40
Oyunkurucu “Oyunkurucu” “Oyuncu” değil olmak istersen...” Dışarıdan planlanan, içeride uygulanan operasyon üzerine operasyonlar. RİBAT EĞİTİM VAKFI ADAPAZARI ŞUBESİ YIL: 11 SAYI: 41 Nisan - Mayıs - Haziran 2014 ISSN 1305 - 5356 Bizim Şehrin Bülteni

“Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

  • Upload
    others

  • View
    5

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

“Oyunkurucu” “Oyunkurucu” “Oyuncu” değil

olmak istersen...”

Dışarıdan planlanan, içeride uygulanan operasyon üzerine operasyonlar.

RİBAT EĞİTİM VAKFI ADAPAZARI ŞUBESİ YIL: 11 SAYI: 41 Nisan - Mayıs - Haziran 2014 ISSN 1305 - 5356

Bizim Şehrin Bülteni

Page 2: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

2

Kalite ve hizmet odaklı çalışan filizfidan yapı müşteri memnuniyetini ön planda tutan bir firmadır. Bünyesindeki markalarla yapı sektöründe toptan ve perakende hizmet vermektedir.

• Graniser seramik• Ece vitrifiye,armatür ve banyo dolapları• Penta armatür-Sanica banyo sistemleri• Durul banyo sistemleri• Art floor laminat parke

ve sayamadığımız birçok marka ile toptan ve perakende hizmet vermektedir.

Tel: 0264 241 39 04 - Fax: 0264 241 39 05Küpçüler Mahallesi Karasu Yolu Caddesi No: 10/87 Erenler/SAKARYAwww.filizfidanyapi.com.tr

• Bumay cam mozaik ve inox bordür• Zaffiro cam mozaik• Japar• Damla banyo dolapları

S e r a m i k

Page 3: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

İç ve dış düşmanlar elbirliğiyle 27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat,

17 Aralık darbeleriyle milletin hâkimiyetine göz dikse de istedik-lerini elde edemediler. Özellikle 17 Aralık’tan itibaren dışarıdan planlanan, içeride uygulanan operasyon üzerine operasyonlar. Kendilerince görevlerini yaptılar ama hesap edemedikleri bir şeyler hep oldu. Onların bir hesabı vardı da milletin de bir hesabı olduğunu dikkate almadılar. Onların bir tu-zağı vardı da Allah’ın da bir tuzağı olduğunu bilemediler.Millet artık bunların kodları-nı çözdü. Attıkları her adımda maksatlarını millet çok iyi okuyor. Takındıkları omurgasızlığı, kişiliksizliği, hıyaneti, alçaklığı, seviyesizliği çok iyi biliyor; kendi istikballeri için yapamayacakları iğrençlik olmadığını da…Zinde güçlerin; ülkesinde istikrarlı bir Türkiye’nin, dışa bağımlı değil millete bağımlı bir iktidarın kom-şuları ve dünyanın çeşitli coğraf-yalarındaki mazlum halklar için ne demek olduğunu hepimizden iyi biliyorlar. “Türkiye kendi içeri-sinde kumpaslarla uğraşsın, ener-jisini tüketsin ki İslam coğrafyası-na, ezilen halklara söyleyebilecek

sözü kalmasın” istiyorlar. Kendi kendine yeten, istikrarlı, borçsuz, dışa bağımlı olmayan bir Türkiye istenmiyor. Peki Türkiye enerjisini içeride tüketirken dünyada neler oluyor dersiniz. Bir bakalım…Arakan, Doğu Türkistan, Suriye, Filistin, Orta Afrika Cumhuriye-ti vb. ülkelerdeki Müslümanlar zulüm altında inliyor, işkencelerle şehit ediliyor, açlıktan ölüme mahkûm ediliyorlar. Sırf “Ben Müslümanım” dediği için yakılıp, bombalanıp, türlü işkencelerle katledilen ve kendi ülkelerinde sürgüne mahkûm edilen milyon-ların dünyadaki gür sesi sadece Türkiye değil mi? Birleşmiş Millet Örgütü dünyada giderek artan ve maalesef genellik-le Müslümanlara yönelik vahşetin önlenmesi için “işbirliği içerisinde davranmalıyız’’ gibi pasif cümle-lerle yasak savmakla meşruiyetini yitirdiğini Türkiye’den başka seslendiren ülke var mı? Yaşadığımız son olaylar Müslüman Türkiye’nin yeniden tarih yapacak büyük bir medeniyet yolculuğuna soyunmasını engelleyecek küresel bir projenin uygulamaları. Ulus-lararası arenada “oyuncu” değil

“oyunkurucu” olmak istiyorsan içindeki bu cerahatleri atman gerekiyor. Bu, fotoğrafın bir yönü; diğer yönünü de şöyle değerlendi-rebiliriz:Yusuf Kaplan’ın; “... Bu operas-yonların gerisinde yatan en temel saikin paralel bir din icat etme kaygısı gütme ihtimali” değerlen-dirmesi dikkate değer gerçekten de. İki yüzyıllık fetret döneminde Müslümanların, bir cemaat üze-rinden İslam’ın dönüştürülmesi projesiyle karşı karşıya kalındığını belirtiyor. Projenin asıl amacı; kü-resel sistemin İslam dünyasındaki hegemonyasını pekiştirecek, ılım-laştırılmış, protestanize edilmiş, hayattan uzaklaştırılmış bir İslam anlayışını hâkim kılmak olduğunu belirtiyor ki haksız sayılmaz. Bu konuda daha detaylı bilgilenmek için Yusuf Kaplan’ın yazılarını tavsiye ederim.Ülkemizdeki son gelişmeleri bir de bu açıdan değerlendirmeniz resmin içerisindeki yerimizi daha net görmemize ve buna göre tavır almamıza yardımcı olur umarım.Ada’da kalın!

Editörden“Oyuncu” Değil “Oyunkurucu” Olmak İstersen…”

Yusuf E. ERDEM

3

Page 4: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

iÇiNDEKiLERiÇiNDEKiLER

6

1013

16 18

24

Abdullah BÜYÜK

Hamza TEKİNSahir AKÇA

Mustafa AYDIN

Yusuf YAVUZYILMAZ

HAK BATIL MÜCADELESİ

BİR CENNETVARDIYERYÜZÜNDE

SUFİ VE ŞİİR

HURAFE

FAALİYETLERİMİZ

BESMELE’NİN İSTİSMARI

4

Page 5: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

iÇiNDEKiLERRİBAT EĞİTİM VAKFI

Adapazarı Şûbesi Adına

Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü:Sâhir AKÇA

Yayın Kurulu:Sâhir AKÇA

Yusuf Ertuğrul ERDEMYusuf ERKANCihan YILDIZ

Genel Yayın Yönetmeni:Yusuf Ertuğrul ERDEM

Reklâm Sorumlusu:Yusuf ERKAN

Tel: 0532 314 33 58

İrtibat Adresi:Cumhuriyet Mh. Hatip Sk. No.6

(İlim Yayma Kız Yurdu yanı) [email protected]

Telefax: 0264.277 19 46

Tasarım ve Baskı: BURAK OFSET 0264 274 69 24

Sorumluluk: Yayınlanan yazıların fikri sorumluluğu

yazarlara aittir. Gönderilen yazılar iade edilmez.

İsim zikredilerek iktibas yapılabilir.

BASIM TARİHİ: MART 2014ISSN 1305 - 5356

34

30

32

28

26

36

Harun ÇALTIKOĞLU

Mehmet KUZU

Halil ATALAY

Yusuf E. ERDEM

SUDAN GÜNLÜĞÜMDEN - 3

ÇOCUKLARA ÖYKÜLERLE 40 HADİS

FİTNE HAREKETLERİNDE MÜMİN’İN TAVRI NE OLMALI?

HANIMSAHABİLERHATİCE BİNHUVEYLİD

SESSİZ HİZMETÇİLER

SAPANCA BİTİYOR MU?Yusuf ERKAN

Gazanfer ÜVEZ

Gazanfer ÜVEZ

SUDAN HARTUM’A ZİYARETİM

5

RİBAT EĞİTİM VAKFI ADAPAZARI ŞUBESİ

YIL: 11 SAYI: 41 NİSAN - MAYIS - HAZİRAN 2014

Page 6: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

İster adına “Hak-batıl” mücade-lesi diyelim, ister “iyilerle-kö-

tüler” arasındaki mücadele veya “insanlar ve soytarılar” arasın-daki mücadele yahut “mazlumlar ve zalimler” arasında geçen mü-cadele… “Doğru yolda olanlar ile eğri yolda” olanların mücadelesi de diyebilirsiniz, hepsi aynı kapı-ya çıkar.

Her iki tarafta devam eden bu mücadelenin ana sebeplerin-den biri de otorite olma konusu-dur. Yani idareyi, yönetimi ele almak konusu. Hakk’ın safında kalarak mücadele eden Müslü-manlar, otoriteyi ilimle, bilimle elde etmek için çalışırken; batıl saftakiler otoriteyi kan dökmeyle, bozgunculuk yapmakla yani sa-vaşlarla, darbelerle gerçekleştir-meye çalışmışlardır.

Ne var ki batılın verdiği mücadele ile elde edilen zafer, gayr-i meşru olduğu için sıkıntılarla doludur. Sürekli başlarından bela gitmez. Niçin?

Çünkü batılın, zalimlerin; yanlış ve eğri yolda olanların mücade-lesinde hile, tuzak ve kılıç, silah vardır. İyilerin, mazlumların, doğru yolda yürüyenlerin ise el-lerinde olan Rabbimizin verdiği usul, metottur ki Peygamberimiz bu usulü, metodu insanlara 11 merhalesi olan bir mücadele şek-linde uygulamıştır.

Hak-batıl mücadelesinde, hassa-siyetini koruyan Müslümanların temel gıdası, amacı cihada sarıl-mak olmuştur. Yani cihad inanan bir Müslüman için teneffüs ettiği hava gibidir. Hava almayan insa-nın öldüğü gibi, cihadsız bir in-sanın uzun müddet Müslümanca yaşaması da çok zordur.

12 Eylül 1980 tarihinden beri Müslüman toplum tarafından fazla dile getirilmeyen cihadın kısa ve özlü tarifini yapacak olursak, bu mesajın sahibine te-şekkür etme gereğini duyarsınız.

Cihad; şuurlu, bilinçli ve karar-

lı bir harekettir, bir gayrettir. Bu gayretin üç alanı vardır. Söz ko-nusu olan gayretin, fiziksel yani bedensel olanına “cihad, savaş, harp” denir. Ruhsal, manevi ola-nına “mücahede, nefis tezkiyesi/terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir.

Görülüyor ki inanan Müslüman-ların cihadı kupkuru bir savaş değil. Cihada katılanlar, Kitap ve Sünnet ile beslendikleri için,  he-defleri fethetmektir. Karşı gücün aklını, kalbini İslam gerçeğine aç-maktır. Ama batılın hedefi ise iş-galdir, talandır, yıkmaktır, öldür-mektir ve eşyayı sahiplenmektir.

Mesajımızı son paragrafına ka-dar okuyan siz okurlarımız için diyorum ki, Mısır’ın Sisi’sini, Suriye’nin Esed’ini, Irak’ın Ma-liki’sini mercek altına aldığımız gibi, Rus’un Putin’ini, ABD’nin Obama’sını ve diğer ülkelerin li-derlerini daha fazla mercek altına alarak, üzerimize düşen sorumlu-luğu bir daha gözden geçirelim.

HAK-BATIL MÜCADELESİ

Mısır’ın Sisi’sini, Suriye’nin Esed’ini, Irak’ın Maliki’sini mercek altına aldığımız gibi, Rus’un Putin’ini, ABD’nin Obama’sını ve diğer ülkelerin liderlerini daha fazla mercek altına alarak, üzerimize düşen sorumluluğu bir daha gözden geçirelim.

Abd

ulla

h B

ÜY

ÜK

6

Page 7: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

Tefekkürümüze, düşüncelerimize davet edeceğimiz TV ekran tartış-malarında ele alınan konuların, ne kadar cihad sahası ile alakalı olup olmadığını temiz vicdanları-nıza havale ediyorum. Halifeliğin ortadan kaldırılmasında, mecli-sin zemin katında bulunan ule-manın konuştuğu mevzular ile günümüzde ekranlarda tartışılan konuların ne kadar birbirleriyle örtüştüğünü görmek, o kadar da zor değildir.

Tuhaf karşılamayacağınıza inan-dığım karınca örneğini vereyim ve üzerinde birlikte düşünelim:

Kendisini ısıran bir karıncanın ocağını, yuvasını, evini imha eden bir Peygambere, Rabbimiz ne buyurmuştur, biliyor musu-nuz? “Sen kendini bir karınca ısırdı diye nasıl oluyor da beni anıp duran bu canlılar ümmetin-den bir ümmeti ortadan kaldırı-yorsun?” (Müslim)

Kürt-Türk arasındaki kardeşliği için yapılan projeleri, gündemleri dile getirirken, İslam Dünyasın-da binlerce Müslümanın evinin, namusunun talan edildiğini de düşünelim. Köy-kent projeleri ile Müslüman Kürt kardeşlerimizin evlerinin, mezralarının, obala-rının yer ile yeksan edildiğini, karınca misali ile yorumlamaya çalışalım.

İkinci karınca örneğine gelin-ce, sorumluluğumuzun ne kadar hassas ve önemli olduğunu anla-yacağız:

Karınca davasını Rabbine açar: “Rabbim! Şu kimse beni boş yere öldürdü. O beni öldürmek-le bir fayda temin etmediği gibi, senin dünyanda benim yaşama-ma izin de vermedi.” (Taberani)

Karıncadan, Doğudaki kardeşleri-

mize dönelim. Binlerce faili meç-hule kurban gitmiş olan insanları karıncanın tartılacağı teraziye koyalım. Karın ağrısı, yüz karası Ergenekon’un gizli ve açık isim ve sıfatlarına projeksiyonumuzu çevirelim ve bir daha düşünelim.

Kanunlarınızı yapan sizsiniz, öyle değil mi? Anayasaları de-ğiştiren de sizsiniz, o da tamam. Yaptığınız yasaları çiğnediğiniz-den dolayı mahkûm edilen de yine sizsiniz. Öyle ise niçin itiraz ediyor, basbas bağırıyorsunuz? Sizleri, çağ dışı dediğiniz İslam’ın yasaları ile yargılamadılar.

İşgalci mantık, yeryüzünü sahip-lenmek isteyen mantık, menfa-atçi mantıktır. Fetheden mantık, insanları batıldan hakka, gerçe-ğe çevirmeye çalışan mantık ve inanç ise, kıyamete kadar ömrü olan bir inançtır.

Tekrar özet olarak söylüyoruz ki, mücadele, yeryüzünü emanet gö-renlerle, yeryüzünü sahiplenmek isteyenler arasında geçmektedir. Mısır’ın Sisi’si, Mısır’ı sahiplen-

mek istiyor, Mursi’si ise, Mısır’ı Hak emaneti olarak görüyor. Fark burada. Bu farkı fark etmeyenler, İslam’a ve Müslümanlara saldırı-yor ve hile ile tuzak ile mücadele ederek, geberip gidiyor.

Mesajımızın can damarına gelin-ce… Salih kullardan ve müçtehit imamlardan olan İmam Malik’in şu sözü, yeryüzünde yaşayan tüm Müslümanları bağlayıcı duru-mundadır: “Bu ümmetin başı ne ile ıslah olmuş ise, sonu da aynı şeyle ıslah olur. Islah ediciler ise Kitap ve Sünnettir.”

Kusura bakılmasın. Misyoner Hı-ristiyan eline aldığı İncil ile dün-yayı dolaşırken, devlet okulların-da okuyan çocuğumuzun önüne konulan Kur’an-ı Kerim’den kim-se rahatsız olmasın. Bir Hıristi-yan inancından dolayı aşağılık duygusuna kapılmaz. Hz. İsa’dan utanmaz. Rabbi ile iftihar eder. Bu ülkede ve yeryüzünün nere-sinde yaşarsa yaşasın hiçbir mü-min insan, inancından Rabbimiz-den ve Peygamberimizden dolayı utanamaz, aşağılık duygusuna kapılamaz. Okullara Kitap ve Sünnet’in seçmeli ders olarak gir-miş olması, gerçek medeniyetin kuruluşuna vesile olacak onurlu bir adımdır. Senelerce gasp edi-len haklarımızın küçük çaplı bir iadesidir.

Her inanan, Müslüman erkek ve kadın, Hak-batıl mücadelesindeki safını, hedefini, amacını geçerli ölçüler ve prensiplerle tayin et-melidir. Bu mücadele Hz. Âdem’in oğulları ile başlamış, kıyametin kopmasına kadar sürecektir. Müs-lüman insan, safını doğru tercih etmelidir. Korkunun ecele faydası yoktur. Ve Allah iman edenlerle beraberdir. En büyük imkânımız ise imanımızdır.

Mücadele, yeryüzünü emanet görenlerle, yeryüzünü sahiplenmek isteyenler arasında geçmektedir. Mısır’ın Sisi’si, Mısır’ı sahiplenmek istiyor, Mursi’si ise, Mısır’ı Hak emaneti olarak görüyor. Fark burada. Bu farkı fark etmeyenler, İslam’a ve Müslümanlara saldırıyor ve hile ile tuzak ile mücadele ederek, geberip gidiyor.

7

Page 8: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

Yaşamış olduğumuz bu ülkenin olumsuz yönlerini, olumsuz şart-larını biz Müslümanlar hazırlama-dık, hazır bulduk. Şikâyet etmek çözüm değil, imtihanı kazanmayı hedeflemeliyiz.

Yeryüzünde işlenen tüm kötülük-lerin oluşma sebebi üçtür: Haksız kazanç, gerekli yere harcama yap-mamak ve gereksiz yere harcama yapmak. Herkes bu suçlara ortak olup olmadığını vicdanlarına sora-rak öğrenebilirler.

Meşru olan tüm değişimlerin refe-ransı Rabbimizdir. Değişim, taklide dayanan bir değişimse bunun sonu yozlaşmadır. Değişim, gelişme-ye dayanırsa, kaliteyi sağlar. Dinimiz ise değişimin motor gücüdür.

“Yarın yaparım, ertesi gün yaparım, gibi düşünceler, şeytanın prensibidir. Onu müminlerin kalplerine atar.” (Hadis. Deylemi, C.Sağir.)

1912 senesi, politik gücün, İslam Dini’nin önüne geçtiği bir tarihtir. 1924 tarihi ise la-ikliğin devreye girdiği bir senedir. O günden bu günlere kadar, zihin, kalp ve nefis eğitimi resmi kurum-larda rafa kaldırılmıştır. Kur’an ifadesi ile “kan dökecek, yeryüzünü ifsat edecek” insanların, devletin hangi kurumu eğitebilecektir?

