Upload
others
View
3
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T.C
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİMDALI
DEPRESYON VE DİNDARLIĞIN BAZI TEZAHÜRLERİ
ARASINDAKİ İLİŞKİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA:
DENİZLİ İLİ ÖRNEĞİ
Alaaddin Attar DEBGİCİ
1330206204
YÜKSEK LİSANS TEZİ
DANIŞMAN
Prof.Dr.Hüseyin CERTEL
ISPARTA - 2016
i
T.C.
ii
T.C
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
YEMİN METNİ
Yüksek Lisans tezi olarak sunduğum “Depresyon ve Dindarlığın Bazı Tezahürleri
Arasındaki İlişki Üzerine Bir Araştırma: Denizli İli Örneği” adlı çalışmanın, tezin proje
safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel ahlak ve geleneklere
aykırı düşecek bir yardıma başvurulmaksızın yazıldığını ve yararlandığım eserlerin
Bibliyografya’da gösterilenlerden oluştuğunu, bunlara atıf yapılarak yararlanılmış
olduğunu belirtir ve onurumla beyan ederim.
Alaaddin Attar DEBGİCİ
15/04/2016
iii
ÖNSÖZ
Günümüzde insanoğlunun karşı koyamadığı en önemli olgu hiç şüphesiz
sosyalleşmedir. İletişim çağı ile birlikte bir başkasıyla etkileşim içerisine girmediğimiz
bir gün bile olmamaktadır. Fakat sosyalleşmenin artması insanoğlunun kendi içinde git
gide yalnızlaşmasını engellememektedir. İşte bu yüzden psikolojik açıdan dayanıklılık,
ruh sağlığı açısından oldukça önemli bir hal almaktadır. Psikolojik dayanıklılık ya da
diğer bir yönüyle insanların depresyon eğilimi onların kişiliklerinin en önemli
şekillendiricilerinden birisi olan dinden hiç şüphesiz etkilenmektedir. Çünkü din, insan
kişiliğini doğrudan etkilemekte bu da davranışlarında ve olaylara bakış açısında dolaylı
etki sağlamaktadır.
1980’li yıllarda “Sizin için hayatta en önemli şey nedir?” sorusuna “Sevgi”
cevabı verilirken günümüzde bu cevabın yerini “Para” almıştır. İnsanlar parayı yani
maddesel gücü tüm sorunların bir çözümü gibi görse bile, paranın insanı mutlu
etmediğinin birçok örneği vardır. Para, ihtiyaçları giderme veya yaşam kalitesini artırma
adına önemliyken, kişinin mutlu olması ya da hayatta her şeyin istediği gibi gitmesinde
hiçbir güce sahip değildir. İşte bu durum, insanın içindeki boşluğun ve yalnızlaşmanın
esas sebebinin manevî boşluktan kaynaklandığını düşündürmektedir. Bu nedenle din ve
insan ilişkisi, din ve insanın ruhsağlığı ilişkisi, bilim dünyasında gittikçe artan bir merak
uyandırmaktadır.
Alan araştırması olarak tasarladığımız bu çalışmada, dindarlık ve depresyon
arasındaki ilişki ve etkileşim, demografik özellikler dikkate alınarak, Denizli örneklemi
üzerinden incelenmiştir. Bu araştırmamızda bireylerin depresyon düzeylerini ortaya
çıkarmak ve bireylerin depresyon düzeyleri ile dindarlık düzeyleri arasında nasıl bir
ilişki olduğunun araştırılması temel problem olarak kabul edilmiş ve böylece son
yıllarda gittikçe önemi artan din psikolojisi alanına katkıda bulunulması hedeflenmiştir.
Bu çalışmanın gerçekleşmesi için büyük bir özveriyle destek veren, teşvik eden,
önerileri ile yol gösteren tez danışmanım ve değerli hocam Prof. Dr. Hüseyin
CERTEL’e ve akademik eğitimim süresince değerli zamanını ayırarak bilgi ve
deneyimlerini benimle paylaşan hocam Prof. Dr. Habil ŞENTÜRK’e sonsuz
teşekkürlerimi sunuyorum.
iv
(DEBGİCİ, Alaaddin Attar, Depresyon ve Dindarlığın Bazı Tezahürleri Arasındaki
İlişki Üzerine Bir Araştırma: Denizli İli Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Isparta, 2016)
ÖZET
Bu araştırmanın amacı, cinsiyet, medeni durum, yaş, eğitim durumu, aylık gelir
gibi bir takım değişkenleri değerlendirerek dindarlık nitelikleri ile depresyon düzeyleri
arasındaki ilişkinin incelenmesidir. Veri toplamak amacıyla bu çalışma için
oluşturulmuş anket ve “Beck Depresyon Envanteri” uygulanmıştır. Katılımcıların
%47,1’i 23-32, %22,2’si 33-40 yaş grubundadır. Yarısından çoğu (%71,9) kadındır.
Yine yarısından çoğu (%69,8) üniversite mezunudur. %48,7’si 1500-3000 TL arası
gelire sahiptir. Yarısından fazlası (%55,9) ailesini dindar olarak ifade etmiştir.
Katılımcıların yaşları arttıkça depresyon düzeylerinin düştüğü görülmüştür. Aynı
zamanda depresyon düzeyi kadınlarda erkeklere oranla daha fazla görülmüştür. Eğitim
ve aylık gelir arttıkça depresyon azalmaktadır. Medeni durum ve hayatının herhangi bir
döneminde din eğitimi alma durumu ise depresyonda faktör sebebi olarak
belirlenmemiştir. Ailesinin dindar olmadığını ifade eden katılımcıların en düşük toplam
depresyon düzeyine sahip oldukları görülmektedir. Nadiren dua edenlerin yüksek
depresyon ortalamaları saptanmıştır. Namaz kılma sıklığı açısından en düşük depresyon
puan ortalaması beş vakit namaz kılanlara aittir. Diğer bir ibadet türü olarak
katılımcıların oruç tutma sıklıklarına göre ortalamaları incelendiğinde; tamamını
tutanların yine depresyon puan ortalamalarının en düşük düzeyde oldukları fark
edilmektedir. Dolayısıyla, dindarlığın etki boyutunda dini yönelim arttıkça depresyon
düzeyleri düşmektedir.
Anahtar Kelimeler: Din, depresyon, dindarlık
v
(DEBGİCİ, Alaaddin Attar, A Research About a Relationship Between The Appearance
of Depression and Religion The City of Denizli Sample, Isparta, 2016)
ABSTRACT
The purpose of this research is evaluating the relationship between religiosity
and depression in order to characteristics such as income level, sex, marital status, age,
education level. An Questionnaire is constructed for this study to collect data and "Beck
Depression Inventory" was applied. 47.1% of the participants were between age 23-32
and 22.2% of them were 33-40. More than half (71.9%) were female and university
graduates (69.8%). 48.7% of them has 1500-3000 TL monthly income. More than half
(55.9%) stated that they have a religious family. The results indicated that with age the
level of depression decreases. Moreover, the level of depression is higher in females
than in males. Depression rates correlates negatively with income and the level and
educational level of the participants. The study identified no variable relationships
between marital status and having religious education during any period of their life
with depression. Participants expressing coming from non-religious families reported
having the lowest levels of depression. Participants who declared that they are praying
rarely have higher depression scores. When participants were analyzed according to the
frequency of prayer, those who pray five times a day were seen to have the lowest
meanscore of depression. When participants were segmented according to frequency of
fasting during Ramadan as another kind of worship; it is seen that participants that fast a
whole month during Ramadan have the lowest level of depression scores. Overall the
level of piety is negatively correlated with depression: as religious orientation increases
the level of depression decreases.
Keywords: Religion, depression, religiosity
vi
İÇİNDEKİLER
Sayfa No
TEZ SAVUNMA SINAV TUTANAĞI ......................................................................... 1
YEMİN METNİ .............................................................................................................. 1
ÖNSÖZ ............................................................................................................................. 1
ÖZET ................................................................................................................................ 1
ABSTRACT ..................................................................................................................... 1
İÇİNDEKİLER ............................................................................................................... 1
TABLOLAR DİZİNİ ...................................................................................................... 1
KISALTMALAR DİZİNİ .............................................................................................. 1
GİRİŞ ............................................................................................................................... 1 A) ARAŞTIRMANIN KONUSU .................................................................... 1
B) ARAŞTIRMANIN AMACI ........................................................................ 1
C) ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ ........................................................................ 2
D) ARAŞTIRMANIN TEMEL PROBLEMLERİ ........................................... 3
E) ARAŞTIRMANIN HİPOTEZLERİ ............................................................ 4
1) Temel Hipotez ......................................................................................... 4
2) Depresyon Düzeyi ve Demografik Değişkenlerle İlgili Hipotezler ........ 4
F) ARAŞTIRMANIN VARSAYIMLARI ....................................................... 5
G) ARAŞTIRMANIN SINIRLILIKLARI ....................................................... 6
H) KONUYLA İLGİLİ ÇALIŞMALAR ......................................................... 6
1) Türkiye de Yapılan Araştırmalar ............................................................ 6
2) Türkiye Dışında Yapılan Araştırmalar ................................................... 9
BİRİNCİ BÖLÜM
KAVRAMSAL ÇERÇEVE
1.1. DİN VE DİNDARLIK KAVRAMLARI ........................................................................... 14
1.1.1. Din Nedir ........................................................................................................ 14
1.1.2. Dindarlık Kavramı ........................................................................................ 16
1.1.3. Dindarlığın Boyutları ..................................................................................... 19
1.1.3.1.İnanç Boyutu ................................................................................. 21
1.1.3.2.İbadet Boyutu ............................................................................... 21
1.1.3.3.Duygu Boyutu .............................................................................. 22
1.1.3.4.Bilgi Boyutu ................................................................................. 23
1.1.3.5.Etki Boyutu ................................................................................... 23
1.1.4. Dindarlık Tipleri ............................................................................................ 27 1.2. DEPRESYONUN TANIMI ............................................................................................... 32
1.2.1.Tarihçesi ........................................................................................... 34
1.2.2. Depresyonun Nedenleri ................................................................... 35
1.2.2.1. Psiko-sosyal Faktörler ................................................................. 35
1.2.2.2. Kalıtsal Faktörler ......................................................................... 36
1.2.3.3. Biyolojik Faktörler ...................................................................... 37
vii
1.2.3. Tanı Kriterleri ....................................................................................................... 37
1.2.4. Depresyonun Risk Faktörleri ............................................................................... 38
1.2.4.1. Sosyal Yaşam Olayları ................................................................ 39
1.2.4.2. Irk ve Etnik Gruplar ..................................................................... 39
1.2.4.3. Cinsiyet ........................................................................................ 39
1.2.4.4. Yaş ............................................................................................... 40
1.2.4.5. Medeni Durum ............................................................................. 40
1.2.4.6. Sosyo Ekonomik Durum ............................................................. 41 1.2.5. Türleri ................................................................................................................... 41
1.2.5.1. Major Depresyon ......................................................................... 41
1.2.5.2. İki Uçlu Depresyon ...................................................................... 42
1.2.5.3. Distimik Depresyon ..................................................................... 42
1.2.5.4. Reaktif Depresyon ....................................................................... 43
1.2.5.5. Maskeli Depresyon ...................................................................... 43
1.2.5.6. Doğum Sonrası Depresyonu ........................................................ 43
1.2.5.7. Çocukluk ve Ergenlik Depresyonu .............................................. 44 1.2.6. Depresyonun Belirtileri ......................................................................................... 45
1.2.6.1. Bilişsel (Kognitif) Belirtiler.......................................................... 46
1.2.6.2. Duygusal Belirtiler ....................................................................... 49
1.2.6.3. Davranışsal Belirtiler .................................................................... 50
1.2.6.4. Fizyolojik Belirtiler ...................................................................... 51 1.2.7. Depresyonun Tedavisi ........................................................................................... 53
1.2.7.1. İlaç Tedavisi ................................................................................ 53
1.2.7.2. Psikoterapi ................................................................................... 53
1.2.7.3. Dini (Pastoral) Danışmanlık ........................................................ 54 1.3. DEPRESYON VE DİNDARLIK ....................................................................................... 55
1.3.1. Depresyon ve Dindarlık İlişkisi ...................................................... 55
1.3.2. Dindarlık ve Ruh Sağlığı İlişkisini Etkileyen Demografik Değişkenler . 57
1.3.3. Dindarlık ve Kaygı ......................................................................... 58
1.3.4. İbadetler ve Psikolojik Destek ........................................................ 60
İKİNCİ BÖLÜM
YÖNTEM
2. YÖNTEM ............................................................................................................................... 63
2.1. Araştırmanın Modeli ......................................................................... 63
2.2. Evren ve Örneklem ............................................................................ 63
2.3. Veri Toplama Araçları ....................................................................... 63
2.3.1. Kişisel Bilgi Formu ........................................................................ 63
2.3.2. Beck Depresyon Ölçeği .................................................................. 63
2.4. Uygulama .......................................................................................... 65
2.5. Verilerin İstatistiksel Analizi ............................................................. 65
viii
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ARAŞTIRMA BULGULARI VE DEĞERLENDİRME
2. ARAŞTIRMA BULGULARI VE DEĞERLENDİRME .................................................... 67
3.1. Katılımcıların Demografik Özelliklere Göre Dağılımları ..................... 67
3.2. Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği Puan Ortalamaları ................... 69
3.3. Katılımcıların BDÖ. Puanlarının Demografik Özelliklere Göre Ortalamaları 69
3.3.1. Yaş ve Depresyon Düzeyi .................................................................. 70
3.3.2. Cinsiyet ve Depresyon Düzeyi ........................................................... 70
3.3.3. Eğitim Durumu ve Depresyon Düzeyi ............................................... 71
3.3.4. Sosyo-Ekonomik Durum ve Depresyon Düzeyi ................................ 72
3.3.5. Medeni Durum ve Depresyon Düzeyi ................................................ 74
3.4. Subjektif Dindarlık Algısı ve Depresyon Düzeyi .................................. 74
3.4.1. Ailenin Subjektif Dindarlık Algısı ve Depresyon Düzeyi .................. 75
3.4.2. Bireylerin Subjektif Dindarlık Algıları ve Depresyon Düzeyi .......... 76
3.4.3. Din Eğitimi Alma Durumu ve Depresyon Düzeyi ............................. 78
3.4.4. Din Eğitimi Alınan Yer ve Depresyon Düzeyi ................................... 79
3.4.5. Namaz Kılma Sıklığı ve Depresyon Düzeyi....................................... 80
3.4.6. Oruç Tutma Durumu ve Depresyon Düzeyi ....................................... 81
3.4.7. Dua Etme Sıklığı ve Depresyon Düzeyi ............................................. 82
3.5. SONUÇ VE ÖNERİLER ...................................................................... 85
KAYNAKÇA .............................................................................................. 91
EKLER ....................................................................................................... 101
ÖZGEÇMİŞ ............................................................................................... 105
ix
TABLOLAR DİZİNİ
Tablo 1. Beck Depresyon Ölçeği Güvenirlik Analizleri………………………………………..64
Tablo 2. Demografik Özellikler………………………………………………………………...67
Tablo 3. Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği Ortalamaları………………………….………69
Tablo 4. Katılımcıların Yaş Grubuna Göre Beck Depresyon Ölçeği Ortalamaları……….…….70
Tablo 5. Katılımcıların Cinsiyete Göre Beck Depresyon Ölçeği Ortalamaları…………………70
Tablo 6. Katılımcıların Eğitim Durumu Göre Beck Depresyon Ölçeği Ortalamaları…………..71
Tablo 7. Katılımcıların Aylık Gelir Düzeyine Göre Beck Depresyon Ölçeği Ortalamaları……72
Tablo 8. Katılımcıların Medeni Durumuna Göre Beck Depresyon Ölçeği Ortalamaları……….74
Tablo 9. Katılımcıların Ailesinin Dindarlık Düzeyine Göre BDÖ Ortalamaları……………….75
Tablo 10. Katılımcıların Dindarlık Düzeyine Göre Ortalamaları Beck Depresyon Ölçeği…….76
Tablo 11. Katılımcıların Din Eğitim Durumuna Göre Beck Depresyon Ölçeği Ortalamaları….78
Tablo 12. Katılımcıların Din Eğitimi Aldığı Yere Göre Beck Depresyon Ölçeği Ortalamaları..79
Tablo 13. Katılımcıların Namaz Kılma Sıklığına Göre Beck Depresyon Ölçeği Ortalamaları...80
Tablo 14. Katılımcıların Oruç Tutma Durumuna Göre Beck Depresyon Ölçeği Ortalamaları...81
Tablo 15. Katılımcıların Dua Etme Sıklığı Göre Beck Depresyon Ölçeği Ortalamaları……….82
x
KISALTMALAR DİZİNİ
a.g.e. Adı geçen eser
a.g.m. Adı geçen makale
agmd Adı geçen madde
Akt Aktaran
Ark. Arkadaşları
BDÖ. Beck Depresyon Ölçeği
bknz. Bakınız
C. Cilt
Çev. Çeviren
der. Derleyen
Diğ. Diğerleri
DSM. Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı
Ed. Editör
nakl. Nakleden
No Numara
s. Sayfa
S. Sayı
vb. Ve benzeri
vd. Ve devamı
vs. Vesaire
P Anlamlılık
R Korelasyon
N Toplam
Üniv. Üniversitesi
Yay. Yayınları
BDÖ Beck Depresyon Ölçeği
GİRİŞ
A)
B) ARAŞTIRMANIN KONUSU
1
GİRİŞ
A) ARAŞTIRMANIN KONUSU
Bugün psikolojik rahatsızlıkların birçoğunda dikkati çeken durum, bu
rahatsızlıkların temelinde; hayatı anlamlandıramama, güvensizlik ve kaygı duyma gibi
problemlerin izlerine çokça rastlanmasıdır. Horney, kaygıları ve bunlara karşı
oluşturulan savunmaları bütün nevrozlarda temel etken olarak görmektedir. Ona göre
nevrotik süreci devreye sokan ve etkinliğini sürdüren motor güç kaygıdır (Horney
1998:19). Bu ve bunun gibi birçok nedenden dolayı insan ve insan psikolojisiyle ilgili
yapılan çalışmalar gittikçe önem kazanmaktadır. İnsan psikolojisinin kalıtımsal ya da
sosyal süreçlerden nasıl etkilendiği araştırılmakta fakat özellikle manevî etki üzerinde
pek durulmamaktadır. Bunda içinde bulunduğumuz çağda insanların manevî olarak
inandıkları değerlerden uzaklaşmaya başlamaları ve değerlerin sadece birer slogandan
ibaret olmaya başlaması etkili olmaktadır. Fakat buna rağmen din, sosyal olarak da
birey olarak da hala gizli ya da açık etkisini sürdürmektedir. Siyasetten ekonomiye,
sosyal hayattan gündelik yaşama, hatta ülkeler arası ilişkilere kadar birçok konuda din
birey üzerinde etkisini yitiriyor gibi görünse bile ciddi bir etkiye sahiptir. Özellikle,
modernleşmeyle birlikte, değer yargılarımızın ve dünyaya bakış açımızın yeni bir
düzleme çekilmesiyle, sadece günlük yaşantılarımız değişmekle kalmadı, yeni bazı
problemler de bu süreçle birlikte hayatımıza girmiş oldu (Giddens 2004: 104). Din, işte
bu dönemde insanı ruhsal olarak rahatlatan, ona iç huzuru sağlayan, enerji veren bir güç
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Alan araştırması olarak tasarlanan bu çalışmanın konusu, “Yetişkin bireylerin
dindarlık derecesi ile depresyona yatkınlık ve depresyonla başa çıkma durumları
arasındaki ilişki” dir.
B) ARAŞTIRMANIN AMACI
Depresyon ve dindarlığın bazı tezahürleri arasındaki ilişkiyi konu edinen bu
araştırmanın amacı, bireylerde depresyon ve dindarlık olgularının tespiti ve birbirleriyle
ilişkilerinin analizidir. Diğer bir ifadeyle, araştırmamızın temel amacı, “Depresyon ve
2
dindarlığın bazı tezahürleri arasında bir ilişki var mıdır, varsa ne yönde bir ilişki
vardır?” sorusuna cevap aramaktır.
C) ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ
Din; bireyleri sabretmeye, fedakarlıklara ve mücadele etmeye yönlendirerek
yaşamlarında karşılaşacakları acıların ve çeşitli rahatsızlıkların kötü etkilerini azaltan,
hayatla bağlarını güçlendiren ve motive eden bir olgu olarak kişinin ruhsal durumunu
stabilize edebilmekte, bununla beraber hayatla ilgili sorularına cevap vererek
sorumluluk bilincini geliştirip kişilik gelişimine yardım etmektedir. Hayata anlam
kazandırabilmek tüm dinlerin ve inançların temelinde yatmaktadır. Bireyler, dinî
inançlarından güç alarak karşılarına çıkacak problemleri çözebilmekte, yaşadıkları stres
ve depresyonu engelleyebilmektedirler (Cengil 2003: 129-147).
Dinin depresyon üzerindeki etkisi 3 şekilde açıklanabilmektedir. İlk olarak,
toplumsal bağlılık argümanı doğrultusunda din bireylere toplumsal bir destek
sunmaktadır. Kişiyi duygusal anlamda destekleyen bu toplumsal birlik, kişilik
gelişiminde depresyon risklerini de azaltacak bazı yararlar sağlamaktadır. Bir diğeri,
tutarlılık argümanı üzerinden bakıldığında din, kişinin kaderine razı gelmediği zor
durumlarda umut verme ve iyimserliğe yönlendirme ile depresyon eğilimini
azaltacaktır. Üçüncüsü ise theodicy argümanıdır ve dinin kişilerin yaşadıkları keder ve
acıya kötü bakmalarını önleyerek iyimserliğe yönlendirmesidir (Stack 1980: 75-84).
Azhar ve Varma (1994) yaptıkları bir klinik araştırmada, dinî terapinin
sonuçlarını önemli kayıplar vermiş dindar 30 Malezyalı üzerinde analiz etmişlerdir.
Tüm denekler kısa süreli psikoterapi almışlar ve anti-depresan kullanmışlardır. Ayrıca
deneklerden 15 tanesi kayıplara dair dini konuların da konuşulduğu bir psikoterapiye
daha katılmışlardır. Dini terapi gören grubun 6 ay sonunda kontrol grubundakilere göre
daha fazla iyileşme gösterdikleri saptanmıştır. Elde ettikleri sonuçlara göre kayıp
yaşamış dindar hastalarda normal tedavinin yanında dinî psikoterapinin de
kullanılmasının yararlı olduğunu vurgulamışlardır. Çeşitli bozukluklara sahip
Müslümanlar üzerinde yapılmış çalışmalarda da buna benzer sonuçlar elde etmişlerdir
(Azhar 1995:1-3).
3
Literatürdeki din ile depresyon arasındaki bağlantıyı araştıran çalışmaların
incelenmesi sonucunda, dindarlık ve depresyon arasındaki ilişkinin eğrisel olduğu fark
edilmiştir. Buna bağlı olarak hem aşırı dindarların hem de hiç dindar olmayanların
depresyon belirtileri daha yüksek seviyelerde görülmüştür. Araştırmacılar, din ve
depresyon bağlantısında kalıtımsal ve çevresel olarak sayılabilecek tüm gelişimsel
etkilerin, dinin madde bağımlılığını engelleyici etkisinin, din ile gelen toplumsal
desteğin, dinin başa çıkmaya yardımcı oluşunun, dinin ıstıraplar ve hastalıklara mana
vererek bilişsel bir plan kurmasının, fedakârlığa yönlendirerek kişinin kendi
problemlerinden uzaklaşmasını sağlamasının da etkili olma ihtimalleri üzerinde
durmuşlardır (Dein 2006:2).
Görüldüğü gibi günümüzde depresyonun giderek yaygınlaşması, bu alanda dinin
de önemi artırmıştır. Günümüz insanlarının sahip oldukları değerlerden uzaklaşmaları
onları gün geçtikçe inançsızlığa sürükleyebilmekte bu da ciddi bir ruhsal boşluğa yol
açmaktadır. Birey olarak insanın yaşadığı bu ruhsal çökkünlük hali, aynı zamanda onun
toplumsal ilişkilerine de zarar vermektedir. Sadece bireyin manevî hayatı üzerinde
değil, toplumsal hayatı üzerinde de etkiye sahip olan dinin depresyon üzerindeki etkisi
işte bu yüzden oldukça önemlidir. Bu araştırmanın amacı da alan uzmanlarının henüz
yeterince yönelmediği bu konuda bir fikir ortaya koyabilmektir.
D) ARAŞTIRMANIN TEMEL PROBLEMLERİ
Araştırmanın temel problemi, yetişkinlerde depresyonla dindarlık arasında bir
ilişki var mıdır, varsa bu ilişkinin yönünün ne olduğudur. Ayrıca çalışmada, şu alt
problemlere cevap aranacaktır.
1- Araştırmaya katılan bireyler sosyo-demografik değişkenler (eğitim durumu,
medeni durum, cinsiyet, yaş, gelir durumu, bireyin algılanan dindarlığı, din eğitimi alıp-
almama durumu, din eğitiminin alındığı yer ve ailenin dindarlık düzeyi) açısından nasıl
bir dağılım göstermektedirler?
2- Araştırmaya katılan bireyler öznel dindarlık algıları bakımından nasıl bir
dağılım göstermektedirler.
3- Bireylerin Beck Depresyon Envanteri’nde yer alan alt ölçeklerdeki düzeyleri
nedir?
4
4- Bireylerin öznel dindarlık algıları sosyo-demografik değişkenlere (eğitim
durumu, medeni hal, cinsiyet, yaş, gelir durumu, bireyin algılanan dindarlığı, din eğitimi
alıp-almama durumu, din eğitiminin alındığı yer ve ailenin dindarlık düzeyi) göre
farklılaşmakta mıdır? Dindarlık düzeyleri ve öznel dindarlık ile sürekli değişkenler (yaş,
gelir durumu vs.) arasında nasıl bir ilişki vardır?
5- Bireylerin depresyon düzeyleri ile sosyo- demografik değişkenlere (eğitim
durumu, medeni hal, cinsiyet, yaş, gelir durumu, bireyin algılanan dindarlığı, din eğitimi
alıp-almama durumu, din eğitiminin alındığı yer ve ailenin dindarlık düzeyi) göre
değişmekte midir? Bireylerin depresyon düzeyi ile sürekli değişkenler (yaş, gelir
durumu vs.) arasında nasıl bir ilişki vardır?
6- Bireylerin öznel dindarlık algıları ile depresyon düzeyleri arasında nasıl bir
ilişki ve etkileşim vardır? Öznel dindarlık algılarına göre depresyon düzeylerinde bir
farklılaşma söz konusu mudur?
E) ARAŞTIRMANIN HİPOTEZLERİ
Dindarlık düzeyi, depresyon ve demografik değişkenler arasındaki ilişki
bakımından araştırmamızın hipotezleri şunlardır;
1- Temel Hipotez
Bireylerin algılanan dindarlık düzeyi ile depresyon düzeyleri arasında anlamlı
bir ilişki vardır. Bireylerin algılanan dindarlık düzeyi yükseldikçe depresyon düzeyleri
düşmektedir.
2- Depresyon Düzeyi İle Demografik Değişkenlerle İlgili Hipotezler
1. Depresyon düzeyleri bireylerin algılanan dindarlık düzeyine göre anlamlı
farklılık göstermektedir. Kendilerini dindar ve çok dindar olarak algılayan bireylerin
depresyon düzeyleri daha düşüktür.
2. Depresyon düzeyleri ailenin dindarlık düzeyine göre anlamlı farklılık
göstermektedir. Ailelerini dindar ve çok dindar olarak algılayan bireylerin depresyon
düzeyleri daha düşüktür.
3. Bireylerin depresyon düzeyleri din eğitimi alma durumuna göre anlamlı
farklılık göstermektedir. Dini eğitim alan bireylerin depresyon düzeyleri daha düşüktür.
5
4. Bireylerin depresyon düzeyleri din eğitim alınan yere göre anlamlı farklılık
göstermektedir. Dini eğitimini cami ve okul kursunda aldığını söyleyenlerin depresyon
düzeyleri daha düşüktür.
5. Bireylerin depresyon düzeyleri namaz kılma sıklığına göre anlamlı farklılık
göstermektedir. Beş vakit namaz kılanların depresyon puanı en düşüktür.
6. Bireylerin depresyon düzeyleri ile oruç tutma durumu arasında anlamlı bir
farklılık göstermemektedir. Oruç tutma sıklığı bireylerin depresyon düzeyleri üzerinde
bir etkiye sahip değildir.
7. Bireylerin depresyon düzeyleri dua etme sıklığına göre anlamlı farklılık
göstermektedir. Her zaman dua edenlerin depresyon puanı nadiren dua edenlerden daha
düşüktür.
8. Yaş değişkeni ile depresyon arasında anlamlı bir ilişki bulunmaktadır. Yaş
arttıkça bireylerin depresyon puanı artmaktadır.
9. Cinsiyet değişkeni ile depresyon arasında anlamlı bir ilişki bulunmaktadır.
Kadınların depresyon puanı erkeklere göre daha düşüktür.
10. Mezuniyet değişkeni ile depresyon arasında anlamlı bir farklılık
bulunmaktadır. Kişilerin eğitim seviyesi arttıkça depresyon puanı düşmektedir.
11. Aylık gelir değişkeni ile depresyon arasında anlamlı bir farklılık
bulunmaktadır. Katılımcıların gelir seviyesi arttıkça depresyon puanı düşmektedir.
12. Medeni hal değişkeni ile depresyon arasında anlamlı bir farklılık
bulunmaktadır. Evlilerin depresyon puanı bekârlardan daha yüksektir.
3- ARAŞTIRMANIN VARSAYIMLARI
1. Araştırmaya katılan bireylerin anketlere verdikleri cevaplar, gerçek algılarını
yansıtmaktadır.
2. Seçilen örneklem evreni temsil edebilecek büyüklüktedir.
3. Araştırma kapsamı içerisindeki bireyler, evren grubunu yeterli düzeyde temsil
etmektedir.
4. Kullanılan istatistiksel teknikler amaca uygundur.
5. Kullanılan anketler istatistiksel açıdan güvenilirdir.
6
4- ARAŞTIRMANIN SINIRLILIKLARI
1- Araştırma Denizli ilinde yaşayan bireyler üzerinde uygulandığından, sonuçlar
Denizli ilinde yaşayan bireylerle sınırlıdır.
2- Araştırma verileri 2014 yılında Denizli İlinde yaşayan örneklem grubundan
elde edildiği için araştırma yapıldığı zaman kesitiyle sınırlıdır.
3- Araştırmada elde edilen veriler, bu araştırmada kullanılan “Beck Depresyon
Ölçeği” nin geçerlik ve güvenirliği doğrultusunda ölçtüğü kadarıyla ve bu ölçeklerdeki
değişkenlerle sınırlıdır.
4- Araştırma, “Dindarlık”, “Depresyon” düzeylerini etkileyeceği düşünülen
incelediğimiz faktörler ile sınırlı olup, dindarlık ve depresyon üzerinde etkili olabilecek
başka faktörler araştırmada ele alınmamıştır.
5- Bulgular kullanılan yöntem ve tekniklerle sınırlıdır.
6- Bulgular veri toplama araçlarıyla sınırlıdır.
7- Konu, araştırmacının ulaşabildiği kaynaklardan elde ettiği verilerle sınırlıdır.
H) KONUYLA İLGİLİ ARAŞTIRMALAR
1. Türkiye de Yapılan Araştırmalar
Literatürde, Türkiye’deki dindarlık ve depresyon arasındaki bağlantıyı inceleyen
araştırmalar oldukça az sayıdadır. Spesifik olarak Türk Müslüman toplum yapısındaki
dindarlık ve depresyon bağlantısı hakkında veri girişi yok denecek kadar azdır. Bu
konudaki en geçerli sebep, psikologların depresyon çalışmalarını yürütürlerken
dindarlığı genel geçer etkiler yaratan bir faktör olarak saymamalarıdır. Dini inançların
insan psikolojisine etkileri Batı ülkelerinde araştırılması gereken konular arasına
girebilmişken, Türkiye’de tercih edilmemenin yanında kaçınılan da bir konu olmakta
devam etmektedir. Din psikolojisi üzerine yapılan çalışmaların benzer konuları
aydınlatmadaki önemini buradan anlayabiliriz. Ancak henüz din psikologlarının
araştırmaları literatürde bir açık kapatacak yeterliliğe ulaşmamıştır. Alan dahilinde olan
araştırmalardan belli başlı olanlarını sayabiliriz. Şöyle ki:
Tevfik Özcan’ın (1966) Angoisse (Sıkıntı) (Dynamique Psychiatrie’de Dinî
Nazariye) çalışması, ruhsal bunalımların temel sebebinin dinden uzaklaşma ve
7
tatminsizlik faktörü olduğunu aktarmaktadır. Özcan’a göre, akıl sağlığında bozulma
dinden uzaklaşma ile ortaya çıkmaktadır ve eserinde de bunu anlatmıştır.
Recep Yaparel tarafından 1987 yılında yapılan “Yirmi-Kırk Yaşlar Arası
Kişilerde Dinî Hayat ile Psiko-Sosyal Uyum Arasındaki ilişki Üzerine Bir Araştırma”
isimli çalışmada, ilk yetişkinlik diye tabir edilen 20-40 yaş aralığında kişinin içinde
bulunduğu dinî yaşayış süreci ve kişinin psikolojik sağlığı arasındaki bağlantı
incelenmiştir. Dinî yaşayışın yaşa bağlı değişimi de bu çalışmanın parametrelerinden
biri olmuştur. Çıkan sonuçlar sabit bir etkinin olmadığını, 23 ile 28 yaş arasındaki
bireylerin ibadetle beraber depresyon özellikleri artma gösterirken 29 ile 33 yaş
aralığında ibadet depresyonu azaltır niteliğe dönmüştür.
Yine Yaparel’in 1994 yılında yaptığı “Depresyon ve Dinî İnançlar ile Tabiatüstü
Nedensel Yüklemeler Arasındaki İlişkiler” ismindeki farklı bir araştırmasında 139
öğrenciden oluşan bir grup üzerinde çalışarak depresyon ve doğaüstü nedensel
yüklemeler arasındaki bağlantıyı kurmaya çalışmıştır. Araştırmasındaki temel
paradigma Beck Depresyon Ölçeği’dir. Elde ettiği sonuca göre depresif olarak
gruplanmış ancak gerçekten depresyonda olmayan kişilerin başlarına gelen negatif
durumları Allah ya da kader benzeri kişiden bağımsız sebeplere bağladıkları çıkarımını
yapmıştır. Bireyi umutsuzluğa sürükleyecek kadar büyük sakatlık, kanser gibi
örneklerde kesinlikle kaderci yaklaştıkları ve özellikle “dindar yüklemeciler” tarafından
sıklıkla tercih edildiği tespit edilmiştir.
Bir diğer çalışma olarak Doğan’ın (1997) “Duanın Psikolojik ve Psikoterapik
Etkileri”; isimli çalışmasına bakabiliriz. İsminden de anlaşılacağı üzere Doğan dua
etmenin kişinin ruh sağlığına etkileri ve terapi özelliği olup olmadığını incelemiştir.
Farklı yaş gruplarından örneklemeler yapılan ve Türkiye’nin üç şehrinde yürütülen
anket çalışmasının sonucuna göre, duanın iyileştirici özelliğinin olduğu olaylarla
örneklendirilerek açıklanmıştır.
Güngördü (2001) tarafından hazırlanan yüksek lisans tezinin başlığı ise oldukça
dikkat çekicidir. “Allah’a Atfedilen Özellikler ile Depresyon Arasındaki İlişki Üzerine
Bir Çalışma”; isimli bu eserde İzmir’in önde gelen iki üniversitesinden olan Dokuz
Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve Ege Üniversitesi Sosyoloji Bölümü
öğrencilerinden oluşan 152 kişilik bir grup üzerinde Spilka Ölçeği, Beck Depresyon
Envanteri ve Spilka Allport Tutum Ölçeği kullanılarak inceleme yapılmıştır. Elde edilen
8
bulgularda, Allah’a atfedilen özelliklerin depresyonla bağlantısı tespit edilememiştir.
Etkili olanın dindarlık değil, inanış biçimi olduğu ortaya çıkmıştır. Kimi zaman inancın
insanı depresyona ittiği de görülmüştür. Bireyin Allah’la ve dinle ilişkili duygularına
göre din kimi zaman güvenli bir liman, kimi zaman da korkulu bir rüya haline
gelebilmektedir.
Başka bir çalışma da Cengil (2003) tarafından hazırlanmıştır. “Depresyonu
Önlemede Dinî İnancın Koruyucu Rolü” isimli teorik seviyeli araştırmasında Cengil,
dindarlık ve depresyon arasındaki ilişkinin iki farklı biçimi olduğunu tartışmıştır.
Bunlardan ilki insanın iç huzurunu arttıran dinsel insancın depresyonu atlatmada gerçek
bir yardımcı olduğunu vurgularken ikincisi kimi zorlamaların ve hurafe seviyesine
erişmiş kulaktan dolma bilgilerin kişiler üzerindeki olumsuz etkileridir. Bir yandan da
dinî inançların kişinin sabır gibi meziyetlerini arttırdığı ve kişiye ümit verdiği
düşünüldüğünde depresyona karşı korunmada da etkili olacağı söylenmektedir.
