, diğer vergileme otoritelerinin vergi gelirlerini etkilemesini ifade etmektedir.
Mali dışsallık , negatif mali dışsallık ve pozitif mali dışsallık şeklinde ikiye ayrılır. Bir
bölge yönetiminin kendi sakinlerinin refahını artırıcı uygulamaları, diğer bölgelerde
yerleşenlerin refahında düşmeye yol açabilir. Buna mali literatürde, negatif mali
dışsallık denir. Bir ülkedeki vergi yükü artışı, bazı yatırımların ülkeden kaçmasına
neden olur. Vergiyi artıran hükümet, vergi matrahında bir kayıp olarak bunu görecektir.
Fakat bu durum diğer ülkeler için bir kayıp olmayabilir. Yatırımların gittiği diğer ülke,
vergi oranını yükseltmese bile, bu değişimden dolayı gelir elde edecektir. Bu ise pozitif
mali dışsallıktır.
Ayrıca küreselleşme ülkeleri, yatırımlar için mali iklim sağlayacak uygun yer
düzenlemek üzere vergi sistemlerini ve kamu harcamalarını devamlı olarak
değerlendirmeye teşvik etmektedir.
102
- Diğer taraftan, artan küreselleşme vergileme alanında ulusal politikaların
gücünü sınırlamaktadır. Diğer bir ifadeyle ülkelerin vergi politikalarını belirlemedeki
bağımsızlıklarını azaltmıştır.
Küreselleşmenin, devletlerin vergi politikası üzerindeki bahsekonu etkileri
sonucu, vergilemenin kaynağı ve tarifesi konusunda aşağıdaki değişikliklerin
yaşanacağı öngörülmektedir (Demirbaş, 2003: 94,95);
- Sermaye üzerindeki vergi yükünün düşeceği,
- Düz oranlı vergilemeye geçileceği (KDV dahil),
- Gelir yerine tüketimin vergilendirileceği.
Küreselleşen bir ekonomide, yabancı yatırımlar bir yerden bir yere göç
ederken, vergilerin ağırlığını önemseyeceği gibi, elbette bu hususu devletlerde
önemseyecektir.Zira, devletler bir taraftan kendi sermayesinin göçünü önlemek, diğer
taraftan yabancı sermayeyi ülkeye çekmek için sermaye üzerindeki vergi yükünü
düşürmek zorunda kalacaklardır.Gelir yerine tüketimin vergilendirilmesi ile düz oranlı
vergilemeye geçilmesinin temel düşüncesi de tezimizin 2.6.bölümünde belirtildiği üzere,
temel olarak tasarrufların vergi dışı bırakılması düşüncesine dayanmaktadır.
Küreselleşme ile birlikte, devletlerin vergileme yapısında meydana gelen;
sermaye üzerindeki vergi yükünün azaltılması, tasarrufların vergilendirilmemesi ve
tüketim tabanlı dolaylı vergilere doğru yönelme şeklindeki dönüşümlerin, vergi
rekabetinden kaynaklandığı ileri sürülmektedir.
Vergi rekabeti, bir ülkede işletmelerin rekabet gücünü artırmak veya yabancı
yatırımları ülkeye çekebilmek için, vergi yükümlülerinin vergi yüklerini azaltarak, bir
ülkenin ulusal ekonomisini geliştirme şeklinde tanımlanmaktadır.Küreselleşme süreci
bağlamında, vergi rekabetiyle ilgili teorik olarak üç hipotez ileri sürülmektedir. Bu
hipotezler (Giray, 2005: 2) ;
- Bir ülke dünya sermaye piyasasına ne kadar fazla entegre olursa, sermaye
vergileri o kadar düşük olacaktır,
103
- Bir ülke dünya sermaye piyasasına ne kadar fazla entegre olursa, emek
üzerinden alınan vergiler sermaye vergileri ile karşılaştırıldığında o kadar yüksek
olacaktır,
- Belirli bir entegrasyonun varlığında, az gelişmiş ülkeler, gelişmiş ülkelere
göre daha düşük sermaye vergisi oranlarına sahip olacaklardır,
Şeklinde sıralanabilir.
Küreselleşme ile birlikte ülkelerin vergi rekabetine girişerek, sermayeyi kendi
ülkelerine çekme gayretlerinin, sermaye üzerinden alınan vergilerin düşüreceği
şeklindeki hipotez doğrulanmış durumdadır.Küreselleşmenin, özellikle kurumlar vergisi
üzerinde önemli derecede etkili olduğu görülmüştür.
Şöyle ki, OECD ülkelerinde en yüksek ortalama kurumlar vergisi oranı
1986’daki %41’lik düzeyinden 2000’de %32’ye gerilemiştir . Vergi oranlarındaki azalma
eğilimi kişisel gelir vergisi için de geçerlidir: OECD ülkelerinde, ulusal düzeydeki, en
yüksek ortalama kişisel gelir vergisi oranları 1986’da % 55 iken, 2000’de yüzde 41’e
gerilemiştir. Keza OECD ortalaması olarak, merkezi ve yerel yönetim rakamlarını da
içeren en yüksek ortalama kişisel gelir vergisi oranlarında son yirmi yılda yüzde 20’lik
bir gevşeme söz konusu olmuştur (Aktan,Vural, 2004: 2,3).
Diğer taraftan, küreselleşme süreci ile birlikte, az gelişmiş ülkelerin, gelişmiş
ülkelere göre daha düşük sermaye vergilerine sahip olacağı hipotezinin de
doğrulandığını görmekteyiz.
Zira, küreselleşme ile birlikte, kurumlar vergisi oranlarındaki indirim devam
ederken, 2003 yılında yapılan bir araştırmaya göre, ortalama kurumlar vergisi oranı
Latin Amerika ülkelerinde yüzde 30.5, Asya-Pasifik ülkelerinde yüzde 30.3, OECD
ülkelerinde yüzde 30.7 ve AB üyesi ülkelerde yüzde 31.6 düzeyine inmiştir. Söz konusu
araştırmaya göre global düzeyde kurumlar vergisi oranlarındaki azalma eğilimi
sürmektedir.Diğer taraftan, güçlü ve gelişmiş ekonomilerin daha yüksek kurumlar
vergisi oranlarına sahip olduğu gözlenmektedir. Kurumlar vergisi oranlarında indirim
104
yapmak suretiyle yabancı yatırımcıları çekme eğilimi küçük ve az gelişmiş ülkelerde
daha yaygın bir uygulama gibi görünmektedir (Aktan,Vural: 2004: 3).
Küreselleşmenin, kurumlar vergisinin yanı sıra servet vergileri üzerinde de
önemli etkileri bulunduğu görülmektedir.
Artan vergi rekabeti karşısında ülkelerin, servet vergilerini ve yabancıların faiz,
kar payı ve diğer yatırım kazançları üzerinden alınan vergileri önemli ölçüde azalttığı
veya yürürlükten kaldırdığı görülmektedir. Sermayenin mobilitesinin artması yeniden
dağıtım işlevine sahip vergilerin tahsilini güçleştirmekte ve bu vergileri hiç almayan
veya daha az alan ülkeler karşısında yüksek vergi yüküne sahip ülkelerin rekabet
gücünü geriletmektedir. Bu nedenlerle 90’lı yıllarda İskandinav ülkeleri servet üzerinden
alınan vergileri azaltırken Hollanda, Avusturya ve Almanya bu tip vergilerin çoğunu
uygulamadan kaldırmıştır.Yabancı sermaye yatırımlarından elde edilen karların
yurtdışına çıkarılması önünde önemli bir engel oluşturan yüksek vergilemenin dolaysız
yabancı yatırımları caydırma gücüne sahip olduğu düşüncesiyle, son on yılda 19 büyük
ekonomi yabancıların faiz gelirleri üzerinden alınan vergilerde yarı yarıya indirim
gerçekleştirmiştir (Aktan, Vural 2004: 5).
Tezin 3.1.bölümünde ayrıntılı olarak belirtildiği üzere, 1980’li yıllardan sonra
gerek Türkiye gerekse, OECD ülkelerinde dolaylı vergilerde izlenen yükselme eğilimi
ise vergi rekabetinin bir diğer sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
Şöyle ki, vergi rekabeti nedeniyle mobil olan sermayenin vergilendirilmesinde
zorluklarla karşılaşan devletler, çareyi kolay yansıması nedeniyle nihai olarak tüketiciler
üzerinde kalan tüketim vergilerine başvurmakta bulmuşlardır.
Bu sebeple, 1980’li yıllarda yayılan küreselleşme ile birlikte, vergi gelirleri
toplamı içerisinde, gelir ve servet tabanlı vergilemeden, tüketim tabanlı vergilemeye
doğru yönelme yaşanmaktadır.
