1
F A T M A Ç E L İ K arafet, hayatımızın her alanında olumlu iletişim sağlamamız için çok önemli bir unsur. İş ve sosyal hayatımızda oturuşumuzdan duruşumuza, tanışmamızdan konuşmamıza, yemek yememizden ne içmemiz gerektiğine dair bazen zor anlar yaşarız. Bazen resmi ortamlarda nerede nasıl duracağımızı bilemeyiz. Bu da kendimizi yanlış lanse etmemize sebep olur. Zarafet denince Osmanlı örnek alınması gereken imparatorluklardan bir tanesi. Çünkü Osmanlı saraylarına Batı'dan zarafet eğitimleri almaya ve gözlemlemeye gelinirmiş. Yine o dönemde aileler çocuklarını mutlaka zerafet konusunda eğitirlermiş. Eskiden büyükler zerafet sahibi bir insanı görünce 'aile terbiyesi görmüş' diye iltifat ederlerdi. Bugün ise zerafet artık sayıları hızla artan kurslarda veriliyor. Bu kurslardan bir tanesi ve en eskisi Nişantaşı'ndaki Zerafet Akademisi. HANIMEFENDİ OLMALISIN Zarafet Akademisi'ne annesi tarafından hanımefendi bir kadın olmak için gönderilen Nazlı İkiz “Annem de seneler önce zarafet eğitimini almış. Benimde ona yakışır bir hanımefendi olmam için zarafet eğitimi almamı istedi” diye neden burada olduğununu anlatıyor. Aynı zamanda annesine kendi sanat galerisinde yardımcı olan İkiz, kendisini geliştirmek için eğitime katılmak istediğini sözlerine ekliyor. Böylece İkiz, insan ilişkilerinde hem iş hem de sosyal ortamda daha başarılı olacağını düşünüyor. HASTALARIM İÇİN İSTİYORUM Zarafet eğitimi almaya gelenler arasında her yaştan her meslekten isim var. Bunlardan biri de Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Şule Kıray. Mesleğinin yanı sıra farklı sağlık eğitimleri ile kendini geliştiren Doktor Kıray, “Kendi muayenehanemi açtığımda bu zamana kadar öğrendiklerimi hastalarıma etkili bir şekilde sunmak istiyorum. Bu yüzden zarafet eğitiminin en iyi bir yol olduğunu düşünüyorum” diyor. ERKEK GİBİ DAVRANIYORUM Özel bir şirkette erkek elemanların çoğunlukta olduğu bir ortamda çalışan Aşkın Yanık ise erkekler gibi davranmaktan yorulduğunu ve çare olarak buraya geldiğini söylüyor. Yanık,“Bir yönetici olarak, yoğun ve bir o kadar stresli bir çalışma ortamının içindeyim. Bu stresli ortamda göz ardı etmeye başladığım, düşünce ve isteklerimi, muntazam telaffuzla, düzgün ton ve uygun beden dili ile destekleyerek, doğru ve etkin bir şekilde aktarabilme yetimi yeniden kazanabilmek istiyorum, bu yüzden buradayım" diye konuşuyor. ÖZGÜVENİM ARTTI Zarafet akademiye babasının yönlendirmesiyle gelen psikoloji öğrencisi Nurgül Dinç, kurstan çok şey öğrendiğini söylüyor. Okulda yapacağı sunum ve seminerlerde iyi bir diksiyon ile insanlara nasıl seslenmesi gerektiğini öğrenmek için gelen Dinç, “Toplumda nasıl durmam gerektiğini, nasıl dik yürüyebileceğimi öğrenmek içinde katıldım. Eğitim sonrasında kendime olan özgüvenim arttı" diyor. z AKTÜEL 15 10 MAYIS 2015 PAZAR Zarafetin dili eğitimde gizli Zarafet Akademi, eğitimler aracılığı ile kişilerin farkındalıklarını ortaya çıkarmalarını amaçlıyor. Yürüyüş, duruş, yüz beden egzersizi, beden dili, imaj oluşturma, selamlaşma, gibi birçok etkili eğitimler ile insanların zarif görünmesine yardımcı oluyor. Akademi’nin kurucu eğitmeni ve aynı zamanda yaşam koçu Gökhan Dumanlı, zarafet eğitimine katılanların içlerinde olanı dışarıya çıkartmayı çalıştıklarının söylüyor. Zarafeti yapaylıktan kurtarıp, iş ve sosyal yaşantımızda nasıl doğallaştıracağımızı öğreten Dumanlı’yla Zarafet Akademi’de zarif olmanın tüyolarını