20
9 772564 738002 ISSN 2564-7385 ‘Sonuna kadar aydınlanma’ Yazılama Yayınevi’nden çıkan Aydınlanma kitabı, laikliğin hem neden ayaklar altına alındığı sorusuna yanıt arıyor hem de yeniden nasıl toplumsal mücadelenin parçası olacağını tartışıyor. 10 farklı makalede “ışık daha çok ışık” diyenlere “sonuna kadar aydınlanma” diyor. Barış Terkoğlu Sf. 10 ‘Söylemek istediklerimiz var ve müziğimizle söylüyoruz’ Söyleşi: Nevzat Evrim Önal Sf. 16 1908 Hürriyet Devrimi’nin güncelliği Gökçe Giresunlu Sf. 8 GERİCİLİK SEN DUR DEMEZSEN DURMAZ / ORHAN GÖKDEMİR Sf. 4 28 Temmuz 2017 Cuma 5 TL Sayı: 85 HAFTALIK SİYASİ DERGİ O HALDE SOSYALİZM! AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı ve şeriat var Sermaye düzeninin saadet zinciri Kemal Okuyan Sf. 19 dokuz maddede FETHULLAHÇI OLMAK

AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı ve şeriat var O …tkp.org.tr/sites/default/files/boyun-egme/boyunegme_sayi...SOSYALİZM! AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı

  • Upload
    others

  • View
    9

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı ve şeriat var O …tkp.org.tr/sites/default/files/boyun-egme/boyunegme_sayi...SOSYALİZM! AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı

9772564

738002

ISSN 2564-7385

‘Sonuna kadar aydınlanma’Yazılama Yayınevi’nden çıkan Aydınlanma kitabı,

laikliğin hem neden ayaklar altına alındığı sorusuna yanıt arıyor hem de yeniden nasıl toplumsal

mücadelenin parçası olacağını tartışıyor. 10 farklı makalede “ışık daha çok ışık” diyenlere “sonuna kadar

aydınlanma” diyor. Barış Terkoğlu Sf. 10

‘Söylemek istediklerimiz var ve müziğimizle söylüyoruz’Söyleşi: Nevzat Evrim Önal Sf. 16

1908 Hürriyet Devrimi’nin güncelliğiGökçe Giresunlu Sf. 8

GERİCİLİK SEN DUR DEMEZSEN DURMAZ / ORHAN GÖKDEMİR Sf. 4

28 Te

mmuz

2017

Cuma

5

TL

Sayı:

85HA

FTAL

IK Sİ

YASİ

DER

O HALDE SOSYALİZM!

AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı ve şeriat var

Sermaye düzeninin saadet zinciriKemal Okuyan Sf. 19

dokuzmaddede

FETHULLAHÇIOLMAK

Page 2: AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı ve şeriat var O …tkp.org.tr/sites/default/files/boyun-egme/boyunegme_sayi...SOSYALİZM! AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı

K A P İ T A L Z M

OLDURUR19 TEMMUZ / İSTANBULSancaktepe’de asansör yapımında çalışan 2 Suriyeli işçi asansör boşluğundan 3 kat aşağıya düştü. Ahmet Pir (28) olay yerinde hayatını kaybetti, Feyyaz Tahran ise ağır yaralandı.

20 TEMMUZ / ADANAHacı Sanayi Organize Bölgesi’nde bir fab-rikada vinç sepetiyle çatıya çıkarılan 6 işçi halat kopması sonucu yüksekten düştü. 5 işçi yaşamını kaybetti, 1 işçi ise yaralandı. Sepetin içerisinde taşıma kapasitesinden fazla kişi bulunmamalı.

21 TEMMUZ / ANKARAAnkara’da cam inşaatında sıva yapan 3 işçinin üzerine iskele çöktü; işçilerden biri öldü, ikisi yaralandı. Olayla ilgili soruşturma başlatılırken iskelenin güvenlik kurallarına uygun olarak kurulup kurulmadığı konusun-da bilgi bulunmamakta.

21 TEMMUZ / AFYONKARAHİSARİki katlı inşaata harç döken beton pompa-sının kırılan demir borusu koparak işçilerin üzerine düştü. Kazada 1 işçi yaşamını yitirir-ken 3 işçi de yaralandı.

21 TEMMUZ / ÇERKEZKÖYBir inşaatta cephe kaplaması işinde çalışan Mutlu Yıldırım (24), 4.kattan düşerek haya-tını kaybetti. Yüksekte çalışma yapmasına rağmen işçinin düşmesini engelleyecek pa-raşüt tipi emniyet kemeri işveren tarafından sağlanmamıştı.

24 TEMMUZ / SİVASYüksek gerilim hattında çalışan 22 yaşındaki Fatih Deniz, yeni dikilen elektrik direğine hat bağlaması sırasında akıma kapılarak hayatını kaybetti. Elektrik ile yapılan işlerde, işveren tarafından elektrik arklarına karşı güvenli iş kıyafeti ve ayakkabısı sağlanma-lıdır.

24 TEMMUZ / ZONGULDAKZonguldak’ta bir maden ocağında, yerin 220 metre altında tavan çökmesi yaşandı. Göçükte, maden işçisi Ramazan Zurnacı (36) yaşamını yitirdi. Maden ocaklarında yaşanan iş kazalarının sebepleri özelleştir-melere bağlı olarak meydana gelmektedir. Patronlar gerekli önlemler alınmamakta ve devlet de denetlememektedır.

Boyun Eğme Haftalık Siyasi Dergi - Sayı 85İmtiyaz Sahibi: Gelenek Basım Yayım ve Ticaret Ltd. Şti Genel Yayın Yönetmeni ve Sorumlu Müdür: Mehmet Kuzulugil

Yayın Kurulu: Orhan Gökdemir, Nevzat Evrim Önal, Mehmet Kuzulugil Tasarım: Özgür Aydoğan, Uğur Güç

ISSN: 2564-7385 Adres: Osmanağa Mah. Osmancık Sok. No:9/16 Kadıköy - İstanbul Baskı: Deren Matbaacılık Ambalaj San. ve Tic.

Ltd. Şti. Beylikdüzü OSB Mah. Orkide Cad. No: 9/Z Beylikdüzü-İstanbul

PANORAMAPANORAMA

2 28 Temmuz - 3 Ağustos 2017

Üniversiteler kapatılsın…AKP Genelcumhurbaşkanı Tay-

yip Erdoğan dışarıda sıkıştıkça içerideki konuşma performansını

artırıyor. Geçen hafta yine çıktı ve her konuda fikir beyan etti. Akademi dün-yasında serzenişte bulunup "yardımcı doçentlik" unvanının kaldırılması gerektiğini söyledi. YÖK başkanından (onun YÖK başkanı) ‘Mevlana’ progra-mını ‘Erasmus’ benzeri bir program ha-line dönüştürmesini rica etti. Değişim programının sadece bununla sınırlı kalmaması ve ortak diploma program-larının da devreye alınmasını emretti.

Haklı da aslında. Düşünün Burhan Kuzu bir profesör. Evrime karşı çıkan, içinde evrim geçiyor diye doktora tezi-

ni basmayı reddeden üniversite ve üniversite yöneticilerimiz var. Zaten YÖK Başkanına bakan da Cemal Nadir’in şapkası elinde iki büklüm tipini hatırlıyor sadece. Reis haklı. Derhal bütün üniversiteler kapatılmalı. Artık o üniversitelerin üyeleri tarafından yerlerde sürünen unvanlar kaldırıl-malı. Kimse doçent, profesör gibi unvanları kullanmamalı. Bu dönem kapanıp yenisi açılana kadar kapanan üniversitelerin yerine imam hatip liseleri geçirilmeli. Sonrası sen sağ ben selamet!

Nuray Mert bunu kasten yapıyorMalum Nuray Mert Cum-

huriyet yazarı. Ahmet İnsel ve Aslı Aydıntaşbaş

ile birlikte Cumhuri-yet’teki liberal açılı-mın vitrini. Uzun zamandır yazıyor ve her yazısı küçük çaplı bir skandal. Cumhuriyet’e ope-rasyonun yapıldığı günün ertesinde Cumhuriyet’e ve laikliğe ağır haka-retler içeren bir yazı yazmıştı. Cumhuri-yet davası

başladığı günkü yazısında ise evrim teorisini aşağılıyor, AKP gericiliğine gülücükler atıyordu. Evrim teorisinin bilim yerine

konulmasına karşıydı. Yani ne evrimin ne de teorinin anlamından haberdardı.

Fakat bu kez gazete içinden tepkilerle karşı-laştı. Nuray Mert'in yazısı

üzerine Cumhuriyet gazetesi yazarı Orhan

Bursalı Twit-ter üzerinden açıklama yaptı. Bursalı açıkla-masında "Cum-huriyet'te evrim konusunda zerre bilgisi olmadan

‘zaten bir teori, olsa da olur olmasa da’ biçimindeki görüşün sefaletini de yaşadık" dedi.

Gazetenin yazarlarından Emre Kongar da, “Köşe yaza-rının makalesinde söyledikleri kadar zamanlaması da tüyler ürpertici: Tam da Cumhuriyetçi-ler yargılanırken!” dedi.

Nuray Mert bunlara bakıp alınır mı bilinmez. O gazetedeki tescilli tek liberal değil zaten. Ahmet İnsel var, Aslı Aydın-taşbaş var, Aydın Engin var. Cumhuriyet kendisine saçma sapan iddianame ile açılan dava-dan beraat eder ama bu liberal saldırıdan kurtulması zor. Cum-huriyetin hali hakikaten tüyler ürpertici.

UZAYDAN MESAJ GELEBİLİR, YANIT VERMEYİN

S tephen Hawking açıklamalarıyla ünlü bir bilim insanı. Son açıklaması dünya dışı yaşamla

ilgili. Hawking, dünya dışı yaşamla ilgili korkutan ifadeler kullanıyor açıklamasında. Gliese 832c isimli gezegendeki yaşam ihtimalinden bahseden Hawking’e göre, bir gün böyle bir yerden sinyaller almaya başlayabiliriz. Böyle bir durumda Dünya’nın cevap vermesi çok akıllıca olmaz. Sebep? Uzayda seyahat edecek kadar gelişmiş bir uygarlığın Dünya’ya geliş amacının ‘barışçıl’ olmama ihtimali. Dünya çok barışçıl bir gezegen biliyorsunuz…

Vallahi mesaj alırsanız bizce de cevap vermeyin. Uzaylıları sevelim, mümkünse koruyalım!

Page 3: AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı ve şeriat var O …tkp.org.tr/sites/default/files/boyun-egme/boyunegme_sayi...SOSYALİZM! AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı

SAMANALTI / Sait Munzur

PANORAMA

328 Temmuz - 3 Ağustos 2017

Vallahi sizdeki guguk!

Dedik ya hep konuşuyor. AKP Genelcumhur-başkanı Tayyip Erdoğan partisinin grup toplantısında Almanya ile Türkiye arasında

yaşanan krizle ilgili değerlendirmelerde bulu-nurken, Almanya’ya hitaben "Sizdeki hukuk da bizdeki guguk mu?" dedi. E haklı bir soru.

O konuşurken Çağlayan’daki adalet sarayında Cumhuriyet davası görülüyordu. Dava FETÖ’den yargılanan bir savcı tarafından açılmıştı. Savcı tu-tuksuz yargılanıyordu ama Cumhuriyet yazarları ve yöneticileri tutukluydu. İddianamede sosyal medya hesapları üzerinden yapılan paylaşımlar, köşe yazıları, hatta yemek siparişi vermek için yapılan telefon görüşmeleri bile delil olarak yer almıştı. Gazetenin yöneticisi Akın Atalay, parke-cisinin yemek yediği restoranın şirketiyle ilgili MASAK raporunun yer alması ile ilişkilendiril-meye çalışılırken Güray Öz de "Fetöcü pideciyi aradığı için yargılanmaktaydı. Gazetenin yazarı Kadri Gürsel ByLock kullanan şahıslarla iletişim kaydı bulunduğu gerekçesiyle suçlanıyordu. Dü-şünün bir sizi arıyor ve ByLock kullanıcısı. Sonra bundan dolayı yargılanıyorsunuz…

O zaman reisin sorusunu hatırlatalım: Sizdeki hukuk da bizde ki guguk mu? Evet, guguk!

AMİRAL BATTI!A miral Battı, meşhur bir oyun.

Mantığı basit: Rakip oyuncunun gemilerini batır. Kendi gemilerini koru. Öyle bir tedbir al ki rakip oyuncu senin gemilerini batıramasın. Peki, sürekli rakip oyuncunun gemilerini ıskalar ve kendi gemilerini sürekli açıkta hedef halinde bırakırsan ne olur? Şike!

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Meclis konuşmasında partisinin milletvekillerinden Tuncay Özkan’ın elinde ordudaki cemaatçi subayların listesini içeren bir flaş bellek olduğunu, Özkan’ın belleği kuvvet komutanlarına ilettiğini ama bir işlem yapılmadığını açıkladı. Bu konuşma yapıldığı sırada Tuncay Özkan 10 yıldır elinde tutuğu

belleği savcılığa teslim etti. Tuncay açıklamasına göre belleğin bir örneği eski Genelkurmay başkanı İlker Başbuğ’daydı. Bunun üzerine Başbuğ da bir açıklama yaptı. Kara Kuvvetleri Komutanlığı karargâhında yapılan ön incelemede flash bellekteki bilgilerin Hava Kuvvetleri Komutanlığı personeline ait olduğu görülmüştü. Konu hakkında Genelkurmay Başkanlığına bilgi sunularak vakit geçirilmeksizin flash belleğin incelenmek üzere Hava Kuvvetleri Komutanlığına gönderilmesi

sağlanmıştı… Yani Ali Veli’ye, Veli Osman’a, Osman Ali’ye… O kadar karavana attınız ve o kadar vuruldunuz ki amiral battı birader. Geçmiş

olsun!

Gelen gideni aratır

Bu ülkemizdeki siyasi hayat için kullanılan isabetli bir deyim. Kenan Evren’den Tayyip Erdo-

ğan’a, Tayyar Altıkulaç’tan Mehmet Görmez’e uzanan bir çizgi düşünün. Ararsınız!

