48
EKMEK & ÖZGÜRLÜK AYLIK SİYASİ DERGİ u SAYI 10 u TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 u 2TL Anayasanız da, ‘değişikliği’ de sizin olsun! Erdoğan Aydın >> 15 Devletin barış korkusunu kırmak... Kenan Kalyon >> 10 Sol ve Alevilik, Alevilik ve sol AKP: Ne Gülenle, ne Gülensiz OsmanErsoy >> 16 Gülnur Acar Savran: Kadınının kurtuluşu cinsiyetçi işbölümünün ortadan kalkmasında Ücretli/ücretsiz emek kıskacındaki kadın ve feminist sosyal hak talepleri üzerine söyleşi YeşimDinçer-Nevra Akdemir >> 24 ASF 2010 İstanbul: Şehre aktivist konuklar geldi ama... Besime Şen-CansuYapıcı >> 29 Kılıçdaroğlu alternatif miymiş? Mustafa Çeçen >> 12 Anayasa Mahkemesi bir kere daha adalet dağıttı:“Benim hak- kım bana, Hükümetin hakkı hü- kümete!” Mahkeme, Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) Adalet ve Kal- kınma Partisi (AKP) Meclis ço- ğunluğunun oylarıyla geçirilen Anayasa değişikliği kararının ip- tali için yaptığı başvuruyu geri çevirirken Anayasa Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimlerinde ön- görülen adaylık ve oy kullanma usullerine ilişkin bazı hükümle- ri iptal etti. Meclisten gelen ka- rarın geri kalanıyla ilgili bir gö- rüşme yapmadı. Sonuçta, Anayasa Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Ku- rulu (HSYK) üyelerinin seçimin- de yargıçların ayrıcalıkları koru- nurken, AKP kontrolündeki Meclis, Hükümet ve cumhurbaş- kanıyla, YÖK ve benzeri organla- rın bu kurumların bileşim ve iş- Ortak politik pers- pektiften yoksun fo- rum bileşenleri al- ternatif bir siyasi ka- nal oluşturamadı Ertuğrul Kürkçü Akdeniz hummasının İspanya evresi Elif Köksal >> 32 Hatice Yörür >> 34 ‘79 ruhumuz’ Atina’da mülteci İran devriminin birinci yılı Siyaveş Azeri >> 42 leyişlerinde daha fazla güç edinme ihtirasının meşruluğu- da tanınmış oldu. Mahkeme böylece “Anayasa Referandumu”nun “başlat” düğmesine bastı . Kontrollü kriz Bu kararın aktüel politik önemi AKP'nin “liberal” destekçilerinin ileri sürdükleri ve yaygın med- yada tartışa geldikleri gibi, “Anayasa Mahkemesi'nin >> 2 Kılıçdaroğlu ve Erdoğan emekçileri böler. Bizim ihtiyacımız ve çıka- rımız, Türk ve Kürt emekçilerin birleşmesinde, 12 Eylül diktatörlü- ğünü ortadan kaldıracak, emek ve özgürlüğe dayalı yeni bir anayasa yapacak bir Kurucu Meclis için harekete geçmesinde

AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

  • Upload
    others

  • View
    11

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

EKMEK&ÖZGÜRLÜKA Y L I K S İ Y A S İ D E R G İ u S A Y I 1 0 u T E M M U Z - A Ğ U S T O S 2 0 1 0 u 2 T L

Anayasanız da, ‘değişikliği’ de sizin olsun!

Erdoğan Aydın >>15

Devletin barışkorkusunu kırmak...

Kenan Kalyon >>10

Sol ve Alevilik,Alevilik ve sol

AKP: Ne Gülenle,ne Gülensiz

OsmanErsoy >>16

Gülnur Acar Savran:Kadınının kurtuluşucinsiyetçi işbölümününortadan kalkmasında

Ücretli/ücretsiz emek kıskacındaki kadın vefeminist sosyal hak talepleri üzerine söyleşi

YeşimDinçer-Nevra Akdemir >> 24

ASF 2010 İstanbul: Şehreaktivist konuklar geldi ama...

Besime Şen-CansuYapıcı >>29

Kılıçdaroğlu alternatif miymiş?

Mustafa Çeçen >>12

Anayasa Mahkemesi bir keredaha adalet dağıttı:“Benim hak-kım bana, Hükümetin hakkı hü-kümete!”

Mahkeme, Cumhuriyet HalkPartisi'nin (CHP) Adalet ve Kal-kınma Partisi (AKP) Meclis ço-ğunluğunun oylarıyla geçirilenAnayasa değişikliği kararının ip-tali için yaptığı başvuruyu geriçevirirken Anayasa Mahkemesive Hakimler ve Savcılar YüksekKurulu (HSYK) seçimlerinde ön-görülen adaylık ve oy kullanmausullerine ilişkin bazı hükümle-ri iptal etti. Meclisten gelen ka-rarın geri kalanıyla ilgili bir gö-rüşme yapmadı.

Sonuçta, Anayasa Mahkemesi veHakimler ve Savcılar Yüksek Ku-rulu (HSYK) üyelerinin seçimin-de yargıçların ayrıcalıkları koru-nurken, AKP kontrolündekiMeclis, Hükümet ve cumhurbaş-kanıyla, YÖK ve benzeri organla-rın bu kurumların bileşim ve iş-

Ortak politik pers-pektiften yoksun fo-rum bileşenleri al-ternatif bir siyasi ka-nal oluşturamadı

Ertuğrul Kürkçü

Akdeniz hummasınınİspanya evresi

Elif Köksal >> 32 Hatice Yörür >> 34

‘79 ruhumuz’Atina’da mülteci

İran devrimininbirinci yılıSiyaveş Azeri >> 42

leyişlerinde daha fazla güçedinme ihtirasının meşruluğu-da tanınmış oldu.

Mahkeme böylece “AnayasaReferandumu”nun “başlat”düğmesine bastı .

Kontrollü krizBu kararın aktüel politik önemiAKP'nin “liberal” destekçilerininileri sürdükleri ve yaygın med-yada tartışa geldikleri gibi,“Anayasa Mahkemesi'nin >>2

Kılıçdaroğlu ve Erdoğan emekçileri böler. Bizim ihtiyacımız ve çıka-rımız, Türk ve Kürt emekçilerin birleşmesinde, 12 Eylül diktatörlü-ğünü ortadan kaldıracak, emek ve özgürlüğe dayalı yeni bir anayasayapacak bir Kurucu Meclis için harekete geçmesinde

Page 2: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

2 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

>> kendisini Meclis'in yerine koy-ması”nda ve buradan türeyen ege-menlik paylaşımı sorunlarının de-rinleşmesinde değil. AnayasaMahkemesi kendisini Meclis’in ye-rine koysun diye var. 12 Eylül reji-minin diktatoryal mimarisindeişlevi öncekine göre daraltılmış ol-sa da, Anayasa Mahkemesi'nindenbeklenen Meclis'in yürütme karşı-sında yasama yetkisini abartarakmüesses nizamı sarsacak kararlaralmasını önlemek için bir fren gör-evi yapması.

Anayasa Mahkemesi son kararıylakendiliğinden bir “kriz kontrolü”rolü de üstlenmiş oldu. CHP kadarTÜSİAD’ın da taleplerini gözönü-ne aldı; HSYK’yi ve kendisini ilgi-lendiren maddeleri “paket”ten çı-kartmış olsa, AKP'nin derhal seçi-me gitmesini kaçınılmazlaştıraca-ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad-deleri bütünüyle reddetmeyerekhem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik ve mali külfetinden,daha da önemlisi “yatırımcılar”ıbir politik belirsizlik halinden kur-tarmış, hem de AKP iktidarınınömrünü Temmuz 2011'e kadarsürdürmesini sağlamış oldu.

CHP’nin hüsranıAnayasa Mahkemesi, bu kararıylaCHP'nin pakete ilişkin en temel iti-razı olan “yargı bağımsızlığı eldengidiyor” gerekçesini de budamışoldu. Bu karardan sonra CHP Ana-yasa Mahkemesi’ni kurum olarakkarşısına almaksızın “yargı bağım-sızlığı”na ilişkin gerekçelerini bü-yük bir kuvvetle ileri süremez.Tam tersine referandum süresin-ce Anayasa Mahkemesi kararıAKP'nin sığınağı olacak. AKP mey-danda artık elinde Anayasa Mah-kemesi testinden geçmiş bir taslakbulunduğunu haykırabilecek, A-nayasa Mahkemesinden bir iki“sıyrık”la çıkmış “değişiklik pake-ti” için Meclis'teki muhalif partile-rin tabanından da destek isteyebi-lecek.

Güven oylaması Anayasa Mahkemesi kararı CHP'yide zorunlu olarak bu “referan-dum”u Tayyip Erdoğan'a ve AKPtek parti hükümetine karşı ülkeçapınca bir güven oylamasınadönüştürme yoluna sevkediyor.

Referandumu “paket”in oylanma-sından ibaret bir süreç olarak de-ğerlendirmenin CHP'ye bundanböyle hiçbir yararı yok. CHP kaçı-nılmaz olarak referandumun te-rimlerini değiştirme yoluna giri-yor ve halka şu soruyu yöneltiyor:“Kılıçdaroğlu mu, Tayyip Erdoğan”mı? Ya da “CHP mi? AKP mi?” Bu

denklemde “Hayır” diyen Kılıçda-roğlu’nun, “Evet” diyen Tayyip Er-doğan’ın hanesine yazacak...

Pakette ne var ne yok?AKP'nin Anayasa “paketi” istediğikadar Anayasa Mahkemesinden“kullanılabilirlik” sertifikası almışolsun bu değişiklik önerilerininCumhurbaşkanı, Meclis ve Hükü-metin yanı sıra Yargı'yı da AKP ha-kimiyeti altına sokarak tek partihakimiyetini pekiştirmeye yönel-diği ortada.

Devlet içindeki kavganın kaynağıda burada. Ama, bu kavga sadecedevlet erkanını ilgilendirmiyor.Kuvvetler ayrılığıyla ilgili her tar-tışma dolaysız olarak halkın hak-larına ilişkin bir tartışma. Bir bur-juva devletinde, yürütmenin gücüne kadar sınırlandırılmış, ne kadargeniş bir denetim ağıyla sarılmışolursa, emekçilerin rejimin içinde-ki haklar alanının o denli genişle-yebileceği neredeyse bir fizik ya-sası hükmünde.

AKP’nin “paket”e mevcut anayasa-ya göre daha geniş özgürlükler ta-nır görünen değişiklikler yanısıra12 Eylül diktatörlüğünün sorum-lularına yargı bağışıklığı tanıyan“Geçici 15. Madde”nin yürürlüktenkaldırılmasını önerisini de yerleş-tirmesinin genel olarak vatandaş-ları ve daha özel olarak da “özgür-lükçü” vatandaşları bu kavgada ta-raflaştırmak amacını güttüğü her-kesin bildiği “sır”. Bunlar DenizBaykal'ın henüz videolanmış ol-madığı günlerde “üç maddeyi ayı-rın gelin, biz de destekleyelim” de-diği maddeler. Peki, CHPninAKP'nin “paket”ine yönelik muha-lefetinin ekseninde devlet güvenli-ği ve bürokratik ayrıcalıkların ko-runması dışında ne var? Türkiyeson 10 yıldır Kürt halkının hakla-rı, azınlıkların korunması, toplum-sal ve iktisadi haklar, siyasi katılım,vicdan özgürlüğü ekseninde kırankırana tartışıyor ama Kılıçdaroğ-lu'ndan “siyasi” bir öneri duymu-yoruz bile.

CHP'den Deniz Baykal yönetimiyleters düşerek ayrılan eski HakkariMilletvekili şimdi BDP üyesi EsatCanan, “Sayın Kılıçdaroğlu'nunKürt Sorunu'yla ilgili bir formülüolmadığını düşünüyorum,” diyor.“Olsaydı kurultayda bundan enazından söz ederdi. En azındankendisinin önem verdiği işsizlik,yoksulluk sorunlarının çözümü-nün altında da Kürt Sorunu yatı-yor. Bu sorunu şiddet yoluyla çöz-menin bedeli bugün milyarlarcadolarla ifade ediliyor. Bir ana mu-halefet liderinin bu konuda çok

sağlıklı bir temel koyması ve ifadeetmesi lazım [...] İleride bu soru-nun üzerine cesaretle gideceğinedair bir işaret yok. Zaten etrafın-daki kadroların da buna izin ver-meyeceğini düşünüyorum.”

Kılıçdaroğlu işe başlarken “35 yıl-dır terörü silahla susturmaya ça-lıştılar. Akıl yok bunlarda, mantıkyok bunlarda, kan kan yıkanaraktemizlenmez. Böyle bir anlayış ol-maz” demişti ama, bu sözlerin üze-rinden iki hafta geçmeden kendi-sini önce Tayyip Erdoğan’la girdiği“çömelme-dik durma” yarışındaHakkari sınırında bir siperde Ge-nelkurmay Başkanının yanındadikilirken buldu. Ardından şunlarısöyledi: “Bu gezi CHP'nin terörüönleme ve terörle mücadele konu-sundaki kararlılığının ne kadarhaklı olduğunu bir kez daha gös-termiştir. Geziden çok önemli de-ğerlendirmeler ve notlarla ayrıl-dık.''

“Referandum”da CHP Genel Baş-kanı Kemal Kılıçdaroğlu'nu AKPGenel Başkanı Tayyip Erdoğan'akarşı bunun için mi ödüllendire-ceğiz gerçekten?... Ölçümüz öz-gürlük ve barış değil “terörle mü-cadele kararlılığı” olacaksa nedenKılıçdaroğlu'na dönelim yüzümü-zü? Osman Pamukoğlu'nun nesieksik? Üstelik o bir profesyonel“terörle mücadele” uzmanı!

Emekçilerin, kadınların, Kürtlerinyoksulların, dışlananların ezilenle-rin yurttaşlara İslam dinini veTürk kimliğini dayatan, milliyetçi-liği ve devlete taparlığı resmi ideo-loji olarak kurumsallaştıran; kuv-vetler ayrılığı ilkesini lafta tanırkenpratikte yürütmenin gücünü ençoğa çıkartan, yasama ve yargıyıyürütmenin bir fonksiyonuna in-diren mevcut anayasayı korumaekseninde sürüp giden bu tartış-mada Kılıçdaroğlu’dan ya da Erdo-ğan’dan yana olmaktan hiçbir çı-karının olmadığı apaçık.

CHP ve AKP emekçileri bö-lerBizim ihtiyacımız ve çıkarımız, 12Eylül askeri darbesinin ürünü olandiktatörlük anayasanın tümdenortadan kaldırılmasında, emekçi-lerin hak ve özgürlüklerine dayalıyeni bir anayasanın yapılması vebu anayasayı yapacak bir KurucuMeclis'in oluşması için hareketegeçmesinde. Emekçiler ve ezilen-ler bu referandumdan sermaye se-çenekleri arasında bölünmüşlüğeson vermiş, bir emek ve özgürlükblokunda birleşmiş olarak çıkmalı.

Türkiye

Editörden

10. sayımızı iki aylık çıkartı-yoruz ve Eylül’e kadar yeniyayın dönemi hazırlıklarıylauğraşmayı planlıyoruz.

Önceki sayımızda da haberverdiğimiz gibi Ekmek&Öz-gürlük’ü bir politik propa-ganda olarak daha işlevli kı-lacak yeni bir biçim/sunumarayışındayız.

Aynı zamanda derginin per-yodunu da sıklaştırmayı dü-şündüğümüz haber vermiş-tik. Bütün bunları önce Mec-lis’te ardından okurlarla vedağıtıcılarla tartışarak birkarara varmamız gerekecek.

Yeni yayın döneminde yerelkatkılara, kadınlardan vegençlerden daha çok yazı vehabere ihtiyacımız var. İn-sanlar dergimizde kendiyansılarını ne kadar çok vene kadar nitelikli olarak gö-rürlerse Ekmek&Özgür-lük’le aralarındaki bağ o ka-dar sıklaşacak.

Onun için işçi mücadelele-rinden, işyerlerinden, okul-lardan, mahallelerden aka-cak enformasyon dergimizinen çok ihtiyaç duyacağı şey-lerin başında geliyor.

Ekmek&Özgürlük “insanadair herşey”le ilgileniyor veilgilenmeye devam edecek.Katkıda bulunmak isteyen-lerin kendilerini siyasetle veyüksek siyasetle sınırlı say-mamasını bekliyoruz.

Türkiye toplumsal ve politikmücadelelerin canlanacağıhız ve keskinlik kazanacağıbir döneme doğru ilerliyor.Devletin ve toplumun bu-günkü biçimi içinde ömrünüdaha fazla sürdüremeyeceğiaçık. Geçmişe dönmek iste-yenler otoriter bir yönetimtalebini daha yüksek sele di-le getirirken barış ve özgür-lük talebiyle ayağa kalkanlarkendi taleplerini gerçekleş-tirme yoluna giriyor. Ek-mek&Özgürlük bu çatışma-nın emekçilerin talepleri veiradesi doğrultusunda çö-zülmesinin ısrarlı savunucu-su ve takipçisi olmaya de-vam edecek. Bunun için da-ha çok katılım, daha çok kat-kı ve daha çok işbirliğine ih-tiyacımız var.

Page 3: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

TürkiyeEKMEK & ÖZGÜRLÜK 3

1-4 Temmuz günlerinde İstanbul’da toplananAvrupa Sosyal Forumu (ASF) bütün Avrupaülkelerinden ve İstanbul’da üç bin kişinin ka-tıldığı Osmanbey'den Taksim Meydanı'na yü-rüyüşle son buldu.

Yürüyüşte Ezilenlerin Sosyalist Partisi, Barışve Demokrasi Partisi (BDP) gibi gruplar kit-lesel bir görüntü verirken sendikal gruplarınbunda zorlandığı gözlendi.

Özgürlük ve Dayanaışma Partisi (ÖDP), De-mokratik Özgür Kadnı Hareketi (DÖKH), Tür-kiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği(TMMOB) gibi parti ve meslek birliklerininde yer aldığı etkinlikte BDP eşbaşkanı GültanKışanak ve BDP İstanbul milletvekili Sebahat

Tuncel de katıldı.

Fransa'dan "Crédit Agricole Mutuel-Solidari-té", "İstanbul Nükleer Karşıtı Platform", "Baş-ka bir enerji mümkün, Başka Munzur Yok"pankartıyla Munzur'u Koruma Kurulu (TU-DEF), "Biz anneler savaşsız bir dünyadan ya-nayız" pankartıyla Barış Anneleri İnisyatifi,İsrail'e Karşı Boylot Girişimi, "Kapitalizmeson" diyen Gençlik Muhalefeti ve "Askeri ope-rasyonlara son" yazılı pankartıyla BDP vardı.

Yürüyüşe Türkiye’den ve Avrupadan katılan-lar "Avrupa Sosyal Forumu’nun Atina2008’den sonra başgösteren tıkanıklığı aşa-madığı ve sonuna yaklaşmakta olduğu görü-şünü paylaşıyor.

10 Temmuz cumartesi günü İstanbul’da Maki-ne Mühendisleri Odası toplantı salonunda Ta-şeron İşçileri Derneği, Güvencesizler Sendi-kası Girişimi, Çalış-Der, Atık Kağıt İşçileri ve il-gilenen aktivistler güvencesiz emekçilerin ça-lışma koşulları ve örgütlenme olanaklarınıntartışılacağı bir forumun ön hazırlıkları için biraraya geliyor.

13 haziranda “İşten atmak yasaklansın” plat-formunun Petrol-İş GenelMerkezi’nde düzen-lediği, “işçi hareketi ve sendikal yapılar” foru-munda da “Taşeron İşçileri Derneği” ve “gün-delikçi” kadın emekçiler güvencesiz çalışan-ların örgütsüzlüklerine yanıt arama gereklili-ği üzerinde durmuşlardı.

Forumda söz alan bir emekli maden işçisi “(...)İşsizliğin, sendikasız ve sigortasız çalışmanınortadan kaldırılması, işçi sınıfının bir kesimi-nin değil, bütünsel çıkarları için; işsiz ve gü-vencesiz işlerde çalışanların sendikası acil birihtiyaçtır.” diyerek ortak çalışma çağrısı yap-mıştı.

Süreçle yakında ilgilenen Sosyalist Geleceküyeleri çağrıya yakın ilgi göstermekle birlikte,geçmişte yeterli işçi inisiyatifine dayanmayangirişimlerin “sol” grupların kendilerine tabanyaratma girişimine dönüşüp tecrit olduklarıdeneyimlere dikkat çekiyor ve “kendimiz içinbir sendika” anlamına gelebilecek girişimler-den kaçınma konusunda uyarıyor.

LGBTT: Buradayız alışın!18-27 Haziran LGBTT Onur Haftası İstanbul’da 3 bin kişinin katıldığı yürüyüşle bitti

ASF oldu, bitti...Avrupa Sosyal Forumu, 2010 İstanbul buluşmasında düşükkatılımı, sönük etkinlikleriyle sonuna yaklaştığı işaretleri verdi

Lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve trans-seksüellere (LGBTT) yönelik ayrımcılığa dik-kat çekmek üzere her yıl Haziran ayı sonun-da düzenlenen Onur Yürüyüşü, bu sene debinlerce kişinin katılımıyla gerçekleştirildi.

Yürüyüşe katılanlar slogan, pankart ve dö-vizleriyle LGBTT bireylerin maruz kaldığışiddet ve ayrımcılığın yanı sıra hak ve talep-lerine de dikkat çekti.

Yürüyüşe Lambada İstanbul, İstanbul LGBTT,Morel Eskişehir ve Pembe Hayat temsilcile-riyle Türkiye dışındaki ülkelerden sivil top-lum kuruluşlarının temsilcileri ve AlmanSosyalist Parti Milletvekili Stephan Ziebichde katıldı.

Yürüyüş saat 17.00 sıralarında Taksim Tram-vay Durağı önünde başladı.

"Susma haykır, eşcinseller vardır", "Burada-

yız alışın" sloganları atan gruptakiler, İstiklalCaddesi'nden Tünel Meydanı'na kadar yürü-dü. Yürüyüşe katılanlar burada yaptıkları ba-sın açıklamasıyla taleplerini sıraladılar:

n Öldürülen eşcinsellerin katilleri yakalan-sın. Eşcinsellere yönelik şiddet ve ayrımcılıksona erdirilsin.

n Seks işçileri sendikal haklardan yararla-nabilsin.

n Trans bireylerin istihdam olanakları ar-tırılsın.

n “Eşcinsellik hastalıktır” diyen Devlet Ba-kanı Selma Aliye Kavaf istifa etsin.

Yürüyüşe katılanlar daha sonra Tünel Mey-danı'nda düzenlenen sokak partisi ile 18.LGBTT Onur Haftası'nı sona erdirdiler.

Güvencesizemekçiler forumhazırlığındaEmekçiler örgütlenme olanak-larını tartışacak

Şehre aktivist konuklar geldi ama....

Besime Şen -Cansu Yapıcı Sayfa >>29-30

Page 4: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

Türkiye4 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Elliyi aşkın yerel hareketi temsileden dört yüze yakın eylemci 26-27 Haziran’da TMMOB Ankara İlKoordinasyon Kurulunca düzen-lenen “Çevre Direnişleri Buluşu-yor” etkinliğinde bir araya geldi.

Kazım Koyuncu, Bergama direni-şinin simgelerinden Bayram Ku-zu ve Sinop’taki nükleer karşıtıkamp sırasında boğularak ya-şamlarını yitiren Öner, Soner veGüneş’in anısına düzenlenen et-kinliğin açılışında TMMOB Yöne-

tim Kurulu Başkanı Mehmet So-ğancı, TMMOB Ankara İKK adınaRamazan Pektaş, Devrimci İşçiSendikaları Konfederasyonu(DİSK) Genel Sekreteri TayfunGörgün ve Çankaya Belediye Baş-kanı Bülent Tanık birer konuşmayaptılar.

Türkiye’de benzer içerili toplan-tılar arasında en yüksek katılım-la gerçekleşen buluşmada özel-likle yerel çevre mücadeleleriöne çıktı. Bergama ile başlayan

“Ulusalcılar” sosyalistleri TTB yönetiminden dış-lamak için Merkez Konsey seçimlerinde bakanlıkpolitikalarını destekleyen sağcılara oy verdi

Türk Tabipleri Birliği'nin 59. Bü-yük Kongresinde 27 Haziran’dayapılan Konsey seçimlerini sos-yalist ve demokrat hekimlerin“Etkin Demokratik TTB” listesikazandı.456 geçerli oyun 252’si-ni alan Dr. Eriş Bilaloğlu da TTBMerkez Konseyince Başkanlığa

getirildi.

TTB Merkez Konseyi göreve baş-lar başlamaz Kürt illerinde yeni-den patlak veren ve büyük kent-lere de taşan çatışmalar üzerine“Çözümün mümkün olduğunainanıyoruz. Bu nedenle insandan,barıştan yana umudumuzu yitir-

miyoruz. Her zamankinden dahafazla hükümeti sorumlu buluyo-ruz.

Hükümete çözümü bu topraklarüzerinde özgürlük, eşitlik, adaletve barışta bulacağımızı, bir kezdaha hatırlatıyoruz.” dedi.

TTB Merkez Konsey seçimlerineüç grup katıldı.

n Dr. Bilaloğlu ve arkadaşları-nın, sol, sosyalist görüşlü hekim-lerden oluşan Etkin-DemokratikTTB Grubu (ED-TTB).

Sol, TTB’de ulusalcı-dinci ittifakını yendi

Türkiye’deki çevre direnişlerinin sözcüleri mücadeleyi antikapitalist eksende ortaklaştırma he-definde birleşti. Ancak buluşmaya sendikaların ve sosyalist hareketin ilgisi düşüktü

yerel çevreci halk hareketlerininTürkiye’nin dört bir yanına yayıl-dığı gerçeği, bu tarihsel buluş-mayla hem kamuoyunun hem debu çevre mücadelelerini yürü-tenlerin bilincine kazındı.

İki gün boyunca söz alanlarHES’lere ve suyun ticarileştiril-mesine, siyanürlü altın madenci-liğine, termik santrallere, çimen-to fabrikalarına ve nükleer sant-rallere karşı mücadele havasına,suyuna, toprağına, geleceğine sa-

Akkuyu: Devlet kuşu mu, kuzgun leşi mi?

Adil Okay Sayfa >>6

nTürkiye Hekim Platformu(THP) adını alan, Milliyetçi, mu-kaddesatçı, sağcı hekimlerin Ba-kanlık destekli grubu.

nAğırlığı İzmir ve Antalyalı he-kimlerden oluşan ulusalcı HekimGüçbirliği (HG).

Stratejilerini Etkin-DemokratikTTB Grubu’nun TTB yönetimin-den uzaklaştırılmasına odakla-yan “Ulusalcılar”, 11 üyenin gö-reve geleceği seçimlere 4 kişilikbir listeyle girdiler. Sandıklaraçıldığında diğer 7 üyelik içinAKP yanlısı THP adaylarına oykullandıkları açığa çıktı.

Birgün gazetesinde yazan Dr. Os-man Öztürk AKP’lilerle kucakla-şan “ulusalcılar”a köşesindenşöyle seslendi: “Siz ağzınızı heraçtığınızda… Amerikan emper-yalizminden, Büyük OrtadoğuProjesi’nden… BOP’un bir parça-

hip çıkan konuşmalar yaptılar.Türkiye genelinde çevre sorunla-rının her geçen gün arttığı, bunaparalel olarak da yöre yurttaşla-rının direnişlerinin çoğaldığı vegüç birliğine ihtiyaç duyulduğu-nu vurguladılar.

Konuşmalar kadar buluşmanınbileşimin kendisi de politik me-sajlar içeriyordu. Türkiye’de yay-gın, kitlesel ve emekçi tabanlı birçevre mücadelesi geleneğininoluşmaya başladığı bir kez dahaaçığa çıktı. Kürsüde söz alanlar,öncekilerden farklı olarak avu-katlar, mühendisler, hekimler,üniversite hocaları ya da “profes-yonel çevreciler” türünden uz-manlardan çok, yerelde bire birmücadele yürüten insanlardı.

Konuşmacıların tamamına yakı-nı mücadelelerin politikleştiği-nin, anti-kapitalist bir eksendebir araya gelmenin gerekliliğininaltını defalarca çizdiler. Öncedenalışık olunduğu şekilde belli te-matik başlıklar ya da sorun alan-ları arasında öncelik tartışmala-rı olmadı. Tersine farklı yereller-de farklı sorunlar yaşansa da şir-ketlerin halkı sindirmek adınakullandıkları yöntemler arasın-daki benzerlikler vurgulandı.Toplantının ilk gününde sık sık

Çevre direnişleri Ankara’ya aktı

Muğla’nın Köyceğiz ilçesi, Beyobası beldesi, Pınar köyü’nde Yuvarlakçay üzerine yapılacak HES köylülerin çabasıyla durduruldu

Page 5: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

EKMEK & ÖZGÜRLÜK 5

Beyazlatılmış kotdeğil, taşeron öldürür!

Taşlanmış kot imalatında ça-lışan ve bazıları ölümcül "sili-kozis" hastalığına yakalanankot kumlama işçileri, 22-24Haziran arasınada sorunları-na dikkat çekmek üzere An-kara'da üç günlük oturma ey-lemi başlattı.

Kot kumlama işinde çalışanya da geçmişte çalışmış işçisayısının 10 bin dolayında ol-duğu tahmin ediliyor. Şu anakadar kendilerine ulaşılabi-lenler ise 600 dolayında.Ölenler dışında 70’inin hasta-lığı terminal aşamada. HattaErzurum’dan gelecek gruptanbir kişinin hareket günü haya-tını kaybettiği bildirildi. Bunedenle 15 işçi Ankara’ya ge-lememiş.

KazanımlarSilikozis mağdularının başlat-tıkları mücadelelerin ürünüolan Kot Kumlama İşçileri Da-yanışma Komitesi’nin çabala-rıyla işçiler lehine bir dizi ka-zanım elde edildi.

nSağlık Bakanlığı, tekstil sek-töründe kot kumlamayı ya-sakladı.

nBakanlar Kurulu, silikozishastalarının sağlık hizmetlerin-den ücretsiz yararlanmasınaimkân veren bir kararname ya-yınladı.

nİşverenler ve çalışma koşulla-rını denetlemekle sorumlu olupgörevlerini yerine getirmeyenkamu görevlileri hakkında şi-kâyetler doğrultusunda cezadavaları açıldı.

GerekliliklerAncak sorunun köklü çözümüiçin başka pek çok adım dahaatılması gerekiyor.

nSilikozis hastalarının sosyalgüvenceleri yok. Kot firmaları,büyük markalar da dâhil, be-yazlatma işini taşeron şirketle-re yaptırıyor, onlar da kot kum-lama işçilerini sigortasız olarakçalıştırıyor.

n Silikozis hastaları sosyal gü-venceye hak kazanabilmek içindava açmak, davayı kazanabil-mek için de vaktiyle kot kumla-ma sektöründe çalışmış olduk-larını kanıtlamak zorunda bıra-kılıyor.

nİşçilerden devletin bulamadı-ğı “kayıt dışı” taşeron şirketleribulmaları, ve kot kumlama işiyaptıklarını kanıtlamaları gere-

kiyor. O tarihe kadar hayatta kal-mayı başarırlarsa, bu kez demahkemeleri, “kendilerinin de oiş yerinde çalıştıklarına” ikna et-meleri gerekiyor. Yani devletin,zamanında yap(a)madığını; ö-lümle pençeleşen, hasta, yoksul,güçsüz vatandaşların yapmasınıbekliyor.

Oysa üç gün için Ankara’ya gelenmağdurlar eylem alanında dahidevamlı bulunamayacak kadarhastalardı. Konakladıkları TeksifSendikasına aralıklarla dinlendi-rilmek üzere götürülüp getiril-meleri gerekti. Bu sıradan insan-ların da eylemle ilişkilenmesi içinyeterli bir nedendi, öylede oldu.

Eylemden geriye kalanAnkaralılar’ın eylemle ilişkilen-me düzeyi vicdani hesaplaşmayıaşamadı. İlişkilenenlerse en ço-ğundan beyazlatılmış kot giye-ceklerinde birkaç kez daha düşü-necekler. Oysa kot beyazlatmanıntek yöntemi kumlama değil. Üs-telik bu yöntem sadece Türkiyeve Hindistan’da kullanılıyor. Taş-lama zımpara vs alternatif yön-temlerden sadece bir kaçı. Mese-le taşeronluk ve ucuza çalıştır-mada. Üstelik silikozisle karşı-laşma riski olan tek iş kolu kotkumlama da değil. Yarı saydamcam imalatında da aynı yöntemkullanılıyor ve bu alandaki mağ-durlara henüz ulaşılmış değil.

İşçilerin hayatına kast edecek ka-dar kuralsız çalıştırma biçimleri-nin popüler bir yolla gündemegelmesi elbette işçi hareketininyararına. Ama sokaktaki insanınvicdani tepkisiyle işçi örgütleri-nin sınıfın refleksleri aynı saikler-le harekete geçiyorsa bir sorunvar demekti. Ankara’da bu da birkez daha açığa çıktı.

İşçilerle dayanışmayı bir öğün ye-meği sendikaların genel merkez-lerinden telefonla kebap ısmar-lamak ve market arabalarıyla ey-lem alanına göndermeye indirge-me anlayışının kabul edilebilir biryanı olamazdı.

dile getirilen ortak örgütsel zemin-de birleşme önerilerine rağmen,belli politik tartışmalar yapılmadan,yeterince deneyim paylaşmadan birbirlik zemini tarif edilemeyeceği deanlaşıldı. İkinci günün sonunda ya-pılan forumda benzer toplantılarınbundan sonra da yapılması dilekle-riyle buluşma sona erdi.

Toplumsal muhalefetin ve solun da-ğınıklığına ve her yerelin çok özgünyapılardan oluşan farklı bir toplum-sal dinamiği ifade etmelerine karşınsözcüler büyük bir çoğunlukla ortakgörüşlere ulaşabildiler.

İki gün boyunca deneyim ve birikimaktarma, dayanışma ve güç birliğimesajları dışında; ortaklaştırılmasıdüşünülen sürecin kendi iç demok-rasisinin ve temsil mekanizmaları-nın yaratılması, politik program baş-lıklarının açığa çıkartması toplantı-ların geleceği için önemli kazanım-lar

Ancak pratik ve politik olarak anti-kapitalist cephede bu derece kitle-sel bir dinamik açığa çıkmasına, budinamik içindeki kadroların ve söz-cülerin hatırı sayılır bir kısmı sosya-listlerden, devrimcilerden oluşma-sına karşın sosyalist örgütlerin bu-luşmaya ilgisi düşüktü. Aynı şekildetoplantının TMMOB tarafından dü-zenlenmesi, DİSK Genel Sekreteri-nin açılış konuşmacıları arasındayer almasının simgesel anlamı dı-şında, toplantıya katılanların emeğevurgusu ile kıyaslandığında sendi-kaların toplantıya ilgisi bundan son-ra yapılması düşünülen toplantılar-da telafi edilmesi gereken eksiklik-ler arasındaydı.

Silikozis hastası “kot kumlama işçileri” kazanımlarını pekiştirmekve köklü çözümler sağlamak için Ankara’da oturma eylemindeydi

Günümüzde işçi sınıfı ve yeni Ludizm

A. Kesim Sayfa >>21-22

Cevat Paloğlu

sı olan Sağlıkta Dönüşüm Progra-mı’yla Cumhuriyet’in bütün kamu-sal birikiminin ortadan kaldırıldı-ğından… “Yurtsever”lerin Silivri’yekapatıldığından falan bahsedecek…Etkin-Demokratik TTB Grubu’nu bukonularda yeterince tavır almamak-la eleştireceksiniz… Sonra da oy pu-sulasını alıp paravanın arkasına ge-çince… Mevcut siyasi iktidarla aynızihniyet dünyasından insanlara oyverecek, TTB yönetimine taşımayaçalışacaksınız.... Hiçbirşeyden utan-mıyorsanız Dr. Behçet Aysan’danutanın.”

Dr. Öztürk bu ulusalcıların “çakma”olduğu kanısında. Ama aynı ulusal-cıların sadece TTB’de değil Kürtler-le kardeşliği savunanların karşısın-da her yerde, her seçimde aynı tak-tiği güttüğüne bakılırsa, ED-TTBgrubunun çakma değil, devlet siya-seti güden bir gerici ittifakı yenilgiyeuğrattığı daha iyi görülüyor.

Çevre direnişleri Ankara’ya aktı

Fo

toğ

raf:

Do

ğa

na

y S

evi

nd

i

Page 6: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

Türkiye6 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

2010 yılında kapatma kararı aldı.

Nükleer çöplük olacakHaydi Mersin Akkuyu’ya nükleersantral kuruldu diyelim. Beş on yılsorunsuz enerji üretti. Peki yaatıklar. Nükleer çöplük. Kaç nesiltoprağımızı, çocuklarımızı, torun-larımızı tehdit edecek çöplüklerne olacak.

Radyasyon ve atık sorunu, dünya-nın nükleer santrallerden vazgeç-mesinin en önemli nedenleri ara-sında yer alıyor. Bir nükleer sant-ralin normal çalışması esnasındaetrafına yaydığı radyasyonun çokdüşük bir oran olmasına karşın,insan vücudu üzerinde ciddi ha-sarlara yol açtığı artık biliniyor.Nükleer santralin çalışması sıra-sında veya kaza sonrasında açığaçıkan radyasyon, besin ve solu-num yolu ile canlılara geçiyor.Canlı hücreleri meydana getirenatomları ve molekülleri iyonizeederek yapılarını bozan radyas-yon, DNA’ların da kimyasal yapı-sını bozuyor. Nükleer santrallerinçevresinde yaşayanlarda görülenkanser vakalarında yüzde 400’lükbir artış yaşanırken genetik mu-tasyonlar nedeni ile normal olma-yan doğumlar, lösemi gibi hasta-lıklar artmaya başladı.

Türk Tabipleri Birliğinin hazırla-mış olduğu nükleer dosyada Tür-kiye’de uranyum kaynakları ko-nusuna da açıklık getiriliyor: ‘Tür-kiye’de nükleer santraller için ye-terli uranyum bulunduğu öne sü-rülüyor. Oysa yaklaşık 9.000 toncivarında çok zengin olmayan veyurtdışında zenginleştirilmesi zo-runlu olan bir uranyum rezervi-miz var. Bu da, 1.000 mw’lık birnükleer santralin ancak yıllık ih-tiyacını karşılamaya yetebilir. So-nuç olarak yakıt ve teknoloji ola-rak dışa bağımlılığımız devamedecektir.’

Türkiye Enerji ve Tabii KaynaklarBakanı nükleer atıklar konusun-da bilgisiz. Nükleer santrallerdeböyle bir sorun olduğunu bile bil-miyor. Alman hükümetleri; ülke-deki protesto eylemlerinden çe-kindikleri için nükleer çöpleri bü-yük paralar vererek başka ülkele-re yolluyor.

Peki, Türkiye ne yapacak. Nasılsakendi çöpümüzü kabul edecek birülke bulamayız, bulsak da para-mız yok, oldu olacak nükleer çöp-lük olalım da para mı kazanalımdiyecek?

Ya Mersinliler?

Mersin ve civarındaki milyonlar-ca insan ve doğa için bir tehlike.

Mersin üzerinde uluslararası oyunlarGreenpeace örgütü başkanı Dr.Thilo Bode, nükleer endüstrininTürkiye üzerinde büyük bir baskıkurduğuna dikkat çekerek, nükle-er santral yapılması halinde bu-nun bedelinin ağır ödeneceğinisöylüyor. Bode, İsveç’in nükleersantrallerden vazgeçtiğini, İtal-ya’da yeni santral yapımlarınındondurulduğunu, Fransa’da nük-leer santralsiz bir gelecek tartış-masının sürdüğünü hatırlatırken,Türkiye’nin geleceğin enerjisinisatın aldığını düşünürken, aslındageçmişin teknolojisini satın aldı-ğını vurguluyor.

ABD’de 1978, Almanya’da 1982,Kanada’da 1978 yılından berinükleer santral siparişi verilmi-yor, Fransa da 1997 yılından iti-baren 2010 yılına kadar nükleerprogramını askıya aldı. Kanada’da13 Ağustos 1997’de 21 Candunükleer santralinden 7’si, ABD’live Kanadalı uzmanlarca yapılandenetimlerde yetersiz, tehlikelibulunduğu için kapatıldı. Avus-turya’da yapımı 1978’de tamam-lanan Zwentendorf Nükleer Sant-ralı, referandumda ‘hayır’ sonu-cunun çıkması nedeniyle hiç ça-lıştırılmadan kapatıldı. İsveç,1980’de yapılan referandum so-nucunda elektriğinin yüzde 46’sı-nı karşıladığı nükleer santralleri

kurumların nükleere karşı duruşnedeni farklı. Örneğin patron ör-gütleri ‘Nükleere karşı değiliz amaMersin Akkuyu turistik bir bölge,Mersin yani biz para kaybederiz’diye olaya yaklaştılar. Çevrecilerve sol örgütler ise nükleer enerji-nin sadece Mersin’in ve Türki-ye’nin değil, tüm dünyanın başınabela getirdiğinin, bundan sonra dagetireceğinin altını çizdiler. Bu ça-lışmalar sonucu 26 Haziran danükleer karşıtı düzenlenen mitin-ge katılım kitlesel oldu. Miting bo-yunca Mersin halkı, devlet kuşuda kuzgun leşi de istemediğinihaykırdı.

Son çeyrek yüzyılda apolitizminyaygınlaştığını, çevre bilincininyerleşmediğini düşünürsek, ka-muoyu oluşturmanın kolay olma-dığını biliriz. Ama buna rağmenTürkiye’de bu konuda duyarlı ör-gütler, aktivistler, bilim insanlarıvar. Türkiye solu da çevre konu-sunda daha duyarlı davranmayabaşladı. Şimdi dayanışma zamanı.Öncelikle insanlara Çernobil’i ye-niden anlatmak gerekiyor. Enerji,yenilebilir enerji, nükleer enerjifarkını ve uluslararası kapitalistşirketlerin bizim gibi ülkelere, ba-tının artık terk etmeye başladığıgeri ve tehlikeli teknolojiyi sadeceve sadece kâr amacıyla pazarla-maya çalıştığını anlatmak gereki-yor. Bu tehlike sadece -bu konudaduyarlı olan- çevrecilere, solcularayönelik bir tehlike de değil üstelik.

Türkiye’de uzun süre, ‘Nükleersantral yapılacak, hangi kent kur-ban olsun’ tartışmaları yapıldı.Amaç halkı alıştırmak ve nabızyoklaması yapmaktı. Tartışmalarsonucu Mersin Akkuyu gündem-den düşmüş, Sinop öne geçmiş-ken, Sinoplular nükleer cadı kaza-nına karşı önemli bir mücadeleyürüttüler: ‘Nükleeriniz sizin ol-sun, Sinop bizim.’ diyerek başları-na konan ‘Devlet Kuşu’nu reddet-tiler. Zira bu kuşun aslında ‘kuz-gun leşi’ olduğunun farkına var-mışlardı. Arkasından AKP hükü-meti sessiz sedasız Mersin Akku-yu’ya nükleer santral yapma ka-rarı aldı. Mersinliler uykuda yaka-lanmıştı.

Bugünse, Mersin halkı artık ayak-ta. Sosyalist Gelecek’in de içinde-yer aldığı Nükleer Karşıtı Plat-form (NKP) neredeyse bir aydırhemen her gün Mersin’de nükleerkarşıtı eylemler düzenliyor, basınaçıklamaları yapıyor. Bu çabayakentte faaliyet gösteren yetmişeyakın demokratik kitle örgütü, si-vil toplum örgütü, siyasi örgüt veparti destek verdi. Her gün en aziki kurum Mersin Akkuyu’da ya-pılması planlanan nükleer santra-le karşı basın açıklaması yaptı.Yetmişe yakın kurumun aynıamaç etrafında birleşmesi Mer-sin’de bir ilkti. Elbette söz konusu

Akkuyu: Devlet kuşumu, kuzgun leşi mi?Mersinliler ayakta... Gecikmeli de olsa Akkuyu’ya nükleer santralinbaşlarına konan devlet kuşu değil, kuzgun leşi olduğunu anladılar

Adil Okay

Akkuyulular Ankara’ya gelerek TBMM’de milletvekillerine nükleer santral istemediklerini anlatmışlardı. Dinleyen olmadı

Page 7: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

EKMEK & ÖZGÜRLÜK 7

ABD Başkanı Obama 31 Mart ta-rihinde deniziçi petrol ve doğalgaz aramalarına destek verecek-lerini açıkladığında çevrecileronu ateşle oynamakla suçlamış-lardı. Haklı çıkmak için fazla bek-lemediler.