konuşup, zarafet eğitimine katıldık. Katılımcılarla beraber renkli anlar yaşadığımız eğitim, çoğunluklu olarak çalışan bireylerden oluşuyor. Farklı meslek dallarında çalışan katılımcılar iş hayatlarında, toplantılarda, karşılaşmalarda, ast üst ilişkilerinde nasıl davranacaklarını bilemedikleri için eğitimin faydalı olacağını düşünüyor. Bazen eşi tarafından gönderilen kadın veya erkeklerin geldiğinden de bahseden zarafet uzmanı Gökhan Dumanlı çift olarak gelenlerin çok nadir olduğunu söylüyor. Çalıştığı iş yerinde nasıl davranması gerektiğini bilmeyenden, yürümesini düzeltmek isteyenlere, düzgün bir diksiyona sahip olmaktan, siyasi yaşamda pot kırmak istemeyenlere kadar çeşit çeşit katılımcılar da geliyor. İş dünyasına yönelik tüyolar 7'den 70'e zarafet eğitimi Restoranda yapılması gerekenler Restorana girişte erkek önden gitmeli ve kapıyı açarak partnerine kolaylık sağlanmalı. Çiftler her zaman karşılıklı oturmalı. Restoranda servis personeli ile göz teması kurularak iletişim kurulmalı. Siparişi mutlaka erkek söylemeli. Bez peçete kucağa yerleştirilmeli. Masadaki çatal ve bıçaklar her zaman dıştan içe doğru kullanılmalı. Masada asla kürdan kullanılmamalı. Erkekler gibi davranmaktan yorulduğunu belirten Aşkın Yanık zarafet dersleriyle beden dilini öğreniyorum dedi. Nurgül Dinç Nazlı İkiz Şule Karay Dik bir duruş sergilemek büyük bir artı kazandırır. Güçlü bir selamlaşma ile kendimize olan güvenimizi göstermiş oluruz. Tanıştırma işlemi sırasında; erkek – kadına, genç –yaşlıya, ast – üste tanıştırılmalı. Kadın ve erkek karşılaştığında önce kadının elini uzatması beklenmeli. Kartviziti mutlaka karşı tarafın okuyacağı şekilde başparmak ile işaret parmağı ile kenarından tutup sunmak gerekiyor. Masada oturuyor iseniz elleriniz mutlaka masanın üzerinde olmalı. Konuşurken avuç içleri karşıya gösterecek şekilde eller kullanmalı. Ayaktayken her zaman eller kemer hizasının üzerinde durmalı. Telefonla birini aradığınızda en fazla dört kez çaldırılmalı ve telefonu açan kişinin görüşmeyi sonlandırması beklenmeli. İş yemeklerinde salata ve ızgara gibi seçimler kendinize dolayısıyla işinize özen gösterdiğinizi gösterir. Kahve mutlaka sade olmalı. Sütlü kahve sohbet, sade kahve business mesajı verir. Kalabalık bir ortama girdiğimizde öncelikle iletişime kapalı beden dille- rinden uzak durmalı. (Kolları bağlamak, iki elinde dolu olması, sürekli bir şeylerle meşgul olmak gibi) Mümkünse sağ elimiz her zaman boş kalmalı. Birileri ko- nuşurken bedenimiz onlara dönük olmalı ve ellerimizi kullanır- ken avuç içlerimizin açık ve karşıya dönük olması her iki tarafın- da güven ortamında hissetmesini ve rahat iletişim kurmasını sağlar. Yeni tanışılan insanlara isimleri ile hitap etmek onları önemsediğinizi belirtir. Sosyal ortamda hemen kartvizit su- nulmamalı, sohbetin devamında eğer karşı taraf talep ederse kartvizit verilmeli. Kadınlar dekolte ve renk konusunda dikatli olmalı. Erkekler saç ve sa- kal konusunda özenli ve dikkatli olmalı. Kadınlar yemek masasında ve araba- da makyaj tazeleme- meli. Yemek seçiminde abartıya kaçılmamalı. Sohbet sırasında esprili ve doğal olma- lı, kendine güvenli tavır korunmalı. Sosyal yaşama dair tüyolar Gökhan Dumanlı Eskiden büyükler 'aile terbiyesi görmüş' cümlesiyle gençlere övgüde bulunurdu. Bugün ise bu cümle yerini 'belli ki zerafet kursuna gitmiş'e bırakacak gibi. Her geçen gün sayıları hızla artan Zerafet Kursları'nda