89
Kalb-i Selîm 30 06 Göklere Uzanan Şehir 123 Dergisi Hediyesi... OCAK 2011 Fiyat : 7 TL AYLIK İ L İ M KÜLTÜR VE EDEB İ YAT DERG İ S İ

123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

  • Upload
    others

  • View
    6

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Kalb-iSelîm3006 Göklere

Uzanan Şehir

123

Dergisi Hediyesi...

O C A K 2 0 1 1Fiyat : 7 TLAYLIK İL İM KÜLTÜR VE EDEB İYAT DERG İS İ

Page 2: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Başyazı Sebahaddin ATEŞ

DAĞLARI AŞAN DUYGULARİnsanın hayat tecrübesinin artması biraz da seyahatle alakalıdır. Gezip gördüğümüz ülkeler, şe-

hirler, oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir.

Bir de şehirleri insan hafızasına kazıyan tabi güzellikler, manevî özelikler vardır. İşte bu sayı-mız da anlatılan Ağrı Dağı aynı zamanda bir şehrin sembolü olmuştur. Bundan birkaç yıl önce Va-kıf Başkanımızla birlikte Doğu Anadolu ve Karadeniz Bölgesine bir kültür gezisi düzenlenmişti. O zaman Ağrı Dağı’nı görme heyecanıyla gidildiğinde, bulutların bir tül perde gibi önünü kapattığını gördük. İkindi vakti yakındı, Vakıf Başkanımız, “İkindi namazını kılalım, inşallah yüzünü bize gös-terir” buyurdu. Namazlarımızı ifa ettikten sonra bulutların açılarak azametli Ağrı Dağı’nın ihtişa-mını iştiyakla seyrettik. Cenab-ı Allah’ın büyüklüğünü, her şeye kudretinin yettiğini, dağları sabit bir düzen ve denge içerisinde yarattığını bir kez daha yakinen Ağrı Dağı’nın yüzünde izledik. Her varlık kendi dilince Mevlâ’yı zikreder, Hakk’ın birliğine şehadet eder. Kendi lisanınca hakikati an-latır, şu beyitte dillendirildiği gibi:

Cûşa gelir dağ ile taş feryâd eder vakt-i seher / Her nesneyi kaplar telâş feryâd eder vakt-i seher

Dağlar aynı zamanda sevgiyle örülmüş şiirlerde, aşılması gereken merhaleler olarak önümüze çıkar. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.) Dîvân’ında şöyle buyurur:

Ey hûblar şâhı sen eylesen fermân / Cânımı yoluna eylesem kurbân / Gönlüm ârzûsu bu dildeki efgân / Dağları aşasım geldi sevdiğim / Sana kavuşasım geldi sevdiğim

Sevgiliye kavuşma arzusuyla canını feda edercesine dağları aşmanın bir sevgi nişanesi olduğu-nu görürüz. Ferhat da Şirin için dağları yarmadı mı?

Deldirir dağları Şîrîn leb ile Ferhâd’a / Aklı Mecnûn olânın kâkül-i Leylâ’da kalır

beytinde Mecnun gibi, Ferhat gibi sevenlerin aklının, fi krinin sevilende olduğunu, onun için dağların delindiği bir kez daha beyan edilir.

Şehirlerin dağları, tarihî yapıları elbette insanların dikkatini çeker. Ancak manevî merkezleri, camileri, medreseleri ve türbeleri de o şehrin manevî tapularıdır. Onun için de büyüklerimiz, hangi şehre gidileceğine dair izin talep edildiğinde sevenlerine o ildeki maneviyat erenlerinin veya tarihî mekânların ziyaret edilmesini tavsiye etmişlerdir.

Dergimizin bundan sonraki sayılarında değişik şehirlere yolumuz düşecek. Şehirlerimizi tari-hiyle, kültürüyle, manevî özellikleriyle dolaşmaya, tanımaya, tanıtmaya yardımcı olacağız.

Increasing the life experience is related with travelling to some extent. We have more knowledge

and become more experienced by means of the countries, cities we visit, and by learning the culture

and the industrial developments there.

In addition, there are natural beauties and spiritual features that make the cities unforgettable for

the visitors. Here, Ağrı Mountain we focus on in this issue has become a symbol of a city.

The mountains and the historical places of the cities precisely attract people. However, the spritual

places, mosques, madrassas and tombs are like the moral deedsof the cities. Therefore, when it is as-

ked for permission to visit a city, the historical places and the places of moral leaders in the city are es-

pecially suggested to visit.

EMOTIONS BEYOND THE MOUNTAINS

Page 3: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

SOMUNCU BABA / AYLIK İLİM - KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nın Yayın Organıdır

KurucusuA. Şemsettin ATEŞ

Yaygın Süreli - ISSN: 1302-0803

YIL: 17 SAYI: 123 Ocak 2011 Basım Tarihi: 01 Ocak 2011

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adına

İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın YönetmeniSebahaddin ATEŞ

Yazı İşleri MüdürüHulûsi YAYLA

Yayın Editörü Musa TEKTAŞ

Kapak İshak Paşa Sarayı / Ağrı

Yapım ARTWORKS

www.artworks-tr.com

Genel Sanat Yönetmeni İlhan SOYLU

Sanat Yönetmeni Volkan ZORBA

TashihAli YILMAZ - Vedat Ali TOK - Yusuf HALICI

ArşivMuharrem AKIN

Abone Bekir CANPOLAT

ReklamZiya TOKSÖZLÜ

Basım-Yayım-Dağıtım-PazarlamaVİSAN İktisadi İşletmesi

Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende / MALATYA

Tel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79www.somuncubaba.net - [email protected]

Dağıtım Kültür Dergi Dağıtım

CTP - Kalıp Çıkış Bizim Repro: (312) 341 10 20

Baskı & ÜretimKozan Ofset

Büyük Sanayi 1. Cadde Arpacıoğlu 2 İşhanı 95/11 İskitler / ANKARA Tel: (312) 384 20 03

Tek Sayı : 7 TL - Kurum Abone : 120 TL1 Yıllık (12 Sayı) Abone : 70 TL

Avrupa 1 Yıllık Abone : 72 EUROAvrupa Tek Sayı Fiyat : 6 EURO

Avrupa Harici Yurtdışı Abone : 102 USDPosta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068

Ziraat Bankası (Darende Şubesi): 26798480-5001IBAN – TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01

Vakıf Bank (Darende Şubesi):TR 47 00015 00 1580 0728 678 4111

Gönderilerin abone adına yatırılması gerekmektedir.

İBADETLERDE SAMİMİYET

Abdullah KAHRAMAN

Özellikle ibadetlerde samimiyetin emredilmesi, ibadetlerin dini ayakta tutma ve dindarlık zihniyetini oluşturma konusundaki öneminden kaynaklanmaktadır.

44

GÖKLERE UZANAN ŞEHİR AĞRI - Meryem Aybike SİNAN (06)

BİR ÖZGE CAN OLMAK - Abdülmecit İSLAMOĞLU (10)

El-AZÎM - Ramazan ALTINTAŞ (16)

İNSAN KALİTESİ VE ŞEHİR - Muhsin İlyas SUBAŞI (26)

KALB-İ SELÎM - Musa TEKTAŞ (30)

AİLEDE MERHAMET - Mehmet Zeki AYDIN (34)

ŞEHİR DÜĞÜMLEDİ BİZİ - Vedat Ali TOK (39)

HEP SENİ ARIYORUM - Bekir OĞUZBAŞARAN (47)

‘ÖZ’LEMEK - Recep AYIK (48)

ŞEFAAT - Mehmet DERE (50)

GÖNDER - Şeref TAŞLIOVA (53)

ÇIRAĞAN VE FERİYE SARAYLARI - Resul KESENCELİ (54)

KİBİRLİ - M. Doğan KARACOŞKUN (58)

ADANA 0 322 457 66 54ALANYA 0 242 518 26 18AMASYA 0 533 681 33 82ANKARA 0 312 324 40 75 ANTALYA 0 530 328 82 86BARTIN 0 378 227 30 64BOLU 0 374 217 42 02BURSA 0 532 766 92 56ÇAYCUMA 0 372 615 19 21ELBİSTAN 0 344 415 01 88G.ANTEP 0 342 321 43 34GEREDE 0 530 512 33 10GÖLCÜK 0 216 344 45 30 İSKENDERUN 0 326 615 73 56İSTANBUL 0 216 472 08 92

İZMİR 0 232 435 90 91K.MARAŞ 0 544 690 45 67KARABÜK 0 542 240 67 63KAYSERİ 0 352 336 03 29KONYA 0 332 233 38 74MALATYA 0 533 331 88 13MERSİN 0 324 336 31 09OSMANİYE 0 328 846 21 39SAKARYA 0 264 339 23 65SAMSUN 0 362 238 79 79SİVAS 0 346 222 08 46TOKAT 0 356 212 24 63TURHAL 0 356 275 86 00TÜRKELİ 0 368 671 24 50ZONGULDAK 0 372 253 24 74

TEVHİDE KARŞIŞİRK

12 Ali AKPINAR

Şirk, bir kısım şeyleri, kimseleri Yüce Allah’a ortak koşma, O’nun konumuna çıkarma, O’na ait sıfatları onlara vermektir. İnsanlık tarihi boyunca çok çeşitli şekillerde kendini göstermiştir şirk.

Page 4: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

KENDİNE DÜŞMAN İNSAN

40

TÜRKÜ SÖYLEYEN ŞEHİRLER

HAYAT ALAN TOZLAR

Cemil GÜLSEREN

Haklarında şehrengiz oluşturulan şehirler ise daha çok eski medeniyet merkezleri olan İstanbul, Edirne, Bursa gibi yerleşim alanlarıdır.

Mustafa BECİT

Kadının tozlarla mücadelesi güneşin kırık pencereden girmesiyle başlar ve uzun bir mücadelenin ardından biterdi. Ancak biten toz olmaz, kadının enerjisi olurdu.

66 80

KAF DAĞI DÜLDÜL - Yunus GÜLDEMİR (61)

HİCÂZ NOTLARI / II - Fatih ERKOÇOĞLU (62)

AMR B. EL-ÂS - Bünyamin ERUL (70)

KIRK HADİS (71)

NE ZAMAN MUTLU OLURUZ - M. Emin KARABACAK (72)

ESKİDENDİ - Olcay YAZICI (75)

AĞRI EVLİYALARI - Yusuf HALICI (76)

SENİ SEVDİM TÜRKİYE’M - M. NİHAT MALKOÇ (79)

ÂHIM BENİM - Mehmet SERTPOLAT (83)

KURU MEYVE - Akın DİNDAR (84)

ÜZÜM ÇEKİRDEĞİ - Şifalı Bitkiler (86)

PİTİ - EKMEK AŞI - Mesude SARI (87)

Enbiya YILDIRIM

Başkasının başarısını hazmedemeyen bir insanın, kendisi dışındakilerin başlarına gelen sorunlardan ne kadar lezzet alacağı âşikârdır.

20

TASAVVUF EHLİ VEKUR’ÂN

Kadir ÖZKÖSE

Tasavvufun başlangıcı Hz. Peygambere kadar uzanmakta olup ilhamını, Kur’ân’da bildirilen Allah kelâmından alır.

Page 5: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 20114

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)

Kırkdokuzuncu Hutbe

Şeyh Hâmid-i Veli Minberinden

Hutbeler

Page 6: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

55

Cemâat-i Müslimîn!

Müslüman kardeşlerim “Ve’l-

mü’minûne ve’l-mü’minât...”

nazm-ı kerîmi gösteriyor ki, bi’l-

umûm müminlerin arasında di-

nen pek kuvvetli, pek ulvî bir

velâyet, bir muzaheret mevcuttur.

Fi’l-hakîka, müminler birbiri-

nin dostu, dinen kardeşidir. Ara-

larındaki din râbıtası her şeyden

daha kuvvetlidir. Cihanın şark ve

garbında bulunan ve muhtelif ırk-

lara, unsurlara ayrılan beşer, ehl-i

İslâm arasında bugün bir din kar-

deşliği vardır ki, bu râbıta onların

nazarında her şeyden daha kıy-

metlidir.

Din kardeşliği, neseben olan

kardeşlikten daha yüksektir.

Bir insan, din kardeşini samîmî

bir halde sever. Fakat kendisiy-

le hem din, hem ahlâk bağı bu-

lunmayan ve neseben kardeşine,

evlâdına karşı bir husumet hisse-

der. Ve çok kere onların ademini

vücûduna tercîh eyler.

İşte uhuvvet-i diniyyenin

kemâli! Hâsılı uhuvvet-i diniy-

ye pek büyüktür. Buna riâyet

eden kimseler arasında adâvet,

bürûdet, huşûnet, gıybet, ha-

sed, iftirâ gibi fena haller bulun-

maz. Hakiki bir müminin kalbi,

bu gibi süfl î hissiyâta bir menba

olamaz. Artık birbirinin din kar-

deşi olan Müslümanlar için ya-

kışır mı ki aralarında, muhâsede

ve münâkaşa cereyân etsin! Bi-

ribirinden müddedlerce dargın

bir halde bulunsun! Yekdiğeri-

nin saâdetine felâketine ortak

olmasınlar! Evliyâ-i kirâmdan

meşâhir-i İslâmiyyeden birisi di-

yor ki: “İşittim ki: Allâh yolunun

erleri düşmanların bile gönülleri-

ni sıkmamışlar. Sana bu makâm

nasıl nasip olur ki? Sen dostlar ile

de cenk ve cidalde bulunur durur-

sun.”

Hâsılı Müslümanların arasın-

daki velâyet, uhuvvet pek kıymet-

lidir, bunu ihlâl edecek hallere

asla meydan vermemeli.

Müminler yekdiğeri hakkın-

da, son derece hayırhâh bulu-

nurlar. Allâhu Teâlâ hazretle-

ri, müminlerin evsâfı sırasında;

“Müminler birbirine ma’rûf ile

emreder. Yekdiğerini münker-

den nehye çalışırlar.” buyuruyor.

Yani müminler, biribirne ma’rûf

ile emr eder; yekdiğerini mün-

kerden nehye çalışır. Emr-i bi’l-

ma’rûf, nehy-i ani’l-münker ise

hayırhâhlık alâmetidir. Diğer en-

dişelik nişânesidir. Bir insan baş-

kasının iyiliğini istemezse, ona

iyiliği tavsiye eder mi? Onu fena-

lıktan men’e çalışır mı?

Hayfâ ki, bazı kimseler, bu

vazîfenin ehemmiyetini takdîr

edemezler. Böyle bir vazîfenin

îfâsını kendi hürriyetlerine bir

tecâvüz mahiyetinde telâkki et-

mek isterler. Ne yanlış telakki!

Bir zât bir şahsa usûlü dai-

resinde selâmet ve saâdet yol-

larını gösterirse, ona fenalık mı

etmiş olur? Bir zât, bir kimse-

yi içine düşmek üzere bulun-

duğu bir kuyunun kenarından

men’e çalışırsa onun hürriyeti-

ne tecâvüz mü etmiş olur?

Farz ediniz ki, bir kimse-

nin hırkası altında bir akrep

var; hemen hemen kendisini

sokup zehirleyecek. Şu tehli-

keyi karşıdan bir zât görüyor.

Derhal vâkî hâli haber veriyor.

Şimdi o kimse bu dostâne ih-

tardan memnun olmalı değil

mi? Bunu hoş görmezse kendi

hayâtına kast etmiş olmaz mı?

Halbûki insanların irtikâb et-

tiği ma’siyetler, şu maddî ak-

replerden daha tehlikelidir.

Zira bu muzur haşerât insanın

nihâyet maddî hayâtına tesir

eder. İrtikâb edilen ma’siyetler

ise insanın mânevî hayâtına te-

sir eyler. İnsanı ebedî saâdetten

mahrûm bırakır. Artık in-

san bu husûstaki tenbihât ve

ihtârâttan nasıl olur da mem-

nun olmaz? Allâhu Teâlâ haz-

retleri cümlemizi İslâmiyetin

ebedî feyzinden bi-hakkın müs-

tefi d buyursun. (Âmîn)

Page 7: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 20116

Şehir GüzellemesiMeryem Aybike SİNAN

GÖKLERE UZANAN ŞEHİR

AĞRI“Neyi arıyorum, kimi soruyorum bilmiyorum, zira öyle çok olaya tanıklık

ettin ki, öyle çok şey gördün ki hangi birini sorayım Ağrı? Ararat diyenlere

inat sen başı dumanlı, zirvesi yüksek heybetli Ağrı’sın! Sen bizimdin,

bizim olarak kalacaksın. Sınırlarımızı sana emanet ettik Ağrı…”

Page 8: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

7

Güneşin üzerinden

ellerini çekme-

diği şehir Ağrı...

Ruhunu göklere, kalbini tari-

hin gizli sandukalarında sak-

layan, ellerini sınır boylarında

Hakk’a açan şehir Ağrı… Göğ-

sünü ve ruhunu Allah’a teslim

eden şehir… Uzak iklimlerin,

el değmemiş çiçekleri sendedir.

Rüzgârların en ferahlatıcısı, en

can alıcı fısıltıları senin bağrın-

da yâre ulaşıyor.

Ağrı Bir Şehir midir, Yoksa Bir Dağ mı?

Yoksa yüreğimin başkentin-

de kopan tufan mıydı? Nuh ız-

dırabının ve merhametinin zir-

ve yaptığı, çağların uyumaya

çekildiği, suların yükseğe çeki-

lip bütün mevcudatı içmeye ko-

yulduğu zamanların yokluğun

ve varlığın sergüzeştini şiirleş-

tirdiği şehir sen misin Ağrı?

Bütün sözlerimin burcunda

sen varsın şimdi. Uzak iklim-

lerin, masalımsı hatıralarım,

düne ait bütün hikâyelerimin

içindesin. Bin türlü efsanenin

içindeki gizemin peşine düş-

müş gelmişim, eteklerine tu-

tunmuşum.

Zirve yüksek, zirve zor, zir-

ve üşütür. Bütün dillere destan

olan, dağ dağ kelimelere yığılır-

sın her daim. Güneşin üzerin-

den atladığı onca dağın ardın-

dan sana uğramaya korktuğu

şafak vaktine yemin olsun, be-

nim yüreğim senin zirvene yer-

leşmeye yürüyor.

Ebu’l-Hasan el-Harakanî

Hazretleri ile yürüsem

Doğubayazıt’a varsam diyo-

rum. Soğuk rüzgârlar değme-

se düşlerime, acıtmasa hatı-

ralar yüreğimi. Ahmet-i Hâni

ile el-Harakanî bağdaş kurup

otursalar bir Selçuklu Camisi-

ne. Sonra zaman sussa, dervi-

şane sözler konuşsa, gönül cûşa

gelse, tefekkür şaha kalksa ne

olur!

Dualar dağın zirvelerini

aşsa ve değse yedi kat sema-

ya. Dualarım ellerimden tut-

sa beni götürse bir seher vakti

tan ağarmadan, serin meltem-

ler esmeden dost ülkesine. Ben

de dost meclisine vasıl olsam.

Ben böylesine sana gelmi-

şim Ağrı.

Şimdi bağrındaki çılgın ve

azgın rüzgârları sustur ve ses

ver bana!

Nuh Peygamber, sana ka-

vuştuğu andan beri başın ha-

valarda Ağrı! Ülkenin serhat

boylarında göğsünü gere gere

durduğun yerde bütün Anadolu

coğrafyasını gözler gibisin.

Çocukluğumun akça ve

pakça yıllarında bütün ma-

sallarımın içindeydin. Kimi

zaman Şahmeranlar çe-

virirdi yollarını, kimi za-

man perilerin uğrak yeriy-

din. Bütün Mecnunların ve

Leylaların sırlı sevdası sen-

de saklıydı. Aşk sendin, sev-

da sendin, bütün ayrılık-

lar, acısını senin omuzlarına

yüklerdi. Sen omuzlardın kı-

rık aşk hikâyelerinin ağırlığı-

nı. Sonra sır olup kaybolurdu

sevdalar, kaf dağına çekilirdi

bütün hayaller. Yoksa o Kaf

dağı sen misin?

“Ağrı dağından uçtum/ça-

yır çimene düştüm” türkü-

sünü yüreğime düşürdüğüm

gün böylesine ihtişamın ol-

duğunu düşünmemişti minik

aklım. Burhan Çaçan ne güzel

söylerdi bu türküyü, ne güzel

seni anlatırdı evladın. Sonra

anladık ki bütün türkülerin

yedi düvele sır olmuş!

Duman duman olmuş ba-

şınla pek gamlısın Ağrı! Se-

nin eteklerinden tutmak ve

ellerine asılmak sonra bağrı-

mı haşin rüzgârlarına vermek

muradım. Yitip gitmek Doğu-

bayazıt ovasında...

Page 9: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 20118

Çayır çimen üzerinde oy-

naşan ak kuzuların, işveli cey-

lanların arasında efi l efi l esen

rüzgâra tutunmak ve İshak

Paşa Sarayına revan olmak.

Şimdi İshak Paşa Sarayı yal-

nızdır, eski neşesini aramakta,

eski günlerin efsunlu şaşaasını

özlemektedir. Büyük bir boş-

luğa düşmüş gibi düşünceli ve

yalnızdır İshak Paşa Sarayı. Za-

man ne zaman geçmiş, gün ne

zaman yitip gitmiş, ayrılık niye

başlamıştır, bilmemektedir.

İshak Paşa’dan bir iz ara-

mak, geçmişin ayak izlerinde

yeni baştan yolculuğa çıkmak

muradım. Bir Selçuklu hüküm-

darı edasıyla yaslanmak sa-

rayın taş duvarlarına. Derin

düşüncelere kapılıp gitmek.

Atalar yadigârı hatıraların peşi

sıra sürüklenmek senin kuca-

ğında.

Zira Sen Pek Asil Bir Hansın Ağrı!

Dualara sığınıp yürümek ec-

dat yadigârı o şen avlulara. Zin-

danların sesini dinlemek sonra.

Kısmak bir süre hayatın curcu-

nasını, senin iklimine yaslan-

mak! Kimler gelip geçmiş senin

geçit vermez derbentlerinde.

Patnos Kalesinde Kral Menua

ile hasbıhal etmek ve kaleyi

yeni baştan fethetmek! Bir fı-

sıltı gibi tarih gelip geçse göz-

lerimden, sonra ben seni duy-

sam, sesine kulak versem, seni

anlasam, sen beni duysan Ağrı!

Bütün kalelerin düşse ve

ben seni zapt etsem! Tokluca

Kalesinde sabah namazını kı-

lıp, Kızılziyaret Kalesinde kuş-

luk deyip, öğlene Küpkıran

Kalesinde “Vakit öğlen vakti-

dir” deyip Allah’a kulluğumu

sunsam. Pazı Kalesinde Eyüp

Paşa’yı ansam ve Toprakka-

le Camiinde Mirza bin Abdi

Paşa’yı yâd edip ikindi ezanına

kulak kesilsem!

Senin bağrındaki bü-

tün kalelerden en sevgiliye

“Selâm” göndersek cümle ka-

pısında! Senin bütün kalele-

rin susmayı yarıda kesse, ko-

nuşsa eski günleri, hatıralar

depreşse, zaman geriye sarsa.

Muhteşem Çaldıran’da Yavuz

Selim Han sultanlığını bildir-

se sağır sultana!

Sen bunu anlarsın, nice

sultanlara hanümansın!

Zira Sen Bir Cansın Ağrı!

Diyadin uzak mıdır cana-

na? Çaylar mı kesmiştir ırak

yolları? Akkoyunlu Beyi Uzun

Hasan’ın oğlu Ziyaeddin Bey,

(AA) Ali İhsan ÖZTÜRK

Page 10: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

9

kaplıcalarda hayat vermiş-

tir tebaasına. Murat Nehri ne

güzel veryansın eder, ne telaş

eder böyle Ağrı? Kudret Köp-

rüsü ne güzel uymuştur Mu-

rat Suyuna…

Eleşkirt’ten Patnos’a,

Taşlıçay’dan Diyadin’e ka-

dar hiç durmadan karış karış

gezsem dağlarını bayırlarını.

Bu topraklarda hangi hatıra-

lar, hangi sevdalar ve hangi

elemler geldi geçti, kimler bu

yollara türküler yaktı, kim-

ler geldi, kimler geçti, bilmek

muradım.

Uzaksın Ağrı’m, öylesine

uzaksın ki! Serhat boyların-

da kale gibi duruşunla, sınır

ötelerine bile gözdağı veriyor-

sun heybetinle. Yavuz Sultan

Selim’in sesini duyar gibiyim

uçsuz bucaksız ovalarında.

Arkasında sanki yine tekbir

getiren akıncı beylerinin ya-

ğız atlarının kişneme sesleri

dolduruyor ovayı.

Gönlümdeki Ağrı

Hatıralara sığınmış sana

uzanmışım!

Sen gönlümün taraçaların-

da oturmuş bir cansın Ağrı!

Neyi arıyorum, kimi soru-

yorum bilmiyorum, zira öyle

çok olaya tanıklık ettin ki,

öyle çok şey gördün ki han-

gi birini sorayım Ağrı? Ara-

rat diyenlere inat sen başı du-

manlı, zirvesi yüksek heybetli

Ağrı’sın! Sen bizimdin, bizim

olarak kalacaksın. Sınırları-

mızı sana emanet ettik Ağrı…

Malazgirt’ten beri bizim-

sin! Aksak Timur, Cengiz Han

bile sana kalkıp gelmiş. Öyle-

sine büyülü, öylesine cansın.

Seni tozlu topraklı yolların-

la, karlı dağınla, üşüten aya-

zınla, sertçe esen rüzgârınla,

heybetli duruşunla, hudutlar-

da meydan okuyuşunla bildik

Ağrı.

Şimdi işte ellerini tutuyo-

rum, eteklerine gelmiş, zirve-

ne bakıyorum. Dumanlı başı-

nı göster bir bak aşağıya. Gör

beni. Zamanı aşır dağından

öteye. Gel beri. Sen bizimsin,

öyle kalacaksın.

Güneşin üzerinden koştu-

ğu şehir! Allah’a yükselen şe-

hir, devleşen şehir, başı du-

man duman bulutlu şehir

Ağrı’sın sen!

Sana geldim, duy sesimi

diyorum!

Duy sesimi!

“Çocukluğumun akça

ve pakça yıllarında

bütün masallarımın

içindeydin. Kimi

zaman Şahmeranlar

çevirirdi yollarını,

kimi zaman perilerin

uğrak yeriydin. Bütün

Mecnunların ve

Leylaların sırlı sevdası

sende saklıydı. Aşk

sendin, sevda sendin,

bütün ayrılıklar,

acısını senin...”

Şeref şan kazanan şehirGöklere uzanan şehirDağ gibi bir yüreğin varKar ile bezenen şehir

Page 11: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201110

CAN OLMAKBİR ÖZGE

Elest bezminde yaratıcısına verdiği

sözden sonradır ki insanoğlu bü-

yük bir özlem içerisinde yanıp tu-

tuşmaktadır. Sonsuzluğa özlem… Evvel ve Âhir,

Bâtın ve Zâhir olan Allah, insanı muhatap tutarak

ondan bir ahit almıştır. İnsanlığın serüveni/sına-

vı da zaten böylece başlamıştır.

Dünya ve ona ait olanlar, a’lây-ı illiyyîne/yü-

celerin yücesine çıkabilme kapasitesine sahip

olan insanı tam anlamıyla tatmin edememekte,

yarasına merhem olamamaktadır. Mâ-sivâ/sahte

varlıklar ona ağır gelmekte, yaşam salt maddey-

le sınırlı kaldığında yaşanmaz hâle gelmektedir.

Özünde yaratılışın sırrına vâkıf olan Âdemoğlu

yaşamı boyunca bu hakikati aramaktadır, arama-

lıdır.

Herkesin ve herşeyin bir anda anlamsızlaştığı,

daha doğrusu gerçek manada anlam kazandığı bu

hakikat bir beyitte şöyle ifâde edilir:

Kendi hüsnün hûblar şeklinde peydâ eyledin

Çeşm-i âşıkdan dönüp sonra temâşâ eyledin

Seyreden O’dur, seyredilen O. Maşuk da

O’dur, âşık da. Bir hazinedir O ve tüm yaratılmış-

lar bu hazineyi bilmekle vazifelendirilmiş, mut-

lak varlığa itaat etmekle görevlendirilmişlerdir.

Varlığı baş gözüyle değil de gönül gözüyle gören

Hulûsi Kalb’denAbdülmecit İSLAMOĞLU*

Page 12: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

11

ve bir özge cân olma peşinde hayatı boyunca ko-

şan Hak âşıklarından birisi de Es-Seyyid Osmân

Hulûsî Efendi’dir. Kesret/çokluk âlemini Cenâb-ı

Hakk’ın tecellî ettiği ayna mesabesinde gören

Hulûsî Efendi varlık ötesine dâir duygu ve düşün-

celerini “olaydı” redifl i gazelinde şöyle dile geti-

rir:

1. Âh varlığı dağılıp gönlüm vîrân olaydı

Pervâne-tek şem’ine dostun sûzân olaydı

Âh beni meşgul eden sahte sevgiler, dünyevî

ilgiler yok olasaydı da gönlüm hakîkî aşkla dar-

madağın olsaydı. Kalbim pervaneler gibi gerçek

dostun ateşine yansaydı.

Çoğu kez bir şeylere sahip olduğumuzu zan-

nederiz. Hayatımız onlarla mamurdur bizce. On-

larla mutlu olur, onlarla seviniriz; onları severiz.

Ama hakikat hiç de öyle değildir. Gerçek sevgi,

hakîkî aşk, ezelî ve ebedî olanın aşkında yanıp tu-

tuşmaktadır. Ham iken pişmek ve nihayet yan-

maktadır.

2. Gayrılardan göz yumup dostu kendinde bulup

Cümle cihâna dolup bir özge cân olaydı

Gönlüm dışarıdaki sözde güzelliklere gözleri-

ni yumarak gerçek dostu kendi içinde bulabilsey-

di keşke. Tüm kâinâtla bir olup bambaşka bir cân

olabilseydi.

Sahte güzellere, aldatıcı güzelliklere

kanmamalı. Gözler sadece O’nu görmeli, kulak

sadece O’nu işitmeli. Zihinde, kalpte hep O ol-

malı. Başka, farklı, iyi biri olmalı.

3. Bakdıkça her yaneye dost yüzünü seyr edip

Dostun gözüne dostun yüzü seyrân olaydı

Gönül baktığı her yerde seviliyi görseydi;

O’nu seyretseydi. Bakan göz de bakılan yüz de

bir olsaydı.

Doğu da Allah’ın batı da. Bakılan her yönde

O. Gören göz O, görülen yüz O. Seven O, sevi-

len O.

4. Bu âlem-i kesretde gizli halvete erip

Vahdet ile bir olup ol bî-nişân olaydı

Gönlüm bu çokluk âleminde gizlice inzivâya çe-

kilseydi. Birliğe ulaşsa ve kendine dâir ne varsa yok

etseydi.

Halk içinde Hak’la olabilmek. Çokluk içerisinde

birliği bulmak. Yaratıcı ile başbaşa manen konuş-

mak, rûhen sohbet etmek. Adsız, sansız bir şekilde

fenâ makâmına ermek, belirsizlik mertebesine ulaş-

mak…

5. Görünen ol gören ol aralıkda kimse yok

Yokluk ilinde varlık cümle cânân olaydı

Gören de görünen de O; başka kimse yok. Yok-

luklar âleminde var olduğunu zanneden her ne var-

sa hepsi sevgiliyle olsa, O’nunla var olsa. O’ndan

başka hiçbir şey olmasa.