20 Nisan’da BP'nin işlettiği De-epwater Horizon adlı platformunçökmesinden sonra MeksikaKörfezi'ne yayılmaya başlayanpetrol sızıntısı -bilinen her türlüçareye başvurulmasına rağmen-durdurulamıyor ve doğal dengeaçısından korkunç bir tehditoluşturuyor.

Kasırga mevsimiKörfezde kasırga mevsimininbaşlaması hem temizleme çalış-malarını hem de sızıntıyı durdur-ma ve yayılmayı önleme çalışma-larını aksattı. Uzmanlar okyanu-sa karışan petrolün en iyi ihti-malle yüzde yirmisinin temizle-nebileceğini söylüyorlar.

Bu arada Teksas eyaleti sahilinevuran katran topaklarına uygula-nan testlerde bunların BP kuyu-sundaki sızıntıdan kaynaklandı-ğı anlaşıldı. Teksas böylece Loui-siana, Mississippi, Alabama veFlorida'dan sonra sahil şeridi

petrol sızıntısından etkilenen be-şinci ABD eyaleti oldu. Günde 60bin varil petrolün okyanusa fış-kırdığı, mevsimin ilk kasırgasıAlex'in kirliliği daha geniş bir yü-zeye taşıdığı görülüyor.

Sağlık ve geçim koşullarıtehdit altında Sızıntıyı temizleme faaliyetlerin-de çalışan yaklaşık 45 bin kişiarasında yüzlercesi solunum yol-larındaki şikayetler nedeniyledoktora başvurdu. Toksik kimya-

BP kuyusu tarihin en büyükçevre felaketine dönüşüyor

Lousiana kıyılarında petrole batmış bir pelikan ölüm kalım savaşında

Meksika Körfezi’nde kontrolden çıkan açık deniz petrol kuyusundan okyanusa hergün karışanmilyonlarca varil petrol doğal dengeyi bozuyor, besin zinciri ağır tehdit altında

Kırgızistan'da , devlet başkanınınyetkilerini kısıtlayan ve parla-mentoya daha fazla yetki verenanayasa değişikliğini yüzde 90“evet” oyuyla kabul edildi. 2,7milyon seçmenin yaklaşık yüzde70'i sandık başına gitti. Parlame-to seçimleri Ekim’de.

Nisan’da sokak gösterilerinin ar-dından devrilen eski devlet baş-kanı Kurmanbek Bakıyev Bakı-yev'in güçlü olduğu güney bölge-lerinde nüfusun çoğunluğunuoluşturan Kırgızlar’ın saldırılarıüzerine 100 bini aşkın Özbekkomşu Özbekistan'a kaçarken

Birleşmiş Milletler ülke içinde ye-rinden edilenlerle birlikte mülte-ci saysısının 400 bine ulaştığınıaçıklamıştı. Çatışmalarda farklıkaynaklara göre 275 ila 2 bin ki-şi öldü.

ABD hoşnut, Rusya kaygılıRusya devlet başkanı Medvedevreferandum sonuçlarının aşırılık-çı hareketleri besleyeceğini söy-ledi. "Kırgızistan başta bölünmetehdidi olmak üzere pek çok so-runla uğraşıyor ve bunu önlemekiçin güçlü bir iktidara ihtiyaç var."

Muhalefet partileri de referandu-

sallardaki yoğunlaşma nedeniylede Körfez'de büyük bir hava kir-liliği yaşanıyor.

Avlanma yasağı nedeniyle ticaribalıkçılık, denize girilemediğiiçin de turizm dibe vurmuş du-rumda. Psikiyatristler bölgedeyaşayan insanlarda öfke, endişe,depresyon, intihar düşüncelerigibi duygu bozuklukları başgös-terdiğini; buna benzer bir tablo-nun Louisiana eyaletinde yaşa-nan Katrina kasırgasından sonra

da görüldüğünü söylüyorlar.

Ekolojik dengeKazadan beri bine yakın kuşunöldüğü; yüzlerce deniz kaplum-bağası, yunus ve diğer deniz me-melisinin hayatını kaybettiği ra-por edildi. Fakat kimi bilimciler,gözlemleyemedikleri gelişmeler-den ötürü kaygılılar. Suyun de-rinliklerinde oksijensiz kalanmikroorganizmaların ya da söz-gelimi, denizanalarının bu fela-ketten uzun vadede nasıl etkile-neceği bilinmiyor. Besin zinciri-nin en altında kalan organizma-ların zarar görmesi daha büyükcanlı türlerinin hayatta kalmasınıda zorlaştırabilir.

Öte yandan denizde oksijen ora-nının azaldığına dair ciddi bulgu-lar geliyor. Bölgede inceleme ya-pan bir oşinograf, BP'nin kuyu-sundan petrolle birlikte metanfışkırdığını, bunun sudaki yaşamıtehdit edebileceği uyarısında bu-lundu.

BP şimdi orijinal kuyu ile kesişenikinci bir tahliye kuyusu açıyor.Ancak bu işlem Ağustos ayı orta-larına kadar ancak sonuçlanaca-ğından, petrol o zamana dek ok-yanusa yayılmaya devam edecek.

mun zamanlamasını eleştirdi.

BM, ABD ve AB ise referandumudestekledi. 1991'de dağılmadanönce Kırgızistan Sovyet SosyalistCumhuriyetler Birliği'nin birparçasıydı. ABD ve Rusya'nın ül-kede askeri üsleri bulunuyor.

Şimdi, Otunbayeva'nın devletbaşkanlığına atanması ve Ekim-seçimlerinden sonra yeni hükü-met kurulması bekleniyor. Otun-bayeva'nın 2011'de görevini bı-rakması; parlamento seçimleri-nin beş senede bir yapılması,devlet başkanlığının da altı yıllık

Dünya

tek bir dönemle sınırlı olması re-ferandumla belirlendi.

"Özbekistan mültecileridönmeye zorluyor"Özbek mültecilerin Özbekis-tan'dan zorla otobüslere bindiri-lerek Kırgızistan'a geri gönderil-diği rapor edildi. Güvenlik duru-mununu hala kaygı verici görenUluslararası Af Örgütü (AI) ise ,Özbekistan'dan mültecileri zorlageri göndermekten vazgeçmesi-ni istedi. Uydu görüntüleri Oşkentinde 1.807 binanın yakıldığı-nı ya da yıkıldığını gösterdi.

AI sebebi henüz tam açıklanama-yan etnik çatışma için uluslarara-sı araştırma yapılmasını istiyor.

Kırgızistan: ‘Parlamentoya evet’

Page 8: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

Dünya8 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

26 Temmuz Küba devriminin ki-lometre taşlarından MoncadoKışlası baskınının yapıldığı tarih.Fidel Castro ve arkadaşlarının1953 yılında gerçekleştirdikleribu eylemin yıldönümü yaklaşır-ken Küba lideri, tüm dünyayıyaklaşmakta olan yeni bir tehli-keye karşı uyardı: “ABD donan-ması nükleer denizaltılarla bir-

likte Süveyş’ten İran Körfezi’nedoğru ilerliyor. Bu şeytani geliş-me, kimsenin umurunda olmak-sızın, Dünya Kupası maçları ara-sında unutulup gitmemeli.”

ABD hükümetinin planı Castro'ya göre, “aklında sadecekâr hırsı ve hammadde olan, in-sanlığın ortak değerlerini gözar-

dı eden ABD emperyalizmi” sı-nır tanımıyor. Gamsız futbolse-verler ise Kupa’nın tadını çıkar-maktan başka bir şey düşünmü-yor. Castro bu konuyla ilgili yap-tığı açıklamada şunları söyledi:

“Futbol fanatizmi giderek art-makta, dünya üzerinde milyon-larca insanı etkisine almaya baş-

ladı bile.

Artık şunu sorabiliriz; kaçımız şusıralarda ABD donanmasının enbüyük uçak gemilerinden HarryS. Truman'ın beraberinde nükle-er denizaltılarla birlikte SüveyşKanalı'ndan geçerek İran Körfe-zi’ne doğru yol almakta olduğu-nu biliyoruz?

ABD donanmasına eşlik eden ge-miler arasında benzer ateş gücü-ne sahip İsrail savaş gemilerininde olduğu bilinmekte. Bu donan-ma İran'a uygulanan abluka uya-rınca ülkeye giriş çıkış yapan ti-cari gemileri arama yetkisine sa-hip olacak."

Fidel Castro, ABD hükümetininbir plan dahilinde hareket ettiği-ni düşünüyor. Buna göre, kapita-list tüketime sahip çıkan bir siya-si muhalefet hareketi yaratılacak,İran halkı bölünecek ve İran'dakirejim devrilecek.

Çatışma İran’dan Kore’yesıçrayacakCastro, daha önce yaptığı tahlil-lerde bir çatışma çıkacağını ve

Castro dünyayı uyardı: “ABDdonanması İran’a ilerliyor”Küba lideri, dünya halkları Dünya Kupası maçlarına dalmışken ABD donanmasının İran Körfe-zi’ne doğru yol aldığını, bunun Kore’ye de yönelecek saldırının başlangıcı olduğunu söyledi

İran’da devrimci hareket: Kazanımlar, zaaflar

Siyaveş Azeri Sayfa >>38-39

Fidel Castro 26 Temmuz 2001 ‘de İran lideri Ayetullah Humeyni’nin torunu Hasan Humeyni ile Havana’da

Avustralya’da 12 yıllık sağ iktida-ra 2007’deki seçim zaferiyle sonveren Kevin Rudd, yardımcısı Ju-lia Gillard'ın organize ettiği; per-de arkasında ise ağır vergilerbindirmeye hazırlandığı dev ma-den şirketlerinin bulunduğu par-ti içi sessiz bir ‘darbeyle’ parti li-

derliğiyle başbakanlık koltuğun-danuzaklaştırıldı.

İlk mesaj madencilere 23 Haziran akşamı olağanüstütoplanan parti grubu oybirliğiyleyeni genel başkanlık seçimi yapıl-masını kararlaştırdı. 48 yaşındakiJulia Gillard, böylece Avustral-ya'nın ilk kadın başbakanı oldu.Kadın başbakan, ilk basın toplan-tısında, hükümetin Rudd liderli-ğinde iyi yönetilemediğini, bu ne-denle harekete geçme ihtiyacıduyduğunu savundu. Maden şir-ketlerine hükümet karşıtı rek-lamlara ara vermeleri çağrısı ya-pan Gillard, “Maden şirketlerinehükümetimizin kapısını açıyoruz.

Onlardan bize açık görüşlü yak-laşmalarını umut ediyoruz”, dedi.Gillard seçimle işbaşına gelmedi-ğini hatırlatarak en kısa zamandaerken seçime gidileceğini de be-lirtti.

Açıklamanın ardından madenci-lik devlerinden Rio Tinto’nun his-seleri yüzde 1.7, BHP Biliton’unhisseleri yüzde 1.3 oranında de-ğer kazandı. BHP Biliton, değişi-mi memnuniyetle karşıladığını,yeni hükümetle çalışmaya istekliolduğunu duyurdu.

Rudd aborjinlerdenözür dilemişti‘Devrik lider’ Rudd, medya men-suplarına yaptığı veda açıklama-

sında gözyaşlarına hâkim olama-dı. Rudd yarattığı değişim dalga-sıyla 2007 seçiminde liberalleriçökertip iktidara gelmiş ve baş-bakan sıfatıyla ilk resmi imzasınıKyoto Protokolü’ne atmıştı.

Şubat 2008’de 150 yıl gecikmişbir borcu ödeyerek 1869-1969yıllarında çocukları zorla alınmış,Avrupalı beyaz sömürgecilerinher türlü şiddetine maruz kalmışAborjinlerden özür diledi. Irak iş-galine ülkesinin katkısına sonverdi; buna karşın ‘terörizm mer-kezi’ dediği Afganistan’a katkısınıesirgemedi.

Rudd'un halk desteği son dö-nemde düşüşe geçmişti. Küresel

Maden şirketleri Avustralya İşçi Partisi’nde darbe yaptıMadencilerin süperkârlarını vergilendir-mek isteyen İşçi Par-tisi lideri başbakanRudd’u kadın yar-dımcısı Julia Gillarddevirdi

Page 9: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

EKMEK & ÖZGÜRLÜK 9

Dünyaçatışmanın Kore yarımadasındabaşlayacağını öngörmüştü."İran'a müdahale ikinci Kore sa-vaşını takiben olacak" diyordu.Şimdi bu sıralamanın değiştiğinisöylüyor. Yani ABD önce İran’asaldıracak:

"Son gelişmeleri tahlil ettiğimdeşöyle bir sonuca varmıştım; çatış-ma Kore yarımadasında başlaya-cak, burada çıkartılacak ikinci Ko-re Savaşı'ndan sonra ABD'ninİran'a müdahalesi başlatılacak.

Bugünden baktığımda ise çatış-maların sırasının değiştiğini gö-rüyorum; silahlı saldırı önceİran'a karşı düzenlenecek.

Artık ABD özel harekat kuvvetle-ri ve istihbaratı tarafından batı-rıldığı bilinen Güney Kore savaşgemisi Cheonan'ı batırmakla suç-lanan Kuzey Kore yönetimi iseİran'a saldırıldıktan sonra sıradakendilerinin olduğunu çok iyi bi-liyor."

"Yanılmış olmayı o kadaristerdim ki!"Castro sözlerini, ABD planının ge-çersiz olduğunu, ülkesine saldı-ran ABD ve İsrail savaş uçaklarıkarşısında hiçbir İranlı'nın düş-mandan yana tavır almayacağınıöne sürerek tamamlıyor:

"Sadece, birkaç bin yıl içinde in-sanoğlu tarafından gerçekleştiri-len sayısız hayallere ve geliştiri-len uygarlığa acıyorum.

Devrimci hayallerimiz gerçekleş-meye ve anavatanımız ayaklarıüzerinde doğrulmaya başlamış-ken, ‘yanılmış olmayı o kadar is-terdim ki!’"

Uluslararası Çalışma Örgütü’nün(ILO) 99. Uluslararası ÇalışmaKonferansı 2-18 Haziran 2010tarihlerinde Cenevre’de toplandı.Türkiye bu yıl da temel sendikalhakları ihlal ettiği, yasa ve uygu-lama düzeyinde uluslararası söz-leşmelere uymadığı için deneti-min gündemindeydi. UzmanlarKomitesi'nin yazdığı rapor nede-niyle Türkiye'nin durumununUygulama Komitesi tarafındanele alınması kararlaştırıldı.

Henüz kara listede değilama...Aslında Uzmanlar Komitesi he-men her üye hakkında rapor tu-tuyor. Fakat "raporlara dayalı ge-nel denetim mekanizması" gere-ğince en ağır ihlal ve aykırılık du-rumlarının görüldüğü ülkelerUygulama Komitesi'nin günde-mine alınıyor. Bu yıl listede Tür-kiye ile birlikte Belarus, Burundi,Kamboçya, Kanada, Orta Afrika,Kosta Rika, Çek Cumhuriyeti, Mı-sır, Gürcistan, Guetemala, Hindis-tan, Moritanya, Fas, Peru, Meksi-ka, İran, Rusya Federasyonu,Myanmar, Tayland, Ukrayna, Su-dan, Swaziland ve Özbekistanvardı.

Bu liste, kamuoyunda ve sendi-kacılar arasında "kara liste" ola-rak bilinen liste değil. ILO termi-nolojisindeki adı “özel paragraf”ve “özel liste” olan, sendikal dün-yada ise “kara liste” olarak bili-nen uygulama en ağır, en ciddi veen ivedi durumları kapsıyor. Tür-kiye bu yıl Uygulama Komite-si'nin gündemine alındı ama özelparagrafa (kara liste) alınmadı.Türkiye önceki yıllarda da pekçok kez Uygulama Komitesi'ningündemine alınmış ancak özelparagrafa sadece 1978, 1979,1980, 1983 ve 1989 yıllarındagirmişti.

ILO kurulduğu 1919’dan bu yanaçalışma yaşamına ilişkin uluslar-arası alt sınırlar oluşturan söz-leşmeler ve tavsiyeler oluşturu-yor. Bileşiminde her ülke üç ta-raflı -"işçi, işveren ve hükümet"temsilcilerinin biraraya gelme-siyle- temsil ediliyor.

Çelebi: "Türkiye hak ihlal-lerinde ön sıralarda"DİSK Genel Başkanı SüleymanÇelebi, sendikal hak ihlallerindedünyanın ön sıralarında yer alanTürkiye’nin böyle bir tabloylakarşı karşıya kalmasından asla

hoşnut olmadıklarını söyledi.

Çelebi, Uygulama Komitesi’nin,Türkiye Hükümeti’nden talep et-tiklerini şöyle sıraladı: “Yapılacakyasal düzenlemelerle ilgili nihaitarihleri açık ve net olarak belir-lenmiş bir eylem planı çıkarma-sını, 2821, 2822 ve 4688 sayılıyasalarla ilgili reformlar ile bu re-formlara dair eksiksiz ve ayrıntı-lı bilgileri ve bunların yanı sıraanayasa reformu ile ilgili bilgileriILO’ya vermesini, ILO’nun daimiyardımını kabul edeceğini taah-hüt etmesini, bu yılın sonunda el-de edilen sonuçları uzmanlar ko-mitesine sunmasını istemiştir.”

Sağlık ve eğitimdesendikal örgütlenmeILO'nun Türkiye'ye yönelttiğibaşlıca eleştiriler arasında, ifadeözgürlüğünün engellenmesi ilesağlık ve eğitim sektöründe çalı-şanların örgütlenme özgürlüğü-nü kısıtlayan düzenlemeler veuygulamalar bulunuyor. Japon iş-çilerini temsilen katılan üye, Tür-kiye'de özellikle kamu çalışanla-rının politik gerekçelerle kovuş-turmaya uğradığını belirtti; yediyıla mahkum edilen Seher Tümerile tutuklanan öteki Sağlık Emek-çileri Sendikası (SES) üyeleriniörnek gösterdi.

Uygulama Komitesi'nde gözlem-ci satüsüyle bulunan Uluslarara-sı Sendikalar Konfederasyonu(ITUC) üyesi ise, KESK üyelerininsendikal faaliyetlerinden ötürüağır baskılarla karşı karşıya ol-duğunu, KESK üyelerinin hakla-rında ciddi bir suçlama olmaksı-zın tutuklandığını, 25 Kasım2009 grevinden sonra idari yap-tırımlarla cezalandırıldıklarınısöyledi. Aynı üye, Nisan 2009'daTekel işçilerinin basın açıklamasısırasında polisin saldırısına uğ-radığını; bu davranışın ifade vetoplantı özgürlüğünün engellen-mesi anlamına geldiğini de be-lirtti.

ILO : "Türkiye'de ağırhak ihlalleri var"Türkiye Uluslararası Çalışma Örgütü'nün"liste"sine alındı. Gerekçe-ler arasında ifade ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engeller ileKESK tutuklamaları yer alıyor

Sermayeye vaadedilen cennet: Ulusal İstihdam Stratejisi

Tolga Tören Sayfa >>21-22

Ankara’daki TEKEL direnişinde ağzını bantlayarak açlık grevine giren bir işçi

ısınmayla mücadele için şirketle-rin karbondioksit salınımı sertifi-kası alışverişi yapmalarına yöne-lik yasayı parlamentodan çıkara-madı.

20-12’den başlayarak milyarlar-ca dolarlık gelirlerine rağmenvergi ödemeyen büyük madenci-lik şirketlerinden yüzde 40’a va-ran vergi almak için tasarı hazır-lıyordu. Büyük maden şirketleri,hükümete karşı kazan kaldırıp,Rudd aleyhine propagandayabaşladılar. Rudd’un zedelenenimajı yüzünden yaklaşan seçimikazanma ihtimalinin kalmayaca-ğı kaygısı İşçi Partisi’ne yayılır-ken, Julia Gillard harekete geçti.

Maden şirketleri Avustralya İşçi Partisi’nde darbe yaptı

Page 10: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

Politika

10 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Devletin barış korkusunu kırmak...

Konjonktür -öz Türkçesiyle bir dizi koşulunyan yana gelmesiyle oluşan toplu durum- de-yip geçmeyin. Hele de “usta gazeteci” UğurDündar’ın ısmarlama ve çanak sorularla gi-derayak programına konuk ettiği Orgeneralİlker Başbuğ’un ağzından PPK’nin 25-30 yıl-dır bir türlü bitirilemeyişinin hikmetini öğ-rendikten sonra.

Meğerse ve kerelerce vuku bulduğu üzere, bi-tirilmesine veya çözülmesine ramak kalaşans birden PKK’ye gülüveriyor ve konjonk-tür bir tür deux ex machina gibi örgütün im-dadına yetişip ona içine düştüğü çetin du-rumdan sıyrılma ve yeniden derlenme fırsat-ları sunuyormuş. Artık buna nesnel koşulla-rın nanik yapması mı, durumu doğru okuyanbir fırsatçılık mı, şans faktörü mü, yoksa Heg-

elci anlamda “tarihin cilvesi” mi dersiniz, ora-sı size kalmış ama, PPK, işte birçok kez na-siplendiği bu konjonktür kıyağı nedeniyle çö-kertilemiyormuş.

Mülakat danışıklı olunca, “usta gazeteci”dende can alıcı, zorlayıcı ve muhatabını terleticisorular beklemek beyhude. Örneğin, “şanslı-lık dediğiniz durum, örgütün kendisini deği-şen koşullara uyarlama ve fırsat pencereleri-ni değerlendirme becerilerine yorulamazmı?”, diye soramaz mıydı? Yahut konuşmanınakışının zaten çağrıştırdığı, “şimdiki kon-jonktürü nasıl okuyorsunuz?”, türünden birsorunun tam yeri değil miydi?

Taşlar yerinden oynarken…Orgeneral Başbuğ, şansla ilişkilendirip hepPKK’ye çıkan bir tür piyangoya çevirmiş olsada, konjonktür denilip geçilemeyeceğini Le-nin’den beri zaten biliyoruz. Onun “somut du-rumun somut tahlili” diye adlandırdığı ve iz-lenecek siyasal taktikleri çıkarsadığı uslam-lama tarzı ve yöntemsel yaklaşım, çoğu du-rumda hiçbir öznellik katılmamış, serinkanlı,kanıtlarla desteklenen ve sağlaması yapılabi-lir bir konjonktür tahliliydi.

O halde soruyu biz kendi kendimize soralım:Türkiye’de süregiden rejim içi kutuplaşma vemücadelede taşların yerinden oynamaya baş-ladığını, kartların yerinden karılmasının vebu anlamda yeni bir siyasi konjonktürün şe-killenmesinin ihtimal dahilinde olduğunu im-leyen haberci göstergeler var mı?

Evet, var. AKP’nin istim aldığı küresel ve ulu-

sal dinamikler görece zayıflıyor; yaslandığı vekarşı kutbu adım adım gerileterek hakimiye-tini pekiştirmesine hizmet eden güç dengele-rinde kaymalar yaşanıyor. AKP’nin eleştirelbir destekçisi olagelmiş Cengiz Çandar’ın, hü-kümetin ikilem denebilecek türden zor ter-cihlerle yüz yüze olduğuna işaret etmesi veAKP iktidarının devamlılığı konusunda ilkkez endişelenmesi boşuna değil. Çandar’ı en-dişelendiren yalnızca çeşitli başkentlerdenesen rüzgârların AKP’nin aleyhine dönmeyebaşlaması değil; asıl olarak, “açılım”ın çuval-laması ve silahlı çatışmanın yeniden tırman-ması. Zira, Çandar Kürt meselesinin çok hü-kümet ve çok genelkurmay başkanı eskittiği-ni gayet iyi biliyor.

Baltayı taşa vurmakErdoğan ve partisi, içerdeki hakimiyet müca-delesinde mevzi kazanmak için, yakın za-manlara kadar uluslararası dinamiklerin vesüreçlerin sunduğu olanaklardan cömertçeyararlandılar. Ama dışarıyı içeriye karşı kul-lanma taktiğinin bir sınırı; iktidar kavgasın-da ihtirasla daha fazlası isteniyorsa, çeşitli kü-resel güç ve dinamiklerle zaman zaman kar-şı karşıya gelip itişmeyi göze almanın kaçınıl-maz olduğu bir sınırı vardı.

İsrail ile yaşanan gerilim bunun tipik bir ör-neğidir. Bu gerilimin nedeni, basitçe ve sade-ce içerde yaşanan sıkışmayı dış politika ala-nına kaçarak ve İslami duyarlılıklara seslene-rek telafi etme aranışı değil. AKP, hem yeni-Osmanlıcı bir doğrultuda Türkiye’yi bölgeselbir güç haline getirme iddiasını gerçeklemek,

Kürt halkının özgürlük ta-leplerinden duyulan korku-yu kırmak ve barışla halkla-rımızın toplumsal kurtuluşuarasında köprüler kurmakmümkün. Ne kadar çetinolursa olsun, yaşamın soluve sosyalist hareketi davetettiği görev budur

Kenan Kalyon

1 Nisan’da Diyarbakır Barış Meclisi Girişiminin Uğur Kaymaz Anıtı önünde savaşta ihlal edilen çocuk haklarının korunması için yaptığı çağrı hala karşılık bekliyor

Page 11: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

EKMEK & ÖZGÜRLÜK 11

hem de içerde iktidarını daha emin biçimdesağlama almak için İsrail’le itişmek zorun-daydı ve zorundadır. Erdoğan ve Davutoğlu,güvenlikten medyaya, istihbarattan ordulararası yakın işbirliğine kadar, İsrail’in Türkiyeiçindeki elini kırmadıkça içerdeki iktidar kav-gasını kazandıklarından emin olamayacakla-rının gayet iyi farkındalar. “Mavi Marmara”olayının uyandırdığı toplumsal infial ve du-yarlılık nedeniyle karşı kampım nasıl kıvra-nıp durduğuna daha yakınlarda tanık olduk.Hakeza, İsrail Genelkurmay başkanının açık-lamalarından öğrendiğimize göre, ordulararası muhabbetin hiçbir şey olmamış gibi tı-kırında gitmesi de gayet “manidar”. Ulusalcı-larımızın bir bölümünün AKP’ni defetmek

için İsrail ve ABD ile ilişkilerin bozulmasın-dan medet ummaları da öyle.

Bu bağlamda, AKP’nin ve onun dış politikası-nın mimarı Davutoğlu’nun hatası, Taraf’taNeşe Düzel’le söyleşisinde eski dışişleri ba-kanlarından İlter Türkmen’in söylediği gibi,kendilerini İslami bir romantizme kaptırma-ları değil. Abartılı ve temelsiz bir özgüvenleemperyalist merkezler karşısında dış politi-kada sahip oldukları özerklik marjını; dahaözerk (örneğin, Brezilya kadar özerk) bir ko-numlanış için olmazsa olmaz koşullardanyoksun oldukları halde, haddinden fazla zor-layarak baltayı taşa vurmalarıdır. Malum “ek-sen kayması” tartışmaları bu noktadan itiba-ren başladı ve bugün Batı başkentlerinin ço-ğunda gittikçe koyulaşan kanaat Erdoğan vepartisinin Türkiye’nin eksenini kaydırmaktaolduğu yolundadır.

İç ve dış dinamiklerin kesiştiği bu uğrakta,AKP’ne seçenek yaratma arayışlarının hız ka-

zanması, Kılıçdaroğlu’nun bir 2. Ecevit gibisahneye sürülmesi, Taraf gazetesinin ve AKPGrup Başkanvekili Bekir Bozdağ’ın bir videokaset darbesiyle yerinden edilen Baykal’ın ar-dından hayıflanması, “Hoca Efendi”nin Pren-silvanya’dan ayar çekmeye başlaması,AKP’nin cin fikirli ağır topu Bülent Arınç’ın“Hoca Efendi her zaman doğruyu söyler” di-yerek hüsnükabul göstermesi, vb. tesadüf ol-masa gerek.

PKK: “Taşeron” mu“oyunbozan” mı?..PPK’nin geçen yıl tek yanlı olarak ilan ettiğiçatışmasızlık kararını askıya alması, bunu ta-kiben silahlı çatışmanın yeniden tırmanışageçmesi ve can kayıplarının hızla artması tamböyle bir konjonktüre denk geldi. Başbuğ,“konjonktür ve şans yine örgütün imdadınayetişti” der mi bilinmez (muhtemelen, kon-jonktürün başında bulunduğu TSK’ne de gül-mekte olduğunu sanarak demeyecektir) ama,bunun AKP’nin asabını bir hayli bozduğu,

Devletin barış korkusunu kırmak...

>>

Öcalan: Savaş yozlaştı.PKK’nin devrime devletin barışa niyetiyok!Tekrar söylüyorum, Kürt sorunun demokratik yollarla çözümü geliş-mezse özel savaş lobileri devreye girer, dışarıdakilerle bağlantı kurar,komplolar dönemi başlar, Kürdistan Devrimi derinleşir ve iç savaş çıkar,bundan da herkes kaybeder. Bu benim tercih ettiğim bir yol değildir.Benim tercihim Kürdistan Devriminin derinleştirilmesi yani çatışma, içsavaş tercihi değildir. Ben demokratik barışçıl yollarla demokratik ze-minde sorunun çözümünü esas aldım. Tercihim bu yoldadır. Bizim Tür-kiye'yi bölme, sınırları değiştirme gibi bir niyetimiz yoktur.

Ben daha önce de belirtmiştim 'devlet barıştan PKK devrimden korku-yor' diye, devletin barışa niyeti yok PKK'nin de devrime niyeti yok. Bu-güne kadar hükümetler Kürt sorununu çözmeye yanaşmadıkları gibiPKK de Kürdistan Devrimini gerçekleştirmeye niyet etmedi. Bugünekadar gelen ve otuz yıldır süren bu iki yaklaşım karşılıklı olarak birbiri-ni bu şekilde bugüne kadar getirdi. Bunun sonucunda da yozlaşan birsavaş ortaya çıktı ve günümüze kadar bu yozlaşma devam etti. Bundansonra da iki tarafta aynı yaklaşım devam ederse yozlaşma derinleşe-rek sürer. Ben bu konuda bir parantez açmak istedim. Yine söylüyorumbenim tercihim Kürdistan Devrimi'nin derinleşmesi, çatışmaların yük-selmesi, iç savaş durumu değildir. Demokratik zeminde demokratikanayasa başta olmak üzere belirttiğim çeşitli yasal düzenlemelerle çö-züm yoluna girilebilir.'

Kürdistan dağlarından Kürtler sökülüp atılamaz, Kandil'e yüzbin kişilikbir ordunun yönelmesi durumunda bile başarıya ulaşamayacağı söy-leniyor, basında okudum bunu. O dağlarda Kürtlerin yenilmesi güçtür,mümkün değildir. Kürtler o dağlarda yenilmezler, asla kaybetmezler,kesinlikle kaybetmezler, karşılıklı çok kanlı bir süreç de gelişse karşılıklıçok kayıplar da verilse Kürtler mutlaka kazanacaktır. Ancak bu bizimtercihimiz değildir. Bu şekilde çatışma sürecinin derinleşmesi duru-munda Vietnam Devrimi gibi iki milyon insan ölebilir. Ben bugüne kadarböylesi bir sonuca engel oldum, kan dökülmeden demokratik çözümiçin çabaladım ve hala da bu konudaki ısrarımı sürdürüyorum.

Abdullah Öcalan, avukat görüşmesinden notlar,

2 Temmuz ,2010

Org. Başbuğ: PKKşanslı bir örgüt. Çökmenoktasına geliyor,fakat konjonktürlehine cereyan ediyorGüvenlik alanında, 1984'ten 2010'a kadar 26 yıl geçti. Ne oldu? Olayaşöyle bakmamız lazım. Terörle mücadeleyi rakamsal, istatistiki değer-lendirmelerle yapmak pek doğru değil. Buna katılıyorum. Bazen ra-kamlara, istatistiki bilgilere de ihtiyacımız var. '40 bine yakın terörist et-kisiz hale getirildi' dediniz, doğrudur. Rakamları biz verdik. 30 bini etki-siz hale getirildi.

Biz öldürüldü deyimini bile pek kullanmıyoruz. Etkisiz hale getirildi di-yoruz. Biz, olaya insan odaklı bakıyoruz. Bu öldürülenlerin bir kısmı bi-zim vatandaşımız. Şimdi 26 yılda, 30 bin teröristi etkisiz hale getiriyor-sunuz, 10 bin de yaralı, teslim olan var. Toplam 40 bin. Örgütün dağkadrosu yıllara göre değişiyor, ortalama 6 bin diyoruz, en fazla 10 bineçıktı. Şu anda 4 binler civarında. Ortalama 6 bin dersek, 30 bini 6'ya bö-lerseniz, 5 bin çıkıyor. Matematiksel olarak baktığımızda 26 yılda, gü-venlik kuvvetleri 5 defa bu PKK terör örgütünü bitirmiş. Bu bir tespittir.

İkinci önemli nokta; o zaman sorun nerede? O zaman niçin günümüzekadar devam ediyor sorusu var. 1984'ten bugüne kadar yaşanan olay-lara bir bakalım. 1. ve 2. Irak savaşları, Halepçe... PKK şanslı bir örgüt.Tam çökme noktasına, çözülme noktasına geliyor, fakat maalesef kon-jonktürel durumlar lehine cereyan ediyor. Birinci önemli nokta bu. İkin-ci önemli tespit şu; Türkiye'de ne zaman terör olayları azaldı veya hiçolmadı... Biz bunu yanlış algılıyoruz. Sanki terör örgütü bitti, dağıldı...Aslında terör örgütünün dağ kadrosu duruyordu, eylem sayısı düş-müştü. Örnek mi? 1999'dan tekrar başladığı 2004 yılına kadar... Ey-lem yok, ama örgüt bitmedi. Dağ kadrosu duruyordu. Burada belki al-gılama yanlışlığımız oldu. Doğru algılasaydık o dönemde daha sağlık-lı tedbirleri alabilecektik. Bu da önemli bir nokta.

Terör örgütüne katılımları kontrol altına almanız, engellemeniz lazım.Terör örgütüne bir yandan zayiat verdirir, dağdaki kadroyu küçültürken,katılımlar devam ediyorsa...

İlker Başbuğ,TV söyleşisinden bölümler

5 Temmuz 2010

Page 12: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

12 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Politika

Kılıçdaroğlu ‘alternatif’miymiş?!

Emekçiler ve ezilenleringerçek siyasal alternatifiEmek ve Özgürlük cephesidir. Devrimci görev de,Kılıçdaroğlu'ndan sosyalist solun güçlenmesine dairiyiniyet deklarasyonu almak değil, bu somut alterna-tifi inşa etmektir

Ka

rik

atü

r: P

en

gu

en

De

rgis

i

En son, Türkiye Değişim Hareke-ti'nin (TDH) lideri Mustafa Sarıgül,“Yurttaşlarımız CHP'deki değişimebir fırsat tanımak istiyor. Bu koşul-larda halkımızın sesine kulak veri-yor ve Türkiye Değişim Partisi'nikurmuyoruz” diyerek, Kılıçdaroğluile esen CHP rüzgarına katılmayıtercih etti. Kılıçdaroğlu CHP'sine

Mustafa Çeçen

ya kendi durduğu yerden ve bir fail olarakmüdahale ediyor. Bunun adı taşeronluk değil,oyunbozanlıktır. Oyun kuruculukta aşırı birözgüvene kapılan AKP’nin hesaplayamadığı,Orgeneral Başbuğ’un ise yanlış yorumladığıbir oyunbozanlık.

Başbuğ: Ezber okumakOrgeneral Başbuğ, bildik şablonun içindenkonuşarak ezber okudu. Başbuğ’un konjonk-tür okuması ve ezberi özetle şudur: Kürt so-rununda silahların konuştuğu dönemler, aynızamanda siyasetin alanının daraltıldığı,TSK’nin iktidar bloku içinde ağırlığını arttıra-rak dizginleri elinde topladığı dönemlerdirde.

Ama epeydir örselenen, iktidar bloku içinde-ki ağırlığı azaltılan ve ricat halindeki bir or-dunun, daha önceleri durumu kurtarmak vetersine çevirmek için konuştukça (örneğin ıs-lak imzaya “kağıt parçası”, lav silahına “boru”dedikçe) batan ve bir türlü artık gerilemeye-ceği müstahkem bir mevkide tutunamayanbaşı olarak, Orgeneral Başbuğ konjonktürüdoğru okumuyor ve yanılıyor.

Kendisine verilen tepkilerden köprülerin al-tından çok sular aktığı zaten belli. Daha öteside var: Kürt sorununda başarısızlığın fatura-sının artık yalnızca siyasi iktidara değil,TSK’ne kesildiği, TSK’den “tatmin edici açık-lama”ların beklendiği bir dönemden geçiyo-ruz.

Daha da mühimi, rejim içi kavganın tarafları-nın Kürt sorununu birbirlerine karşı kullan-masının artık son derece riskli olduğu birta-kım eşiklere gelip dayandık. İç savaş eşiği,uluslararası müdahale eşiği, Türkiye’nin bü-tün Kürtlerle hesaplaşan ve savaşan bir ülkehaline gelme eşiği ve A. Öcalan’ın kaçınmayaçalıştığı “devrim” eşiği…

Öcalan: Barış ve devrim korkusuÖcalan, son görüşme notlarından birinde“devlet barıştan PKK ise devrimden korku-yor” diyor, bunun yıllardır böyle süregeldiğini,şimdi bir müzakere sürecinin ve çözümün ge-lişmemesi halinde devrimin gündeme gelebi-leceğini ileri sürüyor.

Öcalan devrim derken, Kürt isyanının aynı za-manda toplumsal kurtuluşçu bir çizgide de-rinleşmesinden çok, salt Kürdistani ve kopuş-çu bir rotaya girmesini, bunun tetikleyeceğibir iç savaşı, Kürt hareketinin epeydir rafa kal-dırdığı “bağımsız ve birleşik Kürdistan” hede-fini yeniden benimsemesini kastediyor aslın-da. Kendi tercihi olmayan bu olasılığı hatırla-tarak devleti, hükümeti ve TSK’ni bir müza-kere ve çözüm sürecine girmeye ikna etmekistiyor.

Olayların ve süreçlerin de kendine özgü birmantığı ve gidişi; belirli eşiklerden sonra fail-leri kendi peşinden sürükleyen bir akışı var-dır. Kürt isyanının seyri henüz o noktaya gel-medi. Hala devletin barış korkusunu kırmak;aslında Kürt halkının özgürlük taleplerindenduyulan korkuyu kırmak ve barışla halkları-mızın toplumsal kurtuluşu arasında köprülerkurmak mümkün. Ne kadar çetin olursa ol-sun, yaşamın solu ve sosyalist hareketi davetettiği görev budur.

Başbakan Erdoğan’ı aynı anda birbirine ta-ban tabana zıt mesajlar verecek kadar telaş-landırdığı aşikar. Müteahhidin kim olduğunaverilen cevaplar değişken ve imali olsa da,“teşeron” ithamı ve yaftalanması, göstere gös-tere yaşanan bir gelişmenin sanki bir sürp-rizmiş gibi karşılanması, hükümet yanlısı ga-zetelerin Osman Öcalan’ın “PKK’yi Alevilerele geçirdi” türünden incilerini pazarlamasıbu asap bozukluğunun ve telaşın bir dışavu-rumundan başka bir şey değil.

Genelkurmay yetkililerinin de, İsrail’le ilişki-lendirme söz konusu olduğunda yalanlamagereği duyduğu mesnetsiz “taşeron” iddiala-rını bir kenara bırakıp, son yılların moda ta-biriyle birazcık empati yapacak olursak, AKPve destekçisi kalemler şunu söylemek isti-yorlar aslında: İçerde ve dışarıda adı konma-mış bir şer koalisyonunun (Ali Bayramoğ-lu’nun adlandırmasıyla “zımni bir ittifakın”)AKP’ni iktidardan düşürmek amacıyla hare-kete geçtiği bir sırada PKK’nin yeniden sila-ha sarılması caiz midir? Zamanlama onun dakoalisyonun bir ortağı olduğu anlamına gel-mez mi?

Bu soruların cevabını Başbuğ veriyor aslında:Önüne hangi sıfatı ve nitelemeyi eklersenizekleyin, o size kalmış ama, PKK konjonktürüiyi okuyan bir örgüt. Ve konjonktürü kendi le-hinize değerlendirmek için birileriyle fiili birortaklık kurmanız şart değil. Kaldı ki, bizzatAKP iktidarı bir dizi fiili ve “zımni” ittifakınürünü değil mi?

Gelelim meselenin aslına: AKP’nin hükümetidevralışından bu yana, Kürt hareketi rejimingüçleri arasındaki iktidar kavgasında nispe-ten nötr ve edilgin bir konumda kaldı. Hatta,denebilir ki, silahlı çatışmadan olabildiğincekaçınarak ve Ergenekon denen muammanınKürt illerindeki izdüşümlerinin açığa çıkarıl-masına yardımcı olmaya çalışarak dolaylı bi-çimde veya “zımnen” AKP’ne kredi açtı.

AKP’nin buna cevabını biliyoruz: Sorununadını dahi koymaktan imtina eden, Osman-lı’nın “millet” anlayışını çağrıştıran ve köprü-lerin altından bunca sular akmışken Kürtleridin bağıyla zapturapt altına almaya çalışanbir “milli birlik projesi”… Şark kurnazlığınınnadide bir örneğiyle bir Ergenekon’a birKCK’ye vurarak ilerletilen bir iktidar ve fütu-hat stratejisi… Kürt nüfus içinde ciddi bir ta-bana sahip tek “Türkiye partisi” olmanın sar-hoşluğuyla Kürtler adına kimseyi muhatapalmayan bir dediğim dedikçilik… Kürt halkı-nın özgürlük taleplerini ve arayışlarını karşı-lamaktan tamamen uzak, meseleye güvenlik,istikrar ve sermaye teşvik tedbirleri optiğin-den bakan, Türkiye kapitalizmine bir “hayatsahası” açmayı öngören ve esasen TürkiyeKürtlerini gargaraya getirip Irak Kürdistan’ıile iktisadi bir bütünleşmeyi amaçlayan birtür emperyal açılımcılık… Davul zurna eşli-ğinde bir tasfiyecilik tellallığı ve daha bir dizialavere dalavere... Bu hattıhareketin gününbirinde duvara toslaması neredeyse kaçınıl-mazdı.

Şimdi, PKK, yakın zamanlara kadar büyük öl-çüde seyirci kaldığı bir rejim içi kutuplaşma-

>>

Page 13: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

şans verilmesi yönünde bir ge-nel eğilimden, -sadece diğer sos-yal demokrat esinli eğilimler, ör-neğin Eşitlik ve Demokrasi Par-tisi'nin (EDP) özellikle SHP kö-kenli taraftarları ya da Alevilerarasında değil bazı sol-sosyalisteğilimler arasında da- söz et-mek mümkün.

BirGün Gazetesi'nin Kılıçdaroğ-lu özel röportajı bunun ilginç birörneğiydi. Kılıçdaroğlu Bir-

EKMEK & ÖZGÜRLÜK 13

krat bir eğilimle bu boşluğu dol-durmak siyasi hevesi içindeydi.

Oysa Kürt Özgürlük Hareke-ti'nin siyasal konumu ve bu ko-numun önemi anlaşılmadan, butürden bir “solda siyasal boşluktespiti” bir varsayımdan ibaret.“Siyasal boşluk” CHP'nin iş ve aşkavgasında aşağıdakilerin ya-nında yer almamasından değil,bizzat aşağıdaki mücadelelerinkendisinden, Türkiye'de emeğintarihsel hakları temelinde geli-şen çevre, ekmek ve özgürlükmücadelelerinin Kürt ÖzgürlükHareketi ile stratejik bir ittifakkuramamasından doğuyordu.

Kılıçdaroğlu CHP'si, aslındaCHP'nin bu bağlamda bir siyasalboşluk yaratmadığını, AKP'nintemsil ettiği iyice otoriterleşenküreselleşmeci sermaye eğilimiile Kürt Özgürlük Hareketi ara-sında, şovenizmle yüzleşmeyenbir sosyal demokrasinin doldu-rabileceği tüm siyasal alanı sa-dece Aleviler arasında değil,emekçiler ve ezilenler arasındada “gerçekte” doldurduğunugöstermeye yetti.

Şimdi söylenen, bunun, Kılıçda-roğlu CHP'sinin başka bir boşlu-ğu doldurulabileceğine dair, ta-rihsel atıflarla dile gelen başkabir varsayım: En yetkin savunu-sunu Boratav'da bulan bu var-sayıma göre, 1970'li yıllarda,“Ecevit ‘düzen değişikliği’ni sa-vunurken partisini geleneksel(yani adeta Avrupaî) bir anlam-da sınıfsal platformlu ‘ılımlı sol’bir çizgiye taşıdı ve tüm Türkiyesiyasetini de sola kaydırdı. Ni-yetlenmemiş olmasına rağmenCHP’nin solundaki sosyalistakımların da gelişmesine katkıyaptı.”