Yapıcı (2007) tarafından hazırlanan “Ruh Sağlığı ve Din: Psiko-Sosyal Uyum ve
Dindarlık” isimli araştırmada, Çukurova Üniversitesi öğrencisi olan 634 kişilik bir grup
üzerinde inceleme yapmış ve “dini inanç ruh sağlığını pozitif yönde etkiler” argümanını
temel alarak depresyon, intihar eğilimi, umutsuzluk hissi ve kişinin duyduğu özsaygının
din bileşeniyle ilişkisini kurmuştur. Yapıcı tarafından kullanılan Dinin Etkisini
Hissetme Ölçeği, Özsaygı Ölçeği, Dinsel Eğitim Ölçeği, İntihar Olasılığı Ölçeği ve
Beck Depresyon ve Umutsuzluk Ölçekleri sayesinde, Allah inancıyla birlikte intihara
meylin azaldığı ve kişinin kendisine saygısının arttığı görülmüştür.
Şengül (2007), “Ruh Sağlığı ve Dindarlık”; isimli yüksek lisans tezinde Kısa
Semptom Envanteri ve Dindarlık Ölçeğini kullanarak 336 kişilik bir deney grubu
üzerinde inceleme yapmıştır. Elde ettiği sonuçlara göre, kişinin dini bilgileri ve
ibadetlerini yerine getirme oranları arttıkça depresyon belirtilerinin azaldığı yani
aralarında negatif korelasyon olduğu görülmüştür. Hatta düzenli ibadetin koruyucu
etkilerinin de olduğu tespit edilmiştir.
Yine Güven’in (2008) 18-85 yaş arasında 305 kişi üzerinde yaptığı “Depresyon
ve Dindarlık İlişkisi” isimli yüksek lisans tezi sonuçlarına göre, öznel dindarlık algısı ile
depresyon düzeyleri arasında anlamlı negatif bir ilişki mevcuttur. Buna göre öznel
dindarlık algısı arttıkça depresyon düzeyleri azalmaktadır. Genel dindarlık eğilimi ve
9
depresyon düzeyleri arasında da negatif anlamlı bir ilişki vardır. Deneklerin dindarlık
puanları arttıkça depresyon düzeyleri azalmaktadır.
Türkiye’de yapılan güncel çalışmalara baktığımızda karşımıza Kımter’in (2014)
“Gençlikte Din ve Depresyon: Üniversiteli Gençler Üzerinde Ampirik Bir Araştırma”
adlı çalışması çıkmaktadır. Bu çalışmada Kımter Uludağ Üniversitesi ve Onsekiz Mart
Üniversitesi’nde öğrenim gören 322 kız, 310 erkek öğrenciye “Kişisel Bilgi Formu”,
“Dindarlık Ölçeği” ve “Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği”’nin “Depresif Duygulanım
Alt Ölçeği” ni uygulamıştır. Çalışmanın sonucunda ‘üniversite öğrencilerinin dini
yaşantı biçimleri ya da dindarlık boyutları (inanç, ibadet ve etki) ve öznel dindarlık
algıları ile depresif duygulanım alt ölçeğindeki depresif belirti düzeyleri arasında
anlamlılık derecesinde bir ilişki olmadığı görülmüştür.
Ülkemizde yapılan çalışmalara son olarak Ayten (2014)’in Dindarlık, Dinî Başa
Çıkma ve Depresyon İlişkisi: Suriyeli Sığınmacılar Üzerine Bir Araştırma isimli
çalışmasını gösterebiliriz. Bu araştırma da Ayten, Suriyeli sığınmacılarda dindarlık, dinî
başa çıkma etkinliklerine başvurma ile depresif eğilimler arasındaki ilişkileri tespit
etmeyi amaçlamıştır. Ayten’in bu araştırmasının örneklemi, Suriye’deki iç savaştan
kaçarak Türkiye’ye sığınan ve hali hazırda Kilis’te yaşayan 553 sığınmacıdan
oluşmaktadır. Araştırmanın sonucunda dindarlığın depresif eğilim üzerinde etkisi tespit
edilemezken, hem olumlu hem de olumsuz dini başa çıkmanın depresif eğilimler
üzerinde olumlu etkisinin olduğu tespit edilmiştir.
2. Türkiye Dışında Yapılar Araştırmalar
Yurt dışında yapılan çalışmalar Türkiye’dekilerden oldukça zengindir. Fakat
genellikle araştırmaların çoğu Hristiyan gruplar üzerinde yapıldığından bizim
çalışmamız açısından dar kapsamlı sayılabilir. Literatürdeki taramalar sonucunda
Türkiye dışında yapılan bazı çalışmalar şu şekildedir;
Ross’a (1990) göre yüksek inanç seviyesi gösteren insanlarda depresyon ve
ruhsal çökkünlük alt seviyelerdedir. Dinin umut verici özelliğini vurgulayan bu
araştırmaya göre, dindarlık depresyonun olumsuz etkilerini azaltmaktadır. Fakat
diğerlerinden farklı olarak Ross, dinsiz yani dine mensup olmayan insanlarda da
depresyonun düşük düzeyde olduğunu tespit etmiştir. Yani ya hep ya hiç durumlarında
10
din depresyon üzerinde etkilidir. Bu şekilde bakıldığında etkinin doğrusal değil eğrisel
olduğu söylenebilir.
Yine Afro-Amerikalılar üzerinde araştırma yapan Brown, Gary ve Ndubusi
(1990), 451 denek üzerinde yapılan araştırmada, dindarlığın depresyon belirtilerini
azalttığını sonucuna ulaşılmıştır. Fakat yaş, aile konumu, evlilik durumu gibi faktörlerin
hem kadınlar hem de erkekler üzerinde farka yol açtıkları görülmektedir. Kadınların
ibadetler açısından daha yoğun bir dindarlık sergiledikleri bilinmektedir. Fakat bu
farkları bir yana bıraktığımızda, cinsiyetten bağımsız olarak dindarlığın olumlu etkileri
olduğunu söyleyebiliriz.
Spesifik olarak bir yakınını kaza sonucu ya da intihar yüzünden kaybetmiş
bireylerin geçirdikleri depresyon sürecine dindarlığın ya da din etkili sosyal yardımın
etkileri Sherkat ve Reed (1992) tarafından araştırılmış ancak düzenli olarak kilise ye
devam etmenin depresyon üzerinde etkisi bulunamamıştır.
10 yıl sürecek bir araştırma yürüten Miller ve arkadaşları (1997), depresyon
geçmişi olan 60 anne ve onların 151 çocuğunu incelemişler ve dindar annelerin
kızlarının depresyon geçirme ihtimalinin %60 azaldığı görülmüştür. Bu süreçte
annelerin tekrar depresyon geçirme ihtimalleri %80 azalmıştır.
44 kişilik anksiyete ve depresyondan mustarip bir deney grubu ve psikolojik
olarak sağlıklı 45 kişiden oluşan kontrol grubu üzerinde inceleme yapan Pfeifer ve
Waelty (1999) de dinin hem depresyon belirtileriyle hem de anksiyeteyle savaşma
konusunda önemli bir yardımcı eleman olduğunu söylemektedirler.
Alanda önemli araştırmacılardan olan Larson ve McCullough (1999) dindarlık
belirtileri ve depresyon semptomları arasındaki bağlantıyı araştıran 80 çalışmayı
incelemişlerdir. Dindarlık göstergeleri; belli bir dine bağlılık, dinî ibadetlere katılım,
dinî bilgi, dua, dinî inançlar, içe ve dışa dönük dinî motivasyonlar olarak
adlandırılabilir. İncelenen 80 çalışmada görülmüştür ki kişinin içsel dindarlık ve
ibadetlere katılımı yükseldikçe depresiflik bulguları azalmaktadır. Fakat bireysel
ibadetlerin depresyonla bağlantısı dikkate değer bir aralıkta değildir. Tam tersi olarak
ise dışadönük dindarlar depresyona daha yatkın çıkmışlardır. Anlaşılan o ki, belirli tip
dindarlık depresyona karşı koruyucu özellikte olabilir.
11
Idler (2000), diğerlerinden farklı olarak yaşlı insanlar üzerinde çalışmış ve 2811
denek kullanarak araştırmasını gerçekleştirmiştir. Kiliseye düzenli gitmenin kişinin
cinsiyetinden bağımsız olarak depresyonu azaltan etki yarattığı görülmüştür.
Protestanlar üzerinde inceleme yapan Park (2000) ve çalışma arkadaşlarının elde
ettikleri bulgulara göre, Protestanlar ellerinde olmayan durumların verdiği sıkıntılar
karşısında dini rahatlamak amacıyla kullanmaktadırlar. Fakat müdahale edebilecekleri
durumlarda Katolikler ve Protestanlar aynı tavrı sergilemektedirler ve dine
yaslanmadıkları görülmektedir.
Stack (2000) tarafından Amerika Midwest bölgesi sınırlandırılarak yapılan
çalışmaya göre dindarlık ve ruhsal bunalım arasında bağlantı gözlenmemiştir. Stack’ın
Martin ile beraber ülke genelinde örneklem ve kontrol metoduyla depresyon faktörünü
kullanarak yaptıkları incelemede bir bağlantı kurulmuştur ancak bu araştırmada
dindarlığın koruyucu etkisinin oldukça az olduğu da tespit edilmiştir.
Koenig ve Larson (2001), dindarlık ve depresyon ilişkisini inceleyen 101
araştırmadan 65’inin negatif korelasyonu yansıttığı yani dindarlıktaki artışın depresyonu
azalttığı sonucuna ulaşmışlardır. Webb, Tompkins ve Johnson (2002) tarafından yapılan
taramada ise benzer sonuçlar elde edilmiştir. İncelenen 103 araştırmanın 70’inde
dindarlığın depresyona karşı koruyucu özellik gösterdiği ve 30 araştırmanın 25’ine
bakıldığında dindar kişilerin daha pozitif insanlar oldukları tespit edilmiştir.
Dindar oluş ile depresyon arasında bağlantının olmadığını ortaya çıkaran
çalışmalar oldukça kısıtlıdır. Yukarıda saydığımız tüm çalışmalar, dindarlığın özellikle
de içe dönük dindarlığın depresyonun belirtilerini azaltma konusunda etkili olduğuna
dair bulgular elde ederken O’Connor, Cobb ve O’connor’ın (2003) yürüttüğü çalışma
bağlantı bulamayanlar arasındadır. 17-44 yaş aralığına sahip üniversite öğrencilerinden
177 tanesi rastgele seçilerek bir grup oluşturulmuş ve bağlantı incelenmiştir.
Araştırmanın sonucuna göre depresyon ya da stres ile dindarlık arasında dikkate değer
bir bağlantı bulunamamıştır.
Meta-analiz yöntemi kullanarak dindarlık ve depresyon belirtileri bağlantısını
araştıran Poll, McCullough ve Smith (2003) alandaki en geniş analizi yaparak toplam
denek sayısı 98.975 olan 147 çalışmayı kullanıp yeni bir çıkarım geliştirmişlerdir. Elde
ettikleri sonuca göre dindarlık ve depresiflik ters korelasyon içerisindedir. Fakat asıl
dikkate alınması gereken nokta yaş, cinsiyet ya da kültür gibi faktörler yok sayıldığı
12
takdirde bu korelasyonun etkisi azalmaktadır. Negatif dinsel başa çıkma taktikleri ve
dışa dönük dindarlık, depresyon ile doğrusal bir bağlantı içerisindedir. Anlaşılacağı
üzere dindarlığın kişi tarafından nasıl yansıtıldığı ve yaşantıya nasıl entegre edildiğiyle
bağlantılı olarak dinin etkisi değişmektedir.
Jang ve Johnson’ın (2004) Afro-Amerikalılar üzerine gerçekleştirdikleri
araştırmaya göre; dindarların, dindar olmayan ya da dindarlık seviyesi düşük olanlara
kıyasla daha az ve seyrek depresyon semptomları sergiledikleri görülmüştür. Yine aynı
çalışma göstermektedir ki, depresyon belirtilerini azaltan etken doğrudan doğruya
dindarlık değildir. Dinin getirdiği sosyal ortam ve sosyal destek depresyonu önlemekte
ve iyileştirmektedir.
Milevksy ve Lewitt (2004) tarafından yürütülen çalışmada 11-15 yaş
aralığındaki farklı kökenlere (Avrupa, Afrika, Meksika) sahip 694 ergen incelenmiş ve
yine beklenen bulgulara ulaşılmıştır. Elde edilen verilere göre içe dönük dindarlar
negatif korelasyonu kanıtlar şekilde daha az depresyon semptomu göstermişlerdir. Yine
aynı çalışmada ne içe ne de dışa dönük yönelimi olan dindarların da depresyon belirti
seviyesinin düşük olduğu tespit edilmiştir. Genel anlamda dindarlığın ve özel anlamda
içe dönüklüğün depresyon engelleyici faktörler olduğu böylece söylenebilir ve
anlaşılacağı üzere içe dönük dindarlar daha yüksek bir potansiyel korumaya sahiptirler.
Southwich, Charney ve Vythilingam (2005) meta-analizle çalışılmış
araştırmaları tarayarak dinin koruyucu işlevi olduğunu belirtmiş ve bu iki konunun
negatif korelasyon içerisinde olduklarını vurgulamışlardır. Özellikle de dini aktiviteler
ve ibadetlerin kişiyi depresyonun belirtilerinden koruyacağı görülmüştür.
16 yaş ortalamasına sahip 134 kolej öğrencisinden oluşan grup üzerinde Cotton
ve takım arkadaşları (2005) inceleme yapmıştır ve sonuçları dikkat çekicidir. Cotton bu
çalışmasında depresyon riski, manevîyat, dindarlık ve depresyon belirtileri faktörlerini
temel almıştır. Bilinen dindarlık anlayışının dışında Allah’ın mutlak sevgisi ve
gözetimine iman edenlerde daha az depresif semptomların yanında depresyon riskinin
de oldukça düşük olduğu görülmüştür. Cotton’un çalışmasında vurgulanan ibadet bazlı
dindarlık değil, yoğun yaşanan manevîyat duygusunun mental sağlığa olumlu etkisidir.
Wink, Larsen ve Dilson (2005) da yaşlılar üzerine inceleme yapmışlardır.
Araştırmada, özellikle sağlık sorunlarının yol açtığı kaygı ve depresyon durumlarında
dinin oldukça yardımcı olduğu ve hatta koruyucu özellikler taşıdığı görülmüştür. Ancak
13
kendini düşük seviyede dindar olarak tanımlayan kişilerde depresyonun daha yüksek
oranlarda belirdiği tespit edilmiştir. İbadet içermeyen inanç ile depresyon belirtileri
arasındaysa dikkate değer bir ilişki kurulamamıştır. Anlaşılan o ki, manevîyat tek başına
engelleyici bir etken değildir, ritüellerle beraber dinî hayat sürmek daha önemlidir.
Genel nüfus içerisinden seçilen 2836 yetişkin birey kullanarak yürüttüğü çalışma
da Schnittker (2006), dindarlık ve depresyon semptomlarının görülme sıklığı arasındaki
bağlantıyı incelemiştir. Elde ettiği sonuca göre bu bağlantı doğrusal değil, eğriseldir.
Nüfus dağılımına bağlı olanlar ve fiziksel faktörler sabit olarak alındığında korelasyon
değer kazanmaktadır. Orta seviye dindarların keskin uçtakilere kıyasla daha az
depresyon semptomları geçirdikleri tespit edilmiştir.
Literatürdeki tüm bu araştırmaları tek tek ele aldığımızda bir noktada
yoğunlaşabilmekteyiz: Dindarlık ve depresyon arasındaki ilişki dinin kendisinden, dinin
tanımlanışından ve kişi tarafından nasıl yaşandığından doğrudan etkilenmektedir.
14
BİRİNCİ BÖLÜM
1.1. DİN VE DİNDARLIK KAVRAMLARI
1.1.1. Din Nedir
Din üzerine yapılmış çeşitli tanımlamalar bulunmaktadır. Fakat din yapısal
olarak birden fazla yönlü ve karmaşık olduğu için tanımında fikir birliği
sağlanamamıştır. (Hökelekli 2005:63).
Felsefe, sosyoloji, psikoloji, dinler tarihi, teoloji gibi her disiplin dinin tanımını
yaparken kendi oluşumlarından yola çıkmışlardır (Sezen, 1998). Dünya dinleri üzerine
yayımladığı kitabında John Ferguson on yedi farklı din tanımından bahsetmiştir. Teoloji
üzerinden yapılmış tanımlamalar üstün varlığa duyulan inancı öne çıkarmışlardır (Cox
2004:32). Psikoloji ise bireyin hisleri üzerinden tanımlamaya girişmiştir (Cox
2004:32).
Draz dini ele alırken “bağlılık” kelimesinin üzerinde durmuştur (Draz 19?:53).
Kutub ise dini, insanın fıtratında görür ve bu tarzda geliştiğini söyler (Kutub 1992:12).
Akseki’nin din tanımı ise şu şekildedir: Din, “Allahu Tealâ tarafından vaz’
olunmuş bir kanundur. İnsanlara saadet yollarını gösterir, onların saadete erişmelerine
delalet eder, yaratılışlarındaki gaye ve hedefi, Allah’a ne suretle ibadet yapılacağını
bildirir. İnsanları (kendi arzularıyla dini kabul eden akıl sahiplerini) hayrolan işlere sevk
eder” (Akseki 1959:22).
Modern Batı bilim dünyasında din tanımı, üstün bir varlığa duyulan bağlılık ve
itaat diye açıklanmaktadır. Tüm ideolijileri de içinde barındıran bir tümel anlam olarak
ele alınmaktadır (Sönmez 2008:103-105).
Dinin duygusal tarafına dikkat çeken William James, “tek başına ferdin
kendisini ilahî kabul ettiği şeyle münasebet halinde olarak mülahaza ettiği durumdaki
duyguları, hal ve hareketleri ve tecrübeleri” diyerek bir tanım geliştirmiştir. Tylor ise
dini ruhsal varlıklara dair inanç bütünü olarak görür (Akt. Günay 2000: 103-104).
Otto, dini kutsal bir varlığa inanma ve onunla bağlantıda olma ihtiyacı sonucu
ortaya çıkan davranışlar olarak görür. İnsanın yüce gördüğü ve saygı duyduğu varlıkları
kutsal diye tanımlanır (Pazarlı 1982:61). Dinin özüne baktığımızda insanı korkutan,
15
titreten, hiçlik hissi veren, hayrete düşüren ve eşsiz bir numinous deneyimi diyebiliriz
(Tüzer 2006:9).
Freud dini incelerken indirgemeci bir yaklaşımda bulunmuştur (Akt. Karaca
2007:17-26). “Saplantılı Davranışlar ve Dini İbadetler” ismindeki 1907 yılında yazmış
olduğu makalede ibadetler ve nevrozların benzer noktalarına değinmiştir (Köse
2000:82). Freud “Bir Yanılsamanın Geleceği” isimli diğer bir eserinde, dinin
gelecekte etkisini kaybedeceğini, bilimin ilerleme sürecinin dini sileceğini söylemiştir
(Köse 2000:82).
Jung’a göre din, insan zihni için yegane tutumdur. Jung, insanın dinsel
fonksiyonunun varlığını, bu durumun insanı en az saldırganlık ve cinsellik kadar
etkileyebileceğini kollektif bilinçdışı temalarını analiz ederek söylemiştir (Fordham,
2001).
Dinin toplumun ortak paydası oluşunu ve o toplumun bireyleri için hedef
oluşturan, belli bir davranış kalıbı hazırlayan sistem bütünü olarak ele alınabileceği
Fromm tarafından söylenmiştir (Fromm 1993:38).
İnsan din olarak kendisine Allah’a inanmayı, başarıyı, sevgiyi, parayı ya da zarar
vermeyi seçebilir. Fromm yönelinen odak noktasından çok kişinin gelişimine etkilerini
önemser (Fromm 1993:38).
Glock ve Stark daha ayrıntılı bir tanım kurmuşlar ve dini ya da inanılan şeyi,
hayatın anlam türevi, problemler hakkında düşündüren değerler, inanışlar ve
ritüellerden meydana gelen kurum haline gelmiş bir sistem olarak açıklamışlardır (Akt.
Mehmedoğlu, 2004).
Özbaydar, insan mutluluğuna odaklanmış ve mutlu olabilmek için çevresiyle
uyumlu yaşaması gerektiğini; bilim ya da çeşitli toplumsal kurumların yardımı olsa da
doğa ile uyumu sağlayanın din olduğunu söyler (Özbaydar 1970:23-32).
Armaner, dinin hem toplumsal hem de bireysel olarak etkileri olan bir kurum
olduğunu vurgular. Bu etkiler birbirine girgin bir halde olduğundan ayrıştırarak
açıklamak olası değildir. Din, hayatın sosyal, siyasal, fiziki ve daha birçok noktasında
etkilidir ve tüm bu etkiler birbirleriyle bağlantılı konumdadır (Armaner 1980:3).
Dinleri kurumsal hale gelmiş inanç sistemleri olarak ele alırken ölümden sonraki
hayat, Allah olgusu, varoluşsal sorular ve sorunlar gibi faktörleri de içinde
barındırdığını göz önünde bulundurmak gereklidir (Reber 1985:62).
16
1.1.2.Dindarlık Kavramı
Bilindiği gibi her din, insanı kendi istediği istikamette değiştirip şekillendirerek
ideal insan tipini gerçekleştirmek ister. Bunun sonucu olarak aynı dine inanan
insanlarda, dini inançlarından kaynaklanan ortak kişilik özellikleri ortaya çıkar. Bu
özellikler bilhassa ortak değer yargıları, inançlar, kanaatler, tavır alışlar ve davranışlarda
kendini gösterir. (Certel 2003: 137-139)
Tüm dinler hayatı örgütleyen bir yapıdadır. Eğer bir kişinin dindar olduğu
söyleniyorsa, sahip olduğu inanç alanı içinde bireysel varoluşu belirtilmektedir. Kişinin
içsel olarak sahiplendiği Allah ve ona duyulan bağlılık günlük hayatının her noktasında
kendini gösterecektir (Subaşı 2004:71). Her insanın dindarlık kelimesini anlayışı ve
tanımlaması farklıdır (Yıldız 2006:1-73).
Batı dillerinde bulunan religiosité, religiosity, religiousness benzeri kelimeler
din demek olan religion kökeninden gelmektedirler. Türkçe de benzer bir yapılanmayla
din kelimesinden dindarlık kelimesini türetmiştir. Bilim terminolojisi ve gündelik dil
arasında din ve dindarlığın tanımları arasında büyük farklılıklar yoktur. Tekin tarafından
yapılan tanımda “dinin insan hayatına nüfuz derecesi” denilmiştir. Bu tanımla beraber
dini ibadet ve yaşam gibi tüm yönleri kapsamıştır (Tekin 2006:32).
Wach’a göre dinlerin amacı; toplumsal dengeyi sağlama ve bu dengeyi daha
yüce bir bilinç ve inanç bağlamında düzenlemektir. Bununla beraber dinin sosyal
topluluklar üzerindeki etkisi ve değişime yol açan baskısı da önemsenmektedir (Günay
2003: 1-59).
Türkiye’de dindarlık üzerine yapılan çalışmalarda hâlâ Batı’dan alınan ölçütler
kullanılmaktadır. Bu sebepten dolayı yapılan araştırmalarda metodolojik olarak
eksiklikler ve uyum sorunları vardır (Subaşı 2004:71).
Türkiye’de dindarlık analizi için yapılmış çalışmalar, dini hayatı gözlem
seviyesindedir. Türkiye’deki değerler bütününü temel alarak yapılmış metodolojik
çalışmalar vardır. Alanda bilinen ilk çalışma Mehmet Taplamacıoğlu (1962) tarafından
hazırlanmıştır. Bunun haricinde Erdoğan Fırat (1977), Kayhan Mutlu (1989), Ünver
Günay (1978/1999), Mustafa Arslan (2004), Recep Yaparel (1987), Münir Koştaş ve
M. Emin Köktaş’ın araştırmaları da sıralanabilir. Müslüman dindarlar hakkında yapılan
araştırmalarda Glock, King, Lenski ve Hunt gibi önemli araştırmacıların 60’lı yıllardaki
örneklerinden ve verilerinden yararlanma söz konusudur (Subaşı 2004:71).
17
Meadov ve Kahoe (1984) dindarlığı dört aşamasıyla ele almışlardır ve bunlar:
dış beklentiye yönelik, kurumsal geleneksel, derunî ve bağımsız bireyleşmiş
dindarlıktır.
Dış Beklentiye Yönelik Dindarlık: Dini koruyucu bir araç olarak görerek
dışsal nedenlerle yönelinmesi durumudur.
Kurumsal veya Geleneksel Dindarlık: Dinin uygulamalarını, otoritelerini ve
ritüellerini bütün olarak ele alarak kurumsal bir inanca sahip olma durumudur.
Derunî Dindarlık: Birey benliğinden yüksek bir mertebeye ulaşır.
Geleneksel dindarlığın üst noktasıdır.
Bağımsız ve Bireyselleşmiş Dindarlık: İnanç ve ibadetlerinde kendi
özgürlükleri kapsamında hareket eden dindarları kapsar (Akt.Kayıklık 2006: 491-499).
Weber, dinlerin tümüne uygulanabilecek bir dindarlık tasarısı sunmuştur.
Bunlar; çiftçi dindarlığı, şövalye ve feodal beyler dindarlığı, bürokrasi, burjuva, küçük
burjuva, zanaatkar dindarlığı olarak sıralanabilir. Yine bunun yanında dindarlığın içsel
durumları da gözetilerek dünyevî zahitlik, uhrevî zahitlik, büyüsel dindarlık, ayinci
dindarlık türevi sınıflandırmalar da üretilmiştir (Akt.Köktaş, 1993).
Gabriel Le Bras dindarlığı 4 grupta ele almıştır ve bunları koyu dindarlık,
ibadetleri düzenli yerine getirenler, doğum-evlenme-ölüm benzeri durumları
önemseyenler ve dinden uzak yaşayanlar olarak ayırmıştır (Köktaş 1993:82-106) .
Allport, her bireyin din karşısındaki tutumunun farklı olduğunu iddia etmektedir.
Dinin kökleri ve etkileri farklılaştığından tek formda ele alınması mümkün
görünmemektedir (Allport 2004:17).
Allport “dış güdümlü dindarlık” (extrinsic religiousness) ve “içgüdümlü
dindarlık” (instrinsic religiousness) ayrımı ortaya konmuştur. Dış güdümlü bireyler dini
araç olarak görür ve dini toplumsal destek ve konum elde etmek için basamak olarak
kullanabilirler. Onlar için din yardımcı bir faktördür. Oysa Allport iç güdümlü
dindarları açıklarken onların dini içselleştirdiklerini söyler (Gürses 2001:43). Allport ve
Ross’a göre dış güdümlü dindarlar diğerlerine göre daha fazla önyargılıdırlar. Yapılan
araştırmalar, iç güdümlü dindarların depresyon ve kaygı seviyelerinin düşük olduğunu
ve özsaygılarının yüksek seviyelerde bulunduğunu göstermiştir (Pargament 2005: 1-79).
18
Allport, iç güdümlü dindarların kişiliklerinde dini inancın yer ettiğini söyler. Bu
kişiler dini emirlere uymakta daha istekli olacaklardır. İç güdümlü insanlar dini yaşayış
biçimi yaparlarken dış güdümlü dindarlar sadece araç olarak görürler (Gürses, 2001).
Himmelfarb 1975 yılında dindarlığı, “kişinin dinine ait ilgiler, inançlar ya da
faaliyetlerle meşgul olma düzeyi” olarak tanımlamaktadır (Kıraç 2007:22).
Roof ise 1979 yılında yaptığı çalışmasıyla dindarlığın, doğaüstü veya ulvi
değerlere dair kişinin inançlarının, tutumlarının ve hareketlerinin hem kurumsallaşmış
hem de kurumsallaşmamış biçimlerini kapsadığını söylemiştir (Kıraç 2007:22).
Holm (2004) dindarlığı tanımlarken dinî düşünceler ve yargılar, dinî tutum ve
davranışlar ile dinî deneyimler diyerek üç boyutta yansımaları görülen dinsel yaşayışın
kişi üstündeki yönü olarak ele alır.
W.James’e göre dindarlık, ulu ve kutsal bir varlığın davranışlarımızı ve
eylemlerimizi koruyup kolladığına dair duyulan inançtan kaynaklanır ve bu inancın
boyutları bireyin dindarlığının göstergesidir (Mehmetoğlu, 2004).
Tapmacıoğlu kendi sınıflandırmasını yaparken grupları şöyle sıralamıştır; gayr-i
amil, idareyi maslahatçı, dini bütün ve âmil zümre, sofu zümresi, softa zümresi
(Taplamacıoğlu 1962:141-151). İstatistikler Türkiye’de toplumun çoğunun Müslüman
olduğunu söylese de tek tip bir dindarlık söz konusu değildir. Dini yaşayışlarda kültürün
çok önemli etkileri bulunmaktadır. Mezhepler, etnik kökenler, coğrafyalar, siyasi
görüşler dinde belli farklılaşmalar ortaya çıkarabilmektedir. Bireysel bazda bakacak
olursak eğitim, yaş, cinsiyet benzeri kişisel farklılıklarla ve modern-geleneksel türü
farklılaşmalarla ayrımlar ortaya çıkmaktadır (Subaşı 2004:71).
Bayındır (1996), “İslâm’a göre doğru dindarlık, Allah’ın gönderdiği kitaba
uymayı ve aklını bu yolda kullanmayı gerektirir” demiştir.
Elmalılı’ya (1960) göre “Dindarlık; dinin koymuş olduğu kurallara bağlı
kalınarak insanın emek ve çabaları sonucunda elde ettiği bir vasıftır. Ona bu değeri
veren ise dindir”.
Günay dindarlığı tanımlarken, “Kutsal olanın yahut onun özel bir formu olmak
itibariyle belli bir dinin muayyen zaman ve şartlarda belli kişi, grup ya da toplum
tarafından yaşanması” olarak açıklamakta ve Wach’ın onu, “yaşanan din” diyerek
kısaca özetlediğini söylemektedir (Karakaya 2008: 23).
19
Uysal’a (2006) göre dindarlık, “İnançlı ya da her hangi bir dine mensup kişilerin
dini yaşantılarıdır.”
Doğan (1990), dindarlık kavramını “Dinin yapılmasını emrettiklerini yapma,
yasaklarından kaçınma hâli” şeklinde tanımlar.
Okumuş’a (2006) göre dindarlık, “insanın iman-amel temelinde ortaya koyduğu
dinî tutum, deneyim ve davranış biçimini, yani dinî yaşantıyı; inanılan dinin emir ve
yasakları doğrultusunda yaşamayı ifade eden ve inanç, bilgi, tecrübe/duygu, ibâdet, etki,
organizasyon gibi boyutları olan bir olgu olarak anlaşılabilir”.
Bir insanın dini inancına bağlı olarak gelişip kökleşen, kendine özgü dini
özelliklerinin toplamına dini şahsiyet diyebiliriz. Kişinin dini inançları, duyguları,
düşünceleri, kanaatleri, şüpheleri, tutumları, davranışları, din anlayışı, dini esasları
algılama ve değerlendirme biçimi vb. onun dini şahsiyetini oluşturan başlıca öğelerdir.
(Certel 2003: 137-139; Şentürk 2008: 159-172)
Gerek İslâm dünyasında, gerekse de Batı’da dindarlık ile ilgili yapılmış olan
birçok sınıflandırma mevcuttur. Yapılan bu çalışmalarda psikologlar, sosyologlar,
ilahiyatçılar ve diğer araştırmacılar, insanların dinî yaşayışlarını, bu yaşayışa bağlı
olarak dindarlık tiplerini farklı şekillerde değerlendirmiş ve kategorize etmişlerdir.
Yapılan bütün bu sınıflandırmalar araştırmacıların sahip oldukları meslekî eğilimlere,
birikimlere ve sahip oldukları sosyal, kültürel ve dinî yapılara göre farklılık arz
etmektedir. Buradan hareketle dindarlık tipleri hakkında yapılan sınıflandırmalarda çok
çeşitli ve farklı değerlendirmelerin söz konusu olduğunu söylemek mümkün olacaktır.
Bu çeşitlilikte, dindarlığın değerlendirme açısından çok farklı özelliklere sahip olması
etkili olmaktadır; çünkü dindarlığın hangi kritere göre belirli bir sınıflandırmaya tabi
tutulacağı meselesi, yapılan sınıflandırmaların yapısını ve oluşumunu kaçınılmaz bir
şekilde etkilemektedir. Ayrıca; din, dindarlık ya da bu iki kavramla ilgili olan başka
faktörlerin bağımlı ya da bağımsız değişken olarak ele alınıp değerlendirilmesi de,
yapılan sınıflandırmaların şekillenmesinde oldukça önemli bir nokta olarak karşımıza
çıkmaktadır. (Certel 2003: 137-139)
1.1.3.Dindarlığın Boyutları
Tüm dinlerin inanan bireylerden beklediği çeşitli inanç ve davranışlar vardır.
Örneğin; İslam’da Müslümanların en az bir kez hacca gitmeleri, her ramazan oruç
20
tutmaları, kurban kesmeleri ve günde beş vakit namaz kılmaları beklenirken;
Hristiyanlığın çoğu mezhebinde kutsal komünyon ayinine (mayasız ekmek ve üzüm
suyu kullanılarak İsa Peygamber’in ölümünü anmak için yapılan ayin) ve kudas ayinine
(İsa Peygamber'in yediği son akşam yemeğini anmak adına, kilisede bir kap içinde
ekmek ve şarabı kutsayarak yapılan tören) düzenli olarak katılım göstermeleri beklenir.
Dünyadaki tüm dinlerin kendilerince ritüelleri farklı olsa da dindarlığın boyutları
bağlamında çok da farklı sonuçlara yol açmazlar. Dindarlığın yansımaları olarak sayılan
bu çeşitli boyutlar tüm dinlerde gözlenebilir durumdadır (Glock 2007:92-109).
1940’larda dindarlığın ölçümünü yapabilmek üzere araştırmalar yapılmaya
başlanmıştır, fakat ileri ölçüm dediğimiz yöntemler 60’lı yıllarda uygulamaya
konulmuştur. Bu tip çalışmalar ilk olarak Amerika’da yapılmaya başladığından
çalışmaların geneli Hristiyan dindarlığı ölçümleri üzerinedir (Onay 2004: 439-449).
60’lı yıllara kadar bu tip araştırmalarda Allah’ya duyulan inanç, ibadetlere aktif katılım
ve bir dinî gruba bağlılık gibi faktörler dindarlık ölçütleri olarak kullanılmıştır. Fakat
din sosyologlarının açıklamalarına göre dini tek boyutuyla ele almak oldukça yetersizdir
(Köktaş 1993:82-106) . İlerleyen zamanlarda Fichter bireysel dindarlığın farklı
yönlerini incelemeye alarak Katolikleri “gerçek dindar”, “şekilci”, “kenarda” ve
“kapalı” dindar olarak kategorileştirmiştir (Akt.Mehmedoğlu, 2004). Glock’un yaptığı
araştırmalarla birlikte dindarlık çalışmaları çok boyutlu özellik kazanmışlardır (Onay
2001: 3-85).
Literatürdeki dindarlık ölçümlerine baktığımızda, üç temel yaklaşım olduğunu
görürüz. Bunlardan ilki, Allport ve Ross’un hazırladığı “içe dönük” ve “dışa dönük”
olmak üzere iki tipoloji üzerine kurulan yaklaşım; ikincisi, dindarlığı ele alırken tüm
boyutlarını düşünen yaklaşım; sonuncusu ise, bireylerdeki dini yaşayış seviyelerini
davranış, his ve düşünce boyutlarıyla ele alan yaklaşımdır (Onay 2004: 439-449).
Allport ve Ross tarafından öne sürülmüş olan içe dönük ve dışa dönük dindarlık
gruplandırması, günümüzde de geçerli ve kabul gören bir yaklaşımdır. Fakat daha sonra
yapılmış bazı araştırmaların sonucunda dışa dönük dindarlığın da kendi içinde iki alt
gruba ayrıldığı gözlenmiştir. Bu iki grup kişisel fayda ve toplumsal ödül olarak
isimlendirilmektedir (Onay 2004: 439-449).
Din, doğaüstü durumları da bağlantıda tutarak hayatı bütünleştirmeye yönelik bir
çalışma halindedir. Bu bütünleştirme sadece kavramsal boyutlarda değildir, kişinin
21
hayatını da her düzlemde etkilemek ister. Dindar bireylerin bu ilişkiyi hayatlarının
önemli unsuru haline getirdikleri görülür. Bu şekilde din, hayatlarının her yönünde etki
edebilir. Kişinin ya da bir topluluğun dini yaşantılarını analiz etmek için sadece inanç
ve ibadet düzeylerini incelemek yeterli değildir. Bu nedenle çoğu araştırmacı, dini çok
boyutlu olarak incelemeyi tercih etmişlerdir (Hökelekli 2005:1-52).
Dindarlığın çok boyutlu yapısıyla beraber ele alınmasının önünü sistemli bir
biçimde açan Glock (2007), hem tüm dünya dinlerini de içine alacak bir çalışma
yürütmüştür hem de dindarlığı “tecrübe boyutu, inanç boyutu, ibadet boyutu, bilgi
boyutu ve etki boyutu” diye sıralanan beş boyut üzerinden analiz etmiştir.