özellikle gençler gerek iş ortamında gerekse sosyal yaşamda nasıl davranmaları gerektiğini buradaki hocalarından ders alarak öğreniyorlar. Alnar’ın kanun konçertosu, Marsel Halife’nin kanun konçertosu ve Rodrigo’nun gitar konçertosu onçerto, Avrupa müzik tarihinde Rönesans sonu ve Barok dönem başlarında ortaya çıkmış olan ve daha ziyade müzikte barok döneme özgü kontrast ifadelerin yansımasını bulduğu bir formdur. İlk kon- çerto örneklerinde bir orkestra ile solo enstrumanın âdetâ karşılıklı çekiş- mesini, atışmasını ortaya koyan form, zaman içinde epey değişikliğe uğramış, çekişen orkestra ve enstrumanın uyumlu- luğunu, dialoğunu ifade eder olmuştur. Ama konçertonun en önemli yanı, hem enstrumanın hem de icrâcının kabiliyetleri- ni sergilediği bir form olmasıdır. Türk mûsikîsi enstrumanları için yazılmış ilk konçerto örneği, Hasan Ferid Alnar’ın kanun konçertosudur. Ferid Alnar, “Rus Beşleri”nden mülhem, “Türk Beşleri” adı verilen ve cumhuriyet sonrası çağdaş batı müziği eğitimini Viyana ve Paris gibi o dönem Avrupası’nın âdetâ müzik merkezleri niteliğindeki şehirlerin konservatuarlarında alarak, geleneksel mûsikîmizin eğitim ve icrâsının yasaklandığı cumhuriyet döneminde, müzik kültürümüze resmî mânâda batı müziğini yerleştirme çabası sarfeden beş besteciden biridir. Ferid Alnar, müzik eğitimine kanun öğrenerek başlamıştır. Daha sonra Dâru’t-Tâlimi Mûsikî’de mûsikî eğitimini sürdürmüş, mimarlık eğitimini bırakarak Viyana Müzik Akademisi’ne gitmiş ve burada, besteci Joseph Marks’ın öğrencisi olmuştur. Türk Beşleri’nin, Avrupalı bestecilerin belki de yirminci yüzyıl başlarında yeni arayışlar peşinde oldukları bir dönemde batıda müzik eğitimi almış olmalarından dolayı olsa gerek, meselâ klasik ve romantik dönemin verimliliğinden çok, yirminci yüzyılın ilk çeyreğindeki bunalım, tıkanıklık, kriz ya da kırılmadan etkilendiklerini düşünüyorum. En azından Osmanlı İstanbulu’nun zengin melodisine âşinâ (olması gereken) Türk Beşleri’nin, Avrupa’daki bu eğitimlerinden sonra bambaşka bir besteci kimliği ile ülkemize dönmeleri yine bambaşka bir müzik biçimine dâir eserler vermeleri sanırım bu yaklaşımı doğrular niteliktedir. Meselâ Türk Beşleri’nin bir mensubu olarak Ferid Alnar, kanun eğitimi alarak yetişmiş, Dâru’t-Tâlimi Mûsikî’de mûsikî eğitimi almıştır. Ancak Viyana Müzik Akademisi’ndeki bestecilik ve orkestra şefliği eğitiminden sonra “İstanbullu” kimliği adeta yokolup gitmiş, yerine batılı, ama batılı bestecinin çıkmazının izlerini taşıyan bir kişilik olarak dönmüştür. Bu sadece Alnar için değil Türk Beşleri’nin diğer bütün mensubları için böyledir. Alnar’ın kanun konçertosunun, bu mânâda önemli bir örnek olduğunu düşünüyorum. Türk Beşleri, Osmanlı mûsikî birikimini tamamen reddeden ve yasaklayan bir “müzik devrimi projesi”nin ilk uygulayıcıları ve birer “ilk uygulayıcı” olarak hâfızalarında eskiye dâir ne kadar nağme varsa herhalde bunları silmeleri veya unutmaları gereken de ilk kişilerdi. Alnar’ın kanun konçertosunu ilk ve daha sonra defalarca dinlediğimde bu besteyi yapanın, mûsikî eğitimine kanunla başlayan, daha sonra Dâru’t-Tâlimi Mûsikî’de eğitim gören birinden çok, doğma büyüme Parisli veya Viyanalı ve tahminimce Schönberg’den fena halde etkilenmiş, kanun sazına merak sardırıp bir kanun konçertosu bestelemiş batılı bir besteci olduğu hissine kapılmışımdır. Marsel Halife isimli Lübnanlı bir ud virtüozü var. Bu ud virtüo- zunun