Upload
others
View
14
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
BÖLÜM IV
Böcek Ekolojisi ve Epidemiyoljisi
Giriş
Biyolojinin ana bölümlerinden biri olan ekoloji, diğer bilim dalları gibi yavaş ve kesikli bir
gelişme göstermiştir. Ekoloji, daha çok yirminci yüzyılın ikinci yarısında önem kazanan,
nispeten yeni bir bilimsel disiplindir. Bununla birlikte, sistematik ekolojik araştırmaların kökleri
antik zamanlara, örneğin hayvan göçları ve bitki biyocoğrafyası üzerinde ilk gözlemleri yapan
sırasıyla Aristotle and Theophrastus’a kadar uzanabilmektedir. Alexander Humboldt (1769 –
1859), Charles Darwin (1809 – 1882), Alfred Russel Wallace (1823 – 1913) ve Karl Möbius
(1825 – 1908) gibi ondokuzuncu yüzyılın bazı dikkate değer bilim adamları, organizmaların
etkileşen gruplarlarını işlevsel olarak bağlantılı bir bir topluluk olarak tanılayan biyocoğafya
temelli pek çok önemli katkılar yapmışlardır.
Ekoloji terimi (Almanca: Oekologie) ilk olarak Alman biyolog Ernst Haeckel tarfından
1866’da “organızmanın çevresiyle ilişkisinin kapsamlı bilimi” olarak kaydetilmiştir. Bu konuda
ilk önemli kaynak Danimarka’lı botanikçi Eugenius Warming tarfından (1895) yazılmış ve
üniversitede ders olarak okutulmuştur. Bu ilk çalışmadan dolayı Warming, bazen ekolojinin
kurucusu olarak nitelenir.
Ekoloji (ökoloji), Latince, oikos (ev, yaşam yeri, organizmaların konutu) ve logy (bilim)
kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiş bir terimdir. Bilimsel olarak ekoloji, canlıların
yaşama yerlerinde incelenmesi ya da organizma ya da organizma gruplarınınbirbiriyle ve
çevreleriyle olan karşılıklı ilişkilerini araştıran bir bilim olarak tanımlanabilir.
Böcek ekolojisi başlığı altında daha çok birey ekolojisine ait konular ele alınacak ve
böceklerin olağanüstü çoğalmalarını önleyici etkenler ile ilgili konulara ağırlık verilecektir. Her
böcek türü, bulunduğu ortamın çok değişken nitelikte olan çeşitli faktörlerinin aynı andaki
etkileri ile karşı karşıyadır. Böcekleri hayat evrelerinin en az bir fazında doğrudan etkileyen
ortamın her elamanına ekolojik etken denir.
Tüm canlı organizma çeşitlerinin özel bir çevrede yaşamlarına olanak veren
adaptasyonları vardır. Organizmalar besin temini ve üremenin yanında doğal düşmanlarından
sakınmak için çeşitli uyumlar gösterirler. Canlı organizmalar, su temini, sıcaklık değişim ve
dağılımları ile ışık miktarı ve toprak bileşimi gibi çevrelerindeki fiziksel etmenlerden
etkilenirler. Bu fiziksel çevre de içinde yaşayan organizmalardan etkilenir. Sonuçta,
organizmalar aynı alanda yaşayan diğer organizmalardan etkilenir. Organizmaların kendi
aralarında ve çevreleriyle olan etkileşimleriyle ilgilenen biyoloji dalına ekoloji denir.
Şekil XX. Suda sifon (solunum borucuğu) ile solunumu yapan sivrisinek larvaları
Organizmaların kendi aralarında ve çevreleriyle etkileşimlerinin araştırılmasında, her iki,
canlı ve cansız etkenler değerlendirilmektedir. Biyotik ya da canlı etkenler, çevredeki tüm
canlı organizmaları ve diğer canlılar üzerindeki doğrudan ve dolaylı etkilerini içerir. Abiyotik
ya da cansız etkenler su, oksijen, ışık, sıcaklık, toprak ile inorganik ve organik besinleri içerir.
Abiyotik etkenler özel bir çevrede ne tür organizmaların yaşayabileceğini belirler.
Örneğin, çöllerde çok az temin edilebilir su vardır ve sıcaklık günlük olarak çok sıcak ile soğuk
arasında değişir. Bu koşullarda sadece uyum sağlamış, adaçayı çalısı (sagebrush) ve kaktüs
gibi bitkiler yaşayabilir.
Güneşten gelen elektromanyetik ışınım bir foton akımı olarak
kavramlaştırılabildiğinden, ışıma enerjisi (radiant enerji) bu fotonlarla taşınan enerji
olarak düşünülebilmektedir. Diğer şekilde, elektromanyetik ışınım, enerjiyi, salınımlı
elektrik ve manyetik alanlarında taşıyan bir elektromanyetik dalga olarak
düşünülebilmektedir. Bu iki görüş tamamen eşdeğerdir ve kuantum alan teorisinde
birbiriyle bağdaşıktır. Elektromanyetik ışınımın çeşitli frekansları olabilmektedir. Herhangi
bir elektromanyetik sinyalde mevcut frekans kuşakları keskin olarak ayrılabilmektedir.
Foton olgusunda, her bir fotonun taşıdığı enerji kendi frekansıyla orantılıdır. Dalga
olgusunda, bir monokromatik dalganın enerjisi onun şiddeti ile orantılıdır. Bu, aynı
şiddete, ancak farklı frekanslara sahip iki elektromanyetik dalgadan, yüksek frekanslı
olanın daha az foton içereceğini belirtmektedir.
Elektromanyetik dalgalar bir cisim tarafından soğurulduğunda, bu dalgaların enerjisi
genellikle ısıya dönüştürülür. Fotonlar soğurulduğu cisimlerin yüzeyinde atom ve
molekülerin bağlarını gevşetir ve titreşmelerine neden olur. Titreşim hareketi ile açığa
çıkan ısı güneşin ısıtması olarak adlandırılır. Güneş ışığının ışıdığı yüzeyleri ısıtması bunun
çok iyi bilinen bir sonucudur. Çoğunlukla bu olgu, özel olarak kızılötesi ışınımla eşleştirilir,
ancak herhangi bir çeşit elektromanyetik ışınım, soğurulduğu bir cismi ısıtır.
Elektromanyetik dalgalar ayrıca, enerjileri başka tarafa yönlendirilerek veya dağıtılarak,
yansıtılabilir veya saçılabilirler.
Şekil xx. Işık ve diğer solar ışınımların dalga boyları (Elektromanyetik Spektrum).
İşlevsel ekolojinin hemen tüm aşamaları doğrudan veya dolaylı olarak güneşin ışınım
enerjisinden etkilenmektedir. Gezegenimizin ekolojik enerji stokuna girdi sağlayan
güneşten yayılan elektromanyetik enerjinin farklı dalga boyları vardır. Güneşin ışınım
enerjisi ısı üretir, yaşamın kimyasal tepkimelerinde aktif enerji olarak ölçülen fotonları
sağlar. Yaşam biyolojisi belirli bir sıcaklık aralığında yürür. Isı, sıcaklığı düzenleyen bir
enerji şeklidir. Gelişme hızını, etkinliği, davranışı ve birincil üretimi etkiler. Sıcaklık ısı
enerjisinin şiddet ya da yoğunluk etkenidir ve büyük ölçüde güneş ışınımının tekerrür
oranına bağlıdır. Yatay ve dikey uzamsal sıcaklık değişikliği büyük ölçüde iklimleri ve
sonuçta yeryüzünün her tarafında farklı ekosistemlerde biyolojik çeşitliliğin dağılımını ve
birincil üretimin düzeyini etkiler. Isı ve sıcaklık ayrıca, çok büyük oranda dış çevre
sıcaklığı tarafından düzenlenen ve ona bağlı olan bir vücut sıcaklığına sahip olan
poikilotherm ile içsel olarak düzenlenen ve metabolik enerji harcanarak sürdürülen bir
vücut sıcaklığına sahip olan homeotherm hayvanlardaki iki metabolizma sınıfı ile etkin bir
ilişki içindedir ve onları farklı şekilde etkilemektedir.
Işık yeryüzünün birincil enerji kaynağıdır. Bitkiler, algler ve bazı bakteriler ışık
soğurur ve fotosentezle enerji özümlerler. Fotosentez veya H2S’nin inorganik fiksasyonu
ile enerji özümleme yeteneğindeki organizmalar ototroflardır. Ototroflar birincil üretimden
ve metabolik yoldan biyokimyasal entalpik (enthalpic) bağlarda potansiyel enerji olarak
depolanan ışık enerjisinin özümlenmesinden sorumludurlar. Heterotroflar enerji ve
besinlerini sağlamak için ototroflardan beslenirler.
Işık koşulları sucul çevrede de değişir. Işık suya geçtiği kadar absorbe edilir. Böylece
mevcut ışık miktarı derinliğin artması ile azalır. Işığın geçtiği su katmanına fotik (photik)
zon denir. Yeryüzünde meydana gelen fotosentezin yaklaşık %80’i bu fotik zonda
meydana gelir. Onun altındaki zon, hiç ışık olmayan aphotikzondur. Birkaç kemotropf
dışında, aphotik zonda yaşayan organizmalar enerjilerini photik zondan aşağı doğru
sürüklenen veya göçen organizmalardan sağlar.
Işık, üretim ve enerji temini arasında bir bağıntının olması, yeryüzünde ekosistem
dinamiklerinin dağılım, kompozisyon ve yapısını etkilemektedir. Belirli bir ekoloji veya
çevredeki bir populasyon veya türde değişen dinamikleri etkileyen ekolojik etkenler
çoğunlukla biyotik ve abiyotik diye ikiye ayrılırlar.
POPÜLASYONLAR VE TOPLULUKLAR
Doğada, organizmaların araştırılmasında, ekologlar, dikkatlerini çoğunlukla belirli bir
ortam çeşidindeki belirli bir organizma grubuna odaklarlar. Doğada, belirli bir alan içinde
belirli bir türün tüm bireylerini içeren organizmaların en doğal grubu bir popülasyondur.
Bir ormandaki Türkiye meşesi, Quercus cerris ağaçları bir popülasyon oluşturur. Bir
gölcükteki tüm şeritli kurbağalar (Rana camerani) bir popülasyon meydana getirir.
Popülasyonlar daha büyük grupların parçaları olarak da değerlendirilebilir. Her bir
populasyon, aynı türün bireyleri arasındaki üremenin ve belirli bir yerde ve belirli bir
zamanda birlikte yaşamanın bir sonucudur.
Belirli bir alandaki farklı organizmaların tüm popülasyonları bir eklojik topluluk
oluşturur. Örneğin bir gölcüğün içinde ve civarındaki tüm kurbağalar, balıklar, algler ve diğer
canlı varlıklar bir gölcük topluluğunu meydana getirir.
Bir ekosistem, bir topluluğu ve onun fiziksel çevresini içerir. Ekosisteme, canlı=biyotik
ve cansız=abiyotik etmenler dahildir. Ekosistemin canlı ve cansız kısımları arasında süren
materyal değişimi vardır. yeryüzündeki tüm ekosistemler birbirine bağlıdır. Organizmalar
ekosistemin birinden diğerine geçerler. Su ve diğer inorganik maddeler bir ekosistemden
diğerine taşınır. Organik bileşikler de, taşıdıkları enerji ile birlikte ekosistemler arasında
taşınırlar.
Bir ekosistemdeki her bir organizma çeşidinin (TÜR) içinde yaşadığı özel bir çevre
bölümü vardır. Bu onun habitatı (yaşama yeri)’dir. Bir ekosistem içinde meydana gelen
karmaşık etkileşimlerde her bir türün özel bir rolü de vardır. Bir türün ekosistemdeki rolü
onun nişi’dir. Bir organizmanın nişi onun habitatının bir kısmı, sadece bir parçasıdır.
Ayrıca niş, besinini nasıl, ne zaman ve nerden sağladığını, üreme davranışlarını ve onun
çevre ve ekosistem içindeki diğer türlerle doğrudan ve dolaylı etkileşimlerini içerir.
Şekil xx. Organizma, population, topluluk, ekosistem, biyom ve biyosfer
Bir populasyon yetersiz sayıdaki bireylerden ibaret olduğunda, bu populasyon yok
olma tehlikesindedir; türün bireylerinin katıldığı bileşik toplulukların çökmesi bir türü yok
olmaya götürebilir. Küçük populasyonlarda, aynı soydan olma topluluğu daha da
güçsüzleştiren kalıtsal çeşitliliğin azalması ile sonuçlanabilir.
Habitat ve Biyotop
Organizmaların kendi aralarında ve çevreleriyle etkileşimlerinin araştırılmasında, her
iki, canlı ve cansız etkenler değerlendirilmektedir. Biyotik ya da canlı etkenler, çevredeki
tüm canlı organizmaları ve diğer canlılar üzerindeki doğrudan ve dolaylı etkilerini içerir.
Abiyotik ya da cansız etkenler su, oksijen, ışık, sıcaklık, toprak ile inorganik ve organik
besinleri içerir.
Abiyotik etkenler özel bir çevrede ne tür organizmaların yaşayabileceğini belirler.
Örneğin, çöllerde çok az temin edilebilir su vardır ve sıcaklık günlük olarak çok sıcak ile soğuk
arasında değişir. Bu koşullarda sadece uyum sağlamış, adaçayı çalısı (sagebrush) ve kaktüs
gibi bitkiler yaşayabilir. Tahıl, meşe ağaçları ve orkideler gibi diğer bitki çeşitleri çöllerde
yaşayamaz. Bu bitkiler uyum sağladıkları, değişik abiyotik koşullara sahip diğer çevrelerde
gelişirler.
Abiyotik etkenler jeolojik-Jeomorfolojik, coğrafik, hidrolojik ve iklimsel (klimatolojik)
parametrelerdir. Bitki ve hayvanların özgün bir birlikteliği için yaşama yeri sağlayan, özel
bir takım cansız ekolojik etkenler tarafından karakterize edilen, çevresel olarak aynı
yapıdaki koşulların olduğu bir alan veya bölge biyotop olarak adlandırılır. Biyotop tam
olarak habitat terimi ile eş anlamlıdır, ancak habitatın konusu bir tür veya bir
populasyon olurken, biyotopun konusu bir biyolojik topluluktur. Habitat veya
biyotopları doğrudan etkileyen özgün abiyotik etkenler ışık, sıcaklık, su, hava ve toprağı
kapsar. Işık, fotosentezle ekosisteme enerji sağlar.
Şekil XX. Habitat ve biyotop
Doğu Ladini Picea orientalis (L.) Link Doğu Karadeniz Bölgesinde, Ordu Melet Çayının
doğusunda, Doğu Karadeniz Dağlarının denize bakan (deniz etkisi altındaki) yamaçlarında
doğal olarak yayılmıştır. Batı Karadeniz bölgesinde görülen kaplumbağa bu bölgede
yaşamaz. Çam kese böceği Thaumetopoea pityocampa Orta ve batı Karadeniz’deki
varlığına rağmen bu bölgede görülmez. Kırmızı orman karıncası Formica rufa, batı
Karadeniz ormanlarında ve Doğu Karadeniz’in Karadeniz ardı ormanlarda yaşarken ladinin
yayılış alanında yaşamaz.
BİYOTİK EKOLOJİK ETKENLER
Biyotik ekolojik etkenler de topluluğun yaşama yeteneğini etkiler; bu etkenler ya tür
içi veya türler arası ilişkiler olarak değerlendirilir. Tür içi ilişkiler bir populasyonu
oluşturan aynı türün bireyleri arasında kurulmuş olan ilişkilerdir. Bunlar işbirliği
(dayanışma) veya rekabet ilişkileridir. Rekabet, alan ayırma ve bazen sıradüzen
toplulukların örgütlenmesi ile ilgilidir.
Türlerarası ilişkiler, farklı türler arasındaki çok fazla sayıdaki etkileşimlerdir ve
çoğunlukla yararlı, zarar verici veya etkisiz olarak nitelendirilirler. En önemli ilişki,
ekolojideki zorunlu besin zincirleri kavramlarını yönlendiren predasyondur. Herbivor
türler bitkisel besinlerle beslenirler ve karnivorlar tarafından tüketilirler, ancak bunların
her ikisi de daha büyük karnivorlara av olabilir.