Şu acı gerçeği unutmamamız gere-kiyor: Bir toplumun bozulmasında suçlu olanın kim olduğu sorulursa, suçluluk derecesine göre cevabı Kur’an vermektedir. Birinci suçlu, o toplumun bizzat kendisidir. İkinci suçlu o toplumun lideridir. Üçün-

cü suçlu ise o toplumu bozan kişi ve kurumdur. Daha geniş bilgi al-mak istenirse: Taha Suresi, 85-98. âyetlere bakılabilir.

Mü’min Suresinin 26. ayeti, Fi-ravun mantığının ne olduğunu açıklar. Bu mantık, batının ve batı patentli ülkelerin siyasi kimlikle-rini oluşturur. Merak ettiyseniz Firavun mantığını, kısaca cevap verelim: Müslümanı namazda, hac-da, ibadette serbest kılıp, idare ve yönetimde, devlet idaresinde kabul etmemektir.

H e r - hangi bir ülkede dini faaliyet veya hizmet edip, başarı sağlamak istiyorsak ki bugün birçok insanımız değişik ül-kelere gitmektedir. Dikkat etmemiz gereken iki şart vardır: Birincisi, ül-kenin fıkhi kimliğini bilerek hareket etmek, ikincisi ise o ülke halkının hayat tarzını iyi anlamaktır.

Herhangi bir kurumda(Dernek-Vakıf-devlet) eleman çalıştırmak is-tiyorsanız, şu konulara çok dikkat

etmemiz gerekir: Ehliyet, liyakat ve sadakat. Ne yazık ki ehliyete önem verildiği kadar, sadakate önem ve-rilmiyor. Daha sonra tahmin edil-medik olaylara şahit oluyoruz. İlla sadakat. İlla sadakat.

Bir Müslüman’ın, diğer Müslüman kardeşi ile küs durması yasaktır. Eğer aralarında üç şey varsa irti-batı kesmek caizdir. Biri diğerinin namusuna veya rızkına veya dinine zarar verecek tavırları olursa, küs-me hakkını kullanabilir.

Terörün, anarşizmin, bozguncu-luğun oluşma sebebi: Müslüman-ların kendi aralarında haksızlık

yapması. Bir de müminlerin birbirleriyle dayanışma içeri-

sinde bulunmamasıdır. Her iki konu ile alakalı olarak: Enfal Suresi/73.-Şuara Su-resi/183. âyetlere bakıla-bilir.

Günümüzde âlimlerimizin çok dikkat edeceği bir

konu vardır. Bu konu-nun dengesi kurulmadığı

müddetçe, Müslümanların problemlerini, sıkıntılarını

çözmede hayli zorlanırlar. Müslüman âlimin bir eli kitapta (Kur’an-Sünnet-Fıkıh v.s), diğer eli ise hayatta olmalıdır. Hayattan ha-beri olmayanın, hayatın problem-lerini çözmeye hakkı yoktur.

Tüccarlarımız, fabrikatörlerimiz, sanayicilerimiz mali müşavirlere ihtiyaç duyduğu, önem verdiği ka-dar, hatta daha ötesinde dini mü-şavirlere de ihtiyaç duymalıdırlar. Gelir-giderinin fıkhi ölçülere da-yandırmayanların, ahretteki hesa-bı çok çetin geçer.

17 Aralık 2013 ta-rihinden beri hayli yorul-

duk. Zihnen, bedenen ve kal-ben yorulduk. Okuyucularımıza

kısmen de olsa zihni yorgunluğunu dindirecek cümleler takdim etmek istiyorum. Her bir cümlemiz üze-rinde düşünmelerini umuyor ve

cümlesine selam ve saygı-lar sunuyorum...

Abdullah BÜYÜK

8

Page 9: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

"Fitne zuhur ettiğinde herkes işine baksın"

"Fitne zuhur ettiğinde herkes işine baksın""Fitne zuhur ettiğinde

herkes işine baksın""Fitne zuhur ettiğinde herkes işine baksın"

"Fitne zuhur ettiğinde herkes işine baksın"

grafik tasarımdan renk ayrımına, ofsetten mücellite, dijital baskıdan promosyona... Tam hizmet matbaacılık.

Şöyle buyuruyor Peygamber Efendimiz (sav): “Bir yerde fitne zuhur edince, kimse ona kapılmasın. Herkes işine gücüne baksın. Çoban çobanlığına; Çiftçi

toprağı işlemeye devam etsin. Bir işi, meşguliyeti olmayan ise kılıcını kırsın. Fitneden süratle uzaklaşıp kaçsın!”

w w w. b u r a kof s e t .c o m

"Fitne zuhur ettiğinde herkes işine baksın"

Page 10: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

BİR CENNET VARDI YERYÜZÜNDE

İnsanların kafasına takılıp hep sor-dukları bir mesele var bunu sizler de

ara sıra duyarsınız: “Babamız Âdem cennette idi; yaptığı hata ve günah sebebiyle orayı kaybetti. Bu kaybettiği ve mahrum bırakıldığı cennet yeryü-zünde mi idi, yoksa ahrette inanan-ların ebedi kalacağı öbür âlemdeki cennet miydi?” Bu yazımızda bunun-la ilgili kısa bir beyan arz etmek isti-yoruz. Şöyle ki:Münzir b. Sait tefsirinde “ve dedik ki «Ya Âdem! Sen ve zevcen Cenneti mesken edin, ikiniz de ondan dile-diğiniz yerde bol bol yiyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın ki haddi aşan za-limlerden olmayasınız.” (Bakara, 35) ayetini tefsir ederken diyor ki; “Bir gu-rup âlim dediler ki Mevla Âdem’i kıya-met günü inananları koyacağı “Huld” cennetinde iskân etmiştir. Başka bir gurup ise “Âdem’in iskân edildiği cennet “Huld” cenneti olmayıp başka bir cennettir” dediler. Elmalı merhum bu ayeti açıklarken şöyle bir not düşmüş diyor ki; “Acaba bu cennet yeryüzündeki cennetlerden biri mi idi? Böyle zannedenler olmuş-tur “Filistin’de yahut Fâris ile Kirmân arasında bir cennet idi. İnişi de ora-dan Hindistan’a nakliydi.” denilmiş-tir. Fakat bunlar şöyle bir istidlâl ile söylenmiştir: Çünkü Âdem’in yaratı-

lışı yeryüzünde olduğunda ittifak var-dır ve bu kıssada semaya yükselmesi zikredilmemiştir. Bir de cennet-i huld (ebedi cennet) olsaydı, çıkılmaz ve şeytan oraya giremezdi.” Âdemin yerleştirildiği cennetin huld cenneti olmayıp yeryüzünde bir cennet ve yer olduğu görüşünü savunanların da kendilerine göre birçok delil ve dayanakları vardır ki bazıları şunlardır:Bunlar diyorlar ki Rab hazretleri tüm nebilerin dili ve açıklaması ile huld cenneti denen cennete girmenin kı-yamet günü olacağını bildirmiştir. O zaman ise daha gelmemiştir. Mevla kitabında oranın nasıl bir yer olduğu-nu bize anlatıp açıklamış bulunmak-tadır. Mevla bir şey, açıklayıp sonra o şeyin açıklanan ve tavsif edilen sı-fatın dışında olması muhaldir. İlahi kitapta anlatıldığına göre muttakiler için hazırlanan ve anlatılan cennet “kalınacak yerleşilecek ve bir daha da çıkılmayacak bir yerdir. Kim oraya girerse artık orada kalacaktır.” Halbu-ki Âdem girdiği cennette kalmamış, huld cenneti dendiği halde orada ebedi kalıp yerleşememiştir. Mevla orayı “sevap ve mükâfat yeri” olarak anlatmış, “orada emir ve sorumluluk-ların olmayacağını” beyan etmiştir. Orası “selamet evi ve yeri olup, imti-

han ve iptila yeri değildir.” Halbuki Âdem orada en büyük bela ile imti-han edilmiş ve kendine sorumluluk yüklenmiştir. Kitaptaki beyana göre “orada isyan ve günah olmayacaktır.” Hâlbuki Âdem bulunduğu cennette günah işlemiş ve isyana düşmüştür. Yine oranın “korku ve üzüntü yeri olmadığı” anlatılmış, halbuki Âdemle Havva bulundukları cennette korku ve üzüntüye gark olmuşlardır. Mev-la orayı “darusselam” olarak vasıf-landırmış, halbuki Âdem ile Havva bulundukları cennette selamet üzere olamamışlardır. Orası “karar yeri” olarak ilahi kitapta tavsif edilirken Âdem orada karar kılamamıştır. Çün-kü “cennetülhulde girenler çıkarılma-yacaklardır.” “Orada kendilerine hiç bir zahmet dokunmaz, onlar oradan çıkarılacak da değildirler.” (Hıcr, 48). Halbuki Âdem ve Havva bulundukla-rı cennetten çıkarılmışlar ve kendile-rine hüzün ve keder dokunmuştur. Âdem telaş içinde kaçmaya başlamış, üzerine cennetteki ağaç yapraklarını örtmeye çalışmıştır. Bu bir sıkıntı ve kederdir. “Cennette onlara bir yorgunluk do-kunmaz.” Çünkü cennet nimet leri halis, lezzetleri katıksızdır. Onlar için kolay elde edilebilir durumdadırlar. Çalışmalarına, didinmelerine gerek kalmaksızın, istedikleri kendilerine

“Babamız Âdem cennete idi; yaptığı hata ve günah sebebiyle orayı kaybetti. Bu kaybettiği ve mahrum bırakıldığı cennet yeryüzünde mi idi, yoksa ahrette inananların ebedi kalacağı öbür âlemdeki cennet miydi?”

Ham

za T

EK

İN

10

Page 11: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

verilir. Yeter ki bir şeyin isteği kalple-rinde oluşsun. Hemen o şey, onların yanlarında tertemiz olarak görülü-verir. Süddi, «Nesbun» kelimesinin meşakkat ve eziyet anlamına geldi-ğini söylemektedir. Onlara meşakkat ve eziyet dokunmaz. Cennette ebedî kalırlar.Allah Teâlâ, cennet ehlinin cennet-te ebedî kalacaklarına dair beyanda bulunmaktadır. Yani zevalsiz bir ebe-diyet, fenasız bir beka, eksiksiz bir kemâl, mahrumiyet olmaksızın bir zafer vardır. Evet bu ebedilik içinde ve onların bundan haberdar olmasında, lezzetin tamamı, rahmetin kemali vardır. Çünkü nimet ve lezzet içinde olan bir kimse, bunların arkasının bir zaman sonra kesileceğini, yok olaca-ğını bilirse, o nimetler kendisine ade-ta zehir olur. Lezzetler karmakarışık hale gelir. Yine bize ilahi kitapta bildirildiğine göre “orada lağıv, boş şey ve günah yoktur.” Halbuki Âdem’ in bulunduğu yerde Âdem iblisin boş lafını ve güna-hını duymuştur. “Orada yalan olma-yacağı” da söylenmektedir. Halbuki Âdem şeytanın yalanını dinlemiştir. Mevla orayı “doğruluk yeri” olarak vasıflandırdığı halde Âdem’in bulun-duğu yerde şeytan yalanı için yemin etmiştir.Ayrıca ilahi kitapta Mevla, “Rabbin melâikeye «Ben yerde (arz) muhak-kak bir halife yapacağım» dedi…” buyuruyor. Cennetülmeva’da halife kılacağım demiyor. Melekler de “… Â! Orada fesat edecek ve kanlar dö-kecek bir mahlûk mu yaratacaksın?. Biz hamdinle tesbih ve Seni takdis edip dururken» dediler.” (Bakara, 30). Bunun cennetülmeva’da olması mu-haldir ve akıl da kabul etmez. Mevla şeytanın söylediklerini bize aktarır, şeytan Âdem’e diyor ki; “… Ey Âdem! Sana kılavuzluk edeyim mi, ebedilik ağacına ve çürümez krallık ve mülke? dedi.” (Taha, 120). Eğer Mevla Âdem’i huld cennetine yerleştirmiş olsaydı şeytan ona nasıl var olan bir şeyi ken-dine göstereceğini söyleyebilirdi? Ay-

rıca Mevla Âdem’i cennete koyarken onun orada ebedi olarak kalacağını da söylememiştir. Eğer oranın huld cenneti olduğunu bilseydi şeytanın sözüne ve nasihatine asla uymazdı. Anlaşılıyor ki orası ebedi kalınacak bir yer değildir, bundan dolayı ebedi-

lik lafı ile şeytan onu kandırmıştır.Ve yine dediler ki, eğer Âdem huld cennetinde iskân edilmişse orası, kutsal temiz bir yerdir. Orada ancak temiz ve tahir olanlar bulunur. Böyle olduğuna göre necis, melun, mez-mum ve meşum olan şeytan oraya nasıl girmiş de orada fitne çıkarmış ve Âdem’e vesvese vermiştir. Bu ves-vese ya kalbine veya kulağına söy-lenmek şekliyle olabilir her iki halde de melun olan, rahmetten kovulmuş birisi takva ehlinin yurdu olan bir yere nasıl ulaşmıştır? Halbuki daha önce ona “Hemen, buyurdu; in oradan ne haddine ki orada tekebbür edesin, haydi çık, çünkü sen alçaklardan-sın.” (Araf,13) demişti. Bundan sonra hiç ona yedi kat göğün üstünde olan meva cennetine ulaşmak imkânı ve müsaadesi verilir mi? Çünkü kovul-

muştu, azarlanmış ve lanetlenmişti. Böyle bir şey “... Ne haddine ki orada büyüklenirsin” dendikten sonra mü-saade edilsin? Âdem’e söyledikleri ona yaptığı yeminler eğer kibirlen-mek değilse o zaman kibirlenmek, büyüklenmek nedir? Yüce Allah, bu emirle onu bulunduğu makamdan derhal azledip indirdi. Kibrine karşı-lık küçüklüğe ve hakarete mahkûm etti. Aslının ateş olmasına güvenerek, hayırlılık ve fazileti kendisinde aslın-dan intikal eden bir miras, elinden alınmaz bir kişisel özellik gibi varsay-mıştı.Ayrıca Mevla hazretleri buyuruyor ki, “Her kim izzet istiyorsa bilsin ki izzet tamamıyla Allah‘ındır, O’na hoş kelimeler yükselir, onu da ameli sâlih yükseltir, kötülükler kuranlara gelin-ce onlara şiddetli bir azâb vardır ve on-ların tuzakları hep tarmar olur.”(Fatır, 10). Kovulmuş şeytanın vesvesesi en pis ve necis kelimelerdendir; o kutsal yere yükselmesi nasıl düşünülür? İbni Münzir diyor ki, efendimizden nakledilir ki Âdem bulunduğu cen-nette uyumuştu. “Halbuki müslü-manların icmaı ile huld cennetinde uyuma yoktur. Çünkü efendimize sorulmuştu ki cennet ehli uyur mu denmişti, efendimiz; “Hayır, uyku ölümün kardeşidir.”1 demişti. Uyku bir çeşit ölümdür; Kur’an öyle diyor. Vefat ve ölüm ise halin ve durumun değişmesidir. Selam evi olan cennet ise halin değişmesinden beri ve uzak-tır.Âdem’in arzda yaratıldığında şüphe yoktur; ancak yeryüzünde yaratıl-dıktan sonra göğe taşındığına dair hiçbir yerde açıklama gelmemiştir. Eğer böyle olmuş olsaydı herhalde bu anlatılır ve ilahi kitapta açıklanırdı. Çünkü bu büyük bir mucize ve ayet değerli bir nimettir. Çünkü bu, beden ve ruhu ile yerden göğe yükselmek ve bir miraçtır. Ayrıca Mevla hazretleri Âdem’i yerden göğe yükselmez, çünkü meleklere yeryüzünde bir halife yaratacağım di-yor. Huld cennetine giren orada ebedi

Âdem’in arzda yaratıldığında şüphe yoktur; ancak yeryüzünde yaratıldıktan sonra göğe taşındığına dair hiçbir yerde açıklama gelmemiştir. Eğer böyle olmuş olsaydı herhalde bu anlatılır ve ilahi kitapta açıklanırdı. Çünkü bu büyük bir mucize ve ayet değerli bir nimettir. Çünkü bu, beden ve ruhu ile yerden göğe yükselmek ve bir miraçtır.