Tablo 7’den de izlenebileceği gibi, Türkiye dahil birçok OECD ülkesi, 1980
sonrası KDV’yi yürürlüğe koymuşlardır. Toplam vergi gelirleri içinde gittikçe daha
önemli hale gelen bu verginin oranları dolaysız vergilerdeki eğilimin aksine dönemsel
105
olarak yükselmiştir. Tablo 7’den de görüleceği üzere, 1980’li yıllardan itibaren OECD
üyesi ülkelerde genel olarak standart KDV oranları yükselmiştir.
Tablo 7. OECD Üyesi Ülkelerde Uygulanan Standart KDV Oranları
Ülke Yürürlük Tarihi
1980 1990 2000 2005
Avusturya 1973 18 20 20 20 Avustralya 2000 - - 10 10 Belçika 1971 16 19 21 21 Kanada 1991 - - 7 7 Çek Cumhuriyeti 1993 - - 22 19 Danimarka 1967 22 22 25 25 Finlandiya 1994 - - 22 22 Fransa 1968 17.6 18.6 20.6 19.6 Almanya 1968 13 14 16 16 Yunanistan 1987 - 16 18 18 Macaristan 1988 - 25 25 25 İzlanda 1989 - 22 24.5 24.5 İrlanda 1972 25 23 21 21 İtalya 1973 15 19 20 20 Japonya 1989 - 3 5 5 Kore 1977 10 10 10 10 Lüksemburg 1970 10 12 15 15 Meksika 1980 10 15 15 15 Hollanda 1969 18 18.5 17.5 19 Yeni Zelanda 1986 - 12.5 12.5 12.5 Norveç 1970 20 20 23 25 Polonya 1993 - - 22 22 Portekiz 1986 - 17 17 19 Slovakya Cumhuriyeti 1993 - - 23 19 İspanya 1986 - 12 16 16 İsveç 1969 23.46 23.46 25 25 İsviçre 1995 - - 7.5 7.6 Türkiye 1985 - 10 17 18 İngiltere 1973 15 15 17.5 17.5 ABD - - - -
Kaynak: OECD, VAT Rates, (Çevrimiçi) http://www.oecd.org/dataoecd /12/13 /34 67
44 29.xls,15 Mart 2007
106
Tablo 7 verilerine göre, OECD ülkeleri içinde ABD’de KDV uygulamasının
bulunmadığı, diğer taraftan Japonya’nın yüzde 5’lik standart oranla en düşük KDV
oranına sahip olduğu görülmüştür.
Tablo 7’ye göre, 2005 yılı itibariyle, OECD ülkeleri içinde İsveç, Norveç,
Macaristan ve Danimarka yüzde 25’lik standart oranlarıyla, en yüksek KDV oranına
sahip ülkeler konumundadır.
Dolaysız vergilere nazaran dolaylı vergi oranlarındaki artış eğilimi, vergi
rekabeti sonucu vergi yükünün mobil üretim faktörlerinden mobil olmayanlara doğru
kaydığının göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Diğer taraftan, Türkiye, dünyada yaşanılan küreselleşme sürecinin dışında
kalmamıştır.Türkiye’de, 1980’li yıllardan sonra toplam vergi gelirleri içerisinde dolaylı
vergi paylarının artması tesadüfi bir durum değildir.Söz konusu artış, Türkiye
ekonomisinde 1980’li yıllardan itibaren yaşanan yapısal dönüşümle ilintilidir.
“Şöyle ki, Türkiye’de 1970’li yıllardan itibaren ağır bir biçimde yaşanan ve
toplumu olumsuz yönde etkileyen sosyo-ekonomik bunalım giderek şiddetini artırmış,
dış ticaret ve cari ödemeler dengesi açıkları başlıca sorun olmaya
başlamıştır.Kuşkusuz bunda, 1973-74 petrol şokları ile ticaret ilişkisinde bulunduğumuz
ülkelerde yaşanan enflasyonun rolü olmakla birlikte, iç politikadaki istikrarsızlıklar,
çağdaş yönetim anlayışına kapalılık, ekonomik ve toplumsal alandaki birtakım yapısal
değişiklikleri sağlayamama da temel etkendir.Nitekim, uygulanan kur politikalarıyla
TL’nin aşırı değerlenmesinin önüne geçilememiştir.Dengelerin sağlanması amacıyla,
ithalat baskı altına alınmış, döviz kontrolleri artırılmıştır.1980 yılına kadar göreli olarak
dışa kapalı bir model uygulanmakla birlikte, dış konjonktürün yarattığı krizlerden uzak
kalınamamıştır.Yaşanan döviz darboğazları sebebiyle çoğu zaman, ara ve yatırım
malları ithalatı sekteye uğramış, üretim düşmüş ve işsizlik artmıştır. Tüm bu
olumsuzlukların yoğunlaştığı 70’li yılları takiben, 24 Ocak 1980 tarihinde, “24 Ocak
Kararları” olarak ekonomik literatüre geçen ve yapısal dönüşümleri içeren bir program
uygulamaya konulmuştur.Bu programın ana hatları şu şekilde özetlenebilir”
(Palamut,Yüce, 2001: 2):
107
-%32.7 oranında devalüasyon yapılarak, günlük kur ilanı uygulamasına
başlanılmıştır.
-Devletin ekonomideki payını küçülten önlemler alınmıştır.
-KİT’lerdeki uygulamaya paralel olarak tarım ürünleri destekleme alımları
sınırlandırılmış, gübre, enerji ve ulaştırma dışında sübvansiyonlar kaldırılmıştır.
-Dış ticaret serbestleştirilmiş, yabancı sermaye yatırımları teşvik edilmiş, kar
transferlerine kolaylık sağlanmış, yurtdışı müteahhitlik hizmetleri desteklenmiştir.
-İthalat kademeli olarak libere edilmiş, ihracat, vergi iadesi, düşük faizli kredi,
imalatçı ihracatçılara ithal girdilerde gümrük muafiyeti,sektörlere göre farklılaşan
özendirici sistem vb. enstrümanlarla teşvik edilmiştir.
-Dövize çevrilebilir mevduat uygulamasına son verilmiş, döviz alım satımı
serbest bırakılmış, döviz piyasası üzerindeki kontroller kaldırılmıştır.
-Faiz oranları serbestleştirilmiş ve reel faiz politikası izlenmiş ve en önemlisi
fiyat kontrol ve sınırlamaları kaldırılarak piyasa kurallarının geçerliliği hedeflenmiştir.
24 Ocak kararları ile temel olarak amaçlanan, Türkiye ekonomisini, değişen
dünya şartlarına göre yeniden yapılandırmak, dışa açmak ve dünya ekonomisi ile
entegre olarak küreselleşme ekseninin dışında kalmaması için gerekli her türlü çabayı
sergilemek ve tedbiri almaktır (Palamut, Yüce, 2001: 2).
24 Ocak 1980 yılında alınan kararlar ile Türkiye’nin iktisadi yapısında çok ciddi
dönüşümler yaşanmıştır.İktisadi anlamda yaşanan bu dönüşüm, maliye politikasını da
etkilemiş ve maliye politikası araçları da bu değişim doğrultusunda arz yönlü iktisat
anlayışı çerçevesinde kullanılmıştır (Ejder, 2000: 130).
Arz yönlü iktisat anlayışının özünü oluşturan gelir ve kurumlar vergisi gibi
dolaysız vergilerin oranlarının düşürülerek ekonomide, çalışma, tasarruf ve yatırımın
artırılması şeklindeki çabalar ile Türkiye’de 1981’den itibaren büyük sermayeyi gözetici
vergi teşvikleri daha fazla uygulanmaya başlanılmış ve bu konudaki doruk yılı 1984
108
olmuştur.Söz konusu teşvikler ile tasarruf eğiliminin yüksek olduğu varsayılan büyük
sermaye kesiminin vergi yükünü azaltarak, özel yatırımların desteklenmesi
amaçlanmıştır.Yatırım maliyetlerinin, vergi yönünden düşürülmesi, belirli ekonomik
faaliyetlerin vergi rejimince özel olarak teşvik edilmesi ile ekonominin dinamize edilmesi
hedeflenmekteydi.Bu amaçlarla, sermaye kesimi üzerindeki dolaysız vergi yüklerinin
aşındırılması, toplumun diğer sosyal katmanlarına vergi yükü kaydırmalarını
kaçınılmaz olarak gündeme getirmiştir.Bunun bir aracı, teşvik edilen kesimler
dışındakilerin dolaysız vergi yüklerini artırmak, ikincisi ise, bir bütün olarak dolaylı
vergilerin ağırlığını büyütmek olabilirdi.Bunların her ikisi de uygulanmakla birlikte, ilk
önce dolaysız vergi yükü kaydırmaları denenmiş, bunda fazla başarı sağlanamayınca,
1985 yılından itibaren dolaylı vergilere yüklenilmeye başlanılmıştır (Oyan, Aydın, 1991:
7-11).
