137
HAARP VE NBC SİLAHLARI

millicumhuriyet.files.wordpress.com · Web viewÖnce Fransızlar savaşa bir aydan az kala Ağustos 1914'de "etil bromoasetat" ile doldurulmuş mermi kovanları kullandılar ve "kloroaseton"

  • Upload
    docong

  • View
    220

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

HAARP VE

NBC SİLAHLARI

İSTANBUL / 26. MART. 2000

ELEKTRİĞİN TANRISI

ADI : NİKOLA TESLA SUÇU : İNSANLIĞA EVRENSEL HİZMET CEZASI : TARİHTEN SİLİNMEK (!)

SAVCI : KAPİTAL YARGIÇ : ABD DOLARI

TESLA DAHA YAŞARKEN ELEKTRİĞİN TANRISI OLARAK ANILMAYA BAŞLAMIŞTI. KİMİLERİNE GÖRE GELMİŞ GEÇMİŞ EN BÜYÜK MUCİT, KİMİLERİNE GÖRE İSE TAM BİR DELİ GERÇEKTE İSE, BİR RADİKALDİ

MİLYONLARCA VOLTLUK ELEKTRİK AKIMLARININ HER TARAFA SIÇRADIĞI BİR ODADA SAKİNCE KİTABINI OKUYABİLECEK KADAR EGEMENDİ ELEKTRİĞE

EDİSON’UN DOĞRU AKIM ENDİSTRİSİNİ YOK ETMİŞ, OLUŞTURDUĞU ALTERNATİF AKIM SİSTEMİYLE YENİ BİR ENDÜSTRİ DÜZENEĞİ KURMUŞ, BU DÜZENEK ÜZERİNDEN WESTİNGHOUSE VE GENERAL ELECTRİCS GİBİ DEV TEKELLER TÜREMİŞTİ. HEPSİNİ KABLOSUZ ENERJİ ÜRETİMİ VE BEDAVA ELEKTRİK İLE TEHDİT EDİNCE...

Bilim ve sanat tarihini incelerken, insanlığın dönüm noktalarını inşa eden portreler arasında kurulan tarihsel materyalist ilişkiler zincirinin halkaları arasına üç kişiyi oturtmakta daima güçlük çekilmiştir. Bu kişiler, 1450-1516 yılları arasında yaşamış Hollandalı ressam Hieronymus Bosch, 19. yüzyıl Katalan mimarı Antoni Gaudi ile Sırp fizikçi Nikola Tesla’dır.

Her üç isim de kendilerinden önce devraldıkları tarihsel mirası, yaşadıkları dönemlerin çok ilerisine sıçratmışlardır.

Bugün Hieronymus Bosch resmi, Ortaçağ Rönesans döneminden ziyade, 20. yüzyılın sürrealist ekolü içinde değerlendirilmektedir. Çağdaşı olan tüm sanatçılar Meryem ve İsa resimleri yaparken, Bosch kendi köşesinde yaptığı resimlerde dini kurumları yermiş ve 500 yıl sonrasının sanat ekollerinden sürrealizmin temellerini atmış, gerek Salvador Dali ve gerekse de Picasso’ya ilham kaynağı olmuştur. Sanat tarihinin bir diğer aydınlık ismi olan Antoni Gaudi de oluşturduğu mimarlık ekolü ile mimarlık tarihinin içine adeta bir bomba gibi düşmüştür. Kendinden önce ve sonra devraldığı ve devrettiği bir gelenek yoktur. Bu yüzden de dünyanın tüm mimarlık okullarında, mimarlık tarihi ders programlarında yer alır ve “Gaudi Mimarisi” ayrı bir başlık altında okutulur.

Ve Nikola Tesla... Bilim tarihinin elektrik ve elektronik alanında 19, yüzyıl sonları ile 20. yüzyılda gerçekleştirilen tüm buluşların altındaki tek imza olan Tesla’nın üzerindeki giz perdesi ancak ölümünün üzerinden 57 yıl geçtikten sonra yavaş yavaş aralanır gibi olmaya başlamıştır.

Tesla’nın üzerine Pentagon tarafından çekilen giz perdesinin altında, 20. Yüzyıl bilim tarihinin, sonuçları çok ağır olacak hesaplaşmalar yatar.. Bu hesaplaşmanın birincisi elektriği hayatımıza sokan Michael Faraday değil, Nikola Tesla’dır. Faraday’ın tek yaptığı kaleme aldığı önemli yapıtları olan “Elektrik Üzerine Araştırmalar” adlı eserinde elektrik ve manyetizma arasındaki ilişkilerin deneylerini göstermiş olmasıdır. Elektriği başta ampul olmak üzere yaşamımıza sokan, radyoyu, radarı, flüoresan ampulü, bilgisayarı, faks makinasını ve daha aklımıza gelebilen bütün elektrikli ve elektronik aletleri geliştiren Tesla olmuştur. Ancak onun tüm bu başarılı buluşları ve insanlığa verdiği hizmetlerin üzeri Pentagon emperyalizminin sadık bekçileri FBI ile CIA tarafından türlü entrikalarla örtülmeye çalışılmış ve yaşarken tarih sahnesinden adeta silinmek istenmiştir.

General Electrics, Westinghouse, Marconi and Morgan gibi ABD endüstrisinin dev tekelleri Tesla’nın buluşları üzerinde şekillenmiş, fakat kendisi hayatı boyunca hiçbir kurumsal ilişkiye girmemiştir.

ABD’nin bu dev tekelleri General Electrics’in direktifleri doğrultusunda Tesla’yı sumen altı etme kararı almışlardır. Neden? Tesla, parasız ve doğayı kirletmeyen bir elektrik üretiminin mümkün olduğunu açıklamıştır. Bu açıklaması başta General Electiric olmak üzere tüm ABD şirketlerini paniğe düşürmüş ve bütün kapılar yüzüne kapatılmıştır. Beş kuruş parasız ve borç içinde New York’ta bir otel odasındaki ölümü derin anlamlar içerir.

19. yüzyıldan 20. yüzyıla girerken en önemli değişim burjuva devrimlerinin yarattığı toplumsal ortam sayesinde gelişen bilim ve ardından gelen teknolojik devrimlerle yaşandı. Sanayi devrimi, buharlı makinaların icadı ve çok kısa süre sonra elektrikli motorlar derken otomobiller, uçaklar ve uzay araçları. Dünyanın 19. Yüzyılın ikinci yarısından sonra nasıl muazzam bir teknolojik gelişim yaşadığını gösteren güzel bir örnek vardır. M.Ö. 7.

yüzyılda Odysseia’nın gemilerinin hızı yelkenle gittiklerinde saatte 3 mil kadardır. 6-4. Yüzyıllarda ise bu hız ancak 3 kat arttırılabilmiştir. Denizcilikte önemli gelişmelerin yaşandığı 16. Yüzyılda ise günlük hız 2 bin sene öncesinden ancak 40 mil fazladır. Ancak buharlı gemilerle birlikte ulaşım hızı büyük ölçüde artmıştır. Artık niceliksel değil niteliksel bir değişimden söz edilmektedir. (1) Ve 19. Yüzyılın sonlarında telgraf ve radyonun icadıyla ulaşım ve iletişimin yolları birbirinden ayrılmış, dünya bugün iddia edildiği bir “global köy” olma rotasına girmiştir. Mekânların uzaklığı iletişimde önemini yitirmiştir.

1900’ün başlarında daha ilk uçuş denemeleri yapılırken insanoğlu bundan sadece 50-60 yıl sonra uzaya çıkmaya başlamış, 1969 yılında Ay’a ayak basmıştır. Tüm insanlık tarihine baktığımızda bu büyük değişimler çağının yaşanmasını sağlayan, burjuva devrimleri ve ardından bu sosyâl yapı ile sınırlı teknolojik devrimler olmuştur. İletişim ve teknolojileri, çağımızın en önemli belirleyicilerindendir. Bu açıdan bakıldığında bugünkü dünyanın yaratıcılarından en önemlisi ve o oranda da en “unutturulmuş” olanıdır. Uzak görüşlülüğü toplumsal sistemin sınırlarının dışına çıkmış ve kaçınılmaz olarak bastırılmıştır. Ancak, onca çabaya karşın yinede adının literatürlerden silinmesi başarılamamıştır. Çünkü Tesla, gerçekleştirdiği buluşlarıyla ölümsüzlüğe imza koymayı başarmıştır. Onun hakkında bir araştırmacı şunları ifade etmektedir:

“... Bilgisayarınızda çalışırken Tesla’yı anımsayın. Onun “Tesla Bobini” yüksek voltajlı resim tüpünüzün çalışmasını sağlamaktadır. Evinizde kullandığınız elektrik Tesla’nın “Alternatif Akım” (AC) jeneratöründen geçmekte, “Tesla Jeneratör”den geçmekte ve evinize 3 fazlı “Tesla Enerjisi” getirmektedir.. Tesla’nın icatları bugün her yerdedir..” ( 2)

Nikola Tesla portresi çizebilmek için 8. Ocak. 1943 gecesine gitmek gereklidir. Tesla’nın 5. Ocak ile 8. Ocak tarihleri arasında Hotel New Yorker’daki odasında tek başına kalp yetmezliğinden öldüğü tahmin edilmektedir. Otel görevlilerine rahatsız edilmek istemediğini söylemesi ve günlerce odasından dışarı çıkmaması bir alışkanlık haline geldiğinden, ölümünün üzerinden 2-3 gün geçmesine karşın kimse öldüğünü fark etmemiştir. 8. Ocak gecesi, diğer tüm Yugoslav mültecileri gibi FBI gözetiminde olan Tesla’nın mülteci yeğeni Sava Kosanovich, yanında iki bilim editörü George Clerk ve Kenneth Sweezey ile birlikte Tesla’nın odasına girer. Otelin üç yöneticisi ve Yugoslav Büyükelçiliği’nden bir temsilcinin tanıklığında Kosanovich, Tesla’nın vasiyetini arar, yazılarını ve deney aletlerini toparlar. (Toplanan bu eşyalar bugün Belgrad’daki “Tesla Müzesi”nde sergilenmektedir.) Aynı gece Pentagon'dan Albay Erskine FBI’yı arayarak harekete geçirir ve Tesla’nın öldüğünü haber verir. FBI yetkilileri, yabancılar Dairesi Komiseri Fitzgerald ile birlikte, otel odasına girerler ve Tesla’nın tüm eşyaları iki büyük kamyona yüklenir. Tüm araştırma kağıtları ve makaleleri, “Manhattan Storage and Warehouse Co.” Adlı New York’taki bir depo şirketine gönderilir. Bu depoyu Tesla 1934

1 Ünsal Oskay, 1993, kitle İletişimin kültürsel İşlevleri, Der Yayınları/İstanbul s:5-62 Dave Samel, 1987. The Greatest Hacker of All Time, Http://w.w.w. newphys.se/elektromagnum/physics/keelyNet/energy/tesla4.asc. S.7

yılından beri kullanmaktadır. FBI kayıtlarında Tesla’nın makalelerinin 50 kutu içerisinde depolandığı yer almaktadır. Yabancılar Dairesi, ABD Deniz Kuvvetleri İstihbarat Servisi’ni arayarak Tesla’nın tüm makalelerini ve araştırma kağıtlarının mikrofilme çekilmesini emreder.

8. Ocak gecesinin bu yoğun trafiğinde FBI’a yeni bir bilgi ulaşır: Tesla 1932 yılında Grosvenor Clinton Hoteli’nin emanetine depozitini peşin ödeyerek bir kutu bırakmıştır. ABD devlet başkanı bilim danışmanlığı FBI’a kutunun içindeki dökümanların derhal alınması talimatını gönderir. Kutunun içinde Tesla’nın kablosuz enerji aktarımı projesi, yeni bir torpido silahının plânları ve çalışma modeli ile Tesla’nın “Ölüm Işını” adını verdiği yüksek dalga frekans silâhının projesi vardır. FBI’ın toparladığı tüm belgeler ve projeler, ABD Devlet Başkanı’nın emriyle FBI tarafından “Top Secret” olarak mühürlenir ve projelerin kamuda tartışılması yasaklanır. Tüm bunlar bir gece içerisinde 8. Ocak 1943 tarihinde gerçekleşir. Böylece Nikola Tesla ve araştırmalı Pentagon’un yarattığı yapay ve kalın bir sis perdesinin ardına itilir.

FBI kayıtlarında, Tesla’nın ölmeden önce 5. Ocak günü Pertagon’dan Albay Erskine’i aradığı ve “Teleforce” adını verdiği mikrodalga silahını Pentagon’a vermek istediği, fakat Albay Erskine’in telefondakinin bir deli olduğunu düşünerek, ciddiye almadığı iddia ediliyor. Tesla biyografisindeki FBI’ın bu üçüncü sınıf polisiye roman senaryosu önemli. 5. Ocak günü Tesla’yı anımsayamayan Albay Erkine 8. Ocak gecesi, Yugoslav Büyükelçiliği’nin Tesla’nın otel odasına girdiğini haber alır almaz FBI’ı ve Deniz kuvvetlerini nasıl harekete geçirmiştir? Bu sorunun yanıtı ise; FBI kayıtlarında bulunmuyor!

Nikola Tesla adı Amerikan kamuoyunda o günlerde yakından bilinen “sansasyonel” bir içeriğe sahip. Araştırmaları Pentagon tarafından yakından izleniyor ve FBI tarafından sürekli izleniyordu. Tesla öldüğünde yaşamını Yugoslav Hükümeti’nin kendisine bağladığı maaşla sürdürüyor ve Yugoslav büyükelçiliği ile yakın temas içindeydi. Dolayısıyla Pentagon’u aradığı iddiasının temeli çok zayıf kalmaktadır.

FBI’ın tüm kaygısı Tesla’nın araştırmalarının Sovyetler Birliği Kızılordusu’nun eline geçmesi olasılığıydı; ki bu araştırmaların önemli bir bölümünün Sovyetler’in eline geçmiş olduğu da Sovyet bilim tarihinin gelişimi içerisinde görülmektedir. Tesla’nın tüm kaygısı Alman faşizminin durdurulması gereğiydi ve bilimsel çalışmalarını da bu yüzden silâh tasarımlarına yöneltmişti. Tesla’nın “mikrodalga silâh” tasarımı ile “deprem” ve “tsunami silâhı” uzun yıllar boyunca bir söylenti olarak kaldı. Uluslararası bilim çevreleri genelde bunun bir palavra olduğunu iddia etmelerine karşın söylentiler doğruydu.