Türlerarası diğer ilişkiler asalaklık, bulaşıcı hastalıklar ve iki türün aynı ekolojik
nişi paylaştığında ortaya çıkabilen sınırlı kaynaklar için rekabeti kapsar. Çeşitli canlılar
arasında var olan etkileşimler, büyüme, yaşama ve üremeleri için organizmalar
tarafından çevreden alınan ve sonunda atıklar olarak uzaklaştırılan mineral ve organik
maddelerin kalıcı bir karışımı ile sürdürülmektedir. Elementlerin (özellikle karbon, oksijen
ve azotun) ve suyun bu değişmez döngüsü biyojeokimysal döngüler olarak adlandırılır. Bu
döngüler, insan etkileri, uç hava halleri veya olağan dışı jeolojik olaylar dışında,
biyosferde değişmez bir kararlılığın güvenceleridirler. Kendi kendine yürüyen bu düzen,
negatif geri besleme denetimi ile sürdürülmekte, ekosistemlerin devamlılığını güvenceye
almaktadır.
Ekosistemler kararlı görünse de zamanla değişme geçirirler. Değişme, ekosistemde
yaşayan organizmaların çevreyi değiştirmesiyle meydana gelir. Her ekosistem, ekolojik
süksesyon olaylarından sonra, klimaks denilen ideal bir duruma gelişme eğilimindedir.
Klimaks topluluk milyonlarca yılda gelişir. Klimaks topluluklar çoğunlukla baskın bitki
formlarıyla nitelendirilir. Bir klimaks topluluğun baskın bitkileri çevrenin fiziksel etkenleri
tarafından belirlenir. Yeterli yağış ve uygun toprağın olduğu yerde, klimaks topluluk
büyük olasılıkla bir ormandır. Orman yapısını destekleyecek yeterli su yoksa, klimaks
topluluk çayır ve diğer bazı bitki çeşitlerinden meydana gelir. Hayvan yaşamı bitki
toplulukları ile değişir.
Bir ekosistem her çeşitten organizmalar; mikroorganizmalar, bitkiler ve hayvanlar
içerir. Bu organizmalar pek çok düzeyde birbirini etkiler, ancak besin ve enerji ilişkileri
bunlar arasında en önemlileridir.
Üreticiler, Tüketiciler ve Ayrıştırıcılar
Kendibeslekler, gereksinimleri olan tüm organik besinleri inorganik bileşiklerden
sentezleyebilen organizmalardır. Kendibesleklerin çoğu fotosentez yapabilirler; bununla
birlikte, çok azı kemosentez yaparlar. Bir ekosistemde, kendibesekler (fototrof ve
kemotroflar), inorganik bileşiklerden organik bileşikler (besin) üretebilen ve üreticiler olarak
adlandırılan yegane organizmalardır. Birkaç küçük ekosistem dışında, tüm ekosistemlerde,
kendibeslekler bitkiler ve diğer fotosentez yapan organizmalardır.
Dışbeslekler, canlılık işlemleri için, organik bileşiklerde depolanan kimyasal enerji dışında,
enerjinin herhangi bir şeklini kullanamazlar. Bu organik besinler, bitkisel ya da hayvansal
olabilen, diğer organizmaların ürünlerinden sağlanmalıdır. Dışbeslekler, başka
organizmalardan besin sağlamak zorunda olduklarından, tüketiciler olarak adlandırılır.
Tüketiciler, ne yediklerine ve besinlerini nasıl sağladıklarına bağlı olarak birkaç gruba ayrılırlar.
Bunlar otçulları, etçilleri ve çürükçülleri içerir.
Otçullar, sadece bitkilerden beslenen hayvanlardır. Tavşanlar, sığırlar, atlar, koyunlar
ve geyikler otçullardır. Etçiller, diğer hayvanlardan beslenen hayvanlardır. Etçiller arasında
bazıları yırtıcılar ve bazıları leşçillerdir. Aslanlar, şahinler ve kurtlar gibi yırtıcılar, avlarına
saldırır, onları öldürür ve vücutlarından beslenirler. Leşçiller buldukları ölü hayvanlardan
beslenirler. Akbabalar ve sırtlanlar leşçillerdir. Omnivorlar, bitkilerden ve hayvanlardan
beslenen hayvanlardır. İnsanlar ve ayılar omnivordurlar.
Çürükçüller, bitki ve hayvan ölülerinin kalıntılarının ayrıştırılması ile besinlerini sağlayan
ve bu yolla ekosistemde önemli rol oynayan organizmalardır. Çürütücü veya ayrıştırıcı olarak
işlev yaparlar. Pek çok bakteri ve mantar çürükçül olarak işlev görür. Bu yolla pek çok önemeli
madde ekosisteme geri döndürülür. Ekosistemin diğer üyeleri tarafından kullanılabilecek
maddeleri açığa çıkarak, ölü bitki ve hayvan kalıntılarını ayrıştırırlar. Bu yolla pek çok önemeli
madde ekosisteme geri döndürülür.
Simbiyotik İlişkiler
Simbiyotik ilişkiler, iki farklı çeşitteki organizmanın, en az birinin yararlandığı, birbiriyle
yakın işbirliği içinde yaşamalarıdır. Simbiyotik ilişkilerin üç temel çeşidi vardır: mutualizm,
kommensalizm ve parazitizimdir.
Mutualizmde, her iki organizma, aralarındaki işbirliğinden yarar sağlar. Örneğin termitler
sindirim sistemlerinde yaşayan, selülozu sindiren mikroorganizmalara sahiptir. Termitler, bu
mikroorganizmalar olmadan, yedikleri odundan hiçbir besin sağlayamazlar. Diğer yandan,
termitler, bu mikroorganizmalara besin ve yaşama yeri sağlarlar. Sığırların, sindirim
sistemlerinde yaşayan organizmalarla benzer bir işbirliği vardır.
Kommensalizmde, bir organizma bir simbiyotik ilişkiden yararlanırken diğeri bundan
etkilenmez. Örneğin, remora bir emici ile bir köpekbalığına tutunmuş olarak yaşayan küçük
bir balıktır. Köpek balığının besinlerinden arda kalan yiyecek artıklarını yemek için kendini
köpekbalığından ayırır. Böylece köpekbalığı remoraya besin sağlar. Bilindiği kadarıyla, remora,
köpekbalığına ne fayda, ne de zarar verir. Barnacileler kendilerini bir balinanın çok geniş vücut
yüzeyine tutturabilirler. Balinanın hareketi, onlara sürekli ortam değiştirme ve besin sağlama
olanağı sağlar. Balina, barnacilelerin varlığından etkilenmez.
Asalıkta, bir organizma simbiyotik ilişkiden yararlanırken, diğeri bundan zarar görür.
Yararlanan organizmaya asalak, zarar görene de konukçu ya konak denir. Bazı parazitler
konukçularında hafif bir zarara neden olurken, diğerleri sonuçta konaklarını öldürürler.
Örneğin şeritler (tenyalar) çeşitli hayvanların sindirim sisteminde yaşayan asalaklardır.
Burada, besinlerini bulabildikleri ve gelişip üreyebildikleri uygun bir ortam vardır. Bununla
birlikte, konukçu şeritlerin varlığından zarar görür. Şeridin neden olduğu besin ve doku kaybı
ciddi rahatsızlıklara neden olabilir.
Özellikle, mutualizm veya kommensalizm gerektiren simbiyotik ilişkiler, her zaman
sürekli değildir. Ayrıca, bu tür ilişkiden belirli bir organizmanın kesinlikle faydalandığını veya
zarar gördüğünü söylemek de her zaman olanaklı değildir. Örneğin, bir likenin alg hücreleri,
pek çok ortamlarda, mantar hücreleri olmadan da en iyi şekilde yaşayabilirler. Diğer yandan,
mantar hücreleri, bu ortamlarda, yalnız başına yaşamayabilirler.
ABİYOTİK EKOLOJİK ETKENLER
Işık
Yeryüzündeki hemen tüm canlılar için enerji, doğrudan veya dolaylı olarak güneş
ışınlarından sağlanır. Güneş ışınlarının yoğunluk veya şiddeti ile aydınlatma süresi ya da gün
uzunluğu, enleme göre değişir. Ekvatorun çevresindeki bölgeler en yüksek yoğunlukta güneş
ışığı alırken, kuzey ve güney kutup bölgeleri düşük yoğunlukta ışık alırlar. Ekvator kuşağı ile
kutup bölgeleri arasında kalan alanlarda görece gündüz ve gece uzunlukları, yazın daha uzun
ve kışın daha kısa süreli gün ışığı ile mevsime göre değişir.
Şekil x. Yeryüzündeki hemen tüm canlılar için enerji, doğrudan veya dolaylı olarak güneş ışınlarından sağlanır. Dünyanın enerji kaynağı güneştir.
Güneş ışınlarının yoğunluğu ve aydınlatma süresi bitkilerin gelişimini ve çiçeklenmelerini,
meyve tutma ve geliştirmelerini (bitki fenolojisi) etkileyen temel etmendir. Bazı bitkiler yüksek
ışık yoğunluğuna ve uzun günlere gereksinim duyarken diğerleri düşük ışık yoğunluğunda ve
kısa günlerde gelişirler. Pek çok hayvanda göç, kışlama, yazlama ve üreme davranışları gece
ve gündüzün göreceli (relative) uzunluklarından (ışık devirselliği = fotoperiyodisite) etkilenir.
Fotoperiyodizm, organizmaların yaşam sürelerince mevsimsel etkinliklerin
düzenlenmesinde gün uzunluğunu önceden alınan bir işaret olarak değerlendirme ve kullanma
yetenekleridir. Pek çok hayvan, özellikle yukarı enlemlerde yaşayanlar, mevsimlere bağlı
uygun davranışsal ve gelişimsel stratejilerini düzenlemek için gün uzunluğunu ön bilgi olarak
kullanırlar. Bunların en yaygın olanı böceklerdeki kışlama diyapozunun başlatılması ve pek çok
hayvan gruplarındaki mevsimsel üreme stratejileridir. Gün uzunluğu ve dolayısıyla yıl içinde
mevsim bilgisi pek çok hayvan için yaşamsaldır. Belirli biyolojik ve davranışsal değişiklikler bu
bilgiye bağlıdır. Fotoperiyod, sıcaklık değişiklikleri ile birlikte, kürk ve tüy renginin değişimini,
göç olgusunu, kışlamaya girişi, çiftleşme davranışını ve hatta eşey organlarının gelişimini
hareket geçirir. Fotoperiyodizm, özellikle geri dönüşü olmayan ve gelecek bir zamanda veya
uzak bir yerde sonuçlanacak olan fizyolojik ve gelişimsel işlemlerin başlatılmasında önemli
olmaktadır.
Işık koşulları sucul çevrede de değişir. Işık suya geçtiği kadar absorbe edilir. Böylece
mevcut ışık miktarı derinliğin artması ile azalır. Işığın geçtiği su katmanına fotik (photik)
zon denir. Yeryüzünde meydana gelen fotosentezin yaklaşık %80’i bu fotik zonda
meydana gelir. Onun altındaki zon, hiç ışık olmayan aphotik zondur. Birkaç kemotropf
dışında, aphotik zonda yaşayan organizmalar enerjilerini photik zondan aşağı doğru
sürüklenen veya göçen organizmalardan sağlar.
Işık, üretim ve enerji temini arasında bir bağıntının olması, yeryüzünde ekosistem
dinamiklerinin dağılım, kompozisyon ve yapısını etkilemektedir.
Sıcaklık
Yeryüzü yüzeyindeki sıcaklık örüntüleri yükselti ve enleme göre değişir. Bir bölgenin
sıcaklık örüntüsü dağ veya okyanus gibi yakında büyük bir coğrafi özelliğin olmasından da
etkilenebilmektedir. Yeryüzü yüzeyinde en sıcak ortalama sıcaklık ekvator çevresinde
meydana gelir. Ekvatordan kuzey ya da güneye doğru gidildikçe, ortalama sıcaklık düşer.
Kuzey ve Güney Kutuplar en soğuk bölgelerdir. Sıcaklık yükseltinin artmasıyla da düşer. Bu
nedenle, ekvatordaki yüksek dağların bile dorukları karla kaplı olabilmektedir.
Canlıların sıcaklık isteği ve soğuğa karşı dayanıklılığı farklıdır. Bu özellik canlıların sıcaklık
kuşaklarına göre dağılımına neden olur. Belli bir yükseltiden ve belli enlemlerde sonra canlı
türlerinin hızla azalması sıcaklığın etkisi altındadır. Doğal bitki örtüsünün ekvator ile kutuplar
arasında geniş kuşaklar oluşturması enlemin sıcaklığa etkisinin ve bir dağ yamacı üzerinde
aynı tür basamakları oluşturması da yükseltinin sıcaklığa etkisinin bir sonucudur.
Sıcaklık, bazı türler için ısıya tolerans çok önemli olsa da, belirli uç değerleri
aşmamalıdır. Düşük sıcaklık, hayvanların coğrafi dağılımını ve mevsimsel etkinlik
şekillerini (patterns) etkileyen temel bir çevresel kısıttır.
Su ve Hava
Yaşamın temeli olan su, canlıllığın sürmesi için gerekli en temel maddedir. Hava, su, ışık,
sıcaklık ve besin maddeleri tüm canlılar için temel gereksinimlerdir. Bunların en başında
oksijen ve su yer almaktadır. Canlı organizmayı oluşturan hücrelerin yaşam etkinliklerini
devam ettirebilmeleri için suya gereksinimleri vardır. Su yaşam için en zorunlu
maddelerden birisidir.
Doğada bulunan tüm canlılar su olmadan yaşamlarını sürdüremezler. Günümüz
dünyasında, kuraklık ve küresel kirlenme başta olmak üzere nüfus yoğunluğu, sanayideki
gelişmeler, tarımsal üretimdeki çeşitlilik ve yaygınlık nedeniyle su tüketimi artmakta ve
su kıtlığı yaşanmaktadır.
Su, aynı zamanda yaşam ve çevre için gerekli olan bir maddedir. Su, yağış
dediğimiz yağmur, kar, çiy ve sis şeklinde atmosferden salıverilir. Yıllık yağış şekilleri
(miktarları ve mevsimlere dağılışları gibi) enlem ve yükselti ile bağlantılıdır ve ayrıca
dağlar ve büyük su kütleleri gibi yerel özellikler tarafından etkilenir.
Hava, canlı türlerine oksijen, azot ve karbondioksit sağlar, polen ve sporların
yayılmasına, böceklerin ve kuşların uçmasına izin verir. Toprak, aynı zamanda bir besin
ve fiziksel destek kaynağıdır. Toprağın pH’sı, tuzluluğu, azot ve fosfor içeriği, su tutma
yeteneği ve kıvamı hepsi etkilidirler. Ayrıca, büyük boyutlu çevresel değişiklikler ve doğal
yıkımlar da abiyotik etmenler içinde değerlendirilir.
Toprak ve mineraller
IŞIK, SICAKLIK VE NEMİN ORMAN BÖCEKLERİNİN YAŞAMINA ETKİSİ
Işık
Işık Devirselliği ya da Fotoperiyodizm, organizmaların yaşam sürelerince mevsimsel
etkinliklerin düzenlenmesinde gün uzunluğunu önceden alınan bir işaret olarak değerlendirme
ve kullanma yetenekleridir. Pek çok hayvan, özellikle yukarı enlemlerde yaşayanlar,
mevsimlere bağlı uygun davranışsal ve gelişimsel stratejilerini düzenlemek için gün
uzunluğunu ön bilgi olarak kullanırlar. Bunların en yaygın olanı böceklerdeki kışlama
diyapozunun başlatılması ve pek çok hayvan gruplarındaki mevsimsel üreme stratejileridir.
Böceklerde yumurtadan ergine doğru süren gelişim süreci çoğunlukla bir dormansi
dönemi ile duraklatılabilir. Bu duraklama yüksek veya düşük sıcaklıkların veya kuraklığın
mevsimsel olarak en uç değerlerde olduğu zamanlarda meydana gelir. Gelişmedeki bu geçici
duraklama yazın veya kışın meydana gelebilir ve diyapozu içerebilir. Diyapoz herhangi bir
gelişme basamağında, gelişmenin, her zaman aynı dönemde fizyolojik olarak belirli bir süre
durdurulmasıdır. Çevre koşulları ile çok sıkı bir ilişki içinde meydana gelen kalıtsal bir olgudur.
Diyapoz, günlerce, aylarca veya nadir durumlarda yıllarca sürebilir ve yumurtadan ergine
herhangi bir gelişim evresinde meydana gelebilir. Diyapoz evresi her türde genelde
değişmezdir ve yakın akrabalar arasında değişiklik gösterebilmektedir. Yumurta diyapozu
ve/veya pupa diyapozu yaygın olmakla birlikte pek türde larval diyapoz yaygın olarak görülür.