11

Page 12: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

kalacaktır ve bir daha çıkmayacaktır. Ehli tahkik âlimler dediler ki Âdem’in bulunduğu cennetin huld cenneti olmadığına delil, Mevla Âdem’i ya-rattığında ömrünün bir eceli ve sonu olduğunu, ebedi olmadığını ona bil-dirmesidir. Nitekim Tirmizi’nin Ebu Hüreyre’den naklettiği bir hadiste Hz. Resul buyurmuşlar ki; “Hak Teala Âdem’i yarattı, ona ruh üfürdü, ruhun bedene girdiğinde Âdem aksırdı ve ‘elhamdülillah’ dedi. O’nun izni ile ona hamd etti. Mevla da ona ‘yerha-mükellah’. Ey Âdem! Şu oturan melek-lerin yanına git ve onlara ‘es-selamu aleyküm’ de! dedi. Âdem olara selam verdiğinde onlar ve aleyküm selam dediler. Ondan sonra Âdem Rabbe döndü. Mevla ona işte bu söylenen-ler senin ve senin evlatlarının arala-rındaki selamlaşmasıdır buyurdu.” Mevla ona avuçları kapanmış iki el gösterdi birini seç dedi Âdem sağ eli seçiyorum dedi. O iki elde de bereket vardı; el açıldığında orada Âdem ve soyunun olduğu görüldü. Âdem; “Bu nedir ey Rabbim!” dediğinde, Mevla; “Bunlar senin zürriyetin ve soyun-dur” dedi. Bakıldığında her insanın ömrü iki kaşı arasında yazılmış ola-rak görünüyordu. İçlerinden birinin parıltısı daha fazla idi. Âdem; “Bu kimdir?” diye sorduğunda Mevla; “Bu senin evlatlarından Davut’tur” buyur-du. Ömrü kırk sene olarak yazılmıştı. Âdem; “Ya Rabbi! Bunun ömrünü ar-tır” diye niyazda bulundu. Mevla; “Be-nim yazgım değişmez” dedi. O zaman Âdem; “Rabbim! Ömrümden altmış seneyi buna veriyorum” dediğinde Mevla; “Peki öyle olsun” buyurdu. Sonra Âdem’e; “Cennette bir müd-det kal, sonra oradan in” buyurdu. Âdem’in yaşını sayıyordu. Eceli dolup ölüm meleği geldiğinde Âdem ona; “Çabuk geldin, benim bin sene öm-rüm var, daha dolmadı” dedi. Melek; “Ama sen ondan altmış seneyi evlat-larından Davud’a vermiştin” dedi. Âdem bunu kabul etmeyip inkâr etti, sözünden caydı, nesli de sözlerinden caydı, o unuttu Âdem’in soyu da unut-tu. İşte artık o günden sonra verilen

sözlerin tescili için yazı ve şahit gerek-li kılındı.”2 Bu hadis (biraz arızalı olmasına rağ-men) açık ve net olarak gösteriyor ki Âdem, girenin bir daha ölmeyeceği bir yerde ve yurtta yaratılmamıştır. Sonlu ve fani bir ortam ve âlemde ya-ratılmış ki orada olanlar için bir ecel ve bir son vardır. Dense ki eğer Âdem biliyor idiyse ki; bitecek bir ömrü, sona erecek bir eceli vardır, ebedi de-ğildir, peki o zaman neden şeytanın “sana ebedilik ağacına kılavuzluk edeyim mi yalanını bilemedi? Buna iki şekilde cevap verilir:1- “Huld” devamlılık ve ebedilik ge-rektirmez; uzun bir kalış manasına da gelir. 2- Şeytan ona yemin billâh ederek aldattığında kendisi için takdir edilen ömrü ve eceli unutmuş olabilir (şey-tan ve şeytan gibiler genellikle hep böyle Allah’la aldatırlar). Bütün Müslümanlar tartışmasız bilir ki Âdem bu yeryüzü toprağından ya-ratılmıştır. Balçık halindeki toprak-tan yaratıldığı, süzülmüş çamurdan, kokuşabilen çamurdan yaratıldığı bildirilmiştir. Bunların hepsi topra-ğın halleridir, ilk devresidir. Sonra Âdem’in neslinin nutfeden, sonra ala-kadan, sonra bir çiğnem etten yaratıl-dığı devreleri bildirilmiştir. Bu yara-tılıştan sonra Mevla Âdem’in göğe kaldırıldığı hakkında bir bilgi ver-memektedir. Bu ne yaratıldıktan sonra ve ne de yaratılmadan önce meydan gelmemiştir. Maddesi ve fiziki yapısı ile göğe yükseltildiğine dair hiçbir delil bulunmamaktadır. Aklı olan ve son tecrübelerin ispatı ile meydana çıkan gerçeklerle yüz-leşen herkes bilir ki göklerin üze-rinde kokusu değişen arzdaki gibi bir toprağın olmadığı bir gerçektir. Böyle bir toprağın bulunduğu yer bu yeryüzüdür. Uzay boşluğunda ve felekler üstünde olanlarda bir değişme ve kokuşma ve bozulma muhaldir mümkün değildir, ilahi kurala aykırıdır. Bu konuda aklı olan hiç kimsenin şüphesi yoktur.

Ayrıca hazreti Mevla buyurur ki “Ama kutlu olanlarsa cennettedir, orada ebedî kalır. Rabbinin dilediğinden başka hepsi, gökler ve yeryüzü dur-dukça; bitip tükenmesi olmayan bir bağıştır bu.”(Hud, 108) Mevla huld cennetindeki ata ve ihsanın asla kesil-meyeceğini söylemektedir. Cennetin devamı ve ebediliği, Allah’ın vücub-i zatisi gibi kendinden değildir, Allah’ın dilemesine bağlıdır. Allah dilerse böy-le olmayabilir. Nitekim cehenneme giren herkes de orada ebedî kalmaya-caktır, günahkâr müminler bir müd-det cehennemde kaldıktan sonra cen-nete girecekler ve saadete erecekler. Veya Allah katında burada sözü edi-len cennet saadetinden daha büyük saadetler de olabilecektir. Nitekim bir kısım bahtiyarlar cennetten daha ile-ri mertebelere yükselecek, “Allah’tan gelen Rıdvan en büyüktür.” (Tevbe, 9/72) ve “Ve nice yüzler de o gün ışıl ışıl ışıldar ve Rabbine bakakalır.” (Kı-yamet, 75/ 22-23) âyetlerinin sırrına mazhar olacaklardır. Fakat bu gibi is-tisnalarla cennetin genel gidişinde bir son veya bir kesinti olacakmış vehmi-ne düşülmesin. “Öyle bir ata ve ihsan olacak ki, kesilmesiz.” Dünyadaki gibi belli bir süre ile sınırlı ve sonlu değil, kesintisiz sürüp giden bir ata ve ih-san, sonsuz bir Allah vergisidir.Mevla’nın bize haber verdiği Âdem’in yerden yaratılışı ve orada halife kılınışı iskân edildiği yerde şeytanın ona ves-vese vermesi göz önüne alındığında Âdem’in yaratıldığı cennet, ahirette inananların gireceği huld cenneti değildir. O başka bir cennettir ve bu arz üzerinde olmuştur. Huld cenneti teklif ve sorumluluk yeri de değildir. Halbuki Âdem ve Havva ağaçtan ye-meme emri ile mükellef kılınmıştır, bu gösteriyor ki Âdem’in bulunduğu yer teklif mahalli olan bir yerdir. Mükâfat ve sevab mahalli olan cennet değildir.3 Yani yeryüzünde bir yerdir. Rab; “Dedi ki: “Birbirinize düşmanlar olarak aşa-ğı ininiz. Bir süreye kadar yeryüzün-de yerleşip geçineceksiniz.” “Dedi ki: “Orada yaşayacak, orada ölecek ve ora-dan çıkarılacaksınız.”(Araf, 24-25)

Kaynaklar:(1)Ebu Nuaym, sıfatulcenneh, 1/ 126; Feyzulkadir, 6/ 300; Mecmeuzzevaid, 10/415; el-lelülmütenahiye, 2/ 931; el-Beyhaki, el-Basu vennüşür, s, 257.(2) Tirmizi, bab, 95, Tefsirulkuran, hadis no: 3368.(3) İbni Kayyım, Hadilervah, s, 56-68.

12

Page 13: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

Sah

ir A

A

HURÂFE

Sözlükte; saçma, uydurma, an-lamsız, boş şey, gerçek olma-

yan söz, tutarsız düşünce, asılsız inanç ve masal anlamlarına gelir. Aslı esası olmayan, uydurulmuş bâtıl rivâyetler–bâtıl inanış, ma-sal, efsâne, yalan hikâye. Hurâfe, câzibeli ve nefse hoş gelen yalan olarak da tarif edilir. Istılahta ise; gerçek bir dayanağı olmadığı hâlde, dinî bir emir veya yasak-mış gibi kabul edilen, kutsallık ve bağlayıcı-lık atfedilen inanç ve dindenmiş gibi uydu-rulup anlatılan hikâye, rivâyet ve sözlere veri-len addır. Hiçbir hakika-te dayanmayan, vehim ve hayâlden ibaret olan asılsız, boş ve bâtıl inanç, düşünce ve bunlara bağlı ola-rak yapılan davranışlardır. Yâni, eski dinlerden günümüze kadar gelen bâtıl inanç, hikâye, masal, mitoloji, efsâne, esâtir, kült gibi kelimelerin eş anlamlısı olarak da kullanılmaktadır. İslâmî anlayış ve inançlara ters

olan, sonradan ortaya çıkarılan ve dinle–İslâm’la ilgisi olmayan her türlü görüş–bâtıl inanç, tutum ve davranışlar.

Dinin özünde bulunmayıp, daha sonradan bazı art niyetli veya câhil kişiler–demagoglar,

sahtekârlar, din sömürücüleri ve tüccarları tarafından bilinçli bilinçsiz olarak ortaya atılan fiil, söz ve davranışlar. Bu çeşit rivâyetler ve hikâyeler tümüyle uydurma, hatta bir kısmı saçma sapan olduğu hâlde, tarih

boyunca İslâm’a mâl edilmiş, dinî bir kılıfla sunulmuşlar-

dır. Hurâfe’nin; “Harefe” kökünden türediği, “Haref”in de bunamak anlamına geldiği ve in-sanları bunamaya iten bir illet olduğundan bu ismi aldığı belirtilir. Bazı Hadis metinlerin-

de ise, Cinlerle bir süre kaldıktan sonra gördük-

lerini anlatan bir kişinin adı olarak geçer. (İbn-i Han-

bel, Müsned) Ayrıca, aslı astarı olmayan hikâyeler–masallar an-

latan birisinin adı olarak da geçer. Dolayısıyla onun anlattığı, uydu-rup söyledikleri zamanla bütün uydurma hikâye ve rivâyetlerin ortak adı olarak kullanılmaya baş-lanmıştır.

Hurâfeler, bir taraftan Müslümanların inançlarına-akîdelerine zarar verirken, bir taraftan da başkalarının, yeni yetişen nesillerin İslâm hakkında yanlış fikre sâhip olmalarına sebep olur. Hurâfelerle örül-müş bir din günümüz gerçeklerinin çoğuyla bağdaşmaz. Hâlbuki İslâm, kâinattaki kevnî-mevcut, var olan gerçeklerle uyuştuğu gibi, her çağın ve her ülkenin insanına hitap etmektedir.

13

Page 14: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

Hurâfeler, dilden dile veya kitap-larla anlatılan rivâyetlerdir. Bun-ların sağlam bir asılları yoktur. Ancak dinî bir motifle, dine mâl edilerek anlatılır. İşin önemli ve hassas yanı da burasıdır. Bunlar yalnız hikâye olsa, mesele değil, üzerinde durulmaz. Hikâye her zaman ve her yerde yazılıp anla-tılabilir. Ancak bunlara uydurma ve yanlış oldukları hâlde İslâmî bir kılıf giydirilirse, o zaman iş değişir. Çünkü bu tür rivâyetler, Müslümanların saf inancına za-rar vermektedir.

Ancak bunlar uydurma ol-dukları hâlde, çok önemli dinî ibâdetlermiş gibi algılanır ve ya-pılır. Bir kısmı da, halk arasına yerleşmiş bâtıl, yanlış, İslâm dışı inançlardır. Yâni, Hurâfeler İslâm gerçekleriyle bağdaşmayan bâtıl inanışlar, uydurma hikâyeler ve çarpık davranışlardır.Hurâfeler, bir taraftan Müslü-manların inançlarına-akîdelerine zarar verirken, bir taraftan da başkalarının, yeni yetişen ne-sillerin İslâm hakkında yanlış fikre sâhip olmalarına sebep olur. Hurâfelerle örülmüş bir din günümüz gerçeklerinin çoğuy-

la bağdaşmaz. Hâlbuki İslâm, kâinattaki kevnî-mevcut, var olan gerçeklerle uyuştuğu gibi, her ça-ğın ve her ülkenin insanına hitap etmektedir.Hurâfe, tarih boyunca tahrif so-nucu olarak ortaya çıkmıştır. Hurâfe inançlarının temelinde, atalara bağlılık, kutsiyet, su, ateş, orman-ağaç gibi şeylerin kutsan-ması yatmaktadır. Hurâfe bâtıl olmasına rağmen, dinleyici ve okuyucuya tatlı ve ca-zibeli gelir. Bu cazibe ile de toplu-mumuzda medyum, burççu, falcı, büyücü, cinci gibilerinin çokluğu, hurâfe ve hurâfecilerin ne kadar yaygın olduğunu göstermektedir. İtikatla ilgili hurâfeler şirke yol açmaktadır. Hurâfenin en temel özelliği ilme ve geçerli din ku-rallarına uymaması, Kur’ân ve Sünnet’e dayalı herhangi bir te-melinin bulunmamasıdır. Müslü-man, hangi ad ve kılıfla sunulur-sa sunulsun, her türlü hurâfeye karşı dikkat etmek zorundadır.Hurâfenin bu durumuna açıklık getirebilmek için dine sonradan katılan diğer unsurları anlatan kelime ve kavramları da kısaca görmek gerekecektir:a) Bid’atler: Kur’ân’da ve Sünnet’te bulunmayan ve Ashab-ı Kiram tarafından da bilinmeyen, özellikle din esaslarına ait sonra-dan çıkma kimi ibâdetler, davra-nışlar ve inanca yönelik yorum-lar. b) İsrâiliyyat: Kur’ân’daki kıssa-ların yorumu ve benzeri durum-larda ayrıntıya ait bilgi vermiş olmak adına Tevrat ve Tevrat yo-rumları, Ehl-i Kitap rivâyetleri.c) Bâtıl İnançlar: Dinde kesin-likle yeri olmayan, fakat günlük hayatta dinin bir parçasıymış gibi gösterilen ve gerçekte dindışı

olan, hatta dinin özüne ters düşen inanç ve davranışlar. d) Esâtir: Putpereslik devrinde Tanrıların, kahramanların et-rafında oluşturulan efsanevî ta-rih, mitoloji, hurâfat, masallar. Yâni, eski bâtıl dinlerin inanç ve yorumlarından olup da, halkın arasında İslamileştirilerek dine katılan mitolojik hikâye ve efsa-nelerdir. Hurafecilik: Bu hikâye ve rivâyetleri aktarma ve benimseme tutumu. Bunlar genellikle dinin bir parçası veya gereği aktarıla gel-diği gibi, benimseyenlerce de din-denmiş gibi benimsenmiş olan, gerçekteyse dinle ilgisi bulunma-yan, sonradan katılmış hikâye ve rivâyetlerdir.Tâbiin -hatta Ashabın son döne-mi- devrinden itibaren, Mescid-lerde halka öğüt verenlerden ki-mileri, daha çok dinleyici bulup, çıkar sağlamak için anlattıklarını hikâyelerle süslemeye başlamışlar ve bu arada İsrâiliyyata başvur-makla yetinmeyip, kendileri de kimi hikâyeler uydurur olmuşlar-dır. Kendilerinden “Kıssacılar” olarak söz edilen bu kişiler, halkın dinin özünü unutarak hikâyelerle oyalanmasına yol açtıkları için dine büyük zarar vermişlerdir. Hurâfecilik, işte o günden bu yana sürüp gelmiştir ve devam etmek-tedir de. Bilgi yetersizliği içinde ortaya konan bu inançlar, gerçekle bağ-daşmamaktadır. Her Peygamber insanları bu yanlış inançlar-dan uzaklaştırmak için büyük mücâdele vermiştir. Ancak Pey-gamberlerin gelmesi üzerinden uzun süreler geçince, halk tabaka-ları İlâhî tebliği bırakıp eski inanç ve âdetlerine veya yeni ihdas ettik-leri hurâfelerine meyletmişlerdir.

Müslümanlar arasında dolaşan yanlış unsurların bir kısmı, Yahûdi ve Hıristiyan kaynaklarından aktarılmışlardır. Bunlara “İsrâiliyyat” denilir. Bir kısmı, dinden olmadığı hâlde Din’e sonradan sokulan “Bid’at”lerdir.

14

Page 15: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

İnsanların hurâfeye meyletme-sinde bir etken de, açık bir varlık olmalarıdır. Özellikle Müslüman-lar, çeşitli kavim ve medeniyet-lerin yaşadığı bölgelere yayılmış olduklarından, o bölge insanının bazı inanç, âdet ve alışkanlıkla-rından etkilenmişlerdir. Bazen de Müslüman olan o kavim insanla-rı, İslâm öncesine ait âdetlerini devam ettirmek istemişlerdir. An-cak, maalesef günümüzde onlar mevcut olmasalar da, onlara ait hurâfeler devam etmektedir. Bir de menfaat, şöhret, ihtiras gibi duygularla ortaya çıkan kişilerin, insanları kandırmak için başvur-duğu saçma-sapan, asılsız düşün-ce ve hareketler de hurâfelerin oluşmasında önemli bir etken ol-muştur. Her fırsatta insanı hakka, doğru-ya, gerçeğe, tabiatın ve hayatın sırlarını anlamaya çağıran İslâm, hakla, gerçekle ve dinle-İslâm’la hiçbir alâkası bulunmayan boş ve mânâsız inanç ve ibâdetleri hoş görmesi düşünülemez. Kur’ân ve Peygamberimizin Sünneti Müs-lümanlar için bir çerçeve çiz-miştir. Haşr Sûresi 7. âyetinde; “Peygamberimizin verdiklerini almamız, yasak ettiklerinden de sakınmamız” emredilir. İbn-i Mâce ve Ebû Dâvud’un Efendimiz (sav)’den naklettikleri bir Hadis de; “Kur’ân’a sarıldığımızda sa-pıtmayacağımızı” haber verir.İslâm dışı kültür ve medeniyet-lerden inanç, âdet ve gelenek şeklinde yapılan alıntıları, nakil-leri bu çerçevede değerlendirmek ve İslâm’ın amaç ve ilkeleri ile bağdaşmayanlarını ayıklamak gerekir. Bunu da ancak Tevhid Dini olan dinimiz İslâm’ı iyi öğ-renerek ve gereğince amel ederek elde edebiliriz. Onun için çağımız Müslümanları olarak bu konu-

da gerekli hassasiyeti göstermek mecburiyetindeyiz.