Diğer taraftan, gerek Türkiye, gerekse OECD üyesi ülkelerde 1980’lerden
sonra bütçe finansmanında, dolaylı vergilere verilen önemin küreselleşme ile birlikte
arttığı görülmekle birlikte, tez konumuz kapsamında, dolaylı vergiler-gelir dağılımı
ilintisinin kurulabilmesi açısından, Türkiye ve OECD ülkelerinde gelir dağılımı verilerine
değinmekte fayda bulunmaktadır.
3.3.Türkiye’de ve OECD Üyesi Ülkelerde Gelir Dağılımı
Tablo 8’de TÜİK tarafından hesaplanan ve %20’lik dilimlerle gösterilen gelir
dağılımına ilişkin bazı karşılaştırmalı sonuçlar verilmektedir.Tablodan da izlenebileceği
gibi TÜİK verileri baz alındığında, gelir eşitsizliğinin önemli bir göstergesi olan Gini
katsayısının yıllar itibariyle düşüş eğiliminde olması, gelir eşitsizliğinde bir düzelme
olduğu anlamına gelmektedir.1994 yılı hanehalkı gelir dağılımı anket sonuçlarına göre,
0,49 olarak hesaplanan Gini katsayısı, 2005 yılında 0,38’ e düşmüştür.
Tablo 8’den izlenebileceği gibi, 1994 yılı anket sonuçlarına göre, Türkiye
genelinde, ilk %20’lik dilimdeki en yoksul hanehalklarının, toplam gelirden %4,9 pay
almasına karşın, beşinci %20’lik gruba giren hanehalklarının, toplam gelirden %50,1
oranında pay aldıkları görülmektedir.1994 yılında, beşinci %20’lik dilimde yer alan
hanehalklarının, birinci %20’lik dilimde yer alan hanehalklarına oranla yaklaşık 11,2 kat
109
gelir elde etmesine karşın, 2005 yılında bu oranın yaklaşık 7,3 kata gerilediği
görülmektedir.
Tablo 8. Türkiye’de Yıllık Kullanılabilir Hanehalkı Gelirlerinin Dağılımı
%20’lik Dilimler 1994 2002 2003 2004 2005
Toplam 100 100 100 100 100 Birinci %20 4,9 5,3 6,0 6,0 6,1 İkinci %20 8,6 9,8 10,3 10,7 11,1 Üçüncü %20 12,6 14,0 14,5 15,2 15,8 Dördüncü %20 19,0 20,8 20,9 21,9 22,6 Beşinci %20 54,9 50,1 48,3 46,2 44,4 Gini Katsayısı 0,49 0,44 0,42 0,40 0,38
Kaynak: DİE Haber Bülteni 2003, TÜİK Haber Bülteni Şubat 2006, TÜİK Haber Bülteni Aralık 2006.
Bununla birlikte, TÜİK’in hesaplamalarında kullanmış olduğu yöntem ve gelir
tanımından farklı olarak hazırlanan, “Vergileri Kimler Ödüyor ve Kamu
Harcamalarından Kimler Yararlanıyor?” adlı raporda, 1994 ve 2002 yılları için yapılan
çalışmada, gelir eşitsizliğinin göstergesi olan Gini katsayısının yükseldiği sonucuna
ulaşılmıştır.Söz konusu raporda elde edilen sonuçlar, Tablo 9’da gösterilmiştir.
Tablo 9. Türkiye’de Karşılaştırmalı Gelir Dağılımı
%20’lik Dilimler
1994 Yılı 2002 Yılı
Gelir 1 Gelir 2 Gelir 3 Gelir 1 Gelir 2 Gelir 3 1 0,056 0,055 0,049 0,040 0,046 0,053 2 0,097 0,094 0,086 0,077 0,090 0,098 3 0,139 0,136 0,126 0,126 0,132 0,140 4 0,200 0,196 0,190 0,206 0,203 0,208 5 0,508 0,518 0,549 0,550 0,530 0,500 Gini Katsayısı 0,426 0,426 0,49 0,572 0,451 0,44
Kaynak: (Pınar, 2004: 18)
Tablo 9’da, 1994 ve 2002 yıllarında yapılan anketlerden çıkan sonuçlar, üç ayrı
gelir tanımı itibariyle karşılaştırmalı olarak verilmiştir.Her iki yılın son sütununda, Gelir 3
olarak ifade edilen ve TÜİK tarafından kamu oyuna açıklanan dağılımlar
110
verilmektedir.Gelir 1 ve Gelir 2 olarak ifade edilen dağılımlar ise, bahsekonu çalışmada
elde edilen sonuçları ifade etmektedir.
TÜİK tarafından yapılan çalışmalarda, fertlerin gerek iktisadi faaliyetleri sonucu
(maaş, ücret, yevmiye gelirleri, müteşebbis gelirleri), gerekse faaliyet dışı (gayrimenkul
kira gelirleri, menkul kıymet gelirleri, karşılıksız transferler, izafi kira) elde ettikleri
ekonomik değerlerin mal veya hizmet olarak hanehalkı fertlerinin eline geçmesi
şeklinde tanımlanan, ayni gelir kavramı esas alınmaktadır.Ayni gelir kavramı dışında,
nakdi gelir kavramı da söz konusudur.Nakdi gelir, ekonomik değerlerin YTL veya
yabancı para cinsinden hanehalkı ferdinin eline geçmesi, banka hesabına aktarılması
veya tahakkuk etmesi şeklinde elde edilen nakdi değerler olarak tanımlanmaktadır.
TÜİK çalışmalarında, ayni gelirin esas alınmasına karşın, “Vergileri Kimler
Ödüyor ve Kamu Harcamalarından Kimler Yararlanıyor?” adlı raporda, nakdi gelir esas
alınmıştır.Gelir 1 ve Gelir 2, nakdi gelirin esas alınması suretiyle yapılan
hesaplamaların neticesini ifade etmektedir.Gelir 1, menkul ve gayrimenkul gelirler
dışındaki nakdi gelir iken; Gelir 2, menkul ve gayrimenkul gelirleri dahil nakdi geliri
kapsamaktadır.Tablo 6’da, TÜİK’in ayni gelir ve izafi kira benzeri kalemlerini içeren
Gelir 3 olarak gösterilen dağılımı, gelir dağılımında iyileşmeyi ifade ederken, nakdi
gelirin esas alınması durumunda gelir dağılımında bir bozulma görülmektedir.Menkul ve
gayrimenkul gelirleri dışarıda tutulduğunda(Gelir 1), 2002 yılında daha da bozuk bir
dağılım ortaya çıkmıştır.1994 yılında 0,426 olan Gini Katsayısı 2002 yılında 0,572’ye
yükselmiştir. Söz konusu iki yıl arasındaki bir diğer fark, 1994 yılında menkul ve
gayrimenkul gelirleri gelir dağılımını azda olsa bozarken(Gini katsayısında bir değişiklik
yaratmayacak ölçüde), 2002 yılında bu gelir kalemleri, gelir dağılımını düzeltmiştir
(Pınar, 2004: 18,19).
Diğer taraftan, Tablo 10’da OECD’ye üye 26 ülkenin Gini katsayıları
belirtilmiştir.Tabloda, ülkelerin kişi başına düşen GSMH ve Gini katsayılarında zaman
içinde meydana gelen değişiklikler verilerek, gelir dağılımı ile büyüme arasındaki ilişki
ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Tabloda yer alan ülkelerde, 2000 yılı itibariyle, Gini
katsayısı, 0.22 (Danimarka) ile 0.48(Meksika) arasında gerçekleşmektedir. Ayrıca,
111
tablodan da izlenebileceği gibi, Gini katsayısı esas alındığında, ülkelerin genelinde,
gelir eşitsizliğinde son yıllarda artış kaydedilmektedir.