Bu varsayıma göre, 1989 SHP'side 12 Eylül'ün ekonomik polit-kalarına soldan muhalefet ettiğiiçin başarılı olmuştu ve soldankopup küreselleşme politikala-rına entegre olduğu Ecevit'li hü-kûmetler döneminde ve “Erge-nekon avukatlığı”na evrildiğiBaykal'lı ana muhalefet günle-rinde başarısızlığa gömüldü.

Bir çok sol-sosyalist eğilimce debenimsendiği görülen Boratavgörüşüne göre, KılıçdaroğluCHP'si bu tarihsel denklemidoğru okuyabilirse, Türkiye'desol-sosyalist yükselişin önünüaçabilecektir.

Hayalden gerçeğe...Tarihsel ve mantıksal analizörüntüsünü tersten kurduğu-

nuzda Kılıçdaroğlu hayalini enazından bir kez bile ve elbetteBoratav çözümlemesi suretin-deki ihtiyatla bile olsa görme-mek için yegane mihenk taşıKürt Sorunu'dur. Bununla el-bette, Türkiye'de sosyal müca-delelerin kendine has bir dina-miği ve sınıf mücadelesinin te-mel belirleyen olmadığı kastedilmiyor. Aksine, Kürt Soru-nu'nun çözümü de Türkiye'deemeğin toplumsal davasına gö-beğinden bağlanmıştır.

Mihenk taşıdır çünkü, şove-nizmle yüzleşmeyen bir emekçi-ler ve ezilenler bloku, gerçek birsiyasal alternatif olarak ortayaçıkamaz. Kılıçdaroğlu, mevcut“CHP Programı”nda sorununkapsamı “Uluslararası antlaş-malardan kaynaklanan azınlıkhaklarını korumak, ancak top-lum içinde yeni azınlıklar yara-tılması cabalarına karşı çıkmak”,“Kürt kökenli vatandaşlarımızınyoğun olarak yaşadıkları bölge-lerdeki geri kalmışlığı, işsizliği,yoksulluğu, feodal düzeni orta-dan kaldırmak”, “Bir toprak re-formu gerçekleştirerek yurttaş-larımızı toprak sahibi yapmak”,“GAP projesini süratle tamamla-mak” , “Terörü ortadan kaldırıpevvelce terörle mücadele içinsarf edilen kaynakları bölgeninkalkınmasına harcamak”, “Obölgedeki vatandaşlarımızın et-nik kimliklerini koruyarak bü-tün toplumumuzla bütünleştir-me hedefine ulaşmak”la, prog-ramdaki özlü deyişle, Kürtleri“asimilasyona değil entegrasyo-na tabi tutmak”la sınırlı oldu-ğundan Kürt Sorunu'nda konuş-mamayı tercih etmektedir...

Kürt Sorunu'ndakonuşmak...Bu konuşmama halinin, tek ta-raflı ateşkesin sona erdirilmesiile başlayan çatışmalı ortamdada sürdürülmesi, ancak “kankanla yıkanmaz” gibi iddialı birsözün, barış isteyen bir pankartaçıldığında söylenebilmesi, BDPeşbaşkanı Gültan Kışanak'ın ce-vaben “Bu söyleminin arkasındadursun, politika üretsin veCHP'nin politikası haline getir-sin" derken kast ettiği üzere, sö-zünü ettiğimiz mihenk taşınınkısa sürede CHP içinde çalışma-sına vesile olabilecektir.

AKP tek parti iktidarının tümdevlet aygıtında kökleşmesi; bü-yük beklenti yaratan “Kürt Açı-lımı”nın, kökleşen tek parti ikti-darınca dile getirilen sorunun >>

Gün'de köşe yazdığı günleri an-dı, sosyalist solun güçlenmesin-den memnuniyet duyacaklarınısöyledi ve sıra mihenk taşına,Kürt Sorunu'na gelince sustu.

CHP solda gerçek birsiyasal boşluk yaratıyormuydu?Yaygın bir analiz, CHP'nin “laik-lik, Kıbrıs/Ermenistan, Kürt So-runu”na odaklanmış, “Ergene-kon avukatlığı” ile özetlenebile-cek Baykal'lı politikalarının sol-da, ekmek (iş, aş) ve özgürlüktemelli halk muhalefetinin geliş-mesine kayıtsız ve bu muhalefe-ti AKP'nin kollarına bırakan birsiyasal boşluk yarattığı yönün-deydi.

TDH, AKP muadili bir sol eği-limle, EDP ise sol-sosyal demo-

Kılıçdaroğlu ‘alternatif’miymiş?!

Emekçiler ve ezilenleringerçek siyasal alternatifiEmek ve Özgürlük cephesidir. Devrimci görev de,Kılıçdaroğlu'ndan sosyalist solun güçlenmesine dairiyiniyet deklarasyonu almak değil, bu somut alterna-tifi inşa etmektir

Page 14: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

Politika 14 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

İçinde biçimlendiği ideolojik atmosfernedeniyle sosyalist hareket, alt kimlikleretrafındaki hak taleplerine olması gere-ken önemi vermiyor.

Anlaşılır, dahası kimi haklı kaygılardanbeslenmekle birlikte, bu yaklaşımın gü-nümüz koşullarına uygun düşmediğiaçık. Anlaşılır, çünkü bizler, sorunlarıntemelindeki maddi nedenlere dair söz veçözüm üretmeye öncelik veren bir gele-neği temsil ediyoruz. Dahası ikincil so-runların fazla önemsenmesinin, dikkat-leri temel sorundan uzaklaştıracağı,emek güçlerini bölüp güçsüzleştireceğigibi bir önyargılarımız da var.

Bu kapsamda emek eksenli ve sosyalizm

hedefli bir örgütlenmeyle iktidarın elegeçirilmesi sonrasında, cinsiyet, etnik,inançsal, vb. tüm diğer ezilme biçimleri-nin de kendiliğinden çözüm yoluna gire-ceğini düşünmeye eğilimimiz çok güçlü.

Oysa hem sosyalizm adına kurulan re-jimlerin bu ikincil sorunları çözmekteyetersiz kaldığı hem de bunların çökme-siyle kitlelerin alt kimliklerine, özgül ta-leplerine doğru savrulduğu bir gerçek-likte yaşıyoruz.

Bugün artık sosyalizm hedefinin, kitlele-rin kendi özgül sorunlarını da çözerekgerçeklik kazanacağını kavrayabilecekbir deneyime sahibiz. Kaldı ki sosyalizmadına kurulan rejimlerin çöküşü sonra-sında kitlelerin kendi alt kimlik ve özgültaleplerine yönelmesi de, bu özgül so-runların önemsenmesi zorunluluğu da-yatıyor.

Sol ve Alevilik,Alevilik ve sol

>> askeri yöntemlerle çözümü önerileriyle1990'lı yıllara havale edilmesi; Aleviler üze-rindeki ayrımcılık ve baskının -özellikle yok-sul Alevileri dışlama ve gettolaştırma, iş ola-naklarından yararlandırmama, kamu perso-neli içinde tasfiye etme, İslamcı basında sü-regiden kışkırtma ve aşağılama vb. biçim-lerde- azalmak yerine artması, işçi ve emek-çilerin toplumsal davasının bu ayrımcılık-larla yüzleşmeden bağımsız bir kanalda ge-lişmesini olanaksız kılıyor.

Kılıçdaroğlu'nun, “yolsuzluklarla mücadele”,“halkın iktidarı”, “iş ve aş” söylemi bu ay-rımcılıklarla yüzleşmediği oranda, sıradanbir popülizmden öteye gidemez ve CHP'yi,Baykal'lı dönemde sıkıştığı coğrafya ve top-lumsal sınıflar denkleminden tek başınakurtaramaz. Kaldı ki, bu türden bir sıradanpopülizmin emeğin tarihsel haklarının ge-nişletilerek sermaye hükümranlığının dar-altılması bakımından da bir işlev göremeye-ceği, tarihsel olarak açıktır.

Bu haliyle Kılıçdaroğlu CHP'sinin, BaykalCHP'sinden ne kadar farklılaştığı tartışmakonusudur. Oluşan Parti Meclisi ve MerkezYürütme Kurulu'nda, sembol olarak öne çı-karılan isimler, Hurşit Güneş, Umut Oran gi-bi sosyal piyasa savunusunu sürdüren isim-lerdir; Türkiye'de Kürt Sorunu yoktur diyetepinmekle, “asimilasyon olmamıştır, enteg-rasyon yapılmıştır” diye üfürmekle meşgulolan Sencer Ayata gibi Kemalist bürokrasi-nin elitist sosyal bilimcileridir; demokratiksiyasal sorun denilince aklına laiklikten baş-ka bir şey gelmeyen, toplumsal kurtuluş de-yince ise “o ne ki, Mustafa Kemal zamanındaçözüldü o” cümlesinden ötesini düşlemeyenbazı siyaset erbabı ile profesör kadar “ca-hil”lerdir...

Bütün bunlar, Kılıçdaroğlu CHP'sinin de de-ğişmeyeceği anlamına gelmez. Tarihsel vemantıksal dizgeyi doğru kurarsak, evet Kı-lıçdaroğlu CHP'sinin şovenizmle yüzleşmesive “reformcu/ılımlı da olsa” sınıf siyasetle-rine dönmesi için bir ihtimal vardır: O da,devrimci ve sosyalist hareketin sosyal soru-nu/sınıf mücadelesini merkezine alarak,Kürt Özgürlük Hareketi ile tüm ezilenlerinsiyasal cephesini, işçi ve emekçilerin somutdirenişleri ve hareketleri ve tüm toplumsalmuhalefet içinde mevzilenerek inşa edebil-me becerisini gösterebilmesidir. Ancak o za-man, devrimci ve sosyalist hareket kendigerçek tarihsel temelleri içinde geliştikçe, iş-çi ve emekçilerin mücadeleleri içinde şove-nizmi kırdıkça, böylece yükselen muhalefetsermaye için gerçek bir tehdit haline geldik-çe, Kılıçdaroğlu CHP'si öyle istediği için de-ğil, öyle olmak zorunda kaldığı için bir alter-natif taklidi yapabilir...

Emek ve özgürlük bloku...Emek ve özgürlük bloku; tüm emekçiler veezilenler için gerçek siyasal alternatif budurve devrimci görev de, Kılıçdaroğlu'ndan sos-yalist solun güçlenmesine dair iyiniyet dek-larasyonları almak değil, bu somut alterna-tifi inşa etmektir.

Sosyalistlerin siyaseti, kendilerini hiçbir kimlikle öz-deşleştirmeden ama kim olurlarsa olsunlar ezilenkimliklerin güçlü ve köklü bir savunusunu üstlenerekgötürmesi zorunluluktur. Solun Alevilerle bakışması-nın asıl sorumluluğu solda, Alevi sorununu sosyalistsiyasetin diline tercüme etmek çok önemli

Erdoğan Aydın

Page 15: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

EKMEK & ÖZGÜRLÜK 15

Burjuva demokrasisinin sınırlarıiçindeki ulusal, cinsel, kültürel,vb. hak taleplerinin günümüzdekazandığı önemi görmeyen birsosyalist hareket, bu alanların li-beral, milliyetçi, dinci kimlikler-ce hızla doldurulduğu, bu bağ-lamda kitleselleşme olanakları-nın daha da daraldığı gerçeğiylekarşı karşıya kalıyor. Diğer yan-dan bu gibi özgül sorunları te-melinde demokrasi eğitimindenve örgütlenme deneylerindengeçmeyen kitlelerin sosyalizmiinşa iradesi edinmesi de olanak-sız.

Kaldı ki, kendi toplumsal tarihive yerel kültürleriyle ilişkilene-meyen, güncel sorunlarına çö-züm üretemeyen, bu temeldeideolojik ve kültürel hegemonyakuramayan bir hareketin kitle-selleşmesi, geçmişe oranla dahada zor. Özetle bu gibi demokrasisorunlarıyla, emek dışındaki haktalepleriyle ciddi bir şekilde ilgi-lenmek, günümüz koşullarındave bir toplumsal ve kültürel mo-zaik olan ülkemizde özellikle zo-runlu.

leviliği bir siyaset altyapısı hali-ne getirmeye çalışmaktan uzakdurulmalıdır. Aleviliğin içgüdüselsolculuğu solun reorganizasyo-nunda önemli bir manevi dina-mik olsa da Aleviler için de siya-setin Alevilik ekseninde daraltıl-mamasına azami duyarlık göste-rilmelidir.

Bu bağlamda Eşitlik ve Demok-rasi Partisi’ne (EDP) de geçer-ken değinmek kaçınılmaz. Kuş-kusuz EDP’nin 1960’larınBirlikPartisi ve 1990’ların Barış Parti-si deneylerinde olduğu gibi birAlevi partisi olmadığı kesin. Bu-nunla birlikte, Alevi Hareketinindemokratik örgütü olan AleviBektaşi Federasyonu yöneticile-rinin EDP kuruluş sürecinde çokfazla öne çıkmış olmaları, kezaAlevi kitlesine bu süreçte çok faz-la misyon biçilmesi nedeniyleparti böylesi bir yargının ağırgölgesi altında şekillendi. Bu isebaşka belirleyici politik ve top-lumsal nedenlerin yanındaEDP’nin gelişimi ve siyasette an-lamlı bir işlev görmesi önündeciddi bir engel oluşturuyor.

Toplumsal haklar da kim-lik hakları da savunul-malıGünümüz Türkiye'sinde demok-rasi ve sosyalizmi bir karşı blokolarak inşa etmek, salt emeğiniktisadi sorunları temelinde de-ğil, diğer ezilme biçimlerini dekucaklayan bir perspektiflemümkün. Bu kapsamda sosyaldevleti gerçekleştiren bir ekono-mi politikası kadar, çok kimlikliçok kültürlü bir rejim hedefindenetleşilmesi de sol hareketin top-lumsal bir temsiliyet elde edebil-mesi için büyük önem taşıyor.Dolayısıyla hangi kimlikten olur-sa olsun Türkiye halkının sosyaleşitliği için mücadeleyi, toplu-mun kimliksel, kültürel ve diğerhakları için mücadeleyle birleş-tirme zorunluluğuyla karşı karşı-yayız.

Aynı şekilde sosyalistlerin siya-seti, kendilerini hiçbir kimlikleözdeşleştirmeden ama kim olur-larsa olsunlar ezilen kimlikleringüçlü ve köklü bir savunusunuüstlenerek götürmesi de başkabir zorunluluktur.

Ancak bu bakışma için asıl so-rumluluk solda. Solun Alevilerigörmek ve Alevi sorununun Kürtsorunu gibi Türkiye'nin temel birdemokratikleşme sorunu oldu-ğunu siyaset diline yansıtmakkonusundaki eksikliklerini aş-ması çok büyük bir önem taşıyor.

Alevilerin eşit yurttaşlıkhakkıBu kapsamda ülkemizde en çoktartışılan sorunlardan biri de A-levi sorunu. Bu sorun, 15 milyo-nu aşkın bir toplumsal kesiminkültürel ezilmişliğinden kaynak-lanıyor, bu bağlamda üstündenatlanamaz bir demokrasi sorunu.

Örneğin zorunlu din dersinde Al-evi çocukların asimile edilmesi,Alevilerden de alınan vergilerleDiyanet gibi laiklik karşıtı ve Sün-ni Ortodoks bir kurumun bu asi-milasyonu daha da genişletmesi,Alevilerin kimlikleriyle eşit yurt-taş olma haklarının gasp edilme-si gibi ciddi toplumsal sorunlarasosyalistler duyarsız kalamaz. Bugibi taleplerin sosyalistlerce dil-lendirilmesi, hem çok kültürlüçok kimlikli demokratik ve laikbir Türkiye hedefinin hem de Al-evi kimliğinden emekçilerle bü-tünleşebilmenin olmazsa olmazgereği.

Alevi sorununa ilişkin duyarlılık,hem Kürt sorununa karşı göste-rilmek zorunda olan genel de-mokrasi duyarlılığının, hem deondan ayrı olarak laiklik müca-delesinin gereği. Oysa Alevi kim-liğinin inançsal bir sorun olmasınedeniyle sosyalistler, Kürt soru-nuna gösterdikleri yetersiz du-yarlılığın da gerisinde kalıyorlar.Esasen ideolojik cephaneliğimiz-de ulusal sorunlara ilişkin bir di-zi teorik açılımın varlığına karşındinsel ezilmeye ilişkin kapsamlıbir yaklaşımın yokluğu da böyle-si bir duyarsızlığı besleyen bir et-ken oluşturuyor. Oysa demokrasive insan haklarının gerçekleşe-bilmesi anlamında tüm kimlikselsorunlar aynı muhtevada olup,hak ve özgürlük temelinde çö-zümleri de aynı tipten bir demo-kratik duyarlılığı gerektiriyor.

Diğer yandan Alevi kimliğinin,kapitalizm öncesi çağların sınıf-lar mücadelesinde ezilenlerinideolojik yansıması olduğu ger-çeğinin de bu özgül bağlam için-de özellikle akılda tutulması ge-rekiyor. Aleviliğin tarih boyuncaezilmiş ve asimile edilmiş olma-sının yanısıra, Alevilerin egemen-lere karşı sergilediği tarihsel di-reniş de onlarla ilgilenmemizi ay-rıca zorunlu kılıyor.

Başta Pir Sultan Abdal, KalenderÇelebi, Baba İshak olmak üzere,Alevi inanç önderlerinin impara-torluklara başkaldıran destansıpratiği, onları bu coğrafyadaki ta-rihsel esin kaynaklarımız kılıyor.Aynı şekilde Yunus Emre, Nesimi,

Kaygusuz Abdal gibi Alevi inançönderleri de, bu coğrafyanın hü-manist, eşitlikçi ve özgürlükçükültürünün bayraktarları olaraksosyalistlerin artan ilgisini gerek-tiriyor. Kaldı ki, Aleviliğe karşı bu-gün de sergilenen yasakçı ve da-ğıtıcı devlet iradesinin, bu kültü-rün bu eşitlikçi ve özgürlükçürefleksinden kaynaklandığı dik-kate alınırsa, ona karşı sergilene-cek kayıtsızlığın, solun gerçektekendi toplumsal kültürü ve tarih-sel köklerine kayıtsızlık anlamıtaşıyacağı daha da net görülür.

Esasen yaşadığı toprakların ta-rihteki sınıf mücadelesiyle ilişki-lenmeyen, bu sınıf mücadelesininsiyasal ve kültürel temellerini bil-meyen bir sosyalist hareketin kit-le bilincinde köklü bir yer edin-mesi, bu temelde egemenlerekarşı ideolojik hegemonya geliş-tirmesi olanaksız. Özetle Alevili-ği tanımak ve onların sorunlarıy-la ilgilenmek, hem güncel hak ih-lallerine hem de egemen ideoloji-nin kullaştırıcı hegemonyasınakarşı demokratik ve laik dirençalanları yaratabilmek açısındanbüyük bir önem taşıyor.

Alevicilik de sorunluTabii modern siyaset inanç kim-liğiyle yapılamayacağı gibi, sosya-listlerin kendilerini bir azınlık ge-leneğe dayandırması da kabuledilemez. Diğer yandan Aleviliğinkendisini, günümüz sorunlarınınçözüm perspektifi olarak görenAleviciliğe de etkin bir itiraz ge-liştirilmeli.

Anadolu’da ezilenlerin eşitlikçiinancı olarak şekillenen Alevili-ğin, tarihte siyasal bir işlevi de ol-duğu kesin. Ne ki modern döne-min sorunları, ancak bu döneminçelişkilerinin çözümünü hedefle-yen modern bir perspektifle çö-zülebilir: Genelde sosyalizm, özelolarak Marksizm tam da bu ihti-yacın emek eksenli ifadesidir.

Bu koşullarda Aleviliği, günümüzkoşullarında bir siyasal programdüzeyine çıkarmak, hem onayüklenemeyeceği bir yük bindir-mek hem de halkın din temellibölünmesini daha da derinleştir-mekten başka bir işlev yüklen-meyecektir. Dolayısıyla Alevilikpaydasından siyaset üretme ça-balarına mutlaka itiraz edilmeli-dir.

Alevilerin bireyler olarak siyasal-laşmalarının gereği vurgulanır vetarihsel geleneklerine uygun ola-rak bunun sol bir eksende yapıl-ması sağlanmaya çalışılırken, A-

Sol ve Alevilik,Alevilik ve sol

Page 16: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

16 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Politika

Genel Kurmay Başkanı İlker Baş-buğ’un 14 Nisan 2009’da KaraHarp Okulu’nda yaptığı uzun ko-nuşmanın son kısmını cemaatle-re ayırdığı hatırlanacaktır. Baş-buğ, asker sivil ilişkileri, ulus dev-let, PKK ile mücadele bahislerinide kapsayan konuşmasını adınıanmadan Fethullah Gülen üzeri-ne Weberci analizler yaparak sür-dürmüştü. Genelkurmay Başkanı,Fethullah Gülen’in hareketini “si-vil toplum” olarak tanımlamasınıçürütmek için Weber’in açık vekapalı toplumlar tanımları üze-rinden konuşmasını şöyle bitir-mişti: “Cemaate giriş ve çıkış çokfarklı dinamiklere bağlıdır. Bu ko-

şullar altında, dinsel cemaatlerin,hele çıkar çevresinde örgütlen-mişse, sivil toplum hareketi oldu-ğunu öne sürmek çok güçtür.”

Evet, Fethullah Gülen kendi etra-fında oluşan hareketi sivil toplumhareketi olarak tanımlıyor, ÖmerLaçiner ve Doğu Ergil de bu fikir-de. Ergil, Fethullah Gülen üzerinekaleme aldığı son kitabında Gü-len’in Türkiye’nin en önemli ihraçmalzemesi olduğunu da söylüyor.28 Şubat sürecine ön gelen za-manlarda Deniz Baykal da TSKiçin benzer tasvirler yapmıştı.Anlaşılan Türkiye’de kimi özne-ler kritik zamanlarda siyasete vetopluma ne kadar derinden mü-dahalelerde bulunurlarsa bunun-la orantılı bir “sivilleşme” yaşı-

yorlar.

İlker Başbuğ’un konuşmasındankısa bir süre sonra Haziran’daTaraf gazetesi eline geçen belge-yi önemli bir iddia ile haberleş-tirdi. Tam da İlker Başbuğ’un yu-karıda anılan konuşmayı yaptığıdönemde hazırlandığı anlaşılanbelgede Fethullah Gülen adı açık-ça anılıyordu. “İrtica ile Mücade-le Eylem Planı” başlığını taşıyanbelgede AKP ve cemaate karşıyürütülecek eylem planı yer alı-yordu. Cemaate ait evlere yerleş-tirilecek silahların gene yerleşti-renler tarafından yakalanarakGülen hareketinin silahlı terörörgütü olarak gösterilmesindenAKP içindeki unsurların hareke-te geçirilmesine uzanan bir dizibaşlığı içeren belge Taraf gazete-since “AKP ve Gülen’i BitirmePlanı” olarak lanse edildi.

Ergenekon, vesayet-sivillik arkaplanında zamana yayılan bu tar-tışmalı ve hararetli süreçte Fet-hullah Gülen ve AKP birbirleri-

nin toplumsal taban ve meşrui-yet kanallarında iç içe geçerekdaha üst bir meşruiyet zemini ya-kaladılar. Gülen hareketi bu süre-ci ustaca elini güçlendirecek şe-kilde kullandı. Gülen Haziran so-nuna doğru “buna benzer tertip-lerle daha önce de karşılaştıkla-rını Allahtan jandarma ve emni-yet içinde dürüst insanlar olduğuiçin kimsenin amacına ulaşama-dığını” söyledi. Anlayana mesajson derece açık.

AKP Gülen yakınlaşmasıAKP’nin kurucu kadrolarının Mil-li Görüş çizgisi ile yaşadığı kopuşdönemi ve ardından inşa edilensiyasi hat Gülen Hareketi ile ya-kınlaşmanın da zeminini sunu-yordu. Siyasal İslamın iki ucu ola-rak Milli Görüş ve Gülen hareke-tinin 28 Şubat sürecinde bir yan-dan devlet ile bir yandan da ken-di aralarında yaşadıkları gerilim-li ilişki iki hareketi birbirindendaha da uzağa düşür-müştü.

AKP’nin iktidara gelmesinde Gü-len’in katkısı bir yana AKP ve Gü-len Hareketi arasındaki ilişki Gü-len’in daha önce hiç bir siyasiparti ile denemediği çok doğru-dan ve yakın bir ilişkiyi hayatageçirdi. Daha önce yolunu açacakiktidarları oy ile mükafatlandıranGülen, AKP ile belli bir amaç veçıkar birliği temelinde esaslı birilişki kurdu. Başta medya olmaküzere kontrolündeki tüm gücüiktidarın arkasına dizdi.

Gülen-AKP tartışmasıErgenekon sürecinde emniyetiçindeki konumları ve Gülen’eyakın medyanın aktif tutumu ta-nım yerindeyse AKP ve Gülen’ibirbirine bağladı. Şimdi bu ilişki-nin tartışıldığı bir sürecin içindengeçiyoruz. Tartışma Gülen’in yar-dım gemilerine karşı gerçekleşenİsrail saldırısının ardından yaptı-ğı açıklama ile başladı ve eksenkayması tartışmalarının da ivme-lendirmesi ile esaslı bir konu ha-line geldi. Gülen İsrail’in yardımgemilerine yaptığı saldırı ardın-dan AKP’yi ketleyen açıklamasıile aynı anda birden çok merkezemesaj göndermiş oldu.

Gülen ve AKP arasındaki ilişkiyitemelden belirleyen ve etkileyenbir dizi olgudan söz edebiliriz.Gülen toplumsal gücünü burjuva

AKP: Ne Gülenle, ne Gülensiz

Osman Ersoy

Kapitalizm ile “demokrasi”yi birbirine bağla-yan pamuk ipliklerinin kopabileceği bir dö-nemde sermaye birikiminin sürdürülebirliği-nin ihtiyaç duyduğu otorite Gülen olabilir mi?

ABD’de yayımlanan, “Medeniyetler Çatışması” adlı kitabıyla ünlü muhafazakar Samuel P. Huntigton’ın kurucusu ol-duğu Foreign Policy dergisinin 2008’deki dünyanın en büyük entellektüelleri online anketinde Fettullah Gülen birin-ci sırayı aldı. Derginin editörlerinden Joshua Keating, durumu değerlendirirken “Böyle şey görülmedi. İlk 10’a giren-lerin hepsi Müslüman ama en şaşırtıcısı ezici zaferi kazananın Fettullah Gülen olması” diyordu. Aynı ankette OrhanPamuk 4., İranlı Nobel ödüllü hukukçu Şirin Ebadi de 10. sırayı almıştı. Leman’ın karikatürü bu “zaferi” yorumluyor.

Page 17: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

EKMEK & ÖZGÜRLÜK 17

Weber'in ‘Protestan ahlakı’ ileaçıkladığı sermaye birikiminin bi-zatihi bir değer olarak kabul edil-mesi. Bu unsurları bir araya geti-ren Batılı uluslar, moderniteyi vemodern kapitalizmi üretmeklekalmadılar, bunları dünyanın hertarafına da yaymayı başardılar.

“Batı bu değerlere hala sahip amaartık Batılı olmayan toplumlar dabu dinamikleri üretmeye başladı-lar. İşin sırrı da burada gizli. Küre-selleşmeyle beraber yaşanan enbüyük sessiz devrim, Batılı olma-yan toplumların Batının gelişmeve büyüme sırrını çözmüş olması.Bir manada ‘düşmanının silahıylasilahlanan’ periferideki ülkeler,merkezin imtiyazlarını sorgulu-yor. Tıpkı Türkiye'de AK Parti ikti-darında ifadesini bulan merkez-çevre ilişkisi gibi.

“Tarih artık tek bir merkezden ak-mıyor. Dünya tek bir merkezdenyönetilmiyor. Doğu, batı, eksen, vs.kavramları 20'nci yüzyılda olduğugibi katı ve mekanik kavramlardeğil artık.

“Türkiye, soğuk savaş dönemindebir süper gücün gölgesi altında ya-şayan atıl bir ülke değil artık. Ta-rih artık batıdan doğuya doğruakmıyor. Ortada güçlü ve herkesinikna olduğu bir "batı ekseni" de

demokrasisinin herhangi bir bi-çimsel işleyişinden değil de esasolarak bir sermaye gücü ve din-sel örüntü olarak sağladığındanhükümetin iki seçim arasındahissettiği baskıyı yaşamıyor. Ay-rıca pratik olarak dünyaya yayı-lan ticari, eğitim ve kültürel mü-esseseleri ile “küresel bir aktör”olduğundan pragmatik bir hatüzerinde yol alıyor. Elbette eldeettiği güç ile doğru orantılı birTürkiye algısına sahip. Fakatözellikle son dönemde DışişleriBakanı Davutoğlu’nun sürdürdü-ğü hat başta olmak üzere bu iliş-kinin mahiyetini etkileyen bir di-zi politik durum farklılaşmasımevcut. AKP, AB ile müzakere sü-recini de kapsayan ve ona ön ge-len zamanlarda oluşturduğudünya okumasını revize etmişdurumda. Davutoğlu’nun bakanolması ile başbakanın baş danış-manlığı koltuğuna oturan İbra-him Kalın değişiklik dediğimizdurumu şu uzun alıntıdaki argü-manlarla özetliyor:

“Ferguson'a göre Batı'nın tarihiyükselişinin sırrı, altı unsurda giz-li: Kapitalist ekonomik düzen, bi-limsel metot, özel mülkiyet ve bi-reysel özgürlüğe dayalı bir hukukve siyaset sistemi, geleneksel em-peryalizm, tüketim toplumu ve

yok. Varsa da bu statik ve mekanikbir eksen değil. Avrupa'nın veAmerika'nın kafasının karışık ol-duğu bir dönemde biz ne yaptığı-mızı biliyorsak bu kimin suçu?”

Her şey yerli yerinde. Protestanahlak ile ifadesini bulan durumbizzat Gülen oluyor herhalde. Gü-len’in “iyi Müslüman” anlayışınıntemelini zenginleşme oluşturu-yor. Zenginleşmek için çabala-mayan birinin “imanında eksik-lik”ler tespit eden Gülen özelikle“Anadolu Kaplanları” denilen ser-maye çevrelerini bir arada iş yap-mak konusunda teşvik ediyor. Buteşvikin en önemli meyvesi AsyaFinans. Gülen kendisini takipeden sermayeyi iktisadi faaliyet-lerine ek olarak hastane ve eği-tim kurumları açmaları konu-sunda yönlendiriyor. Gülen’e gö-re “iş hayatı ile İslam’a hizmeti biraraya getiren birey ömrünü debütünüyle ibadet haline getirmişolur.” İşçiler için de formül basit:“İşveren ve işçi, biri ücreti verir-ken, diğeri çalışırken hep Allah'ınmurâkabesi altında olduklarışuurunu bir an bile akıllarındançıkarmayarak, yaptıklarını hepbu şuur içinde yaptıklarında, işteo zaman sermaye ve emeğin herikisi de kudsîleşecek, sömüren-sömürülen çatışma ve çelişkisi detamamen ortadan kalkacaktır.”

Avrupa bitti mi?Davutoğlu ve Kalın başta olmaküzere AKP’nin fikir üreticileri budünya ve Avrupa analizden ikiönemli misyon üretiyorlar. Birin-cisi Avrupa’nın geleceğini Türki-ye’de AKP tarafından yürütülendeğişim üzerinden okuyan Avru-pa ideallerini korumak meselesi.Türban, çarşaf ve minare yasak-ları ile yeni bir biçim alan “öteki-ler” üzerindeki baskı, ekonomikkriz ve aşırı sağın yükselişe geç-mesi ile ortaya çıkan durumunilacı olarak “bölgesel güç Türki-ye” siyaseti. Buradaki kritik nok-ta Avrupa ideallerini Türkiye’ninkendi dinamiği ile inşa etmesi ge-rekliliğine yapılan vurgu. Ve ihti-yaç duyulan, Türkiye’ye bu gücüve dinamizmi sağlayacak bölgesiyaseti. Irak Kürdistan’ı ile ilişki-ler Arap toplumları ile kurulanbağ, İran meselesinde alınan aktiftutum ve bütün bunları birbirinebağlayan İsail siyaseti. İran mese-lesi burada özel bir mana barın-dırıyor. Esas olarak AKP, İran’da-ki molla rejimi ile kendi geleceğiarasında bir bağ görüyor. BaştaABD olmak üzere İran ile küreselgüçlerin yaşadığı sorunun baskı

ve şiddeti artırması ile kendi ikti-darlarının geleceği arasında kur-duğu olumsuz bir senaryoya gö-re hareket ediyor. Bunun gereğiolarak da İran meselesinde aktifbir tutum içindeler.

Davutoğlu’nun kitaplarında herfırsatta altını çizdiği husus Os-manlı’dan Türkiye Cumhuriye-ti’ne geçiş sürecinde eski hâkimi-yet alanlarında TC’ye manevi veentelektüel bağlarla bağlı nüfuzgruplarının bırakılamamış olma-sı. İsrail ile yaşanan gerilimdençıkartılacak bir kazanç olarak dabu düşünülüyor. AKP’liler Erdo-ğan’ın Arap sokağında yakaladı-ğı popülariteyi sokakla sınırlıgörmüyorlar, aynı zamanda oto-riter yönetimlerden muzdaripbir entelektüel dinamiği de hare-kete geçirebildikleri kanısındalar.

Fethullah Gülen ile süre gidenilişkinin gerilimli yanlarından bi-rini bu nokta oluşturuyor. Güleniçin İslam coğrafyası diye bir öz-gül alan söz konusu değil. Gülen’egöre bölgesel güç olmanın koşul-ları İsrail ve ABD ile itişmektengeçmiyor. Bu güçlerin temelprensipleri ile inşa edilmiş uzunerimli bir siyasi hattın yaşamşansı olduğunu düşünüyor Gü-len.

Türkiye’de liberal-muhafazakar-küreselci ve ulusalcı-devletçiegemen kampların devletin mer-kezinde konumlanarak ortaya çı-kardıkları siyasal hat Gülen, AKPve Karargah üçlü sacayağında şe-killeniyor. Gülen söyledikleri veima ettikleri ile Washington’da“monşerlerin” yıllardır başara-madığı Türk lobisini kurup Da-vutoğlu’nun kullanımına sunma-sı ile ve de Deniz Baykal’a Pensil-vanya’dan gönderdiği iyi niyet di-lekleriyle etkisini arttıran politikbir güç. Kılıçdaroğlu’na iktidarıistiyorsa Gülen’e el uzatması ge-rektiğine dair nasihatler duyul-maya başlandı bile.

Gülen Hareketi üzerinde önemledurulması gerekli bir toplumsal-politik burjuva hareketi. Kendi-sine sorarsanız “son derece de-mokrat bir insan, endişe edecekbir şey yok”

Peki, kapitalizm ile “demokra-si”yi birbirine bağlayan pamukipliklerinin kopabileceği bir dö-nemde sermaye birikiminin sür-dürlebirliğinin ihtiyaç duyduğuotorite Gülen olabilir mi?

1941 Pasinler, Erzurum’da doğan Gülen1959’a değin Erzurum ve Edirne baştaolmak üzere çeşitli illerde bulundu veyoğun bir din eğitimi aldı.

Askerliğini bitirip 1963’te geldiği Erzu-rum’da Komünizmle Mücadele Derneği-nin Kuruluşunda aktif rol aldı. 12 Mart ve12 Eylül’de “şeriatçılık” suçlamasıyla kı-sa süreli tutuklamaların ardından ser-best bırakıldı. Anadolu’nun çeşitliği yer-lerinda vaizlik yaptıktan sonra 1980’ler-de geldiği İzmir’de kendi çevresinde birhareket oluşturdu. Fethullah Gülen, İs-lam'ın Sünni-Hanefi görüşlerini SaidNursi'nin görüşleri ve kitapları Risale-iNur ışığında yorumluyor.

Fethullah Gülen SSCB’nin dağılmasınınardından takipçilerini Orta Asya’ya yön-lendirerek bu ülkelerde ticaret ve eğitimkuruluşları oluşturulmasına ön ayak ol-du. Açılmaya çalıştığı ülkelerde karşılaş-tığı sorunları aşmada Turgut Özal ve Sü-leyman Demirel’in ilgili hükümetler nez-dindeki temaslarından yararlandı.

Gülen cemaati 92 ülkede 500 ilköğretimokulu, 6 üniversite ve çok sayıda dil vekültür merkezine sahip.

Gülen 1994’te Gazeteciler ve YazarlarVakfının kurdu ve onursal genel başka-nı oldu. Vakfın en önemli faaliyetleri ara-sında liberaller ile İslamcılar arasında

daimi bir diyalog zemini olan Abant Plat-formu var.

2005’te kurulan Türkiye İşadamları veSanayiciler Konfederasyonu (TUSKON)Fethullah Gülen’e yakınlığı ile bilinen işadamlarının örgütüdür. 80 ilde faaliyetgösteren TUSKON 12 bin üyeye sahip.

Zaman Gazetesi, Samanyolu ve MehtapTV kanalları ve bir dizi yerel radyo ve TV“Fettullahçı” iş insanlarınca kontrol edili-yor.

“Faizsiz bankacılık”la ilgilenen “Asya Fi-nans Kurumu Anonim Şirket"i de1996’da Fethullah Gülen’in teşvik veyönlendirmeleri ile bir araya gelen ser-mayedarlarca kuruldu.

Fettullah Gülen kim ?

Page 18: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

18 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Pişkin bir milliyetçininhezeyanı!

cephe vardır: Yurtsever Cepheve Liberal Cephe. Birinciden ya-na değilsen ikincidensin. Milli-yetçi bir küçük burjuva kafasınındevrimci Marksistlerin ezilenle-rin 3. Cephesinden yana olması-nı elbette kavrayamaz.

Yanardağ “yanıt”ında şöyle di-yor: “Bugün insanlığın ilerici bi-rikimine, aydınlanmanın veCumhuriyet'in kazanımlarına velaikliğe yönelik saldırılar karşı-sında gönül rahatlığıyla bir‘üçüncü yol’ önerebilir miyiz? Buülke gerçek anlamda ve yeterin-ce laik olmasa bile, gericilikle in-san aklının özgürleşmesi arasın-da süren bir çarpışmada sosya-lizm adına tarafsız kalınabilirmi? Bana göre hayır!”

Cumhuriyet dediği, finans-kapi-

tal üreticisi devletin bir asra yak-laşan diktatörlüğünü gizleyerek,üst yapı kurumlarının bekçiliğinesoyunmak devrimcilik olamaz.Milliyetçiliğe yamanmanın en ge-lişkin örneğini temsil eden beyi-miz, “Cumhuriyetin kazanımla-rı”nı savunmak adına devlet bek-çiliğine bakın hangi gerekçeylesoyunuyormuş:

”Marksistler, Fransız burjuvazisi1789’dan sonra işçileri günde 18saat çalıştırdı, kadın ve çocukemeğini acımasızca sömürdü,ayaklanan işçilere karşı katliam-lar düzenledi, Paris Komünü’nükanla bastırdı diye Fransız Devri-mi’nin tarihsel önemini, değerinive insanlık tarihine eklediği ileri-ci kazanımları inkâr edip yok musayıyorlar?” Hayır, yok saymıyor-lar! Ancak dönemleri bilinçli ola-

Politika

Marksistler neden polemik yap-mak zorunda kalırlar? Ezilenlerisermayenin boyunduruğundankurtarma mücadelesinde onlarlaaynı cephede görünerek bu mü-cadeleyi sekteye uğratmaya çalı-şanları ideolojik olarak silahsız-landırmak, kadrolar ve yığınlararasında etki alanlarını kuruta-bilmek için. Geçen sayıda “HayatBizi 3. Cepheye Çağırıyor” başlık-lı yazımızda sermayenin başlıcaiki politik ayağı olan AKP ve CHParasındaki kavgada, politik yak-laşımları “sol” liberal ve ulusalcı-lık olarak karşımıza çıkan çizgi-leri mahkûm etmiş, bunlara kar-şı ezilenlerin 3. Cephesini savun-muştuk.

Ulusalcılığa yaslanan bir sosya-lizm anlayışının başlıca temsilci-si olarak TKP’yi eleştirirken, da-ha hızlı bir ulusalcının söylemle-rine de yanıt vermiştik. MerdanYanardağ adlı bu ulusalcı, eleşti-rilerimizin ne kadar yerinde ol-duğunu yanıtıyla kanıtlamış oldu.

Yanardağ, önce seviyeli bir eday-la, bir medya kanalının kuralları-nı tekrarlar gibi, polemik sözcü-ğünün “söz dalaşı” olduğunu vesosyalistler arasında ancak tar-tışma yapılması gerektiğini ha-tırlatıyor. Biz de ona devrimci birkuralı hatırlatalım: Tartışma or-tak paydaları olan kişi, eğilim,grup ve örgütler arasında olur.Bizce Yanardağ’ın düşünceleri butoplumun ezilenleri için gerici vemilliyetçi bir içerik taşıdığından,polemik konusu olmaya hak ka-zanmıştır.

Burjuvazi doğudakaranlığın önderidirUlusalcımızın bütün gevelemele-ri bir tek kapıya çıkıyor: “YaAKP’ye karşı Yurtsever cephedeolursunuz, ya da ‘Sol’ liberalsi-

niz!” Gerek daha önceki yazısı vegerekse bize yanıtındaki tüm ge-rekçelerin son istasyonu budur.Peki, biz ne diyoruz: “Devlettenve sermayeden bağımsızlaştıra-bileceğimiz tüm kapitalizm kar-şıtı devrimci ya da muhalif ku-tupları bir araya getirmek gerek.”İşte polemik konusunun özü bu-dur. Sermayeyi bir bütün olarakgörmediğin, devleti en başta or-du olmak üzere gölgede bıraktı-ğın için, devrimci değil reformist-sin, enternasyonalist değil, milli-yetçisin. Bu noktada tartışma ol-maz, ancak polemiklerin en acı-masızı kendini dayatır, çünkü ezi-lenlerin kurtuluşu Yurtsever Cep-he adı altında milliyetçi projeler-le ipotek altına alınamaz.

Milliyetçi muhatabımız için iki

Milliyetçi Merdan Yanardağ Marksizmin çöplüğüne atılmış asgari program anlayışını “yurtse-verlik”, “anti-emperyalizm”, ”Cumhuriyetin kazanımları”, “aydınlanma”, “laiklik” vs. gibi terim-lerle küçük burjuva ilericiliğini gıdıklayarak Marksizm diye önümüze sürüyor.

Ersen Olgaç

Merdan Yanardağ’ın “ilerici burjuva” kanadının önde gelen savaşçılarından Gen. Hurşit Tolon “Cumhuriyeti korurken”....

Page 19: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

EKMEK & ÖZGÜRLÜK 19

lar da temel olarak AKP veCHP/Genel Kurmay cephesidir.Burada “tarafsız” kalınmayacakve “Cumhuriyet’in kazanımla-rı”nı korumak için saf tutulacak-mış. “Burjuvazinin gerici kanadı-na karşı yürütülecek mücadele,aynı zamanda kendi gelenekleri-ne ve devrimine ihanet eden ser-maye kliğine karşı da esaslı birsavaş olacak”mış! Yakınmanagerek yok! Çünkü burjuvaziningerici ve ilerici diye kanatlarıyok. Burjuvazinin “gerici kanadı”dediğin anda bunun karşısındaadını koymaya utandığın ilericikanadı da var demektir. Bu kesimise, ne geleneklerine ne de “dev-rim”ine ihanet etti. Çünkü seninözlediğin burjuvazinin “gelenek-lerini ve devrimci mirasını” aynıburjuvazinin mezar kazıcısı olanproletarya 1800’lerin başlarındaelinden aldı. Bu yüzden yirminciyüzyıldaki burjuva devrimleri iş-çi sınıfı önderliğinde gerçekleşenproleter devrimlerin bir yan gör-evi olarak tamamlandı. İşçi sınıfısadece ezilenlerin iktidarı içinmücadele eder ve iktidara gel-dikten sonra bir işçi devleti ola-rak köylülüğün desteğiyle demo-kratik devrimin görevlerini deyerine getirir.

”Üçüncü yol değil, yurtsever dev-rimci cephe” sloganına sarılanmilliyetçimiz, Marksizmin çöplü-ğüne atılmış olan asgari programanlayışını adını koymadan “yurt-severlik”, “anti-emperyalizm”,“Cumhuriyetin kazanımları”, “ay-dınlanma”, “laiklik” vs. gibi küçükburjuva ilericiliğini gıdıklayarakMarksizm diye önümüze sürü-yor. Doğrusunu söylemek gere-kirse, ayrı saflarda olduğumuz veeleştirdiğimiz TKP bile böylesibir konuma düşmedi.