Çeşitli Hurâfeler1.Makas, iğne ve bıçağı elden ele vermek uğursuzluk getirir, 2.Cuma günü ev süpürmek gü-nah, gece süpürmek ise fakirlik getirir, 3.Tahtaya üç kez vurup, “Şeytan kulağına kurşun” de-mek, 4.İki Bayram arası nikâh kıymamak, 5.Ölenin ardından 7., 40. ve 52. günlerinde Mevlit okut-mak, 6.Mezar ve Türbelere mum yakmak, çaput bağlayıp dilekte bulunmak, 7.Cenazelere çiçek ve çelenk göndermek, definden son-ra mezarın üzerine su dökmek, 8.Ev, tarla ve meyve ağaçlarına hayvan kafası asmak, 9.Havu-za para atıp dilekte bulunmak, 10.Ay ve Güneş tutulmalarında teneke, davul çalmak veya silah atmak, 11.Kehânet, fal, astrolo-ji ve uğur gibi yöntemlerle bilgi edinmek, 12.Çocuğu yaşamayan kadının bir Yatır’a kurban kesti-rip ve çocuk olunca da adını Satı veya Satılmış koyması, 13.Evlene-memiş kızlar Yatır’a dilek dilerse kısmetleri açılır, 14.Nikâhta aya-ğa basan eşin sözü daha geçerli olur, 15.Gece üzerinde Baykuş öten evden cenaze çıkar, 16.Ce-

naze çıkan evde kırk gün ışık yakmak, 17.Ateşe su dökülürse cin çarpar, yiyeceklerin ağzı ka-patılmazsa gece onlardan cinler yer, 18.Dövme yaptırmak, erkek-lerin küpe takması, burçların insan karakterine etkili olduğu inancı, 19.Sünnet olan çocuğun acısının azalacağına inanılarak sünnet olma anında annesi ve diğer hanımlar tarafından oklava çevirmek, 20.Yeni doğan çocuğun dindar olması için göbek bağını keserek cami avlusuna bırakmak, 21.Konuşmayan çocukların konu-şabilmesi için cuma namazından sonra müezzin tarafından cami anahtarını çocuğun ağzına sokup çıkarmak, 22.Gelinin kucağına erkek çocuk verilince çocuğunun erkek olacağına inanmak, ço-cuk doğan eve 40 gün süre ile et alınmaması, yeni doğan çocuğun kırkı çıkmadan evden çıkarılma-ması, boyu ölçülen çocuğun cüce kalacağına inanmak, yürümeyen çocukların ayaklarına ip bağlaya-rak cuma namazından ilk çıkan kişiye ipi kestirmek, 23.Sağ elinin içi kaşındığında para geleceğine, sol elinin içi kaşındığında da para çıkacağına, ayak altı kaşındığın-da da yola çıkılacağına inanmak, 24.Cam ve porselen gibi eşyanın aniden düşüp kırılmasını, bir belanın defedileceğine işaret say-mak, 25.Hastanın başı üzerinde tuz gezdirmek, köz söndürmek, kurşun döktürmek, 26.Camiye girerken cami duvarını öpmek, 27.Tekke ve türbelerde kurban kesmek, türbe ve tekkelerden şifa beklemek, mum yakmak, el-yüz sürmek, 28.Misafirin, askere gi-denin veya yola çıkanın arkasın-dan su dökmek, 29.Nazar boncu-ğu takmak gibi, …

Her fırsatta insanı hakka, doğruya, gerçeğe, tabiatın ve hayatın sırlarını anlamaya çağıran İslâm, hakla, gerçekle ve dinle-İslâm’la hiçbir alâkası bulunmayan boş ve mânâsız inanç ve ibâdetleri hoş görmesi düşünülemez.

15

Page 16: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

Cumhuriyetin kuruluşundan gü-nümüze süren çatışma konuların-

dan biri de Divan Edebiyatı etrafında dönmektir. Cumhuriyetin elitist ve laik karakterlerini öne çıkarıp poziti-vizmi temel felsefe olarak kabul eden düşünce adamı ve edebiyat tarihçi-lerine göre divan edebiyatı; Cumhu-riyet öncesi kültürü yansıtan, saray çevresine hapsolmuş halktan kopuk bir edebiyat tarzıdır. Bu ideolojik anlayışın sonucu olarak divan ede-biyatı giderek gözden düşmüş ve bu alanda yapılan çalışmalar azalmaya başlamıştır. İdeolojik anlayış tarihin sürekliliğini gözden kaçırmaya elve-rişli yaklaşım tarzıdır. Oysa tarihte her şeyin yeni baştan başladığı kı-rılma noktaları yoktur. Değişim ve dönüşüm ne kadar hızla olursa olsun tarihin sürekliliği inkâr edilemez. Son zamanlarda gerek Osmanlı ge-rekse Divan Edebiyatı üzerine yapı-lan araştırma ve tartışmalar bu ede-biyat geleneğine yeniden ilgi odağı haline getirmiştir. İskender Pala’nın Divan Edebiyatı üzerine yaptığı ça-lışmaların, Divan Edebiyatına olan ilginin artmasına da büyük katkısı olmuştur. Benzer şekilde Edebiyat ve sufi düşünce arasındaki etkileşimi konu alan Tasavvuf Edebiyatı konu-sunda da önemli çalışmalar yayın-lanmaya başlanmıştır. Son olarak

Türkiye Yazarlar Birliği’nin inceleme ödülünü alan Erol Kılıç’ın bu alanda-ki eseri önemli bir boşluğu doldur-muştur. Eser okunduğunda kendisi-ne verilen ödülü fazlasıyla hak ettiği görülecektir. Her şiir anlayışının bir dünya görü-şüne dayandığı gerçeğinden hareket-le Erol Kılıç, tasavvufi dünya görüşü-nün ana parametrelerini özetler. Erol Kılıç, önce tasavvufun genel bir ta-nımını verir: “Sufilik” yahut “Tasav-vuf” adı verilen bu düşünce mektebi İslam dinin deruni yönünü esas alıp onun dışa vuran yönlerine bu derini yönü mutabakatı oranında önem at-feden bir irfan mektebidir.”(S11)Sufiliğin çıkış noktası olarak Kur’an ve sünnete dayandığı açıktır. Sufizm özellikle Hz. Osman döneminden itibaren ortaya çıkan siyasal çal-kantılara ve aşırı zenginleşmenin doğurduğu şatafata bir tepki olarak doğmuştur. Gelişme ve daha sonra kurumlaşma döneminde Hint, İran, Yunan ve Hıristiyanlık etkisinden söz edilebilir. Bu etkileme ilk dönem sufilerinin dışında kalan sonraki dö-nem sufiler üzerinde daha belirleyici olmuştur. Sufizm özellikle İbn Arabi ile dini- felsefi bir zemine kaymıştır. Gerek doktrin ve gerekse kültürel olarak kadim zamanlardan beri hala canlılığını sürdürmekte olan bu dü-

şünce tarzının geleneksel İslam top-lumunun zihniyet dünyasını oluş-turmada hakim paradigma olduğu tarihsel bir gerçektir. (11)Türk tarihinin gelişim evrelerinden Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde tasavvuf düşüncesinin çok önemli yer tuttuğu açıktır. Sufiliğin İslam temelli bir düşünce sistemi olması onu Türk tarihi ile bütünleştirmiştir.Anadolu’nun İslamlaşma sürecinde de sufi dervişlerin oynadığı rol tüm tarihçilerce kabul görmektedir.Sufilik İslam tarihi içerisinde öz-günlüğü ön planda olan düşünce ekolüdür. Hatta “Rene Guenon, Ti-tus Burckhardt, F. Schuon ve Martin Lings gibi tasavvuf araştırmacıları-nın ve Batılı düşünürlerin sufizmi günümüzde “otantikliğini kaybetmiş yegane hikmet okulu” olarak gördük-lerine de dikkat çekeriz.Eserin giriş bölümünü göz önünde tutarak yaptığımız bu değerlendirme çalışma hakkında ilk izlenimlerin oluşması bakımından önemlidir. Kitap 4 bölümden oluşmaktadır: 1. Bölümde genel girişin yanında, Ta-savvufi Dünya Görüşü ve Osmanlı Şiiri, Şairler ve Şeyhler: Şiirde İnsan-ı Kamil Sembolü, Şeyh-i Ekber ve Os-manlı Şairi, Mevlana ve Osmanlı Şiiri, Yunus Emre ve Osmanlı Şiiri,

SUFİ ve ŞİİRSufiliğin çıkış noktası olarak Kur’an ve sünnete dayandığı açıktır. Sufizm özellikle Hz. Osman döneminden itibaren ortaya çıkan siyasal çalkantılara ve aşırı zenginleşmenin doğurduğu şatafata bir tepki olarak doğmuştur.

Yusu

f YA

VU

ZY

ILM

AZ

16

Page 17: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

Osmanlı Şairleri ve Tasavvuf Mek-tepleri gibi konular yer alır. Birinci Bölümde şiirin Kur’an temel-li bir değerlendirmesi yapıldıktan sonra, şiirin caiz olup olmaması ele aldığı konuların içeriğine bağlanır. Daha sonra Tasavvufun Osmanlı şiirine etkisi incelenerek Feylesof Rıza Tevfik’in “Ben öteden beri iddia ederim ki tasavvuftan ziyade şiire elverişli bir felsefe yoktur” tanıklığı ile tasavvufun şiirimizin oluşumuna pozitif etkisi belirlenir.

İnsan-ı Kamil, kendini bilen anla-mında kullanılarak şiir içindeki müstesna yerini almıştır. Daha son-raki bölümlerde İnsan-ı Kamil ben-zetmesi başta olmak üzere, tasav-vuftaki mazmunları şiire aktaran ve Osmanlı şiirinin oluşumuna katkıda bulunan Şeyh-i Ekber Muhyiddin İbn Arabi, Mevlana ve Yunus Emre’nin etkileri incelenir.Mevlana’nın oğlu Sultan Velet, tasav-vuf şiirinin ne olduğu konusunda açıklayıcı bilgiler verir. “Evliyanın şiiri Kur’an’ın tefsiridir. Zira evliya kendilerinden yok olup, Hak ile var olmuşlardır. Onların duruşları ve hareket etmeleri Haktandır. Çünkü “Mü’minin kalbi Rahman’ın iki par-mağı arasındadır onu dilediği gibi döndürür. Şairlein şiiri ise onun ter-sine fikir ve hayal mahsulüdür. Ev-

liyanın şiiri, şairlerin düşüncesiyle, yalan, dolan, mübalağayla uydur-dukları şiirlere benzemez.”(S.76)İkinci Bölümde Osmanlı şiirin tasav-vuf etkisi altında gelişen kavramsal tahlili, Osmanlı şiirinin biçimi, Os-manlıda şiir-ahenk-musiki ilişkisi, Tasavvuf sembolizmi ve profon şiir, Sözün tükenişi, Şiirin sonu ve tasav-vuf konuları; Hayali, Ahmet Paşa, Şair Yari, Nesimi, Ahmed Kuddisi Baba, Sunullah Gaybi, Süleyman Çelebi gibi tasavvuf şairlerinin şiir-lerinden örnekler verilerek anlatılır. Üçüncü Bölümde “Evrensel Şiir Poe-tikalarında Osmanlı Sufi Şiiri” ince-lenir. Osmanlı Tasavvuf şiiri kelime-yi sadece süse boğan bir şiir anlayışı değildir. “Yani sırf sanat olsun diye sözü aşırı süse boğmak manayı öl-dürecektir. Sözü ne kadar süslersek süsleyelim özünde bir mana yoksa okuyucuya hiçbir faydası olmaya-caktır. “(S.115) Bu açıklama Harput-lu Hazmi’nin Medresi din anlayışını yansıtan bir şiirinin tercümesidir. Hazmi Efendi’nin şu dörtlüğü bu tar-tışmaya son noktayı koymaktır.“Bu rütbe şarlatanlık etme vaizÖzün yok sözünden nesne gelmezSöze isterse bin türlü düzen verBuruşmuş çehre düzgünle düzelmez “(S. 115)Osmanlı şiirinin genel anlamda tasavvufun kanatları altında ge-liştiğini söylemek yanlış olmaz. S.H.Nasr’ın sufilik ve şiirle ilgili ka-naatleri, tasavvuf şiirinin çerçevesi-ni çizmiştir. “Baştanbaşa bütün sufi edebiyat ister şiir formunda olsun, ister vecize ve ister nesir formun-da olsun hepsi de aslında ruhun Tanrı’ya olan açlığının iştiyakının sonucunda O’na doğru yolculuğunun ve en sonunda O Mutlak Bir olanla buluşmasının-ki insani en üst gaye budur- bir “hikâye”sinden ibarettir. Çünkü bu hikâye ile O’na giden bu yolun sırları açıklanır ve aslımızdan olan ayrılığımızın sıkıntıları, acıları dile getirilir. (S.134)

“Evrensel Şiir Poetikalarında Os-manlı Sufi Şiiri”nin incelendiği üçüncü bölüm Mahmut Erol Kılıç’ın bölümü özetleyen cümleleriyle sona erer. “Hasılı, İslam geleneğinde şiiri besleyen en önemli fikri damarın Ta-savvuf damarı olduğu ve sebeplerini kitap boyunca göstermeye çalıştığı-mız gibi “şiir” ve “tasavvuf”un her düzlemde bir ruh ve bir beden gibi iş ise tezahür ettikleri bir gerçektir. (S 168)Kitabın son bölümünde ise yazar Sadık Yalsızuçanlar’ın Mahmut Erol Kılıç’la yaptığı hoş bir röportaj yer alıyor. Bu röportajın, Hece dergisi adına yapıldığı ve derginin Aralık 2003 84. sayısında yayınlandığını da belirtelim.Mahmut Erol Kılıç’ın, Gönül deni-lince ne anlamalıyız? Kalb midir, nefis midir? Nedir gönül? sorusuna verdiği cevap enfestir. “İslam’da gö-nül, yani kalb bir bakıma beytullah, Sevgilinin konaklayacağı yer olarak görülmüştür. Hiçbir yere sığmayan Allah, mü’min kulunun kalbine sığ-dığını ifade etmektedir. İşte bu kalp, tasavvufa göre en önemli bilgi kay-naklarından biridir. “Onların kalp-leri vardır, aklederler (Hac, 46) aye-tinde olduğu üzere aslında akletme dediğimiz işlem kalbin bir işlevidir. Modern zamanlarda gerçekleşen bir zihniyet kırılması neticesinde aklet-menin beyinsel bir faaliyet olduğu zannedilmektedir. Oysa ki bu bir ya-nılsamadır. Akletme kalbin eylemi-dir, kalbin bir melekesidir ve duyular sadece araya malzeme taşıma araçla-rıdır. Bunlardan hükme varan ancak kalbdir. (S.190)Mahmut Erol Kılıç’ın bu değerli ça-lışması Tasavvuf ve şiir ilişkisini, zamanda buna bağlı olarak Tasavvu-fun Osmanlı şiirinin oluşumundaki katkısını anlamak isteyenler işin vazgeçilmez bir başucu kitabı niteli-ğindedir.

Türk tarihinin gelişim evrelerinden Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde tasavvuf düşüncesinin çok önemli yer tuttuğu açıktır. Sufiliğin İslam temelli bir düşünce sistemi olması onu Türk tarihi ile bütünleştirmiştir.

17

Page 18: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

FaaliyetlerimizFaaliyetlerimiz

SADAKATSakarya Dayanışma ve Kardeşlik Topluluğu (SADAKAT) üyesi sivil toplum örgütleri, ocak, şubat ayı istişare ve koordinasyon toplantısında ana gündem maddesi olarak Sapanca Gölü’nde yaşanan sorunu ve şehir stadı arsasının TOKİ tarafından imara açılmasını ele aldı.

SADAKAT adına Sakarya Büyükşehir Belediyesi Başkanı Zeki Toçoğlu’nu ziyaret eden heyet, bu

görüşmede şehir stadı arsasının TOKİ tarafından imara açılmasına karşı itirazlarını ilettiklerini belirtti. “24 Katlı AVM İstemiyoruz” yazılı binlerce broşür dağıtılmasıyla ilgili olarak ise söz konusu arsanın yeşil alan olarak Sakarya halkının hizmetine sunulması için bu tür kamuoyu faaliyetlerine daha fazla çaba harcanması gerektiği ifade edildi.SADAKAT, Sapanca Gölü’nde yaşanan sorunları ele alırken, özellikle sanayi kuruluşlarının göl suyunu kullanmalarının önüne nasıl geçilebileceği konusunu masaya yatırdı. Bu fabrikaların su ihtiyacının, körfezdeki deniz suyunun arıtılmasıyla sağlanabileceğini belirten sivil toplum örgütleri, bu konuda ilgili bakanlıkların harekete geçirilmesi gerektiğini söylediler. Sapanca Gölü’nün gerek otoyol, gerekse çevresinde artan yerleşim yerlerinden ötürü zaten kirliliğe maruz kaldığını, bu soruna son yıllarda gölü besleyen su kaynaklarının üzerine kurulan su fabrikalarının oluşturduğu sorunun da eklendiğini belirten SADAKAT üyeleri, SASKİ’nin bu konuda gereken adımları atmasını istedi.SADAKAT üyeleri, Sapanca Gölü'nün ve doğal su kaynaklarının bu şekilde kullanılmasının önümüzdeki yıllarda içme suyu açısından büyük bir tehlike oluşturduğuna dikkat çekerek, önceliğin halkın ihtiyaçlarının karşılanması olduğunu belirterek, Gölde yaşanan kuraklığın oluşturduğu risklere değinerek, yetkilileri acil ve kalıcı bir çözüm üretmeye çağırdılar.

Sakarya Dayanışma ve Kardeşlik Topluluğu (SADAKAT), Sakarya İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı’na (İHH) dayanışma ziyaretinde bulundu.Mavi Marmara baskının gerçekleştiği tarihten beri üzerlerinde ciddi bir baskı kurulmaya çalışılan İHH, Suriye’ye dönük insani yardımların üzerinde şaibe uyandırılmaya çalışılıp, halklar arasında iletişim kopartılarak yalnızlaştırılmaya çalışılıyor. En büyük zararı da mazlum insanlara veriliyor. Her şeye rağmen yetkililer; zulme uğrayan, açlık çeken, soğukla mücadele eden herkese yardım ellerini uzatmaya devam edeceklerini ve insani amaçlarla yürüttükleri faaliyetlerin hız kazandırarak devam ettireceklerini belirttiler.

18

Page 19: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

SAGİR Konferansı

Program Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başladı; ardın-dan Ribat Eğitim Vakfı adına Gazanfer ÜVEZ

selamlama konuşmasını yaptı.

Kaynağını liberalizmden alan yeni izm’ler hakkın-da bilgiler sunan Ramazan KAYAN Hocaefendi; yeni zamanların yeni ideolojilerini “Tembelizm, Konforizm, Kariyerizm, Tatilizm, Paraizm, Moda-izm, Futbolizm, Sanalizm, Egoizm ve Hevaizm” olarak zikretti. Daha sonra da bunlardan korunmak için şu kalkanlara ihtiyaç duyulduğunu ifade etti: “Kur’an ve sünnete sarılmalı, sade yaşamalıyız; felaha ulaşmalıyız, nefislerimizi terbiye etmeliyiz, helal kazanmalıyız, adaletli olmalıyız, şahit olmalıyız, kardeş olmalıyız, vefalı olmalıyız, paylaşımcı ruha sahip olmalıyız, marifet ehli olmalıyız, ulvi hedef-lere odaklanmalıyız, muttaki bir toplum olmalıyız, davetçi olmalıyız, hakkın rızasını öncelemeliyiz…” İslamı tehdit eden yeni ideolojilerden kurtulmak için; Tevbe, Tevhid, Takva, Tilavet ve Tefekkür’den oluşan 5 T’ye sahip olunması gerektiğini belirterek konferansını sonlandırdı. Siera Leoneli Müslüman Musa Bangura ile ilgili hatıraları ise dinleyicilerin oldukça ilgisini çekti.

Ribat Eğitim Vakfı, Diriliş Saati Dergisi, İlim ve Hik-met Vakfı, Sakarya Dayanışma Derneği ve Vahdet Vakfı gönüllüleriyle birlikte çok sayıda Sakaryalı ve civar illerden gelenler konferansı ilgiyle takip etti.