1.1.3.1.İnanç Boyutu
Dindar bireylerin bağlı oldukları dinin inanç gerekliliklerini yerine getirdikleri
varsayımı üzerinden inanç boyutu ele alınmaktadır. Kapsadığı alan olarak bu
gereklilikleri ayrıştırabiliriz. Fakat her dinin kendine özgü inanç sistemleri vardır ve
bunları kabul etmek dinin temelinde yer alır. İnancın manası ve işlevleri de bu boyut
üzerinden analiz edilmektedir (Köktaş 1993:82-106) .
Her dinin kendine özgü bir inanç sistemi bulunmaktadır. Bu boyutta inancın
kapsamı ve yoğunluğu, içeriği, gücü gibi özellikler ele alınır. Her din kendi
inananlarından belirli ilkelere bağlılık beklemektedir. Dindar insanların bu bilgileri
bilmeleri ve onlara inanmaları beklenir (Yıldız 2006:1-73). Aynı zamanda her dindar
insanın da kabul ettiği bazı inanç faktörleri vardır ve bu faktörlerin içeriği ile kapsamı
dinler hatta mezhepler arasında bile farklılık göstermektedir. Her din, kendi ilkeler
bütününü oluşturur ve bağlı bireylerden bu ilkelere inanmaları beklenir. Bu boyut ele
alınırken dindarların tam olarak “neye” inandıkları önemli olmaktadır.
1.1.3.2.İbadet Boyutu
Dinin gerekliliklerinden olan her tür dua, ayin, ritüel, oruç ve benzeri dinî
uygulamalar bu boyutun kapsamındadır. Bu boyutun temel sorusu “din için kulluk
ifadesi olarak ne yapıldığı” dır.
İlkel toplumlardan, modern karmaşık toplumlara kadar Allah inancı ve ibadetler
her zaman görülmektedir. Aslında ibadetler, dini inançları canlı tutabilmek için
yinelenen uygulamalardır. Her inanç sisteminin kendine özgü bir ibadet biçimi ve
22
yöntemi vardır, bu sebeple de ibadet boyutuna sahip olmayan bir din ya da inanç sistemi
olası değildir (Bahadır 2002:63).
Bu boyut dinin bütün uygulamalarını kapsamaktadır. Ayinler, dualar, özel dini
törenler, oruçlar gibi ibadetlerin tümü ibadet boyutu içerisinde incelenmektedir (Glock
1998:43-98). Bu boyut analiz edildiğinde ortaya çıkan duygularla kişinin hayatında
ibadetin yeri ve önemi anlaşılabilecektir (Mehmedoğlu 2004:47) .
Dindarlığın hayatta yansımaları birçok şekilde olabilir. Dua, oruç, namaz, hac ve
kurban bunların sadece birkaç tanesidir. Hem bireysel hem de toplumsal uygulamalar
üzerinden kişilerin ibadetlere katılımı analiz edilebilir (Hökelekli 2005:1-52).
1.1.3.3.Duygu (Tecrübe) Boyutu
Dinin tecrübe (duygu) boyutuna baktığımızda “nihaî gerçekliğe katılma” ya da
“dinî bir duyguyu tecrübe etme” durumundan bahsedildiğini görürüz. İnanç ve
ibadetlerden ayrı düşünemesek de benzer ama daha az görünür durumda olan yaşama
biçimlerini da kapsar (Mehmedoğlu 2004:47) . Bu boyutun alt başlıkları olarak duygu;
korku ya da vecd hali, huşû ya da mutluluk sayılabilmektedir. (Köktaş 1993:82-106) .
Dindarlığın duygu boyutunda kişinin bir dine inanma ihtiyacı, dinle ilgii
korkuları ve duygusal dünyasıyla ilgilidir. Her dinin yaşattığı içsel deneyim başkadır.
Mistik olaylar Doğu dinlerinde gözlenirken Batı dinlerinde temel duygu coşkudur
(Şahin 2005: 147-180).
Her dinde, dindar kişilerin dinî duygulanımları deneyimledikleri kabul edilir.
Bazı bireylerde bu deneyim gerçeklik olarak kabul edilebilir ya da çeşitli ayrımlar
gözlenebilir. Bununla beraber bu duygulanım kişide korku ya da huşu hissine, ruhsal
huzura kavuşmaya, Allah ile canlı bir ilişki kurabilmeye yol açabilmektedir.
Vergote (1999), Glock ve Stark tarafından yapılmış çalışmalarda dinî tecrübe
boyutunun kendi içinde dört alt gruba ayrıldığı görülmektedir. Birincisi, kabul edilmiş
inanç bütünün gerçekliğine dair duygu, bilgi ya da sezgisini meydana getiren tasdik
edici tecrübedir. İkincisi, karşısındaki yüce varlığın mevcudiyetine dair yaşanan ilahi
cevap tecrübesidir. Üçüncüsü, varlığa dair bilgi halinden dost muhabbetine yakın bir
ilişkiye geçiş hali olan vecd tecrübesidir. Sonuncusu ise, ilahi mesajların kendisine
geldiğini çok özel bir aydınlanış yaşandığına inanılan iham (vahiy) tecrübesi olarak
sıralanabilir.
23
1.1.3.4.Bilgi Boyutu
Her dinin koşullarından biri, inancın temel noktalarını ve kutsal metinlerine
iman edilmesi ve bilgi sahibi olunmasıdır. Bir inanca bağlı olabilmek için kişinin o
konuda bilgi sahibi olması gerekmektedir, bu nedenle inanç ile bilgi boyutları arasında
yakın bir ilişki bulunur.
Bilgi boyutu, kişilerin kutsal kitaplarından ya da öteki kaynaklardan elde ettiği
din hakkındaki bilgileri kapsayan bir boyuttur. Bu boyut düşünüldüğünde dindar
kişilerin bilgiye sahip oldukları varsayılır. Dikkat edilmesi gereken nokta, farklı dinlere
bağlı kişilerin edindiği bilgilerin de farklılık göstereceğidir. Bununla beraber Allah
inancı olmayan kimseler de dini bilgiye sahip olabilirler (Glock 1998:43-98). Fakat
inanç olmadan bir din hakkındaki bilginin, tek başına dindarlığın bir boyutu olduğu
düşünülemez. Bu bilginin analiz edilmesinde literatürü okumuş ve çeşitli unsurlara
sahip olmuş bireyler olmasına da dikkat edilmelidir (Glock 1998:73).
Her dinin önemsediği bilgi boyutu birbirinden farklıdır. Kimi dinlerde inanç,
iman ve ibadetler öne çıkarılırken, bazı dinler insani ve ahlaki değerlerin önemini
vurgularlar. Hatta kimi zaman dini kuran insanın hayatı bile önemli olabilir (Şahin
2005: 147-180).
1.1.3.5.Etki Boyutu
Dindar bireylerin ne zaman, nerede ve ne yapacaklarına dair bilgiyi veren ve dini
etkiler altında kişinin hangi zihin süreçlerinde olacağını söyleyen dinî kuralların etkisel
alanı bu boyutun kapsamındadır.
Dinin etki boyutunda kişilerin inançları, bilgileri ve pratiklerinin gerçek hayatta
etkilerinin incelenmesi söz konusudur (Köktaş 1993:82-106) . Din insanlara ölümden
sonra hayatı vaat eder. Bu sayede kişi kimi kaygılarından arınabilir ve manevî huzura
kavuşabilir (Glock 1998:43-98).
Glock, her dinde bağlılık ve imanın belirli şeylere yol açması durumunun
olduğunu söylemiştir. Dindar bireylerden beklenenlerle ve onun yaptıklarıyla ilgili olan
bu durum dinî bağlılıkla beraber yaşayış tarzının oluşturulmasını sağlayacaktır
(Mehmedoğlu 2004:47) .
24
Kayıklık (2006), Smart tarafından açıklanan din boyutları ve dindarlık
boyutlarının birbirinden ayrışmamış olduğuna dikkat çekerek aslında dindarlığı altı
boyut üzerinden incelemiş olduğunu söyler ve şu şekilde sıralar;
a) Tecrübe ve Duygu Boyutu: Dinlerin meydana gelmesi ve yayılması
sürelerinde özellikle önemli etkileri olan tecrübe boyutu aynı zamanda diğer boyutları
da etkilemektedir.
b) Hikâye ve Mitsel Boyut: Din üzerine yapılmış betimlemeler ve çeşitli
anlatıları kapsayan bu boyut, peygamberlere dair olayları da içerir.
c) Öğretisel ve Felsefi Boyut: Bir dinin öğretisi ve düşüncesinin felsefi
boyutu dini açıklayan kutsal metinlerde ve bu metinler hakkındaki açıklamalarda yer
almaktadır. Dine inanan kişilerin yapılarına göre de hayatlarında kendini gösterir.
d) Etik ve Hukuki Boyut: Her din insanlara belirli kurallar koyar ve bu
kurallarla hayatı düzenler. Kurallar ahlak ya da hukukla, bazen de her ikisiyle ilgilidir.
e) Toplumsal ve Kurumsal Boyut: Toplumsal durumların dinden etkileniyor
oluşunu açıklayan bu boyut, dinin insan hayatı üzerine etkileri ve dinsel kurumların
nasıl harekete geçtiğini açıklar.
f) Maddi Boyut: Cami, kilise gibi sayabileceğimiz çeşitli ibadet mekanlarında
bulunan süslemelerin dinsel manaya sahip olanlarının insan yaşayışındaki etkileri bu
kapsamda ele alınır.
Hökelekli (2005) bireylerin dinî yaşayışlarını genişlemesine, uzunlamasına ve
derinlemesine diye sıralanan üç boyutuyla analiz etmektedir;
a) Dinin Genişlemesine Boyutu: Bu boyutta Glock ve Stark tarafından
yapılmış olan sınıflandırma kullanılmaktadır ve Hökelekli buna ek olarak bu boyutu beş
kategori kapsamında incelemektedir.
i) İdeolojik Boyut: İnanç bazında ele alınan bu boyut kişinin Allah’ya
bağlılığını içerir.
ii) İbadet Boyutu: Dindar bireylerin dinî hareketlerini ve aktivitelerini ele alır.
iii) Tecrübe Boyutu: İlahi varlığa dair kişinin sezdiği, hissettiği ya da
algıladığı durumlar bütünüdür.
iv) Zihni (Entelektüel) Boyut: Dindar bireylerin inandıkları dine dair
edindikleri ve edinmeleri gereken bilgi boyutudur.
25
v) Etki Boyutu: Kişinin dine her anlamda inanmasıyla beraber, hayatının
dinden etkilenmesi durumudur.
b) Dinin Uzunlamasına Boyutu: Hökelekli argümanını Gazali’nin fikirleriyle
temellendirerek gelişim süreci tamamlanmış dindarlığı üç faktör üzerinden ele
almaktadır. Bu üç faktörü “iman”, “ilim” ve “marifet” olarak sıralamak mümkündür.
Kişinin dini yaşayışının başlarında geçtiği kabullenme, onaylama, bağlılık ve itaat
evreleri iman safhasının içerisindedir. İnanışa dair görüşler geliştirilmesi ve mantık da
kullanılarak çeşitli kanıt arayışlarına gidilerek bir dünya görüşü oluşturulması ile fikri
(ilim) safhası gerçekleşir. Allah ile birebir bağlantı haline geçilmesi ile ortaya çıkan
çeşitli psikolojik deneyimler ise marifet (zevk/şevk) safhasını meydana getirir.
c) Dinin Derinlemesine Boyutu: Aynı dine mensup bireylerde bile dini
yaşayışta aynı düzeye ya da aynı yoğunluğa erişememe söz konusudur. Her bireyin dini
yaşayışı farklı derinlikte olmaktadır. Bu boyutu ele alırken Allport’un iç güdümlü ve dış
güdümlü dindarlık tanımlarının kullanılma durumu vardır.
Watch dindarlığın boyutlarını “akide” (teori/doktrin), “ibadet” (kült) ve “dini
toplum” (communion) diye sıralanabilecek olan üç boyut üzerinden ele almaktadır.
Freyer kendi çalışmalarını da bunun üzerine koyarak Weber’in açıkladığı “dini zihniyet
/ ahlak” boyutunu da dördüncü kategori olarak eklemiştir (Günay 2006: 42-59).
Hackney ve Sanders, genelleme kurarak dindarlığı üç temel kategoriye indirgemişlerdir.
Birincisi, dinsel uygulamaları kapsayan inançları odak alan ideolojik dindarlık; ikincisi,
dinin ortaya çıkardığı sosyal durumları öne çıkaran kurumsal dindarlık; sonuncusu ise,
içselleştirilmiş dinî değerlerin ve kişisel fedakarlıkların dikkate alındığı kişisel
bağlılıktır. Dinî bağlanma, dinsel başa çıkma, kurumsal dindarlık gibi dindarlığın başka
boyutları da vardır (Salsman & Charles 2004:119-131).
Çelik (2003), yapmış olduğu çalışmada dinî inancın yaşa bağlı olarak çeşitli
değişimler geçirdiğini gözlemlemiştir. Tecrübe ve ibadet boyutlarında, ilerleyen
yaşlarda daha bir yoğunluk ve dine karşı olumlulaşan bakış açısı ortaya çıkmaktadır.
Fukuyama, 50-60 yaş aralığındaki kişilerden oluşturduğu örnekleminde ibadet
boyutunun oldukça kuvvetli olduğunu ifade etmiştir. Yaparel (1987), Fukuyama’nın
çalışmasının sonuçlarını inceleyerek cinsiyet bazında bir dindarlık analizine girişmiştir
ve sonuçlara göre kadınların inanç, ibadet ve duygu boyutlarında daha yüksek
düzeylerde oldukları fakat buna karşılık bilgi boyutunda düşük seviyede kaldıklarını
26
açıklamıştır. Buradan da bilgi düzeyleri yüksek olan erkeklerin inanç, ibadet ve duygu
boyutlarında yetersiz kaldıkları söylenebilmektedir.
Özetlemek gerekirse, literatürdeki ilk araştırmalarda tek boyut üzerinden
incelenen dindarlık, zamanla yetersiz bulunmakta ve ortaya çeşitli dindarlık boyutları
çıkmaktadır. Bu boyutların taraması yapıldığında inanç, ibadet, tecrübe, bilgi ve etki
diye sayılabilecek olan beş boyutun öne çıktığını görürüz. Kabul görmüş bu beş
boyutun Glock tarafından geliştirilmiş beş boyut olduğunu fark etmek mümkündür ve
bu boyutlar birbirleriyle oldukça ilişkilidirler.
Lenski ve Glock gibi bazı sosyologlar 1960’lı yıllarda dindarlığı tek yönlü
olarak ele almanın yetersiz kaldığını bildirmişlerdir (Köktaş 1993:82-106) . Yapılmış
araştırmalar genellikle ya inanç ya da ibadetlere aktif katılım dikkate alınarak
yapılmıştır ve bu tek odaklı araştırmaların çok yönlü dindarlığı açıklama konusunda
tatmin edici sonuçlar vermediğini söylemişlerdir (Glock 1998:43-98). Lenski, Detroit
şehri sınırlarında yürüttüğü çalışmasında dindarlığı 4 boyutta ele almıştır ve bunları
zühd, öğreti, ayinsel davranış ve formel organizasyon olarak sıralamıştır (Köktaş
1993:82-106) .
Ursula Boos-Nünning (1972) ’de dindarlığı çok yönlü olarak ele alır.
Almanya’daki Katolikler üzerinde yaptığı çalışmada 78 maddeli ve altı boyutlu bir
indeksten yararlanmıştır. Dini bilgi, kiliseye duyulan bağlılık, genel dindarlık, iman,
açık ibadetler, evlilik ve cinsel boyuttaki ahlak düzeyi kabul ettiği altı boyuttur. King ve
Hunt (1969, 1972), yaptıkları analizlerde on faktörlü çıkarımlara ulaşmışlardır ve
bunları şu şekilde bildirmişlerdir: İtikadî kabul, duygu, kiliseye gitme, düzenli faaliyet,
malî destek, dinî bilgi, gelişmeye ve gayret etmeye yönelim, dışsal yönelim, dikkati
çekme, davranış ve idrak.
Harold S. Himmelfarb (1975) daha önce kabul edilmiş boyutları da kapsayan bir
çalışma hazırlayıp dokuz boyut oluşturmuştur. Chicago’daki yetişkin Yahudiler
üzerinde yaptığı çalışmada dört yönelime indirgemiştir ve bunlar; doğaüstü, toplumsal,
kültürel ve kişiler arası yönelimler olarak kabul edilir (Yıldız 2006:1-73).
Türkiye’de bu sayılan modeller arasında en kabul göreni Glock tarafından
sunulmuş olan beş boyutlu modellemedir (Fırat, 1977; Yaparel, 1987; Yavuz, 1987;
Köktaş, 1993; Koştaş, 1995; Yıldız, 1998: 87-108). Glock’un tüm dinler üzerinde
çalışma yapmış olmasını bunun sebebi olarak gösterebiliriz (Yıldız 2006:1-73).
27
1.1.4.Dindarlık Tipleri
Dindarlık kavramı kuramsal olarak çeşitlendirilen bir yapıya sahiptir ve bu
sebeple algılanışında farklılıklar gözlendiğinden gruplandırılma yapılmasının zorunlu
olduğu görülmektedir (Çelik 2003:153-174). Bu açıdan bakıldığında, farklı şekillerde
görülen inançlı bireylerin dinî yaşamlarındaki çeşitliliği açıklamak üzere tipler
oluşturulmuştur. Fakat Yapıcı (2002), dindarlık tiplerini belirlerken hangi kriterleri
ölçü alarak gruplandırma yapılacağının ve dini yaşama biçimlerinin birbirinden oldukça
farklı olduğu kişilerin o gruplara nasıl yerleştirileceğinin temel sorun olduğu fikrine
sahiptir. Anlaşılacağı üzere hem İslam hem de Hristiyan topluluklar üzerinde yapılmış
olan araştırmalarda çalışan sosyologların, psikologların ve hatta teologların dinî
yaşayışlar ve dindarlık biçimlerini ele alırlarken kendi kişisel ve mesleki görüşleri
üzerinde şekillendirme yapmakta oldukları görülür. Bundan dolayı, hazırlanan
kategoriler ve tipler çalışmayı hazırlayan kişilerin mesleklerine bağlı olarak çeşitli
eğilimler ve karakterler göstermektedir.
Her insanın zekâ, mizaç ve yetenekler ve benzeri kalıtsal özelliklerde
farklılaşmalar yaşadığı, dinî eğitimlerine bağlı olarak oluşan tutum ve algılarında
önemli ayrımlar ortaya çıktığı gerçeğini göz önünde bulundurarak Yavuz (1982),
birbirinin aynısı olduğu iddia edilebilecek iki insanın yeryüzünde olamayacağı gibi aynı
Allah inancı ve görüşleri olan iki insan da dünyada bulunamaz diye bildirmiştir. Bu
yüzden insanları gruplandırabilmek, tümüyle anlamak, tanıyabilmek ve gerçek
tipolojisini oluşturmak olası değildir. Kısmi olarak düşünürsek belli tipler oluşturmak
belki söz konusu olabilmektedir. Anlaşılacağı üzere bu alanda yapılmış hiçbir çalışma
henüz dindarlık sınıflandırmasını kesin ve kat’i olarak yapmayı başaramamıştır. Yani ne
yazık ki sunulmuş olan tiplerin sadece taslak niteliğindeki gruplandırmalardan
oluştuğunu, detayları kapsamasının olası olmadığını kabul etmek zorundayız.
James’in görüşlerini temel alarak dindarlığı bireysel ve toplumsal olarak
isimlendirilebilecek iki temel grupta ele alan Yapıcı’ya göre (2007), kişinin deneyim ve
duygu boyutlarında yaşadığı bireysel dindarlık, dinin temelini oluşturan durumdur.
Kişinin ilahi güçle kurduğu ilişki doğrultusunda yaşadığı duygu durumları ve bunlar
üzerinden gözlemlenebilen korku, ümit, huşu, tövbe gibi çeşitli ruhsal durumlar
dindarlığın ferdi yansımaları olarak açıklanmaktadırlar. Ayırt edilmesi gereken
durumlardan biri de, çoğunlukla her insanın dinî deneyimler yaşaması ancak herkesin
28
hayatında bu durumun faklı biçimde ve farklı yoğunlukta yaşanıyor olmasıdır. James,
toplumsal dindarlığı açıklarken törenlere, ayinlere ve çeşitli dinî organizasyonlara
katılımla yani dindarlığın ibadetsel kısmında kendini gösterdiğini vurgulamaktadır
(Yapıcı 2007:75-117). James’in hazırladığı diğer bir gruplandırmada ise dindarlar
ruhsal durumlarına göre “sağlıklı bir zihne sahip olanlar” (healty-minded) ve “hasta
ruhlular” (sick-soul) olarak ikiye ayrılmışlardır. James’in tanımlamalarına göre sağlıklı
zihni olanlar hayata pozitif bakar ve her şeyin güzel tarafını görmeye odaklanırlar. Bu
tavırları dini yaşamlarında da kendini gösterir. Bununla beraber, hasta ruhlu dindarlar,
pesimist bakış açısına sahip oldukları için dinî yaşayışlarında da temel konular çile,
ölüm, hastalık gibi olumsuz kavramlardır (Mehmedoğlu 2004:47) . Bu sebeple, kişinin
zihninin yapısı, dini yaşayışını da doğrudan etkiler durumdadır.
Günay (2006), dindarlığın toplumsal boyutunu ele almış ve bu durumun dinin
gruplar tarafından içselleştirilmesi ile birlikte grup üyelerinin ibadetlere ve ayinlere
beraber katılım gibi ortak hareketler içerisinde bulunmalarını öne çıkarmıştır. Toplum
yapısal olarak karmaşıktır ve etki-tepki sürekliliği içerisinde ilerler, dini yaşayış
yansımaları da bu toplumun yapısından etkilenmektedir. Kayıklık (2006), toplumsal ve
bireysel dindarlık arasındaki ayrımı açıklayarak kişinin iç dünyasındaki yansımaların
bireysel dindarlığı meydana getirdiğini, yaşanan bu duygulanımların ortak davranışlara
dökülmesiyle toplumsal dindarlığın meydana geldiğini ortaya koymuştur.
Çelik (2003) dindarlığı, “halk dindarlığı” ve “popüler dindarlık” olarak iki
grupta incelemiştir. Günümüzde halk dindarlığı, kalabalık topluluklarca kabul gören
inançlar, normlar ve pratikler bütünü olarak kabul edilebilecek popüler kültür
yaratılarıyla beraber baştan oluşturulmaktadır. Aslında popüler dindarlık gelenekler,
kültürün kattığı inançlar ve uygulamalardan kopuk değildir. Değişim süreci de
düşünüldüğünde yeni, özgün bir dindarlık ortaya çıkmış ve bu dindarlığın yaşandığı
bölgelerde dini hayat beklenilenin çok daha üzerinde bir düzeydedir.
Günay (2003) da benzer şekilde halk dindarlığı konusuna yoğunlaşmış ve halk
dindarlığının kendini türbe, tekke, yatır, önemli insanların mezarları hatta kutsal sayılan
ağaçlar çevresinde gösterdiğini belirtilmiştir. Kişilerin günümüzde bile keramet
kültürüne inandıkları, istekleri yerine gelsin diye bu mitoloji kökenli uygulamalara bel
bağlayıp dileklerinin yerine gelmesini umdukları görülmektedir. Günay’ın (2003) bir
diğer açıklamasında, halk dindarlığın uygulamalarına göz atıldığında büyü ve mistik
29
öğelerin inaçları ve adetleri çok derinden etkilediği vurgulanmaktadır. Çoğunlukla
yaşlılarda, eğitim düzeyi düşük kişilerde ve sıklıkla kadınlarda bu tip inanç ve
etkinliklere yönelimin daha yüksek olduğu yapılmış olan çalışmalarda onaylanmıştır
(Günay 2003:23-41; Aslan 2004:55).
Weber ise kişinin mesleğine göre farklı dindarlık kategorileri oluşturmuştur.
Çiftçi dindarlığı, şövalye ve feodal beyler dindarlığı, bürokrasi dindarlığı ya da burjuva
dindarlığı benzeri kategoriler bunların bir kısmına örnektir. Weber bununla beraber
sınıflar arası dindarlık farklarına ve şehirler ile kırsal kesim arasındaki ayrımlara da
dikkat çekmektedir (Köktaş 1993:82-106) . Weberin odak noktası, sosyal
konumlarının insanların din algılarını ve dinî yaşamlarını etkiliyor olması ve bu sebeple
sosyal sınıflar arası farklılaşan dindarlık şekilleri görüldüğünü öne sürmektedir.
Maslow, dinlerin kuralları ve ortaya koydukları düzen tasarılarını temel alarak
“kuralcı” (legalist) ve “kuralcı olmayan” (mistik) olarak adlandırdığı iki kategori
oluşturmuş; kuralcı bir biçimde dine bağlılık yaşayan kişileri “düzen insanı” ve dinin
kuralcı olmayan kısımlarına yönelen kişileri “mistik insan” olarak ele alarak iki farklı
dindarlık tipini vurgulanmıştır. Maslow, dini gerçek manasıyla yaşayanların dinî
deneyimleri hayatına yedirmiş dindarlar olduklarını söylemektedir. Öte yandan düzen
insanı diye kategorize edilen kişiler dinî deneyimleri yaşamazlar, yalnızca gerekli olan
ritüelleri yerine getirerek bir yansıma oluştururlar (Ayten, 2006).
Cropps, “otoriter din”, “arayış dini” ve “kendiliğinden din” diye adlandırdığı üç
farklı dinsel yaşayış grubunu dini temel alarak dindarlık üzerine geliştirmiştir. Ona göre
otoriter dinin grubunda önemli olanın boyun eğme, saldırgan yapıdaki dışsal bir
otoriteyi kabullenme olduğunu; arayış dinindeki yaşayışın ifade edebilme, tarih ve bilim
doğrultusunda yeniden yapılanmaya gidilmesi, ahlak kurallarına insani bir biçimde
bakılmasına önem verildiğini; kendiliğinden dinin dinî yaşayış biçiminde ise benliğin
zaman ve mekandan soyutlanması, Allah ile bağlantının, engelleri kaldırarak doğrudan
bağlantı kurulabilmesinin temel alındığını söylemektedir (Kayıklık 2000: 157-174).
Yavuz (2001) toplumda dindarların nasıl tavırlar sergilediklerini gözleyerek
“samimi dindarlar”, “halk arasında dindar olarak anılsın diye dindar görünenler”, “içi
boşaltılmış ve yaşayışında samimiyet olmayan, yani şeklen dindarlar”, “toplumda ticaret
ya da siyaset gibi çıkarları için dindarlaşanlar”, “herhangi bir dini gruba ya da dinî
30
cemaate mensup olan dindarlar” ve “fanatik dindarlar” gibi bir dindarlık sınıflandırması
oluşturmuştur.
Yapıcı (2002), dinin etkileme yönüne de dikkat çekerek sosyo-kognitif bir
dindarlık kategorizasyonu oluşturmuştur, dindarlığı ise “liberal”, “muhafazakâr”,
“dogmatik” ve “fanatik” olarak dört kategoride ele almıştır. Liberal dindarlar genel
geçer dini düşünce ve duygularla yola çıkmazlar, inançlı ve kutsal metinler konusunda
hassas, alt ve üst kimlikler konusunda duyarlı, din hakkında ortaya çıkan yeni
gündemleri takip eden ve bunları özümseyen yapıdadırlar. Algılarının temeli dinî duygu
ve düşüncelerden oluşan muhafazakâr dindarlar, inançlarını günlük hayatlarında da
uygularlar. Bu dindarlık tipini sergileyenler, alt ve üst kimlikleri söz konusu olduğunda
hassas tavırlar sergilerler. Genel anlamıyla muhafazakârlık “mevcut yapıyı koruma”
amacıyla hareket ettiğinden muhafazakâr dindarlarda yenilikler karşısında direnmekten
çok temkinli yaklaşma gözlenmektedir. Dogmatik dindarlarında görülen en temel
belirti konu din olduğunda sevap-günah, helal-haram, caiz-caiz değil gibi keskin hatlı
bir ikili tutumları olmasıdır. Bu tipteki insanlar, kendilerinden olmayanlara karşı son
derece tahammülsüz ve hoşgörüsüz yaklaşırlar, bununla beraber yeni fikirler karşısında
dehşete düşerek her türlü modernlik ve değişimin karşısında yer alırlar. İnandıkları
konulara karşı körü körüne bağlılık duyan fanatik dindarlar zihinsel olarak çok katı
tavır takınırlar. Farklı görüşler ve diğer dinî oluşumlara karşı şiddete bile yönelebilen,
kendileri gibi olmayan herkesi ötekileştirerek onlara saldırmaya meyilli bir yapıda
hareket ederler.
Rokeach, kategorileri oluştururken inanç sistemleri bağlamında düşünmüş ve
insanları “açık” ve “kapalı” zihinsel yapıya sahip olanlar şeklinde iki gruba ayırmıştır.
Ancak günlük hayatta iki tipin ortasında ya da konuya bağlı zihinsel yapısı
değişebilecek insanlar olduğu da göz ardı edilmemelidir. Rokeach açık zihinsel yapıdaki
insanları iyimser, çevreye karşı hoşgörülü ve yenilikler konusunda rahatsızlık
duymayan kişiler olarak görmektedir. Sayılan özellikleri bu kişiler, dinî hayatlarına ve
dindarlıklarına da yansıtırlar. Kapalı zihinsel yapısı bulunanlar için hayat keskin hatlarla
birbirinden ayrılır, her şey ya ak ya karadır, aradaki insanları hiçe sayan, yeniliklere
tamamen kapalı, mevcut duruma karşı aşırı korumacı bir tavır sergileyen, dogmatik ve
baskıcı tavırlar sergilerler. Dindarlıkları da buna benzer şekilde katıdır. Kişilerin kapalı
zihinsel yapı oluşturmasında toplumsal ve bireysel etkenler, kişisel kaygılar, mensup
31
olduğu grubun kapalı ve tek tip oluşu, ilkel yapıda bir zihni oluşu, dini daha dışsal bir
biçimde kabul etme, meydan okuma isteği, eğitim durumu ve çevresel etkenler oldukça
önemlidir (Vergote, 1999).
Günay (1999) sınıflandırmasını yaparken insanların dini yaşamalarının
şiddetinin yoğunluğuna ve şekline bağlı iki kategori oluşturmuştur. İlk grup şiddetin
yoğunluğu temel alınan beş alt gruplu bir kategorizasyondur. Bunları; dini gerekliliklere
körü körüne bağlı olan ve günlük yaşamını neredeyse işgal edecek biçimde dini yasaklar
ve farzlara uyan ateşli dindarlar; dini inancına bağlı olan ve dinin gerekliliklerini
içtenlikle kabullenen ancak pratiğe döküldüğünde bazı fireler verebilen alaca dindarlar;
dini inançlara saygıda kusur etmezken konu ibadet olduğunda sadece kolektif olanlarına
katılım gösteren ve o dönemlerde yoğun dindarlık yaşayan mevsime göre dindarlar; dini
inançlara çoğunlukla saygı gösteren fakat dini uygulamaların çoğuna katılım gösterme
eğilimi olmayan sadece özel durumlarda bazı ibadetleri yerine getiren başka zamanlarda
ilgi göstermeyen beynamaz dindarlar; dine karşı tümden alaka göstermeyen ilgisiz
dindarlardır. Günay’ın öne sürdüğü diğer dindarlık sınıflandırmasında dinî yaşayış
bağlamında dört grup oluşturmuştur. Birincisi, kentlerin aşağı sınıflarıyla kırsalda
görülen geleneksel yapıdaki halk dindarlığıdır. Diğeri, aslında geleneksel halk
dindarlığı temelli olsa da İslami faktörlerle bezenmiş, kültür ve eğitim seviyesi yüksek
dinî elit diye tabir edilen sınıfa özgü seçkinlerin dindarlığıdır. Üçüncü gruptakiler,
Allah ve kulları arasındaki kutsal bağa inanan, ahiret ve dünya hayatlarını birbirinden
tamamen ayıran, dini sadece öte dünya sorularına cevap olarak gören ve öyle yaşayan
lâik dindarlıktır. Sonuncusu ise, geleneksel dindarlık ve laik dindarlık arasında geçiş
köprüsü gibi görülebilecek olan tranzisyonel dindarlıktır.
Allport kişilerde iki tip dindarlığın görüldüğünü söylemiştir ve bunlar: “Dış
güdümlü (Intrinsic) dindarlık” ve “iç güdümlü (Extrinsic) dindarlık” tır.
Dış güdümlü dindarlıkta davranışların temel tetikleyicisi din değildir ve dini bir
araç olarak görme durumu söz konusudur. Dış güdümlü dindarlık kategorisindeki
insanlar dini, kendi özel amaçları için kullanmaya meyillidirler. Hatta bu gruptaki
kişiler dini inanç ve algılarına, kendi ihtiyaçlarıyla uyumlu bir biçim verirler
(Akt.Hökelekli, 2005).
32
İç güdümlü dindarlık grubundaki insanlar için temel motivasyon kaynağı dindir,
bu kişilerin dini inançları oldukça yüksektir ve dini gereklilikleri yerine getirirler
(Yıldız 2006:1-73).
Hökelekli (2005), “iç güdümlü dindarlar için din, benliğin hizmetinde olması
sebebiyle dıştan gelen bir değer olmayıp benlikten daha geniş bir alana yayılan içten
doğma bir değerdir” diye açıklama yapmıştır.
Özetlersek, hem ülkemizde hem de dünyanın birçok yerinde dindarlık kavramı
çeşitli araştırmalarla kavramlaştırılmaya uğraşılmıştır. Ortaya çıkan farklılaşmaların
bunca farklı dindarlık kategorisi oluşmasında büyük rol oynadığı bilinmektedir. Dinsel
yaşayış ve başka çeşitli ortak noktalar üzerinde durularak tipolojiler kurulmuş ve
bunlardan her birinde belli bir biçim de dindarlık ele alınmıştır.
1.2. DEPRESYONUN TANIMI
Depresyon, bireyin yaşam olaylarını ve geleceğini olumsuz değerlendirmesi
sonucu ortaya çıkan ve yaşam kalitesini ciddi şekilde etkileyen psikolojik bir hastalıktır
(Köknel,1989). Depresyon genel olarak; derin üzüntülü bir duygudurum içinde
düşünme ve konuşma, durgunluk, yorgunluk, isteksizlik, dikkat, konsantrasyon ve
motivasyon azalması, değersizlik, suçluluk ve karamsarlık gibi duygu ve düşünceler ile
fizyolojik fonksiyonlarda yavaşlamayı içeren bir sendromdur (Preskorn,1999).
Depresyon sözcüğünün kökeni olan ‘depress’, Latince ‘depressus’ tan
gelmektedir. Depresyon ve diğer ruhsal rahatsızlıklarla ilgili tanımlama ve sınıflandırma
çalışmaları ise Antik çağlara kadar uzanmaktadır. Sümer ve Mısır kaynaklarında
konuyla ilgili bilgilere rastlansa da ilk kez Hipokrat bu sendromun belirtilerini
tanımlayarak etiyolojisiyle ilgili bazı açıklamalarda bulunmuştur. Hipokrat ekolünde;
insan vücudundaki duygularla ilintili kan, sarı safra, kara safra ve lenf gibi sıvıların
bulunduğu ve bu sıvılardan kara safra ve lenfin mani, melankoli ve paranoyaya
sebebiyet verdiği yönünde bir görüş bulunmaktadır. Hipokrat’ın ‘eğer üzüntü uzun
sürerse artık melankolidir’ sözü, depresyonun ruhsal bir rahatsızlık olarak kabul
edildiğinin bir göstergesidir (Işık,2003). Ancak depresyonun bir rahatsızlık olarak
tanımlanabilmesi yalnızca geçen yüzyılın sonunda Kraepelin ile mümkün olmuştur
(Öztürk 2008: 337-427).
33
Kraepelin, mani ve depresyonun tek bir hastalığın farklı evreleri olduğunu
belirtmiş ve bu hatalığa manik depresif psikoz adını vererek (Klerman,1980) hastalığın
belirtileri, gidişi ve sonlanışı üzerinde durmuştur. Sıkıntılı durumlar karşısında
bireylerin yoğun üzüntü yaşayabildiklerini dile getirerek keder ve yasın aşırı boyutlarda
olmadığı ve psikotik belirtiler görülmediği takdirde bu durumun normal olarak
değerlendirilebileceğini ifade etmiştir. Bu ayrım DSM-II’de depresif nöroz, DSM-III’te
majör depresyon ve son olarak DSM-IV’te majör depresif bozukluk olarak
tanımlanmıştır. Ayrıca DSM-IV’te hastalığın tanı ölçütlerine, belirtilerin sosyal ve
mesleki işlevselliği bozması ve bireyi yoğun sıkıntıya maruz bırakması gibi koşullar da
eklenmiştir (akt.Ürün Özer, 2012).
Normal bir duygu, semptom ya da sendrom grubu olarak nitelendirilebilen
depresyon psikolojide; algısal, bilişsel ya da motor performanstaki düşüşü, klinik
psikiyatride ise normal duygu durumlarından melankoliye uzanan oldukça geniş
nitelikteki duygusal değişiklikleri açıklamak için kullanılmaktadır. Depresyon bir
sendrom olarak ele alındığında değersizlik ve suçluluk duyguları, ümitsizlik, çaresizlik,
ilgisizlik, isteksizlik, intihar düşünceleri ve kaygı gibi belirtilerle birlikte iştahsızlık, kilo
değişiklikleri, kabızlık, psikomotor yavaşlama veya ajitasyon, baş ağrısı ve diğer
bedensel belirtiler baş göstermektedir (Tuncer,1999).