Tablo 10. OECD Üyesi Ülkelerde Gini Katsayısı ve Kişi Başına Düşen GSMH
Verileri
Ülke 1980’lerin Ortası Gini Katsayısı*
1990’ların Ortası Gini Katsayısı*
1995 Yılı Kişi Başına Düşen GSMH(USD)
2000 Yılı Gini
Katsayısı*
2000 Yılı Kişi Başına
Düşen GSMH (USD)
Avustralya 0.31 0.30 20.146 0.30 25.666 Avusturya 0.24 0.24 22.884 0.25 28.180 Kanada 0.29 0.28 21.625 0.30 27.306 Çek Cumhuriyeti - 0.26 12.832 0.26 14.212 Danimarka 0.23 0.21 22.486 0.22 28.223 Finlandiya 0.21 0.23 18.601 0.26 25.568 Fransa 0.28 0.28 21.029 0.27 26.323 Almanya - 0.28 21.920 0.28 25.336 Yunanistan 0.34 0.34 13.415 0.34 16.429 Macaristan - 0.29 8.544 0.29 11.369 İrlanda 0.33 0.32 16.181 0.30 24.597 İtalya 0.31 0.35 20.443 0.35 24.797 Japonya 0.28 0.29 22.725 0.31 26.354 Lüksemburg 0.25 0.26 34.239 0.26 44.485 Meksika 0.45 0.52 6.638 0.48 8.880 Hollanda 0.23 0.25 21.937 0.25 27.445 Yeni Zelanda 0.27 0.33 16.018 0.34 19.193 Norveç 0.23 0.26 23.592 0.26 35.949 Polonya - 0.39 7.440 0.37 10.307 Portekiz - 0.36 13.123 0.36 16.956 İspanya 0.37 0.34 16.153 0.33 20.905 İsveç 0.20 0.21 20.766 0.24 26.718 İsviçre - - 27.231 0.27 32.928 Türkiye 0.43 0.49 5.643 0.44 6.871 İngiltere 0.29 0.31 19.801 0.33 25.634 ABD 0.34 0.36 27.296 0.36 35.162 Kaynak: (OECD Factbook, 2006: 219)
* Gini Katsayısı Verileri 100’e bölünmek suretiyle alıntı yapılmıştır.
112
Diğer taraftan, dolaylı vergi savunucularının, ekonomik gelişmenin sağlanması
durumunda, gelir dağılımının da bundan olumlu olarak etkileneceği şeklindeki
iddialarının da geçerliliği olmadığını da Tablo 10 yardımıyla görmekteyiz.
Şöyle ki, kişi başına GSMH artışı (ekonomik büyüme) ile gelir eşitsizliğinin
giderilmesi arasında bir bağlantı olmadığı Tablo 10’dan net bir şekilde
izlenebilmektedir.Kişi başına GSMH’nın dönem içinde önemli ölçüde arttığı pek çok
ülkede, gelir dağılımı iyileşmemiş tam tersine bozulmuştur.
2000 yılı için, tablodaki 26 ülke arasında, Lüksemburg ve Norveç’ten sonra, en
yüksek kişi başına GSMH’ya sahip olan ABD, Gini katsayısı esas alındığında bu defa,
Meksika, Türkiye ve Polonya’dan sonra gelir dağılımı en eşitsiz dördüncü ülke
konumunda yer almaktadır.
Ayrıca, Tablo 10 verileri, Türkiye’nin gerek 1980 ve 1990’lı yılların ortaları
gerekse, 2000 yılı baz alındığında, Meksika’ dan sonra en bozuk gelir dağılımına sahip
ülke olduğunu ortaya koymaktadır.
Tablo 10 verilerine göre Türkiye, OECD üyesi ülkeler içinde gelir dağılımı en
bozuk ikinci ülke iken, bu bozuk gelir dağılımında, dolaylı vergilerin payının ne olduğu
hususu tez konumuz kapsamında araştırılması gereken bir durum olarak karşımıza
çıkmaktadır.Tezin ilerleyen bölümünde bu husus ortaya konulmaya çalışılacaktır.
3.4. Türkiye Örneğinde Dolaylı Vergilerin Gelir Dağılımı
Üzerindeki Etkisi
Türkiye, OECD üyesi ülkeler içinde, dolaylı vergi payı en yüksek ve aynı
zamanda gelir dağılımı en bozuk ikinci ülke iken, dolaylı vergilerin gelir dağılımına
etkisi, “Vergileri Kimler Ödüyor ve Kamu Harcamalarından Kimler Yararlanıyor?” adlı
raporda araştırmaya konu edilmiştir.
Söz konusu raporda, 1994 ve 2002 yıllarında, dolaylı vergiler içerisinde önemli
bir yer tutan KDV’nin, değişik gelir gruplarına nasıl yansıdığı konusu da ele
alınmıştır.Dolaylı vergilerin, gelir dağılımı üzerinde ne tür etkiler yarattığının net olarak
113
ifade edilebilmesi açısından söz konusu çalışma önem arz etmektedir. Zira, dolaylı
vergilerin içinde, KDV önemli bir yer tutmaktadır.Tablo 4’te belirtildiği üzere, 1994
yılında, genel bütçe gelirlerinin %20.7’si dahilde alınan KDV’den karşılanırken, 2002
yılında, bu oranın %19.4 olarak gerçekleştiği görülmüştür.Diğer bir deyişle, ilgili yıllarda
genel bütçe gelirlerinin yaklaşık dörtte biri dahilde alınan KDV’den karşılanmaktadır.
Araştırmada, öncelikle hanehalkı harcama bileşimi göz önüne alınarak,
değişik KDV oranlarına tabi harcama kalemleri saptanmıştır.1994 yılında yürürlükte
bulunan düzenlemeler çerçevesinde, standart oran olan %15, ham gıda maddesi %1,
temel gıda maddeleri %8 ve kozmetik ürünleri gibi lüks sayılan mal gruplarına
uygulanan %23 oranları ile her hanehalkı için toplam KDV hesaplanmıştır.2002 yılında
ise, standart oran %18 olmak üzere, bu oranlar sırasıyla %1, %8, %18 ve %26’dır.KDV
yükü açısından değişik gelir gruplarının tüketim eğilimi önemlidir.Tablo 11’den de
izlenebileceği gibi, gelir arttıkça tüketim eğilimi düşerken KDV’nin gelire oranı
azalmaktadır.Tüketim eğilimi, düşük gelir gruplarında %100 civarında iken (en düşük
gelir grubunda transferlerin eklenmesiyle %135’e ulaşmıştır), üst gelir grubunda 1994
yılında %75 ve 2002 yılında %50’lere kadar düşmüştür (Pınar, 2004: 31,32).
Tablo 11’den izlenebileceği gibi, harcama bileşimine bakıldığında, %1
oranında KDV’ye tabi olan harcamaların toplam harcamalara oranı, gelir seviyesi
yükseldikçe azalmaktadır.%8 oranına tabi harcamaların payı da benzer şekilde gelirle
ters orantılı olarak azalmaktadır.Standart orana tabi olan harcamalar ise, toplam
harcamaların en büyük bölümünü oluşturmakta ve bütün gruplar için harcamaların
yarısından fazlasını kapsamaktadır.Bu harcamalar, gelirle doğru orantılı artmakla
birlikte bu artış düşük düzeyde kalmaktadır.%23 ve %26 oranına tabi harcamaların
toplam içerisindeki payı ise, düşük olmakla birlikte gelirle doğru orantılı olarak artmakta,
ancak bu artış eğilimi standart mal grubundan çok daha yüksek düzeyde
gerçekleşmektedir (Pınar, 2004:32).
Önemli bir dolaylı vergi türü olan KDV’nin Türkiye’ de gelir dağılımını nasıl
değiştirdiği hususunda elde edilen sonuçlar ise yine Tablo 11 verilerinden
izlenebilir.KDV yükü, gerek 1994 gerekse 2002 yılında gelir attıkça azalan bir görünüm
114
arz etmektedir.KDV öncesi ve sonrası gelir dağılımı karşılaştırması yapıldığında ise,
KDV’nin gelir dağılımını bozucu yöndeki etkisi ortaya çıkmaktadır.
Tablo 11. KDV’nin Gelir Gruplarına Yansıması
Dilim
%20
Tüketim
Eğilimi(Harcama/
Gelir)
Harcama Payları 1
%1 %8 %15 %23
KDV Yükü
(KDV/Gelir)
KDV
Öncesi
Dağılım
KDV
Sonrası
Dağılım
1994 YILI
1 1,35 0,13 0,34 0,51 0,02 0,14 0,055 0,053 2 1,03 0,11 0,33 0,53 0,03 0,11 0,094 0,092 3 0,93 0,10 0,32 0,55 0,03 0,10 0,137 0,135 4 0,85 0,09 0,29 0,58 0,04 0,10 0,196 0,196 5 0,75 0,06 0,25 0,63 0,05 0,09 0,518 0,523 Gini Katsayısı 0,426 0,441
2002 YILI
%1 %8 %18 %26
1 1,39 0,05 0,30 0,62 0,03 0,16 0,046 0,043 2 0,87 0,05 0,27 0,64 0,04 0,13 0,090 0,087 3 0,74 0,04 0,26 0,66 0,04 0,12 0,132 0,131 4 0,65 0,03 0,24 0,68 0,05 0,10 0,203 0,202 5 0,51 0,03 0,19 0,72 0,06 0,09 0,530 0,537 Gini Katsayısı 0,451 0,453 1 Bu sütunda değişik KDV oranlarına tabi harcamaların payı gösterilmiştir.