bir de kanun konçertosu var. Geçtiğimiz haftayı, Ferid Alnar ve Marsel Halife’nin kanun konçertolarını dinleyerek geçir- dim. Bana göre Alnar’ın kanun konçertosu, batıda müzik eğitimi görmüş ve batılı bestecileri âdetâ tanrılaştırmış, batı karşı- sındaki ezikliğinin, kompleksinin göstergesidir. Sadece Alnar’ın kanun kon- çertosu değil, Türk Beşleri’nin tamamı- nın eserlerinde bu kompleksin izleri bâriz bir şekilde gö- rülebilmektedir. Türk Beşleri ve eserleri için bu eleştiriyi yapmak tehlikelidir çünkü müziği tek kulağı ile dinleyen önyargılı ve batılılaşmacı elitler tarafından bu bes- teciler âdetâ küçük birer müzik tanrıcığı, eserleri de kutsal melodiler gibidir, eleşti- rilemez. Fakat Marsel Halife’nin kanun konçertosu bir doğu ve İslâm medeniyet enstrümanı olarak kanunun gücünü ve kabi- liyetlerini sergileyen, komplek- ssiz, kendine güvenen, rahat, be- cerikli bir besteciyi ifade ediyor. Alnar’ın eseri, müziği sadece armoni kuralları ve tekniği olarak algılayan ve algılatan, kanunu aslî kimliğinden uzaklaştırmış, batının tampere sistem ve aralık- larına indirgemiş, enstrumanın kabiliyetlerini ve icrâcının virtüo- zitesini sergilemesine mânî; aynı zamanda estetik açıdan hiçbir özelliği olmayan, İstanbul’un melodi konusundaki zenginliğini yansıtmaktan uzak kupkuru bir “konçerto” ! Sanki “neden bizim sazlarımıza da bir konçerto yazılmıyor” endişesini gidermek için yazılmış bir “yapıt”. Melodi veya nağme, doğu müzikleri için önemli, İstanbul müziği için de önemli. Gerçek kimliğini İstanbul gibi bir medeniyet merkezinde bulmuş olan kanun için yazılan bir konçertoda, kanunun hakkı verilmeliydi. Halbuki Marsel Ha- life kanun konçertosunda melo- diyi yok etmemiş, kanun sazının kabiliyetlerini çok iyi kullanmış, icrâcının virtüozitesini sergile- mesine imkân tanımış. Üstelik bir doğu sazının, senfonik orkestra ile nasıl da kaynaşabildiğini gös- termiş. Halife’nin konçertosunda kanun, orkestrayı sürüklüyor. Alnar’da ise tam tersine kanu- nun kabiliyetleri indirgenmiş ve köreltilmiş sanki. Orkestranın pe- şine takılan kanun, melodiyi de terketmiş. Bizim “batılılaşmacı” besteciler senfonik müziği trans- fer edince melodimizi terkedip batı müziğinin tekniğini abartmış ve kutsallaştırmış, bir batılıdan daha fazla kuralcı ve korumacı olmuş. Çünkü bizim melodimiz, bizim hikâyemizi anlatmaya daha elverişli. Biz hikâyemizi ve geçmişimizi terketmişiz. Eğer senfonik bir kompozisyonda Osmanlı’dan kalan melodimizi kullansaydık, dayatmacı müzik devriminin bir anlamı olmayabi- lirdi. Melodimiz, tıpkı dilimiz gibi kimliğimizin de bir parçası. Aklıma Joaquin Rodrigo’nun bizde “gitar konçertosu” olarak bilinen “Concierto de Aranjuez”i geliyor da, gitarın hakkının nasıl verildiği, bir icrâcının virtüozitesini nasıl sergilendiği ve millî kimliğin nasıl korunduğu müthiş bir konçerto örneği. Arkasında yine bir orkestra var, ama bu orkestra gitarın peşinden koşuyor. Bu eseri Paco de Lucia’dan dinlerseniz söylemek istediklerimi daha iyi anlarsınız. 1939 yılında yazdığı bu konçertosuyla Rodrigo, bir İspanyol yahudisi olarak, gerçek bir İspanyol kimliği tanımı da yapmıştır. Bizim Türk Beşleri başta, bütün batılılaşmacı bestecilerimizde bu kimlik sorununu, batı karşısındaki komplekslerini ve ezilmişliklerini görebilirsiniz. Kanun hocam merhum Fikret Kutluğ’u rahmetle, klasik gitar hocam Raffi Arslanyan’ı saygıyla anıyorum. K Yalçın Çetinkaya [email protected]