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez resmen görevini bırakacağı-nı açıkladı. Bu ani kararın sebebi ne, bilmiyoruz. Belki, arkasında müftü-lere nikâh kıyma yetkisini de içeren son düzenlemelerin etkisi vardır. Büyük suç yapılan. Dönem değişirse yandı gülüm keten helva. Kaçan kurtuluyor yani. Bu arada Görmez'in

yerine Karadeniz Teknik Üniversi-tesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Emin Aşıkkutlu'nun getirileceği fısıldandı kulaklara. Aşıkkutlu El Ezher çıkışlı. Ününü ise, “İslam’da evlilik ile ilgili yaş sınırı yoktur 6 yaşındaki çocuk ile de evlenilebilir” sözleriyle büyük tepki çeken Nured-din Yıldız’ın yanında yapmış. Yıl-dız'ın Başkanı olduğu Sosyal Doku Vakfı'nda yer alan haberlerde adı geçen Aşıkkutlu'nun Yıldız'la birlikte çekilmiş fotoğrafları da bulunuyor.

Nikah kıyma yaşını 6’ya indirir-lerse şaşırmayın.

Page 4: AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı ve şeriat var O …tkp.org.tr/sites/default/files/boyun-egme/boyunegme_sayi...SOSYALİZM! AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı

Temmuz krizini fırsata çeviren AKP’nin gerici atakları kesintisiz sürüyor. Bunla-rın başında Milli Eğitimin dinselleş-tirilmesi geliyor.

Milli Eğitim Bakanlığı zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi taslak programını askıya çıkardı. Eğitim-İş de incelemenin ardından taslak program üzerine bir açıklama yaptı. Açıklamada, “Atatürk, diğer inançlar, laiklik yok. Ci-hada övgü ve mezhepçilik var” denildi. Eğitim-İş’e göre söz konusu müfredat, taslak ol-mayı bile hak etmeyecek kadar çağdışı ve dini terör örgütle-riyle mesafesiz duran bir metindi. Amacının Mustafa Kemal’e, onun hatırasına ve yol arkadaşlarına, Cumhuriyet’in değerlerine bir saldırı olduğu açıktı. Diğer din ve inançlardan söz edilmiyor, bu yolla hem

devletin laiklik ilkesi hem Türkiye’nin imzacısı olduğu uluslararası sözleşmeler, hem de Milli Eğitim Temel Kanunu hiçe sayılıyordu. Taslak müfre-dat toplumu bölüyor, mezhep-çiliği kışkırtıyordu.

Bunlarda şaşılacak bir yan yok çünkü söz edilenler çok uzun zamandır AKP’nin siyasi programının parçaları. 15 Temmuz krizinden önce utan-gaçça yaptığı işlerde pervasız-

laştı, programın bu kadar açık bir

biçimde telaf-fuz edilmesi-nin nedeni bu.

Bebelere cihat öğrete-

cekler ve

müftülükleri nikâh yetkisi ile donatacaklar. Bir tür “AKP şeriatı” getiriliyor yani. Çürümüş, çürütülmüş bir toplumun göstermelik dini hamlelerle ayakta tutma giri-şimlerinin sonuncusunu Yeliz kod adlı Ahmet Hamdi Çamlı dillendirdi; “Cihat bilmeyen çocuğa matematik öğretmenin bir faydası yok” dedi. Yeliz söylediklerinde haklı aslında. AKP’ye verilen oylarla seçme-nin eğitim düzeyi arasında ters orantı olduğu sır değil. Öyleyse matematikten önce cihat öğretmek şart.

Peki, nedir bu çocukları uçuracak cihat?

DİN KİSVESİ GİYDİRİLMİŞ KATLİAM

En sade anlamı din için adam öldürme seferi. Bütün dinlerde var içeriği. Yahudi tanrısı teşvik ediyor hatta. Hristiyanlıkta yakın zaman-lara kadar meşru sayılan işlerdendi. Hala “armagedon”-dan söz eden, buna inanan

yobazlar var siyasi şahsiyetleri ara-sında. Kıyametten

önce iyilik ve kötülük orduları karşılaşacak,

iyilik kazanacak, kurgu bu. İyilik ordusu dediği Yahu-di-Hıristiyan ordusu tabii. Müslümanlar geri kalır mı, “sürekli savaş”a dönüştürdüler kavramı, müminin nefes alıp verdikçe yapması gereken bir işe çevirdiler. İşte tablo orta-da; insanın insanı boğazladığı bu düzen esinini dinlerin o karanlık torbasından alıyor.

Emperyalizmin muhtaç olduğu esinin kaynağı da dinler haliyle. IŞİD, El Kaide gibi kiralık katliam organizas-yonlarının bir elinin dinde, bir elinin emperyalizmin kucağın-da olması rastlantı değil.

“Ulema”ya göre “bir amaca yönelik olarak olanca gücü kullanmak” anlamındaki “cehd”den geliyor. İslam’da kavuştuğu anlam, tanrı uğrunda silahlı savaş. Bu savaşın amacı tanrının sözünü yüceltmek. Yani Kuran’ı ve hükümlerini “tüm düşünce, inanç ve dinler”in üstüne çıkarmak ve egemen kılmak. Ayet ve hadislerde, çoğu yerde "cihad" bu anlamında, yani “tanrı yolunda ve din uğrunda silahlı kutsal savaş" anlamında kullanılmış. Bu anlamda kulla-nıldığı da açıkça belirtilmiştir; "Kafirlerle savaşmak, onları

15

Bebelere cihat öğretecekler ve müftülükleri nikâh yetkisi ile

donatacaklar. Bir tür “AKP şeriatı” getiriliyor yani. Çürümüş,

çürütülmüş bir toplumun göstermelik dini hamlelerle ayakta

tutma girişimlerinin sonuncusunu Yeliz kod adlı Ahmet Hamdi

Çamlı dillendirdi; “Cihat bilmeyen çocuğa matematik öğretmenin

bir faydası yok” dedi. Yeliz söylediklerinde haklı aslında. AKP’ye

verilen oylarla seçmenin eğitim düzeyi arasında ters orantı

olduğu sır değil. Öyleyse matematikten önce cihat öğretmek şart.

ORHAN GÖKDEMİR

Yobaz cihat istiyor:

Gericilik sen dur demezsen durmaz!

KAPAK KONUSU

4 28 Temmuz - 3 Ağustos 2017

Ahmet Hamdi Çamlı

Page 5: AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı ve şeriat var O …tkp.org.tr/sites/default/files/boyun-egme/boyunegme_sayi...SOSYALİZM! AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı

öldürmek, onların elinden mallarını, mülklerini almak, yağmalamak, tapınaklarını yıkmak, putlarını kırmak."

Bir anlamı daha var: Tanrı ve din uğrunda manevi savaş. Ama bunun da makbulü silahlı savaşla birlikte yapılan. İma ettikleri çeşitli. Biri, her tür şeytanın oyununa karşı uyanık olmak, ödün vermemek, şeytanı yenmeye çalışmak. Bir başkası, nefisle savaşmak. Dünyanın baştan çıkarıcı zevklerine yüz vermemek. "Cihad"ın bu anlamını benim-seyen daha çok “light” İslam gizemcileri.

CİHAD’IN MATEMATİĞİCihat “farz” mıdır, ne

zaman farzdır, hangi şartlarda farzdır?

Aslında her durumda!Düşmanın saldırısı söz ko-

nusu değilken "kifayeten farz" söz konusu mesela. Müslüman “kafir”e durup dururken sırf canı öyle istediği için saldı-rabilir. İlgililer de sırf Müs-lümanın biri canı istiyor diye cihat başlatmak ve gereğini yerine getirmek zorundadır. "Kafirler"e seçenekleri göster-melidirler. Kafirler, durumla-rına göre seçeneklerden birini

kabul etmek zorundadırlar. Kabul etmiyorlarsa Müslüman ilgililere düşen, cihattır. Eğer cihat hiç yapılmıyor ve toplum cihatsız bırakılıyorsa suçlu toplumdur. Çünkü kişilere de-ğilse bile toplumun bütününe yüklenmiş olan "farz" yerine getirilmemiştir.

Peki, toplum cihada çıkınca ne yapar?

Tabii ki öldürür. Kimleri öldürür? Eli silah tutan tüm erkekleri. Bunun neredeyse istisnası yok, yaşlılar ve deliler de dâhildir. Karşı tarafta olan "yakınlar-akrabalar", aileden kişiler de öldürülür. Ayetlerde, "iman"ı bırakıp kâfirlik yolunu seçen babanın, kardeşlerin dost edinilemeyeceği, cihat söz konusuysa babaların, oğulların, kardeşlerin, eşlerin ve kabile üyelerinin tanrı ve peygamber karşısında önemle-rini yitirecekleri, bunlara karşı savaşılması gerektiği bildiri-liyor.

AKP’nin hazırladığı yeni müfredatla çocuklara öğreti-lecek olan işte bu; Din uğruna ölmek, öldürmek, tutsak düş-mek, tutsak almak, yakmak, yıkmak, yağmalamak; kendisi gibi olmayana, kendisi gibi düşünmeyene işkence etmek…

Suriye’de, Irak’ta IŞİD denilen katiller çetesinin yaptıklarına bakın. Cihattalar özetle.

Yeliz’in ve şebekesinin istediği, özlediği şey tam da bu işte. Baba oğlu, kardeş kardeşi öldürsün istiyor Yeliz ve ar-kadaşları, çocuklar buna göre yetiştirilsin diyor.

TEK HEDEF VARHile, hurda da var cihatta.

Tek hedef var çünkü; Düşma-nı, Müslüman olmayanı yen-mek, öldürmek, yok etmek. İktidar da çoktan arkasından dolaştı eğitimin zaten. Seçmeli dersler arasında “siyer” var mesela. Peygamberin gaza ve cihatlarını anlatıyorlar çocuk-lara. Bildiğiniz cihat dersi. Bu kez farkı kapsamında. Bütün öğrencilere öğretmek istiyor-lar cihadı.

Uygulamada bir anlamı yok elbette. ABD parasıyla Suudi-ler mi çıkacak cihada, yoksa yağı bol bulmuş ve neresine süreceğini bilmeyen Katarlılar mı? Osmanlı da denemeye kalkışmış, her seferinde büyük bir hayal kırıklığına uğramıştı. En son V. Mehmed tarafından ilan edilmiş. Dünya savaşının bütün Müslümanlar tarafın-dan umumi bir cihat olarak telakki edilmesi emredilmiş. Tabii kulak asan olmamış. Pılıyı pırtıyı toplayıp kaçtılar ardından. Cumhuriyet öyle kuruldu.

Yeliz nereden bilsin cihadın içi boş bir tenekeden ibaret olduğunu. Öğrenir yakında, matematiksiz olmaz!

Şurası açık, gericilik cihat istiyor. Bunun sağladığı bir açıklık daha var: Gericilik sen dur demezsen durmaz!

KAFA KOPARMADAN ASLA

P eygamber, ümmetinin cihadının, “kesintisiz” olacağını ve kıyamet ala-

metlerinden olan “DeccaI öldürülünceye kadar” süreceğini bildirmiş. Kanıtı hadis.

Kimlere karşı yapılacak cihat? Genel olarak tüm kâfirlere karşı. Hadislere bakı-lacak olursa Müslüman olmayan herkesle savaşmak şart. Yani ya öldürülecekler ya Müslüman olacaklar.

Bunlar da hadislere göre ikiye ayrılıyor: Putperestler ve “kitap” ehli. Muamele ise Müslümanlarla aralarında saldırmazlık anlaşması olması veya olmaması duru-muna göre değişiyor. Anlaşma yoksa bu durumda olanlar, iki şeyden birini seçmek zorundadırlar: Ya İslam ya da ölüm. Emir açık: “Bunları yakalayın, nerede bulursanız öldürün.” (Bakara, ayet: 191, Nisa: 89, 91; Tevbe: 5.) Bu hüküm, dinden dönenler için de geçerli.

Anlaşma varsa, antlaşmanın gereğine uyulur. Ancak bu durum, Muhammed döneminde, İslam’ın güçlenmesine değin sürmüş. Sonrası için söz konusu değil. Bir ayete bakılacak olursa arada antlaşma

olan putperestlere, “yeryüzünde dola-şabilmeleri için dört ay süre” verilmiştir. Bu süre geçtikten sonra, onlara karşı Müslümanların ne yapmaları gerektiği bildirilmiştir: “Nerede bulursanız öldürün, yakalayın, hapsedin… Eğer tövbe ederler, namaz kılarlar ve zekât verirlerse serbest bırakın.”

“Kitap ehli”, yani Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabiler için de durum putperestlerden çok farklı değil. Bunların önlerinde üç seçenek var: Ya İslam, ya cizye, ya ölüm. Müslümanlarla aralarından anlaşma varsa antlaşma hükümlerine uyuluyor. Durun, “iyi işte” anlaşmaya uyuyorlar demeyin. Sünnete bakmamız gerekiyor bu durumda. Peygamber döneminde, arada “saldırmazlık antlaşması” bulunan kimi kitap ehline “antlaşma hükümlerini bozuyorsunuz, kimileriniz gidip şurada burada aleyhimizde bulunuyor” denerek saldırılmış ve öldürülmüş. “Ben-i Kurayza” adlı Yahudi kabilesi o talihsizlerden biri. Bunlar kılıçtan geçirtirken, peygamber de başlarında bulunmuş.

AKP’nin hazırladığı yeni müfredatla çocuklara

öğretilecek olan işte bu; Din uğruna ölmek,

öldürmek, tutsak düşmek, tutsak almak, yakmak,

yıkmak, yağmalamak; kendisi gibi olmayana, kendisi

gibi düşünmeyene işkence etmek… Suriye’de, Irak’ta

IŞİD denilen katiller çetesinin yaptıklarına bakın.

Cihattalar özetle. Yeliz’in ve şebekesinin istediği,

özlediği şey tam da bu işte. Baba oğlu, kardeş kardeşi

öldürsün istiyor Yeliz ve arkadaşları, çocuklar buna

göre yetiştirilsin diyor.

528 Temmuz - 3 Ağustos 2017

Page 6: AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı ve şeriat var O …tkp.org.tr/sites/default/files/boyun-egme/boyunegme_sayi...SOSYALİZM! AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı

KAPAK KONUSU

6 28 Temmuz - 3 Ağustos 2017

BD Merkezi Haberal-ma Teşkilatı'nın (CIA) Suriye'de Devlet Baş-kanı Beşar Esad'ı de-virmek için yürüttüğü program rafa kaldı-rıldı. Her yıl CIA'in

yaklaşık 1 milyar dolar harca-dığı program, cihatçı grupla-rın eğitilmesi, silah, teçhizat ve mühimmat ihtiyacının karşılanmasını içeriyordu. CIA programının sonlandırılma-sı, batı basınında, “Suriye'de

Rusya kazandı” yorumlarıyla sunulsa da gerçekte Suriye'nin parçalanması ve istikrarsızlaş-ması için yürütülen Pentagon programı eş zamanlı olarak hızlandırıldı.