Bizler Devrimci Marksizm’inyüklediği görevleri bizzat ya-şamdan yola çıkarak şöyle savu-nuyoruz:

“Kapitalizmle sosyalizm arasın-da bir ‘orta yol’ teklif ediyor de-ğiliz. Kapitalizmle sosyalizm ara-sında bir orta yol yok… Türkiyesiyasetindeki mevcut hakim ku-tuplaşmanın emekçileri de içineçekerek, emekçileri [sermaye se-çenekleri arasında] taraflaştıra-rak süregitmesi karşısındaemekçilerin muhalefetinin topla-nacağı başka odak teklifidir. Do-layısıyla ‘üçüncü’ terimi buradaulusalcı-otoriter bir sermayekutbu ile muhafazakar-liberalküreselci bir sermaye kutbu ara-sında dağılmış, bunlar arasında

pektifi budur.

Bizim bu son derece açık çizgi-mizin “Hayat Bizi Üçüncü Cep-he’ye Çağırıyor” başlığıyla dilegetirildiği yazımıza, “entellektüelsefillik”, “utanmazlık” gibi prova-katif kavramların arkasına gizle-nerek saldıran sosyalist maskelimilliyetçimiz, şu satırlarımıza ba-karak mı bizi utangaç liberalliklesuçluyor?

“Ezilenlerin kurtuluşu uğrunamücadelede tek engel ulusalcı soldeğil. Taraf gazetesinin belirli ke-simler üzerinde yarattığı ideolo-jik hegemonyadan nasibini alansol çevreler de var. Batı tipi birburjuva demokrasisinin tüm me-kanizmalarıyla eksiksiz işleyebil-mesini sağlamak için çaba gös-terdiğini iddia eden Taraf’ın bur-juvazi saflarındaki herhangi biryayından farkı, kendi içine kimieski solcuları da katmış olması vebunlar aracılığıyla sosyalist hare-ket üzerinde kendi çizgisi doğ-rultusunda etki yaratmaya çalış-masıdır. Türkiye’de gelenekselbürokratik yapının etkisi kırıla-cak, ordunun vesayeti kaldırıla-cak ve “şeffaf” bir toplum yaratı-lacak. Böylece batılı ve yerli ser-mayenin güven duymasıyla yatı-rımlar artacak ve Türkiye işsizli-ğin ve yoksulluğun ortadan kalk-tığı bir bolluk ve zenginlik diyarıolacak. Bu illüzyonun Avrupa ka-pitalizmi ve hayal edilen burjuvademokrasisi hakkında yeterincebilgisi ve deneyimi olmayan apo-litik insanlar üzerinde belirli biretki yaratması anlaşılabilir birşeydir. Ancak burada söz konusuolan sosyalistlik ve hatta Mark-sistlik iddia eden kimi kesimlerinbu liberal ideolojik taarruzun et-kisiyle, burjuva ideolojisine ek-lemlenmeleridir.”

Bunları söylediğimiz için mi şuiğrenç iftiraya maruz kalıyoruz?”Sakın arkadaşımız, utangaç birşekilde liberal çevrelerde, ”solsosyete” içinde kendisine bece-riksizce alan açmaya çalışıyor ol-masın?” Yazısının başında ağır-başlı bir tartışmacı edasıyla pole-mik kavramını şu şekilde tanım-lıyor milliyetçimiz: “Polemik, ka-baca herhangi bir etik taşımaksı-zın ve gerektiğinde yalana, çar-pıtmaya ve demagojiye de başvu-rarak karşısındakini yenilgiye uğ-ratmayı ya da küçük düşürmeyiamaçlayan bir eylemdir.”

Evet Merdan Bey, anlattığın ken-di hikayendir!

rak karıştıranlar böyle milliyetçibir söyleme sarılır. 1789 sonrası-nın Fransız burjuvazisi ile1923’ün Anadolu burjuvazisiarasındaki farkı sosyalizmin ilk-okul öğrencileri bile bilir. Burjuvademokratik devrimler çağındadevrimci barutunu tüketmemişbir burjuvazi feodalizmin tasfiye-sinde önderlik yaparken, yirmin-ci yüzyılda aynı burjuvazi feoda-lizmle ittifak içindeydi. Ekim dev-riminin açtığı yoldan ilerleyendünya ve özellikle Avrupa prole-taryası sosyalist devrimlerin eşi-ğine gelmişti. Bir dünya devrimihayal değil gerçekti. Burnumu-zun dibinde Rus proletaryasınınburjuvaziyi devirerek sosyalistbir devrimi gerçekleştirdiği birçağda, Anadolu’da burjuva ideo-lojisinin temsilcisi Kemalizm’inbir burjuva devrimini sonunavardırması mümkün müydü?Ancak işçi sınıfının ve onun ideo-lojisinin önderliği altında prole-ter bir devrim demokratik devri-mi tamamlayabilirdi. Bu yüzdenBatıda aydınlanmanın önderiolan burjuvazi, doğuda karanlı-ğın önderidir.

Burjuvazinin “ilericikanadı” varmış!“Cumhuriyetin kazanımları, laik-lik ve aydınlanmayı” savunmakgerektiğini vurgulayan milliyetçi-miz, Türkiye’de burjuvazinintemsilcisi olan Kemalist iktidarınsadece sermaye egemenliğininyaşam alanı kadar bir üstyapı re-formlarıyla yetinmesine tapını-yor. 1923 iktisat kongresi erte-sinde devrimler adı altında atılanadımlar, Türk burjuvazisininkendi egemenlik yolunu açmakiçin gerekliydi ve egemenliğinibir yandan sınırlı burjuva üst ya-pı reformları yaparak ve diğeryandan da antik toplumdan mi-ras kalan tefeci-bezirgân serma-ye ve kapitalizm öncesi artığı taş-ra mütegallibesi ile ittifak saye-sinde koruyabilmiştir. Bu yüz-den de Cumhuriyet tarihinde birburjuva devriminin en temel ge-reği olan toprak reformu günde-me gelmediği gibi, 1960’lara ka-dar toprak reformu talebiyle ko-münizm eş anlamlı görülmüştür.

Yanardağ’ın özenle vurguladığı“gericilikle insan aklının özgür-leşmesi arasında süren bir çar-pışma” kimler arasında cereyanediyor? Komünist sol, siyasetsahnesinde henüz belirleyici birrol oynayamadığına göre, bu“çarpışma”nın tarafları toplum-sal yarılmanın taraflarıdır. Bun-

kamplaşmış emek güçlerine, biremek ve özgürlük bloğunda top-lanmalarını önerme teklifidir. Ki-mi görüşlere göre bu iki kutup[saptaması] aslında yapaydır, yü-zeyseldir: aslında iki kutup yok-tur, sonuçta bir emek ve sermayekutuplaşması içinde sorunu çöz-mek çok daha basittir. Fakat benbunun bu basitlik düzeyinde ya-şanmadığını düşünüyorum. Çün-kü bu kutupsallaşma salt iktisadiya da [siyasal] düzeyde değil. Ay-nı zamanda kültürel düzeyde,toplumsal düzeyde, dünya görü-şü düzeyinde, yaşam tarzı düze-yinde yaşanan ve Türkiye’de ne-redeyse -çok kuvvetli bir sözcükolsa bile- pasif bir iç savaş biçi-minde süregiden kutupsallaşma-yı biz sadece iki sermaye kutbuarasındaki geçici bir kamplaşmaolarak göremeyiz. Bu aslındaTürkiye’nin 100 yıllık meselesi.Tanzimat’tan bu yana sürüp gidi-yor bu kutupsallaşma ve Türki-ye’nin bütün poli-tik/toplumsalgerilimleri ne yazık ki bu hâkimeksen etrafında dönüyor. Bizimteklifimiz bu hâkim ekseni aşan,bunun ötesine seslenen ve anti-kapitalist bir programla bir öz-gürlük programını bağdaştıranbir programatik eksen kurmakve emekçileri burada toplanma-ya çağırmak demek.

“Bu basitçe demokratik devrim,sosyalist devrim aşamalı sürecideğildir. Tersine kesintisiz dev-rim perspektifi içerisinde bunugörmeliyiz.” (Ertuğrul Kürkçü ilesöyleşi, Dayanışma Gazetesi, 1Haziran 2010)

Emek ve Özgürlük cephesiİşçileri, emekçileri, kadın ve Kürtulusal kurtuluş hareketini dekapsamayı hedefleyen bu üçün-cü cepheye Emek ve Özgürlükcephesi diyoruz. Yurtsever Cephesavunucuları, adından da belli ol-duğu gibi düşmanı dışarıda arar-ken, Emek ve Özgürlük cephesiyerli ya da yabancı ayırımı yap-madan finans-kapital cephesinihedef alıyor. Kürt kurtuluş hare-ketinin bir yandan ulusal müca-delenin sınırlarına hapsedileme-yecek bir potansiyel ve sol damartaşıması ve diğer yandan da özel-likle batı metropollerindeki Kürtyoksullarının toplumsal kurtuluşözlemleri Ekmek ve Özgürlükcephesi için zengin bir dinamik-lik teşkil edecektir.

İşte ezilenleri sosyalist bir devri-me doğru taşıyacak bir geçişprogramının içinde yaşadığımıztoplumun kodlarına uygun pers-

Page 20: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

20 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Politika

Bir 12 Eylül günü yapılacak Ana-yasa oylaması, son otuz yılda hu-kuk siteminde yaşanan dönüşü-mün muhasebesini yapmak içiniyi bir fırsat doğuruyor. Sosyaldevletin tasfiyesi ve emekçilerinbüyük bedellerle elde ettiklerikazanımlarının ellerinden alın-ması süreci, sermayeye ayak bağıolacak her türlü yasal engelinkaldırıldığı, kural tanımazlığınmeşrulaştırıldığı “hukuksal” alt-yapı ile gerçekleştirilebilirdi. Buyüzden Türkiye’nin son on yılın-daki her türlü toplumsal talep,hukuk ve mahkeme odaklı birmücadele zemininde kendinikurdu/kuruyor.

Saldırı hukukla geliyorSaldırı hukukla gelince, kavga daburada cereyan ediyor. Tekel iş-çilerinin 4/C mücadelesinden,

sendikal haklara, 1 Mayıs’ın tatilyapılmasından, Sosyal Sigortalarve Genel Sağlık Sigortası’na(SSGSS) karşı mücadeleye,301’den açılan davalardan, HrantDink Davası’na, siyasi parti ka-patma davalarından, ana dildeeğitim, barınma ve sağlıklı birçevrede yaşama hakkına yönelikdavalara kadar, toplumun her ke-siminden yükselen hukuki müca-deleler önemli bir deneyimi içer-se de, hukuksal mücadele alanın-daki bu birikim ve mesai, hukuksisteminin kendisinde yaşananyapısal dönüşümü ihmal ediyor.

Hukuk özelleştiriliyorTürkiye’de sadece fabrikalar,okullar, hastaneler, kamu hizmet-leri değil, hukuk da özelleştirili-yor, neo-liberalizme teslim edili-yor. Bir başka ifade ile, neo-libe-ralizmin sonuçları, her alanda ol-duğu gibi hukuk alanında da et-kilerini özelleştirmelerle doğu-ruyor. Hukuk sistemi gittikçe, bü-

tünü parçalara kurban eden, heralandaki düzenlemeleri birbirin-den bağımsızlaştıran, normlararası hiyerarşik ilişkiyi koparan,sermayeye hukuksal alanda hertürlü denetimden muaf bir hu-kuksal özerklik yaratıyor. Anaya-sa ve Danıştay’ın iptal kararları,özellikle AKP dönemindeki yasave yönetmeliklerin normlar hiye-rarşisine ve kuvvetler ayrılığı il-kesine aykırılığa dayanıyor. Mev-zuat, sürekli uzmanlık alanlarınabölünürken, genel kanun-özelkanun ilişkisi kayboluyor. Başdöndürücü değişiklikler, uzman-ların bile çoğu zaman izlemektenbaşka bir iş yapmalarına izin ver-miyor. Torba kanun diye adlandı-rılan kanun yapma yöntemiyle,bir yasal düzenleme ile bir çokkanunda değişiklik yapılıyor.Önemli yasa değişiklikleri adetasatır aralarına gizlenerek hukuki

güven yok ediliyor. Birbiriyle ilgi-si olmayan pek çok özel kanun,sistematiği olmaksızın alt alta ge-tirilerek değişiklikler yapılabili-yor.

Karar süreçleriözelleştiriliyor Hukuk kurallarındaki bu özelleş-tirmenin tamamlayıcı unsuruolarak hukuk sistemi idari an-lamda da özelleştirildi. IMF veDünya Bankası ile işbirliği içeri-sinde oluşturulan ‘bağımsız dü-zenleyici’ kurullar, hükümetinprogramlarına, parlamentonunçıkaracağı yeni yasalara ve mer-kezi idarenin düzenlemelerineyön veriyor, siyasal karar almasüreçleri özelleştiriliyor. Organi-ze sanayi bölgeleri, serbest böl-geler, teşvik sistemi ile hukuk ala-nındaki özerkleştirme/ özelleş-tirme politikaları coğrafi altyapı-

ya kavuşturuluyor. TOBB’a ba-kanlıkların ve diğer kamu ku-rumlarının yetkileri devredilebi-liyor. İdari ve yargısal denetimzayıflatılıyor.

MahkemelerözelleştiriliyorSon olarak adalet hizmetlerininve mahkemelerin özelleştirilme-si sürecine geçildi. Hizmet Tica-reti Genel Anlaşması (GATS) çer-çevesinde adalete erişim hakkıpiyasalaştırılıyor. Uyuşmazlıklarıdevletin mahkemeleri dışında so-nuçlandırma yolunu açan uzlaş-ma, arabuluculuk, tahkim gibi al-ternatif uyuşmazlık çözüm yön-temleri uygulanmaya başlandı.`Mahkemesiz Adalet Projesi` ileparan kadar adalet dönemi baş-latılıyor. Mahkemelerinin serma-yenin önünde bir engel olmaktançıkarılması sağlanıyor. Sermaye-

Özelleşen hukuklademokratik temsil olmazTürkiye’de sadece fabrikalar, okullar, hastaneler, kamu hizmetleri değil, hukukda özelleştiriliyor, neo-liberalizme teslim ediliyor. Neo-liberalizmin sonuçlarıhukuk alanında da etkilerini özelleştirmelerle doğuruyor

Mehmet Akdeniz

Page 21: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

EKMEK & ÖZGÜRLÜK 21

"...AKP, kaybolmaya başlayan toplumsal meşruiye-tini yeniden kazanabilmek için, kendisinin her da-im el uzatmakta hiçbir beis görmediği sermayedendiyetini talep ediyor. Elbette ki, sosyal adalet kav-ramını silip atarak, kamusal yatırımları, özelleştir-melerin yarattığı tahribatı, taşeronluk sisteminikaldırmayı, eşit işe eşit ücret taleplerini ve sömü-rü koşullarını kaldırmayı aklının ucundan dahi ge-çirmeyerek..." Dergimizin bir önceki sayısında, Tay-yip Erdoğan'ın TOBB ile yaşadığı gerginliği bu ifa-delerle yorumlamıştık. Buradan hareketle AKP'ninsermayeye verdiği mesajın da açık olduğunu be-lirtmiştik: "Ver diyetini cennet senin olsun!" Hü-kümetin, Haziran ayı başında toplanan EkonomiKoordinasyon Kurulu'nda (EKK) gündeme getirdi-ği Ulusal İstihdam Stratejisi (UİS) Taslağı, serma-yeye vaadedilen bu cennetin önemli meyvelerin-den birisini oluşturuyor.

Sermayenin uzun vadeli saldırı planıTaslak'la ilgili öncelikle iki noktanın altını çizmekgerekiyor. İlki, taslak metninin konu üzerinde çalı-şan resmi kurumlar tarafından yayınlanarak ka-muoyuna sunulmaması. Dahası, Taslak, EKK top-lantısında dahi dağıtılmadı ve toplantıya katılanemek örgütleri, Taslak'ın içeriğini, hükümet yetki-lisinin toplantıda yaptığı sunumdan öğrenebildi-ler. İkinci nokta ise, Taslak'ın 2023 yılına kadaruzanan bir zaman dilimini kapsaması. Bu iki nok-ta ile birlikte, Taslak'ın, Türkiye sermayesinin uzunzamandır üzerinde durduğu,

n Kıdem tazminatlarının kaldırılması,

n Esnek çalışmanın ve işçi simsarlığı olarak datanımlanabilecek özel istihdam bürolarının yay-gınlaştırılması,

n Bölgesel asgari ücrete geçilmesi gibi düzenle-meleri içeriyor olması,

bir yandan işçi sınıfının, adeta oldu bittiye getiril-mek istenen büyük bir saldırı dalgasıyla karşı kar-şı karşıya olduğunu, diğer yandan da, bu saldırı-nın sermayenin neredeyse bütün fraksiyonlarınınüzerinde uzlaştığı uzun vadeli bir plan olduğunuortaya koyuyor.

Nitelikli ama güvencesiz içşilerTaslak'ta yer alan bir başka konu da, uzun bir sü-redir "meslek lisesi memleket meselesi" ya da"üniversite sanayi işbirliği" gibi kampanyalar ara-cılığı ile, her kademedeki eğitimi, gereksinim duy-duğu nitelikli -ama ucuz- işgücünün yaratılması-na dönük bir araca çevirme talebinde bulunan ser-mayenin bu talebinin, işgücü yetiştirme kurslarıaracılığı ile karşılanmasının öngörülmesi. Örneğin,Taslak'ta, 2013 yılından itibaren, her yıl 400 binkişiye istihdam garantili kurs sağlanacağı belirti-liyor. Bu kursları başarı ile bitirenlerin işe yerleş-tirilme oranının 2015 yüzde 40’a çıkartılacağı iseTaslak'ta yer alan bir başka vurgu. Dolayısıyla, id-dia edildiğinin aksine, bir istihdam garantisi sözkonusu değil. Bu kursların, aşağıda nedenleri açık-lanacağı üzere, işçi sınıfını atomize ederek ve sınıfdayanışmasının yerine rekabeti koyarak niteliklibir yedek işgücü ordusu yaratmaya hizmet edece-ği ise aşikar.

Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Mer-kezleri Projesi23 Haziran 2010 tarihli gazetelere yansıyan ve Ça-lışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Milli Eğitim Ba-kanlığı, TOBB ve TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üni-ersitesi gibi kurumların ortak projesi olarak ilanedilen Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezle-ri Projesi'ni (UMEM) de bu bağlamda değerlen-dirmek gerekiyor. Önümüz Ekim'de başlamasıplanlan proje kapsamında, yeni oluşturulacakmesleki eğitim merkezlerinde, bakım onarım, tek-ne tasarımı, demircilik-kalıpçılık, çelik konstrük-siyon, gemi teknikleri, vinç operatörlüğü, otomotivmekanikerliği gibi alanlarda eğitim verilmesi vekursiyerlerin, eğitim sonrasında aldıkları eğitimsüresi kadar da staj yapması öngörülüyor. UMEMile ilgili basında çıkan haberlerde stajyerlerin iş ka-zalarına karşı sigortalanacağı da belirtiliyor; an-cak bunun dışında herhangi bir sosyal güvencedenbahsedilmiyor. Buradan da anlaşılıyor ki, projesermayenin nitelikli, ucuz ve güvencesiz işgücü ih-

nin aleyhine verilen yargı ka-rarlarını uygulamamak hükü-met politikası haline geliyor.“Hukukun arkasından dolan-mak” meşru bürokratik bir uy-gulamaya dönüştürülüyor.

Anayasa işleviniyitiriyorÖzetlenmeye çalışılan bu yapı-sal dönüşüm içinde TürkiyeCumhuriyeti Anayasası, hukuksisteminin en temel metni ol-ma işlevini yitirmektedir. Buyapısal zafiyetin doğal sonucuolarak kendisinden beklenentoplumsal kurucu rolü ya datoplum sözleşmesi niteliğinikoruyamamaktadır. Anaya-sa’da yapılacak değişiklikler,zannedildiğinin aksine, özellik-le de ekonomik ve sosyal hak-lar konusunda, normlar pira-midinin tepesindeki biçimseldeğişiklikler olarak kalacaktır.Anayasa, gerçekten bir toplumsözleşmesi olacaksa ona bu ni-teliğini verecek olan toplumunaşağıdan katılımı ve kendimeşru ve demokratik istekleri-nin bu metinde karşılık bulma-sıdır. Toplumun iradesinin yan-sımadığı, yurttaşlara gerçekhukuki güvenceler sağlamayanhiçbir metin için anayasa ya datoplum sözleşmesi denilemez.Tartışmanın bir tarafında yeralan yüksek yargıçlar aynı şe-kilde, “Türk Milleti Adına” ka-rar verirken, yargı yetkisiniadına kullandıkları toplumundemokratik varlığının kendibulundukları makamların ger-çek sahibi olduğunu göz ardıediyorlar. Bu nedenle “yargıç-lar devleti” ya da juristokrasieleştirilerine maruz kalıyorlar.Gücünün ve yargı yetkisininkaynağına dönemediklerindenPakistan’daki yüksek yargıçla-rın diktatörlük anayasası kar-şısında sergilediği cesareti gös-teremiyorlar.

Aşağıdakilerin onayı Anayasa metnini yönetmelikmetni olmaktan kurtarıp top-lum sözleşmesi yapan aşağıda-kilerin, özgür yurttaşlar olarakkendi öz iradeleri ile verdiklerionaydır. 12 Eylül’de yapılacakreferandumda Anayasa deği-şikliği adı altında AKP’nin siya-si iradesi onaylatılmaya çalışıl-maktadır. Dolayısıyla yurttaşla-rın iradesinin sandığa doğruyansıması mümkün değildir.Hukuk diliyle söylersek; muva-zaalı bir seçimdir.

Sermayeye vaadedilen cennet:Ulusal İstihdamStratejisi

Tolga Tören

Sermayeye vaadedilen cenneticehenneme çevirmenin yolu işçisınıfının bütün ögelerini kapsa-yan ve işten atmaların yasaklan-ması talebine sımsıkı sarılan biremek odağının yaratılabilme-sinden geçiyor

>>

Emek

Page 22: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

22 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

tiyacını, stajyer işçi sirkülasyo-nuna dayanan bir model ilesağlama amacı güdüyor.

Güvenceli esneklik UİS'in ve UMEM Projesi'nin te-mel mantığı ise, son yıllarda,Avrupa Birliği, IMF, OECD gibiuluslararası sermaye kuruluş-ları; Uluslararası Çalışma Örgü-tü (ILO) ve Avrupa SendikalarKonfederasyonu (ETUC) gibikorporatist uluslararası emekörgütleri ve başta TÜSİAD ileTİSK olmak üzere sermaye ör-gütleri tarafından gündeme ge-tirilen bir kavrama dayanıyor:Güvenceli esneklik (flexicurity).Amentüsü, "kirala ve kov" (hireand fire) olan bu yaklaşımın da-yandığı noktalardan ilki, ser-mayenin üstlendiği kıdem taz-minatı gibi yükümlülükleri mi-nimuma indirerek, mümkünsede ortadan kaldırarak, her anişten çıkarılabilecek işçilerdenoluşan bir işgücü piyasası yara-tılması.

Bu nokta kavramın esneklikkısmını ifade ediyor. Kavramındayandığı ikinci nokta ise, işsizkalan işçilerin farklı alanlardaiş arayabilecek kalifikasyonasahip hale getirilmesi. Bu ikincinokta da konunun 'güvence'boyutunu da ifade ediyor. Birdiğer ifade ile "güvenceli es-neklik" tamlamasındaki 'gü-vence' kavramı, işçinin çalıştığıişteki sosyal haklarının korun-masını değil, işçinin, işgücü pi-yasasında kalabilmesini ifadeediyor. Bunu sağlamaya dönüken önemli araç ise, çalışıyorsamevcut işini korumak için; iş-sizse, her an çıkartılabileceğiyeni bir bulabilmek için katıl-mak zorunda kalacağı "yaşam-boyu eğitim" projeleri, yanimesleki eğitimler.

Cenneti cehennemeçevirmekHükümetin gündeme getirdiğiistihdam stratejisi, işçi sınıfınıatomize ederek, daha esnek vedaha güvencesiz çalışan, birbiriile her an rekabet halinde yaşa-yan bireyler topluluğu halinegetirerek, sermayeye cennetinkapılarını vaadederken, işçi sı-nıfına cehennemi gösteriyor.Sermayeye vaadedilen bu cen-neti cehennme çevirmenin yoluise, işçi sınıfının bütün ögeleri-ni kapsayan ve işten atmalarınyasaklanması talebine sımsıkısarılan bir emek odağının yara-tılabilmesinden geçiyor.

>>

“Aşırılıklar Çağı”nın sonuna gel-dik: İşçi sınıfının durumu herşeyden çok ilk haline benziyor.Sendikasız, sigortasız, güvence-siz çalışma şartları, esnek üretimadı altında iş sürelerinin uzatıl-ması, tazminat yükümlülüğününortadan kaldırılması nedeniyleişçiler ve işsizler arasında sürek-li artan bir rotasyon. İşkolu ve iş-vereni çoğunlukla belirleneme-diği için “yasal” sendikalarda ör-gütlenemeyen ve sayıları gittik-çe büyüyen işçi yığınları döne-min yeni “Ludizm”ini çağırıyor.

İlerlemeci bir “tarihsel materya-lizm” anlayışına göre, makine kı-rıcıları, tarihin ileriye doğru gi-dişini anlayamıyorlardı. Eskidenolduğu gibi günümüzde de maki-ne kırıcılarını teknolojinin ilerle-yişi karşısında zarar gören veümitsizliğe kapılan “cahil” işçilerolarak görenler var. Üstelik bun-lar hiç de azınlıkta değil. Birçokanlam yüklenen KESK’in eğitimprogramlarında bile “makine kı-rıcıları” tarihin ilerleyişini anla-yamayan, kendilerini tehdit etti-ğini düşündükleri makinelere

lığını ve kaçınılmaz yenilgisinikabul etmeliyiz.”

Ludizm’in ortaya çıkışı17. yüzyılın sonundan 1848’e ka-dar geçen sürede, ev imalatı vemanifaktürden fabrika ve ma-denciliğin ilk evrelerine geçişteLudizm adı altında toplanan vebirbiri ardı sıra gelen, ancak bü-yük ölçüde birbirinden bağımsızolarak gelişen birden fazla maki-ne kırma türü vardı. Hareket1811’de çorap örücüleri arasın-da başladı. Bu alanda baş göste-ren bunalım üzerine, götürü usu-lüyle işçi çalıştıran kapitalistler,bir yandan ücretleri düşürürken,bir yandan da daha geniş örgütezgahları kullanmaya başladılar.Bir süre sonra Kral Ludd imzalıve Sherwood Ormanı adreslimektuplar almaya başladılar.Patronları ücretler ve çalışma ko-şullarında uzlaşmaya zorlamaaracı olan bu tehditler, sadecemektuplarda yazılı kalmadı. Çalı-şanlar arasında her türlü örgüt-lenmenin yasak olduğu koşullar-da, kadın kılığına giren ve Gene-ral Ludd’un karıları diye çağrılanönderlerin arkasında toplananyüzlerce işçi, beş yıl boyunca za-rar verici eylemlerle tehditleri

Günümüzde işçisınıfı ve yeni Ludizm

A. Kesim

Emek

spontan bir biçimde zarar verenumutsuzlar olarak tasvir edili-yor.

Oysa Ludizm , makine kırmaktanibaret olmadığı gibi, çaresizlik-ten kaynaklanan bir isyan da de-ğildi. Ludizm isyana bir özneüretmiştir. Günümüzde bile ken-diliğinden işçi hareketlerinin ta-kip ettiği bir deneyim ortayakoymasının yanısıra hâlâ bu ha-reketlerin muhteviyatında yeralmaktadır. Bugün olduğu gibidün de kendiliğinden gelme işçihareketleri, sadece patronlarıdeğil içinden doğup ona yaban-cılaşan engelleri de karşısındabulmuştur.

Ludizm sözde solcu sendikaeğiticileri tarafından, “ ilkel” birbilinç şekli, “anlamsız, taşkın birendüstriyel ayaklanma” olarakgörülüp eğitimlerde işçilere böy-le anlatılıyor; işçilere kendileriiçin nahoş da olsa ‘tarihsel ilerle-me’ye karşı çıkmamaları öğreti-liyor: “Makinenin zaferi kaçınıl-mazdır. İşverenleri tarafındansevilip korunan az sayıdaki işçidışında tüm işçilerin yeni siste-me karşı verdikleri uzun artçı sa-vaşı anlayabilir ve duygularınaortak olabiliriz, ancak anlamsız-

Güvencesizlerin olduğu yerde güvenceliler de güvencesizdirK

ıt T

op

layı

cıla

rı:h

ttp

://g

ors

ele

tno

gra

fi.b

log

spo

t.co

m

Atık kağıt işçileri günde ortalama 30 kg ağırlıkla ortalama 8 km yol yürüyor. Karşılığında ayda 650 TL kazanabiliyorlar

Page 23: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

EKMEK & ÖZGÜRLÜK 23

gerçeğe çevirdi. Eylemleri sanıl-dığı gibi yalnızca makinelere kar-şı değildi, patronların neye ençok duyarlı olduğuna bağlı olarakhammaddelere, üretilmiş malla-ra yönelikti, patronların özelmülkleri bile bu saldırılardanmuaf değildi; ambarları, kuru otyığınlarını, köpek yetiştirdikleriyerleri ve hatta koruluk ve ağaç-ları.

Saraylara savaş,kulübelere barış!Saraylara savaş açan Ludist işçi-lerin yıllar süren mücadelelerin-de tek bir işçi ve çırağın burnu bi-le kanamadı ama patronların ku-lübelere açtığı savaşta yüzlerceLudist işçi, doğrudan çatışmalar-da öldürüldü, idam edildi, sürgü-ne gönderildi. Ludist ayaklanma-yı bastırmak için İngiliz Hükü-metinin kullandığı asker sayısıNapolyon savaşlarından bile faz-laydı. Oysa kaynaklardan öğren-diğimize göre, “makinelerin ken-disine karşı bir düşmanlık sözkonusu değildi. Sanayi devrimi-nin ilk evrelerinde makine kırıcı-lığı bir tür sendikacılık tekniği

olarak kullanılıyordu. Bu tekni-ğin işlevi hem işverenler üzerin-de baskı kurmak, hem de işçilerarasında dayanışma yaratmaktı.”

Kral Ludd’dan sonra KaptanSwing, Rebecca’nın Kızları gibifarklı makine kırıcı hareketler degeldi. İşçi sınıfı mücadelelerinesendika bürolarından bakanlarhepsine makine kırıcıları diyor-lar ve elektrik verilmiş deney fa-relerinin ilkel tepkileriyle onlarınilk örgütlenme ve mücadele tec-rübeleri arasında bağ kuruyorlar.Esas kurulması gereken bağ işçisınıfının geçmiş örgütlenme vemücadele tecrübeleriyle bugün-kü Tekel, Marmaray, ÇemenTekstil vb işçi mücadeleleri ara-sında olmalı.

Bugünkü durumabakacak olursak…DİSK’e bağlı Tekstil-İş sendika-sında örgütlenen Çemen Tekstilişçileri fabrikanın önünü işgalederek 74 gün boyunca üretimidurdurmuşlar, patrona sendika-yı ve toplu sözleşmeyi dayatmış-lardı. Sendika sekreteri işçileriikna ederek üretimin devam et-

dayanışma örgütleriydi. Ludistbirliklerde bir araya gelen, or-manlarda toplantılar yapan özelyemin ve ritüeller geliştiren işçi-lerin amacı şiddet yoluyla toplusözleşmeler yapmaktı. Sonrasın-da dayanışma fonları, yardımlaş-ma dernekleri, grev komitelerivb örgütlenmelerle bu amaçları-nı gerçekleştirmeye çalıştılar.Hepsi farklı biçimlerde sendikalörgütlenmelerdi. 19. yüzyıl so-nundan başlayarak bugün bildi-ğimiz anlamda yasalarla tanım-lanmış, yasal mevzuatlarla çalış-ma alanları belirlenmiş, işçi aris-tokrasisinin araçları konumunagelmiş sendikalar ortaya çıktı.

Kaynakça:1.Lenin Döneminde KomünistEnternasyonal: Belgeler Cilt 1,Maya Kitapları, 1997

2.Çalışarak Yaşamak ya da Sava-şarak Ölmek, Paul Mason, Yor-dam Kitap, 2010

3. Sıradışı İnsanlar, Eric Hobs-bawm, Yordam Kitap, 2010

4.Sosyalizm ve Toplumsal Müca-deleler Ansiklopedisi, Cilt I

mesini sağladıktan ve o dönem-de kimsenin ne olduğunu bilme-diği bir sözleşme imzaladıktansonra, işçilerin yetkiyi sağlamaalmak için yaptıkları tüm uyarıve çabalarına rağmen patron ta-rafından fabrikaya getirilen Özip-lik-İş sendikasına yetkiyi kaptır-dı. Bunu öğrenen 15 vardiyasın-dan çıkan işçiler Tekstil sendika-sını basarak, sendika şube baş-kanı ve sekreterini dövdüler. Nekadar ilkel bir tepki! Yaptıklarıy-la 1 Mayıs’ta kendi kürsüleriniKumlu’ya kapattıkları için konfe-derasyonların kınama yarışınagirdikleri Direnişteki İşçiler Plat-formu işçilerine ne kadar benzi-yorlar. Biraz daha dikkatli bakar-sak 200 yıl önceki çorap işçile-rinde de onlardan güçlü bir iz bu-labiliriz. Bu iz zaman zaman ke-sintiye uğramış, hatta neredeysesönmeye yüz tutmuş gibi görün-se de işçi sınıfı mücadeleleriniyara almış bir örümcek ağı gibibirbirine bağlayan kızıl bir ip ol-masın..

Sendikalar işçilerin yaşam ve ça-lışma koşullarını düzeltme ihti-yaçlarından doğan mücadele ve

"Bütün siyasi partiler, bütün tut-kular, bütün düşünceler, bütündevrimci hülyalar bu kaos için-de ortaya çıktı".

Daha sonraları Avrupa’da kolgezen komünizm heyulasınakarşı; papa, çar, Metternich veAlman hafiyeleriyle bir sürgünavında elele verecek olan Fran-sız burjuva politikacısı Guizot,1831 Lyon ayaklanması içinböyle diyordu (Komünist Mani-festo).

Lyon ipek dokumacılığının o dö-nemki başkentiydi. 160 bin kişi-nin yaşadığı şehirde nüfusun ya-rıdan çoğu ipek dokumacılığın-da çalışıyordu. Manifaktür ve sa-nayi devrimi arasında "özgün"bir piramidal yapıya sahipti.“Fabrique” olarak isimlendiril-dikleri halde asla bir fabrikalarıolmayan ipek tüccarları 400-800 arasında bir sayıyla pirami-din en tepesindeydiler.

Bunun altında ise 2-6 arası do-kuma tezgahına sahip 8 bin ustazanaatkar karısı ve çocuklarıyla

birlikte tüccarlar için parça ba-şına ücretle çalışmaktaydı. Pira-midin en altında 20 bini bulansayılarıyla yevmiyeli işçiler yeralıyordu. Yoldaşlar (kendi adlan-dırmalarıyla compagnons, Gui-zot’ların adlandırmasıyla canut)günde 12-16 saat çalışıyor ve ça-lıştıkları aile atölyelerinde kalı-yorlardı. Vasıflı işçiler olan ustazanaatkarlar daha 1827 yılında,tüccarlar karşısında “tarif” de-nen parça başı ücretin asgari sı-nırını belirlemek için "Karşılık-lı Sorumluluk Derneği"ni kur-muşlardı. Bu tarihteki ilk sendi-kanın nüvesiydi.

1830 Temmuzunda ipek tüccar-ları onları kendi devrimlerindekullanacaktı. Bourbonlar orta sı-nıfı oy kullanma hakkındanmahrum etmeye çalıştığı zamanParis ayaklandı. Üç gün sürensokak savaşları iktidarın birmeşruti monark olan Luis Phi-lippe’e geçmesine yol açtı. Tem-muz devrimi Lyon’a geldiğinde“fabrique”ler işçilere bütün tez-gahları durdurup ana meydan-

larda silahlarla toplanma veyakovulmanın acısını yaşama se-çeneği sundular. Bu bir sokaksavaşından çok bir sokak tiyat-rosuydu. İşçiler patronlarınınbuyruklarını kabul ederek bele-diye binasını hiç kan dökmedenele geçirdiler. Ve patronlar alter-natif bir hükümet kurdu. “Herşeyin düzeni değişti: Despotizmsaraydan kovuldu ve kendisine(ipek imalatçılarının) para kasa-sında sığınacak yer buldu.”

Rejim değişikliğinin ardındanhızlı bir gerileme dönemi başla-dı, ipek siparişleri hızla düştü,dokumacılıkta iş hacmi büyükbir hızla daraldı. Binlerce işci veaileleri işten kovulup sokaklaraatıldı. Patronların bu krize yanı-tı “tarif”in (ücretlerin) düşürül-mesi ve çalışma sürelerinin 18saate çıkarılması oldu.

Yoksulluk uzadıkça KarşılıklıSorumluluk Derneği pazarlık-larda elini güçlendirmek için üçşey yapmıştı; İşçi Komisyonu adıaltında bir kamu kuruluşu tesis

etti, Ulusal Muhafız Teşkilatınakatıldı ve tarihteki ilk işçi gaze-tesi olan Fabrikanın Sesi gaze-tesini çıkardı. 25 Ekim’de bele-diye başkanı ipek patronlarınıçağırdı ve Dernek’in belirlediği“tarif”e razı olmalarını söyledi.Bu sırada uçsuz bucaksız bir ka-labalık görüşmenin yapıldığı be-lediye sarayının önündeki mey-danda toplanmıştı. Patronlar ra-zı oldular. Fakat bunun uygulan-mayacağını bilen deneyimli iş-çiler yeni bir işçi eylemi için cep-hanelik temin etmeye başlamış-tı.

10 Kasım’da 140 imalatçının im-zaladığı bir belge ile “tarif”in sa-dece bir taslak olduğu ve kabuledilemeyeceği ilan edildi. İşçikomisyonu “tarif”i zorla kabulettirmek için grev çağrısı yaptı.Silahsız olan ve kaldırım taşı fır-latan grevci işçilere ateş açıldı;kentin her yerinde işçi topluluk-ları “kardeşlerimizi öldürdüler”diyerek sokaklara döküldüler.

Bu topluluklardan biri üzerinde“çalışarak yaşamak ya da sava-şarak ölmek” yazan siyah birpankart taşıyordu, siyah yalnız-ca yasın rengiydi; marksizm gibianarşizm de henüz doğmamıştı.Dileyen bu hikâyenin devamınıtarih kitaplarında bulabilir.

‘Çalışarak yaşamakya da döğüşerek ölmek...’

Page 24: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

Kadın Mücadelesi24 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Erkeklerden alacaklıyız" kampanyası ilebaşlayalım. Nasıl doğdu bu fikir? Kastedi-len nedir?

“Erkeklerden alacaklıyız” nasıl doğdu? Sosyalpolitika konusunda ‘feminist açıdan sosyal po-litikaya nasıl yaklaşırız, feminist sosyal hak ta-lepleri nasıl geliştirilebilir’ diye tartışırkenşöyle bir şey çıktı: Sosyal politika genel olarakkadınlarla erkekler arasındaki çelişkileri, çı-kar çatışmasını bir biçimde yumuşatmaya yada arada tampon oluşturmaya yönelik politi-kalar demeti aslında. Nasıl ki emekle sermayearasındaki ilişkide de sosyal politika devletinaraya girmesiyle ve işçi sınıfına bir takım des-tekler sunmasıyla işçi sınıfının sermayeylekarşı karşıya gelmesini biraz erteleyen, çeliş-kiyi biraz yumuşatan bir politikaysa aynı şeykadınlar ve erkekler için de geçerli. Yani örne-ğin bugün AB ülkelerindeki aile ve iş yaşamıuyumlulaştırma politikalarına baktığımızda -bir tür sosyal politika örneği olarak- orada daesas murat edilen ev içindeki cinsiyetçi işbö-lümünü çok fazla zorlamadan (çünkü zorlaya-mıyor da, erkeklerin direnci o kadar yüksek kibu konuda) kadınların istihdama katılmasınısağlamak. Bunu da kadınla erkeğin ev içindeçatışmasını bir biçimde erteleyerek yapıyor.Yani, kadınları esnek çalışmaya teşvik ederek,erkeklere ebeveyn izni vererek, kadınların dı-şarıdaki ücretli çalışma koşullarını öyle dü-zenleyerek ki kadın yine evde emek harcaya-bilsin… Böyle bir genel yaklaşım sosyal politi-ka. İşte bunları tartışırken, şöyle düşündük:Bir yandan biz sosyal politikanın bu tamponoluşturma işlevini biliyoruz ama bir yandanda vazgeçemeyiz. Sosyal hak taleplerini bir ta-rafa atamayız. “Erkeklerden alacaklıyız” enbaşta “biz bir takım sosyal hak talepleri geliş-tirirken bu alacağımızı unutmuyoruz” fikrin-den doğdu. Biraz daha açayım: sosyal hak ta-

leplerini sonuç olarak kime hitaben geliştiril-diği belli: ya devlet ya da sermaye. Ancak cin-siyetçi iş bölümü çerçevesi içinde düşünecekolursak, erkekler, her sınıfın kendi erkekleri,bu taleplerden bir biçimde muaf oluyor. Örne-ğin, devlet, kadınlara annelik ödeneği vererek,erkeğin harcamadığı emeği/zamanı kadınla-ra nakit olarak vermiş oluyor. Kadın, hakkıolan, harcadığı emek zamanını erkekten al-mamış oluyor. Paylaşımcı bir düzen olsaydı,kadının ve erkeğin yarı yarıya paylaşacağı buiş yerine devlet araya giriyor. Erkeğin verme-si gereken emek zamanının karşılığını paraolarak veriyor. Bu sadece şematik bir örnekti.

Bu “alacaklıyız” fikri böyle doğdu.

“Erkeklerden alacaklıyız”, içinde sadecehayata dokunan bir isyan barındırmıyor,aynı zamanda diğer feminist örgütlerinpolitikalarıyla SFK’nın politikaları arasın-daki farkı da ortaya koyuyor gibi. Kadınla-ra söylenen sözler mi var burada aslında?

Sermayeden ve devletten de “alacaklıyız” di-yor broşür, ama biz sonradan aramızda tartış-tık, o bölümleri “talep ediyoruz” diye değiştir-dik. Çünkü alacaklı olmak, çok uzun vadeli veçok kökten bir şey ifade ediyor. Halbuki bura-da devlete ve sermayeye yönelik olarak, bir bi-çimde klasik anlamda sosyal hak talepleri ile-ri sürüyoruz. Hatta bu yüzden İngilizce versi-yonunda bunu değiştirdik. Çünkü alacaklı ola-caksak eğer, sermayeden çok daha fazla şeyalacaklıyız.

"Alacaklıyız" ifadesi bana tarihsel bir hesap-laşmayı da çağrıştırıyor.

Aynı zamanda çok uzun geleceğe yönelik debir şey. Bu bağlamda bizim özellikle üzerindedurduğumuz, vurgulamaya çalıştığımız şey,‘her ne pahasına olursa olsun, kadın istihdamedilsin’ fikrinde olmadığımız. Şimdi tabii bu iş-sizlik ve kriz koşullarında kadın-erkek çalı-şanlara ne dayatsalar, ne esneklik ve güvence-sizlik dayatsalar kabul ediliyor. Ama biz bualanda feminist politika yaparken, kadınlarınesnek ve güvencesiz koşullarda çalışmaya sü-rülüşünü ifşa etmek istiyoruz. Buna karşı çıkı-yoruz. Bu tabii sosyal politika alanına tam gir-miyor ama istihdam konusunda hep bu kaydıgetirerek bazı taleplerde bulunuyoruz. Bununyanı sıra belki bizi başka açıdan ayrıştıran birşey, eşitlik perspektifi.

Mesela kadın emeği konusunda en yaygın ola-rak politika üreten Kadın Emeği ve İstihdamıGirişimi (KEİG); onların, genel olarak oldukçaeşitlikçi hatta biraz soyut eşitlikçi bir pers-pektifleri var. Örneğin ebeveyn izni istiyorlar,oysa biz devredilemez babalık izni istiyoruz.Özellikle devredilemez şartını getiriyoruz kibabalar bu izni kullanmak zorunda kalsınlar.Biz kota, pozitif ayrımcılık istiyoruz. Genel ola-rak onlar bugünün AB politikalarında ana-akımlaştırma perspektifinde yaygın olan ‘fır-sat eşitliği’ çerçevesinde talepler dile getiri-yorlar. Erkeklerden alacaklıyız broşürününson iki bölümünde biz, biraz daha pozitif ay-

Gülnur Acar Savran: Kadınının kurtuluşucinsiyetçi işbölümünün ortadan kalkmasına bağlıKadınlar 6 Haziran'da "Er-keklerden Alacaklıyız!" diye-rek sokağa çıktılar. Eylemidüzenleyen Sosyalist Femi-nist Kolektif'ten GülnurAcar Savran'la ücretli/üc-retsiz emek kıskacındaki ka-dın ve feminist sosyal haktalepleri üzerine konuştuk.Söyleşiyi Ekmek&Özgürlükiçin Yeşim Dinçer ile NevraAkdemir gerçekleştirdi.