10 MAYIS 2015 PAZAR AKTÜEL 15 Zarafetin dili eğitimde gizli Kgokhandumanli.com/dosyalar/6yenisafak.pdf · Çiftler her zaman karşılıklı oturmalı. Restoranda servis personeli

  • Upload
    ledieu

  • View
    229

  • Download
    2

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: 10 MAYIS 2015 PAZAR AKTÜEL 15 Zarafetin dili eğitimde gizli Kgokhandumanli.com/dosyalar/6yenisafak.pdf · Çiftler her zaman karşılıklı oturmalı. Restoranda servis personeli

F A T M A Ç E L İ K

arafet, hayatımızın her alanında olumlu iletişim sağlamamız için çok önemli bir unsur. İş ve sosyal hayatımızda oturuşumuzdan duruşumuza,

tanışmamızdan konuşmamıza, yemek yememizden ne içmemiz gerektiğine dair bazen zor anlar yaşarız. Bazen resmi ortamlarda nerede nasıl duracağımızı bilemeyiz. Bu da kendimizi yanlış lanse etmemize sebep olur. Zarafet denince Osmanlı örnek alınması gereken imparatorluklardan bir tanesi. Çünkü Osmanlı saraylarına Batı'dan zarafet eğitimleri almaya ve gözlemlemeye gelinirmiş. Yine o dönemde aileler çocuklarını mutlaka zerafet konusunda eğitirlermiş. Eskiden büyükler zerafet sahibi bir insanı görünce 'aile terbiyesi görmüş' diye iltifat ederlerdi. Bugün ise zerafet artık sayıları hızla artan kurslarda veriliyor. Bu kurslardan bir tanesi ve en eskisi Nişantaşı'ndaki Zerafet Akademisi.

HANIMEFENDİ OLMALISINZarafet Akademisi'ne annesi

tarafından hanımefendi bir kadın olmak için gönderilen Nazlı İkiz “Annem de seneler önce zarafet eğitimini almış. Benimde ona yakışır bir hanımefendi olmam için zarafet eğitimi almamı istedi” diye neden burada olduğununu anlatıyor. Aynı zamanda annesine kendi sanat galerisinde yardımcı olan İkiz, kendisini geliştirmek için eğitime katılmak istediğini sözlerine ekliyor. Böylece İkiz, insan ilişkilerinde hem iş hem de sosyal ortamda daha başarılı olacağını düşünüyor.

HASTALARIM İÇİN İSTİYORUMZarafet eğitimi almaya

gelenler arasında her yaştan her meslekten isim var. Bunlardan biri de Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Şule Kıray. Mesleğinin yanı sıra farklı sağlık eğitimleri ile kendini geliştiren Doktor Kıray, “Kendi muayenehanemi açtığımda bu zamana kadar öğrendiklerimi hastalarıma etkili bir şekilde sunmak istiyorum. Bu yüzden zarafet eğitiminin en iyi bir yol olduğunu düşünüyorum” diyor.

ERKEK GİBİ DAVRANIYORUMÖzel bir şirkette erkek

elemanların çoğunlukta olduğu bir ortamda çalışan Aşkın Yanık ise erkekler gibi davranmaktan yorulduğunu ve çare olarak buraya geldiğini söylüyor. Yanık,“Bir yönetici olarak, yoğun ve bir o kadar stresli bir çalışma ortamının içindeyim. Bu stresli ortamda göz ardı etmeye başladığım, düşünce ve isteklerimi, muntazam telaffuzla, düzgün ton ve uygun beden dili ile destekleyerek, doğru ve etkin bir şekilde aktarabilme yetimi yeniden kazanabilmek istiyorum, bu yüzden buradayım" diye konuşuyor.

ÖZGÜVENİM ARTTIZarafet akademiye babasının

yönlendirmesiyle gelen psikoloji öğrencisi Nurgül Dinç, kurstan çok şey öğrendiğini söylüyor. Okulda yapacağı sunum ve seminerlerde iyi bir diksiyon ile insanlara nasıl seslenmesi gerektiğini öğrenmek için gelen Dinç, “Toplumda nasıl durmam gerektiğini, nasıl dik yürüyebileceğimi öğrenmek içinde katıldım. Eğitim sonrasında kendime olan özgüvenim arttı" diyor.

z

AKTÜEL 1510 MAYIS 2015 PAZAR

Zarafetin dilieğitimde gizli

Zarafet Akademi, eğitimler aracılığı ile

kişilerin farkındalıklarını ortaya çıkarmalarını amaçlıyor. Yürüyüş, duruş, yüz beden egzersizi, beden dili, imaj oluşturma, selamlaşma, gibi birçok etkili eğitimler

ile insanların zarif görünmesine yardımcı oluyor. Akademi’nin kurucu eğitmeni ve aynı zamanda yaşam