Kaynak: (Pınar, 2004: 33)
Tablo 11’in son iki sütun verileri karşılaştırıldığında, en düşük gelir elde eden
%20’lik grubun gelirden aldığı pay KDV sonrası 1994 ve 2002 yılarında sırasıyla, binde
2,3 oranlarında azalırken, en yüksek dilimin payı sırasıyla binde 5 ve 7 oranında
artmaktadır. Bununla birlikte, %20’lik dilimler açısından KDV’nin gelir dağılımı üzerinde
büyük bir etkisinin olmaması, düşük gelir gruplarının harcama bileşiminin büyük ölçüde
düşük oranlı KDV’ye tabi mallardan oluşmasından kaynaklanmaktadır.Başlangıç gelir
dağılımının çarpıklığı göz önüne alındığında, bütün gruplara aynı düzeyde yansısa bile
bu verginin hakkaniyeti ciddi bir tartışma konusudur.Zira, KDV yükü açısından
bakıldığında, dolaylı vergilerin azalan oranlı yapısı net bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
En düşük gelir grubunun ortalama KDV yükü, en yüksek gelir grubununkinden 1,5
115
katından fazladır.KDV yükü, orta ve orta altı olarak ifade edilebilecek gruplarca
yüklenilmektedir (Pınar, 2004: 33,34).
Kişilerin şahsi ve ailevi durumları göz önünde bulundurulmadan objektif olarak
uygulandığı için KDV’nin vergi adaleti ile bağdaşmadığı ortadadır.Buna karşın, Tablo 11
verilerinin gösterdiği gibi, farklı oran yapısı uygulanması durumunda, dikey vergi
adaletinde kısmi bir sonuç sağlanarak, verginin adalet bozma etkisini zayıflatabilir,
ancak ortadan kaldırılamaz (Önder, 1986: 21-24).
Görüleceği üzere, oranlarındaki farklılaştırma, KDV’nin gelir dağılımı üzerindeki
olumsuz etkisini ortadan kaldırmak için yeterli olmamıştır.Zira, düşük gelir
grubundakiler, gelirlerinin tamamını harcamaktadırlar.
Türkiye’deki değişik meslek gruplarına dolayısıyla, değişik gelir ve harcama
düzeylerine sahip çalışan ve hanelerinin, tüketim harcamaları üzerindeki dolaylı vergi
yükünün tespiti amacıyla yapılan bir çalışmanın sonuçları da dolaylı vergilerin adaletsiz
yapılarını açıkça ortaya koymaktadır.
Tablo 12 verilerinin incelenmesi neticesinde görüleceği üzere, dolaylı vergileri
herkes ödemektedir.İlk %20’lik gelir dilimine giren, sigortasız niteliksiz işçi(%10.7), vergi
yükü açısından bakıldığı zaman beşinci gelir dilimine giren bir mühendisten (%10.2)
daha fazla vergi yüküne maruz kalabilmektedir.
Söz konusu araştırmanın dikkat çekici bir diğer tarafı da, harcamasının gelire
oranı en düşük seviyede (%57.2) olan mühendisin, tabloda belirtilen diğer meslek
grubuna mensup çalışanlar ve haneleri ile karşılaştırıldığında, dolaylı vergi yükünün,
sigortasız çalışan niteliksiz işçiden sonra en düşük (%10.2) seviyede olmasıdır.Diğer bir
deyişle, Tablo 12’de örnek olarak gösterilen araba tamir ustasına göre yaklaşık dört kat,
sigortasız çalışan niteliksiz işçiye göre 6 kat fazla gelir elde eden mühendis, sigortasız
işçiyle benzer, araba tamir ustasına göre ise daha az vergi yüküne tabi olmaktadır.Bu
durum, gelir düştükçe harcamanın gelire oranının genel olarak yükselmesinden
kaynaklanmaktadır.
116
Tablo 12. Değişik Meslek Grubunda Çalışanlar Ve Hanelerinin Tüketim
Harcamaları Üzerindeki Dolaylı Vergiler
Mühendis Araba Tamir Ustası
Sigortasız Çalışan
Niteliksiz İşçi
Ait Olunan %20’lik Gelir Dilimi 5 3
1
Aylık Gelir (YTL) 2.668,4 689,8 422,55 Aylık Harcama(YTL) 1.526,4 698,8 325,98 Harcamanın Gelire Oranı (%) 57,2 101,3
77,1
Harcamalar Üzerindeki Toplam KDV (YTL)
195,0 84,4
35,48
Harcamalar Üzerindeki Toplam ÖTV vb. Dolaylı Vergi (YTL)
76,3 27,3
9,59
Harcamalar Üzerindeki Dolaylı Verginin Toplamı
271,3 111,7
45,07
Harcamalar Üzerindeki Dolaylı Verginin Gelire Oranı(%)
10,2 16,2
10,7
Harcamalar Üzerindeki Dolaylı Verginin Harcamalara Oranı (%)
17,8 16,0
13,8
Kaynak: (Zenginobuz v.d.,2006: 54)
Dolaylı vergilerin, toplam vergilerin çok büyük bir kısmını oluşturması hususu
da düşünüldüğünde, devletin yaptığı harcamaların finansmanı için, düşük gelir
gruplarının yüksek gelir gruplarına göre daha fazla fedakarlıkta bulundukları net olarak
ortaya çıkmaktadır.Böylelikle, gelir dağılımının en bozuk olduğu ülkelerin başında gelen
Türkiye’de, dolaylı vergilerin düşük gelir gruplarını olumsuz olarak etkileme özelliği
daha ağır bir duruma gelmektedir.
117
SONUÇ
Dolaylı vergilerin gelir dağılımı üzerindeki etkilerinin tespiti amaçlı başlatılan
tez çalışmamızda, söz konusu vergilerin adalet ilkesine uygun olup olmadığı
hususunun farklı görüş açıları paralelinde açıklaması yapılmıştır. Bu açıklamalarımız
esnasında, son yıllarda özellikle ABD başta olmak üzere, artan lobicilik faaliyetleri
kapsamında düşük tasarruf oranlarının yükseltilmesi böylelikle sürekli bir iktisadi
büyümenin sağlanması için hazırlanan planların bazılarında, artan oranlı vergilemenin
tamamen tasfiyesi ile yerine dolaylı bir satış vergisi ikame edilmesi şeklinde önerilerde
bulunulmakta olduğundan bahsedilmişti.
Artan oranlı bir vergilemeye karşı çıkmanın neticelerinden biriside dolaylı vergi
önerileri olmuştur.Hatta bu öneriler, toplam vergi gelirleri içerisinde dolaylı vergilerin
payının artması yönünde bir öneri sunmanın ötesinde, Lugar planında olduğu gibi
sadece satış vergisinden oluşan bir vergi sistemi önerisine kadar varmıştır.
Ancak bu noktada şu belirtilmelidir ki, dolaylı vergilerin gelir dağılımı etkileri
maliye teorisinde yeni ele alınan bir konu değildir.Tezimizin 2.4.5.2. bölümünde ifade
edildiği üzere, bir verginin tamamen kaldırılarak başka bir verginin yerine ikame
edilmesi şeklindeki diferansiyel yansıma analizi çerçevesinde, esasında Lugar Planı
önerileri ele alınmış bulunmaktadır.Söz konusu analiz sonuçları da gelir vergisinin
yerine satış vergisi uygulanmasının, tasarruf edenlerin lehine gelir dağılımını
değiştirdiğini ortaya koymaktadır.Toplam tasarrufların, yatırım hacminin dolayısıyla
iktisadi büyümenin belirleyicisi olduğu dikkate alınırsa, gelir vergisi yerine satış vergisi
uygulaması aynı zamanda iktisadi büyümeye de katkı sağlayacaktır.
Bununla birlikte elbette yansıma analizinin bir sonucu daha vardır ki, buda
dolaylı vergi ikamesinin tüketicilerin aleyhine olmak üzere gelir dağılımını değiştireceği
şeklindedir.Tüketiciler aleyhine gelir dağılımının değişmesi, aynı zamanda, gelirlerinin
tamamını harcamak durumunda olan düşük gelirlilerin aleyhine gelir dağılımının
bozulması anlamına gelmektedir.