Yukarıda sıralanan depresif belirtiler günümüzde pek çok insanın günlük
yaşamında gözlemlenebilmektedir. Bu tür semptomların görüldüğü bireyler, içinde
bulundukları durumdan yakınmakta ve bunu birtakım jest, mimik, hareket ve sözleriyle
belirmektedirler. Esasen bireyin gündelik yaşamının parçalarından olan dikkati
odaklayamama, dalgınlık, unutkanlık, düşüncelerin dağılması gibi zihinsel işlev
bozukluklarının depresyona işaret edebilmesi için bu gibi belirtilerin sıklığı, şiddeti ve
süresinin uzunluğunun bilinmesine ihtiyaç vardır (Köknel,2005). Depresyonun ortaya
çıkması ya da var olan depresyonun daha derine inmesi ise sevgi nesnesinin yitimi, iş
yaşamındaki çatışmalar ve doyumsuzluklar, benliği inciten onur kırıcı durumlarla
karşılaşılması, ekonomik sorunlar, aile bunalımları ve fizyolojik sağlığın bozulması gibi
değişkenlerle ilgilidir (Kelleci,1998).
Depresyonun tedavisinde önemli olan adımlar; hasta ve doktor arasındaki iyi
iletişim, uygun bir antidepresan tedavisi, psikososyal ve psikoterapötik müdahaleler
olarak sıralanabilirler.
34
1.2.1. Tarihçesi
Depresyon geçmişi Eski Ahid’e ve klasik Hindu tıp metinlerine dayanan, en eski
ruhsal bozukluklardan biridir. Literatürdeki ilk tanım Hippokrates (İ.Ö.460 - 357)
tarafından yapılmıştır. Hippokrates durumu fazla kara safra bulunmasına bağlamış ve
“melaine chole” ismini vermiştir. Galen (İ.S. 131 - 201) ise melankoliyi “korku ve
depresyon, yaşamdan hoşnutsuzluk, tüm insanlardan nefret” şeklinde tanımlamıştır.
Mevsimlerden sonbaharın melankoliyle uyumlu olduğu düşüncesi vardı. Soranus (İ.S 1.
- 2. yy) tedavi yöntemi olarak tiyatro izletmeyi ve melankoli hastalarında komedi, mani
durumunda trajedi oyunlarında aktif rol almalarını kullandığı görülmüştür.
“Melankolinin Anatomisi” adlı eser, duygudurum bozuklukları üzerine yazılmış ilk
İngilizce eserdir ve 1621’de Burton tarafından kaleme alınmıştır. Hipokondriyazis, yas
ve aşk melankolileri benzeri çeşitli kategorilerin yanında nedensiz oluşan melankolilerin
de bulundurduğunu ve Burton da o dönemdeki diğer tüm araştırmalardaki gibi görülme
sıklığının erkeklerde fazla olduğunu söylemiştir. Mani Pinel, melankoli de Esquirol
tarafından analiz edilmiş ve açıklanmıştır. “Affektif bozukluk” ilk olarak Maudsley
tarafından kullanılmıştır. Kraepelin daha ayrıntılı bir çalışma içerisine girerek mani ile
melankolinin tüm çeşitlerini ele almış, tekrar gösterdiklerini ve birbirlerini takip
edebildiklerini hatta atak döneminde üst üste bile olabildiklerini gözlemiştir. 1899’da
hazırladığı kitapta manikdepresif bozukluğu ayrı bir nozolojik antite olarak
kategorileştirmiştir. Kraepelin’in açıklamalarında depresyonun en temel patolojisi,
duygusal çöküş ve hem fiziksel hem de mental durumda yavaşlamalardır. DSM-IV’e
bakıldığında bu durumun “majör depresif bozukluk, melankolik özellikli” sınıfına
girdiğini görürüz ayrıca yine bu kitapçıkta “bipolar bozukluk” durumunun süreklilik
içerisinde olduğu da görülmüştür. Fransa’da 17. yüzyılla beraber başlayan düşünce
özgürlüğü ile birlikte beden ve zihin birbirinden ayrı ele alınabilmiş ve kilisenin baskısı
hafiflemiştir. Kreapelin’in çalışmalarıyla dikotomik yaklaşım su yüzüne çıkmış fakat
biyolojik indirmecilik seviyesini geçememiştir. İsviçreli bilim insanı Meyer, erken
20.yüzyılda psike ve soma ayrımını birleştirmek için “psikobiyoloji” kavramını
kullanmaya başlamıştır. O dönemde kullanılan melankoli yerine isebiyolojik sebeplere
vurgu yapmayan depresyonu kullanmaya başlamıştır (Öztürk 2004: 337-427).
35
1.2.2. Depresyonun Nedenleri
Depresyonun nedenleri üzerinde yapılmış birçok çalışma vardır ancak hâlâ kesin
bir bulgu elde edilememiştir. Buna sebep olarak da depresyonun hastalık değil de
sendrom olması, tek tip olmaması ve birçok sebeple tetiklenebilir oluşu
gösterilmektedir. Depresyonun nedenlerini araştıran birçok çalışma yapılmış ve teoriler
ortaya atılmıştır ancak kabul edilen görüşe göre depresyon çoğul nedenlerden
etkilenmektedir. Kalıtsal, biyolojik ve psikososyal etkenlerin birleşmesiyle çoğu
durumda depresyon meydana gelmektedir. Örneğin, kayıp yaşamış bireylerde bilişsel
işlevlerde bozulma ortaya çıkar, bu durum kimyasal yapıda değişikliklere yol açabilir ve
kişinin kalıtsal bir eğilimi varsa depresyon geçirebilir (Yemez ve Alptekin 1988:21-25).
Aile öyküsü, cinsiyet, rahatsız edici olaylar, stres artışı, yetersiz ebeveyn desteği,
erken yaşta görülen olumsuz yaşayışlar, bağımlılıklar, psikiyatrik ve bedensel hastalık,
sosyal yalnızlıklar gibi faktörler kişiyi depresyona itebilir. (Ünal ve ark. 2002: 8-25).
1.2.2.1. Psiko-sosyal Faktörler
Hayvanlar üzerinde yapılan bir deneyde görülmüştür ki, kaçmalarının mümkün
olmadığı ve tekrarlayan elektro şok uygulanan hayvanlar en sonunda pes ederek
kaçmaya çalışmaktan vazgeçmişlerdir. Hayvanların çaresizliği öğrendikleri kabul edilir.
Bireyler üzerinde depresyon da benzer etkiye yol açarak çaresizlik hissi
verebilmektedir. Öğrenilmiş çaresizlik kuramında, klinisyenin kişiye başa çıkma yolları
konusunda yardım etme durumunda depresyondan kurtulabildiği görülmektedir.
Klinisyenlere olumlu pekiştirme ve ödüllendirici yaklaşımlar kullanmaları tavsiye edilir.
Acı ve keder içerisinde olmak her insanda gözlenebilir. Fakat kişinin tüm hayatını
kaplayan bir biçimde yaşanmasına depresyon denmektedir. Kişinin kötü sosyo-
ekonomik konumda olması bu riski arttırır (Cimilli 2001:157-168). 11 yaşından önce
ebeveynlerden birinin kaybını yaşamış olmak depresyon riskini keskin bir biçimde
yükseltir. Eş ve çocukların kaybı da önemli etkenler arasındadır (Güleç ve Köroğlu,
1997). Bu tip yaşam olayları herkes için depresyon tetikleyicisi olacak diye bir kural
yoktur. Fakat eğer kişinin yatkınlığı da varsa önemli faktörler haline gelmektedirler
(Öztürk 2004: 337-427).
36
1.2.2.2. Kalıtsal Faktörler
Günümüzde bazı psikiyatrik bozuklukların temelinde kalıtsal faktörlerin etkili
olduğu kabul edilmiş bir durumdur. Tek yumurta ikizleri üzerinde yapılmış çalışmalar
bunun en kesin örnekleridir. Ayrıca aile ve popülasyon prevalansları incelendiğinde,
ailenin daha yüksek sonuçlar vermesi de bu argümanı güçlendirmektedir. Tek yumurta
ikizlerinde iki tarafın da rahatsızlığa sahip olma durumu %40-50 oranındadır. Yapılmış
farklı çalışmaların sonuçlarına göre beraber rahatsızlanma oranı %50-92,5 seviyesine
çıkmakta ve çift yumurta ikizlerinin oranından 3,6 kat fazla olduğu ortaya çıkmaktadır.
Kabul gören açıklama, depresyonda kalıtsal geçişin olduğu fakat bu geçişin heterojen
olduğudur. Depresyonun biyolojik etkisi denildiğinde nöroadrenalin ve serotonin
eksikliği dikkat çekilen konulardır. Fakat durumun sadece yetersizlikten değil
dengesizlikten de kaynaklandığı gözlenmektedir (Alper, 1999).
Bireylerin karakter özellikleri, depresyon ve diğer psikolojik bozukluklara
eğilim konusunda önemli etkendir. Ancak hiçbir karakter özelliğinin özellikle
depresyona eğilim kazandırdığı tespit edilmemiştir. Her kişilik tipinden insan depresyon
geçirebilmektedir (Özmen 2001: 283-287).
Depresyona eğilimli kişilik yapıları üzerinde bir genelleme yapacak olursak
şöyle sayabiliriz;
İnsanları incitmemeye yönelik hareket ederler,
Herkesi mutlu etme çabasındadırlar,
İyilikseverdirler,
Aşırı duyarlılık gösterirler,
Titizdirler,
Güçlü sorumluluk duygusuna sahiptirler,
Aile ve arkadaşlarına aşırı bağımlıdırlar,
Mükemmeliyetçidirler,
Onurlarına düşkündürler,
Öfkelerini yansıtmazlar,
Kolay etkilenirler
Meraklıdırlar,
İçe dönüktürler (Doğan 2000:29-38; Öztürk 2004: 337-427).
37
1.2.2.3. Biyolojik Faktörler
Biyolojik faktörlerin en etkilileri olarak norepinefrin ve seretonin aminleri kabul
edilmektedir. Bunlarla beraber dopamin ve asetilkolin eksiklikleri ya da dalgalanmaları
sonucunda duygudurum bozuklukları ortaya çıkabilir. Depresyonun biyolojik nedenleri
araştırılırken ilk karşılaşılan sebep kalıtım olmaktadır. Eğer kişinin aile içinde ya da
birinci dereceden akrabalarında çeşitli ruhsal bozukluklar varsa, risk oranında artış
olduğu tespit edilmiştir (Öztürk 2004: 337-427). Aile geçmişinde depresyon olan kişi,
ille de depresyon geçirecek değildir, fakat bu durumun ihtimalleri arttırması söz
konusudur (Köroğlu, 2004).
Depresyon üzerinde ailenin etkisi artık tartışma konusu değildir ancak bu
durumun kalıtsal yollarla mı yoksa öğrenmeyle mi geçtiği henüz netleştirilememiştir.
Ebeveynlerin depresif olması, kişinin ihtiyaçlarının karşılanmaması, maddi ve manevî
yetersizlik kişiyi depresyona sürükleyebilmektedir. Bir diğer açıdan, öz ebeveynleri
depresif olan ve evlat edinilmiş çocuklarda da depresyon görülme oranları oldukça
yüksektir (Ersan ve Abay 2001: 277-282).
İkizler üzerinde yapılmış çalışmalar genetik bağın varlığını kanıtlamıştır. Tek
yumurta ikizlerinden birinin depresyona girmesi durumunda diğerinin de %65
depresyon geçireceği görülmüştür. Çift yumurta ikizlerinde bu oran %14’e düşmektedir.
Farklı ailelere evlatlık verilen tek yumurta ikizlerinde eş zamanlı depresyonlar da
görülmektedir. Çift yumurta ikizlerinde böyle bir durum yoktur (Shapiro, 1997).
1.2.3. Tanı Kriterleri
Amerikan Psikiyatri Birliği depresyonu aşağıdaki gibi sınıflandırmıştır (DSM-IV
çev. Köroğlu,1994) :
1. Majör depresif bozukluk
2. Distimik bozukluk
3. Bipolar bozukluktaki depresyon
4. Genel bir tıbbi durumla ilişkili depresyon
5. Depresyonla uyum bozukluğu
6. Başka türlü adlandırılamayan depresif bozukluk
Premenstrüel disforik bozukluk
Minör depresif bozukluk
Yineleyen kısa depresif bozukluk
38
Genel olarak depresyon denilince ilk akla gelen majör depresyondur. Depresif
bozukluklar içerisinde en şiddetli form olan majör depresyonun (Bodur ve Üneri
2008:105-110) DSM-IV’teki ölçütleri şu şekildedir (2001) :
A. İki haftalık bir dönemde daha önce işlevsellik düzeyinde bir değişiklik
yaşanmasıyla birlikte aşağıdaki semptomlardan en az beşinin bulunması;
semptomlardan en az birinin depresif duygudurum ya da ilgi kaybı/zevk alamamayla
ilişkili olması gerekmektedir.
1. Hemen her gün yaklaşık gün boyu süren depresif duygudurum
2. Hemen her gün yaklaşık gün boyu süren tüm faaliyetlere karşı ilgi kaybı ya
da herhangi bir zevk alamama (anhedoni)
3. Önemli derecelerdeki kilo kaybı/alımı
4. Hemen her gün uykusuzluk/aşırı uyku
5. Hemen her gün psikomotor ajitasyon/reterdasyon
6. Hemen her gün bitkinlik ya da enerji kaybı
7. Hemen her gün aşırı/uygunsuz değersizlik ya da suçluluk duyguları (sanrısal
düzeye ulaşabilir)
8. Hemen her gün konsantrasyon güçlüğü ya da kararsızlık
9. Tekrarlayan ölüm düşünceleri ya da girişimi
B. Bu semptomlar bir karma epizotun ölçütlerini karşılamamaktadır.
C. Bu semptomlar, toplumsal ve mesleki alanlarda ya da diğer işlevsellik
alanlarında bozulmalara neden olmaktadır.
D. Bu semptomlar, madde kullanımı ya da genel tıbbi bir durumun doğrudan
fizyolojik etkilerine bağlı olarak oluşmamaktadır.
E. Bu semptomlar, yaşla daha iyi açıklanamamaktadır. Yani sevilen birinin
kaybedilmesinden sonra bu semptomlar iki aydan daha uzun sürer ya da bu semptomlar
belirgin bir fonksiyonel bozulma, intihar düşünceleri, psikotik semptomlar, psikomotor
reterdasyon ve değersizlik düşünceleriyle hastalık derecesinde uğraşmaya yol açtığında
bu tanı koyulabilir.
1.2.4. Depresyonun Risk Faktörleri
Cinsiyet, aile öyküsü, stresli yaşam olayları, hayal kırıklıkları, aile işlev
bozuklukları, yetersiz anne-baba bakımı, erken olumsuz yaşantılar, bağımlı ve obsesif
39
özellikler gibi kişilik özellikleri, güvenli olmayan bağlanma stili, kronik psikiyatrik ve
bedensel hastalık, sosyal destek azlığı gibi etkenler depresyona öncüldürler ve hastalığın
sonucunu etkilerler. (Ünal 2002:8-25)
1.2.4.1. Sosyal Yaşam Olayları
Acı, elem ve keder insanlığın ortak duygularıdır. Bu duyguların insanın tüm
varoluşuna egemen olduğu bir hastalık yaşantısı olan depresyon, sosyal ve kültürel
etmenlerden önemli ölçüde etkilenmektedir. Olumsuz sosyal ve ekonomik koşulların
depresyon riskini artırdığı gösterilmiştir. (Cimilli 2001:157-168) Anne veya babanın on
bir yaşından önce kaybı daha sonra depresyon gelişebileceğinin öngörülmesini sağlayan
en önemli yaşam olayıdır. Bir kişinin eşini veya çocuğunu kaybetmesi ise depresyonun
başlamasına neden olabilecek en önemli çevresel stres kaynağıdır. (Güleç,1997) Yaşam
olaylarının çoğu özgül değildir; yani her kişide böyle bir bozukluğu başlatmaz. Ancak
biyolojik ve ruhsal yatkınlık olduğunda bu etkenler rahatsızlığın başlamasında önemli
etken olurlar (Öztürk 2004: 337-427).
Çevresinden tutarlı, anlamlı ve uygun destekler alan bireyler kendilerini yıkıcı
çevresel streslere karşı daha iyi korurlar. Sosyal desteğin psikiyatrik durumlardaki
önemini ilk kavrayanlardan biri Emile Durkheim'dir. Durkheim, "Toplum ile
bütünleşemeyen bireyler intihar için büyük risk altındadırlar." demiştir. Sosyal destek
ağı kalabalık olan kişilerde psikiyatrik rahatsızlıkların görülme ihtimali azalmaktadır.
(Blazer,1995)
1.2.4.2. Irk ve Etnik Gruplar
Loosen ve arkadaşlarının 2000 yılında yaptıkları bir çalışmada; majör depresyon
dağılımının ırklara ve etnik gruplara göre farklılık göstermediği ve ırklar arasında
görülen bazı farklılıkların da, daha çok bu sosyo-ekonomik durumundan kaynaklandığı
bunun yanı sıra, siyah ırkta daha az oranda majör depresyon izlendiği ileri sürülmüştür.
(Charney,1988)
1.2.4.3. Cinsiyet
Majör depresyon kadınlarda erkeklere göre iki kat daha fazla görülmektedir.
Cinsiyet göre ortaya çıkan bu farklılık genç ve orta yaşta daha belirgindir. Yaş
40
ilerledikçe iki cins arasındaki fark git gide azalmaktadır. Kadınlarda erkeklere göre daha
sık görülmesi iki şekilde açıklanabilir: Biyolojik ve psikolojik nedenler. Menopoz,
hamilelik, doğum, hormon ve doğum kontrol ilaçlarının etkileri depresyonun ortaya
çıkmasında rol oynayabilmektedir. Psikolojik etkenlerle ilgili olarak; kadına toplum
içinde biçilen rol, bu konuda ona karşı verilen tepkiler, yaşadığı stresler, çatışmalar ve
çoğu kez bunlarla başa çıkamamanın verdiği çaresizlik sorumlu tutulmaktadır. (Navaro,
2002)
Günümüz koşullarında maddi manevî büyük yük altında olan kadınlar eş, anne,
iş kadını ve ev hanımı gibi rollerin ağırlığını yüklenmişlerdir. Kadınlar minör depresyon
için de hekimlere başvururken erkekler daha çok ağır depresyonda ve genellikle ailenin
zorlanması ile doktora başvurmaktadır. Depresif erkekler kadınlara göre alkol ve
uyuşturucu kullanmaya daha eğilimlidirler. Bu nedenle alan araştırmalarında
depresyona sekonder olarak alkol ve madde bağımlısı erkeklerin depresyon değil de
alkol ve madde bağımlısı teşhisi almalarının cinsler arasındaki bu farklılığı meydana
getirdiği iddia edilmiştir. Depresif bozukluklar kadınlarda daha sık görülmesine rağmen,
intihar sonucu ölen erkeklerin sayısı kadınlardan daha fazladır. (Savrun 1999:11-17)
1.2.4.4. Yaş
Depresyon başlangıcının yaş ortalaması 40 olarak tespit edilmiştir. Ağırlıkla 20
ve 50 yaş arasında başlangıç gözlemlenir. Fakat toplumsal değişimlerden kaynaklı
olarak, yapılan araştırmalarda yaşlı depresyonunda bir artış olduğu saptanmıştır. Benzer
şekilde 20 yaş altında görülen depresyon da eskiye oranla artmıştır. Kadınlarda daha
çok 35 ile 45 yaş aralığında, erkeklerde ise 55 ile 70 yaş aralığında depresyon eğilimi
tepe noktasına ulaşmaktadır. (Charney,1988)
1.2.4.5. Medeni Durum
Boşanmış ya da ayrılık yaşamış kişilerde daha sık depresyon görülür. Depresyon
ve boşanma arasında ilişkinin hangi yönde olduğu henüz netleştirilememiştir. Evli
erkekler diğer tüm kategoriler arasında en düşük riske sahip olan grubu
oluşturmaktadırlar. Sıralamak gerekirse ardından evli kadınlar; yalnız yaşayan ve dul
kadınlar; yalnız, dul veya boşanmış erkekler; boşanmış ya da ayrılmış kadınlar
gelmektedir. Yapılan bir diğer araştırmada yalnız erkekler ve evli kadınların en eğilimli
41
kategoriyi oluşturduğu belirtilmiştir. Türkiye’de yapılan araştırmaların sonuçlarına göre
65 yaş üstü, kadın, dul ve başkalarına bağımlı hayat sürme durumlarının riski yüksek
dozda arttırdığı görülmüştür. (Charney,1988)
1.2.4.6. Sosyo Ekonomik Durum
Net veriler üzerinden argüman kurulamasa da sosyo-ekonomik durumdaki
düşüklük ve depresyon arasındaki ilişkinin varlığı düşünülmektedir. Yapılan
araştırmalara göre düşük eğitim ve gelir seviyesindeki gruplarda depresyon görülme
oranı daha fazladır. Uzun süreli çalışmalarda, aile kazancındaki ani kayıplar ve genç
erkeklerin işsiz kalma durumlarıyla depresif belirtilerde artış görülür. (Weich, 1997)
1.2.5. Türleri
1.2.5.1. Major Depresyon
En sık karşılaşılan depresyon çeşidi majör depresyondur. Erkeklerin %5-12’si,
kadınların ise %10-25’i hayatlarında en az bir kez majör depresyon geçirmektedirler.
Toplumun alt sınıflarındaki düşük ekonomik düzeye sahip bireylerde ve aile geçmişinde
depresyon olan kişilerde majör depresyon ortaya çıkma ihtimali daha fazladır. Majör
depresyon tanısı konulurken kişinin önceden herhangi bir psikiyatrik bozukluk tanısı
olmaması ve depresyona sebep olabilecek organik bir faktörün bulunmamasına dikkat
edilir (Işık, 1991; Köroğlu, 2004).
Köroğlu (2004)’nun belirttiğine göre, majör depresyona sahip kişilerde sayılan
belirtilerin minimum dört tanesi hemen her gün görülmektedir;
Kiloda gözlenebilir boyutta değişim,
Uyku bozuklukları,
Hareketlerde yavaşlama ve huzursuzluk hali,
Bitkin hissetme, enerjide düşüş,
Özsaygı düzeylerinde azalma ve sanrısal olabilen suçluluk hissi,
Kendini değersiz görme,
Çaresiz ve umutsuz hissetme,
Düşünme sürecinde bozulmalar ve odaklanma problemleri,
42
Cinsel arzuda azalmalar,
Tekrarlayan ölüm düşünceleri ve intihara yönelim
Majör depresyonu tanımlarken bu sayılan semptomların görülme sıklığı ve
yoğunluğuna bağlı olarak hafif düzeyde depresyon, orta düzeyde depresyon ve ağır
majör depresyon sınıflandırmaları yapılmaktadır.
Kişi eğer hafif bir depresyon geçirmekteyse, depresif belirtiler ortaya çıksa da
kişinin günlük hayatı sekteye uğramaz. Depresyon orta düzeyde ise günlük hayatta
aksamalar görülür ve yeni işlere karşı isteksiz yaklaşım söz konusudur. Ağır majör
depresyon geçiriliyorsa, kişi çevresiyle iletişim kurmayı bırakır ve günlük aktivitelerini
kapamaz duruma gelir. Ağır majör depresyonda psikotik semptomlarda görülmeye
başladıysa, halüsinasyonlarla da beraber gerçeklik algısında kopmalar meydana gelebilir
(Köroğlu, 2004).
1.2.5.2. İki Uçlu Depresyon
Bipolar bozukluğu olan bireylerde depresif duygudurum ve mani hali birbirini
takip eden niteliktedir. Kişiyi uç duygulara sürükleyen bu bozukluğa bipolar bozukluk,
manik depresif bozukluk ya da manik depresyon gibi çeşitli isimler verilmiştir. Bilinen
depresyonun tam tersi olarak mani evresinde, kişi aşırı enerjik ve durdurulamaz bir
duruma girer (Köroğlu, 2004).
Kişide gerçek temellere dayanmayan bir özgüven artışı, bağırarak konuşma,
düşünceleri yakalayamama, risk almaya meyillilik, cinsel arzuda artış, alkol ya da
madde kullanımı, uykuya düşkünlükte düşüş ve ani öfke çıkışları gözlenebilir (Köroğlu,
2004; Öztürk, 2004; Shapiro, 1997).
1.2.5.3. Distimik Depresyon
Nörotik depresyon kendisini en az iki yıl süreyle ve hafif sayılabilecek
semptomlarla göstermektedir. Bazen kişi bir iki gün süreyle iyilik durumuna geçse de
çoğunlukla depresyon semptomları göstermeye devam etmektedir. Uzun süre kendini
hafif düzeyde gösteren bir depresyon türüdür ve geçmeyen bir melankolik ruh halinin
oluşmasına neden olur (Işık, 1991).
Bu tür süreklilik halinde kişinin mesleki ve toplumsal hayatında bozulmalar
meydana gelmeye başlar. Distimik depresyon da görülen semptomlar aslında majör
43
depresyonla benzeşmektedir fakat bu durumda daha hafif görülür. Majör depresyondan
ayrımı yapılırken belirtilerin yoğunluklarına ve sıklığına dikkat edilmesinin de sebebi
budur. Toplumda görülme oranı % 6 düzeyindedir. Majör depresyona göre distimi
sahibi bireylerde daha az semptom gözlenir ancak bu belirtilerin süreleri oldukça
uzundur (Aşkın 2000: 44-47).
1.2.5.4. Reaktif Depresyon
Kişinin başına gelen çeşitli olayların tetiklemesiyle oluşur. Reaktif depresyon
hastalarında kendini suçlu hissetme hezeyanları görülmez. Oluşan uyku bozuklukları
genellikle zor ve çok geç saatlerde uykuya geçebilme şeklinde görülür, erken kalkma
ortaya çıkmaz. İştahsızlık ve kilo kaybı belirtileri görülmeyecek kadar düşük
düzeydedir. Kişinin kaygı seviyesi oldukça yüksektir ve gün içerisinde geceye doğru
artış gösterir. Bu tip depresyon 2-3 ay gibi sürelerde uzayabilse de çoğunlukla tedavi
edilebilir. (Köknel, 1992).
1.2.5.5. Maskeli Depresyon
Maskeli depresyon tipi genellikle klasik duygulanım gösterilerinin ve bilinen
depresyon semptomlarının ön planda olmadığı fakat yerine somatik yakınmaların,
karakter bozukluklarının, cinsel veya iştah düzeninde meydana gelen bozuklukların ya
da alkol ve madde kullanımına yönelimlerin daha dikkat çekici olarak gözlendiği
depresyonlar “maskeli depresyon” diye adlandırılmaktadır. Bu tip hastalarda kişi
depresyonunun bilincinde değildir. Genellikle kendini savunma amacıyla bir
gülümseme takınırlar. Depresyon semptomlarında motor ve psikomotor inhibisyon,
uyku düzeninde bozulmalar ve ilgi ile odaklanma düzeylerinde düşüş haricinde başka
belirtiler neredeyse hiç görülmez (Aşkın 2000: 44-47).
1.2.5.6. Doğum Sonrası Depresyonu
Doğum sonrası depresyonu denilen rahatsızlık, doğumun ertesinde beyin
kimyasında oluşan değişimlerin sebep olduğu biyolojik bir sorundur. Doğum yapmış
annelerde görülen depresyon üç grupta incelenebilir. Bunlardan ilki, doğumu takip eden
3-5 günde ortaya çıkan “anksiyete”dir ve bu tipte ağlama nöbetleri gerçekleşir,
44
detekleyici yaklaşımlarla düzelebilir. Bir diğeri doğumdan sonra 20-25 gün içerisinde
görülür ve kişide yoğun üzüntü, karamsarlık benzeri tipik depresyon semptomları olarak
kendini gösterir.
Üçüncü ve son tip ise, doğum sonrası ilk üç ayda kendini gösteren ve klinik
depresyona uyumlu olan tiptir (Işık, 1991). Bu tip depresyonun gelişiminde annenin ilk
doğumu olması, gebelik süresince kaygıları olması, geçmişinde depresyon olması,
evliliğinde sorunlar yaşaması ve gebelikte komplikasyonlar meydana gelmesi gibi
etkenler söz konusudur (Köroğlu, 2004).
1.2.5.7. Çocukluk ve Ergenlik Depresyonu
Çocukluk döneminde meydana gelen depresyonların, çocuğun yetişkinlik
hayatını da etkileyecek olan karakter gelişiminde önemli etkiler yaratacağı için
tedavisine önem verilmektedir. Bebeklerde depresyon sık olarak görülmese de bakıcının
yol açtığı rahatsızlık depresyona dönebilir. Bakıcıyla ayrılma ya da kötü ilişkiler bu
duruma sebep olabilir. Bir diğer sebep de bakıcının bebeğin ihtiyaçlarını
karşılayamamasıdır (Shapiro, 1997). Bakıcı diye tabir ettiğimiz kişi para ile tutulan
dadı olabileceği gibi, anne, babaanne, abla gibi akrabalar da olabilmektedir.
Bebeklerde depresyon belirtileri uyuşukluk, mızmızlık ve tepkisizlikle beraber
anneye ilgi göstermeme, gülümsememe ve yetişkinlerden yüzünü gizleme durumlarıdır.
Gerekli miktarda yemek yeme, uykuyu uyuma, emekleme ve oturma konusunda
eksiklikler yaşarlar. Büyümeleri beklenenin altında kalır. Anlaşılacağı üzere bir bebeğin
yapması gereken normal görevleri yerine getirmede zorluklar oluşur. Okul öncesi
dönemdeki çocuklarda ise depresyonu davranışları aracılığı ile anlamak mümkündür
(Shapiro, 1997).
Çocuklardaki depresyonu yakalamak o kadar da kolay değildir. Depresif
çocuklar birbirinden farklı semptomlar gösterebilir ve farklı klinik görünümler
oluşturabilirler. Erken çocukluk dönemindeki belirtiler genellikle davranış düzeyindedir
ve değişkenlik gösterir. Çocuklar aşırı hareketli ve hırçın olabilir, kendisine ve çevreye
zarar verme eğiliminde, içine kapanık ve sessiz olabilirler. Duygusal dalgalanmalar,
sevgi ve ilgi isteği ile yetişkinlere yönelip sonra hemen kaçabilirler. Uykuda ve iştahta
bozulmalar da bu dönemde ortaya çıkabilir (Katz ve Kahn, 1997).
45
Depresyondaki yetişkin bireylere benzer olarak depresyon geçiren çocuklarda da
kendini toplumdan soyutlama, etkinliklere katılmak istememe gibi belirtiler ortaya
çıkmaktadır. Arkadaşlık ilişkilerinde bozulmalar meydana gelir. İlk gözlenen
belirtilerden biri de ders başarısındaki düşüştür (Göğüş 2000:39-43).
Çocuklukta ve ergenlikte büyüme ile dalgalanan hormonları göz önünde
bulundurunca depresyon tanısı koymakta zorlanılabilmektedir ve ergenlikte yaşanan
öfke patlamaları ve diğer belirtiler yüzünden karıştırmalar olmaktadır (Köroğlu, 2004).
Ebeveynlerdeki depresyon geçmişi, sevilen kişinin kaybı, sömürüye uğrama,
ayrılık yaşama, davranış ve öğrenme bozukluklarının olması gibi faktörler çocukluk ya
da ergenlik döneminde depresyon ortaya çıkması riskini arttırırlar (Köroğlu, 2004).
Ergenlik döneminde ortaya çıkan depresyon hem yetişkinlikte depresyon yaşama
ihtimalini arttırdığı için hem de ergenlerde intihar eğilimi ile bağlantılı olduğu için
önemli kabul edilmektedir. Bu durum göz önüne alındığında yetişkin depresyonu ile
paralel ilerlediği düşünülebilir fakat çocuksu öğeleri de içinde barındıran bir depresyon
şeklidir. Çocuksu özelliklerine bir de dürtüsellik eğilimi katıldığında yetişkin
depresyonundan farkları ortaya çıkacaktır (Köroğlu, 2004).
1.2.6. Depresyonun Belirtileri
WHO ‘Temel Sağlık Hizmetlerinde Ruhsal Bozukluklar’ adlı çalışmasının
Türkiye bölümünde, depresif bozukluğu bulunan hastaların %60’ının fiziksel,
%24’ünün ruhsal yakınmalarla yardıma başvurduklarını tespit etmiştir (Üstün,1995).
Ruhsal yakınmalarla ilgili Köknel (1989) de nesnel ortamın algılanması bağlamında
öznel algı ortamının etkilediği illüzyonların (kişi, nesne ve olayların, görülen, işitilen ve
dokunulanların hatalı olarak algılanması, seslerden kolay ve çabuk etkilenilmesi,
konuşmaların kötü yorumlanması, görülenlerden korkulması vs.) olabileceğini öne
sürmektedir.
Depresyon belirtileri üzerinde çalışan Beck, bu semptomları üç ana başlık
etrafında toplamıştır (akt. Sarman,2012):
Depresyon; duygusal yönüyle bakıldığında; üzüntü, anksiyete, bilişsel alanda;
değersizlik ve çaresizlik hissi, özsaygıda azalma, karamsarlık, umutsuzluk, kendini
küçük görme, sanrısal olabilen suçluluk duyguları, konuşma ve düşüncede yavaşlama,
varsanılar, obsesif düşünceler, hipokondriyak uğraşlar, ölüm ve intihar düşünceleri,
46
hafıza, dikkat ve odaklanma bozuklukları, vejetatif alanda; enerjide düşüş, yorgunluk,
bitkinlik, güçsüzlük, iştah değişiklikleri, kilo kaybı (nadiren kilo alımı), uyku
bozuklukları, ajitasyon, cinsel arzu ve etkinlikte azalma, kabızlık, harekette yavaşlama,
somatik yakınmalar, kadınlarda adet düzensizlikleri, sosyal alanda ise; toplumdan
soyutlanma, sosyal ve mesleki işlevlere karşı ilgi kaybı, intihar girişimleri gibi belirtileri
içeren bir sendromdur (Tezcan 2000: 77-98).
Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından hazırlanan DSM-IV (Diagnostic and
Statistical Manual of Mental Disorders-Fourth Edition) kapsamında majör depresif
sendrom şöyle tanımlandırılmıştır: İki haftalık bir dönemde normal işlevlerde bir
değişim gözlenmesi ve aşağıda sayılan semptomların en az beşinin gözlenmesi, bu
belirtilerin en az bir tanesinin depresif duygu durum, ilgide azalma veya artık zevk
alamama olması gerekmektedir (Gökçakan, 1997).
Kişinin kendisini mutsuz hissettiğini bildirmesi ya da bu durumun çevresi
tarafından fark edilmesi ile neredeyse her gün görülen “depresif duygu durum”,
Neredeyse her gün ve gün boyu aktivitelere karşı ilgide azalma ya da zevk
alamama,
Rejim yapmıyorken ani kilo kayıpları ya da alımları, iştahta değişiklikler,
Her güne yakın insomnia ya da hipersomnia problemleri görülmesi,
Hemen her gün görülen psikomotor ajitasyon ya da retardasyonunun
dışarıdan gözlenebilir olması,
Sürekli yorgunluk ve bitkinlik hali, enerjide düşüş,
Kendini değersiz hissetme ve gerçekçi olmayan suçluluk hisleri,
Odaklanmakta ve belli bir konu üzerine yoğunlaşmakta güçlükler,
Ölüm hakkında tekrarlayan düşünceler ve intihara eğilim.
1.2.6.1. Bilişsel (Kognitif) Belirtiler
a) Düşünce bozuklukları:
Düşünce Süreci: Konuşmada yavaşlama, tek tip ve geç cevap verme,
konuşmakta zorlanma belirtileri görülür.
Düşünce İçeriği: Duygu durumunun özelliklerine göre kişide yetersizlik ve
suçluluk hissi, eleştirel yaklaşma, umutsuz ve karamsar bakış, geleceğe olumlu
47
bakamama ve yoksul olma korkuları gibi belirtiler sıklıkla ortaya çıkar. Hastaların %75
gibi bir çoğunluğunda intihara meyil vardır. Depresyon bozukluğuna sahip bireylerde
özsaygı azalması dikkat çeker. Takıntılı ve yineleyen ölüm düşünceleri gözlenir. Karar
vermede bozulma neredeyse her hastada görülür. Bitkinlik, fiziksel ağrılar, yoğun baş
ağrıları en sık rastlananlar arasındadır.
Algı: Kişinin kendinde gördüğü hatalı davranışlar ve kusurlara karşı sürekli bir
azarlama duyma durumu olarak algı bozukluğu görülebilir. Seyrek durumlarda koku
halüsinasyonları da gözlenir.
Hafıza ve Dikkat: Sık görülen şikâyetlerden biri, hatırlamada sorunlar ve
unutkanlıklardır. Unutma ve hafızada zayıflamalar depresyon hastalarında sıklıkla
gözlenir. Bu durumun bozukluğun ortaya çıkardığı odaklanamama ve düşüncelerini
toplayamama özellikleri nedeniyle de alakalı olabileceği görüşü vardır (Güleç ve
Köroğlu, 1997).