Çokluğu, değişmeyi ve bölünmeyi kabul etme-

yen mutlak varlığın O olduğu, evrenin ise kendi ba-

şına bir varlığı ve gerçekliği olmadığı anlaşılsa. Tüm

kâinâtın Allah’ın varlığı nedeniyle var olduğu bi-

linse. Herşeyin/hepimizin Allah’tan geldiği ve yine

O’na döneceği hakikati bir an olsun unutulmasa…

6. Hulûsî’yi bu sırra mahrem kılıp Sultânı

Gizli bu sırlar ana cümle ayân olaydı

Sultân’ı Hulûsî’yi varlığın gizli hakikatlerine sır-

daş kılsaydı da tüm sırlar açıklansa, bilinmeyenler

ortaya çıksaydı.

Gazelin son beytinde geçen “Sultân” kelimesi ile

Cenâb-ı Hak da kastedilmiş olabilir, mürşid-i kâmil

de. Ancak her hâl ü kârda Hulûsî Efendi’nin tale-

bi bellidir: Gönül ehlinden ve keşif sahibi kimseler-

den başkasının idrâk edemediği gerçeklere tâliptir

o. Sırlara mahrem olmak istemekte, O’ndan gayrı ne

varsa unutmak istemektedir:

Bir güzeli sever ki cân cümle güzelden göz yumar

Bir sırra erer ki nihân gayrı ne var unutulur

*Dr.

Page 13: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

İlim ve HayatAli AKPINAR*

TEVHİDE KARŞI

ŞİRKTEVHİDE KARŞI

ŞİRKOcak 201112

Page 14: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

13

Büyük günahları genel olarak

işliyoruz, pek çok insan da

bunları biliyor, ama yine de

kendini bu günahlardan alamıyor, şu veya bu şe-

kilde bunların içerisine düşüyor. Mü’min olduğu-

nu söylediği halde pek çok insan, bid’at ve hura-

felere kanabiliyor, şirke bulaşabiliyor… Gözünü

kırpmadan bir cana kıyabiliyor… Harama bir şeyi

yapmaktan çekinmiyor… Alkol ve uyuşturucu ba-

taklıklarına yuvarlanabiliyor… Kul hakkına teca-

vüz edip hırsız olabiliyor… Dürüstlük gibi bir er-

dem varken, yalan söyleyebiliyor…

Bütün bunlarda inanç zayıfl ığı kadar, bu gü-

nahların getireceği dünya ve âhiret kayıplarını,

bunlara karşılık helâllerin dünya ve âhirette ka-

zandırdıklarını bilmemek etkilidir. Bu yüzden bu

yılki yazı serimizde bu günahlardan, onların dün-

ya ve âhiret kayıplarından bahsedeceğiz. Bu şe-

kilde bu günahlarla ilgili bilgi eksikliğini bir öl-

çüde gidermeye, bilginin eyleme dönüşmesine

katkıda bulunmaya gayret edeceğiz. Başarıya

ulaştıran Yüce Allah’tır. Bu ne-

denle biz, bize düşeni yaptıktan

sonra, başarı için O’ndan yar-

dım diliyoruz.

Şirk, Fıtrata Yabancılaşmadır

Şirk, bir kısım şeyleri, kim-

seleri Yüce Allah’a ortak koşma,

O’nun konumuna çıkarma, O’na

ait sıfatları onlara vermektir. İnsanlık tarihi bo-

yunca çok çeşitli şekillerde kendini göstermiştir

şirk. Kimi zaman olmuş insanlar, taştan ağaçtan

kendi elleriyle yaptıkları putları; kimi zaman da

kendi elleri yahut düşünceleriyle ürettikleri şey-

leri O’na ortak koşmuşlar: Yüce Allah’ın emirle-

rine boyun eğmek varken, o putların güdümüne

girmişlerdir. Kimi zaman da Yüce Allah’ın isim ve

sıfatlarını pasifi ze ederek, onları başkalarına ver-

mişlerdir.

Şirk, Yüce Allah’ı somutlaştırmadır. Tevhîd,

insanın özüne yerleştirilen fıtratın kendisi, şirk

ise bundan kopma ve uzaklaşma, fıtrattan ya-

bancılaşmadır. Bu yüzden tevhîd asıl vatanda ya-

şamaksa, şirk gurbetlerde sürünmek ve bocala-

maktır. Aslında tevhîd üzere kalmak kolay, şirk

koşmak ise zordur. Çünkü tevhîd fıtrata, akla, in-

sanın ruh ve beden sağlığına uygun olandır. Şirk

ise fıtrata, akla, mantığa ve sağlığa terstir.

Şirk, pek çok insanın bulaştığı salgın bir has-

talıktır: “Onların çoğu, ancak ortak koşarak

Allah’a iman ederler.”2 Bu yüzden bütün pey-

gamberler, şirkle mücadele ile işe başlamışlardır.

Çünkü tevhîd kökleşmeden, insanları Allah’ın is-

tediği noktaya getirmek mümkün değildir. Yapı-

lan amellere Allah katında değer kazandıracak

olan da şirk şâibelerinden arınmış saf ve katkısız

tevhîddir.

Şirk ayrıca Allâh’a inandığını söylemekle bir-

likte, başka şeyleri güç ve kuvvette O’na denk tut-

mak, O’na ortak koşmaktır. Bu başka şeyler her

çeşidi ile put, tağut, şeytan, para, makam, kadın,

erkek vb. şeyler olabilir. Göklerin yaratıcısı ola-

rak Allâh’ı kabul etmekle beraber, yeryüzünde

hakimiyeti başkalarına vermek de şirktir. Camide

Allâh’ı kabul ettiği halde işyerinde, çarşıda, evde,

okulda hakim güç olarak başkalarını kabul et-

mek… Ramazan’da Allâh’ın kulluğuna razı oldu-

ğu halde, diğer aylarda başka arayışlara girmek…

Rızık verici olarak (Razzak) Allâh’ı bildiği halde,

“Şirk, pek çok insanın bulaştığı salgın bir hastalıktır:

“Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah’a iman ederler.”

Bu yüzden bütün peygamberler, şirkle mücadele ile işe

başlamışlardır. Çünkü tevhîd kökleşmeden, insanları

Allah’ın istediği noktaya getirmek mümkün değildir.”

Page 15: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201114

rızık endişesiyle, Allâh’ın ölçülerini çiğnemek…

Bunların hepsi şirk versiyonlarıdır.

Şirkte nefsin rolü büyüktür. Yani insanlar,

nefi slerinin isteklerini, putlara söyleterek yeri-

ne getirmeye, nefsine tapınmaya putları kamuf-

laj malzemesi olarak kullanmaya çalışmışlardır.

Aynı şekilde müşrik, şirk koştuğu şeylerin ken-

disini Allah’a yaklaştıran şeyler olduğunu söyle-

yerek sapmanın üstünü örtmeye çalışır. Nitekim

bu konuda Kur’ân’da şöyle buyurulur:

“Kötü duygularını kendisine tanrı edinen

kimseyi gördün mü?”3

“Onlar Allah’ı bırakıp kendilerine ne zarar

ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve

‘Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımız-

dır.’ diyorlar.”4

“Onlar, yardım göreceklerini umarak

Allah’tan başka ilâhlar edindiler. Hâlbuki

ilâhların onlara yardım etmeye güçleri yet-

mez. Aksine kendileri bunlar için yardıma ha-

zır askerlerdir.”5

Demek ki o edinilen/üretilen putların hiç

kimseye dünya ve âhirette yardım etmesi müm-

kün değildir. Onlara bulundukları konum ve

güçleri (!) verenler, onların hazır askerleri ko-

numunda olan putçulardır. Fir’avun piramitle-

ri bunun açık göstergesidir. Şöyle ki: Fir’avun,

piramidin en tepesinde bir noktadır. Onu o ma-

kamda tutan, piramidin diğer noktalarıdır. O

noktaların desteği olmasa ne Fir’avun en tepede

olacak ve ne de onun herhangi bir güç ve kuvve-

ti olacaktır!

Kötülüklere Sevkeden Virüs

Şirk, sahibini kötülüklere sevkeden bir virüs-

tür. Zira bir olan Allah’a inanıp yalnızca O’na

teslim olmayan kimse, bel bağladığı başka güç-

leri hoşnut edebilmek için meşru olmayan her

yolu deneyecek ve günahların adamı olacaktır.

Kur’ân müşriği çok ortaklı köleye benzetir.

Birden fazla efendiye ait olan köle; aynı anda

ve birbirinden farklı olarak efendilerinden ge-

len emirler karşısında şaşırıp kalan köle; ne o

efendiye, ne bu efendiye yaranamayan köle...

Müşrik de öyle değil midir? Bir taraftan Yüce

Allah’a inandığını, O’na bağlı olduğunu söy-

ler; öte taraftan başka güçlere bağlıdır. Ne Yüce

Yaratıcı’ya layıkıyla kuldur, ne diğer tanrılarına.

“Allah, çekişip duran birçok ortakların sa-

hip olduğu bir adam (köle) ile yalnız bir kişiye

bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu iki-

si eşit midir? Hamd Allah’a mahsustur. Fakat

onların çoğu bilmezler.”6

Buna göre insan ya Allah’a kul olacaktır, ya

da başka şeylere. Hem Allah’a, hem de başka

şeylere kul olmak mümkün değildir. Çünkü “Al-

lah, bir adamın içinde iki kalp yaratmamış-

tır.”7

Page 16: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

15

Şirkin, sahiplerine dünyada herhangi bir fay-

dası olamayacağı gibi âhirette de bir faydası ola-

mayacak ve müşrikler Allah’ın huzurunda şirk

koştukları şeylerden uzak olmak isteyecekler,

ancak bunun onlara bir yararı olmayacaktır:

“Ey insanlar! (Size) bir misâl verildi; şimdi

onu dinleyin: Allah’ı bırakıp da yalvardıkları-

nız (taptıklarınız) bunun için bir araya gelseler

bile bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlar-

dan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamaz-

lar. İsteyen de âciz, kendinden istenen de!”8

“Unutma o günü ki, onları hep birden top-

layacağız; sonra da, Allah’a ortak koşanlara,

‘Nerede boş yere davasını güttüğünüz ortakla-

rınız?’ diyeceğiz.”9

“Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi

teker teker bize geleceksiniz ve (dünyada)

size verdiğimiz şeyleri arkanızda bırakacak-

sınız. Yaratılışınızda ortaklarımız sandığınız

şefâatçılarınızı da yanınızda göremeyeceğiz.

Andolsun, aranız açılmış ve (tanrı) sandığınız

şeyler sizden kaybolup gitmiştir.”10

“Allâh’ım Şirk Koşmaktan Sana Sığınırım”

23 yılık vahiy sürecinde gelen âyetlerde sü-

rekli olarak şirke dikkat çekilmiş ve tevhîd ko-

nusu işlenmiştir. Mekke’de inen âyetlerde de

Medine’de inen âyetlerde de bu konu işlenme-

ye devam etmiştir. Çünkü bütün versiyonlarıyla

şirkten kurtulup tevhîd kökleşmeden hiçbir söy-

lem ve eylemin Allah katında bir anlamı olma-

yacaktır. Bu yüzden Peygamberimizin sabah ak-

şam okuduğu ve bizim de okumamızı istediği bir

duasında şöyle diyerek şirkten hep Allah’a sığın-

mıştır:

“Allâhümme innî eûzü bike en üşrike bike ve

ene a’lemü ve estağfi ruke limâ lâ a’lem.”

“Allâh’ım şüphesiz ben bile bile şirk koşmak-

tan Sana sığınırım. Farkında olmadan yaptık-

larımdan dolayı da affını dilerim.”11

Yine bir hadislerinde Peygamberimiz, düşman-

la savaşırken can verip şehid olduğunu sanan

kimsenin, kahramanlığını göstermek için savaşa

katıldığı için Allah katında şahâdetinin kabul edil-

meyeceğini haber verir. Aynı şekilde gösteriş için,

âlim desinler, hâfız desinler diye ilmini başkaları-

na öğreten/Kur’ân okuyan kimsenin de bu ame-

linin kendisini cehennemden kurtaramayacağını

bildirir. Gösteriş için, cömert desinler diye malını

fakirlere veren kimseden de bu amelin kabul edil-

meyeceğini12 haber vererek bütün amellerde ihlâslı

olunmasının gereğini bizlere hatırlatır.

O halde tevhîdi iyice özümseyip içselleştir-

mek gerekir. Bunun için Yüce Rabbimizi tanıtan

âyetleri çokça okumalıyız. O’nun en güzel isim ve

sıfatlarını sürekli ve anlayarak tekrarlamalıyız.

Darlıkta olduğu gibi bollukta da her zaman Yüce

Allah’a inanıp güvenmeli, O’ndan yardım istemeli-

yiz. Yüce Allah’a ait olan hiçbir yetkiyi, isim ve sı-

fatı O’ndan başkasına lâyık görmemeliyiz. Yapıp

ettiklerimizi O’nun için yapmalı, gizli şirk diye anı-

lan riyadan uzak durmalıyız. Pek çok insanın şirk

bataklığında çırpınmaları, şirkin doğru/iyi/yarar-

lı olduğunu göstermez. Önce kalbimizi, beynimizi,

söylem ve eylemlerimizi şirk şaibelerinden arındır-

malı, sonra da peygamber duası ile şirkten Allah’a

sığınmalıyız. Müşriklerle beraber olmaktan, onla-

rın yaptıklarını yapmaktan kurtulmadığımız süre-

ce, dilimizin peygamber duasıyla şirkten Allah’a sı-

ğınmasının bir anlamı olmayacaktır. Unutmayalım

ki şirk, terk edilmediği sürece Yüce Allah’ın asla

bağışlamayacağı büyük günahların başında gelir:

“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağış-

lamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için

bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa büsbütün sa-

pıtmıştır.”13

1 12/Yûsuf, 106.2 12/Yûsuf, 106.3 25/Furkân, 43; 45/Câsiye, 23.4 10/Yûnus, 18.5 36/Yâsîn, 74-75.6 39/Zümer, 29.7 33/Ahzâb, 4.

8 22/Hac, 73.9 6/En’âm, 22.10 6/En’âm, 94.11 Ahmet b. Hanbel, Müsned, IV, 40312 Müslim, İmâre, 152.13 4/Nisâ, 116.

Dipnot *Prof. Dr.

Page 17: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201116

Güzel İsimlerRamazan ALTINTAŞ*

Çok azametlİ, çok büyük, varlığı ve mahİyetİ İnsan İdrakİne sığmayacak derecede

büyük olan:

El-AZÎM“Allah’ın en güzel isimleri arasında yer alan el-Azîm, emirlerine hiçbir şekilde karşı

gelmek mümkün olmayan ve âciz bırakılamayan, zâtının ve sıfatlarının mahiyeti

anlaşılamayacak kadar ulu varlık mânâsını ifade eder. el-Azîm,

mutlak anlamda sadece Allah’a ad olabilir.”

Page 18: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

17

Allah’ın en güzel isimleri ara-

sında yer alan el-Azîm, emir-

lerine hiçbir şekilde karşı

gelmek mümkün olmayan ve âciz bırakılamayan,

zâtının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak

kadar ulu varlık mânâsını ifade eder. el-Azîm,

mutlak anlamda sadece Allah’a ad olabilir. Çün-

kü hiçbir zaman âciz bırakılmayan kâdir-i mutlak

ve gerçek mânâda azîm sadece Allah’tır.1

Kur’an-ı Kerîm’de Yüce Allah’ın kendisini el-

Azîm ismiyle vasfetmiş olması, İlâhî Zât’ını bü-

yüklük ile nitelendirmiş anlamına gelir. Dola-

yısıyla bir mü’min sadece O’nun zatını değil,

O’nun sıfat ve fi illerini de büyüklemelidir. Nite-

kim Kur’an’da, “Allah’ın yasaklarına kim saygı

gösterirse (yuazzım), bu Rabbinin katında onun

iyiliğinedir”2 buyrulmuştur. Bir başka âyette de

Allah’a karşı sorumluluk şuuru taşıyan ve bu bağ-

lamda dinî sorumluluklarını yerine getiren kim-

selerin mânevî mükafatının büyütülüp (yu’zam)

artırılacağı vurgulanmıştır.3

Kur’an-ı Kerîm’de Yüce Allah, muhtelif

âyetlerde kendisinin nasıl ta’zim edileceğini bize

tarif etmiştir. “Allah’ı ta’zim etmek nasıl olma-

lıdır?” sorusunun cevabı şu âyette açıkça veril-

miştir: “O halde, O yüce Rabbinin adını tesbîh et

(yücelt).”4 Bu ve benzeri ayetlerde tesbîh, rab ve

azîm kavramlarının yan yana gelmesi, hikmetli-

dir.

Tesbîh, Yüce Allah’ı şanına yakışmayan söz,

davranış ve yaratılmışlık alâmetlerinden soyutla-

mak anlamına gelir. Özellikle kulluk hayatımızda

gerek sözlü, gerek fi ilî ve gerekse niyet bağlamın-

da ibadeti sadece O’na has kılmak tesbîh kavra-

mının anlamlar dünyasını oluşturur. Bir başka

ifade ile Allah’ı tesbîh etmek, O’na ibadet edip,

O’na şükretmek mânâsına gelir: “Yedi gök, yer ve

bunların içinde bulunanlar Allah’ı tesbîh eder-

ler. Her şey O’nu hamd ile tesbîh eder. Ancak, siz

onların tesbîhlerini anlamazsınız. O, halîm’dir

(hemen cezalandırmaz, mühlet verir), çok bağış-

layandır.”5

Bizi En Güzel Şekilde Yetiştiren Rabbim, Sen Yüceler Yücesisin

Kim tesbîh edilecek? “Rabbinin Yüce Adı”

tesbîh edilecektir. Burada ikinci anahtar kavram

Rab’dır. Bu Kur’an sözcüğünün asıl anlamı, terbi-

ye etmek/yetiştirmek demektir. Bu da, bir şeyi ol-

gunluk dere cesine ulaşıncaya kadar aşama aşama

inşâ etmektir. “Beni rabbim terbiye etti, ne güzel

terbiye etti.” nebevî kavli bunu açıklar. Rab keli-

mesi, tek başına mutlak olarak sadece varlıkların

maslahatını üstlenen YüceAllah (c.c.)için kullanı-

lır.6 Rab, terbiyenin yanında, yağmur yağdıran, rı-

zık veren ve yasa koyan anlamlarını da ihtiva eder.

Yücelik anlamına gelen el-Azîm ise, Rabb ismine

vasıf yapıldığı zaman bize, sadece Allah’ın tesbîh

ve tenzîh edilmesi sorumluluğunu yükler. Bundan

dolayı biz, her namazda rükûa eğildiğimiz zaman

“Sübhâne Rabbiye’l-Azîm” deriz. Bunun mânâsı,

“Beni en güzel şekilde yetiştiren Rabbim! Sen Yü-

celer Yücesisin, bütün noksan sıfatlardan münez-

zeh ve kemâl sıfatlarınla muttasıfsın.” Eğer bu

zikri; kalb ve beyin koordinatlarıyla birlikte buluş-

turursak, Yüce Allah’ın bizi yetiştirmek adına ilâhî

vahye muhatap kılmasının büyük bir lütuf olduğu-

nu ikrâr ve tasdîk etmiş oluruz. İlmî açıdan O’nun

yüceliğini benimseyen bir mü’min, sadece O’nun

önünde eğilir, sadece O’na ta’zim ve hürmet göste-

rir. İşte Azîm olan Yüce Allah’ın önünde eğilmek,

kulluğun zirvesidir.

Page 19: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201118

Yine Kur’an okumayı bitirdiğimiz zaman

“sadaka’llahü’l-azîm” deriz. “Yüce Allah doğru

söylemiştir.” anlamına gelen bu söz, bizim, bir

iman konusu olan Kur’an’a bağlılığımızın da bir

göstergesi ve nişanesidir. Çünkü o, Yüce Allah’ın

sözüdür. O’nu okumak ve onun getirdiklerine ha-

yat vermek, mânen Yüce Allah’ı ta’zîm ve takdîs

etmenin bir başka ifade biçimidir.

Öte yandan, unutmamak gerekir ki, Yüce

Allah’ın el-Azîm ismi, bir diğer âyette lafza-i

celâl’in sıfa-

tı olarak ge-

lir: “Çünkü o,

azamet sahibi

Allah’a iman et-

miyordu.”7 Bu-

rada azamet,

bütün bir varlık

kendi uhdesin-

de olan Allah’ın

her şeye mâlik

oluşunu ifade

eder. Bütün bir

varlık alanında

egemen tek güç,

Allah’tır. Yara-

tan O, yöneten

O. Bu bağlamda iman, aynı zamanda Allah’ın

varlığını, birliğini, O’ndan bize iletilen ilâhî me-

sajı ve kozmik egemenliğin O’na ait oluşunu ka-

bul etmek anlamına gelir. İman ilkelerini diliyle

ikrar kalbiyle tasdîk eden kimse, mü’mindir. İşte

asıl ve gerçek mü’minlik, O’ndan gelenlerin yüce

değerler olduğunu tasdîk etmektir. O’nu inkâr;

O’nu yüceltmemek ve büyüklememek anlamı-

na gelir. Bundan dolayı, Allah’ın yüce ve büyük

oluşunu tanımamak anlamına gelen “kâfi r” sıfa-

tı, inkârcılara, bunun için verilmiştir. Toplumsal

hayatta bazı insanlar dünyevî ölçütlerden hare-

ketle varlıklarına güvenerek, (hâşâ) Allah’a hiçbir

ihtiyaçları yokmuş gibi fi ili bir yaşam içerisine gi-

rerler. İşte birey ya da toplumların kendileri için

Allah’ın yardımına ihtiyaç hissetmeme tavrı içe-

risine girmelerine ve başkalarını küçük görerek

tahkir etmelerine ‘kibir’; bu sıfatın davranışlara

yansımasına ‘tekebbür’; kendilerini büyük gör-

me eylemine ‘istikbâr’; kendilerini büyük göre-

rek seçkinci bir havaya girmelerine ‘istikbâr’, böy-

lelerine de ‘müstekbir’ denilir. Görüldüğü gibi

‘müstekbir’ kavramı, olumsuz bir niteliktir. Bu

sebeple Kur’an müstekbir kavramını, inkârcıların

bir vasfı olarak anar. Kaldı ki, Kur’an’da ilk önce

‘istikbar’ sıfatı, şeytanın bir vasfı olarak anılmış-

tır: “Yalnız İblis secde etmedi. O büyüklük tas-ladı ve kâfi rlerden oldu.”8 İblis’e, Hz. Âdem’e

itaatsizliğinin sebebi sorulunca, Hz. Âdem’in ça-

murdan, kendisinin ateşten yaratıldığını söyleyip

mukayese ederek

Allah’a isyan et-

miştir. Onu bu is-

yana sürükleyen

duygu, ‘yücel-me ve büyüklen-me’ kompleksine

kapılmasıdır. Bu

sebeple, dil, din,

renk, cinsiyet gibi

ontolojik anlam-

daki farklılıkları

mutlaklaştırarak

bir ayrımcılık ola-

rak görmek, müs-

tekbirce bir duy-

gu ve tutumdur.

Böyle bir yolu izlemek, İblis’in yolunca gitmektir.

İslâm’da, adalet, hukukun üstünlüğü, öteki-

ne saygı gibi değerleri önemseyen ve bu değerlere

yaşama alanı tanıyan hiçbir yönetici, servet, ma-

kam ve mevki sahibi vb. kimseler ‘müstekbir’ kav-

ramı içerisinde değerlendirilemez. Müstekbirlik,

bir duygu hâlidir. Bu duyguyu taşıyan, Allah’ın

en büyük oluşunu kabul etmediği için kendisini

hem Allah’tan ve hem de bütün bir varlık unsur-

larından büyük görür. İşte bu hâlet-i rûhiye içeri-

sinde bulunan kimseler, ister sıfatı iktidar seçki-

ni, ister sıfatı servet sahibi, ister sıfatı makam ve

mevki sahibi olsun hepsi de bu kavram içerisine

girer. Tevhîd tarihine baktığımız zaman bunun

birçok örneğiyle karşılaşırız. Toplumları ıslah et-

mek için gönderilen bütün peygamberler müs-

tekbirleri karşılarında görmüşlerdir. Kur’an’da

buna şöyle işaret edilir:

Page 20: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

19

“Andolsun biz Mûsâ’ya Kitab’ı verdik. On-

dan sonra ardı ardına peygamberler gönder-

dik. Meryem oğlu Îsâ’ya da mucizeler verdik.

Ve onu, Rûhu’l-Kuds (Cebrail) ile destekledik.

(Ne var ki) gönlünüzün arzulamadığı şeyle-

ri söyleyen bir elçi geldikçe ona karşı büyük-lük tasladınız. (Size gelen) peygamberlerden

bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldür-

dünüz.”9

Müstekbir olmak, Allah’a rağmen, O’nun

yardımına ihtiyaç duymadan yaşama talebi-

nin adıdır. İstikbâr; birey, toplum ya da iktidar

seçkinlerinin kendisini üstün görme duygu-

sudur. Bu duyguyu taşıyanlar, gitgide Allah’ın

en büyük oluşunu sözleriyle reddetmeseler de

davranışlarıyla reddeder bir pozisyon kaza-

nırlar. Kendilerini baştaAllah (c.c.)olmak üze-

re, her türlü varlıklardan üstün gördükleri için

toplum üzerinde siyasî, hukukî, fi krî, harsî ve

iktisadî alanda tahakküm kurarlar. Toplumu

bir tür köleleştirirler. Kur’an’ın anlattığı müs-

tekbirlik hâli, salt tarihsel bir durum değil, ev-

rensel bir tutumdur. Bu sebeple ibret almalı,

ruh ve düşünce dünyamızı kontrolden geçire-

rek istikbâra yol açacak hallerden arındırmalı-

yız. Bir Müslüman için Allah’ın büyüklüğünün

dışında bütün büyük olma durumlarının izâfî

olduğunu bilelim ve ‘takvâ’yı merkeze alan bir

yaşam alanı oluşturmanın mücadelesini vere-

lim.

Allah’ı Yüceltmek, Ondan Gelen İlâhî Öğretiyi Tasdîk Etmek ve

Yaşamakla Olur

Allah’tan başka hiçbir varlık,Allah (c.c.)sta-

tüsünde yücelik vasfıyla vasfedilmeyi hak ede-

mez. Müslümanın inancında bundan en küçük

bir sapma düşünülemez. “Göklerde ve yerde

ne varsa hepsi O’nundur. O, yücedir, büyük-

tür.”10 Bu sebeple bir Müslüman bütün bir var-

lığın kendi lisanında Yüce Allah’ı tesbîh ettik-

leri/büyükledikleri gibi, büyüklemesi gerekir.

Allah’ın büyüklüğünü kavramak, O’nun hak-

kında derinlikli bilgi sahibi olmakla gerçekle-

şir. Biz O’nun hakkında bilgiyi, ya varlık düzle-

mindeki sonsuz gaye ve nizamlılığı müşahede

etmekle, ya O’nun bütün sıfatlarını içeren isim-

lerinin anlamlarını öğrenmekle ya da ilâhî

vahyin özüne muttali olmakla sağlayabiliriz.

Bunun yolu üç aşamadan geçmektedir. Bun-

lardan ilki taklittir. İkincisi, ilim, üçüncüsü ise,

zevk dediğimiz dini tecrübe alanıdır. Demek

ki, Allah’ın yüceliğini kavramada; ilim vardır,

hâl vardır, ef’âl vardır. O’nu yakînî olarak bil-

mek, iç dünyamızda O’na olan iştiyak ve vec-

dimizi artırır, davranış planında da hayatımı-

zı O’nun emir ve yasakları ölçüsünde yaşamaya

teşvik eder.

Netice, her Müslüman Yüce Allah’ın el-Azîm

ism-i şerîfi nden ahlâkî planda kendi derecesi-

ne göre hisselenmelidir.

Allah’ı Yüceltmek, dilimizde kalbden gelen

evrâd ve ezkârla, O’nun en büyük oluşunu iba-

detler bağlamında beden yoluyla, mal yoluyla,

hem mal ve hem beden yoluyla fi ili olarak gös-

termektir.

Allah’ı Yüceltmek, zikir, fi kir ve ibadet üçlü-

süyle olur. Allah’a karşı sorumlulukları hakkıy-

la yerine getirmek olan takvâ, O’nu yüceltme-

nin ve ululamanın zirvesidir. Bunun temelinde,

yapılan bütün ibadetleri sadece ve sadece O’na

has kılmak vardır. Bunun adı, ihlâstır.

Allah’ı yüceltmek, Allah’tan gelen ilâhî öğre-

tiyi hayata taşımak suretiyle ihtiramda bulun-

maktır.

Allah’ı Yüceltmek, İslâm’ı hayatımızın bü-

tün alanlarında görünür kılmaktır.

Ne mutlu Allah’ın el-Azîm ismini ahlâkî ha-

yatlarında yaşayan ve yaşatanlara!.

* Prof. Dr.

1 Suad Yıldırım, “el-Azîm” DİA, İstanbul, 1991, IV, 329.

2 22/Hacc, 30.3 Bkz. 65/Talâk, 5.4 56/Vâkıa, 74, 96; 69/Hâkka, 52.5 17/İsrâ, 44.

6 34/Sebe’, 15.7 69/Hâkka, 33. 8 38/Sâd, 74.9 2/Bakara, 87.10 42/Şûrâ, 4; 2/Bakara, 255.

Dipnot

Page 21: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201120

TASAVVUF EHLİ VE

KUR’ÂN

Sûfi PerspektifKadir ÖZKÖSE*

Page 22: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

21

Tasavvuf, ke-

lime olarak,

Kur’ân ve ha-

dislerde geçmez. Ancak mües-

sese olarak İslâm’ın özünde var

olan bir ilim ve eğitim kurumu-

dur. Diğer İslâmî ilimler gibi

hicrî ikinci asırda tedvîn edil-

meye başlamıştır. İslâmî ilim-

lerden kelâm, İslâm felsefesi

ve tasavvuf, İslâm düşüncesi-

nin üç sacayağıdır. Bunun ya-

nında tasavvuf, bir dinî tecrübe

birikimidir. Bu rûhî tecrübeyi

değerlendirir ken, oluşum süre-

cini tamamıyla haricî faktörler-

de aramak doğru değildir. Fa-

kat tasavvuf demek, bütünüyle

İslâm demek de değildir. İslâm,

Allah’ın dinidir. Katıksız, eksik-

siz ve her yönüyle mükemmel

olan ilâhî bir dinin adıdır. Ta-

savvuf ise ilhamını İslâm’dan

alan; siyasî, entelektüel ve dinî

özellikleriyle İs lâm tarihinin

yaşanmış ve hâlen yaşanmakta

olan bir ürünüdür. Hicrî birinci

asırdan itibaren Müslümanlar,

fetihler sonucu farklı inanç ve

kültür kodlarıyla karşılaşmış-

lardır. Farklı coğrafya ve farklı

kültürlerin birikimlerinden is-

tifade etmişler ve İslâm düşün-

cesinin neşv ü nemâ bulmasına

gayret etmişlerdir. Kelâm, fel-

sefe, fıkıh, hadis ve tefsir ilimle-

rinde olduğu gibi tasavvuf ilmi

de tarihî seyri içinde diğer ilim,

medeniyet ve kültürlerle müna-

sebet kurmuş ve onlardan za-

man zaman faydalanma yoluna

gitmiştir. Ancak şurası unutul-

mamalıdır ki, tasavvuf ilminin

farklı kültürlerden istifadesi,

ana konularda değil tâlî mese-

lelerde ve usûl boyutundadır.