118
OECD üyesi ülkelerin GSMH ve Gini katsayısı verilerinin değerlendirilmesi
neticesinde ise, iktisadi büyüme ile gelir dağılımının birebir ilişkili olmadığı, diğer bir
deyişle, kişi başına düşen GSMH seviyeleri önemli artışlar gösteren ülkelerin aynı
dönemde gelir eşitsizliklerinin arttığı ortaya çıkmıştır.
Bununla birlikte, tez çalışmasında elde edilen sonuçlara göre, toplam vergi
gelirleri içindeki dolaylı vergi payları ile iktisadi büyümenin de birebir ilişkili olmadığını
ifade etmek durumundayız.Zira, 2004 verilerine göre OECD üyesi ülkeler içerisinde, en
yüksek dolaylı vergi payına sahip ülkelerin, az gelişmiş olarak nitelendirilen Türkiye,
Meksika ve Slovakya gibi ülkeler olduğu görülmektedir.İktisadi yönden gelişmiş
ülkelerin vergi sistemleri içinde ise, dolaysız vergilerin ağırlıklı olduğu anlaşılmıştır.
Tez konumuz kapsamında, dolaylı vergiler ve gelir dağılımı ilişkisi açısından
elde edilen sonuç ise, en eşitsiz gelir dağılımına sahip ülkelerin başında gelen Meksika
ve Türkiye’nin, aynı zamanda toplam vergi gelirleri içinde en yüksek dolaylı vergi
payına sahip ülkeler olduğudur.Buna karşın, bu durum, her iki ülkede dolaylı vergi
payları yüksek olduğu için gelir dağılımı da eşitsizdir şeklinde yorumlanmamalıdır. Zira,
gelir dağılımı verilerine göre OECD üyesi ülkeler içinde en eşitsiz gelir dağılımına sahip
ülkelerden birisi olan ABD’de, vergi gelirleri içinde dolaysız vergilerin ağırlıkta olduğu
görülmektedir.Sadece net bir şekilde ifade edilebilecek olan husus, eşitsiz gelir
dağılımının sebeplerinden bir tanesinin de vergi gelirleri içindeki, dolaylı vergi paylarının
yüksekliği olduğudur.
Türkiye için yapılan bir çalışmada elde edilen sonuçlar ise, dolaylı vergilerin
gelir dağılımı üzerindeki olumsuz etkisini net bir şekilde ortaya koymuştur.Veri olarak
gelir dağılımı bozuk olan bir ülkede, ağırlıklı olarak, dolaylı vergiler uygulanıyorsa,
vergileme sonrası oluşan gelir dağılımı verileri çok daha vahim olacaktır.
Türkiye’de olduğu gibi, dolaylı vergiler, zaten bozuk olan gelir dağılımını daha
da bozuyorsa, bütçenin diğer tarafı olan kamu harcamalarının gelir dağılımını kimlerin
lehine olarak değiştirdiği hususu net etkinin ifade edilebilmesi açısından oldukça
önemlidir.
119
Yeni Zelanda’da yapılan bir çalışmanın neticeleri aktarılırken belirtildiği üzere,
bir ülkede, kamu harcamaları büyük ölçüde düşük gelir grubundaki kişilere yönelik
olmak üzere yapılan eğitim, sağlık ve refah harcamalar kapsamında ise, o ülkede
dolaylı vergilerin net yansımasının gelir dağılımını bozucu yönde olduğundan
bahsedilemez.
Buna karşın, dolaylı vergilere bir finansman kaynağı olarak bakılan az gelişmiş
ülkelerde, harcamaların önemli bir kısmını oluşturan faiz giderleri dolayısıyla üst gelir
gruplarına yapılan transferler ağırlıktaysa ve düşük gelir gruplarına yönelik sosyal
nitelikli harcamalar kısıtlı kalıyorsa, kamu harcamalarının gelir dağılımını düşük gelirli
grupların lehine düzeltmediği veya gelir dağılımında kayda değer bir iyileşme
yaratmadığı sonucuna ulaşılacaktır.
Diğer bir deyişle, bütçenin net yansımasına bakarak, bir ülkede dolaylı
vergilerin gelir dağılımı üzerindeki net etkilerini ifade etmek, genel geçerliliği olan bir
sonuç olmaktan öte, o ülkenin kendi harcama yapısının şekillendirdiği bir sonuç
olacaktır. Oysa, bir ülkede dolaylı vergilerin gelir dağılımı üzerindeki ilk etkilerinin
düşük gelirli grupların aleyhine olduğu net bir şekilde ifade edilebilir.
Düşük gelir gruplarına yönelik olarak oluşan bu negatif etki, zorunlu ihtiyaç
maddelerine vergi muafiyeti uygulanması, vergi iadesi, akıllı kart vb. uygulamalarla
hafifletilebileceği gibi kamu harcamalarının bu gelir gruplarına yönelik olarak
kullandırılması ile ortadan kaldırılabilir.Bu işin telafi boyutudur.Ancak, tez kapsamında
esas olarak incelenen konu, dolaylı vergilerin gelir dağılımı üzerindeki etkisidir.Hangi
ülke ele alınırsa alınsın, teorik olarak geçerli olan dolaylı vergilerin, düşük gelir
grubundakilerin aleyhine gelir dağılımını bozduğu şeklindedir.Dolaylı vergilerin, lüks ve
zorunlu mallara farklı oranlarda uygulanması halinde bile, söz konusu olumsuz etki
tamamen ortadan kaldırılamayacak ancak zayıflatılmış olacaktır.
120
KAYNAKÇA
Acar, Mustafa: “Küreselleşme mi, Küreselleştirme mi?,” Piyasa, Güz 2004,
Sayı:12, s.1-14.
Akalın, Güneri: Kamu Ekonomisi, Akçağ Yayınları/314 ,t.y.
Akdoğan, Abdurrahman: Gelir Vergisi Açısından Vergi Adaletine Teknik Bir
Yaklaşım, Ankara: İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Maliye
Fakültesi, Maliye ve Vergi Hukuku Enstitüsü Yayın No :1/9.
Akdoğan, Abdurrahman: Kamu Maliyesi, Ankara: Gazi Kitabevi,2005.
Aksoy,Şerafettin: Kamu Maliyesi, İstanbul: Filiz Kitabevi, 1995.
Aktan, Coşkun Can:
"Vergilerin Tahsilinde Temel İlkeler," Maliye Yazıları Dergisi,
Sayı:24.Mayıs-Haziran 1990, s.40-50.
Aktan, Coşkun Can,
İstiklal Yaşar Vural:
“Vergi Rekabeti,” Erciyes Üniversitesi İ.İ.B.F Dergisi, Sayı:22,
Ocak- Haziran 2004, s.1-18, (Çevirimiçi) http//www.iibf.erciyes.
edu.tr/dergi/sayı22/ccaktan.pdf, 10 Mart 2007.
Aktan, Coşkun Can,
İstiklal Yaşar Vural:
“Gelir Dağılımında Adaletsizlik ve Gelir Eşitsizliği: Terminoloji,
Temel Kavramlar ve Ölçüm Yöntemleri,” Hak-İş
Konfederasyonu Yayınları 2002a, (Çevirimiçi)
http//www.canaktan.org /ekonomi /yoksulluk/ birinci-bol/aktan-
vural-gelir dagilimi.pdf, 18.07.2006.
Aktan, Coşkun Can: “Bir Piyasa Başarısızlığı Nedeni Olarak Gelir Dağılımında
Adaletsizlik ve Yoksulluk Sorunu: Kamu Ekonomisinin Rolü Ve
Kamu Politikası Araçları Yoksullukla Mücadele Stratejileri,” Hak-
121
İş Konfederasyonu Yayınları, 2002b, (Çevirimiçi)
http//www.canaktan.org /ekonomi /yoksulluk/ birinci-bol/aktan-
pıyasa-başarisiz.pdf, 18.07.2006.
Aktan, Coşkun Can: “Gelir Dağılımında Adalet Sağlanması ve Yoksulluk Sorununun
Ortadan Kaldırılması için Vergi Sistemi Nasıl Dizayn Edilmeli,”
Hak-İş Konfederasyonu Yayınları, 2002c, (Çevirimiçi)
http//www.canaktan.org /ekonomi/yoksulluk/ dorduncu
bol/optimal-vergi.pdf, 18.07.2006.
Alkin, Erdoğan: “Para ve Maliye Politikalarının Gelir Dağılımına Etkisi,”
Ekonomik ve Sosyal Etütler Konferansı Heyeti, Panel, 1989.