Sakarya Adalet Girişimi’nin yeni konferansı Ribat Eğitim Vakfı organizasyonunda düzenlendi. 20 Aralık 2013 Cuma günü Serdivan Konferans Salonu’nda gerçekleşen etkinlikte Ramazan KAYAN Hocaefendi “İslamı Tehdit Eden Yeni İdeolojiler” konusunda dinleyicilere aydınlatıcı bilgiler sundu.

19

Page 20: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

Derneğin “Cumartesi dersleri” devam ediyor. Emin Sakarya, Selami Gürsoy hocalar ile Yusuf Erkan, Yaşar Kaçanlar, Şener Cömert, Abdulkadir Dinç, Fatih Çaltıkoğlu, Selman Ürküt, H.Bilal Üvez ve Namık Konuralp gençlerle buluştu. Ders sonrası çay, kuru pasta ve meyve ikramları oldu. İlk ve ortaokul öğrencilerimizin de dersleri takip etmeleri mutluluk veriyor.Cumartesi günleri 12:00-16:00 saatleri arası ilk ve ortaokul öğrencilerimizle Kuran, ilmihal ezber ve tecvit derslerine devam ediliyor. İlk başta programlarımıza Vakfımız gönüllülerinin çocukları gelirken şimdi dışarıdan veya tavsiye üzerine gelen kardeşlerimiz de iştirak etmekteler. Dersten çok, kardeşlerimize vakfın önemi ve şahsiyetli Müslüman olmaları gerektiği ile ilgili konuşuluyor. Dernek olarak ayrıca bir yarışma da düzenlendi: 114 sure’yi sırası ve anlamlarıyla birlikte ezberleyen arkadaşlarımıza çeşitli hediyeler verilecek. Türkiye çapında düzenlenen meal yarışmasına katılacak 5 arkadaşımız hazırlıklarını Mithat AYKAÇ’ın gözetiminde devam ediyorlar.

Abdullah Büyük Hocaefendi her yıl geleneksel olarak düzenlediği Sakarya ziyaretlerinden bir yenisini 22 - 24 Şubat 2014 tarihleri arasında gerçekleştirdi.Ziyaret kapsamında vakıf gönüllüleriyle sohbetin yanı sıra belde ziyaretlerinde de bulunarak çalışmalar hakkında bilgiler aldı.

SOHBETLER

ABDULLAH BÜYÜK HOCAEFENDİ’NİN ZİYARETİ

FaaliyetlerimizFaaliyetlerimiz

SAKARYA GENÇLİK EĞİTİM VE KÜLTÜR DERNEĞİ

20

Page 21: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

Sakarya Gençlik Eğitim ve Kültür Derneği olarak 2 mart pazar günü derneğimize üye, faaliyetlere ve etkinliklere en fazla katılan 16 genç kardeşimizle İznik gezisi düzenledik. İznik'e Sakarya tarafı olan Lefke Kapısından giriş yaptık. Profesyonel rehber eşliğinde sırasıyla: I. Murad Hamamı’nda İznik maketinden şehri genel tanıma, Çini dükkanlarında Çinicilik hakkında bilgi ve meşhur İznik Çinileri, İznik Ayasofya Müzesini gezme ve öğle namazını burada kıldık. İlk Osmanlı Camii Hacı Özbek Camii, İznik’in maneviyat büyüklerinden Eşrefoğlu Rumi Hazretleri’ni ziyaret, Molla Fenari’nin Hocası Alaaddin-i Mısri Hz.nin kabri, Osmanlı’nin ilk müderrisi Davud-i Kayseri Hz.nin kabri ve bir ulu çınar ki bu ağaç 1300 yıllık bilinen en eski çınar ağacı, İznik Yeşil Camii, Kırgızlar Türbesi, Roma tiyotrosu, Bayraklı Dede’den İznik’e bakış, Saltuk Gazi türbesi, Çandarlı Hayrettin Paşa türbesi, Lefke kapı ve İznik surları, Çandarlı İbrahim Paşa Türbesi, Çandarlı Halil Paşa ve Fatih’in cezalandırma sebebi, İznik Çini çarşısı, İlk Osmanlı medresesi Süleyman Paşa medresesi ve çini atölyeleri, Köfteci Yusuf’ta güzel bir öğle yemeği saat 14:00 gibi I. Murad Hamamı yanında Roma yolu ve İznik tarihi ve çay-kahve ikramı ve dönüş. Geziye katılan tüm genç kardeşlerimize, geziyi düzenleyen derneğimize, gezide gençlerle ilgilenen başta rehberimiz Mesut bey, Harun Burucu Bey ve İrfan Aras Bey'a bize yemek ikramında bulunan İznik San.Tic. Odası Başkanı Mahmut Dede Bey'e teşekkür ederiz.

İZNİK ZİYARETİ

21

Page 22: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

FaaliyetlerimizFaaliyetlerimiz

Hanımlar Komisyonu'nun 11 Ocak ve 8 Mart tarihlerinde düzenlemiş olduğu halka açık kahvaltı programına yoğun katılım oldu.Programa emek veren başta hanım kardeşlerimiz olmak üzere vakıf gönüllülerine gayretlerinden dolayı teşekkür ediyoruz. Kahvaltı programına kapılarını açan SAKVA adına Mehmet Ersöz Bey'e vakıf yönetim kurulunu temsilen Yusuf Ertuğrul Erdem teşekkür plaketi takdim etti.

KAHVALTI

HANIMLAR KOMİSYONU

ADAPAZARI ŞUBESİHANIMLAR KOMİSYONU

Açık Büfe Kahvaltı

Programına Davet

Davetiye tek kişiliktir.

ADAPAZARI ŞUBESİHANIMLAR KOMİSYONU

Açık Büfe Kahvaltı Programına Davet

“Ey iman edenler! Kendisinde hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin bulunmadığı bir gün gelmeden önce size verdiğimiz rızıklardan Allah (c.c) yolunda harcayın.” (Bakara, 254)

Yer: SAKVA Tarih: 11 Ocak 2014 / Cumartesi Saat: 09:00 - 13:00

ADAPAZARI ŞUBESİHANIMLAR KOMİSYONU

Davetiye tek kişiliktir.

ADAPAZARI ŞUBESİHANIMLAR KOMİSYONU

Kahvaltı Programına Davet

“Ey iman edenler! Kendisinde hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin bulunmadığı bir gün gelmeden

önce size verdiğimiz rızıklardan Allah (c.c) yolunda harcayın.” (Bakara, 254)

Yer: SAKVA Tarih: 8 Mart 2014 / Cumartesi Saat: 09:00 - 13:00

Kahvaltı Programına

Davet

22

Page 23: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

"Muhterem Abdullah Büyük Hocaefendi, Sakarya ziyaretleri çerçevesinde 22 Şubat 2014 Cumartesi günü yeni kurulan Çaykışla Eğitim Yardımlaşma Dayanışma ve Kültür Derneği'ni ziyaret etti. Ziyaret münasebetiyle toplanan halkımıza kısa bir sohbette bulunan Hocaefendi, Derneğin hayırlı olması temennisinde bulundu. Sohbet programına Erenler Belediye Başkanı Cavit ÖZTÜRK, Ribat Eğitim Vakfı'ndan yöneticiler ile Çaykışla halkı katıldı."

9 Mart Pazar günü Orhan Camii imam hatibi Sn. Mustafa AYDIN hocamızın "Arınma, temiz olma, tezkiye" konulu sohbeti ile bereketli bir gece yaşadık.

16 Şubat Pazar İbrahim Birol ERGÜN Hocamız ile "CİHAD" konulu sohbetinden bir kare

Hanımlar Komisyonu'nun 11 Ocak ve 8 Mart tarihlerinde düzenlemiş olduğu halka açık kahvaltı programına yoğun katılım oldu.Programa emek veren başta hanım kardeşlerimiz olmak üzere vakıf gönüllülerine emeklerinden dolayı teşekkür ediyoruz.

“Çaykışla Eğitim Yardımlaşma Dayanışma ve Kültür Derneği”.

SOHBETLERİMİZE YENİ YERİMİZDE DEVAM EDİYORUZ

23

Page 24: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

Allah’ın emri; “işin başında besmele çekin, sonra da dilediğiniz gibi yapın” değildir. Besmele yapacağımız işin Allah’ın rızasına uygun olmasının sözleşmesidir. Günah olan hiçbir işe besmele çekilmez.

BESMELENİN İSTİSMARI

Mus

tafa

AY

DIN

“Bismillahirrahmanirrahim, ha-yırlı olsun” diyerek oyunu kul-landı. Ülke gerçeklerini düşündükçe ya-zımın ilk cümlesini üç kere sile-rek yazmaya başladım. Ülkemizin dini İslam desem, yasalar bunu reddediyor. “1924 Anayasası’na ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dini İslam’dır’ maddesi eklendi. 10 Nisan 1928’de, anayasadan ‘Devlet dini İslam’dır’ hükmü çı-karıldı. 1937 Anayasası’na ‘Tür-kiye Cumhuriyeti Devleti laiktir’ ilkesi konuldu. Halkı Müslüman olan ülke de-sem, halka iftira atmış olurum. Gerçekten halkı Müslüman olsa ülkede bunca yanlışlar nasıl ya-şanır. Bu ülkede Müslüman var fakat hayata tesiri yetersiz. Biz çok küçük şeylerle yetiniyoruz. Yâ da kanmak istiyoruz ve kandı-rılıyoruz.Sözü uzatmanın anlamı yok öyle ülkedeyiz ki, her işin başında

“besmele” çekmek âdetimiz ol-muş. Sonra da o işi yaparken müslümana “çektiririz”. Allah’ın emri; “işin başında besmele çe-kin, sonra da dilediğiniz gibi ya-pın” değildir. Besmele yapacağı-mız işin Allah’ın rızasına uygun olmasının sözleşmesidir. Günah olan hiçbir işe besmele çekilmez.Bir işe besmele çekilmişse re-feransımız, kimin adına başla-dığımızın şuurunda olmaktır. Bismillah demek, Allah’ın adıyla demektir. Hâlbuki biz Allah’ın adıyla deyip, batıl geleneğin izin-de yürümekte ve hayatı sürdür-mekteyiz. Diğer bir anlamıyla “Bismil âbâ- babalar adıyla- haya-tı yaşıyoruz. Dilinden ve duvarından besmele-yi eksik etmeyenler, besmelenin şuurunu yok etmek mücadelesin-de ön saflarda yer almaktadırlar. Nice törenlerde “besmele” söyle-nir, fakat Allah’ın rızası asla göze-tilmez. Dükkân açılırken besme-

le söylenir, fakat helal ve temiz ticaretten uzaklaşılır. Faiz, hile, yalan, sözde durmamak gibi yan-lışları sürdürürken, besmelenin ne anlamı olabilir. Besmele haya-ta bakışın anahtarı ve projektörü olmalıdır. Gel gör ki durum hiç de sanıldığı gibi değildir. Keşke bes-meleyle başlanılan her iş, aynı duygularla devam etse ve besme-lenin şuuru yapılan işte hissetti-rilebilse. Besmeleyle okumak, besmeley-le yazmak, besmeleyle yaşamak ve ne varsa hepsini besmeleyle yani “Allah ile olmak” ve hayatı sürdürmek demektir. Besmeleyle oy kullanmak, Allah adına seçim sonucunu, O’nun rızasına uygun olarak tefekkür edip yaşamı talep etmektir. Hadise sanıldığı gibi de-ğil, İslamı öğreten müesseselerin kapısını kilitlemek ve kapanma-sına el vermek ve seyretmek, bes-melenin ruhuna ne kadar uygun-dur. Durumun iki yönü vardır.

24

Page 25: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

Birincisi cehalet ve zan; ikincisi ise ihanet ve zulümdür. Sanırım ikincisidir yaşanılanlar. İşin ev-velinde besmele diyeceklerine, iş-lerini besmeleye uygun yapsalar olmaz mı? Bu çekilen besmeleler, bizim iman adına çektiğimiz hü-zünleri artırmaktan başka bir işe yaramıyor. Besmele demek Allah

demektir. O da imandır, ameldir, ahlaktır ve muamelattır. Biz bili-riz ki münafıklar “şahadeti” açık-tan söylerler fakat Allah’ımız “on-lar yalancıların ta kendileridir” buyurur.Bize düşen işine besmeleyle baş-layanı, besmeleden uzak işleri dolayısıyla uyarmaktır. Besmele

şahit ister, o da teslimiyet olan İslam’dır. Hayatı İslam üzere ya-şayanın besmelesi canlıdır fakat İslam’ı yaşamayanın besmelesi ise sadece bir cesettir. Çürümeye mahkûmdur. Önemli olan “oyun” besmeleyle atılması değil, haya-tın besmeleyle yaşanılmasıdır. Sahi biz besmeleyi biliyor muyuz?

Ayakkabı Numarası:

On yaşlarındaydı, babaannesiyle ayakkabıcı-lar çarşısına gitmişlerdi. Babaanne kendisine ayakkabı alacaktı. Satıcı sordu:

- Kaç numara giyiyorsunuz?

- Yaşlı kadın, bilmiyorum, fakat ayağım ya-nımda diyerekten cevap verdi. Ayakkabıcıyı bilmem fakat çocuk bu tatlı hatırayı yıllardır unutamadı. Zekâ mı, hikmet mi bilmem. Cevap çok güzeldi bence. Ya sizce?

İğne İplik:

Yaşlı kadının gözleri yakını görmüyordu. Göz tabibine gitti ve şikâyetini anlattı. Hekim has-tayı muayene koltuğuna oturttu ve “karşı du-vara bakar mısınız” dedi. İrili ufaklı harfleri sormak üzereyken, yaşlı kadın başını önüne eğerek çantasından bir iğne iplik çıkardı. He-kim şaşkınlıkla bakıyordu.

Kadın hekime dikkatle bakarak, şimdi gözlüğü gözüme tak ben tamam deyince neticeyi söyle-rim dedi. Meğer kadın okuma yazma bilmiyor fakat derdi iğne iplikmiş. Göz muayenesinde elinde iğne iplik denemesiyle muayeneye baş-lanmış. Tam o anda, kadın “tamam iğneye ip-liği takabildim, işte aradığım gözlük bu” deyi-vermiş. Sizce güzel mi bilmem ama bence bu da çok zekice güzeldi. İnsanlara gerekli bilgi-leri vermedikten sonra tüm çabalar boşa gider.

Tehlike İşareti:

Cemaatten biri orta yaştaki imam efendiye sorar;

-“Hocam, kadınlar niçin dudaklarını kırmızıya

boyarlar?” İmam efendi,

-“Tehlike işareti var yaklaşmayın demek ister-ler”, diyerek cevap verir.

Ağzına, diline ve aklına sağlık hocam.

Karşılıksız Sevgi:

Altı yaşlarındaki çocuk babasını çok seviyor-du. Babası sordu, beni ne kadar seviyorsun? Çocuk; “seni sevmeyi seviyorum, sen sevme-sen de ben seni seviyorum” diyerek cevap ver-di. İşte karşılıksız sevgi, anlayabilene…

Ebeveyn Sevgisi:

Anne erkek çocuğuna ebeveyn sevgisini öğre-tiyordu: “Oğlum ilgide ve yardımda önceliğin anaya verilmesini emreden Peygamberimiz, bu konuda soru soran sahabeye; ‘Anneni, sonra anneni, sonra yine anneni, daha sonra babanı, sonra da derece derece yakın olanı görüp gö-zet.’ buyurmuştur.”

Sonra anne oğluna, “anladın mı” diye sordu, küçük adam ki yedi yaşlarındaydı, “anladım.” Anne anlat deyince,

-“Anneyi üç kere seviyorsun bitiyor, sonra bit-mezcesine babayı seviyorsun” dedi.

Almasan da maşâllah de

Pazarcı balık satıyordu, yanından geçen müş-teri adaylarına şöyle sesleniyordu: “Almasan da maşâllah de, maşâllah de”. İşte bu cümle Kur’an’ın bize öğrettiği kulluk adabındandır. Zira Kehf Suresi’nde “Maşâllah lâ havle velâ kuvvete illâ billâh deseydin ya” buyrulur.

KISSADAN HİSSE

25

Page 26: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

Genç

kale

mler

Sudan, hayatımı iki kısma ayır-dı. Birinci kısım buraya gelme-

den önceki hayatım, ikinci kısım ise buraya geldikten sonraki ha-yatım. Burada birçok olaya tanık oldum. Hayata bakış açım değişti. Geceleri yatmadan önce günlüğü-mü yazarken, şöyle düşünürüm: ‘’ Türkiye’de insanlar bu kadar ra-hat yaşamalarına rağmen (Sudan halkına göre) neden hala halle-

rinden memnun değillerdir.” Bu-radan o insanlara bakınca, güle-yim mi, ağlayayım mı bilemiyorum. İmkânım olsa da onları bir hafta buralarda gezdir-sem. Açlık içindeki insanların, yaşamak için ne kadar çaba har-cadıklarını bir görseler. Keşke çöl-de yaşamaya mahkum olmuş, su almak için kilometrelerce yol yü-rüyen Müslüman kardeşlerinden haberleri olsa…

SUDAN OLAYLARINDA SON DURUM Türkiye’den kiminle görüşsem ‘’Sudan’da olaylar varmış; sizde bir şey var mı?”’ diye sorarlar. Ben de tek tek açıklama yapıyo-rum.2011 yılında düzenlenen referan-dum neticesinde bağımsızlığını kazanarak, Sudan’dan ayrılan Gü-ney Sudan’da geçmiş dönemden

Sudan 3Günlügümden

Har

un Ç

ALT

IKO

ĞLU

Türkiye’de insanlar bu kadar rahat yaşamalarına rağmen (Sudan halkına göre) neden hala hallerinden memnun değillerdir.” Buradan o insanlara bakınca, güleyim mi, ağlayayım mı bilemiyorum. İmkânım olsa da onları bir hafta buralarda gezdirsem.