Ergin evredeki üreme diyapozu, erginleşmiş böceklerde üremenin geçici olarak durması
anlamına gelir.
Ağaç örtüsü altında ışık, kızılötesi ışınlarca zengin ve morötesi ışınlarca yoksuldur.
Orman örtüsü altında ışık yoğunluğu, ağaçların doğasına göre büyük oranda değişir ve orantılı
ışık, yaprak döken yapraklı ağaçların olduğu durumda, mevsimsel olarak yaprakların
döküldüğü kış aylarında en yüksektir.
Işık yoğunluğu yeterli olduğunda döl üretebilen scolytid kınkanatlılar, Dryocoetes
hectographus ve Pityogenes chalcographus doğrudan güneş ışığının etkisindeki dallara
ancak yerleşirler. Lymantria dispar ve Tortrix viridana’nın meşeliklere yumurta koyma
yoğunlukları, ağaç örtüsünden geçen ışık miktarına bağlıdır. Yumurta koyma düzeyleri, ışığın
daha yoğun olduğu yerde, diğer bir anlatımla, orman kenarlarında ve tıraşlama sınırlarında
daha fazladır.
Çam keseböceği Thaumetopoea pityıcampa (Schiff.) (Lepidoptera: Thaumetopoeidae)
genellikle meşcere içindeki ağaçlardan çok meşcere kenarındaki ağaçları tercih eder. Her
yönden ışık alabilen bireysel ağaçları daha fazla tercih eder. Ayrıca, güney bakıdaki taşlı ve sığ
topraklar üzerinde bulunan ve herhangi bir nedenle açılmış, kapalılığı krılmışmeşcerelerde ve
makilikler içerisinde bulunan çam ağaçlarında daha fazla görülür.
İsveç’te tehlikeli görülen böceklerin%60’dan fazlası sık ormanlarda bulunan ağaçlar
yerine, güneş ışığı etkisindeki ağaçlara yerleşmeyi tercih etmekte ve %25’i açık alanlar yerine
kapalı ormanları tercih etmektedir (Gardenfors&Baranowski, 1992). Farklılıklar, ağaç türlerine
de bağlı olabilmektedir. Kayınla ilişkili böcek türlerin %70’i sık ve gölgeli ormanları tercih
etmekte ve meşede yaşayan böceklerin %70’i açık ormanları tercih etmektedir. İki
cerambycid türü Cerambyx cerdo ve Xylotrechus antilope meşede yaşar ve doğrudan
güneş ışığı etkisindeki ağaçları tercih eder. Elateridae türleri Denticollis rubens ve
Ischnodes sanguinicollis ile melandryid Melandrya barbata kayınlarda yaşar ve gölgeli
ağaçları tercih eder.
Cerambyx cerdo
Sıcaklık
Böceklerin faaliyetini düzenleyen abiyotik etkenlerin en önemlilerinden biri sıcaklıktır.
Sıcaklık, güneşten gelen kırmızı ötesi ışınların dünyadaki cisimlere çarpması sonucu meydana
gelen ısı enerjisinin şiddet (yoğunluk) etkenidir. Sıcaklık birimi olarak santigrad (ºC),
fahrenheit (ºF) ve réaumur (ºR) dereceleri kullanılır. Ekolojik çalışmalarda birimleri çevirmek
için C/5 = R/4 = F-32/9 eşitliklerinden yararlanılır.
Sıcaklığın Genel Etkisi. Böcekler Poikilothermal (değişken vücut sıcaklığı)
hayvanlardır. Yani, iç sıcaklıkları çevreye göre değişir ve vücut sıcaklıklarını fizyolojik olarak
ayarlayamazlar. Bilinen birbucuk milyondan fazla hayvan türünün yirmi bini kadarı hariç, geri
kalanları değişken ısılı hayvanlardır. Fakat bir kısım böceklerin sıcaklıklarını optimum bir
derecede tutabilmek için bazı davranışlara başvurdukları gözlenmiştir. Örneğin, sosyal
böcekler ve özellikle bal arılarının kışlık kümeleri çevre sıcaklığından etkilenmezler. Kanat
çırpmaları vücuttaki yedek besinlerin oksidasyonu ve bunlara ek olarak kümeyi kuşatan
arıların oluşturduğu dış kabuğun yalıtkanlığı onları çevrelerinden asgari 10ºC yüksek sıcaklığa
sahip kılar. Yaz aylarında ise kovanların sıcaklığı 35ºC’da sabit tutulur. Bu tip sosyal böcekler
çevrelerinin mikro klimaları üzerinde az da olsa bir ayarlama gücüne sahiptirler. Su sosyal
çabaları sonucu olarak bağımsız değişken ısılı duruma gelirler. Bunlar gibi, toprak içerisinde
yaşayan Coleoptera takımına ait bazı böcekler, solunum borularında buharlaştırma
sağlayarak, vücut sıcaklıklarını 2ºC düşürebilirler.
Sıcaklığın böceklerin yerel ve enlemsel yayılışına etkileri.
Sıcaklık ve diğer iklim etmenlerinin, böcekler ve diğer hayvanların fizyoloji ve
davranışları üzerinde çoklu etkileri vardır. Bunlardan sadece tipik durumlar için yalnızca birkaç
örnek üzerinde durulacaktır.
Ilıman ormanlarda, en yüksek yaz sıcaklıkları düşük ve en düşük kış sıcaklıkları
yüksektir. Bu, yapraklarla güneş ışınlarının alıkonması, yerden yayılan ışınların azaltılması ve
rüzgarın engellenmesi ile sağlanmaktadır. Yazın, ağaçların yüksek terleme düzeyleri sıcaklığı
düşürür. Bu sıcaklık azalması, kayın konumunda yüksek, ladinde orta ve sarıçamda düşüktür.
Bir vejetasyon mevsimi süresince, ağaçlardan buharlaştırılan su miktarı, kayın konumunda
27.4 cm, ladin konumunda 21 cm ve sarıçamda 7.4 cm derinlikte bir su katmanına
eşdeğerdir.
Hortumlu böcek Brachyderes incanus ve Hylobius abietis sarıçam ağaçlandırma
alanlarında büyük zararlara neden olur. B. incanus erginleri iğneyaprakları, H. abietis
erginleri çam fidanlarının kabuğunu tüketir ve her iki türün larvaları çam ağaçlarının
köklerinden beslendikleri toprak altında yaşar. Larvalar sadece sıcaklık yüksek olduğunda,
diğer bir anlatımla, güneş ışınları doğrudan yere ulaştığında gelişir, bu da gençliklerdeki
populasyonlarda meydana gelir. Tepe tacı kapalılığı oluştuğunda yer soğur ve larvaların
gelişiminin engellenmesi türün salgın yapma riskini azaltır.
Şekil xx. Hylobius abietis ergininin kabuk ve kambiyumdaki zararı.
Rhyacionia buoliana’nın kuzeye doğru yayılışı en düşük -28ºC’nin altındaki
sıcaklıklarla sınırlıdır. Lymantria dispar’da bu sınır -32°C eş sıcaklık eğrisidir. Üç diprionid
testereli arı türü, Neodiprion sertifer, Diprion pini ve Gilpinia pallid (Lepidoptera:
Diprionidae)’in yayılış enlemleri, embriyonik gelişim dönemlerinde ve izleyen dönemlerde
düşük sıcaklıklara toleranslarının bir fonksiyonudur. Bu üç türün yayılış enlemleri ve sıcaklık
gereksinimleri aşağıda verilmiştir.
Tablo xx. Neodiprion sertifer, Diprion pini ve Gilpinia pallida’nın
yayılış enlemleri ve sıcaklık gereksinimleri
Türler Embriyonik tolerans
Yayılış enlemleri
Embriyonik gelişimin yıl içinde zamanı
18°C’de Embriyonik gelişim süresi
Neodiprion sertifer 12 ile 28°C 40 ile 75°N Mart sonu 11 gün
Diprion pini 14 ile 34°C 35 ile 65°N Nisan-Ağustos sonu 18 gün
Gilpinia pallida 14 ile 32°C Bilinmiyor Nisan 15 gün
Bu türlerden Neodiprion sertifer’in embriyonik toleransı 12 ile 28°C ve yayılış
enlemleri 40 ile 75°N olurken, Diprion pini’nin embriyonik toleransı 14 ile 34°C ve yayılış
enlemleri 35 ile 65°N olmaktadır. Embriyonik tolerans gösterilen sıcaklık dercesi arttıkça D.
pini’nin yayılışı bu sıcaklıkların sağlanabildiği daha güney enlemere inmektedir. Yılda iki
generasyona, dolayısıyla iki embriyonik evreye sahip bu türün yumurta gelişim evreleri de bu
enlemler arasında tolerans gösterilen sıcaklık aralıklarının yaşandığı Nisan ve Ağustos sonunda
meydana gelmektedir. Benzer şekilde, daha düşük embriyonik toleransa sahip N. sertifer’in
18°C’de embriyonik gelişim süresi 11 gün olurken, daha yüksek embriyonik toleransa sahip
D. pini de bu süre 18 gün olmaktadır. Embriyonik toleransı (14 ile 32°C) bu iki türün
toleransı arasında olan Gilpinia pallida’nın embriyo gelişimi Nisan ayında ve 15 günde
tamamlanmaktadır.
Şekil xx. Kuzey Kutup dairesi. Kuzey Kutup Dairesi dünya haritalarına işaretlenen beş büyük enlem dairesinden biridir. Ekvatorun 66°33′39″ (ya da 66.56083°) kuzeyinden geçen enlem dairesidir.
Bu enlem dairesinin kuzeyindeki bölge Arktik olarak bilinir ve hemen güneyindeki kuşak Kuzey Ilıman Kuşak olarak adlandırılır. Güney yarıküredeki eşdeğer enleme Antarktik Daire denir.
Sıcaklığın böceklerin yaşam evreleri ve etkinliklerine etkileri
Sıcaklık, kabuk böceği Ips acuminatus (Coleoptera: Scolytidae)’un etkinliğini sınırlandıran
bir etmendir. Ağaç gövdelerine yerleştirilen dönerli tel kafeslere (tuzaklara) yakalanan
böceklerin sayısı, böceklerin uçuşuna izin veren, sıcaklığın 18°C eşiğini aştığı süreye ve günlük
en yüksek hava sıcaklığına bağlıdır.
Şekil 2.1. Kabuk böceği, Ips acuminatus’un etkinliğine sıcaklığın etkileri.
Düşey kolonlar, Norveç’te bir orman alanında, Sarıçam, Pinus sylvestris gövdeleri
üzerine yerleştirilmiş dönerli tel kafeslere (tuzaklara) yakalanan günlük böcek sayılarını
göstermektedir. Tuzaklara yakalanan günlük böcek miktarlarında sıcaklık sınırlandırıcı bir
etken olarak rol oynamaktadır. Yakalanan böcek miktarları, bu böceğin uçuşuna izin veren bir
eşik (18°C) üzerindeki sıcaklığın devam etme süresine ve günlük erişilen en yüksek sıcaklığa
(Bakke, 1968) bağlı olmaktadır. I. acuminatus’ta ergin uçuşu, sıcaklığın 18°C’nin üzerine
çıkmasıyla başlmakta ve uçuş yoğunluğu, sıcaklığın bu eşik üzerinde kalma süresine ve bu
süre içinde ulaştığı en yüksek değere bağlı olarak artmaktadır.
Sıcaklık, etkisini, yalnız başına geniş bir ölçekte ve şaşırtıcı şekillerde gösterebilir.
Kuzey İsveç’te bir kısım huş, Betula pubescens, ormanları Oporinia (Epirrata)
autumnata (Lepidoptera: Geometridae) tırtıllarından ileri dercede zarar görür. Vadi
tabanında uzanan alanlarda, sürekli akan yoğun bir soğuk hava akıntısı vardır. Bu düşük
sıcaklılar, O. autumnata’nın gelişimini engelleyerek, bu türün salgınlarını önler ve huşlara
yapraklarını kaybetmeme olanağı verir (Tenow, 1975).
Şekil xx. Oporinia autumnata (Lepidoptera: Geometridae) tırtılı.
Operophtera brumata ve Oporinia autumnata’nın salgınlarının meydana geldiği
kısımlarda ise, en düşük kış sıcaklığının -33°C‘nin altına düşmediği tipik bir denizsel iklim
vardır. Bu durum, bu iki türde, yumurta evresindeki ölümlülüğün -33°C’nin altında önemli
oranda arttığını gösteren deneysel araştırma sonuçları ile uyuşmaktadır (Tenow, 1972).
Akklimatizasyon
Düşük kış sıcaklıkları, ladin yeşil afidi Elatobium abietinum’un bazı populasyonlarını
kontrol altında tutar. Yüzde ellilik hayatta kalma oranına izin veren sıcaklık, böceğin daha önce
maruz kaldığı sıcaklık rejimine göre -6.5°C ile -14.5°C arasında değişim gösterir (Şekil 2.2.).
İngiltere’de, 1970-71 kışı ılıman geçmiş ve 1971 ilkbaharında E. abietinum’un meydana
getirdiği şiddetli yaprak tüketiminin eşlik ettiği salgınların olduğu ülke kısımları, Aralık 1970 ile
Mart 1971 arasında en düşük hava sıcaklığının -8°C’nın altına düşmediği alanlarla
örtüşmektedir (Carter, 1972).
Şekil xx. Yeşil ladin afidi, Elatobium abietinum (Walker) (Homoptera: Aphididae)’un
populasyonlarında, böceklerin etkisinde kaldıkları en düşük sıcaklık ve daha önce akklimatize
oldukları sıcaklıkların bir fonksiyonu olarak hayatta kalma yüzdeleri. 1. Çizgi:
akklimatizasyon sıcaklığı 0°C. Böceklerin %50’sinin öldüğü ‘öldürücü sıcaklık 50’ (veya LT50) -
14.5°C’dir. 2. Çizgi: Akklimatizasyon sıcaklığı 10°C ve LT50 -11°C. 3. Çizgi: Akklimatizasyon
sıcaklığı 15°C ve LT50 -8°C. (Carter, 1972, değiştirilmiş).
Sıcaklığın böceklerin generasyon sayısına etkisi.
Pek çoğu çok geniş yayılış alanlarına sahip orman böceklerinin, çok farklı sıcaklık
iklimlerine uyarlılıkları vardır. Bu durum, yaşam döngüsünde ve populasyon dinamiğinde bazı
değişiklikler gerektirir. Çam hortumlu böceği, Hylobius abietis’in gelişimi Norveç’te bir ile üç
yıl, İsveç’te iki ile dört yıl alır ve populasyonları, güneş ışığının etkisindeki yerlerde her zaman
daha büyüktür. Kabuk böceklerinin yıllık generasyon sayısı iklime göre değişir. Fransa
[Türkiye] faunası kabuk böceği türlerinin çoğunun yılda bir veya iki generasyonu vardır.
Scolytus rugulosus’un Paris bölgesinde iki ve Akdeniz bölgesinde üç generasyonu vardır.
Alplerde, üst yükseltilerde, Arolla çamı (Pinus cembra)’nda yaşayan Hylurgops
glabratus’un gelişimi iki yıl alır. Hypobo rusficus’un Montpellier’de yılda üç ve Algiers’te
dört generasyonu vardır (Balachowsky, 1949). Scolytidlerin yıllık döl sayısı üzerinde sıcaklığın
etkileri daha fazla da olabilmektedir. Pinus elliottii’de yaşayan, Amerikan türü Ips
calligraphus’un Kaliforniya dağlarında yılda dört ve ABD’nin Güney-doğusunda en az altı
generasyonu vardır. Bu türün generasyon sayısı Florida’da 9’a ve Meksika’da 12’ye
çıkmaktadır. Akdeniz çam kabuki böceği, Orthotomicus erosus’un Ülkemizde ortalama 3-4
adet olan yıllık döl sayısı, başta sıcaklık ve diğer çevre koşullarına bağlı olarak, yılda 5-6, hatta
bazen 7-8’e çıkmaktadır. Daha fazlası, bir ağaç populasyonu içinde floem kalınlığındaki
değişiklikler yıllık döl sayısını etkileyebilmektedir. Kalın floem katmanına sahip ağaçlarda
gelişme daha çabuk olmaktadır (Haack, 1985). Dev soymuk böceği, Dendroctonus micans,
gelişimi için daha çok kalın kabuklu yaşalı ağaçları tercih etmekte ve bu ağaçlarda daha
yüksek populasyonlar geliştirebilmektedir.
Scolytidlerde (Kabuk böceklerinde) etkinlik, sıcaklığın bir fonksiyonudur. Yeni ağaçları
işgal etmelerine olanak veren döl verimi, çok net belirlenmiş sıcaklıklarda meydana gelir
(Chararas, 1962).