Atılgan, Hasan: Vergilerin Ekonomik Büyüme Üzerindeki Etkileri, Ankara:
Maliye Bakanlığı Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu
Başkanlığı Yayın No: 2004/365
Baş, Ali:
“Özel Tüketim Vergisi ve Gümrük Birliği Sürecinde Özel Tüketim
Vergisi Uyumlaştırma Çalışmaları,” Vergi Raporu, Sayı: 24,
Ankara, Ağustos-Eylül/1996,s.15-24.
Batırel, Ömer Faruk: “Çağdaş Vergi Politikası,” İstanbul:İÜ-İktisat Fakültesi, Maliye
Araştırma Merkezi Yayınları No: 3694/542/77, 1993, s.217-237.
Berber, Metin: Okuma Metinleri/Gelir Dağılımı, (Çevrimiçi) http//www.Metin
berber.ktu.edu.tr/içerik.php, 25 Ağustos 2006.
Bloomfield, Mark: “The İmpact of Tax Reform on U.S.Saving, İnvestment and
Economic Growth” (Çevrimiçi) http//www.accf.org/publications/
testimonies/test_impact-taxreform1998.html, 03 Mart 2007.
122
Boratav, Korkut: Kamu Maliyesi Ve Gelir Dağılımı: Kavramlar ve Metot
Meseleleri, Ankara: Sevinç Matbaası, 1965.
BrochıerH.,P.Llau,
Ch.,A.Mıchalet:
Maliye Ekonomisi, Çev. Adnan Erbaş, Ankara: Ankara İktisadi
ve İdari İlimler Akademisi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek
Okulu Basımevi,1981.
Buchanan, James M.:
Maliye Teorisi ve Politik İktisat Seçilmiş Makaleler,
Çev.S.Yenal ÖNCEL, İstanbul: Fakülteler Matbaası,1966.
Bulmuş, İsmail: Mikro İktisat, Ankara: Cantekin Matbaası, 2003.
Bulutoğlu, Kenan: Kamu Ekonomisine Giriş, İstanbul: Filiz Kitabevi,1988.
Çağan, Nami: Vergilendirme Yetkisi, İstanbul:Kazancı Hukuk Yayınları,1982.
Çelik, Aziz:
“AB Ülkeleri ve Türkiye’de Gelir Eşitsizliği: Piyasa Dağılımı-
Yeniden Dağılım,” (Çevirimiçi) http// www.calişmatoplum.org/sayi
3/makale 2.pdf, 08 Ocak.2007.
Demirbaş, Tolga: “Küreselleşmenin Modern Devlet Maliyesine Etkileri,”Sayıştay
Dergisi, Sayı 50-51, Temmuz-Aralık 2003, s.87-101, (Çevirimiçi)
http// www.sayistay.gov.tr/yayin/dergi/icerik/der50m5.pdf, 12 Mart
2007.
Demirel, Demokaan: “Küresel Eksende Devletin Yeni Kimliği:Etkin Devlet” Sayıştay
Dergisi, Sayı 60, Ocak-Mart 2006, s.105-128, (Çevirimiçi) http//
www.sayistay.gov.tr/yayin/dergi/icerik/der60m pdf, 10 Mart 2007.
DİE Haber Bülteni 2003: 2002 Hanehalkı Bütçe Anketi Sonuçları, 06.11.2003, (Çevrimiçi)
http:www.die.gov.tr/TURKİSH/SONİST/HHGELTUK/071103.htm,
123
20 Ocak 2007.
Dikmen, M. Orhan: Maliye Dersleri, İstanbul: Fakülteler Matbaası,1973.
Edizdoğan, Nihat:
Kamu Maliyesi II(Kamu Gelirleri ve Vergi Teorisi), Bursa: Ekin
Kitabevi,1988.
Eğilmez, Mahfi:
Katma Değer Vergisi(Teori-Uygulama), Ankara: Gazi
Üniversitesi Basın-Yayın Yüksek Okulu Basımevi,1983.
Ejder, Haydar Lütfü: “Türkiye’de Vergi Politikaları,”G.Ü.İ.İ.B.F Dergisi, 4/2000,s.127-
132, (Çevirimiçi) http// www.bayar.edu.tr./iibf/sakinc/kamu
maliyesi/HaydarEJDER.pdf, 10 Mart 2007.
Ekonomi Forumu: “Türkiye’de Gelir Dağılımı,” İstanbul: Friedrich Ebert
Vakfı,11.06.1989.
Eker, Aytaç, Kamil Tüğen:
Kamu Maliyesine Giriş, İzmir: Bilgehan Basımevi,1987.
Emes, Joel, Jason
Clemens, Patrick
Basham, Dexter Samida:
“Flat Tax Principles and Issues,”(Çevrimiçi)
http//www.oldfraser.lexi.net /publications/ciritical-issues/2001/flat
tax, 28 Eylül 2006.
Erginay, Akif: Kamu Maliyesi, Savaş Yayınları, 14.Baskı, t.y.
Fitoussi, Jean Paul: “Shifting The Tax Burden: From Direct To İndirect Tax”
(Çevrimiçi)http:www.europarl.europa.eu/comparl/econ/emu/ 2005
0914/fitoussi-en.pdf., 04 Mart 2007.
FTA Tax Burden 2006: OECD:Percentage of Direct and İndirect Taxes 2004,
(Çevrimiçi)http:www.estv.admin.ch/data/sd/e/inter/pdf/2006/dir-
indir-aktuell-21.pdf, 05 Ocak 2007.
124
Garner, C. Alan: “Consumption Taxes: Macroeconomic Effects and Policy Issues”
(Çevrimiçi)http:www.kc.frb.org/publicat/econrev/pdf/2005garn.pdf,
03 Mart 2007
Gelir İdaresi Başkanlığı: Vergi İstatistikleri,(Çevrimiçi)http: www.gib.gov.tr/index.php?id=
271, 24 Ocak 2007.
Giray, Filiz: “Küreselleşme Sürecinde Vergi Rekabeti ve Boyutları,” Akdeniz
İİBF Dergisi, Sayı:9, 2005, s.93-122. (Çevirimiçi) http//www.
Akdeniz. Edu.tr/iibf/yeni/genel/dergi/sayi09/10Giray.pdf, 08 Mart
2007.
Gökbel, Doğan:
“Tek Oranlı Vergi Tartışması,” (Çevrimiçi) http://www.eso-es.net
/kurumsal/yazi.asp?54, 25 Ocak 2007.
Hazine Müsteşarlığı: Bütçe Finansman İstatistikleri:Konsolide Bütçe Dengesi ve
Finansmanı,(Çevirimiçi) http// www.hazine.gov.tr/stat.07 Ocak
2007.
Heper, Fethi: Toplumsal Yapı ile Vergi Yapısı Arasındaki İlişkiler,
Eskişehir:Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayın No:
126/148,1981.
İrtenk, Saffet R.: Maliye, İzmir:Ege Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi
Yayın No:64/13, 1971.
Karakaş, Eser: “Türkiye’de Vergi Gelirlerinin İçinde Dolaylı Vergilerin Payının
Artması Üzerine Bazı Düşünceler,” İstanbul:İÜ-İktisat Fakültesi,
Maliye Araştırma Merkezi Yayınları No: 3695/541/76, 1993,
s.255-259.
Karayılmazlar, Ekrem: “Artan Oranlı Gelir Vergisine Karşı Düz Oranlı Gelir Vergisi,”
125
Piyasa, Güz 2004, Sayı:12, s.89-120.
Kazgan, Gülten, İzzettin
Önder, Hasan Kirmanoğlu
Nihal Tuncer:
“Türkiye’de Gelir Bölüşümünü Bozan Etkenler ve İyileştirilmesine
İlişkin Politikalar,” Ekonomik ve Sosyal Çözüm Önerileri Dizisi
3, Ankara,1992.
Korkmaz, Esfender: İktisadi Gelişme Ve Mali Sistem, İstanbul: Lebib Yalkın
Matbaası, 2003.
Livingston, Michael A.: “From Milan to Mumbai, Changing in Tel Aviv: Progressive
Taxation in İtaly, İsrael, İndia and the United States,”
(Çevirimiçi)http//www.law.nyu.edu/colloquia/taxpolicy/020305.pdf,
29 Eylül 2006.
Lugar, Richard G.: “The Lugar Plan To End The İncome Tax,” (Çevirimiçi)
http//www.heartland.org/pdf/80765e.pdf, 29 Eylül 2006.
Mercan, Birol: “Küreselleşme ve Ulusların Rekabet Gücünün Yeni Anahtar
Faktörleri,” Piyasa, Güz 2004, Sayı:12, s.29-38.