26

Page 27: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

kalma silahlı gruplar faaliyetleri-ni devam ettiriyorlar. Kabilelerin etkili olduğu siyasi arenada hali-hazırdaki başkan Salva SİİR en güçlü kabile olarak gösterilen DİNKA kabilesine, Riek MACHAR ise NUER kabilesine bağlıdır.Temmuz ayında KİİR tarafından görevden alınan MACHAR, 2015 yılındaki seçimlerde başkan ada-yı olacağını açıklamış (Güney Su-dan halkı MACHAR’ın başkan ol-masını istiyor). Böylece bu son gelişmeler ülke yönetimi ve ikti-dar partisi içerisindeki bir güç sa-vaşı olarak gözüküyor.Kuzey Sudan’da ise en son eylül ayında olaylar çıkmıştı. O günden bugüne olay olmadı. Fakir kısım hayatlarını zorluklar içinde yaşa-maya çalışıyorlar. Zengin kısım ise koca koca villalarında otur-muş, yanı başındaki kardeşinden haberleri bile yok. Çok korkunç bir durum. Rabbim ümmete birlik olmayı nasip etsin. (Amin)

İLİM SEVDALISI İNSANLARSudan’ın en çok göze çarpan özel-liği, mescitlerde olan sohbet hal-kalarıdır. Neredeyse haftanın her akşamı, mescitlerde sohbetler ol-maktadır. İlim insanları da sanki ilimlerini insanlara aktarmak için birbirleri ile yarış yapmakta-dırlar. Mescitlerin kapısında o ak-şam hangi sohbetin olacağı yaz-makta, insanlar da film dizisi takip eder gibi sohbetleri takip etmektedirler. Bazı büyük mescit-lerde, sohbetlerin ne zaman ve hangi hoca tarafından yapılacağı sabittir. Genellikle o hocalar Sudan’ın tanınmış ilim insanları-dır. Sohbete gelen cemaatin ço-ğunluğunu gençlerin oluşturması ilginizi artırabilir.

ULUSLARARASI AFRİKA ÜNİVERSİTESİAfrika Üniversitesi, 1980 yılının başında kurulmuş, dini ilimler ve şeriat, tıp, hukuk, mühendislik, eğitim, eczacılık, diş hekimliği, ekonomi, işletme ve siyaset fakülte-lerinin bulunduğu bir kurumdur. Buraya gelen öğrenci, ilk yıl Arapça hazırlık dersleri görür. Bu dersleri geçerse istediği bölüme kayıt yaptı-rabilir. Her sene Kur’an-ı Kerimden bir cüz ezberlemek mecburiyetin-dedir. Ayrıca üçüncü sınıfın sonun-da 21 günlük “KAFİLE”’ denilen tebliğ ve davet çalışmaları için 1.000’den fazla öğrenci Sudan’ın dört bir yanına dağılmaktadır. Bu-raya katılan öğrenciler zorunlu de-ğil, kendi istekleriyle katılmakta-dırlar. Gittikleri yerde halk onları misafir eder. Üniversite ise öğrenci-lerin her türlü masraflarını karşılar ve bu öğrenciler sadece şeriat öğ-rencisi değildir. Her bölümden gö-nüllü öğrenciler katılmaktadır. Keşke bizim ülkemizde de böyle çalışmalar olsa da vatandaşlarımız az da olsa bu öğrenciler sayesinde bilinçli olsa...Afrika Üniversitesi büyük bir mes-cide sahiptir. Mescidin içine girdi-ğinizde öbek öbek ilim halkaları görürsünüz. Öğrencilerin kimi tef-sir, hadis vb. halkalara katılmış, kimi de köşeye çekilmiş ya ders ça-lışıyor ya Kuran okuyor ya da uyu-yordur. Büyük bir bahçesi, güzel bir şadırvanı, kütüphanesi, öğrencile-rin kalması için yurtları vardır.

SÜRPRİZ MİSAFİRMemleketim SAKARYA’dan bura-lara misafir geleceğini duyunca çok heyecanlanmış, geleceği günü iple çeker olmuştum. Gelse de az da olsa oralara karşı hasreti-mi gidersem. 13 Şubat Perşembe sabah 5’te uyandığımda RİBAT Aşevi’nde olduklarının haberini aldım. Gelenin Gazanfer ÜVEZ hocamızın olduğunu öğrendik. Bir an önce gitmek istiyorduk ama yorgundurlar; dinlenirler diye düşündük. Öğleye doğru Ubeyde CANLI kardeşimle bera-ber RİBAT Aşevi’ne gittik. Karşı-mızda Gazanfer ÜVEZ hocamızı görünce, ona sıkı sıkı sarıldık. Sa-rıldığımda kendimi 9 aydır gide-mediğim memleketimde hisset-tim. Beraberinde KONYA’dan gelen hayırsever ağabeylerimiz de vardı. 4 gün burada misafir olacaklarmış. Yoğun bir program-ları varmış. Aşevinde yapılan sünnet programına ve Sudan’ın bir köyündeki kuyu açılışına biz Sakaryalılar olarak (Ben, Ubeyde CANLI, Enes ÖZBAY ve Mehmet ÖZSÖYÜT) katılıp , sizlerin vesile-siyle olan bu iyilik kervanında bizim de parmağımız olsun iste-dik. Oradaki kardeşlerimizin mutluluklarına ortak olduk. Sizle-rin de orada olup, o kardeşlerini-zin sevinçlerini görmenizi ister-dim. ALLAH sizlerden ve bizlerden razı olsun(Amin).Gazanfer hocamızla da 4 gün bo-yunca çok güzel vakit geçirdik. Başka bir ülkede sevdiğiniz ve hele hele memleketinizden biri ile buluşmanın heyecanını yaşa-mayan bilmez diyor, sizlerle bir dahaki yazımda tekrar buluşmayı Rabbimden temenni ediyorum…

27

Page 28: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

"Allah'ım! Bize imanı sevdir."

Çocuklara Öykülerle 40 HADiS

5.HADiS

"Fakat Allah (c.c.) size imanı sevdirmiş ve onu kalplerinize süslemiştir. Küfrü, fıskı ve

isyanı da size çirkin göstermiştir."

Hal

il AT

ALA

Y

28

Page 29: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

İmanı bize sevdiren, kalplerimizi imanla süsleyen, küfrü, fıskı (itaatsizliği ve isyanı) çirkin gösteren Allah (c.c.)’tır. Kuranı Kerim’de “Fakat Allah (c.c.) size imanı sevdirmiş ve onu kalpleri-nize süslemiştir. Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiş-tir.” buyrulmuştur. (49 Hucurat 7) Çünkü iyiyi kötüyü ayırt eden aklı bize veren, aklımıza iyiyi kötüden ayırt etme gücü veren yüce Allah’tır.

“İman eden kimseler en çok Allah (c.c.)’ı sever ler.” (2 Baka-ra 165). Birisi size “Ne olmak istiyorsunuz?” diye bir soru yöneltse, aşağı yukarı çoğumu-zun cevabı, şu veya bu mevkii- makam sahibi olacağım şeklinde ortaya çıkacaktır.Cevaplarda unutulan bir nokta var: “İyi insan” olabil mek, tek kelimeyle “adam olabilmek”... “Okudun yine adam olmadın!” sözü “sıfır”dan bir adım ileri gidememenin ifadesidir.Öyleyse insanı değerlendiren nedir? İnsanı asıl değer lendiren inancıdır. Mesela bin (1000) rakamını düşünelim. Burada en önemli rakam birdir. Önde bir (1) olmasa, sıfırlar bir anlam ifade etmez. Ancak öne bir rakam konulunca sayıların değeri artar. İşte o bir imandır. İman olma-dan hiç bir şeyin de ğeri yoktur.

İmanla beraber ise çok büyük değer kazanır. İman da yalnız başına yeterli değildir, değerinin artması için nasıl birin yanında diğer rakamlara ihtiyaç varsa imanın yanında da diğer ibadet-lere, iyi şeylere ihtiyaç vardır. Yani sıfırlar birin önünde olunca da (001) gibi fazla değer ifade etmez. Onun için işin başı iman-dır. İman da gereği gibi yapılınca güçlenecektir.Konya’mızda yetişip yaşamış ünlü bilge ve Allah (c.c.) dostla-rından Hacıveyiszâde Hocaefen-di, çocukları severken; “Alim ol, kâmil ol, hafız ol, mürşid ol.” diye dua edermiş. Hacıveyiszâde’ye hocası: “Oğlum boşu boşuna yorulma; Adam ol deyiver, böyle dua ediver, yeter.” dermiş. Ger-çekten adam ol mak önemlidir. Ancak bu, sadece çocukluktan kurtulma gibi ba sit bir biyolojik olay değildir. Onun için, “Ne olmak istiyorsun?” diyenlere “Adam olacağım!” cevabı veril-melidir.Öğretmen, eline tebeşiri alıp tahtaya kocaman bir (1) ra kamı yazar. “Bakın!” der, çocuklara, “Bu, bir (1) rakamı kişilik tir. Hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şey!”Sonra bir (1) rakamının yanına bir sıfır (0) koyar: “Bu, başarıdır. Başarılı bir kişilik bir (l) on (10) yapar.”Bir sıfır (0) daha...“Bu, tecrübedir. On (10) iken, yüz (100) olursunuz.” Ve sıfırlar böyle uzar gider. Yetenek, disiplin, sevgi, kararlılık, azim... «.

Güngörmüş tecrübeli hoca, öğrencilere eklenen her yeni sıfır (0)’ın kişiliği, on kat daha zenginleştirdiğini anlatır. Bütün öğrenciler gözlerini açmış, pür dikkat dinlerken hoca eline silgiyi alıp en baştaki l(bir) ra-kamını siler. Geriye bir sürü sıfır (0) kalmıştır. Ve hoca can alıcı yorumunu yapar:“Kişiliğiniz yoksa, öbürleri hiçtir!”Öğrenciler hayatları boyunca unutamayacakları çok önemli bir ders almışlardır. Adam olmak için imanlı, kişilikli ol mak gerektiğini öğrenmişlerdir. Hani, Hıristiyanken Müslüman olan profesöre: “Önceden adınız ney-di?” diye soranlara: “Boş-verin, adam değildim ki, adım olsun!” cevabını vermiş ya. Bunun gibi, önemli olan adam olmaktır. Adam olmanın yolu da, iyi Müs-lüman olmaktır.Duamız neydi, hemen hatırla-yalım: “Allah’ım! Bize imanı sevdir.” Sevdir ki bizler gerçek adam olalım...

"İman eden kimseler en çok Allah (c.c.)'ı sever ler." (2 Bakara 165)

Kaynaklar:1- Ahmed, Müsned 3/ 424. 29

Page 30: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

“Fitne” kavramı, imtihan, iyi ve kötü şeylerle deneme; manevi çöküntü;

dini içtimai ve siyasi kargaşa anla-mında kullanılan bir kelimedir. An-kebut Suresi ikinci ayette; “Müminler sadece iman ettik demeleri sebebiyle kendi hallerine bırakılıverecekleri-ni, imtihana tabi tutulmayacaklarını mı, zannettiler.” buyruluyor. Ayrı ayrı imtihana tabi tutulduğu gibi, toplum olarak da imtihana tabi tutuluyor in-sanlar. Milletlerin imtihanının bedeli de çok ağır oluyor. Helak edilen toplu-luklar böyle bir imtihandan geçirildi-ler. Peygamberlerinin uyarılarına ku-lak tıkayanlar, akıllarının kendilerini haklı gösteren süslü mazeretleriyle imtihanlarını kaybettiler. Toplumlar fertlerden oluşur. Fertler şayet hayat-larını murakabe altında yaşamaz, nefsi arzularının arkasından koşar, şeytana dost olup Hakk’a sırtını dö-nerlerse, kişisel imtihanlarını kaybet-tiler demektir. Bu imtihanın sadece kendisine bakan yönü, onun dünya ve ahretiyle ilgilidir. Belki de bu haliyle dar bir alanı kapsar. Ancak ferdi imti-han kaybedişler, gerekçesi ne olursa olsun zamanla birleşerek büyür ve

toplumsal fitnenin doğmasını sağlar. “Birtakım fitnelerin yağmur selleri gibi evlerinizin arasından aktığını görüyorum.” (Buhari, Fiten) uyarısı-nı peygamberimiz inanan insanlara yapmıştır. Bunun anlamı şu: İman edenler Allah tarafından sınanacak-lar. Bu sınanmanın en ağır olanı da toplumsal olanıdır. Öyle bir sarsıntıy-la yüzyüze kalırsınız ki, hak ve haki-katin nerede olduğunu göremezsiniz. Fitne ortaya çıktığı zaman, taraflar hep kendilerini haklı görürler. “Tarih tekerrürden ibarettir” sözünü hatırlayarak, tarihin derinliklerine girip araştırmaya gerek yok. Çünkü Allah (c.c) kıyamete kadar gelecek insanlara ve onların oluşturacakları toplumlara, olumlu ve olumsuz ya-şanılacak her türlü örnekleri, Pey-gamberi ve onun ashabı tarafından yaşanılarak örneklendirilmiştir. Münafıkların Medine’deki fitne ha-reketleri takip edilirse bol miktarda malzemeye ulaşılabilir. Yine Müreysi Gazvesi’nde cereyan eden iki toplum-sal fitne hareketinin etkileri, farklı farklı da olsa, iman kardeşliğini nasıl

tehdit ettiğini görmeye engel yoktur. Bu olayda efendimizin takındığı tu-tum iyi tahlil edilirse, fitnenin etrafı kasıp kavurduğunda, yöneticilerin ne yapması gerektiğinin ipuçları yaka-lanır. Fitneye alet olanlar ve fitne yü-zünden karşı karşıya gelen mümin-lerin derecelerine göre takındıkları tavrı, sonra da bu girdaptan kurtuluş yollarını görürler. Bu olay üzerine nazil olan Nur Suresinin ayetleri ise olaya şahit ve çıkış yolunu sunan vahiylerdir. Müreysi Gazvesi’nin tah-liline teferruatı bırakarak, Efendimiz (s.a.v)’in vefatı öncesi Cennet ül Baki mezarlığında Medine sokakları ara-sında dolaşacak bir fitneden sahabeyi uyardığı Buhari hadisine dönelim.Evvela Efendimiz (s.a.v)’in vefatından sonra ortaya irtidat fitnesi çıktı. Bu ir-tidat fitnesi toplumsal bir özellik taşı-yordu. O sebeple hedefinde yeni İslam devleti vardı. Bu girişimler münferit çıkışlarla başlayıp, yalancı peygam-berlik iddialarıyla büyüdü. Ebu Bekir (r.a) ve samimi Müslümanların dira-yetli çıkışlarıyla da engellendi.Hz Ömer(r.a)’ın yönetimi, adaleti ölçü

FİTNE HAREKETLERİNDE MÜMİN’İN TAVRI

NE OLMALI?Fitne dönemi, öfkeleri Allah için yutma dönemidir. Af etme ve bağışlama erdemine insanların karşılıklı ihtiyacı olduğu dönemdir. Kötülüğe iyilikle savma zamanıdır. Bilgiçlik taslamak için sözü tartmadan, süzgeçten geçirmeme, aynı zamanda yazının da edebi olduğunu unutmama zamanıdır. Söylenecek ve yazılacaklar tarafları ayrıştıracak biçimde değil, ama ilkeli bir şekilde çözüm odaklı olmalıdır. Fitneyi ahlaki erdemlere sahip topluluklar durdurabilir.

Meh

met

KU

ZU

30

Page 31: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

alan bir yönetimdi. Diğerleri gibi. Bir farkla ki irtidat olayları bastırılmış, gönüllerdeki fitne dalgaları yavaşla-mıştı. Nifak ehli ile şirk içinde olanlar ise onun dirayetinden korkuyorlardı. Fitneye sebebiyet verecek her türlü gi-rişime müsamaha göstermiyordu. Bir gün kendisine bir bilgi ulaştı. Denili-yordu ki; sahabe ayrı ayrı yerlerde top-lanıp geceleri sohbet ediyor. Bunun üzerine mescide bir konuşma yaptı: “Bu hareket ümmeti bölmeye sebebi-yet verecek bir olaydır. Yarın insanlar birbirini şucu bucu diye isimlendi-recek. Bundan böyle kimse ayrı ayrı guruplar oluşturmayacak.” Yine o, sahabenin Medine’den çıkışını yasak-lamış, izne bağlamıştı. Gerekçesi ay-nıydı. Bilinmesi gereken bir hususta onun insanlar içerisinde fitneyi uyan-dıracak meselelerdeki hassasiyeti ya-nında kendi ailesi üzerindeki titizliği-dir. Kavmiyetçiliği harekete geçirerek hiçbir şeye fırsat vermiyordu. Emir-el müminindi, fakat Medine’nin yoksul-larıyla aynı hayat standartında yaşı-yordu. Hançerlendiğinde de önce ken-disini hançerleyenin Müslüman olup olmadığını sormuş, Mecusi olduğunu öğrenince de Allaha hamd etmişti. Yerine oğlunun bırakmasını teklif edenlere ”bir evden bir kurban yeter diyerek saltanat kapısını kapamıştır. Hz. Ömer (r.a) fitnenin önündeki en büyük set idi. O fitnenin önündeki kapıydı. Şehit edilmesiyle fitneyi en-gelleyen kapının kırıldığı rivayetini, toplumda meydana gelecek çözülme-lerin, dünyevileşmenin yönetimde ortaya çıkacak boşlukların ve nifak gruplarının güçlenmesi anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Aynı zaman-da imamesi kopmuş tespih taneleri gibi Müslümanların da savrulacağını gösteriyordu.Hz. Osman (r.a) zamanında Ümeyyeoğulları’nın konumu, tavır ve davranışları analiz edilmelidir. Zira buradaki gözlemler daha sonraki olumsuz olayların aktörlerindendir. O menfi örneklerden alınacak dersler, sonraki zamanlarda yaşayan insanla-rın, fitneden korunma arayışlarında rehber olabilir.