ESAD’DAN ÇOKTAN VAZGEÇİLMİŞTİ

CIA programının sonlan-dırıldığını ilk duyuran ABD'li Washington Post gazetesi oldu. Gazeteye konuşan ABD'li

yetkililer, Trump'ın Alman-ya'nın Hamburg kentinde düzenlenen G-20 Zirvesi kap-samında, 7 Temmuz'da Rus lider Vladimir Putin ile yaptığı görüşmeden 1 ay önce prog-ramı sonlandırma kararı aldı-ğını söylemişti. Haberde, CIA programının sonlandırılması, 'Washington'un Suriye'de Esad'ı iktidardan indirme arzusunu frenlemesi' olarak yorumlandı. Ancak gerçekte ABD bu hedeften 2014 yılında vazgeçmişti.

Hatırlanacağı üzere, 2013 yılında Suriye'nin başkenti Şam'ın Doğu Guta banliyö-sünde kimyasal silah saldırısı düzenlenmişti. Saldırıdan Esad'ı sorumlu tutan ABD, doğrudan müdahale sinyali vermişti. Ancak Obama, doğ-rudan müdahale için gereken uluslararası koalisyon konu-sunda müttefiklerinin nabzını yoklamak için gittiği Rusya'nın ST. Petersburg kentinde 2013 Eylül ayında düzenlenen G-20

zirvesinden eli boş döndü. ABD'nin tek başına böyle bir maceraya atılamamasıyla doğrudan müdahale planı rafa kaldırıldı.

Ancak Obama doğrudan müdahaleyi rafa kaldırırken, dönemin CIA Başkanı David Petreaus ve Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey'in tavsiyeleriyle “Ürdün üzerin-den Suriyeli muhalifleri eğit-me ve silahlandırma” planını benimsedi. Benimsenen bu yeni plan 2014 yılının Eylül ayında Obama'nın duyurduğu “IŞİD'i geriletme ve yok etme” stratejisinin çekirdeği oldu. Yeni planda Pentagon, mer-kezi bir rol üstlendi ve Suri-ye'nin güneyindeki savaşı para kazanma aracı olarak gören aşiretlerin çekirdeğini oluştur-duğu ÖSO bağlantılı gruplarla hızla yol alındı.

KOBANİ FIRSATIAncak kuzey Suriye'de

durum ABD'nin yeni stratejisi

A

CIA’in Suriye’de rejim değişikliği hedefiyle, cihatçı grupların

eğitimi ve silahlandırılmasını içeren programı Başkan Donald

Trump tarafından sona erdirildi. Ancak henüz ‘ABD havlu attı’

demek için çok erken. Nitekim, Suriye’nin parçalanması için

Pentagon tarafından yürütülen program aynı ölçüde hızlandırıldı.

ALİ ÖRNEK

Trump CIA’in programını durdurdu

Asıl savaşa yığınak tam gaz

Page 7: AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı ve şeriat var O …tkp.org.tr/sites/default/files/boyun-egme/boyunegme_sayi...SOSYALİZM! AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı

728 Temmuz - 3 Ağustos 2017

açısından parlak değildi. Tür-kiye hala Suriye'nin kuzeyinde 'uçuşa yasak bölgeyi' şart koşuyordu, temasta olduğu gruplar da Esad'ı devirme hedefine kilitlenmişti ve bu gruplar ağırlıklı olarak IŞİD ile benzer ideolojik yapıya sahip olduklarından bu örgüte karşı savaşmayla ilgilenmiyordu.

Ancak kuzeydeki bu handikap, 2014 yılının Ekim ayında IŞİD'in PKK bağlantılı YPG'nin kontrolünde bulunan Kobani kentine saldırmasıyla aşıldı. Saldırının ilk günlerinde ABD'li yetkililer 'Kobani yakın-da düşebilir' derken sonlarına doğru, “IŞİD karşıtı uluslara-rası koalisyon”a bağlı uçaklar Kobani üzerinde yüzlerce sorti gerçekleştirdi. Kobani savaşı sonrası ABD, kuzeyde aradığı vekil gücü de bulmuş oldu.

ABD böylece Suriye'de iki farklı amaçla iki farklı prog-ramı aynı anda yürütmeye başladı. Birinci plan, rejim değişikliğine odaklı cihatçı grupları himaye ediyordu ve CIA tarafından yürütülüyor-du. İkinci planda da CIA yer alıyordu ancak bu program-da ana belirleyici doğrudan müdahaleye muhalif olagelen Pentagon'du...

ABD medyası, CIA progra-mının 2013 yılında başlatıldı-ğını iddia etse de, programın savaşın başladığı 2011 yılına kadar izini sürmek mümkün.

2012 yılının Haziran ayında da ABD'li New York Times gazetesi, 'Türkiye'nin güneyindeki CIA ajanlarının Suriye'deki muhaliflere silah ulaştırılması operasyonunu yürüttüklerini' ifşa etti. Bu savaş boyunca adı sıklıkla duyulacak olan “Antakya Ope-rasyon Odası”ydı. ABD, Suudi Arabistan, Katar ve Türkiyeli yetkililer birlikte hangi gruba ne kadar silah yollanacağını burada belirliyordu. Sadece 4 ay sonra New York Times'a konuşan ABD'li yetkililer, “En ölümcül silahlar, bunlara sahip olmasını asla istemeyeceğimiz gruplara gidiyor” diyerek CIA operasyonunun cihatçı grupla-rı ihya ettiğini itiraf edecekti.

PROGRAM NEDEN KALDIRILDI?

'100 bin Suriyeli asker ve müttefik milis gücünü öldü-rülmesi ya da yaralanmasını sağladığı' için ABD'li neocon yazar David Ignatius tarafın-dan “ABD cephaneliğindeki en hassas silah” olarak nite-lendirilen operasyon neden

durduruldu? Gerçekte CIA programı ABD'nin 11.5 milyar dolar harcadığı tahmin edilen Suriye operasyonunun maliyet olarak sadece 5 milyar dolarını oluşturuyor. Bu da “maliyet” iddiasını geçersiz kılıyor.

IŞİD sonrası Suriye'den olabildiğince büyük bir par-çanın koparılması için Was-hington yönetiminin “odak-lanması” gerekiyor. Nitekim, ABD'nin Suriye'deki vekilleri hala Suriye ordusu ve mütte-fiklerini dengeleyebilmekten çok uzakta. Güneydeki ÖSO, ordunun kıskacıyla Ürdün sınırındaki küçük bir alanda çölde sıkıştı. YPG ise Rakka operasyonunu yakın bir vade-de bitirecek gibi görünmüyor. Ancak ABD, Suriye ordusunun Deyr ez-Zor'a ilerleyişinin önüne geçemeyeceğini görmüş olsa bile, Deyr ez-Zor ile Irak sınırı arasındaki bölge hala planın en önemli hedeflerin-den biri. Bu plan için YPG kontrolünde bulunan ve Deyr ez-Zor'un hemen kuzeyindeki Şaddadi bölgesinde güç yığına-ğı yapılıyor. 10'u YPG kont-rolündeki bölgelerde, 1'i de Ürdün sınırında bulunan ABD üslerine yenilerinin eklenmesi ve mevcut üslerin kapasite-sinin artırılması da bir başka gereklilik. CIA programını donduran ABD ise bu konuda hızlı adımlar atıyor. Sadece geçen hafta YPG'ye 195 araçlık bir konvoyla silah, mühimmat ve zırhlı araç ulaştırıldı. Bu

sevkiyat, Rakka operasyonu için bile oldukça büyük.

Ayrıca Trump yönetiminin, bu planı işletirken Rusya'nın olası sabotajlarının önüne geçebilmek için 'uzlaşmacı' olduğunu göstermek istiyor.

Özetle, savaş Suriye'nin

en doğusunda bitecek, artık batıdaki cepheler gereksiz-leşmiş durumda. Üstelik, CIA sayesinde artık Suriye ordusu yıllarca boğuşmak zorunda kalacağı İdlib'te bir El Kaide emirliği kuruldu. Daha ne olsun?

IŞİD’İ İHYA ETTİ

C IA programının bir diğer çıktısı ise IŞİD’in yükselişi oldu. Programın

Nusra Cephesi’ni ihya ettiği dönemde, Nusra Cephesi içinde yer alan Irak İslam Devleti (IİD) militanları, daha sonra “Esad’dan kurtarılan” bölgelerde IŞİD’in temellerini atacaklardı. ‘IŞİD’i geriletmek ve yok etmek” planının ilanından yıllar sonra bile CIA’in Suriye’ye yolladığı silahlar, o dönem IŞİD’in kontrolündeki EL Bab’da petrol

ya da nakit para karşılığında IŞİD’e satıldı. IŞİD’in bu silah akışından beslendiğini gösteren raporlar ve hatta ABD ordu istihbaratı DIA raporu bile akışı kesmedi. Neticede, eski ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin ‘Suriyeli muhaliflerle’ yaptığı gizli görüşmenin ortaya çıkan ses kaydında olduğu gibi ABD IŞİD’in yükselişini izlemiş, Şam’a ilerlemelerini ‘Esad’ı müzakerelere ikna etmek için’ kullanmaya çalışmıştı.

Page 8: AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı ve şeriat var O …tkp.org.tr/sites/default/files/boyun-egme/boyunegme_sayi...SOSYALİZM! AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı

8 28 Temmuz - 3 Ağustos 2017

1908 Hürriyet Devrimi’nin güncelliği

raştırmada kapı kapı-yı açar. Merakın varsa açılan kapılardan iler-lersin. Kütüphanede okunmayı bekleyen epey İran tarihi kitabı vardı. Fakat güncel gelişmelerin ağırlı-

ğı bir türlü o dinginliğe izin vermiyordu. Serhat Öztürk’ün “Şiraz”ını o arada okumaya fırsat buldum. “Halep”, “Tiflis” ve “Selanik”ten sonra hayli kasvetli bir şehir profili çiziyor Öztürk. Bunda İran’la bağı-mızın zayıflamasının etkisi var kuşkusuz. Ervand Abraha-mıan’ın “Modern İran Tarihi”-ne geçmeme fırsat yarattı bu. Hala elimde. Modern Türkiye Tarihi ile büyük benzerlikler taşıyan bir tarih bu. Farkı yaratan şeylerden biri petrol. Bizde petrol yok, onlarda var. Dolayısıyla emperyalizmle ilişkileri daha dolaysız, daha görünür. Fakat İran’a ilgimizi yitirdiğimiz uzun bir dönem var. O dönem nedeniyle birbi-riyle bağımsız coğrafyalardan söz ediyormuş gibi davranıyo-ruz. Oysa İran, Türkiye ve hat-ta Rusya kaderleri çok benzer, tarihleri çok iç içe ülkeler.

“1908” Devrimi’nin yıldö-nümünde yazmam gerekince döndüm İran tarihine. Bizden önce İran’dadır. 1904’te baş-layan olaylar 1905’te büyük bir ayaklanmaya dönüşmüş,

1906’da İran Anayasası ilan edilmiştir. İnkılab-ı Meşruti-yet, Anayasa Devrimi’dir. İran halkları bu devrimle aşağı yukarı bu topraklarda hüküm sürmüş 2500 yıllık mutlak bir monarşiyi, bir süre ortadan kaldırmayı başarmıştır. İran üzerinde esen bu devrimci rüzgârda Osmanlıda 1976’da Kanun-ı Esasi’nin ilan edilme-sinin rolü büyüktür. Osmanlı aydınının başarısıdır anayasa. Bu uğurda verilen mücade-leler, Abdülhamit'in anayasayı önce kabul edip sonra rafa kaldır-ması İran’da fırtınalar estirmiştir.

İran anayasa fikriyle dalgalanırken aynı anda Rusya’da devrim patlak ver-miştir. Papaz Gapon önderliğinde 100 bini aşkın işçi Çar’a dilekçe vermek için Kışlık Saray’a yürümektedir. Çar II. Nikola, kendisin-den yardım istemeye gelmiş bu silahsız işçi topluluğuna ateş açtırmış, binden fazla işçi öldürülmüştür. Düşenler arasında Bolşevikler de vardır. Tahran’da ve Moskova’da aynı çığlık duyulmaktadır: Kahrol-sun istibdat, yaşasın hürriyet!

Üç yıl sonra aynı çığlık bu kez Selanik ve İstanbul sokaklarındadır. Rusya ve

İran’dan esen rüzgârlar, Büyük Fransız Devriminin devrimci ruhuyla birleşmiş, sarayın duvarlarını yerle bir etmiştir. "Hürriyet, Müsavat, Uhuvvet" diye yürümektedir kalaba-lıklar İstanbul’da. Selanik’te, "Liberte, Egalite, Fraternite"

diye yankılanmaktadır. Cumhuriyete, Sosyalist

Devrime giden yollar böyle açılmıştır.

Kapı kapıyı açar, merakı olan halklar açık kapıları aşa-rak ilerler. Bizler bir anlamda geçen yüzyılın ilk 10 yılındaki

A

Haziran’da dağıtılan bir bildiri ile başlamış Temmuz’da tamama

ermiştir. Devrimin başlangıcı genel kabule göre 23 Temmuz 1908’dir.

Ülke içindeki ve dışındaki uzun uğraşların, çarpışmaların, direnişlerin

sonuçları bu tarihte alınmıştır. Abdülhamit’in rafa kaldırdığı 1876

Anayasası’nın yeniden yürürlüğe girmesi bu tarihtedir. Baskıcı Abdülhamit

rejimi bu tarihte alaşağı edilmiştir. 30 yıllık bir “istibdat”ın ardından ülke

ilk defe derin bir özgürlük havası solumuş, siyasi suçlular salınmış, hafiyelik

kaldırılmış, meclis açılmış, basın özgürlüğü ilan edilmiş, sokaklarda

hürriyet şarkıları söylenmeye başlamıştır.

GÖKÇE GİRESUNLU

Page 9: AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı ve şeriat var O …tkp.org.tr/sites/default/files/boyun-egme/boyunegme_sayi...SOSYALİZM! AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı

928 Temmuz - 3 Ağustos 2017

o büyük devrimci dal-

ganın ürünleriyiz.