Kişi, tüm dikkatini ve düşüncesini tek bir konuya odaklayamaz. Yaşlılarda
istemedikleri durumlardan kaçınmak için sorulara unuttuklarını söyleyerek cevap
vermeme durumu görülür. Bu durum yüzünden (pseudo demans) demans tanısı sıklıkla
yanlış konulabilir.
Olumsuz Beklentiler: Depresif hastaların beklentilerinde kötümserlik hakim
olup fiziksel, ekonomik ve toplumsal sorunların gelecekte de süreceği ve hatta artarak
devam edeceği yönünde görüşler bulunmaktadır. Depresyon düzeyi yükseldikçe gelecek
beklentisi daha karanlık ve umutsuzluklarla doludur. Ayrıca bu gibi düşünceler intihara
da temel oluşturmaktadır.
Kendini Eleştirme ve Suçlama: Suçluluk duygusu, hastanın gerçek ya da
hayali konularla ilgili kendini uygunsuz şekilde eleştirmesi/kınaması/suçlamasıdır (akt.
Nesrin Özer, 2013). Hafif derecedeki depresyonda kişinin davranışları kendi kusursuz
ölçütleriyle uymadığı takdirde kendini suçlama eğilimine girer. Orta derecede acımasız
şekilde olan bu eğilim ciddi depresyonda aşırı boyutlardadır.
Kendini Aşağı Görme (Düşük Kendilik Değeri) : Depresif hastalar suçluluk
duygularının yanında özgüven ve özdeğer puanlarını da düşürmüşlerdir. Bu hastalar, bir
işe yaramadıkları değersiz oldukları ve kendilerini uğraşılmaya değer olarak
görmedikleri gibi düşüncelere sahip olabilirler (akt. Nesrin Özer,2013). Hafif ve orta
48
düzeydeki hastalar, karşılaştığı güçlükleri ve yaptığı hataları abartma eğilimindedir.
Ciddi düzeydeki hastaların kendini değerlendirmeleri ise en olumsuz şekildedir.
Kararsızlık: En sıklıkla yaşanılan belirtilerdendir. Hafif depresyondaki kişi,
daha önce kolayca verebildiği kararlarda bile uzun uzun düşünür. Orta düzey
depresyondaki kişinin kararsızlık hali, günlük yaşam olaylarının bütününü kapsamaya
başlar. Ciddi depresyondaki kişi ise çoğunlukla karar verme yetisini kaybettiğini
düşünür.
Çarpıtılmış Beden İmgesi: Kadınlarda daha çok görülen bir belirtidir. Hafif ve
orta derecedeki depresyonda olan kişi, dış görünümünde bir değişiklik olmadığı halde
kendini çirkin olarak algılar. Ciddi düzeyde ise bu durum saplantı haline gelebilir.
Motivasyon Azalması: Sıklıkla ifade edilen şikayetler arasında yer alan
unutkanlık ve dalgınlık yaşayan birey (akt.Nesrin Özer,2013) en temel yaşamsal
faaliyetlerini yapmak için dahi bir istek duymaz. Orta depresyondaki kişi, yapılması
gerekenleri yapmak için kendini zorlar, ciddi depresyonda ise başkaları tarafından
zorlanmadıkça hiçbir şey yapmaz.
İntihar İstekleri: İntihar istekleri depresyonun önemli belirtilerindendir. Hafif
depresyonda bu istekler, eyleme geçmeyen edilgen bir istek şeklindedir. Orta düzeyde
söz konusu istek daha sık, ciddi düzeyde ise daha yoğundur. Depresyondaki bireylerin
intihar sonucu ölüm oranları %15 civarındadır (akt.Nesrin Özer,2013).
İletişim İsteksizliği: Kişinin kendini sözel olarak ifade edebilme gücünde
yavaşlamalar görülür. Konuşmak aşırı çaba gerektirir. Ağır depresyon geçiren
bireylerde bu, tek kelimelik cevaplara ve bazen konuşmayı tamamen kesmeye dönebilir
(Işık, 1991). Sorulara tek kelimelik cevap verme ve cevabı geciktirme gibi de kendini
gösterebilir (Güleç ve Köroğlu, 1997). Düşünce bazında ortaya sıklıkla çıkan durumlar
umutsuzluk, kendini yetersiz görme, aşırı özeleştiri, kendini suçlama eğilimi ve
olmayan şeyler için kendine ceza verme dürtüsü gibi örneklerdir (Işık, 1991).
Kendini Suçlama: Depresyondaki bireyler kendilerine karşı acımasız olurlar,
ortaya çıkan her olumsuz durumdan kendilerini sorumlu görürler ve bir şeyler
başaramayacaklarına dair inanç geliştirirler (Köroğlu, 2004).
Felaketleştirme: Depresyondaki hastaların gelecek algıları da oldukça
karamsardır. Kişi, takıntılı bir biçimde ölüm düşüncesine hapsolur ve intihar riski artar,
fobiler ve obsesif hareketler de gözlenebilir. (Işık, 1991).
49
1.2.6.2. Duygusal Belirtiler
Kişilerde en dikkat çeken durum ilgi kaybıdır. Bunun yanında zevk alamama,
keder ve elem hissi, çaresizlik durumu ve karamsarlık gözlenir. Gün içindeki duygu
durumu dalgalanma gösterir. Özellikle sabah saatlerinde depresif belirtiler artar. Akşam
saatlerinde kısmi bir normale dönme gözlenir. Gece uykusu sık sık bölünür, erken
uyandıktan sonra uykuya tekrar dalamama bilinen özelliklerdendir. Aksiyete, depresyon
hastalarının çoğunda bulunmaktadır ve bu sıkıntı genellikle sabahları uykusuzlukla
beraber seyreder. Kişinin toplumsal ve mesleki görevlerini aksatması da depresyona
bağlı olarak çoğalabilir. Depresyon yaşayan insanlarda obsesif, fobik ve histerik
belirtiler de ortaya çıkabilir. Panik bozukluklarla beraber görülebilir.
Kederli Duygu Durum: Duygu durumdaki değişmeler depresyonun düzeyiyle
doğru orantılıdır. Bu, depresyonun en temel kriterlerindendir.
Kendinden Hoşnutsuzluk: Depresyonun derecesi yükseldikçe kendinden
hoşnutsuzluk duyguları kendinden nefret etmeye dönüşebilir.
Doyumsuzluk: Öncelikle günlük yaşamdaki aktivitelerde kendini gösteren
doyumsuzluk, depresyon ilerledikçe diğer tüm yaşamsal olayları da içine alır.
İlgi Azalması: Doyumsuzluk duygusuna eşlik eden bir semptom olan ilgi
azalması, hemen hemen her hastada bulunan tipik bir depresyon belirtisidir
(Güler,2006). Daha önce ilgi ve zevkle yapılan işlere karşı belirgin bir isteksizlik hali
başgösterir. Orta düzeydeki depresyonda bu durum kayıtsızlığa, ciddi düzeydeki
depresyonda ise duyumsamazlığa dönüşebilir.
Ağlama Nöbetleri: Bir başka temel belirti olan bu nöbetler, hafif ve orta
düzeydeki depresyonda bulunmaktadır. Ciddi depresyonda ise ağlayamamaktan şikayet
ederler.
Neşesizlik: Hafif düzeydeki depresyonda birey, şakalardan hoşlandığını ancak
eskisi kadar zevk almadığını, orta düzeydeki depresyonda neşelenmek için kendini
zorladığını, ciddi düzeydeki depresyonda ise başkalarının şakalarından hiç zevk
almadığını belirtir. Karşılaşılan olayları her zamankinden daha ciddi değerlendirdiği son
evrede yapılan şakalara düşmanca ve saldırgan tepkiler verebilir.
Depresyon belirtileri en yoğun duygusal boyutta kendini göstermektedir. Bu
konudaki en önemli belirti kişideki çökkün duygudurumdur. Bu ruh halini çaresizlik,
mutsuzluk, hüzün, çökkünlük gibi kavramlarla tanımlayabilmekteyiz. Çökkün durum,
50
bilindik mutsuzluktan farklı bir yapıdadır.Neredeyse her depresyonda elem, keder ve
hüzün gözlenmektedir (Köroğlu, 2004).
Duygusal manada çökkünlük hisseden kişilerde atalet duygusu hakimdir ve karar
verme, harekete geçme ve ilgi duyma konularında eksiklikler yaşar. Kendini yetersiz ve
değersiz görerek bu konuyu takıntı haline getirebilir, ağlama krizleri geçirerek intihar
fikrine kapılabilir (Aydın, 2004).
Depresyon hastalarının duygu durumları gün içerisinde sürekli bir dalgalanma
halindedir. Sabahları genellikle depresif belirtilerin üst noktaya ulaştığı görülürken
akşama doğru kişi kendini kısmen toparlar (Işık, 1991).
Anksiyete genellikle depresyonla paralel ilerleyebilir. Kişi sürekli olarak bir
endişe, kaygı, sakinleşememe ve korku içerisinde olma durumlarını yaşar. Karşısına
çıkan engellerle savaşmakta zorluk çekerler, tahammülleri düşüktür ve çabuk
sinirlenirler. Anksiyete aynı zamanda odaklanma zorluğuna da yol açar (Özmen ve ark.,
1997).
1.2.6.3. Davranışsal Belirtiler
Kişinin genel bir çöküş içinde olduğu çevre tarafından gözlenebilir durumdadır.
Donuk bir surat ifadesi, çökük omuzlar ve kambur oturuş vardır. Konuşmada
yavaşlama, sanki enerjisi kalmamış gibi hareketler görülür. “Psikomotor Retardasyon”
diye tabir edilen bir durum söz konusudur. Hatta hiç konuşmama (mutizm) bile
görülebilir. Anksiyeteli olan durumlarda ise sürekli bir hareket hali, elleri ovuşturma,
şikâyet etme, her şeye itiraz halinde olma gibi belirtiler de bulunur. Kişide psikomotor
huzursuzluk durumu vardır. Bu durum genellikle yaşlılarda olmaktadır. Bireylerde
sürekli huzursuzluk, zihinsel ve fiziksel etkinliklerde gözlenebilir bir yavaşlama, madde
bağımlılığı, kişilere bağımlılık, intihara yönelik düşünceler ve eylemler, kendine özen
göstermeme ve intihar görülebilir.
Depresyonun ilerlemesiyle beraber kişinin hareketlerinde yavaşlama ve istek
eksikliği artmaktadır. Yeni bir hareket içerisine girme konusunda başlangıç ve süreklilik
konusunda ilgisizlik görülür. Eğer depresyon ağır ilerliyorsa bu durum çok belirgin hale
gelir, hasta kambur biçimde oturur ve suratı ifadesizdir. Konuşması kısık sesle ve
düzdür. En ufak hareket için bile aşırı çaba sarf etmesi gerekmektedir (Güleç ve
Köroğlu, 1997).
51
Kişi git gide daha az mimik yapmakta, yürüyüşünde belirgin bir yavaşlama
oluşmakta, başı genellikle öne eğik ve yere bakar bir biçimde çevreyle ilişiğini keserek
davranabilirler (Özmen ve ark., 1997). Sık görülen yavaşlama ve istek eksikliğine
karşın bazı ağır depresif hastalarda psikomotor ajitasyon da ortaya çıkabilir. Bu durum,
genellikle anksiyete ile birlikte görülmektedir ve oturma, elleri ovuşturma gibi
belirtilerle ortaya çıkan huzursuzluk halinin yansımasıdır. Hastanın işe başladığında
sonunu getirememesi ve kendini kontrol edememesi gözlenir (Güleç ve Köroğlu, 1997).
1.2.6.4. Fizyolojik Belirtiler
İlk görülen belirtiler uyku düzeninde ve iştahta büyük değişmelerdir. Bununla
beraber cinsel işlevlerde bozulma, yoğun baş ve sırt ağrıları, en ufak engelde ani öfke
çıkışları, ses ve kalabalık karşısında aşırı rahatsız olma semptomları sıralanmaktadır.
Uykuda bozulmalar çoğunlukla gece dalamama, kesintili uyku, sabah çok erken uyanma
ve tekrar uyuyamama şeklinde cereyan eder. %20’lik bir dilimde aşırı uyuma
(hypersomnia), günlük 15 saate kadar uyuma durumları görülür.
Özet olarak:
1. Çökkün ruh durumu, keder ve elem, umutsuzluk, çaresizlik hissi, kendini
değersiz görme görülür.
2. İştahta ve dolayısıyla kiloda belirgin değişimler olur.
3. Üç farklı tipte uyku bozukluğu gözlenir: Gece uykuya dalmada güçlük
çekme, uykunun sıklıkla kâbuslarla bölünmesi yüzünden kaliteli ve kısa süreli uyuma,
çok erken uyanma ve tekrar dalamama.
4. Bitkinlik hali, çabucak yorulma ve bunların sebep olduğu düşünülen bir
enerji azlığı söz konusudur.
5. Normal durumlarda yapmaktan hoşlandığı işlerle ilgilenirken dahi dikkatini
toparlayamama ve buna bağlı olarak üretkenlikte azalma görülür.
6. Neredeyse her hastada ilgide ve zevk alma durumda bir azalma vardır.
7. Kişinin kendine saygısı azalır, kendini değersiz görür, bazen sanrısal
boyutlarda suçluluk hisseder, kendini sürekli olarak acımasızca eleştirir ve suçlar.
8. Ölüm düşüncelerinden kurtulamama ve intihara meyletme görülür. Hafif ve
orta düzeyde depresyonu olan hastalarda bile normalden fazla bir şekilde ölüm
düşünceleriyle boğuşma vardır.
52
İştahsızlık: Ağır iştahsızlık durumları -hatta haftada 5 kilodan fazla bir kayıp-
ilgili doktora depresyonun şiddetiyle ilgili bilgi veren bir mahiyettedir (Güler,2006).
Depresyondaki bireylerde bu gibi kilo kaybı yaşanabileceği gibi aşırı yeme ve buna
bağlı olarak şişmanlama da görülebilmektedir (akt. Nesrin Özer,2013).
Uyku Bozukluğu: Uyku bozukluğu, uykusuzluk ve aşırı uyku şeklinde ortaya
çıkmakla birlikte uykusuzluk daha yüksek bir orandadır. Uykusuzluğun; uykuya
dalamama, uyku sürdürmede güçlük ve erken uyanma gibi çeşitleri vardır ancak
depresyonun en tipik özelliği sabah erken uyanmanın yaşanmasıdır (akt.Nesrin
Özer,2013).
Cinsel Dürtü Kaybı: Hafif depresyonda cinsel istek ve uyaranlara verilen
tepkinin zayıfladığı, orta depresyonda cinsel isteğin azaldığı, ciddi depresyonda ise
uyaranlara hiçbir tepkinin verilmediği bir durum söz konusudur.
Yorgunluk: Somatik belirtilerden olan gücün yitirilmesi en temel
özelliklerdendir (akt. Nesrin Özer,2013). Hafif depresyondaki bireylerin alışılagelenden
çok daha kolay yorulması, orta depresyonda yorgunluğun yaygın olması, ciddi
depresyonda ise herhangi bir şey yapıldığında çok yorgun hissedilmesi gibi özellikler
göze çarpmaktadır.
Yukarıda sayılanlarla birlikte çoğu fiziksel hastalıklar ve ilaç kullanımları da
depresyon belirtisi verebildiğinden depresyonun ayrıntılı bir şekilde analiz edilmesi
gerekmektedir. Depresyonun klinik açıdan değerlendirilmesinde pek çok farklı araç ve
biyolojik ölçümlerden yararlanılmasının yanında iyi bir klinik gözlem ve fiziksel
hastalıkların bazı tetkiklerle saptanması da önem teşkil etmektedir. Ayrıca geçmişe
yönelik tıbbi ve ayrıntılı psikiyatrik bir öykü almak da tanı koyma sürecinde etkili
olacaktır (Yüksel 1998:13-20).
Uyku bozuklukları, hastaların % 90 gibi büyük bir oranında gözlenen ve ilk
ortaya çıkan semptomların başında gelir (Güleç ve Köroğlu, 1997). Genellikle
insomnia görülse de depresyonun bazı tiplerinden aşırı uyuma da ortaya çıkabilir.
Kişiler uykuya dalmakta problem çekmekte, uykuları sürekli kesilmekte, sabah
istenilenden erken ve oldukça yorgun uyanmak gibi çeşitli problemler yaşamaktadırlar.
Aynı zamanda rahatsız edici rüyalar görmeleri ve uyku esnasında ağlayarak uyanmaları
da ortaya çıkmaktadır (Özmen ve ark., 1997).
53
Depresyon ortaya çıktığında, iştahta azalmalar ve gözlenebilir miktarda kilo
kaybı meydana gelir. Kimi durumlarda aşırı iştah görülse de büyük oranda iştah kaybı
ortaya çıkar. Aşırı iştah durumunda kişi, sanki içindeki boşluğu yiyecekle doldurmaya
çalışmaktadır. İştahı kesilenler normalde sevdikleri yiyeceklere karşı ilgisizleşirler ve
zorlama yoluyla yiyebilirler. Depresyondaki hastalarda sıklıkla kabızlık da görülür, bu
durumun az yemek yemeye bağlı olabileceği gibi az hareket etmeye bağlı olabileceği de
düşünülmektedir. (Işık, 1991).
Diğer bir evrensel semptom da cinsel istekte azalmadır. Erkeklerde alınan
öykülerde libido genellikle düşüştedir ve cinsel aktiflik neredeyse yok düzeydedir. Yine
aynı şekilde ereksiyon problemleri gözlenebilir. Kadın hastalarda ise isteksizlik
olmasına rağmen cinsel işlev kaybolmayabilir (Öztürk 2004: 337-427).
Cinsel işlevlerini yapamayan erkek hastaların özgüvenleri de olumsuz etkilenir
(Güleç ve Köroğlu, 1997). Antidepresan kullanımıyla birlikte sertleşme ve boşalamama
problemleri de başgösterebilir (Öztürk 2004: 337-427).
1.2.7. Depresyonun Tedavisi
1.2.7.1. İlaç Tedavisi
Antidepresanların neredeyse tümünde etkiler 1-3 hafta aralığında görülmeye
başlanmaktadır. Zamanla kişinin uyku düzeni, iştahı, duygudurumu ve sosyal
aktivitelere katılımında belirgin düzelmeler ortaya çıkar. Antidepresan tedavisinde en
önemli şey, doz ve kullanım süresi belirlenmesidir. Etkinliğini gözlemek için 4-6 hafta
süresince kullanılması gereklidir. Eğer istenilen sonuçlar bu sürede gözlenmemişse,
ısrarcı olmak yerine farklı yapıdaki bir ilaca geçilmesi gerekir. Semptomları kontrol
etmeyi başardıkran sonra, eğer ilk ataksa minimum 6 ay, daha çok atak geçirilmişse
minimum 12 ay kullanım gereklidir (Durat,2003).
1.2.7.2. Psikoterapi
a) Dinamik Psikoterapi
Bu yaklaşımdaki terapistler önce hastanın öyküsünü alırlar, bu sayede
depresyonun sebeplerine ulaşırlarken hasta da terapiye bağlanır. Terapist yeterli
bilgilere ulaştığında araştırmacı ve açıklama yapıcı bir yol izler. Hastanın bu zamana
kadar kendini öne koymadığının fark edilmesi için uğraşılır. Farkındalığın
54
oluşmasından sonra terapist hastasına yaşamını yönlendirme konusunda önerilerde
bulunur ve destek olur (Özmen 1999).
b) Destekleyici Psikoterapi
Bu terapi, özellikle önemli kayıplar yaşayan ve yas sürecindeki hastalar için
kullanılmaktadır. Terapi süresince hastanın yakınlarıyla da sıklıkla iletişime girmek
gözlem açısından önemlidir (Durat,2003).
c) Bilişsel (Davranışçı) Psikoterapi
Bu tip terapi sürecinde seans başlarında önceki seansın irdelemesi yapılır, çeşitli
hedefler konulur ve gerekli durumlarda kişiye ev ödevi de verilir. Terapist, pasif kalarak
hastayı sadece dinlemek yerine iletişime geçer ve aktif olarak katılır. Terapist kendini
eğitici bir konuma koyar. Hastanın başa çıkmaya çalıştığı negatif ve neredeyse
otomatikleşmiş düşünceleri bulup yerlerine daha gerçekçi bakış açıları yerleştirmeyi
hedefler (Türkçapar 2012).
1.2.7.3. Dini (Pastoral) Danışmanlık
İnsanın temel ihtiyaçları yanında ruhsal ve manevî ihtiyaçları da vardır. Bunlar
arasında inanma, bağlanma, sadık olma, dayanma, güvenme, korunma, dürüstlük, iyilik,
doğruluk, adalete sahip olma vb. ihtiyaçları görmemek mümkün değildir.
Günümüzde pastoral danışmanlık öncelikle Hristiyan ve az da olsa Yahudi
inançlarında yer almaktadır. Son yıllarda depresyonun tedavisinde manevî değerlerin ve
dinin öneminin artmasıyla birlikte, dini danışmanlık ülkemizde de gittikçe artan bir
öneme sahip olmuştur.
Pastoral danışmada 3 yaklaşım önemlidir.
1- Hastanın anlattıkları,
2- Danışmanın anlattıkları,
3- Sorunun manevî ve dinsel boyutu.
Pastoral danışmanlıkta ilişkinin bu 3 boyutu da irdelenmelidir ki daha iyi hizmet
verilebilsin. Sorunun manevî ve dinsel boyutu çözüm açısından büyük önem taşır.
Manevîyat yaşamsal ve cesaret veren bir enerjidir. Bütün insanların içsel ve özgün
olarak ortaya koyduğu kapasite ve yönelimdir. Manevîyat, insan ruhunun, kendine ve
başkalarına mutluluk veren sevgi, şefkat, sabır, hoşgörü, affetme, uyum duygusu ve
sorumluluk nitelikleriyle iletişim kurmasıdır (Özdoğan 2006: 127-141).
55
1.3. DEPRESYON VE DİNDARLIK
1.3.1.Depresyon ve Dindarlık İlişkisi
Din; sabır, fedakarlık, mücadele vb. duyguları kuvvetli tutmak suretiyle hayatın
acı ve ızdıraplarını hafifleten, yaşam gücünü besleyen motive edici bir güç olarak kişiyi
psikolojik olarak koruyabilmekte ayrıca hayatın manasını öğreterek, mesuliyet
duygusunu geliştirip şahsiyet bütünlüğü sağlamaktadır. Nitekim insan hayatına bir
anlam kazandırması dinî inanç ve değerlerin başta gelen işlevlerindendir. Birey böylece
dinî inancı sayesinde sağlam ve güçlü bir manevîyata sahip olarak hayatın getirdiği
çeşitli engeller karşısında mücadele edebilme gücü bulabilmekte, stres ve depresyondan
kendini koruyabilmektedir (Cengil 2003:129-147).
Yapılan tecrübî çalışmalarda genellikle dindarlık ile bedensel ve psikolojik
sağlık arasında olumlu ilişkiler olduğunu ortaya koymaktadır. Dini bağlanmanın insanın
ruh sağlığına olumsuz yönde etkide bulunduğunu öne süren görüşler de bulunmaktadır.
Freud ve takipçilerinin başını çektiği ilk psikanalistler; dini ilkel bir yönelim olarak
değerlendirerek, dinler tarafından yapılan sınırlamaların insan psikolojisini bozduğu,
dolayısıyla dinin nevroz etkisi yarattığını iddia etmişlerdir. Özellikle Freud’un din
hakkında yaptığı değerlendirmelerin, sayıları sınırlı ve ruh sağlığı bozuk bir denek
grubundan elde edilen verilere dayandığı, göz ardı edilmemesi gereken bir durumdur
(Karaca, 2011).
Dinin depresyonu en azından üç yol veya şekilde etkileyebildiği bildirilmektedir
(Idler, 1987). Birincisi, toplumsal bağlılık hipotezine göre din, dinî çevreden gelen
toplumsal destek sağlar. Böyle bir destek hem duygusal, hem entellektüel, hem de
depresyon riskini azaltan diğer bazı özellikleri bireye kazandırmaktadır. İkincisi,
tutarlılık (cohesion) hipotezine göre din, kadere boyun eğme (fatalism) yerine ümit ve
iyimserlik (optimism) duygusu vererek depresyonu azaltmaktadır. Üçüncüsü theodicy
hipotezidir ki, buna göre din, elem ve ızdırabı negatif olarak algılama potansiyelini
olumlu yönde değiştirmektedir. (Stack 1980:75-84)
Azhar ve Varma (1994) tarafından yürütülen klinik çalışmada, ciddi kayıp
yaşamış dindar 30 Malezyalı’da dinî terapinin etkileri incelenmiştir. Deneklerin tamamı
kısa, seküler psikoterapi ve anti-depresan tedavisi almış; ama çalışma grubundaki 15
56
denek konuyla ilgili dini meselelerin tartışıldığı ek bir psikoterapiden geçmiştir. 6 ayın
sonunda çalışma grubundaki denekler kontrol grubuna nazaran anlamlı iyileşme
kaydetmiştir. Araştırmacılar, kayıp yaşayan ve yas sürecinde olan dindarlığı yüksek
hastaların seküler tedavi programlarına dinî psikoterapi eklendiğinde daha çabuk
iyileştikleri sonucuna varmışlardır. (Azhar,1995) Aynı araştırmacılar benzer sonuçları
çeşitli psikolojik bozukluklar yaşayan Müslüman hastalarla yaptıkları çalışmalarında da
bulmuşlardır.
Din-depresyon ilişkisini inceleyen araştırmaların meta-analizleri sonucunda
dindarlık ile depresyon arasında eğrisel bir ilişkinin olduğu tespit edilmiştir. Buna göre,
aşırı dindar ve dindar olmayanlarda depresyon belirti düzeyleri daha yüksek çıkmıştır.
Araştırmacılar din-depresyon ilişkisinde genetik ve aile ortamı gibi gelişimsel
faktörlerin, dinin uyuşturucu ve alkol gibi zararlı madde kullanımını azaltan etkisinin,
dinin sağladığı sosyal desteğin, dinî başa çıkma tarzlarının, dinin hastalığa ve acı
çekmeye anlam yüklemesini sağlayan bilişsel çerçeve sunmasının, teşvik ettiği özverili
davranışlarla dikkati kişinin kendisinden diğer insanların ihtiyaç ve sorunlarına
kaydırmasının etkili olabileceğini ileri sürmektedir. (Dein 2006:2)
Günümüz psikanalistleri dine eskisi kadar olumsuz bakmamaktadır. Hatta bazı
psikologlar biraz daha ileri giderek; din adamlarının, ruhsal sağlığı koruma hareketinin
ilk halkasını oluşturduklarını kabul etmektedir. Özellikle son dönemde, dini inanç ve
uygulamalar (iç güdümlü din) ile ruh sağlığı arasında anlamlı derecede olumlu ilişkiler
tespit eden birçok tecrübî araştırma yapılmıştır. Konuyla ilgili 43 araştırmayı inceleyen
Rew ve Wong, çalışmaların % 84’ünde din ile sağlık arasında olumlu bir ilişki
bulunduğunu tespit etmiştir (Güven, 2008).
Tüm bu çalışmalar göstermektedir ki din ve depresyon birbirleriyle yakından
ilişkilidir. Dinler bireylerdeki ahlâki seviyeyi olumlu yönde yükseltmektedir. İnançlı
kişiler davranışlarını daha iyi kontrol etmekte, daha disiplinli ve sorumlu bir hayat
yaşamaktadır. Dinin manevî etkisi aynı zamanda bencillik, kin, nefret, öfke, kıskançlık
vb. gibi olumsuz duygu ve düşüncelerin gelişimini engellemekte, diğer yandan
yardımsever, suç işlemekten kaçınan, fiziksel ve sosyal çevresiyle uyumlu, toplum
huzurunu bozmayan davranışları ise teşvik etmektedir (Yapıcı 2007: 115-117).
57
1.3.2. Dindarlık ve Ruh Sağlığı Arasındaki İlişkiyi Etkileyen Demografik
Değişkenler
Aile-din ilişkisi üzerinde çalışan araştırmalarda dini sosyalleşmenin aile ile
başlamasından dolayı çocukların da ebeveynleriyle benzer dini ve mezhebi paylaştığı
sonucu ortaya çıkmıştır. Ayrıca aile dindarlığının çocukların genel sosyalitelerini de
(evlilik, boşanma , aile büyüklüğü, evlilik öncesi cinsel ilişki gibi) etkilediği birçok
çalışmada kanıtlanmıştır (Darren-Ellison vd. 2006:255-276).
Batı’da cinsellik-din ekseninde yapılan araştırmalarda inançlı ve ibadetlerini
düzenli bir şekilde yapan kişilerin diğerlerine göre cinsel faaliyetlerinin daha düşük
olduğu ve heteroseksüel evliliklerinin süresinin daha uzun olduğu bulgulanmıştır.
Bununla beraber 1980’lerden sonra Protestan beyaz kadınlar arasında evlilik öncesi
bekarette bir artış yaşandığı belirlenmiştir (Zuckerman 2006:261).
Cinsiyet temelinde araştırılan Batı’daki dindarlık çalışmaları genellikle iki
cinsiyet arasında belirgin farklar bulmuş ve kadınların nicelik ve niteliksel anlamda
daha dindar oldukları ifade edilmiştir. Türkiye’deki araştırmalar ise ihtilaflı sonuçlar
açıklamıştır (Bayyiğit 2001:101-122).
Yaş-dindarlık bağlamında yapılan araştırmaların verileri homojen olmamakla
birlikte Batı’da 30-60 yaş aralığında dinsel yönelimlerin arttığı gözlemlenmiştir. Bu
aralık sonrası dönemlerde yaşın da ilerlemesiyle birlikte kiliseye katılım oranları
düşerken dua ve dini tutumlarda bir artış olduğu belirlenmiştir. Türkiye’de yapılan bir
araştırmada ise 50 yaş ve üzerinde dindarlığın yükseldiğine dair bulgular elde edilmiştir
(Uysal 1995:263-271).
Kırsal/kentsel yaşam tarzı açısından Batı’daki araştırmalarda çiftçilerin diğer
mesleklere göre kiliseye katılımlarının düşük ancak dini literatür bakımından daha
radikal ve geleneksel oldukları belirlenmiştir. Türkiye’deki bir çalışmada ise kırsal
kesimin ibadetleri yerine getirme oranlarının daha yüksek olduğu tespit edilmiştir
(Günay 1999:103-104).
Sosyo-ekonomik düzey ve dindarlık açısından Batı’da yapılan araştırmalarda
uygulanan dindarlık ölçeklerine göre farklı sonuçlar ortaya çıkmıştır. Türkiye’de bu
doğrultuda yapılan çalışmalarda ise gelir düzeyinin yükselmesiyle birlikte dine
bağlılıkta bir düşüş ve ilgili yaşayışta bir azalmanın meydana geldiği saptanmıştır
(Günay 1999:103-104).
58
1.3.3.Dindarlık ve Kaygı
Kaygı ile başaçıkma süreci tanımlanırken, kişilerin başlarına gelen olayların
bütününü algılamaya başlamaları, çevreyle diğer tüm gereklilikler doğrultusunda uyum
içerisinde olmalarını kapsayan olumlu özellikleri vurgulanır. Dinsel başaçıkma durumu
da benzer özellikler gösterir ve kişinin olaylar karşısında nasıl davranacağını belirleyen
tercihler bütününü kapsar.
Dini inançlar sayesinde kişi, şüphe ve kaygılarından sıyrılarak problemleriyle
yüzleşmeye başlayabilir. Din, çözüme duyulan inançla pekişeceğinden, kişinin
anlamlandırma yetisini ve farkındalık seviyesini yükselterek özgüvenini arttırır.
Başaçıkma sürecini ele alırken çeşitlik ruhsal denklemleri de hesaba katmak
gerekir. Örnek olarak dostluk kurabilme ve sürdürebilme, samimiyet, ümit etme, kişisel
saygı, anlamlılık, duygu kontrolü bunlar arasında sayılabilmektedir.
Pruyser, dini “bir problem çözme yolu” olarak tanımlamaktadır. Başaçıkma ve
dinin beraber olduğu üç farklı biçim söz konusudur. Bunlar dinin; yardımcı, iç unsur ya
da ürün olduğu durumlardır. (Pargament 1968:76).
Karşılaşılan olayları anlamlandırırken din bize birden farklı cevap sunabilir.
Kimi zaman rahmet, kimi zaman gazap bazen de ders olarak tanımlanabilecek bu
olaylar, Allah’ın insanlara nasıl yaklaştığına göre değişebilir. Kabullenilmesi zor olan
durumlar karşısında kişiler, kendi ihtiyaçları doğrultusunda bir cevap yaratıp çektikleri
acıyı bu şekilde elimine edebilirler.
Bireylerin depresyon süreçlerinde dinden sıklıkla destek aldıkları bilinmektedir.
Böyle bakıldığında din, bir nevi terapi olarak da sayılabilir. Spilka ve arkadaşlarının
çalışmasında din ve dini ritüellerin yaşamı anlamlandırmak, özsaygı yaratmak ve
kontrol yetisi vermek gibi üç önemli faydası olduğunu göstermişlerdir. Dinin aynı
zamanda huzur ve umut verme işlevi olduğu da gözardı edilmemelidir.
İnsanoğlu, sürekliliği olmayan şeylere karşı korkuyla yaklaşmakta ve bu tür
durumlarda Allah’ya sırtını yaslayarak huzur bulmaktadır. Dinin, bireyler ve
problemleri arasında durarak gelen zararlardan da koruduğu bulgulanmıştır.
Manevîyat duygusunu geliştiren dinin, sorunlarla karşılaşıldığında yardımcı
olduğu Pargament ve arkadaşları tarafından tespit edilmiştir. Allah’ın el uzatacağına
dair duyulan inanç sayesinde sıkıntıları rahatlıkla atlatabilen insanların, kendilerine daha
59
çok güvendikleri de görülmüştür. Pargament’in Newman ile yaptığı 327 kişilik
araştırma bulgularına göre %28-47 arasındaki volatil bir oranla insanların dindarlıkları
sayesinde rahatladıkları açıklanmıştır. (akt. Küçükcan-Köse 1994)
İnsanın başına gelen her şeyde söz sahibi olamadığı, bilinen bir gerçektir. Din
sayesinde gelen kader olgusuyla kişilerin dayanma gücü artacak, öngörülü hale
gelebilecekler ve varlıklarının anlamını kavrayabileceklerdir.
Kişileri endişe ve korkuya sevk eden temel duygu güvensizliktir. Bunu
manevîyatla bertaraf etmek mümkündür. Örneğin Vergote yaptığı çalışmasında,
dindarlık sayesinde kişinin güveninin pekiştiği, problemler karşısında dine dönmenin
huzurlu yaşamı sağlamlaştırdığını vurgulamıştır. Başka bir araştırmacı olan Lenes ise,
dinin bireylerin bakış açısı değiştirerek yaşama adapte olmalarına yardımcı olduğunu
söylemektedir. Dinden bu şekilde yararlanan insanlarda endişe ve suçluluk hissi
karşısında dindarlıkta teselli bulma görülmektedir. (akt.Yapıcı 2004)
Yaşamı boyunca her insan bir sürü kötü durumla karşılaşacaktır. Bu durumlarda
gelen çaresizlik ve değersizlik hislerinden kurtulmak için yaratıcıya sığınma, ondan
yardım dileme sıklıkla görülür. Her dinden insan, bu amaçla dine yönelmiş ve ondan
destek almıştır. Literatürdeki araştırmalarda, dindarlık ve depresyonla başaçıkma
arasında ilişki incelenirken kişiyi dindarlığa yönelten sebeplere bakılmıştır. Özellikle
çaresizlik rahatsızlık, felaketler, kazalar gibi olaylar kişinin dine dönmesini sağlayabilir.
Kapana kısıldığını hisseden insan dinden destek bulmaya çalışabilir.
Kişinin hayatında dönüm noktası sayılabilecek kadar kötü olan doğal afet, maddi
çöküş, çaresiz hastalık, kalıcı sakatlık gibi durumlarda dine sığınmanın olumlu etkisi
görülmektedir. Özellikle dinin gösterdiği yöntemler sayesinde kişinin dayanma gücü
artmaktadır. Kendini yalnız ve çözümsüz hisseden kişinin dinin sağlam temellerine
dayanması ve olumlu yönde etkilenmesi tabiidir.
Bireylerin olaylar üzerindeki kontrolleri kaybolduğunda ve kendilerini güçsüz
hissettiklerinde çözüm üretemediklerinden ruhsal olarak zarar görürler. Ancak kendileri
güçsüzken dışarıda onları kuşatan ve gücü her şeye yeten bir yaratıcı olduğunu
düşündüklerinde, en azından kollandıklarına inanarak bir rahatlama yaşarlar.
Korunduğuna inanan birey, derin bir nefes alarak hayatına devam edebilecektir. Stresi
araştıran çalışmalarda görülmüştür ki, dindar insanlar diğerlerine kıyasla stresle daha
rahat başa çıkmaktadırlar. Kanser benzeri hastalıklarla cebelleşen ve ölümle burun
60
buruna yaşayan insanlarda dindarlık metanetle paralel ilerlemektedir. Hatta Allah’ya
kavuşma dürtüsü rahatlama bile getirebilir.