Tasavvuf ilminin gayesi, meto-

du, konuları, temel meseleleri

ve mânevî tecrübesi Kur’ân ik-

limi ve peygamber çizgisi mih-

verindedir.1 İbn Haldun (ö.

806/1406), tasavvuf ilminin

kaynağı ve gelişimi açısından

Kur’ân ve sünnete dayandığı-

nı, İslâm’ın özünde bulunan bir

ahlâk eğitimi olduğunu şu tes-

bitleri ile dile getirmektedir:

“Bu ilim, ümmet içinde son-

radan ortaya çıkmış ilimler-

den biridir ve aslı şudur: As-

lında tasavvuf ehlinin tutmuş

oldukları yol, sahâbe, tâbiîn ve

onlardan sonra gelen ümmetin

selefi ve büyükleri tarafından

hiçbir zaman terk edilmemişti.

Bu yolun temeli ibadetlere ka-

panıp tamamen Allah’a yönel-

mek, dünyanın geçici nimet-

lerinden, süs ve zînetlerinden

yüz çevirmek, insanların ge-

nelinin yöneldikleri zevkle-

re, lezzetlere, mal ve makama

sırt çevirmek, halvet ve ibade-

te çekilmek için insanlardan

uzaklaşmaktır. Evet, sahâbe ve

onlardan sonraki selef döne-

minde bu genel bir durumdu.

Sonra hicrî ikinci yüzyıldan iti-

baren dünyaya ve dünya malı-

na meyletmeler yaygınlaşınca

ve insanlar dünya işlerine da-

lınca, eskisi gibi ibadetlere yö-

nelenlere sûfi ye ve mutasavvı-

fa isimleri verildi.”2

Bu şekilde kendilerine asr-ı

saâdet dönemi Müslümanlı-

ğını örnek alan sûfîlerin ya-

şadıkları telvîn-temkîn, fena-

bakâ, zevk-şurb, kabz-bast,

gaybet-huzur, cem’-fark, vecd-

tevâcüd, tecrîd-tefrîd, kurb-

bu’d, heybet-üns, sekr-sahv,

müşâhede-mükâşefe, mahv-

isbât gibi tasavvufî hâller;

seyr u sülûk eğitimi sürecinde

kat etmeye çalıştıkları tövbe,

zühd, mücâhede, muhâsebe,

murâkabe, sıdk, ihlâs, tevekkül,

sabır, şükür, havf-recâ, takvâ-

vera’, fakr, rızâ, muhabbet

ve marifet gibi tasavvufî ma-

kamlar; azîmet, ruhsat, bey’ât,

intisâb, dua, edep, vird, ferâset,

basîret, fetih, feyiz, gayret, gur-

bet, halvet, havâtır, hikmet,

himmet, hizmet, hürriyet, huşu,

huzur, ihsân, ilhâm, irâde,

istikâmet, kerâmet, sohbet, te-

vekkül, tevhîd, vakt, velâyet ve

zikir gibi pek çok tasavvufî ıstı-

lah Kur’ân’dan kaynaklanmak-

tadır.

“Tasavvuf ilminin farklı kültürlerden istifadesi, ana konularda

değil tâlî meselelerde ve usûl boyutundadır. Tasavvuf ilminin

gayesi, metodu, konuları, temel meseleleri ve mânevî

tecrübesi Kur’ân iklimi ve peygamber çizgisi mihverindedir.”

Page 23: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201122

Sûfîlerin Kur’ân Okuma Edebi

Bütün bu tesbitlere göre, ta-

savvufun başlangıcı Hz. Pey-

gambere kadar uzanmakta

olup ilhamını, Kur’ân’da bil-

dirilen Allah kelâmından alır.

Kur’ân, her Müslüman için

özellikle de mutasavvıfl ar için,

dünya görüşlerinin anahta-

rı olmuştur. Dünyevî ve uhrevî

işlerle ilgili her türlü sorunla-

rına Kur’ân penceresinden çö-

züm bulmaya çalışmışlardır.

Farklı çağlarda yapılan tefsir-

ler, İslam dünyasının kendini

kavrayışının nasıl gelişip değiş-

tiğini göstermektedir.3 İlhamla-

rını Kur’ân’dan aldıklarını be-

lirten sûfîler, Kur’ân’ı bir defa

okuyup bir kenara bırakılan ki-

tap olarak değil, bir başucu ki-

tabı, bir dert ortağı, bir ruh at-

lası ve bir anlam haritası olarak

görmüşlerdir. Kur’ân’ın gereği

gibi okunup istifade edilmesini

öngörmüşlerdir. Fakat rastgele

bir okuma tarzında değil kalbi-

miz, ruhumuz, aklımız ve bütün

cevârihimizi bir bütün hâlinde

kullanarak okumak gerekti-

ği anlayışını öngören sûfîlerin

Kur’ân okuma âdâbını şu şekil-

de sıralayabiliriz:

1. Sûfîler, Kur’ân tilâvetini

ibadetin bir çeşidi sayarlar.

2. Âyet ve sûreleri tekrar tek-

rar okuyarak Kur’ân’dan mânâ

istinbat yoluna giderler.

3. Hakîkatini bizzat tecrübe

etmek kastıyla Kur’ân okurlar.

4. Sadece zihinsel yetileriyle

değil, ruhlarının bütün katman-

larıyla ve bütün melekeleriyle

metni anlamaya ve hissetmeye

hazır olurlar.

5. Rûhen Kur’ân okumaya

hazırlandıktan sonra, kendile-

rinde mânevî açılımları gerçek-

leştirirler.

6. Derin bir murâkabe

hâliyle her okuyuşta lafzı ve

mânâları üzerinde tefekküre

dalarlar.

7. Bir âyetin mânâsını

müşâhede etmeden bir diğeri-

ne geçmezler. Öyle ki onlardan

bazıları tarafından sadece bir

âyet üç-dört gece sürekli tilâvet

edilir. Hûd sûresini altı ayda ya

da Kur’ân’ın tamamını otuz se-

nede hatmedebilen sûfîlerden

bahsedilmektedir.

8. Huzûr-ı kalb ve bü-

tün himmetleriyle kendilerini

Kur’ân’a verirler.

9. Kur’ân’ı kendi sınırlı akıl-

larıyla ya da bir müfessirin sözü

doğrultusunda değil, Allah’ın

kendilerine bahşettiği bir ih-

sanla ve doğrudan anlamaya

çalışırlar.

10. Hâl ve davranışlarıyla

Kur’ân’ın hükümlerini koruma-

ya gayret ederler.4

Sûfî, zâhirden bâtına geçtik-

ten sonra bâtınî anlam, yorum

ve te’villerle de yetinmez; biz-

zat Hz. Peygamberin şahsın-

da olduğu gibi Kur’ânî sıfatlar-

la sıfatlanmaya çalışır; Kur’ân’ı

okumakla yetinmez, onun-

la süslenir, onunla ahlâklanır.

Kur’ân’ı sadece anlaşılması ge-

reken bir metin olarak görmez,

onunla bütünleşir. Onun için

Kur’ân tilâveti artık sıradan bir

okuma ameliyesi değil, insanın

zâhir ve bâtın yönleriyle yerine

getirdiği küllî bir tilâvettir. Li-

sanın tilâveti olduğu gibi, bü-

tün uzuvların da bir tilâveti var-

dır. Şöyle ki:

Lisanın tilâveti, Kitab’ı tertîl

üzere okumaktır;

Cismin tilâveti, gerekli amel-

leri tafsilatıyla yerine getirmek-

tir;

Nefsin tilâveti, ilâhî esmâ ve

sıfatlarla ahlâklanmaktır;

Kalbin tilâveti, ihlâs ve te-

debbürü/kendini tehlikelerden

koruma gayretini şiar edinmek-

tir;

Ruhun tilâveti, tevhîd bilin-

cine ermektir;

Sırrın tilâveti, vahdet

deryâsına dalmaktır;

Sırrü’s-sırrın tilâveti edebe

riâyettir. .

Sûfîlerin Kur’ân Dinleyişleri

Sûfîlerin Kur’ân-ı Kerîm ile

olan bir başka münasebetleri,

onu dinlerken girdikleri derûnî

hâller ve coşkunluklardır. İlk

dönem sûfîlerinin semâ’ kelime-

siyle Kur’ân-ı Kerim’i dinlerken

girdikleri derûnî hâl ve coşkuyu

kastettiklerini anlamaktayız.

Page 24: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

23

Kuşeyrî (ö. 465/1073), Ebû

Hafs Haddâd en-Nîsâbûrî (ö.

265/878)’nin kendisine ait

demir atölyesinde çalışırken

bir hafızın okuduğu Kur’ân

âyetinden etkilenip kendin-

den geçiş sürecini anlatırken,5

Hucvîrî (ö. 465/1072) de ima-

mın arkasında namaz kılarken

okunan bir âyetin anlamı karşı-

sında nâra atıp kendisinden ge-

çen Ebû Bekir Dülef eş-Şiblî (ö.

334/945)’nin menkıbesini nak-

leder.6 Ancak sûfîlere göre du-

yulan ses ve kavranılan anlayış

ne kadar derin ve lâhûtî olur-

sa olsun, kendine sahip olmak,

heyecanlanmamak, coşmamak,

nâra atmamak, kendimizi kay-

betmemek ve hâlden hâle gir-

memek gerekir. Vecd (coşku)

ve vâridlere (anlık doğuşlara)

mahkûm olmak değil, hâkim

olmak gerekir. Sehl b. Abdul-

lah et-Tüsterî (ö.283/986) baş-

langıçta zikir ve Kur’ân sesleri-

ni işittiği zaman kendisinde bir

değişiklik olmazken, son yılla-

rında ise bu durum değişmiş,

bunun sebebini soranlara, “Za-

yıfl adık da ondan.” demiştir.7

Sûfîlere göre söz konusu davra-

nışlar dervişin iç âlemini ortaya

döktüğü için riyâ tehlikesi taşı-

maktadır.

İbrahim b. Edhem

(ö.161/777), “Gökyüzü sıyrılıp

alındığında…”8 âyetini duyar

duymaz titremeye başlamış ve

kısa bir müddet sonra kendin-

den geçmiştir. Fudayl b. İyâz

(ö. 187/802) ise “Bu, Allah’ın,

inananların yardımcısı olma-

sından dolayıdır. Kâfi rlere ge-

lince, onların yardımcıları

yoktur.”9 âyetini duyunca ağ-

lamaya başlamış ve şu sözleri

söylemiştir: “Allahım, sen bizi

imtihan edersen rezil oluruz;

günahlarımızı örten perdeler

yırtılır.” 10

Sûfîlerin Kur’ân Hükümlerini Anlama ve Yaşama Çabaları

Kur’ân’ın anlamını bırakıp

sadece kelimelerini ezberleyen

hafızları, ‘Kur’ân sandığı’ ve

‘Kur’ân mahfazası’ olarak nite-

lendiren Mevlânâ Celâleddîn-i

Rûmî (ö.672/1273)’ye göre,

elbette Kur’ân dolu bir san-

dık, boş bir sandıktan iyidir.

Ama önemli olan Kur’ân’ın an-

lamını düşünerek okumak-

tır.11 Kur’ân’ın sureti ile derin

mânâlarını bir araya getirmek

ise, Hz. Peygamber ve onun

mânevî vârisleri için mümkün-

dür. Öyleyse onların aydın-

lık yolunu takip etmek gerekir.

Kur’ân’ın anlaşılarak okunma-

sı gerektiğini Mevlânâ şu şekil-

de beyan etmektedir:

“Rasûlullâh (s.) zamânında

sahâbeden her kim bir veya

Aslan TEKTAŞ

Page 25: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201124

* Prof. Dr.

1 Özköse, Kadir, Tasavvuf ve Gönül Eğitimi, s. 4-12.

2 İbn Haldun, Mukaddime, c. II, s. 669.3 Schimmel, İslamın Mistik Boyutları, s. 40.4 Çakmaklıoğlu, Mustafa, İbn Arabî’de Marifetin

İfadesi, s. 320-321.5 Kuşeyri,, er-Risâle, s. 69.6 Hucvirî, Keşfü’l-Mahcûb, s. 309.7 Kara, Mustafa, Dervişin Hayatı, s. 19.8 81/Tekvîr, 11.9 47/Muhammed, 11.10 Kara, Mustafa, a.g.e., s. 19.11 Mevlânâ, Mesnevî, c. III, b. 1386-1400.12 Batman: İki okka ile sekiz okka arasında değişen

bir ağırlık ölçüsü13 Okka ise 1283 gramdır. 14 Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, s. 78.15 Schimmel, İslamın Mistik Boyutları, s. 41.16 Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, s.102.

Dipnot

yarım sûre ezberlese, ezbe-

rinde bir sûre var diye insan-

lar ona tâzimde bulunurlar ve

parmakla gösterirlerdi. Çün-

kü onlar, Kur’ân’ı en güzel şe-

kilde anlayıp hazmederler,

âdetâ yer gibi okurlardı. Bir

kimsenin altı veya on iki bat-

man12 ekmek yemesi, elbette

büyük bir iştir. Ancak ağzına

alıp çiğnedikten sonra çıkar-

mak şartıyla bin merkeb yükü

ekmek yemesi dahi müm-

kündür. ‘Nice Kur’ân tilâvet

edenler vardır ki, Kur’ân on-

lara lânet eder.’ îkâzı vârid

olmuştur. İşte bu, Kur’ân’ın

ma’nâsına vâkıf olmayan

kimseler hakkındadır.”13

Bu gerçekten hareketle

sûfîler, Kur’ân’ın buyrukları-

nı titizlikle yerine getirmişler-

dir. Sûfîler bir yandan okunan

Kur’ân’la vecd ve tefekküre

bürünürken; diğer taraftan da

tertîl üzere okunan Kur’ân’ın,

ritmik ve kulağa hoş gelen

âyet-i kerîmelerin kendi zi-

hinlerini üst âlemlere yükselt-

tiğinden ve kendilerini daha

yüksek bir anlayış seviyesine

çıkardığından bahsetmekte-

dirler.14

Kur’ân’da yalnızca Allah ve

âhiretten söz edilmez; Kur’ân

aynı zamanda, toplumun gün-

delik işlerini ve ahlâkî yaşa-

mını da düzenler. Bu nedenle

Kur’ân, yalnızca kelâmcıların

ya da fakihlerin değil, aynı za-

manda sûfî şâirlerin ve gö-

nül ehlinin de anlatımlarını

biçimlendirmeye yardım et-

miş, bütün İslam dünyası-

nı canlı bir güç olarak sarma-

lamıştır. Pek çok Müslüman,

Kur’ân’ın Arapça anlamını bil-

mez belki ama onun saygı ve

huşu uyandıran kutsî ve ulvî

niteliğini hisseder ve onun-

la yaşar. Çünkü onlar bellek-

lerini Kur’ânlaştırmışlardır.

Kur’ân’la dirilmiş, Kur’ân’la

huzura ermişlerdir. Örneğin

her Kur’ân okuyuşunda ve

dinleyişinde ağlayan Habîb-i

A’cemî (ö.130/747)’ye, “Sen

İranlı bir şahsiyetsin, Kur’ân

Arapçadır. Onun mânâsını

bilmiyorsun, o zaman ne diye

ağlıyorsun?” diye sorulun-

ca; “Evet, öyle, benim lisa-

nım Fârisîdir, fakat kalbim

Arabîdir” der.15 İşte bizlerin

de dilimizi ve zihnimizi Kur’ân

diline aşina kılmanın yanın-

da kalbimizi ve ruhumuzu da

Kur’ân’ın mânâ dilini idrak

edecek hâle getirmemiz gere-

kir.

Page 26: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

25

DAĞLAR

Ne heybetli, vakur duruşunuz varSizde erenlerin hali var dağlarHalleşelim gelin sırdaş olup daBenim de gönlümün dili var dağlar

Hazanda sizleri basar bir efkârBaşınızı duman ve bulut kaplarYağmur olur gözden düşen damlalarGül solduran bir sam yeli var dağlar

Sarmışsınız ufuk ufuk dört yanıÂşıklar unutmaz hiç cânânınıYâr yoluna düşmek ister hep cânıSizde yâr köyünün yolu var dağlar

Kışın giydiğiniz hırkadır, kardanÇile imtihandır o nazlı yârdenÂşıklar yanmıştır âh ile zardanYanan yanmış şimdi külü var dağlar

Yeşil giyersiniz bahar oluncaRenk renk çiçeklerle nakışlanıncaİncecik dalına bülbül konuncaFigânlar ettiği gülü var dağlar

Koyun, kuzu içer suyundan kanarSanki kuzularla dilleşir pınarKaval nağmesiyle yürekler yanarÇobanın gönlünün teli var dağlar

Kavalın sesiyle ben kavrulurumO deli rüzgârla hep savrulurumYamaçlardan gönle yankı olurumDeli gönlün esen yeli var dağlar

Dağlar da dert ile gönül dağlarlarPınar pınar, içli içli ağlarlarCûşa gelip dere dere çağlarlarDeryalara akan seli var dağlar

Mustafa AKGÜN

Page 27: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201126

Hiçbir insan anasından büyük

olarak doğmaz. Herkes o ilâhî

tecellinin âdil tezgâhından ge-

çer ve kendini eğiterek yetişip hayat seyrini be-

lirler. İlk insandan bugünkü insanlığın tamamı-

na kadar, hepsinde seyir bu şekildedir. Hâl böyle

iken bakıyorsunuz, insan kalabalıkları içerisinde

bazı isimler ova ortasında bir yüce dağ gibi siv-

rilip dikkatleri üzerine çekiyor. Dinlenen, yön

veren, besleyen insan oluyor. Aslında bu tür in-

sanların arkasında büyük bir sabır, sabırla besle-

nen tahammül ve bilinmedik nice acılar, sıkıntı-

lar vardır. Tabii onlar buna rıza gösterdikleri için

büyürler. Büyürken de çevreleriyle birlikte ileri-

ye taşınırlar. Bulundukları bölgenin referans ad-

residirler. Etrafl arındaki insanlara kişilikleri-

nin, itibarlarının kredisini bahşederler. Onları

fark edenler, onların kanalına girenler, onlardan

beslenenler kazanır ve bakarsınız bu kazanan-

lar arasından da o insanların benzerleri çıkıve-

rir ortaya… Seyyid Burhaneddin’in Mevlânâ’yı,

Akşemseddin’in Fatih’i çıkardığı gibi…

Bu tür insanlar hep şehir ve çevrelerinde temayüz

edip burç hâline gelmişlerdir. Şehir dışında olan-

ları da şehirler yüceltip kendi kariyer makamları-

na taşımışlardır. Çünkü şehirlerin var olmasının

devamlılığını sağlayan bu isimlerdir ve bunlar

bir anlamda şehir nöbetçileri gibidirler. Şehirle-

rin varlık nöbetçileri… Şehirlerin kurucusu, inşa

edicisi, ihya edicisidirler. Kanaat önderliğinin üs-

tünde bir misyon icrası içindedirler. Değiştirirler,

dönüştürürler, şehre ufuk açarlar. Şehri, geçmiş-

te suskun, günümüzde gürültülü kalabalık ol-

maktan çıkarıp düşünen insanlar mahşeri haline

getirirler. Hatta şehirlerin taşıyıcısı görevini üst-

lenirler. İlerilere, daha ilerilere, daha iyiye, güze-

le, faydalıya, kalıcıya taşırlar şehirleri. Tabii bu

insanları şehirler keşfedebilirse, onların müba-

rek ellerinde götürülürler gidecekleri yere doğru.

İnançla gayretin, bilgiyle sevginin, fedakârlıkla

tevekkülün düzenlediği şehir, tehdit alanları de-

ğil güven ve huzur alanları hâline gelir… Şehir-

lerin tarihini taşına, toprağına, geçmişine bağlar-

ken bu insanlarını düşünmezseniz bu abidenin

mutlaka temelini unutmuş olursunuz

Şimdi Hacı Bayram denilince o gürültü kar-

maşası ve siyasî kirlenmişliğine rağmen, o döne-

İNSAN KALİTESİ ve

ŞEHİRŞehir ve İnsan Muhsin İlyas SUBAŞI

Page 28: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

27

min arı duru bir Ankara’sını düşünmez misiniz?

Mevlânâ denilince Konya akla gelmez mi, Âşık

Veysel denilince Sivas, Sinan denilince Kayseri

hemen hafızanızda şekillenmez mi?

Kayseri’deki ziyaretgâhları gezerken bun-

lar geldi aklıma. Seyyid Burhaneddin’in türbe-

sinin önünde durdum, saatlerce kendi kendime

hep bu isim muhasebesi içinde yorulup kaldım:

Bu mübarek zat, 3 bin km. öteden ne diye kal-

kıp Kayseri’ye gelmiş? Mesele Mevlânâ’yı yetiş-

tirmeyle sınırlı olsaydı, Konya’da kalırdı, oraya

yerleşir orada ölmeyi isterdi. Hayır, öyle yapma-

mış, Mevlânâ’ya dersini ve ders sonrası ödevini

vermiş dönüp bu şehre gelmiş. Keza, Zeynel Abi-

din de öyle değil mi? Kimine göre, Hz. Ali’nin to-

runu kimine göre, Kadı Burhaneddin’in taht va-

risi. Öyle ya da böyle, bugün şehrin merkezinde

bir türbe var ve burada bu adla bir mübarek in-

san yatmaktadır. Medine’den gelmiş olabilir,

Sivas’ta doğup Kayseri’yi ilim beldesi olduğu

için tercih etmiş olabilir. Her hâlükârda bu şeh-

rin itibarına kendi şahsiyetinden bir şeyler katan

bir büyük insan. Şeyh Camii dediğimiz o küçü-

cük caminin hemen bitişiğindeki türbede yatan

İbrahim Tennurî Hazretleri sıradan bir isim mi-

dir? Sivas’ta sarrafl ık yapan bir babanın zen-

ginliğini bir kenara bırakarak, gelip Kayseri’de

ilim ve edep dersi veriyor. Fatih’in hocası

Akşemsedin’in halifesi olup Bayramiye Tarikatı-

nı Kayseri’de halkın irfan meclisine kazandıran

bir isim oluyor. Üstelik Akşemseddin’le birlik-

te İstanbul’un fethine katılan ve yazdığı Gülzâr-ı

Manevî’yi Fatih Sultan Mehmed’e armağan eden

bir şairdir.

Tefekkür kapısını bu büyük isimlere doğ-

ru açtınız mı, kabirleri burada olmasa da daha

nice isimler geliyor aklınıza. Mesela, Davud-ı

Kayserî’yi nasıl unutabilirsiniz, bu mümkün mü?

Bu şehirde doğmuş, eğitimi tamamlamak için

Mısır’a gitmiş, kendini yetiştirdikten sonra, ka-

riyerinin farkına varan Osmanlı Sultanı Orhan

Gazi, onu İznik’e çağırarak, kendi devletinin eği-

tim sistemini onun mübarek elleriyle şekillen-

dirmek için emaneti ona bırakmış. Bir Kayserili,

bir Cihan İmparatorluğunun ilim müesseseleri-

ne şekil ve muhteva veriyor. Kayseri için küçük

bir mesele mi bu? Kayseri’de doğmuş, burada

Page 29: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201128

yetişmiş, çocukluğunda hacca oradan Mısır’a gi-

dip eğitimi tamamlayan ve 19 yaşında gelip şehri-

ne kadı olan, daha sonra kendi adına devlet kuran

Kadı Burhaneddin Ahmed’i düşünmemek müm-

kün mü? O kadı ki, Osmanlı’nın edebiyatta ilk Di-

van’ını oluşturma şerefi ne eren bir büyük şair. Yine

aynı şekilde Sinan!.. O da, İmparatorluğun sanat-

taki seviyesini belirleyen bir büyük deha… Bir köy

çocuğu, köyünden saraya devşirme yoluyla gidiyor.

Orada, “Ser Mimaran-ı Hassa (İmparatorluğun

Başmimarı) gibi bir koltuğa oturmayı başarıyor.

Sonra da Hıristiyan bir aileden gelmiş olması-

na rağmen, Müslümanlaşmasının şuuru ve dikka-

tiyle ve hatta iddiasıyla Selimiye’yi inşa sebebini

açıklarken; “Kefer-i Fecere’nin mimar geçinenle-

ri, Ayasofya’nın kubbesinden daha büyük kubbeyi,

Müslüman sanatçılar inşa edemezler, sözü benim

yüreğime derd oldu. Onun için Selimiye’nin kub-

besini altı zira’ daha yüksek, dört zira’ daha derin

yaptım.” diyerek Hıristiyanlara Müslüman sanatçı-

nın idrak ve irade gücünün tarihî dersini en güzel

bir şekilde verebiliyor!

Yine aynı şekilde Şeyh Hâmid-i Velî (k.s.): Ali

Dağının dibinde, Akçakaya Köyünde doğup ken-

dini yetiştiren bir büyük gönül sultanı. Ekmek pi-

şirerek geçimini sağladığı için halk arasında “So-

muncu Baba” diye tanınıyor. Yıldırım Bayezid’in

Niğbolu zaferinden sonra bu zaferin şükranesi ola-

rak Bursa’ya yaptırdığı Ulu Cami’nin açılışında ilk

hutbeyi okuyor. Kayseri’ye dönüyor ve irşad göre-

vine başlıyor. Bu sırada, Ankara’da Numan adında

bir müderrisin ünü sarmıştır Anadolu’yu. Ancak,

Somuncu Baba ondan önde bir büyüktür. Numan’ı

Kayseri’ye çağırıyor, davet üzerine, Kayseri’ye So-

muncu Baba’yı ziyarete geliyor. Burada bir süre

birlikte irşad görevini sürdürüyorlar. Sonra bir-

likte Şam’a ve oradan hacca gidiyorlar… Hacı Bay-

ram Velî’nin asıl adı Numan’dır. Kayseri’ye gel-

diklerinde bayram günüdür. Bu buluşmayı da bir

bayram sevinciyle karşılarlar ve burada Numan’ın

adı Bayram’a dönüşür. Ders görevinden Somun-

cu Baba’nın işaretiyle irşad görevine geçerek Bay-

ramiye tarikatını kuruyor. Ankara’nın manevî fati-

hi olarak orada yaşıyor ve ölüyor. Somuncu Baba

da Kayseri’ye bağlanıp kalmıyor. Anadolu’nun çe-

şitli bölgelerinde irşadını sürdürüyor ve sonunda

Darende’de vefat ediyor ve orada defnediliyor. Bu-

gün Somuncu Baba dendiği zaman akla gelen şe-

hirler Bursa, Darende ve Kayseri’dir… Çünkü ilim

ve irfan bereketini burada almış ve buralardan

Anadolu’ya yaymıştır…

Dikkat ettiniz mi bilmem; Osmanlı’nın ilimde

Davud-ı Kayseri, edebiyat’ta Kadı Burhaneddin,

sanatta Mimar Sinan ve tasavvufta Somuncu Baba

Page 30: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

29

belirleyici, inşa edici ve yüceltici ilk hareketi veren

isimleri olarak çıkıyor ortaya…

Şimdi, bunlarla zenginleştirilmiş bir şehri dü-

şünün. Bir de bu isimlerin olmadığı, insan kalaba-

lığından oluşan bir başka şehir modelini…

Bugün itibarlı şehirlerin hemen tamamı, kendi

toprağından çıkan böyle burç isimlerin itibar kre-

dilerini kullanarak kendilerine referans imtiyazı

sağlarlar.

Sanırım, bu fazilet pınarlarından beslenen

Kayseri’nin eski yaşlıları, bugünkü gibi dünya-

ya dört elle sarılmamışlar ve hatta yaşları 63’ün

üzerine çıktığında, kendilerinden yaşını soranla-

ra, cevap vermemeye özen göstermişlerdir. Bunu,

Ahmet Yesevî Hazretlerinin, bu yaştan sonra ken-

disine yaşanacak yer olarak mezar şeklinde toprak

altında bir mekân hazırlamasının uyarıcı işareti-

ne bağlarlar. Bu mübarek insan, “Allah’ın Sevgili

Kulu, Peygamberi, Hz. Muhammed (s.a.v.) dünya

hayatını 63 yıl tasarruf etmiştir. Bu yaştan sonra-

ki ömür bizim için lüks olur.” diyerek sade bir ha-

yat yaşamıştır. Bir gün bir yaşlı zata bunu sordum:

“Oğlum, yaşım önemli değil.Allah (c.c.)insana şük-

redecek kadar ömür versin. Buna dua edin.” diye-

rek yaşını söylememişti. Daha çok gençtim, ısrar

edince; “Bak yavrum, sana bir ders olsun bu? Bir

yaşlı insan yaşını söylemek istemiyorsa, Peygam-

ber (s.a.v.)’den daha çok dünyada kaldığını açıkla-

mayı edebe aykırı gördüğü içindir.” diyerek bana

gerçek bir hayat öğüdünde bulunmuş ve aynı za-

manda bir neslin hayat felsefesini ifşa etmişti.

Ne var ki, bu şehirde yaşayanların önemli bir

kısmı bu tür insan kalitesinin farkında mı diye bir

sızımız vardır yüreğimizde.

Şehirler bu insanlarla yücelirken, şehir-

li giderek bir vefa erozyonuna uğruyor olma-

lı ki, bugün böyle bir sahiplenme duygusundan

uzaklaşmaya başladık. Şehirleri ihya eden, zen-

ginleştiren, geliştiren, büyüten insanlarla, şehir-

leri yağmalayan, parçalayan, dağıtan, tüketen

insanlar arasında seçimini sağlıklı yapamayan

şehirli sürüklendiği bu korkunç badireden na-

sıl kurtulacaktır? Aslında, şehirlerin gelecek için

ciddi problemleri bunlar olmalıdır. Çünkü bu

vefasızlık yüzünden şehirler, imtiyazlı olmaktan

sıradan olmaya doğru bir çöküşün hezimetiyle

yüz yüze kalma tehdidine doğru çekilmektedir…

Çok katlı binalarla, belki de geniş yeşil alanlarıy-

la boyanmış, süslenmiş, aydınlatılmış şehirler

yaparsınız ama, ruhu öldürülmüşse, bu şehirler

kadavradan başka neye benzetilebilir ki...

“Şehirleri ihya eden,

zenginleştiren,

geliştiren, büyüten

insanlarla, şehirleri

yağmalayan,

parçalayan, dağıtan,

tüketen insanlar

arasında seçimini

sağlıklı yapamayan

şehirli sürüklendiği...”

Page 31: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201130

Kalb-İ SELÎM

EdebiyatMusa TEKTAŞ

İnsanın güzelliği; kalbinin/gönlü-

nün güzelliği ile ölçülür. Kalpten/

gönülden doğup hareketlere yan-

sıyan bu güzelliğin görüntüsü elbette selîm bir

kalbin ayna olarak kendindeki tecellîlerin dışa

yansımasıdır. Kulun işlediği günahlar, kalbinin

kirlenmesine ve kararmasına sebep olur. Nitekim

Peygamberimiz (s.a.v.); “Kul bir günah işlediği

vakit kalbinde siyah bir nokta, bir leke yapar.