1908 DEVRİMİ BİR HALK

HAREKETİDİRŞurası kesin, İran’da ve

Rusya’da olduğu gibi Os-manlıdaki 1908 Devrimi de aşağıdan, derinlerden sıyrılıp gelen bir hareketinin ürünü-dür. Hürriyetin ilanı 31 yıllık Abdülhamit zulmüne son ver-miştir. Uzun çabaların, kararlı bir aydın hareketinin katkı-

sıyla mümkün olmuştur. Sloganı “Ya Kanunu

Esasi, Ya Ölüm”dür. Haziran’da

dağıtılan bir bildiri ile başla-mış Temmuz’da tamama ermiştir. Devrimin başlan-gıcı genel kabule göre 23 Temmuz 1908’dir. Ülke için-

deki ve dışındaki uzun uğraşla-

rın, çar-

pışmaların, direnişlerin sonuçları

bu tarihte alınmıştır. Abdül-hamit’in rafa kaldırdığı 1876 Anayasası’nın yeniden yü-rürlüğe girmesi bu tarihtedir. Baskıcı Abdülhamit rejimi bu tarihte alaşağı edilmiştir. 30 yıllık bir “istibdat”ın ardından

ülke ilk defe derin bir özgürlük havası solumuş, siyasi suçlular salınmış, hafiyelik kaldırılmış, meclis açılmış, basın özgür-lüğü ilan edilmiş, sokaklarda hürriyet şarkıları söylenmeye başlamıştır.

‘ÖZGÜR BASIN’ HÜRRİYET’TE DOĞDU

Ne tuhaf; Laik Cumhuri-yetin mezar kazıcıları olan İslamcılık da Türkçülük de aslında bugünkü haliyle 1908 devriminin içinden çıktı. Cumhuriyetle aynı ortamın, aynı hürriyetin ürünü oldular. Fakat bunlar, Cumhuriyete ve 1908 devrimine hep şaşı baktılar. Devrime yol açan 31 Mart gerici ayaklanması onlar için devrimden daha ilham verici oldu.

Pek çok “yenilik” getirdi hayatımıza 1908. Bilim onun açtığı kapıdan ülkeye sızdı. Basın yayın da öyle. İslamcı Beyanü’l Hakk, İslam Mecmuası, İslam Dünyası, Ceri-de-i Sufiyye, Ceride-i İlmiyye, Mahfil 1908’in getirdiği hürriyetle hayat buldu. İstanbul ve Selanik’te tarih ve sosyoloji eksenli Türk-çülükler türedi. Türk Yurdu, Genç Kalemler, Yeni Felsefe Mecmu-ası, Türk Sözü, Türk Duygusu, Büyük Duy-

gu bu dönemin yayınları. Sosyalizm de 2. Meşru-

tiyet’in paltosundan çıktı. Selanik’te yayınlanan Amele dergisi bir başlangıçtı. İlk 1 Mayıs da orada kutlandı. İs-tanbul’daki muadili İştirak’ti. Osmanlı evrim teorisiyle de bu dönemde tanıştı. Batıcılık, ile-ricilik ve gericilik gibi kavram-lar Abdullah Cevdet’in İctihad dergisinin getirisiydi. İctihad kadın haklarını ve ailenin mo-dernleşmesini savundu, med-reseye karşı tavır aldı, laik bir

toplum anlayışını ileri sürdü. Arap abecesinin Latin abecesi ile değiştirilmesi, uluslararası tartı ve ölçü sisteminin benim-senmesi de İctihad’da tartışıl-mıştı ilk. Müthiş bir devrimci sıçramadır.

1908 ile1918 arasındaki 10 yıl hem bir iç savaş hem de Os-manlının uzun cihan harbiydi. Bu arada Osmanlı düşünce dünyasında o güne kadar tanık olunmadık devrimci dönü-şümler yaşanmıştı. Bu yeni düşünceler gerçekleşmenin yo-lunu arıyor, kendisine bir yol açmaya çalışıyordu. Örneğin Türkçülüğün İttihat ve Terak-ki’nin yarı resmi politikasına dönüşmesi devrimden hemen sonra başlayan Balkan Savaş-ları ile mümkün oldu. Teşkilat bu dönemde liberalizmden müdahaleci bir ekonomiye, İngiliz hayranlığından Alman yandaşlığına hızlı bir dönüş yaşadı. 1908 ile zincirlerinden boşalmış bütün hareketler, İttihat ve Terakki’nin üzerine yıkılıyordu.

DEVRİMİN BAYRAMLARIŞimdi, yakın tarihimizin

yitirilmiş bayramlarından bi-ridir. Îd-i Milli veya İyd-i Millî, Osmanlı İmparatorluğu'nda kabul görmüş tek dini olma-yan milli bayramdır. 24 Tem-muz 1909’dan itibaren meclis kararıyla kutlanmaya başlandı. 1909’da, hem başkent İstanbul hem de imparatorluğun diğer şehirlerinde kutlandı. Şişli'de-ki Hürriyet Tepesi'nde düzen-lenen ve Padişah V. Mehmed'in de katıldığı kutlamalarda, 31 Mart Gerici İsyanı'nda ölen-lerin anısına yapılan Abide-i Hürriyet'in temeli atıldı. 1911 yılındaki kutlamalarda, yapımı tamamlanan Abide-i Hürriyet açıldı. Şimdi, İstanbul’daki “en büyük”, en tuhaf adalet sara-yının arka bahçesinde kilitli duruyor. İyd-i Milli Cumhu-riyetin kurulmasından sonra 1934 yılına kadar kutlanmaya

devam edildi. 27 Mayıs 1935 tarihinde kabul edilen kanunla kaldırıldı. Sanırım 29 Ekim’in yeterli olduğu düşünüldü. Ne yazık cumhuriyeti kuranlar, cumhuriyetin kaynaklarını kurutmuştur.

Gericiliğe karşı kazanılmış en büyük zaferlerden birinin başlangıcıdır. 1908’in, “Hürri-yet”in üzerindeki ölü toprağını kaldırmalıyız. Üzerine yeniden düşünmemizde, devrim için başvuru kaynaklarımızdan biri haline getirmemizde sonsuz “fayda” var.

DEVRİM BİTTİ YAŞASIN DEVRİM

Sonra Rusya’da, İran’da, Türkiye’de, her üç devrimin üzerine de hışımla geldi mo-narşi. Kanlı çarpışmalar oldu ve zamanın saati durdu.

Öyle zannettiler. 1917’de Rusya Sosyalist Devrimle ışıldadı. Türkiye’de Cumhuri-yetin ışığı parıldadı. İran ise Rıza Şah’ın demir yumruğu ile tanıştı.

Şunun için not ettim bunları. Geçen yüzyılın sonunda üç ülkeyi de gerici bir dalga vurdu. İran’da İslam devrimi oldu, Türkiye’de 12 Eylül cuntası Cumhuriyeti yıktı ve yüzyılın sonuna doğru Rusya’da sosyalizm çözüldü. O gerici dalganın artçı sarsıntıla-rıyla boğuşuyoruz hâlâ. Tarih böyledir, gerilir, kasılır, sıçrar, yavaşlar, geriler. Sonra gücünü toplayıp tekrar sıçrar. 1908 Devriminin üzerinden yüz-yıldan fazla bir zaman geçti. Şimdi yeni bir sıçrama ihtimal dâhilindedir.

Devrim gericilikten bunal-mış toplumların çıkış kapısıdır ve belki de bütün insanların mutlu olduğu tek zaman aralığıdır.

O devrimlerden biri 1908 Hürriyet Devrimi 109 yaşında…

Kahrolsun istibdat öyleyse ve yaşasın hürriyet!

KARŞI DEVRİM

“Atatürk’ün laik Türkiye’sinde, bugün dahi ‘Yeşil bayrak’ açıl-makta, ‘Şeriat devleti İsteriz’ homurtuları yükselmektedir. Der-viş Vahdeti geleneğini sürdüren bir gazetenin, mahkûm olunca Suudi Arabistan’a sığınan başyazarı ‘halk hâkimiyeti’ yerine ‘Allah hakimiyeti’ne dayanan bu ‘en müstakar ve müreffeh’ Müslüman ülkeye övgüler düzmektedir. Kimdir bu şeriat dev-leti isteyenler? Yakın tarihimize bakınca şeriat isteğiyle ortaya çıkan bütün hareketlerin gerisinde, emperyalizmin çirkin yüzü sırıtmaktadır. Mekke Şerifi Emir Hüseyin, gâvurlukla suçladığı Türk devletine karşı 1916 yılında şeriat adına ayaklanmıştır. İngiliz belgelerinden öğrenmekteyiz ki Mekke Şerifi Hüseyin, İngiliz emperyalizminin kiralık adamıdır.” Doğan Avcıoğlu “31 Martta Yabancı Parmağı”nı anlatmaya böyle başlıyor. Başlığı

“Petrol Şeriatçılığı”dır… Ne kadar tanıdık değil mi? Mekke Şerifi’nin yerinde Suudi Kralı var. İngiliz emperyalizmi bayrağı ABD’ye devretti. Bizim emperyalizm beslemesi Şerifseverle-rimiz yerli yerinde. Muzaffer olmuş görünüyorlar da üstelik. Koltukları, sarayları, copları, tankları var. Ama bunlar titreme-lerini, korkmalarını engellemiyor. Hürriyeti gördüler, cumhu-riyeti hissetiler çünkü. Ne yaparlarsa yapsınlar devrim var ucunda…

31 Mart’ta ayaklanan gericiler yenildiler. En sert çatışmalar bu günkü Gezi Parkı üzerinde kurulu Topçu Kışlası’nda ol-muştur. İhya etmeye kalkıştılar kışlayı. Üstelik bütün kışlalara düşman olduğunu söyleyenler kalkıştı buna. Ama kuşku yok yine yenilecekler.

Page 10: AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı ve şeriat var O …tkp.org.tr/sites/default/files/boyun-egme/boyunegme_sayi...SOSYALİZM! AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı

10 28 Temmuz - 3 Ağustos 2017

aikliğin uzağında mıyız?Tarih bizi bu soruya

"evet" diyenlerin "hayır" deme iradesini gösterdi-ği bir çağa zorluyor.

Türk eğitimi İmam Hatipleşiyor. Her yıl

İmam Hatip nüfusu 100 biner artıyor.

Müfredattan evrim çıkıp cihad giriyor. Cumhuriyetin kazanımları siliniyor.

Kadına şiddetin, çocuğa is-tismarın rekor dönemindeyiz.

Valiler koltuğa tekbirle otururken bürokrasi ve devlet tarikatlaşıyor. Her tarikat yeni bir ihanete hazırlanırken dü-

zen cemaatlerce parselleniyor.Bilimin, edebiyatın, sana-

tın kovulduğu televizyonlarda deve sidiği içmenin, kadın sünnetinin teorisi tartışılıyor.

Heykellerin yıkıldığı mey-danlarda gericiliğin simgeleri yükseliyor.

Uzak olan yakındır. Aydınlanma mücadelesi

iktidarın gökyüzünden yer-yüzüne inişidir. İnsanın kendi kaderini eline alışıdır. İradenin yükselişidir. Laiklik, parma-ğıyla gökyüzünü göstererek yeryüzüne el koyan iktidarlara karşı bir başka dünya kurmak isteyenler için zorunlu bir he-

deftir. Eşitlikçi bir düzeni kurmak için akıl ile bilek arasında bütün duvarların yıkılma-sıdır.

LİBERALLERİN SOLDA BIRAKTIĞI HASAR

Türkiye’de dinci iktidarın liberallerle kurduğu ittifa-kın solda bıraktığı en büyük hasar laiklik mücadelesinden kopmak oldu. Öyle ki solun li-berallerin tahakkümüne giren kesimleri “laikçi”yi bir küfür olarak benimseyerek Cum-huriyetçi yurttaşları hedef aldı. Bugün halen laikliğinin kırıntısını da olsa savunmaya çalışıyorsak bu kirli lokma-yı yutmayan yurtseverlere, Cumhuriyetçilere, solculara borçluyuz.

Laiklik, masa başında bir parlak fikir olarak ortaya çıkmadı. İhtiyaç, buluşların anasıdır. Dincilerin cennetten tapu sattığı, milletlere birbiri-ni boğazlattığı koşullarda bir kurtuluş programı olarak tari-hin rahmine düştü. İnsanlığın en karanlık döneminden çıkı-şın yoluydu. Bugün dinciler-

den de-mok-ratik devrim çıkarma projesinin tüm dünyada çöküşü, laikliği insanlık için yeni-den sadece zorunlu değil gerçekçi bir hedef haline getirdi.

AYDINLANMA HAREKETİ VE AYDINLANMA KİTABI

Bir süredir bu mecrada takip ettiğiniz Aydınlanma Hareketi işte böyle bir dönem-de kirli lokmayı yutmayanlar tarafından kuruldu. İmam Ha-tiplerin kaldırılması, zorunlu

L

Yazılama Yayınevi’nden çıkan Aydınlanma kitabı, laikliğin

hem neden ayaklar altına alındığı sorusuna yanıt arıyor hem

de yeniden nasıl toplumsal mücadelenin parçası olacağını

tartışıyor. 10 farklı makalede “ışık daha çok ışık” diyenlere

“sonuna kadar aydınlanma” diyor.

BARIŞ TERKOĞLU

Aydınlanma kitabı uzak görünen laikliği yakınlaştırıyor

Sonuna kadar aydınlanma

Page 11: AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı ve şeriat var O …tkp.org.tr/sites/default/files/boyun-egme/boyunegme_sayi...SOSYALİZM! AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı

1128 Temmuz - 3 Ağustos 2017

din derslerinin durdurulması, kimliklerden din hanesi-nin kaldırılması gibi somut mücadelelerin yanı sıra tüm Türkiye’de laikliğin kazanılma-sı için çalışıyor.

Teori olmadan pratiğin hükmünün hep eksik kala-cağını biliyoruz. Bu nedenle Aydınlanma Hareketi laiklik mücadelesini tarif eden bir ça-lışmaya imza attı. Orhan Gök-demir, Gamze Erbil ve Zeynep Ağdemir’in editörlüğünde Türkiye’de aydınlanmayı savunan yazarları bir kitapta buluşturdu. Kemal Okuyan’ın önsözünü yazdığı “Yeni Bir Ay-dınlanma İçin” ismiyle çıkan kitapta, Okan İrtem’le birlikte hazırladığımız çalışmanın yanı sıra, Enver Aysever, Erendiz Atasü, Korkut Boratav, Orhan Gökdemir, Serpil Güvenç, Oğuz Oyan, Ali Rıza Aydın ve Serdal Bahçe’nin makaleleri yer alıyor.