Gülnur Acar Savran (ortada) İstiklal Caddeesi’nde bir kadın yürüyüşünde Sosyalist Feminist Kolektif’ten arkadaşlarıyla [Fotoğraf: Funda Ekin]

Page 25: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

EKMEK & ÖZGÜRLÜK 25

rımcı, durum eşitliğine yol açabilecek, soyuteşitliği aşan, kadınlar için pozitif ayrımcı ta-lepler geliştirmeye çalışıyoruz. Mesela, evli yada değil birlikte yaşadığımız erkekler için har-cadığımız emek karşılığında 50 yaşında emek-li olmak istiyoruz. Bu ev kadınlarına emeklilik

hakkı talebi, soyut eşitlikçi çerçevenin ilerisürdüğü bir şey değil. Kadınlara iş arayıp bu-lamadığında süresiz işsizlik ödeneği istiyoruz.Beceri kurslarında kadınlar için kota istiyoruz,özellikte teknik işler için. Çifte mesai yaptığı-mız için, erken emeklilik hakkı istiyoruz. Er-

ken emeklilik, bu ana akımlaştırma çerçevesi-nin bir parçası olarak, bütün Avrupa’da daTürkiye’de de kaldırıldı. Hatta bu, kadınlar içinileri bir hak gibi sunulabiliyor. Eşitlik pers-pektifi daha öne çıktı, himayeci, paternalistpolitikalar ortadan kalktı deniyor. Oysa kadın-lardan yana bazı koruyucu politikaları savun-mak zorundayız. İstihdam alanında da aynışeyler oluyor. Kadınlar için bir sürü iş ağır iştanımından çıkınca kadınlar oralarda soyuteşitlik koşullarında var olmak durumunda ka-lıyorlar. Bu şu demek oluyor: Bazı iş kolların-da gece mesaisi kadınlar için yokken bununyolu açılıyor.

Bütün bunlar eşitlik ve ilerleme gibi görünenve genel geçer ideolojide öyle sunulan şeyler.Ama mevcut koşullarda biz kadınlar için kimikoruyucu hakların gerekli olduğunu düşünü-yorum. Ayrıca işçi sınıfı için de. Çeşitli müca-delelerle kazanılmış bu haklar. Tabii buna kar-şı bir tehdit ileri sürüyorlar: Kadınlar için ko-ruyucu haklar söz konusu olursa, kadınlar da-ha az istihdam edilir, daha az işe alınır deni-yor. Kreş isterseniz bakın almazlar işe gibi. Bizde buna karşılık, şöyle diyoruz: Bu hakkımızıda istiyoruz; kota da istiyoruz. Kota olunca işealmak zorunda kalacaklar zaten

Emek üzerinden bir takım cinsiyetlendi-rilmiş sosyal hak talepleri gündeme gelin-ce, şöyle bir soru aklıma geldi. Feministle-rin bağımsız politika yapması gerektiğinidüşünmekle birlikte karma örgütlerle yada sendikalarla örneğin işbirliği olabilirmi? eğer “erkeklerden alacaklıyız” birkampanyaya evrilecekse böyle bir ortakçalışmaya dönüştürülebilir mi?

Sendikalı ve sendikacı kadınlarla ortak işleryapabilmeyi bu bağlamda çok önemsiyoruz.Buna önümüzdeki dönemde çaba gösterece-ğiz. Cinsiyetlendirilmiş politikalara duyarlıolan sendikalı/sendikacı kadınlarla bir araya

Gülnur Acar Savran: Kadınının kurtuluşucinsiyetçi işbölümünün ortadan kalkmasına bağlı

Kadınlar erkeklerden alacaklarını nasıltahsil edecekler?

O zor iş, onun cevabı henüz yok.

Biz kadınları güçlendirecek, kadınların üc-retli emeğe katılımını mümkün kılacak veev içinde, aile ilişkileri içinde güçlenerek,gerektiğinde boşanma talep edecek halegelebilmelerini mümkün kılacak hak talep-leri de geliştiriyoruz. Ama son tahlilde bü-tün bunlar kendi başlarına kadınların kur-tuluşunu getirecek şeyler değil. Bunun esaskilit noktası, cinsiyetçi işbölümünün orta-dan kalkması, diye düşünüyoruz.

İşte bu yüzden de erkeklerden alacaklıyız,broşürünün ilk bölümünde, tamamen bucinsiyetçi işbölümünü alt-üst etme yönelikbir dizi (talep değil) dayatma sıraladık: Bizgazete okurken erkekler çocukların ye-

meklerini versin; okuldan onlar alsın çocuk-ları; kursa onlar götürsün; hastayken iştenizin alıp onlar baksın gibi… Erkeklerden ala-cağımızı tahsil edene kadar, bu işleri biz yap-mayalım onlar yapsın anlamında, bir isyanmanifestosu oldu ilk bölüm.İkinci ve üçüncübölümler ise sosyal hak talebi olarak nite-lendirilebilecek şeyler.

İkinci bölümü sermayeye, üçüncü ise devle-te yönelik talepler.

Sosyalist Feminist Kolektif (SFK) olarak bi-zim tahlilimizde kadın emeği, temel bir yertutuyor. Ücretli ve ücretsiz kadın emeğinin,kadınların harcadığı iki emek türünün, onla-rı bir çıkmaza ya da kıskaca soktuğunu tah-lil ediyoruz. Dolayısıyla da, bu kıskacın gev-şetilmesi ya da kıskacı gevşetecek taleplergeliştirmek, bizim politikamızın ana eksen-

lerinden birini oluşturuyor. Bu yüzden de“erkeklerden alacaklıyız”, uzun vadede ya-pacağımız işlerin bir nevi üst başlığı.

Şimdilik oldukça kısmi şeyler geliştirebil-dik. Dediğim gibi kadını evde güçlendire-cek ev kadınlarına emeklilik hakkı, karşı-lıksız ev emeğinin karşılığı olarak hesapla-nacak nafaka türünden talepler; kadını üc-retli iş gücüne dâhil edebilecek, kreş ve hertürden kamusal bakım hizmeti, işgücü pi-yasasında kota, pozitif ayrımcılık, meslekiçi eğitimde kota ya da işgücü piyasasındaeşdeğer işe eşit ücret gibi talepler…

Bunlar sonuçta bizim altüst etmek istedi-ğimiz işbölümüne doğrudan değen şeylerdeğil. O tahsilâtı nasıl sağlayacağımızı da-ha henüz çözmedik, bunu geliştirmek önü-müzdeki yılların işi diye düşünüyorum.

“Şimdi isyandayız, alacaklarımızı nasıl tahsiledeceğimizi zamanı geldiğinde düşünürüz...”

Gülnur Acar Savran:1951’de İstanbul’da doğdu. 1976-83 arasıında İs-tanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölü-münde asistan olarak çalıştı. YÖK yasasının çıkması-nın ardından istifa etti. “Rousseau, Hegel ve SivilToplumun Eleştirisi” başlıklı doktora tezini tamam-ladı. 1983’te tamamladı. 1987-97 yılları arasında İs-tanbul BİLAR’da ders verdi. Boğaziçi ÜniversitesiSosyoloji Bölümünde iki dönem, Mimar Sinan Üni-versitesi Sosyoloji Bölümünde ise üç dönem dersverdi. Beden Emek Tarih: Diyalektik Bir Feminizm İçin(Kanat Kitap, 2009, 2. baskı), Özne-Yapı Gerilimi (Ka-nat Kitap, 2006), Sivil Toplum ve Ötesi: Rousseau He-gel Marx (Alan Yayıncılık, 1987; 2. baskı: Belge Ya-yınları, 2003) adlı kitapları ve Nesrin Tura Demir-yontan ile birlikte hazırladığı Kadının GörünmeyenEmeği (Kardelen Yayınları, 1992; 2. baskı: YordamKitap, 2008) adlı bir derlemesi bulunuyor. Feministhareket içindeki faaliyetlerini sürdürürken bir yan-dan da 11. Tez, Sınıf Bilinci, Sosyalist-Feminist Kak-tüs ve Pazartesi dergilerinin yayın kolektiflerinde ça-lıştı. Ayrıca, Yapıt, Defter ve Praksis dergilerinde deyazıları yayınlandı. Halen Feminist Politika dergisiniçıkaran Sosyalist Feminist Kolektifte yer alıyor.Gülnur Acar Savran (ortada) İstiklal Caddeesi’nde bir kadın yürüyüşünde Sosyalist Feminist Kolektif’ten arkadaşlarıyla [Fotoğraf: Funda Ekin]

>>

Page 26: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

26 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

gelip, sendikalar kanalıyla bu taleplerimizi du-yurmaya çalışacağız. Sendikalarda kabul gö-rüp yaygınlaşırsa bu talepler, gerçek sahiple-rini bulacak diye düşünüyorum.

Nasıl yapılabilir?

Yani mesela sendikalarda sadece ücretli çalı-şan kadınların değil de ev kadınlarının da ba-zı hakları birlikte savunulursa, mesela ‘evemeğinin karşılığının tazmin edilmesi gerekir’gibi bir perspektif benimsenirse, bu çok bü-yük bir adım olur. Çünkü hem ücretli çalışankadınlar hem tam zamanlı ev kadınları için evemeğinin karşılığında bir şeyler istiyoruz. Evemeğini ücrete bağlamak istemiyoruz, çünküonun ev kadınlığını bir kimlik olarak sabitleş-tireceğini, kalıcılaştıracağını düşünüyoruz.Ama şunu diyoruz: Çift işte çalışıyoruz, çiftemesai yapıyoruz, dolayısıyla erken emeklilikistiyoruz, yıpranma payı istiyoruz; bunun ya-nı sıra ev kadınları için emeklilik istiyoruz. Buiki talebi aynı anda ileri sürünce ev kadınlığı-nı kimlik olarak ayırmamış oluyoruz. Doğru-dan her kadının harcadığı karşılıksız ev eme-ğine yönelmiş oluyoruz. Dolayısıyla sendika-

lara bu paketin gitmesi, sendikaların bilincinebir kimlik olarak ev kadınlığının himaye edil-mesi değil de, ev emeğinin tazmin edilmesi ge-reken bir emek olarak taşınması bence çokönemli olur.

Tabii sendikaların şu anki yapısı için biraz üto-pik görünüyor…

Bir iki sendikayla, sendikalarda çalışan bizeyakın az sayıda kadınla toplantılar yaparız,orada tartışırız. Taleplerimizi açıklamaya, etekemiğe büründürmeye çalışırız. Tabii ki onla-rın da alandan bize katacakları çok şey var.

Sosyal hakların budanması kadının eviçindeki karşılığı ödenmeyen emeğini, iş-yerindeki ücretli emeğine ikame etmesinibir yandan hızlandırıyor, diğer yandan dagiderek güçsüzleşmelerini, dolayısıyla şid-dete açık bir hale gelmelerini de sağlıyor.Aynı zamanda yaygın işsizlik koşulları al-tında kadınların esnek çalışma koşulları-nı, güvencesizliğe rağmen, tercih etmeleri-nin de önünü açıyor. Bunların yanı sıra ba-zı istatistiklere göre de kadın istihdamıartıyor. Bu dinamikleri bir arada düşün-

düğümüzde kadın istihdamı gerçekte artı-yor mu?

Bana kalırsa farklı dönemlerde farklı meka-nizmalar işliyor, bir de farklı ülkelerde farklıişliyor, diye düşünüyorum. Mesela Türkiye’deerkek işsizliği o kadar yüksek ki şu anda… Er-keklerin kabul etmeyeceği, gönül indirmeye-ceği işleri ve ücret düzeylerini, güvencesiz ko-şulları kadınlara dayatabilirler, diye düşün-müyorum. Erkekler her şeye razı çünkü… Okadar kötü ki durum. [Örneğin] emek yoğunsanayileri Kürt illerine taşıma projeleri var gi-bi görünüyor; bir yandan da orda kadınlaraçeşitli kurslar veriliyor. Fakat bu, kadınlarınemek yoğun sanayilerde istihdam edileceğianlamına gelir mi, diye tartışıyorduk geçen-lerde. Orada kadınlara sıra geleceğini düşün-müyorum ben. Erkekler o koşullara razı ola-caklardır. O yüzden şu anda bizde bu akışkan-lık olmayacak kadar durum tıkanık gibi geli-yor bana. Erkek işsizliği ve yoksulluk koşulla-rı, kadınları bir yandan evde, mutfakta çeşitli“mucizeler yaratarak” evin geçimini, aileninyaşamının idamesini bir biçimde sağlamak;öte yandan yaygın olarak ev eksenli ve enfor-mel, kayıt dışı işlerde çalışarak evin gelirini ar-tırmak zorunda bırakıyor.

Kadının evde olması galiba şu ara kapita-listlerin de daha çok işine geliyor değil mi?Ek ödenekleri azalıyor. Maliyet unsuru(kreş vb.) diye bakacak olursak?

Zaten bu ek ödenekler gündeme geldiğinde dehemen “işe almayız” tehdidini savuruyorlar.

"Erkeklerden alacaklıyız" başlığına geridönecek olursak, bundan sonraki aşama-lar neler?

Neler yapılabilir? Bu yaz geçtikten sonra, de-min konuştuğumuz gibi sendikalı/sendikacıkadınlarla bir işbirliği arayışı olacak. Bir de bi-zim, demin de sözünü ettiğimiz gibi, bu talep-leri ilerletmemiz gerekiyor. Gerçekten de kafayorup erkeklerden bu alacağı tahsil etmeninyolu üzerine de yoğunlaşmak… Bu hemen ola-cak bir şey olduğu için değil de, böyle bir pers-pektifi oluşturabilmek için uğraşacağız. Biryandan ortaklaştırmak bu sözü, bir yandan daradikalleştirmek, daha derinleştirmek dene-bilir.

Peki Mutfak Cadıları bülteni?

Orada müthiş bir bilgi biriktirdik. Aylık bülte-nimiz; hem elektronik olarak hem de basılıolarak çıkıyor. Mutfak Cadıları'nda kriz, istih-dam, kadın istihdamı vs. konularında çok bil-gi biriktirdik. Bir yandan o kanaldan da bu -nediyelim?- sosyal politika perspektifinin altya-pısını oluşturuyoruz.

Biz de çok seviyoruz Mutfak Cadıları'nı. Kısa,çarpıcı, on ikiden vurarak gidiyor. Siz, "bilgi bi-riktirdik" deyince o militan halini kaybedebi-lir mi diye bir an korktum.

Bu anlamda bilgi biriktirmekten söz ediyorumtamamen. Militan ve somut. O somut bilgiyibiriktirmek önemli, diğeri kolay.

Zaman ayırıp sorularımızı yanıtladığınıziçin çok teşekkür ederiz.

Kadın Mücadelesi

Kimi feministlerin şiddeti, kadınlarıdisipline etmenin; daha düşük ücrete,güvencesizliğe ya da ev içi emeğe razıetmenin bir yöntemi olarak çözümle-melerine ne diyorsunuz?

Kadına yönelik şiddetin Türkiye'de vebütün dünyada arttığı kesin. Tabii ki da-ha görünür hale de geldi ama bir yandanreel olarak arttı da. Türkiye'de bununiçin iki tane çok esaslı, deyim yerindey-se, "baba" neden var. Birincisi, militarizmve savaş. İkincisi de kriz ve yoksulluk. El-bette patriyarkal şiddet, yani kadınlarayönelik erkek şiddeti savaşın ya da krizinolmadığı durumlarda da var. O, zaten oilişkinin kendi içinde olan bir şey. Amaartış kesinlikle bu iki koşula da bağlı.

Ücretli emek-ücretsiz emek kıskacı krizkoşullarında kadınları daha çok eve gön-deriyor. Sermaye örgütleri kadınlara yok-sullukla baş etmek için yöntemler öneri-yor; ne kadar maharetli olunabilir, ev iş-lerinde ne kadar ekonomi yapılır vb. Ka-dının zaten nefes alacak hali kalmıyor.Açıkçası bunu ben kapatmak üzere kul-lanılan bir şiddet diye yorumlamazdım.Ama krizin getirdiği çelişkilerin artmasışiddeti de artırıyor. Yani neler oluyor?Kredi kartı borcu birikiyor, evde hiçbirşey yolunda gitmiyor, kadın ayrılmak is-tiyor. Zaten feci yük altında. Ama ne olu-

yor? Ayrılmak istediğinde kadına "ayrı-lamazsın" deniyor. Kadının ayrılma hak-kı yok. Çünkü kadın o erkeğin malı. Ay-rılma talebi öldürme nedeni oluyor. Yada erkek çok bunalıyor, cinnet geçiriyor.Üçüncü sayfa haberleri bunlarla dolu.Peki erkek sinirini öfkesini neden hepkadın öldürerek çıkarıyor?

Neden patrondan çıkarmıyor da ka-dından çıkarıyor?

Çünkü bunun sağlam bir altyapısı var;patriyarkal ilişkiler var. Dolayısıyla, sa-vaşın yanı sıra kriz de çok ama çok art-tırıyor şiddeti. Kadından o kadar çok şeybeklenince ne oluyor? Tabii kadın bun-lara yetişemiyor. O zaman, "bir tabak sı-cak yemek çıkarmadı bana" oluyor. Ozaman vur abalıya. O yüzden de krizinkadınlarla erkekler arasındaki mücade-leyi [ilerlettiğini] ve kadınların kurtuluşkoşullarını yakınlaştırdığını hiç görmü-yorum. Tam tersine, kadınları iyice güç-süzleştiriyor, sindiriyor, geriletiyor. Hiç-bir şekilde bunda bir umut görmüyo-rum. Sonuçta kadın haklarının en ilerle-diği dönem Batı'da sosyal devletin ge-liştiği, kapitalizmin görece "refah" dağı-tabildiği dönemdi. Ama artık yapamıyorbunu ve kadınların koşulları daha da kö-tüleşiyor.

“Kriz kadınların kurtuluşkoşullarını yakınlaştırmıyor,tersine kötüleştiriyor...”

>>

Page 27: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

EKMEK & ÖZGÜRLÜK 27

İsrail ile Davos, Gazze, Marmaraçatışmaları, ABD ile İran’a yönelikBM yaptırımları konsunda patlakveren gerilimleri ardından Türki-ye’nin “eksen”inin gerçekten kay-dığını gösteren vakalar olarakkaydediliyor...

Yanıtlanması gereken soru Türki-ye’nin eksenin ne olduğu ve varsaiddia edilen kaymanın nereyedoğru yöneldiğinin değerlendiril-mesi, öte yandan eksen kaymasıolsa da olmasa da bütün bu yeniefelenmelerin Türkiye’nin ulus-lararası ve bölgesel sistemler için-deki yeri açısından yeni bir politikima taşıyıp taşımadığıdır.

Bir yere gitmiyorAslında Türkiye’nin bir yere git-mediği, bağlı olduğu ittifak küme-sinde kalmaya devam edeceği he-mencecik kendini gösterdi veolaylar sürerken ortaya atılmış ye-ni eksen iddialarının da doğal sı-nırları kendini gösterdi. Hükümetsözcülerinin hamasetiyle birleşe-rek sokaklara taşan “İsrail- karşıtı”söylemin ilk açıklamaların yerinigiderek İsrail ve Batı ile bir uzlaş-ma arayışına bırakması tartışmayıolması gereken yere iade etti. Tür-kiye hem kürsel düzeyde Avro-At-

lantik hattı içindeki yeri hem deOrtadoğu düzleminde İsrail ileilişkilerini tüm gerilimlerine rağ-men terk etmek niyetinde olma-dığını gösterdi. İsrail ile gerilimçoktan bir dış politik mesele ol-maktan çıkıp seçim sathı mailin-de kullanılan bir iç politik söyle-me dönüştü.

Göreli özerklik kapasitesiTarihte çeşitli ülkeler, özellikleiçinde bulunduğu ittifak küme-sindeki yerinden memnun olma-yan, sistem içinde kendi rolünügüçlendirmek isteyen ülkeler itti-fakın lideri (eski tabirle blok lide-riyle) ile zaman zaman anlaşmaz-lığa düşerler ve sistem içindeözekliklerini arttıracak hamleler-de bulunabilirler. Bu bir ülkeningöreli özerklik kapasitesine bağ-lıdır. Yaşanan gelişmeler bu sade-likte ele alınabilir. Soğuk savaş ko-şullarında De Gaulle‘un Fran-sa’nın NATO’nun askeri kanatüyeliğini askıya alması, Türki-ye’nin Adalet Partisi dönemindebile SSCB ile ticari anlaşmalaryapması gibi gelişmeler özü itiba-rıyla bu türden gelişmelerdi. Bunedenle dış politikada adlı adın-ca blok içi “göreli özerklik” kavra-mına başvurmaksızın konuyuaçıklamakta güçlük çekeriz.

“Eksen” dışı kim vardı? Kaldı ki, tartışmayı başlatanABD’li köşe yazarlarının ilk iddiaettikleri gibi Türkiye’deki “ılımlıİslamcı” hükümetin Ortadoğu’yayönelmesi ve körfez ülkeleriylegelişen ekonomik ilişkilerinin bireksen kayması yaratmaya başla-dığı tezi her açıdan sorunluydu.Sözü edilen körfez ülkeleri ve İs-lam dünyası ne zaman ABD hege-

Uluslararası

Hakan Güneş

AKP hükümeti, Avro-Atlantik hattında“göreli özerklik” ala-nını genişletme çaba-larını otoriter iç poli-tikasıyla eklemliyor

monyasından çıktı ki onlara yö-nelmek yeni bir eksene yönelmekanlamına gelsin? ABD ile sorunluülkeler listesinde yer alan bir İranve Hamas Hükümeti ile ilişkilerise evet bu bakımdan ciddiye alı-nabilir. Ancak Türkiye’nin bu un-surlardan İran ile kurduğu ilişkiher ne kadar ABD’nin son daki-kada yan çizmesi ile ciddi bir ay-kırılık gibi görünse de Türki-ye’nin arabuluculuk faaliyetleri-ne başta Obama yönetimi olmaküzere Batı’lı ülkelerin teşvikiylegiriştiği hiç kimse açısından birsır değildi.

Daha az uysal bir ortakYine de Türkiye’nin hem ABDhem de AB ile ilişkilerinde dahaaz yumuşak başlı bir ortak olma-ya soyunduğunu ileri sürebiliriz.AB kapısında oyalanan Dünya’nın16. büyük ekonomisinin otoriteryapısıyla el koyduğu emekten el-de ettiği sermaye birikimini böl-gesinde yatırımlara dönüştürdü-ğü bir dönemde alt-emperyal de-nemeler yapmasından daha kaçı-nılmaz ne olabilir ki? Türkiye’ninBRİC ülkeleriyle başlayan flörtü,Arap sokağına yönelik popülistgirişimleri, “diklenmeden dikdurma” söylemleri artık dünya-nın en küreselleşmiş emek yo-ğunluklu ve hizmet sektörü ağır-lıklı ihracatçılarından birisi ola-rak Türkiye’nin özerklik alanınıngenişletmesi gayretleri olarak elealınmalıdır.

“Kaplanlar”a payDış açılımlarını Anadolu kaplan-larının küresel pastadan pay al-ması hedefiyle ilişkilendirmeksi-zin, hükümetin bu sermaye ağı-nın siyaseten desteklenmesi için

Eksen kayıyor mu? ülke ülke dolaşmasına bağlamak-sızın AKP dış politikasındaki sa-ikleri tanımamakta güçlük çeke-riz.

Türkiye sermayesinin ihtiyaçlarıdevletin geleneksel etki sahasınıgenişletme refleksleriyle birlikteçeşitli dönemlerde benzer ham-leler içinde olmuştur. Türkiye ta-rihi I. Savaş sonrasında İngiltereve Fransa ile II. Savaş sonrasındaise ABD ile karşılıklı olarak butürden epeyce bir blöf, rest, ger-me, gevşetme vb taktikler içerenve zaman zaman oldukça sertleş-miş bir müzakereler tarhidir.Bunlardan hiçbirinde de sonuçsermaye aklının emrettiği temelyönelimden kopma sonucunudoğurmamıştı. Örneğin Türkiyeönemli bir bölgesel güç olarakanılmadığı zamanlarda bile,1974'te Kıbrıs'a müdalesinde ol-duğu gibi, Batı’nın aksine tutum-lar geliştirebildi. Kıbrıs'a müda-hale Türkiye'yi silah ambargo-suyla yüzyüze bıraktı ama ittifa-kın dışına atmadı. Bugün de ne İs-rail'le yaşadığı restleşme, ne deABD ile İran konusunda yaşadığıgörüş ayrılığı Türkiye'yi ittifak dı-şına atacaktır ancak pazarlık sert-leşebilir.

Ekseni kayan bu tartışmada sonolarak gözden kaçırılmaması ge-reken önemli bir başka nokta da-ha var: Tüm bu gelişmeler süre-cinde Türkiye iç politikasındaotoriterliğe daha fazla savrulmayönelimi dış politikada hamaset-le birleşiyor, ondan güç alarakyerleşikleşiyor. AKP’ye dönemdönem destek veren liberal ca-miadan Nuray Mert’in de dediğigibi “Şimdi, işin içine bir de, sesi-ni çıkaranın ‘Tel Aviv avukatı’, ‘Si-yonist’, ‘PKK ağzı’ gibi son derecetehditkâr biçimde yaftalanmasıgirdi.”

Mavi Marmara’da ölenlerin dahakırkı çıkmadan hem ABD hem deİsrail’le ayrı ayrı ve birlikte yeni-den görüşmeye başlayan AKP’niniçeriye “bağımsız dış politika” sat-maya devam edeceği, ülkede busafsatayı yutmaya hazır en azyüzde 40’lık bir kesimin bulun-duğu söylenebilir. Ancak toplum-sal muhalefet Erdoğan ve hükü-metine kolay yoldan mazlumüçüncü dünyanın çıkarlarını sa-vunan, Filistin davasının destek-çisi ve ABD hegemonyası karşı-sında dik duruşlu bir siyasetinadresinin neresi olduğunu sıkçahatırlatacaktır.

Ruh eşyasına dönmekte çok za-man kaybetmez.

Lula (solda) ve Erdoğan Ahmedinejad ile ABD adına pazarlık ettiklerini sanıyorlardı ama ABD’nin başka opsiyonları da vardı

Page 28: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

28 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi ta-rafından düzenlenen Uluslararası İsrail’eBoykot Sempozyumu 5-6 Haziran’da İstan-bul’da yapıldı. Filistin direnişinden ve ulus-lararası dayanışma hareketinden farklı eği-limlerin temsilcileriyle Türkiyeli boykot giri-şimcilerinin buluşması gerçekleşirken, sem-pozyum öncesindeki İsrail’i protesto eylem-lerinden başlayarak solun Girişim ile birliktedavranma eğiliminin güçlendiği görüldü.Türkiyeli örgüt temsilcileri, FHKC Politbüroüyesi Abu Ahmad Fuad ve Filistin BDS Ulu-sal Komitesi’nden Mohammad Jaradat’ın ka-tıldığı forumda, İsrail’deki yatırımlarını sür-düren şirketlerin teşhiri, liman işçilerinin İs-rail gemilerine yükleme-boşaltmayı reddet-mesi gibi öncelikli hedefler tartışılarak ortakçalışmayı sürdürme ve kurumsallaştırma ka-rarı alındı. Boykot Girişimi’nin tanımladığı“BDS (Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi veYaptırımlar) kampanyasının Türkiye ayağınıörme” hedefi yönünde önemli bir adım atıl-mış görünüyor.

Görünürdeki bu başarı, Mavi Marmara’nındalgasından AKP yararlanırken AKP karşıtıtepkileri de İslamcı ve milliyetçi hareketlerintemsil ettiği, protestoların içinde de dışındada kalmanın baş ağrıtacağı bir özel anın ürü-nüydü. Filistin’de de sol bir odak bulma ihti-yacı FHKC’nin Türkiye sol belleğindeki ye-riyle birleşince, apayrı oluşumların üyeleriyürüyüşlerde hep bir ağızdan “YaşasınFHKC!” diye bağırdı. Bir politik-ideolojik ör-tüşmeden çok “Deniz’in örgütü”nün selam-lanmasıydı bu. Aynı zamanda Filistin’in tes-

limiyetçi Özerk Yönetim’le despotik Ha-mas’tan ibaret olmadığına tanıklıktı. FHKCde önce sempozyuma katılım düzeyiyle ör-tük olarak, forum konuşmasıyla da belirtikolarak, Boykot Girişimi’ni adres gösterdi. So-nuçta hem başka Filistin bağlantılarınıönemseyenler FHKC’ye yönelmiş, hem deBDS’yi devrimci değil sivil toplumcu bularakFHKC ile ilişki kurma beklentisiyle sınırlı birrağbet gösterenler Girişim’le yakınlaşmış ol-du.

Emek örgütleriyle ilişkilerdeyse alınacak yoldaha uzun. Forumda TTB ve BES, Sempoz-yum kürsüsünde de ZMO ve gene TTB dışın-da emek/meslek örgütü temsilcisi yoktu.Kampanyanın toplumsallaşması, temsilcile-rin yan yana gelmesinin de ötesinde, boykotgündeminin sürüp giden mücadelelerin aktifözneleri tarafından, mücadeleleriyle örtüştü-rülerek ve bütünleştirilerek sahiplenilmesinebağlı. Vicdanın ve kardeşçe dayanışmanınönemini küçümsemeyelim ama aralarına ka-ma sokulmuş ezilenlerin kardeşleşmesi, ege-menler arasındaki ortaklığın somut görü-nümleriyle karşı karşıya gelmelerinden geçi-yor.

İki güvenlik rejimi arasındaki işbirliğinin He-ron alımlarında somutlanması böyle bir ola-nak. Karadeniz havzalarını inceleyen “yaban-cılar” gerçekten İsrailli olsa da olmasa da,Türkiye’deki tarım, su ve enerji politikalarıy-la İsrail devleti ve sermayesinin eğilimleriarasındaki bütünleşme, suyundan ve topra-ğından edilenlerle sermayeyi ve devletlerihem nesnel olarak, hem de mücadele edenle-rin “kitapsız” bileceği şekilde karşı karşıya ge-tiriyor. Türkiye’nin işgal altındaki Filistin’de

kurmaya hazırlandığı serbest bölge de öyle.

Bu nesnel durum, İsrail protestolarına İs-lamcı ve ulusalcı izlekleriyle musallat olanYahudi düşmanlığını geriletme araçlarını dabarındırıyor. Zihin dünyalarındaki Yahudidüşmanlığının dile getirilme dozu kendileri-ni de ürkütünce “Türkiye’deki Musevi kar-deşlerimiz” için kaygılanan (ve hassas du-rumlarda Yahudi sözcüğünü kullanmaktankaçınmalarıyla bile yükledikleri anlamı eleveren) yöneticilerin Filistin’in toprağından,kanından ve çağrısından Türk, İslam ya da(Yeni) Osmanlı güç politikası, o da olmazsaimgesi için yararlanması da, o alanı çok bağı-ranlara bırakmadan, doğru konumu, doğruhedefleri seçerek önlenebilir.

Sosyalist Gelecek ve Filistin soluGirişim’in bugüne kadarki metinlerinde veeylemlerinde kendini gösteren antikapitalistbir ezilenler ittifakını örme yaklaşımının ha-yata geçirilmesine etkin katkıda bulunmak,kendi dışındaki sosyalistleri de -gündem ya-kıcılaştığında hazırlıksız yakalanmama kay-gısının ötesinde- sürekli bir ilgi göstermeyezorlamakiçin Sosyalist Gelecek’in herkestençok sebebi var.

Sosyalistler ve SGPH Filistin örgütlerinin engeniş mutabakatıyla talep edilen bir dayanış-ma biçimi olarak BDS’ye desteklerini, örgüt-lenmede öne çıkan politik yönelime bağla-mamalı. Ama kampanyanın FHKC ve Filistinsoluyla sürekli bir ilişkiye olanak sağladığıaçık. Sempozyum tartışmaları Türkiyeli sos-yalistlerin Filistin’i yeterince tanımadığını, Fi-listinli sosyalistlerle ve farklı direniş ve daya-nışma eğilimleriyle birbirimizi daha çok din-lemeye ihtiyacımız olduğunu gösterdi.

Bazen benzer ifadelerin de farklı anlamlar ta-şıyabildiğini gördük. Örneğin, Ahmad FuadFHKC’yi “üçüncü cephe” olarak tanımlarken,bunu bir emek kutbu değil, Hamas-Fetih ge-rilimini aşan bir ulusal cephe olarak açıklıyor.Sempozyum boyunca sınıf vurgulu sorularaeğilmeksizin –belki de bilmediği bir şeyi öğ-retiyormuş edasıyla soruldukları için - top-lumsal çelişkilerin ulusal kurtuluştan sonra-ya bırakılmak zorunda olduğunu söyledi.Acaba bu tepkisel yanıt FHKC’nin pratiğinigerçekten yansıtıyor mu? FHKC içinde ve dı-şında ulusal kurtuluşun toplumsal kurtuluşabağlanması konusunda hangi tartışmalar yü-rütülüyor? Ulusal hareketin Fetih – Hamaskutuplaşmasını aşarak yeniden kurulmasınısavunan FHKC “sosyalist yeniden kuruluş”uda gündemine alıyor mu? Bölgedeki sınıf mü-cadeleleri ve diğer ezilen uluslarla ortak düş-manlara sahip olmaya dayalı ittifakların öte-sine geçen bir ilişki biçimi düşünülüyor mu?Somut deneyimlerin ayrıntılı olarak paylaşı-lacağı uzun bir tartışma sürecine ihtiyaç var.

Boykot Girişimi bu tartışmaların zemini ola-maz ama etkinlik kazanırsa tartışmaların ha-yatla sınanacağı zeminlerden biri olabilir.

Hedeflediğimiz örgüt ve program uluslarara-sıyken Filistin’e ilgimiz selam ve destekle sı-nırlı kalamaz.

Filistin Hamas'tanibaret değilSempozyum tartışmaları Türkiyeli sosyalistlerin, Filistin’i ve sosya-listlerini yeterince tanımadığını gösterdi; farklı direniş ve dayanış-ma eğilimleriyle birbirimizi daha çok dinlemeye ihtiyacımız var

Harun Turgan

Uluslararası

FHKC’den Abu Ahmed Fuad İstanbul’da Filistin’in laik ve enternasyonalist devrimcilerinin sesi oldu

Page 29: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

EKMEK & ÖZGÜRLÜK 29

Uluslararası

6. Avrupa Sosyal Forumu (ASF) İstanbul’dayapıldı. 2008 yılında alınan kararla ve “BaşkaBir Avrupa Gerekli” sloganıyla yola çıkan 6.ASF’nin İstanbul’da yapılması özellikle Orta-doğu ve Asya’ya kapı olan Türkiye coğrafya-sının konumuyla da heyecan uyandırmıştı.Avrupa Birliği (AB) üyesi olmayan bir ülkedebu forumu yaparak, Ortadoğu’dan Asya’yauzanan coğrafyanın sorunlarını, halklarını buforuma katabilmek amaçlanmıştı. Bu keşme-keşli coğrafyanın katılımcılarının foruma ta-şıyacakları toplumsal sorunlarının, iki yıl sü-ren hazırlık sürecinde, devam etmekte olanIrak ve Filistin sorunları başta olmak üzerekatmerlenerek artmış olması, katılımcılarınsayısal ve politik gücünü arttırır diye bekle-yedurduk.

Bölgesel savaşlar, kapitalizmin son büyükkrizi gibi toplumsal ve ekolojik geleceği teh-dit eden sorunların bölgesel özellikleri; busorunları aşmadaki içsel kaynakların ve öz-

ASF 2010 İstanbul: Şehre aktivist konuklar geldi ama...

nel güçlerin foruma daha doğrudan ve bütünyönleriyle taşınabilmesinde profesyonel birtarzın izlenmesi gereği bir taraftan rasyonel-leştirilirken diğer taraftan forumun ruhunuve eylemci yönünü öldürdüğü üzerine yapıl-mış olan bir dizi tartışmayla foruma başladık.Maalesef tartışmaların önemli düzeyde kar-şılık bulduğunu gördük. Oysa bu tartışmala-ra farklı platformlarda kafa yormanın gerek-liliği devam etmektedir.

Sosyal forumlar, neoliberalizmin saldırıları,aman vermeyen tahribatları, savaşlar ve ar-tan ırkçılık, ayrımcılık gibi sorunlara karşıkoymak ve alternatif siyasal kanalları yarat-mak üzere yola çıkmıştı. Hatta bazı çevreleraçısından bu forumların başka bir anlamıvardı. Geleneksel partilerin zeminlerini dı-şında ve “bürokratik” olmayan politik grup-ların yan yana gelmesini sağlaması başlı ba-şına bir gereklilik olarak da görülmüştü. Ya-ni geleneksel muhalefete karşı “yeni toplum-sal hareketler”in soluğu olmuştu bütün busosyal forumlar.

Mücadeleci ve militan tavır eksikti Oysa bunun yetmediği ve politik ivmenin, mi-litan atmosferin gerilemesinin forum süreci-ni oluşturan farklı platformların birbiriylepolitik ilkelerde dahi farklılaştığı; örneğin an-ti kapitalist olma perspektifinin çoğu katı-lımcılarca benimsenip benimsenmemesinindahi pratik bir karşılığının oluşmadığı görül-dü. Çünkü anti kapitalist evrensel bir politikduruşu, çoğunluğu yeni toplumsal hareket-ler ile sivil toplumlardan oluşan bir toplamlagerçekleştirme niyeti başından zorlama biröneri hali olsa da, evrensel bir anti kapitalistve anti emperyalist politik duruş ihtiyacınınaciliyetiyle forumun “ya içindesindir ya da dı-şında” olmanın vakti bazı sosyalistler açısın-dan “erkendi”.

Elbette bu forumun farklı mücadele dene-yimlerine sahne olmasını ve Malmö’deki sa-kinlik içinde gerilemiş politik zayıflığın aşıl-masını umud etmiştik. Oysa yeni toplumsalhareketlerin mücadeleci ve militan tavrını,varlığını sürdürebilmekte ne derece zorlan-dığı; politik söyleminde ve tavrında çoğu za-man tekrarlara takıldığı hatta mevcut politikve pratik birikimleri taşımada gerilere düş-tüğü görüldü. Yeni toplumsal hareketlerioluşturan gruplar arasında da politik rekabettavrının kolaylıkla boy verdiğini ve “kendile-rinden olmayanlar”a dair tasfiyeci eğilimle-rin beslendiğini görmek şaşırtıcıydı.

Türkiye feministleri tarafından destek ve ka-tılım konusunda rağbet görmeyen Kadın Yü-rüyüşü ve panellerinde feminist mücadele-nin niteliğini olduğundan daha etkisiz kılan,içerik ve söylemin hakim olması, ASF’nin iler-letici bir politik platform olma önerisi konu-sunda hayal kırıklığı yaratmıştır. Kentsel Ha-reketler alanında da olduğu gibi mevcut or-talama politik durumu ve dili bozmayacak;bozanları ise forumun “bozguncuları” olarakilan edecek kadar geri noktalara düşmeyidert etmeyen ilkesiz ve sivil toplumcu çevre-lerin varlığı öne çıktı.

Diğer taraftan kafamızdaki soru işaretlerin-den biri olan ve forumdaki genel AB odaklıbakışın Ortadoğulu ve Asyalı katılımcılar ta-rafından nasıl aşılacağı probleminin, Filistinsorunu üzerine olan oturumlarla gerçekleş-miş olmasıdır. Kuşkusuz bu başarı, iki yıllıkbir hazırlık süresi olan ve diğer başlıklardanitelik ve içerik konusunda büyük problem-ler yaşayan ASF’nin içinden mi doğmuştur?Filistin sorunu artık her ortamda kendi poli-tik varlığını ortaya koyma ve söz üretme, se-sini duyurma konusunda öncelikli bir konuolarak öne çıkmaya başlamıştır ve çıkmalıdır.Bu konuda Filistin için İsrail’e Boykot Hare- >>

Ortak bir politik perspektiften yoksun olan forum bileşenle-rinin alternatif bir siyasi kanal oluşturamadığı görüldü; oy-sa son ekonomik, toplumsal ve ekolojik krizlerin sonuçları,ASF’ye anti kapitalist olma zorunluluğunu dayatıyor

Besime ŞenCansu Yapıcı

4 Temmuz’da Maçka’dan Taksim’e forum yürüyüşünde Yunanistan’dan gelen katılımcılar

Page 30: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

30 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

6. ASF’de 5. Enternasyonal’e çağrı

1-4 Temmuz tarihlerinde İstanbul’da al-tıncısı gerçekleşen Avrupa Sosyal Foru-mu (ASF)’nu genel olarak ikiye bölün-müşlüğü üzerinden değerlendirebiliriz.Emek eksenli yaklaşımlar tarihsel sürek-liliğe ve kapitalizmin sonunun kaçınıl-mazlığına vurgu yaparken, kurtuluşusosyalizmde gören bir genel söylemdebirleşiyorlardı. Bu birinci eksenden ba-kan oturumların düzenleyicileri ve katı-lımcıları açısından hem Avrupa’dan hemTürkiye’den sadece birkaç örgüt öne çık-tı. Bu ekseni daha yeni ve çeşitli hale ge-tirenin ise, iyi bir eklemlenme ile Kürt ha-reketi ve Filistin kurtuluş hareketlerin-den katılımcıların gerçekleştirdiğini söy-leyebiliriz. İkinci ekseni ise kapitalizmiyavaşlatmanın ve dönüştürmenin refor-mist müdahalelerle mümkün olduğu te-melinde parçalı hareketlere ve deneyim-lere odaklanan sivil toplumcu yaklaşım-

Uluslararasıketi’nin özverili çalışmaları bu forumda dasonuçlarını almıştır.

Forum geride pek çok soru bıraktıGerçekleşen bu paneller aslında ASF’nin na-sıl bir tutum alması gerektiği konusunda birfikir verirken, nitelikli oturumların, tartış-maların forumların eksikliğini hissettirdi. Ör-neğin, Avrupa Sosyal Forumu başlığı altındaAvrupa’da milyonlarca emekçiyi eylemliliğesüren, Portekiz, İspanya, İtalya gibi ülkelerede sıçraması an meselesi olan Yunanis-tan'daki krizin bağımsız bir başlık altında tar-tışılmamış olduğu, bu bölgelerden direniş de-neyimlerinin paylaşılmadığı gerçeklerini farkettirdi bize.

2010 İstanbul ASF, ekonomik ve sosyal kriz-den göçmenlik ve kadın sorununa; ayrımcı-lıktan, sosyal haklara; gençlik, eğitim, milita-rizm ve ekolojiden küresel adalete uzanan birdizi konuyla politik gündemi yakalamaya ça-lışırken geride birçok soru bıraktı.

ASF’deki bir diğer sorun odağı, konu başlık-larının birbiriyle olan bağının parçalı ve ko-puk olmasıydı. 5. Enternesyonal ağı, anti em-peryalist ağ ve bu kurumların oluşturduğuoturumların bir sosyalizm beklentisininperspektifiyle yaptığı tartışmalar en fazlaemek dünyası, Filistin ve Kürt sorunlarını içe-rirken; ekoloji, çevre, kültürel haklar, nükleerkarşıtı hareketler vb konuların perspektifle-ri ve içerikleri bazı yönleriyle kapitalist siste-min verili ilişkileri içinde çözümler üretmek-le yan yana bir duruşu sağlayamayacak ka-dar kopukluklar, farklılıklar içermekteydi.Türkiye’deki Kürt hareketini, Filistin sorunu-nu ve Ortadoğu’daki diğer ulusal kurtuluş ha-reketlerini ve sol hareketleri bir araya geti-ren ve oldukça bilgilendirici olan oturumlar-da ise emperyalizme karşı tüm ulusların bir-likte mücadele etmeleri gereği farklı dillerdebirçok kez aynı bağlamlarda tekrarlanırken,bu hareketleri yine ASF veya topyekun ulus-lararası politik bir ağ ile bağlantılandırılabi-lecek yeni bir söz ortaya konulamadı.

Öte yandan Türkiye’den katılan örgütlerintoplumsal hareketler ve sol açısından çok darbir kesimi temsil ettiğini de söyleyebiliriz.Pek çok sol parti ve örgüt, yayın organı, der-nek, vakıf, platform ve ağ, ne oturum konuş-macıları arasında ne standlarda ne de yürü-yüş pankartlarında yoktu.