Eğer tevbe edip vazgeçer, mağfi ret dilerse kalbi

temizlenir ve parlar.” buyurmaktadır. Kalbi gü-

nah kirlerinden ancak aşk, şevk, muhabbet, zikir,

hizmet ve tevbe istiğfar temizler. İlâhî sevgiden

aldığı feyizle güzellikleri fark edenler, Hakk dost-

larına yakın olan gönüller, âşıklar meclisine erer

ve muhabbet gülleri dererler. Büyüklerin civarın-

da kalpleri aydınlanır ve etrafa aydınlık saçarlar.

Kıyamet gününde günahlardan arınmış bir kalp

ile Allah’ın huzuruna gelmek için muhabbet der-

yasına yelken açarlar. Maldan mülkten geçerler.

Page 32: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

3131

Âlemde âşıkane bir hayat sürerek, selîm bir

kalp ile huzura varmanın hoşluğunu Hulûsi Efen-

di Hazretleri (k.s.) şöyle dillendirir:

Mâlınızı mülkünüzü nidevüz

Âleme hoş gelmişiz hoş gidevüz1

Allah’a Kalb-i Selîm ile Gelenler

Bu dünyada eşref-i mahlûk olan insana ema-

net edilen, fıtrî güzellik aynası olan kalbin te-

mizliğini muhafaza etmek ve emaneti sahibine

kirletmeden, lekeletmeden, selîm olarak teslim

edebilmek elbette bir görevdir. Yüce Kitabımız

Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “O gün ne

mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah’a kalb-i

selîm ile gelenler (o gün fayda bulur).”2

Ayetteki “selîm” kelimesi, ‘tertemiz’, ‘her leke-

den arınmış’, ‘mânen sıhhatli’ demektir. XVI. asır

şairlerinden Bağdatlı Rûhî (ö.1605) bu âyeti şiir

diliyle şöyle ifade eder:

Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler

“Yevme lâ yenfe’u”da kalb-i selîm isterler

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de, “Allah’ım

senden kalb-i selîm isterim.”3 şeklinde dua et-

miştir.

Peygamberimiz (s.a.v.), “Allah sizin şekilleri-

nize ve suretlerinize değil, kalplerinize ve amelle-

rinize bakar.”4 buyurarak, Yüce Allah’ın ahirette

kişinin kalp temizliğine ve parlaklığına bakacağı-

na dikkat çekmiştir.

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri de

Dîvân-ı Hulûsî-i Darendevî adlı eserinde kalb-i

selîm olanın dünyevî şeylerden, maldan, mülkten

ümidini keserek, sadece Rabbi ile meşgul olması-

nı şöyle dile getirir:

Koyup mâl ü menâli âr u ırzından ümîdin kes

Hudâ’dan gayrı bir şuglu olan kalb-i selîm olmaz5

Kalbi temiz olanın bütün azaları temiz olur. O

bozulursa diğer azalar da fesada uğrar.

Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:

“Âdemoğlunun vücûdunda bir et parçası vardır;

o düzgün olursa, onun sayesinde vücûdun geri

kalanı da düzgün olur. Şayet o bozulursa, onun

yüzünden vücûdun geri kalanı da fesada uğrar.

Dikkat edin, o kalptir. “6

Ebü’I-Kâsım Hakîm’e kalb-i selîm sorul-

du. Şöyle cevap verdi: “Onun üç alâmeti var-

dır: Birincisi, kimseye eziyet etmemektir. İkinci-

si, kimse den eziyet ve kırgınlık hissetmemektir.

Üçüncüsü, birine bir iyilik yapsa ondan karşı-

lık beklememektir. Kimseye eziyet etmediğinde

vera’ı, kimseye kırgınlık duymadığında vefayı,

yaptığı iyiliğe karşılık beklemediğinde ihlâsı ye-

rine getirmiş olur.”

Kâşifî der ki: “Kalbin selâmeti, ‘Lâ ilahe illal-

lah Muhammedü’r Rasûlullah’ şehadetinde

ihlâstır. Bir görüş gönlün dünya sevgisinden arın-

mış olmasıdır. Bir başka görüş ise kalbin hased ve

hıyanetten selîm/temiz olmasıdır.”

Teysîr’de şöyle geçer: “Kalp, Hz. Peygamber

(s.a.v.)’in ehl-i beytine, eşlerine ve ashabına buğz

etmekten uzak olmalıdır.”

İmam-ı Kuşeyrî şöyle demiştir: “Kalb-i selîm,

Cenâb-ı Hakk’ın gayrisinden arınmış, dünya ta-

mahından ve âhiret arzusundan boş olan kalptir.

Yahut selîm kalp, bid’attan hâlî, sünnet-i seniyye

ile mutmain olan kalptir.”

Kalb-i selîm, Allah’ın insanları yarattığı aslî

fıtrat üzere olan, aslî mizacın inhiraf ve sapma-

sından kurtulmuş kalptir. Çünkü Allahu Teâlâ,

kalbi celâl ve cemâl sıfatlarının tecellîlerini al-

maya kabiliyetli bir ayna ola rak yaratmıştır. Tıp-

kı Âdem (a.s.)’ı ilk yarattığında olduğu gibi. İki

dünya nın ilgileriyle kirlenip paslanmadan önce

Allah onda tecellî etmiştir.7

Âşıkların Gönülleri Aynadır

Gönül sırlarına âşina olabilmenin, irfanın,

marifetin yolu da temiz bir kalpten geçmekte-

dir. Gönül hanesini temizlemeyenlerin ilâhî sır-

Page 33: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201132 Ocak 201132

lara yakınlık kesbedemeyeceğini Hazret şöyle ifa-

de buyurur:

Pâk olmayıcak olmadı dil sırrına mahrem

“Ve’t-ta’arrufu’s-sırra mine’l-kalb-i selîmü”8

Dünya ve ahiret ile onun içindekiler bir kal-

be sığabilir. Âşıkların gönlünü, ilâhî sırları yan-

sıtan aynaya benzeten Hulûsi Efendi Hazretleri

şöyle buyurur:

İki cihânın mebde‘i bir kalb içinde gizlidir

Âyîne-i dîdâr olur âşıkların gönülleri9

Kalb-i selîm, günahlardan kirlerden arınmış

ve mücellâ, ışıl ışıl parlayan bir ayna gibi Hakk’ın

cemâlî sıfatlarının tecellîgâhı hâline gelmiş bir

gönüldür. Hak Teâlâ, kulunun kalbinde cemâlî

sıfatlarının tecellîlerini görünce onu sever ve on-

dan râzı olur.

Rabbimizin cennet dâvetine ve ihsân ede-

ceği sonsuz mükâfatlara lâyık olabilmek için

mâsivâdan uzaklaşıp kalben Hakk’a yönelmek

şarttır. Zîrâ Rabbimiz, bizden ilâhî tecellîgâh olan

bir gönül, yâni kalb-i selîm istiyor.

Hazret-i Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde Bir Kıssa

Hazret-i Yûsuf’a çok uzak diyarlardan, yüreği

muhabbetle dolu bir dostu gelip misafi r olur. On-

lar, çocukluktan beri samimî birer dosttur. Ah-

baplık ve dostluk yastığına beraberce yaslanmış-

lardır. Hazret-i Yûsuf, bir müddet onunla sohbet

ettikten sonra nükteli bir tarzda:

- Söyle bakalım dostum, bize gittiğin yerlerden

ne hediye getirdin, der.

Misafi ri, bu istek karşısında çok mahcûb olur

ve ne diyeceğini bilemez. Ardından, hissiyâtını şu

samîmî ifâdelerle dile getirir:

- Sana armağan getirmek için, şu fânî âlemde

birçok şeye nazar ettim. Fakat hiçbirini gözüm

tutmadı, hiçbirini sana lâyık göremedim. Bir kı-

rıntı büyüklüğündeki altın parçasını bir altın ya-

tağına veya bir damlayı bir denize nasıl armağan

olarak götürebilirdim ki? Senin güzelliğine denk

olacak hangi tohum vardır ki bu Mısır ülkesinin

ambarında bulunmasın? Sana getirilecek hediye

ancak senin güzelliğinin bir eşi, bir benzeri olma-

lıdır. Bu yüzden ben de çâresiz, sana gönül nûru

gibi tozsuz, lekesiz, parlak bir ayna getirip sun-

mayı lâyık gördüm.

Ey güneş gibi gökyüzünün nûru olan Yûsuf!

Sana gönül nûrundan bir ayna getirdim ki, ona

baktıkça kendi güzelliğini görüp hayrân olasın.

Onda güzel yüzünü gördükçe, Rabbin sendeki

cemâlî tecellîlerini seyredesin ve beni de hatırla-

yasın.

Misâfi r bunları söyledikten sonra koltuğu-

nun altından bir ayna çıkarır ve Hazret-i Yûsuf’a

takdîm eder.

Hulûsi Efendi Hazretleri de bir beytinde gön-

lü, temiz ve cilalı bir aynaya benzetir:

Page 34: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

3333

Kendini mir’ât kıl tâ kim tecellî ede Hak

Kendin idrâk eyleyenler ile derd-nâk olagör10

“Kendini, özünü, kalbini bir ayna gibi temiz,

parlak tut ki, oraya Hakk tecellî ede. Kendini ta-

nıyan, nefsine hâkim olan kalp sahipleriyle, ilâhî

aşkla dertlenen kimselerle, velilerle dost ol.”

Kalp vücut ülkesinin başkentidir. Sır, o mer-

kezdeki Cenab-ı Hakk’ın tecellî eylediği yerdir.

Bu hikmette kalpler ve sırlar gök lerin en yüksek

yerlerine, oralarda zuhur eden ilim, marifet, tev-

hid ve muhabbet de ay ve yıldızlara benzetilmiş-

tir.

Göğün ay, güneş ve yıldızların doğduğu yer ol-

duğu gibi, kalpler ve sırlar da ilim yıldızlarının

doğduğu yer, marifet ayı nın menzilleri ve tevhid

güneşinin dönüp durduğu mahaldir. Bu manevî

yıldızların nurları, maddî ışıklardan daha par-

lak ve gör kemlidir. Hatta bazı ârifl er demişlerdir

ki: “Cenab-ı Hak evliya kalplerinin nurlarını açıp

gösterse, ayın ve güneşin ışığını söndürürdü. Zira

ay ve güneş batar ve tutulur, ay tutulması, güneş

tu tulması ile “küsûf” ve “hüsûf’a uğrar. Hâlbuki

kalplerin nurları batmaz ve hüsûf ve küsûf et-

mez.”

Hadis-i kudsîde: “Yerime ve göğüme sığma-

dım; ama mü’min kulu mun kalbine sığdım.”

buyrulur.

Bütün her şeyi içine alan mü’minin kalbi gö-

ğün ve yerin ala madığı Hak nazarının tecellî yeri

olunca, artık o kalbi ve sahibi ni neyle vasıfl andı-

rırsan vasıfl andır.11

Hâne-i kalbindeki gencîne-i esrârı bul

Ger şems nûrundan musaffâ setr olan envârı bul

“Kalbindeki gizli hazineleri keşfet, gayb bilgi-

lerin ilâhî sırlarını özünde ara. Güneşin nurun-

dan daha saf ve parlak olan ilâhî nurları kendi

kalbinde bul.”

Gayb hazineleri, ilâhî vasıfl ardır. Çünkü ârifi n

vasıfl arı ilâhî evsaftan olup Hak Teâlâ ârifl ere

ezelî vasıfl arıyla tecelli ettiğin de, ayın güneş-

ten ışık aldığı gibi, ârifl erin kalpleri de her an

ezelî evsaf nurlarından aydınlanır. Bundan önce

mezâhirin, eserlerin nurlarıyla, sırların, vasıfl a-

rın nurlarıyla aydınlandığı belirtilmişti.

Kalp hanesinin daima feyiz ve tecellî ile ay-

dınlanması ilâhî yar dımlarla olduğundan mu-

hakkıklar dediler ki: “Hak Teâlâ bir ve lisine

tecellî ettiği vakitte onun kalbini ağyardan ma-

sun kılar ve daima nuruna tecellî yeri eyler.”12

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretle-

ri bir sohbetlerinde buyurduğu şu kelamı ile ya-

zımızı sonlandıralım: “Sizler de bilirsiniz gü-

neş tutulması olur. Dünya ile güneş arasına ay

girer karanlık bir hâl alır. İnsanlar tarafından,

güneş tutuldu, denir. Oğul, Allah ile kul arasın-

da hiçbir an tecellîyât kesilmez. Gönülde her an

mevcut olur. Ne zaman ki gönle mâsivâ girer. O

tecellîyâta mâni olur. İnsan kendini yalnız hisse-

der. Ne kusur işlerse o an işler. Bir müridin şey-

hinden huzuru ile gıyabının fark olmaması la-

zımdır.”

1 Ateş¸ Es-Seyyid Osman Hulûsi¸ Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî¸ (Haz. Prof. Dr. Mehmet Akkuş-Prof. Dr. Ali Yılmaz) s. 113¸ Nasihat Yay.¸ İstanbul¸ 2006.

2 26/Şuara, 88-893 Tirmizî, Deavat 23; Nesai, Sehv 614 Müslim, Birr, 345 Ateş¸ Dîvân, s, 996 Ebû Dâvûd, Büyü, 37 İsmail Hakkı Bursevî, Ruhul Beyan Tefsiri, C.14,s.

87-89, Erkam Yay., İst, 20108 Ateş¸ Dîvân, s. 1919 Ateş¸ Dîvân, s, 29710 Ateş¸ Dîvân, s, 29711 Kastamonulu Seyyid Hafız Ahmed Mahir Hikem-i

Ataiyye Şerhi, (Haz. Tahir Galip Seratlı) s. 257. Sufi Kitap, İstanbul, 2010.

12 Hikem-i Aaiyye Şerhi, s. 2581

Dipnot

“Kalbindeki gizli hazineleri keşfet,

gayb bilgileri ilahi sorları özünde ara.

Güneşin nurundan daha saf ve parlak

olan ilahi nurları kendi kalbinde bul.”

Page 35: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201134

aİlede

MERHAMET

EğitimMehmet Zeki AYDIN*

Page 36: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

35

20. yüzyıldaki gelişmeler,

bilimsel gelişmeler, yeni

buluşlar, yeni ideolojik ve

felsefi anlayışlar, toplumları ve bireyleri etkile-

miş, değişikliklere uğratmıştır. Değişmeler, ha-

yatımızda maddî refahımızı yükselmekte, ancak

insanı insan yapan ahlakî değerler ve davranış-

lar azalmakta, sevgisizlik ve merhametsizlik art-

maktadır. Âdetâ bir yanı kurulurken, diğer yanı

yıkılan bir dünyada yaşıyoruz.

Günümüz dünyasında, maddî imkânların

çoğalmasına rağmen, insanî değerlerin azaldı-

ğı görülmektedir. Son yıllarda, cinâyet, şiddet,

tecavüz, hırsızlık suçlarının arttığını görüyo-

ruz. Bütün bunlar bize, “Acaba insanlarda mer-

hamet duygusu mu azalıyor?” sorusunu sordur-

maktadır.

Şiddet, öfke, saldırganlık, haksızlık, zulüm

gibi insanı yok eden davranışları engelleyecek,

ilişkilerimizin temeline sevgi ve yardımlaşmayı

koyacak duygulardan biri de merhamet duygu-

sudur.

Merhamet Nedir?

Merhamet, insanı kendine ve kendinin dı-

şındakilere iyilik ve yardım etmeye yönlendi-

ren acıma duygusudur. Merhamet sıradan bir

acıma duygusu değildir. Merhametten, bütün

yaratılmışlara sevgi ve şefkatle yaklaşma, onla-

rı kötülükten ve zulümden koruma ve kurtarma,

yardım etme, bağışta bulunma, affetme gibi gü-

zel huy ve davranışlar ortaya çıkar.

Merhamet, sevgi, saygı, sabır, doğruluk vb.

gibi yaşanarak öğrenilen duygulardandır. Mer-

hamet duygusu, ancak sevginin, saygının, şef-

katin, hoşgörünün, yardımlaşmanın, yaşanıldı-

ğı eğitim ortamlarında gelişebilir. Yani baskı,

korku, kin, tehdit, nefret, öç alma gibi duygula-

rın hâkim olduğu ortamlardan merhametli in-

san yetişmesi zordur. Sevgi sevgiyi, korku kor-

kuyu, merhamet merhameti doğurur.

Merhamet insanın, temel insanî duyguların-

dan biridir. Bu duyguya sahip olmayan bir insan

her türlü felakete sebep olabilir. Bu durumda

merhamet duygusunun, insanlığı hatırlatan sı-

fatların önemlilerinden olduğunu söyleyebiliriz.

Rahmet ve şefkat duygusundan yoksun bulu-

nan kalbin sahibi, kaba, katı, acımasız bir insan

olur. Bu kötü vasıfl ardan ise zulüm ve adaletsiz-

lik, bunlardan da huzursuzluk doğar.

Bildiğimiz gibi Allah, Rahmân ve Rahîm’dir.

İnsanlarda ve bütün canlılarda bulunan acıma

ve merhamet duygusu da Allah’ın Rahmân sı-

fatından gelmektedir. Efendimiz şöyle ifade bu-

yurmuştur: “Şüphesiz acıma, merhamet duygu-

su Rahmân’dan bir cüzdür.”1 Yine meşhur bir

hadîs-i kudsîde, “Şüphesiz rahmetim gazabım-

dan öne geçmiştir.”2 buyrulur.

“Merhamet, sevgi, saygı, sabır, doğruluk vb. gibi yaşanarak öğrenilen

duygulardandır. Merhamet duygusu, ancak sevginin, saygının, şefkatin,

hoşgörünün, yardımlaşmanın, yaşanıldığı eğitim ortamlarında gelişebilir.

Yani baskı, korku, kin, tehdit, nefret, öç alma gibi duyguların hâkim

olduğu ortamlardan merhametli insan yetişmesi zordur. Sevgi sevgiyi,

korku korkuyu, merhamet merhameti doğurur.”

Page 37: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201136

Kalbinde merhamet duygusu taşıyan bir in-

san, içinde ilâhî bir cevher taşıyor demektir.

Merhameti olmayan kişi, bu ilâhî nimetten na-

sipsiz kalmıştır. Hz. Peygamber’in çocukları

sevip okşamasına hayret eden ve on çocuğun-

dan hiçbirini öpmediğini övünerek söyleyen

bedeviye, “Şâyet Allah senin kalbinden merha-

meti söküp almışsa, ben sana ne yapabilirim?

Merhamet etmeyen merhamet edilmez.”3 bu-

yurması da bunu gösterir. Yine Efendimiz şöy-

le buyurmuştur: “Allah, merhametli olanlara

rahmetle muamele eder. Siz yeryüzündekilere

merhametli olun ki, göktekiler de size rahmet

etsinler. Rahim (akrabalık bağı) Rahmân’dan

bir bağdır. Kim onu korursa Allah onunla (rah-

met bağı) kurar. Kim onu koparırsa Allah da

ondan (rahmet bağını) koparır.”4

Merhamet, ağlamayı, affetmeyi, el uzatma-

yı, feda etmeyi öğreten bir duygudur. Allah’ın

yarattıklarından hiç birine zulmü revâ görme-

yip ve içlerindeki âcizlerin zayıf hallerine acıyıp

imdat ve yardımlarına koşmaktır. Bu durumda

merhamet, “yüksek derecede bir şefkat” adını

alır. Merhamet insanı hayvanlara bile şiddet-

ten uzak yumuşak bir şekilde davranmaya teş-

vik eder.

Merhamet, ahlaki erdemlerin en büyükle-

rindendir. Fakat nezâketle yapılmayınca tadı

kalmaz ve merhamet olunan kişiyi hoşnut et-

mez. Çünkü merhametin insandaki yeri kalptir,

gönüldür. Gönülden gelen bir şeyde ise katlan-

ma ve zorlanmanın olması söz konusu değildir

Merhamet, insana mağlup olan hasmın hata ve

kusurunu af ve düşmanları dost ettirir.

Merhamet en büyük güçtür; şiddet ise as-

lında güç gibi görünse de güçsüzlük göstergesi-

dir. O halde baskı, korku, tehdit, kin, nefret, öç

alma gibi duygular yerine; sevgi, saygı, hoşgö-

rü, merhamet vb… olumlu duyguları çocukları-

mıza ve gençlerimize öğretmeliyiz.

Çocuğun, sağlıklı bedensel, ruhsal ve sos-

yal gelişimi sevgi dolu, sıcak bir ortamda yetiş-

mesine bağlıdır. Böyle bir ortamı sağlayan ilk

ve temel topluluk kuşkusuz ailedir. Merhamet

duygusunun kazanılmasında da ailenin etkisi

kaçınılmazdır. Kur’ân, merhametin ailede eş-

ler arasından başlayarak, çocuklar ve komşu-

lar şeklinde dışa doğru bir açılımla devam et-

mesi gerektiğine dikkatlerimizi çekmektedir:

“Allah’a kulluk edin ve hiçbir şeyi O’na ortak

koşmayın. Ana babanıza, akrabalarınıza, ye-

timlere ve muhtaçlara, yakın komşuya, uzak

komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kal-

mışa ve emriniz altında bulunanlara iyilik

yapın.”5 şeklindeki âyetin bu noktaya işaret

ettiğini ifade edebiliriz. Bu âyette yer alan ih-

san-iyilik emrini yerine getirmek için öncelikle

merhamet sahibi olmak gerekmektedir. Çünkü

merhametin olmadığı yerde gönülden, samimî

iyilik ve ihsanın olabilmesi mümkün değildir.

Bu âyete göre, ihsan ve iyilik yapılması iste-

nenler, yakın aile üyelerinden başlayacak iyi ve

güzel bir yaklaşım, genişleyerek toplumun bü-

tün katmanlarına ulaşacaktır.

Page 38: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

37

Aile Ortamında Merhamet

Canlılar âleminde ebeveynine en fazla ihti-

yaç duyan varlığın insan olduğu bilinmektedir.

Dolayısıyla ailenin, insan varlığının kaçınılmaz

bir sonucu olarak ortaya çıkan doğal bir kurum

olduğu söylenebilir. Nitekim insanlar arasında

ikili ilişkilerin başladığı ilk mekânın aile ortamı

olduğunu başta eğitimciler olmak üzere hemen

herkes kabul etmektedir. Aile ortamı, bireyin

ebeveyn, kardeş, dede ve nine ilişkileri doğrul-

tusunda sosyal davranışlar sergilemeye başla-

dığı ilk mekândır. Bu noktadan hareketle, kişiyi

bireysellikten kurtarıp, ikili ilişkiler dünyasına

geçmesini sağlayan aile ortamının, merhamet

duygusunu öğretmek açısından önemi açıktır.

Eşler Arasında Merhamet

Ailede asıl olması gereken, sevgi ve saygıya

dayalı bir birlikteliğin kurulmasıdır. Bunu mer-

hametin tamamladığını söyleyebiliriz. Sevgi ve

saygının azaldığı ve doğal sınırların aşıldığı du-

rumlarda aile içerisinde bile çok ağır sorunlar

yaşanabilmektedir. Aile bireyleri arasındaki so-

runların, zaman zaman düşmanlık derecesine

kadar varabildiğini görüyoruz. Nite-

kim Kur’ân, “Ey iman edenler! Eş-

lerinizden ve çocuklarınızdan size

düşman olanlar da vardır. Onlar-

dan sakının ama affeder, kusurları-

nı başlarına kakmaz (ve onları hoş

görürseniz), bilin ki, Allah çok ba-

ğışlayan ve çok merhametlidir.”6

meâlindeki âyetle böyle bir aileye

dikkat çekmektedir.

Aile düzeninin bozulmaması, sağ-

lıklı bir şekilde yürümesi için eşlere çok önem-

li görevler düştüğü bilinen bir gerçektir. Toplum

düzeninin aileden başlaması nedeniyle, aile içi

ilişkiler, karşılıklı anlayış ve merhamet çerçe-

vesinde yürütülmelidir. Bu nedenle, “Ey iman

edenler! Hanımlarınıza onların arzusu hilafına

(baskı yaparak) mirasçı olma(ya çalışma)nız

helal değildir. Açık bir hayâsızlık yapmadıkça,

vermiş olduğunuz herhangi bir şeyi geri almak

amacıyla onlara baskı yapmayın. Hanımları-

nızla güzel bir şekilde geçinin, çünkü onlardan

hoşlanmıyor olsanız bile, olabilir ki hoşlanma-

dığınız bir şeyi, Allah büyük bir hayra vesile kıl-

mış olabilir.”7 meâlindeki âyetin son kısmında

yer alan, “Hanımlarınızla güzel bir şekilde ge-

çinin, çünkü onlardan hoşlanmıyor olsanız bile,

olabilir ki hoşlanmadığınız bir şeyi, Allah büyük

bir hayra vesile kılmış olabilir.” bölümünün,

kurulu bir aile düzeninin basit sebepler nedeniy-

le yıkılmaması için gereken gayretin gösterilmesi

gerektiğini söyleyebiliriz. Bu âyet, her iki tarafın

farklı psikolojik yapıda olabilecekleri ve zaman

zaman birbirinin hoşlanmadıkları şeyleri yapa-

bileceklerini, ancak merhametten ayrılmamaları

gerektiğini bildirmektedir. Tarafl ar merhametle

davrandıkları müddetçe hoşlanılmayan yönler,

zamanla diğer güzelliklerle örtülebilecektir. Bu

nedenle kendi istek ve anlayışlarımızın ötesin-

de muhataptaki diğer güzellikleri fark edip, mer-

hametle yaklaşmak gerekir. Önemli olan hoşa

gitmeyen davranışa, hoşa gitmeyen davranışla

karşılık vermek değil, hayırla, güzellikle, merha-

metle yaklaşmaktır. Nitekim bu tür yaklaşımlar,

Allah’ın eşler arasında bir güzellik ve hayır ya-

ratmasına vesile olacaktır. Merhamet çevresin-

de keşfedilebilecek güzellikler, eşler arasındaki

sevginin yeniden canlanmasına ve sevgi de onla-

rı mutluluğa götürecektir.

Kadın ve erkeğin, yaratılması ve birbirine

eşler olmasının nedenini anlatan şu âyet eşle-

ri merhametli olmaya davet etmektedir: “O’nun

işaretlerinden biri de size kendi cinsinizden,

kendileriyle sükûn bulacağınız eşler yaratma-

“Kalbinde merhamet duygusu taşıyan bir insan,

içinde ilahî bir cevher taşıyor demektir. Merhameti

olmayan kişi, bu ilahî nimetten nasipsiz kalmıştır.

Efendimiz şöyle ifade buyurmuştur: “Şüphesiz acıma,

merhamet duygusu Rahman’dan bir cüzdür.”

Page 39: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201138

sı ve aranıza sevgi ve merhameti yerleştirme-

sidir.”8 Eşler arasındaki ilişkide Allah, zulüm ve

haksızlığa göz yumulmasına razı olmaz. Nitekim

herhangi bir anlaşmazlık sonucunda eşler ara-

sında boşanma kararı alınmışsa bile bunun, her

iki tarafın rızasıyla adalet ölçüleri içerisinde ol-

ması gerektiği bildirilmektedir.9

Çocuklara Karşı Merhamet

İnsanlar için çocuğun sevimli kılındığını10 ve onla-

rın dünyanın süsü11 olduğunu ifade eden Kur’an, aynı

zamanda bir sınav vesîlesi olduğunu da beyan etmek-

tedir.12 Kur’an’ın, dünya süsü, sevimli bir varlık ve aynı

zamanda bir sınav olarak tanımladığı çocuklarda, her

zaman bu özelliklerin bulunmasının istendiğini ifade

edebiliriz.

Allah’ın (c.c) ana babaların kalbine koyduğu dikkat

çekici duygulardan biri de evlâda karşı sevgi ve şefkat

duygusudur. Bu, çocuk eğitiminde son derece önemli

bir duygudur. Çocukların kahrını çekmek ve onları ye-

tiştirmek ancak sevgi ve merhametle mümkündür.

Çocukların ahlak gelişiminde sevgi ve mer-

hamete dayanan ilişkilerin önemi açıktır. Sevgi

ve şefkat gören çocuğun özgüven duygusu daha

kolay gelişecek ve iyilik kavramı onun zihin

dünyasında yeterince yerini bulacaktır. Çünkü

şefkat sahibi anne baba, çocuk için sevgi obje-

si haline gelmekte ve çocuk onları memnun et-

mek için kendi çevresine de olumlu yaklaşmak-

tadır. Ayrıca ailesiyle özdeşleşme süreci içinde

anne babanın özelliklerini kendinde toplaya-

rak, onlar olmadığı zaman bile çevresine say-

gı göstermektedir.

Eğitim sırasında şefkatle, yumuşak bir ifa-

deyle, sevgi ve güvenle çocuğa yaklaşım eğitici-

ye de çocuğa da rahatlık kazandırır. Tam tersi

bir durumda, yani baskı, dayak, şiddet, kor-

kutma gibi cezalandırıcı davranışlarla ise, sev-

gi ve güven ortamı zedelenir veya yok olabi-

lir. Bu davranışlar geçici bir süre çözüm olsa

da kalıcı davranış değişikliklerine yol açabilir.

Çocuğun zamanla eğiticisine (anne baba yahut

öğretmenine vs…) kin duymasına, öfke besle-

mesine sebep olabilir. Çocuğun bu yaklaşımı,

karşısındaki insanın kendi hakkında iyi şeyler

düşünmediği, iyi duygular beslemediği anla-

yışına sürükler. Böyle bir kişinin kendisini ce-

zalandırmasını kabullenemez. Çocuk niçin ce-

zalandırıldığını bilmeli ve davranışlarını ona

göre kontrol etmelidir.

Merhamet konusu, çocuk eğitiminde

sadece çocuk ile anne baba arasında düşünül-

memelidir. Bunun yanında anne babanın ve

varsa diğer aile bireylerinin aralarındaki ilişki-

nin bu duygu üzerine kurulmuş olması gerek-

mektedir. Çocuk, sevgi, şefkat ve merhamet

ortamında büyümelidir.

*Prof. Dr.1 Buhârî, Edeb 13; Tirmizî, Birr 16.2 Buhârî, Tevhîd 15, 22; Müslim, Tevbe 14-16.3 Buhârî, Edeb 18.4 Ebû Dâvûd, Edeb 4941; Tirmizî, Birr 16.5 4/Nisâ, 36.6 64/Teğâbûn, 14.7 4/Nisâ, 19.8 30/Rûm, 21.9 2/Bakara, 231.10 3/Âl-i İmrân, 14.11 18/Kehf, 28.12 8/Enfâl, 28, 64/Teğâbûn, 15.

Dipnot

Page 40: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

39

ŞEHİR DÜĞÜMLEDİ BİZİ

Dilimizden dağlar anlardı baba.Tarizsiz, tarifsiz, kinayesiz...

Bir gölge bırakmak vardı dağlara baba,Bir gölge!Bulutu yorgan,Toprağı döşek,Muhannete muhtaç olmamak için Yastık etmek vardı keveni Nasıl olsa sırtımız delinmeye alışık...

Oysa Dadaloğlu’ndan bu yanaGördüğümüz beton üstüne betonDüğümledi şehir bizi.Kördüğümüz babaKördüğüm! Dağ heybetiydi bizi çekenBütün alçaklıklara inatDağ adamı değildik...