Yazılama Yayınları’ndan çıkan kitap, laikliğin hem neden ayaklar altına alındığı sorusuna yanıt arıyor. Hem de yeniden nasıl toplumsal mücadelenin parçası olacağını tartışıyor.

Ve “ışık daha çok ışık” di-yenlere “sonuna kadar aydın-lanma” diyor.

KİM NE YAZDI?“Yeni Bir Aydınlanma İçin” kitabında 10 farklı makalede aydınlanma mücadelesi ele alındı:

KEMAL OKUYAN/ÖNSÖZ: “Fransız Devrimi’ne damga vuran

sınıfın zayıf ve geç kalmış temsilcile-rinin elinde olması Anadolu Aydın-

lanması’nın değerini azalt-mıyor. Demiştik ya, ileriye

doğru her hamle büyük değer taşır. Hele

bugün insanlığı geriye-karan-

lığa doğru taşımak için geçmiş

kazanımla-rın hepsi birer

birer yok edilmek isteniyorsa…”

BARIŞ TERKOĞLU

- OKAN İRTEM/BİR TARİHSEL ZEMİN TARİFİ: EŞİTSİZ BİR DÜZENDEN LAİKLİKLE KURTULMAK:

“Laiklik eşitsizlik düzeninde yaşa-yabilir mi? 12 Eylül, Türkiye’de İslam egemenliğinin başladığı, şeriatçı taleplerin anayasa hükmü haline geti-rildiği tarihti. Aynı zamanda toplumsal sınıflar arasındaki gelir dağılımın en ileri düzeyde bozulduğu bir düzenin de adı oluyordu. Eylülizme rengini verense tekeller ve holdinglerdi. Tekeller yöne-timi ilk adımlarını halkın ve iş gücünün İslamize edilmesi projesiyle atıyordu. Anayasaya din derslerinin konulması bu projenin görünümlerinden sadece biridir. İmam Hatip sayılarındaki artış ya da devlet içerisindeki ve Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki şeriatçı örgütlenmeler bu sürecin diğer birkaç görünümünden ibarettir.”

ENVER AYSEVER/AYDIN VE AYDINLANMA FİKRİNE DAİR BİR ÇİFT SÖZ:

”Aydınlanma üstüne neoliberal saldırı henüz savrulmuş değil. Ucuz milliyetçi/dinci söylemler, piyasa ikti-sadının gereğidir. Aydınlanmanın doğal sonucu sosyalizmdir, bugün dünyanın içinde bulunduğu bataklığın nede-ni sosyalistlerin güç kaybıdır. Lâkin geçici yenilgiler, nihai sonucu ne denli etkiler? Bunca adaletsizlik varken her gün bir kez daha sosyalizmin ne tür bir gereksinim olduğu görülmektedir, üstü örtülmeye çalışılsa bile. Nitekim aydın fikri yirminci yüzyılda sosyalist olmakla eş anlamlı hale gelmiştir.”

ERENDİZ ATASÜ/CUMHURİYET AYDINLANMASI VE KADIN:

“Batı’yı ve giderek tüm dünyayı, 17. yüzyıldan beri etkilemiş olan Aydınlan-ma’yı –bireyin aklını özgürce çalıştıra-bilme çabasını- emperyalizm, savaş, ırk ayrımcılığı gibi suçlardan sorumlu tutmak, atom bombası felaketinden ötürü fizik bilimini suçlamaya benze-yen abes bir saptırmacadır. Aydınlanma düşünsel devriminin 20. yüzyıl sonla-rında kimi Batılı filozoflarca bir düşünce sistemi olarak yerden yere vurulması… Reel sosyalist sistemlerin çöküşünden sonra Marksizm’e yönelen saldırılar ve sınıfsal bakış açılarının kitle kültürün-den silinmesi… Bu olguların birleşmesi esef verici sonuçlar doğurmuştur ve doğurmaktadır, kitleler en eski ve en katı düşünme ya da düşünmeme/dü-şünememe kalıplarının kısıtlayıcılığına –üstelik de gönüllü olarak hapsolmak-tadır. Bu gönüllü kölelikte, geleneksel kadınlığın özgüvensizliği içindeki kadın-ların başı çekmelerine şaşırmamalıdır.”

KORKUT BORATAV/AYDINLANMA, LAİKLİK VE BİLİM:

“Maden faciasından sonra Soma’ya niçin çok sayıda cemaat seferber oldu; din adamları tevekkül telkin ederek isyan, protesto, hak arama eylemle-rini niçin frenlediler? Çok sayıda alan çalışması dinin burjuvazi tarafından işlevselleşmesi örnekleri veriyor ve gösteriyor ki ideolojik İslamcılığın egemenliği, emekçi sınıf saflarında eleştirel, isyankâr, dayanışmacı tepki-lerin aşınması, felce uğramasına katkı yapıyor.”

ORHAN GÖKDEMİR/AYDINLANMA’DAN AYDINLANMAYA:

“Aydınlanma, karanlığın içinde doğmuş ve şehirlerde ticaret yaparak maddi iktidarı ele geçirmeye başlayan yeni bir sınıfın, burjuvazinin omuz-larına basarak yükselmişti. O sınıf evrimini tamamladı ve alaşağı ettiği eski gerici sınıfların şekline büründü. Artık burjuvaziyle Aydınlanma’nın bağı kopmuştur.”

SERPİL GÜVENÇ/EKİM DEVRİMİNİN AYDINLIĞINDA KADINLARIN KURTULUŞU:

“Gorbaçov’un yönetime gelmesi, ‘Sovyet yaşamının sona erdiği tarih’

ve ‘Patriyarkal Rönesans’ olarak anılır. 1980 ortalarında kapitalizme doğru ciddi adımların atılmasıyla birlikte bu sömürü düzeninin doğasındaki en büyük felaket, yani işsizlik SSCB’ye de gelir. Ve işten ilk atılan kadınlar olur. Doğum oranları düşer, kürtaj tavan yapar. Analara çocuk sayısına göre verilen para devam etmekle birlikte hızla tırmanan enflasyon bu yardımı eritir. Sadece kadınlar için değil, tüm emekçiler için yaşam çekilmez hale gelmiştir.”

OĞUZ OYAN/TÜRKİYE’DE İSLAMİZASYONUN KÖKENLERİ VE ARAÇLARI ÜZERİNE:

“Laiklik kavgasının verilebilmesi için öncelikle ‘laiklik tehlikede değildir’ türünden yanlış tavır alışlardan uzak durulması gerekir. Kavgadan kaçma-nın gerekçesi hazırlanıyorsa, o kavga verilemez. İkinci yanlış tavır da, ‘laikliğin zaten hiç olmadığı’ veya olduğu kada-rıyla da ‘laikliğin çoktan tasfiye edilmiş olduğu’ gibi yanlış başlangıç pozisyon-larıdır. Olmayan bir şeyin kavgası veri-lemeyeceğinden bu tür tavır alışların da artık terkedilmesi gerekir.”

ALİ RIZA AYDIN/AYNI YOLUN YOLCULARI: AYDINLANMA VE HUKUK:

“Aydınlanmanın liberalizm tarafın-dan teslim alınması, dinin, toplumsal ilişkilerde, siyasette ve devlette etkin hale gelmesinin, sınırsız mülkiyetin, eşit olmayanlar arasında sözleşmenin ‘özgürlük’ diye satılması anlamına gelir. Bu satışın özü, aydınlanmanın belirle-yiciliğinin dinsele teslim olması ve aklın sorgulanmasının olanaksızlaştırılma-sıdır; böylece sömürü düzeninin ve hukukunun sorgulanmasının olanak-sızlaştırılmasıdır.”

SERDAL BAHÇE/AYDINLANMA VE TOPLUMSAL SINIFLAR:

“Burjuvazinin devrimciliği çok erken bir dönemde sona ermiştir. Kapitalizm egemen üretim tarzı haline gelince ra-dikal burjuva düşüncesinin tüm vaatleri ve tüm hayalleri ıskartaya çıkarılmıştır. Temel dinamiği sermayedar ile işçi sınıfı arasındaki asimetrik ilişki olan bu toplumsal sistem sosyoekonomik eşitsizlikleri önce dünyevi araçlarla olumlamaya çalıştı; olmadı. Çaresiz bir şekilde akıl dışılığa ve dinselliğe yöneldi.”

Page 12: AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı ve şeriat var O …tkp.org.tr/sites/default/files/boyun-egme/boyunegme_sayi...SOSYALİZM! AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı

12 28 Temmuz - 3 Ağustos 2017

arihin gördüğü en barbar-ca saldırı “Barbaros Ha-rekâtı” adıyla 22 Haziran 1941’de Sovyetler Birli-ği’ne yönelik olarak baş-latılmıştı. Alman emper-yalizmi yanına İtalya’yı,

Macaristan’ı, Romanya’yı, Fin-landiya’yı, Slovakya’yı, Hırva-tistan’ı ve İspanya’nın gönüllü faşist “Mavi Tümen”ini alarak sosyalist Sovyet topraklarını istilaya çıkmıştı.

Hitler, Polonya içlerinde “Wolfsschanze” adındaki karargâhını kurarak hızlı zafer duasına çıkmıştı.

Hesap tutmadı; 20 Kasım 1944’de inini terk etmek zo-runda kaldı. Ardında tarumar edilmiş bir coğrafya, milyon-luk kanlı boğazlaşma, yakılıp tecavüz edilmiş bir insan seli bırakarak kaçtı.

Alman faşizminin kaçınıl-maz çöküşünü yalnızca Sov-yet önderliği öngörmüyordu. Çıkarlarının kalıcılığından en-dişe eden Nazi ordusunun pek çok unsuru da ‘sivil’ unsurlar da çöküşü ön görüyorlardı.

SİVİL ŞEF GOERDELER, ASKERİ ŞEF BECK

Çöküş endişesi içinde olanların sivil kanadını Carl Friedrich Goerdeler, asker kanadını ise General Ludwig Beck temsil ediyordu.

Büyük toprak sahibi, Nazi partisi NSDAP’nin önceli Alman Ulusal Halk Partisi DNVP’nin Genel Başkanı

da olan Goerdeler, Sovyet işgalinin gelişim aşamasında “Goerdeler Grubu” adında bir gizli örgütlülük oluşturmuştu. Daha sonra bu grup, “Hit-ler’siz Almanya” yaklaşımına uygun olarak özel bir örgütlü-

lüğe evrildi.General Henning vonTres-

ckow Doğu Cephesi’nde gö-revliydi. Görevi, ilk işçi devleti Sovyetler Birliği’ni çökertmek-ti. Direnişin gücünü hisset-tiği oranda bunun mümkün olamadığını görebilecek kadar da izan sahibiydi.

Sovyet direnişinin bekle-nenden daha çetin ceviz çık-ması savaşın kaderini değiştir-di. 1943-1944’de savaş açıkça Nazi Almanyası’nın aleyhine döndü. Müttefiklerin bilinçli olarak geciktirdikleri Norman-diya Çıkarması’nın 6 Haziran 1944’de başlaması işleri daha da zora sokmuştu.

Sovyet cephesi yeterince zordu; cephe sayısı teke düşü-rülmeliydi... Yalnızca Sovyet

cephesi kalmalıydı, fakat buna da Führer izin vermiyordu.

Polonya’nın Nazi ordusuna direnememesi, Fransa’nın di-renmek istememesi Führer’in elini güçlendirmişti. Oyunu bozan tek şey, Kızıl Ordu’nun muazzam direnişiydi...

Tek çare Führer’in öldürül-mesindeydi.

Suikast planları hazırlan-dı. Suikast darbe ile kombine edilecek, olası bir “kargaşa”nın önü alınacaktı. Suikast/darbe planının adı İskandinav mi-tolojisinden aşırma “Valkyre Operasyonu” olarak kararlaş-tırıldı.

Bir yandan da Sovyet dışı güçlerle temas ağı kuruldu.

Bodo Scheurig “Bir Muha-fazakâr Hitler’e Karşı / Ewald

T

Hitler’in hırsının Almanya’yı felakete sürüklediğini düşünen

Alman burjuvazisinin ve güya 2. Savaş’ta Sovyetler Birliği’nin

müttefiki olan “bazı” ülkelerin Hitler’e dönük suikast ve darbe

planı faşizm, emperyalizm ve sermaye ilişkileri konusunda

bugünle de bağı kurulabilecek önemli dersler içeriyor.

TEVFİK TAŞ

20 Temmuz 1944 darbesinden öğrenmek

Emperyalizmin planları ve Hitlersiz Almanya

Adolf Hitler 20 Temmuz 1944’teki saldırı sonrası, bombanın patladığı odayı Mussolini’ye gezdirirken.

Page 13: AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı ve şeriat var O …tkp.org.tr/sites/default/files/boyun-egme/boyunegme_sayi...SOSYALİZM! AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı

1328 Temmuz - 3 Ağustos 2017

von Kleist” adlı kitabında, “Heil Hitler” demekten yüksü-nen, evine gamalı haçlı bayrak asmayan, Hitler’den “özel olarak nefret eden” bu kişinin General Ludwig Beck’in isteği üzerine Londra’da Winston Churchill ile görüştüğünü kaydediyor.

Sovyetler Birliği’nin işgali Alman siyasetindeki iktidar bloğunda kırılmalara yol açtı. Sovyet cephesindeki ilerle-yememe durumu kaygıları arttırdıkça, Führer muhalefeti de genişliyordu.

GÖRMEZDEN GELEREK VERİLEN DESTEK

Pek çok ordu üst düzey subayı da Führer’in politikası-na kaygıyla yaklaşıyordu. Sözü geçen gruba dahil olmasalar bile (zaten çok gizliydi), Hit-ler’e muhalefet edilmesine kar-şı çıkmayarak dolaylı destek veriyorlardı. Zaten “Valkyre Operasyonu” ifadesindeki gizil mitolojik gönderme de tam da bu amaca hizmet ediyordu: “Büyük savaş için tanrı Odin’e asker toplamak” isteniyordu...

Ve nihayetinde suikast/darbe düğmesine basıldı.

1943’de Smolensk’de bir askeri teftişte Hitler öldürüle-

cekti. Konyak şişesi görüntülü düzenek patlamayınca suikast planı değiştirildi.