18. Ekim. 1993’de ABD Savunma Bakanlığı, kısa adı “HAARP” olarak bilinen projenin “High Frequency Active Auroral Research Program”ın Gakona/Alaska tesislerinde başlatıldığını açıkladı. Raythenon Corporation tarafından hayata geçirilen proje, Alaska/Massachusettes, Stanford, Peen State, tulsa, Clemson, Maryland, Cornell ve UCLA olmak üzere ABD’nin 9

üniversitesi ve MIT’nın ortaklığı ile uygulamaya kondu. HAARP projesinin patenleri (ABD Patent Dairesi’nde 4.686.605, 4.712.158 ve 5. 038.664 no’lu kayıtlarıyla) Bernard Eastlund tarafından alındı. Her üç patentin ilk kayıtları Nikola Tesla adına kayıtlı ve bu patenleri Colorado testlerinden sonra almıştı. Bernard Eastlund, bu üç patentin geliştirilmesi patenti ile kayıtlara geçti.

Patentlerin içeriği ise şöyle: 1). 4.686.605: Dünya atmosferinin, iyonosferin ve/veya magnetosferin değiştirilmesinin metodu. 2). 4.712.158: Seçilmiş bir bölge üzerinde suni elektron silikonu oluşturma metodu.

3). 5.038.664: dünya yüzeyinde rölativik partüküller oluşturma metodu.

Söz konusu son patent Tesla’nın “ölüm ışını” adını verdiği ve düşman kuvvetlerinin elektronik sistemini felç ederek elektronik bir duvar oluşturan sistemdir. Gerek “Körfez savaşı”nda ve gerekse Yugoslavya’nın bombalanmasında kullanılmıştır.

Tesla’nın sürekli tartışılan “deprem” ve “tsunami” silahının üzerindeki sır perdesi de 1999 yılının Eylül ayında, Yeni Zellanda Savunma Bakanlığı’nın açıklaması ile su yüzüne çıktı. Yapılan resmi açıklamada, 1943 ve 1944 yıllarında ABD’li bilim adamlarının Yeni Zellanda’ya bağlı takım adalarında “tsunami silahını” denedikleri ve seçilen kıyı parçalarının deniz altında oluşturulan deprem dalgasının yarattığı dev dalgalarla başarılı bir şekilde vurulduğu belirtildi.

Yine 1997 yılında Rus Uzay İstasyonu MIR’den yapılan açıklamada Tesla’nın Colorado deneylerinin doğru olduğu ve şimşeklerin atmosferdeki belli katmanlarda ve düzenli bir şekilde gerçekleştiği belirtildi.

Kuşkusuz Tesla’nın yaşamındaki en ironik yan, buluşlarının patentlerinin hep başkaları tarafından alınmış olmasıdır. Bu patent mücadelelerinden bir tanesi, Amerikan adaletinin en yüksek karar mercii olan “Supreme Court” (ABD Yüksek Adalet Mahkemesi) 1943 yılında daha önce Marconi karşısında yitirdiği ve kendi buluşu olan “Radyo”nun o güne değin hatalı bir biçimde Marconi ismi ile anılmasını durduran karar; Tesla’nın ölümünden 6 ay sonra, radyoyu ilk bulan kişinin Marconi değil Nikola Tesla olduğu mahkeme kayıtlarına geçerek tarihe mâl olmuştur.

Dönemin ABD Devlet Başkanı Wallace, FBI ve ABD Deniz kuvvetleri tarafından hayatı “Top Secret” olarak damgalanan Nikola Tesla, hayatı boyunca kimseyle yakın bir ilişki kurmadı.

Doğu ve Batı Avrupa dillerinin tümüne yazılı ve sözlü olarak hakimdi. Muazzam denilebilecek bir kültür birikimine sahipti. Hayatı boyunca hiçbir

şirket ya da kurum ile sürekli bir ilişki kurmadı. Hiçbir kurumsal yapı inşa etmedi. Belgrad’daki “Tesla Müzesi” ölümünden çok sonra Yugoslavya Hükümeti tarafından kuruldu. Buluşlarının patentlerini alma becerisini gösteremediği için, çalışmalarının üzerinden daima başkaları büyük başarılar kazandılar. Uluslararası bilim toplantılarını, söz sırası kendisine geldiğinde yarıda bırakıp, bahçedeki güvercinleri beslemeyi tercih etti.

Çocukluğundan beri doğayı gözleme tutkusu içinde oldu. Nerede nasıl davranacağını ve nasıl konuşacağını hiçbir zaman bilemedi. Hayatı boyunca kendi dünyasında yaşadı. Tüm bu özellikleri ile belki de gelmiş geçmiş en ünlü otistiklerden birisiydi. Fakat kesin bir şey var ki, 20. yüzyıl teknik uygarlığı tek başına onun beyninin içinde gerçekleşti.

1856 yılında 10 Temmuz’u 11 Temmuz’a bağlayan gece, o zamanlar Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na bağlı olan Hırvatistan’ın güneybatı kesiminde yer alan küçük bir köy olan “Smiljan”da doğdu. Doğduğu gece müthiş kasırgalı ve şimşekliydi. Doğum sırasında çakan muazzam şimşekten korkan ebesi, annesi Djuka’ya “Bu çocuk olsa olsa şimşeğin çocuğu olabilir” demişti. Annesinin güncesindeki bu satırlar, ilginç bir şekilde yaşamını belirleyecek ve Tesla’nın günlük defterlerinden edinilen bilgiye göre 3 yaşından itibaren “elektrik” ve “şimşek” denilen şeyi hep merak edecekti. 80’li yaşlarında kendisiyle yapılan bir söyleşide şunları söylemiştir:

“80 yıldır kendime her gün bu elektriğin ne olduğunu soruyorum. Halen de yanıtını bulamadım.”

Ailesi Sırp asıllıdır ve babası köydeki Ortadoks Kilisesi’nin rahibidir. Annesi okumamış olmakla birlikte, onun okul öncesi eğitiminde çok önemli bir yere sahiptir. Tesla’nın yaşam boyu bir takıntı haline getirdiği, yemeğini yemeden önce tabaktaki yemekle ilgili kübik hesaplamaları aklından yapmak ve bitirmeden yemeğe başlamamak, annesiyle yaptığı çalışmalardaki zihinsel hesaplama egzersizlerinden kalma bir alışkanlıktır. Annesinin mucitlerle dolu bir soydan geldiğini ve evdeki yaşamı kolaylaştıran araç gereçleri onun tasarladığını anlatır ve birlikte yaptıkları egzersizlerden şöyle söz eder: “Bu eğitim her türden egzersizi kapsardı, başkasının düşüncesini tahmin etme, bazı ifadelerdeki eksikleri bulma, uzun cümleleri tekrarlama ve zihinsel hesaplamalar yapmak..” ( 3)

Bir papaz olan babası ise, yine olabildiğince ilginç bir insandır. Çok okuyan, birkaç dil bilen ve ezber yeteneği bazı klasikleri tekrarlayabilecek kadar güçlü bir beyindir. Kendi kendine farklı ses tonlarıyla odasında konuşurken, dışarıdan birine içerde bir tartışma olduğunu düşündürtecek kadar da yeteneklidir. Ancak oğlunun da kendisi gibi ruhban sınıfından olması konusunda oldukça kararlı ve bu konuda taviz vermeyecek kadar da serttir.

Nikola Tesla, aile içindeki adıyla Niko, dört kardeşin en küçüğüydü. Kendisinden 7 yaş büyük olan ve küçüklüğü çok sıradışı bir zekaya sahip

3 Nikola Tesla, 1919, My inventions, Electrical Experimenter. http:/w.w.w.amasci.com/tesla/biog.txt S.2

olarak gördüğü abisi Dane, Tesla 5 yaşındayken attan düşerek ölmüştü. Anne-babasının küçük Niko’yu onunla kıyaslamaları yüzünden oldukça sıkıntı çeker. Anılarında erkek kardeşinin ölümünün kendisinde travmatik bir etki bıraktığını, geç uyanışının nedeninin bu hastalık olduğunu şu sözleriyle ifade etmiştir:

“Çocukluğumda, ilginç bir felaket yüzünden acı çekiyordum; sıklıkla kuvvetle flaşlarla bezeli imgeler, gerçek nesnelerin yerini alıyor, düşüncelerimi ve hareketlerimi engelliyordu. Bu resimler daha önce gördüğüm ama hiç hayalini kuramadığım nesneler ve sahnelerdi. Bana bir söz söylendiğinde, nesnenin işaret ettiği resim aniden düşümde canlanırdı ve bazen gördüğümün gerçek olup olmadığının ayırdına varamazdım. Bu bende büyük bir kaygıya ve rahatsızlığa neden olurdu.( 4)

Bu görünümler hastalıklı bir kimsenin gördüğü halisinasyonlarla karıştırılmamalıydı. Bunlar (görünen imgeler) kendi formüle ettiği teoriye göre; önemli bir uyarının (heyecanın) neden olduğu, beyinin refleksif bir davranışta retina üzerine gönderdiği imgelerdi. Tesla, bu konudaki görüşlerinin gerçekleştirilebileceğini şu sözleriyle dile getirmektedir:

“Eğer bu teorim doğruysa, herhangi birinin aklında tasarladığı bir nesnenin görüntüsü bir ekrana yansıtılabilir ve böylelikle görünür hale gelebilir” der. ( 5)

İnsan ilişkilerinde bir devrim yaratacağını düşündüğü bu teori üzerinde daha sonraları epey bir çaba sarfetmiştir. Kendi aklında tasarladığı bir görüntüyü, başka odada oturan bir kimsenin zihninde yaratabilmek için uğraş verecektir.

Tesla çocukluk yıllarında delice diye adlandırabileceğimiz zihin gezileri yaptığını ileri sürmüştür. Gerçek dünyadakinden farklı görmediği arkadaşlıklar kurar; yani yerler, kentler ve ülkeler görürmüş. Bu gezilere her akşam çıkar hatta bazen gün boyunca da sürdürdüğü olurmuş.

“Düşüncelerimi ciddi olarak icatlara dönüştüğü 17 yaşına kadar sürekli sürdürdüm bu gezileri.” ( 6)

O günlerde aklında düşündüğü şeyleri gerçek yaşama çok kolay aktarabildiğini ve bu yolun yalnızca deneylerle yapılan çalışmalara göre çok daha hızlı ve etkili olduğunu düşünmektedir.

“Modellere, çizimlere ve deneylere ihtiyacım yoktu,” der.

“Bir kimse henüz ham olan tasarısıyla bir araç oluşturmaya kalkarsa, kaçınılmazlıkla zihni, aracın detaylarının düşünülmesiyle işgal edilecektir. Bu kimsenin, aracın geliştirilmesi ve yeniden yapılması sürecinde konsantrasyonu azalacak ve temel ilkeleri görme gücünü

4 Tesla, s.25 Tesla. S.2-36 Tesla, s.3

yitirecektir. Belki sonuç sağlanabilecektir ama her zaman kaliteden feda edilerek.”

İşte kendi çalışma mantığının tersi olarak nitelediği yukarıdaki yöntemin verimsiz olduğunu bu sözleriyle açıklamaktadır. Kendisi ise, aklına bir fikir geldiğinde onu öncelikle düşlerinde oluşturmaya başlar, inşa sürecini zihninde değiştirir, geliştirmeleri akıldan yapar ve aracı zihninde çalıştırır.

“Türbinimi aklımda çalıştırmam ya da dükkanımda test etmem benim için kesinlikle önemsizdir. Bir farklılık yoktur, ne olursa olsun sonuçları aynıdır. Bu yolla aklıma gelen fikri, eksiksiz ve çok hızlı bir şekilde, hiçbir şeye dokunmadan geliştirebilirim.” ( 7)

Mühendislikte, elektrik ve mekanikte sonuçların olumlu olacağını düşünmektedir. Ona göre hemen hemen hiçbir konu yoktur ki, önceden düşünülerek yapılamasın, elbette yeterli teorik ve pratik bilgisi varsa.. Ham fikirlerin, genellikle yapıldığı gibi, pratiğe taşınmasını gereksiz yere harcanan büyük bir enerji, para ve zaman kaybı olarak görmüştür.

Küçüklüğünde yaşadığı ve sonradan da devam eden felaketin (imgelerin düşlerinde canlanması) gerçekte kendisine bahşedilen bir güçle telafi edildiğini düşünmektedir. Bu güç; duyu organlarının uyarılmasıyla birlikte, anında düşünebilme ve bu doğrultuda hızlı hareket edebilme yeteneğidir.

“Bunun pratik sonucu, şimdiye kadar ancak kusurlu bir uygulaması bulunan “teleautomatic” (uzaktan kumanda) bilimidir” ( 8)

Yıllarca kendini, kendinden kontrollü otomatların (self-controlled automata) planlamasına adamış ve mekanizmaların sınırlı bir derece de olsa akıl sahibiymiş gibi hareket edebilecek şekilde üretilebilmesine inanmıştır. Bütün bunları 19. Yüzyıl sonlarında endüstri ve ticarette bir devrim yaratacağını görebilmiştir.

Karakterinin güçsüz ve zayıf olduğu, cesaretinin ve kararlılığın olmadığı, ölüm ve dinsel korkularının olduğu bir çocukluk dönemi yaşamıştır. Batıl inançların etkisi altında olduğu bu dönemde düşlerden, cinlerden vs. hep korkmuştur. Sonradan babasının kütüphanesinde yaptığı gizli okumalardan birinde eline geçen bir kitapta (Aofi-Theson of Aba “Aba’nın Oğlu” / Macar yazar:Josikaj ) hayatının rotası değişmiştir.

“Bu okuma her nasılsa irademin hareketsiz güçlerini uyandırdı ve kendi kendimi kontrol (self-control) etme talimlerine başladım. Azmim önceleri Nisan ayındaki karlar gibi eridi, ama kısa bir süre sonra güçsüzlüğümü keşfettim ve daha önce hiç bilmediğim bir memnunluk hissettim.” ( 9)

Hayatın çok hızlandığı ve türden enformasyonun insanların beyinlerine akın etmeye başladığını düşündüğü yıllarda, bunu modern varoluşun bir sıkıntısı

7 Tesla, s.38 Tesla, s.49 Tesla, s.4

ve kendini gözlemleme yeteneği olmayan insanın ortaya çıkışı olarak yorumlar. Kendisindeki iç gözlem yeteneğini ise paha biçilmez bir başarı olarak görür. Düş dünyasının körelmesinin gerçek tehlike olduğunu düşünür.