Bölgeselden küresele sosyalforumların geleceği Dünya Sosyal Forumu'nun ardından, ASF birbölgesel forum olma niteliğiyle örgütlenme-ye başlamıştı. Bunu Akdeniz Sosyal Forumugibi diğer forumlar da izlemişti. Yani dünyaforumuna sığmayan çatışmalı alanlar için da-ha derinlikli bir tartışma ve katılım hedef-lenmişti. Salt pratik gerekçeleriyle dahi budoğru bir karardı. Fakat bu doğru kararın ar-dında, ortaya “politik olarak ilkeli, sürekliliğiyakalayan, gündemdeki mücadele deneyim-lerini taşıyan örgütleri ve çevreleri tam anla-mıyla içine alabilen” ideal bir ASF süreci veeylemliliğinin olamayışı kuşkusuz bundansonraki ASF gündemlerine nasıl bir örgütlü-

lükle ve ne kadar dahil olabileceğimizi dü-şündürtmektedir.

Türkiye’deki foruma yerel ve küresel katılı-mın teknik ve mali sınırlılıklarının olduğu bi-linmektedir. Fakat forumun politik ve “sos-yal” olan başarısının bu mevzu üzerindenboy vermediğini kestirebiliriz. Peki o zamanasıl dert nerededir?

Kendimize İstanbul ASF’ye katılımın hangiçevrelerce heyecanla beklendiğini sorduğu-muzda, gördüğümüz manzaranın herkes açı-sından tatmin edici olamadığını söyleyebili-riz. Sendikalar, meslek odaları, mahalle der-nekleri, çevreci örgütler, kadın örgütleri vbtüm çevreler için bu durumu izlemek müm-kün. Ekoloji, Filistin sorunu, kadın ve kent ha-reketleri gibi bazı alanlar kendi birikimlerinizorlayarak canlı bir katılımı zorlasa da içerikaçısından geriye ciddi sorular bıraktılar. Poli-tik iddiaları, genel bir muhalefet çizgisininiçinde toplanabilecek ancak buna daha akti-vist grupların da ilgi göstereceğini düşüne-rek, İstanbul ASF’den geriye kalan sonuçlarkimler açısından “kalıcı ve somut” kazanım-lara dönüşebilecektir? Örneğin bölgesel ça-tışmaların küresel düzeyde bir politik müca-dele hattına duyduğu ihtiyaç ne kadar karşı-lanabilecektir? Yerel sorunların kendi içinekapanma risklerini ortadan kaldırma çabala-rı, küresel düzeyde nasıl bir karşılık bulacak-tır? Dahası bu yerel sorunlar ve mücadelelerfazla genelleşme riskleri ile politik derinliği-ni ve taleplerini politikleştirme zorluklarıylakarşılaşmayacak mıdır?

Bir mahalle hareketi ile sendikal bir yapınınbenzer politik konularda yan yana durabil-mesini sağlamak, bu yapıların örgütsel güç-lerini ve farklılıklarını aynılaştırmadaki ça-baları, bu forumların kalıcı bir politik zemi-ne dönüşmesini de zayıflatmaktadır. Bu du-rum, sosyal forumların bir tür “bir araya ge-lebilme” kabiliyetini gösterdikleri ama bununötesindeki işlerde süreklilik yaratamadıklarıancak DTÖ, IMF, DB gibi uluslararası serma-ye birliklerine karşı bir güç ve direniş yarat-manın amacını taşısa da bu iddianın “başkabir dünya mümkün” diyenleri ikna edemeye-ceğini görmüş olduk.

Kısacası, Belem’deki Dünya Sosyal Foru-mu’nda olduğu gibi bütün bu bölgesel fo-rumların sürecine politik partilerin katlımıve gündemleri belirlenmiş ilkeler çerçeve-sinde taşınmadıkça, başka türlü bir emek ha-reketi, kadın hareketi, savaş ve militarizmkarşıtı hareket, yurttaşlık hakları ve ekolojihareketi, kent hakkı hareketi de güçlenme-yecektir.

Devlet ile toplum arasındaki yeni bir kamusalve politik alanı oluşturmayı hedefleyen siviltoplumcu yaklaşımların İstanbul’daki ASFprogramında geniş yer kaplayan yapılarınpolitik bir özne kabiliyeti oluşturması zordur.Dolayısıyla son ekonomik ve toplumsal kriz-lerin sonuçları, ASF’ye anti kapitalist olmazorunluluğunu dayatıyor. Bunu en çok ekolo-jik krizin ve oluşan tahribatların izinden gi-derek kavramak mümkün.

>>

Oturum “Sosyal hareketler artık ayrı ayrı değil, kapitalizme veemperyalizme karşı ortak mücadele alanı yaratmalıdır; sosyalforumların zayıflığı ise ortak bir enternasyonal hareketi başlatmakkonusunda hep çekingen kalmış olmasıdır; temelinde emekhareketi olan ve tüm sosyal hareketleri kapsayan bir ortak enter-nasyonal kaçınılmazdır” cümlesiyle kapandı

Sinem Uz

5. Enternasyonal’e ilk çağrı 19-20 Kasım 2009’da Caracas’taki sol partiler konferansında Hugo Chavez’den gelmişti

Page 31: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

EKMEK & ÖZGÜRLÜK 31

lar oluşturmaktaydı. Daha çok katıldığımoturumlar dahilinde yorum yapabildiğimdenmi, yoksa genel iyimserliğimden mi kaynak-lanıyor bilemiyorum ama bu ASF için birincieksenin daha ağırlıklı olduğu, ikinci ekseninise cılızlaşmış olduğu savunulabilir görünü-yor. Tüm oturumların değerlendirmesineburada yer vermek mümkün olmadığından,bahsettiğimiz birinci eksenden bakanlarınmerakını cezbeden “5. Enternasyonal içinÇağrı” oturumu ile ilgili gözlemlerimi akta-racağım.

Geleceğin sosyalizmiOturum, 5. Enternasyonal Birlik üyesi, Avus-tralya Sosyal Forumu’ndan Hermann Dwor-zak’ın geleceğin sosyalizmi ekolojik bir sos-yalizm ve feminist bir sosyalizm olacağı, ar-tık tek parti sosyalizminden bahsedileme-yeceği tespiti ile başladı. 5. Enternasyonal’inde böyle bir sosyalizm anlayışına ihtiyacı ol-duğu belirtildi. Fakat oturumun devamındabu görüşü destekleyen veya itiraz eden be-

lirgin bir katkı söz konusu olamadı. Zira oda-da, ne konuşmacılar ne de tartışmacılar ara-sında sosyalizme, ekoloji veya feminizm pen-ceresinden bakacak grup veya kişiler mevcutdeğildi. Oturumun katılımcılarının çoğu Av-rupa’dan gelmişti ve izleyeciler arasında Tür-kiye’den gelen katılımcı sayısı bir elin par-makları kadar azdı.

Konuşmacılar arasında Sürekli Devrim Ha-reketi’nden, Kürt hareketinin temsilcilerininyaptığı katkıların ise oldukça yerinde oldu-ğunu söyleyebiliriz. Dünyanın bir köy halinegeldiğini; devrim potansiyelini taşıma açı-sından, dört ülke üzerinde parçalanmış olanKürt köylerinin önemli mekanlar olduğunubelirttiler. Bu köylerde feminist hareketin de,ekolojik hareketin de kendiliğinden oluşmuşolduğundan bahsettiler. Bu köylerin topye-kün bir ütopyası olduğunu, Türkler, Farslar,Araplar gibi diğer halkların devrimci öğele-riyle birlikte hareket edebileceğini vurgula-dılar. Önerileri ise Komünist Manifesto’daki“dünyanın bütün işçileri birleşin” çağrısınıngenişletilerek, “tüm ezilenler birleşin; ekolo-lojik, devrimci köyleri savunun” sözünün ge-rekliliği oldu. 5. Enternasyonal için oluştu-rulması zorunlu olan içerikte, Kürt hareketi-nin potansiyelinin mutlaka ele alınması ge-rekliliği vurgulandı. 5. Enternasyonal’in ne-rede toplanması gerektiği konusunda ise,2015’te Kürdistan’da, Amed’de toplanmaçağrısı yaptılar.

Aynı oturumda konuşmacı olan Workers Po-wer Pakistan grubu ise kapitalizmin ve em-peryalizmin getirdiği zorlaşan yaşam, çalış-ma koşulları ve şiddet olgusunu Hindistan,Sri Lanka, Afganistan ve Nepal örnekleriyleaçıkladıktan sonra Güney Asya’nın dünyadaen fazla yoksullaştırmaya maruz kalan böl-gelerden biri olduğunu vurguladı. Bununlabirlikte, Güney Asya’da sistem karşıtı örgüt-lerin sayısında önemli bir artış olduğunu, fa-kat komünist partilerin etkinliğini yitirdiği-ni, Nepal’de kazanılan mücadele sonrasındaMaoist partinin hükümete girmesinin duru-mu iyileştirmediğini; ilk amaçları kapitalizmiçinde demokratikleşme olduğu için burjuvapartileri ile işbirliği yapabildiğini belirtti. Gü-ney Asya’dan gelen konuşmacının da vurgu-ladığı sürekli devrim hareketi görüşüydü. Al-manya’dan katılan bir metal işçisi ise, 5. En-ternasyonal için işçi partilerinin ve sendika-ların yerinin yadsınamaz olduğunu, fakat ön-celikle burjuva partiler ve hükümetler ile iş-birliğini bırakmaları gerektiğini vurguladı.

Chavez’in çağrısıBaşka bir 5. Enternasyonal Birliği üyesi, gü-nümüzde 3. Enternasyonel döneminden çokfarklı bir dönemde olduğumuzu, artık çokgeniş tabanlı bir örgütlenmeye gidilmesininzorunlu olduğunu ekledi. Oturumun tartış-ma kısmı ise, 5. Enternasyonal’in çağrısı ve

6. ASF’de 5. Enternasyonal’e çağrı

Oturum “Sosyal hareketler artık ayrı ayrı değil, kapitalizme veemperyalizme karşı ortak mücadele alanı yaratmalıdır; sosyalforumların zayıflığı ise ortak bir enternasyonal hareketi başlatmakkonusunda hep çekingen kalmış olmasıdır; temelinde emekhareketi olan ve tüm sosyal hareketleri kapsayan bir ortak enter-nasyonal kaçınılmazdır” cümlesiyle kapandı

içeriğinin ne olacağından çok Güney Ameri-ka deneyimlerinin eleştirisi üzerine gelişti.Chavez’in yakın zamanda 5. Enternasyonaliçin çağrı yaptığı haberi üzerine genel görüş,Güney Amerika’da burjuvazi ile işbirliği içe-risinde olan bonapartist sol partilerin ön-derliğinde kurulacak bir 5. Enternasyonal’inkabul edilemez olduğu üzerineydi. Bunun dı-şında bir katılımcı, Türkiye’de sendikalarınçoğunun cinsiyetçi ve milliyetçi olduğunu be-lirterek, 5. Enternasyonal’e sendikaların ka-tılımının sorgulanmasını istedi. Türkiye sen-dikalarından herhangi biri oturumda zatenmevcut değildi fakat katılımcıların ve konuş-macıların önemli bir kısmını oluşturan Av-rupa’daki sendikalar ve işçi örgütleri üyeleride bu konuda ya bilgileri olmadığı için ya dadikkate değer bulmadıkları için bir yorumyapmadılar.

Oturumun sonuç cümlelerinde ise 5. Enter-nasyonal Birliği’nin kesinlikle Kürt halkınınve tüm dünya halklarının kendi kaderini ta-yin hakkını desteklediği, fakat kapitalizm de-vam ettiği sürece hiçbir ulus için tam bir kur-tuluşun mümkün olmayacağı, ulusal kurtu-luş fikrini kapitalizm karşıtlığından ayrılma-ması gerektiği vurgulandı. “Sosyal hareket-ler artık ayrı ayrı değil, kapitalizme ve em-peryalizme karşı ortak mücadele alanı ya-ratmalıdır; sosyal forumların zayıflığı ise or-tak bir enternasyonal hareketi başlatmak ko-nusunda hep çekingen kalmış olmasıdır; te-melinde emek hareketi olan ve tüm sosyalhareketleri kapsayan bir ortak enternasyo-nal kaçınılmazdır”, cümleleri oturumun so-nuç mesajları oldu. Öte yandan bu oturumlailgili tartışmaların ASF’nin genel seyrindenfarklı olarak güncel olmaktan öte yapısal vetarihsel yönelimleri ile ortaya çıktığını söy-leyebiliriz.

Tükiye solunun büyük bir kısmının ne 5. En-ternasyonal oturumuna ne de genel olarakASF’ye katılmamış olması da dikkat çekiciy-di. Bunun nedeni ASF’nin yeni toplumsal ha-reket temelli ve sivil toplumcu görünüşü veartan oranda somut politik kazanımlar oluş-turamaması eleştirisinin yanında, farklı vebirleşemeyen seslerin forumların etkinliğiniartırıcı, yapısını ve içeriğini dönüştürücü birgüce sahip olamayacağı inancı olabilir. Tek-nik sorunlar ya da organizasyon eksiklikleri-ne odaklanan eleştirilerden ziyade birkaç ör-gütün ASF’yi fazlaca sahiplenmesi, geniş öl-çekte bilgilendirici ve diğer örgütler açısın-dan da katılımı teşvik edici çabaların eksikli-ğinin, özellikle Türkiye için dışlayıcı bir etki-ye yol açmış olabileceği de ihtimal dahilinealınabilir. Bu koşullarda ASF’den bir 5. En-ternasyonal çıkar mı ya da bir 5. Enternas-yonal çağrısına katılım ASF’ye nazaran dahamı yoğun olur, buradan çıkarmak zor.

5. Enternasyonal’e ilk çağrı 19-20 Kasım 2009’da Caracas’taki sol partiler konferansında Hugo Chavez’den gelmişti

Page 32: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

32 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Uluslararası

Tupturuncu koca bir pankart: minik minik ba-lıklar bir araya gelmişler koskoca bir balıkşekline bürünmüşler, önlerine kattıkları bü-yük balığı kovalıyorlar.

Kimseye borcumuz yok, tedbirleri geri alınşimdi, diyor başka pankartlarda-

Onlar hayatımızı kabusa çevirmeden korkula-rını kabusa çevirelim.

Neyi protesto ediyorlar peki: IMF'yle yeni ta-nışmışlar. Maaşlar kesilmiş, işten atılma taz-minatları dörtte bire inmiş, emeklilik yaşı 65'eçıkmış, emekli maaşları azalmış, memur veemekliler bir senede ondört maaş alıyormuş,onların ikisi kesilmiş, yeni işe girenlerin toplusözleşme hakları kaldırılmış, ilk defa çalışma-ya başlayan gençlere asgari ücretin altında üc-ret gelmiş... Bunları dinlerken, nasıl yani, dahayeni mi tanıştınız imf ile, diye sormadan ede-miyorum.

Bence çok kalabalık. Çok daha fazlasını bekli-yorduk, sendikalar bu kadar uyuz olmasa in-sanlar itimatlarını kaybetmezlerdi daha cokkatılırlardı, diyor Dimitri. Yirmibin kişi diyeyazıyor sonra gazeteler.

Upuzun bir kortej, içerisinde her taraftan ör-gütlenmeler var.

Kenarlarda göçmenler soğuk su satıyorlar, kü-çük kahverengi adamlar onlar.

Cadde boyunca birileri elimize broşürler tu-tuşturuyorlar. Bir tanesinde, cam çerceve in-direlim yağma edelim, yazıyor.

İhtiyar bir amca, saçlarını briyantinle yatırmış,bulvar kaldırımının parmaklıklarını bir eliyletutmuş yerdeki torbasına komünist broşürükoyuyor. Torbanın üzerinde bir eski para vepul koleksiyonu dükkanının adı yazıyor.

Arkadaşımın çantasinda benim için üç çeşitgaz maskesi var, bir de havuz gözlükleri. Ne iyifikir olduğunu birazdan anlayacağım.

Hep beraber slogan atılıyor:

ebros, lae, mi skivis to kefali,

o monos dromos

ine adistasi ke pali

Başını eğme, tek çözüm direniş ve kavga, de-mekmiş. Arkadaşım diyor ki sigara içeceğinesen de bağır. Düğünde göbek atamamak gibibir şey bu da, niyeyse insana bir ketlenme ge-liyor. İçimden çok geliyor yunanca slogan at-mak aslında ama süperego beğenmiyor.

Dantel şallı ihtiyar teyze yolun kenarında slo-

ganların temposuyla kafasını sallıyor.

Baska bir teyze, gri saçları var, parmaklığa el-leriyle yaslanmış okuma gözlüğüyle broşürokuyor evire çevire.

Biz marksist leninist komünist partiyle yürü-yoruz, safları sıkı ve emniyetli diye. Ön sıradaerkekler var, ellerinde koca sopalara sarılmışbayraklarla, kolkola yürüyorlar. O sopalar sa-vunma silahı polise karşı, ön sıradakiler de ba-digard.

Parlamentoya doğru yürüyoruz. Parlamento-nun etrafındaki büyük otellerin dükkanlarınkepenkleri inik; önceki gösterilerde camlarıçerçeveleri indirilmiş, ondan. Parlamentonunalt katının kepenkleri de kapalı.

Bazı gruplar müzik çalıyorlar, bella çav şarkı-sı var, bazıları tek ritmle trampet çalıyor, bizimgrup öndeki grupla müşterek slogan atıyor-aynı partinin sendika va parti grubu imişler.Ne çok insan Che Guevara tişörtü giymiş.

Herşey neşeli ve hoşken, dayanışma, toplucaitiraz etme, bir şeyleri değiştirebilme ihtimaliruhu ile ruhum seviniyorken, gel önlere gide-lim diyor arkadaşım. Elimden tutuyor, parla-mentonun önüne geliyoruz. Tam orası başkatürlü: bir dağınıklık, kalabalık, sıra sıra polis-ler. En fenaları yeşillilerdir, onlardan uzak dur,diyor arkadaşım.

Polis hattının önündeki protestocular avazavaz düdük çalıyorlar, bir de bir siren bul-muşlar onu öttürüyorlar, polislere sanki. Or-tayaşlı bir kadın kollarını havaya kaldırmışdirseklerini bükmüş, avuçlarını parlamento-ya doğru uzatıp bir şeyler bağırıyor. Bu hare-ket burda el hareketi imiş, küfürmüş.

Orda bir arbede çıkıveriyor. Bağrışmalar, in-sanlar kaçışıyor, etrafta insanların kaçışmasıtuhaf bir şey, insan şaşırıyor, onlarla beraberkaçışamıyorum, hemen kenara ilişiyorumönümden kaçışıyorlar, sonra elleri yunan bay-raklı iki üç adamı birileri koca sopalarla azönümde dövüyorlar. Allah yarattı demiyorlar.Anarşistler ultramilliyetçileri dövüyormuş- bukavramlara sıfatlara sarınıp birilerini dövmekistemiyorum. Onlar da bizi bulsalar aynı böy-le döverler, diyor arkadaşım, heyecanlanmış,ben de bir iki faşist dövmek istiyorum bugün,diyor. Galiba kendisinden kalbim biraz soğu-yor. Irkçılar en çok da göçmenleri dövüyorlar-mış. Kendimi yerdeki adamların üzerine ka-patmak istiyorum ama sopalar kocaman vedüşünmeden indiriyorlar, benim vicdanımınçok cesareti yok bazen hayatta. Çok mutsu-zum şimdi, geldiğime pişman oldum, şiddetikaldıramıyorum. Faşistlerin kafalarini ezmeklazim, Hitler bile bunu söylediydi, diyor arka-daşım. Hitler demiş ki, artık çok geç, bizi kü-çükken ezecektiniz. Yunanistan nazi işgalinigörmüş, kendi cuntaları da olmuş, antifaşistduygular buranın solcularında büsbütün kuv-vetli.

Yansın, yansın bu genelev parlamento diye ge-çiyor bir sloganda. Na kai na kai tho burdello ivuli.

Sağda solda insanlar hapşırmaya başlıyor.Gözlerim burnum yanıyor. Polislerin ellerindesivri uçlu tuhaf tüfekler var, insanın yüzüne

‘79 ruhumuz’ Atina’da mülteci…29 Haziran genel grevinde Atina’da herkes sokakta. Birmülteci ağbi “24 Ocak ‘79 kararları ilk IMF paketiydi, bizdeçok çok daha fazla protesto edildi aslında” diyor. Meğer bizruhsuz değilmişiz, ama neler kaybetmişiz

Elif Köksal

Genel grev günü parlamento önünde toplanan işçiler krizin bedeleini ödememeye kararlı

Page 33: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

EKMEK & ÖZGÜRLÜK 33

gözyaşı gazı sıkmaya yarıyormuş. Yüzlerinde uzungaz maskeleri ve korunmalı kıyafetleriyle polislerkötü niyetli astronotlara benziyorlar. Kimbilir on-lar da nasıl bir ruh halindeler.

Etrafta gaz bulutları. Yerdeki sarı toza basma, di-yor arkadaşım. İnsanlar gaza alışık gibiler, mese-la arkadaşımın hep hazırda gösteri çantası var,içinde gaz maskesi, gözyaşı gazını nötralize etme-ye yarayan maalox (alüminyum oksit+magnez-yum hidroksit) ve gözlükler. Fazla maskeleri Spi-ros'a teklif ediyorum, yırtık pırtık bir pankartınbir ucundan tutmuş Spiros, lüzum yok, diyor. Ki-milerinin yüzünde çok ayrıntılı gaz maskeleri var,polislerinkine benzer, kimisi mendil sarmış, çokinsan da korunmasız. Benim gözümde klor gözlü-ğü var, maske de sahiden işe yarıyor.

Metronun girişinde bir ağız dalaşı var, kızgın genç-ler canım mermerleri kırmışlar, yontma taş devrialetleri boyunda, avuçta tutup polise fırlatmalık.Vatandaşlar onlara bağırıyor bir genç adam ceptelefonuyla fotoğraflarını çekiyor eyvah onu ko-valayacaklar mı ortalarında kalmaktan çok rahat-sızım. Zaten bağırmak sevmiyorum. Başka dildegerçi daha az rahatsız edici sanki. Arkadaşım is-yanin ortasında olmak istiyor ama ben hayatım-da hiç gözyaşı gazı yemedim polis sopası da ye-medim- insan bilmediği şeyden ürküyor. Şu andaher şey bana fazla geliyor. Kortej ne güzel neşeliy-di, bu tarafa nerden geldik. Ben kavganın içine gi-diyorum, sen metroya gir olay çıkarsa evde bulu-şuruz, diyor arkadaşım, aşağı iniyorum, her ihti-male karşı bilet alıyorum. Metro istasyonu gazladoluyor, hava insanı yakar mıymış, maskeye göz-lüklere rağmen gözlerim acıyor, dışarı çıkıyorum,herkesi kaybettim, bankta oturup ağlıyorum, hemgözümün acısından hem ağırlıktan. Rilke'yi hatır-lıyorum, iyi geliyor: Bırakın her şey size gelsin:güzellik ve dehşet. Siz devam edin. Hiç bir duygunihai değil.

Yanımda oturan kadın çantasından beyaz birkrem çıkarıyor gözlerinin kenarına sür diyor, sa-hiden işe yarıyor, hemen ferahlıyorum.

Protestocular bu arada başka meydana gitmişler.O tarafa dogru yürüyorum, gelme hiç tekin değildiye mesaj gönderiyor arkadaşım, ben de ana cad-dede bir lüks otelin önünde oturup kahve içiyo-rum, bunları yazıyorum. 74'e kadar türk kahvesiderlermiş artık elenikos kafes diyorlar, yunan kah-vesi. Garson fincanı kapattığımı görünce abla be-nim falıma da bakar mısın, diyor; kurabiye getiri-yor. Falında at ve kuş var; bir kizla birbirlerine ba-kıyorlar. Gösteriyi kaybettiğime pişmanım amadaha fazla şiddet görecek halim sahiden yok.

Bir iki saat sonra arkadaşım geliyor, metro istas-yonuna girdi polisler, orda çalışanların bizi koru-ması gerekirdi, bir kişiyi gözaltina aldılar, diyor-çok kızmış. Nasıl alırlar ne hakla, diyor. Mahke-menin önüne gidilirmiş böyle zamanlarda, polisbirini aldığında, dayanışmak kollamak için. Gaze-tede sonra bakıyoruz, onüç kişiyi gözaltına almış-lar.

Peki biz daha ağır durumdayız ne zamandır öyle-yiz neden kalkıp protesto etmiyoruz diyorum birmülteci ağbiye, burda yurdumu bilen herkese busoruyu soruyorum. 24 ocak 79 kararları ilk IMF-pakediydi, bizde çok çok daha fazla protesto edil-di aslinda, diyor. Meğer biz ruhsuz değilmişiz; amaneler kaybetmişiz...

Avro dışı kriz:MacaristanAlmanya kaynaklı ucuz dayanıklı tüketim malla-rının piyasayı doldurduğu Macaristan’da ihracatdurdu, 700 bin kişinin kredi borcunu kamu üst-lendi

Engin Erkiner tehlikesiyle karşı karşıya olduğu açık-landı.

AB’deki krizin sadece Avro’yu kullananülkelerle sınırlı olmadığı biliniyorduancak bu durum şimdiye kadar Avroalanı dışında bu kadar açık ortaya çık-mamıştı.

Macaristan’ın durumu Yunanistan’danfarklı… Bütçe açığı o kadar yüksek de-ğil, ek olarak da ekonomi durgunluğagirmemiş durumda… 2008 yılında buülke AB yönetiminden ve UluslararasıPara Fonu’ndan 20 Milyar Avro acil

Avrupa Birliği (AB) 27 üyeden oluşuyor.Bunlardan 16 tanesi ortak para birimiolan Avro’yu kullanırken, geri kalanlarulusal para birimlerine sahipler.

“Avro krizi” olarak da söz edilen ve Yu-nanistan’dan başlayarak İspanya, Por-tekiz ve İtalya’ya yayılma eğilimi göste-ren kriz, şimdi başka bir yerde de ken-dini gösterdi: Avro bölgesi içinde olma-yan Macaristan’da ekonominin çökme

Uluslararası

Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de “hükümet istifa” pankartıyla krize karşı gösteri yapanlar

Page 34: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

34 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Domuzlar başta Alman Şansölyesi Angela Merkel, Av-rupa Birliği (AB)’nin istikrarını sağlamaya kararlı li-derler takımının uykularını kaçırıyor. Gündüzleri finansçevreleriyle toplantılar yapanlar geceleri domuz ka-busları görüyor.

Bu “domuzlar” malum, İngilizce isimlerinin baş harfle-riyle PIGS: Portekiz, İtalya, Yunanistan ve İspanya. Budört kader arkadaşının yüksek kamu harcamaları vebuna bağlı olarak ortaya çıkan bütçe açıkları gibi çıplakgözle mali tablolardan okunabilir ekonomik sorunları-nın ötesinde Merkel ve şürekasına göre bir de “tembel-

Uluslararası

Akdeniz hummasınınİspanya evresi

kredi almış olmakla birlikte, sorun-ların değil aşılmak, hafifletilemedi-ği bile görülüyor.

AB ülkeleri, Avro alanı dışında kal-salar bile, geneldeki sorunlardanetkileniyorlar.

Macaristan ekonomisinin iki temelsorunu bulunuyor:

Birincisi: Ülke nüfusunun yüzde15’i yabancı para birimlerine (ge-nellikle İsviçre Frangı) bağlı olarakyüksek oranda borçlanmış durum-da… Borcu ucuz faizle ve Florin(Macaristan para birimi) olarak alı-yorlardı, ancak geriye ödeyecekle-ri miktar yabancı para birimi üze-rinden hesaplanıyordu. Florin’inuluslar arası mali piyasalardaki de-ğişim değeri sabit kaldığı ölçüdesorun çıkmıyordu. Ne ki, böyle ol-madı.

İkincisi: Macaristan yıllardan beriartan oranda ihracat gücünü kay-bediyor. Genellikle Almanya kay-naklı olan ucuz dayanıklı tüketimmalları ülke piyasasını doldurmuşdurumda…

İhracatın düşmesi Florin’in değeri-nin (özellikle Frank karşısında)düşmesini de getiriyor. Bu durumgeri ödenmesi gereken krediyi kat-lanarak yükseltiyor ve çok sayıdakişiyi iflasın eşiğine getiriyor.

Hükümet, kredi faizini bile ödeye-meyecek duruma gelen yaklaşık700 bin kişinin borcunu Florin’eçevirmeye karar verdi.

Benzeri bir durum, Avro bölgesin-deki İspanya’da da yaşanıyor. Ban-kalar yıllarca ucuz faizle ev kredisidağıttılar. Çok sayıda ev yapıldıama bunlar boş duruyor. Durum okadar umutsuz ki, yeni iskan böl-gelerinin temel altyapısı bile yapıl-mamış durumda. Borç ödenemiyorve çok kişi iflasın eşiğine geliyor.

Özellikle İspanya kredi piyasasınabüyük yatırım yapmış olan Almanbankalarının milyarlar kaybetmesidurumunda, krizin ülke içine yan-sıması ve bu bankalarda bulunançok sayıda emeklilik sigortasınında iptal edilmesi söz konusu olabi-lir. Bunun ardından bankaların ver-diği öteki kredilerin de ödenme-mesi, artan durgunluk ve genel birkriz ortaya çıkacaktır.

AB’de yeniden yapılanmaAlmanya ve Fransa başbakanları,Merkel ve Sarkozy, önümüzdeki ABZirvesi’nde görüşülmek üzere yenibir AB yapısı üzerinde anlaştılar.Buna göre, Ekonomi Bakanlığı ku-rulacak ve üye ülkelerin ekonomi-leri yakından denetlenecek. AB kri-terlerine uymayanlar (ülke borcu

GSMH’nın yüzde 3’ünü aşanlar)ortak para biriminden çıkarıla-caklar.

Bu önlemin ne oranda ve nasıluygulanabileceği bilinmiyor,ama görünen, Avro’yu kurtar-manın ancak bazı ülkelerden“kurtulmakla” mümkün oldu-ğunun düşünülmeye başlanma-sıdır.

Almanya bile AB’nin ekonomiy-le ilgili kriterine uymadığınagöre bu önlem nasıl uygulana-cak? Önerilen çare, herkesin ta-sarruf yapmasıdır!

Almanya büyük bir tasarruf pa-ketini yürürlüğe soktu. Özellik-le sosyal yardımla yaşamak zo-runda kalanların haklarını dahada kısıtlayan bu paketin en be-lirgin yönü, zenginlerden alınanverginin artırılmamasıdır. Hı-ristiyan Demokratların bir bö-lümü bile “böyle olmaz, zengin-lerden alınan vergi artırılmalı-dır” demesine rağmen, hükü-met bunu yapmaya yanaşmadı.İktidardaki koalisyonun ortağıLiberal Parti’nin oylarının hızladüşüşe geçmesinin yanı sırasendikaların ve değişik toplum-sal örgütlerin direniş kararı al-ması da koalisyonun ömrününsınırlı olduğunu gösteriyor.

Birleşik direnişNe ki, hayalci olmamak gerek…Tasarruf önlemleri ve direnişkararları bütün ülkelerde varama birleşik bir direniş ufuktabile görünmüyor. Macaristan’dasol çok zayıf… Son seçimleringösterdiği gibi sağ ve ırkçı par-tiler yükselişte… İtalya, İngilte-re, Fransa, Polonya, Bulgaristan,Romanya ve Baltık ülkelerindede sol iyi durumda değil…

Solun güçlü olduğu ülkeler: Al-manya, Çek Cumhuriyeti, Yuna-nistan… Bunlara İspanya vePortekiz de eklenebilir. Ne ki bupartiler arasında ortak davranışsöz konusu değil… Örneğin Yu-nanistan Komünist Partisi ileAlmanya’daki Sol Parti arasın-daki ilişkiler limon rengi… Bu-na Avrupa Sol Partisi’nin geliş-me gösterememesini de ekler-sek, hep beklenen AB çapındadirenişin henüz söz konusu ol-madığını belirlemek gerçekçiolur.

Çoğunluğun tekelci burjuvazi-nin tasarruf önlemlerine karşıolması, o çoğunluk birlikte ha-reket edemedikçe anlamını bü-yük oranda kaybediyor.

İspanya’da hükümetin Meclis’esevkettiği emek düşmanı“reform” paketi 22 Haziran’daonaylandı. İşçi sendikaları tatilarefesinde geçirilen yasaya karşı29 Eylül’de genel greve gidecek

Hatice Yörür

İspanya’nın başkenti Madrid’de hükümetin yeni iş yasasını Meclis’e sevketmesini protesto eden binlerce insan sokakları doldurdu

Page 35: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

EKMEK & ÖZGÜRLÜK 35

Akdeniz hummasınınİspanya evresi

lik” sorunları var. Merkel´in “tembelliklerininbedelini daha çok çalışıp daha az kazanaraködeyecekler” diye tercüme edilebilecek söz-leri İspanya basınında şubat ortalarındanbaşlayarak her gün başka şekilde yankılanı-yor.

Kapitalizmin krizinin bir anda kendi krizlerihaline gelişini şaşkınlıkla izleyen İspanyahalkı martla birlikte dikkatler iyiden iyiyeYunanistan´a çevrilince bir süreliğine rahat-lamayı düşünürken “Kurtarma mı? Ne kur-tarması?” açıklaması geliyor birlik yönetici-lerinden. Zaten kurtarıla kurtarıla “tembelli-ğe” alışmış bu ülkelerin krizden kendi ken-dilerine çıkmaları gerektiği, ancak bu yollaekonomilerine rekabetçi bir kimlik kazandı-rabilecekleri her fırsatta başka bir yetkiliağızdan duyuruluyor. Avrupa Merkez Banka-sı Başkanı Jean-Claude Trichet “direksiyonbaşında uyumayı bırakın” sözleriyle söz ko-nusu ülkelerin devlet başkanlarını reformacağırırken, birlik dışı çevrelerden IMF’yle an-laşın önerisi geliyor.

Avrupa’nın güneyi bulaşıcı Akdeniz hum-masına tutulmuşsa, reçeteyi hazırlamak el-

bette AB- IMF işbirliğine düşüyor. Hastalığınbelirtilerinin her yerde aynı olması reçeteyazmayı çok kolay hale getiriyor. Neo-klasik-lerin düz mantığı işleyecek, “potansiyel” ka-mu borçlarının kökünü kurutmak için öncesosyal harcamalarda kesintiye gidilecek, ya-ni kemerler sıkılacak. 1 Mayıs´tan başlayarak“Bizim hiçbir şeyimiz yok; krizimiz de… Krizzenginlerin krizi, bedelini onlar ödeyecek…”diyerek tedaviye direneceğinin sinyalleriniveriyor İspanya işçi sınıfı.

AB dönem başkanlığı sırasında bütün ba-lonları elinde patlayan başbakan Jose LuisRodriguez Zapatero, AB-IMF çemberindeyardım dilenir olduğu eleştirilerini “İspanyaborçlarını ödeyebilir, güçlü ve itibarlı bir ül-ke konumundadır, birçok ülke gibi ekonomikkrizin sonuçlarına hep birlikte katlanacağız”diye yanıtlıyor. Gün geçtikçe cümlesinin so-nu daha net anlaşılmaya başlıyor Zapate-ro´nun: Krizin sonuçlarına hep birlikte kat-lanacaksınız ey işçiler, emekçiler, emekliler,siz işsizler, kariyer maratonu uzadıkça uza-yan gençler, dünyanın her neresinde olursa-nız olun ucuz-yedek işgücü kadınlar… Krizinbedelini hep birlikte ödeyeceksiniz.

Her iki gençten biri işsizEuro Bölgesi´nin en yüksek işsizlik oranına(yüzde 19.7) sahip ülkede, 25 yaş altı nüfus-ta iş bulamayanların oranı yüzde 45 civarın-da iken, halihazırda 65 olan emeklilik yaşı-nın 67’ye çıkartılması reform paketinden deönce, Şubat ‘ta gündeme gelmişti. Sendikala-rın ve sosyalist hareketin güçlü tepkisiylekarşılaşan, hatta genç nüfusu daha düşük üc-ret ve daha az sosyal harcamayla çalıştırabil-diği için çalışanları erken emekliliğe zorlayaniş çevrelerinin dahi tam desteğini alamayantasarı onaylanmayarak, rafa kalkmıştı. He-men ardından Mayıs’ta parlamentoda kabuledilen, sosyal harcamalardan 15 milyar Av-roluk kesinti öngören tasarruf paketi ileemeklilik yaşının 2025’e kadar kademeli ar-tışı, önümüzdeki yılın sonuna kadar emeklimaaşlarının dondurulması, kamuda çalışan-ların maaşlarında bu hazirandan başlayarakortalama yüzde 5 kesinti yapılması ve me-mur maaşlarının önümüzdeki yıl boyuncasabit kalması, kadınlara doğumdan sonra ya-pılan 2500 Avroluk çocuk destek ödemesi-nin temelli kaldırılması, kalkınmaya yardımfonundan yapılacak 600 milyon Avroluk har-camanın durdurulması onaylandı.

Kamuda çalışan 2.5 milyon emekçiyi doğru-dan etkileyecek kesintilerin uygulanmadangeri çekilmesi talebiyle 8 Haziran’da gerçek-leştirilen bir günlük memur grevi hükümet-le sendikalar arasında katılım sayısı savaşla-rına yol açtı. Hükümet kaynaklarınca yüzde15 olarak duyurulan greve katılım oranı, sen-dikalara göre özerk bölgeler arasındaki cid-di katılım farklılıklarına rağmen ortalamayüzde 75 civarındaydı. Aynı akşam, bütün İs-panya sokaklarda, protestodaydı. Memurla-rın grevinde ülkede hayat durmasa da, hü-kümetin geri adım atmaması halinde genelgreve gideceğini duyuran sendika konfede-rasyonlarının bu karar için fazla beklemele-

rine gerek kalmadı.

15 Haziranda bir önceki aydan daha düşükmaaşlarla karşı karşıya kalan kamu çalışan-ları artık krizin somut kurbanıydı. 16 Hazi-ran’da iş yasası reformunun yeni maddeleribakanlar kurulunca onaylandı. 22 Haziran’daoylanmak üzere meclise gönderilen düzen-lemeler istihdamı esnekleştiriyor, kayıt dışıve güvencesiz işçi çalıştırmanın önünü açı-yor, tazminatları düşürme yoluyla işçi çıkar-mayı kolaylaştırmakta. Kıdem tazminatınındüşürülmesi ve krizden etkilendiğini beyaneden firmalara işçi çıkarma, üretimi daralt-maya giden firma ve kamu kuruluşlarına ge-çici süreli sözleşmeyle işçi çalıştırma izni ve-ren düzenlemeler emekçileri işten atılmakorkusuyla güvencesiz çalışmaya mahkumedecek; sendikalılaşma oranını azaltarak ça-lışanları toplu sözleşme hakkından mahrumbırakacak.

Avrupa’ya genel grev çağrısıİspanya hükümeti emek maliyetlerini düşü-recek bu düzenlemeleri, ülkeye uluslararasıyatırım çekeceği, verimliliği artıracağı, reka-betçi piyasa oluşturacağı gerekçesiyle savu-nuyor. AB- IMF çevrelerinin de tam desteği-ni almış durumda. Hükümetin reform tasa-rısını Meclise sevketmesinin hemen ertesin-de İspanya’ya gelen IMF direktörü Strauss-Kahn, “krizden çıkış köklü değişiklikler ge-rektirir ve köklü değişiklikler hiçbir zamansorunsuz olmaz” sözleriyle Zapatero´nun sır-tını sıvazlarken yükselen toplumsal muhale-feti görmezden gelmesini salık vermeyi deihmal etmiyor. Reform paketinin meclisegönderilmesiyle birlikte 29 Eylül´de genelgreve gitme kararını açıklayan işçi ve memursendikaları konfederasyon başkanları, Avru-pa İşçi Sendikaları Konfederasyonu aracılı-ğıyla tüm Avrupa´yı aynı gün genel greve,üretimden gelen gücünü göstermeye çağırı-yor. Hükümetin iş reformu tasarısını yaz ba-şına denk getirmekle toplumsal muhalefetizayıflatmayı öngördüğünü ifade eden işçisendikaları birliği (CCOO) genel sekreteri Ig-nacio Fernández Toxo, 29 Eylül’deki grevleİspanya hükümeti ve burjuvazisine çok ağırbir bedel ödeteceklerini iddia ediyor, krizdençıkış yolunun ancak emekten yana politika-larla mümkün olduğunu vurguluyor.

Sonuç olarak, diğer birçok Avrupa ülkesindeolduğu gibi, İspanya´da da bundan sonrasıiçin bırakın refah devletinden söz etmeyi,emekçilerin yükünün gün be gün artacağı,refahın ancak toplumdan kopuk giderek kü-çülen bir azınlıkla anılacağı aşikar. Kriz, Av-rupa´yı yeniden şekillendirirken, ülkeler ara-sı güç dağılımından başlayarak yeni bağım-lılık ilişkileri ortaya çıkarmaya, sınıflar arasıuçurumu derinleştirmeye devam ediyor.Emekçilerin mücadelesi şimdilik birbirindenkopuk lokal mücadeleler görüntüsünde olsada, bütün Avrupa için topyekun bir mücade-le hattı acil ve gerekli. Özetle, zaman Avru-palı ezilenlerin hep birlikte ayağa kalkma za-manı!

İspanya’nın başkenti Madrid’de hükümetin yeni iş yasasını Meclis’e sevketmesini protesto eden binlerce insan sokakları doldurdu

Page 36: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

36 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Uluslararası

Merkezi otoriteye duyulan ihtiyacı seçim-ler ve Kürt’lerin durumu üzerinden nasıldeğerlendirebiliriz?

Kürtler bu noktada kilit konumda. Kürtlerinbaştan itibaren şöyle bir sorunları var. Ame-rikan işgalinden sonra görece bir bağımsız-lık elde ettiler ama bu geleceği belirsiz bir du-rum.

Irak’da güçlü bir merkezi otorite kurulabilir-se ki bunun manasının bir diktatörlük olabi-leceğini düşünüyorum. Yani sonuçta bu güç-lerin içerisinden birileri bir siyasal unsur önplana çıkacak diğerlerini bastıracak ve bir şe-kilde belki uluslararası konjonktürüde arka-sına alarak merkezi bir yapılanmaya gidecek.Bu yapılanma kurulduğu takdirde Kürtlerinhali çok belirsizleşir. Son zamanlarda tartışı-lan Türkiye’ye yakınlık meseleleri de bura-dan çıkıyor. Çünkü Amerikan işgali ile birlik-te Kürtler aslında çok geniş bir bölgeyi kont-

rol altına aldılar ve şöyle bir şey yaptılar; ge-leneksel Kürt bölgesi dışındaki yerlere de gir-diler. Musul’da mesela çok ciddi bir peşmer-ge gücü var. Kerkük zaten başlı başına bir tar-tışma konusu. Tabii Kerkük’deki eski güçlükonumlarını biraz kaybettiler. Şu anda basınapek yansımıyor ama Irak’da bir Kürt sorunubaşlamış durumda.

Irak Ulusal Ordusu (IUO) yavaş yavaş güç-lenmeye başladı. IUO şimdiye kadar kağıtüzerinde vardı. Şöyle bir şey anlatayım; birkere Kerkük’ün çıkışında gözaltına alındım.Kar maskeli adamlar yolda bizi aldılar. Göz-altına alanlar Kürt değillerdi. Panikledik ta-bii. Mihmandara sordum kim bunlar diye,bunlar IUO dedi.

IUO parçalı bir yapı kim görevdeyse ona çalı-şıyor. Şiiler görevdeyse onlara çalışıyor, Sün-niler görevdeyse onlara. Şimdi bu yavaş ya-vaş kırılmaya başladı ve gerçek bir IUO or-dusu oluşmaya başladı. Ve IUO ordusu gele-neksel bölgelerinin dışında konumlanmışpeşmerge güçleri ile ciddi çatışmalar içinegirmeye başladı. Mesela Musul’da çok ciddibir gerilim var. Musul’da şimdi bir Arap valivar. Silahlı güç olarak peşmerge, Amerikalı-lar ve IUO var. Musul içinde bir bölgeden birbölgeye geçerken kontrol noktaları var. Me-sela Kürtler kendi kontrol noktalarında vali-nin geçmesine izin vermiyor. Ciddi gerginlik-ler çıkıyor ve Amerikalılar gelerek olayı ya-tıştırıyor.