General Henning vonTres-ckow 1943’den önce Afrika cephesinde görev yaparken ağır yaralanan Albay Claus von Stauffenberg ile temasa geçti. Albay Claus von Stauffen-berg, Almanya için en büyük tehlikenin Hitler olduğunu savunuyordu. Hitler’in öldü-rülmesinin ülkenin kaderini değiştireceğini iddia ediyor, ancak bununla yetinmiyor Himmler, Göring ve Goeb-bels’in de öldürülmelerinin zo-runlu olduğunu düşünüyordu.

‘YEDEK ORDU’NUN ŞEFİ İKİLİ OYNADI

Von Tresckow ile von Stauffenberg Führer’e suikast konusunda anlaşmıştı. Geriye suikastın darbe ile desteklen-mesi meselesi kalmıştı. Bu iş için Berlin’de görevli “Yedek Ordu”nun komutanı General Friedrich Fromm’un ikna edil-mesi gerekiyordu.

Yedek Ordu komutanı Friedrich Fromm “Valkyre”ye ikna olmadı. Ama ihbar etme-ye de yeltenmedi.

“Valkyre Operasyon”cuları bir başka atak daha yaptılar. Nazi ordusunun en sevilen ge-nerali Erwin Rommel ile tema-sa geçtiler. Rommel ile Paris’de defalarca görüşüldü. Rommel de Führer’in başkomutanlı-

ğından memnun değildi. O da Sovyet cephesinde yenilgiyi öngörüyordu.

1 Temmuz 1944’de von Stauffenberg, Fromm’un komuta ettiği Yedek Ordu’ya bir şekilde dahil edildi. Bu yolla Führer’in içinde yer aldığı toplantılardan haberdar olabiliyordu.

7 Temmuz 1944’de yeni bir suikast planı hazırlandı. Salzburg’da Hitler öldürüle-cekti. Fakat bomba düzeneği çalışmadı.

Suikast 11 Temmuz’a ertelendi. Fakat bu kez de top-lantıya Himmler katılmayınca suikastten vazgeçildi. Çünkü Himmler’in de öldürülmesi başarı için şart olarak görülü-yordu.

Führer, “ Wolfsschanze”-deki karargâhında 20 Tem-muz’da öldürülecekti. Albay Claus von Stauffenberg bomba yüklü çantayı Hitler’in yanına bıraktı ve bir gerekçeyle dışarı çıktı. Çantanın Hitler’i rahat-sız edeceği düşünülerek çanta uzak bir köşeye bırakıldı. Patlayan bombadan 4 general öldü, 10 kişi yaralandı. Ancak Hitler şans eseri yalnızca kü-çük sıyrıklarla kurtuldu.

Hitler’in öldüğüne kesin gözüyle bakan von Stauffen-berg, hızla Berlin’e geçti ve darbe için harekete geçildi.

Berlin’de taraf belirlenemi-yordu. Führer’in ölüp ölme-diği kesinleşene dek bir kaç

saatliğine denetim darbeci-lerin eline geçti. Ama gerçek ortaya çıkınca karşı operasyon başladı.

Yedek Ordu Generali Fromm, kısa bir bocalamadan sonra yeniden saf belirledi ve Hitler’in tarafına geçti. İkircik-li tutumu ortaya çıkmasın diye de tutukluları Gestapo’nun işkencesine vermek yerine, he-men orada infaz ettirdi. Ancak birkaç ay sonra “korkaklık”la suçlanarak kendisi de infaz edildi.

HİTLER’İN KARŞI DARBESİ

Gestapo, bu olay üzerine yaklaşık 7 bin kişiyi tutukla-yıp, 5 binini infaz etti.

Mareşal Günther von Klu-ge, davada adının geçeceğini duyunca intihar etti. Mareşal Erwin Rommel’in rolünü açığa çıkartan Gestapo, onu ünün-den dolayı infaz etmek yerine intihar etmesini sağladı. Fran-sa’daki yaralılığı gerekçe gös-terilerek, hastalığından dolayı öldüğü ilan edildi. Ardından da devlet töreni ile gömüldü!

Bu olay hakkında sol adına konuşanlardan Alman Demok-ratik Cumhuriyeti yurttaşı da olmuş tarihçi Prof. Dr. Kurt Finker 20 Temmuz’u “bir tür sınıflar üstü koalisyon” olarak olumlarken, 20 Temmuz sui-kastı için “aklın koalisyonu”dur ifadesini tercih ediyordu.

‘DARBEDE AMAÇ, CEPHEYİ TEKE DÜŞÜRMEKTİ’

S ED MK (Almanya Sosyalist Birlik Partisi) üyesi ve Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin bir dönem Dışişleri Bakanlığı

görevini üstlenmiş Otto Winzer 1954 yılında parti yayın organı “Einheit” için kaleme aldığı makalede şunları söylüyordu: “20 Temmuz komplosunun siyasi amacı, Hitler’i öldürerek savaşı sonlandırmak, gerçek bir halk iktidarını kurmak değildi. Tersine çok cepheli bir savaşa son vererek, savaşın tek cephede sür-dürülmesiydi amaç. Bu cephe, Sovyet cephesiydi...”

Alman büyük sermayesi ve ABD arasında “iyi ilişkileri” olan sosyal demokrasi, Hitler sonrası düzende en güvenilir resto-rasyon aktörüydü. Bu gerçeği bir de somut örnek üzerinden ifade eden Otto Winzer, 1944’de illegal KPD (Almanya Komü-

nist Partisi) ile görüşmeleri yürüten sosyal demokrat SPD (Al-manya Sosyal Demokrat Partisi) yöneticisi Julius Leber’in ABD emperyalizminin adamı olduğunu söylerken ne derece isabetli değerlendirme sahibi olduğunu bir kez daha göstermişti: “20 Temmuz komplosundaki arka plandaki Amerikalılar ile sosyal demokrat Julius Leber aynı fikirdeydi.”

Tarihçi Kurt Grossweiler, darbe hazırlığının sermayenin ter-cihleri ile yapıldığını, örnek olarak Deutsche Bank’ın Müdürü Oswald Roesler’in darbe planının ayrıntılarına sahip olduğunu tarihsel verilerle ortaya koydu. Grossweiler, KPD önderliğinin 1944 Haziran’ında “savaşın sonunun başlangıç aşamasına girdiği”ni işaret ederken haklı olduğunun altını çiziyor.

‘YENİLGİDEN DEĞİL, DEVRİMDEN KORKUYORLARDI’

T arihçi Kurt Grossweiler, 20 Temmuz 1944’ün sonuçlarını üç noktada derliyor:

Bir, darbe faşist diktatörlüğün liderinin de parti-sinin de sona yaklaştığı bir aşamada peydahlandı. İki, Alman emperyalist burjuvazisi yenilgiden daha çok, devrimden korkuyordu. Darbe, süreci denetim altına alabilirdi. Üç, dıştaki yenilgi içeride kırılmaya yol açıp, devrime evrilebilirdi. Darbe bunun önünü almak istemiştir.

Özetlemek gerekirse:

1- 20t Temmuz darbesinin Claus von Stauffenberg’i erken dönem Konrad Adenauer’idir. Ya da aynı anlama gelmek üzere, Konrad Adenauer geç Claus von Stauffenberg’dir.2- Ordu ve sermaye çevrelerinde “Hitler’siz Al-manya” modeli, Sovyet cephesindeki gerilemenin ortaya çıkması ile belirginlik kazanmıştır.3- Hitler’e karşı olmak anti-faşist olmanın ölçütü değildi. 20 Temmuz darbesi anti-Hitler bir darbeydi ama anti-faşist değildi.

4- KPD, 20 Temmuz’u ‘iktidar aygıtı içinde, düzen lehine iç çatışma’ olarak okumuştur. 5- Darbe başarılı olsaydı düzenin emperyalist karakteri değişmeyecek, sermaye egemenliğinden bir şey eksilmeyecekti.6- Darbe, savaşı bitirmek için değil, cephe sayısını teke düşürmek için hazırlanmıştı. Sürdürülmesi istenen tek cephe, Sovyet cephesiydi.7- Nazizme karşı asıl direnişi içeride KPD, dışarıda Kızıl Ordu verdi.

Page 14: AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı ve şeriat var O …tkp.org.tr/sites/default/files/boyun-egme/boyunegme_sayi...SOSYALİZM! AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı

14 28 Temmuz - 3 Ağustos 2017

eçtiğimiz Ocak ayının başından itibaren Otoma-tik Katılım adıyla, 45 yaş altında olan özel sektör ve kamu emekçisi tüm işçiler Bireysel Emeklilik Siste-mine zorunlu olarak dahil

edilmeye devam ediyor.Kamuda çalışan işçiler ve

657’ye tabi devlet memurları 1 Nisan 2017’den itibaren sisteme sokuldu. Özel sektör-de çalışan işçilerse çalışan işçi sayısına göre sisteme dahil edildi.

Aslında 2018 yılı ve son-rasında geçilmesi planlanan sistem, AKP’nin ve bireysel emeklilik şirketlerinin işbirli-ğiyle alelacele Meclis’e getirildi ve onaylandı.

ACELENİN SEBEBİ NEYDİ?AKP’nin bu acelesinin te-

mel sebebi, ücretli çalışanları tasarrufa zorlamak, tasarruf için biriktirilen parayı fonlar

üzerinden pi-yasaya sürmek, fonda biriken parayı patronla-rın kullanımına sunmak ve giderek artan ekonomik sıkıntıyı bu şe-kilde atlatma-ya çalışmaktı.

Bunun-la birlikte 2001 yılında yayımlanan ve sisteme dair ilk çıkan yasa olan Bireysel Emeklilik Tasarruf ve Yatırım Sistemi Kanunu’nun yayımlanmasın-dan 6 ay sonra yürürlüğe giren sistemin sermayeye kazan-dırdıkları patronlara yetmedi. Sermaye gözünü daha büyük bir pastaya dikti ve pastadan daha büyük bir pay istedi.

Hal böyle olunca, işçileri tasarruf ve mutlu emeklilik

vaadi ile kandırmak için tüm olanaklar seferber edildi. Broşürler hazırlandı, kamu spotları sabahtan akşama kadar tüm televizyon kanalla-rında defalarca gösterilmeye devam etti. Yayınlanan kamu spotunda zorunlu olarak bireysel emeklilik sistemine dahil edilen kişinin, sistemden emekli olduğunda yaşayacağı güllük gülistanlık(!) hayatın uzun sayılabilecek bir tarifi vardı. Sistemden emekli olan bu kişi hemen bir yazlık satın alıyor, sonrasında mutlu bir yüz ifadesiyle ekrandan bize gülümsüyordu. Peki görünen ülke gerçekliği gerçekten AKP’nin kamu spotunda yer aldığı gibi mi? Emekçiler siste-me kandı mı?

Herkesin bildiği gibi Türkiye’de ailelerin tasarruf edememesi, çalışmaları karşı aldıkları ücretlerinin düşük ol-ması, bütçelerinin yetmemesi ve sürekli borçlanmak zorun-da kalmalarından kaynaklanı-yor. Aileler gelirlerinin yarısı

oranında olan borçla başa çıkmaya çalışıyor.

Bu kapsamda Zo-runlu Bireysel Emeklilik Sistemine karşı sistemden neden çıkılması gerektiğini anlatan ve sistemden çıkışı örgütleyen pek çok bildiri yayımlandı, duyuru yapıldı. Emekçiler bu bildirilere kulak verdi, araştırdı ve sistemden çıkmak için cayma hakkını kullananlar beklenenden daha hızlı davrandı.

Yani halk bu sisteme kanmadı ve getirilmek istenen sisteme açıkça HAYIR dedi…

Özel sektörde çalışan işçilerin sistemden ayrılma oranı %62, memurlarda ise %49 civarında. Yani toplamda zorunlu olarak Bireysel Emek-lilik Sistemine dahil edilenle-rin %58’i sistemden ayrılmış görünüyor.

G

Emekçiler sermayeye kanmadı ve getirilmek istenen

sisteme açıkça HAYIR dedi… Özel sektörde çalışan

işçilerin sistemden ayrılma oranı %62, memurlarda ise

%49 civarında. Yani toplamda zorunlu olarak Bireysel

Emeklilik Sistemine dahil edilenlerin %58’i

sistemden ayrılmış görünüyor.

Emekçiler patronları ‘BES’lemedi!

RAKAMLARLA ZORUNLU BİREYSEL EMEKLİLİK SİSTEMİ

İşçi Sayısına Göre İşyerleri

Zorunlu Olarak Sisteme Giren İşçi Sayısı

Zorunlu Bireysel Emeklilik Sisteminden Çıkış Yapan İşçi Sayısı

Zorunlu Bireysel Emeklilik Sisteminde Kalan İşçi Sayısı

Çıkış Oranları

1000 ve üzeri 2.220.172 1.386.942 833.230 %62,47

250-999 arası 1.628.552 995.977 632.575 %61,15

Kamu Emekçileri

2.100.234 1.030.498 1.069.736 %49,06

Toplam 5.948.958 3.413.417 2.535.541 %57,37

Page 15: AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı ve şeriat var O …tkp.org.tr/sites/default/files/boyun-egme/boyunegme_sayi...SOSYALİZM! AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı

1528 Temmuz - 3 Ağustos 2017

aha birinci ayını doldurmadan ortaya çıkan tabloyla, “asıl hukuksuzluk OHAL ve KHK’lerini kabullen-mek” demiş, sınıfsal-lığı açık olan ve emeği

baskılayan OHAL’e mahkum olmadığımızı vurgulamıştık. Bir yıllık tablonun çeşitli kıyım istatistikleri Boyun Eğme’nin geçen sayısında yayımlandı.

Hukuk tablosu da kapka-ra. Bir yıl içine sığan 26 adet OHAL KHK’si var. Ayda iki KHK’yi aşan bir ortalama önemli ama genel tabloyu vermesi için yetersiz. 26 KHK, yürütme ve yürürlük dışında 794 maddelik hüküm içeri-yor, 284 yasaya ve 44 KHK’ye müdahale ediliyor.

Bu maddelerin OHAL’in gerekli kıldığı konulara düşen bölümü, kaba bir bakışla yüz-de 20’ye ulaşmıyor. Anayasa izin vermediği halde OHAL KHK maddelerinin yüzde sekseni hem OHAL süresiyle hem de OHAL konusuyla ilgili değil, genel konuları içeriyor ve süresiz uygulama getiriyor. İşte Anayasa Mahkemesi’nin, kendi içtihadını yok sayarak denetlemem dediği bölüm burası. Ve işte yargının bu hukuksuz düzeni yaşatmaya katkısının açık örneği.