“... düş yeteneğimizi bastırdığımız hayat alanlarında ise önümüzdeki hayattan vazgeçmeye her an hazır ‘sıradan insanlara’ dönüştürmekte bizi.” ( 10)

Tesla,. Bu tehlikeyi görebilmişti. Kendisinin çok gelişkin bir politik bakışının olduğu iddia edilemese ve hatta zaman zaman buhranlı yanlış tercihler yapabildiği düşünülse bile bir hümanistti denilebilir. Çünkü, o insanların yaşantılarından kaygı duyuyordu.

Bütün yaşamı boyunca sürecek çalışmaları ve icatlarında henüz bir çocukken yaptığı bir deneyde de ulaşmaya çalıştığı gibi, doğanın enerjisini insanlık yararına kullanmayı amaçlamıştı. İlk başlarda içgüdüsel bir biçimde olan bu düşünce daha sonra başat bir öneme sahip olmuştu. Çocukluk deneylerinden birinde 16 tane Mayıs böceğini (May bug) dörder dörder çapraz birbirini kesen iki çubuğun uçlarına yapıştırmış ve onların yorulmak bilmez dönüşlerini bir mille bir çarka, oradan da daha büyük bir çarka geçirmiştir. Bu deney arkadaşının böcekleri yemesiyle trajik bir son bulmuş ve Tesla, insanlık yararına kullanmak için bir daha böcek enerjisinden yararlanmayı aklına bile getirmemiş.

Ailenin tek erkek çocuğu olarak kendisini çalışmaya adadığını belirtmiştir.. İlkokula başladığında matematikteki üstün yeteneği öğretmeni tarafından fark edildi. Mekaniğe karşı yoğun bir ilgisi vardı. Yaptığı ilk alet 6 yaşındayken gerçekleştirdiği kurbağa yakalama düzeneği olmuştu.

İlkokulun birinci sınıfından sonra ailesiyle birlikte köye yakın küçük bir kent olan Gospic’e gider. Bu değişim ona doğal yaşamdan uzaklaştığı için hoş gelmez ve hayvanlarını –özellikle güvercinlerini bırakmayı hiç istemez- Her hafta Pazar günü gittiği kilise görevinden hiç de memnun değildir. Ancak, bu kentte yaşadığı bir olay omuzlarda taşınmasına neden olur. Yeni kurulan bir itfaiye departmanı son model bir yangın söndürme cihazı almıştır. bu son teknoloji ürünü makinanın çalışmasını görmek için, bütün herkes kentin meydanında toplanmış, makine nehirden su alacaktır. Bütün seremoni ve konuşmalar tamamlandıktan sonra, pompayı çalıştır emri verilmiştir, fakat ne yazık ki hortumun ucundan bir damla su bile gelmemiştir. Eksperler ve profesörler boş bir çabalama içine girmişlerdir. Tesla, alana vardığında durum budur ve kendisi de küçük bir çocuk olarak bu konuda fazla bir bilgiye sahip değildir. Ancak olanca bilgisine dayanarak nehre atlar ve suyu nehirden çekmesi gereken hortumun ağzının tıkanıklığını açar ve tam o sırada su püskürmeye başlayan hortum kalabalığın Pazar giysilerini ıslatır. Bu, Nikola tesla’nın yaşamındaki ilk toplumsal başarıdır.

10 Ünsal Oskay, 1999, yıkanmak İstemeyen çocuklar Olalım, YKY/İstanbul Sunuş Bölümü

Tesla, bu kentte daha sonra gideceği kolej veya gerçek bir liseden önce 4 yıllık normal bir okula gönderilir. Okulda birkaç mekanik alet vardır ve bu maketler ilgisini su türbinlerine yöneltir. Amcasının ona anlattığı Niyagara Şelalesi’ni zihninde canlandırır ve şelalenin akıttığı sulala dönecek büyük bir tekerleğin düşlerini kurar. Amcasına bir gün Amerika’ya gideceğini ve bu planını gerçekleştireceğini söyler. Bir gün gerçekten gidecek ve düşlerini gerçekleştirecek, Niyagara Şelalesi’nin önüne heykelini diktirtecektir.

On yaşında liseye başlar. Okul iyi araç ve gereçlerle donatılmıştır. Fizik departmanında çeşitli elektrik ve mekaniğe ait klasik bilimsel araçların maketleri bulunmaktadır. Bu maketlerin hocalar tarafından gösterildiği ve çalıştırıldığı zamanlar, Tesla’nın en çok ilgisini çeken anlardır. Bu araçları seyrettikçe çok güçlü bir mucit olma isteğine kapılır. Aynı zamanda matematiği de çok sevmektedir, akıldan yaptığı çok hızlı hesaplamalarla profesörlerin takdirlerini kazanır. Ancak eliyle yaptığı bu hesaplamaları tahtaya yazmak ya da herhangi bir model çizmeyi başarabilmek, onun için azaptan başkaca bir şey değildir ve bu işi düzgün bir biçimde yapabilmeyi başarabilmesi için yıllarca uğraş verecektir.

Okulun ikinci yılında en büyük hedefi hava basıncıyla sağlanabilecek sürekli bir hareket yaratabilmektir. Küçüklüğünde içi boş saplardan vakumlayarak yaptığı oyuncak tüfekler zihnini hep meşgul etmiş ve vakum gücünü kullanmak istemiştir. Bir süre düşüncelerinde karanlıkta dolaştıktan sonra bir model geliştirmiş ve hava basıncını kullanarak bir silindirin sürekli rotasyonunu sağlamıştır. ( 11)

Bu sürekli hareket onu fazlasıyla sevindirmiş ve en çok istediği “uçuş makinası”nın gücünü bu şekilde sağlayabileceğini düşünmüştür. O güne kadar şemsiye ile bina tepelerinden atlayıp kötü bir biçimde düşerek sürdürdüğü, cesaret kırıcı bir çok anısı vardır. Bu rotasyonu sağladıktan sonra eksiğinin yalnızca bu rotasyonla çırpacak kanatlar olduğu fikrine kapılır. Sonuç, vakumlu silindir tüpün içindeki hava basıncı yüzünden sızdırması ve kuvvetsiz rotasyona neden olmasıyla başarısız olmuştur.

Yakalandığı hastalıklar nedeniyle liseyi güçlükle bitirebilmiştir. Doktorlar durumunun çaresiz olduğunu düşünmüşler ve tedaviden bile vazgeçmişlerdir. bu süreçte Tesla’nın sürekli olarak okuyabilmesine izin verilmiştir ve o bu fırsatı, halk kütüphanesinden aldığı kitaplarla değerlendirmiştir. Bu dönemde, daha sonra arkadaşı olacak Mark Twain’in ilk yazdıklarından bir eseri eline geçmiş ve bu kitabın büyüleyici etkisiyle umutsuz durumunu tümüyle unutmuş ve mucizevi biçimde hızla iyileşmiştir.

Öğrenimine teyzelerinden birinin yaşadığı Hırvatistan’ın Carlstadt kentindeki yüksek lisede devam etmiştir. Orada kaldığı 3 yıldan sonra okulu bitirmesiyle bir dönüm noktasına gelmiştir. Bugüne kadar anne ve babası oğullarının bir rahip olacağından hiç kuşku duymamaktadırlar. Fakat bu düşünce Tesla için büyük bir endişe kaynağıdır. Çünkü okul yıllarında

11 Bu konuda geniş açıklama için bkz. Tesla, s:8 (How Tesla concived the Rotary Magnetic Field)

özellikle çok zeki olarak nitelediği profesörünün etkisiyle elektrige merak sarmış ve bu büyüleyici dünya hakkında daha çok şey öğrenmeyi kafasına koymuştur.

Okulunu bitirip eve döneceği sıralarda, babası onu Gospic’deki salgın hastalık nedeniyle ava çağırır. Av için gittiği kentte hastalığa yakalanır 9 ay süreyle yataktan kımıldayamayacak kadar enerjisinin tümüyle bittiğini, ikinci ve bu kez galiba sonuncu defa ölümün kapısına geldiğini düşünür. Babası onun moralini yüksek tutmak için elinden geleni yapmaktadır.

Ve yine oğluna moral verebilmek için, odasına girdiği bir sırada Tesla babasına: “Belki, eğer sen benim mühendislik eğitimi almama izin verirsen iyileşebilirim” der.

Babası, “Sen dünyadaki en iyi teknik okula gideceksin” diye içtenlikle yanıt verir.

Zihninden ağır bir yükün kalkmasıyla kısa süre içinde ilâçların da yardımıyla iyileşir. Herkes bu süreyi şaşkınlıkla izler.

Bu hastalığın ardından babası oğluna sağlıklı ve doğal bir ortamda dinlenmesi ve egzersiz yapmasında ısrar etmiştir. Doğayla baş başa geçirdiği bu dönemde, gezilerine birçok kitap ve av takımlarıyla birlikte çıkmıştır. Bu dönem onun hem zihnini hem de bedenini güçlendirmiş, gezilerinde birçok şey tasarlamış, fakat tasarladıkları gibi tasarılarının dayandığı kuralların da bilgi eksikliğinden ötürü düşselmiş.

Bu döneme rastlayan iki ilginç anısı vardır. İlki, mektup ve paketlerin denizaltına yerleştirilecek tüplerle, su basıncı kullanılarak iletilmesini sağlayacak olan projedir. Çok daha düşsel olan diğeri ise; Ekvator’un çevresinde dünyaya bağlı olmaksızın kendiliğinden hareket eden bir halkanın inşa edilmesi ve bu halkaya istendiği zaman dünyadan ulaşılarak, dünyanın kendi çevresinde dönüşü sayesinde, trenlerin hiçbir zaman ulaşamayacağı, saatte binlerce kilometre yol alınabilmesinin sağlanmasıdır. Bunların komik düşünceler olduğu otobiyografisinde belirtmiş; ama kendisinden daha kaçık ve deli New York’lu bir profesörden de söz etmiştir. Bu bilim adamı da atmosferdeki havayı çok sıcak olan bölgelerden ılıman olan bölgelere pompalamak niyetindedir ve bu amaç uğruna devasa büyüklükte bir araç bile gerçekleştirmiştir.

Doğada dinlenerek geçirdiği bu bir yılın ardından, babasının seçtiği okullar arasındaki en ünlü ve eski olanlardan Gratz’daki (Avusturya) “Politeknik Okulu”na gönderilir. O kadar memnun olur ki, çalışmalarına büyük bir heves ve tempoyla başlar. Notları mükemmeldir, bütün derecelerde rekorları kırar ve hocaları tarafından en yüksek notlardan daha fazlasını hak ettiği düşünülür. Çalışmaya haftanın her günü sabahın 3’ünde başlamakta ve gece 11’e kadar sürdürmektedir. Bütün yıl bu şekilde çalıştıktan sonra evine kısa bir tatil için giderken, özellikle babasının çok gururlanacağını

düşünmektedir. Fakat babası onun hevesini kıracak derece ilgisiz kalır. Bunun nedeni babasının ölümünden sonra bulunan bir kutu içindeki mektuplarda açığa çıkmıştır.

Profesörleri babasına, “.... eğer çocuğunuzu okuldan almazsanız çok çalışmaktan kendisini öldürecek” diye, yazmışlardır.

Tesla’nın bilimsel kişiliği Hırvatistan’ın Carlstadt kasabasında eğitim gördüğü Gymnasium ve Prag Üniversitesi, Graz Politeknik Mühendislik Fakültesi’nde şekillendi. Anılarında Gymnasium’daki öğretmeni Profesör Poeschl’in hayatındaki önemine vurgu yapar. Poeschl elektrikteki son gelişmeleri, dinamoları, elektrik motorlarını Paris’e gidip satın alarak okuluna getiren ve bu aletleri sökerek çalışma mekanizmalarını öğrencilerine anlatan gerçek bir bilim insanıdır. Poeschl öğrencisi Tesla’nın okul hayatı boyunca günde birkaç saat uyuyarak sürdürdüğü yoğun çalışma temposunu ve elektriğe olan merakını fark etti ve onun Prag Üniversitesi’ne gitmesini destekledi.

Gratz’daki okulda gerçekleştirilen deneylerde ilk kez “Gramme Dinamo”yu görür. Bu dinamo bir jeneratör gibi çalışmakta ve tersine çevrildiğinde de elektrik motoru olmaktadır. Fakat çok fazla ses ve kıvılcım çıkaran sevimsiz bir motordur. Bunun üzerine düşündüğünde, kendisinin bu motoru kıvılcımlar çıkartmasına neden olan fırçaları kullanmadan yapabileceğini iddia eder. Prof. Poeschl ile tartışması da okul kayıtlarına geçmiştir. Tesla Faraday’ın elektrik jeneratörünün yetersiz olduğunu ve bu jeneratörün dinamonun ileri geri hareketinin dışında dairesel bir dönme hareketiyle bir elektrik motoruna dönüşebileceğini belirtir. Poeschl bunun imkânsız olduğunu söyler. Fakat Tesla, itiraz eder ve bir gün bu motoru yapacağını belirtir. Profesörü Tesla’yı derste şöyle yanıtlar:

“Bay Tesla büyük şeyler başarabilir ama kesinlikle bunu yapamazsın.”

Tesla bunu yapmıştır! Gratz’daki okulu bitince 1880’de Prag’a gider, babasının arzusunu gerçekleştirmek için üniversite eğitimi orada tamamlayacaktır. Burada yaptığı çalışmalarda henüz amacına ulaşamayacaktır ama bu doğrultuda bir ilerleme olarak “komütatör”ü (elektrik akımının yönünü değiştirir) makineden ayırmayı başarır.

Babasının ölümü Tesla’nın omuzlarına, annesinin ve kardeşlerinin bakım sorumluluğunu yükler. Amerikan telefon sistemi o dönemde Avrupa’ya yayılmaktadır ve Macaristan’da da Budapeşte kentine kurulacaktır. Bunu ailesinin maddi sıkıntısını hafifletecek büyük bir fırsat olarak görür. Zaten şirketin başında da aile dostlarından, babasının yakın bir arkadaşı Puskas bulunmaktadır. Budapeşte’ye taşınarak Puskas’ın yanında çalışmaya başlar. Telefon şirketindeki çalışmasına kaderin cilvesiyle, teknik ressam olarak başlamıştır. Sonraları departmanın başındaki kişinin ilgisini çekmiş ve hesaplamalar, dizayn etme ve yeni makinaların yerleştirilmesinde karar verme yetkileriyle donatılmıştır. Telefon santrali çalışmaya başlayana kadar orada çalışmış ve o günün telefon teknolojisine, patentini hiçbir zaman

üzerine almadığı ama onun tarafından icat edildiği bilinen, araçlar yaparak katkıda bulunmuştur.