McCaffery, Edward J.: Fair Not Flat How To Make The Tax System Beter And
Sımpler, The Universıty Of Chıcago Press,2002.
Moore, Stephen: “The Economic and Civil Liberties Case For A National Sales
Tax,” May 11,1995 (Çevirimiçi) http// www.cato.org
/speeches/sp5-11-1.html-28K, 29 Eylül 2006.
Musgrave, Richard A.: Kamu Maliyesi Teorisi-2.Kitap Vergilemenin Ekonomik
Analizi,(Çev: Orhan ŞENER,Yaşar METHİBAY), Ankara:Asil
Yayın Dağıtım Ltd.Şti.,2004.
Nadaroğlu,Halil: Kamu Maliyesi Teorisi, İstanbul:Met/Er Matbaası,1983.
126
Nemli, Arif: Kamu Maliyesine Giriş, İstanbul:Filiz Kitabevi,1990.
Neumark, Fritz: İktisadi Plancılık ve Vergi Politikası, Çev. Osman OKYAR,
İstanbul:İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi, Akgün
Matbaası,1948.
Neumark, Fritz: Maliye İlmine Dair Sosyolojik Tetkikler, Çev.Sabri F.
ÜLGENER, İstanbul: Güven Basımevi, 1940.
OECD Factbook 2006,
Macro Economic Trends:
Gross Domestic Product, http://caliban.sourceoecd.org/vl=
20634184/ cl =21/nw= 1/rpsv/factbook/data/02-01-02-t01.xls, 25
Ocak 2007.
OECD Factbook 2006,
Quality of Life:
İncome İnegualty, (Çevirimiçi) http://titania.souerceoecd. org/ pdf/
fact 2006 pdf/10-03-02.pdf, 25 Ocak 2007.
OECD, VAT Rates: Part IV.Value Added Taxes(2006), (Çevirimiçi) http://www. oecd.
Org/dataoecd /12/13/34674429.xls, 15 Mart 2007.
Oktayer, Nagihan: “Gelir ve Tüketim Vergilerinin Tasarruflar Üzerindeki Etkileri,”
İstanbul:İÜ-İktisat Fakültesi, Maliye Araştırma Merkezi Yayınları
No: 4375/571/86, 2003, s.154-167.
Oyan, Oğuz, Ali Rıza
Aydın:
Türkiye’de Maliye ve Fon Politikaları Alternatif Yönelişler,
Ankara: Adım Yayıncılık,1991.
Öncel, Mualla, Ahmet
Kumrulu ,Nami Çağan:
Vergi Hukuku, Ankara: Turhan Kitabevi,12.Baskı,2005.
Önder, İzzettin “Katma Değer Vergisinin Ekonomik Etkileri,” İstanbul:İÜ-İktisat
Fakültesi, Maliye Araştırma Merkezi Yayınları No: 3408/514/70,
1986, s.21-29.
127
Önder, İzzettin: “Para ve Maliye Politikalarının Gelir Dağılımına Etkisi,”
Ekonomik ve Sosyal Etütler Konferansı Heyeti, Panel, 1989.
Öner, Erdoğan: Kamu Maliyesi 1, Ankara: Maliye ve Gümrük Bakanlığı
Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Yayın
No:1986/282,1986.
Özmucur, Süleyman: “Dolaylı Vergilerin Fiyat ve Üretim Etkileri,” Boğaziçi
Üniversitesi Araştırma Raporu, İstanbul, 1992.
Özmucur, Süleyman: 1963 ve 1990 Gelir Vergisi Tarifelerinin Bir Karşılaştırması ve
Vergi Adaleti Açısından Düşündürdükleri,” İstanbul:İÜ-İktisat
Fakültesi, Maliye Araştırma Merkezi Yayınları No: 3695/541/76,
1993, s.188-191.
Palamut, Mehmet E.,
Mehmet Yüce:
“Türkiye’de 1980-2000 Döneminde Gerçekleşen Gelir
Dağılımının İstenen Vergi İle Eğitim ve Sağlık Harcamaları
İlişkisi,” 16.Maliye Sempozyumu, 2001, (Çevirimiçi) http//
www.ceterisparibus.net/maliye/vergi.htm, 05 Mart 2007.
Pınar, Abuzer: “Vergileri Kim Ödüyor ve Kamu Harcamalarından Kimler
Faydalanıyor?,” TESEV Kasım 2004, (Çevirimiçi) http// www.
tesev.org.tr/rapor-kasim2004.pdf 21.Haziran.2006
Sayar, Nihat: Kamu Maliyesi, Cilt I, İstanbul: İ.İ.T.A Nihat Sayar- Yayın ve
Yardım Vakfı Yayınları No:256, 1975.
Seviğ, Veysi: “Türkiye’de Vergi Adaleti Tebliği,” Seminer, İstanbul: İktisadi
Araştırmalar Vakfı, 2001.
Sonsuzoğlu, Elif: “Ödeme Gücüne Göre Vergileme İlkesi,” İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Mali Hukuk Anabilim Dalı, Doktora
128
Tezi, İstanbul: 1997.
Söyler, İlhami: “Rasyonel Bir Vergi Sistemi İçin Gerekli Vergi Reformu,” Maliye
Dergisi, Sayı:126, Eylül-Aralık 1997, s.66-83.
Şeker, Sakıp : Türkiye’de Ücretler Üzerindeki Vergi Yükü, Ankara: Türk Harb-
İş Sendikası, 1994.
Şenyüz, Doğan: "Vergilemede İstikrar İlkesi ve Türk Vergi Mevzuatı," İstanbul:İÜ-
İktisat Fakültesi, Maliye Araştırma Merkezi Yayınları No:
3694/542/77, 1993, s.207-216.
Şenyüz, Doğan: Vergilendirmede Yükümlü Psikolojsi, Bursa, 1995.
Tait, Alan A.: International Practise and Problems, İnternational Monetary
Fund, Washington,D.C.,1988.
Tanrıverdi, Sezai: “Karşılaştırmalı Vergi Sistemleri:Vergi Sistemlerinin ve Vergi
Yükü Farklılıklarının Globalleşme Süreci Üzerine Etkileri”
(Çevirimiçi) http// www.malihaber.com/modules.php?name=Kose
–Yaziları&op=viewarticle&artic=663, 07 Mart 2007.
The Economist: “The Case For Flat Tax,” The Economist, (Çevirimiçi) http//
www.economist. com/displaystory.cfm?story-id=3860731, Apr. 14
th 2005, 29 Eylül 2006.
Tokatlıoğlu, Mircan Yıldız: “Türkiye’de Dış Ticaretin Vergilendirilmesi ve Avrupa Birliği,”
Akdeniz İİBF Dergisi,2005, s.46-72, (Çevirimiçi) http//www.
Akdeniz.edu.tr/iibf/yeni/genel/dergi/sayi10/06Tokatlioğlu.pdf., 12
Mart 2007.
Tuncer, Selahattin: Türkiye’de Vergi Adaletinin Sağlanması, Seminer, İstanbul:
129
İktisadi Araştırmalar Vakfı, 2001.
Turhan, Salih: Vergi Teorisi ve Politikası, İstanbul: Filiz Kitapevi, 1998.
TÜİK Haber Bülteni Şubat
2006:
Gelir Dağılımı Sonuçları 2004,27 Şubat 2006, Sayı:37,(Çevrimiçi)
http:www.die.gov.tr/ TURKİSH/SONİST/GELİR/ k270206xls, 20
Ocak 2007.
TÜİK Haber Bülteni Aralık
2006:
2005 Gelir Dağılımı Sonuçları,25 Aralık 2006, Sayı:207
(Çevrimiçi) http:www.tüik.gov.tr/ PreHaberBultenleri.do?id=408,
20 Ocak 2007.
Türkan, Ercan:
“Düz Oranlı ve Tüketim Tabanlı Vergi Sistemi: ABD’de Yaşanan
Tartışmalar ve Bu Tartışmalardan Çıkarılabilecek Dersler,”
(Çevirimiçi) http//www.ceterisparibus.net/maliye/vergi.htm-26K,
02 Ekim 2006.
Zenginobuz, Ünal,
Gökhan Özartan, İsmail
Sağlam, Fatoş Gökşen:
“Yurttaşların Cebinden Devletin Kasasına: Türkiye’de Kim Ne
Kadar Vergi Ödüyor?,” Boğaziçi Üniversitesi Araştırma Raporu,
ISS/EC 2006/18, (Çevrimiçi) http//www.econ .boun.edu.tr/
papers/pdf/iss-ec-06-18.pdf, 01 Şubat 2007.