Bunların arasında OHAL KHK’leri de var tabii. Daha ilginç olanı ise 26 KHK’nin yalnızca 5’i Meclis’te görüşüle-rek yasalaştı; OHAL KHK’leri bu yasalarda da değişiklik ya-pıyor. Cumhurbaşkanı ve ba-

kanlar kurulu KHK’leştiriyor, Meclis yasalaştırıyor, cumhur-başkanı ve bakanlar kurulu yeniden KHK’leştiriyor.

MECLİS NE İŞE YARADIOHAL’li bir yılda TBMM ne

yapmış kısaca ona da bakalım: İlk bakışta TBMM sıkı çalışmış gözüküyor. 307 yasaya onay veren bir Meclis var, bir yıl için hayli yüksek bir sayı ama yanıltıcı. Bu yasaların 279’u uluslararası ikili anlaşmala-rın ya da çoklu sözleşmelerin onaylanma-sının uygun bulunmasıyla ilgili. Bunun anla-

mı, kapitalist ilişkilerin emperyalist dünyaca belirlenmiş hukuk desteğine duyduğu ihtiyaca verilen yanıt. AKP bu ihtiyaca hatırı sayılır ciddiyet-le yanıt veriyor ve buna Meclis de katılıyor.

Bu 279 yasayı çıkarırsak, TBMM’nin bir yıllık tablosun-da 28 yasa kalıyor. 26 KHK’ye karşılık 28 yasa… Bunlardan 5’i OHAL KHK’leri onay yasası -ki bu yasaların OHAL KHK’leri ile delindiğini yuka-rıda söyledik; biri de Anayasa

değişikliği.Kalan 22 yasanın iki

belirgin özelliği göze çarpıyor. Birincisi, torba yasalar… Tıpkı KHK’ler gibi yasalar da birden çok yasaya ve maddeye el atı-yor. Böylece içinden çıkılmaz hale gelen bir hukuk düzen-sizliği, hukuk diye görücüye çıkıyor.

İkinci özellik ise nicelik-sel kargaşadan daha önemli: içeriksel… Aslında bu özellik, yalnızca yasalar için değil, KHK’ler için de geçerli. Hem yasaların hem de KHK’lerin sınıfsallığından söz ediyoruz. Sermaye sınıfının selameti, refahı ve istikrarı için olanak-ları seferber ederek peş peşe gelen yasalar her şeyi sermayeye aktar-

ma döneminin de kahraman-ları(!) oldu.

2016 yılı, “yatırım or-tamının iyileştirilmesi” “uluslararası işgücü”, “bazı alacakların yeniden yapılan-dırması”, “bireysel emeklilik tasarruf ve yatırım sitemi” , “Türkiye Varlık Fonu A.Ş. kurulması”, “yatırımların proje bazında desteklenme-si”, “ticari işlemlerde taşınır rehni” gibi yasalarla sahnede yerini alırken 2017 yılı, “sınai mülkiyet”, “serbest bölgeler”, iki kez daha “bazı alacakların yeniden yapılandırması” ve ni-hayet “sanayinin geliştirilmesi ve üretimin desteklenmesi” gibi yasalarla bugüne geldi. Bu yasalarla birçok yasada ve KHK’de de değişiklik, ekleme ve çıkarma yapıldı.

Sermaye yasalarla beslenir-ken OHAL KHK’leri emek-

çileri bastırıyor, emeği esnek ve güvencesiz hale getiriyor. AKP’nin “OHAL’sizlik” gibi

bir seçeneği yok artık. Memnuniyeti zirvede olan

sermayenin de özde bir şikayeti yok.

Bir yanda en çetrefilli ve belalı konuları yasa-

ma organının elinden alan OHAL düzeni,

ardında da cum-huriyeti, nitelikleri

arasındaki “laiklik” ve “hukuk

devleti” gibi en temel iki alanla

birlikte yıkan siyasal iktidar. Bir yanda, emek

dünyasını tarumar eden baskı düzeni, ardında da sömürü düzeninin devamı için otoriterleş-tirilen rejim. Seçenek ve olanak ise emekçinin, işçi sınıfının beyninde ve gücünde.

D

Sermaye yasalarla beslenirken OHAL KHK’leri emekçileri

bastırıyor, emeği esnek ve güvencesiz hale getiriyor. AKP’nin

“OHAL’sizlik” gibi bir seçeneği yok artık. Memnuniyeti zirvede

olan sermayenin de özde bir şikayeti yok.

ALİ RIZA AYDIN

OHAL’li bir yıl:

Baskı zirvede, hukuk tarumar, sermaye bahtiyar

Page 16: AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı ve şeriat var O …tkp.org.tr/sites/default/files/boyun-egme/boyunegme_sayi...SOSYALİZM! AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı

16 28 Temmuz - 3 Ağustos 2017

apıcılar grubundan Ulaş Özer ve Gizem Gül ile, Yapıcılar’ın müziği ve onun günümüz popüler müziği ile ilişkisi üzerine konuştuk.

Merhaba. Çok temel bir soruyla başlayalım isterse-niz. “Yapıcılar” ismi güçlü çağrışımlar taşıyor, gru-bunuzun her grupta olma-yan özellikleri var ama bir yandan çok aşina olduğu-muz yanları da var. Böyle bir model, böyle bir müzik

yapma fikri nasıl ortaya çıktı?

Ulaş: Yapıcılar’ı 2015’te çe-kirdek bir ekiple kurduk. Daha sonra Gizem, Kardelen ve Yusuf’un katılımıyla büyüdük. Müzik yapmayı çok seviyo-ruz fakat farklı bir amacımız da var bizim. Popüler müzik yapıyoruz ama bu, Türkiye’de ve dünyada kirlenmenin de çok yoğun olduğu bir alan. Bu alanda tanımladığımız bir boşluk var ve bunu doldurmak istiyoruz. Grupta mesleği müzisyenlik olan, hayatını bu

işten kazananların yanında farklı işler yapıp müzik yap-maktan keyif alan arkadaşla-rımız da var. Gizem genetikçi mesela. Müzik yapmak iste-mek bizim ortak noktalarımız-dan sadece bir tanesi. Bunun yanında topluma söylemek istediklerimiz var ve bunları müziğimizle söylüyoruz.

Bu açıdan Yapıcılar “tez-li” bir grup diyebilir miyiz?

Gizem: Evet, diyebili-riz. Şöyle; biz tabii ki sanat üretmekten hoşlanan insanlar olarak bir aradayız. Bu, birlikte vakit geçirmeyi sevmeyi, ara sıra stüdyoya girip “ya şöyle bir şarkı yaptım” diye amatör bir hevesle çalmayı içinde barındırıyor kuşkusuz; ama bir taraftan da ürettiğinin ne gibi bir amacı olduğunu da akılda hep tutan, müzikle ve pop müzik alanıyla bu şekilde etki-leşen bir yanı var. Öte yandan, “ben işimi yaparım o kadar” düzeyinde olmasa da profes-yonel bir yönü de. İkisinden de beslenen ve grubun üyelerinin

yaşama bakışıyla da şekillenen bir üçüncü tarz olarak tarif edebiliriz.

Piyasacı müziği eleştiririz, her türlü yozlaşmayı içinde barındırır. Ama bugün alter-natif müzik de muhalifliğinin dozundan bağımsız olarak umutsuzluğa bürünmüş durumda. Müzikal olarak kimi iyi şeyler üretilse de, toplumla bağını mevcut durum üzerin-den kuran, onu daha ileriye çekme amacı güdemeyen bir muhaliflik. Biz gözümüzü bu eksikliğe, bu boşluğa dikmiş durumdayız.

AÇI KAPANMAZ AMA DARALTILABİLİR

İkinizin de yanıtında “popüler” kelimesi geç-ti.Türkiye’de pop müzik dendiğinde pek hayırlı bir şey anlamıyoruz, ama bir yandan da bir sanatçının popülarite arayışı gayet do-ğal, olması gereken bir şey. Bu gerilimi nasıl çözümlü-yorsunuz?

Ulaş: Biraz temele inelim. “Popüler” sözcüğünün kökeni çok eski. Roma’ya dayanıyor ve aslında siyaset alanıyla ilgili bir sözcük. Halka ait olan ama aynı zamanda “değersiz, ba-yağı” anlamı da taşıyor. Sınıflı toplumun ortaya çıkmasıyla müzikte, sanatta, kültürde de egemenler ile ezilenler ara-sında bir ayrışma yaşanıyor. Bugün bu ayrışma alabildiğine belirginleşmiş durumda.

Bizim yapmaya çalıştığı-mız insanlarla ilişki kurmak, toplumla ilişki kurmak fakat aynı zamanda bu popüler alanın da tarihsellikle ilişkisini kurmak. Dolayısıyla insanlığın müzikal birikimini popüler alana taşımak gibi bir gayemiz de var. Bugünün koşullarında bu tarihsel açının kapanabile-ceğini düşünmüyoruz, fakat daraltılabileceğine inanıyoruz.

Gizem: Popüler kültür tek başına kötü bir anlam taşımı-yor ama toplumsal koşullar tarafından belirleniyor. Bugün koşullar yoz, o da yoz. Hatta

Y

“Yapmaya çalıştığımız insanlarla, toplumla ilişki kurmak fakat

aynı zamanda bu popüler alanın da tarihsellikle ilişkisini kurmak.

İnsanlığın müzikal birikimini popüler alana taşımak gibi bir gayemiz

de var. Bugünün koşullarında bu tarihsel açının kapanabileceğini

düşünmüyoruz, fakat daraltılabileceğine inanıyoruz.”

Söyleşi: NEVZAT EVRİM ÖNAL

‘Söylemek istediklerimiz var ve müziğimizle söylüyoruz’

Page 17: AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı ve şeriat var O …tkp.org.tr/sites/default/files/boyun-egme/boyunegme_sayi...SOSYALİZM! AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı

1728 Temmuz - 3 Ağustos 2017

günümüz pop müziğinin sü-rekli sevdiği insanın aklına ha-karet eden, kişiliğine saldıran, sevgisini böyle anlatan şar-kılarına ben çok gülüyorum. Ama bu alanın barındırdığı dinleyiciyle buluşma potansi-yelini yadsıyamayız ve bu pop müziği dinleyen insanların o yozlaşmayı sahiplenen, daha iyisini hak etmeyen bir kitle olduğunu düşünemeyiz.

Şunu diyebilir miyiz: Bugünün popüler kültü-rünü karakterize eden şey değerlerini kaybetmiş olması, yerleşik değerlere sahip olmaması.

Gizem: Evet ama bu sade-ce müziğe içkin bir şey değil, bütünüyle toplumsal.

O zaman hemen ardın-dan şunu soralım. Yapıcı-lar’ın müziği hangi değer-ler üzerinde yükselir?

Gizem: Yapıcılar’ın müziği öncelikle bu toplumun aydın-lanmacı birikimine dayanır. Burada müzik yapmak için bir araya gelenlerin asla arkasını dönmeyeceği temel değerlerin başında bu var. Buradan de-vamla, Yapıcılar bu başlıktan nasıl bir mücadele çıkartabi-liriz, bugün ya da gelecekte toplumsal hareketlerle nasıl karşılıklı etkileşim içerisinde oluruz bunu düşünür. Üçün-cüsü, sosyalizm mücadelesi sa-natımızın bir yerinde muhak-kak durur çünkü komünistiz; eşitlikçi, aydınlanmacı, ilerici bir kurtuluşun sosyalist bir düzende olduğunu düşünerek

sanat yapıyoruz.Ulaş: Topluma dayandığını

sen söyledin, aynı zamanda bir tarih bilincine de dayanı-yor. Sadece siyasal anlamda değil;insanlığın bir müzikal mirası var. Bu, büyük ölçüde verilen mücadelelerin ürünü ve bizim kazanımımız. Bu birikimin günümüz popüler müziğiyle de sentezlenmesi durumu söz konusu burada. Bunlardan en önemlisi çok seslilik. Popüler müzik bildi-ğimiz anlamda çok sesliliğe uzak fakat bizim müziğimiz aynı zamanda çok sesli olmayı da deneyen, çok sesliliği temel bir unsur olarak müziğine taşımayı amaçlayan bir müzik aynı zamanda.

Bazı değerlerden bah-settiniz ama bu değerlerin bugünkü toplumda yaygın güncel karşılıkları yok. Bu durumda Yapıcılar’ın mü-ziğine avangart diyebilir miyiz?

Ulaş: Hayır diyemeyiz. Müzikte biçim arayışları değerlidir, fakat müziğin tarih ve toplumla ilişkisini kopardı-ğınız zaman yalnızlaşırsınız. Bugünün modern sanatında yaşadığımız şey bu. Aslında bu yeni bir olgu da değil, roman-tizmle birlikte ortaya çıkmaya başladı müzikteki bireycilik. Özellikle 1950’lerden sonra avangart sanatın devrimci bir sanat olarak kutsanma-sı sonrasında daha belirgin hale geldi. Burada kelimenin anlamı değişiyor; devrimci sanat, toplumla bağı olmayan

bir şeymiş gibi sunuluyor. Dolayısıyla biçim arayışlarının değerli olduğunu, ancak kalıcı yeni biçimlerin, yeni bir insan-la birlikte ortaya çıkacağını düşünüyorum kendi adıma.

SINIFIN İLİŞKİ KURABİLECEĞİ ŞARKILAR YAPMAK İSTİYORUZ

O zaman biraz da üreti-me gelelim. Şu ana kadarki repertuarınız büyük ölçüde şiir besteleri üzerine kuru-lu. Ama bir yandan da hem sözleri özgün hem beste-si size ait, yani sıfırdan yaratılmış şarkılarınız var, mesela çok sevdiğim Yelde-ğirmeni. Hedef ne burada?

Ulaş: Evet, bizim hâliha-zırda yazılmış şiirleri beste-lediğimiz doğru ve buradaki amacımız ülkenin aydınlık değerlerine, komünist şairle-rine sahip çıkmaktı. Nâzım, Aziz Nesin, Hasan Hüseyin… Ancak, esasen kendi sözümü-zü söylememiz gerektiğini düşünüyoruz. Bugün, otuz yıl öncesine göre çok daha kentli bir işçi sınıfı var ve bu sınıfın ilişki kurabileceği şarkılar yap-mak istiyoruz. Hem müzikal olarak hem de içerik olarak amaçlarımızdan bir tanesi bu.