Burada yine çok kötü bir şekilde hastalanır. Tüm sinir sistemi iflas eder. Umutsuzca yaşama yapışır ama bir daha iyileşemeyeceğini düşünmektedir. Tesla’nın dehşet verici kişiliğinin bir diğer özelliği de, başladığı bir şeyi muhakkak bitirme takıntısıdır. Fakat bu tabağındaki yemeklerin kübik hesaplamalarını yapmaktan ya da yaptığı tekrarlanan hareketlerin hepsinin mutlaka 3’e bölünmesi zorunluluğundan, daha ağır sonuçlar doğuracaktır. Bir gün, “günde 72 fincan siyah kahve içen canavar” diye, nitelendirdiği Voltaire’in bir cildini okumaya başladığında başına geleceklerden habersizdir. Çünkü o “canavar” küçük harflerle dolu 100’e yakın cilt yazmıştır ve Tesla başladığı işi bitirmek zorundadır.

En son cildi okuduktan sonra şöyle der:

“Bir daha asla”

Fakat iyileşir ve bundan sonraki yaşamında hiç durmaksızın, bir gün bile ara vermeksizin çalışacaktır. 1882 yılında bir arkadaşının önerisiyle Paris’te, Edison şirketinin bürosuna çalışmaya gitmiştir. Burada Edison’un yakın arkadaşı ve yardımcısı Mr. Batchellor ve birkaç Amerikalıyla daha tanışır. Ancak tek tanıştığı Amerikalılar değil, Amerikan yaşam biçimi (Amerikan way of life)’de olmuştur. Daha sonraları çok acı çekmesine ve delilik olarak adlandırılabilecek araştırmalar ve açıklamalar yapmasına neden olacak ve onu sinir bozukluklarına sürükleyecek bu tarz, o dönemde ona yalnızca komik görünmekteydi.

“Amerikalılar benimle çok ilgiliydiler, özellikle de bilardo oynamamdaki üstünlüğümle. Bu baylara bu konudaki icadımı anlattım ve baylardan biri bana hemen bir hisse senedi (borsa) şirketi kurmayı önerdi. Bu öneri bana son derece komik geldi ve ne demek istediği konusunda, bunun bir Amerikan tarzı olması dışında çok küçük bir fikrim vardı.” ( 12)

Tesla, bu dönemde Almanya ile Fransa arasında gidip gelmeye başlar. Güç ünitelerinin onarımı için çalışmaktadır. 1883 yılında bir görev için gittiği Strazburg’da, saatlerce çalışmanın sonucunda, fırça ve komütatör kullanmaksızın ilk endüksiyon motorunu yapmayı başarır. Strazburg’da işini başarıyla tamamladıktan ve şirketin önemli miktarda para yitirmesini önledikten sonra, Paris’e geri döner. Edison’un arkadaşının ısrarıyla bundan sonraki çalışmalarını yürütmesi için “büyük umutlar ülkesi” Amerika’ya hareket eder. Hiçbir zaman para konularında başarılı olamayacak olan Tesla’nın New York’a ulaştığında ise; cebinde yalnızca 4 senti bulunmaktadır.

Tesla’nın kafasındaki tek problem alternatif akım motorunun çözümüdür. Otobiyografisinde alternatif akım motorunun denklemlerini Budapeşte Parkı’nda, Goethe’nin Dr. Faust eserini okurken ve gün batımını izlerken çözdüğünü belirtir. Problemin çözümü esnasında ağır bir depresyon geçirir,

12 Tesla, s:13

kendi tarifiyle masaya konan bir sineğin çıkardığı ses bile beyninin içinde büyük yankılar uyandırmaktadır. Alternatif akım motoru elektrikte bir devrimdir. Kendisinden önce bir çok mühendisin deneyip beceremediği manyetik alanda alternatif akım üretimini sağlamıştır.

Tesla birden fazla akımı kullanarak motorun şaftını döndürmüştür. Daha da önemlisi alternatif akımlı motorunu icat ederken akımın kabloya ihtiyaç olmaksızın manyetik alanda iletilebildiğini keşfetmiştir. Bobine gelen elektrik ilk hareketi vermekte ve daha sonra motorun hareketli parçaları kabloya ihtiyaç olmaksızın hareket edebilmektedir. Depresyon dönemini geçirdikten sonra, alternatif akımlı motorun detaylarını tamamlar. Jeneratörler, motorlar ve transformatörler tasarlar. İki akımlı motoru, üç akımlı motorun detayları üzerinde çalışmaya başlar.

Tesla, müthiş bir matematikçi olduğu gibi, küçük yaşlarından itibaren tutkulu bir doğa gözlemcisiydi. Çocukluğu çılgınca akan nehir sularına kendini atıp, suyun gücünü incelemekle geçmiş ve bu tutkusu yüzünden birkaç kez ölümün eşiğinden dönmüştü. Bu özellikleri ve aldığı iyi eğitim Edison gibi bilim insanları ile Tesla arasındaki ayrım çizgisini belirler. Otobiyografisinde hiçbir zaman Edison gibi deneme yanılma yöntemiyle çalışmadığını, problemi matematik olarak kafasında çözmeden hiçbir deney yapmadığını belirtir. İlginçtir ki, denediği hiçbir aletini ikinci kez denemeye ve geliştirmeye gerek duymadı. Ürettiği makinalar daima tüm detaylarıyla matematik olarak çözümlendikten sonra istisnasız çalıştı.

Alternatif akım motoru Budapeşte’de Faust okuyup, günbatımını seyrederken çözen Nikola Tesla, bilimin sanat faaliyetlerinin bir uzantısı olduğuna ve bilimci ile sanatçı arasında hiçbir fark olmadığına inanıyordu.

Dönemin romantik geleneğini yakında izliyordu. Bu nedenle Tesla, romantik sanat geleneğinin bir dehasıdır yerinde bir tanımlamadır. Belki de bu yüzden olsa gerek hayatı boyunca hiçbir zaman buluşları üzerinde nasıl para kazanabileceği sorusunu kendisine hiç yöneltmemiştir. Bu özelliği Edison ile arasındaki en büyük farkı oluşturur. Edison daima mümkün olabilecek buluşlar üzerinde başkalarının fikirleri üzerinde yükselmiş ve büyük paralar kazanırken, Tesla mümkünlük sınırlarını asla bilmedi ve matematik problemleri ile daima zamanının “mümkünlük” sınırlarını zorladı ve o sınırları darmadağın etti.

“Geride bıraktıklarım her anlamda sanatsal ve büyüleyiciydi. Ve bulduğum makinalaşmış, kaba ve cazibesi olmayan bir şeydi. Amerika dedikleri bu muydu?” Tarih: 1884

ABD’ye adım attığında Tesla’nın günlük defterine düştüğü satırlar böyleydi. Avrupa kültürünü ve sanatını olabilecek en yüksek düzeyde özümsemiş Tesla, ABD’ye adım attığında beş parasızdı. Cüzdanını, valizini ve tren biletini Paris’te çalmışlardı. Güçlü hafızası sayesinde anımsayabildiği tren bilet numarasını söyleyerek Calais Limanı’ndan gemiye binebilmişti. Atlantik’i üzerindeki elbiseleri değiştirmeden geçmek zorunda kaldı.

Atlantik yolculuğunu banyo yapmadan ve elbiselerini değiştirmeden yapmak zorunda kalışı, yaşamında derin izler bıraktı. Bir daha asla elini kuruladığı bir havluyu ikinci kez kullanmadı. Temizlik hastalığına tutuldu. New York’a indiğinde cebinde yalnızca arkadaşı Charles Batchellor’un Edison’a kendisi için yazdığı referans mektubu vardı. Cüzdanı çalınmış olduğundan mektubu da gümrük görevlilerine kimlik olarak gösterip gümrükten geçti. Prag, Paris, Budapeşte ve Berlin’den sonra New York gözüne inanılmaz derecede çirkin gözüktü.

1917 yılında Amerikan Elektrik Mühendisleri Enstitüsü kendisine verdiği “Edison Altın Şeref Madalyası”nı aldığı törende Tesla, New York’ta attığı ilk adımları şöyle anlatmıştı:

“İlk birkaç adımda kaybolmuştum bile. Yolumun üzerinde bir atölyede bir elektrik ustasının önündeki dinamoyu tamir etmeye çalışırken gördüm ve kafamı uzatıp yardıma ihtiyacı olup olmadığını sordum.”

Avrupa yapımı olan dinamoyu çözemeyen usta, yardım önerisini kabul etmiş o da ceketini çıkartıp akşamüstüne doğru dinamonun tamirini bitirmişti. Usta, ona iş önerdi fakat öneriyi kibarca reddeden Tesla, atölyeden çıkmak üzereyken eline tutuşturulan 20 dolar ile şaşkınlığa düştü. O geceki otel ve yemek parası çıkmıştı!

Ertesi gün 5th Avenue’daki Edison Şirketi’nin önündeydi. Tesla, anılarında Edison’u gördüğünde düş kırıklığına uğradığını, düşlerinde canlandırdığı Edison tiplemesinin yerine, Pazar günü kilise ayinine giden bir çiftçiye benzer birini bulduğunu söyler. Tesla, Edison’a alternatif akım motor projesini anlattığında Paris şirketinde çalışırken Batchellor ile tanıtmıştı. Batchellor’un teşvikiyle ABD’ye gelen Tesla, bir şeyin farkında değildi. Edison imparatorluğu doğrudan akımlı elektrik jeneratörlerinin patenti üzerine kurulmuştu. Bu birçok sorun yaratsa da işleri yolunda gidiyordu Edison’un..

Ne var ki Batchellor altından kalkmak zorunda oldukları büyük çaplı aydınlatma sistemlerinde birden fazla doğrudan akımlı dinamoyu birbirine bağlama probleminin çözümü için, Tesla’nın ABD’ye gitmesini teşvik etmişti.

Tesla, bu gerçekle kısa bir süre sonra yüzleşti. Edison, Tesla’nın alternatif akımlı motor üretimi için paraya ihtiyacı olduğunu anlamış, kendisine Şikago’daki Haverley Tiyatrosu’nun 647 ampulünün aydınlatma sistemi için doğrudan akımlı jeneratörlerin senkronizasyon tasarımı için 50 bin dolar teklif etmişti. Tesla, geliştirdiği regülâtör sistemi ile jeneratörleri birbirine senkronik bir şekilde bağladı. Edison’un tasarımına eklediği ek bir fırça tasarımı ile jeneratörler düzenli bir şekilde çalışıyordu. Edison, onun bu tasarımının patentini kendi üzerine aldı. Ve Tesla’ya söz verdiği 50 bin doları vermedi ve üstelik kaba bir şekilde kendisini tersledi. Bu olayın ardından, birden bire günde 18 saat, haftada 7 gün Edison’a çalıştığını üstelik Edison’un ticari atılımının temellerini attığının farkına vardı.

İşin gerçeği Edison tam anlamıyla bir kör cahildi. Hırvatistan’ı Avrupa’nın ortasında yabanıl bir orman zannediyordu. Bir keresinde Tesla’ya Hırvatistan’da insan eti yiyip yemediklerini bile soracak kadar dünya kültüründen habersizdi. Edison’un kendisine söz verdiği 50 bin dolar parayı vermemesi üzerine istifa eden Tesla ile Edison arasındaki bu kopuş, bilim ve sanatın ABD emperyalizminin hedefleri haline gelmesine neden olmuştur. O günden bugüne, hangi ülkede olurlarsa olsunlar, yeryüzünde ne kadar yaratıcı/aykırı/uzak görü yetisi olan bilimci, sanatçı, yazar, gazeteci ve entellektüel var ise, CIA’in “arenası”na kapatılarak kullanılmak ya da yok edilmek istenen hedefler olarak belirlenmiştir. CIA okullarında ajan adaylarına ilk öğretiler arasında “entellektüel” tanımlaması içinde yer alan uzak görü yetisine sahip bilimciler, sanatçılar, yazarlar ve gazeteciler’in en “tehlikeli” insanlar olduğu, en “tehlikeli fikirler”in bu kategorideki insanlardan çıktığı uzun uzun anlatılır ve mutlaka kontrol altında tutulmaları gerektiği talimattı verilir.

Tesla’nın ayrılmasından sonra Edison, onun tasarımları sayesinde Amerikan elektrik endüstrisini eline geçirmeyi başardı. Tesla, alternatif akımlı motorunu Amerikan şirketlerine kabul ettirmeye çalışırken, halen daha şu gerçeğin farkında değildi: “ABD endüstrisi doğrudan akımlı elektrik endüstrisi üzerine kurulmuştu” ve Edison da parayı buradan kazandığı için kurulu sistemi değiştirmek istemiyordu.

Tesla, alternatif akımlı elektrik sistemini kurabilmek için de bir alternatif akım endüstrisi şirketine ihtiyaç vardı. Bu ise muazzam bir kapital anlamına geliyordu. Edison’un sistemi 115 volt üzerinden çalışıyordu. Bu ise günümüzde kullandığımız yüksek voltaj ihtiyacını karşılayamayacak bir sistemdi ve üstelik yarım mil ötede bir enerji istasyonuna gereksinim vardı. Bu zenginler açısından sorun yaratmıyordu. Onlar, ihtiyaçları olan elektrik istasyonunu kuruyorlardı. Edison’un iş yaptığı toplumsal kesim de bu zenginlerden oluşuyordu. Tesla ise toplumdaki herkes için evlere kadar giren bir elektrik üretiminin düşlerini kuruyordu.

Ohm Kanunu’nu yaratıcı bir şekilde kullanarak alternatif akımlı enerji üretiminde voltaj düşürüp, yükseltebileceğini fark etmişti. Kentlerin aydınlatılması için düşündüğü bugün kullandığımız ampul tasarımı ile de o günlerde bir ilgilenen olmadı.

Genel olarak bakıldığında Tesla’nın yaşamı ve buluşları kapitalizmin bilimsel gelişmenin önünde nasıl bir engel oluşturduğunu açıklıkla görmek mümkündür. 19. Yüzyıl kapitalizminin sermaye sınıfı Tesla’nın buluşlarıyla ilgilenmedi. Çünkü sermayenin ön plânda tuttuğu kâr mantığı ile Tesla’nın geniş halk kitlelerine yönelik hizmet mantığı hayatı boyunca karşı karşıya geldi. Ölümünden sonra bile tüm buluşları kilit altında tutuldu; silâh sektörüne ve dev Amerikan tekellerine “kaymak” oluşturdu.