Fitnenin toplumsal imtihan yönünü bize gösteren en önemli örnekler, “Ce-mel ve Sıffın vakaları”nda görülür. 90 bine yakın Müslümanın birbirini öldürdüğü bu savaşlar acı hatıralarla doludur. Sahabe döneminin bu ders alınması gereken olaylarının farklı versiyonu İslam coğrafyasında ne yazık ki yaşanıyor. Böyle ortamlarda inanan insanlar ne yapmalı? Bölün-menin çoğaldığı bu zamanlarda taraf olmak da fitnenin artmasına sebe-biyet vermektedir. Tarafsız kalmak da taraflar tarafından eleştirilmekte, fitneye malzeme olarak kullanıla-bilmektedir. Kufe Valisi Ebu Musa el Eşari, Hz. Ali (r.a)döneminde insan-ları fitneden uzak durmaya çağırdı-ğında, Hz Hasan ve Ammar b. Yasir tarafından fitneye taraf olmakla suç-lanmıştı.Bu imtihan esas itibarıyla mümin’in kendi kendini test etmesine de bir ça-ğırıdır. Eğer bu teste verilecek cevap-lar samimi ve içtense fitne yangınını söndürmede ve yangının kendisini yakmasına engel olmada önemli rol oynar. Sorular vahiy kaynaklı oluş-turulmalı. Şahıslar fıtri eğilimlerine uygun soruları kendilerine sorabil-meli. Unutulmamalı ki ahiretteki he-sapta mazeretler ve teviller işe yara-mayacaktır. Hucurat Suresi’nden bir demete bakalım: “Müminler sadece kardeştirler. O halde ihtilaf eden kar-deşlerinizin arasını düzeltin.” (49/10) Kardeşler arasında ihtilaf zuhur ede-bilir. O zaman bu ihtilaf sizi kederlen-dirmeli. İhtilafın çözümü için taraf ol-madan samimi gayretlerde bulunma sorumluluğunuz var. Fitneyi besleyen günümüzün “usbe’sinin” en önemli silahları olan sosyal medya haber-

lerine, dedikodularına dikkat edin. “Ey iman edenler! Herhangi bir fasık (çizgi dışına çıkmış, itaatsiz, emirleri yerine getirmeyen) size bir haber ge-tirecek olursa, onu iyice tahkik edin, doğruluğunu araştırın. Yoksa gerçeği bilmeyerek, bir takım kimselere karşı fenalık edip sonra yaptığınıza piş-man olursunuz” (49/6). Fitne ortamı ahlaki çöküntüyü beraberinde taşır. Başkalarıyla alay etmek, gıybeti meş-rulaştırmak, zannı hakikat gibi su-mak, tecessüs etmek, yani kardeşine ait kusur arayışına girmek, ayıpları örtmek yerine ifşa etmek, yer yer if-tirada bulunmak. Oysa ki Allah (c.c) Hucurat Suresi’nde müminlerin bu duruma düşmemelerini istemektedir. Zira vahyin emirlerinin yaşanmasıy-la fitnenin önüne geçilebilir.Fitne dönemi, öfkeleri Allah için yut-ma dönemidir. Af etme ve bağışlama erdemine insanların karşılıklı ihtiya-cı olduğu dönemdir. Kötülüğe iyilikle savma zamanıdır. Bilgiçlik taslamak için sözü tartmadan, süzgeçten geçir-meme, aynı zamanda yazının da ede-bi olduğunu unutmama zamanıdır. Söylenecek ve yazılacaklar tarafları ayrıştıracak biçimde değil, ama ilkeli bir şekilde çözüm odaklı olmalıdır. Fitneyi ahlaki erdemlere sahip toplu-luklar durdurabilir.Bu dönemlerde, bilgi ve belgeye sahip olmayan, fitnenin söndürülmesinde söz ve yazısının etkisi, kardeşliği güç-lendirmeye değil ayrıştırmaya sebep olacak olan kimse, kendi ruh dünya-sını, ahiret hayatları adına test edip “SÜKUT ORUCU” tutmaları fitneye alet olmama adına önemli bir seçenek olabilir.

Kardeşler arasında ihtilaf zuhur edebilir. O zaman bu ihtilaf sizi kederlendirmeli. İhtilafın çözümü için taraf olmadan samimi gayretlerde bulunma sorumluluğunuz var. Fitneyi besleyen günümüzün “usbe’sinin” en önemli silahları olan sosyal medya haberlerine, dedikodularına dikkat edin.

31

Page 32: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

“Vallahi, Allah bana ondan daha hayırlısını zevce ola rak vermedi. İn-sanlar beni inkâr ettiğinde o bana inandı, insanlar beni yalanladığın-da o beni doğruladı, insanlar beni mahrum bıraktığında malıyla beni o destekledi. Diğer hanımlarımdan değil de, sadece ondan Allah bana çocuklar ihsan etti.”Cahiliye devrinde et-Tâhire (temiz) diye çağrılıyordu. İki defa ev lenmişti. Kocaları, Arap efendilerinden ve eşrafındandı. Birisi Hind İbnu’n-Nebbaş İbn Zurare (Ebu Hâle)’dir. Hadîce’nin Hînd’den Hâle ve Hind isimli erkek çocukları olmuştur. Ebu Hâle’den sonra da Atîk İbn Abid el-Mahzumi ile evlenmiştir. Atîk’ten de Hind adında bir kız çocuğu olmuştur, Hadîce’nin babası Huveylid İbn Esed İbn Abdiluzza kavmi arasında şerefli bir kimseydi. Hadîce’ye Ummu Hind (Hind’in annesi) denilirdi. Hadîce şe-refli soylu ve zengin bir kadındı. Bu sebeple Kureyş erkeklerinin hepsi ellerinden gelse, onunla evlenmeyi isterlerdi… Amcaları Ebû Talib ve Hamza îbn Abdilmuttalib’le birlikte Hadîce’nin amcası Amr îbn Esed’e gittiler. Böylece Hz. Muhammed’e Hz. Hadîce’yi nikâhladı. Hz. Muha-med 20 deve mehir verdi. Hz. Hadîce 40 yaşındaydı. Hz. Muhamrned’in ilk evlendiği hanımdı. Nikâh kı-yıldıktan sonra develer kesildi, ye-mekler döküldü. Hadîce’nin evi eşe dosta açıldı. Gelenler arasında Fahr-i kâinatın sütannesi Halime de vardı. Süt oğlunun düğününde bulunmak için tâ Sa’d kabilesinden çıkmış gel-

mişti. Bu mübarek kadın ertesi gün şerefli ve cömert gelinin bağışladığı kırk baş koyunla kabilesine dönecek-tir.Hz, Muhammed (S.A.V)’in gözleri nemlendi. Annesini küçük yaşta kaybetmişti. Şimdi ince, latîf bir el bu eski yarayı derin bir şefkatle sarı-yordu. Mahzun kalb, Hadîce’de uzun mahrumiyet devresinin; sıkıntısına güzel bir bedel bularak ferahladı.15 yıl bu evlilik mutluluk dolu ola-rak geçecekti. Ülfet ve de vamlılıkla süslenmiş olarak... Cenâb-ı Hakk da, kızlar ve oğlanlar he diye ederek bu evliliğin saadetini artıracaktı. Hz. Hadîce el-Kasım isimli çocuğu do-ğurdu. Hz. Muhammed Ebu’l-Kasım (el-Kasım’ın ba bası) künyesini aldı. Hz. Hadîce’nin el-Kasım’dan sonra Rukıyye, Zeyneb, Ummu Kulsûm ve Fâtıma isimli çocukları oldu. El-Kasım daha sonra öldü.Rasûlüllah (S.A.V) ashabıyla birlikte otururken yere dört satır ya zı yazıldı. Rasûlüllah (S.A.V) sordu:— Bunun ne olduğunu biliyor musu-nuz? Ashab:— Allah ve Rasûlü daha iyi bilir, de-diler. Peygamber (S.A.V) şöyle dedi:— Cennet kadınlarının en faziletli-leri dört kişidir: Bunlar Hadîce Bint Huveyfid, Fâtıma Bint Muhammed, Meryem Bint Imran ve Firavun’un hanımı Asıya Bint Muzahim’dir.Muhasaranın çöküşünden altı ay sonra Hz.Muhammed (S.A.V)’in Am-cası Ebû Tâlib vefat etti. O yeğeni için sadakatli bir baba, kefil, koruyucu ve

Kureyş’in müşrikleri önünde aşılmaz bir engeldi. Hz. Ha dîce, amca Ebü Tâlib’in matemine şahit olmadı. O, Rasûlüllah’ın evine sevgili zevcinin durumunun düzeldiğine kanaat ge-tirdikten sonra Rabbine kavuşmak arzusuyla yatağında dünyaya veda etme durumun daydı... Bu esnada Rasûlüllah (S.A.V) Efendimiz, Hz. Hadîce’nin yanına oturmuş sekerâtı mevtin (ölüm ânının ağırlığının) ona kolay gelmesini sağlamaya çalışıyor ve Allah’ın onun için hazırladığı ni-metleri müjdeliyordu.Üç kızı; Zeyneb, Ümmü Gülsüm ve Fâtıma yatağının çevresine otur-muşlar, âhiret yolculuğundan önce doya doya annelerine bakıyor lardı. Hz. Hadîce, Hâşimoğulları Ebû Tâlib şi’binden çıktıktan ve Ebû Tâlib’in ölümünden üç gün sonra bîsetin (peygamberlik gelmesi) onuncu yılı Ramazanın onunda 65 yaşınday-ken vefat etti. Hacûn kab ristanına gömüldü. Onu kabrine Rasûlüllah (S.A.V) mübarek elleriyle yerleştirdi. Sonra evlendikleri günden itibaren kendisine her konuda yardımcı olan ve son nefesine kadar yanı başında cihâdına ortak oldu ğu sevgili zevce-sine veda edip, keder içinde evinin yolunu tuttu. Kızları Ümmü Gülsüm ve Fâtıma’yı bağrına bastı; onları hem teselli ediyor, hem de uğradık-ları musibete karşı onlara destek ol-maya çalı şıyordu. Anladı ki, o andan itibaren Mekke’de yeri yoktur. Hz. Hadîce’nin vefatından sonra burası kendisine oturulacak bir yer olmak-tan çıkmıştır.

Hanım Sahabiler

Hadice Bint Huveylid (r.a)Mü’minlerin ilk annesi

“Bu hanımların bazıları, mü’minlerin anneleridir. Bazıları Hz. Peygamberin (s.a.v) kızlarıdır. Bazıları Rasûlüllah’ın Ehl-i Beyti’dir. Bazıları Allah’ın yedi kat semânın üstünden şikâyetini duyduğu hanım-

lardır. Bazıları Âlim ve Habîr olan Allah’ın onlar hakkında Kur’ân âyeti indirdiği hanımlardır. Bazıları, Akabe bey’atında Resûlüllah’a bey’at eden hanımlardır. Bazıları Cebrail’i gören hanımlardır. Bazıları,

Allah’ın kendisine, ondan sonra asla susamadığı şerbeti içirdiği hanımlardır. Bazıları Rasûlüllah’ı (s.a.v) en beliğ ve en güzel şe kilde tarif eden hanımlardır...

(Abdulaziz eş-Şennavi, Sahabe Hayatından Tablolar (Hanım Sahabiler)32

Page 33: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

Rasûlüllah (S.A.V)’in hayatına Hadîce’den sonra başka kadınlar da girdi. Ama kalbi ve dünyası bütün samîmiyetiyle bu ilk zevcesine ait olacaktı. Çünkü o çeyrek asır süre-since erkeğinin evinin tek sevgili, şefkatli kadınıydı. O evde ona hiç bir kadın bu süre içerisinde ortak olma-mış, erkeğinin ufkunu ondan başka-sı gölgelendirmemişti.Onun vefatından sonra bu eve başka zevceler de geldi. Arala rında çocuğu olanlar, güzel olanlar, soylu ve mevkî sahibi olanlar da vardı. Ancak hiç birisi Hadîce’yi bu evdeki mevkiin-den uzaklaştıramadığı gibi, sevgili zevcinin gönlünde taht kuran hatı-raları derecesinde bir mevki de elde edemediler...Seneler sonra Medine, Bedir zaferin-den sonra Kureyş esirlerinin fidye karşılığı serbest bırakılmasına şahit olacaktır. Burada Hadîce’ye ait bir gerdanlığın, kızı Zeyneb tarafın-dan esir bulunan kocası Ebû’l-As b. Rebî’in esirlikten kurtarılması için fidye olarak gönderil diği görülecek-tir. Kahraman peygamberin kalbi kederden burkulacak, zafer elde etmiş bulunan arkadaşlarından, bu gerdanlığın Zeyneb’e iade edilip Ebû’l-As’ın serbest bırakılmasını is-teyecektir.Rasûlüllah (S.A.V)’in evi, genç-liğinin en taze dönemlerinde ve Rasûlüllah’ın sevgisine malik olan Aişe binti Ebû Bekr’in, daha önce zevcinin kalbine yerleşen bu müba-rek hanımın kazandığı büyük sev-giyi kıskandığına şahid olacaktır. O Hadîce ki, son nefesine kadar tek başına zevcinin kalbine te’sîr etmiş, vefatından sonra da bu kalbteki yeri-ni korumuştur.Mü’minlerin annesi Hz. Aîşe an-latmaktadır: Hadîce’nin kızkardeşi Hâle, Medîne’ye gelir. Rasûlü Ekrem (S.A.V) Efendimiz, evinin önünde Hâle’nin, merhum hanımının sesine benzeyen sesini işitince heyecanla:«Aman Allah’ım! Bu Hâle!...» diye haykırır. Buna karşılık, Aîşe kendini tutamayarak:«Allah sana ondan daha hayırlısı-nı vermişken, Kureyş’in kocaka-

rılarından olup, bir zaman önce ölmüş, çenelerinin içi kırmizi bir ko-cakarıyı ne anıp duruyorsun?» der.Rasûlüllah (S.A.V)’İn rengi değişti, öfkeyle Aîşe’yi şöyle azarladı:«Vallahi, Allah bana ondan daha hayırlısını vermedi; insanlar be ni inkâr ettiğinde o bana inandı, insan-lar beni yalanladığında o beni tasdik etti, insanlar beni (muhasaraya alıp her şeyden) mahrum etti ğinde ma-lıyla o destekledi. Diğer kadınlardan olmadığı halde Allah onunla bana çocuk ihsan etti.»Aîşe kendi kendine şu kararı vererek sesini kesti. «Vallahi, bundan sonra onu hiç dilime dolamayacağım.»Daha önce Hadîce hakkında konu-şurdu.Bir gün de, Rasûlüllah (S.A.V) Hadîce’yi sıkça anınca Aîşe (r’anhâ) ona şöyle dedi :«Sanki dünyada Hadîce’den başka kadın yok gibi...»Rasûlüllah (S.A.V) de şu karşılığı verdi:«O şöyle, şöyle... idi. Benim ondan ço-cuğum da oldu.»Aîşe, Rasûlüllah (S.A.V)’in bir koyun kestiğinde :«Onu Hadîce’nin dostlarına gönde-rin» dediğini görüp duruyordu. Bir defasında Aîşe bu konuda ileri geri konuşunca Rasûlüllah (S.A.V):«Ben Hadîce’nin sevdiklerini se-verim.» buyurmuştu. Sahih-i Müs-lim’deki bir rivayette şöyle buyur-duğu zikredilir: «Bana onun sevgisi bahşedildi.» (Yani Hadîce’yi sevmek İslâmî bir fazilettir.)Mekke’nin fethinde, Hadîce’nin ve-fatının üzerinden on yıldan fazla bir zaman geçtiği halde, Rasûlüllah (S.A.V)’ın Mekke’nin fethi ni kont-rol etmek üzere kurulan karargâh için yer olarak Hz. Hadîce’nin kab-rinin yakınını seçtiği görülür. Fetih tamamlandıktan sonra ise gerek Kabe’yi tavaf ederken, gerek putları yıkarken Hadîce’nin evine zaman za-man gitmek suretiyle onun ruhu ile ünsiyetini ve onun ma nevî varlığıyla yakınlığını devam ettirmek istediği görülür: Rasûlüllah (S.A.V) bu uzun,

yorucu mücâdeleye karşı Hadîce’nin sevgi ve şefkat pınarından doya doya içerek teçhizatlanmıştır.Hadîce’den sonra milyonlarca kadın İslâm’a girecektir, ancak o, kahra-man peygamberin hayatındaki rolü için Allah’ın seçtiği ilk müslüman kadın olma özelliğini koruyacaktır. Müslüman olsun olmasın tüm tarih-çiler bu rolü belirteceklerdir. Bunun için Bodley şöyle diyecektir: «Hadîce’nin severek evlendiği şahsa olan sağlam güveni, bugün yeryüzü halkından her yedi kişiden birisinin din olarak bağlandığı inancın ilk dö-nemlerindeki sağlam bağlılık orta-mının oluşmasında en büyük etken olmuştur.»Margoliuth Rasûlüllah’ın hayatını yazarken, Hz, Hadîce’nin vefa tı için ise şunları yazar: «Hz. Muhammed, Hz. Hadîce’nin vefatıyla peygam-berlik görevini ilk anlayıp doğrula-yan, onun kalbine huzur ve sükûnet vermekten ka çınmayan... Yaşadığı sürece onu zevcelerin sevgisiyle, annelerin şefk atiyle kuşatan birisini kaybetti.»Evet! Tarihçinin dediği gibi; Henüz altı yaşında iken anne sevgi si ve şef-katine doymadan annesini kaybeden ve anne şefkatinin öz lem ve hasretiy-le büyüyen sevgili Peygamberimiz (S.A.V), özlem ve hasretini duyduğu sevgi ve şefkati Hz. Hadîce’de fazla-sıyla bulmuş tur.Yine Hz. Muhammed (S.A.V)’e zevce (eş) olarak da Hz. Hadîce; yeri doldu-rulamayan eşsiz bir kadındı... O, Hz. Muhammed (S.A.V)’e tarihin benze-rini bahsedemeyeceği şekilde örnek sevgi, sadâkat, vefa ve cefakar bir kadınlık yapmıştır. Yeri gelmiş malı-nı feda etmiş, ye ri gelmiş canını feda etmiştir.Tarih, sevgide, şefkatte, vefada ve cefâda Hz. Hadîce’den daha şerefli bir kadından asla bahsedemiyecek-tir... Çünkü; Hz. Hadîce, dünya dur-dukça müslüman kadınlarına her yönüyle örnek İslâm kadı nı olmaya devam edecek ve ismi hürmetle ve rahmetle kıyamete ka dar dillerden düşmeyecektir...

33

Page 34: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

SESSİZ HİZMETÇİLERAllah Rasulü (s.a.v); “Uhud dağı

bize sever biz uhud dağını seve-riz” buyurmuşlardır. Sevgiyi sade-ce insanlar arasına hapseden bir zihniyetin anlamakta zorlanacağı bir durum. İnsanların birbirine ta-hammül edemedikleri bir dönemde, çağlarötesi, mana dolu bir mesaj.

Allah Rasulü (s.a.v) bu mesajı ile insanlara kainata nasıl bakmaları gerektiğini, kainattaki yerinin ne olduğunu ve en önemlisi görevi-nin bilincine varması gerektiğini aktarmaktadır. Cansız olarak gör-düğümüz bir dağın veya bir taşın duygusu olduğunu ifade ediyor Peygamber. Bu duygu onun Yarata-nına karşı görevini yerine getirme sonucunda duyduğu mutluluktur aslında. Allah (c.c) Kitabı Kuranı Keriminde bu taşlardan şöyle bah-setmektedir:

“Bundan sonra kalpleriniz yine katı-laştı; taş gibi, hatta daha katı. Çünkü taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarı-lır, ondan sular çıkar, öyleleri de vardır ki Allah korkusuyla yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gafil (ha-bersiz) değildir.” (Bakara, 74)

Seslerini duyamadığımız bu âlemin sessiz hizmetçileri, sevdikleri gibi elbette sevilmelidirler. Böyle emre-diyor Allah Rasulu (s.a.v), bir müs-lümanın kainata bakış açısını inşa ediyor. Bir eşyayı yerinde kullan-

mamanın zülüm olduğunu söylü-yor. İnsanların vahşice katledildiği bu dünya coğrafyasında belki de bu anlattıklarımız komik gelecek sizlere. Lakin bir çiçeğin ağladığını duyan bir yürek, bir insanın ağla-masına dayanabilir mi?