koçu Gökhan Dumanlı, zarafet eğitimine katılanların içlerinde olanı dışarıya çıkartmayı çalıştıklarının söylüyor. Zarafeti yapaylıktan kurtarıp, iş ve sosyal yaşantımızda nasıl doğallaştıracağımızı öğreten Dumanlı’yla Zarafet Akademi’de zarif olmanın tüyolarını konuşup, zarafet eğitimine katıldık. Katılımcılarla beraber renkli anlar yaşadığımız eğitim, çoğunluklu olarak çalışan bireylerden oluşuyor. Farklı meslek dallarında çalışan katılımcılar iş hayatlarında, toplantılarda, karşılaşmalarda,

ast üst ilişkilerinde nasıl davranacaklarını bilemedikleri için eğitimin faydalı olacağını düşünüyor. Bazen eşi tarafından gönderilen kadın veya erkeklerin geldiğinden de bahseden zarafet uzmanı Gökhan Dumanlı çift olarak gelenlerin çok nadir olduğunu söylüyor. Çalıştığı iş yerinde nasıl davranması gerektiğini bilmeyenden, yürümesini düzeltmek isteyenlere, düzgün bir diksiyona sahip olmaktan, siyasi yaşamda pot kırmak istemeyenlere kadar çeşit çeşit katılımcılar da geliyor.

İş dünyasına yönelik tüyolar

7'den 70'e zarafet eğitimi

Restoranda yapılması gerekenler Restorana girişte

erkek önden gitmeli ve kapıyı açarak partnerine kolaylık sağlanmalı.

Çiftler her zaman karşılıklı oturmalı.

Restoranda servis personeli ile göz teması kurularak iletişim kurulmalı.

Siparişi mutlaka erkek söylemeli.

Bez peçete kucağa yerleştirilmeli.

Masadaki çatal ve bıçaklar her zaman dıştan içe doğru kullanılmalı.

Masada asla kürdan kullanılmamalı.

Erkekler gibi davranmaktan yorulduğunu belirten Aşkın Yanık zarafet dersleriylebeden diliniöğreniyorum dedi.

NurgülDinç

Nazlıİkiz

ŞuleKaray

Dik bir duruş sergilemek büyük bir artı kazandırır. Güçlü bir selamlaşma ile kendimize olan güvenimizi göstermiş oluruz. Tanıştırma işlemi sırasında; erkek – kadına, genç –yaşlıya, ast – üste tanıştırılmalı. Kadın ve erkek karşılaştığında önce kadının elini uzatması beklenmeli. Kartviziti mutlaka karşı tarafın okuyacağı şekilde başparmak ile işaret parmağı ile kenarından tutup sunmak gerekiyor. Masada oturuyor iseniz elleriniz mutlaka masanın üzerinde olmalı. Konuşurken avuç içleri karşıya gösterecek şekilde eller kullanmalı. Ayaktayken her zaman eller kemer hizasının üzerinde durmalı. Telefonla birini aradığınızda en fazla dört kez çaldırılmalı ve telefonu açan kişinin görüşmeyi sonlandırması beklenmeli. İş yemeklerinde salata ve ızgara gibi seçimler kendinize dolayısıyla işinize özen gösterdiğinizi gösterir. Kahve mutlaka sade olmalı. Sütlü kahve sohbet, sade kahve business mesajı verir.

Kalabalık bir ortama girdiğimizde öncelikle iletişime kapalı beden dille-rinden uzak durmalı. (Kolları bağlamak, iki elinde dolu olması, sürekli bir şeylerle meşgul olmak gibi) Mümkünse sağ elimiz her zaman boş kalmalı. Birileri ko-nuşurken bedenimiz onlara dönük olmalı ve ellerimizi kullanır-ken avuç içlerimizin açık ve karşıya dönük olması her iki tarafın-da güven ortamında hissetmesini ve rahat iletişim kurmasını sağlar. Yeni tanışılan insanlara isimleri ile hitap etmek onları önemsediğinizi belirtir. Sosyal ortamda hemen kartvizit su-nulmamalı, sohbetin devamında eğer karşı taraf talep ederse kartvizit verilmeli. Kadınlar dekolte ve renk konusunda dikatli olmalı. Erkekler saç ve sa-kal konusunda özenli ve dikkatli olmalı. Kadınlar yemek masasında ve araba-da makyaj tazeleme-meli. Yemek seçiminde abartıya kaçılmamalı. Sohbet sırasında esprili ve doğal olma-lı, kendine güvenli tavır korunmalı.

Sosyalyaşamadairtüyolar

GökhanDumanlı

Eskiden büyükler 'aile terbiyesi görmüş' cümlesiyle gençlere övgüde bulunurdu. Bugün ise bu cümle yerini 'belli ki zerafet kursuna gitmiş'e bırakacak gibi. Her geçen gün sayıları hızla artan Zerafet Kursları'nda özellikle gençler gerek iş ortamında gerekse sosyal yaşamda nasıl davranmaları gerektiğini buradaki hocalarından ders alarak öğreniyorlar.