Tesla, 2000’li yılların teknolojisini 1900’lerin başlarında teorik olarak oluşturmuştu. Üstelik halen daha “parasız elektrik” gibi buluşları yaşamımıza girebilmiş değil. Bir an için düş kurmayı deneyin ve 1900’lerin başlarında insanlığın bugün kullandığımız teknik ve teknolojik donanımla

kuşanmış olduğunu düşünün. 100 yıl içinde bugün gelebildiğimiz noktayı düşlemeye çalışın. Yani kapitalizmin cenderesinden kurtulabilmiş bir bilimin insanlığa sunabileceği hizmetleri düşünün.

Acıdır ki; bir zamanlar Etiyopya’nın İtalyan işgalinden kurtarılması için Etiyopya halkına elektronik savunma sistemlerini kendi köşesinde tasarlayan Tesla’nın buluşları üzerinden, son yıllarda Irak ve ülkesi Yugoslavya katledildi.

Tesla, en fazla naif, tipik bir 19. Yüzyıl Avrupalı romantik olmakla suçlanabilir. Fakat ölümünün üzerinden 57 yıl geçtikten sonra, CIA güdümlü yazarların FBI kayıtlarını esas alarak, mikrodalga silahını FBI’a vermek istediğini dile getirmeleri, olsa olsa tüm insanlığı “aptal” sanma kerkenezliği olabilir.

Tesla, mikrodalga silahını Yugoslavya’nın Alman Nazi işgalinden kurtulması için tasarlamıştı. Ölümünden sonra otel odasında FBI’ın, Yugoslavya Büyükelçiliği’nden sonra girebilmesi de onun vatanına olan derin sevgisinin kanıtından başka bir şey değildir. Bugün şu gerçeği itiraf etmek gerekiyor: Tesla, FBI ile değil Yugoslav Hükümeti ile doğrudan temasta olmuştur. İsteseydi rahatlıkla Pentagon’un emrine girebilirdi. Bunu seçmemiş ve bu yüzden de yalnızca FBI’ın değil, ABD ekonomisini elinde tutan tüm şirketlerin korkulu rüyası haline dönüşmüştü.

Tesla, kurtlar sofrasında mücadele vermenin yöntemini öğrenmişti. Arkadaşı A.K. Brown ile birlikte 1887 yılında “Tesla Elektric Company”in kuruluşunu gerçekleştirdi. Brown, ona alternatif akım ile çalışan motorun tasarımının yeterli olmadığını ve sistemin tüm ek parçalarının, jeneratörlerinin, transformatörlerinin de tasarlanması gerektiğini anlattı. Tesla, tek fazlı, iki fazlı ve üç fazlı üç adet motor gerçekleştirdi. 40’ın üzerinde jeneratör ve transformatör tasarladı. Sistemin uzun mesafelerde çalışabilmesi için voltaj aktarabilen ince kablo tasarımı ile sistemini tamamladı. Amerikan patent Dairesi’nde sistemin tüm tasarımı Tesla’nın adına 30 ayrı patent ile patentlendi. Tesla, kurduğu yeni sistemin tüm patent haklarına sahipti artık.

1888 yılında, George Westinhouse adlı bir işadamı Tesla’nın yeni sistemi ile ilgilendi. Westinghouse şirketi ile yapılan anlaşma ile 40 temel icadını, bir milyon dalar gibi bir fiyatla sattı. Tesla’nın jeneratörleri Niyagara Şelaleleri’nde kullanılır. Böylelikle Edison’un en önemli rakibi haline gelmiş olur. Bugünkü Westinghouse imparatorluğu Tesla’nın buluşları üzerinde inşa edildi. Westinghouse firması alternatif akım sistemini günlük yaşama sokan ilk şirket oldu. Bugün tüm dünyanın kullandığı sistem Tesla’nın 19. Yüzyıl sonlarında geliştirdiği “AC-alternatif akım”dır.

Yıl: 1891Tesla, o yıl Kolombiya’da gerçekleştirilen “Yüksek Frekans” konulu AIEE Sempozyumu öncesi, son icatlarını sunduğu gösterisinde “Elektriğin sihirbazı” unvanını Edison’dan aldı. Bu gösterisinde kablosuz flüoresan ışıklandırmayı ve yeni yüksek voltajlı Tesla Bobini"i sundu. Parmak

uçlarından kıvılcımlar saçıyor, vücudundan geçen yüksek gerilim sayesinde ampulleri yakıyor ve metalleri kırıştırıyordu. Bütün bunlar gerek bilim dünyası için gerekse de bu gösteriyi hiçbir zaman unutmayacak olan az sayıdaki izleyici için devrim niteliği taşıyordu.

Güç transmisyonuna olan ilgisi Tesla’yı, yüksek gerilimin kullanıldığı tüm alanlarda deneyler yapmaya yöneltti. Tesla bobini Heinrich Hertz tarafından kullanılan kıvılcım-boşluk (spark-gap) rezanatörünün modifiye edilmiş bir türüydü ve Tesla’nın bu alanda yaptığı en önemli katkı olarak kabul edilmekteydi.

1888’de Hertz kullandığı kıvılcım-boşluk rezanatörü ile az ötedeki bir başkasındaki kıvılcımları Maxwell denklemleri ile ulaştıran değerler doğrultusunda harekete geçirmeyi başardı. Tesla, Hertz’in bobinindeki magnetik çekirdeği çıkardı ve bunun yerine yüksek ölçekli, görülmedik bir spiral indüktör kullandı. Böylece ulaşılabilen gerilim ve güç değerlerini çok daha yükseklere çıkarmayı başardı. Gösterilerinde Tesla, bobinlerin tüm gücünü vücuduna vererek havaya kıvılcımlar saçtı. Aynı gücü gerilim düşüren bir transformatöre verdiğinde ise; öyle yüksek bir akım çıkışı elde etti ki; bu akım metalleri eritebilmekteydi.

Tesla, yaptığı anlaşma ile patent hakkından büyük paralar kazandı. Amerikan sosyetesinin gözde simalarından birisi olmuştu. 1. Mayıs. 1893 yılında Amerika’da gerçekleşen Dünya Fuarı’nın aydınlatma sisteminin ihalesini Westinhouse firması aldı. Bu tarihe kadar ki süreç, Edison’un Tesla ile mücadelesi ile geçmişti. Karşılıklı patent davaları açıldı. Sonunda Edison, şirketini satmak zorunda kaldı. Tesla’nın tasarımı olan 96.620 ampulle aydınlatılan Dünya Fuarı, onun uluslararası gösterisine dönüştü. Tesla, fuarda kadife bir zemin üzerinde elektrik enerjisi ile döndürdüğü metal yumurtası ve vücudundan geçirdiği yüksek voltaj enerjisi ile sistemin zararsızlığını ve üstün gücünü gösterdi. Edison, Tesla ile sürdürdüğü bilimsel mücadeleyi kaybetmişti.

Tesla, 1. Mayıs. 1893 Dünya Fuarı’na Yugoslavya’dan gelmiş ve annesini henüz kaybetmişti. Londra ve Paris’te verdiği konferanslar ile uluslararası bir üne kavuştu. Annesinin yanına ulaştığında ölüm döşeğindeki annesi ile son konuşmaları onu tüm yaşamı sorgulama sürecine soktu. Annesinin ölümünün ardından 6 hafta bilincini yitirdi. Bu 6 hafta içinde ilginç illüzyonlar gördü. Bilinçsiz olarak masa örtüsüne birtakım formüller ve elektrik düzenekleri karaladı. Bilincine yeniden kavuştuktan sonra şu satırları kaleme aldı:

“Artık büyük bir düşünceyle yoğunlaşmalıyım. Tanrı’dan gelen insan aklının gücüne. Beynimizin enerji üretimini doğanın enerjisi ile senkronize edersek tüm gezegenin geleceğini kurtarabiliriz.”

Ve bugün halen bir sır olarak kalan insan beyninin dalgaları üzerine çalışmaları böylece başladı. Westinghouse onun buluşları üzerinde imparatorluğunu kura dursun, Tesla bu kez çok daha büyük projelerin içine adım atıyordu.

1889 yılının sonlarına doğru Pitsburg’dan New York’taki lâboratuarına döner dönmez yüksek frekans makinalarıyla (High-frequency machines) ilgili çalışmalarına kaldığı yerden devam eder. Bu keşifleşmemiş alandaki yapım aşamasının problemleri, çok yeni ve pek tuhaftır. İndükleme tipini (induction type) kusursuz sinüs dalgaları oluşturabilmekten uzak olduğu için reddeder. Sinüs dalgalarının rezonans için çok önemli olduğunu söyler. Sonuç olarak farklı bir amaçla icat edilmiş de olsa 1891 yılında bugün radyo, televizyon ve bilgisayar teknolojisi başta olmak üzere, birçok elektronik ekipmanda kullanılan “Tesla Bobini”ni keşfetmeyi başarır.

Tesla bobini, radyo frekanslarında yüz binlerce volta ulaşılmasını sağlayan yüksek frekans transformatörüydü. Elektrik akımı bu aletin tepesinde sıçramalara neden oluyor ve mavi kıvılcımlar çıkartıyordu. Bu elektrik deşarjlarının bir alıcı tarafından kablosuz olarak alınabilmesi, elektrik enerjisinin kablosuz transferini sağlamış olacaktı. 1891 yılında Tesla’nın lâboratuarında yaptığı küçük makinalar sadece 10-15 cm’lik sıçramalar (deşarjlar) meydana getirebiliyordu. 1900 yılında yaptığı daha büyük olanlarda ise yüzlerce metrelik sıçramalar elde etmeyi başarmıştı. Söylendiğine göre, yüksek frekanslardaki elektrik akımları vücuda zarar vermeden derinin üzerinde dolaşabildiği için Tesla’da bu kıvılcımları parmaklarından alıp vücudunda dolaştırabilmiştir.

Tesla bobini onun için yepyeni bir başlangıç demekti. Bütün yaşamı boyunca düşündüğü doğal enerjinin insanlık yararına kullanılması açısından çok önemli bir adım atmıştı. Bu alet sayesinde elektriğin çok yüksek frekanslarda kablosuz olarak transferlerinin mümkün olacağını düşünüyordu. Ve kuracağı merkezlerle küçük bir kaynaktan yükselterek elde ettiği elektrik enerjisini (milyonlarca voltluk) kablosuz olarak dünyanın istediği yerindeki alıcılara ulaştırabilecekti. Bunu yapabilmek için, en iyi iletken dediği yerküreyi kullanıyordu. Bu bizim AC sistemimizde evlerimizde kullandığımız topraklama gibi düşünülebilir; yerküre aslında kendisine aktarılan elektriği kaybetmez ve topraklanan akım gücünün yettiği yere kadar dalgalar halinde yayılır. Tesla, çok güçlü elektrik akımlarını topraklıyordu ve bu akımı başka bir akımla aynı yerden toplayarak destekliyor ve dalgayı güçlendiriyordu. Böylece saniyede 300.000 km hızla hareket eden 8ışık hızıyla eşit) elektrik dalgaları, dünyanın merkezinden geçerek diğer taraftan dünyanın yüzeyine çarpıyor ve tam olarak aynı noktadan geri dönüyordu. Tıpkı salıncak örneğinde olduğu gibi, küçük küçük ama aynı güçte titremelerle rezonans mantığına göre yükselen salıncak gibi, elektrik dalgaları da her geri gelişlerinde daha güçlü oluyor ve daha yükseğe sıçrayabiliyorlardı. (Bu yöntem 1950 yılında Ay’ın ve 1970 yılında Venüs’ün haritasının çıkarılması için de kullanılmıştır. Radar ışınları Ay’a ve Venüs’e gönderilerek bu ışınların geri dönüş hızlarından dünyamıza ne kadar uzakta oldukları belirlenmiştir.)

Bu aleti icat ettiği 1891 yılı, onun aynı zamanda Amerikan vatandaşlığına geçtiği tarihtir. Tesla’nın bu dönemdeki çalışmaları değerlendirildiğinde başka bir gerçek daha ortaya çıkmıştır: 1895 yılındaki icadıyla “X ışınları”nın mucidi olarak bilinen Wilhelm Röntgen’den üç yıl önce Tesla

bu ışınlarla deneyler yapmış ve insan vücudunun iç kısımlarına ait başarılı resimler elde etmiştir. ( 13)

Tesla, yine aynı dönemde yaptığı lâboratuar çalışmalarında elektrotsuz vakumlanmış tüpleri, odanın içinde oluşturduğu gerekli yoğunlukta elektrik alanıyla, kablosuz olarak yakmayı başarmıştı. ( 14) Bu deneyin halk önünde tekrarlanmasından sonra, dünyanın her yerinden çağrılar almaya başladı. Bunlardan birini değerlendirdi ve 1892 yılında Londra’da Elektrik Mühendisleri Enstitüsü’nde ders vermeye gitti. Oradan Paris’e geçmek üzereyken, Sir James Dewar karşı konulmaz bir ısrarla Kraliyet Enstitüsü’nde de gösterisini tekrarlamasını istedi.

Burada Dewar, Tesla’yı bir koltuğa iterek eline bir bardak viski verdikten sonra,“Şimdi “Fraday’ın sandalyesinde oturuyor ve onun içtiği viskiyi yudumluyorsun,” dedi.

New York’daki lâboratuarına döndükten sonra tekrar çalışmalarına yöneldi. 1985 yılında lâboratuarı kuşkulu bir biçimde yanmış, bir süreliğine de olsa çalışmalarına ara vermek zorunda kalmıştı. 1899’da ise kendisine ücretsiz enerjinin önerildiği Colarado’ya gitti.

Tesla, dev büyüklüğe sahip bobinini kullanarak dünyadan bir iletken olarak yararlandığı ilk deneylerini, Colarado’da gerçekleştirdi. En önemli icadı denilebilecek “sabit karasal dalgalar” (terrestrial stationary waves) burada kullanmaya başladı. Deneyleri sırasında yerküreye elektrik verdiğinden, lâboratuvarı çevresinde dolaşan insanların ayakları arasında elektrik sıçramaları meydana geldiği ve etraftaki çiftliklerde ayaklarındaki demir nallar yüzünden atların çılgına döndüğü anlatılmıştır. Bu kentteki sonunu belki delice denilebilecek şekilde kendisi hazırlamış, kentin ana jenaratörünün yanmasına neden olmuştur. Bir gün deneyi sırasında muazzam elektrik sıçramaları elde etmiş, fakat bu sıçramalar bir süre sonra bir şimşekten çok daha korkunç olmaya ve çıkan sesler tüm kentte duyulur hale gelmiştir. En sonunda kentin ana jeneratörü yanmış ve tüm kent karanlıkta kalmıştır. Tesla, rezonans sayesinde kademe kademe yükseltmeyi amaçladığı sıçramaları başardığını anlasa da deneyi durdurmamış ve en son nereye kadar gidebilir diye lâboratuarının dışarısında, bu büyük “canavar”ını izlemeye dalmıştı. Sonuç: Bir daha kimse Tesla’ya ücretsiz enerji önermek gibi bir “hata”ya düşmedi (!)