Tablo xx. Kabuk böcekelerinin gelişimini ve yaşamasını sınılandıran sıcaklıklar.
Etkinliler Sıcaklıklar
Öldürücü üst kuşak +50°C ile +51°C arasında
Sıcaktan uyuşma +40°C ile +49°C arasında
Aşırı etkinlik kuşağı +30°C ile +40°C arasında
En uygun etkinlik kuşağı +18 ile +29°C arasında
Döl verimi +16 °C ile +18 °C arasında
Döl vermeden normal etkinlik +10°C ile +15°C arasında
İlk etkinlik +5°C ile +9°C arasında
Soğuktan uyuşma -10°C ile +5°C arasında
Öldürücü alt kuşak -15°C ile -10°C arasında
Kuzey Amerikan scolytidi Dendroctonus brevicomis (Coleoptera: Scolytidae) için
gelişim evrelerine göre etkinliklerini ve yaşamasını sınırlandıran sıcaklıklar Miller (1931)
tarafından sağlanmış karşılaştırılabilir veriler aşağıda tablo xx’de verilmiştir.
Tablo xx. Dendroctonus brevicomis (Coleoptera: Scolytidae)’in gelişim evrelerine
göre etkinliklerini ve yaşamasını sınırlandıran sıcaklıklar.
Sıcaklıklar Etkinlikler
+49°C Tüm evreler için ölümcül
+46°C ile +48°C Larvalar geri dönüşsüz felç olur
+43°C ile +46°C Çok kısa bir maruz kalmanın ardından larvalar felç
olur, ancak düşük sıcaklıklarda geri dönüş olası
+40°C ile +43°C Larvalar 1–2 saat içinde felç olur; düşük sıcaklıların
geri gelmesinden sonra larvalar kendine gelebilir
+38°C ile +40°C Larvalar yavaş hareket ederler
+35°C ile +38°C Larvalar daha az aktiftir
+12.5°C ile +35 En yüksek aktivite
+7°C ile +12.5°C Larva ve erginler aktiftir
+4.5°C ile +7°C Larvalar yavaş hareket eder
-9.5°C ile +4.5°C Tüm evrelerde uyuşma başlaması
-12°C ile -9.5°C Larvalar donmaya kadar gider, ancak sıcaklık
artışında canlılıkları geri gelir
-15°C ile -12°C Erginler için kritik sıcaklık,erginlerin ölümlülük
oranı – 12C’de yüksektir., larvalar için mortalite
oranı -15C’de düşüktür.
-22°C ile -15°C Larva ve pupalar için kritik sıcaklık; -20C’de
mortalite oranı %50’yi geçer
-26°C ile -22°C Yumurtaların ve çok iyi uyum sağlamış larvaların
çok küçük bir yüzdesi hayatta kalabilir
-29°C Tüm evreler için ölümcül
Temelde Akdeniz Bölgesinde yayılmış olsa da, çam kese böceği, Thaumetopoea
pityocampa / wilkinsoni (Lepidoptera: Thaumetopoea)’nin tırtılları, 250C’yi geçen çok yüksek
aylık ortalama sıcaklıklara katlanamaz (Demolin, 1969). İzole edilmiş larvalar için, en üst
öldürücü sıcaklık 320C, en düşük öldürücü sıcaklık -60C ve 100C’de tırtıllar, 200 bireylik
kolonilerde, solar bir ısıtaç olarak ödev gören kışlık yuvalarında bir araya toplanır.
Solar radyasyon, yalıtımın her bir saati için günlük en yüksek sıcaklığı 1.50C artırarak
yuvalara etki eder. Sıcaklık 10 ile 200C arasında olduğunda, tırtıllar, keselerden ayrılır ve ancak
sıcaklığı 200C‘den fazla olan bir yer bulduklarında dururlar. Bir mevsim süresince düşük
sıcaklıklar larval gelişmeyi yavaşlatır ve tırtıllar, kelebek çıkışını iki veya üç yıla yayılmasına
öncülük eden zorunlu diyapoza girer. Çam kese böceği, Thaumetopoea pityocampa’nin
yayılışında sıcaklığın yanında orantılı atmosferik neminin de önemli etkisinin olduğu görülür.
Düşük sıcaklıklara dayanma (direnç) kademeli aklimatizasyon olgusunu ortaya
çıkarmaktadır. Sıcaklık değişikliklerinin çok az olduğu bir çevrede yaşayan sucul böceklerde,
düşük öldürücü sıcaklık, kışın 00C’nin çok az altında olmaktadır. Öldürücü sıcaklık, toprak
altında kışlayan (manas, chafer) Popillia japonica için düşük (-100C dolayında) ve çok düşük
sıcaklıklara hedef olduğu kabuk altında yaşayan ve burada kışlayan Dendroides canadensis
kınkanatlısı için çok daha düşük(-400C) olmaktadır (Payne, 1926).
Düşük sıcaklıklar. Düşük öldürücü sıcaklıklar türe ve mevsimlere göre değişir. Yapılan
araştırmalar, aynı türün sonbahar ve kış, ilkbahar ve yaza oranla daha fazla soğuğa
dayandığını göstermiştir. Diğer yönden, tropik mıntıkalarda yaşayan böceklerin ılıman mıntıka
türlerine oranla soğuğa karşı daha hassas olduklarını göstermiştir.
Yapılan gözlemler, bazı böceklerin normal yaşayışlarını çok düşük sıcaklıktaki yerlerde
geçirebildiklerini göstermiştir. Örneğin, Astagobius angustatus Schmidt (Coleoptera,
Silphidae), -1.7ºC ile +1.0ºC arasında değişen buz mağaralarında yaşamaktadır. Bunlar
soğuğa adapte olmuş böceklerdir. Kuzey yarım kürenin ılık iklimli bölgelerindeki böcekler
soğuğa dayanması yönünden iki gruba ayrılır :
1. Vücut sıcaklıkları -10 ya da -30ºC’a düşse de yaşayabilenler. Bu böceklerin vücudu
içerisinde çok defa buz oluşur, fakat sıcaklık artışı başlayınca canlılıklarını kazanırlar. Bu
böceklerin erginlerinde donma (ölme) -35ºC, larvalarında -50ºC’a kadar inebilir. Örneğin,
Callosomia promethea (Drury) (Lepidoptera, Saturniidae) adlı kelebeğin pupası -35ºC’da
dahi ölmez. Kışı yumurta döneminde geçiren Lymantria dispar (L.) (Lepidoptera,
Lymantriidae)’ın yumurtalarının -29ºC’a kadar dayandığı saptanmiştır.
2. Suyun donma noktasında (0ºC) ölen böcekler. Hatta bazı tropik türlerin, örneğin
Tribolium confusum Duval (Coleoptera, Tenebrionidae)’un 6-7ºC’da ancak birkaç hafta
yaşayabildiği saptanmıştır. Birçok böcekler 0ºC’nin biraz altındaki sıcaklıklarda ölürler.
Yukarıdaki örnekler, böceklerin soğuğa dayanma bakımından geniş ölçüde farklılık
gösterdiğine açıklık getirmektedir. Ayrıca dondurucu soğukları olan yerlerdeki böceklerin hayat
dönemlerine ait dayanıklılık da değişiktir. Ya da hiç olmazsa bir dönem düşük sıcaklıklara karşı
koyabilmektedirler. Bir böcek kışa, dayanıklı dönemde girerse ilkbahara kadar hayatiyetini
sürdürür; aksi halde ölür.
Yapılan tespitlere göre, kışlama yerine giden böceklerde soğuktan korunmak için bir
takım değişiklikler görülür:
(1) Etkinliklerini oldukça azalır,
(2) Metebolik su meydana getirilmesi azalır,
(3) Soğuğa dayanmada önemli rolü olan vücut sıvısındaki tuz ve Kolloid’lerin
yüzde oranı artar,
(4) Hücrelerdeki serbest su, vücut kolloid’lerine bağlanır.
Fakat bu hazırlıklar sonucu kazanılmış olan soğuğa dayanıklılık erken ya da geç donlara
karşı yarar sağlayamaz. Bu nedenle de zamansız düşük sıcaklıklar böcek populasyonlarının
azalmasında önemli rol oynar.
Orta enlemlerde ve kara iklimine sahip yerlerde görülen böcek-sıcaklık ilişkileri şekil
12-2’de gösterilmiştir. (Z) ile belirtilen optimum’dan daha aşağıda (K) ile gösterilen
Soğuktan uyuşma başlangıcı (15ºC) noktası bulunur. Sıcaklığın biraz daha düşmesiyle
Geçici uyuşukluk görülür. Sonra Aşırı soğuma devresine gelir. Aşırı soğuma olayı
böceklerin soğuğa dayanmalarında önemli bir rol oynar. Bu esas olarak donmadan korunma
şeklidir. Böceğin herhangi bir döneminde (yumurta dâhil) vücut çevre ile birlikte soğur ve
sıcaklık gerçek su donma noktasının çok altına düşse bile buz oluşmaz. Böceğin sıcaklığı
çevreninkini -10ºC ya da -15ºC’a kadar izler ve T1 (kritik nokta )’e gelir. T1 noktasında vücutta
bulunan saklı sıcaklık açığa çıkar ve vücut iç sıcaklığı örneğin -1.5ºC’a kadar yükselir; yani
adeta bir geri tepme görülür. Bu yükseliş böcekler için hayat sigortası gibidir. Bu dönemde
çevre sıcaklığında bir artma görülürse, böcekteki sıcaklık yükselmesi devam eder ve böcek
yeniden aktivite kazanır. Fakat böyle bir sıcaklık artışı olmazsa, vücut sıvısı yavaş yavaş
donmaya başlar ve T2 noktasından sonra donma tamamlanır ve T3 noktasında Mutlak ölüm
meydana gelir. Kışlayan böceklerde bu aşırı soğuma çok defa geniş ölçüde görülür. Hatta bu
olay sonucunda -50ºC sıcaklığa kadar dayanma mümkün olur.
Böcek etkinliği - sıcaklık bağıntıları
Böcekler kış soğuğunda göç etme, kışlama ya da fazla enerji harcamayı gerektiren
çabalarını durdurarak kaçınabilir. Örneğin, karada yaşayan böcekler sık sık coğrafi göçler
yaparlar. Bu hususta kelebekler daha çok dikkati çekerler. Kuzey Amerika’da yaşayan
Danaus plexippus (L.) (Lepidoptera, Danaidae ) adlı kelebeğin erginleri sonbahar başlarında
toplu halde güneye göçerler. Böylece kış soğuklarından korunmuş olurlar. Buna benzer bir
durum Pentatomidae (Hemiptera) familyasından Eurygaster ve Aelia cinslerine bağlı
türlerde (süne ve kımıl) de görülür. Fakat bunların göçü fazla sıcaklık bastırınca başlar. Bu
böcekler yaz sıcaklıklarını ve kış soğuğunu geçirecekleri tepelik alanlara giderler.
Bazı böcek türlerinin gelişmelerini tamamlayabilmeleri için, belirli bir dönemlerinde, kış
soğuklarında kalmaları şarttır. Örneğin, Malacosama neustria (L.) (Lepidoptera,
Lasicampidae) yumurtaları içerisinde embriyo gelişmesi olursa da, kış soğuğuna uğramadan
tırtıllar yumurtayı terk etmezler. Bazı türlerde, kış soğuk olmazsa embriyo gelişmesi olmaz ya
da kışlama dönemi atlatılamaz.
Yüksek sıcaklıklar. Yüksek sıcaklığın böcekler üzerine çok değişik etkileri vardır.
Bunların önemlileri aşağıda özet olarak verilmiştir.
Yüksek sıcaklığa dayanıklılık. Böceklerin ölümüne sıcaklığın yüksekliği kadar, süresinin
de etkisi vardır. Fakat bu etkileri kapsayan doyurucu bir formül bulunamamıştır. Yapılan
araştırmalarda tüm dikkat, sıcaktan ileri gelen ölümden çok, sıcağa dayanıklılıkta toplanmıştır.
Böceklerin sıcağa dayanmasında bazı uyumlar etkili olmaktadır. Bunlar arasında; (1)
Derilerinden su buharlaştırma, (2) Balarısının kovanına su püskürtüp kanatlarıyla bunu
buharlaştırması, (3) Hareketsiz kalarak enerji harcamasını ENAZA minimuma indirmesi
söylenebilir. Sonuncu hususa Aestivation (Yazlama) denir. Örneğin, Hypera punctata (Gyll.)
(Coleoptera, Curculionidae) erginleri yaz başlarına doğru ortaya çıkar, beslenir ve sıcakların
başlamasıyla yazlama durumuna (hareketsiz) geçer.
Yukarıda da açıkladığımız üzere, Eurygaster intecriceps (Süne) ve Aelia spp.
(Kımıl)türleri yaz sıcaklığından kaçarak yazlamaya giderler. Örneğin, Eurygaster cinsleri yazın
havanın ısınmasıyla Haziran-Kasım arasında dağda kalır; Kasım’dan Mart ayının ortasına
kadar kışlamaya (Hibernation) gider. Euproctis chrysorrhoea (L.)’de kışlama larval
diyapoz ile birlikte görülür.
Sıcaktan meydana gelen Geçici uyuşukluk böcek türüne göre değişir. Genel olarak
uyuşukluğun başlangıcı 38-40ºC civarındadır; 46-50ºC arasında ise Sıcaktan sürel
uyuşukluk başlar. Tırtıllar için ölüm, çoğunluk 40ºC’ın biraz üstündedir. Örneğin, Ephestia
(Anagasta) kühniella Zeller (Lepidoptera, Phycitidae) için bu değer 43ºC’dır. Fakat Pyrausta
nubilalis (Hübner) (Lepidoptera, Pyralidae) tırtılları 54ºC’da 15 dakikada ölür. Ephydridae
(Diptera) familyasının larvaları 65ºC’daki suda yaşayabilirler.
Sıcaklığın Böcek Metobolizmasına ve Gelişim Hızına Etkisi
Anormal yüksek sıcaklıklarda birçok kelebek pupalarının (Agrotis spp., Ephestia spp. vb.)
oksijen tüketimi artmakta ve daha fazla yağ kullanılmaktadır. Bu durum ölüm oranını
artırmaktadır. Aktif haldeki bir böceğin en az oksijen sarfettiği sıcaklığı o böcek için Optimum
sıcaklık olarak kabul ederiz. Örneğin, Galleria mellonella (L.) (Lepidoptera, Pyralidae)’da
toplam metabolizma 30ºC’da en azdır. Fakat daha aşağı ve yukarı sıcaklıklarda metabolizma
artar. Bu duruma bakarak, bu tür için optimal sıcaklığın 30ºC olduğu söylenebilir.
Biyolojik olayların hızı, organizmanın normal olarak faaliyet gösterdiği en yüksek sıcaklık
derecesine kadar artar. Böceklerin gelişme dönemlerindeki (embriyo, larva, pupa) sıcaklık
artışı onların büyümelerinde; ergin böceklerde sıcaklık artışı fizyolojik olayların hızlanmasında
kullanılır. Sıcaklık artışı ile biyolojik olaylar arasındaki ilişkiyi ortaya koymak amacıyla birçok
matematiksel eşitlikten yararlanılmıştır. Bu formüllerden en uygun olanı SANDERSON, PEARS,
BLUNCK ve BODENHEIMER tarafından kullanılmıştır:
Thermal Konstant
Th.C. = t (T-C)
Bu eşitlikte:
t= gelişme süresi (gün)
T= ortam sıcaklığı (ºC)
C= gelişme eşiği (ºC)
Th.C.= Thermal Konstant (günderece)
Gelişme eşiği, belirli bir fizyolojik olayın ya da hayatın herhangi bir döneminin
tamamlanabilmesi için gerekli olan en düşük sıcaklıktır. Yani bu sıcaklık derecesi altında
gelişme yoktur. Thermal Konstant, bir dölün tamamlanabilmesi için gerekli olan sıcaklık
derecesi ve gün çarpımını gösterir ve günderece olarak ifade edilir. Bir böceğe ait C ve Th.C.
değerlerini bulabilmek için, o türün iki ayrı sıcaklık ortamındaki gelişme sürelerini bilmek
gerekir. Örneğin, yapılan tespitlerde orantılı nem %55’da sabit kalmak üzere Ips typographus
(L.) (Coleoptera, Scolytidae)’un 24ºC’da 26 gün ve 20ºC’da 41 günde geliştiği
saptanmıştır. Buna göre eşitlikler:
26 (24-C) = Th.C.
41 (20-C) = Th.C. olur.