Geçenlerde bir dostum ziyarete git-tiği bir dükkanda hediye olarak ge-tirilmiş bir çiçeğin solduğunu, top-rağının kuruduğunu, yapraklarının döküldüğünü görür. Hemen oradaki arkadaşa seslenip çağırır. Çiçeğin kendisini şikâyet ettiğini söyler. Ar-kadaş şaşırır, çiçek onu nasıl şikâyet etmiştir dercesine suratına bakar. Bizimki başlar tabi vaaza: “Bak kar-deşim, bu sana emanet edilmiş bir canlı. Elbette sesi soluğu çıkmaz. Seni sana da şikâyet edemez. Lakin Yaradana şikâyet eder. Sana emanet edilen bu çiçeğin toprağına, suyu-na, ışığına, gölgesine bakmak senin vazifen. Muhakkak bu çiçeğin de ko-nuşacağı bir gün gelecek, sana ema-net edilen bu çiçek o gün ya senden şikayetçi olacak ya da sana sevap kazandıracak.” Genç şaşkın, bir o kadar da derin düşünceler içersinde çiçeği alır ve daha dikkatli olacağı-na söz verir.

Müslümanın hayatının merkezinde Allah (c.c) vardır. Bu merkez müslü-manın insan-insan ilişkilerini, in-san-hayvan ilişkilerini, insan-eşya ilişkilerini düzenler. Müslüman iliş-

ki içerisinde olduğu bu üç durum-dan da eşit miktarda sorumludur. Müslümanı diğer insanlardan ayı-ran en önemli farklardan bir tanesi de budur. Böyle bir inşa sürecinden geçen insan elbette toplumun da doğru bir şekilde inşa edilmesini sağlar.

Konunun başından beri aktardı-ğımız bu ilişkilerden bir tanesi de son zamanlarda medyanın da gün-deminde olan Sapanca Gölü’müz. Maalesef yanlış bazı uygulamalar neticesinde Sapanca Gölü feryat et-mekte. Sorumluluk bilincinde olan biz Müslümanların da bu feryada kulak tıkaması elbette mümkün ola-maz. Asırlar ötesinden miras kalan emaneti asırlar sonrasına da miras bırakmak hepimizin borcu. Elimiz-den ne gelir herkes kendi namına bir değerlendirme yapabilir ama en azından Rabbimize bu emaneti elimizden almaması için dua ede-biliriz.

Son olarak geçenlerde bir arkada-şımın paylaştığı yazı beni çok et-kilemişti. Onu da burada sizlerle paylaşarak yazıma son veriyorum: “Hiçbir şey yapamıyorsanız en azından gelin gölün kenarına bir damla gözyaşı akıtın. Zira şimdi Sapanca’nın bir damla suya bile ih-tiyacı var…” Vesselam

Sessiz Hizmetçiler

Yusuf ERKAN

34

Page 35: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

Biliyor muydunuz? Sapanca Gölü, dünyanın kendini besleyen dör-düncü gölü idi. Şimdi ise bitme tehlikesiyle karşı karşıya.

Eğer göl kurtarılmaya planlan-mazsa gelecek nesiller hatta biz perişan olacağız.

Sadece Türkiye’nin değil dünya-nın, suyu içilebilir özellikte en-der göllerinden biri olan Sapanca Gölü’nde suların çekilmesi her geçen gün daha çok görünür hale geliyor. Göldeki suların çekilme-sinin en büyük nedenleri ara-sında son 1 yılda bölgeye yeterli yağış düşmemesinin yanı sıra, göle su taşıyan derelerin kuruma-sı, sanayi ve evsel ihtiyaçlar için fazla su çekilmesi olarak göste-riliyor. Sadece Sapanca ilçesi sı-nırları içinde de 20 civarında su firması bulunuyor ve bu firmalar da dolumlarını gölü besleyen kay-naklardan yapıyor.

İçme suyu havzası olan Sapanca Gölü, son yıllarda su kullanımı-nın artmasına rağmen bölgede yaşanan kuraklık nedeniyle gün-demdedir.

Sakarya’nın içme suyu havzası Sapanca Gölü’nden Sakarya’da oturan 700 bin kişi yararlan-maktadır. Son olarak Yuvacık Barajı’nda suların azalmasıyla Sapanca Gölü’nden Yuvacık’a yaklaşık 20 milyon metreküp su çekilirken, sanayi kuruluşlarının kullandıkları sularla birlikte göl-de 1 yıl içerisinde yaklaşık 170 milyon metreküp su alındığı bili-niyor.

Sapanca Gölü bataklığa dönüşme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Yet-kililerin, kontrollü su alınmasını sağlayarak buna bir an önce çö-züm bulmaları gerekmektedir.

-Sapanca Gölünden sanayi fab-rikalarına verilen su kesilme-lidir. (Alternatif olarak; Körfezden veya Karadeniz’den su çekilebilir - Sakarya nehrinden alınabilir - Me-len suyundan alınabilir)

-Sapanca Gölünü besleyen su kaynaklarındaki su şirketlerine sınırlama getirilmeli, gerekirse iptal edilmeliler. Genel halkın menfaati şahıs menfaatinin üzerindedir. (Firmalar doğal suyu şişeleyip satıyorlar)

-Sapanca Gölü çevresine yapı-laşmaya sınır getirilmeli (ya-pılaşma ve betonlaşmadan dolayı yağan yağmur suları toprak altına sızıp kaynak suyu olarak gölü bes-leyemiyor)

-Sapanca Gölü çevresindeki otoban ve D-100 karayolundan geçen araçların egzoz gazları, kurşunlar ve lastik partikülleri yağmur sularıyla ve havadan göle ulaşarak su kalitesini kim-yasal olarak bozuyor. (Yol atık-larının yağmur sularıyla göle ulaş-ması engellenmeli - egzoz gazlar da yeşillendirilmiş ağaç bitki örtüsüyle filtre edilmelidir)

-Sapanca Gölüne evsel ve sana-yi atıklarının karışması engel-lenmeli.

Su döngüsü bozulduğu zaman hem yer üstü hem de yer altı kaynaklarının bundan olumsuz

yönde etkilenir. Sapanca Gölü kıyısındaki artezyen kuyuları ve gölü besleyen dereler üzerinde kurulan su fabrikaları gölün bes-

lenmesinin önüne geçiyor.

Sapanca Gölü’ndeki kuraklığın etkilerini gözlemlemek için göle dalış yapan dalgıçlar, gölde kirli-lik nedeniyle suyun altında görüş mesafesinin yarım metreye kadar düştüğünü ve kabuklu hayvan dışında balık türüne de rastlan-madığını belirttiler. Dalgıçlar tek bir balıkla karşılaşılmazken, gölü alttan besleyen yeraltı sula-rı kaynağına da rastlanmadığını belirttiler. Göl tabanından su re-zervini desteklediği bilinen ince su kaynaklarını arayan ekip, ya-rım saatlik dalış boyunca kaynak bulamadıklarını belirttiler

Böyle bir gölü oluşturmanın ma-liyeti, kurtarma maliyetinden kat kat yukarıdadır.

Sorumluluk alalım.

SAPANCA BİTİYOR MU?Gazanfer ÜVEZ

35

Page 36: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

Gaz

anfe

r ÜV

EZ

Afrika’nın kara parçası en büyük olan Kuzey Sudan ülkesine gi-

diyoruz. Güney Sudan Hristiyanla-ra teslim edilmiş. Emperyalist dün-ya dengelerinde; petrol yatakları zengin olan, tropikal iklimine sa-

hip olan güney bölgesi iç karışıklık-lardan sonra Hristiyanlara teslim edilmiş. Çöl ikliminin hâkim oldu-ğu, doğal zenginliği olmayan kuzey bölgesi de Müslümanlara teslim edilmiş. Askeri darbe yapan Ömer el Beşir, 1989 dan itibaren iktidar-da. Sudan, daha önceleri mısır vali-liğine bağlı Osmanlı eyaleti idi.

10 kişilik heyet ile ziyaretimizi ger-çekleştiriyoruz. Ekibimizde bir pro-fesör, sünnet için sağlık memuru, iki iş adamı, iki basın mensubu, dört kişi de Ribat Eğitim Vakfı’nın hizmet kadrosuyla Sudan’ın baş-

kenti Hartum’a gittik. Hartum’da, 1850 yılları ile 2014 yıl-ları arası yaşam gözlemleniyor. Toprak ev yapan, evinde eşyası ol-mayan günü birlik yaşayanlar mevcut iken diğer yandan cip sü-ren bayan görüyorsunuz. Zengin ve fakir olarak İki uçurum arası hayat sürülüyor.

Sudan’lı kardeşlerimizin ataları kurtuluş savaşında gelip Anadolu topraklarında hilafet elden gitme-sin diye canlarını verip şehit ol-muşlardır. 21 yüzyıl Türkiyeli Müs-lümanları da, Allah’ın lütfuyla imkânları genişlemiş ve dünya Müslümanlarına karşı duyarlılıkla atılımlar yapmaktalar. İnsanlar, bizlerin insanlıkta karde-şidir. Sudan’dakiler imanda kardeş-lerimizdir. “Cennete giremezsiniz, iman etmedikçe, iman etmiş ola-mazsınız birbirinizi sevmedikçe”, “Kendiniz için istediğinizi kardeşi-niz için istemedikçe iman etmiş olamazsınız” düsturunca bizlere düşen sorumluluğu yerine getirme-miz gerekiyor.Havaalanında bizleri Hartum’da hizmetleri yürüten ekip tarafından karşılanıp, hizmetin merkezi olan Halil Akpınar Aşevine getirildik.

SUDAN HARTUM’A ZİYARETİM

36

Page 37: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

HALİL AKPINAR AŞEVİ3 idareci + 3 bayan hizmetli + (1 araç + 1 şoför) + 1 temizlikçi eki-binden oluşan 10 kişi ile merkezde hizmetler organize ediliyor ve yü-rütülüyor. Gerektiğinde 3 araç ki-ralanıyor.3000 kayıtlı yetim var. 1750 yeti-min muhatabı belli. Türkiye’deki hayırseverlerle eşleştirilmişler. Sakarya’dan da 40 yetimimiz var. Bunların aylık yetim bağış bedeli 25 liradır.Hafta sonu eğitime öğrenci geliyor. Yaygın eğitim, servisli 100 kişi olarak başlamış.Yetimler daha çok Darfur bölgesin-den, iç savaşlarda ölenlerin çocuk-larından oluşuyor.Aş evinin aylık toplam genel mas-rafları 17000 dolar. Anlaşılsın diye belirteyim. Aylık kişilere 100 dolar ücret veriliyor.Biz oradayken, aşevine gelen 250 yetime hediyeler ve harçlık takdi-minde bulunduk.

YETİMLERE YEMEK DAĞITIMI33 okula; 5 gün 1 öğün yemek da-ğıtımı yapılıyor. Okullar Cuma - Cumartesi tatil. Okullarda yemek dağıtımı yapılan çocukların yaşla-rı 7-12 yaş arası olarak değişiyor. Öğrencilerin %50’si yetim, diğer-leri fakirlerden oluşuyor.Yetimler devlet okulunda okuyor-lar. Ayrıca müstakil eğitim gören 60 kişilik sadece yetim okulumuz mevcut. Yetim ve fakirlerin tespiti, Hartum’da hizmet yapan bir hayır kurumu aracılığıyla yapılıyor.Okullar 4 bölgede bulunuyor. Böl-gelerde 1350 + 1350 + 2250 + 900 = 5850 çocuk bulunuyor. Okullar-da 100-150 yetim bulunuyor. Benim dağıtıma gittiğim okul, 4 erkek okulu ve 3 kız okulundan

oluşuyordu. 1350 yetim ve fakir-den oluşuyordu. Bıraktığımız bir günlük yemek ve sandviç büyük-lüğünde bir ekmek. Saat 11.00’de görevli kişilerin eliyle ekmek ara-sına birkaç kaşık çorba koyuluyor. Benim dağıtıma gittiğim gün mer-cimek çorbası verildi. Diğer gün onların çok sevdiği bakladan yapı-lan FUL yemeği dağıtıldı. (bir öğ-retmenin gözlemi: Saat 11.00’de yemek dağıtılıyor. Yemek dağıtıl-dıktan sonra çocuk ekmek arası yiyeceğini alıyor. Yarısını yiyor. Diğer yarısıyla okul kapısına gidip evden gelen diğer kardeşiyle pay-laşıp okula dönüyor.)Eğitim, karma eğitim değil. Erkek okulu başka mekânda, kız okulu başka mekânlarda bulunuyor. Okulları, Türkiye’deki mekânlarla kıyas götürmüyor. Sıra mı, dolap mı, kütüphane mi laboratuvar mı, kıyas yapacağımız hiçbir şey yok. Tek benzer tarafımız, onlar bizle-rin kardeşleri.

YETİM OKULU60 yetimden oluşuyor. Okul sevi-yesi 1.2.3. sınıflar. Yaş seviyeleri 7,8,9 yaşlarında erkek çocukların-dan oluşuyor. Ziyaretimizde ço-cuklar baştan aşağı giydirildi ve harçlık verildi.3 hoca 3 hizmetli bulunuyor. Ye-timhanenin aylık maliyeti 1500 dolar. Sınıfta olanı şöyleyim, çocu-ğun oturduğu sıra, yazı tahtası ve tavanda bir pervane.

SÜNNET MERASİMİTürkiye’de adı, sünnet olan uygu-lama Sudan’da asliyetini kaybet-memiş, HITAN olarak ismi devam ediyor.İbrahim Bey, ilk gün Sağlık Oca-ğında 65 kişiyi, İkinci gün aşe-vinde 28 kişiyi birlikte sünnet et-tik. Toplam 95 çocuk sünnet edildi, onlara da harçlık ve hedi-yeler verildi.Önceleri şüpheyle bakılan hıtan merasimine daha sonraları rağ-bet artıyor. Çocuk hıtan yapılınca ayağa kalkıp yürüyüp gidiyor.

SU KUYUSUDünyanın en uzun akarsuyu bulu-nan Sudan’da susuzluk var. Yerleşim düzeni, imkânsızlıklar ve göçlerle yerleşim bölgelerinde susuzluk mevcut.Bu sebeple Türkiyeli Müslümanla-rın gayretleriyle, oradaki iman kar-

37

Page 38: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların

deşimiz olan Sudanlılarla imkânlarımızı paylaşıyoruz. Şimdi-ye kadar Sudan’da ve Kamerun’da toplam 16 su kuyusu hizmete sunul-muş. Bizlerin ziyaretinde;Hz Osman kuyusu, 54 kişi tarafın-dan 17 000 dolara, Hz Musab bin Umeyr kuyusu, Kütahyalı bir kar-deşimiz özel gayretleriyle 19 000 do-lara, Menekşe Erkani su kuyusu, Menekşe Erkani tarafından, Hz Aişe kuyusu da, 5 kişi tarafından açtırıl-mıştır.Kuyu maliyeti 3500 dolar ile 20 000 dolar arasıdır. 3500 dolar olan kuyular tulumba şeklinde ve hizmet ömrü çok kısa oluyor. Maliyetler bi-raz fazla görünse de, Hartum’daki araştırmayla en düşük maliyete ya-pılmaktadır. Bazı malzemeler ithal ediliyor.10 000 litrelik depolarda su depo-lanıyor, motorla pompa edili-yor.150, 200 metre derinlikte su yatağına ulaşılıyor. Su kuyusu 2 ayda açılabiliyor. Ulaşılan su da-marı kaliteli ve devamlı oluyor. Za-manla sadece su kuyusu malzeme-lerinde bakım ihtiyacı olabiliyor. Su kuyusu yeri tespiti yapılırken, Hartum’lu yardım kuruluşuyla ve bürokrasiyle irtibatlı muamele ya-pılıyor..Su kuyusu açılan bölgeler göç al-maya başlıyor.Su kuyusu açılan bölgelerle, yar-dım irtibatı devam ediyor. Kurban-lar buralarda kesiliyor.Su kuyusu açmalarındaki sevinçle-ri, sizler adına bizleri daha da heye-

canlandırdı. Topluca bizleri coş-kuyla karşılıyorlar. İmkânlarınca ikramda bulunuyorlar. Merasimler yapılıyor, çocuklar, kadınlar ailele-riyle bizleri karşılıyorlar sevinçleri-ni sunuyorlar.

MESCİTHüseyin Akseki mescidi inşaatı devam ediyor. Mescidin inşa edil-diği bölgeye en yakın mescid 5 km uzakta. 200 kişilik mescidin maliyeti 20 bin dolar. inşallah 2014 yılında ibadete açılması planlanıyor.

ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİ YURDUAbdullah Büyük Hocamızın Afri-ka açılımında 3 K formülü bulu-nuyor. 1.K Karın,2.K Kafa, 3.K Kalptir.Afrika’daki kardeşlerimize Karın-larına hitap etmek güzel ama yet-mez. Bu ziyaretimizdeki en önem-li tablo şu idi. Üniversite yurdu gözlemimdi.Üniversite kız yurdu, 30 kapasite-li ve mevcut 15 öğrenci ile devam

ediyor, 2013’te yeni açılmış. Öğ-renciler, Sudan-Somali-Etopya-Nijerlilerden oluşuyor.Üniversite erkek yurdu, 75 kapa-siteli ve tamamen dolu. Öğrenci-ler artık referansla alınıyor. Öğ-renciler, Sudan - Somali - Etopya - Nijer - Güney Afrika - Kenya - Eritre - Kazakistan - Arnavutluk - Çin-Sri Lanka - Maldiv - Türkiyeli-lerden oluşuyor. Sakarya’dan 4 öğrencimiz bulunuyor.13 ülkeden öğrencinin 12 tanesi Türkiye’den. Diğer ülke öğrencileri periyodik zamanlarda Türkiye’ye getirile-cekler ve dünyanın her tarafına dağıldıklarında irtibatlı çalışma-ları yürütecekler.Bir öğrencinin, barınma ve ye-mek hizmeti (eğitim 150 dolar + 50 dolar harçlık = 200 dolar)Bu hizmetlerin yapılmasına, de-vam etmesine ve bundan sonra katkıda bulunan bütün herkese çok teşekkür ediyorum. Allah kendilerinden razı olsun ve hane-lerine nesillerine bereketler ih-san etsin.

38

Page 39: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların
Page 40: “Oyunkurucu”adabulteni.com/Files/41.pdfnına “mücahede, nefis tezkiyesi/ terbiyesi” adı verilir. Fikirsel ola-nına ise “içtihat” denir. Görülüyor ki inanan Müslüman-ların