1900 yılında New York’a dönen Tesla, J. Pierpont Morgan adında bir finansörün 150 bin dolarlık desteği ile, Long Island’da kablosuz iletişim amacına yönelik dev kulesinin inşasına başladı (Wardenclyffe Projesi).. ( 15) Bu verici istasyonu, piramit şeklinde, sekizgen ve 54 metre yükseklikte bir yapıydı. Wardenclyffe’in bu kule sayesinde dünyanın merkezi olacağı 13 Kosta dimitrijevic, “Tesla: A Great Serbian Inventor”, “Ethnic American News, Volume 4., Number 10, 10 http://w.w.w. clpgh.org/exhibit/tesla8.html14 Tesla, s:1215 “Cloudborn Electric Wavelets to Encirele the Globe: This Is Nicola Tesla’s Latest Dream, and the long Island Hamlet of Wardenclyffe Marvels Thereat” New York Times, 27 March 1904, http://w.w.w.clpgh.org/exhibit/tesla2.html

sanılmıştı. Tesla’nın bu desteği alabilmesini sağlayan, onun bu kule vasıtasıyla çok uzaklara resim, mesaj, ses ve her türden veriyi gönderebileceği iddiasıydı. Oysa Tesla’nın daha büyük bir amacı vardı. Sürekli olarak aşağı gördüğü “hertziyan dalgalar”la uğraşmakta ve kendi “teta 4 dalgaları” ( 16) olarak anılacak olan elektrik dalgalarıyla kablosuz enerji aktarımı sağlamaya çabalamaktaydı. Amaç yine aynıydı: tüm insanlığa bedava elektrik enerjisi sağlamak !

Tesla bu kez çok ileri gitmişti. Bu kapitalist sistemin kar mantığını kökünden sarsabilecek felaket bir fikirdi. Bedava enerji, petrol gibi çok önemli bir ekonomik kaynağı beş para etmez yararsız bir hale getirebilecek ve tüm ABD endüstrisinin dönüşümünü gerektirebilecek bir tehlikeydi. 1903’deki bu açıklamasından sonra, arkasındaki tüm destek çekildi ve yavaş yavaş ismi kitaplardan silinmeye başlandı.

Marconi, 150 bin dolardan daha ucuza Atlantik’i aşan ilk mesajı yollamayı başarmış ve şirketinin hisseleri borsada kapış kapış satılmaya başlamıştı. Tesla’nın şirketi gözden düşmüştü. Tesla ise, Marconi’nin yaptığının, kendisinin halihazırda yapabildiği önemsiz ve basit bir iş olduğunu ve Marconi’nin zaten kendisine ait patentleri kullanarak bunu yaptığını söylemiş ve amacının gerçekte tüm insanlığın yararlanabileceği “bedava elektrik enerjisi” olduğunu açıklama gafletinde bulunmuştu.

1904 yılında Colaoado Spring’deki elektrik şirketi Tesla’yı uğrattığı zarardan ötürü mahkeme verdi ve 180 dolarlık mahkeme parasının ödenebilmesi için oradaki lâboratuarı satıldı.

1906 yılında Colorado yaptığı icatlarla zengin ettiği George Wetinghouse, Tesla’nın kablosuz enerji üretimini geri çevirdi.

Tesla, 1915 yılında kendisine Edison’la birlikte fizik dalında önerilen Nobel Ödülü’nü kabul etmedi. Maddi olarak çok büyük zorluk içinde olduğu halde öneri karşısında şunları söylemişti:

“Böylesi bir ödül, bir insan için çok büyük olanaklar sağlayacaktır. Ve benim teknik litaratürde kendi adımı taşıyan 4 düzine kağıdı dolduracak patentim var. Bunlardan sadece bir tanesi için bile, bundan sonra verilecek binlerce Nobel Ödülleri’nin tümünü verebilirim..” ( 17)

1915 yılında Tesla, kablosuz enerji iletimiyle ilgili çalışmalarını sürdürmektedir. Bu teknolojinin aynı zamanda muazzam bir yok edici gücünün de olabileceğini ara ara yaptığı açıklamalarla yinelemiştir. Çok sonraları ABD’nin “Yıldız savaşları” projesine kaynak olacak bütün savaş makinası çalışmaları ve yaptığı açıklamalar, “Wardenclyff Projesi”ne desteğin çekilmesi ve kendisini sübvanse edebilecek finansör bulamamasından sonra başlamıştır. Uzaktan kumanda teknolojisinin de mucidi olan Tesla, bu yıllarda görünmez mesafelerden kontrol edilebilen

16 Bu konuda detaylı teknik açıklamalar için bkz. Dave Small, 1987, The Greatest Hacker of All Time, http://w.w.w.newphys.se/elektromagnum/physic/keelyNet/energy/tesla4.asc17 Kosta Dimitrijevic,s:2

torpidolar yaptığını, ama elektrik dalgalarının çok daha yıkıcı olduğunu iddia etmiştir. Bu açıklamalar yüzünden bazı olaylarda Tesla’nın izi aranmaktadır. 1907’de elektrik sıçramasının neden olduğu bir patlamayla batan Fransız gemisinin “Iena” ve 1908’de Sibirya’da bulunan “Tunguska” nehrini çevreleyen 200-250 bin hektarlık bir ormanın, 10-15 megatonluk bir patlamaya eşdeğer bir patlamanın ardından yanarak yok olması... bunlar elbette kanıtlanmış değildir, ama tam da Tesla’nın her türden yok edici silah icad ettiğini açıkladığı yıllara rastlayan sıra dışı olaylardır.

Dünyanın en önemli mucidi olan Tesla’nın bu tarihlerden sonraki yaşamı çok belirgin değildir. İzole edilmiş bir yaşam sürdürmüş, basına verilen yıllık doğum günü partilerinde buluşlarının yok edici özelliklerinden söz ederek, icatlarına ilgi çekmeye çalışmıştır. Bir de 1919 yılında, “Electrical Experimenter” dergisinde bitirmediği bir otobiyografisi yayınlanmaya başlamıştır. Derginin satışları birden rekor seviyede artmış, fakat önerilen çok büyük paralara karşın otobiyografisini yazmayı sürdürmemiştir.

Tesla portresi gerçek çehresiyle tamamlanması güç bir portre değildir. Her yönüyle ortada, açıkta ve sürekli gözlem altında bir yaşam sürdüren Tesla’nın bilim alanındaki icatlarının gerçek anlamda kavranılması güçtür. Onula ilgili en önemli şey, yaşadığı çağın çok ötesinde olduğu gerçeğidir.

Tesla’nın ismi, her ne kadar çok büyük bir değere sahip olduğunun bir göstergesi olarak “manyetik akışın metrik birimi” (T) olarak verilmiş ( 18) ve ismi en önemli fizikçiler ile birlikte Pransilvanya eyaletinin “Elektrik Vadisi”ndeki sokaklardan birinde bulunuyorsa da zamanla unutturulmuş ve onun teknolojileri üzerinde emperyalizm, “karanlık projeler” üretilmeye başlandığı iddiaları tüm dünyayı sarmıştır. Soğuk savaş yıllarında her iki tarafında bu teknolojiyi kullandığı ileri sürülmüş, bütün bir nükleer saldırı ve savunma amacını güden “Yıldız Savaşları” projesinde bu teknolojiden yararlanılmıştır. Ölüm ışınları, ultra düşük dalgalar, çok yüksek frekanslar, atmosferdeki elektrik enerjisinin değerlendirilmesi, atmosferde elektrik dalgaları yayarak bunun dünyanın her yerinden kullanılmasının sağlanması, radyo frekanslarıyla uzaktan kumanda edilebilen bugün kullanılan füzeler, yüzlerce mil etkili bir elektrik kullanımının oluşturularak girmeye cesaret eden düşmanın anında yok edilebilmesi gibi bazıları ise; bugün bile kamuoyuna düş gibi gelebilecek birçok projenin ardında Nikola Tesla’nın teknolojisinin izlerine rastlanmaktadır.

Tesla, söz konusu “ölüm ışını” ve kimsenin geçemeyeceği “Tesla Kalkanı”nın yapılabileceğini açıklamıştır. İnsanlığı bedava elektrik sağlama idealiyle yola çıkmış büyük bir mucidin projelerine destek bulabilmek amacıyla zaman içinde savaş teknolojileri üzerine çalışmış olması insanlığın garip bir trajedisidir. I. Ve II. Dünya Savaşları’nı yaşamı olan Tesla, gerçekte savaş karşıtı olduğunu açıklamıştır. Fakat barışın sürekliliği için en güçlü silahların yapılması gerektiğini de ileri sürmüştür.

Tesla, insan beyninin dalgaları üzerinde çalışmalarında, beynin Beta, Alfa ve Teta boyutlarındaki dalga boylarının ölçüldüğünü bugünkü modern

18 http:/www.clpgh.org/exhibit/tesla6.html ve http:/www.yurope.com/org/tesla/uvode.htm.

tıbbın ölçümlerine çok yakın olarak tespit etti. Normal bilinç düzeyindeki beta durumundaki beynin EEG ölçümündeki dalga boyunu saniyede 14 dinlenme durumundaki Alfa boyutunu saniyede 7’nin altında ve uyku durumundaki beynin Teta boyutunu da saniyede 3 devir birim olarak saptadı.

Tesla-Schuman Rezonansı olarak da bilinen dünyanın doğal dalga boyunu saniyede 10 olarak saptamıştı. Bugün kesin olarak bu ölçüm 7.8 olarak saptanmış durumdadır.

Tesla-ELF (çok düşük dalga boyu) 7.8 Hertz dalga boyuna ayarladığı elektrik enerjisini kendi üzerinde deneyerek, deney sonuçlarını kaydetti. Bu araştırmalar özellikle 1960’lı yıllarda Sovyetler Birliği’ndeki çalışmalarla geliştirildi. Vücudumuzun enerji haritası çıkarıldı. Tesla’nın başladığı beynin ön lobu ile arka lobu arasındaki enerji değişiminin verileri ve araştırmaların hangi aşamaya geldiği bugün halen kamuoyu tarafından bilinmemektedir. Bilebildiğimiz sadece Rus bilim çevrelerinin “telekines” olarak tanımladıkları çalışmalarda beynin normal Beta durumundayken, Alfa ve Teta boyutlarına geçilmesi durumundaki sonuçlarının gerek Tesla ve gerekse de Sovyet bilim çevreleri tarafından incelendiği gerçeğidir.

Bu araştırmaların önemi şudur. Beynin Beta boyutundan, kişi uyanık durumdayken Alfa ve Teta boyutlarına sıçratılmasının sonuçları, “parapsikoloji-par/anormal faaliyetler” olarak adlandırılan alandan başka bir şey değildir.

Tesla araştırmaları bu alandaki incelemelerin insanlık tarihinde mistik olarak korunan örtüsünü kaldırmış, ruh denilen şeyin de bioenerjimizden başka bir şey olmadığını göstermiştir.

Bu araştırmalar bilimin ulaştığı sınırlar bakımından, fizikötesi olarak tanımlanan alanın fizik içerisindeki tanımını mümkün kılmıştır.

Tesla’nın araştırmaları insan beyni ile sınırlı kalmadı. Adım adım küresel bir projeye doğru ilerlemeye başladı. Dünyanın enerji potansiyeli ve insanın bioenerjisinin dünyanın bioenerjisi ile olan ilişkisini incelemeye başladı. Colorado’da kurduğu gözlemevi ve lâboratuarında yaptığı araştırmaların sonucunda bir ütopyaya ulaştı.

Dünyanın ve atmosferin sürekli olarak elektir ile şarj edildiğini ve şimşeklerin atmosferdeki düzenli uzay aralıklarında gerçekleştiğini saptadı.

Bu saptaması 1997 yılında Ruslar’ın MIR uzay istasyonu tarafından doğrulandı. Tesla, bu saptamasından hareketle, kablosuz enerji aktarımı ile yalnızca telgraf mesajlarının değil, sesin, görüntünün ve her türlü yazılı bilginin dünyanın istenilen yerine iletilebileceğini söyledi ve bu söylediklerini projeye dökmeye başladı.

Tesla’nın bu cümleleri sarf ettiği yıl Mayıs. 1899 tarihidir. 1899 yılında lâboratuvarında telgraf çoktan ilkel bir alete dönüşmüş, televizyon, bilgisayar, cep telefonları, çağrı cihazları, modem hatlar üzerinde çalışmalara başlamıştır.

Tesla, Century Magazin ile temasa geçerek, Colorado çalışmalarını makaleye dökmek istediğini belirtti. Dergi editörleri, ondan sansasyonel aydınlanma teknikleri üzerine yazı bekliyorlardı. Fakat, ondan gelen yazının üstbaşlığı:“İnsan enerjisinin yükselmesinin problemleri” alt başlığı da:

“İnsan faaliyetlerinin ve çalışmalarının fizyolojik tartışması” idi.

Dergi makaleyi yayınlamadı. Tesla, yazısında:

kablosuz enerji üretimi ile evrensel bir dünya sistemi kurulacağını, her türlü mesaj, görüntü, film ve sınırsız şekilde dünyanın değişik ülkelerindeki insanlar arasında iletilebileceğini, uçağın geliştirilmesi ile ülkeler arasındaki sınırların kalkacağını ve insanların serbestçe yolculuk yapabileceğini daha da önemlisi dünyanın depolanmış enerjisinden herkesin basit bir alıcıyla sınırsız yararlanabileceğini ve süreç içerisinde el emeğine olan ihtiyacın minumum düzeye ineceğini belirtiyordu.