26 (24-C) = 41 (20-°C)
C = 13.1ºC (Gelişme eşiği)
Bundan sonra: 16ºC 17 gün
26 (24-C) = Th.C.
26 (24-13.1) = Th.C.
26 x 10.9 = Th.C.
Th.C. = 283.4 günderece
41(20-13.1) = 283.4 günderece
Bu iki değer bulunduktan sonra formül t = Th.C./ T-C şeklinde kullanarak, değişik (T)
sıcaklıklarına karşıt olan (t) değerleri koordinatlar sistemi üzerinde işaretlenecek olursa bir
Hyperbol meydana gelir (şekil 12-3). Bu hiperbol, adı geçen böceğin gelişmesi üzerine
sıcaklığın etkisini göstermektedir.
Burada şu hususu belirtmek gerekir ki, yukarıdaki değerler ve çizimi tarif edilen grafik, A
Hiperbolü’ne aittir. Ekolojik araştırmalarda ayrıca B ve C hiperbolleri de kullanılmaktadır.
Bunların anlamları şunlardır(Şekil ):
A Hiperbolü = yumurta döneminden ergin hale gelip, yumurtlamaya başlama
zamanına kadar geçen süreye ilişkindir.
B Hiperbolü = yumurta döneminden ergin hale gelip yumurtaların yarısını koyduğu
güne kadar geçen süreye ilişkindir.
C Hiperbolü = yumurtadan ölüme kadar geçen süreye ilişkindir.
Şekil . Ips typographus (L.)’un A hiperbol
Şekil . Akdeniz meyve sineği, Ceratitis capitata (Wied)’nın A, B ve C hiperbolleri
Birçok böcekler üzerinde yapılan çalışmalar sonucu, Gelişme eşiği ve Thermal Constant
(Sıcaklık Değişmezi)’ları halinde çıkarılmıştır. Bu hususta önemli bazı böceklere ait değerler
Tablo da verilmiştir.
Tablo . Bazı böceklerde Gelişme eşiği (°C) ve Thermal Konstant (Th.C.) değerleri
Ips typographus Col. Curculionidae 13.1 °C 283.4
12-3 Sıcaklığın Diğer Etkileri
Sıcaklığın böcekler üzerinde daha birçok etkileri mevcuttur. Bunlardan önemlileri aşağıda
verilmiştir:
1. Lymantria monocha (L.) (Lepidoptera, Lymantriidae)’nın genç tırtıllarıyla yapılan
denemede, sıcaklığın artması böceklerin hareketlerini hızlandırmaktadır. Fakat sıcaklığın
32.5ºC’dan sonra yükselmesi ile hareketlerde yavaşlama görülür. Örneğin, 15ºC’de böceğin
hızının 14 cm/dakika; 32.5ºC’da 46 cm/dakika olduğu halde 37.5ºC’da hızın 36 cm/dakika’ya
düştüğü saptanmıştır.
2. Sıcaklık değişmesi sonucunda metabolizmada karşıt değişmelerin geriye dönebilir
(Reversibl) ve geçici karakterde olması olağandır. Fakat sıcaklığın değişmesi ile böcek
fenotipindeki irreversibl değişmeler daha çok dikkati çeker. Çünkü bunlar hem az bulunur,
hem de daha belirgindir. Örneğin, Drosophila melanogaster Meigen (Diptera,
Drosophilidae)’de sıcaklığın artışı ile petek gözleri oluşturan facet sayısı artar. Ayrıca
Iphiclides podalirus L. (Lepidoptera, Papilionidae)’da birinci döl kelebeklerinin tipik örnekler
olmasına karşın (ilkbahar dölü), ikinci döle ait kelebeklerin (yaz dölü) renk modifikasyonları
meydana getirir.
3. Sıcaklığın artması böceklerdeki eşey oranının dişi lehine bozulmasına neden olur.
Örneğin, Lymantria monacha üzerindeki denemeler bunu kanıtlamıştır. Bu oran değişmesinin
erkek ve dişi tırtıllardaki ölüm farklılığından ileri geldiği tespit edilmiştir.
4. Sıcak zamanlarda dişilerin bıraktığı yumurta sayısı da artar. Bunun nedeni, yüksek
sıcaklığın cinsel organların fizyolojik faaliyetlerini artırmasıdır. Örneğin, Cydia funebrana
(Treitschke) (Lepidoptera, Tortricidae), 15ºC’da 40, 20ºC’da 50 ve optimum sıcaklıkta 100
yumurta bırakır.
5. Sıcaklığın artması, yukarıdaki hususlar da dikkate alındığında, döl veriminde etkili
olur. Özellikle, döl sayıları sınırlı olmayan böceklerde bu durum önem kazanır. Uygun
sıcaklıkların böcek salgınları ile bağıntıları ve bunun önemi, bizleri bazı matematiksel
formüllere yaklaştırmaktadır. Bir böceğin Gelişme eşiği Thermal Konstant ve o yerin aylık
sıcaklık ortalamaları bilinirse o böceğin yılda vereceği döl sayısı bulunabilir. Örneğin, Ceratitis
capitata (Wied.) (Akdeniz meyve sineği) (Diptera, Trypetidae)’nın Ankara’daki yıllık döl sayısı
şu şekilde hesaplanır:
Yukarıda verilen Tablodan bu böceğe ait C (Gelişme eşiği)’nin 12.4 ºC ve Th.C.
(Thermal Konstant)’ın 339 günderece olduğunu görmekteyiz. Ankara’ya ait aylık sıcaklıklar da
Tabloda gösterilmiştir.
Tablo . Ankara’ya ait aylık sıcaklık ortalamaları ve etkili sıcaklıklar
Aylık sıcaklık ortalamaları 12.4ºC altında olan aylar süresince gelişme olmayacağı,
önceki bilgilerimiz içindedir. Buna göre C. Capitata Ankara’da ancak V-X. Aylarda gelişme
gösterecektir. Bu aylarda sıcaklıkların yalnız gelişme eşiği üzerinde olan kısımları gelişmede
etkili olacaktır. Bunlara Etkili sıcaklıklar (Efektif sıcaklıklar) denir. Ayları 30’ar gün kabul
edecek olursak, yıllık etkili sıcaklıklar toplamı: (3,8 + 6,9 + 10,5 + 11,4 + 5,7 + 1,1 ) x 30 =
1182 günderece olur.
Bir dölün gelişmesi için gerekli günderece 339 olduğuna göre, yıllık döl sayısı:
1182/339 = 3.5 olur.
Yapılan tespitlerde C. capitata’nın B Hiperbol değerinin 745 günderece ve C
Hiperbolü’nün ise 1218 günderece olduğu da saptanmıştır.
Bu bilgilerden yararlanarak yine teorik olarak her bir dölün başlama ve sona erme
tarihleri de hesaplanabilir:
Mayıs ayında etkili sıcaklıklar toplamı : 3.8 X 31 = 117.8 günderce
Haziran ayında etkili sıcaklıklar toplamı : 6.9X 30 = 207.0 günderece
Temmuz ayından 2 günlük etkili sıcaklıklar : 10.5X 2 = 21,0 günderece
Toplam : 345,8 günderece
Bu hesaplamalara göre, aynı türün iki dölü 1 mayıs günü başlayıp, 2 Temmuz’da sona
erecektir. Hesaplamalar sonucu diğer döllere ait tarihler de bulunabilir:Birinci döl 1 mayıs’ta
başladığında 63 gün sürmekte ve 2 Temmuz’da tamamlanmaktadır.İkinci döl 3 temmuz’da
başladığında 31 gün sürmekte ve 3 Ağustos’ta tamamlanmaktadır. Üçüncü döl 4 Ağustos’ta
başladığında 32 gün sürmekte ve 4 eylül’de tamamlanmaktadır. 5 Eylülden 31 ekim’e kadar
26x5.7 + 31x1.1= 148,2 + 34,1 =182,3 günderece’lik gelişme gelecek yıla aktarılır.
Yukarıdaki orantıların payları döl numarasını, paydaları sürelerini ve tarihler döllerin
başlama günlerini göstermektedir. Artan 182 günderece, gelecek ilkbaharda gelişmesini
tamamlayacak olan son dölün bu yıldan topladığı enerji miktarını göstermektedir.
Burada şu hususun da açıklanması gerekir ki, bir yerdeki etkili sıcaklıklar toplamı,
herhangi bir böceğin gelişmesi için yeterli olmayabilir (örneğin, kuzey bölgeler). Bu durumda
önemli iki husus ortaya çıkar: (1) Böceğin kuzeye doğru yayılması sınırlandırılmış olur. Yani
böcek belirli bir sınırdan daha kuzeye (yeterli günderece toplamına ulaşılamayan yerlerde)
yayılamaz; (2) Sıcaklığın iki yılda bir döl vermesine müsaade etiği yerlerde, bazı böceklerde,
alt türlerin doğmasına sebep olabilir.
Sıcaklığın uç değerleri (maksimum ve minimum) de ekolojik yönden çok önemlidir.
Örneğin, Euproctis chrysorrhoea (L.) (Lepidoptera, Lymantriidae) kışın sıfırın altında 23.7ºC’ya
dayanabildiği halde, Thaumetopoea pityocampa (Schiff.) (Lepidoptera, Thaumetopoeidae)
tırtılları -12.5ºC’dan daha düşük sıcaklıklarda ölür. Bu husus böceğin dünya üzerindeki
yayılışını sınırlar. Örneğin, Ankara çevresindeki sıcaklığın kışın -15 ve -20ºC’a düşmesi
nedeniyle T. pityocampa burada yaşayamaz. Keza, bu böceği Karadeniz mıntıkasında
ortalama 1000 ve Akdeniz yörelerinde 1250 m’nin üstündeki yörelerde görmek mümkün
değildir.
Böceklerin faaliyete başlamasında enlem ve boylam dereceleriyle yüksekliğin de etkisi
vardır. Böceklerin gelişmesi, her bir yüksek enlemde (1 derece) ve her 100-130 m yükseklikte
3-4 gün geriler. Örneğin, aynı böcek türü 36 ve 37. enlem derecelerinde de yaşıyorsa ve 36.
enlemde uçma zamanı 1 Mayıs’ta meydana geliyorsa, 37. enlemde bu dönem 5-6 mayıs’ta
gerçekleşir.
Bazı bölgelerde sıcaklık bağıntıları belirli bir enlem boyunca da değişir. HOPKINS,
“Doğudan batıya gidildikçe her 5 boylamda 4 gün gecikme vardır” demektedir. Bu kural,
Kuzey Amerika’da ve Avrupa fenolojileri üzerindeki gözlemlerin bir sonucudur. Fakat bu kesin
ve genel bir kural olarak kabul edilemez.
Nem - Yağış
Böceklerin yaşamı ve özellikle gelişme süresi ve yayılışları ile ölüm oranı üzerinde etki
yapan çevrenin önemli etkilerinden biri de nemdir. Nemin de, sıcaklık ve ışıkta olduğu gibi,
belirli optimumu ve öldürücü miktarları vardır. Örneğin, Ips typographus (L.) (Coleoptera,
Scolytidae)’un sıcaklık ve neme göre olan gelişme süreleri Tablo 4’te verilmiştir.
Tablo. Ips typographus’un sıcaklık ve neme göre gelişme süreleri
Sıcaklık (ºC) Orantılı Nem (%) Gelişme süresi (gün)
24 55 26
24 95 32
20 55 41
20 95 48
Fakat böceklerde nemin ekstrem miktarlarının (maksimum, minimum) sıcaklıkta olduğu
gibi kesin rakamlarla sınırlandırılması güçtür. Nemin fazla ya da noksan oluşu, böceklerin
derhal ölümüne değil, faaliyetlerinin aksamasına neden olur. Bununla beraber, böceklerin
birçoğu faaliyetleri için belirli bir neme gereksinim gösterirler. Örneğin, Anobiidae (Coleoptera)
türleri nemli odunların içinde yaşayamazlar. Bunun aksine, odun içinde yaşayan ve funguslarla
beslenen böcekler, örneğin Xyleborus ve Trypodendron (Coleoptera, Scolytidae) türleri
kuru odunlarda gelişmezler.
Böceklerin nem ile olan ilişkilerine ait bazı tespitler aşağıda verilmiştir:
1. Birçok böcekler ışık tuzağına ya da aydınlık bir yüzeye yağmurlu havada, açık bir
geceden daha çok sayıda gelirler. Fakat birçok araştırıcılar gece kelebeklerinin uçuşu ile nem
arasında bir uygunluk bulamamışlardır. Buna karşın, Noctuidae (Lepidoptera) familyası
türlerinin en fazla uçuşu %54 nem olan gecede tespit edilmiştir.
2. Orta derecede bağıl nem tırtıllar için en uygun olanıdır. Nemce doymuş hava
Choristoneura fumiferana (Clem.) (Lepidoptera, Tortricidae) tırtıllarının yemesini durdurur
ve böceğin gelişme süresi uzamış olur. Günlük ortalama bağıl nem %40’dan aşağı düşerse
Culex pipiens fatigans Wied. (Diptera, Culicidae)’ın beslenmesi sona erer. Bu böceğin
beslenmesi için en uygun nem %50’dir. Çevre nemi %40’dan aşağı ve %95’den yukarı olursa
bu sivrisinek insanlara saldırmaz. Diğer taraftan Bruchus sp. (Coleoptera, Bruchidae) larvaları
yüksek bağıl nemde daha çabuk; buna karşın yumurta ve pupaları daha yavaş gelişir.
3. Bağıl nemin bir diğer etkisinin dişi/erkek oranı üzerinde olduğu saptanmıştır.
Örneğin, Aporia crataegi (L.) (Lepidoptera, Pieridae) tırtılları düşük bağıl nemde yetiştirilirse
daha çok dişi ergin meydana gelir. Fakat nem yüksek ise erkekler daha fazla çıkar.
4. Çok yüksek bağıl nem, böceklerde hastalığa neden olun fungusların gelişmesi için
uygun bir ortam yaratır. Örneğin, Enthomophtora grylli (Fries) Thaxt. (Entomophthorales,
Entomophthoracae) fungusu, çekirgeleri yüksek nemde öldürür
YAĞIŞ
Ormanda, ani yağışın bir kısmı bitki yaprakları tarafından alıkonur, bazı damlalar
gövdelerden aşağı süzülür ve geri kalanlar doğrudan yere ulaşır. Ormanda yağmurun, başka
yerden daha fazla olup olmadığı ileri derecede tartışma götürür. Bazı yazarlar çeşitli orman
alanları için %12 ile %30 arasında değişenler bulmamışlardır (Parde, 1974).
Orantılı nem, ağaçlardan terlemenin en yüksek olduğu özellikle yazın, açık yerlere göre
genelde ormanda daha yüksektir. Orantılı nemdeki artışlar, kayın topluluklarında %9.35’e,
ancak sarıçam büklerinde sadece %3.87’e ulaşmaktadır.
Sulawesi (Endonezya)’de birincil yağmur ormanlarına, ışık tuzaklarına çekilen
Homoptera ve Heteroptera miktarları yağış miktarı ile orantılıdır ve yakalanan böceklerin
büyüklüğü yüksek yağışta daha fazladır. Bu tuhaf gözlem yarasalar resme dahil edildiğinde
açıklanabilmektedir. Yarasalar gececil böceklerin predatörleridir ve avlarını bulmak için yüksek
perdeli sesler kullanırlar. Şiddetli sağanaklar sırasında, büyük böceklerin boyutuna eşit yağmur
damlaları yüksek perdeli sesleri yansıtır ve yarasaların av bulmasını engeller. Büyük böceklerin
ortaya çıkması, potansiyel bir predatöre karşı koruyucu bir tepkinin ortaya çıktığı, sadece
kuvvetli yağmurlar sırasındadır (Rees, 1983).
Pek çok orman böceğinin etkinlik dizemleri (ritimleri), orantılı nem gibi iklim etkenleri
tarafından denetlenir. Tekeböceği Cerambyx cerdo gibi çeşitli odun yiyici kınkanatlılar
gececildir ve geceleyin, gün boyu içinde saklandıkları yaşlı ağaç gövdelerinde gezinirler. Park
et al. (1931) Passalid kınkanatlısı Boletofherus cornutus gibi gececil böceklerin etkinliğinin,
orantılı nem yükseldikçe ve sıcaklık düştükçe arttığını göstermiştir.