‘Bağdat’ın güçlenmesi IrakKürdistanı’nı zora sokar’

Bir de sınır birlikleri var. Bunlar kâğıt üze-rinde IUO’suna bağlı. Son zamanlarda gitti-ğimde izin almak için kendileriyle görüştüm;siz kimsiniz dediğimde “IUO’ya bağlıyız” di-yorlar hâlbuki peşmerge. Bunlar peşmergeama kâğıt üzerinde IUO’ya bağlı gözüküyor-lar. Maaşları da IUO’dan sağlanıyor.

Kürdistan Bölgesel Yönetiminde siyasaldurum nasıl şekilleniyor?

1,5 yıl öncesinde enteresan bir gelişme olduKürdistan’da. KYB ve KDP dışında küçük par-tiler vardı ama neredeyse hiç etkinlikleri yok-tu. İki yıl önce güçlenen İslami bir parti vardıve Erbil’deki bazı patlamalar bu parti ile iliş-kilendirilerek ciddi bir baskı ile bu parti ka-patıldı.

Kürdistan meclisinde 111 milletvekili var.Bunun 11 tanesi azınlıklara ayrılan kota. Bu-nun içerisinde Ermeniler, Türkmenler, Sür-yaniler ve Hıristiyanlar var. Geri kalanını daKYB ve KDP paylaşıyordu. Tabii şöyle de birşey var; bu iki parti var ama aynı zamanda ikidevlet var. Son birkaç yıl içinde bu biraz es-nemeye başladı. Daha önce Kürdistan Bölge-sel Yönetimi meclisnde 45 tane bakanlık var-dı. Örneğin yatırımlara bakan devlet bakanlı-ğı var ve aynı makamın iki bakanı var biriKYB’li biri KDP’li. Son seçimlerde bu bakan-lık sayısını düşürdüler.

Kürdistan’da son seçimlerde Goran adında,Türkçesi değişim olan bir hareket çıktı. Li-derliğini KYB’nin uzun yıllar politbürosunda

Besime Şen ve Osman Ersoybölgeyi yakından takip edengazeteci Sadık Güleç’leIrak’taki son durum üzerinesöyleşilerinin ikinci bölümün-de Kürdistan’daki durumu veTürkiye-Kürdistan BölgeselYönetimi ilişkilerini tartışıyor

Irak Başbakanı Nuri Maliki (solda), Cumhurbaşkanı Celal Talabani (ortada) ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani bir basın toplantısında

Page 37: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

EKMEK & ÖZGÜRLÜK 37

yer alan Nuşirvan Mustafa diye biri yapıyor.Nuşirvan Mustafa KYB’de Talabani’den son-ra ikinci adam denebilecek bir isimdi. Tamolarak ne yaşandı bilinmiyor ama bir şekildeTalabani Nuşirvan Mustafa’yı tasfiye etmeyeçalıştı ve Nuşirvan Mustafa bu tasfiyeye kar-şı ayrı bir siyasal akım başlatarak karşı çıktıve bir anda arkasında özelikle Süleymani-ye’de etkin bir muhalefet hareketi oluştu.

Goran hareketinin politik çizgisi nedir?

Tabii bütün Irak ve Kürdistan için geçerli olanbir şey var: Hiç bir siyasal akım bizim buradaanladığımız anlamda örgütsel, ideolojik siya-si bir çizgiye sahip değil. Buradan bakıldığın-da KDP tek bir parti gibi gözüküyor. Ama KDPbile bir cephe hareketidir. İçerisinde çok fark-lı çıkarları farklı siyasal duruşları olan insan-ların toplandığı bir cephe hareketidir. YaniKDP listesinden çıkan Türkmenler vardır,geçmişte Türkiye yanlısı olan ama şimdi KDPile hareket eden Türkmen partilerinin tem-silcileri vardır. Aynı şey KYB içinde geçerlidir.Nuşirvan Mustafa’da da durum böyle oldu.Fakat daha çok özellikle aydınlardan üniver-site öğrencilerinden ve laik kesimlerden des-tek aldı.

Şimdi Süleymaniye’nin şöyle bir yanı vardır.Her zaman Süleymaniye, Erbil’e göre yaniKDP’ye göre daha modern bir yaşam tarzınasahip olmuştur. Bunu günlük yaşamda so-kakta da hissedersiniz. Mesela Erbil’de so-kakta kadın çok az görürsünüz. Yanında bir

erkek vardır çoğunlukla da kapalıdır. Son dö-nemde bu da bir parça değişmeye başladı.Sosyal yaşamda ciddi değişimler oldu. BüyükAVM’ler açıldı, üniversiteler açıldı. Erbil kü-çük bir ortadoğu kasabasıyken şimdi Kürdis-tan’ın başkenti oldu. Ama Süleymaniye ba-şından itibaren modern bir şehirdir. MeselaSüleymaniye’ye gittiğimde sokaklarda el eletutuşan çiftleri görürüm. Bunu Erbil’de koleykoley göremezsiniz.

Dolayısıyla Nuşirvan Mustafa’nın hareketinerdeyse Süleymaniye ve çevresinde KYB’yibitirdi. Goran hareketi KDP’nin etkin olduğubölgelere de sıçradı. Tabii burada çok büyükbir direnç ile karşılaştı. Yani bir tür demok-rasicilik oyunu oynandığı için geçmişteki bü-yük silahlı çatışmalar yaşanmadı. Ama bazıbölgelerde küçük çaplı bir takım olaylar ya-şandı. Bu hareket tabii ki Kürt bölgesinin hertarafında örgütlenmeye çalıştı. Dohuk ve Er-bil’de bürolar açtılar gazeteler çıkarmayabaşladılar. Seçim döneminde konvoylarınayönelik saldırılar oldu. Parti binaları taşlandıadayları dövüldü.

En son bir hafta önce bir olay yaşandı. Üni-versite öğrencisi genç bir çocuk; Goran hare-ketinin içinde yer alan bir çocuk bu. Kendiinternet bloguna, Barzani’nin kızıyla evli ol-saydım hayatım nasıl değişirdi diye mizahibir yazı yazdı. Oradaki rüşvet ve yolsuzluğuaktarmaya çalışan bir yazıydı bu. İstihbarat’ınbaşındaki Mesrur Barzani üniversiteyi ziya-

retinde gençlerle toplantı yaparken ordaeleştirel bir konuşma yapıyor bu çocuk. Birhafta önce çocuğu okul çıkışında aldılar veçocuğun ölüsü bulundu. Goran bu durumdanBarzani’yi sorumlu tutuyor.

Seçimler için son gidişimde Koya Üniversite-sinde Goran ideologlarından bir profesör ilekonuştum; şeyi anlamaya çalışıyorsunuz; bu-radaki kavramlar ile düşündüğümüz için si-yasal çizginiz ne? Bunu çok betimleyemiyor-lar. Mesela bir Türkiye hayranlığı var. İşteTürkiye gibi bir yapı istiyoruz. Ama bunun al-tını programatik anlamda dolduramıyorlar.Temel eleştiri noktaları yolsuzluk üzerinden.Yani diyorlar ki burada parti ile devlet ara-sında bir çizgi yok. KDP’nin binalarının kira-sı devlet tarafından ödeniyor. Dolayısıyla mo-dern bir devlet özlemleri var.

Seçimlerden iki ay önce kurulmalarına rağ-men son Kürdistan parlamentosu seçimle-rinde 25 milletvekili çıkardılar. Şimdi son ge-nel seçimlerde ilk defa kendi listeleri ile seçi-me girdiler ve 7 milletvekili gönderdiler.

Türkiye’nin Irak ve Kürdistan politikasıbölgede nasıl yansıma buluyor?

Başından itibaren Türkiye, Kürt ve Kürdistankorkusundan dolayı şunun altını çizmeyeözen gösterdi: Biz merkezi hükümete bağlıbir Kürdistan istiyoruz.

Türkiye’nin bölgeye yönelik politikası işgalsonrasında iki ayrı süreç olarak gerçekleşti.Başlangıçta askerlerin etkin olduğu bir süreçvardı. Bu oralarda çok gizli saklı bir şey değil.Özellikle Türkmenlerle konuştuğunuzda çokaçık bir şekilde bunu size aktarıyorlar. Nedirbu ? İşgalden sonra Türkiye bölgeye yoğunbir şekilde girdi. Aslında işgalden önce Tür-kiye’nin bölgeyle ciddi bağları yoktu. Türk-menlerin çok ön plana çıkartılmasına rağ-men Türkmenlerin yapısına dair bilginin bi-le çok az olduğunu düşünüyorum. Sanki ora-daki Türkmenler homojen bir yapıymış gibiyaklaştılar sonra bir baktılar ki bu Türkmen-lerin de Sünnisi, Şiisi varmış. Türkiye örgüt-lenmesini başlangıçta Erbil üzerinden götür-dü. Oradaki Türkmenler bir tür beşinci kol gi-bi değerlendirildi. Ama Kürt bölgesindeki ya-pı oturmaya başladıktan sonra Erbil Türk-menleri Kürdistan bölgesiyle hareket etme-ye başladılar. Başlangıçta Erbil’de Türkiye ilebirlikte hareket eden partiler yani TürkmenCephesi siyasetinde yer alanlar ayrıldılar.Türkiye’de zaten merkezi Kerkük’e taşıdı. Fa-kat Türkiye’de Türkmen cephesi gibi örgüt-ler çok fazla abartılıyor. Aslında güçlü yapılardeğiller.

Tabii Kerkük’ün ayrı bir yapısı var o da şu:Kürtlerden duyulan endişe neticesinde Kürt-ler dışındaki tüm yapılar ortak bir cephe kur-muş durumdalar. Irak’ın başka yerlerindebirbirini boğazlayanlar Kürtlere karşı bir itti-fak oluşturdular ve Kerkük’de bir mezhep ça-tışması da yaşanmadı. Kerkük’de 4-5 yıl ön-ce bir toplantılarına gitmiştim, Sadr’ın tem-silcisi de vardı. Türkmenler, Sünni ve Şii ör-gütlerin temsilcileri vardı ve hepsi ortak ha-reket ediyorlardı.

Türkiye’deki siyasal durum bölgeye na-sıl yansıyor?

Türkiye’deki değişim yani askerler ve si-viller arasındaki çatışma oraya da yansı-yor. Başlangıçta bölgedeki bütün Türkmenörgütlerinin başında askerler vardı. Mese-la Erbil’de bir Türkmen partisinin lideriy-le sohbet etmiştim. Kendisi daha sonraKDP ile birlikte çalışmaya başladı, nedenTürkmen Cephesinden ayrıldıklarını sor-duğumda; “daha önce bizim başımızda biralbay vardı; bunlarla politika yapılmıyorbunlara derdimizi anlatamıyoruz dolayı-sıyla biz de kendi politikamızı oluşturma-ya karar verdik, şimdi iş MİT’e bağlandı ozaman MİT’e bağlansaydı ayrılmazdık” de-di. Bu kadar da açık seçik bir şekilde de ak-tarılıyor mesele.

Şimdi Türkiye daha esnek bir politika izli-yor bölgede. Mesela KDP’den bir sanayibakanı var Türkmen. Son gidişimde onun-la sohbet etme olanağı buldum. Bana na-sıl bakan seçildiğini anlattı. Hiçbir zamanKDP içerisinde yer almayan biri. İhsanDoğramacı’nın ailesindenmiş. Kendisinebakanlık teklif ediliyor, İhsan Doğramacıile konuşuyor sonra konu Abdullah Gül’e

kadar gidiyor. Uygun görülüyor ve bakan-lığı kabul ediyor.

Türkiye açısından bölgeyi hakimiyet alanıolarak gören bir politika başladı. Tabii böl-gede ekonomik anlamda tam bir hâkimi-yet var. Bu durumu çarşı pazar dolaştığı-nızda müthiş bir şekilde hissediyorsunuz.Her yer Türk markaları ve mallarıyla do-lu. Yollar Beko, Arçelik, Vestel bütün bun-ların reklamları ile dolu. İnşaat ve gıda ta-mamen Türkiye’ye bağlı.

Bir de şöyle akıllıca bir politika yürütmeyeçalışıyor Kürt hükümeti: ilerde Bağdat’damerkezi hükümet güçlendiğinde kendile-rini bir şekilde güvenceye almak için Tür-kiye’yi kendilerine bir müttefik olarak ya-kın tutmaya çalışıyorlar. Örneğin henüz gi-rilmemiş bakir petrol alanları var ve bun-ları TPAO’nın sondaj şirketi için ayırmış-lar. Türkiye hala girmiyor ama orayı tutu-yor. Çünkü ilerde durumun nasıl olacağınıbilmiyorlar ve Türkiye için bir lokma ola-rak orayı tutuyorlar. Merkezi otorite sağ-landığında Irak için Kürt sorunu yenidenbaşlayacak. Merkezi otorite “evet, yerelözerkliğiniz var ama bunun sınırlarını birkonuşalım” diyecek.

Irak Kürdistanı Türkmalları ve firmalarıyla dolu

Page 38: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

38 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Uluslararası

İran’da devrimci hareket:Kazanımlar, zaaflar

İran’da İslami rejime karşı devrimci atılım biryılını doldurdu. Bu dönemde devrimci hare-ketin derinleştiğine, radikalleştiğine, farklı bi-çimlere büründüğüne ve devrim ile karşı-devrim saflarının iyiden iyiye belirginleştiği-ne tanık olduk. Sokak gösterilerinin azalma-sına dayanarak devrimci kalkışmanın sonaerdiğini, İslami rejimin denetimi yeniden elegeçirdiğini söylemek ya siyasal safdilliğin yada devrim hakkında soyut, ayakları yere bas-mayan iştahsız bir siyasetin ifadesidir.

İran’da devrimci hareketin yükselişine yolaçan koşullar ve çelişkiler –burjuvazininmüzmin siyasal ve ekonomik krizi, kadınlarakarşı cinsel apartheid, topluma uygulanankülürel ve siyasal baskı, geniş kitlelerin yok-sulluğu ve yoksunluğu, işçi ve emekçi kitlele-rin en temel özgürlüklerinden yoksunluğu—oldukları yerde duruyor; bu çelişkiler ve ko-şullar şu ya da bu şekilde ortadan kaldırıl-madıkça veya İslami rejim devrimci hareketisokakta dize getirip yenilgiye uğratmadıkça

Birinci yılı dolarken İran devrimi sol hegemonya altında sürüyor. Bu toplumsal hegemonyaörgütsel-siyasal bir önderliğe tercüme edilebilmiş değil

Siyaveş Azeri

Kadınlar 27 Aaralık ayaklanmasında da öncü rol oynadılar. Devletin örgütlediği çapulculardan oluşan “Besiç”lerin tecavüz tehditleri kadınları yıldırmadı

27 Aralık 2009 ayaklanması:“Devrimin provası”

27 Aralık 2009 ayaklanması halkın reji-me karşı özgüvenini pekiştirdi. Halk buhareketle rejimi devrimci ayaklanmayladevirme provası yaptı. İş o noktaya geldiki Tahran Emniyet Müdürü 28 Aralık’ta“fitne Tahran’ın altı noktasında birleşe-bilseydi başkent düşerdi” itirafında bu-lundu. 27 Aralık hareketi rejimin artık1979-81 döneminde olduğu gibi devrimibastırmak için geniş çaplı bir seferberlikgücüne sahip olmadığını da gösterdi. An-cak bu hareket aynı zamanda devrimin

en büyük zaafını da ortaya çıkardı. Sür-mekte olan İran devrimi ancak ve ancakkomünist sol bir önderlikle ereklerineulaşabilir zira yalnızca komünist sol dev-rimin ifade ettiği eşitlikçi, özgürlükçü veinsancı isteklerin gerçekleşmesinden ya-nadır. 27 Aralık ayaklanması devriminönderlik olmaksızın, kendiliğinden ula-şabileceği son noktayı gösterdi: Mahşerduygusunun İslam Cumhuriyeti faşizmi-ni devirmeye yetmeyeceğini ortaya koy-du.

mışcasına eski dengelerin yerine gelmesi desöz konusu edilemez: Bu bir yıllık sürecin ar-dından ne İslam Cumhuriyeti o eski rejimolarak kalabilir ne de devrim güçleri ve ge-niş halk kitleleri eski konumlarına dönebi-lirler. Devrimin şimdiye kadarki kazanımla-

devrimci hareketin sönümlenmesi olanaklıgörünmüyor.

Devrimin kazanımlarıBir yıldan beri inişli çıkışlı biçimde süren,farklı uğraklar ve dönemlerden geçen dev-rimci yükselişin ardından hiçbir şey olma-

Page 39: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

EKMEK & ÖZGÜRLÜK 39

rını şöyle sıralayabiliriz:

nİslam rejiminin safları iyiden iyiye dağıldı.Milyonların katıldığı devrimci kalkışmanınrejim saflarının sıklaşmasına neden olacağısanılabilirdi. Ancak devrimin alttakilerin is-tememesine, üstekilerin yönetememesinedayanan mantığı uyarınca rejime uyguladığıbaskı rejimin safları ve yapısının dağılmasınayol açıyor. Rejim saflarındaki dağınıklığın sonörnekleri arasında sağ kanat temsilcileri Ah-medinejad ile Larijani arasındaki gerginlik,irili ufaklı mollaların birbirlerini tehdit et-meleri (Ayetullah Sanei ve Humeyni’nin to-rununun tehdit edilmesi) gösterilebilir. Bu-nun yanında bizzat Hameneyi’nin sağ kanatiçinde de gücünü iyiden iyiye yitirmesi veyetkesinin yok olması ruhani liderlik tutkalı-nın bile rejimi oluşturan çeteleri bir arada tu-tamayacağını tanıtlıyor.

nUluslararası ölçekte İran’daki devrimci kal-kışma önemli kazanımlar elde etti: Bununbaşında belirli “sol” çevrelerin de katıldığı,devrimin dünyanın medya devleri tarafındandenetlendiği söyleninin gizemini yitirmesigeliyor. İran’da sıfır noktasındaki devrimci-ler aynı zamanda devrimin haber kaynakla-rı olarak da davrandılar ve medya devlerininhaber tekellerini kırdılar. Burjuva medyası-nın tekelinin bu ölçekte kırılması batı dev-letlerinin İslami rejimle ilişkilerini kendi ka-muoyu nezdinde gerekçelendirmesini iyicegüçleştirdi. Bu da rejimin siyasal soyutlan-mışlık sürecini yeğinleştirdi.

Öte yandan işgal ettikleri akademik kürsü-lerden sözde radikal kültürel görecililikçi veçok-kültürcü ideologların bu kuramlarıylaaslında burjuvazinin dünya kamuoyuna sun-mak istediği görüntüyü ürettikleri de ortayaçıktı: Bir Ortadoğu ülkesi olan ve sözde “İs-lam Dünyası”nın parçası sayılan İran halkı-nın hiç de iddia edildiği gibi olmadığı, töre,geleneksel, dini değerler değil modern dün-ya yurttaşlarının özleyip savunduğu değer-ler için mücadele ettiği ortaya çıktı. Bununyansıması çeşitli ülkelerin işçilerinin İran’da-ki hareketle dayanışmalarında -Endonezyalıişçilerin Farzad Kamangar’in idamını pro-testo gösterileri, Afganistan’da halkınİran’daki idamlara karşı gösteride bulunma-ları bunun başlıca örnekleridir- farklı ülke-den sanatçıların İran’daki devrimle dayanış-ma için besteledikleri şarkılar ve yarattıkla-rı yapıtlarda, Hollanda gibi kimi ülkede biz-zat yerli halkın İranlı göçmenlerle birlikte İs-lami rejimin casusluk ve terör yuvaları olanelçiliklerinin işgaline katılmalarında görüle-bilir.

n Rejimin siyasal soyutlanmışlığını batı dev-letlerinin İslam Cumhuriyeti, Türkiye ve Bre-zilya arasında gerçekleştirilen nükleer takasanlaşması maskarlığına gösterdikleri tepki-de de görmek olanaklı. Rejim bu sözde an-laşmayla uluslararası alanda üstünlük eldeetme hesapları yapıyordu ancak bu oyun terstepti ve bu kez Çin ve Rusya da açık biçimdeİslami rejimin karşısında yer aldı. Düne ka-dar rejimi batı kamuoyu gözünde meşrulaş-tırma çabasında olan Avrupalı kimi siyaset-

çinin rejimin dış işleri bakanı Mottaki’yi ge-çen yıl hunharca öldürülen ve İran’da dev-rimci direnişin simgesine dönüşen NedaAğasoltan’ın posterleriyle karşılayıp protes-to etmesi devrimin batı devletleri üzerindede yarattığı baskının göstergesidir.

nDevrimin ilerlemesini sürdürdüğünün birbaşka göstergesi de rejim yanlısı muhalefetgüçlerinin içine düştüğü çelişkili durumdur.Musevi’nin son (18.) bildirgesi bunun en iyiörneği. Bildirgeden önce Musevi “sessiz gös-teri”(!) çağırısında bulundu. Ardından buçağrısını geri çekti. Sonunda da bildirge“koz”unu ortaya sürdü. Bildirgenin içeriği debu sözde muhalefetin harap halinin bir baş-ka tanıtı: Düne kadar “İslam Cumhuriyeti, nebir sözcük eksik ne bir sözcük fazla” diyen,İslam Cumhuriyeti’nin kadınlara karşı cinselapartheid rejimini kurumsallaştıran, işçile-rin ve emekçilerin ve bütün insanların hak-larını gaspeden anayasasının “eksiksiz uygu-lanmasından” azına razı olmayan Musevi, bubildirgede “eşitlik ve özgürlüğün İslami dev-rimin yadsınamaz erekleri” olduğunu söyle-mek durumunda kaldı. Humeyni’nin “sevgilibaşbakanı”, İslam Cumhuriyeti faşist diktası-nın en karanlık döneminin başbakanı Mus-evi 1979 “Devrimi sonrası gelişmelerin eleş-tirel yeniden okunması” taraftarı oluverdi.

nİşçi sınıfı 1 Mayıs 2010 bildirgesiyle eskidenfarklı bir biçimde siyaset alanına adım attı.Rejimin bütün vahşeti ve barbarlığına karşınayakları üzerinde durabilen 10 işçi sendika-sının ortak bildirgesi milyonlarca işçi veemekçinin ortak istek ve iradesinin ifadesi-dir. 1 Mayıs 2009’da işçi sınıfı İslam Cumhu-riyeti’ne, devrimci yükselişin arifesinde dev-rim ateşinin küçük bir alevini gösterdi. İşçisınıfının 2010’daki bildirgesiyse sürmekteolan devrimini insani içeriğini gösteriyor.

Devrimin başlamasından beri burjuva med-ya Musevi veya Kerrubi gibi zevatı devriminönderleri olarak halka dayatmaya çalıştı. An-cak daha ilk günden halkın bu oyunu bozdu-ğuna, rejimin içinde oluşan siyasal çatlaktanyararlanıp devrimi hızlandırdığına tanık ol-duk. Devrim, toplumsal hareket bazında dü-şünüldüğünde, sol hegemonya altında. Nevar ki bu toplumsal hegemonya örgütsel-si-yasal bir önderliğe tercüme edilebilmiş de-ğil.

Rejim yanlısı muhalefet kendi zaafının ifade-si olan ve bu muhalefetin devrimin önderi ol-madığı gerçeğini bir erdemmişcesine devri-me dayatmaya çalışıyor. Ayakları yere bas-mayan irili ufaklı sol örgüt ve baskı gruplarıda buna çanak tutuyor. Solun örgütsel-siya-sal önderliğini oluşturamayışının nedenle-rinden biri budur. Ancak hepsi bu değil. Biz-zat komünist solun belli uğraklarda ve dö-nüm noktalarında önderlik arzusuyla ortayaçıkmaması bu önderliğin henüz oluşamayı-şının başka bir nedenidir.

Bir başka etmense bizzat devrimin mantığı-nın ürünüdür: Devrimler önderlikle ortayaçıkmazlar, devrimci süreç içinde önderlikle-rini oluştururlar. Bu yüzden İslam Cumhuri-yeti’nden çok devrimden korkan güçlerin

devrim önderliği vasfıyla ortaya çıkabilme-leri söz konusu olamaz. Bu, yukarıda sözünüettiğim, sürmekte olan İran devriminin so-lun toplumsal hegemonyası altında oluşununtemelidir. İşte bu noktada devrim önderliğiarzusu ve çapıyla ortaya çıkabilecek bir ko-münist siyasal gücün önemi de ortaya çıkı-yor. İran Komünist-işçi Partisi bu yöndeönemli adımlar attı: 7. Kongre’de yayımlananDevrim Manifestosu, Kadın Özgürlüğü Mani-festosu, Devrimin On Buyruğu ve İran’da Se-külerizm bildirgeleri bu yönde atılmış önem-li adımlardır. Ancak bunların yeterli olmadı-ğı, devrimin daha da ilerlemesi ve derinleş-mesi için örgütsel-siyasal önderliğin oluştu-rulmasının bir zorunluluk olduğu ortadadır.İKİP bu önderliğin oluşması için var gücüyleçalışmaktadır. Parti’nin Merkez Komitesi’nin34. Plenumu’nda onaylanan Parti ve Devrimbildirgesi, İKİP’in siyasal erki ele geçirecekbir toplumsal parti görünümünde ortaya çık-ması ve devrimin örgütsel-siyasal önderliği-nin oluşumu yönünde atılmış önemli biradımdır.

* İran Komünist-İşçi Partisi Uluslararası İliş-kiler Komitesi Sözcüsü

Kürdistan’da, başta İran Komünist-işçiPartisi, İran Komünist Partisi ve İKP’ninKürdistan örgütü KOMALA olmak üzerekomünist sol örgütlerin çağrısıyla FarzadKamangar ve diğer dört siyasal eylemcininidamını protesto için gerçekleştirilen ge-nel grevin başarısı devrimin sol, eşitlikçive insani içeriğinin bir başka göstergesi ol-du.

BBC ve VOA gibi burjuva medyanın da yar-dımıyla sağ, nasyonalist güçler bu hareke-ti Kürtler’in Kürtler’in idamına karşı hare-keti olarak lanse etmeye çalıştı ama tümbu hokkabazlık bu insancı ve eşitlikçi ha-reketin içeriğini örtmeye ve çarpıtmayayetmedi.

“DevrimKürdistan’da da

yankılandı”

Farzad Kamangar için bir duvar afişi

Page 40: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

40 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Uluslararası

Polisin taktikleri başarıyaulaştıFakat polis, çoğunluğunun kendi-sini anarşist olarak nitelendirdi-ği, kara blok taktiği uygulayan,gerçekte bir örgüt olmayan, bi-reysel inisiyatifle meydana gelen,programatik siyaset hedefleme-yen ve genellikle dükkan camla-rını indirmenin ötesinde 'dev-rimci' bir amacı olmayan grupla-rın, polis arabalarını yakmaları-na, bankaların ve çeşitli şirket bi-nalarının camlarını kırmalarınaizin verdi. Polisin sinsi taktiği ba-şarıya ulaşmıştı. Zira polis, önce"Kara Blok"a müsaade etti; sonrada bu grubun şiddet eylemlerini,ak kara gözetmeden tüm eylem-cilere şiddet uygulamak ve so-nuçta, 900 gibi rekor sayıda kişi-yi gözaltına almak için bahaneolarak kullandı. Asıl mesaj ise ey-lemi televizyon karşısında izle-yen işçilere, yoksullara, evsizlere,göçmenlere, Kanada'nın yerlihalklarına ulaşmıştı. Kriz zama-nında her türlü sınıf kazanımları-na saldırmayı kafasına koyan Ka-nada Federal Hükümeti, mevcutve gelecekteki olası toplumsalmuhalefeti sindirmeyi --şimdilik--başarmişti. Ve sözde 'demokra-tik' ve 'barışçıl' Kanada devleti, sı-nıf çıkarları söz konusu olunca,sopa göstermekten, hatta o sopa-yı kullanmaktan çekinmemişti.

Emperyalist cephegüçleniyorBu fiziki ve ideolojik saldırılar,toplantıların içeriği üzerine eleş-

G8 ve G20: Birleşik emperyalist cephe

Kanada’nın Ontario eyaletininküçük bir kasabası olan Huntsvil-le'de gerçekleşen G-8 zirvesindenhemen sonra, Toronto, 26 ve 27Haziran'da G20 toplantısına ev-sahipliği yaptı.

Kanada kamuoyunda bu toplan-tıların içeriğinden ziyade, toplan-tılar öncesi yapılan olağanüstügüvenlik harcamaları ve alınangüvenlik önlemleri; toplantılarsonrasında ise "anarşist"lerinşiddet içerikli eylemleri konuşul-du. Bu kakafoninin göbeğinde,sermayenin ve emperyalizminbekçileri, sessiz sedasız, kapita-lizmin bekası için hayati kararlaraldılar. Kanada Federal Hüküme-ti bu iki toplantı için 1.1 milyardolar harcama yaparken, bu mik-tarın 930 milyon dolarını güven-lik harcamalarına akıttı. Birleş-miş Milletler'in 2,5 milyar dolarolan yıllık bütçesinin neredeyseyarısını oluşturan 1.1 milyar do-larla, tüm Kanadalılar'a en az bir

Yasin Kaya- Barış Karaağaç

Kanada'daki G8 ve G20 toplantıların-da, kapitalist devletler, sessiz sedasız,sistemin sürdürülmesi için hayati ka-rarlar aldılar

yıl ücretsiz toplu taşıma ; sokak-larda yaşayan 10 bin, kötü koşul-larda yaşayan 70 bin Kanadalı'yaise bir yıl ücretsiz konut sağlana-bilirdi.

Halka uyarı: Eyleme değil kırlara gidinToplantılar öncesinde ana akımmedya tüm şehir merkezini kuşa-tan ve toplam 5.5 milyon dolaramal olan, 3 metre yüksekliğinde-ki beton ve demir güvenlik çitle-rinin yaşamı altüst edeceğini id-dia edip, şehirde yaşayanlara,toplantının gerçekleşeceği hafta-sonu, şehir dışına gitmeleriniönerdiler. Yaklaşan Toronto Bele-diye Başkanlığı seçimleri çerçe-vesinde bir televizyon programı-na katılan tüm önemli adaylar, G8ve G20 toplantılarının Toronto'dayapılmasının, şehrin prestiji içınçok önemli olduğunu ifade eder-ken, en ufak bir eleştirel pozisyontakınmadılar. Hatta, sosyal demo-krat partili (NDP) aday, dalga ge-

çercesine, tüm halka, haftasonusayfiye evlerine gitmelerini tavsi-ye etti. Güvenliğe akıtılan parayıve alınan olağanüstü güvenlik ön-lemlerini meşru göstermek içiniçin "anarşist saldırı tehditleri"bahane edildi. Oysa, emek örgüt-lerinin, özelleştirme karşıtı ve ba-rış yanlısı grupların inisiyatifi ilegerçekleşen Cumartesi günkü ey-leme katılım, yağmura ve binbirtürlü tehdit ve korkutma taktiği-ne rağmen kötümser tahminleregöre 10 bin, iyimser tahminleregöre 25 bindi; ve eylemcilerin ço-ğu şiddet istemiyordu.

Göstericiler Dünya Ekonomik Forumunun güvenlik çemberini yarma çabasında. 26 Haziran’da 300 kişi gözaltındaydı

G8 G8'in ilk adımı, kapitalist sistemin 1970'lerde karşı karşıya kaldığıkriz sonrasında, sistemin yeniden yapılanmasını sağlayacak politi-kaları yaratmak amacıyla Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, İngilte-re ve ABD tarafından atıldı. İlk toplantısını, 1975’te G6 adıyla yapantopluluk, 1976’da Kanada'nın katılmasıyla G7, 1998'de de Rusya'nınkatılmasıyla G8 olarak anılmaya başladı. G8 , dünya ekonomisininyaklaşık yüzde 65'ini elinde tutuyor.

G20Kapitalist sistemin 1990'lardaki krizi, sistemin süreklilik koşulla-rının sağlanması ve ucuz emek sömürüsü ve ihracata dayalı geliş-me modeliyle daha fazla sermaye biriktirme şansı elde eden ülke-lerin sistemin karar mekanizmalarına içerilmesini gerektirince G-7 Maliye Bakanları 25 Eylül 1999’da Washington’da G20’yi resmi-leştirdi. Küresel ekonominin yaklaşık yüzde 85'ini elinde tutan G20topluluğu, G8 üyesi ülkelere ek olarak, Arjantin, Avustralya, Brezil-ya, Çin, Hindistan, Endonezya, Meksika, Suudi Arabistan, Güney Af-rika, Güney Kore, Türkiye ve AB'den oluşuyor.

Page 41: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

EKMEK & ÖZGÜRLÜK 41

G8 ve G20: Birleşik emperyalist cephe

meblağı gözden çıkarmak zorundadır. Yine,birtakım beceriler (bilgisayarlı muhasebe kur-su, biçki-dikiş kursu, yabancı dil kursu, gitarkursu, resim kursu, web tasarım kursu vs.) el-de etmek için, insanlar yüklüce bir yatırımyapmakta. Bu durum, sektöre neden endüstridediğimizin de göstergesidir. Yatırılan serma-yenin onda dokuzunun heba olması, sorununekonomik boyutunu göstermektedir. Size su-nulan hizmetin karşılığını, yarışma ve rekabetnedeniyle alamıyorsunuz. Bu yarışta galip ge-lebilmek için, on kişiden dokuzunu geçmek zo-rundasınız. Bunun “sınavzede” de yarattığıruhsal tahribat ise cabası.

Hayatımız sınav oldu Sınav başarısızlığının yarattığı depresyon,utanç ve aşağılık duygusu gençlerin hayata, ya-rınlara umutla bakmasını engellemekte, inti-harlara bile neden olmaktadır. Sınavı, kazan-madınız mı başarısız olarak damgalanıyorsu-nuz. Kimse, sizin müzik yeteneğinizle, el bece-rilerinizle, esprilerinizle ilgilenmeyecektir. Ma-tematiğe, fiziğe ya da inkılâp tarihine kafanızbasmadığı için ya da sevmediğiniz için dam-galanmanız, uygulanan yöntemin faşizan bo-yutunu göstermektedir.

İlköğretim birinci sınıflar için hazırlanan yar-dımcı kitapların üzerinde SBS’ ye hazırlık ya-zılması, çemberin ne kadar genişlediğinin vesınav endüstrisinin gücünün göstergesidir. Sı-navlara hazırlık artık her evde yaşanan bir ol-

Sağlık ve eğitim gibi hizmetlerden değer üretil-mesiyle (özelleştirme, taşeronlaştırma) birlikteendüstrinin doğal mekânı olan kentler; eğitimve sınav endüstrisi, sağlık endüstrisi gibi yenitür “bacasız endüstri”lere ev sahipliği yapmayabaşladı. Kent merkezlerinde, bu endüstrilerinkurumlarına (başımızı çevirdiğimizde, köşeyidöndüğümüzde, herhangi bir caddede bir ya dabirkaç tanesine) rastlıyoruz. Özellikle sınav vekurs ile ilgili kurumlar vazgeçilmezlerimize dö-nüştü. Neredeyse, her yurttaşın bu kurumlarlaşu veya bu şekilde bir teması oluyor. Her gün,milyonlarca insan sınavlara hazırlanmak ve bir-takım beceriler elde etmek için bu kurumlaraakın ediyor. Neredeyse, her yaştan insan sınavheyecanıyla, sınav stresiyle tanışmıştır. Bir oku-lu bitirip, başka bir okula girmek istediğimizdesınavların karşımıza çıkması kaderimiz oldu. İlk-öğretimi bitirenler, lise giriş sınavına; liseyi biti-renler ise üniversite giriş sınavına girmektedir.

Üniversiteyi bitirince de sınavlar bitmiyor. Çoğugencin hayalinde daha güvenceli buldukları ka-mu kurumlarına “kapılanmak” yatıyor. Neredey-se, her üniversite mezunu kamu personeli ol-mak için, her yıl kamu personeli sınavına giri-yor. Ayrıca kariyer basamakları için de, her yılçeşitli sınavlar yapılmaktadır. Bu sınavlara ha-zırlanan her çocuk, genç ve yetişkin, yüklü bir

Çocukluğun sonu“Sınav bizim gerçeğimizdir!” anlayışını terk etmemiz ve başarıyaendekslenmemiş bir hayat ve eğitim için çabalamamız gerek

tirel ve muhalif tartışmayı marji-nalize edip, gündemden düşür-meyi başardı. Diğer yandan, 1973krizi sonrası dünya düzenini em-peryalizm yararına yeniden tah-sis etmek için kurulan, o zaman-kiyle adıyla G6, şimdiki haliyle G-8 olan topluluk ile 1997-98 Asyakrizi sonrasında, G-8 dışındaki di-ğer büyük ekonomileri mevcutprojeye dahil etmek amacıyla ku-rulmuş olan ve şu an küresel eko-nominin yüzde 85'ine sahip ülke-lerin oluşturduğu G20'nin bu top-lantıları, emperyalist birleşik cep-henin güçlendirilmesi için bir dö-nüm noktası teşkil etti.

Neoliberal çözüm: Harcamalar kısılacak! Kuzey Kore ve İran'ın nükleerprogramları, Gazze meselesi veuluslararası kalkınma toplantınınönemli başlıklarından olsa da,toplantıların merkezinde, küreselkrizden çıkış bulunmaktaydı. Bubaşlıkta, beklenildiği gibi, neoli-beral disiplinin temelini oluştu-ran politikalardan olan ödemelerdengesi ve mali istikrar birinci sı-rada yer aldı. Her ne kadar, ihra-cat temelli bir büyüme stratejisiizleyen Hindistan, Çin gibi ülkelerile -yarım ağızla olsa da- ABD,canlandırıcı politikalar için bas-tırmış olsalar da, sonuç bildirge-si, başını Avrupalı devletlerin çek-tiği Batılı devletler tarafından şe-killendirildi. Bu ekonomilerinbaskısıyla, "büyüme yanlısı har-cama kısılması" şiarında birleşil-di. Kısacası, küresel dünyanınparçası olmak isteyen her ülke,kemer sıkma politikalarını şid-detlendirerek krizin faturasınıemekçilere yüklemek, kamu hiz-metlerini ve kamuda istihdamıdaha da azaltmak, özelleştirmepolitikalarını daha bir kararlılık-la uygulamakla mükellef tutuldu.Bu kararlara, 'bütçe açığı yarat-mayacağız diye tüm yükü dünya-nın fakir halklarına yükleyeme-yiz' diyen Brezilya finans bakanıGuidoi Mantega gibi karşı çıkan-lar olduysa da sonuç değişmedi:Dünyanın en büyük ekonomileri,kapitalizm ve neoliberalizmin yolaçtığı krizi, yine kapitalizm veneoliberalizmle çözme niyetleri-ni Kanada halkına 1.1 milyar do-lara mal olan bir zirvenin sonun-da bir defa daha dile getirmiş ol-dular. >>

Bilal Yeşilöz

Eğitim

Page 42: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

Spor42 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

gudur. Sınav söylemi, futbol söylemi ka-dar olmasa da zihinleri meşgul etmekte-dir. Sınavlara hazırlanan çocuğun bilinci-ne, sınav başarısızlığının mutlak başarı-sızlık olduğu kazınmaktadır. Başarıya ko-şullanan birey, ebeveynin, yetişkinin veöğretmenin beklentisini karşılayamaya-cağı korkusuyla, can havliyle ders çalış-makta, sosyal yönünü güdük bırakmak-tadır. 15-20 yıl sonra elde edeceğini um-duğu konum, meslek ya da kariyer içinyaşının gerekleri olan oyun oynamak, bi-siklete binmek, gezip tozmak gibi temelihtiyaçlarını ertelemekte ya da bu ihti-yaçlardan tamamen vazgeçmektedir. Ai-lelerin çocuklarını geleceğe hazırlama is-teği ile çocukluk çatışmaktadır. Kitapokumak ise çocuğun hayata başka türlübakmasını sağlayan bir unsur olmak ye-rine, derslerine katkı sağlayacağı nede-niyle özendirilmektedir.

Sınava hazırlık kapsamında deneme sı-navlarının yapılması, bu sınavların resmikurumlara da taşınması, sınav söylemi-nin her dem taze kalmasını sağlıyor. İlk-öğretim 2. sınıfların bile deneme sınavla-

rına tabi tutulması, bu durumun sadece sı-navlara hazırlık amacı taşımadığını göste-riyor. Birçok çocuk deneme sınavlarındadüşük puan aldığı için üzülmekte, yüksekpuan aldığı için de sevinmektedir. Kendiçocuğunu, başkasının çocuğu ile karşılaş-tıran veli de çocuğu ile aynı duyguları pay-laşmaktadır. Bu tür sınavlarda başarılıolan öğrencilerin takdir edilmesi, ödüllen-dirilmesi ve afişe edilmesi de, bu işin va-him boyutlara ulaştığını göstermektedir.Sınav stresine, artık deneme sınavı streside eklenmiştir.

Yapılması gereken, bugünden sonra “Sınavbizim gerçeğimizdir!” anlayışını terk et-memizdir. Bu konuda, hepimize çok iş düş-mektedir. Sendikalar, sivil toplum örgütle-ri, aktivistler, eğitim gönüllüleri, konununmağduru herkes karşı anlayışlar ortaya at-malı; günün moda tabiri ile “açılım” ger-çekleştirmeli. Elbette, amacımız, bu sek-törde çalışan emekçileri mağdur etmekdeğil, ancak özetlediğimiz bu anlayış de-ğişmek zorunda.

Daha sağlıklı kuşaklar yetiştirmek istiyor-sak, “bu” bir zorunluluktur.

Futbolla ilişkimi herkes pek iyi bilmez. Benimfutbola merakım futbolun bir histeri, kariyerve para dünyası olmasından çok öncelere, ço-cukluk yıllarıma dayanır. Birçok çocuk gibiben de Anadolu’da “sokak çocuğu” olarak bü-yüdüm. Tabii, bununla şimdiki sokak çocukla-rı gibi şehirlerin garibanca yaşam sürdürenterk edilmiş çocuklarını kastetmiyorum. O za-manki her sokak çocuğu gibi boş arsalarda toppeşinde koşturmanın keyfini yaşadım. Hiçbirzaman profesyonel bir futbol yaşamım olma-dı. Zaten olamazdı da. Buna rağmen EskişehirAtatürk Lisesi, Hacettepe Üniversitesi gibi ta-kımlarda oynadım.

Uzun bir aradan ve Almanya’ya geldikten bir

Futbol bizim dünyamız*

Futbol dünyasına, futbol se-yircilerinin histerisinin, helemilli hisleri ayaklandıranmilli maçlar ortamının birazdışından, diğer bir deyişledışarıdan değil birazcık içer-den bakıldığında, tutulacakdallar, yakalanacak halkalarbulunabilir. Devrimcilerinbiraz daha ve derinliğine dü-şünmeleri gereken de bu

Selçuk Eralp

Almanya’nın üçüncü golü Arjantin ağlarına giderken Latinos’un en güçlü temsilcisini de yarı finallerin dışına attı. Kupanın Avrupa’ya gideceği belli oldu.

>>

Gençlik; dinamik, aktif ve üretken... Nevar ki bu nitelikler de sistemin evrimleş-mesiyle sarsıcı değişimler geçiriyor. Artıkelimizde uyuşuk bir yığın var. Düşünme-yen, sorgulamayan, sadece gösterilenigören, ‘gerçeği’ bulma hayalinden uzak,hissetmeyen, tutsaklığı kanıksamış, dü-şünsel üretimden yoksun bir kitle... Bir lise öğrencisi olarak eğitim sistemin-den ve yönetmeliklerden memnun olma-dığımızı söyleyebilirim. Dayatılan sınavsistemiyle birlikte birer ‘yarış atı’ kimliğikazandık. Kapitalist sistemin çarkları dö-nüyor ve bizler ‘hayata tutunma’ çabasıiçinde; yarışmak, başkalarının önünegeçmek, sadece çıkarlarımızı gözetmekzorunda bırakılıyoruz. ‘İnsan yalnız doğar,yalnız ölür’ mantığıyla bireyselleştiriliyo-ruz. Ve okullar kültürsüzleştirme, aklın ge-lişme yollarını tıkama mekanizmasına dö-nüşüyor. Zamanla bizler de çiftlik arılarınadönüşüyoruz. Dur durak bilmeden baş-kaları için çalışan çiftlik arıları... Çoğumuzfırsat eşitsizliği yüzünden (sözde) eğitim-den yararlanamıyor ya da sınav sistemi-nin boyunduruğu altında beyinsizleşiyor.Bazılarımız sarf ettiği yoğun çabaya rağ-men eleniyor. Ve emek sömürüsü devamederken bireysel hazlarımızı da tatmin et-mek istiyoruz. Bunlar, psikolojik bunalım-ların ve aile içi çatışmaların sonucu ola-

rak doğan ilkel isteklerden başka bir şeydeğil. Cinsellik ve açlık...Egemenler bu-nun bilincindeler. Sistemin en etkili organı olan medya hergeçen gün gençlere sapkınlığı aşılıyor.Seks ve şiddet içeren filmler, diziler hızlaartıyor. Bunun sonucunda da cinayetlerve cinsel suçlar tetikleniyor. Giderek artanbunalım içinde düzenin kalıcılığını sağla-mak adına gençlere bir felsefe benimse-tiliyor: Her şeyin ‘boş’ olduğu felsefesi.Topluma ve dünyaya kayıtsızlık oluşuyorve genç beyinler yaşamın anlamsız oldu-ğunu, sadece ‘anı’ yaşamanın gerekli ol-duğunu düşünüyorlar. Bunun dışındakilerise dini söylemlerin etkisinde kalarak ayrıbir çıkmaza düşüyorlar. İşte bu geleceksizleştirilmiş kitle, modaakımlarına kolayca kapılıyor. Tüketim kül-türünü benimsiyor ve bu noktada büyükbir doyumsuzluk kendini gösteriyor. Kapi-talist sistemin de istediği bu değil mi za-ten? Toplumsal birlikten, dayanışmadanuzak, sınıf bilincinin olmadığı tutsak birkitle... Gençlik... Bizler... Ruhumuzun derinlikle-rinde büyük bir ateş yanıyor. Tutkununateşi. Özgürlüğe duyulan tutkunun ateşi...Küllenmeye yüz tutmuş, hararetle büyü-meyi bekleyen, engellenen bir ateş... Ce-saret, bilinç ve inanç gerekiyor. Haksız-lıklara, insanın en temel haklarına karşıyapılan saldırılara karşı mücadele bilincive cesareti... Ve birlik olma inancı...