Tesla, makalesinde yer alan görüşlerini beş ayrı buluş üzerinde şekillendiriyordu. Bunlar sırasıyla:

1). Tesla bobini (Voltaj ayarı yapabilen bobin)

2). Transmitter (Dünyanın elektriğinin şarjı ile rezonans olan aydınlanma alanları)

3). Kablosuz sistem

4). Bireyselliğin sanatı (Bu Tesla’nın düzeneğinde her bireyin kendi dalga boyundaki alıcısının tasarımı idi. Her bireyin kendi istasyonu kendisine gönderilen mesajları alabilecekti. Bunu günümüzde kullanılan cep telefonu ve e-mail’in ilk prototipi olarak tanımlayabiliriz)

5). Uzay ötesi dalgalar (Tesla gezegenimizin belli dalga boyutlarına tepki verdiğini tespit etmiş ve Dünya’yı sürekli vibrasyonda olan bir enerji topuna benzetmiştir. Dünyanın etrafında oluşturulacak enerji tarlası ile Dünyanın enerjisi hiçbir kayba uğramadan değerlendirilebilecek ve böylece gezegenimizi kirletmeyen temiz ve parasız bir elektrik elde edilebilecekti)

Sonuç ne oldu?Tesla’nın ütopyasında tek bir etken eksikti (her zaman olduğu gibi); ekonomik etken. Tesla’nın bu açıklamaları Westinghouse firmasında alarm sinyallerine neden oldu. Edison’un doğru akım endüstrisini yok etmiş, oluşturduğu alternatif akım sistemi ile yeni bir endüstri düzeni kurmuş ve bu

düzen üzerinde Westinghouse ve General Elektrics gibi dev tekeller türemiş, dünya imparatorlukları kurmuşlardı. Şimdi Tesla hepsini kablosuz enerji üretiminin yeni düzeni ile tehdit ediyor ve kendi kurduğu endüstriyi çöpe atacağını açıklıyordu. Westinhouse ve General Elektrics patronları kuşkusuz Tesla’nın ne istediğini anlamıyorlardı. Tesla, patent ücretleriyle lüks bir yaşam yaşıyordu. Peki ama derdi neydi?

Tesla’nın çabasını tek anlayabilen Samuel Clements (Mark Twain) oldu herhalde.. Hayatında hiçbir zaman yakın dostluklar kurmamış olan Tesla ile Clements arasında dostluk da 1910 yılında Clements’in ölümü ile sona erdi. Tesla, ölümüne kadar ki yılları kablosuz sistemin inşasını oluşturmak için çabaladığı bir koşturmaca ile geçirdi. Bu süreçte ihtiyacı olan parayı temin edebilmek için tüm patent haklarını sattı. Yugoslav Hükümeti imdadına yetişti. 75. yaş gününde, günlük yaşamını sürdürebilecek bir maaş bağlandı.

Einstein’ın “rölativite teorisi”nin yetersiz olduğunu, “dinamik yer çekimi teorisi”nin yakında kendisi tarafından kamuoyuna sunulacağını açıkladı. Konuşmasında ses, ısı, ışık, röntgen ve radyo dalgalarının yerçekimi ile olan ilişkisinden söz etti. Yerçekimi dalgalarından söz ettiği bu konuşması, 1980’li yıllarda tekrar hatırlandı. “PSR 1913 + 16” olarak adlandırılan ve enerji kaybına neden olan “double neutron star”ın 1980’li yıllarda bulunmasıyla yer çekimi dalgalarının varlığı kanıtlandı. Tesla bunu nasıl keşfetmişti? Einstein’ın rölativite teorisine neden karşı çıktığını ve yerçekimi dalgalarının varlığını nasıl keşfettiğini hiçbir zaman açıklamadı. Küsmüştü !

Tesla, 1943 yılında 87 yaşında öldü. O güne değin, geçimi için Westinghouse da dahil olmak üzere zengin ettiği arkadaşlarının teklif ettiği hiçbir yardımı kabul etmemiştir. Birisi hariç, kabul ettiği tek yardım Yugoslavya Hükümeti tarafından 75. Doğum gününde bağlanan emekli aylığı.. Öldüğünde yanında en sevdiği hayvanlar olan güvercinleri bulunan bu yalnız adamın dünyadan göçü yalnızca kapital dünyasının egemenleri ile Pentagon’u sevindirip huzura kavuşturmuştur.

Nikola Tesla’nın adı Amerikan kaynaklı kitaplardan silinmiş de olsa, değeri kendi ülkesinde bilinmektedir. Tesla’nın kapitalist sistemi çökertip ortadan tümüyle kaldıracak olan enerji teknolojisinin derinlemesinie araştırılması gereklidir. Ayrıca, süper güçlerin Tesla teknolojisi ile hangi gizli savaş projelerini uygulama alanında yaşama geçirdiği ve geçirmeye çalıştığı da objektif ve cesur araştırmacılar tarafından mercek altına alınmalıdır. New York’daki lâboratuvarında yaptığı deneylerde birkaç kilometre öteden hissedilen bir deprem yaratmış radikal bir mucit olan Tesla’yı gerçek anlamda değerlendirebilecek olan ancak gelecek yüzyılların insanlığı olacaktır.

***

NİKOLA TESLA’NIN ANISINA

Tarih boyunca akademik çevrelerde insanlığı karanlıktan aydınlığa çıkaran öncüler ve mucitler onurlandırılmıştır. Ünlü fizikçi, bilim adamı, mühendis ve mucitlerin listesi insanlık gelişiminin önemli kilometre taşlarını oluşturur. Elektrik ölçüm birim ve terimlerinin çoğu, elektrik ve agnetizma altındaki fiziksel oluşumlarla ilgili ilk varsayımları ve icatları gerçekleştiren bu kuruculardan esinlenmişlerdir. Volta, Amper, Faraday, Hertz, Maxwell, Newton, Watt ve Weber, icat ve katkılarından beri standart elektrik ve manyetik ölçüm birimleriyle eşanlamlı hale gelmiş isimler arasındadır.

Bu onur listesine çok yakın zamanlarda dahil olan isim dr. Nikola Tesla’dır. Tesla’nın “Buluşların Altın Çağı” olarak adlandırılan dönemde, elektrik alanındaki buluş, anlayış ve gelişmelere yaptığı sayısız katkı ne kadar vurgulansa azdır. Alternatif akım üretiminin ve dağıtımının geliştirilmesinden ve dönel manyetik alının kavranmasından, yeryüzündeki elektrik dalgalarının keşfine ve telsiz, radyo, uzaktan kumanda, bilgisayar, telsiz güç üretim ve dağıtım tekniklerine, oradan parçacık ışın silahları ve ötesine... bilim alanındaki başka hiçbir birey çağdaş dünya üzerinde, bugün de hakkını teslim ettiğimiz, daha büyük bir etki yaratmamıştır.

Dolayısıyla, SI’nin (Uluslararası Ölçü Birimleri sistemi), geliştirilmesinden sorumlu, ağırlıklar ve Ölçüler Genel Konferansı’nın yeni bir Uluslaarası manyetik Akım Yoğunluğu Ölçü Birimi’ni temsil etmek üzere “Tesla” ismini ve “T” sembolünü seçmesi son derece uygundur. Manyetim akım için SI ölçüsü (T), ölümünden sonra Tesla’ya atfedilmiştir. MRI ve NMR gibi modem teknolojileri cihaz performansı ve spesifikasyonunun önemli bir bileşeni olarak vlçü birimine dayanmaktadır. (William C. Wysock/Tesla Teknoloji Araştırma)

KAYNAKLAR :

1). The Man Who Invended The Twentieth Century: nikola Tesla, Forgotten Genius of Elecricty. Robert Lomas, Headline, Londra 1999

2). Lightining in his Hand: The Life Story of Nikola Tesla, Inez Hunt and Wannetta W Draper, Omni Publications, Califorina 1977.

3) Tesla Said, Compiled by John T Ratzlaff, Tesla Book Company, N.Y. 1984

4). Remote Wiewing. Tim Rıfat, Century 1999, Londra.

5). Spark of Genius, R. Lomas, The Independent Magazine, 21 Ağustos 1999 Londra.

6). William J. Beaty, 1997, Tesla Invented Radio SCIENCE HOBBYIST website www.eskimo.com/-billb.

***

PANDORANIN KUTUSUNDAKİ ŞEYTAN

Gölcük, 17 ağustos 1999, saat:03.02.. Evlerindeki yataklarında uykunun derinliklerine dalmış insanlar can havliyle ve bilinçlerini yitirmişçesine kendilerini dışarıya atmaya çalışırlarken sanki din kitaplarında sözü edilen “kıyamet”i yaşadıklarına inandılar.

Deniz kuvvetleri Komutanlığı’nın devir teslim töreninin ardından beklenmedik bir zamanda ansızın çıkıp gelen uğultular ve şiddetli yer sarsıntıları, gece boyunca iki fırketeynin aydınlattığı Orduevi yerle bir oldu. Havai fişeklerin aydınlattığı Gölcük semaları birkaç saat sonra bilimadamlarının “deprem ışıması” diye tanımladıkları ancak ne olduğu tam olarak anlaşılamayan bir “şey” ile aydınlandı. Yaşayanların bir daha hiç unutamayacakları o uğultu ve sarsıntının ardından tüm Türkiye derin uykusundan uyandı. Binalar birbiri ardına devrilirken ölüm binlerce insanı aynı anda yakalıyordu.

Devlet hazırlıksız yakalanmıştı. Binlerce insan teknik yetersizlikten ötürü enkazların altında günlerce bir kurtarıcı bekleyerek can verdiler. Kısa süre sonra Türk kamuoyu kendisini hummalı bir tartışma içinde buldu. Binaların depreme dayanıklı yapılmayışı, fay hattının üzerinde yerleşim alanlarının kurulmuş olması, tüm mimari ve mühendislik prensiplerinin hiçe sayılarak kentler oluşturulmuş olunması uzun süre ulusal gündemi işgal etti.

Ancak hiç kimse depremi yaşayan insanların panik içinde dile getirmeye çalıştıklarını dikkate almadı. Oysa ki, bölge insanı geçmiş yıllarda da pek çok deprem yaşamıştı. Yani depremin ne olduğunu yaşayarak öğrenmiş insanlardı.

Dehşet anını yaşayanlar:“O gece ne olduğunu bilmiyorum ama bildiğim bir şey var ki bu depremden farklı bir şeydi.”

Depremi yaşayanlar gün geçip kendilerine gelir gibi olup panik duygularından arındıkça hafızalarında yer eden ve tanık oldukları “şey”leri birer birer dile getirmeye başlamışlardı. İfade ettiklerine göre depremden hemen önce Gölcük’ten Avcılar’a kadar geniş bir alanda görülen “ateş topu” ile ilgili bilimsel bir açıklama yapılamıyordu. Bazı bilimadamlarına göre sözü edilen “ateş topu” deprem ışımasıydı. Daha önce depremi yaşamış olan insanlar, böyle bir “ateş topu”nu ilk kez gördüklerini dile getirdilerse de kimse oralı olmadı.

Türk insanı televizyon ekranlarından yansıyan görüntülerle pek çok bilim adamıyla tanıştı. Bu bilim adamları sayesinde de karışık olan kafaları daha da karışırken pek çok teknik/bilimsel terim ezberledi. Fizik terminolojisi gelişen kamuoyu, depremde yaşadıkları hakkında hiçbir şey öğrenemediği gibi, gelecek zaman dilimlerinde başlarına daha neler gelebileceği hakkında da korku ve endişeleriyle baş başa kaldı. Her alanda baskı altında yaşama zorunluluğunu iliklerinde duyumsamaya alışık Türk insanı, endişelerini bir kez daha küskün iç dünyasına gömdü.

Ancak, zaman geçtikçe Türk basınının saygın isimleri ile bazı yazarlar, 17 Ağustos 1999 ve sonrasında yaşanan depremlerin ABD kaynaklı “yapay felaketler” olduğu üzerinde görüş bildirmeye yöneldiler. Ne var ki, bu görüşler Medya organlarında yer almadı. Çünkü, medyanın ABD finans kaynaklı patronlar ile CIA güdümlü yöneticileri araştırma ve düşünce pazarlayan gazeteci ve yazarların bu konudaki görüşlerini çıkarlarına aykırı gördükleri gibi “gerçekçi” de bulmuyordu! Onlara göre bazı gazeteciler ve yazarlar daha çok birer “ütopik komplo teorisyenleri” gibi faaliyet gösteriyorlardı. Çünkü, onlar yeryüzünden çoktan silinen komünizmin son artıkladirenişçileriydiler ve her taşın altından ABD ile CIA parmağı bulmakta ısrarcıydılar. Türkiye’de yaşanan depremin ardından ABD Deniz Kuvvetleri ihtişamlı “savaş gemileri” ile yardıma koşmuştu. Hem garip bir tesadüf olarak ABD Devlet Başkanı deprem sonrası geldiği Türkiye’de bölgeye giderek depremin yarattığı ölümcül ve yıkıcı tahribatı bizzat kendi gözleri ile gözlemlemişti. Şimdi tüm bunların ardından “emperyalist” ve “kapitalist” karşıtı, aslı astarı olmayan ve hiçbir bilimsel veriye dayanmayan “komünizm” yanlısı spekülasyonlar ile yaralı halkı “huzursuz” etmenin ve “kışkırtmanın” ne anlamı vardı?.. bu türden faaliyetlerde bulunan kişiler, dış güç odaklarının maşalarıydı!

Ancak Pentagon yıllardır çok güçlü ve çok gizli bir silah geliştirme çalışmaları sürdürdüğü gerçeği, her gerçek gibi bir geri bıraktırılmış ülke olan Türk kamuoyunun bilgisi dışındaydı. Oysa ki, medyanın görevi her konuda kamuoyunu bilgilendirmekti. Onca devlet desteği alan ve dünyadaki dev medya kuruluşlarından pek fazla bir noksanları bulunmayan Türk medyası, halkın çağını algılayıp özümseyebilmesi için gece/gündüz çalışmıyor muydu? Peki o halde Türk kamuoyunun dünyada ve Türkiye’de olup bitenlerden neden hiç haberi olmazdı? Oysa, medya her gün çarşaf çarşaf özel yaşamları sergilemeyi başarmıyor muydu? Kimin kiminle nerede ne yaptığını görüntüleyen Türk ulusal medyasının dünyada olup bitenlerden haberdar olmaması düşünülebilir miydi?

Onca Türk insanı yurtiçinde ve yurtdışında en üst seviyede eğitim görüyordu, ama onca eğitime karşın hâlâ radyoyu Marconi’nin değil de Nikola Tesla’nın icad etmiş olduğunu bile bilmiyordu. Hani artık iletişim çağı idi ve herkesin dünyanın her yerinde her olup bitenden haberi vardı? Demek ki gerçekte Türk insanının gördüğü onca eğitim boştu. Demek ki Türk insanı gazete okuyup Tv izleyerek aydınlanıp çağında ne olup bittiğini öğrenemiyordu. Ve daha da feci olan felâket; eğitimli olduğunu ve medya aracılığı ile çağını izleyebildiğini sanıyordu.