Cerambyx cerdo odundaki oyukları
Yağmur, ağaçlarda neden olduğu değişikliklerle de odun yiyici böcekleri dolaylı olarak
etkiler. Buprestid kınkanatlı Agrilus viridis, yağışın her yıl 900 mm’den daha az olduğu
Bavaria (Bayern-Almanya)’da sadece kayın ağaçları üzerinde toplanır. Kurak yıllar ve geçirgen
topraklar, doğal olarak sadece su metabolizması altüst edildiğinde (bozulduğunda) ağaçların
kabuklarına yumurta koyan bu böceğin yerleşmesini kolaylaştırır (Bovey, 1971). Kabuk
böceklerinin (Scolytinae türlerinin), su noksanlığından kaynaklanan fizyolojik yetersizlikteki
ağaçlara yerleşmesi çok iyi bilinmektedir.
Kanada’da, Choristoneura fumiferana (Clemens, 1865) (Lepidoptera: Tortricidae)
(Spruce Budworm) nemli atmosferde kuru atmosferden daha etkindir ve daha çabuk beslenir
(Şekil 2.3.).
Şekil 2.3. Kanada’da, Haziran yağmurları ile Choristoneura fumiferana’nın ladin iğne
yaprak tüketim yüzdesi arasındaki ilişki (Wellington et al.,1950,).
Sıcaklık ve orantılı nemin eşanlı etkileri pek çok böcekte ve özellikle iki iğneyaprak
tüketicisi, Lymantria monacha ve Panolis flammea’de araştırılmıştır (Şekil 2.4.). L.
monacha’nın endişe yarattığı (tehdit oluşturduğu) salgın alanları 16 0C’lik Temmuz ayı eş
sıcaklık eğrisi ile sınırlıdır; salgınların en yüksek olduğu 400-600 mm’lik yağış alanlarını, 600-
700 mm’lik yağış alanları izlemektedir (Breny, 1963).
Şekil 2.4. Sıcaklık ve orantılı nemin etkisi. Sol, Lymantria monacha’nın birinci dönem
larvaları için ölüm yüzdesi; sağ, Panolisflammea dişisinin koyduğu yumurta sayısı (Zwolfer,
1931, 1934).
1.4. Rüzgar
Orman, rüzgar perdesi olarak ödev yapar. Bir meşe bükünde rüzgar hızı, açık alanda
ölçülenin %11’ine inebilmektedir. Yüksek rüzgarlar böcek etkinliği üzerinde engelleyici
bir etkiye sahiptir. Sivrisinekler ve diğer pek çok böcek, rüzgar hızı belirli bir eşiği
aştığında uçuşu durdurur. Rüzgar, Kayın keçeli koşnili (Cryptococcus fagisuga
Lindinger (Homoptera: Eriococcidae))’nin hareketli larval evrelerinin yayılışında rol oynar.
Bir kayın ormanındaki çalışmada, düşey eğime göre, toprak düzeyinden ağaç örtüsünün
yukarı kısımlarına, sıcaklıkta çok az bir artış göstermiştir (Şekil 2.5). Rüzgar hızı ağaç
örtüsünün yukarısında önemli ölçüde artmış ve bu koşnil böceğin larvalarının çokluğu
(miktarı) yukarıya doğru azalmıştır. Bireylerin çoğu aşağı yüksekliklerde yayılmakta, bu
böceklerin sadece yaklaşık %1’i orman örtüsünün yukarısına taşınabilmekte ve uzak
mesafelere yayılabilmektedir (Wainhouse, 1980).
Şekil 2.5. İngiliz (Avrupa) kayını (Fagussylvatica) ormanında sıcaklıkta ve rüzgar
hızındaki düşey değişmeler ile Cryptococcus fagisuga hareketli larvalarının çokluğu
(Wainhouse, 1980).
Rüzgar, belirli böceklerin yayılışında önemli rol oynar. Alplerde, melez (larch)(Larix)
tomurcuk güvesinin erginleri 100km’den daha uzak mesafelere göç ederler (Şekil 2.6).
Alplerin oluşturduğu yay içinde çeşitli lokalitelerde salgınların senkronizasyonunu açıklayan bu
göçlerrüzgarakarşı (upwind) olmaktadır (Baltensweiler&Fischlin, 1979); bu güvelerin rüzgarın
taşıdığı eşey feromonları ile yönlendirildiği olasıdır (Kennedy, 1974). İsviçre Alplerinde Melez
tripsi Taeniothrips laricivorus’unyayılışı rüzgarın bir işlevidir. Ağaçlandırma alanlarının
kenarlarında ve melez ağaçlarının rüzgar altında bulunan ladin ağaçları, melezlerin rüzgar
altında bulunmayan ladinlerden daha çok trips içerirler. İlkbaharda bu böcekler, kışı
geçirdikleri civardaki ladin ağaçlarından rüzgarla taşınarak, melez ağaçlandırmalarının
kenarlarında toplanırlar (Maksymov, 1965). Kanada’nın Alberta eyaletinde, Malacosoma
disstria tırtıl kitleleri soğuk hava cephesi ile en az 500km’ye taşınmaktadırlar (Brown, 1965).
Kuzey Amerika’da, kabuk böcekleri Dendroctonus ponderosae ve D. rufipennis’in çok
büyük hareketleri gözlenmektedir. Lymantria dispar’ın genç larvaları da rüzgarla
taşınmaktadır; bu türün Güney-doğu Rusya’daki ırkının morfolojisindeki (özeliklerini taşıyan)
bireyleri, sıcak bir hava cephesi ile eriştirildikleri Finlandiya’da bulunmuştur (Mikkola, 1971).
Rüzgar, odun yiyici böceklerin ana çekicileri (cazibe materyallari) olan ağaçların rüzgarla
devrilmesinde önemli rol oynayabilir.
Şekil 2.6. Yükselti, uzaklık ve rüzgarın bir fonksiyonu olarak Zeirapheradiniana’nın
Alplerdeki göçleri. Eğik taramalar: melezin sürekli var olan yayılışı; eğik noktalı taranmalar
salgınların meydana geldiği kuşaklar; çaprazlar: düşük yükseltilerdeki melez ağaçlandırmaları
(Baltensweiler&Fischlin, 1979).
Sıcaklık ve Nemın ortak etileri
Bu iki etken, üzerinde en çok araştırma yapılmış çifttir. Her biri, birçok durumlarda,
diğerine etkide bulunur. Özellikle her böceğin, sıcaklık ve nem kombinasyonuna göre
belirlenmiş bir optimumu vardır. Kombinasyon, bu optimumdan uzaklaştığı oranda adı geçen
böceğin gelişmesi güçleşir ve ölüm oranı o ölçüde artar. Örneğin, Schistocerca gregaria
(Forsk.) (Sudan çekirgesi) (Orthoptera, Acrididae)’nın yumurtalarının gelişmesi için 30ºC
sıcaklık ve %100 bağıl nem ve Ceratitis capitata (Wied.) (Diptera, Trypetidae)’nın yumurta ve
larvaları için 16-32ºC sıcaklık ve %75-85 bağıl nem optimumu oluşturulur.
Her böceğin en iyi şekilde gelişebileceği ve en yüksek sayıda ergin oluşturabileceği
sıcaklık ve nem değerleri mevcuttur. Bu değerlerin kapladığı alana en uygun gelişme (Vital
Optimum) adı verilir. Şayet değişik sıcaklık ve nem değerlerinde yetiştirilen böceklerin ölüm
yüzdeleri koordinatlar sistemine işlenir ve eşit değerlerden eğriler geçirilirse, meydana gelen
şekle Ölüm Diyagramı denir.
Şekil. Elma içkurdu, Cydya pomonella (L.) (Lepidoptera: Tortricidae) pupalarının sıcaklık ve nem değerlerinin eşleşmelerine göre ölüm diyagramı.
Ölümün en az olduğu orta kısım, adı geçen Vital Optimum’dur. Bunun dışında uygun
gelişme, daha dışta uygun olmayan gelişme ve en dışta olanaksız (imkansız) alanları vardır
(Şekil 12-4).
Sıcaklık-Yağış işbirliği
Bu iki çift de böcekler için uygun olan ya da olmayan alanları gösterir. Örneğin,
Dociostaurus maroccanus (Thunb.) (Fas çekirgesi) (Orthoptera, Acrididae)’un değişik hayat
dönemleri için Vital Optimum değerleri Tablo 5’de verilmiştir.
Bir böceğin belirli bir yerde gelişip gelişemeyeceğini kestirmek için adı geçen alandan ve
Klimogram (Klimograf)’dan yararlanılır. Klimogram, bir yerin aylık sıcaklık
ortalamalarıile aylık ortalama bağıl nem ya da aylık yağış miktarlarının birlikte
çizilmişkrokisidir.
Bir yerin klimogramı ile bir böceğin en uygun yaşama alanı ve diğer alanlarını aynı
koordinatlar sistemine yerleştirecek olursak, o yerin, o böcek için uygun olup olmadığı ortaya
çıkar. Şekil 80, 4 ayrı yerin klimogramlarının bibiri ile kıyaslanmalarına olanak vermektedir.
Şekildeki klimoogramlardan ,)’nın yaşamı için uygun olanı Honolulu’ya ait bulunmaktadır.
Hartum (sudan) ise daima gelişme eşiği üzerinde olmasına karşın 9 ay hoşgörü sınırları
dışında kalmaktadır.
Belirli bir yerin klimogramı, uzun yıllara ait ortalama sıcaklık ve bağıl nem (ya da yağış)
değerleri ele alınarak çizilmektedir. Fakat bu, özellikle iklim koşulları yıldan yıla farklıca olan
yerlerde sadece genel bir fikir verebilir. Zira, bu durumda o yerin çeşitli yıllara ait
klimogramları aynı alana düşmeyecektir. Bunun epidomiyoloji bakımından önemi büyük olup
bu durum Bonitasyon bakımından daima göz önünde bulundurulur. Bonitasyon, belirli bir
yerde, belirli bir zamanda bir hayvanın populasyon yoğunluğunu ve zararlı olma
nedenlerini tahmin etmektir. Fakat salgın ya da olağanüstü çoğalma bakımından bir tek
yılın uygunluğu (döl sayısı fazla olanlar hariç) yetmez.
Akdeniz meyve sineği, Ceratitis capitata (Wied.) (Diptera, Trypetidae)’nın yumurta ve
larvaları için 16-32ºC sıcaklık ve %75-85 bağıl nem optimumu oluşturulur.
Şekil 14-2. Dünyanın bazı şehirlerine ait klimogramlar ve Ceratitis capitata’nın gelişme
alanları: (a) Paris/Fransa, (b) Napoli/İtalya, (c) Kahire/Msır, (d) Hartum/Sudan, (e)
Ankara/Türkiye, (f) Honolulu/Hawai.
12-6 Toprak
Birçok böcekler, hayatlarının devamı için doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak toprağa
bağlıdırlar. Toprağın fiziksel ve kısmen kimyasal yapısı, sıcaklığı ve ıslaklığı böcekleri çeşitli
yönlerden etkiler.
Toprak yapısı. Bu yapı, kayalaşmış kilden, gevşek yapılı kuma kadar değişme gösterir.
Kayalaşmış kil topraklarında pek az böcekler bulunur. Zira, bu toprak içinde hareket çok
zordur. Bu yönden tınlı topraklar en uygun olanıdır. Farklı böcek grupları, farklı topraklardan
hoşlanırlar.
Toprak yapısının aynı türün populasyonu üzerindeki etkisi Amerika Birleşik
Devletleri’ndeki Agrotis orthogonia Morr. (Lepidoptera, Noctuidae)’nın durumundaki
değişmeden anlamak mümkündür. Bu türün tırtılları Kuzey Amerika’nın orta bölgelerinde
önceleri az bulunuyordu. Çayırların büyük ölçüde bozulup işlenmesi sonucu böcekte görülen
populasyon artışı ekinlerde büyük zararlara neden olmuştur. Zira, böcek isteğine uygun
toprak yapısına kavuşmuş oldu. Buna karşı kumlu topraklar Viteus vitifolii (Fitch) (Homoptera,
Phylloxeridae) için uygun değildir. Fakat Scarabaeidae (Coleoptera) familyası türleri bu tip
topraklarda iyi bir gelişme sağlarlar. Genellikle, toprakta tünel açan böcekler sert yapılı
topraklardan hoşlanmazlar.
Toprak sıcaklığı. Günlük sıcaklık değişmeleri toprağın alt kısımlarına oranla üstte daha
fazladır. Fakat mevsimlik değişmeler toprağın alt tabakalarına işler. Sıcaklığın derinlere
işlemesi güneşlenme, atmosfer koşulları ve yerel toprak özelliklerine bağlıdır. Koyu görünüşlü
topraklar, açık renklilerden daha çabuk ısınır. Bu durumlar toprakta yaşayan böceklerin
faaliyetlerine tesir eder.
Toprak ıslaklığı.Toprağın çeşitli faktörlerle meydana gelen ıslaklığı, bu ortamda
yaşayan böcekleri çeşitli şekillerde etkiler. Örneğin, ıslak topraklar Diptera türleri için oldukça
uygundur. Bu takımdan Trypetidae familyası türlerinin bolluğu yüksekçe toprak ıslaklığına
bağlıdır. Aynı takımdan Tipulidae türleri çok ıslak topraklardan hoşlanır.
Yağışlı yerlere alışmış türler, fazla toprak ıslaklığından etkilenmezler. Keza, çöl böcekleri
kuraklığın artmasına uyum sağlarlar. Pupa dönemini toprakta geçiren pek çok türün
erginlerinin çıkışı toprak ıslaklığının artmasına bağlıdır. Örneğin, Rhagoletis cerasi (L.) (Kiraz
sineği) (Diptera, Trypetidae)’nin miktarı, ilkbahar sonunun ya da yaz başlarının yağışlı
geçmesi nedeniyle artar. Bu durum halk arasında, kirazların kurtlanmasına yol açtığı inancını
yerleştirmiştir.
Toprağın kimyasal maddeleri. Toprak içerisinde bulunan kimyasal maddeler bitki ile
beslenen böceklerin populasyon ve yayılmalarına etki ederler. Bir toprak fosforlu ve potaslı
gübrelerle gübrelenirse bu toprakta yetişen bitkilerin dokuları daha sıkı olur. Bunlar, sokucu
emici böceklere karşı, azotça zengin topraklarda yetiştirilen bitkilere oranla daha
dayanıklıdırlar. Zira bu bitkilerde hücre sertleşmesi meydana gelir. Topraktaki kimyasal
bileşikler ile böceklerin büyümeleri arasında pek az bir uyarlık bulunabilmiştir. Bu hususta
geniş araştırmalara gerek vardır.
Hava akımları (rüzgârlar)
Hava akımları, diğer hususlar eşit olmak koşuluyla, yüksek basınçlı yerlerden düşük
basınçlı alanlara doğrudur. Sıcaklık farklılığı, bu akımların meydana gelmesinin önemli
etkenidir. Bu tür hava akımları, yerden yüksekliği, ılıman iklimli yerlerde 9-10, tropik
bölgelerde 15 km olan troposfer tabakasında görülür.
Rüzgârlar böcekler üzerinde doğrudan doğruya ve dolaylı çeşitli etkilerde bulunur.
Bunların önemlileri aşağıda verilmiştir:
Rüzgârın çevreye etkisi. Rüzgârlar değişik sıcaklıklardaki havayı başka yerlere
taşıyarak böcekler üzerinde doğrudan doğruya etkili olur. Ayrıca havanın buharlaşma gücüne
etkide bulunarak sıcaklığın düşmesine ve toprak ıslaklığının azalmasına neden olur(dolaylı
etkiler). Özet olarak, rüzgârlar büyük ve küçük çeşitli yaşam yerlerinin oluşmasında rol
oynarlar.
Rüzgârın böcek yaşamına etkisi. Kuvvetli rüzgârlar böceklerin yaşamında bir takım
zorluklar meydana getirir. Bu durum, özellikle uçuş gücü düşük böceklerde daha belirgindir.
Kuvvetli rüzgârlı yerlerdeki böcekler kuytu yerlere bağlı kalırlar ve toprakta tünel açma eğilimi
gösterirler. Bazı böcekler, örneğin gece ve gündüz kelebekleri, kendilerini toprak üzerine
yapıştırırlar ve ancak hava durulunca uçarlar.
Rüzgârın böcek yapısına etkisi. Ada ve dağ gibi sınırlanmış yerlerde sürekli olarak
kuvvetli rüzgârlar esiyorsa, bu gibi yerlerde kanatsız formların fazla olduğu gözlenmiştir.
Örneğin, Madeira adasında yerli Coleoptera türlerinin üçte birinin uçma kabiliyeti yoktur.
Tibet’in yüksek ve rüzgârlı yaylalarındaki çekirgelerde de aynı durum mevcuttur. Fakat bu
yaylaların eteklerinde yaşayan aynı türler kanatlıdır.