Alnar’ın kanun konçertosu, Marsel Halife’nin kanun

konçertosu ve Rodrigo’nun gitar konçertosuonçerto, Avrupa müzik tarihinde Rönesans sonu ve Barok dönem başlarında ortaya çıkmış olan ve daha ziyade müzikte barok döneme özgü

kontrast ifadelerin yansımasını bulduğu bir formdur. İlk kon-çerto örneklerinde bir orkestra ile solo enstrumanın âdetâ karşılıklı çekiş-mesini, atışmasını ortaya koyan form, zaman içinde epey değişikliğe uğramış, çekişen orkestra ve enstrumanın uyumlu-luğunu, dialoğunu ifade eder olmuştur. Ama konçertonun en önemli yanı, hem enstrumanın hem de icrâcının kabiliyetleri-ni sergilediği bir form olmasıdır.

Türk mûsikîsi enstrumanları için yazılmış ilk konçerto örneği, Hasan Ferid Alnar’ın kanun konçertosudur. Ferid Alnar, “Rus Beşleri”nden mülhem, “Türk Beşleri” adı verilen ve cumhuriyet sonrası çağdaş batı müziği eğitimini Viyana ve Paris gibi o dönem Avrupası’nın âdetâ müzik merkezleri niteliğindeki şehirlerin konservatuarlarında alarak, geleneksel mûsikîmizin eğitim ve icrâsının yasaklandığı cumhuriyet döneminde, müzik kültürümüze resmî mânâda batı müziğini yerleştirme çabası sarfeden beş besteciden biridir. Ferid Alnar, müzik eğitimine kanun öğrenerek başlamıştır. Daha sonra Dâru’t-Tâlimi Mûsikî’de mûsikî eğitimini sürdürmüş, mimarlık eğitimini bırakarak Viyana Müzik Akademisi’ne gitmiş ve burada, besteci Joseph Marks’ın öğrencisi olmuştur.

Türk Beşleri’nin, Avrupalı bestecilerin belki de yirminci yüzyıl başlarında yeni arayışlar peşinde oldukları bir dönemde batıda müzik eğitimi almış olmalarından dolayı olsa gerek, meselâ klasik ve romantik dönemin verimliliğinden çok, yirminci yüzyılın ilk çeyreğindeki bunalım, tıkanıklık, kriz ya da kırılmadan etkilendiklerini düşünüyorum. En azından Osmanlı İstanbulu’nun zengin melodisine âşinâ (olması gereken) Türk Beşleri’nin, Avrupa’daki bu eğitimlerinden sonra bambaşka bir besteci kimliği ile ülkemize dönmeleri yine bambaşka bir müzik biçimine dâir eserler vermeleri sanırım bu yaklaşımı doğrular niteliktedir. Meselâ Türk Beşleri’nin bir mensubu olarak Ferid Alnar, kanun eğitimi alarak yetişmiş, Dâru’t-Tâlimi Mûsikî’de mûsikî eğitimi almıştır. Ancak Viyana Müzik Akademisi’ndeki bestecilik ve orkestra şefliği eğitiminden sonra “İstanbullu” kimliği adeta yokolup gitmiş, yerine batılı, ama batılı bestecinin çıkmazının izlerini taşıyan bir kişilik olarak dönmüştür. Bu sadece Alnar için değil Türk Beşleri’nin diğer bütün mensubları için böyledir.

Alnar’ın kanun konçertosunun, bu mânâda önemli bir örnek olduğunu düşünüyorum. Türk Beşleri, Osmanlı mûsikî birikimini tamamen reddeden ve yasaklayan bir “müzik devrimi projesi”nin ilk uygulayıcıları ve birer “ilk uygulayıcı” olarak hâfızalarında eskiye dâir ne kadar nağme varsa herhalde bunları silmeleri veya unutmaları gereken de ilk kişilerdi. Alnar’ın kanun konçertosunu ilk ve daha sonra defalarca dinlediğimde bu besteyi yapanın, mûsikî eğitimine kanunla başlayan, daha sonra Dâru’t-Tâlimi Mûsikî’de eğitim gören birinden çok, doğma büyüme Parisli veya Viyanalı ve tahminimce Schönberg’den fena halde etkilenmiş, kanun sazına merak sardırıp bir kanun konçertosu bestelemiş batılı bir besteci olduğu hissine kapılmışımdır.