Gizem: Şu da var: Şiirle-rini bestelediğimiz insanlar sadece kendi dönemlerinin yetenekli şairleri değildi. Çok karanlık zamanlarda umudu görmüş, çıkışın örgütlülük-le olacağını bilen, söyleyen, sanatına yediren insanlardı bunlar. Böyle ürettiler. Ama tabii ki bizim dönemimize ait

olmayan şiirlerin besteleriyle söylenebileceklerin bir sınırı var. Dünyanın emekçilerin ellerinde yükseleceğine inanı-yoruz, o zaman yüzümüzü o sınıfa dönüp, onun öyküsünü anlatan ve onu mücadeleye çağıran şarkılar yapmalıyız.

Peki, o zaman çok merak edilen soruyu da soralım: Albüm ne zaman?

(Gülüşmelerin ardın-dan) Ulaş: Şöyle, biraz daha zaman geçirip müziğimizin özgünlüklerini ortaya çıkar-mamız gerekiyor. Yani net-leşmemiz, müziğimizin biraz karakter kazanması gerekiyor. Şu anki halimizle güzel oldu-ğunu düşünüyoruz, severek çalıyoruz, dinleyenlerden böy-le dönüşler alıyoruz. Fakat “or-taya karışık” şeklinde bir tablo var hâlâ. Sadeleşmek gerekiyor bence. Bu zaman isteyen bir şey. Bunun ötesinde, grubun genişlemesinden bahsetmiş-tim, yeni enstrümanlar katıldı, yeni vokaller katıldı ve bunla-rın önümüze açtığı olanaklar söz konusu. Dolayısıyla daha vakit var albüm için.

Gizem: Ama kayıtlara başladığımız doğrudur…

İşte bu iyi haber. Vakit ayırdığınız için çok teşek-kürler.

Ulaş ve Gizem: Biz teşek-kür ederiz.

YELDEĞİRMENİ

Dönüyor dünyaDönüşüyor hayatKaldırımlarda ayaklarYürüyen durana karışıyor

Sen dursan durmaz yaşamEser geçer etrafındanYel, değirmeni döndürürRüzgârı saçında kalan

Yeldeğirmeni durduRüzgârı yok sokağınSaçının rüzgârında sesimSesime gel, dövüşelim

Duruyor değirmenRüzgârını bekliyorKanadının gölgesiSokağın üstüne düşüyor

Rüzgâr biz koşarsak varDöndürmez değirmeniKoşarsak döner dünyaHiç dönmediği gibi

(Söz: Tüluğ Ünlütürk, Müzik: Yapıcılar)

Günselin Seda Çetinkaya (Vokal), Gizem Gül (Vokal),Yusuf Alp Tambay (Flüt), Mevhibe Kardelen Ömer (Keman),

Ulaş Özer (Keman, Klavye), Cem Yarkın (Gitar)Öncü Sancak (Bas Gitar, Vokal), Onur Tunç (Davul)

Yapıcılar’ı grubun Facebook, Instagram ve Youtube hesaplarından takip edebilirsiniz.

Page 18: AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı ve şeriat var O …tkp.org.tr/sites/default/files/boyun-egme/boyunegme_sayi...SOSYALİZM! AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı

18 28 Temmuz - 3 Ağustos 2017

u topraklarda resmen ve alenen ilk sansür 10 Mayıs 1876’da “Âli Kararname” ile yasada yerini aldı. Padişah 2. Abdülhamit’ti. Devir istibdat devriydi.

Bu topraklarda sansürün en taze ve güncel örnekleri “Kanun Hükmünde Kararna-meler” ile devam ediyor. Padi-şah değilse de kötü bir taklidi var koltukta. Devir zorbalık devri.

O eski devirlerde sansür memurları, devletin görevlen-dirdiği yerlerde gazetelerin “yazmaması” gereken noktala-rı çıkartıyordu.

Bu devirlerde durumdan vazife çıkaran basın savcıları, bir sansür memuru gibi davra-nıp iddianame yazıyor, gazete-ci tutukluyor, hapse atıyor.

O devirlerdeki sansür tam 32 yıl sürdü. 24 Temmuz 1908’de Hürriyet Devrimi’yle birlikte sona erdi.

Bu devirlerde baskı, göz-dağı, yıldırma, sansür, tehdit, hapis devam ediyor hâlâ… İlk resmi sansür 1876’da oldu-ğuna göre, gönül rahatlığıyla şunu söyleyebiliriz: Basında sansürün devam edişinin 141’inci yılı!

Türkiye’de hiçbir dönemde gerçek anlamda bir özgürlük-ten söz etmek mümkün olma-dı, tıpkı eşitlikten de söz edile-meyeceği gibi… Ama 2017’nin 24 Temmuz’unun verileri, önceki yıllara göre daha can

yakıcı. Türkiye Gaze-teciler Cemi-yeti’ne göre şu an 160 gazeteci tutuklu. Ve yine çeşitli kaynaklardan derlenen verilere göre 20 Temmuz 2016’daki olağanüs-tü hal ilanından bu yana, yani son bir yılda 350’den fazla gazeteci gözaltına alındı, 100’den faz-lası tutuklandı, 170’i aşkın medya kurulu-şu kapatıldı.

1865-1922 yılları arasında yaşayan İngi-liz Daily Mail gazetesinin sahibi Lord Northcliffe, “Güç odaklarının örtbas etmeye çalıştığı her şey haberdir, gerisi reklamdır” diyordu. Buradan yola çıka-cak olursak, günümüzde de güç odaklarının, patronların, yağmacıların ve işbirlikçile-rinin istemediği, yasakladığı,

bastırdığı, cezalandırdığı her şey haber, gerisi reklam…

Basında sansürün kaldırılı-şının 109’uncu yıl dönümü, bu yıl tam da Cumhuriyet gazete-sinin 17 yazar, çizer, muhabir,

avukat ve yönetici-sinin yargılanmaya başladığı güne denk geldi. 268 gündür cezaevinde tutuklu bulunan Cumhu-riyet çalışanları, 24 Temmuz günü, yani basında sansürün kaldırı-lışının yıl dönü-münde Çağlayan Adliyesi’nde hâkim karşısına çıkarıl-dılar.

AKP tarafından 268 gündür mah-

pus tutulan Cumhuriyet çalışanları, kelime-nin tam anlamıyla

“fantastik” diye nitelen-

dirilebilecek bir iddiana-

me karşısında kendilerini

savunmaya çalış-tılar. Örnek olsun,

Cumhuriyet’in icra kurulu başkanı Akın Atalay’ın tutuklan-ma gerekçelerinden biri şöyleydi: Evinin salonunun parkeleri-

ni yenileyen ve bunun karşılığında 2 bin 500 lira ödediği parkecinin oğlunun “FETÖ”cü bir restoranda yemek yemesi!

Akın Atalay, savunmasında bu duruma isyan ediyor, "Çok güç ve inanılması gerçekten çok zor olan, fantastik bir irti-batlandırma çalışması ile karşı karşıyayız" diyordu.

Cumhuriyet gazetesi da-vasının siyasi bir dava oldu-ğu, hukuki bir yönünün hiç bulunmadığı aşikâr. Tıpkı AKP döneminde açılan diğer da-valar gibi. Tıpkı “hükümsüz” olduğu ta en başından belli olan Ergenekon davaları gibi.

AKP’nin basına açtığı davalar mı?

Bir sabah uyandığında kendisini sebebini anlamadığı bir suç nedeniyle dava edilmiş bulan Josef K. adlı roman kahramanını yaratan Kafka’ya şapka çıkarttıracak cinsten.

B

Hayır, başlıkta bir yanlışlık yok… Evet, herkes

basında sansürün kaldırılışının 109’uncu yılını

kutluyor görünebilir... Ama bu topraklardaki

ilk resmi sansürün 1876’da II. Abdülhamit

istibdadında yaşandığı kabul ediliyorsa eğer,

basit bir matematik hesabıyla 2017 yılında

Erdoğan istibdadında yaşayanlar “Basında

sansürün devam edişinin 141’inci yılını”

yaşıyorlar demektir.

AHMET ÇINAR

1876’daki ilk sansürden bugüne…

Basında sansürün 141’inci yılı!

Page 19: AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı ve şeriat var O …tkp.org.tr/sites/default/files/boyun-egme/boyunegme_sayi...SOSYALİZM! AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı

1928 Temmuz - 3 Ağustos 2017

SERMAYE DÜZENİNİN SAADET ZİNCİRİ

1. HOCA EFENDİ, TERÖR ÖRGÜTÜ ELEBAŞISI OLURSA…“FETÖ” diyorlar, böylece geçmişte “Hoca Efendi” diye kutsadıkları şahsiyetle bağla-rını koparıyorlar. O zaman hocaydı, şimdi terörist! Oysa o hep aynıydı… Devletin anahtarını teslim etmişlerdi kendisine. Uluslararası bağlantılar kuruyordu, TSK ile birlikte sermayenin yeni yatırım alanlarına girişini kolaylaştırıyordu, gericiliği liberal ve hatta solcu unsurlar üzerinden yavaş yavaş meşrulaştırıyordu. Devletin anahtarı da de-ğil aslında, düzenin anahtarı teslim edilmişti kendisine.

2. KUYRUĞA GİRMİŞTİNİZ YAHUYani devlete sızmamıştı, kimseyi aldatma-mıştı. Bugün ona ağız dolusu küfredenlerin çok büyük bölümü sahtekardır. Cemaat örgütlenmesinin boyutlarını ve amacını on yıllar öncesinde deşifre eden dürüst araştır-macı ya da siyasetçileri bir kenara koyarsak herkes bu saadet zincirinin bir yerine yerleş-mişti, yerleşmeyenler pozisyon elde etmek için can atıyordu.

3. MESELENİN ÖZÜCan atıyordu çünkü bu saadet zinciri, ulus-lararası sermayenin bir tür nakil hattıydı; ekonomik, siyasal, ideolojik. Cemaati deşifre edenlerin bir bölümü işin sınıfsal boyutunu görmedikleri, meseleyi ABD’ye ya da dinsel-leşmeye daralttıkları oranda hata yaptılar, hatta tuzağa düştüler.

4. İSTEDİĞİNİZ KADAR HAKARET EDİN15 Temmuz Darbe girişiminden sonra herkes birbirini “FETÖ”cülükle suçluyorsa bunun bir nedeni, düzen içi aktörlerin hemen tamamı-nın sözünü ettiğimiz saadet zincirinin parça-sı olmasıdır, yani suçlamaların “meşru” bir zemini vardır ve hakaretle, küfürle bu zemin değişmez. Zeminin çimentosu sermaye düzenidir.

5. ŞEBEKEDE SORUN VAR AMA…Şimdi düzenin anahtarı yasa dışı ilan edilmiş durumda ama sermaye düzeni, uluslararası bir olgu olarak orta yerde duruyor. Bu düzen nasıl Erdoğan sonrasını sağlama almadan Erdoğan’ın ipini çekmiyorsa, Fethullah Gü-len’e kurdurulan şebekeden de vazgeçemez. Bu şebekenin bazı halkaları kopmuş, bazı halkaları ise gevşese de… Sistemi bir bütün olarak tutan sermayenin kendisidir.

6. SERMAYENİN YETENEĞİDolayısıyla Fethullah Gülen’e, cemaate, “FETÖ”ye küfretmek, onu suçlamak bir değer taşımamaktadır. Uluslararası sermaye, iç çelişkileri ve de ortak çıkarları ile, kendi zemininde duran bütün aktörleri konumlan-dırma, değerlendirme ve işlevlendirme ye-teneğine (eskisinden de daha fazla) sahiptir.

7. İŞBİRLİĞİ DEVAM EDİYORŞimdi şöyle bir noktaya gelinmiştir: Erdo-ğan, Fethullah Gülen’in kolunu kanadını kırmış ama onun kendisine iktidar olanağı veren bazı unsurlarını elde tutmaya karar vermiştir. O unsurlar, Erdoğan’ın “sistem içi” kalmasının güvencelerindendir. Düzen muhalefeti, Fethullah Gülen’le değil onu gözden çıkarmayan “düzen”le devam etme-nin daha güvenlikli olduğunu anlamıştır. Yön ortaklığını sermaye sağlayabilir, buna kim ne diyecek!

8. GÜLEN DE KENDİNİ KORUYACAK!Fethullah Gülen, ancak herkes tarafın-dan kullanılabilme özelliğini koruyarak var olabileceğini anlamıştır. Ancak bunun aynı zamanda harcanma riskini artırdığı-nı görerek, sürekli hamle yapmaktadır. O düzen muhalefetinin hakaretlerine katla-nabilir ama Erdoğan’dan gelecek “FETÖ”cü suçlamasını püskürtmek için yeni tasfiyelere öncülük etmesine izin veremez. Bu nedenle “darbeciler arasında laikler, kemalistler de vardı” ve de “yeni darbeyi kemalistler yapa-bilir” kartını bir kez daha açmıştır.

9. SON SÖZ:İleride halkımız davasını açtığında iddia-namede şu yazacaktır: Hepiniz Fethullah-çıydınız; sizi o örgüte sermaye düzeni üye kaydetti.

Kemal Okuyan

dokuzmaddede

FETHULLAHÇIOLMAK

Page 20: AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı ve şeriat var O …tkp.org.tr/sites/default/files/boyun-egme/boyunegme_sayi...SOSYALİZM! AKP’nin OHAL’inde işçi düşmanlığı

AKP, ŞERİAT İSTEMEKTEDİR!AKP iktidarı yeni bir gerici hamleyi daha meclise getirdi. Nüfus Hizmetleri Kanunu ile bazı kanunlarda değişiklik yapılan tasarı TBMM’ye sunuldu. Tasarı, il ve ilçe müftülerine nikah kıyma yetkisi veriyor.

Bu tasarı gerici AKP iktidarının gerçek yüzüdür.

Bu tasarı ile müftülüklere nikah yetkisi vermek, kız çocuklarını zorla evlendirmek, küçük çocuklara nikah maskesi altında tecavüzün yasallaşması demektir.

Bu tasarı imam nikahını ve çocuk gelinlerin meşrulaşmasının yolunu yapmak dışında hiç bir anlam taşımamaktadır.

Ancak ve ancak din devletlerinde olabilecek bu tasarı derhal geri çekilmelidir.

Türkiye’nin aydınlanma birikimi, karanlığı ve bu tasarıyı yırtacak güçtedir.