Rüzgârın böceklerin yayılmasına etkisi. Rüzgârlar yardımıyla böcekler
kilometrelerce uzağa taşınırlar. Bu taşıma şekilleri böcek göçlerinde çok etkilidir. Örneğin,
Kuzey Afrika’da yaşayan Sphingidae (Lepidoptera)’lerin güney rüzgarlarının yardımıyla
Akdeniz’i aşarak Kuzey Almanya’ya kadar geldikleri bilinmektedir. Aynı şekilde Pyrameis
cardui L. (Lepidoptera, Nymphalidae) erginleri Afrika’dan Avrupa’ya, hatta İzlanda’ya
kadar uçarlar. Danaus plexippus (L.) (Lepidoptera,Danaidae) kelebeklerinin bazıları
rüzgârlarla Kuzey Amerika’dan İngiltere’nin güney sahillerine sürüklendikleri bilinmektedir.
Rüzgârlarla taşınan hayvanlara hava planktonu da denir. Bu gruba dahil türler kanatsız
ya da zayıf uçan böceklerdir. Örneğin, Kuzey Avrupa’da yaşayan bazı Aphidoidae (Bitki
bitleri) türlerinin rüzgârla Grönland’a ve hatta Kanada’ya geçtikleri saptanmıştır. Fakat
bunların hiçbirisi hayat dönemlerini havada tamamlayamaz.
Rüzgârın öldürücü etkileri. Bazı durumlarda sıcak rüzgârlar, böcek populasyonları
üzerinde öldürücü etkilere sahip olurlar. Örneğin, 4 Eylül 1931 günü İsrail’de esen ve gölgede
sıcaklığı 47.5ºC’ye çıkaran hamsin rüzgarı bölgedeki Rodolia (Novius)cardinalis (Muls.)
(Coleoptera, Coccinellidae) populasyonunu hemen hemen tamamen yok etmiştir.
Rüzgârın koku taşıması. Rüzgârlar gerek cinsel, gerekse gıda kokuları taşımasıyla
böceklerin birbirlerini ve gıdalarını bulmalarını sağlar. Örneğin, Lymautria dispar (L.)
(Lepidoptera, Lymantriidae) kelebeğinin dişisini salgıladığı cinsel kokular (Feremon) rüzgârla
uzaklara kadar iletir. Böylece erkeğin, dişisini bulması kolaylaşır.
Ağaç, Yaprak ve Gövde Mikro İklimleri
Orman pek çok farklı mikro iklimleri kendinde toplar. Kışın, güneş ışığı etkisindeki konifer
iğne yapraklarının sıcaklığı, çevrelerindeki havadan 2 0C daha fazla olabilir. Yazın, yaprak
sıcaklığı, gündüz, havadakinden ortalama 80C daha yüksek ve gece, 30C daha düşüktür.
Sıcaklık, ağaç gövdelerinde yaşayan böceklerin yer tayininde önemli bir rol oynar.
Sıcaklıktan hoşlanan Chrysobothris cinsi Buprestid kınkanatlısı (süslüböcek) larvaları, güneş
ışığına maruz gövdelerin çoğunlukla yukarı kısmına yerleşirken, Cerambycidlerin Rhagium
cinsi ve Pyrochroa (Pyrochroidae) cinsinin türleri devrik gövdelerin yan veya alt taraflarında
gölgeli alanlar arar.
İki scolytid türü Tomicus minor ve Ips acuminatus, galeri oyuklarını oluştururken, çam
kabuğunun kalınlığına bağlı olarak aynı tercihi gösterirler, ancak farklı sıcaklık gereksinimlerine
göre, kabuğun faklı etkilerdeki yüzlerini seçerler. Tomicus minor 14 ile 26 0C arasındaki
sıcaklıkları ve ortalama 20.50C sıcaklığı tercih ederken, Ips acuminatus 20 ile 38 0C
arasındaki sıcaklıkları ve ortalama 29.9 0C sıcaklığı seçer. Aynı çam gövdesinde, T. minor’ün
galerileri çoğunlukla alt tarafta ve I. acuminatus’ungalerileri yan ve yukarı taraflarda bulunur.
Galeriler için bu yer seçimi, larval gelişimi daha fazla sıcaklık gerektiren I. acuminatus’a
uygun düşmektedir (Bakke, 1968).
Tomicus minor
0
100
200
300
400
500
600
700
800
900
üst orta alt
Gövde Bölümleri
Bö
cek S
ayıs
ı
h
Yumurta
Larva
Pupa
Ergin
Tomicus piniperda
0
10
20
30
40
50
60
70
80
üst orta alt
Gövde Bölümleri
Bö
cek S
ayıs
ı
h
Yumurta
Larva
Pupa
Ergin
Şekil 20. Çamlarda metrekaredeki Tomicus minor ve Tomicus piniperda miktarı Odun yiyici (xylophagous) böcekler tarafından oyulmuş galerilerde, odunun selülozu ile
atmosferik su arasında sürekli bir su buharı değişimi olduğundan, orantılı nem çoğunlukla
yüksektir. Bu ağaç, nemli havanın kuru havaya verdiği suyu yeniden absorbe eden bir sünger
ödevi görür. Su içeriği %15’e eşit bir odunda, hidrostatik denge ile karşılıklı olarak havanın
higrometrik durumu, 10 ile 40 0C arasındaki sıcaklıklarda, en fazla %75’den %80’e değişir. Bu
nedenle, odun yiyici böcekler, doyma noktasına yakın değişmez bir atmosferde, en azından
yeni ölmüş ağaçların durumunda yaşarlar. Bazen odunun su içeriği aniden düşebilir ve
galerilerdeki havanın orantılı nemi %50’den aşağı düşer. Bu durumda, fauna fakirleşir ve
anobiidler gibi kuru odunla ilişkili türleri içerir. Nemlilik larval gelişim süresini etkiler; belirli
Cerambycidler kuru odunda 6-7 veya daha uzun yıllar yaşarlar, ancak nemli odunda yaşam
döngülerini sadece 2–3 yılda tamamlarlar.
Cerambycid Hylotrupes bajulus’ta optimum gelişme hızı, odun nemi %35 dolayında
olduğunda ve Ergates faber’de %60’lık bir nemde meydana gelir. Anobiidae familyasından
diğer pek çok böcekte olduğu gibi, Anobium punctatum’da optimum gelişme hızı, odunda
nem %30’a eriştiğinde meydana gelir (Schwerdtfeger, 1963). Siricid yaban arıları (odun arıları)
ile cerambycid ve scolytid kınkanatlıları gibi odun yiyici pek çok böceğin larval gelişimi, odun
nemi %20’nin altına düştüğünde durur. Cerambycid Monochamus scutellatus’un larval
yaşamı güneş ışığına maruz ağaç gövdelerinde bir yıl ve gölgedeki ağaç gövdelerinde üç yıl
sürer (Graham, 1925).
Hylotrupes bajulus ergini
Böcek-Konukçu Bitki Etkileşimleri
6.1. Konukçu Seçimi
1.Beslenme, 2. Yumurta koyma, 3. Barınma ve 4. Savunma
Orman böceklerin çoğu ya sadece tek bitki türü ile (Monofag), ya da birbirine yakın
birkaç akraba bitki türü ve cinsi ile (Oligofag) beslenirler. Birçok böceklerde çok çeşitli bitkiler
yerler (Polifag). Örneğin, Acleris undulana (Wlsgm.) (Lepidoptera, Tortricidae) Sedir
(Monofag); Thaumetopoea pityocampa (Schiff.) (Lepidoptera, Thaumetopoeiidae) Çam türleri
(Oligofag) ve Lymantria dispar (L) (Lepidoptera, Lymantriidae) yapraklı ve iğne yapraklılarda
(Polifag) zarar yapar.
Monofag türler konukçularına kesin olarak bağlıdırlar. Bu böcek türleri, yakın akraba bir
bitki türüne aktarılsalar bile, ya beslenmedikleri için ölürler, ya da besin alsalar bile
gelişmelerini tamamlayamazlar. Bu nedenle monofag türlerin yeryüzündeki yayılışında, bitki
sınırlayıcı bir etki gösterir. Bir böceğin yeni adapte olmak istediği bir yerde asıl konukçusu
yoksa, iklim koşulları ve diğer etkenler ne kadar uygun olursa olsun böcek orada yerleşemez.
Polifag türlerde bu durum söz konusu değildir. Diğer taraftan, monofag bir böcek konukçu
bitkisinin yenmeye en uygun döneminde ortaya çıkar. Şayet monofag bir böceğin larvaları
herhangi bir nedenle yumurtadan geç çıkarlarsa yiyecekleri bitki kısmı elverişsiz bir duruma
geleceğinden beslenemez ve ölürler.
Konukçu seçimi konusunda böceklerde görülen diğer bazı önemli hususlar aşağıda
verilmiştir: Bazı böceklerde konukçu değiştirme görülür. Örneğin, Pineus orientalis (Dreyfus)
(Homoptera, Adelgidae) türü, Türkiye’de Fundatrix, Gallicola, kısmen Sexupar ve Sexula
generasyonlarını Picea orientalis (Doğu ladini); Sistens ile kısmen Sexupar generasyonlarını
da çamlar (Pinus sylvestris) üzerinde geçirir. Böylece P. orientelis primer-sekonder-primer
konukçularda yaşayarak hayat dönemlerini tamamlar.
Senede birden fazla döl veren bazı böcekler aynı bitkinin farklı kısımlarıyla beslenirler.
Örneğin, Prays oleale (Bern.) (Lepidoptera, Hyponomeutidae)’nın yılda 3 generasyonu
vardır. Bunlardan 1. nesil çiçeklerle beslenir; buna Anthophagus nesli denir. 2. nesil
meyvelerle beslenir; buna Carphophagus nesli denir. 3. nesil ise yapraklarla beslenirler ve
buna da Phyllophagus nesli adı verilir.
Belirli bir bitki üzerin de yaşayan böcekler konukçunun tükenmesi halinde, başka bir
konukçuya uymak ya da ölmek durumu ile karşılaşırlar. Bu konudaki çalışmaları 3 grupta
toplayabiliriz: Bazı böcekler, örneğin Malacosoma disstria Hübner (Lepidoptera,
Lasiocampidae) kolaylıkla ve hiçbir hastalık izi göstermeden konukçu değiştirilebilir. Bir
kısım böcekler bir bitkiden yakın akraba olan bir başkasına, ancak
BÖCEK EPİDEMİYOLOJİSİ
Bu hususta ormanı oluşturan çeşitli meşcerelerin ve hatta tek tek ağaçların sağlık
durumlarının da kontrol altında bulundurulması gerekir. Bu nedenle epidomiyolojik
araştırmalar ormanın sağlığını ölçen ve değerlendiren çeşitli indekslerin (ölçütlerin) elde
edilmeleri için gereklidir. Orman toplumunun sağlık hizmetlerine olan gereksinmeleri, zararlı
sıklığının ve bunun nerelerde ve hangi türlerde görüldüğünün saptanması ile ölçülür. Ormanın
sağlığına yönelik çalışmaların etkinliği, herhangi bir zararlıdan etkilenen fertlerin ya da
meşcerelerin azalması ile saptanır.
Bir bölgede ya da tüm ülkede ormanın sağlığını zedeleyen sorunların tanımlanması
yanında, hizmetin yürütülebilmesi için yeterli personel ve paranın da bulunması zorunludur.
Bu tip çalışma ve uygulamalara ne miktar paranın verileceği ve harcamaların nasıl yapılacağı
genellikle politikacılar tarafından kararlaştırılır. Yani konu her türlü politik etkiye açıktır.
12-12 Epidemilerin İncelenmesi
Ormanda epidemiyi oluşturan nedenler çeşitli olabilir. İlk bakışta ya da incelemede ana
nedenin, örneğin kabuk altında büyük populasyonu bulunan bir kabuk böceği olduğu
saptanabilir. Fakat sekonder karakterli olan kabuk böceklerinin primer bir duruma geçmesini
sağlayan ana nedenleri ortaya çıkarmak gerekir. Ormanı ya da ağacı zayıf düşürüp böceğin
gelmesini ve üremesini kolaylaştıran nedenler arasında, örneğin iklim koşulları, toprak,
yetişme çevresi, ortam kirlenmesi, ağacın fizyolojik isteklerine uygun olmayan ortamda
yetiştirilmesi vb. nedenler olabilir. Bu bakımdan bir yerde çıkan epidemide esas nedeni ya da
nedenleri araştırırken çok titiz davranmak gerekir.
Bir ormanda genellikle, epidemiler ilerlemiş dönemlerinde belirgin olurlar ve göze
çarparlar. Zararlının epidemi durumuna gelinceye kadar geçirdiği aşamalar çoğunlukla gözden
kaçar. Bu nedenle epideminin doğal seyri tam olarak bilinmediğinden, özellikle o zararlıya
karşı uygulanabilecek savaşın zaman bakımında ayarlanmasında hatalar doğar. Burada şunu
da belirtmek gerekir ki, uzun gözlem ve incelemelere dayalı çalışmalar hem zaman alıcı, hem
de pahalı olmaktadır. Fakat yinede epidemilere neden olan zararlıların doğal gidişini
belirleyecek çalışmalara büyük gereksinim vardır.
Zaralıların epidemiyolojik özellikleri onların tanımına yarayan temel belirtilerin
tamamlayıcı bir parçasıdır. Bu nedenle her epidemiyi yaratan etkenin iyi bir şekilde
incelenmesi ve her bir olaydaki davranışını iyi bir şekilde saptamak gerekir. Bir zararlıya ait
epidemiyolojik özellikler, aynı alanda bile bazen farklı görünümler arzeder. Bu nedenle
epidemilerin çok iyi bir şekilde incelenmesi ve sınıflandırılması zorunludur. Böylece gelecekteki
epidemilerde ve onlarla savaşta hata oranı azaltılmış olur.
12-13 Savaş Yöntemlerinin Değerlendirilmesi
Zararlılarla savaşta kullanılan yöntemlerin etkinlik derecelerinin saptanması önemli bir
konudur. Yani bir zararlı ile savaş tamamlandıktan sonra o ormanda zararlının durumu
periyodik olarak incelenmelidir. Fakat bu kural genellikle ihmal edilen işler arasındadır. Şunu
da belirtmek gerekir ki, bir savaş yöntemi değerlendirilirken sadece uygulama yöntemi ile
ilacın etkinliğini saptamak yeterli değildir. Ayrıca uygulama esnasında ulaşım, personel
eğitiminin durumu, zaman, harcanan para gibi konularda da durum değerlendirmesi
yapılmalıdır. İlacın maliyeti koruma etkinliği üzerinde özellikle titizlik gösterilmelidir.
Bu konuda önemli bir nokta da yapılacak savaşın mı yoksa çevre koşullarının
düzeltilmesinin mi (önleyici tedbirler) daha etkin olacağı karşılaştırılmalı ve araştırmalarla
saptanmalıdır. Geniş çapta yapılacak savaş yöntemlerinin değerlendirilmesinde
epidermiyologlara, istatistikçilere ve devletin desteğine gerek vardır.
Epidemiyolojide, yukarıda adı geçen amaçların gerçekleştirilmesi çok yoğun ve dikkatli
çalışmalar gerektirir. Bazen bir araştırma, birkaç amacı birlikte kapsar.
12-14 Zararlı Böceklerin Zarar Tipine Göre Ayrımı
Orman ağaçlarının çeşitli kısımlarında zarar yapan böcekler, yaptıkları zararın yerine ve
durumuna göre, çeşitli kısımlara ayrılırlar. Böcek epidemiyolojisinde en çok kullanılan zarar
tipleri aşağıda verilmiştir.
Fizyolojik zararlı. Bitkilerin hayatını tehdit eden ve sağlıklarına zarar veren böceklere
Fizyolojik zararlı böcekler denir. Örneğin, Tomicus (Blastophagus) piniperda (L.) (Coleoptera,
Scolytidae) ve Melolontha melolontha, Amphimallon solstitiale (Coleoptera,
Scarabaeidae) gibi.
Teknik zararlı. Bitkilerin hayatlarını tehdit etmeyen, fakat yaptıkları zararla odunun
ekonomik değerini düşüren böceklere Teknik zararlı böcekler denir. Örneğin, kabuk
böceklerinden Trypodendron lineatum ve Xyleborus dispar (Coleoptera, scolytidae) türleri ve
bazı teke böcekleri gibi.