Marsel Halife isimli Lübnanlı bir ud virtüozü var. Bu ud virtüo-zunun bir de kanun konçertosu var. Geçtiğimiz haftayı, Ferid Alnar ve Marsel Halife’nin kanun konçertolarını dinleyerek geçir-dim. Bana göre Alnar’ın kanun konçertosu, batıda müzik eğitimi görmüş ve batılı bestecileri âdetâ tanrılaştırmış, batı karşı-sındaki ezikliğinin, kompleksinin

göstergesidir. Sadece Alnar’ın kanun kon-çertosu değil, Türk Beşleri’nin tamamı-nın eserlerinde bu kompleksin izleri bâriz bir şekilde gö-rülebilmektedir. Türk Beşleri ve eserleri için bu eleştiriyi yapmak tehlikelidir çünkü müziği tek kulağı ile dinleyen önyargılı ve batılılaşmacı elitler tarafından bu bes-teciler âdetâ küçük

birer müzik tanrıcığı, eserleri de kutsal melodiler gibidir, eleşti-rilemez. Fakat Marsel Halife’nin kanun konçertosu bir doğu ve İslâm medeniyet enstrümanı olarak kanunun gücünü ve kabi-liyetlerini sergileyen, komplek-ssiz, kendine güvenen, rahat, be-cerikli bir besteciyi ifade ediyor. Alnar’ın eseri, müziği sadece armoni kuralları ve tekniği olarak algılayan ve algılatan, kanunu aslî kimliğinden uzaklaştırmış, batının tampere sistem ve aralık-larına indirgemiş, enstrumanın kabiliyetlerini ve icrâcının virtüo-zitesini sergilemesine mânî; aynı zamanda estetik açıdan hiçbir özelliği olmayan, İstanbul’un melodi konusundaki zenginliğini yansıtmaktan uzak kupkuru bir “konçerto” ! Sanki “neden bizim sazlarımıza da bir konçerto yazılmıyor” endişesini gidermek için yazılmış bir “yapıt”. Melodi veya nağme, doğu müzikleri için önemli, İstanbul müziği için de önemli. Gerçek kimliğini İstanbul gibi bir medeniyet merkezinde bulmuş olan kanun için yazılan bir konçertoda, kanunun hakkı verilmeliydi. Halbuki Marsel Ha-life kanun konçertosunda melo-diyi yok etmemiş, kanun sazının kabiliyetlerini çok iyi kullanmış, icrâcının virtüozitesini sergile-mesine imkân tanımış. Üstelik bir doğu sazının, senfonik orkestra ile nasıl da kaynaşabildiğini gös-termiş. Halife’nin konçertosunda kanun, orkestrayı sürüklüyor. Alnar’da ise tam tersine kanu-nun kabiliyetleri indirgenmiş ve köreltilmiş sanki. Orkestranın pe-şine takılan kanun, melodiyi de terketmiş. Bizim “batılılaşmacı” besteciler senfonik müziği trans-fer edince melodimizi terkedip batı müziğinin tekniğini abartmış ve kutsallaştırmış, bir batılıdan daha fazla kuralcı ve korumacı olmuş. Çünkü bizim melodimiz, bizim hikâyemizi anlatmaya daha elverişli. Biz hikâyemizi ve geçmişimizi terketmişiz. Eğer senfonik bir kompozisyonda Osmanlı’dan kalan melodimizi kullansaydık, dayatmacı müzik devriminin bir anlamı olmayabi-lirdi. Melodimiz, tıpkı dilimiz gibi kimliğimizin de bir parçası.

Aklıma Joaquin Rodrigo’nun bizde “gitar konçertosu” olarak bilinen “Concierto de Aranjuez”i geliyor da, gitarın hakkının nasıl verildiği, bir icrâcının virtüozitesini nasıl sergilendiği ve millî kimliğin nasıl korunduğu müthiş bir konçerto örneği. Arkasında yine bir orkestra var, ama bu orkestra gitarın peşinden koşuyor. Bu eseri Paco de Lucia’dan dinlerseniz söylemek istediklerimi daha iyi anlarsınız. 1939 yılında yazdığı bu konçertosuyla Rodrigo, bir İspanyol yahudisi olarak, gerçek bir İspanyol kimliği tanımı da yapmıştır. Bizim Türk Beşleri başta, bütün batılılaşmacı bestecilerimizde bu kimlik sorununu, batı karşısındaki komplekslerini ve ezilmişliklerini görebilirsiniz.

Kanun hocam merhum Fikret Kutluğ’u rahmetle, klasik gitar hocam Raffi Arslanyan’ı saygıyla anıyorum.

KYalçın

Ç[email protected]