Vedat Ali TOK

Page 41: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201140

İNSAN

KültürEnbiya YILDIRIM*

KENDİNE DÜŞMAN OLAN

Page 42: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

41

Başkalar ına

endeksli ha-

yat süren-

ler, hiç şüphe yok ki, en mut-

suz kişiler zümresi içinde yer

almaktadırlar. Bu olumlu da

olabilir; ama bizim kasdettiği-

miz olumsuz tiplerdir. Bunların

başında da hased eden insanlar

gelir. Bunlar kendileri dışında-

ki insanların yaptıklarını takip

ederler, onların başarıların-

dan son derece üzülürler; baş-

larına bir felaket geldiğinde ise

mutlu olurlar, sanki ellerine bir

şey geçmiş gibi. Gözleri sürek-

li başkalarındadır. Aynı sektör-

de çalışanları veya komşularını

daima tarassut ederler; gözet-

lerler.

Böyle bir hayat ne kadar sı-

kıcı, can yakıcı ve eziyete dö-

nüşmüş bir yaşamdır. Düşün-

senize, akıl sürekli birilerinde.

Başkalarının ne yaptığını ta-

kip etmekte, zihnin bir bölümü

ötekilerle meşgul olmakta. Böy-

le olunca da “karşı taraf” ola-

rak görülen kişilerin başarısı

berikinin yüreğini kasıp kavur-

makta, kalbi sanki marangoz-

ların “işkence”leriyle sıkıştırılı-

yormuş gibi olmaktadır. Böyle

olan kişi yatağa girdiğinde bile

bunlardan kurtulamaz, çeke-

memezlikten dolayı gözlerine

uyku girmez, bir o yana bir bu

yana döner.

Başkasının başarısını haz-

medemeyen bir insanın, ken-

disi dışındakilerin başlarına

gelen sorunlardan ne kadar

lezzet alacağı âşikârdır. Rakip

olarak gördüğünün fabrikası

ifl as etse veya bir sınavda ba-

şarısız olsa veyahut bir malına

zarar gelse, bundan keyif alır.

Sonuçta, aynı kulvarda hasmı

olarak gördüğü kişinin karşı-

laştığı sorun onu duraklata-

cak, kendisini belki bir adım

öne çıkaracaktır. Böylece baş-

kalarının daha fazla dikkatini

çekecektir. Bu şekilde düşün-

düğünde de, karşıdakinin ba-

şına gelen her şeyden şeytanî

bir lezzet alacaktır.

Bu manzara ne ifade etmek-

tedir, denecek olursa: Böylesi

düşünceler içinde muvazene-

sini kaybeden insan, öncelikle

hayatı kendisine zehir etmek-

tedir. Düşünce dünyasını kir-

letmekte, mutluluğunu yine

kendi elleriyle heder etmekte-

dir. Nefsini gereksiz yere hu-

zursuz eden kişinin, esasında

hariçte düşman aramasına hiç

gerek yoktur. Zira sağlıklı sür-

dürebileceği belli müddette-

ki ömrü yine kendisi törpüle-

mekte ve kalan hayatını sağlık

sorunlarıyla geçirmesine sebe-

biyet vermektedir.

“Bir kişi namazlarını mükemmel kılsa, ama bunun

yanında, gıybet etmeye, hasede devam etse ve “Ben

iyi bir Müslümanım.” dese, bu sözle sadece

kendisini kandırır.“

Page 43: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201142

Hasedin Zararı Hasetçinin Kendinedir

Niye sebebiyet vermekte-

dir?. Zira haset, başkasını değil

çekemeyeni yiyip bitirir. Şöyle

düşünün: Birisi bir başarı öy-

küsü gerçekleştirmiş. Ticaret-

te iyi kazançlar elde etmiş veya

bulunduğu mevkide iyi bir per-

formans göstererek terfi etmiş.

Öte yandan onunla aynı kulvar-

da olan biri daha var. Gözü hep

başarıyı gerçekleştirende. Öte-

ki başarı gösterince veya beriki-

nin çabası yetersiz kalınca, ha-

yat ona zehir olur. “O nasıl oldu

da, ben olamadım. Hâlbuki

onun yerinde ben olmalıydım.”

gibi, düşünce dünyasını tama-

men hâkimiyeti altına alan ve

bütün huzurunu kaçıran bir ha-

zımsızlık yaşar. Bunun olum-

suz sonuçları öncelikle onun

günlük yaşantısına yansır. Bü-

tün neşesi kaçar. Etrafında-

ki insanlar ondaki bu küsmüş-

lüğün nedenini anlayamasalar

bile yüzüne akseden karamsar-

lığı görürler. Ailesini bile hu-

zursuz eder. Sanki bu duru-

mun oluşmasında aile fertlerin

payı varmış gibi. Etrafına te-

rör estirir ve her an patlayacak-

mış gibi çevresini teyakkuzda

tutar. Hâlbuki bir düşünse, bu

yaptıklarının bedeninde yaptı-

ğı tahribatın ne kadar büyük ol-

duğunu. O her an kalp krizine

yakalanabilir. Zira zavallı bede-

ninin bir dayanma sınırı vardır.

Sonuçta hasedin bütün olum-

suzlukları gelip kendi başına

çöreklenir. Neresinden bakar-

sanız bakın, zararlı çıkan hep

odur. Hatta etrafındaki insan-

lar ondaki bu huysuzluğun ne-

denini bir anlarlarsa, ona olan

kredileri biter. Küçük konuma

düşer ve saygınlığı kalmaz.

Peki, yaşadığı bu hafakanla-

rın, kıskandığı ve haset ettiği ki-

şinin üzerinde bir etkisi var mı?

Onun üzüntüsünü hafi fl etecek

bir sonuç doğurur mu? Elbet-

te hayır. Kıskançlığının zara-

rı kendisi yanında kalır. Diğeri

zaten elde ettiği başarının key-

fi ni sürmektedir. Berikinin ona

haset ettiğini anladığında yapa-

cağı tek şey vardır, o da, ona bir

zavallı gözüyle bakmak. Belki

de umurunda bile olmayacak-

tır. Kim bilir, onun hazımsız-

lığını bir gülme vesilesi olarak

arkadaşlarına anlatarak kahka-

ha da atabilir.

Allah için kendimize sor-

mak durumundayız, “Haset ede-

nin eline ne geçiyor?” diye? Bu-

nun cevabı kocaman bir “hiç”tir.

Âhiret sermayesinin zâyi edilme-

si de işin diğer bir yanı. Bunun

yanında haset, insanın içindeki

iyilik duygularını öldürmekte ve

büyük yıkım gerçekleştirmekte-

dir. Çünkü kalbinde başkalarına

karşı olumsuz duygular besleyen

bir insandaki merhamet duygu-

larının azalacağı, kalbinin katıla-

şacağı ve güzel huylarının dumu-

ra uğrayacağı âşikârdır. Böylesi

bir insan, sürekli hesap kitap pe-

şinde koştuğundan, etrafındaki-

lerle olan ilişkileri de içten olma-

yacaktır. Bahsettiğimiz olumsuz

alışkanlığı mutlaka bir yerden

patlak vereceği için, etrafında-

kiler onun nasıl bir yapıda ol-

duğunu en nihâyet anlayacaklar

ve yalnızlığa mahkûm olacaktır.

Âhiret yanında dünya da kaybe-

dilecektir. Bu ne acı bir durum-

dur!!

Mutluluğun reçeteleri

Lütfen on parmağımızı ma-

sanın üstüne koyalım ve haset

etmenin insana ne kadar za-

rarı olduğunu tek tek sayma-

ya çalışalım. Parmaklarımızın

yetmediğini hatta ilave on par-

mağımız olsa bile kifâyetsiz ka-

lacağını göreceğiz. Belki imanî

duyguları yeterli olmayan veya

dinî hassasiyetleri oluşmamış

insan için bütün bu anlattıkla-

rımızın bir önemi yoktur. Zira

onun için tek amaç, hayatta

öyle veya böyle başarılı olmak,

diğerlerini de başarısız kıl-

mak veya görmek olabilir. An-

cak önümüzde duran bir kitap

var, Allah Rasûlünün buyruk-

“Allah için kendimize sormak durumundayız,

“Haset edenin eline ne geçiyor?” diye? Bunun cevabı

kocaman bir “hiç”tir. Âhiret sermayesinin zâyi

edilmesi de işin diğer bir yanı.”

Page 44: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

43

ları var. Bunların ikisi de içi-

mizi güzelleştirmemizi, ken-

dimize ve çevremize zarar

verecek kötü alışkanlıklardan

ve huylardan uzaklaşmamı-

zı, kurtulmamızı emretmekte-

dir. Öyleyse dünyada güzel bir

kul, âhirette de cennet nime-

tine erişmişlerden olmak için

Allah’ın ve onun kutlu elçisi-

nin buyruklarına uymak, eli-

mizden geldiğince bizlere çizi-

len çizginin dışına çıkmamak

durumundayız.

Niye böyle yapmak duru-

mundayız? Çünkü hem Al-

lah hem de elçisi sadece bi-

zim hayrımızı istiyorlar da o

yüzden. Mutluluğun reçeteleri

Kur’an ve hadislerde çok açık

bir şekilde bizlere sunulmak-

tadır. Bu reçeteler hayatın bü-

tün alanlarını kuşatmaktadır

ve her bir hastalığın ilacı bun-

larda yer almaktadır. İnsan bu

reçeteleri hayatında tatbik et-

tiğinde gerçek anlamda mut-

lu olacak, reçetelerden bir ta-

nesini kenara koyduğunda ise

hayatının bir parçası eksik ve

hastalıklı kalacak, bu hastalık

diğer sağlam yönlerini de et-

kileyecektir. Dolayısıyla imanî

hayat öyle bir bütünlük arz

eder ki, insanın toptan Allah’a

yönelmesini gerektirir. Bir yön

noksan kaldığında, kulun ya-

ratıcısına tam olarak dönmesi

mümkün olmaz: Allah’a yönel-

diği tarafl arda yavanlık oluş-

maya başlar. Bu yavanlığın

hayatın diğer yönlerini yavaş

yavaş törpülemesi söz konu-

su olur. Dolayısıyla bütün vü-

cudun tedavi edilmesi gerek-

mektedir.

Bu dediğimizi bir örnekle

berraklaştırmak gerekirse: Bir

kişi namazlarını mükemmel

kılsa, ama bunun yanında, gıy-

bet etmeye, hasede devam etse

ve “Ben iyi bir Müslümanım.”

dese, bu sözle sadece kendisi-

ni kandırır. Zira namaz ne ka-

dar İslam’ın emri ise hasetten

uzak kalmak da aynı şekilde

dinin bir buyruğudur. Emir

olarak ikisi arasında bir fark

yoktur. Yani “Ben hem namaz

kılarım, hem de haramları iş-

lerim.” demek anlamsızdır.

Zira “Allah ve Rasûlünün bazı

buyruklarını yaparım bazıları-

nı yapmam.” demek, “Allah’ın

bazı buyruklarını kabul etmi-

yorum.” demekle eş anlamlı-

dır. Buradaki en büyük sorun,

bizim ibadetleri sadece belli

alanlara hapsetmemizdir; san-

ki ibadet, namaz, oruç ve hac-

dan ibaretmiş gibi. Oysa Allah

ve Rasûlünün bütün buyrukla-

rı aynı zamanda birer ibadet-

tir.

Bahsedip durduğum, zarar-

larından söz ettiğim, haset ve

kıskançlık olarak adlandırılan

bu kötü haslet, benim bu ya-

zımla birlikte sona mı erecek?

Elbette ermeyecek. Çünkü biz-

den önce yani Hz. Adem’in

oğullarıyla başlayan bu ger-

çeklik kıyamete kadar süre-

cek. Bazıları Hâbil’in bazıla-

rı Kâbil’in safında yer alacak.

Öyleyse önemli olan Müslü-

manın hangi tarafta yer aldı-

ğıdır.

Kendi adımıza rabbimize

her zaman şöyle dua edelim:

“Allah’ım! Etrafımdakiler için

n e

i s -

tiyor-

s a m

bana da

onu nasip et.”

Bu, hem çevre-

miz için sadece hayır isteme-

mize, hem de ahlakımızın gü-

zelleşmesine vesile olacaktır.

Yazımızı teberrük olması

amacıyla bir âyet ve iki hadis-

le bitirelim: “Allah’ın sizi, bir-

birinizden üstün kıldığı şeyle-

ri (başkasında olup da sizde

olmayanı) hasretle arzu et-

meyin.” (4/Nisâ, 32). “Bir ku-

lun kalbinde imanla haset

bir arada bulunmaz.” (Nesâî,

Cihâd, 8). “Ateşin odunu ya-

kıp bitirdiği gibi, haset de

iyilikleri yer bitirir.” (Ebû

Dâvûd, Edeb, 44).

*Prof. Dr.

Page 45: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201144

İBADETLERDE

SAMİMİYETİBADETLERDE

SAMİMİYET“Dinin özü samimiyet olduğuna göre bu özün göstergeleri de olmalıdır.

Dinin samimiyet olduğunu gösteren amellerin başında ibadetler gelmektedir.

Çünkü ibadetler dindarlığı gösteren, geliştiren ve yerleştirip kalıcı bir hayat

tarzı haline getiren temel yükümlülüklerdir. İbadetsiz bir din düşünülemez.”

FıkıhAbdullah KAHRAMAN*

“Dinin özü samimiyet olduğuna göre bu özün göstergeleri de olmalıdır.

Dinin samimiyet olduğunu gösteren amellerin başında ibadetler gelmektedir.

Çünkü ibadetler dindarlığı gösteren, geliştiren ve yerleştirip kalıcı bir hayat

tarzı haline getiren temel yükümlülüklerdir. İbadetsiz bir din düşünülemez.”

Page 46: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

45

Samimiyet yani ihlâs dinin özü, dindar-

lığın ise ölçüsüdür. İnsan bir dine an-

cak samimiyetle, hiçbir maddî menfa-

at beklemeden ve hiç kimseye gösteriş yapmadan

inanırsa ona gerçek mü’min ve tam anlamıyla din-

dar denilebilir. Bu şekilde inananlar mü’min ola-

rak kalabilir ve iman ile ölebilirler. Aksine düşün-

celer dindarlığa temelden aykırıdır. Gerek yüce

kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de gerekse Hz. Peygam-

ber (s.a.v)’in hadislerinde dinin samimiyet oldu-

ğu sıkça ifade edilmiş, aksine düşünce olan riyâdan

ise ısrarla sakındırılmıştır. Meselâ Kur’ân, dinin

özünün samimiyet olduğunu şu âyetle çok açık

bir şekilde ifade etmektedir: “Hâlbuki onlar an-

cak, dini yalnız Allah’a has kılarak (samimiyet-

le) ve hanifl er olarak Allah’a kulluk etmek, namaz

kılmak ve zekât vermekle emrolunmuşlardı. Sağ-

lam ve dosdoğru din de budur.”1 Dinde samimi ol-

mayan, onu içine sindirememiş ve kendisine mal

edememiş demektir. Dini kendisine mal edemeyen

kimse onu hayat tarzı haline de getiremez. Bunun

için onun dindarlığı esen rüzgâra göre şekil değişti-

rir. Hâlbuki dindarlık başkalarının keyfi ne göre de-

ğişmeyen, ilkeleri olan bir hayat tarzıdır.

Dinin samimiyet olduğunu ve bunun boyutla-

rını açıklayan Rasul-i Ekrem bir keresinde, “Din

samimiyettir.” buyurmuştu. “Kime samimiyet-

tir Yâ Rasulellah?” diye sorulunca şöyle demişti:

“Allah’a, Kitabına, Peygamberlerine, Müslüman-

ların yöneticilerine ve bütün Müslümanlara.”2

Kur’ân, dinin samimiyet olduğunu anlatırken

bunu sadece Hz. Muhammed (s.a.v) ile sınırlı tut-

maz. Bütün peygamberlerin bu anlayışla hareket

etiğini anlatır. Meselâ Hz. Musâ’dan bahsederken

şöyle buyurulur: “Kur’ân’da Musâ’yı da an; Şüp-

hesiz ki o, ihlâslı bir kuldu ve gönderilmiş bir pey-

gamberdi.”3. Aynı zamanda Kur’ân dinlerinde ve

dualarında samimî olmayanları da kınayarak bize

ibretle anlatır.4

Dinin özü samimiyet olduğuna göre bu özün

göstergeleri de olmalıdır. Dinin samimiyet olduğu-

nu gösteren amellerin başında ibadetler gelmekte-

dir. Çünkü ibadetler dindarlığı gösteren, geliştiren

ve yerleştirip kalıcı bir hayat tarzı haline getiren te-

mel yükümlülüklerdir. İbadetsiz bir din düşünü-

lemez. Çünkü dini sadece iman seviyesinde sür-

dürüp ibadetleri aksatanlar veya hiç yapmayanlar

dinin gerçek tadından mahrum kalırlar. Onlar, bal

kavanozunu dışarıdan yalayanlara benzerler.

İbadetlerde Samimiyet

İbadetine riyâ karıştıranlar ise dindar olduğu-

nu, dinde samimî olduğunu zanneden ve bala ze-

hir katarak gıdalanmaya çalışanlardır. Dinin özüne

ait bu gerçeği bize anlatıp aşılayan Yüce Kitabımız

hemen her ibadetle ilgili samimiyet vurgusu yap-

makta, ibadetlerin sadece Allah’ın rızası için ya-

pılmasına dikkat çekmektedir. “O halde ancak

Bana ibadet et ve namazı Beni anmak için kıl.”5,

“O halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.”6

meâlindeki âyetler bu hususa işaret etmektedir.

İbadetinde samimiyet anlayış ve ilkesini ihlâl

edenler de Kur’ân’da şiddetle ve sert bir şekilde

ikaz edilmektedir: “Yazıklar olsun o namaz kılan-

lara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar ve na-

mazlarıyla gösteriş yaparlar.”7 meâlindeki âyetler

bunu açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Özellikle ibadetlerde samimiyetin emredilme-

si, ibadetlerin dini ayakta tutma ve dindarlık zihni-

yetini oluşturma konusundaki öneminden kaynak-

lanmaktadır. İbadet dinin, dua da ibadetin özüdür.

Bunlarda meydana gelecek en ufak bir sapma dini

kökünden sarsacağı için ibadetlerde samimiyet ve

ihlâstan asla taviz verilemez. Özellikle nafi le na-

mazlara, nafi le oruçlara ve sadakalara riyânın, kur-

banlara dünyalık arzuların karışma ihtimali çok

büyüktür. Bu konularda daha dikkatli olmak ge-

rekmektedir. Sağ elin verdiğini sol elin görmemesi,

nâfi lelerin gözlerden uzak yapılması ve et yeme ni-

yeti taşıyanlarla ortak kurban kesilmemesi hep bu

samimiyet ilkesini ihlal etmemeye yöneliktir.

Rasül-i Ekrem (s.a.v.) Efendimizin İkazları

Bizim kendilerini Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ar-

kadaşları olarak bildiğimiz ve saygıyla ve minnetle

andığımız sahâbenin en büyük özelliklerinden birisi

Page 47: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201146

dinde ve ibadette samimiyet sahibi olmalarıydı. On-

lar, Hz. Peygamber (s.a.v.)’den, yaptığını Allah için

yapmayı; verdiğini Allah için vermeyi öğrenmiş ve

bunu karakter haline getirmişlerdi. Çünkü onlar içi-

ne riyâ karışan hiçbir amel ve ibadetin Allah katın-

da makbul olmayacağını dinin en yetkili mercii olan

Rasül-i Ekrem’den öğrenmişlerdi. İşte onların bu

konuda duyduğu ve bize de aktardığı ikaz dolu bazı

hadisler:

1. Ebû Hüreyre (r.a.)’nin anlattığına göre: “Rasü-

lullah (s.a.v) buyurdular ki: “Kıyamet günü ilk çağ-

rılacaklar, Kur’ân’ı ezberleyen, Allah yolunda öl-

dürülen ve bir de çok malı olanlardır. Allahu Teâlâ

Kur’ân okuyana, “Ben Rasülüme inzal buyurduğum

şeyi sana öğretmedim mi?” diye soracak. O, “Evet ya

Rabbi!” diyecek. Allah, “Bildiklerinle ne amelde bu-

lundun?” diye tekrar soracak. O, “Ben onu gündüz

ve gece boyunca okurdum.” diyecek. Allâhu Teâlâ,

“Yalan söylüyorsun!” diyecek. Melekler de ona, “Ya-

lan söylüyorsun!” diye çıkışacaklar. Allahu Teâlâ

ona, “Bilakis sen, “Falanca (güzel) Kur’an okuyor.”

densin diye okudun ve bu da söylendi.” der. Son-

ra, mal sahibi getirilir. Allah Teâlâ, “Ben sana bol-

ca mal vermedim mi? Hatta o kadar bol verdim ki,

kimseye muhtaç olmadın?” der. Zengin adam, “Evet

yâ Rabbi” der. “Sana verdiğimle ne amelde bulun-

dun?” diye Allah Teâlâ sorar. Adam, “Sıla-i rahim-

de bulunur ve tasadduk ederdim.” der. Allâhu Teâlâ,

“Bilakis sen, “Falanca cömerttir.” desinler diye bunu

yaptın ve bu da denildi.” der. Sonra Allah yolunda

öldürülen getirilir. Allah Teâlâ Hazretleri, “Niçin

öldürüldün?” diye sorar. Adam, “Senin yolunda ci-

hadla emrolundum. Ben de öldürülünceye kadar sa-

vaştım.” der. Hakk Teâlâ ona, “Yalan söylüyorsun!”

der. Ona melekler de, “Yalan söylüyorsun!” diye çı-

kışırlar. Allah Teâlâ ona tekrar, “Bilakis sen, “Fa-

lanca cesurdur.” desinler diye düşündün ve bu da

söylendi.” buyurur. Sonra Rasülullah (s.a.v), Ebü

Hüreyre’nin dizine vurup, “Ey Ebü Hüreyre! Bu üç

kimse, Kıyamet günü, cehennemin, aleyhlerinde ka-

baracağı Allah’ın ilk üç mahlükudur!” dedi8.

2. Ebü Hüreyre ve İbnu Ömer (r.a.) anlatı-

yor: “Rasülullah (s.a.v) buyurdular ki: “Ahir za-

manda, dinle dünyayı taleb eden insanlar zuhûr

edecek. Bunlar, insanlar(a iyi görünüp, onları al-

datmak) için öyle bir yumuşaklığa bürünürler ki ko-

yun postu yanlarında kaba kalır. Dilleri de baldan

daha tatlıdır. Ancak kalbleri kurtlarınkinden vah-

şidir. Cenâb-ı Hakk (bunlar için) şöyle diyecektir:

“Beni aldatmaya mı çalışıyorsunuz, yoksa bana kar-

şı cür’ete mi yelteniyorsunuz? Zât-ı Akdesime ye-

min olsun, bunlar üzerine, kendilerinden çıkacak

öyle bir fi tne göndereceğim ki, içlerinde halîm olan-

lar bile şaşkına dönecekler.”

3. Ebü Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasülullah

(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allahu

Teâlâ Hazretleri diyor ki: “Ben ortakların şirkten en

müstağnî olanıyım. Kim bir amel yapar, buna ben-

den başkasını da ortak kılarsa, onu ortağıyla başba-

şa bırakırım.”

Ebu Saîd el-Hudrî (r.a.) anlatıyor: “Rasülullah

(s.a.v) buyurdular ki: “Her kim (ibadetini gösteriş

için) halka işittirirse, Allah o kimseyi (yani gayesini

halka) işittirir ve kim (ibadetinde) riyâkarlık eder-

se Allah onun riyâkârlığının cezasını (dünyada) ve-

rir.”9

Bu ikaz ve irşatları bizzat Hz. Peygamber

(s.a.v.)’den her fırsatta duyan sahabe, dindarlık an-

layışlarını da gösterişten uzak içtenlik ve samimiyet

üzerine kurmuşlardı. Böyle olduğu için de hiçbir za-

man şartlar ne olursa olsun dinlerinden ve ibadet-

lerinden vaz geçmemişlerdi. Çeşitli fi tnelerin zuhur

ettiği zamanlarda bile bu sahâbe dinini ve ibadeti-

ni hiçbir şeye değişmemiş ve onlardan taviz verme-

mişti. Şâyet onlar ibadetlerini Allah’ın rızasından

başka bir amaç için yapmış olsalardı bu din bize ka-

dar doğru bir şekilde intikal edebilir miydi? Saha-

be ihlâsın zirvesini yaşıyordu. Çünkü onlar şu âyeti

ilk okuyanlardı: “Kim Rabbine kavuşmayı umuyor-

sa yararlı (sâlih) bir iş yapsın ve Rabbine ibadette

kimseyi ortak koşmasın.”10

Prof. Dr.

1 Beyyine, 98/5.2 Müslim, “İman”, 95.3 Meryem, 19/51.4 Örnek olarak bk. Yunus, 10/22-23.5 Tâhâ, 20/14.6 Kevser, 108/2.7 Maun, 107/4-6.8 et-Tâc, I, 57-58.9 et-Tâc, I, 57-59.10 Kehf, 18/110.

Dipnot

Page 48: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

47

HEP SENİ ARIYORUM

Bilsem de, bilmesem deHep Seni arıyorumBulsam da, bulmasam daHep Seni arıyorum

Kuşların kanadındaNîmetlerin tadındaErkekte ve kadındaHep Seni arıyorum

Bülbüllerin sesindeGüllerin nefesindeÖtenin ötesindeHep Seni arıyorum

Gökyüzünde ve yerdeZikreyleyen dillerdeKıyâmette, MahşerdeHep Seni arıyorum

Güzelin bakışındaYüzünün nakışındaSuların akışındaHep Seni arıyorum

Bulmak kolay mı, zor mu ?Bu bir ateşten kor mu ?Bulmamı istiyor mu ?Hep Seni arıyorum

Arayan bulur mu ki ?Okuyan bilir mi ki ?O sonsuz bir nur mu ki ?Hep Seni arıyorum

Bulmaya kararım varVuslat arzularım varBu yolda ısrarım varHep Seni arıyorum

Bulmaya kararım varVuslat arzularım varBu yolda ısrarım varHep Seni arıyorum

Gündüzde ve gecedeKelimede, hecedeRükûda ve secdedeHep Seni arıyorum

Satır satır kitaptaŞiirlerde, hitaptaSevinçte, ıstıraptaHep Seni arıyorum

Dağlarda, denizlerdeYollardaki izlerdeÇöllerdeki gizlerdeHep Seni arıyorum

Maddede ve mânâdaSözlerdeki îmâdaGözyaşıyla duâda Hep Seni arıyorum

Ateş, su, hava, toprakKâinat yaprak yaprakBuyruğuna uyarakHep Seni arıyorum

Cemat, nebat, ins ü canEşref-i mahlûk insanYol haritamdır Kur’ânHep Seni arıyorum

Sensin Seni aratanSensin hakikî vatanÖnde Kılavuz KaptanHep Seni arıyorum…

Bekir OĞUZBAŞARAN

Page 49: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201148

‘Öz’lemeK

DenemeRecep AYIK

Özlemek keli-

mesi ne kadar

güzel bir keli-

me... Aslında şimdi burada bir-

kaç sözlükten anlamını verip

o anlamlar arasındaki farklar-

dan yola çıkarak veya anlamla-

rın eksikliklerini malzeme ede-

rek de bir yazı çıkabiliriz. Fakat

buna gerek yok. Öz kelimesi

zihnimizde nasıl bir çağrışım

uyandırıyor, ne kadar derinle-

re inebiliyorsa ancak o şekilde

özlemek kelimesinin anlamı-

nın derinleşeceğini söyleyebi-

liriz. Bir “şey”in özü ile irtibat

kurmak belki de “özleme”yi

mümkün kılar. Özünüzden bir

parça kopup başka bir öze düş-

mediyse aslında özlemek yeri-

ne belki kısa süreli bir bekleme

seansından bahsedilebilir. Bek-

leyende ve beklenende öz itiba-

ri ile kurulmayan bir irtibat da

beklemelerimizin kısa olacağı-

na işarettir ancak. Ki beklemek

dünyaya daha yakın bir kelime-

Page 50: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

49

dir bu açıdan. Özlemek ise özü

cennette saklı insanı, ahirete

yani sonsuz ufuklara doğru gö-

türen bir kelimedir.

Belki aşk, özlemek dediği-

miz şeyi hâl ile açıklayan en

önemli mertebedir. Aşk, bir

gönlün başka bir gönlün ay-

nasında özünü yeniden şekil-

lendirmesi olarak okunabi-

lir. Özüme ateş düştü, dersek

yangın var diye bağırmaz, aşk

var diye inleriz. Aşk makamı-

na bağırmak yakışmaz çünkü.

Özümüzde bir yerlerde sak-

ladığımız cevherin ilhamıyla

da karşılıksız bir bekleme alır

bizi. Kendini görmeden, özü-

müzü ellerimizle teslim ettiği-

miz Sonsuz Aşk Sahibi’ni öz-

leyerek yanına varmayı hayal

ederiz. Gelse de hoş, gelmese

de denebilir bu duruma. Öz ve

beklemek kelimelerinin yan-

kılarından oluşmuş bir keli-

medir aslında özlemek.

Bütün bu girizgâhla açıkla-

mak istediğimiz şey ne? Bel-

ki neyi özlediğimizi yeniden

hatırla(t)mak olamaz mı? Bel-

ki, neyi özlediğimizi yeniden

hatırlarsak özümüzün, aslımı-

zın nereye doğru meylettiğini

yeniden düşünebiliriz. Testi,

içindekini sızdırır demiş bü-

yüklerimiz. İçimizde saklanan

iksirin nereye doğru meyletti-

ği ise hayatımızın ne yöne ak-

tığıyla çok yakından ilgili.

Hayatımızın her dönemin-

de çeşitli özlemlerle tanışı-

yor, başka şeyleri özlüyoruz.

Çocukken özlediklerimizle

büyüdükten sonra özledik-

lerimiz arasından farklar bu-

lunabiliyor. Çocukken, oyun-

larımızı meleklerle oynarken

özlediklerimiz de bizi melek-

lerin safl ığına, temizliğine ya-

kınlaştırıyordu. Rüyalarımız-

da melekler bizi güldürüyor,

ilk adımlarımızı atarken me-

lekler bize yardımcı oluyor-

du. Fakat büyüdükçe onları

unutabiliyoruz işte. İlk arka-

daşlarımızı unutunca da onla-

ra duymamız gereken özlemi

başka şeylere duyuyoruz. Me-

sela, evinden ilk defa ayrı kal-

mış bir gence soruluyor: “Evi-

ni özledin mi?” Genç adam,

evini özlemediğini söylüyor.

Peki, hiçbir şeyi mi özlemedin

diye yeniden soruluyor. Genç

adam biraz düşünüp cevap ve-

riyor: Evet özledim. Anneni

mi? Hayır! Babanı mı? Hayır!

Peki, neyi özledin? Bilgisaya-

rımı özledim!

İlk paragrafı komple unuta-

lım ve hiçbir şey düşünmeden

sadece verilen cevaba bakalım.

Bunu açıklamak için birkaç söz-

lük yetmeyecek. Kitaplar, külli-

yatlar yetmeyecek. Öyle ağzı-

mız açık bakıp kalacağız. Belki

kendi günahımızı hafi fl etmek

için böyle evlatlarımızın olma-

dığını söyleyeceğiz. Ama aziz

okuyucu, bu çocuk senin çocuk-

larından biri mutlaka, belki de

benim çocuklarımdan. Efendi-

miz (s.a.v.)’in komşu hakkın-

da dikkat etmemizi istediği hu-

suslar çoğumuzun malumudur.

O’nun (s.a.v.) komşu tarifi ne

göre de bütün bir şehirle öyle ya

da böyle bir şekilde komşuluk

ilişkimiz vardır. Yani tüm şehir

bir ailedir. Ailemizden bizi öz-

lemeyen çocukların yetişmesini

kim ister.