Primer zararlı. Sağlam ve sağlık durumları iyi olan bitkilerde zarar yapan böceklere
Primer zararlı böcekler denir. Örneğin, Thaumetopoea pityocamba (Schiff.) (Lepidoptera,
Thaumetopoeidae), Lymantria dispar (L.) ( Lepidoptera, Lymantriidae) ve Tortrix viridana
(L.) (Lepidoptera, Tortricidae) gibi.
Sekonder zararlı. Sağlık durumları iyi olmayan, yani çeşitli nedenlerle hastalanmış ve
cılız kalmış ağaçlarda zarar yapan böceklere Sekonder zararlı böcekler denir. Örneğin,
Kabuk böcekleri (Coleoptera: Scolytidae)’in ekserisi ve Hortumlu böceklerden Pissodes
(Coleoptera) türleri gibi. Bununla beraber fazla üredikleri ya da yeter miktarda isteklerine
uygun besin bulamadıkları taktirde sekonder zararlı böcekler primer zararlı olabilirler.
Kültür zararlısı. Kültür alanlarında zarar yapan ve böylece yeni bir meşcerenin
kurulmasını tehlikeye koyan böceklere Kültür zararlısı böcekler denir. Örneğin, Melolontha
melolontha (L.) (Adi Mayısböceği) larvaları, Hortumlu böceklerden Hylobius abietis (L.)
(Coleoptera) gibi.
Meşcere zararlısı. Yaşlı ağaçlarda zarar yapan ve dolayısıyla meşcereleri tehdit eden
böceklere Meşcere zararlı böcekler denir. Örneğin, çeşitli Kabuk böcekleri. Bununla
beraber, bazen kültür zararlısı ile meşcere zararlısı kesin olarak birbirinden ayırt etmek
mümkün olmaz.
12-15 Populasyon Büyümesi ve Dalgalanmalar
Bir ormanda yaşayan herhangi bir zararlı, o ormandaki normal zararsız miktarı aşarsa,
bu zararlının bir populasyon büyümesi (Populasyon patlaması=Kitle üremesi) yaptığından söz
edilir. İşte bir zararlının ormandaki miktarının artması ya da gerilemesini göstermek için
Büyüme eğrisi (Salgın eğrisi) kullanılır.
Fakat genellikle her zararlıya ait epidemiler oldukça sabit bir başlangıç, yayılma,
yükseliş, tepe, duraklama, düşüş, ölme ve yeniden düzenlenme kısımlarını gösterirler (şekil
81). Epidemilerin şiddet kaybetmesine Kriz (Crisus) denir. Onun için tüm epidemilerin yere
ve zamana bağlı olarak bir başlangıç ve son buluş tarihleri vardır. Eğrinin kaybolma bölümü
apsis eksenine yaklaşmakla beraber, hakikatte ne kadar uzatılırsa uzatılsın çoğu zaman oraya
kadar inmemektedir. Eğrinin tepeye doğru yükselişi, çoğunlukla, tepeye vardıktan sonrasında
inmesinden daha hızlıdır.
Diğer taraftan böceklerde görülen populasyon dalgalanmaları sabit değildir. Her böcek
türünün kendine has bir dalgalanma biçimi mevcuttur. Bu hususta sabit populasyon, periyodik
ve düzensiz dalgalanmalar gibi deyimler kullanılır.
EPİDEMİLERİN ANA NEDENLERİ
Böcek zararları her zaman bir epidemi ile sonuçlanmaz. Bir epideminin meydana
gelebilmesi için belirli faktörlerin birlikte etki yapması, bunların belirli düzeyde olması ve ayrıca
tüm koşulların aynı zamanda gerçekleşmesi zorunludur. Bunlardan birisi mevcut olmazsa
epidemi gerçekleşmez.
Epidemiyi meydana getiren ana nedenleri üçe ayırabiliriz: Etmen (Etken), Konukçu
(Konakçı) ve Çevre faktörleri.
12-16 Etmen (= Zararlı Tür)
Etmen yönünden epidemiyi meydana getiren nedenleri, azgın bir etmenin varlığı,
etmenin çoğalma potansiyeli, etmenin inekulum potansiyeli ve etmenin yayılması gibi 4 kısım
altında incelemek mümkündür.
Azgın (Agresif) bir etmenin varlığı. Bir epidemi için mutlaka bir etmen mevcut
olmalıdır. Bu etmen çoğalmadan epidemi meydana gelmez.
Bir bölgede agresif etmenler her zaman bulunmayabilir ya da bir etmen her zaman
agresif olmayabilir. Etmenin hassas evreleri mevcuttur. Bu hassas evrelerde etmenin çoğalma
olasılığı düşük olup, bitkilerde kolayca hastalık meydana getirmezler. Bazı böcekler genetiksel
olarak yüksek populasyon çoğalmasına sahiptir. İşte bu tip etmenlere Agresif etmen denir.
Yabancı orjinli etmenler. Her ülkenin, biri kültür çağının başlamasından önce, diğeri o
tarihten bu yana diğer memleketlerden çeşitli şekillerde gelmiş hayvan faunası vardır.
Örneğin, geçen asrın sonunda bu asrın başlarında Avrupa ile Kuzey Amerika arasında karşılıklı
birçok etmenler taşındı. Fakat genellikle agresif etkenlerin kendi vatanlarında, sonradan
taşındıkları yere oranla daha sakin oldukları gözlenmiştir. Fakat bunlar elverişli bir ortam
bulunca kendilerini daha kuvvetli olarak hissettirirler. Örneğin, Avrupa’dan Kuzey Amerika’ya
taşınan Lymantria dispar (L.) (Lepidoptera, Lymantriidae) yeni ülkesinde büyük zararlara
neden olmaktadır. Bunun nedenleri arasında hem anavatandaki asalak topluluğun
bulunmaması, hem de anavatandaki zarar yapmadığı iğne yapraklı ağaç türlerini severek
yemesidir. Böylece bu etmen gittiği yerin doğal koşullarına uyarak epidemik bir durum
almıştır. Ülkeler arası taşınan bazı türler Tablo 6’da verilmiştir. Buna karşın aşağıdaki 3 böcek
türü Avrupa faunasına sonradan katılmıştır: Erisoma lanigerum (Hausmann) (Hom.,
Pemphigidae), Acanthoscelides optectus (Say) (Col., Bruchidae), Leptinotarsa decemlineata
(Say) (Col., Chrysomelidae). Bu tip zararlıları tanımak karantina bakımından önem taşırsa da
her zararlı böceğin kendi anavatanındaki durumu iyi bilinmeli ve taşındığı ülkedeki etkinliği de
çok iyi izlenmelidir.
Bir bitkinin bölgedeki yerli bir etmenden zarar görmesi. Bu hususta özellikle kozmopolit
bitki türleri önemlidir. Zira bu türler o yörenin diğer bitkilerinde bulunan çeşitli etmenlerden
kolayca zarar görebilirler. Bu hususta en iyi örnek Kavak’tır. Zira Kavağın zararlıları 200 adet
civarındadır. Kozmopolit bitki türü olan Kavak yeni yetiştirilme alanında ki yerli zararlıların
büyük saldırısına uğrar.
12-17 Etmenin (Zararlı Türün) çoğalma potansiyeli
Böceklerin üreme potansiyeli, yetişme çevresinin birçok yok edici ve engelleyici
faktörlerine karşın çok büyüktür. Eğer böceklerin potansiyeli, doğa tarafından sınırlanmış
olmasaydı, onların üremeleri sonsuza doğru giderdi.
Ormanda zarar yapan bir böceğin üreme potansiyeli mevsimden mevsime olduğu gibi
bir yerden bir yere göre de değişir. Zaman ve yer yönünden olan bu değişmeler, ormancıları
fazlasıyla ilgilendirmektedir. Zira bu değişmeleri iyi bilmek, böcek zararlılarına karşı
alınabilecek önlemleri ve savaş yöntemlerini zamanında planlamak için önemlidir.
Üreme potansiyelini etkileyen faktörler
Bir böceğin çoğalma potansiyeli:
Dişinin koyduğu yumurta miktarına,
Cinsiyet faktörüne (Eşey Oranı)
Gelişme periyodunun süresi bağlıdır.
Yumurta miktarı: Böceklerin yumurta koyma ya da genç nesil yetiştirme kudreti, üreme
potansiyelinin tespitinde önemli rol oynayan ana faktörlerden biridir. Çeşitli böceklerin dişileri,
oldukça geniş sayıda yumurta koyarlar. Bir dişi böceğin koyduğu yumurta sayısı bir adetten
yüzbinlere kadar değişir. Örneğin, bitki bitlerinden bazıları Fundatrix (Döllerin anası)’leri kışı
geçiren tek yumurta koyduğu halde, örneğin kraliçe arı 500 000 yumurta koyar. Kabuk
böcekleri 40-50, odun arıları 100, koşniller 250-1500, pireler 400, kelebekler 300, bitki bitleri
1000 ve Meloidae türleri 4000-6000 kadar yumurta koyarlar.
Cinsiyet faktörü (eşey oranı): Bu faktör böcekler tarafından konulan yumurtalardan
meydana gelen fertlerin dişi ve erkek oranını ifade eder. Genel olarak Parthenogenese ile
çoğalan türlerde dişilerin miktarı fazladır. Örneğin, Pristiphora erichsonii (Htg.)
(Hymenopyera, Tenthredinidae) üzerinde yapılan araştırmalardan, 100 yumurtadan 96’sının
dişi ve 4’ünün erkek çıktığı saptanmıştır.
Bunun gibi, Parthenogenese ile üreyen Bitki bitlerinin (Aphidoidae) birçok
generasyonlarında tamamıyla dişiler meydana gelmektedir.
Cinsiyet faktörü, dişiler miktarının toplam fertlere bölünmesinden elde edilir. Örneğin,
yarı yarıya dişi ve erkek meydana getiren türlerde cinsiyet faktörü 0.5; hiç erkeği bulunmayan
türlerde 1.0’dir. yukarıda adı geçen ve 100 yumurtadan 96 dişi ve 4 erkek çıkaran Pristiphora
erichsonii’nin cinsiyet faktörü ise 0.96 olarak gösterilir.
Gelişme periyodunun uzunluğu: Böceklerin üreme potansiyeli yumurta miktarı ve
cinsiyet faktöründen başka, her generasyonun tamamlanabilmesi için geçen zamana da
bağlıdır. Böcek türlerine göre çok değişik olan bu zamanın uzun ya da kısa oluşunun
böceklerin çoğalma potansiyeli üzerinde büyük rolü vardır. Örneğin, generasyon süresi ne
kadar kısa ve generasyon sayısı ne kadar fazla olursa, böceğin üreme enerjisi o kadar fazla
olur.
12-18 Üreme Potansiyelinin Hesaplanması
Böceklerin üreme potansiyeli hakkında bir fikir edinebilmek için yapılacak
hesaplamalarda, önce böceklerin çoğalmasını sınırlayan çeşitli doğal etkenlerin olmadığını
kabul etmek gerekir. Buna göre yukarıda ki bilgilerden (yumurta miktarı, cinsiyet faktörü ve
gelişme periyodunun uzunluğu) yararlanarak, bir böceğin çoğalma potansiyelini hesaplayalım.
Bunun için Üreme emsali denilen formülden yararlanılır. BREMER (1929) tarafından geliştirilen
formül (EŞİTLİK) basitleştirilerek aşağıda verilmiştir.
Üreme emsali genel olarak bir fert için:
m = a.b’dir.
Formülde:
m = teorik üreme emsali ya da dişilerin generasyondaki miktarını,
a = bir dişinin koyduğu yumurta adedini,
b = cinsiyet faktörü’nü ifade eder.
Eğer birey sayısı (n) ise formül:
m = n. (a.b) olur.
Böceğin yılda (x) adet generasyonu varsa formül.
Bir birey için : mx = 1x(a.b)x
(n) adet birey için : mx = n.(a.b)x
Şekillerini alır. Bu konudaki çeşitli örnekler aşağıda verilmiştir.
Doğanın etkinliği. Doğada böceklerin üremesi hiçbir zaman sonsuza ulaşmaz. Çeşitli
doğal etkenler nedeniyle önemli bir kısmı ölür. Şimdi çeşitli etkenler sonunda ölecek böcek
miktarını teorik olarak inceleyelim:
Bir türün birey sayısının, generasyonların değişmesinde az çok eşit kalabilmesi için
dişinin bireylerinden:
n (a.b)- n = n (a.b- 1)
kadarının üremeden ölmesi gerekir. Burada :
d = a.b – 1’e Normal İmha Emsali denir.
Normal İmha Oranı (q) ise.
q = d/m = a.b – 1/ a.b = 1 – 1 /a.b ‘dir
Yani her yıl bu kadar böcek ölecektir. Bu miktar (%) olarak ifade edilirse:
% q = 100 (1 – 1 /a.b) olur.
Şayet böceğin bir senede (x) adet genarasyonu varsa o zaman formül:
% q = 100 ( 1 – 1/ (a.b)x) şeklini alır.
Örneğin, a=50, b=0.5 ve x=1 olsa: q= %96 olur.
Eğer x=3 olursa, bu taktirde: q= %99.99 olur.
Şu halde bir böceğin fert sayısının aynı düzeyde kalabilmesi için, üremeden önce her
generasyondaki fert adedinin %96 ya da % % 99.99’unun yok olmasının gerekmektedir.
Demek oluyor ki, böcek türlerinin sınırsız üremeğe ulaşamaması için, her generasyona ait
fertlerin büyük bir kısmının üremeden önce çeşitli faktörlerin etkisi ile yok olması
gerekmektedir.
Tablo . Lymantria dispar ve Pineus pini’nin I-IV generasyondaki birey sayıları.
12-19 Etmenin İnekulum Potansiyeli
Birçok organizmalar belirli bir potansiyel düzeye ulaşmadan zarar yapamazlar. İşte,
organizmaların zarar yapabilecek miktarına İnekulum potansiyeli denir. Şayet bir
alanda ya da ülkede zararlı uygun bir ortam bulup gelişmiş ise, orada zararın şiddeti ile
inekulum biriminin miktarı arasında bir ilişki olduğunu düşünmek gerekir. Örneğin, Doğu
Karadeniz yörelerinde Doğu Ladin’inde zarar yapan Dendroctonus micans (Kug) (coleoptera,
Scolytidae) ancak birim alanda belirli bir düzeye ulaşınca zarar gücü artmaktadır.
Genellikle toprakta yaşayan böceklerin (Kök zararlıları) inekulum potansiyelini saptamak
oldukça zordur. Buna karşın hava ve tohumların içindeki böceklerin inekulum potansiyeli daha
kolay ölçülür. Örneğin, çeşitli tohumlar içindeki larvaların, genellikle Megastigmus spp.
(Hymenoptera, Torymidae) miktarı kolayca hesaplanabilir. Böceklerin zararlılık potansiyelini
ölçme ve tespite yarayan çeşitli yöntem ve formüller geliştirilmiştir.
Bir yörede bulunan bir böceğin inekulum potansiyelinin şiddeti bazı koşullara göre
değişiklik gösterir. Bu koşulların önemlileri aşağıda verilmiştir.
Uzaklık: bir böceğin inekulum potansiyeli uzaklığa göre değişir. Bu potansiyelin en
yüksek olduğu yer, genellikle zararlının ilk görüldüğü yerdir. Buraya Zararlı ya da Hastalık
ocakları denir. Buralarda zararlı hem şiddet, hem de sayı bakımından yüksektir. Bu noktadan
itibaren yayılmaya başlayan zararlının sayı ve şiddeti gittikçe azalır, yani entansitesi düşer.
Uzaklık, inekulum sayı ve şiddetini önemli derecede etkiler. Fakat bu etki, hava yolu ile
dağılan inekulumda daha çok görülür.
Doğal ve yapay faktörle. Bazı zararlılar, doğal faktörlerin etkisiyle kaynağından
uzaklaktıkça zayıflar. Örneğin, hava ile yayılan bir zararlı uçuş esnasında çok sıcak ya da
kurak yerlere rastlayabilir. Bu durumda zararlı canlılığını ve zararlı olma yeteneğini kısmen ya
da tamamen kaybedebilir. Bazen de zararlı böcek yeni ulaştığı yerde uygun koşullar bulamaz.
Bu da zararlının hayatiyetini kaybetmesine neden olur. Ya da zararlının yeni gittiği yöredeki
konukçu bitkiler bu zararlıya dayanıklı olurlar. Bu durumda zararlı yeni yörede zayıf duruma
düşer. İnekulum potansiyeli bazen de yapay faktörler nedeniyle zayıf olabilmektedir. Örneğin,
inekulum kaynağına daha önce ilaç atılmışsa, bu kaynakta inekulum zayıf düzeyde bulunabilir.