Bireylerin kendilerini sakinleştirebilmesi fiziksel olarak yararlıdır. Bunu gerek
dua gerekse diğer ibadetlerle sağlayan insanlarda bağışıklık sistemi araştırmalarda daha
sağlam çıkmıştır. Batı ülkelerinde hastane bünyelerinde din görevlilerinin olması bu
nedenle teşvik edilmektedir. Dindarlık tedaviye cevap verme ihtimalini arttıracaktır.
(Tarhan 2005)
1.3.4. İbadetler ve Psikolojik Destek
Sosyal desteğin sağlanması adına din bağlamında öncelikle ibadet kavramı öne
çıkmaktadır. İbadet kelimesinin sözlükteki anlamları incelendiğinde “boyun eğme, itaat,
tapınma” gibi farklı şeyler yazdığını görmekteyiz. Günlük kullanımda Allah’ya
bağlılığını göstermek için uygulanan ritüelleri kasteden bir kelimedir. İnsanın dinsel
davranışları, tutumları da bu kavram bünyesinde yer almaktadır. Büyük anlamda
bakıldığında kişinin Allah’yla dinsel bağıdır.
Psikoloji kapsamında ibadet kavramını incelediğimizde kişinin Allah’ya
duyduğu muhabbet, şükran gibi hislerini yansıttığı hareketleridir. Bireylerin içsel
disiplini için ibadetler oldukça önemlidir. Dinin ve ibadetlerin insana yüklediği
sorumluluk beraberinde disiplini de getirmektedir. Eğer ki bu sorumluluklar yerine
getirilmek istenmezse disiplin de gelişmez. Örneğin namaz ibadeti sayesinde Müslüman
insanlar her gün belli saatler içerisinde fiziksel ibadetlerini yerine getirmekte ve
bedenlerini sabah ezanında dahi uyanmaya disipline etmektedirler. Disiplin sayesinde
düzen sağlanmaktadır. Disiplin eksikliğinde zincirleme olarak toplumun kargaşaya dahi
sürüklenmesi beklenmektedir.
Karakter gelişimi açısından bakıldığında, kişinin dengeli ve toplumla uyumlu bir
yaşayış içerisinde olması hayati önem taşımaktadır. Duygu ve düşüncelerinin
davranışlarına yansıması ve benliğin sorunsuz gelişebilmesi bu dengeye bağlıdır.
Dindarlığın, benzer hayat tarzları oluşturmaya ve toplumu birbirine yaklaştırmaya
yönelik uygulamaları insanı yalnızlık hissinden kurtarır. Eğer dine uymayan tavırlar
içerisine girilirse, kişinin ruhsal durumu da bundan etkilenir ve çatışma haline geçilir.
Bu iç çatışma hali kişiyi depresyona götüren sebeplerden birisi haline dönüşebilir.
61
İbadetlerin imanla birleştirilerek yapılması gerekmektedir. Kişinin sadece uyum
sağlamak amacıyla gösteriye dönüştürdüğü ibadetler yine bireye zarar verecektir.
İnançlar ve yansıtılanlar arasındaki derin farklılık kişinin kendine duyduğu saygıyı ciddi
bir biçimde azaltacaktır. Kişinin dengeli bir yaşayışa sahip olabilmesi için aklı, kalbi ve
davranışları arasında farklılık olmamalıdır. Dinin hem içsel hem de dışsal kısmını eşit
bir biçimde sahiplenmelidir.
İmanı sağlamlaştırmadan yapılan ibadetler ve dindar görünüm gerçek dinsel
hayata geçişi sıkıntıya sokacaktır. Dinde toplumla bağlantılı hareket etmek gerekli kabul
edilse de içsellikle birleştirilmeden yapılan ibadet, sadece dış kabuk olarak kalmaya
mahkum olacaktır. İstenen içsel sürecin dış uygulamalarla paralel ilerleyebilmesidir. Bu
durum dinsel yasaklar kısmında da önemlidir. Bir yasağı olduğu gibi kabul edip ona
göre davranmak tabii ki önemlidir, ancak asıl birey için iyi olan bunun altındaki sebebi
kavrayıp içselleştirirken davranışı gerçekleştirmektir.
Sorumluluk bilincinin gelişme sürecinde kişi hareketlerinin sebeplerini bilmek
isteyecektir. Zamanla iradenin oturması için durumların ve gerekliliklerin bilincine
varmak gerekir. Bu konuda en önemli yardımcılardan biri de vicdan duygusunun
gelişmesidir.
İbadet eden kişilerde sabır duygusunun geliştiği ve karşılaştıkları sorunlar
karşısında fevri hareket etmedikleri gözlemlenir. Aynı zamanda belli aralıklarla eyleme
geçme zorunluluğu, kişinin rehavete kapılmasının da önüne geçer. Dinçliği korur ve iş
hayatında dahi olumlu etkiler gözlenebilir.
İbadetleri yerine getirmek dindar insanların Allah’ya karşı olan görevleri
arasındadır ve sorumluluklarını yerine getiren insan iç huzura ulaşır. Sorumluluk
bilincine erişmiş, hayatını disipline edebilmiş kişilerin daha dengeli yaşamları olduğu
görülür. İbadetlerin gerekliliklerinin farklı olduğu düşünüldüğünde her ibadetin farklı
bir amaca hizmet ettiği de anlaşılabilir. Kimileri kişiyi ruhsal bir sürece sokarak görünür
ve olumlu şekilde değişime yol açar. Örneğin günde 5 kere namaz kılmak Allah’la bağı
sürekli olarak pekiştirecektir ki bu bağ kişinin hayatında önemli bir ruhani destektir.
Karşılarına çıkan zorluklarda Allah’ın verdiği güvenle her şeyle başa çıkabilirler. Diğer
bir ibadet olan oruç, kişiyi her hayat şartına hazırlar ve aynı zamanda nefsi de terbiye
eder. Oruçla mümin, sahur ile iftar arasındaki zaman diliminde fiilen ibadet halinde
62
olduğunun bilincinde ise kötülüklerden geri durma konusunda teyakkuz halinde, üyeleri
işleme konularında ise normal zamanlara göre daha çok güdülenmiş durumdadır.
Dindarlığı hayat tarzı olarak düşündüğümüzde ibadetleri yerine getirmenin ve
dua etmenin ruhsal anlamda etkisini anlayabiliriz. Depresyonun temel sebepleri sayılan
yoğun stres, güven eksikliği, hayatın anlamını yitirmesi gibi etkenlerden dini
uygulamalar sayesinde korunabildiği literatürdeki çalışmaların çoğunda açıklanmıştır.
Dinin koruyucu özelliği hakkındaki araştırmalar özellikle son yıllarda artışa geçmiştir.
63
İKİNCİ BÖLÜM
2.YÖNTEM
2.1. Araştırmanın Modeli
Bu araştırma “tarama modeli” olarak tasarlanmıştır. “Tarama modelleri,
geçmişte ya da halen var olan bir durumu, var olduğu şekilde betimlemeyi amaçlayan
araştırma yaklaşımlarıdır. Araştırmaya konu olan olay, birey ya da nesne, kendi
koşulları içinde ve olduğu gibi tanımlanmaya çalışılır. Onları herhangi bir şekilde
değiştirme, etkileme çabası gösterilmez” (Karasar, 2009).
2.2. Evren ve Örneklem
Araştırmanın evrenini Denizli merkezinde yaşayan 18 yaş ve üzeri bireyler
oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemi, evren içinden tesadüfi örneklem yoluyla
seçilen 739 gönüllü bireyden oluşmaktadır.
2.3. Veri Toplama Araçları
Araştırmada örneklemin sosyo-demografik özelliklerini öğrenebilmek için
Kişisel Bilgi Formu (EK-1), depresyon düzeylerini ölçmek için 21 maddeden oluşan
Beck Depresyon Ölçeği (EK-2) kullanılmıştır.
2.3.1. Kişisel Bilgi Formu
Bu form ile deneklerin demografik özellikleri (Eğitim durumu, cinsiyet, yaş,
gelir durumu, medeni hal, dini eğitim düzeyi) ile öznel dindarlık algısı ve ailenin
dindarlık durumu, namaz ve oruç ibadetleri ile dua etme sıklığı gibi bilgiler
toplanmıştır.
2.3.2. Beck Depresyon Ölçeği
Beck Depresyon Envanteri (BDE), Beck ve arkadaşları tarafından adolesan ve
erişkinlerde depresyonun davranışsal bulgularını ölçmek amacıyla 1961 yılında
geliştirilmiştir. Depresyonun şiddetini ölçmek, tedavi ile olan değişimleri izleyebilmek
ve hastalığı tanımlayabilmek amacıyla tasarlanmıştır. BDE’deki maddeler asıl olarak
64
depresyonlu hastaların psikoanalitik tedavileri sonucunda yapılan gözlemlere
dayanmaktadır (Hisli 1989: 13-23).
Depresyona özgü davranışlar ve semptomlar bir dizi cümle ile tanımlanmıştır ve
her bir cümleye sayı olarak 0-3 arasında numara verilmiştir. Yirmi bir maddeden
oluşmaktadır ve maddeler hafif formdan şiddetli forma göre sıralanmıştır. Hastalardan
şimdiki durumlarını en iyi tanımlayan ifadeyi işaretlemeleri istenmekte ve sonuç
maddelerin toplamı ile elde edilmektedir (Kılınç 2011: 39-47).
Uygulayıcının aldığı puanlar aşağıdaki şekilde değerlendirilir;
0-9= Minimal Düzeyde Depresif Belirtiler
10-16= Hafif Düzeyde Depresif Belirtiler
17-29= Orta Düzeyde Depresif Belirtiler
30-63= Şiddetli Düzeyde Depresif Belirtiler
Ölçeğin amacı depresyon tanısı koymak değil, depresyon yönünden riski
belirlemek ve depresif belirtilerin düzeyini ve şiddet değişimini ölçmektir. Toplam 21
kendini değerlendirme cümlesi içermekte ve dörtlü Likert tipi ölçüm sağlamaktadır.
Beck depresyon ölçeğinin genel güvenirliği α=0,886 olarak yüksek derecede güvenilir
bulunmuştur. Ölçeğin alt boyutlarının güvenirlikleri Tablo 1’de gösterilmiştir.
Ölçeği doldurmak yaklaşık 15 dakika sürmektedir. Ancak bu süre hastanın
eğitim düzeyine göre değişebilir. Ayrıca, ciddi obsesyonu olan hastalarda uygulama
daha da uzun sürebilir (Kılınç 2011: 39-47).
Tablo 1. Beck Depresyon Ölçeği Alt boyutları Güvenirlik Analizleri
Boyutlar Cronbach’s Alpha
Performansta Bozulma 0,791
Kişinin Kendine Yönelik Olumsuz Duyguları 0,739
Somatik Rahatsızlıklar 0,772
Suçluluk Duyguları 0,721
Cronbach’s Alpha Katsayısının değerlendirilmesinde kullanılan değerlendirme
kriteri (Özdamar, 2004);
65
0,00 ≤ α < 0,40 ise ölçek güvenilir değildir.
0,40 ≤ α < 0,60 ise ölçek düşük güvenilirliktedir.
0,60 ≤ α < 0,80 ise ölçek oldukça güvenilirdir.
0,80 ≤ α < 1,00 ise ölçek yüksek derecede güvenilir bir ölçektir.
2.4. Uygulama
Öncelikle kişisel bilgi formu, Beck Depresyon Ölçeği kitapçık haline getirilerek
çoğaltılmıştır. Anketin uygulaması Denizli İli’nde gerçekleştirilmiştir. Demografik
özelliklerle, ibadet ve dua etme sıklığı ile ilgili sorulardan oluşan anket ve Beck
Depresyon Ölçeği’nden oluşan anket, 18 yaş üstü bireylere uygulanmıştır. Uygulamaya
739 kişi katılmıştır. Anketler uygulanırken araştırmanın amacı ve önemi anlatılarak
katılımcılardan anket formlarının ilk sayfasındaki uyarıları dikkate almaları istenmiş,
ayrıca gizlilik için formlara isimlerini yazmamaları uyarısında bulunulmuştur.
2.5. Verilerin İstatistiksel Analizi
Araştırmada elde edilen veriler SPSS (Statistical Package for Social Sciences)
programı kullanılarak analiz edilmiştir. Veriler değerlendirilirken tanımlayıcı
istatistiksel metotlar (sayı, yüzde, ortalama, standart sapma) kullanılmıştır.
Niceliksel verilerin karşılaştırılmasında iki grup arasındaki farkı t-testi, ikiden
fazla grup durumunda parametrelerin gruplar arası karşılaştırmalarında Tek Yönlü
Anova testi ve farklılığa neden olan grubun tespitinde Tukey Post Hoc testi
kullanılmıştır.
Araştırmanın bağımlı ve bağımsız değişkenleri arasındaki ilişki Pearson
korelasyon, etki ise regresyon analizi ile test edilmiştir. Ölçekler arasındaki korelasyon
ilişkileri aşağıdaki kriterlere göre değerlendirilmiştir (Kalaycı 2006:66);
R
İlişki
0,00-0,25
Çok Zayıf
0,26-0,49
Zayıf
0,50-0,69
Orta
0,70-0,89
Yüksek
0,90-1,00
Çok Yüksek
66
Elde edilen bulgular, %95 güven aralığında %5 anlamlılık düzeyinde
değerlendirilmiştir.
Bulgular ve değerlendirme kısmında Beck Depresyon Ölçeğinin bir bütün olarak
değerlendirilmesi ve tez konusun “Yetişkinlerde Depresyon ve Dindarlık İlişkisi”
olması sebebiyle alt ölçeklere ait bulgular paylaşılmamış, yalnızca testin tamamından
elde edilen depresyon ortalamalarına ait sonuçlar değerlendirmiştir.
67
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
3. ARAŞTIRMA BULGULARI VE DEĞERLENDİRME
Bu bölümde, araştırma probleminin çözümü için, araştırmaya katılan
katılımcılardan ölçekler yoluyla toplanan verilerin analizi sonucunda elde edilen
bulgular yer almaktadır. Elde edilen bulgulara dayalı olarak açıklama ve yorumlar
yapılmıştır.
3.1. Katılımcıların Demografik Özelliklere Göre Dağılımları
Tablo 2. Katılımcıların Demografik Özelliklere Göre Dağılımları
Tablolar Gruplar Frekans
(n)
Yüzde
(%)
Yaş Grubu
18-22 148 20,0
23-32 348 47,1
33-40 164 22,2
41-60 79 10,7
Toplam 739 100,0
Cinsiyet
Erkek 208 28,1
Bayan 531 71,9
Toplam 739 100,0
Eğitim Durumu
Lise Ve Altı 126 17,1
Üniversite 516 69,8
Yüksek Lisans Ve üstü 97 13,1
Toplam 739 100,0
Aylık Gelir Düzeyi
0-1500 TL 237 32,1
1500-3000 TL 360 48,7
3000-4500 TL 142 19,2
Toplam 739 100,0
Medeni Durumu
Evli 350 47,4
Bekar 389 52,6
Toplam 739 100,0
Ailesinin Dindarlık Düzeyi
Çok Dindar 49 6,6
Dindar 413 55,9
Az Dindar 222 30,0
Dindar Değil 55 7,4
Toplam 739 100,0
Dindarlık Düzeyi
Çok Dindar 27 3,7
Dindar 346 46,8
Az Dindar 272 36,8
Dindar Değil 94 12,7
Toplam 739 100,0
Hayatının Herhangi Bir
Döneminde Din Eğitimi Alma
Evet 649 87,8
Hayır 90 12,2
68
Durumu Toplam 739 100,0
Din Eğitimini Aldığı Yer
Aile 77 11,9
Okul 168 25,9
Kur'an Kursu 184 28,4
Cami 133 20,5
Diğer 87 13,4
Toplam 649 100,0
Namaz Kılma Sıklığı
Hiçbir Zaman 204 27,6
Beş Vakit 263 35,6
Cuma Ve Bazen Vakit 208 28,1
Yalnız Cuma Ve Bayramlar 30 4,1
Yalnız Bayramlar 34 4,6
Toplam 739 100,0
Ramazan Ayında Oruç Tutma
Durumu
Tamamını Tutarım 457 61,8
Bir Kısmını Tutarım 158 21,4
Hayır Tutmam 124 16,8
Toplam 739 100,0
Dua Etme Sıklığı
Hiçbir Zaman 35 4,7
Nadiren 99 13,4
Sık Sık 166 22,5
Genellikle 169 22,9
Her Zaman 270 36,5
Toplam 739 100,0
Katılımcılar yaş grubu değişkenine göre 148'i (%20,0) 18-22, 348'i (%47,1) 23-
32, 164'ü (%22,2) 33-40, 79'u (%10,7) 41-60 olarak dağılmaktadır.
Katılımcılar cinsiyet değişkenine göre 208'i (%28,1) erkek, 531'i (%71,9) bayan
olarak dağılmaktadır.
Katılımcılar eğitim durumu değişkenine göre 126'sı (%17,1) lise ve altı, 516'sı
(%69,8) üniversite, 97'si (%13,1) yüksek lisans ve üstü olarak dağılmaktadır.
Katılımcılar aylık gelir düzeyi değişkenine göre 237'si (%32,1) 0-1500 TL, 360'ı
(%48,7) 1500-3000 TL, 142'si (%19,2) 3000-4500 TL olarak dağılmaktadır.
Katılımcılar medeni durum değişkenine göre 350'si (%47,4) evli, 389'u (%52,6)
bekâr olarak dağılmaktadır.
Katılımcılar ailesinin dindarlık düzeyi değişkenine göre 49'u (%6,6) çok dindar,
413'ü (%55,9) dindar, 222'si (%30,0) az dindar, 55'i (%7,4) dindar değil olarak
dağılmaktadır.
Katılımcılar dindarlık düzeyi değişkenine göre 27'si (%3,7) çok dindar, 346'sı
(%46,8) dindar, 272'si (%36,8) az dindar, 94'ü (%12,7) dindar değil olarak
dağılmaktadır.
69
Katılımcılar hayatının herhangi bir döneminde din eğitimi alma durumu
değişkenine göre 649'u (%87,8) evet, 90'ı (%12,2) hayır olarak dağılmaktadır.
Katılımcılar din eğitimini aldığı yer değişkenine göre 77'si (%11,9) Aile, 168'i
(%25,9) Okul, 184'ü (%28,4) Kur'an kursu, 133'ü (%20,5) Cami, 87'si (%13,4) Diğer
olarak dağılmaktadır.
Katılımcılar namaz kılma sıklığı değişkenine göre 204'ü (%27,6) hiçbir zaman,
263'ü (%35,6) beş vakit, 208'i (%28,1) Cuma ve bazen vakit, 30'u (%4,1) yalnız Cuma
ve Bayramlar, 34'ü (%4,6) yalnız bayramlar olarak dağılmaktadır.
Katılımcılar Ramazan ayında oruç tutma durumu değişkenine göre 457'si
(%61,8) tamamını tutarım, 158'i (%21,4) bir kısmını tutarım, 124'ü (%16,8) hayır
tutmam olarak dağılmaktadır.
Katılımcılar dua etme sıklığı değişkenine göre 35'i (%4,7) hiçbir zaman, 99'u
(%13,4) nadiren, 166'sı (%22,5) sık sık, 169'u (%22,9) genellikle, 270'i (%36,5) her
zaman olarak dağılmaktadır.
3.2. Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği Puan Ortalamaları
Bu bölümde Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeğine verdikleri cevaplarla ilgili
aldıkları toplam puana yer verilmiştir.
Tablo 3. Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeğinden Aldıkları Puan Ortalamaları
Ölçek N Ort Ss
BDÖ Toplam Puanı 739 11,093 8,472
Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeğine verdikleri cevapların puan
ortalamasının (11,093±8,472) düzeyde olduğu görülmektedir. BDÖ puanları
değerlendirme kriterleri incelendiğinde katılımcıların 10-16 puan aralığına denk düşen
“Hafif Düzeyde Depresif Belirtiler” gösterdiği düşünülebilir.
3.3. Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği Puanlarının Sosyo-Demografik
Özelliklere Göre Ortalamaları
Bu bölümde, Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği puanlarının sosyo
demografik özelliklerle ilgili verdikleri cevaplara göre ortalamalarına yer verilmiştir.
70
3.3.1. Yaş ve Depresyon Düzeyi
Tablo 4. Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği Puanlarının
Yaş Grubuna Göre Ortalamaları
Grup N Ort Ss F p Fark
BDÖ Toplam Puanı
18-22 148 11,439 8,519
1,094 0,351
23-32 348 11,509 8,461
33-40 164 10,268 8,514
41-60 79 10,329 8,328
Katılımcıların BDÖ toplam puanı ortalamaları yaş grubu değişkenine göre
incelendiğinde, tüm yaş grubundaki katılımcıların BDÖ puanlarına göre “Hafif Düzeyde
Depresif Belirtiler” (Puan Aralığı: 10-16) gösterdiği anlaşılmaktadır. Katılımcıların
BDÖ toplam puanı ortalamalarının yaş grubu değişkenine göre anlamlı bir farklılık
gösterip göstermediğini belirlemek amacıyla yapılan tek yönlü varyans analizi (Anova)
sonucunda, grup ortalamaları arasındaki fark istatistiksel açıdan anlamlı bulunmamıştır
(p>0.05).
Bu sonuçlar; “Yaş değişkeni ile depresyon arasında anlamlı bir ilişki
bulunmaktadır. Yaş arttıkça bireylerin depresyon puanı artmaktadır.” şeklindeki
hipotezimizi desteklememektedir. Yani yaş arttıkça ya da azaldıkça depresif belirtilerde
bir farklılık görünmemektedir. Ortalama puanlar sayısal olarak değerlendirildiğinde ise,
gençlik yıllarındaki depresyonun yetişkinlik yıllarına göre azda olsa yüksek olduğu
görülmektedir. Elde edilen veriler, Güven’in 2008 yılında 18 yaş ve üstü 305 kişiyle
yaptığı Depresyon ve Dindarlık isimli çalışması ile karşılaştırıldığında benzer sonuçlar
elde edilmiştir. Güven’in yaptığı bu çalışmada da depresyon düzeyleri ile yaş grupları
arasında anlamlı bir farklılık bulunamamıştır. Ayten’in 2014 yılında Kilis’te 553
Suriyeli mülteci üzerinde yaptığı çalışmada ise bireylerin yaşları arttıkça dindarlık
düzeylerinin de arttığı sonucuna ulaşılmıştır.
3.3.2. Cinsiyet ve Depresyon Düzeyi
Tablo 5. Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği Puanlarının
Cinsiyete Göre Ortalamaları
Grup N Ort Ss t p
BDÖ Toplam Puanı Erkek 208 10,159 8,184
-1,880 0,060 Bayan 531 11,460 8,562
71
Katılımcıların BDÖ toplam puanı ortalamalarının cinsiyet değişkenine göre
anlamlı bir farklılık gösterip göstermediğini belirlemek amacıyla yapılan t-testi
sonucunda grup ortalamaları arasındaki fark istatistiksel açıdan anlamlı bulunmamıştır
(p>0,05). Erkek ve kadınların testten aldıkları puan ortalamaları değerlendirildiğinde,
her iki grubun da “Hafif Düzeyde Depresif Belirtiler” (Puan Aralığı: 10-16) gösterdiği
anlaşılmaktadır.
Bu sonuçlar; “Cinsiyet değişkeni ile depresyon arasında anlamlı bir ilişki
bulunmaktadır. Kadınların depresyon puanı erkeklere göre daha düşüktür.” şeklindeki
hipotezimizi desteklememektedir. Her ne kadar sonuçta cinsiyetler arasında anlamlı
farklılık görülmese de ortalama puanlar incelendiğinde erkeklerin BDÖ’den aldığı
10.159 ortalama puanın kadınların aldığı 11,46 ortalama puandan düşük olduğu
görülmektedir.
Bugüne kadar yapılan araştırmalarda kadınların depresyon düzeyinin erkeklere
göre daha yüksek olduğunu gösteren bulgular elde edilmiştir (Yapıcı,2007) Yine
Ayten’in 2014 yılında 553 Suriyeli sığınmacı üzerinde yaptığı çalışma da bu verileri
destekler niteliktedir.
Elde ettiğimiz bu sonuç değerlendirildiğinde depresyonda cinsiyet farklılığı ile
ilgili Navaro’nun (2002) kadının toplumdaki yerinin depresyonu tetiklediği düşüncesine
de ters düştüğü söylenebilir.
3.3.3. Eğitim Durumu ve Depresyon Düzeyi
Tablo 6. Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği Puanlarının
Eğitim Durumu Göre Ortalamaları
Grup N Ort Ss F p Fark
BDÖ toplam
Puanı
Lise ve Altı 126 16,087 9,357
37,837 0,000
1 > 2
1 > 3
2 > 3
Üniversite 516 10,661 7,909
Yüksek Lisans ve Üstü 97 6,907 7,125
Katılımcıların BDÖ toplam puanı ortalamalarının eğitim durumu değişkenine
göre anlamlı bir farklılık gösterip göstermediğini belirlemek amacıyla yapılan tek yönlü
varyans analizi (Anova) sonucunda, grup ortalamaları arasındaki fark istatistiksel açıdan
anlamlı bulunmuştur (F=37,837;p=0,000<0.05). Farklılıkların kaynaklarını belirlemek
amacıyla tamamlayıcı post-hoc analizi yapılmıştır. Eğitim durumu lise ve altı olan
72
katılımcıların BDÖ toplam puanı (16,087±9,357), Eğitim durumu üniversite olan
katılımcıların BDÖ toplam puanından (10,661±7,909) yüksek bulunmuştur. Eğitim
durumu lise ve altı olan katılımcıların BDÖ toplam puanı (16,087±9,357), eğitim
durumu yüksek lisans ve üstü olan katılımcıların BDÖ toplam puanından (6,907±7,125)
yüksek bulunmuştur. Eğitim durumu üniversite olan katılımcıların BDÖ toplam puanı
(10,661±7,909), eğitim durumu yüksek lisans ve üstü olan katılımcıların BDÖ toplam
puanından (6,907±7,125) yüksek bulunmuştur.
Bu sonuçlar; “Mezuniyet değişkeni ile depresyon arasında anlamlı bir farklılık
bulunmaktadır. Kişilerin eğitim seviyesi arttıkça depresyon puanı düşmektedir.”
şeklindeki hipotezimizi desteklemektedir.
Sonuçlar değerlendirildiğinde eğitim seviyesinin kişinin hayata ve olaylara
bakışını olumlu yönde etkilediği, psikolojik dayanıklılığın eğitim seviyesiyle doğru
orantılı olarak arttığı düşünülebilir. Bunda kişilerin kendilerini gerçekleştirme,
ekonomik olarak bağımsız olma, toplumda akademik yer edinme gibi durumlarının da
depresyona girme örüntüleri üzerinde etkili olduğunu göstermektedir.
Sonuçlar Güven’in 2008 yılında 18 ile 85 yaş arasındaki 305 kişiyle yaptığı
“Depresyon ve Dindarlık” isimli çalışması ile karşılaştırıldığında benzer sonuçlar elde
edilmiştir. Güven’in yaptığı çalışmada da eğitim seviyesinin yükselmesiyle birlikte
depresyonun azaldığı görülmüştür.
3.3.4. Sosyo-Ekonomik Durum ve Depresyon Düzeyi
Tablo 7. Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği Puanlarının
Aylık Gelir Düzeyine Göre Ortalamaları
Grup N Ort Ss F p Fark
BDÖ toplam Puanı
0-1500 TL 237 13,971 9,163
26,463 0,000
1 > 2
1 > 3
2 > 3
1500-3000 TL 360 10,458 7,860
3000-4500 TL 142 7,901 7,257
Katılımcıların BDÖ toplam puanı ortalamalarının aylık gelir düzeyi değişkenine
göre anlamlı bir farklılık gösterip göstermediğini belirlemek amacıyla yapılan tek yönlü
varyans analizi (Anova) sonucunda, grup ortalamaları arasındaki fark istatistiksel açıdan
anlamlı bulunmuştur (F=26,463;p=0,000<0.05). Farklılıkların kaynaklarını belirlemek
amacıyla tamamlayıcı post-hoc analizi yapılmıştır. Aylık gelir düzeyi 0-1500 TL olan
katılımcıların BDÖ toplam puanı (13,971±9,163), aylık gelir düzeyi 1500-3000 TL olan
73
katılımcıların BDÖ toplam puanından (10,458±7,860) yüksek bulunmuştur. Aylık gelir
düzeyi 0-1500 TL olan katılımcıların BDÖ toplam puanı (13,971±9,163), aylık gelir
düzeyi 3000-4500 TL olan katılımcıların BDÖ toplam puanından (7,901±7,257) yüksek
bulunmuştur. Aylık gelir düzeyi 1500-3000 TL olan katılımcıların BDÖ toplam puanı
(10,458±7,860), aylık gelir düzeyi 3000-4500 TL olan katılımcıların BDÖ toplam
puanından (7,901±7,257) yüksek bulunmuştur.
Bu sonuçlar; “Aylık gelir değişkeni ile depresyon arasında anlamlı bir farklılık
bulunmaktadır. Katılımcıların gelir seviyesi arttıkça depresyon puanı düşmektedir.”
şeklindeki hipotezimizi desteklemektedir.
Sosyo-ekonomik statü, gerek din psikolojisi, gerekse diğer sosyal bilim
araştırmalarında diğer sosyo-demografik ve kültürel değişkenler gibi bağımsız bir
değişken olarak sıklıkla kullanılmaktadır.
Özdel ve arkadaşlarının (2002) gençler üzerinde gerçekleştirdikleri araştırma
sonuçları da bizim araştırma sonuçlarımızla paralellik göstermektedir. Söz konusu
araştırmada ekonomik sorunu olan, arkadaş bulmakta sorun yaşayan ve genel olarak
sorun belirten öğrencilerde depresyon puanları daha yüksek bulunmuştur.
Yapıcı’nın (2007) gerçekleştirdiği araştırmada da bizim bulgularımızla kısmen
benzerlik gösteren sonuçlar elde edilmiştir. İlgili araştırmada ‘orta’ gelir düzeyine sahip
olanların en düşük depresyon düzeyine sahip olduğu, ‘alt’ gelir düzeyine sahip olanların
ise en fazla depresif belirti gösterenler olduğu görülmüştür. ‘Üst’ ekonomik düzeyde
olanların ise bu ikisinin arasında yer aldığı görülmüştür.
Şahin’in (2006) gerçekleştirdiği araştırmada ise tam tersi sonuçların ortaya
çıktığı görülmektedir.
Araştırma sonuçlarından da anlaşılacağı üzere insanların ekonomik durumları
kötüleştikçe yaşamları boyunca daha fazla problemle karşılaşacakları, bu durumun da
onları duygusal çökkünlüğe iteceği söylenebilir. Ekonomik olarak güçlü bireyler yaşam
kalitelerini artırabilmekte, kendilerini mutlu eden seçimler yapabilmektedirler. Aynı
zamanda para insanların yaşadıkları problemleri çözmelerini de kolaylaştıran bir araçtır.
74
3.3.5. Medeni Durum ve Depresyon Düzeyi
Tablo 8. Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği Puanlarının
Medeni Durumlarına Göre Ortalamaları
Grup N Ort Ss t p
BDÖ toplam Puanı Evli 350 10,671 8,388
-1,285 0,199 Bekar 389 11,473 8,540
Katılımcıların BDÖ toplam puanı ortalamalarının medeni durum değişkenine
göre anlamlı bir farklılık gösterip göstermediğini belirlemek amacıyla yapılan t-testi
sonucunda, grup ortalamaları arasındaki fark istatistiksel açıdan anlamlı bulunmamıştır
(p>0,05).
Bu sonuçlar; “Medeni hal değişkeni ile depresyon arasında anlamlı bir farklılık
bulunmaktadır. Evlilerin depresyon puanı bekârlardan daha yüksektir.” şeklindeki
hipotezimizi desteklememektedir.
Güven’in (2008) yaptığı çalışmada elde edilen sonuçla bizim araştırma
sonucumuz birbirini destekler niteliktedir. Güven, 184 evli 89 bekar kişi üzerinde
yaptığı araştırmada, depresyon düzeyleri bakımından evlilerle bekârlar arasında anlamlı
bir farklılık bulunmadığını ortaya koymuştur.
Bununla birlikte aritmetik ortalamalara göz attığımızda da bekârların BDÖ’den
aldıkları puan ortalamalarının evlilerden yüksek olduğu görülmektedir. Bu durum da
literatürde yer alan, boşanmış, ayrı yaşayan veya yalnız yaşayanlarda depresyona düşme
oranının evlilerden daha fazla olduğu yönündeki araştırmaları destekler niteliktedir
(Shaprio, 1994).
Buraya kadar olanlar sosyo demografik değişkenlerle depresyon ilişkisine dair
bulgulardı. Bundan sonraki kısım ise dindarlık ve depresyon ilişkisine dair bulgulardan
oluşmaktadır.
3.4. Subjektif Dindarlık Algısı ve Depresyon Düzeyi
Bu bölümde Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği puanlarının kişisel bilgi
anketinde algılanan dindarlıkla ilgili sorulara verdikleri cevaplara göre ortalamalarına
yer verilmiştir.
75
3.4.1.Algılanan Aile Dindarlık Düzeyi ve Depresyon Düzeyi
Tablo 9. Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği Puanlarının
Algılanan Aile Dindarlık Düzeyine Göre Ortalamaları
Grup N Ort Ss F p Fark
BDÖ toplam Puanı
Çok Dindar 49 10,429 8,900
2,701 0,045 3 > 2
3 > 4
Dindar 413 10,634 8,147
Az Dindar 222 12,405 8,828
Dindar Değil 55 9,836 8,634
Katılımcıların BDÖ toplam puanı ortalamalarının ailesinin dindarlık düzeyi
değişkenine göre anlamlı bir farklılık gösterip göstermediğini belirlemek amacıyla
yapılan tek yönlü varyans analizi (Anova) sonucunda, grup ortalamaları arasındaki fark
istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur (F=2,701;p=0,045<0.05). Farklılıkların
kaynaklarını belirlemek amacıyla tamamlayıcı post-hoc analizi yapılmıştır. Ailesinin
dindarlık düzeyi az dindar olanların BDÖ toplam puanı (12,405 ± 8,828), ailesinin
dindarlık düzeyi dindar olanların BDÖ toplam puanından (10,634 ± 8,147) yüksek
bulunmuştur. Ailesinin dindarlık düzeyi az dindar olanların BDÖ toplam puanı (12,405
± 8,828), ailesinin dindarlık düzeyi dindar değil olanların BDÖ toplam puanından
(9,836 ± 8,634) yüksek bulunmuştur.
Bu sonuçlar; “Bireylerin depresyon düzeyleri ailenin dindarlık düzeyine göre
anlamlı farklılık göstermektedir. Ailelerini dindar ve çok dindar olarak algılayan
bireylerin depresyon düzeyleri daha düşüktür.” şeklindeki hipotezimizi
desteklemektedir.
Ailesi az dindar olanların BDÖ’den aldıkları puan ortalamalarının yüksek
olmasında, aile üyelerinin birbirlerini manevî açıdan desteklemiyor olmalarının etkili
olduğu düşünülebilir.
Kımter’in (2014) yaptığı çalışma sonuçları da bu sonuçları destekler niteliktedir.
Aynı araştırmada, ailenin algılanan dindarlık düzeyi ile depresyon arasında anlamlı
ilişki tespit edilmiştir.
Aritmetik ortalama sonuçları incelendiğinde, algılanan aile dindarlık düzeyi az
dindar olanların depresyon düzeyleri diğer tüm gruplara göre yüksektir. İnanç
konusunda kararsızlık yaşayan bireylerin bu durumdan dolayı ruhsal rahatsızlık
duydukları düşünülebilir. Bir diğer sonuçta ailesini “Dindar Değil” olarak görenlerin
yaşadığı depresyon düzeyi diğer tüm gruplara göre en düşük çıkmıştır. Bu bulguyu
76
destekleyen araştırmalar da mevcuttur. Şahin’in (2006) ilgili çalışmasında,
katılımcıların ailelerinin dindarlık düzeyleri ile dine bağlı yaşanan stresin arttığının
ifade edildiği gözlemlenmektedir. Diğer bir deyişle, ailesi çok dindar olanlarda dine
bağlı stress ve kaygı daha fazladır. Bu durumun “Dindar” ve “Çok Dindar” olan grubun
dinin emir ve yasaklarını yerine getirme konusunda eksiklik hissetmelerinin onları
dindar olmayanlara göre daha depresif yapmasından kaynaklandığı düşünülebilir.
Dindar olmayan grupların sorumluluk hissetmemelerinin, ahiret, cennet cehennem,
kader gibi kavramlara inanmamaları, daha çok günlük yaşamın hazlarına yönelik
yaşamalarının onların daha az depresif olmasına neden olduğu varsayılabilir.
3.4.2. Bireylerin Subjektif Dindarlık Algıları ve Depresyon Düzeyi
Tablo 10. Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği Puanlarının
Dindarlık Düzeyine Göre Ortalamaları
Grup N Ort Ss F p Fark
BDÖ toplam Puanı
Çok Dindar 27 10,185 10,919
12,893 0,000 3 > 2
3 > 4
Dindar 346 9,910 7,823
Az Dindar 272 13,518 8,523
Dindar Değil 94 8,692 8,311
Katılımcıların BDÖ toplam puanı ortalamalarının dindarlık düzeyi değişkenine
göre anlamlı bir farklılık gösterip göstermediğini belirlemek amacıyla yapılan tek yönlü
varyans analizi (Anova) sonucunda, grup ortalamaları arasındaki fark istatistiksel açıdan
anlamlı bulunmuştur (F=12,893;p=0,000<0.05). Farklılıkların kaynaklarını belirlemek
amacıyla tamamlayıcı post-hoc analizi yapılmıştır. Dindarlık düzeyi az dindar olan
katılımcıların BDÖ toplam puanı (13,518±8,523), dindarlık düzeyi dindar olan
katılımcıların BDÖ toplam puanından (9,910±7,823) yüksek bulunmuştur. Dindarlık
düzeyi az dindar olan katılımcıların BDÖ toplam puanı (13,518±8,523), dindarlık
düzeyi dindar değil olan katılımcıların BDÖ toplam puanından (8,692±8,311) yüksek
bulunmuştur.