Belki modern zaman, belki

ahir zaman artık ne dersek di-

yelim. Hepimizin özünde böy-

le kırılmalara sebep olmuyor

mu acaba? İçimizde ne varsa

aşağı yukarı dışımızda da onu

görmek istemiyor muyuz? Bel-

ki bu çocuğun yaşını büyütsek

ondan, makam, mevki, para vs

fuzuli şeyleri özlemediğini duy-

mak ne kadar inandırıcı gele-

bilir. Özlerimize elbet nefi s ve

şeytanın gölgesi düşüyor, düşe-

cek. Ama bu gölgenin, Allah’ın

belki de ibret alın diye masum

olarak gönderdiği, arkadaşla-

rını meleklerden seçtiği çocuk-

larda, çocuklarımızda işi ne!

Bu gölgenin düşmesine biraz

da bizler sebep olmuyor mu-

yuz? Onların temizlik ve masu-

miyetlerine bu kadar kasteden

modern oyuncaklardan onla-

rı niye kurtarmıyor hatta bila-

kis onlarla odalarını dolduru-

yoruz. Meleklerin dostlarına bu

reva mıdır?

Bugün çocukların kalplerine

yerleşen belki de son şey insan

sevgisi. Çünkü kazanma hırsı-

nın daha da arttığı bu çağda sis-

temin sıralamasında “olmasa

da olur” cinsinden bir şey insan

sevgisi. Belki bizler de böyle bir

çarkta doğduk, büyüdük… Bile-

miyoruz. Ama unutmayalım ki

neyi özlüyorsak, özümüz ona

benziyor demektir. Bu çocuğun

belki birkaç gigabaytlık bir bey-

ni veya kalbi vardır mesela.

Sahi, ölümü özleyenimiz

var mı?

Page 51: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201150

ŞEFAAT

İlim ve HayatMehmet DERE

Page 52: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

51

Şefaat, dünyada işlenen günahların

ahirette affedilmesi için talepte

bulunmak, aracı olmak ve bunun

için dua etmektir. Ahirette kendilerine şefaat izni

verilen her şefî (şefaat edici)nin şefaatinin sını-

rı, Allah katındaki yakınlığı ve derecesi nispetin-

de olacaktır. Şefaat olunacak kimselerin de şefaat

edilmeye layık olmaları şarttır. Allah’ın ahiret-

te başta peygamberler olmak üzere razı olduğu

birtakım kimselere şefaat etmeleri için izin ver-

mesi, kendisinin bileceği, adalet ve lütfuna dâhil

olan bir hikmetinin bir sonucudur. Gerçek ve en

büyük şefaatçi Allah’tır. Çünkü O, eş-Şefi (şefaat

edici)’dir.3

Kur’an’a göre ancak Allah’ın izin verdiği kim-

seler şefaat edecektir,4 melekler de müminler için

şefaat edecektir.5 Kâfi rler, müşrikler ve münafık-

lar için asla şefaat yoktur.6

Görüldüğü gibi Kur’an’a göre şefaat, ahirette

Yüce Allah’ın izin verdiği kimseler için söz konu-

sudur. Allah’ın izni olmadan bir kimsenin şefaat

etmesi veya Allah’ın razı olmadığı birine şefaatte

bulunması asla mümkün değildir.

Kâfi rler, müşrikler ve münafıklar şefaat hak-

kından asla yararlanmazlar. Zira bunlar Allah’a

şirk/ortak koşuyorlar, dünyada iken kendilerine

gönderilen ilâhî elçileri ve onların haber verdiği

ahiret gününü inkâr ediyorlar, Allah’ın hüküm-

lerini tanımıyorlardı. İlgili bir ayette de “Şüphe-

siz ki Allah, kendisine ortak koşulmasını asla ba-

ğışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse

için bağışlar”7 buyrulduğu gibi kâfi rler, müşrik-

ler münafıklar için şefaat asla mümkün değildir.8

Hadislerde de şefaat kavramı yer almış, baş-

ta Peygamberimiz (s.a.v.) olmak üzere bütün pey-

gamberlerin, meleklerin ve salih kulların Allah’ın

izni ve rızası dâhilinde şefaat edebileceği bildiril-

miştir.9 Ahirette gerçekleşecek şefaatle ilgili ha-

dislerin birçoğu Peygamber Efendimizin (s.a.v.)

şefaatine dairdir. Buna göre Peygamberimiz

(s.a.v.): “Her peygamberin kabul olunan bir du-

ası vardır. Ben, duamı kıyamet gününde ümme-

time şefaat için sakladım.”10 buyurmuş, peygam-

berler içinde ilk defa kendisinin şefaat edeceğini

ve şefaatinin kabul olacağını,11 ümmetinden bü-

yük günah işleyenlere de -şirk hariç- şefaat ede-

ceğini bildirmiştir.12

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ahiretteki genel ve

kapsamlı şefaatine “şefaat-i uzma” “büyük şefa-

at” diyoruz. Şefaat-i uzma (büyük şefaat) şöyle

gerçekleşecektir: Ahirette hesaba çekilmek üze-

“Ahirette Allah’ın izin ve rızası dâhilinde başta bizim Peygamberimiz

(s.a.v.) olmak üzere bütün peygamberler, melekler ve salih kullar

şefaat edeceklerdir. Biz müminlere düşen görev şefaate layık olmak

için Allah katından salih makbul ameller işlemek, en büyük şefaatçi

Hz. Muhammed (s.a.v.)’in sünnetine sımsıkı yapışmaktır.”

Page 53: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201152

re bütün insanlar beklerken, hesaplarının bir

an önce görülmesi için sırayla Hz. Âdem (a.s.),

Hz. Nuh (a.s.), Hz. İbrahim (a.s.), Hz. Musa

(a.s.), Hz. İsa (a.s.)’a giderler. Bunlardan her

biri gelenleri bir diğerine gönderirler. Nihayet

Hz. İsa (a.s.) onları Hz. Muhammed (s.a.v.)’e

gönderir. O vakit Hz. Peygamber (s.a.v.) arşın

altında secdeye kapanır, şefaat için dua eder.

Allahu Teâlâ, “Ey Muhammed, başını secde-

den kaldır, şefaatin kabul edilmiştir.” der.13

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bu anlamdaki şefa-

at yetkisine Makam-ı Mahmud (övülen ma-

kam, kıyametteki şefaat makamı) denir. Hz.

Peygamber (s.a.v.)’in Makam-ı Mahmud sa-

hibi olmasına sebep olarak da herkes tarafın-

dan övülmesi ve ayette de14 buyrulduğu gibi te-

heccüd namazına (gece namazı) devam etmesi

gösterilmiştir.15

Makam-ı Mahmud’a yani şefaate nail olmak

için, Peygamberimiz (s.a.v.) biz ümmetine şu

tavsiyede bulunuyor: “Kim ezanı duyduğu za-

man, ‘Ey bu tam davetin(ezanın) ve kılınacak

olan namazın Rabbi! Hz. Muhammed (s.a.v.)’e

vesileyi, fazileti ve O’na vaat ettiğin Makam-ı

Mahmud’u ver’ diye dua ederse o kimseye şe-

faatim gerekli olur.”16

Şefaat-i uzmadan sonra Rasûllah (s.a.v.) il-

kin, ümmetinden cennet ehli olanlar için şe-

faatçi olacak, cehenneme giren günahkâr mü-

minler için üç defa şefaat edecek ve bu sayede

cehennemlikler buradan çıkarılıp cennete ko-

nulacaktır.17

Ayrıca cennet ehlinin cennette dereceleri-

nin artırılması için ilk şefaat edecek ve şefaa-

ti kabul olacak peygamber de Hz. Muhammed

(s.a.v.)’dir.18

Yine şefaatle ilgili olarak Kur’an okuyan ve

oruç tutan kimselere, bu ibadetlerinin şefaatçi

olacağı bildirilmiştir.19

Sonuç olarak şunları söylemek gerekirse,

ahirette Allah’ın izin ve rızası dâhilinde başta

bizim Peygamberimiz (s.a.v.) olmak üzere bü-

tün peygamberler, melekler ve salih kullar şe-

faat edeceklerdir. Biz müminlere düşen görev

şefaate layık olmak için Allah katından salih

makbul ameller işlemek, en büyük şefaatçi Hz.

Muhammed (s.a.v.)’in sünnetine sımsıkı yapış-

maktır.

Dipnot 1 Mustafa Alıcı, “Şefaat”, DİA.,C. 38, TDV. Yay., İstanbul 2010, s. 411; Fikret Karaman, “Şefaat”, Dinî Kavramlar Sözlüğü, DİB. Yay.,

Ankara 2006, s. 6142 Mesut Erdal, Kur’an ve Sünnet’e Göre Şefaat İnancı, Yeni Akademi

Yay., İstanbul 2006, s. 18; Karaman, age., s. 6143 Muhsin Demirci, Kur’an’ın Temel Konuları, İFAV Yay., İstanbul 2000, s. 3434 2/Bakara, 255; 10/Yunus, 3; 19/Meryem, 87; 20/Tâhâ, 109; 21/Enbiyâ, 28; 34/Sebe, 23; 39/Zümer, 44; 53/Necm, 265 21/Enbiyâ, 28; 53/Necm, 266 2/Bakara, 48, 123; 6/En’âm, 51, 70, 94; 7/A’râf, 53; 26/Şuarâ, 100-101; 30/Rum, 13; 40/Mü’min, 18; 43/Zuhruf, 86; 74/Müddessir, 487 4/Nisâ 48, 116; 5/Mâide 728 Demirci, age., s. 343; Erdal, age., s. 619 Buhârî, Tevhid, 24; Müslim, İman, 3012; Tirmizî, Kıyamet, 1110 Buhârî, Da’avat, 1; Tevhid, 31; Müslim, İman, 334; Tirmizî, Da’avat, 141; İbni Mâce, Sünnet, 3711 Müslim, Fadâil, 212 Ebû Davud, Sünnet, 21; Tirmizî, Kıyamet, 11; İbni Mâce, Zühd, 3713 Buhârî, Tevhid, 19, 36-37; Rikâk, 51; Müslim, İman, 32214 17/İsrâ, 7915 İlyas Üzüm, “Makam-ı Mahmud ” , DİA., C. 27, TDV. Yay., İstanbul 2003, s. 413; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, C. 5, Çelik-Şûrâ Yay., İstanbul 1993, s. 14716 Buhârî, Ezan, 8; Müslim, Salât, 11; Tirmizî, Salât, 175; Ebû Davud, Salât, 38; İbni Mâce, Ezan, 4; Nesâî, Ezan, 3817 Buhârî, Tevhid, 19, 24, Rikâk, 51; Müslim, İman, 32218 Müslim, İman, 8519 Buhârî, Tevhid, 24; Müslim, İman, 47, 302

Page 54: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

53

GÖNDER Hasret mektubunu yazdığın zamanSitem etme selamını hoş gönderYanıyor yüreğim halim pek yamanİster dolu ister isen boş gönder

Sana aşık olan sevgi duyandırYar uğruna şirin canı koyandırMektubunun iki ucunu yandırÜzerinde birkaç damla yaş gönder

Gece gündüz hayal eder özlerimKavuşmak çaresiz ağlar sızlarımİlkbaharda yollarını gözlerimYaz gelmezsen sıcak sevgi kış gönder

Şeref bir gül gibi soldu deselerSıladan uzakta kaldı deselerGurbet ellerinde öldü deselerMezarıma iki tane taş gönder

Şeref TAŞLIOVA

Page 55: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201154

VE FERİYE SARAYLARI İLEBİR PADİŞAHIN HAZİN SONU

ÇIRAĞAN“Yapımına 1863’te başlanan Çırağan Sarayı 1871’de bittirilirken 2,5 milyon

altın harcanmıştır. Son kez 1876 yılının Mart ayında buraya gelerek bir süre

Sultan Abdülaziz dinlenmiştir.”

KültürResul KESENCELİ

Page 56: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

55

Çırağan’ın bugün

Beşiktaş ve Orta-

köy arasında bu-

lunan yeri 17. yüzyılda Kazan-

cıoğlu Bahçeleri diye bilinirdi.

18. yüzyılda Beşiktaş kıyılarını

süsleyen denize nazır saraylar

ve bahçeler ‘Lale Devri’ diye bi-

linen ‘Çiçek ve Müzik Aşkı’ dö-

neminin en önemli simgelerin-

den sayılmıştır. Farsçada ışık

anlamına gelen ‘Çırağan’ is-

miyle anılmaya başlanmıştır.

Sultan II. Mahmut 1834’te bu

alanı yeniden yapılandırma ka-

rarı alır. Önce mevcut olan ya-

lıyı yıktırır. Yeni saray için bü-

yük ölçüde ahşap kullanılmış

gibi görünmesine rağmen esas

bölümün temelinin yapımın-

da tamamen taş kullanılmıştır.

40 adet sütun dikilerek klasik

bir görünüm verilmiştir. Sultan

Abdülaziz’in kardeşi olan Sul-

tan Abdülmecit 1857’de Sultan

II. Mahmut’un yaptırdığı ilk

sarayı yıktırmış, batı mimari-

si tarzında bir saray yaptırmayı

planlamış; ancak 1863’te vefat

ettiğinden ve parasal sıkıntılar

yüzünden sarayın yapımı yarım

kalmıştır. Sultan Abdülaziz,

yeni sarayın inşaatını 1871’de

tamamlatmış, ancak stil olarak

batı değil, doğu mimarisi seçil-

miş ve Kuzey Afrika İslâm Mi-

marisi uygulanmıştır. Eski Çı-

rağan Sarayı’nın tahta binası

yıkılarak yerine yenisinin taş-

tan temelleri konmuştur. Sul-

tan dünyanın her yanından na-

dide mermer, porfi r, sedef gibi

maddeler getirterek sarayın ya-

pımı için kullandırmış. Yalnız

sahil inşasında 400.000 Os-

manlı lirası harcanmıştır.

Yapımına 1863’te başlanan

Çırağan Sarayı 1871’de bitti-

rilirken 2,5 milyon altın har-

canmıştır. Son kez 1876 yılı-

nın Mart ayında buraya gelerek

bir süre Sultan Abdülaziz din-

lenmiştir. Feriye Sarayı ise İs-

tanbul Boğazı kıyılarında gü-

nümüzdeki Beşiktaş semtiyle

Ortaköy semti arasında Çıra-

ğan Caddesi boyunca uzanan

Osmanlı saraylarının eski adı-

dır. İstanbul Boğazı kıyılarında

Osmanlı Hanedanı için yaptırı-

lan ilk saray 1856 yılında kulla-

nıma açılan Dolmabahçe Sarayı

idi. Daha sonra 1872 yılında Çı-

rağan Sarayı yaptırıldı. Ancak

bu iki saray da Osmanlı ailesine

yetmeyince Çırağan Sarayı’yla

Ortaköy Camii arasındaki kıyı

şeridinde ek binalar yaptırıldı.

Balyan Ailesine üye mimarlar

tarafından yapılan bu binalara

ikincil binalar ya da yan binalar

anlamında Feriye Sarayları adı

verildi. Deniz tarafında üç ana

bina, bir cariyeler koğuşu ve iki

katlı küçük bir binadan oluşan

yapılar topluluğunun arkasın-

da, yol tarafında ek binalar yer

almaktadır. Bu saraylarda padi-

şahın uygun gördüğü hanedan

mensupları ile kışlık dairesi bu-

lunmayan kişiler otururdu. Sa-

raylar yaklaşık 3.000.000 m2

büyüklüğündedir. 30.5.1876 ta-

rihinde hal’ edilen ve yıllarca

ikâmet ettiği Dolmabahçe Sara-

yı yağma edilen Sultan Abdüla-

ziz, görevden alındıktan sonra

Hüseyin Avni Paşa’nın adamla-

rı tarafından Topkapı Sarayı’na

Page 57: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201156

nakledilmiştir. Burada ölüm

korkusuyla büyük sıkıntılar çe-

ken ve kendisine bakım yapıl-

mayan Sultan Abdülaziz, yeni

padişaha hitaben kendisinin

Çırağan Sarayı’na nakli için in-

sanı hüzne boğacak manalarda

tezkireler kaleme almıştır. Bu-

nun üzerine Çırağan Sarayı’nın

üst tarafında V. Murad için ya-

pılan dairelere getirilmiştir.

4 Haziran 1876 sabahı ha-

remdeki kadınların çığlıkla-

rıyla Abdülaziz’in vefat et-

tiği öğrenilmiştir. Duruma

müdahale eden Serasker Hü-

seyin Avni Paşa, hemen Fah-

ri Bey isimli Abdülaziz’in yakın

hizmetkârlarından birine, “Sul-

tan Abdülaziz’in sabahleyin va-

lidesini ve cariyeleri yanından

kovarak oda kapısını kapattığı-

nı, sakalını düzeltmek için bir

makas istediğini ve bu makas

ile kollarının kan damarlarını

kestiğini ve içeriye girildiğin-

de hayatını kurtarmanın müm-

kün olmadığını” söyletmişler;

getirdikleri kendi tabiplerine

doğru dürüst muayene bile et-

tirmeden subaylar eli ile cese-

dini açık bir şekilde karakola

iletmişlerdir. Maalesef, resmî

olarak tutulan ölüm raporunda,

son zamanlarda aklî dengesini

bozduğu ve neticede intihar et-

tiği yazılarak mesele kamuoyu-

na böylece duyurulmuştur.

Çarpıtılan ve Gizlenen Tarih

Konu ise daha sonra çok tar-

tışılmıştır. Çünkü tarih çarpıtıl-

mış ve gizlenmiştir. Mesele in-

celendiğinde görülmektedir ki,

olay intihar değil, açıkça Hüse-

yin Avni Paşa, Mithad Paşa ve

arkadaşlarının işlettikleri bir

cinayettir. Zira evvela, Ahmed

Cevdet Paşa’nın ifadesiyle, ma-

kasla sol kolunun damarlarını

kestikten sonra yaralı kol ile sağ

kolunun damarlarını kesmesi

inanılmaz bir durumdur. İkinci

olarak, koskoca Osmanlı Padi-

şahının bu şekilde ölümü üzeri-

ne, şer’an ve kanunen her çeşit

soruşturma ve tıbbî inceleme-

nin yapılması gerekirken, asla

bu yola gidilmemiş ve sadece

Fahri Bey’den sorularak alela-

cele sahte ölüm raporu hazır-

lanmıştır. Hüseyin Avni Paşa,

muayene taleplerini şiddetle

reddetmiştir. Üçüncü olarak,

asıl kendilerine sorulması gere-

ken ailesine yani valide sultan

ve cariyelere konu sorulmamış,

tam tersine, gelen subaylar-

dan Nazif isminde birisi, Vali-

de Sultan’ın kulağındaki altın

küpeyi çekip alacak kadar alçal-

mış ve hadiseyi bilen yakınları,

olaydan sonra zulme ve baskıya

maruz bırakılmıştır. Dördüncü

olarak, Ahmed Cevdet Paşanın

nakline göre; 1881 tarihine ka-

dar olayın müphem ve şüphe-

li kaldığını, o tarihe kadar her-

kesin intihar ettiğine inandığını

ve bu tarihten itibaren mese-

lenin anlaşıldığını kaydetmek-

Page 58: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

57

tedir. Beşinci olarak, o dönemi

ve bizzat olay günlerini yaşa-

yan muteber tarihçilerin (Ah-

med Cevdet Paşa ve Mahmûd

Celâleddin Paşa gibi), son dö-

nem tarihçilerinin (Abdurrah-

man Şeref ve Mahmut Kemal

gibi) ve de olay sırasında yayın-

lanan Avrupa basınının da ka-

naati olayın bir cinayet olduğu

yönündedir.

Kısaca, İngilizlerin kukla-

sı olan Midhat Paşa, Hüseyin

Avni Paşa ve benzeri hırslı kişi-

ler, kendi gayr-i meşru emelle-

rine ters gördükleri Abdülaziz’i,

İngilizlerin tahrikiyle şehid et-

mişlerdir. Bu kişilerin ve dev-

letlerin Osmanlı aleyhine siya-

setlerini reddeden 32. Osmanlı

padişahı hunharca katledilmiş-

tir. Tüm bunların ispatını ise

Yıldız Mahkemesi kararında

görebiliriz.

Yıldız Mahkemesinin Kararı

Sultan Abdülaziz Han; Sad-

razam Mütercim Rüşdi Paşa,

Serasker Hüseyin Avni Paşa,

Şeyhülislâm Hayrullah Efen-

di ve Midhat Paşanın gizli ça-

lışmaları neticesinde 30 Mayıs

1876’da tahttan indirildi. Hüse-

yin Avni Paşanın ayda yüz altın

lira maaşla Fer’iyye Sarayına

bahçıvan adıyla aldığı Cezayir-

li Mustafa, Yozgatlı Mustafa

Çavuş ve Boyabatlı Hacı Meh-

med adlı pehlivanlar tarafın-

dan 4 Haziran 1876’da şehit

edildi. Fakat intihar süsü veri-

lerek olayın üzerine gidilmedi.

Sultan Beşinci Murad Han’ın

kısa saltanatından sonra padi-

şah olan Sultan İkinci Abdül-

hamid Han, amcası Abdülaziz

Han’ın şehit edilmesiyle ilgili

olarak el altından soruşturma-

ya başladı. Bizzat veya vasıtalı

olarak yaptığı soruşturma neti-

cesinde amcasının iddia edildi-

ği gibi intihar etmeyip, suikast-

la öldürüldüğü kanaatine vardı.

Olayın resmî olarak soruşturul-

masını istedi. Savcı olarak vazi-

felendirilen Fındıklılı Mehmed

Efendi 1 Nisan 1881’de soruş-

turmaya başladı. Soruşturma

komisyonunda Şûray-ı Devlet

Tanzimat Dairesi başkanı Çor-

luluzade Mahmud Celâleddin

Beyle mabeynci Ragıb Bey de

vazifelendirildiler. Yapılan so-

ruşturma sırasında sanıklar ve

şahitler dinlendi. Soruşturma

neticesinde; bahçıvan ve uşak

olarak üç kişinin yüzer altın lira

aylıkla Abdülaziz Han’ın hizme-

tine tayin olundukları, Abdü-

laziz Han’ın icabında kendisi-

ni savunabileceği palasının bir

tertiple alındığı, üzerinde daha

hayat eseri varken doktorlara

odasında muayene ettirilmeden

bir pencere perdesine sarılarak

alelacele Fer’iyye Karakoluna

indirildiği, ölümü hakkında on

dokuz doktor tarafından veril-

miş raporun yazılı ve açık ol-

madığı ve bileklerini keserek

intihar ettiği söylenen makasın

bu yaraları meydana getirilebi-

leceği kaydıyla yetinilerek ka-

palı ifadede bulunulduğu, Hü-

seyin Avni Paşanın; “Bu avam

cenazesi değildir. Size her ta-

rafını muayene ettirmem.” de-

mek suretiyle tam muayeneye

mâni olduğu, cenaze görülme-

den yalnız Fahri Bey’in sözüy-

le yetinilmek suretiyle şer’î

(dinî) îlam yazıldığı, Abdüla-

ziz Han’ın hizmetine tayin edi-

len pehlivan Mustafa ve Hacı

Mehmed’in olaydan sonra cüzî

bir maaşla emekliye ayrıldıkla-

rı halde “Yüksek maaşla mem-

leketlerine gönderilmiştir.”

diye halka ilan edildiği, Abdü-

laziz Han’a büyük kin besle-

yen Hüseyin Avni Paşanın olay

günü Kuzguncuk’taki yalısın-

dan ilk olarak Fer’iyye’ye gel-

miş olduğu, Damat Mahmûd

Celâleddin ve Damat Nuri Pa-

şaların Beşinci Murad’ın anne-

sinin isteğiyle Abdülaziz Han’ı

öldürmek üzere emir verdikle-

rini beyan ettikleri ortaya çık-

tı. Soruşturma neticesinde ha-

zırlanan raporda Abdülaziz

Han’ın ölümünün intihar ol-

mayıp suikast sebebiyle oldu-

ğu belirtildi.

BİBLİYOGRAFYA

Mahmûd Celâleddin Paşa, Mir’ât-ı Hakikat c. I, s. 116-121.Ahmed Cevdet Paşa, Tezâkir, c. IV, s. 155-160.Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, c. V, sh. 169-264; c. VII, sh. 355-360.Abdurrahman Şeref Efendi, “Sultân Abdülaziz’in Vefatı İntihar mı Katl mi?”, TTEM, nr. 683, s. 321-325.i. Hakkı Uzunçarşılı, “Sultân Abdülaziz Vak’asına Dair Vak’anüvis Lütfi Efendi’nin Bir Risalesi”, s. 349-373. Yılmaz Öztuna, Devletler Ve Hânedânlar, c.II, s. 274-288.

Page 59: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201158

PsikolojiM. Doğan KARACOŞKUN*

KİBİRLİ“Alçakgönüllü olan ve başkalarına küçümseyici ve alaycı gözle bakmayan kimseler,

kendisi ve çevresiyle barışık, kendini ve başkalarını değerli gören kimseler olarak, iç

dünyası zengin ve canlı bireylerdir. Onlar sâhî kişiler, yani gerçekte insan olmanın

anlamını yakalayabilmiş ve ruh sükûnetine erebilmiş kimselerdir.”

Yunus Emre’nİn Tarİfİyle

Kİşİlİk Psİkolojİsİ

Page 60: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

59

Yunus Emre, gerçek sevgiyi yaka-

layabilme sürecinde, mücadele

edilmesi gereken insanın ben-

liğindeki kimi olumsuz duygular yahut aşılma-

sında insanın zorlanacağı engellerden söz eder.

Bunların herhangi birinde takılıp kalanların, psi-

kolojik bir ölümü tercih etmiş olacaklarını vur-

gular. Çünkü fi ziksel olarak yaşıyor gibi gözükse

de, yabancılaşmış algı ve davranışları nedeniyle

sevmeyi ve üretmeyi beceremeyen bir anlayış, bi-

reyin psikolojik ölümü demektir. İşlevsel sevgi-

yi engelleyen tutkuların kuşattığı böyle bir insan,

öncelikle kendi iç insanî yetilerine karşı duyarsız

olacaktır. Çevresine karşı da verici ve fedakâr ola-

mayacak, kendini yok eden ve dış dünyayla sağ-

lıklı ilişki kuramayan narsistik bir kişiliğe döne-

cektir. Kişilik ve kimliğinden ilişkilerine kadar

her konuda sahte ve yüzeysel kalacaktır. Sevgi ya-

şantısı da ısmarlama yahut sözden öteye geçme-

yen içi boşaltılmış bir kavram olmaktan öteye bir

anlam ifade etmeyecektir. O halde bu insan kim-

dir ve anlamı nedir? Sağlıklı öz-ilişki kuramadığı

kendi benliğini nasıl algılamaktadır?

Yunus Emre’nin Tarifi yle Kibirli Kişilik Psikolojisi

Yunus Emre, böyle bir insanın kim olduğu so-

rusunun ve adının bile cevabının olmadığını şu

dizeleriyle anlatır:

Göre ne haldedür cân ü cismin

Ne kimsesün sen ü ya nedür ismin

İnsan bu halde “var olan ben”le, olması gere-

ken “ideal ben” arasına o kadar mesafeler koy-

muştur ki, maskeler altında kaybolmaya yüz tu-

tan bu ben, Yunus Emre’nin şu dizelerde anlattığı

gibi artık unutulmakta, bir nevi yokmuş gibi ol-

maktadır.

Özün bilmeyen kim mikdârı yokdur

Ona var demeniz, bilin o yokdur

Gerçek sevgiyi engelleyen bu basiret yoksun-

luğu ve içsel yoksulluğa yol açan tutkular, aslında

tüm dinler ve düşünce tarihindeki idealist düşün-

celerin de bizi uyardıkları kaygan zeminlerdir.

Yunus Emre, ayağımızı sağlam basmak için bizi

bunlara karşı uyanık olmaya çağırmakla kalmaz.

Risaletün Nushiyye adlı eserinde tek tek ele ala-

rak, bizleri bunlardan sakınmaya davet eder.

Bunlar, öfke, kibir, doğruluktan uzaklaşmak, gıy-

bet etmek, bühtan atmak, haset ve cimrilik gibi

olumsuz yaşantılardır. Bu yaşantılar insanı, ken-

di özünü görerek gerçek sevgiyi yaşatmaktan alı-

koyar:

Bu ne kuteh nazar, bu ne fi râsetKi bir dem olmadan kendinle halvet

İnsanı daraltan, sıkan ve kendi içine hapse-den bu olumsuz yaşantılar, bireyi içsel çürü-müşlüğe, iç yoksulluğuna ve sevgisizliğe götü-rür. Örneğin narsist kişilik özelliklerinden biri olan kibre kapılan insan, gerçek aşkı yaşaya-

Page 61: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201160

maz ve insan olmanın anlamını çözemez. Bunu Yunus şöyle ifade eder:

Hakk’a giden yolu gönli içindeGöremez ol anı yaddur ilinde

Kibirli insan, kendi kişiliğini veya kişili-ğinin belirli bir bölümünü narsizminin hede-fi yapan kimsedir. Kendisinden farklı olanlarla uyuşamaz, anlaşamaz, paylaşma ve birlikte ya-şamayı beceremez. Bu narsistik yönelim, bireyi kendini kapattığı dünyasında tek başına kalma-ya mahkûm eder.1 Çevresiyle ilgilenmez ve ona yol gösterecek olan özündeki iç ışığını karartır:

Tekebbür ehlinün nazarı yokdurAnun içün gönülde nûrı yokdur

Kibir, insanın çevresiyle ilişkilerini zayıf-latıp, onu yalnız bırakır. Yalnız insan, gerçek-te kendini beğeniyor gözükse de, kendisiyle ça-tışmalı ve huzursuz kimsedir. Aldatıcı ve yapay bir benlik algısı ile kendine kurduğu dünyada yaşamaktadır. Bu bağlamda Yunus, bu dünyay-la savaşmayı gerekli görerek şu mısraları dil-lendirmiştir:

Sakıngil olmayagil kibrile yoldaşKibir kandayısa onunla savaş

Kibrin kuşattığı benlik, bireyin varoluşun özündeki sevgiye ulaşmasını engeller. Benlik kuşatılıp, kalp gözü perdelenince, güzel ve çir-kin algısı birbirine karışır. Hayata bir yanılsama ile bakılır. Yalnızlık kaçınılmaz bir kadermiş gibi algılanır. Bu, bireyin, yalnızlığıyla baş ede-bilmek için geliştirdiği bir savunma mekaniz-

masıdır. Birey, korkak ve güvensiz olmasından beslenen bu davranışını, normal ve zorunlu bir davranış gibi görür. Gerçekte kibir, haset v.b. egoistik davranışlar yoluyla birey, bir öz ya-bancılaşmaya kapı aralar. Davranış yerleştik-çe ve pekiştikçe, yabancılaşma derinleşir. Kişi var gözükür ama içsel yokluğu yaşamaktadır:

Hasud bir kişidür deyim o rencur2 Vücudu sağ iken renc ile mahkur3

Oysa alçakgönüllü olan ve başkalarına kü-çümseyici ve alaycı gözle bakmayan kimseler, kendisi ve çevresiyle barışık, kendini ve baş-kalarını değerli gören kimseler olarak, iç dün-yası zengin ve canlı bireylerdir. Onlar sâhî ki-şiler, yani gerçekte insan olmanın anlamını yakalayabilmiş ve ruh sükûnetine erebilmiş kimselerdir:

Sahî kişidir uçmaya bakmazKi tâc ü hulleye huriye akmaz

Herkes değerlidir alçakgönüllü olanlar için. Hiç kimse küçük görülmemelidir. İşte bunun içindir ki, kendine ve bizlere şöyle çağrıda bu-lunur Yunus:

Tehî görme kimseyiHiç kimsene boş değilEksiklük ile nazarErenlere hoş değil

O halde yaratılanı salt Allah için sevelim, hoş görelim, affedelim. En önemlisi de, onlara karşı kendi nefsimizi üstün görerek, kimseye kibirle nazar etmeyelim. İnsan âcizdir, bugün var olan kuvvet ve kudreti er-geç yok olacak-tır. Öyleyse başımızı yukarılara değil, topra-ğa çevirelim. Mühim olan iç dünyamızdır, onu güzellikle ve insanlıkla büyütelim, zengin-leştirelim. Unutmayalım büyüklük Yaratan’a mahsustur, âcizlik insanoğluna.