“Öğrenciler, çiftlik arılarıgibiyiz, başkalarına çalışıyoruz”

Nisan

Page 43: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

EKMEK & ÖZGÜRLÜK 43

SporBir de ABD, Japonya, Güney Kore gibi geç gel-menin faziletlerinden yararlanmayı bilenlerbu tabloda nispeten iyi bir konumda yer aldı-lar.

Özetle Avrupa “başarıya” angaje olmuş haliy-le neredeyse Latin Amerika kıtasıyla başbaşakaldı. Futbol dünyasına 4-3-3 sistemiyle (o za-mana kadar 2-3-5 sistemi vardı, İngilizler fut-bola 4-2-4 sistemini sokmuşlardı. Bugün 4-4-1-1 bile oynanıyor) defansif futbol anlayışınısokan yaşlı İtalya ve takımı gençleştirmekteçok geç kalmış Fransa klasikleşmiş ve analizeedilmiş futbol stilleriyle başarılı olamadılar.(Türkiye’nin de elemeler safhasında başınagelenin başka bazı nedenler dışında önemlisebebi budur.) Almanya başka kökenlilerinverdiği taze kanla yürümeye devam ediyor.Takımın as kadrosunda Alman milli marşı ça-lınırken dudaklarını bile kıpırdatmayan en azdört futbolcu var. Alman milli marşının söyle-nip söylenmemesi adeta Alman milli mesele-si haline geldi. Beckenbauer ve ekibi “Ben ol-sam Alman milli marşının söylenmesini sartkoşardım” derken, şu anki antrenör Löw, ba-şarının sırrını değişen durumda görerek “bufutbolcuların başka kökenleri var, başka ülke-lerde aileleri var, bunu zorlayamayız” diyerektakımın birliğini korudu.

2010 Dünya futbol şampiyonasına başlandı-ğında ben Paraguay’ın şampiyon olacağınısöylemiştim. Tabii ki şampiyon olacağına yüz-de yüz inandığım için değil, şampiyon olması-nı istediğimden bunu söylemiştim. Nedenderseniz, Paraguay’ın maçlarını ciddi izleyenherkes bilir. Dünya kupasında bu kadar kolek-tif futbol oynayan başka bir takım yok. Bir ki-şi mücadeleye girdiğinde en az iki arkadaşıona yardıma geliyor. Bu takımın bu özelliğinisevdiğim için bunu söylemiştim. Nerelere ka-dar geldi. Demek ki görünüşteki zayıflık başkabir anlayışla biraz olsun aşılabiliyor.

Futbol dünyasına, futbol seyircilerinin histe-risinin, hele milli hisleri ayaklandıran millimaçlar ortamının biraz dışından, diğer bir de-yişle dışarıdan değil birazcık içerden bakıldı-ğında, sanırım, tutulacak dallar, yakalanacakhalkalar bulunabilir. Devrimcilerin biraz dahave derinliğine düşünmeleri gereken de budurkanımca.

müddet sonra 80’li yılların ortalarında Almanyedinci liginde bir takımda oynadım. Sonra90’lı yılların başlarında Hamburg’da Almanen alt ligindeki Türkiyemspor’un kaptanlığınıyaptım. Yaklaşık iki buçuk senedir de ihtiyar-lar liginde bir Kürt takımında, Welat’ta oynu-yorum. Senede bir Hamburg’da düzenlenenbir turnuvaya katılan Avni Gençlik’te de halenoynamaya devam ediyorum. Nazi iktidarın-dan önce işçi sporunu Almanya’da futbol dün-yasına da sokup, daha sonra toplama kamp-larında hayatını yitiren August Postler adınadüzenlenen bu turnuvada bir kere de şampi-yonluk kupasını almıştık. İki sene önce ismi-mizi değiştirerek bu turnuvaya Hrant Dinks-por olarak, geçen sene de Bursa’nın bir ma-hallesinin takımı olup da 12 Eylül’ün yasakla-dığı Dinamo Mesken adıyla çıkmıştık.

Bu kısa futbolcu geçmişimden de anlaşılabi-leceği üzere futbola ilgim politik bir nedendendoğmadı, politik bir nedenle de sürmüyor.Masa tenisi, güreş gibi başka sportif faaliyet-lerde bulundum. Ama bunlar bana hiçbir za-man futbol kadar cazip gelmedi. Bu, kendi ye-teneklerimle olduğu kadar, salonların değilsokakların beni cezbetmesiyle ilgiliydi her-halde.

Ancak futbol benim dürtülerimin de ötesindeher zaman politik bir dünya olmuştur. Olma-saydı da beni kendine çekmeye mutlaka de-vam edecekti. Ama böyle olmuştur. Futbol fe-derasyonları da, Kulüp yönetimleri de bireriktidar organlarıdır. Futbol dünyası, bu ikti-darlara karşı bir mücadele ortamıdır aynı za-manda. O dünyanın emekçileri futbolcular vediğer çalışanlar(her futbolcunun büyük para-lar kazandığını düşünmeyelim) arasından bu

Futbol bizim dünyamız*

iktidarlara karşı az sayıda da olsa eski Galata-saraylı ve milli futbolcu Metin Kurt gibi müca-dele edenler çıkmıştır. 1

Politik dünyadaki iniş çıkışlar futbol dünyası-na dün olduğu gibi bugün de yansımaya de-vam ediyor. 2010 Dünya kupasındaki tabloyabir bakalım. Duvarların ve Sovyetler Birliğininçökmesiyle, bu ülke topraklarının takımları,oturmuş bir sistem kuramamanın sonuçlarınısadece politik ve sosyal dünyada değil, futboldünyasında da yaşamaktadırlar. Bir zamanla-rın Dinamo veya Kızıl Yıldız denilen ya gizliservislerin ya da Kızıl orduların takımları bu-gün ya hiç kalmamışlardır ya da kayda değergüçleri kalmamıştır. 2 Eski Sovyetler Birliğitopraklarından hiçbir takım elemelerden bilegeçemedi. Keza geçmişin önemli ekollerindenMacaristan, Romanya, Polonya, Çek Cumhuri-yeti gibi ülkeler de aynı kaderi paylaştılar. Birtek Slovakya guruptan da geçmeyi başardı.

Latin Amerika Doğu Bloku’nun çöküşünden okadar etkilenmedi. Zapata gibi kendi gelenek-lerine dayanarak bir atılım yapmayı, gerici,cuntacı iktidarları püskürtmeyi başardılar. Buserpilme, meyvesini futbol dünyasında da ver-di. Meksika’yı da dahil edersek - onlara da ge-nellikle Latinos deniyor- Breziya ve Arjantingibi devlerle birlikte toplam altı takımla gu-ruplardan geçmeyi başardılar. 3

Açlığın, susuzluğun, yoksulluğun, hastalıkla-rın pençesindeki Afrika kıtası, kıtanın genelbir çöküşünden futbol dünyasında da nasibi-ni aldı. Bir de Avrupa’yı taklit edip, kendine öz-gü estetik ve yaratıcı stilinden kopuşuyla dahada başarısız hale geldi. Bir tek Gana başarılıoldu sayılabilir. Ne Kamerun, ne Fildişi Sahil-leri eski futbollarını oynayabildiler.

Almanya’nın üçüncü golü Arjantin ağlarına giderken Latinos’un en güçlü temsilcisini de yarı finallerin dışına attı. Kupanın Avrupa’ya gideceği belli oldu.

* Aklımda kaldığı kadarıyla 60’lı yılların sonun-daydı. “Futbol Bizim Dünyamız” diye o tarihe ka-darki Türkiye’nin meşhur futbolcularının fotoğ-raflarıyla birlikte sahadaki özelliklerini açıkla-yan bir kitap okumuştum, Hafızama yerleşmişbu başlığı oradan aldım.

1. Metin Kurt’un hayatıyla ilgili Gladyatör kita-bına bakınız. Bir de onun çok sevdiğim ve ina-nılmaz doğru bir tespitini aktarayım: “Gol, topunnerede olduğuyla ilgili olarak değil, karşı takımıaz adamla yakaladığında gelir”

2. Simon Kuper’in kitabına bakınız.

3. Latin Amerika futboluyla ilgili “Latin Ameri-ka’nın Kesik Damarları”nın yazarı Eduardo Ga-leano’nun, bütün yazdıkları okumaya değerbence.

Page 44: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

Spor44 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Futbol ilginç bir oyun. Yarattığısevinç ve/veya travmanın büyük-lüğüne bir bakın. Yenilgi, yengi,beraberlik, alınan puanlar, kaybe-dilen şampiyonluklar, BağdatCaddesi’nin orta yerinde çıkan ça-tışmalar. Fenerbahçe’nin şampi-yon olduğunu zannettiği iki daki-kanın ardından yaşananları hatır-layın. Sokakta isyan edenlerin yüzifadelerini, polise taş atanları,stadyumun camlarını kıranları,panzerin önünde göğsünü siperedenleri; şampiyonluk sevincininbir yanılsama olduğunu fark edin-ce bir yakınını kaybetmişçesineağlayanları. Hayatı boyunca top-lumsal-siyasal haklarını savun-mak üzere bir kere bile sokağaçıkmayı ‘anlamsız’ bulan kitlele-rin, mesele futbolun yarattığı düşkırıklığı olunca çatışmayı göze al-masının bir anlamı var. Elbette,2009-2010 sezonunda Bursas-por’un kazandığı şampiyonluğunda.

Bütün bunları, futbolun matema-tiğini anlamadan açıklamak

mümkün değil. O matematik isekarmaşık. Bunca basitmiş gibi gö-rünen bir oyunun gelir-gider ha-nesi, artık öylesine önemli ki. Fe-verana varan seyirci tepkisinin al-tında yatan da bu, FenerbahçeTeknik Direktörü Cristoph Da-um’un takımdan alacaklarını tah-sil etmeden ayrılmak istememesi-nin, bunun için gerçekçi hukukiçalımlara başvurmasının neden-leri de. Az sonra uzun uzun tartı-şacağımız, Bursaspor gibi kurul-duğundan bu yana ilk kez şampi-yon olma başarısını gösteren birAnadolu takımının yaşadığı se-vinç de bu çok bilinmeyenli den-kleme dâhil.

İktisadı en kaba tabirle ‘kıt kay-nakların optimum kullanımı ilefayda elde etmek’ olarak tanım-larsak, geçmişte çamurlu sahalar-da kendisini heba ederek tarafta-rın gönlünde yer tutan Baba Hak-kıların, Lefterlerin, Metin Oktayla-rın naif çabası, bugünden bakıncasadece saygıyla karşılayabileceği-miz bir sportmenliktir. Ekonomi-deki ağırlığı arttıkça, futbolun birzamanlar yüreklerimizde yarattı-ğı spor aşkı tarihe karıştı. Kapita-lizm, spor ruhu ile ters orantılı

olarak gelişti; hayatın her alanın-da olduğu gibi, futbolu da sömü-ren bir çarka çevirdi. Bu kısacıkhatırlatmanın ardından, klişelerifazlaca tekrarlamayalım, malumuilan etmeden Bursaspor’un başa-rısının bugün taşıdığı anlamı tar-tışalım.

Futbol, sermaye, kent... Cumhuriyet’in kurulması ile bir-likte, devletin yoğun çabasıylasermayeyi elinde tutanlara, AKPiktidarı ile birlikte taşra burjuva-zisinin de eklenmesiyle, büyükkentlerin de dengesi bozuldu. Kü-resel kriz öncesi yaşandığı varsa-yılan yıllık yüzde 9‘luk büyüme-nin içerisinde, giderek bahtı açı-lan küçük ve ortaboy işletmelerinpayı hiç de azımsanmayacak ölçü-lerde. Orada sağlanan birikiminbir bölümü de çok kazançlı bir ya-tırım olduğu dünya genelinde ka-bul gören futbola aktarılmayabaşlandı. Bursalı, Kayserili, An-tepli iş insanları artık makul sevi-yede yapılacak bir yatırımla fut-boldan kâr elde etmenin peşinedüştü. Yerli ligde başarılı olup,Şampiyonlar Ligi ve UEFA AvrupaLigi’nde boy gösterdikçe bu gelir-lerin artabileceği ve uluslararası

pazarlara entegre olunabileceği‘geç de olsa’ fark edildi. Küçük es-naf büyüdükçe, dünya pazarları-na girme hırsı arttı; endüstriyelfutbol hacmi büyüyen KOBİ’nin devitrini olmaya başladı.

Şimdi, okuyucuyu biraz zorlamakpahasına bazı rakamlar verip, yu-karıda sözünü ettiğimiz ekono-mik büyüklüğü ete kemiğe bü-ründürelim. Futbol piyasası artıkçok büyük bir pasta. Süperlig’demücadele eden takımlar yenile-nen sözleşmeye göre 2010-2011sezonundan itibaren yılda 374milyon lira canlı yayın geliri eldeedecek. Bu gelir kaleminin yüzde11'i daha önce şampiyonluk kaza-nan takımlara, yüzde 18'i lige ka-tılan takımlara, yüzde 55'i yıl için-de ligde alınan puana göre, yüzde9‘u da ligi ilk 6'da tamamlayan ta-kımlara veriliyor.

Eski sözleşmeye göre, 4 yıldırnaklen yayın gelirlerinin yıllık da-ğıtılan miktarı 160 milyon TL ci-varındaydı. İhale yenilendi ve2010-2011 sezonundan itibarenönümüzdeki 5 sene boyunca, yıl-lık dağıtılacak miktar 374 milyonlira oldu. Dolayısıyla, Bursasporeğer önümüzdeki yıl şampiyonolursa bundan çok daha yüksekbir gelir elde edecek. Yani önü-müzdeki sezondan itibaren, ligien önde bitiren takım, 160 milyonliradan 374 milyon liraya yükse-lecek yeni pastadan pay alacak.Bu da daha çok para, daha çokhırs, daha saldırgan tutum, dahaçok kavga gürültü demek. Liginkalitesi de, bu karmaşa arasındabiraz daha yükselecek ister iste-mez.

Bahis sektörü de gelir getiren ak-tiviteler arasındaki başat rolünüsürdürüyor. Geride kalan futbolsezonunda, futbol kulüplerinetoplam 139.4 milyon lira bahis ge-liri dağıtıldı. Bu paradan en büyükpayı 51.1 milyon lirayla Süper Ligaldı. Takım bazında bahisten ençok geliri, 3 milyon 982 bin liray-la Fenerbahçe aldı. Onu, 3 milyon926 bin lirayla Galatasaray izledi;Manisaspor 3 milyon 303 bin lira-lık gelirle 3. oldu. Süper Lig'in ye-ni şampiyonu Bursaspor ise İddaagelirinde 2 milyon 873 bin lirayla10. sırada kaldı.

Demek ki toplam büyüklük art-tıkça, başarılara alışkın olan İs-tanbul futbol sermayesi endişeyedüşecek. Bu yıl, uzun zamanlar-dan sonra, ilk kez şampiyonlukAnadolu’ya kaptırıldı. Üstelik, bukaybın mali büyüklüğü, Anado-lu’yu daha çok çalışmaya itecek.

Futbolun matematiğive Kürt sorunu‘Futboldaki Kürt sorunu’nun çözümü Bursaspor’un şampiyon ola-rak kazandığı paraların gölgesinde, başka sezona kaldı

Murat Utku

8 Mart’ta Diyarbakı’da oynanan maçta Diyarbakır taraftarlarının pankartı Bursa’daki saldırının unutulmadığına kanıt

Page 45: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

EKMEK & ÖZGÜRLÜK 45

Şampiyonlar ligine katılma hakkıkazanarak kasasına şimdiden pa-ra koyan Bursaspor da, yeni trans-ferler ile tüm uluslararası dene-yimden yoksunluğuna bakmadanAvrupa’da boy göstermek için ça-balayacak.

Futbol ve milliyetçilik Böyle bir bilançoya bakıp iştahıkabarmayacak bir sermayedardüşünebilir misiniz? Kaldı ki buparanın elde edilebilmesi için ge-reken taraftar desteği de Bur-sa’nın mikro milliyetçiliğinin birparçası. Bundan yıllar önce, BursaBelediyesi’nin çeşitli sivil toplumörgütleri ile birlikte hayata geçir-diği bir projeyi haberleştiririkengezdiğim bir sosyal tesiste, ‘Bur-sasporluluk bilincini geliştirme‘departmanını görüp çok şaşırdığı-mı hatırlıyorum. Kapitalistin fut-bola yatırım yapmaya ikna edil-mesi ile başlayan ve taraftar oluş-turma çabası ile bütünleşen gay-retin sonunda hayaller sınırlarıaşıyor. Para, daha çok parayı isti-yor. Taraftar takımda yıldızları gö-rüp onları izlemek, lisanslı forma-yı alıp sırtına geçirmek istiyor;böylece, kendisine şampiyonlukgururu yaşatan takımına para ka-zandırıyor, devre tamamlanıyor.Bir kez bu ufka sahip olunca daendüstrinin renkli dünyası içindeboy atma hevesi, büyük hırsları te-tikliyor.

Ülkenin batısındaki bir Anadolutakımı bu hedefler ile koşturuken,güneydoğusundaki bir başka şe-hirde işler böyle gitmiyordu. Di-yarbakırspor, 2009-2010 sezo-nunda ligden düşerken aklındaşampiyonluk, para, gelirler filandeğil; kupasını parayla dolduranBursaspor izleyicisinin kendisineyönelik milliyetçi, ırkçı, şoven, öte-kileştiren, saldırgan tavrı kaldı. Di-yarbakırspor, ligin ilk yarısındaBursa’da oynanan maç sonrasın-da sözlü ve fiili saldırıya uğradı;maç izlemeye çocuğunu getirenDiyabakırsporlu baba, kendi ha-yatını da minik oğlunun canını dazor kurtardı. Giderek saldırganla-şan Bursalı Türk milliyetçiliği,dağlarda olup bitenlerin sorumlu-luğunu Diyarbakırspor’a kesmeyekalktı. Bursaspor, şampiyonlukmadalyasını yakasına taktığı gün,ülkede toplumsal kutuplaşmanınyıkıcı etkilerini futbol izleyicileri-nin hafızasına kazıdı.

Toplumsal hafıza, elbette, yıllarsonra yeşil-beyazlı takımın şam-piyonluğunu hatırlayacak. Bir ta-rafta şampiyon olup sözünü etti-ğimiz parasal büyüklüğün üstüneoturan Bursaspor; öte tarafta ise

sezon boyunca her türlü imkan-sızlıkla boğuşan Diyarbakırsporvar. Yıllardır yoksulluktan, milli-yetçi-güvenlik yoğun devlet poli-tikalarına karşı hak-kimlik müca-delesi veren Kürt halkını futbolualet ederek külliyen PKK’li ilaneden faşizan taraftarıyla, Diyarba-kırspor’un belleğinde kötü bir ye-ri var artık Bursaspor’un. Nite-kim, iki takım arasında Diyarba-kır’da oynanan karşılaşmada ya-şananlar, Bursaspor taraftarınınmilliyetçi tahrikinin sonucuydu.Bursasporun uyguladığı şiddetingörmezden gelinmesi, rövanş ma-çının yarım kalması, Diyarbakır’ınkendi evinde olanlar nedeniylehükmen mağlup sayılması; futbolyerine tribünde ve saha dışındayaşananların konuşulması, aslın-da tahrik politikasının somutlaş-masıydı.

Güç bende... Öte yandan, Bursaspor taraftarı-nın tepkisi, zenginliği ülkesinindoğusu ile paylaşmak istemeyenkapitalizmin tarafgirliğini ortayakoydu. Bu, geleneksel politikanınsürdürülmesi, Türk’ün Kürt ilepastayı paylaşmak istememesidir.Anlaşmazlıkların şiddetle çözül-mesi gerektiğini düşünen Türkmilliyetçiliğinin, bu tavrından vaz-geçmeyeceğini göstermesidir.Kürt’e had bildirme çabasıdır. Bi-rinin şampiyon olurken ötekininligden düşmesi, 1923‘ten bu yanadevam eden inkâr politikasınıntezahürüdür. Biri şampiyon olur-ken ötekinin önce tribünden, son-ra ligden kovulmasıdır. Her şeyerağmen asimilasyonu reddedereksisteme entegre olmak isteyenKürtler’in milliyetçi bir yaklaşım-la gelir elde etmesini de engelle-mektir, Bursaspor taraftarınınyaptığı.

Velhasıl, Bursaspor taraftarınınKürtlere yaklaşımı, Türkiye’ninyarını için tehlikedir, Diyarbakırs-por’un ligden düşmesi ise takımaoyuncu-antrenör alamayan bu ta-kım hakkında milliyetçilerin bul-duğu palyatif çözüm...

Değil mi ki Bursaspor bir yıl Di-yarbakır’a gitmeyecek, meseleninüzeri küllenecek! Kürt gençliğiiçin umut olur düşüncesiyle, yıl-larca devletin tüm ideolojik aygıt-larının üzerinde nice oyunlar oy-nadığı Diyarbakırspor; bu kezşampiyon takımın büyük katkı-sıyla ‘devler sahnesi’ne veda etti.‘Futboldaki Kürt sorunu’nun çö-zümü de Bursaspor’un şampiyonolarak kazandığı paraların gölge-sinde, başka sezona kaldı

Kültür

4 aylık Marksist sosyal bilimlerdergisi Praksis kurucularından,Kasım 2007’de yitirdiğimiz Se-vilay Kaygalak’ın anısına arma-ğan edilmiş yazıların derlendi-ği “Tarih, Sınıflar ve Kent”* baş-lıklı kitap Mayıs ayında yayım-landı. Editörlüğünü Besime Şenve Ali Ekber Doğan’ın yaptığı ki-tapta, Sevilay Kaygalak’ın başlı-ca çalışma konuları olan Türki-ye’nin kapitalistleşme tarihi,kent mekânı, sınıf oluşum sü-reçleri, göç ve siyaset konularıüzerine çeşitli yazarlarca kale-me alınmış on altı makale yeralıyor.

Tarihsel materyalist bakış açı-sıyla yazılmış makaleler, “Os-manlı, Sınıf ve Kent Tarihi”;“Devlet, Sınıf ve Siyasal Strate-ji”; “Neoliberalizmin Mekânı veMücadele Deneyimleri” ve “(Zo-runlu) Göç, Kimlik ve Sınıflar”başlığını taşıyan dört bölüm al-tında toplanıyor. Kitabın kadın-ların kurtuluşu sorunu açısın-dan eksikli olduğunu kabuleden Şen ve Doğan, “Bu eksikli-ği Sevilay için yapacağımız birbaşka çalışmada tamamlamaküzere, kendisinden özür diliyo-ruz” diyorlar.

Praksis dergisi çevresinden At-tila Aytekin, Bülent Batuman,Mustafa Şener, Şebnem Oğuz,Mustafa Kemal Bayırbağ, Mus-tafa Bayram Mısır, Besime Şen,İbrahim Gündoğdu, Sinan Yıl-dırmaz, Ali Ekber Doğan gibiisimlerin yanında, Donald Qua-taert, Rıfat Ebu El-Haj gibi Kay-galak’ın birlikte çalıştığı tanın-mış Osmanlı tarihçileriyle Ha-kan Koçak, Aziz Çelik, Şükrü As-lan, Hatice Kurtuluş, Semra

Purkis, Bediz Yılmaz gibi araş-tırmacıların yazılarından olu-şan kitap, bu konularda çalışmayapan ve yapacak araştırmacı-lar için iyi bir başvuru kaynağıolduğu kadar, sosyalist hareke-tinin militanları ve sınıf aydın-ları için de zengin bir bilimselbilgi kaynağı olma niteliği taşı-yor.

Çalışmanın her anının ona duy-dukları güzel duyguların gücüile geçtiğini söyleyen Şen ve Do-ğan’ın şu satırları, Tarih, Sınıflarve Kent’in niteliğine ilişkin ye-terli fikir verebilir idye düşünü-yorum: “onu, özgür bir dünyave mutlu bir insanlık hayalininateşi ile yanmış ve yananlarınmetafiziğinin bir parçası olarakhayal etmekten başka bir çare-miz bulunmuyor. Artık onu, so-kak gösterilerindeki her pan-kartın arkasında, güzel bir dün-ya hayalini isteyen sloganımı-zın, çığlığımızın yankısında ya-da yıldızların, denizin sonsuzenginliğine bakarken yanımızauzanmış olarak hayal edeceğiz.Bizimkisi “Geçmiş zaman olurki hayali cihana değer!” sözün-deki cihan değer geçmişle ye-tinmeyen, onu geleceğe doğrubir ışık olarak tutma özlemidiraynı zamanda; ölümü tadacakolanlar için Marx'tan, Benja-min'e, Lenin'e, Bloch'a, Deniz'e,Mahir'e, Sevilay'a, Bensaid'e vebinlerce, milyonlarca devrimci-nin hayatlarını, eylemlerini, gü-lüşlerini her zaman yanımızdataşıyacağımız bir gelecek tasav-vurundan başka bir şey değil”

Tarih, Sınıflar ve Kent:

SevilayKaygalak’aarmağan

Kamil Karerli

* Tarih, Sınıflar ve Kent

Hazırlayanlar: Besime Şen, AliEkber Doğan, Mayıs 2010,536 Sayfa, Dipnot Yayınları,Ankara

Page 46: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

46 EKMEK & ÖZGÜRLÜK

Kültür & Zihniyet

İlhan Selçuk, “Sol Kemalist“ de-diğimiz akımdan, hatta bu akı-mın temel dayanaklarındandı.Ölümü, yakın sol siyaset tarihi-ne, bugün için ders çıkarmakbakımından imkân veriyor. Ya-kın sol siyasi tarih dediğimiz de,1960 yılı sonrasıdır. Türkiye’detoplumunun iyiden iyiye solunetkisi altına girdiği yıllar. İlhanSelçuk bize bu yıllarda DoğanAvcıoğlu’nun yanında, YÖN Der-gisi ve Devrim Gazetesi’nde, sol-Kemalizmin ideologlarından bi-ri olarak görünür.

1950-60 yılları Soğuk Savaş du-varlarının yükseldiği, dünyamı-zın iki sisteme bölündüğü, Koreve Süveyş Kanalı gibi sıcak kriz-lerin yaşandığı ve Türkiye’ninNATO’ya girip Batı sistemine en-tegre olduğu yıllardı. Ve yine ay-nı dönemde sistemlerin çatış-ması Ortadoğu’da iklimi alabil-diğine sertleştirmişti. Aynı za-

manda Mustafa Kemal’e hayranolduğunu ikide bir tekrarlayanCemal Abdülnasır 1952 de Mı-sır’da bir darbeyle iktidarı al-mış, Batıya muhalif ve gittikçeSSCB eksenine giren bir “bağım-sızlık çizgisi” yaratmıştı.1958’de benzeri bir dönüşümü,Irak’tan İngilizleri kovan Abdül-kerim Kasım gerçekleştirecekti.

Arap dünyasında Batı’ya karşı“bağımsızlıkçı” Baas rejimleripeşpeşe gelecek, bu gelişmeleriradikal eksen değişikliği getirenKüba Devrimi izleyecekti. SoğukSavaş temelinde dünyanın orta-sından ikiye yarılmasını bu den-li güçlü bir süreç haline getirenBüyük Ekim Devrimi’ni de kay-detmeliyiz.

Türkiye bu yarılmanın ortasın-da, sakin ama içinden gebe birülkeyken “Batı’ya ve Nato’ya sa-dakat”ini ilan ederek iktidarıalan bir askeri darbe (27 Mayıs)yaşadı. Darbe tam anlamıyla“askeri” değildi. Sivil vesayet al-tındaydı. Türkiye’nin eksenini

değiştirmedi ama Türk devleti-ni yeniden tanzim etmeye giriş-tiği için de eksen tartışmasınıderinleştirdi ve Türkiye’yi, tıpkıTanzimat ve İttihatçılık dönem-lerinde olduğu gibi, belli bir sü-reç içinde “aydınlar hegemonya-sı” altına soktu.

YÖN Dergisi ve Devrim Gazete-si, eksen tartışmasının en önem-li ve etkili iki platformu olarak“sol-Kemalizm”in mayalanması-na büyük katkı sağladılar. Amaç27 Mayıs’ın tıklattığı ama açma-dığı kapıyı açmak, Batı’dan ko-parak “Tam BağımsızTürkiye”ye ulaşmaktı.

“Tam Bağımsız Türkiye” ne de-mekti ve ne işe yarayacaktı?

Temel tez şuydu: Türkiye Batısistemi içinde kalkınamazdı.Kalkınmış emperyalist ülkelerbuna izin vermezdi. Türkiye Ba-tı sistemi içinde kalarak demok-rasiye de ulaşamazdı. Seçtiğiparlamenter sistem emperyaliz-min Türkiye üzerindeki hege-

monyasını pekiştiren “cici de-mokrasi”den başka bir şey de-ğildi. O halde Türkiye, Kapitaliz-min ve Sosyalizmin “kötü” yan-larını atarak, ama “iyi” yanlarınıalarak “kendince bir sentez”oluşturmak zorundaydı. “Sosya-lizm” bazen ters çağrışımlar ya-pıp istenmeyen sonuçlara yolaçtığı için onlar “Sosyal Adalet-çi”ydiler.

Dikkatlerden çoğu zaman kaçı-rıldığı için, bir parantez içindeburada vurgulanması gerekennokta, sol-Kemalizmin geliştir-diği Türkiye konseptinin, o gün-kü kapitalist dünya gerçekliğinedeniyle aynı zamanda, Türksermaye sınıfının geliştirmeyebaşladığı Türkiye konseptiyleörtüşmesidir. Burjuvazi’nin şia-rı, “ithal ettiğimizi içerde bizüretelim” olmuştu. Burjuvazininbu şiarı, emperyalizmin “serma-ye ihracı” ihtiyacına da yanıttı.“Yabancı sermaye” yararlı, hattazorunluydu.

YÖN ve DEVRİM çizgileri, eksentartışmasını derinleştirerekyaygınlaşırken başka sol akım-lar da fışkırdı. En önemlisi TİPve hızla yükselen sendikal mü-cadeleydi.Böylece eksen tartış-masına “işçiler ve yoksul köylü-ler” de bir yerinden katılmışoluyorlardı.

Bütün bunlar güzel de, eksentartışmasının bizatihi kendisi“eksensiz”di. “Tam bağımsızlık”ile sosyalizme giden yol açıla-caktı ama bunu yapacak olantoplumsal güç, hangisiydi?

Bu soru “sol”dan sorulduğunda,sorulduğu yerden bağımsız ola-rak başka bir tartışmaya dönü-şür. Sonuçta vazedilen tarihselufuk “Demokratik Burjuva”dırama sosyalistler buna “işçi”, sol-Kemalizm buna “milli burjuva”yapsın der. Der ama “milli bur-juva” dediğin kaç kişi?

O zaman iş Kemalizmin devrim-ciliğinin rüknüne varmış aydın-lara, subaylara, gençlere düş-mektedir. Büyük çoğunluk da butartışmaya, “yapılsın da, kim ya-parsa yapsın” diyerek seyirci ka-lır.

İlhan Selçuk’ların YÖN ve DEV-RİM’i, milli burjuvanın yapama-dığını gençleri ve subayları ya-nına çekerek yapmak üzerehırslandıkça, ama öte yandangençlik Marks ve Engelsi ve Le-nin’i okuyup anlayarak kendiözgün yoluna gittikçe, cuntacılı-ğa yönelecek, 12 Mart duvarına

Hüseyin Hasançebi

Bizden değildiİlhan Selçuk’un “Devleti kurtarmak”tan ileri bir idealiolmamıştı. Kemalizm’e tapınıp kalmıştı

Selimiye Kışlası 1972, İlhan Selçuk, 36 yıl sonra el sıkışacağı işkencecileriyle tanışmadan az önce...

Page 47: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

EKMEK & ÖZGÜRLÜK 47

3. Dünyanın dostlarıydılar amasosyalizm yıkıldıktan sonra hiçkimseyle dost olamadılar.

Yeni kavramlar bulmakta ve ye-ni bir Türkiye tasarımı geliştir-mekte de aciz kaldıkları için hepkendi tarihlerinden yediler. İl-han Selçuk başı çekenlerdendi.İngilizci-Batıcı-Tanzimatçı gele-neği reddediyordu ama muasır-laşmaya oradan gidildiği için deTanzimatçıydı. Batılılaşma “uy-dulaşma”ydı ama “ulusal çıkar”tanımının her türü sistemle bağkurmak zorunda olduğu içinTürkiye İlhan Selçuk’la bile “ba-ğımsız uydu” olmaktan ileri birseçenek yaratamıyordu.

İlhan Selçuk İttihatçılara karşıbir ittihatçıydı. Ama Berkesçi ta-rih analizine göre, nasıl Tanzi-matçılığı aşamamışsa, İttihatçı-lığı da aşamıyordu. İttihatçılığınAlmancı devrine (1908-1918)düşman olmakla birlikte İngiliz-ci devrine (1918-1923) tapındı-ğı için dönüşmüş İttihatçıydı.

İlhan Selçuk hem “doğal”, hemde “haklı” olarak demokrasidenhoşlanmıyordu. Çünkü demok-rasi her ne hikmetse sandıktansürekli 1950-1995) emperya-lizm çıkarıyordu.

Bereket bu demokrasi sandık-tan 2000’lerde emperyalizminyanı sıra bir de “şeriat” çıkarınca“Kuvayı Milliyeci” oldular. Pıhtı-laşmış bir Kemalizm’i diriltme-ye başladılar. Küreselleşme Sel-çuk ve müritlerinin “Milli Burju-va”yı yeniden keşfetmelerinisağladı. “Milli” olan her şeyi, herne olursa olsun desteklediler.Koç’a bile milli sermaye diyerekTÜPRAŞ’ı gasbetmesini alkışla-dılar. İzzettin Önder'i TÜPRAŞ'ınözelleştirilmesine karşı yazdı di-ye Cumhuriyet Gazetesindenuzaklaştırdılar. OYAK’ın özelleş-tirmeden alabildiği her ganimetonları sevindirdi. Laik cumhuri-yeti güvence altına almak içinSüleyman Demirel’e, MHP’yemisyon biçtiler. Azınlıkların hakve özgürlüklerine karşı “ÇılgınTürkler'i yeniden çılgınlaştırma-yalım..." diye yazabildiler.

Kürt meselesine hiç girmeyelim:İlhan Selçuk’un Kürtlere düş-manlığı Esat Mahmut Boz-kurt’tan bile azgındı. “Devletikurtarmak”tan ileri bir ideali ol-mamıştı. Kemalizm’e tapınıpkalmıştı.

Şamataya Paydos.. Gerçek Meydanda!.. Dünyanın tüm enlem ve boylamlarında Alevi-Bektaşi mizahının bireşi yoktur...

Nereden kaynaklanıyor bu özgünlük?..

Kızılbaşlık felsefesinden...

Bektaşi ile Mevlevi sohbet ediyorlarmış...

Bektaşi, Mevlevi cüppesinin gayet geniş olan kollarını işaret ede-rek:

- Erenler, demiş, yenleriniz neden bu kadar geniş?..

Mevlevi:

- Biz gördüğümüz günahları bu geniş yenlerimizle örteriz, ya sizdaracık yenlerle ne yaparsınız?..

Bektaşi yanıtlamış:

- İmanım, biz günahları görmeyiz ki örtelim...

*

Geçen hafta Milliyetçi Hareket Partisi için bir yazı yazdım, medya-da kıyamet koptu, takıyyeciler neler de neler söylemiyorlar;MHP'nin geçmişteki günahlarını, sola saldırılarını mı dile getirmi-yorlar, o kesimden kimilerinin bana işkence ettiklerini mi anımsat-mıyorlar; kalemi eline alan veryansın ediyor, eski defterleri karıştırı-yor...

Neden?..

Çünkü seçimden sonra bir CHP-MHP koalisyonu olasılığı dinci vedönek solcu tayfasını çıldırtıyor...

*

Şamataya gerek yok!..

Geçen hafta MHP için yazdığım yazıda bilimsel bir gerçek vurgula-nıyordu; ama, bizim medya gerçeğin özünü bırakıp işi şamatayadönüştürmek istedi...

Konuyu saydamlaştıralım:

Bush yönetiminin desteğini almak için AKP'nin PKK terörüne tesli-miyetçi yaklaşımı, bölücülere göz kırpması, Talabani ve Barzani ileaşna fişnesi, ülkeyi yabancılara parça parça, taksit taksit satmasıartık açık seçik ortalıkta sergileniyor...

MHP işte bu satılmışlık siyasetine karşı çıkıyor...

*

Yalnız MHP mi?..

AKP'nin teslimiyetçi satılmışlık politikasına CHP, DP, GP, SP ( Er-bakan 'ın partisi) de karşı çıkıyorlar...

Sonuç:

AKP teslimiyetçilik ve satılmışlık siyasetinde yalnızdır.

*

Hem bunca gürültüye ne gerek var?..

Vaktiyle Ecevit 'in DSP'si ile Devlet Bahçeli 'nin MHP'si koalisyonyapmadılar mı?

Takıyyeci ve dönek solcu kesimindeki telaş boşuna...

Türkiye "tehlikenin farkındadır" ...

Tüm sağcılar, solcular, ilericiler, gericiler, vaktiyle birbirlerine diş bi-lemiş ve can yakmış olanlar Cumhuriyet Türkiyesi'ni yaşatmaktabuluşacaklardır...

Geçmiş geçmişte kaldı, dünden kalma kin güdüleri bugün eskimişbakkal defterinde veresiye hesabının değerinde bile değil...

*

Kan davası aydınlık ve çağdaş insana yakışmaz...

Ben laik Atatürk Cumhuriyeti'nin varoluşu ve bütünlüğü için, dünbana işkence etmiş olanlarla bugün el ele vermeyi yurtseverliğindoğal ve sade gereği sayıyorum.

İlhan Selçuk, 8 Temmuz 2007

çarptıktan sonra aklı başınagelecektir. “Milli burjuva” deni-len burjuva ise hayli zorlanmışbulunan ekseni düzeltmek içinTÜSİAD’ı kuracak, (A. Kocabı-yık biz solcuyduk der hala)“Milli Sol” Ecevit’i iktidara ge-tirecektir.

Türkiye’yi işçiler ve köylülermi bağımsızlaştıracak, yoksaaydınlar ve subaylar hareketimi tartışması Türkiye’nin bir içtartışmasıymış gibi görünürfakat hiç de öyle değildi. Soğuksavaş kampları arasındaki ev-rensel tartışmanın bir parça-sıydı. Sovyetler kampı Türki-ye’nin “milli burjuva”sını sevi-yor ve destekliyordu. Bu “milliburjuva” kesim güçlensin diyeAliağa Rafinerisi, İskenderunDemir-Çelik, Seydişehir Alu-minyum gibi, bol paralar da ve-riyordu. Türkiye solunun sol-Kemalist akımdan ve “MilliBurjuva” denilen zümredenkopmaması için bu konsepteyakın duran sol siyasetleri des-tekliyordu. SSCB’nin bu Türki-ye siyaseti o zamanki TKP’ninprogramına ve politikalarına,virgülüne kadar aynen yansı-yordu. İlhan Selçuk da SSCBDevletinin büyük dostları ara-sındaydı.

Sular aktı. 1960-1970 sol poli-tik akımları sol-Kemalizmin et-kisinden uzaklaşarak bağımsızsosyalist sınıf çizgisine doğrugelişen bir kulvarda biriktiler.Sol-Kemalizm sönümlendi. An-cak İlhan Selçuk gibi şövalyeruhlu olanları “milli burjuva”diye, isterseniz rezerv koyarakTanzimatçılardan başlatın, is-terseniz İttihatçılıkla birleşti-rin ve Kemalizm’e aktarın, Kü-çükasya toprakları üzerindebin bir tehcir ve katliamlarla vemübadelelerle güç bela kurul-muş “Müslüman-Türk Kalesi”bu devlete ve bu Cumhuriyetesadık kaldılar. O solcuları, sos-yalistleri kahrederken, dar-ağaçlarında boğarak katleder-ken yutkundular, hatta gün ol-du bu devlet onları da yum-rukladığında “kol kırılır yeniçinde” diyerek hazmettiler,ama kendilerine sadık kaldılar.

İşçilerden ve köylülerden veaynı anlama gelmek üzere“halk”tan nefret ettikleri veonu yola getirmek için “halk-çı”ydılar. Yıkılınca kadar sosya-lizmin “bağlantısız”, “kapitalistolmayan” varyantlarının ve birbütün olarak bu eksen mazlum

Page 48: AYLIK SİYASİ DERGİ SAYI 10 TEMMUZ-AĞUSTOS 2010 2TL ... · ğı bilgisiyle hareket etti: Bu mad - deleri bütünüyle reddetmeyerek hem sermayeyi bir “erken se-çim”in politik

Yerel süreli yayın u Ortaklaşa Yayıncılık u Sahibi ve Sorumlu Md. Erdal Çınar, 847 Sk. No.:14/201 Kemeraltı / İzmir u Yazı Kurulu: Tek-taş Ağaoğlu, Yeşim Dinçer, Ertuğrul Kürkçü, Osman Soyer, Ersen Olgaç u Yayın Kurulu: Yeşim Dinçer, Erdal Çınar, Besime Şen, Er-tuğrul Kürkçü, Nevra Akdemir, Aysel Sağır, Mustafa Bayram Mısır uBasıldığı Yer: Ezgi Matbaacılık,Tel: 0212 452 23 02, Ço-bançeşme Mah., Sanayi Cad., Altay Sk., No.:10-A Blok, Yenibosna - Bahçelievler / İstanbul uYönetim Yeri: Katip Mustafa Çelebi Ma-

hallesi, Tel Sok. No. 28, Kat 3, Beyoğlu-İstanbul u İnternet sitesi: www.ekmekveozgurluk.net u Tel: 0212 293 6220EKMEK&ÖZGÜRLÜK

Kapitalist şirketler çoktandır kadınların kendilerini ev kadınlığı rolünden özgürleştirmeye olan yeni tarihsel gereksi-nimini sömürüyor. McDonald’s ve Kentucky Fried Chicken gibi ucu bucağı olmayan kârlı hazır yemek zincirleri daha çokkadın çalıştıkça evlerde daha az yemek pişirildiği gerçeğinin açık kanıtları. Sundukları besinler ne kadar sağlıksız vebesleyicilikten uzak olsa, işçileri ne kadar ağır bir biçimde sömürseler de bu hazır yemek zincirleri artık ev işinin za-manının dolmakta olduğuna işaret ediyor. Elbette asıl gereken ev kadınının eski görevlerinin önemli bir bölümünü üst-lenecek yeni sosyal kurumlar. İşçi sınıfı içinde kadınların saflarının durmaksızın genişlemesinin gündeme getirdiği çö-züm bekleyen mesele bu. Evrensel ve parasız çocuk bakımı talebi işçi annelerin sayılarındaki artışın dolaysız bir sonucu.Kadınlar erkeklerle tam eşitlik temelinde daha fazla iş talebi etrafında örgütlendikçe ev kadınlığı görevlerinin yerinegetirilmesine ilişkin ciddi soruların ortaya atılması kaçınılmaz. “Üretim bandına esir olma”nın kendi başına “mutfaktabulaşık yıkamaktan kurtuluş” olamayacağı çok doğru. Gene de kadınların çağlar öncesinden gelen ev köleliğini orta-dan kaldırmak üzere harekete geçmeleri için en güçlü özendiricinin üretim bandı olduğuna kuşku yok

Angela DavisKadın, Irk ve Sınıf, 1981