Bu sonuçlar; “Bireylerin depresyon düzeyleri bireylerin dindarlık düzeyine göre
anlamlı farklılık göstermektedir. Depresyon düzeyleri bireylerin algılanan dindarlık
düzeylerinde kendilerini dindar ve çok dindar olarak algılayan bireylerin depresyon
düzeyleri daha düşüktür.” şeklindeki hipotezimizi desteklemektedir.
77
Bu bulgu daha önce yapılan araştırmalarla kıyaslandığında, birbirlerini destekler
niteliktedir. Mesela, Gürsu (2011) Konya’da 1009 ergen üzerinde yaptığı araştırmada
dindarlık ile depresyon arasında negatif ilişki olduğunu tespit etmiştir. Güven (2008)
305 kişi üzerinde yaptığı araştırmasında, depresyon ile dindarlığın etki boyutu arasında
negatif yönde anlamlı bir ilişki tespit etmiştir. Şengül (2007) 336 kişi üzerinde yaptığı
araştırmasında, dindarlığın bilgi ve ibadet boyutu ile depresyon arasında negatif ilişki
olduğunu tespit etmiştir. Cirhinlioğlu (2013) ve arkadaşlarının Türkiye genelinde 1783
kişi üzerinde yaptıkları araştırmada, dindarlık ile depresyon arasında negatif ilişki
bulmuştur. Ansari (2006)’nin yaptığı araştırmada da kendilerini daha dindar olarak
tanımlayanların psikolojik sağlıkları daha iyi, psikolojik sıkıntılarının ise daha az
olduğu görülmüştür.
Araştırmalara bakıldığında (Yapıcı, 2007), dini inançların dindar insanların
performanslarını ve diğer alanlardaki başarılarını güçlendirdiğini ortaya koymaktadır.
Din, insanlara günlük hayatın zorluk ve sıkıntılarıyla baş etmek konusunda da yardım
etmektedir. Din ile iş memnuniyeti arasında genellikle pozitif bir ilişki bulunmakta, dini
inanç ve pratiklerin iş stresini azaltmakta olduğu bildirilmektedir. Din, insanların hayata
daha pozitif bir şekilde sarılmalarına yardım ederek yaptıkları işi daha anlamlı hale
getirmektedir (Altın 2015: 15-42).
Dinler, aynı inancı paylaşanları bir araya getirerek bir grup oluşturmakta ve grup
içi dayanışmayı emrederek önemli bir sosyal destek üretmektedir. Grupla bütünleşme
düzeyi arttıkça, bireyin gruptan aldığı sosyal destek de artmakta ve bu şekilde
mensuplarına sosyal destek sağlayan dinler, dolaylı olarak ruh sağlığını koruyucu bir
işlev görmektedir (Altın 2015: 15-42).
Dinler ahlâki seviyeyi yükseltmektedir. Dindarlar davranışlarını daha iyi kontrol
etmekte, daha disiplinli ve sorumlu bir hayat yaşamaktadır. Dinler müntesiplerindeki
bencillik, kin, nefret, öfke, kıskançlık vb. gibi olumsuz duygu ve düşüncelerin
gelişimini törpülerken, yardımsever, suç işlemekten kaçınan, fiziksel ve sosyal
çevresiyle uyumlu, toplum huzurunu bozmayan davranışları teşvik etmektedir (Yapıcı,
2007).
Dini pratikler, depresyon, kaygı, korku, öfke, aşağılık duygusu, yabancılaşma
vb. gibi ruh sağlığını tehdit eden duygular üzerinde hafifletici etkiye sahiptir.
78
Psikoterapi sürecinde, hastanın Allah’yla kurduğu içsel temasın, terapist ile kurulan
ilişki gibi olumlu bir fonksiyon icra ettiği bildirilmektedir (Yapıcı, 2007).
Dindarlar, bir taraftan hayatlarında meydana gelen tüm olayların Allah’ın
iradesiyle gerçekleştiğini düşünüp hayattan memnuniyet konusunda yüksek bir
potansiyele sahipken, diğer taraftan olumsuzluk ve mahrumiyet durumlarında mazhar
oldukları diğer nimetleri düşünerek, kendilerini yoksunluk ve terk edilmişlik
duygularının oluşturacağı olumsuz etkilerden koruyabilmektedirler. Haksızlığa ve
zulme maruz kalan dindar insan ise, inancı sayesinde daha güçlü bir direnç
gösterebilmektedir. Zira dini inançlar metafizik boyutları ile ölümü ve ölüm sonrası
“adil dünya” inancını barındırmaktadır (Altın 2015: 15-42).
Kendisini hiç dindar görmeyenlerin ise BDÖ puanı en düşük ortalamaya sahiptir.
Bu dine inanmayanların, dinden uzak yaşayanların, ibadetleri yerine getirmeyenlerin
vicdanı muhasebelerinin zayıfladığını düşündürebilir.
Dini inançlar, pek çok insanın kişilik ve benlik oluşumunu yönlendirici ve
düzenleyici bir etkiye sahiptir. Aynı zamanda kişinin dini inancı ve ibadetleri ona,
hayatın anlamına ilişkin daha tatmin edici cevaplar sunarak bir dünya görüşü
sağlamaktadırlar. Hiç şüphesiz bu dünya görüşü kişinin olaylara bakışını etkilemekte,
çoğu zaman psikolojik dayanıklılığını artırmaktadır.
3.4.3. Din Eğitimi Alma Durumu ve Depresyon Düzeyi
Tablo 11. Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği Puanlarının Hayatının Herhangi
Bir Döneminde Din Eğitimi Alma Durumuna Göre Ortalamaları
Grup N Ort Ss t p
BDÖ toplam Puanı Evet 649 11,014 8,516
-0,685 0,494 Hayır 90 11,667 8,175
Katılımcıların BDÖ toplam puanı ortalamalarının hayatının herhangi bir
döneminde din eğitimi alma durumu değişkenine göre anlamlı bir farklılık gösterip
göstermediğini belirlemek amacıyla yapılan t-testi sonucunda, grup ortalamaları
arasındaki fark istatistiksel açıdan anlamlı bulunmamıştır (p>0,05).
Bu sonuçlar; “Bireylerin depresyon düzeyleri din eğitimi alma durumuna göre
anlamlı farklılık göstermektedir. Dini eğitim alan bireylerin depresyon düzeyleri daha
düşüktür.” şeklindeki hipotezimizi desteklememektedir.
79
Bu sonuçlar değerlendirildiğinde teorik bir din eğitiminin tek başına kişinin
hayatı üzerinde etkili olmadığı düşünülebilir. Öğrenilen dini bilgilerin sadece bilişsel
düzeyde kalması, kavrama, uygulama, analiz ve sentez basamaklarına ulaşmaması,
dinin, kişinin hayatındaki etkinliğini azaltan önemli unsurlardır. Bu da göstermektedir
ki dindarlığın etki ve ibadet boyutları, kişinin ruh sağlığı üzerinde donun bilgi
boyutundan daha etkilidir.
3.4.4. Din Eğitimi Alınan Yer ve Depresyon Düzeyi
Tablo 12. Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği Puanlarının
Din Eğitimini Aldığı Yere Göre Ortalamaları
Grup N Ort Ss F p Fark
BDÖ toplam Puanı
Aile 77 12,104 9,543
2,731 0,028 5 > 4
Okul 168 10,577 8,581
Kur'an Kursu 184 11,207 8,418
Cami 133 9,421 7,093
Diğer 87 12,920 9,264
Katılımcıların BDÖ toplam puanı ortalamalarının din eğitimini aldığı yer
değişkenine göre anlamlı bir farklılık gösterip göstermediğini belirlemek amacıyla
yapılan tek yönlü varyans analizi (Anova) sonucunda, grup ortalamaları arasındaki fark
istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur (F=2,731;p=0,028<0.05). Farklılıkların
kaynaklarını belirlemek amacıyla tamamlayıcı post-hoc analizi yapılmıştır. Din
eğitimini aldığı yer diğer olan katılımcıların BDÖ toplam puanı (12,920±9,264), din
eğitimini aldığı yer cami olan katılımcıların BDÖ toplam puanından (9,421±7,093)
yüksek bulunmuştur.
Bu sonuçlar; “Bireylerin depresyon düzeyleri din eğitimi alınan yere göre
anlamlı farklılık göstermektedir. Dini eğitimini cami ve okul kursunda aldığını
söyleyenlerin depresyon düzeyleri daha düşüktür.” şeklindeki hipotezimizi
desteklemektedir.
Camide din eğitimi alanların BDÖ’den aldıkları puanın diğer eğitim alanlarına
göre düşük olmasında caminin aynı zamanda manevî anlamda insana huzur veren bir
ibadet yeri olması, kişinin camide yaptığı ibadetlerde kendisini Allah’a daha yakın
hissetmesi, caminin aynı zamanda kişiye sosyal destek sağlayan bir sisteme sahip
olması etkili olabilir. Bu sonuçlar Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı din eğitimi veren
kurumlara duyulan güveni de göstermektedir.
80
3.4.5. Namaz Kılma Sıklığı ve Depresyon Düzeyi
Tablo 13. Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği Puanlarının
Namaz Kılma Sıklığına Göre Ortalamaları
Grup N Ort Ss F p Fark
BDÖ Toplam Puanı
Hiçbir Zaman 204 11,466 8,710
5,331 0,000 3 > 2
Beş Vakit 263 9,384 7,825
Cuma ve Bazen Vakit 208 12,875 8,474
Yalnız Cuma ve
Bayramlar
30 11,967 9,554
Yalnız Bayramlar 34 10,412 8,746
Katılımcıların BDÖ toplam puanı ortalamalarının namaz kılma sıklığı
değişkenine göre anlamlı bir farklılık gösterip göstermediğini belirlemek amacıyla
yapılan tek yönlü varyans analizi (Anova) sonucunda, grup ortalamaları arasındaki fark
istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur (F=5,331;p=0,000<0.05). Farklılıkların
kaynaklarını belirlemek amacıyla tamamlayıcı post-hoc analizi yapılmıştır. Namaz
kılma sıklığı Cuma ve bazen vakit olan katılımcıların BDÖ toplam puanı
(12,875±8,474), namaz kılma sıklığı beş vakit olan katılımcıların BDÖ toplam
puanından (9,384±7,825) yüksek bulunmuştur.
Bu sonuçlar; “Bireylerin depresyon düzeyleri namaz kılma sıklığına göre
anlamlı farklılık göstermektedir. Beş vakit namaz kılanların depresyon puanı en
düşüktür.” şeklindeki hipotezimizi desteklemektedir.
Literatürde yapılan bazı çalışmaların sonuçları incelendiğinde de bizim araştırma
sonuçlarımızı destekleyen bulgular olduğu gibi tam tersi sonuçlara da ulaşılmıştır.
Örneğin Ansari (2006)’nin yaptığı araştırmada, günlük olarak namaz kılma ile
psikolojik sağlık arasında pozitif, psikolojik sıkıntı düzeyi ile negatif ilişki bulmuştur.
Cuma namazına katılım ile psikolojik sağlık pozitif ilişkili iken fiziksel sağlık negatif
ilişki göstermiştir. Yine, Yapıcı’nın (2007) gerçekleştirdiği araştırmada namaz kılma ile
depresyon arasındaki ilişkide ‘hiç namaz kılmam”, diyenlerin lehine anlamlılık
derecesinde bir ilişki olduğu tespit edilmiştir.
Katılımcıların elde ettikleri BDÖ puan ortalamaları incelendiğinde “Cuma” ve
“Bazen Vakit” namazı kılanların en yüksek ortalamaya sahip olduğu görülmektedir. Bu
sonucun kısmen kişilerde dine karşı görevlerini yerine getirmemenin verdiği suçluluk
hissinden kaynaklandığı düşünülebilir. Bireylerin hem kendileriyle hem de aileleriyle
ilgili sübjektif dindarlık algıları ve depresyon ilişkisi incelendiğinde de “Az Dindar”
81
olanların BDÖ puan ortalamalarının en yüksek olduğu görülmüştü. Bu sonuç da dinin
emir ve yasaklarını yerine getirme konusunda istikrarlı davranmayanların depresyona
daha eğilimli olduğunu göstermektedir.
Namaz kişiyi beş vakitte Allah’a yöneltmesi sebebiyle, kişinin Allah’a olan
sevgi, saygı ve güven duygularını geliştirir. Allah’a olan güven, kişi için büyük bir
manevî dayanak ve destek durumundadır. Allah’a güvenen kişiler, hayatın zorlukları
karsısında pes etmezler, üzüntü, keder ve sıkıntı onları fazla etkilemez veya Allah’a
olan güvenleri, onların birtakım olumsuz olaylar ve şartlar karsısında aşırı derecede
üzülmelerini engeller. Oruç, hayatın değişik şartlarına ve durumlarına karşı kendi
özelliğine uygun şekilde kişiyi hazırlar,intibak gücü kazandırır (Şentürk 2008:159-172).
3.4.6. Oruç Tutma Durumu ve Depresyon Düzeyi
Tablo 14. Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği Puanlarının
Ramazan Ayında Oruç Tutma Durumuna Göre Ortalamaları
Grup N Ort Ss F p Fark
BDÖ Toplam Puanı
Tamamını Tutarım 457 10,320 8,078
6,992 0,001 2 > 1 Bir Kısmını Tutarım 158 13,215 8,489
Hayır Tutmam 124 11,242 9,418
Katılımcıların BDÖ toplam puanı ortalamalarının Ramazan ayında oruç tutma
durumu değişkenine göre anlamlı bir farklılık gösterip göstermediğini belirlemek
amacıyla yapılan tek yönlü varyans analizi (Anova) sonucunda, grup ortalamaları
arasındaki fark istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur (F=6,992;p=0,001<0.05).
Farklılıkların kaynaklarını belirlemek amacıyla tamamlayıcı post-hoc analizi
yapılmıştır. Ramazan ayında orucun bir kısmını tutan katılımcıların BDÖ toplam puanı
(13,215±8,489), ramazan ayında orucun tamamını tutan katılımcıların BDÖ toplam
puanından (10,320±8,078) yüksek bulunmuştur. Bu da göstermektedir ki ibadetlerini
tam anlamıyla yerine getirdiği hissi yaşayanlarda depresyon belirtileri daha azdır. Eksik
ya da yetersiz yaptığını düşünen katılımcılarda, Allah’a karşı vazifelerini yerine
getirmemenin yarattığı vicdani suçluluk, cezalandırılma korkusu, onların kendilerini
ruhsal olarak daha kötü hissetmelerine neden olmaktadır.
Bu sonuçlar; “Bireylerin depresyon düzeyleri ile oruç tutma durumu arasında
anlamlı bir farklılık göstermemektedir. Oruç tutma sıklığı bireylerin depresyon
82
düzeyleri üzerinde bir etkiye sahip değildir.” şeklindeki hipotezimizi
desteklememektedir.
Sonuçlar yapılan diğer çalışmalarla karşılaştırıldığında da birbirini destekler
sonuçlar elde edildiği gibi karşı sonuçlara da ulaşılmıştır. Örneğin Yapıcı’nın (2007)
gerçekleştirdiği araştırmada oruç tutma ile depresyon arasında ‘hiç oruç tutmam’
diyenlerin lehine anlamlılık derecesinde bir ilişki olduğu tespit edilmişken, Ansari
(2006)’nin yaptığı araştırmada ramazan orucu tutmak ile psikolojik sağlık ilişkisi pozitif
çıkmıştır.
Oruç kişiyi de, ibadet bilinciyle tutulduğunda bu durumun yarattığı manevî hissi
koruma eğilimi oluşturmaktadır. Kişi oruçlu olduğu gün boyunca duygularını ve
düşüncelerini de kontrol etmeye çalışmakta, günün tamamını Allah’la irtibat halinde ve
şükür içinde geçirmektedir. Yine sonuçlar incelendiğinde BDÖ puan ortalamasının
Ramazan ayı oruçlarının “Tamamını Tutarım” şeklinde cevaplayanlara ait olması,
orucun bu manevî öneminden kaynaklandığını düşündürebilir.
3.4.7. Dua Etme Sıklığı ve Depresyon Düzeyi
Tablo 15. Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği Puanlarının
Dua Etme Sıklığı Göre Ortalamaları
Grup N Ort Ss F p Fark
BDÖ Toplam Puanı
Hiçbir Zaman 35 8,000 7,219
2,720 0,029 2 > 1
Nadiren 99 13,051 8,955
Sık Sık 166 11,090 8,754
Genellikle 169 11,296 7,907
Her Zaman 270 10,652 8,497
Katılımcıların BDÖ toplam puanı ortalamalarının dua etme sıklığı değişkenine
göre anlamlı bir farklılık gösterip göstermediğini belirlemek amacıyla yapılan tek yönlü
varyans analizi (Anova) sonucunda, grup ortalamaları arasındaki fark istatistiksel açıdan
anlamlı bulunmuştur (F=2,720;p=0,029<0.05). Farklılıkların kaynaklarını belirlemek
amacıyla tamamlayıcı post-hoc analizi yapılmıştır. Dua etme sıklığı nadiren olan
katılımcıların BDÖ toplam puanı (13,051±8,955), dua etme sıklığı hiçbir zaman olan
katılımcıların BDÖ toplam puanından (8,000±7,219) yüksek bulunmuştur.
83
Bu sonuçlar; “Bireylerin depresyon düzeyleri dua etme sıklığına göre anlamlı
farklılık göstermektedir. Her zaman dua edenlerin depresyon puanı nadiren dua
edenlerden daha düşüktür.” şeklindeki hipotezimizi desteklemektedir.
Dünya genelinde yapılan araştırmalar incelendiğinde, bizim bulgularımızı
destekleyen birçok araştırma vardır. Chicago’daki Rush Üniversitesi’nin araştırmasına
göre, düzenli olarak ibadet ve dua edenlerdeki erken ölüm oranının, dine bağlı
olmayanlara göre yüzde 25 daha az olduğu tespit edildi. Dua eden kalp hastalarının,
ameliyattan sonraki birkaç yıl içindeki ölüm oranlarının, etmeyenlere nazaran yüzde 30
daha az olduğu ortaya çıktı. Columbia Üniversitesi’nde yapılan araştırmada ise, üreme
sorunları yaşayan kişiler için düzenli olarak dua okundu ve bir süre sonra bu kişilerdeki
döllenme başarı oranının yüzde 8’den yüzde 16’ya çıktığı gözlemlendi. San Francisco
Hastanesi’nde 393 kalp hastası üzerinde yapılan bir başka araştırmada ise, 150 hasta
için düzenli olarak dua edildi. Tanımadıkları kişilerin kendilerine dua ettiği bu
hastaların, ilaç tedavisine daha çabuk cevap verdikleri tespit edildi. ‘Dua ile terapi’nin
yoğun olarak kullanıldığı Duke Üniversitesi’nden kardiyaloglar da dua eden hastaların
daha hızlı iyileştiğini kanıtladı. Üç yıl süren bu çalışmada 795 kalp hastasına dünyanın
çeşitli yerlerinden, aralarında Amerika’da yaşayan Müslümanların, Nepalli Budist
rahiplerin ve Manchester’li Hıristiyanların oluşturduğu 26 ayrı grup dua etti. Yine
1998’de yayınladığı bir araştırmayla Dr. Elizabeth Targ, Afrika’daki bazı AIDS
hastalarının toplu yapılan dualarla iyileşme gösterdiklerini kaydetti. Bazı araştırmalarda
hasta ve dua edenin karşılıklı olarak birbirlerinden haberdar olmasa bile, ‘dua’nın yine
şifa verici etkisini göstermesi, bilim adamları tarafından meselenin en etkileyici kısmı
olarak nitelendiriliyor. (Çimen; Yılmaz 2005: 10)
Readers Digest’te yayımlanan Alexis Carrel’ın makalesinde dua, “Hiçbir ilacın
kâr etmediği yüzlerce hastam dua ile iyileştiler. İnsanlar dua ederek bütün kudretlerin
ana kaynağı olan büyük kudrete ulaşırlar. Kudretin yaratıcısına varırlar. Kudretin
sahibinden kendi paylarına düşen kudreti arttırmasını isterler. Dua ederken kâinatı
kuşatmış büyük gücün halkasına gireriz. Bu gücün bir kısmının bizim arzularımızın
tahakkukuna tahsis edilmesi için dua ederiz. Daha dua sırasında insani noksanlarımız
tamamlanır. Yaralıyken iyileşmiş, bozukken onarılmış olarak doğruluruz. Allah’ın adını
andıkça üzerimize celbettiğimiz o büyük nurla rahatlar, zindeleşiriz” diyerek dile
getirilmiştir. (Çimen; Yılmaz 2005: 10)
84
Zorluklarla başaçıkabilme, negatif durumlar karşısında olumlu bakış açısını
kaybetmeme ve amaca yönelik çalışabilme gibi durumlarda duanın güç verdiği
bilinmektedir. Psiko-Sosyal Uyum ve Dini Pratikler isimli Hayta tarafından hazırlanan
çalışmada, oluşturulan grubun anket cevaplarına göre gençlerde samimiyetle edilen dua
ile rahatlamanın gerçekleştiği söylenmektedir. (Hayta 2000:9)
Yapıcı’nın (2007) gerçekleştirdiği araştırmada da dua etme sıklığı ile depresif
belirtiler gösterme arasında istatiksel olarak anlamlılık derecesinde bir ilişkiye
rastlanmamış olması, bizim bulgularımızla tamamen farklılık göstermiştir. Ansari
(2006)’nin yaptığı araştırmada ise günlük dua etme ile psikolojik sıkıntıların
birbirleriyle ters ilişkili olduğu tespit edilmiştir.
Dua sayesinde kişi aklındaki meseleyi sanki yazıp önüne koymuşçasına açık bir
biçimde görme ve değerlendirme fırsatı bulur. Bu sayede sorunun çözümüne de
kolaylıkla ulaşılabileceğinden ruhsal rahatlama meydana gelir. Dua, kişisel sorunlarda
bakış açısını genişletme olanağı verir. Ayrıca dua ile kişi, yaratıcı ile sürekli iletişim
halinde olduğunu düşünmekte, bu durum da onun kendisini yalnız hissetmesini
engellemektedir.
85
3.5. SONUÇ VE ÖNERİLER
Literatürde yer verildiği üzere dinin psikopatolojik birçok durumda etkisi
büyüktür. Depresyon ile dini eğilim arasındaki ilişki ifade edilirken genellikle iki yönlü
bir ilişkiden bahsedildiği dikkat çekmektedir. Bunlardan ilki, birçok çalışmada ifade
edildiği üzere insanları derinden etkileyen ve huzur veren, yaşamlarını bir amaca
indirgeyen dinin iyileştirici etkisidir (Propst, 1991). Dindarlığın depresyon gibi
amaçsızlık ve çaresizlik ile ilişkili bir sorunla başa çıkmada oldukça faydalı olduğu
düşünülmektedir. Dine ait olmayan hurafelerdense etkin bir din inancının koruyucu
etkisi ifade edilmektedir (Armaner, 1979). Bu doğrultuda gerçekleştirilen çalışma,
dindarlık ve depresyon ilişkisini saptamayı amaçlamıştır. Veri toplamak amacıyla bu
çalışma için oluşturulmuş anket ve “Beck Depresyon Envanteri” uygulanmıştır.
Katılımcıların 47,1’i 23-32, %22,2’si 33-40 yaş grubundadır. Yarısından çoğu (%71,9)
kadındır. Yine yarısından çoğu (%69,8) üniversite mezunudur. %48,7’si 1500-3000 TL
arası gelire sahiptir. Yarısından fazlası (%55,9) ailesini dindar olarak ifade etmiştir.
Yine yarısına yakını (%46,8) kendini dindar olarak tanımlamaktadır. Büyük çoğunluğu
(%87,8) herhangi bir dini eğitim almamıştır. Namaz kılma durumları sorulduğunda
204'ü (%27,6) hiçbir zaman, 263'ü (%35,6) beş vakit, 208'i (%28,1) Cuma ve bazen
vakit, 30'u (%4,1) yalnız Cuma ve Bayramlar, 34'ü (%4,6) yalnız bayramlarda namaz
kıldığını belirtmiştir. Yarısından çoğu (%61,8) Ramazan ayında oruçların tamamını
tutmaktadır. 270'i (%36,5) her zaman dua etmektedir.
Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği puanlarının demografik özelliklere göre
ortalamaları incelendiğinde; BDÖ puan ortalamaları yaş değişkenine göre
farklılaşmamaktadır. Genç yaştakilerin BDÖ’den aldıkları puan ortalamaları yüksekken
yaş ilerledikçe BDÖ puanlarının düştüğü görülmüştür.
Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği puanlarının demografik özelliklere göre
ortalamaları incelendiğinde; katılımcıların depresyon düzeyleri, cinsiyet değişkenine
göre farklılaşmamaktadır. Buna rağmen yine de kadınların BDÖ’den aldıkları puanların
erkeklere oranla daha fazla olduğu görülmektedir.
Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği puanlarının eğitim durumuna göre
ortalamaları incelendiğinde; en yüksek depresyon puan ortalaması lise ve altı
mezuniyete sahip olanlara aittir. Yani, katılımcıların depresyon düzeyleri, mezuniyet
86
düzeyi değişkenine göre farklılaşmaktadır. Eğitim durumu yükseldikçe kişilerin depresif
eğilimleri de düşmektedir.
Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği puanlarının ekonomik durumlarına göre
ortalamaları incelendiğinde; aylık gelir düzeyleri arttıkça azalan depresyon düzeyleri
dikkat çekmektedir. Yani, katılımcıların depresyon düzeyleri, aylık gelir düzeyi
değişkenine göre farklılaşmaktadır. 1500-3000 TL ve 3000-4500 TL arası gelir
düzeyine sahip olanların, ortalamaları birbirlerine oldukça uzak çıkmıştır. Böylelikle;
sosyo ekonomik durum depresyon için, belirleyici önemli bir faktör olabilmektedir. Bu
sonuç gelir düzeyi düşük olan bireylerin, gelir düzeyi yüksek olan bireylere nazaran
daha yaygın depresyon yaşadığını göstermektedir.
Medeni durum değişkeninin ise depresyonda belirleyici bir etkiye sahip olmadığı
sonucuna ulaşılmıştır. Katılımcıların depresyon düzeyleri, medeni durum değişkenine
göre farklılaşmamaktadır. Fakat aritmetik ortalamalar incelendiğinde bekârların
(11,473) evlilere oranla (10,671) daha yüksek ortalamaya sahip olduğu görülmüştür.
Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği puanlarının ailenin dindarlık düzeylerine
göre ortalamaları incelendiğinde anlamlı bir farklılaşmaya ulaşılmıştır. Ailesini az
dindar olarak algılayan katılımcılarda BDÖ puan ortalaması en yüksek düzeydedir.
Ailesinin dindar olmadığını ifade eden katılımcıların en düşük toplam depresyon
düzeyine sahip oldukları görülmektedir.
Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği puanlarının katılımcıların dindarlık
düzeylerine göre ortalamaları incelendiğinde BDÖ toplam puanı ilişkisi açısından
anlamlı farklılaşma olduğu belirlenmiştir. Kendisinin az dindar olduğunu ifade
edenlerin en yüksek depresyon ortalamalarına sahip oldukları görülmektedir. Kendisini
“Dindar” olarak görenler ise en düşük BDÖ puan ortalamasına sahiptir. Buradan
hareketle kendini dindar olarak görenlerin hissettikleri kaygı ve depresyonun daha
düşük olduğunu belirtmek mümkündür, çünkü onlar türlü problemlere karşı daha
temkinli ve iradeli görülmektedir. Bu sebeple dindarlığın depresyon üzerinde
fonksiyonel bir işlevi olduğunu söylemek mümkündür.
Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği puanlarının din eğitimi alma durumu ile
ilişkisi incelendiğinde grup ortalamaları arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır.
Kişilerin dini eğitim alma durumunun onların depresyon düzeylerini etkilemediği
görülmüştür.
87
Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği puanlarının katılımcıların din eğitimi
aldığı yere göre ortalamaları incelendiğinde aradaki ilişki istatistiksel açıdan anlamlı
farklılık göstermiştir. Aile, okul, kuran kursu ya da cami dışında eğitim alanların daha
yüksek depresyon düzeyleri dikkat çekmiştir. Okul ve cami gibi kendi isteği ve tercihi
ile yönelebileceği yerlerden dini eğitim alanlarda daha düşük düzeyde depresyon dikkat
çekmektedir.
Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği puanlarının katılımcıların namaz kılma
sıklıklarına göre ortalamaları incelendiğinde anlamlı bir farklılık görülmüştür.
Depresyon toplam puanı en düşük olanların beş vakit namaz kılanlar olduğu
görülmektedir. Diğer yandan şaşırtıcı bir sonuçta, “Cuma ve Bazen Beş Vakit”
kılanların BDÖ puan ortalamalarının “Hiçbir Zaman” kılmayanlara göre yüksek
olmasıdır.
Diğer bir ibadet türü olarak Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği puanlarının
katılımcıların oruç tutma sıklıklarına göre ortalamaları incelendiğinde aralarındaki ilişki
anlamlı bulunmuştur. Sonuçlar incelendiğinde Ramazan orucunun tamamını tutanların
BDÖ puanı açısından en düşük düzeyde ortalamaya sahip oldukları fark edilmektedir.
Yine namaz örneğinde olduğu gibi “Bir Kısmını Tutarım” diyenlerin BDÖ puanları
“Hayır Tutmam” diyenlere göre yüksek bulunmuştur.
Katılımcıların Beck Depresyon Ölçeği puanlarının katılımcıların dua etme
sıklıklarına göre ortalamaları incelendiğinde de aralarındaki ilişki anlamlı bulunmuştur.
Fakat ilginç olan hiçbir zaman dua etmeyenlerde en düşük depresyon düzeyi gözlenmesi
olmuştur. Ondan sonra ise her zaman dua edenlerin depresyon puan ortalaması
gelmektedir.
Sonuç olarak medeni durum ve hayatının herhangi bir döneminde din eğitimi
alma dışında tüm değişkenlerin depresyon üzerinde anlamlı etki oluşturduğu
söylenebilir. Ana hipotez olan “dindarlık ve depresyon düzeyleri arasında pozitif yönde
anlamlı bir ilişki mevcuttur” desteklenmiştir. Bu bağlamda dindarlığın depresyonu
önlemedeki etkisi üzerinde durulabilir. Literatürde konuya dair çalışmaların oldukça az
olduğu dikkat çekmektedir. Birkaç tez dışında akademik kaynaklarda konuya yer
verilmediği, yabancı kaynakların daha çok olduğu fark edilmektedir. Bu bağlamda ilgili
literatürün arttırılması ve karşılaştırılabilir veri elde edilmesi adına önemlidir. Diğer
88
taraftan dindarlık ve depresyon düzeylerinin ilişkisini etkileyecek diğer faktörler
üzerinde de durulabilir.
ÖNERİLER
Yaptığımız araştırma sonucunda dini yaşayışın depresyon üzerinde kısmen etkili
olduğunu, bazı durumlarda ise bir etkisinin olmadığı görülmektedir. Din, insan
kişiliğinin oluşmasında nasıl en etkili belirleyicilerden biriyse aslında insanın hayata
bakışı açısından da önemli etkiye sahiptir. Fakat günümüzde dini yaşayışın bilişsel
olarak varlığını korumasına rağmen özellikle dini aktivitelerin zayıfladığı
gözlemlenebilmektedir. Bu da dinin etki gücünü azaltmaktadır.
Araştırma sonuçlarıyla ilgili olarak dini eğitimlerin ortak bir müfredat
çerçevesinde yürütülmesi, teorik eğitimin yanında dinin ibadet ve etki boyutunu
artıracak çalışmaların yapılması, ailelerin dini eğitimlerinin bütün bireyler üzerinde
etkili olması sebebiyle medyada dini eğitime yönelik programların düzenlenmesi,
namaz kılma sıklığının depresyonu azalttığı sonucundan hareketle kamu kurum ve
kuruluşları da dahil toplumun tüm kesimlerinde bireylerin ibadetlerini yerine
getirebilmesi için gerekli imkanların oluşturulması en önemli öneriler arasında
gösterilebilir.
Günümüzde dinin insanlar üzerine etkisi incelendiğinde, özellikle davranış
boyutu konusunda zayıflık olduğu görülmektedir. İnsanlar dini, bir düşünce sistemi
olarak gördükleri sürece din olumlu gücünü yitirecek bir dayatma gibi algılanacaktır. Bu
da dinin depresyon üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olmasına neden olur. Bu yüzden
din sadece hayatın her alanında yaşanmalı, insanın yaşamının genel referansını teşkil
etmelidir. Aksi halde manevî destek zayıf kalacaktır. Çünkü yerine getirilmeyen
sorumluluklar kişide suçluluk duygusuna neden olacaktır.
Dini yaşayış hiç şüphesiz emir ve biat kültürünü de içinde barındırır.
Günümüzde bu konuda ciddi tartışmalar olmasına rağmen bazı dini pratiklerin ruh
sağlığı üzerinde zorlayıcı bir etkiye sahip olduğunu da kabul etmek gerekir. Din,
insanda içsel huzuru sağladığı gibi, yarattığı iç çatışmayla rahatsızlık verici boyuta da
gelebilmektedir. Bunun önlenebilmesi için bilişsel olarak dini eğitim sürecinin
referanslarının doğru ve güvenilir kaynaklar olmasında fayda vardır. Aksi halde insanlar
davranışlarını bir kişi ya da yanlış bir kaynağı referans edinerek sürdürdüklerinde
89
yaptıklarıyla inançları arasında tutarsızlık oluşabilmekte bu da ruh sağlığını olumsuz
yönde etkileyebilmektedir.
Dini kavramların gündelik hayatın içerisinde yanlış yorumlanması da dinin
depresyon üzerindeki psikolojik etkilerini değiştirmektedir. Örneğin “kader”,
“tevekkül” veya “dua” gibi kavramlarının insanların bazılarında boş vermişliğe,
umursamazlığa, eylemsizliğe dönüşen bir algı yaratması ve bunun neticesinde yaşamda
karşılaştıkları problemleri değiştirmek için çaba sarf etmemeleri hiç şüphesiz
depresyona zemin oluşturmaktadır. Bu açıdan dinin en önemli emirlerinden birisinin
“çalışmak” olduğu yani çabalamak olduğu her kesimde vurgulanmalıdır. Din insanlara
başkaldırmamayı, kabullenmeyi emrediyor olsa bile boş vermişliği kesinlikle
emretmemektedir.
Din aynı zamanda sosyal bir süreçtir. Bu açıdan tam anlamıyla yaşanılan dini
hayat, insanların ihtiyaç duyduğu sosyal desteği de artıracaktır. Dinin bu sosyal boyutu,
kişilerin yaşadığı depresyonu dolaylı yoldan bile olsa olumlu yönde etkileme gücüne
sahip olacaktır. Bu da gösteriyor ki dini etkinliklerin bireysel yaşanmasının yanında
topluluk bağlarını güçlendirecek şekilde yaşanması da sosyal destekle birlikte insanların
ruhsal gelişimine katkı sağlayacaktır.
Geçmiş yıllara göre günümüzde insanların yaşadığı sorunlar somut olmak yerine
daha soyuttur. Günümüz depresyon sebeplerinden birçoğu insanların birçok imkâna
sahip olmalarına rağmen yaşama bakış açılarından kaynaklandığı görülmektedir. Din
insanın hayata bakışında rol oynamadığı sürece manevî etkisini yitirmektedir. Geçmiş
yıllarda güvenlik, iş, aile, para, sağlık gibi sorunlar depresyonun zeminini oluştururken
günümüzde yalnızlık, yabancılaşma, umutsuzluk, çaresizlik, yetersizlik, değersizlik gibi
duygular depresyonunun temelini oluşturmaktadır. İşte din tam anlamıyla hayata
entegre edildiğinde bu duygular konusunda etkili çözümler sunabilmektedir. Özellikle
bu konularda dini araştırma ve kaynakların yetersizliği de dinin pozitif etkisinin
görülmesini zorlaştırmaktadır.
Dini bilgisi yeterli olmasına rağmen davranış boyutunda dinin emrettiği şekilde
yaşamakta zorlanan insanlarda dini hayatla ilgili bir kaygı görülebilmektedir. Bu kaygı
düzeyi de kişiyi depresyona sürükleyebilmektedir. Bunun aşılabilmesi için insanların
inançlarını yaşayacakları hayatlar özendirilirken nefse hitap eden hayatların
özendirilmemesi gerekir. Oysa günümüzde medya dâhil birçok alanda dini hayatın
90
dışındaki yaşam formu özendirilmektedir. İnsanlar bu yaşam biçimlerini gördükçe ve
izledikçe günah olarak kabul edilen birçok şey kabul görmeye, normalleşmeye
başlamaktadır. Bu da insanların dini yaşayışlarının kişiden kişiye değişmesine yol
açmaktadır. Din herkese göre farklı yorumlanır bir referans olmaya başlamıştır. Oysa
dinin emrettiği şeylerden uzaklaşmak ruhsal rahatlığın aksine kaygıyı beslemekte,
özellikle ileriki yaşlarda suçluluğu artırmaktadır.