*Doç. Dr.1 Erich Fromm, Yaşama Sanatı, s. 932 Dertli.3 Dertten yok olmuş.

Dipnot

“Kibir, insanın çevresiyle ilişkilerini

zayıflatıp, onu yalnız bırakır.

Yalnız insan, gerçekte kendini

beğeniyor gözükse de, kendisiyle

çatışmalı ve huzursuz kimsedir...”

Page 62: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

61

KAF DAĞI DÜLDÜL Ay doğmuş sarıca, yaylada eylül.Ay’ın gecedeki düşüne daldım.Tez gelir kapıda kışı yaylanın;Dağlarla yıldızlı kaşına daldım.

Bulut Ay’dan Ay’ca tülden bir kilim.Diyor ki göklerden ruhuna halim.Yoksula karakış düşünde zulüm;Düşünde gözünün yaşına daldım.

Çileden kilimi nakşı asırlı;Un eler Ay ebem altı hasırlı.Ay dedem duada eli nasırlı;Ruh oldum dünyanın dışına daldım.

Ay doğmuş sarıca, yaylada eylül.Masalda sözlerim Kaf Dağı Düldül.Merhem ol sevdalı sineye sürül;Leyli sevdalının şaşına daldım.

Ay doğmuş kabirler taşına vurmuş.Kabirler yaşayan düşüne vurmuş.Güldemir, ruhunu dışına vurmuş.Dar oldum, kabrimin taşına daldım.

Yunus GÜLDEMİR

Page 63: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201162

HİCÂZ NOTLARI - II

MedİneKütüphanelerİ ve Müzelerİ

GeziFatih ERKOÇOĞLU*

HİCÂZ NOTLARI - II

MedİneKütüphanelerİ ve Müzelerİ

Ali K

ARAB

ACAK

Page 64: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

63

Bir önceki yazımızda Medine’de

ziyaret ettiğimiz mekânlardan

bir kısmına kısaca değinmiş-

tik. Burada ise özellikle kütüphane ve müzelerden

bahsetmek istiyoruz. İslâm Tarihi hocalarımızla

birlikte Hz. Peygamber (s.a.v)’in mescidinin batı-

sında yer alan Kral Abdülaziz Kütüphanesi’ne git-

tik. Günümüzde özellikle Arif Hikmet Paşa Kütüp-

hanesi gibi mescit sınırları içerisinde kalmış olan

ve yıkılmaktan kurtulamayan birçok kütüphane-

nin kitaplarının buraya nakledildiği, kütüphane

gezilirken bize aktarılmış olup, en azından kitap-

ların kurtarılmış olduğu haberi bizi bir nebze ol-

sun memnun etmişti. Yetkililerin ifade ettikleri-

ne göre bu kütüphaneye sadece Arif Hikmet Paşa

Kütüphanesi’nden değil, başka kütüphanelerden

de kitap nakilleri olmuştu. Burada İhsâniyye Kü-

tüphanesi, İrfaniyye Kütüphanesi, es-Sâfî Aile

Kütüphanesi, Şifâ Kütüphanesi, Kîlî Nâzırî Kü-

tüphanesi, Abdülkadir ec-Cezâirî Kütüphanesi,

Sakızlı Kütüphanesi, Kurrâbaş (Karabaş olarak

kullanımı yaygınlaşmış) Kütüphanesi, Şeyh Mu-

hammed Nur Ketbî Kütüphanesi, el-Cebert Kü-

tüphanesi gibi 34 vakıf kütüphanesi daha bulun-

maktadır.1

Kral Abdülaziz Kütüphanesi’nin birinci katın-

da yer alan Kur’an-ı Kerim Kütüphanesi’nde kü-

çük büyük 2000 adet yazma Kur’an-ı Kerim ser-

gilenmektedir. Bu bölümün duvarları ahşap ve

sedef işlemeli panellerle süslenmiş ve de Kâbe

Örtüleri ile kapatılmıştır. Burada teşhir edilen

ve Gulam Muhyiddin’in 1240/1824-1825 yılında

yazdığı, 446 sayfa, her bir sayfada 11 satırın yer

aldığı, 142 cm. uzunluğunda 80 cm. genişliğin-

de ve ağırlığı da 154 kg. olan büyük bir Kur’an-ı

Kerim ise ayrıca zikredilmeye değerdir. Bura-

dan çıktıktan sonra girişin üzerindeki levhada

1270/1853-1854 tarihinde tesis edildiği belirtilen

Arif Hikmet Paşa Kütüphanesi yazan iki katlı bö-

lüme girdik. Duvarlar boydan boya kitaplıklar-

la çevriliydi. Bu arada eski kütüphane duvarla-

rından indirildiği anlaşılan Hz. Ebû Bekir, Hz.

Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (r. anh) yazılı tab-

lolar da bir köşeye asılmıştı. Medine’de ve di-

ğer Suud şehirlerindeki camilerde dört halifenin

isimlerin yazılı olduğu bu tarz tablolara artık yer

verilmemektedir. Duvarların birinde Arif Hikmet

Paşa Kütüphanesi’nin dışarıdan ve içeriden çekil-

miş iki eski fotoğrafı ile yine iç mekândan çekil-

miş ve kütüphane görevlisi Mahmûd Eğinli’nin

de yer aldığı bir fotoğraf bulunmaktaydı. Bir baş-

ka duvarda ise surun da görülebildiği çerçevelen-

miş halde eski bir Medine fotoğrafı asılıydı.

Kral Abdülaziz Kütüphanesinde yazma

Kur’an’lar dışında 15 bin yazma eser, 25 bin nadir

kitap ve ayrıca 90 bin kitap yer almaktadır.

Heyetimiz 7 Temmuz 2010 tarihinde şehirde-

ki Câmiatu’l-İslâmiyye denilen İslâm Üniversite-

sini ziyaret etti. Kampüs alanı içerisinde ilk ziya-

ret ettiğimiz yer de yine Üniversite Kütüphanesi

oldu. Oldukça büyük bir kütüphane idi, tatil dola-

yısıyla olsa gerek içerisinde pek fazla araştırmacı

ve talebenin olmayışı dikkatimizden kaçmamıştı.

Görevliler bizleri en iyi şekilde ağırlamaya çalıştı-

lar ve yayınlarından bir miktar kitabı kolilere ko-

yarak otobüsümüze yerleştirdiler.

Fatih ERKOÇOĞLU

Page 65: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201164

Medine’de ziyaret ettiğimiz bir diğer kurum

ise Kur’an Matbaası’dır. Kapısındaki kalabalık-

tan Medine’yi ziyarete gelen hemen bütün um-

recilerin buraya getirildiği anlaşılmaktaydı.

Geniş bir mekân üzerine kurulmuş olan matba-

ada muhtelif dillerde meallerin olduğu binlerce

Kur’an nüshası basılıyordu. Çıkışımızda ziyarete

gelen hemen herkese birer Kur’an-ı Kerim hedi-

ye edilmişti.

Medine Araştırma Merkezi ve Müzesi

Medine’de yakın zamanlarda açılmış olan Da-

vudiyye Binasındaki Medine Araştırma Merke-

zi ve Müzesi’nin burada zikredilmesinin önem-

li olduğu kanaatindeyim. Bir bölümü binanın

bodrum katında diğer bölümü ise 7. kat 708 nu-

marada yer alan müzenin, neden müstakil bir

mekânda değerlendirilemediği anlaşılır değil-

dir. Yetkililerin gelecekte bu mekânları birleştir-

me cihetine gideceklerini ümit ediyorum. Bura-

da Hz. Peygamber (s.a.v) sonrasındaki ilave ve

değişimlerin yer aldığı Medine Mescidi maket-

leri ile Osmanlı dönemi Medine’sinden muh-

telif fotoğrafl ar, maketler, hicret yolu haritala-

rı, Uhut Savaşı’nın cereyan ettiği maket, hakeza

Hendek Savaşı ile ilgili maket, harita ve de ge-

niş bir alan üzerine kurulmuş olan sur içerisin-

deki Medine’nin detaylı olarak yer verildiği bü-

yük bir maket, Bakî’ Mezarlığını gösteren maket

ve Medine’de defnedilmiş sahabeye ait isimler-

den başka Medine Tarihi ile ilgili pek çok malze-

me bu iki bölümde sergilenmektedir.

Özellikle Hendek Savaşı’nda hendeğin kazıl-

dığı yeri, Hz. Peygamber (s.a.v)’in çadırını kur-

duğu Sel’ Dağı’nı gösteren maket harita, hende-

ğin kazıldığı yerin dışında Medine’ye başka bir

yerden girilemeyeceğini göstermesi bakımından

çok açıklayıcı idi ve orada bulunan hocalarımı-

zın da belirttikleri üzere bu harita gayet bilgilen-

dirici idi. Bu arada her zaman olduğu gibi ben

bunların fotoğrafl arını çekiyordum.

Fatih ERKOÇOĞLU

Page 66: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

65

* Dr.

Kıymetli hocamız Prof. Dr. Mustafa Fayda 1969-70 yılında araştırmada buluma üzereHicâz’a gitmiş ve müteakiben de “Hicâz Kütüphaneleri” başlığı altında yazmış olduğuyazısında burada bulunan kütüphanelerden bir kısmına değinmiştir. Bkz. AnkaraÜversitesi İlahiyat Fakültesi, Ankara 1971, c. XVII, s. 305-308.

Dipnot

Bu kurumda ayrıca Medine Mescidi’nin ve şeh-

rinin tarihini ihtiva eden birçok yazılı ve görsel ya-

yın bulmak ve uygun fi yatlara almak mümkündü.

Ben de satışa sunulan Hz. Peygamber (s.a.v)’in hic-

ret güzergâhını gösteren “Hicret Yolu” haritasını

satın aldım.

Osmanlılar, şehri bedevî saldırılarına karşı ko-

ruyabilmek için çepeçevre bir surla kuşatmıştı. Ne

var ki fotoğrafl arda detaylıca görebildiğimiz bu sur,

Medine mescidini genişletme faaliyetleri dâhilinde

yıkılmıştır. Özellikle bugün Mescidin çevresindeki

yollar hemen hemen sur güzergâhından geçmekte-

dir.

Artık bu suru müzede büyük bir mekâna kurul-

muş olan Medine Şehir maketi içerisinde görebil-

mek mümkün. Bu maketle Osmanlı Medine’sini

böylece daha iyi görebiliyorsunuz. Amberiye Cami,

İstasyon Binası, Kışla (Bugün valilik binasının ol-

duğu yer), sur güzergâhı, Medine Mescidi’nin etra-

fındaki irili ufaklı camiler ve medreseler, Bakî Me-

zarlığı her şey bu makette en ince ayrıntısına kadar

yer almaktaydı.

Medine Mescidi’nin genişletilmesi faaliyetle-

ri içerisinde tarihin insafsızca yok edildiğini düşü-

nürken -ki yok edilmiştir- bu tür bir müze ve araş-

tırma merkezinin kurulmuş olduğunu öğrenmek ve

burasını gezmek gerçekten de beni ve kafi ledeki di-

ğer hocalarımızı ziyadesiyle memnun etmişti. Hz.

Peygamber (s.a.v)’in mescidini ve şehrini ziyarete

gelenler için bu mekân gibi daha başka mekânların

hizmete açılması dilek ve temennisiyle sözlerimi

bitirirken Diyanet İsleri Başkanlığı yetkililerinin

Türkiye’den gelen ziyaretçileri, özellikle bu önem-

li müzeyi mutlaka ziyaret ettirmelerinin çok faydalı

olacağını düşünüyorum.

Fatih ERKOÇOĞLU

Page 67: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201166

TÜRKÜ SÖYLEYEN

ŞEHİRLER

KitapCemil GÜLSEREN

Page 68: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

67

Başka hiç-

bir mille-

tin edebi-

yatında görülmeyen bir nazım

türü olarak sunar şehrengizi

Sayın İskender Pala Ansiklo-

pedik Divan Şiiri Sözlüğünde.

“Şehrengiz” maddesini şöyle

tanımlar: “Divan edebiyatında

bir şehir ile o şehrin mahbup-

ları hakkında yazılan manzum

eser. Küçük kitapçıklar halin-

de olabildiği gibi şairlerin di-

vanları içinde görülen küçük

manzumelerden müstakil bü-

yük eserlere varasıya dek de-

ğişik boyutlarda yazılmıştır.

Haklarında şehrengiz oluştu-

rulan şehirler ise daha çok eski

medeniyet merkezleri olan İs-

tanbul, Edirne, Bursa gibi yer-

leşim alanlarıdır. Bir büyüğün

arzusuyla yazılabildiği gibi,

yazıldıktan sonra da ululardan

birine sunulabilir.”

Ben oldum olası memleke-

timizi, memleketin şehirleri-

ni anlatan kitapları öncelik-

le alır okurum, onlara kanım

daha çok kaynar. Onlarla he-

mencecik kaynaşırız. Samimi

dillidirler bir kere. Türkü Söy-

leyen Şehirler kitabı manzum

mu diyeceksiniz? Hayır, nesir-

dir ancak o şehirler anlatılırken

şiir diliyle anlatılmıştır, şiirler-

le bezenmiştir. Dedik ya çağdaş

diye. İsa Kocakaplan da gördü-

ğü, gezdiği, yaşadığı şehirler-

den bir kısmını kitaba dâhil et-

miş. Kitabı uzaktan gören-ben

de dâhil- sanki türküleriyle şe-

hirlerimiz anlatılıyor sanır ve

kitabı açınca da hemen yanıl-

dığını anlar. Dedim de yazarın

kendisine: “Ben böyle anladım,

başkaları da…” Kapak ve adı

bizi yanılttı mı? İsa Bey tahmin

ettiğiniz gibi beklenen cevabı

verdi: “Kitap Türk’ü anlatır.”

Türk’ün medeniyet kurdu-

ğu şehirleri kültürüyle, duygu-

suyla yansıtmaya çalışır içinde

türkülerden ezgiler de yer yer

eser. Hani vardır ya türküleri-

miz ve öyküleri tarzı program-

lar. İlk başta öyle düşünmüş-

tüm. Gezi-anı karışımı bir eser.

Hoşça bir dili var, akıcı sıkılma-

dan sizi sürükler. Deyiş de var

beyitler de, şiir de var, şenlik

de, fi kir de var zikir de, sitem

de var, kahır da…

Şehirleri dolaşmaya başla-

madan kadim dostum Sayın

İsa Kocakaplan’a yine sordu-

ğum bir sorudan söz edeyim:

Dedim “İsa Bey bu eser bura-

da kalacak mı?” söyledi: “Dur-

sun mu gitsin mi?” Bana kalır-

sa başlık yani eserin adı iddialı,

gitmesi gerek. Bu sefer İsa Bey

durakladı. Kendisi basın yoluy-

la bunu cevaplar gibi geliyor

bana. Daha yazılacak çok şehri-

Page 69: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201168

miz var yalnız. Bu eser de bu-

rada yalnız kalmamalı, en az

üç cilttir bunun hakkı. Hani

Erzurum, Erzincan, Van;

hani Malatya, Kahramanma-

raş, Kayseri; hani Konya, Af-

yonkarahisar, Uşak, Manisa?

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın

Beş Şehir’inden sonra bu

tarzda yazılan Altıncı Şehir’le

üstad A. Turan Alkan Hoca

büyük ilgi, çekmişti. İsa

Bey’de Sivas’ı yazmış. Bur-

sa, İstanbul her devirde göz-

de göz önünde zaten. Bu-

rada Edirne’de olmalıydı

Bolu’da… Haniler çoğalır gi-

der. Sizler okuduktan son-

ra bir yazan çıkar elbet şeh-

rinizin hikâyesini. Şehirleri

içeriden yazanlardan çok dı-

şarıdan yazmanın daha da

objektif olduğuna inanıyo-

rum, hemi de öyle. Sizi baş-

kası anlatsın siz okuyun. İsa

Bey kitabına Bilecik’le başla-

mış Bakü’yle bitirmiş. Eserde

işlenen diğer şehirler Bursa,

Çanakkale/Gelibolu, İstan-

bul/Divanyolu, Tokat, Sivas,

Tunceli/Dersim, Harput.

Kitabın sonunda dizine

yer verilmesi çok da yerinde

olmuş yazarın eline sağlık.

Önsöz’de yer alan Ali

Akbaş’ın mısraları da yaza-

rın şehirlerimize yaklaşımı-

nın ipucu olarak algılanabilir.

Her şehirin bir sahibi var/

Her sahibin bir naibi var/

Hacı Bayram, Hacı Bektaş/

Adım adım taş taş/Mülkü ta-

pulamışlar.

Bilecik, Söğüt etrafl ıca an-

latılmış. Söğüt’e Sultan II.

Abdülhamit’in himmetini

okurken ondaki tarih ve mil-

let şuurunu da okursunuz.

Osmanlı’nın kuruluşunu siz

bir de İsa Bey’in kaleminden

hazla okuyacaksınız.

Bursa’yı anlatırken Ge-

yikli Baba’dan, Somuncu

Baba’dan, Emir Sultan’dan,

Üftade Hazretleri’nden, Aziz

Mahmut Hüdayi’den bahse-

der ama o kadar. Asıl ağırlığı

Yeşil Türbe ve Muradiye Tür-

belerinde yatan Osmanlı sul-

tan ve şehzadelerinin acıklı,

hüzünlü hikâyelerine verir.

Çanakkale bahsinde; “Ye-

tiş Ya Muhammet kitabın gi-

diyor” kısmı zaferin şifresi

olarak özellikle vurgulanmış.

Yazarın en önemli temenni-

si de bu bölümde zikredil-

miş: “İçimiz buruk. Arıburnu

ve Anafartalar’ı dolaşıyoruz.

Türk gençleri buraları sık sık

ziyaret etmeli ve milli hafıza-

larını diri tutmalılar.”

İstanbul bahsinde dikka-

timizi çeken ama özellikle de

İstanbul’da yaşayanların ka-

nıksadığı bir çizgiye dikkat

çekilmiş: “Divanyolu dirilerle

ölülerin birlikte yaşadığı bir

caddedir aynı zamanda. Yah-

ya Kemal’in Kocamustafapa-

şa için söylediğini Divanyolu

için de söyleyebiliriz:

“Ben oldum olası

memleketimizi,

memleketin şehirlerini

anlatan kitapları

öncelikle alır okurum,

onlara kanım

daha çok kaynar.

Onlarla hemencecik

kaynaşırız. Samimi

dillidirler bir kere...”

Page 70: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

69

Kitaplık

Karıncanın Aşkı

Feridüddin ATTAR

Nesil Yayınları

Tel: 0212 551 32 25

Yunus Emre

İsmail SARIKAYA

Alya Yayınları

Tel: 0212 483 27 37

Hayâli Cihan Değer

Özcan ERGİYDİREN

Kubbealtı Yayınları

Tel: 0212 516 23 56

Kutadgu Bilig

Yusuf Has HACİB

Türk Edebiyatı Yayınları

Tel: 0212 526 16 15

Aşka Yolculuk

Cemâlnur SARGUT

Sufi Kitap

Tel: 0212 511 24 24

Ahiret öyle yakın seyrederken

manzarada/O kadar komşu ki dün-

yaya duvar yok arada.”

Tokat’ta Ballıca’yı ballı ballı anlat-

mış. Öyle ki ortak kanaat bile oluştur-

muş Sayın Kocakaplan: “Buraya ge-

lip de Ballıca Mağarasını gezmeyen

Tokat’a geldim demesin.” (Benim no-

tum; Ben Tokat Öğretmen Lisesini

okurken -1971-1975 yıllarında o ma-

ğara keşfedilmemişti. Benim dört yı-

lım şimdi yok mu sayılacak?...) Niha-

yet Sivas ve nihayet bir türkü duyar

gibi olduk; “Açtım’ola şu Sivas’ın

gülü yaprağı… Oradan da Tunceli’ye

geçersiniz. Bir türkü de ordan din-

leriz: “Dersim dört dağ içinde/Gülü

bardağı içinde/Dersimi Hak sakla-

sın/Bir yarim var içinde” ile devam

eder kitap. Yazarın öğretmen okulu

yılları vardır bu bölümde.

Tunceli’den sonraki bölüm kom-

şu Elazığ’a ayrılmıştır. Hazar Şiir Ak-

şamlarında Merhum Ahmet Kabaklı

Hoca’ya adanan bir panel vesilesiy-

le geldiği Elazığ’ı anlatır. Bir Harput

türküsünü de yerine oturtur:

Yüksek minarede kandiller yanar/

Kandilin şavkına bülbüller konar/İn-

san sevdiğine böyle mi yanar?

Yazarın kitabında anlattığı bütün

şehirleri ben de gezdim, gördüm, ya-

şadım Bakü hariç. Efendim Bakü’yü

de okuduktan sonra siz yorumlayın.

Türkü Söyleyen Şehirler İsa Kocakaplan Türk Edebiyatı Vakfı Yayınla-rı,4. baskı 2010; 190 sayfa. İlk yayın yılı: 2005

*Yard. Doç. Dr.

Page 71: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201170

Sahabe AlbümüBünyamin ERUL*

Adı : Amr b. el-Âs

Künyesi : Ebû Abdillâh (Ebû Muhammed)

Doğum yılı : M. 570’li yıllarda

Doğum yeri : Mekke

Baba adı : el-Âs (el-Âsî) b. Vâil

Anne adı : Selma bint Harmele

Eş(ler)i : Râita bint el-Haccâc b. Müneb-

bih (Ümmü Abdullah), Ümmü Gülsüm bint Ukbe

Akrabaları : Tespit edilemedi

Oğulları : Abdullah, Muhammed,

Kızları : Tespit edilemedi

Kabilesi : Kureyş’in Sehm boyundan

İslam’a girişi : Mekke’nin fethinden kısa süre

önce H. 8. sene

Sohbet süresi: 2 yıl

Rivayeti : 4

Yaşadığı yer : Mekke, Medine, Filistin, Mısır

Mesleği : Ticaret, askerlik, siyaset, idarecilik

Hicreti : Medine

Savaşları : Uhud ve Hendek savaşları-

na müşrik olarak katıldı. Müslüman olduk-

tan sonra ise, Zâtü’s-selâsil, Ecnâdeyn, Yer-

mük savaşlarına katıldı, Filistin ve Mısır’ı

fethetti. Sıffîn Savaşı’nda Muâviye tarafındaydı

ve Hakem hadisesinde Muâviye’nin hakemiydi.

Görevleri : Uman valiliği, Mısır valiliği,

Fiziki yapı : Kısa boyluydu.

Mizacı : Son derece cesur, zeki idi.

Ayrıcalığı : Arabın dört dâhisinden biriydi.

Oldukça kabiliyetli bir idareci idi. Çok iyi bir ha-

tip ve şairdi.

Ömrü : 90 yaşını aşmıştı.

Ölüm yılı : H. 43

Ölüm yeri : Mısır

Ölüm sebebi : Yaşlılık

Hakkında : Onun hakkında Hz. Ömer: “Amr,

dünyada kaldıkça hep idareci olmalıdır” derdi.

Hadisleri : Yüce Allah (c.c.) kalbimi İslâm’a

açınca, bey’at etmek üzere Hz. Peygamber (s.a.v)’e

geldim ve ‘Ya Rasulellah! Benim önceki günahla-

rımın bağışlanmasını dile’ dedim. Bunun üzerine

Rasulullah (s.a.v): “Ey Amr! Bilmez misin ki hic-

ret, önceki günahları siler? Ey Amr! Bilmez misin

ki İslâm, önceki günahları siler?” buyurdu.

Sözleri : Mısır’da bir gün halka şöyle hi-

tap etmişti: “Sizin yaşam tarzınız, Peygamberi-

nizin yaşam tarzından ne kadar da uzak! Zira o,

dünyada insanların en zahidi (dünyaya önem ver-

meyeni) idi. Siz ise, insanların dünyaya en fazla

rağbet edenlerisiniz!”

Kaynaklar: İstîâb, I. 366-369; İsâbe, IV. 650-653;

Üsd, I. 856-857; DİA, III. 79-81; Müsned, IV. 197-

199; İbn Sa’d, Tabakât, IV. 252-268; Nübelâ, III, 54-

77.

* Prof. Dr.

Amr b. el-Âs

Page 72: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Kırk HadisOtuzaltıncı

Hadis

Yorum

Türkçe Açıklaması

Tezhib: Şehnaz Özcan

(Şeyh Hamid-i Veli, Kırk Hadis, (Haz: Prof. Dr. Enbiya Yıldırım), Nasihat Yayınları, 2007.)

“Allah’ın mutlak cemalini seyret, çevrenin dünya ve ahiretine yönelik geçici süslemelerine meyletme. Kendi başına iken rabbini zikret, O da seni Vahdet makamında rûhen ve

hakikaten zikretsin. Zikreden kullarından oluşan bir topluluk içinde zikret, O da seni Mele-i A’lâ’da cismânî, aşikar,

gizli ve çok gizli bir şekilde zikretsin.” Şeyh Hâmid-i Veli / Somuncu Baba (k.s)

“(Hz. Allah şöyle buyurmuştur:) ‘Ben, kulumun

zannettiği gibiyim. Beni andığı zaman, muhakkak

onunla beraberim. Eğer beni kendi kendine anarsa,

ben de onu Zat’ımda anarım. Beni bir topluluk içinde

anarsa, ben de onu andığı topluluktan daha hayırlı bir

toplulukta anarım.”(Buhârî, Tevhîd, 15)

Page 73: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201172

NE ZAMAN

MUTLU OLURUZ?

EğitimM. Emin KARABACAK

Page 74: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

73

Hayatımız bo-

yunca hep

m u t l u l u ğ u

ararız. Onu bulmak ve ona ulaş-

mak için neler yapmayız ki.

Mutluluğu ararız; fakat han-

gi mutluluğu aradığımızı da pek

bilmeyiz. Haylimizdeki mutlu-

luğu mu yoksa gerçek mutlu-

luğu mu onu da bilmeyiz. İş o

kadar da olsa yine iyi. Biz mut-

luluğun tarifi ni de bilmeyiz.

Mutluluğu hep uzaklarda

ararız. Ona ulaşmaya çalıştıkça

da kaybolan bir serap gibi görü-

rüz onu.

Mutluluğu ararız; fakat nasıl

bir mutluluk aradığımızı da ne-

den mutlu olacağımızı bilmeyiz.

Doğumdan ölüme kadar hep

mutluluğu ararız; ama bir türlü

bu mutluluğu yakalayamayız.

Bu yazının başlığını okudu-

ğunuzda; belki de mutluluğu bu

yazıda bulacağınızı zannettiniz.

Mutluğu bazen kitaplarda,

bazen şarkılarda, bazen de dizi-

lerde ararız. Ama mutluluk kay-

bolmuş yitik mal gibi arayıp da

bulunmaz ki. Mutluluk birileri-

nin tekelinde değil ki aranmak-

la da bulunsun.

Mutluluk kişiden kişiye de-

ğişir. Kimisi kırlarda, kimisi

piknikte, kimisi sosyal statüde,

kimisi parada, kimisi altında...

bulacağını düşünür.

Ben mutluluk aramayı sıra-

lı dağlara benzetirim. Çocuk-

luğumda arkadaşlarla birlik-

te yayladaki dağlara çıkardık.

En yüksek dağın tepesini bulup

dünyayı oradan seyretmek için.

Biz tepelere çıktıkça dağ-

lar bitmezdi. Dağlar içindeki en

yüksek tepeye çıkarak bize dün-

yayı seyrettirecek tepeyi arar-

“İnsanlardaki mutluluk, arkası kesilmeyen sıradağlar içinde

en yüksek tepeyi aramaya benzer. O tepeye ulaştığımız

zaman mutlu olur muyuz bilmem; ama mutluluğun yüksek

yerlerde (makam, mevki, para...) olmadığı kesindir.”

Page 75: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201174

dık. Fakat dağların arkasındaki

tepeler bir türlü bitmezdi. Son-

ra biz gene döner yaylamızın

en yüksek dağına, oradan sey-

rederdik dünyayı. Bizim olanla

mutlu olmaya çalışırdık. Ancak

dağların arkasındaki en yüksek

tepeyi de merak etmez değildik.

İşte insanlardaki mutluluk

da arkası kesilmeyen sıradağ-

lar içinde en yüksek tepeyi ara-

maya benzer. O tepeye ulaştığı-

mız zaman mutlu olur muyuz

bilmem; ama mutluluğun yük-

sek yerlerde (makam, mevki,

para...) olmadığını bilirim.

Mutluluğu ararız, hâlâ geç-

mişte aradığımız gibi. Arama

herhalde ölünceye kadar devam

edecek. Acaba öldükten sonra

bulabilir miyiz onu da Allah bi-

lir.

Geçmişimize Şöyle Bir Bakalım

Çocukluğumuzda mutlu-

luğu; büyüdüğümüzde, oku-

la gittiğimizde, okulu bitirdiği-

mizde .... mutlu oluruz dedik.

Gençliğimizde liseyi bitir-

diğimizde, üniversiteyi kazan-

dığımızda, üniversiteyi bitir-

diğimizde, göreve başlayınca...

mutlu oluruz dedik.

Yetişkinlikte ise evlendiği-

mizde, borçları bitirdiğimizde,

araba aldığımızda, çocuğumuz

olduğunda, arabayı değiştirdi-

ğimizde.... mutlu oluruz dedik.

Yaş biraz daha geçin-

ce, çocuklar üniversiteyi ka-

zandığında, çocukları işe

yerleştiğimizde, çocukları ev-

lendirdiğimizde, emekli ol-

duğumuzda, hacc görevini ifa

ettiğimizde.... mutlu oluruz de-

dik.

Emekli olduk, hacca gidip

geldik, çocukları everdik, her

şeyimiz yerli yerinde fakat hala

mutluluğu arıyoruz. Herhalde

bizim mutluluk arayışımız Az-

rail (a.s.) gelinceye kadar de-

vam edecek.

Mutluluğu hep şartlara bağ-

lamışız. Olursa olacağım. Oysa

mutluluk bizim karşımıza çı-

kan engelleri aşmaktır.

Mutluluk, anı yaşamaktır.

Dün geçmiştir, yarın belki gel-

meyecektir. Ama bulunduğum

şuan belim elindedir. Mutlu-

luk “şu an”ın farkında olarak

yaşamaktır.

İnsanın ne zaman olma-

sı gerektiğini de bize en güzel

tarif edende her konuda oldu-

ğu gibi yine Peygamber Efen-

dimiz (s.a.v.)’dir. Bir hadisle-

rinde Peygamber Efendimiz

(s.a.v.) şöyle buyurur:

“Beş şey gelmeden beş şe-

yin kıymetini iyi bil!