Genel olarak araştırmamız da incelendiğinde de görülecektir ki, insanların
manevî açıdan zayıf olmaları onları ruhsal açıdan da zayıflatmaktadır. Bu nedenle hem
dini eğitim hem de dinin yaşanması desteklenmeli ve kolaylaştırılmalıdır.
91
KAYNAKÇA
KİTAPLAR
Alper, Yusuf, Bütün Yönleriyle Depresyon, İstanbul, Gendaş Yayınları, 1999.
Allport,G., W., Birey ve Dinî, (Çev: B. Sambur), Ankara, Elis Yayınları, 2004.
Akseki, A. Hamdi, İslam Dini, Ankara, DB Yayınları, 1970.
Amerikan Psikiyatri Birliği, Mental Bozuklukların Tanısal ve Tanımsal El Kitabı, (Çev:
Ertuğrul Köroğlu), 4. Baskı (DSM-IV-TR), 2001.
Anthony, Giddens, Modenliğin Sonuçları, (Çev: Ersin Kuşdil), İstanbul, Ayrıntı
Yayınları, 2004.
Armaner, Neda, Din Psikolojisine Giriş, Ankara, Ayyıldız Matbaası, 1980.
Ayten, Ali, Psikoloji ve Din, Psikologların Din ve Tanrı Görüşleri, İstanbul, İz
Yayıncılık, 2012.
Bahadır, Abdülkerim, İnsanın Anlam Arayışı ve Din, İstanbul, İnsan Yayınları, 2011.
Bayındır, Abdülaziz, Kur’ân’da Dindarlık, Bursa, Kurav Yayınları, 1996.
Blazer, D., Mood Disorsers: Epidemiology. In Comprehensive Textbook Of Psychiatry,
Sixth Edition, Baltimore, 1995.
Certel, Hüseyin, Din Psikolojisi, Ankara, Andaç Yayınları, 2003.
Charney, E.; Weissman, M., Epidemiology Of Depressive And Nanic Syndromes In
Depression And Mania, New York, 1988.
Cirhinlioğlu, Zafer; Ok, Üzeyir; Cirhinlioğlu, Fatma Gül, Dindarlık, Ruh Sağlığı ve
Modernite, Ankara, 2013.
Cox, James.L, Kutsalı İfade Etmek, (Çev: Fuat Aydın), İstanbul, İz Yayınları, 2004.
Darren - Ellison, E.; Sherkat, G. Christopher, Din Sosyolojisinde Son Gelişmeler ve
Gündemdeki Tartışmalar, Konya, Çizgi Kitapevi, 2006.
Doğan, Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, Ankara, Rehber Yayınları, 1990.
Draz, M.Abdullah, Din ve Allah İnancı, (Çev:Bekir Karlıağa), İstanbul, Bir Yayınları,
19??.
92
Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, 2.Basım, İstanbul, Nebioğlu
Basımevi, 1960.
Fordham, Frieda, Jung Psikolojisinin Ana Hatları, (Çev: Aslan Yalçıner), 5.Baskı,
İstanbul, Say Yayınları, 2001.
Fromm, Erich, Psikanaliz ve Din, (Çeviren: Aydın Arıtan), İstanbul, Arıtan Yayınları,
1993.
Giddens, Anthony, Modenliğin Sonuçları, (Çev: Ersin Kuşdil), İstanbul, Ayrıntı
Yayınları, 2004.
Glock, Charles Y, Dindarlığın Boyutları Üzerine, (Çev: Günter Kehrer), İstanbul, Vadi
Yayınları, 1998.
Güleç,Cengiz; Köroğlu, Ertuğrul, Psikiyatri Temel Kitabı, Ankara, Hekimler Yayın
Birliği, 1997.
Günay, Ünver, Din Sosyolojisi, İstanbul, İnsan Yayınları, 2003.
Günay, Ünver, Dindarlığın Sosyolojisi, Adana, Karahan Yayınları, 2006.
Günay, Ünver, Erzurum ve Çevre Köylerinde Dinî Hayat, Erzurum, Erzurum Kitaplığı
Yayınları, 1999.
Gürses, İbrahim, Kölelik ve Özgürlük Arasında Din, İstanbul, Arasta Yayınları, 2001.
Horney, Karen, Çagımızın Nevrotik Kişiliği, (Çev: Selçuk Budak), Ankara, Öteki
Yayınları, 1998.
Holm, Nils G., Din Psikolojisine Giriş, (Çev: Abdülkerim Bahadır), İstanbul, İnsan
Yayınları, 2004.
Hökelekli, Hayati, Din Psikolojisi, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2005.
Hökelekli, Hayati, Ölüm, Ölüm Ötesi Psikolojisi ve Din, İstanbul, Dem Yayınları, 2008.
Işık, Erdal, Duygulanım Bozuklukları, Depresyon ve Mani, İstanbul, Boğaziçi Matbaası,
1991.
Jung, Carl Gustav, Din ve Psikoloji, (Çev: Cengiz Şişman), İstanbul, İnsan Yayınları,
19??.
Karaca, Faruk, Dinî Gelişim Teorileri, İstanbul, Dem Yayınları, 2007.
Karaca, Faruk, Din Psikolojisi, Trabzon, Eser Ofset Matbaacılık, 2011.
Karasar, Niyazi, Bilimsel Araştırma Yöntemi, Ankara, Nobel Yayınları, 2005.
93
Karen, Horney, Çağımızın Nevrotik Kişiliği, (Çev: Selçuk Budak), Ankara, Öteki
Yayınları, 1998.
Katz, Daniel; Kahn, Robert, Örgütlerin Toplumsal Psikolojisi, (Çev: Halil Can, Yavuz
Bayar) Ankara, Doğan Basımevi, 1997.
Kayıklık, Hasan, Değişen Dünyada Birey Din ve Dindarlık, Adana, Karahan Yayınları,
2006.
Klerman, Gl, Overview of Affective Disorders, In: Kaplan HI, Freedman AM, Sadock
BJ, Editors. Comprehensive Testbook of Psychiatry, Baltimore: Williams &
Wilkins Company, 1980.
Köknel, Özcan, Depresyon, İstanbul, Altın Kitaplar Yayınevi, 1992.
Köknel, Özcan, Ruhsal Çöküntü, Depresyon, İstanbul, Altın Kitaplar, 2005.
Köktaş, M.Emin, Türkiye’de Dinî Hayat İstanbul, İşaret Yayınları, 1993.
Köroğlu, Ertuğrul, Depresyon Nedir, Nasıl Baş Edilir?, Ankara, HYB Yayıncılık, 2004.
Köse, Ali, Freud ve Din, İstanbul, İz Yayınları, 2000.
Kutub, Muhammed, İnsan Psikolojisi Üzerine Etüdler, (Çev: Bekir Karlıağa), İstanbul,
İşaret Yayınları, 1992.
Lenes, E., Intrinsic Religiosity And Hospice Patients’ Life Satisfaction And Acceptance
Of Death, Journal of Undergraduate Research, 2004.
Navaro, Leyla, İki Boy Ufak Pabuç Depresyonda Kadın-Erkek Farklılıkları, İstanbul,
Remzi Kitabevi, 2002.
Mehmedoğlu, Ali Ulvi, Kişilik ve Din, İstanbul, Dem Yayınları, 2004.
Okumuş, Ejder, Gösterişci Dindarlık, İstanbul, Pınar Yayınları, 2006.
Onay, Ahmet, Dindarlık, Etkileşim ve Değişim, İstanbul, Dem Yayınları, 2004.
Özbaydar, Belma, Din ve Tanrı İnancının Gelişmesi, İstanbul, Baha Matbaası, 1970.
Özcan, M.Tevfik, Dini Nazariye, Ankara, Güven Matbaası, 1966.
Özmen, Erol; Aydemir, Ömer; Bayraktar, Erhan, Genel Tıpta Psikiyatrik Sendromlar,
Ankara, Hekimler Yayın Birliği, 1997.
Öztürk, Orhan, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, İstanbul, Nobel Yayın Dağıtım, 2004.
Öztürk, Orhan; Uluşahin, Aylin, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, 11.Basım, Ankara, 2008.
94
Pazarlı, Osman, Din Psikolojisi, İstanbul, Remzi Yayınları, 1982.
Preskorn, Sheldon, Depresyonun Ayaktan Tedavisi, Bursa, 1999.
Pruyser,P. W., Dynamic Psychology of Religion, New York, Harper and Row, 1968.
Reber, Arthur S, Ruh Sağlığı, Dictionary of Psychology, Penguin Books, London, 1985.
Sezen, Yumni, Sosyoloji Açısından Din, İstanbul, İFAV Yayınları, 1998.
Shapiro, P.Gottlıeb, Çocukluk ve İlk Gençlik Depresyonu, (Çev: Mehmet Kesim),
Ankara, Papirüs Yayınları, 1997.
Sönmez, Bülent, Modern Batı Düşüncesi Hıristiyanlık ve Din Algısı, İstanbul, NKM
Yayınları, 2008.
Subaşı, Necdet, Gündelik Hayat ve Dinsellik, İstanbul, İz Yayınları, 2004.
Şahin, Adem, Ergenlerde Dindarlık ve Benlik, Konya, Adal Ofset, 2005.
Şentürk, Habil, Din Psikolojisi, Isparta, Tuğra Matbaası, 2008.
Tarhan, Nevzat, Kadın Psikolojisi, 15.Baskı, İstanbul, Nesil Yayınları, 2005.
Tekin, Mustafa, Dindarlık Bağkamında Amel-i Salih Kavramına Sosyolojik Bir
Yaklaşım, Dindarlık Olgusu: Sempozyum Tebliğ ve Müzakereleri, Bursa, Kur’an
Araştırmaları Vakfı Yayınları, 2006.
Tunçer, Ömer, Depresyon ve Somatizasyon, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp
Eğitimi Etkinlikleri, İstanbul, 1999.
Türkçapar, Hakan, Bilişsel Terapi Temel İlkeler ve Uygulama, Ankara, HYB Yayınları,
2012.
Tüzer, Abullatif Tüzer. Dinî Tecrübe ve Mistisizm, İstanbul, Dergâh Yayınları, 2006.
Uysal, Veysel, Türkiye’de Dindarlık ve Kadın, İstanbul, Dem Yayınları, 2006.
Vergote, Antoine, Din, İnanç ve İnançsızlık, (Çev: Veysel Uysal), İstanbul, Marmara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1999.
Weich, S.; Churchill, R.; Lewis, G., Do Socio-Economic Risk Factors Predict The
Incidence and Maintenance of Pscyhiatric Disorder in Primary Care? Psychol
Med, 1997.
Yalom, Irwın, Varoluşçu Psikoterapi, (Çev: Zeliha İyidoğan Babayiğit) İstanbul,
Kabalcı Yayınevi, 2001.
95
Yapıcı, Asım, Ruh Sağlığı ve Din: Psiko-Sosyal Uyum Dindarlık, Adana, Karahan
Yayınları, 2007.
Yıldız, Murat, Ölüm Kaygısı ve Dindarlık, İzmir, İzmir İlahiyat Vakfı Yayınları, 2006.
Zuckerman, Pinchas, Din Sosyolojisine Giriş, (Çev: İhsan Çapçıoğlu-Halil Aydınalp),
Ankara, Birleşik Kitapevi, 2006.
SÜRELİ YAYINLAR
Alptekin, Kamil, Depresyonun Etiyolojisi, Psikiyatri Dünyası; Sy:1: ss.21-25, 1988.
Altın, Rıza, Dindarlık ve Depresyon İlişkisi, International Journal of Humanities and
Education, Sy:1, ss,15-42, 2015.
Aşkın, Rüstem, Kronik Depresyon, Duygudurum Bozuklukları Dizisi, ss.44-47, 2000.
Azhar, M. Z.; S. L.Varma, Religious Psychotherapy as Management of Bereavement,
Acta Psychiatrica Scandinavica, 91, ss. 233- 235; Religious Psychotherapy in
Depressive Patients Psychotherapy and Psychosomatics, 63, ss. 165- 68;
Religious Psychotherapy in Anxiety Disorder Patients, Acta Psychiatry
Scandinavia , ss. 1-3, 1995.
Bodur, Şahin; Üneri, Özden, Çocuk ve Ergenlerde Majör Depresif Bozukluk: Bir
Gözden Geçirme, Anadolu Psikiyatri Dergisi, Sayı:9, ss.105-110, 2008.
Brown, D. R.; S. C. Ndubuisi; L. E. Gary, Religiosity and Psychological Distress
Among Blacks, Journal of Religion and Health, C. 29, ss.1, 1990.
Cengil, Muammer, Depresyonu Önlemede Dini İnancın Koruyucu Rolü, Din Bilimleri
Akademik Araştırma Dergisi, Sy:2, 2003.
Cimilli, Can, Depresyonda Sosyal ve Kültürel Etmenler, Duygudurum Bozuklukları
Dizisi, ss.157-168, 2001.
Cotton, S.; E. Larkin; A,Hoopes; B. A. Cromer; S. L. Rosenthal, The Impact of
Adolescent Sprituality on Depressive Symptoms and Health Risk Behaviors,
Journal of Adolescent Health, C. 36, ss.6, 2005.
Çelik, Celaleddin, Değişkenler ve Boyutlar Bağlamında Türk Toplumunda Dini Hayatın
İncelenmesi, Bilim Name I, ss.153-174, 2003.
Çimen, Ali; Yılmaz, Hakan, Tıp Duayı Yardıma Çağırıyor, Zaman Gazetesi, Turkuaz
Eki, Sy.10, 2005.
Daryl B.; O’Connor; Joanna, C.; Rory, C.O’Connor, Religiosity, Stress and
Psychological Distress: No Evidence for an Association Among Undergraduate
Students, Personality and Individual Differences, C. 34, ss.2, 2003.
96
Dein, Smith; Timothy vd., Religiousness and Depression: Evidence for a Main Effect
and the Moderating Influence on Stressful Life Events, Psychological Bulletin,
C. 129, ss. 4, 2003.
Dein,Simon, Religion, Sprituality and Depression: Implications for Research and
Treatment, Primary Care and Community Psychiatry, C.11, ss.2, 2006.
Doğan, Orhan, Depresyonun Epidemiyolojisi, Duygudurum Bozuklukları Dizisi, Sy:1,
ss.29-38, 2000.
Ersan, Ersin; Abay, Ercan, Depresyonun Genetik Nedenleri, Duygudurum Bozuklukları
Dizisi; ss.277-282, 2001.
Göğüş, Ak. Depresyonun Klinik Belirtileri, Duygudurum Bozuklukları Dizisi, ss.39-43,
2000.
Hallahmi, B.Beit; Argyle,M; The Psychology of Religious Behavior, Akt.: Dindarlığın
Etkileri I, (Çev.Adem Şahin), Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
S.10, 2000.
Hayta, Akif, İlahiyat Fakültesi Öğrencilerinin İbadet ve Ruh Sağlığı ( Psiko-Sosyal
Uyum) İlişkisi Üzerine bir İnceleme, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, C.9, Ss.9 2000.
Hisli N., Beck Depresyon Envanteri’nin Üniversite Öğrencileri için Geçerliği
Güvenirliği, Psikoloji Dergisi, Sy:6, ss:13-23, 1989.
Jang, S. J.; B. R. Johnson, Explaining Religious Effects on Distress Among African
Americans, Journal for The Scientific Study of Religion, C.43, ss.2, 2004.
Johnson, B. R.; R. B. Tompkins; D. Webb, Objective hope assessing the effectiveness of
faith-based organizations: A review of the literature, Center for Research on
Religion and Urben Civil Society, ss. 118, 2002.
Kayıklık, Hasan, Bireysel Dindarlığın Boyutları ve İnanç-Davranış Etkileşimi, İslami
Araştırmalar, ss.19, 491-499, 2006.
Kılınç, Sibel; Torun, Fuat, Türkiye’de Klinikte Kullanılan Depresyon Değerlendirme
Ölçekleri, Dirim Tıp Gazetesi, Sy: 86, ss.39-47, 2011
Kımter, Nurten, Gençlikte Din ve Depresyon: Üniversiteli Gençler Üzerinde Ampirik
Bir Araştırma, Ekev Akademi Dergisi, Sy:60, 2014.
Koenig, H. G.; D. B. Larson, Religion and Mental Health: Evidence for an Association,
International Review of Psychiatry, C. 13, ss.2, 2001.
McCullough, M. E.; D. B. Larson, Religion and Depression: A Review of the Literature,
Twin Research, C.2, ss.2, 1999.
97
Milewsky, A.; M. J. Levitt, Intrinsic and Extrinsic Religiosity in Preadoloscence: Effect
on Psychological Adjustment, Mental Health, Religion and Culture, C.7, ss.4,
2004.
Miller, L. vd., Religiosity and Depression: Ten Year Follow Up of Depressed Mothers
and Offspring, Journal of American Academy of Child and Adolescence
Psychiatry, C. 36, ss. 10, 1997.
Onay, A, Dindarlık Ölçme Çalışmaları, Dindarlık Ölçümünde Üç Farklı Yaklaşım ve
Ölçmenin Esasları, İslami Araştırmalar Dergisi, Sy.3, ss.439-449, 2001.
Özdel, L., Bostancı, M., Özdel, O., Oğuzhanoğlu, Nalan K., Üniversite Öğrencilerinde
Depresif Belirtiler ve Sosyo-Demografik Özelliklerle İlişkisi, Anadolu Psikiyatri
Dergisi, Sy.3, Ss.61, 2002.
Özdoğan, Öznur, İnsanı Anlamaya Yönelik Bir Yaklaşım: Pastoral Psikoloji, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara, ss.127-141, 2006.
Özmen, Mine, Depresyonun Psikoterapisi, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi
Depresyon Sempozyumu, İstanbul, 1999.
Özmen, Mine, Depresyonda Dinamik Nedenler, Duygudurum Bozuklukları Dizisi,
Sy:6, ss.283-287, 2001.
Pargament, Kenneth I, Acı ve Tatlı: Dindarlığın Bedelleri ve Faydaları Üzerine Bir
Değerlendirme, (Çev: Ali Ulvi Mehmedoğlu), Çukurova Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, Cilt.5, ss.1, 2005.
Pfeifer, Samuel, Waelty, U, Anxiety, Depression and Religiosity. A Controlled Clinical
Study, Mental Health, Religion and Culture, C.2, ss.35-45, 1999.
Ross, E. C, Religion and Psychological Distress, Journal for The Scientific Study of
Religion, C.29, ss. 2, 1990.
Salsman, John; Carlson, Charles, Dini Yönelim, Olgun İman ve Psikolojik
Rahatsızlıklar, (Çev: Ali Ayten) , Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi Sy:26, ss.119-131, 2004.
Savrun, B.Mert, Depresyonun Tanımı ve Epidemiyolojisi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri Bildirileri, Ss.11-17, 2008.
Sherkat, D.E.; M. D. Reed, The Effects of Religion and Social on Self-Esteem and
Depression Among The Suddenly Bereaved, Social Indicators Research, C. 26,
ss. 3, 1992.
Smith, T. B.; E. McCullough; J. Poll, Religiousness and Depression: Evidence for a
Main Effect and The Moderating Influences of Stressful Life Events,
Psychological Bulletin, C.129, ss.4, 2003.
98
Southwick, S. M.; M. Vythilingam; D. S. Charney, The Psychobiology of Depression
and Resilience to Stres, Implications for Prevention and Treatment, Annual
Review of Clinical Psychology, C.1, 2005.
Stack, Steven, Dindarlık, Depresyon ve İntihar, (Çev: Talip Küçükcan), Akademik
Araştırmalar Dergisi, Sy.7-8, ss.79-84, 2000.
Şahin, Adem, Din Kaynaklı Stres Üzerine Bir Araştırma, Necmettin Erbakan
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sy.21, Ss.147-180, 2006.
Taplamacıoğlu, Mehmet, Yaşlara Göre Dinî Yaşayışın Şiddet ve Kesafeti Üzerinde Bir
Anket Denemesi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.10, ss.141-
151, 1962.
Tezcan, Ertan, Depresyonun Ayırıcı Tanısı, Duygudurum Bozuklukları Dizisi, Sy:1,
ss.77-98, 2000.
Timothy, B.Smith; Mccullough, Michael, E, Religiousness and Depression: Evidence
for a Main Effect and the Moderating Influence on Stressful Life Events,
Psychological Bulletin, C.129, ss. 69-71, 614636. 2003.
Uysal, Veysel, İslamî Dindarlık Ölçeği Üzerine Bir Pilot Çalışma, İslami Araştırmalar
Sy: 3-4, ss. 263-271, 1995.
Ünal, Süheyla; Küey, Levent; Güleç, Cengiz; Bekaroğlu, Mehmet; Evlice,Yunus Emre;
Kırlı, Selçuk, Depresif Bozukluklarda Risk Etkenleri, Klinik Psikiyatri Dergisi,
sy:5, ss.8-25, 2002.
Üstun, Bedirhan; Korff, Von, Primary Mental Health Services. Access and Provision of
Care. Mental Illness in General Health care: An International Study, ss.347-
360, 1995.
Wink, P.; M. Dillon; B. Larsen, Religion as Moderator of the Depression-Health
Connection: Findings from a Longitudinal Study, Research on Aging, C.127,
ss.2, 2005.
Yaparel, Recep, Depresyon ve Dini İnançlar ile Tabiatüstü Nedensel Yüklemeler
Arasındaki İlişkiler, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sy:8,
ss. 275-299, 1994.
Yapıcı, Asım, Dini Yaşayışın Farklı Görüntüleri ve Dogmatik Dindarlık, Çukurova
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sy:2, ss.75-117, 2002.
Yavuz, Kerim, Din Psikolojisinin Araştırma Alanları, Atatürk Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, Sy:5, ss.87-108, Erzurum, 1982.
Yavuz, Kerim, Günümüz İnsanları ve Dini Görüntüleri, Adana, Çukurova Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Yayınları, ss.147-157, 2001.
99
Yemez, B; Alptekin K., Depresyon Etiyolojisi, Psikiyatri Dünyası, Depresyon C.2, Sy.1,
1998.
Yüksel, Nevzat, Depresyonda Tanı ve Ayırıcı Tanı, Psikiyatri Dünyası, Sy:1: ss.13-20,
1998.
TEZLER
Ansari, G.A., Dealing With Negative Life Events: The Effect of Individual and
Collective Religious Participation and Religious Coping on Mental and Physical
Health in Muslims. Unpublished Doctoral Dissertation, American University,
2006.
Aydın, Kadir, Beden Eğitimi Öğretmenlerinin Tükenmişlik Düzeyleri ve Tükenmişliğe
Etkileyen Bazı Faktörlerin İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, Gazi
Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, 2004.
Ayten, Ali, Dindarlık, Dinî Başa Çıkma ve Depresyon İlişkisi: Suriyeli Sığınmacılar
Üzerine Bir Araştırma, Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, İstanbul
Sy:47, 2014.
Bayyiğit, Mehmet, Gençlik ve Din, Üniversite Gençliği Üzerine Karşılaştırmalı Bir
Araştırma, Ankara, 2001.
Doğan, Mebrûre, Duanın Psikolojik ve Psikoterapik Etkileri, (Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi), Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa, 1997.
Gökçakan, Nurcan, Çeşitli Derecelerdeki Depresyonun Giderilmesinde Beck’in Bilişsel
Terapisinin Etkinliğinin İncelenmesi, Doktora Tezi, Karadeniz Teknik
Üniversitesi, Trabzon, 1997.
Güler, Diler, Mastalji, Yaşam Kalitesi ve Depresyon, Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Aile Hekimliği, (Yayınlanmamış Uzmanlık Tezi), İstanbul, 2006.
Gülgün, Durat, Sakarya İlindeki Gebe Kadınlarda Doğum Sonrası Depresyon
Risklerinin Belirlenmesi ve Yüksek Riskli Kadınlarda Hemşirelik
Uygulamalarının Etkinliği, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri
Enstitüsü, 2003.
Gürsu, Orhan, Ergenlik Döneminde Psikolojik Sağlık ve Dindarlık İlişkisi.
Yayınlanmamış Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Konya, 2011.
Güngördü, Melek, Allah’a Atfedilen Özellikler ile Depresyon Arasındaki İlişki Üzerine
Bir Araştırma, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Dokuz Eylül Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir, 2001.
100
Güven, Hülya, Depresyon ve Dindarlık İlişkisi, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi)
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2008.
Karakaya, Semra, Dindarlık ve Kişilik Arasındaki İlişki, Allport ve Fromm’un
Karşılaştırmalı Analizi, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Çukurova
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana, 2008.
Kayıklık, Hasan, Dini Yaşayış Biçimleri, Psikolojik Temelleri Açısından Bir
Değerlendirme, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Dokuz Eylül Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir, 2000.
Kelleci, Meral, Bedensel Hastalıkla Birlikte Depresyonu Olan Hastalara Hemşirelerin
Yaklaşımlarının İncelenmesi, Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri
Enstitüsü, Sivas, 1998.
Kıraç, Ferdi, Dindarlık Eğilimi, Varoluşsal Kaygı ve Psikolojik Sağlık, Ankara
Üniversitesi, Felsefe ve Din Bilimleri Anabilimdalı Yüksek Lisans Tezi, Ankara,
2007.
Özer, Nesrin, Yaşlı Bireylerde Depresyon, İstismar ve İhmalin Belirlenmesi, Yüksek
Lisans Tezi, Gaziantep Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Gaziantep, 2013.
Özer, Ürün, Major Depresyon Tanısı Alan Olgularda İntihar Düşünce Ve Davranışının
Bağlanma Biçimi Ve Aile Özellikleri İle İlişkisi, Tıpta Uzmanlık Tezi, Sağlık
Bakanlığı Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları
Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2.Psikiyatri Kliniği, İstanbul, 2012.
Pargament, K. I.; -K. Ishler; E. Dubow; P. Stanic; R. Rouiller; P. Crowe; E. Cullman;
M. Albert; B. J. Royster, Methods of Religious Coping with the Gulf War:
Cross-Sectional and Longitudinal Analyses, Journal for the Scientific Study of
Religion, 1994.
Sarman, Abdullah, Elazığ İli Karakoçan İlçesinde Yaşanan Yıkıcı Deprem Sonrasında,
Depremi Yaşayan İlköğretim Çağı Çocuklarda Kaygı Düzeyi, Depresyon
Belirtileri Ve Etkileyen Faktörler, Fırat Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü
Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Elazığ, 2012.
Şengül, Fatma, Dindarlık ve Ruh Sağlığı İlişkisi, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi),
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2007.
Yaparel, Recep, Yirmi-Kırk Yaşları Arası Kişilerde Dini Hayat ile Psiko-Sosyal Uyum
Arasındaki İlişki Üzerine Bir Araştırma, (Yayımlanmamış Doktora Tezi),
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 1987.
İNTERNET SİTELERİ
www.xing.com/communities/posts/duanin-sirri-1001976908
101
EKLER
EK:1
ANKET FORMU
Değerli Katılımcılar;
Bu anket formu, dindarlık ve depresyon arasındaki ilişkiyi tespit etmek amacıyla
gerçekleştirilen bilimsel bir araştırmaya esas teşkil etmek üzere hazırlanmıştır. Anket
sorularının cevaplandırılması hususunda göstereceğiniz gayret ve samimiyet araştırma
sonuçlarının güvenilir olması için son derece önemlidir. Lütfen hiç bir soruyu cevapsız
bırakmayınız.
Anket sorularına vereceğiniz cevaplar tamamen bilimsel bir amaç için
kullanılacağından ve toplu olarak değerlendirileceğinden anket formuna isim, soy isim
veya herhangi bir kimlik bilgisi yazmanıza gerek yoktur. Anketin doldurulması
konusunda göstereceğiniz sıcak ilgi, yardım ve işbirliğine şimdiden teşekkür ederim.
Yaşınız? 18-22 23-32 33-40 41-60 61 ve Üzeri
Cinsiyetiniz? Bay Bayan
Mezuniyetiniz? İlkokul Ortaokul Lise Üniversite Yüksek
Lisans Doktora
Aylık Geliriniz? 0-1500 1500-3000 3000-4500 4500-6000 6000 ve Üzeri
Medeni Haliniz? Evli Bekâr
Dindarlık bakımından ailenizi nasıl buluyorsunuz?
Çok Dindar Dindar Az Dindar Dindar Değil
Kendinizi dindarlık bakımından nasıl buluyorsunuz?
Çok Dindar Dindar Az Dindar Dindar Değil
Hayatınızın herhangi bir döneminde din eğitimi aldınız mı? Evet Hayır
Eğer cevabınız evetse, din eğitiminizi nereden aldınız?
Aile Okul Kuran Kursu Cami Diğer
Ne sıklıkta namaz kılarsınız?
Hiçbir zaman Beş Vakit Cuma ve Bazen
Vakit
Yalnız Cuma ve
Bayramlar Yalnız Bayramlar
Ramazan ayında oruç tutar mısınız?
Tamamını Tutarım Bir Kısmını Tutarım Hayır Tutmam
Ne sıklıkta dua edersiniz?
Hiçbir zaman Nadiren Sık sık Genellikle Her zaman
102
EK:2
BECK DEPRESYON ÖLÇEĞİ (B D Ö)
AÇIKLAMA:
Sayın cevaplayıcı aşağıda gruplar halinde cümleler verilmektedir. Öncelikle her
gruptaki cümleleri dikkatle okuyarak, BUGÜN DÂHİL GEÇEN HAFTA içinde
kendinizi nasıl hissettiğini en iyi anlatan cümleyi seçiniz. Eğer bir grupta durumunuzu,
duygularınızı tarif eden birden fazla cümle varsa her birini daire içine alarak
işaretleyiniz.
Soruları vereceğiniz samimi ve dürüst cevaplar araştırmanın bilimsel niteliği
açısından son derece önemlidir. Bilimsel katkı ve yardımlarınız için sonsuz teşekkürler.
0. Kendimi üzüntülü ve sıkıntılı hissetmiyorum.
1. Kendimi üzüntülü ve sıkıntılı hissediyorum.
2. Hep üzüntülü ve sıkıntılıyım. Bundan kurtulamıyorum.
3. O kadar üzüntülü ve sıkıntılıyım ki artık dayanamıyorum.
0. Gelecek hakkında mutsuz ve karamsar değilim.
1. Gelecek hakkında karamsarım.
2. Gelecekten beklediğim hiçbir şey yok.
3. Geleceğim hakkında umutsuzum ve sanki hiçbir şey düzelmeyecekmiş gibi geliyor.
0. Kendimi başarısız bir insan olarak görmüyorum.
1. Çevremdeki birçok kişiden daha çok başarısızlıklarım olmuş gibi hissediyorum.
2. Geçmişe baktığımda başarısızlıklarla dolu olduğunu görüyorum.
3. Kendimi tümüyle başarısız biri olarak görüyorum.
0. Birçok şeyden eskisi kadar zevk alıyorum.
1. Eskiden olduğu gibi her şeyden hoşlanmıyorum.
2. Artık hiçbir şey bana tam anlamıyla zevk vermiyor.
3. Her şeyden sıkılıyorum.
0. Kendimi herhangi bir şekilde suçlu hissetmiyorum.
1. Kendimi zaman zaman suçlu hissediyorum.
2. Çoğu zaman kendimi suçlu hissediyorum.
3. Kendimi her zaman suçlu hissediyorum.
0. Bana cezalandırılmışım gibi geliyor.
1. Cezalandırılabileceğimi hissediyorum.
2. Cezalandırılmayı bekliyorum.
3. Cezalandırıldığımı hissediyorum.
0. Kendimden memnunum.
1. Kendi kendimden pek memnun değilim.
2. Kendime çok kızıyorum.
3. Kendimden nefret ediyorum.
103
0.Başkalarından daha kötü olduğumu sanmıyorum.
1. Zayıf yanların veya hatalarım için kendi kendimi eleştiririm.
2. Hatalarımdan dolayı ve her zaman kendimi kabahatli bulurum.
3. Her aksilik karşısında kendimi hatalı bulurum.
0.Kendimi öldürmek gibi düşüncelerim yok.
1. Zaman zaman kendimi öldürmeyi düşündüğüm olur. Fakat yapmıyorum.
2. Kendimi öldürmek isterdim.
3. Fırsatını bulsam kendimi öldürürdüm. 0.Her zamankinden fazla içimden ağlamak gelmiyor.
1. Zaman zaman içimden ağlamak geliyor.
2. Çoğu zaman ağlıyorum.
3. Eskiden ağlayabilirdim şimdi istesem de ağlayamıyorum. 0.Şimdi her zaman olduğumdan daha sinirli değilim.
1. Eskisine kıyasla daha kolay kızıyor ya da sinirleniyorum.
2. Şimdi hep sinirliyim.
3. Bir zamanlar beni sinirlendiren şeyler şimdi hiç sinirlendirmiyor.
0.Başkaları ile görüşmek, konuşmak isteğimi kaybetmedim.
1. Başkaları ile eskiden daha az konuşmak, görüşmek istiyorum.
2. Başkaları ile konuşma ve görüşme isteğimi kaybetmedim.
3. Hiç kimseyle konuşmak görüşmek istemiyorum.
0.Eskiden olduğu gibi kolay karar verebiliyorum.
1. Eskiden olduğu kadar kolay karar veremiyorum.
2. Karar verirken eskisine kıyasla çok güçlük çekiyorum.
3. Artık hiç karar veremiyorum.
0.Aynada kendime baktığımda değişiklik görmüyorum.
1. Daha yaşlanmış ve çirkinleşmişim gibi geliyor.
2. Görünüşümün çok değiştiğini ve çirkinleştiğimi hissediyorum.
3. Kendimi çok çirkin buluyorum.
0.Eskisi kadar iyi çalışabiliyorum.
1. Bir şeyler yapabilmek için gayret göstermem gerekiyor.
2. Herhangi bir şeyi yapabilmek için kendimi çok zorlamam gerekiyor.
3. Hiçbir şey yapamıyorum.
0. Her zamanki gibi iyi uyuyabiliyorum.
1. Eskiden olduğu gibi iyi uyuyamıyorum.
2. Her zamankinden 1-2 saat daha erken uyanıyorum ve tekrar uyuyamıyorum.
3. Her zamankinden çok daha erken uyanıyor ve tekrar uyuyamıyorum.
0. Her zamankinden daha çabuk yorulmuyorum.
1. Her zamankinden daha çabuk yoruluyorum.
2. Yaptığım her şey beni yoruyor.
3. Kendimi hemen hiçbir şey yapamayacak kadar yorgun hissediyorum.
104
0. İştahım her zamanki gibi.
1. İştahım her zamanki kadar iyi değil.
2. İştahım çok azaldı.
3. Artık hiç iştahım yok.
0. Son zamanlarda kilo vermedim.
1. İki kilodan fazla kilo verdim.
2. Dört kilodan fazla kilo verdim.
3. Altı kilodan fazla kilo vermeye çalışıyorum.
0. Sağlığım beni fazla endişelendirmiyor.
1. Ağrı, sancı, mide bozukluğu veya kabızlık gibi rahatsızlıklar beni endişelendirmiyor.
2. Sağlığım beni endişelendirdiği için başka şeyleri düşünmek zorlaşıyor.
3. Sağlığım hakkında o kadar endişeliyim ki başka hiçbir şey düşünemiyorum.
0. Son zamanlarda cinsel konulara olan ilgimde bir değişme fark etmedim.
1. Cinsel konularla eskisinden daha az ilgiliyim.
2. Cinsel konularla şimdi çok daha az ilgiliyim.
3. Cinsel konular olan ilgimi tamamen kaybettim.
105
ÖZGEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler :
Adı ve Soyadı : Alaaddin Attar Debgici
Doğum Yeri ve Yılı : Kahramanmaraş / 1983
Medeni Hali : Evli
Eğitim Durumu :
Lisans Öğrenimi : Gazi Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık
Yüksek Lisans Öğrenimi : Süleyman Demirel Üniversitesi Din Psikolojisi
Yabancı Dil (ler) ve Düzeyi :
1. İngilizce (Beginner)
İş Deneyimi :
1. 2004 – 2012 Milli Eğitim Bakanlığı
2. 2012 – 2014 Nörobilim Tıp Merkezi
3. 2014 – Halen Ege Psikoloji ve Aile Danışma Merkezi
Bilimsel Yayınlar ve Çalışmalar:
1. Anne, Baba ve Çocuklara Okulda Başarı İçin Kitap 2005 Kahramanmaraş
2. Yeni Ufuk Dergisi Rehberlik Editörlüğü 2005-2009 Kahramanmaraş
3. Yüz Soruda Anne Baba Eğitimi Kitap 2007 Kahramanmaraş
4. Hayata Kılavuz Dergisi Genel Yayın Yönetmeni 2004-2008 Kahramanmaraş
5. Çocukla Çocuk Ol (Sistem Yayıncılık) 2010 İstanbul
6. Evde Grev Var (Sistem Yayıncılık) 2011 İstanbul
7. Ben Nasıl Başaracağım (Sistem Yayıncılık) 2011 İstanbul
8. Boşanma ve Çocuk Kitap 2012 Denizli
9. Aile ve Evlilik Terapisinde Metaforlar Kitap Editörü 2014 Ankara