1-İhtiyarlık gelmeden, gençliğin,

2- Hastalık gelmeden, sıhhatin,

3- Fakirlik gelmeden, zenginliğin,

4- Ölüm gelmeden, hayatın,

5- Meşgul olmadan boş zamanın

kıymetini bil.” (Buharî, Rikak, 3.)

Kısacası hayatımızdaki zor-

lukları aşmak ve hedefl erimi-

ze ulaşmak ve içinde bulun-

duğum anı değerlendirmek

ve Peygamber Efendimizin

(s.a.v.) yukarıdaki hadisi-

ne kulak vermektir mut-

luluk.

Page 76: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

75

ESKİDENDİ

Hani irfan, hani hikmet, hani fen?Eskidendi, eskidendi, eskiden

Semâya ağan ağaç, aşktı toprakta bitenEskidendi, eskidendi, eskiden

Buğulu bir bakıştı uzak gurbete gidenEskidendi, eskidendi, eskiden

Kederli saatlerde rüzgârlanırdı yelkenEskidendi, eskidendi, eskiden

Arzulanan esenlik, çağın çölünde yitenEskidendi, eskidendi, eskiden

O keremli insanlar çekilip gitti neden?Eskidendi, eskidendi, eskiden

Saadet hırkasını saklı tutan bedestenEskidendi, eskidendi, eskiden

Tok yatmazdı haminne, kapı komşu aç ikenEskidendi, eskidendi, eskiden

Hissederdi tüm vücut, tenine değse dikenEskidendi, eskidendi, eskiden

Rûhun mahpushanesi, modern zindan sitenEskidendi, eskidendi, eskiden

Kaf dağının ardında, göz değmemiş gülbeden?Eskidendi, eskidendi, eskiden İnci tanesi gibi gülümserdi ak mügenEskidendi, eskidendi, eskiden

Sürgün oldu leventler ulu-ulvî gemidenEskidendi, eskidendi, eskiden

Hani esrar, hani efsun, hani fen?Eskidendi, eskidendi, eskiden…

Olcay YAZICI

Page 77: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201176

1650 metre rakımlı bir yaylada yer alan

Ağrı, tarih boyunca Orta Asya’dan gelen

çok sayıda kavmin Anadolu’ya girişle-

ri sırasında bir kapı vazifesi görmüş, dolayısıyla

birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Fakat

bu medeniyetler Ağrı’yı sadece bir geçiş yeri ola-

rak gördükleri için burada çok köklü uygarlıklar

oluşturamamışlardır.

Ama yine de bu me-

deniyetlerin yetiştirmiş

olduğu aydın kimseler,

Allah dostları bölge insa-

nının bir fener gibi yolu-

nu aydınlatmada, onların

ehl-i sünnet üzere hayat

sürmelerinde büyük rol

oynamışlardır.

Ahmed-i Hanî (Hanî Baba)

17. yüzyılda yaşamış Ahmed-i Hanî’nin doğum

tarihi kendi eseri olan Mem ü Zin’de 1651 olarak

gösterilmiştir. İlk tahsilini Doğubayazıt’ta bulu-

nan Muradiye Medresesi’nde yapmıştır. Daha

sonra Suriye, Mezopotamya ve İran medresele-

rinde tahsiline devam etmiştir.

Eğitimini tamamlayıp Doğubayazıt’a döndük-

ten sonra yaklaşık on dört yaşında Doğubayazıt

Beyi Mir Muhammed’in divan kâtipliğini yapma-

ya başlayan Ahmed-i Hanî daha sonraları Mu-

radiye Medresesinde imamlık ve öğretmenlik

görevlerini birlikte sürdürmüştür. Yaşadığı dö-

nemde herkesi kardeşliğe ve barışa çağıran Hanî

hiç kimseyi ayırt etmeden herkesi ders halkası-

na katmıştır.

Dinî alanda da yüksek derecede ilim ve fazi-

let sahibi, hâkim, şair ve edip bir zat olan Hanî,

dinî ilimler başta olmak üzere yaşadığı dönemin

kültür, edebiyat ve düşünce dünyasına damgası-

nı vurmuştur.

Örnek Hayat Yusuf HALICI

EVLİYALARIAĞRI

Page 78: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

77

Kürtçe, Arapça, Fars-

ça ve Türkçe bilen Ahmed-i

Hanî, eserlerini daha çok

Kürtçe olarak yazmıştır. On dört

yaşında yazmaya başlayan Hanî’nin

birçok eseri vardır ki bunlardan en önem-

lileri Kürtçe-Arapça sözlük olan “Nûbiharan

Biçukan” ve meşhur “Mem û Zîn”dir.

İlmi, yüksek ahlâkı ve mutasavvıf kişiliğiyle

tanındığı kadar, bahadır, mert, cömert ve çok ce-

sur olmasıyla da tanınan Hanî Baba’nın, görüş-

tüğü kimselerin içlerinden geçenleri bilmesi gibi

bir de kerameti vardır.

Kabri, Doğubayazıt’ta İshakpaşa Sarayının

hemen arkasındadır.

Abdürrahim Arvasî

Osmanlılar döneminde Doğu Anadolu’da ye-

tişen evliyanın büyüklerinden olan Abdürrahim

Arvasî Peygamber Efendimizin soyundan olup

seyyiddir. Eğitimini babasının medresesinde

alıp aklî ve naklî ilimlerde söz sahibi oldu. Bu-

nun yanında yine babasının tasavvufî sohbetle-

rine de katılıp belli bir olgunluğa erişti.

Bir davet üzerine gittiği Doğubayazıt’ta ehl-i

sünnet itikadının yayılması için çok çalıştı. Bu-

rada kurduğu dergâh yoluyla Şiiliğe meyilli böl-

ge halkına uzun münazaralardan ve mücadele-

lerden sonra ehl-i sünnet yolunun üstünlüğünü

kabul ettirdi. Halkın, ehl-i sünnet olup huzura

kavuşmasını sağladı.

Abdürrahim Arvasî bu gayretinin yanında

ilmî çalışmalarından da geri kalmayıp öğren-

diklerini hayatında tatbik etmek suretiyle hem

insanlara örnek olmuş hem de onların ebedî

saadete kavuşmaları için gayret sarf etmiştir.

Onun sohbetlerine yüzlerce kimse katılıp fayda-

lanmıştır.

Bu sohbetlerinden bi-

rinde her sohbetinde olduğu

gibi yine Mevlânâ’nın Mesne-

vi’sinden bölümler okutuyordu.

Mecliste bulunan İranlı mollaların-

dan biri Mevlânâ’yı ve Mesnevî’yi kü-

çültücü ve tahkir edici maksatla, bildiği

hâlde “Ne okuyorsun?” diye sordu. Abdür-

rahim Arvasî , “Mesnevi okuyoruz.” buyur-

du. İranlı molla cevap olarak; dinlemeye değmez

anlamında “Meşnevi” dedi. Bu cevap karşısın-

da son derece hiddetlenen Abdürrahim Arvasî

Mesnevi’yi rastgele açıp İranlı mollaya: “Şu beyti

oku!” buyurdu. İranlı molla:

“Mesnevî ra meşnevî mehan/Ey sek-i gürgîn

bed kerdeî”

Yani Mesnevi’yi meşnevî okuma, ey uyuz kö-

pek! Kötü bir iş yaptın, mealinde beyti isteme-

yerek okuyuverdi. Bu manalı beyan karşısında

molla ve meclistekiler dehşete kapıldılar. Molla

söyleyecek söz bulamadı.

Mecliste bulunanlar daha sonra bu bey-

ti Mesnevi’den aradıkları halde bulamadılar. Bu

hâlin Abdürrahim Arvasî ‘nin bir kerameti oldu-

ğunu anladılar.

Abdürrahim Arvasî 1786 ‘da Doğubayazıt’ta

vefat etti.

Seyyid Abdülaziz

Seyyid Abdülaziz de Arvasî ailesindendir. Ba-

bası Seyyid İbrahim, dedesi ise Seyyid Abdürra-

him Arvasî’dir.

Seyyid Abdülaziz, dedesinin kurduğu dergâhta

ilmî ve tasavvufî alanda kendini yetiştirerek böl-

ge halkına yararlı hizmetlerde bulundu. Özellikle

dedesi gibi bölgede ehl-i sünnet itikadının yayıl-

masında önemli hizmetleri olmuştur. Onların bu

Page 79: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201178

hizmetleri sayesinde

Şii itikadın bölgede yayıl-

masının önüne geçilmiştir.

Seyyid Abdülaziz Hazretleri ay-

rıca tasavvufta da hizmet edip, pek çok

velî yetişmesine ve dolayısıyla insanların

saadetine vesile olmuştur.

Seyyid Abdülaziz hayvanlara çok merhamet

gösterirdi. Vahşi hayvanlara acır, onları da doyu-

rurdu. Vahşi hayvanlar bunu bilip, belli günlerde

kapısına gelip verilen yiyecekleri yer, sessizce dö-

nüp giderlerdi. Kendisi hakkında şöyle bir kera-

meti nakledilir;

Seyyid Abdülaziz

Hazretlerinin, doğur-

mak üzere olan bir ine-

ği vardı. Bu hayvanca-

ğız bir gün evden çıkıp

bir komşunun kışın kul-

lanmak üzere yığdığı ot

yığınından yemeye baş-

lar. Otun sahibi kom-

şu, bu hayvanı görünce

döver ve kimin olduğu-

nu sorup öğrenir. Seyyid

Abdülaziz’in olduğunu anlayınca, kapısına geti-

rip bırakır ve çobanlara da: “Hayvanlarınıza ne-

den bakmıyorsunuz, yem vermiyorsunuz.” diye

de çıkışırken, Seyyid Abdülaziz evin avlusuna çı-

kıp, ne oluyor, diye sorar. Komşusu hâdiseyi an-

latınca, Seyyid Hazretleri ineğe dönüp: “Bu söyle-

nenler doğru mudur?” deyince, hayvan dile gelir.

Gayet açık bir şekilde cevap verip: “Evet, çoban-

lar bana yem vermiyorlar. Biliyorsunuz yüklü-

yüm, mecbur kaldım.” der. Seyyid Hazretleri ço-

ban ve hizmetçilere şöyle bir bakıp içeri girer. Bu

kerameti gören komşu yaptığına pişman olup,

özür dileyerek oradan ayrılır.

Seyyid Abdülaziz hazretlerinin iki oğlu Seyyid

Mahmud ve Seyyid Mehmed Emin de âlim, fa-

zıl kişilikleriyle, insanlara ihsan ve iyilikleriyle ile

meşhur olmuşlardır.

1880 senesin-

de vefat eden Seyyid

Abdülaziz’in kabri, Doğu-

bayazıt’tadır.

Mehmed Emin Efendi

Mehmed Emin Efendi, Seyyid Ab-

dülaziz Arvasî Hazretleri’nin oğlu olup

Doğu Anadolu’da yetişen velîlerin büyükle-

rindendir. 1854 yılında Doğubayazıt’ta doğdu.

Zarif ve nazik yapılı bir zattı. Soğuktan ve sı-

caktan çok çabuk etkilenirdi. Zamanın çoğunu

evinde ilimle meşgul olarak geçirirdi. Kendisine

neden dışarı fazla çıkmadığı, halkın içine karış-

madığı sorulunca, “Her-

kes dünyalık şeylerden,

fasulyeden, patatesten

konuşuyor. Hiç Allahu

Teâlâ’dan, Rasülünden

konuşan kalmadı.” ceva-

bını verdi.

Geceleri de pek uyu-

mazdı. Hatta oğlu Abdül-

hakim Efendi: “Ben baba-

mı hiç yatakta görmedim.”

demiştir. Geceleri parmaklarından sızan ışıklar-

la yazılarını yazdığı rivayet edilir. Mehmet Emin

Efendi’nin eserleri ve mevcut kitapları, Rus işga-

li sırasında yakılıp tahrip edilmiş malları ve evi de

Ermeniler tarafından talan edilmiştir.

1914 yılında vefat eden Mehmet Emin

Efendi’nin kabri, Doğubayazıt’ta aile kabristanın-

dadır.

İbrahim Arvasî

Âlim, fazıl, veliyy-i kâmil bir zat olan İbrahim

Arvasî aynı zamanda diplomat olup, Osmanlı-İran

ilişkilerinde Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’yi temsil

etmiş, unutulmayacak hizmetlerde bulunmuştur.

İbrahim Arvasî, 1832 yılında Doğubayazıt’ta vefat

etmiştir. Kabri Yukarı Doğubayazıt’tadır.

Page 80: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

79

SENİ SEVDİM TÜRKİYE’M

Kilimimde nakış nakış dokudumKitabımda sayfa sayfa okudumBülbül olup melûl mahzun şakıdım

Dağını, taşını sevdim Türkiye’mHer pınar başını sevdim Türkiye’m

Yaylalarda koyun kuzu meleşirAyrılanlar hasret üzre söyleşirPehlivanlar çayır çimen güreşir

Köyünü, ilini sevdim Türkiye’mKaymaklı dilini sevdim Türkiye’m

Âşık Kerem yaşla sular toprağıAsırlık çınarın solmuş yaprağıFırat, Dicle, Çoruh, Yeşilırmak’ı

Dalda eriğini sevdim Türkiye’mTemiz yüreğini sevdim Türkiye’m

Ezanlar ağlaşır minarelerdeİndi hakikatin gözüne perdeÜç kıtada atlar koşturan nerde?

Şanlı bayrağını sevdim Türkiye’mSütle kaymağını sevdim Türkiye’m

Âşığın sazında tel tel olmuşum Boz bulanık akan bir sel olmuşumYazık ki ülkemde yad el olmuşum

Fatih’i, Yavuz’u sevdim Türkiye’mAydınlık gül yüzü sevdim Türkiye’m. M. Nihat MALKOÇ

Page 81: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201180

HAYAT ALAN

TOZLAR

HikâyeMustafa BECİT

Page 82: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

81

Dar ve kırık

bir pence-

renin etra-

fında biriken tozların ahenkli

uçuşu, bir güneş parıltısıyla be-

lirginleşiyordu. Aslında bilin-

dik bir tabloydu. Güneş yavaş

yavaş kendisini hissettirdiği

anda kırık pencereden içeri gi-

rip odanın yarı kısmını aydın-

latırdı. İşte bu andan itibaren

o tozlar da en az evdekiler ka-

dar bin bir cümbüşle dans eder-

lerdi.

Çok enteresandır ki bu toz-

lar evin duvarlarından başla-

yıp kanepe üstlerine, fi skoslara,

kitap rafl arına, mutfak dolap-

larına, televizyon ekranlarına

kadar ulaşabiliyorlardı. Her sa-

bah kırık pencereden giren gü-

neş, tozları eğlendiriyor, ar-

kasından giren rüzgâr tozları

dağıtıyordu.

Kadın her gün aynı eziyet-

le siliyordu her yeri ancak yeni-

den türüyorlardı. Silmesinden

belki saniyeler sonra başka toz-

lar var olan boşluğu dolduru-

yorlardı. Devinimli bir şekilde

bu tozlar hayatın her köşesinde

yer alıyorlardı.

Kadının tozlarla mücadele-

si güneşin kırık pencereden gir-

mesiyle başlar ve uzun bir mü-

cadelenin ardından biterdi.

Ancak biten toz olmaz, kadının

enerjisi olurdu.

*****

İnce bir rüzgâr havanın ih-

tişamında süzüle süzele ilerli-

yordu. Önce yaşlı ağaçlardan

birkaç yaprak kopartıyor, açık

pencere bulursa perdelerini ha-

valandırıyordu. Sokaktaki çöp-

lerle adeta dans ediyor, ken-

dince bir şarkı söylüyor, insan

bulursa da usulca yanakların-

dan öpüyordu.

İşte o rüzgâr bulduğu son

açık pencereden içeri girdi. Ka-

dın, rüzgârın etkisiyle uyandı.

Ansızın ayaklandı ve pencere-

yi bir hamlede kapattı. Kocası

çoktan işe gitmişti. Mutfağa yö-

neldi. Çayı tüpün üstüne koy-

duktan sonra, üstünü giyinmek

için odasına girdi. Evin halini

pek iç açıcı bulmadığından eski

püskü elbiselerini giyindi. Kı-

zıl saçlarını, kırmızı bir eşarpla

buluşturdu.

Yorgun bir geceden sonra

dolunay isteksiz de olsa dünya-

yı güneşe teslim etmişti. Kadın

kırık pencereyi açar açmaz gü-

neşin etkili okları doldurmuştu

evi. Bu sırada tozlar dalga ge-

çercesine evin her bir köşesin-

de uçuşmaya başladılar. Bazı

tozlar gruplar hâlinde dönüyor-

lardı. Tıpkı hacıların Kâbe’yi

tavaf ettikleri gibi... Kendile-

rinden geçmiş gibiydiler. Be-

lirli bir sistemde ilerleyenlerde

vardı. Bunlarsa evin eşyaları-

na yapışıyorlar, birikimli olarak

güzel olan her şeyi çirkinleştir-

meye çalışıyorlardı. Yüzlerce,

binlerce hatta milyonlarca toza

destek veren rüzgâra ne deme-

li? Yapıştıkları yerde çaresiz

kaldıklarında masumane bakış-

larla yardım beklerler. İlk yar-

dımlarına koşan rüzgârdır. Ce-

saretlenip coşarlar sonra. Peki,

neden tozlar var? Olmasaydı ne

olurdu? Amaçları ne? Bilinmez

ve Allah’ın işine de karışılmaz.

Vardır elbet bir hikmeti.

Kadın tozlarla savaşına baş-

lamıştı. Her yer titizlikle te-

mizleniyordu. Pencere kenar-

larının tozlarını bir güzel aldı.

Ardından kapılar… Televizyon

ekranından, peteklerden, çek-

yat üstlerinden ve birçok yer-

den tozları kovmuştu. İki silahı

vardı. Biri bezdi diğeri ise sü-

pürge makinesi. Bezleri yeteri

kadar kullanmıştı. Sıra süpür-

ge makinesindeydi. Büyük bir

hışımla kaptı makineyi ve çalış-

tırdı. Halıların haşatını çıkarır-

casına süpürdü. Yorulduğunu

içten içe hissettiği anda kesili-

verdi. Göz ucuyla odanın içeri-

sini süzdü. Az önce bezle sildiği

bütün eşyaların yeniden tozlan-

Page 83: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201182

dığını görmüştü. Derin bir ne-

fes aldı. Sıkıntı ve hayret duy-

guları arasında gidip gelmeler

yaşadı. Bildiği bir tek şey var-

dı oda bu tabloyla ilk kez kar-

şılaşmamış olmasaydı.

Tozların da en büyük sila-

hı tabii ki rüzgârdı. Sistemleri

sağlamdı. Boş buldukları ala-

nın ya da boşalan bir alanın

üstüne bir eşkıya gibi çökme-

sini iyi biliyorlardı.

Kadın her gün aynı eziyet-

leri çektiği için durumun acı

tarafının farkındaydı. Ama ka-

rarlıydı. Bir kez daha eline aldı

bezi ve yeniden deli gibi sil-

meye başladı. İşlem bittiğinde

tekrar halı üstündeki tozlarla

savaşına döndü. Çetin bir mü-

cadeleden sonra temizlendiği-

ne inandırdı kendini. Makine-

yi susturunca ansızın sessizlik

çöktü. Birkaç saniye sessizli-

ği dinledikten sonra televizyo-

nu açma gereksinimi duydu.

Odadaki temizlik işlemi bitmiş

ve savaşı kazandım duygusu-

nu içine kazımıştı. Televizyo-

nu açmak için yöneldiğinde

kapkara ekranın yeniden toz-

landığını gördü. Bu durum ca-

nını sıkmıştı. Ekrana bakarak

anlam vermeye çalıştı kendin-

ce. İnce bir serzeniş ritminde

hayıfl andı. Pes dedi. Tozlarla

savaşında yenilgiyi kabul et-

tiğinin en büyük kanıtıydı bu.

Tozlar galibiyet sarhoşu ol-

muşlardı. Rüzgârdan aldıkları

güçle fethediyorlardı evi. Çıl-

gınlar gibi eğleniyorlardı. On-

ların bu marifetini gün yüzüne

çıkartan tek etmense güneşti.

Güneş ışığında izlendiklerini

iyi biliyorlardı.

Kadın çayını demledikten

hemen sonra televizyonu açtı.

Bir haber kanalında durdu.

Son dakika haberi olduğu için

dikkatini çekmişti. İsrail’in,

Filistin topraklarında yer alan

Gazze’de ki Müslümanları kat-

letmesinin haberini veriyor-

lardı. Yüzlerce ölünün olduğu-

nu, insanların suçu olmadan

bir hiç uğruna nasıl bomba-

lara maruz kaldıkları anlatılı-

yordu. Bir kadının acı feryadı

yansıyordu tozlu ekranda. İs-

rail askerinin kutsal kitapla-

rı Tevrat’ı okuyup acımasız-

ca attığı bomba sonucu beş

kız çocuğunu kaybetmiş. Yü-

rek burkan feryadından sonra

bir profesör yaşanan bu sıcak

olaylar karşısında yorum yap-

maya başlamıştı. “Bu katille-

rin sonu gelmez. Biri gitti mi

oluşan yeni boşluğu öteki dol-

duruyor. Hayatın her köşesin-

de varlar. Ne kadar mücade-

le edilirse edilsin ellerinde çok

büyük imkânlar, arkalarında

ise sağlam güçler var. Bize dü-

şen sabretmek ve inancımızı

kaybetmemek… Her şeyin bir

adaleti vardır ve elbet bir gün

tecelli edecektir.”

Kadın, sertçe sıktığı yum-

ruğunu dişleri arasında ez-

mekle yetindi sadece.

Page 84: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

ÂHIM BENİM Mahcupken aczim ile, Âhım dökülür dile. Umarım af edile, Cümle günahım benim!

Umut yeşeren bir çim, Ye’sten kurtulur içim! Gönlümde biçim biçim, İlticam âhım benim!

Ey gönül müsterih ol! Rabbin mağfireti bol! Dal, o deryada kaybol! Gafurdur şah’ım benim!

Gayrı serme ipe un! Gel nâsuh tövbeni sun! Tek padişah o olsun! Bitsin eyvâhım benim!

Mehmet SERTPOLAT

83

Page 85: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201184

KURU MEYVE

SağlıkAkın DİNDAR

“Kurutma işlemi sonrası, C vitamini dışında bütün minerallerin

korunduğu kuru meyveler, vücudu yüksek antioksidan potansiyelleri

ile öncelikle serbest radikallere karşı koruyor.”

Page 86: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

85

Ku r u

m e y -

veler,

yaş meyvenin içerdikle-

ri yüzde 80-95 oranın-

daki suyun yüzde 10

- 20 oranlarına düşü-

rülmesi ile elde edili-

yor. Bu kurutma işle-

mi sonrası, C vitamini

dışında bütün mineral-

lerin korunduğu kuru

meyveler, vücudu yük-

sek antioksidan potansi-

yelleri ile öncelikle serbest

radikallere karşı koruyor.

Erik Kurusu

Bol miktarda B1, B2,

B3, B6, A, C ve E vitami-

ni içerir. Mürdümeriği-

nin bağırsakları çalıştı-

rıcı etkisi bilinmektedir.

İçerdiği zengin potasyum

ve magnezyum mineral-

leri nedeniyle, tansiyon,

karaciğer, kalp, böbrek

ve romatizma hastaları ile

tuzsuz rejim yapanlara öne-

rilir. Güçlü antioksidanları

ile kalp hastalıklarına yakalan-

ma ve kriz riskini azaltıcı etkisi

bulunmaktadır.

Elma Kurusu

Besin değeri dışında nefes darlığı ve kalp

hastalıklarına karşı koruyucudur. Vücuttan

toksinlerin atılmasına yardımcı olur. Lifl i oldu-

ğu için bağırsakları temizler. Karaciğerinden

şikâyet edenler, romatizmalılar ve hatta şeker

hastaları bile faydalanabilirler. Elma yatıştırı-

cı, uyku vericidir ve baş ağrılarına iyi gelir. Ka-

buğuyla küçük parçalara böldüğünüz elmala-

rı kaynatarak içine isterseniz limon, portakal,

tarçın koyarak çay olarak tüketebilirsiz.

Kayısı Kurusu

Besleyici ve potasyum açısından çok zen-

gindir.

Sindirim sorunlarına iyi gelir; stresi, kan-

sızlığı önler. İçerdiği A vitamini akne gibi cilt

bozukluklarını önler. Büyümeye yardımcıdır,

görme fonksiyonlarını güçlendirir, şeker has-

talığının gelişimini engeller, bağışıklık siste-

mini korur. Potasyum başta kalp kasları tüm

kasların ve sinirlerin iyi çalışmasını sağlar. Ka-

yısı lifl i bir meyvedir. Lifl i besinlerin kan şeke-

rinin dengeli yükselmesini sağladıkları, zararlı

maddelerin bağırsakta kalma süresini kısalt-

tıkları için kanserden korunmada faydalı ol-

dukları saptanmıştır.

Pestil

Dut pekmezi, süt, bal, ceviz, fındık ve un-

dan oluşan, protein, karbonhidrat, yağ, vi-

tamin ve mineral maddelerini önemli ölçüde

içeren bir gıda maddesidir. Özellikle A ve B vi-

taminleri ve demir yönünden zengindir. Vücut

doku ve hücrelerinin yenilenmesinde, su den-

gesinin korunmasında, hormon, enzim üreti-

minde, bağışıklık sisteminin güçlendirilme-

sinde önemli etkiye sahiptir.

Dut Kurusu

Kalsiyum, demir, B1, B2 ve C vitamini yö-

nünden zengin olan dutun birçok hastalığa iyi

geldiği bilinmektedir. Beyaz dut ateş düşürü-

cü ve idrar söktürücü (diüretik) etkiye sahip-

tir. Karaduttan elde edilen şurubun ise ağız ve

boğaz hastalıklarında olumlu etkiye sahip ol-

duğu bilinmektedir.

Page 87: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201186 Ocak 201186

Üzüm ÇekirdeğiGünümüzde birçok Avrupa ülkesinde ödem-

den, nezleye kadar birçok hastalığın tedavisinde

kullanılan üzüm çekirdeğinin en önemli fayda-

sı insanlar için hayati önem taşıyan damarlarını

onarıcısı olmasıdır.

Çekirdek, damar hastalıklarını tedavi ederek

zayıfl amış kan damarlarının yapısını güçlendir-

mektedir. Damar sağlığını korumak için gerekli

doz ise günde 5-10 gram.

Bunun yanında üzüm çekirdeği ayrıca anti-

aging etkisine sahip olduğu için damarları yeni-

lemekte, yenilenen damarlarda yaşlılığı geciktir-

mektedir. Böylelikle ciltteki yaşlanma belirtileri

de azalmaktadır.

Ayrıca üzüm çekirdeği, bağ dokularını güç-

lendirerek cilt sarkmasına engel olmakta cildin

elastik, yumuşak ve düzgün olmasını sağlamak-

tadır. Bu durumlar için tavsiye edilen miktar

günde 150 ile 300 miligram.

Yine üzüm çekirdeği bilinen en güçlü antiok-

sidandır. Yapılan bazı testlerde, E vitamininden

50 kat C’den 20 kat daha güçlü olduğu ortaya

çıkmıştır.

Üzüm çekirdeğini diğer bir faydası ise gözle-

re... Gece görüşünde önemli olan parlak ışıkla-

rın neden olduğu göz kamaşmasını geçirmeye

yardımcı olduğu da yapılan araştırmalarda or-

taya çıkmıştır.

Şifalı Bitkiler

Page 88: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

8787

Gönülden İkramlar Mesude SARI

Piti - Ekmek AşıMalzemeler: Yarım kg kuşbaşı et

1 su bardağı nohut

4 su bardağı su

3 adet yufka veya yufka ekmeği

Tuz, karabiber, kimyon

Hazırlanışı:Akşamdan ıslatılan nohudu süzüp kuşbaşı etle bir-

likte bir tencereye alıyoruz. Üzerine tuzu ve 4 su bar-

dağı suyu ilave edip pişime bırakıyoruz. Kaynayınca

üzerine biriken köpüğü-kefi alıyoruz. Altını kısıp, kı-

sık ateşte pişiriyoruz.

Yufkalarımızı elimizle ortadan tutup 4 parçaya ayı-

rıyoruz. Tavada tek tek, arkalı önlü pembeleştiriyoruz.

Pembeleşen yufkaları toplam 5-6 küçük kaseye seri-

yoruz. Kalan yufka parçalarını elimizle tiftikliyoruz ve

kaselerdeki yufkaların üzerine eşit olarak yerleştiriyo-

ruz.

Et ve nohut pişince, hazırladığımız kaselerin içine

etli nohudu sulu bir şekilde bölüyoruz.

Servis yapmadan üzerine karabiber ve kimyon ser-

piyoruz. Taze ve sıcak olarak tüketiyoruz.

Darende’de tandır ekmeği ile servis yapılıp kürsü et-

rafında yenilen bir yemektir.

Ekmek aşı Kars yöresinde de piti olarak bilinir.

Afiyet olsun…

Bekir SARI

Page 89: 123€¦ · Kalb-i 06 Göklere 30 Selîm ... oralardaki endüstriyel oluşumlar ve kültürün tanınmasıyla yeni bilgiler elde edilir, görgü tecrübemiz zenginleşir. Bir de şehirleri

Ocak 201188

Som

uncu

Bab

a De

rgisi

’nin

Ücr

etsiz

Eki

’dir.

Ayl k Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Aral k 2009

Y l: 3 Say : 36

ço u dilindendir. hadis-i erifte kullar ndan söyler, o söze ahu Teâlâ o ükseltir. Ve r olarak e hem de rmeyerek o kim-cesini

olsun öyle-m-e ”

cuuukk k Dergisi - Ara

115

Dergisi Hediyesi...

M A Y I S 2 0 1 0

Fiyat : 7 TL

AYLIK L M KÜLTÜR VE EDEB YAT DERG S

Ümitvâr Olmak3816 Tarihte stanbul Ku atmalar ve Fatih

AAYAYYLLIK L M KÜLTÜR

3811111166666 TTarTarihte stanbul Ku atmalar ve Fatih

Gerçek Kalp

4606 Hulûsi Efendi(k.s.)’nin

116

Dergisi Hediyesi...

Derginizin elinize sağlıklı bir şekilde ulaşabilmesi için yukarıdaki alanları eksiksiz bir şekilde doldurunuz.

Adı / Soyadı:

Kurum Adı:

Ünvan:

Dergi Teslim Adresi:

Posta Kodu: Şehir:

Telefon: ( )

Faks: ( )

E-posta: @

Türkiye : 70 TL Avrupa : 72 Euro ABD: 102 USD

Banka / Posta çeki hesabınıza yatırdım. Dekont İlişiktedir.

Vergi Dairesi:

Vergi No:

Abone Başlangıç Tarihi:

İmza

Visan İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende MalatyaTel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79 [email protected]

Çocuk ekiyle birlikte yıllık abone bedeli

70 TL

2011 yılında aboneliğinizi yenilerken, yakınlarınızı da Somuncu Baba’nın ilim ve kültür dünyasına katın.

Onların da abone olmasını sağlayın.

Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068Ziraat Bankası (Darende Şubesi): 26798480-5001IBAN – TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01Vakıf Bank (Darende Şubesi):TR 47 00015 00 1580 0728 678 4111

Faturayı adıma kesiniz

Faturayı şirket adına kesiniz