Bu durum, Türk insanının hangi koşullar altında yaşam sürdürmesinin nasıl sağlanabildiği gerçeğini gözler önüne sermektedir. Biz, yine temel konumuza dönelim.

Türkiye’de, Yunanistan’da ve Tayvan’da ardışık ve beklenilmeyen depremler, binlerce insanı uykunun derinliklerinde yakalayıp canından ederken, geride yıkıntılar altında tüm yakınlarını yitirmiş, inim inim inleyen insanlar bıraktı. Uzmanlar bu beklenilmeyen fay kırılmasının ardından, deprem felaketinin daha üç yıl süreceğini tahmin ettiklerini açıkladılar. Ne zaman? Nerede ve Kaç şiddetinde, sorularına ise; hiç kimse yanıt veremiyor. Açıkçası uzmanlar da şaşkın. Ama, şaşkınlıklarını gizlemeye ve soğuk kanlı olmaya çaba gösteriyorlar.

Oysa ki; doğal felaket gibi görünen depremin ardındaki giz perdesi aralandığında ardından PENTAGON’un Alaska ve Hollanda da konuçlanmış askeri tesislerinin marifetleri gün ışığına çıkıyor. Şimdi size 1900’den günümüze dünyada en çok sansüre uğramış, çok yakın bir zamanda ise; 4 milyar insanı yok etmek için uygulamaya konmuş korkunç bir gerçekten söz edeceğim.

ABD’nin son derece gizli yürüttüğü projenin adı: High Freqency Active Auroral Research Program (HAARP), adından da anlaşılacağı üzere, Yüksek Frekans Aktif Aurora Araştırma Programı! Bu program ABD’nin “Yeni Dünya Düzeni” ile Siyonizm’in “Dünya Hükümeti” planlarının ürünü..

Her şey, Bay Tesla’nın elektromanyetik dalgalar kullanarak, doğayı etkilemeyi başarmasının ardından, 1900’de patent almak için başvuruda bulunmasıyla başlamıştı. Bay Tesla, elektromanyetik titreşimler kullanarak, fırtınalar yaratıp yağmurlar yağdırabiliyordu. Bay Tesla’nın bu buluşundan yola çıkan bir çok bilim adamı kolları sıvamış, onun bu buluşunu geliştirmeye yönelmişlerdi. 1900’de Bay Tesla’nın sahibi olduğu patent, günümüzde Raytheon firmasına ait.

ABD Savunma Bakanlığı, ABD Deniz Kuvvetleri, ABD Hava Kuvvetleri ve Alaska Üniversite Fairbanks’ın gizli ve ortaklaşa yürüttükleri proje kontrolünde elektromanyetik titreşimlerden yararlanılarak geliştirdikleri alet ile Başkan Regan döneminde uygulamaya konulan “Yıldız Savaşları Projesi” (Star Wars)’ın pabucunu dama atmayı başardılar. Çünkü, çok daha ucuz ve güçlü bir silah olduğu gerçekleştirilen deneylerle kanıtlanmış bulunuyor.

ABD, bu projeyi son 6 yıldan buyana Alaska’nın Gekona askeri üssü yakınlarında, ABD Hava ve Deniz Kuvvetlerince geliştirip uygulamaya koydu. Resmi amacı: İyonosfer’de araştırma yapmak! Bu projenin gerçekleşmesinde üç ABD şirketi ARCO, Raytheon ve E-Sistemleri’nin önemli katkıları var.

HAARP öyle bir güç ki; bakınız neler yapıyor:1). İklimleri değiştirebiliyor.2). Kutupları eritebiliyor ve yerinden oynatabilir. Bir başka “Buz Zamanı” yaratabiliyor.3). Ozon tabakası ile oynayabilir4). Okyanus dalgalarını kontrol edebiliyor5). Dünyanın enerji alanlarıyla oynayarak, insan beynini kontrol altına alabiliyor. Örneğin: Ruh sağlığını bozarak düzensiz davranışlara, kan kimyasının olumsuz etkilenmesine, metabolik değişimlere, sinir sisteminin bozulmasına yol açarken, beyinsel ve sinirsel fonksiyonları etkileyerek de insanları şaşkın hale getirebiliyor.6). Radyasyon yaymayan termonükleer patlamalar oluşturabiliyor7). Depremler yaratabiliyor8). Eko sisteme zarar verebiliyor, hayvanları göç ettirebiliyor9). Met dalgaları yaratabiliyor10). Ufuk üstünde bir radar sistemi yaratabiliyor11). ABD ordu komünikasyon sistemi çalışmaya devam ederken, diğer tüm komünikasyon sistemlerini tümüyle işlemez hale getirebiliyor12). ABD denizaltılarının (ELF Extremely Low Frequency) olağanüstü alçak frekans kullanabilmesini sağlıyor

Yukarıda sıraladıklarım yalnızca bir bölümü.. Bu gerçeklerin ışığında bir bakışta nasıl bir tanrının çocukları olduğumuzu algılamak çok kolay! Bazı fizikçiler bu projeye şiddetle karşı çıkıp, internette insanlığı uyaran yazılar yayınlamaya çalıştılar. Ama, internette HAARP projesi karşıtı tüm siteler PENTAGON tarafından bir anda siliyordu. Bu projeye karşı çıkan pek çok insan CIA’in örtülü ve yargısız infaz operasyonlarında ortadan kaldırılıverdi. Herkes susturuldu. Bu şiddet ve baskı ise; 1900’den beri süregeldi.

ABD ve Rusya ortaklaşa dünya nüfusunu 6 milyardan 2 milyara düşürme kararı aldılar. Böylece; eğitimsiz, fakir, ilkellikten kurtulamayan ve giderek artan dünya nüfusunun “temizlenerek”, dünyanın gelecekte büyük bir kaosa sürüklenmesinin önüne geçileceği varsayılıyor. Uygulamaya konan plana göre, geride kalacak olanlar: Seçkin siyasiler, zenginler ve entellektüeller olacak. Özetle Tanrılar, işe yaramaz olarak gördükleri 4 milyar insanı cezalandırarak, işe yarar gördükleri insanlardan oluşan yeni bir dünya yaratacak. Bunun adı ise; “Yeni Dünya Düzeni!” Hiç kimse nükleer savaş, çıkacak diye beklemesin. Artık, insanlığı doğal afet görünümü altında uygulamaya konan yepyeni bir savaş teknolojisi bekliyor. Bu savaş teknolojisi “Yapay Tufanlar” yaratıyor.

Dünya haritasına baktığınızda Türkiye’nin ABD’nin Alaska/Gakona askeri üssünün tam karşısına düştüğünü görebilirsiniz. Ayrıca proje araştırmalarına ve deneylerine tanık olanların yaptıkları açıklamalara göre, gökyüzünde beyaz ve kırmızı ışık görüldüğü söyleniyor.

ABD’nin “Yeni Dünya Düzeni” ile Siyonizm’in “Dünya Hükümeti” programları içinde yer alan HAARP projesi, dilediği anda dilediği yerde deprem felaketi sonuçları vererek, en etkili, en kesin sonuca ulaşılmasının ilk adımları. HAARP Projesi ile geliştirilen alet şu anda %10 kapasite ile çalışıyor. Aletin tam olarak geliştirilerek uygulamaya konulacağı tarih ise; 2002..

PENTAGON, ABD Kongresi’ne verdiği raporda aletin yalnızca 3.5 kilowatt güce sahip olduğunu bildirmekte. Ancak, bu proje üzerinde çalışan bilim adamları aletin 3.500 kilowattlık bir enerji yaratabildiğini açıklıyorlar. 2002 yılına varıldığında aletin erişeceği güç ise; hesaplanamıyor bile.. Proje Alaska/Gakona’da tatbike başlandığında PENTAGON, aletten 100 bin kilovatlık bir enerji elde etmeyi umduğunu açıklamıştı.

Dünya insanlığı ABD emperyalizmi karşısında suskun kaldıkça sıranın kendisine geleceğini hiç düşünemedi. Güçlünün yanında yer almayı ve ona ortak olmayı akılcı bulan siyasiler, kişisel çıkarları için, ülkelerini satarlarken, masum insanları nasıl bir felakete sürüklediklerini biliyorlardı.Mitoloji, tarih ve tüm din kitaplarında yer alan tufanlar artık ABD patenti taşıyor. ABD patentli tufanların ilk provaları 1993’den bugüne Orta-Batı Amerika’daki sel felaketleri, Temmuz 1998 Papua Yeni Gine’deki büyük dalgalar, 19996’da Çin/Tangshau’da, 1999 Türkiye/İzmit depremi ardından Yunanistan ve Tayvan depremleri..

GÖLCÜK DEPREMİ GİBİ

5 Haziran 1977 tarihli, New York Times’da, 28 Temmuz 1976 tarihinde Çin, Tangshan’da yaşanan ve 65.0007in üzerinde kişinin ölümüyle sonuçlanan depremle ilgili bir yazı yayınlandı.

3.427deki ilk sarsıntıdan hemen önce gökyüzü gündüz gibi aydınlanmıştı. Tıpkı 17 Ağustos 1999 tarihinde Gölcük’te olduğu gibi.. Temelde beyaz ve kırmızı olan çok renkli ışıkları 200 mil uzaklıktan görmek mümkündü. Birçok ağacın yaprakları yandı ve gelişmekte olan sebzeler sanki bir “ateş topu” tarafından adeta kavrulmuştu.

Bazı araştırmacılar bu elektriksel etkilerin, elektromanyetik plazma ve top şeklindeki aydınlatmayla bağlantılı olduğuna ve garip parıltıların da Tesla tipi teknoloji ve/veya HAARP benzeri vericilerden kaynaklandığına inanıyorlardı. Bu renkli ışığın parıltısı Nikola Tesla’nın 1935 yılında belittiği “her çeşit emsalsiz etkiden” biri miydi? Yoksa bu deprem, hiçbir kuşku duymayacak Çin halkı üzerinde uygulanan bir sistem denemesi miydi? Yanıt kesinlikle doğal bir deprem gibi görünmediği şeklindeydi.

Ocak 1978 tarihinde Dr. Andrija Puharich’ın, “Global Manyetik savaşı” ve Layma’nın 1976 ve 1977 yılında “Dünya Gezegenine Yönelik Alışılmadık yapay Etkiler” başlıklı detaylı bir araştırma raporu yayınlandı. Dr. Puharich raporunda şunlara yer veriyordu:“1976 yılındaki büyük depremlerin yanında bir tanesi vardı ki özel bir dikkat gösterilmelidir. 28 Temmuz 1976 Tangshan, Çin depremi”

Specula dergisinin Ocak 1978 tarihli sayısı, “Tesla Etkisi” adı verilen, birçok bilim adamını inanılmaz bir şekilde etkileyen makale yayınladı. Makaleye göre, “

“..belirli frekansların sinyalleri dünyanın kendisinde sürekli dalgalar oluşturmak için dünyadan gönderiliyordu. Bu sürekli dalgada şu an dünyanın yüzeyinden beslendiğinden çok daha fazla enerji bulunmaktadır.”

Dr. Peter Beter, Rusların 1977 yılında Filipinler’in çevresindeki denizlerin derinliklerindeki çukurlara fizyon bombaları yerleştirdiklerini belirtmiştir. Dr. Beter, Filipinler’in dev Pasifik teknoteknik tabakasında anahtar/kara pozisyonunda olduğuna inanıyordu. İddiaya göre Rusya zaten daha önceden Pasifik Okyanusu’nun diğer bölgelerinde depreme yol açabilecek güçlü denizaltı silahları yerleştirmişti. Dr. Beter, kasıtlı olarak yapılan şeyin, gerilimin yüksek düzeylere ulaşabileceği Filipinler hariç, Pasifik tabakasındaki gerilimi azaltmak için olduğuna inanıyordu. Sonra belirli bir noktada, belirli bir nokk-tada Filipinler’in çevresindeki bombalar patlatılacaktı. Bunun inanılmaz depremlere ve gel/git dalgalarına yol açması ve Amerika’nın Batı Kıyısı’nda felaket yaratması bekleniyordu. Filipinler’de alevlenen volkanlar bu bölgenin gerilimli olduğunun bir işaretiydi. Bu noktada depremler ile volkanların birbirleri arasında bağlantılı olduğunu göz ardı etmemek gerek.

Washington Post’un 30 Ocak 1981 tarihli baskısında, 1979 yılında dünyada 56 önemli deprem olduğu ve 1980 yılında yıllık rakamın 71’e yükseldiği yer almıştı. Rastlantısal bir şekilde, f980 yılında hem Rusya hem de Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ELF vericilerinde bir artış olmuştu.

1981 yılında nükleer mühendis ve Amerika’daki önde gelen Tesla araştırmacısı Albay Thomas Bearden, Amerikan Psikotronik Derneği’nde bir konferans verdi. Konuşmasının bir bölümünde aynı zamanda 1978 Specula dergisinde de tartışılan Tesla vericileri tarafından üretilen kalıcı dalgalardan söz etti. Albay aslında HAARP’ın nasıl çalıştığını anlatıyordu:

“Yaptığımız şey frekansı değiştirmektir. Eğer frekansı bir yönde değiştirirseniz, enerjiyi dünyanın diğer bölümünde hedeflediğiniz yerin ilerisindeki atmosfere boşaltırsınız. Havayı ionize etmeye başladıkça, hava akış seyrini, jet gidişlerini vb. şeyleri değiştirebilirsiniz. Bu mükemmel bir hava makinasıdır. Eğer ani bir şekilde boşaltırsanız, bunun gibi küçük iyonizasyon elde edemezsiniz. Bu kez kıvılcımlar ve ateş topları (plasma) dünyanın yüzeyine boşalacaktır. Bu aletle ileri

geri oynayarak, dünya çapında dev hava değişikliklerine neden olabilirsiniz.”

Albay Bearden, bunu neredeyse eğlenceli bir hava oyuncağı gibi tanıtıyordu. Fakat bu aynı zamanda 28 Temmuz 1976 Tangshan, Çin’de ölen 65.000’in üzerindeki insanları da anımsatıyordu. Kuşkusuz 17 Ağustos 1999 Gölcük depremini de..

1 Ekim 1998 tarihli Hürriyet gazetesinin “Kıyamete Kadar yetecek Enerji” başlığı haberi konun bir başka yönünü de işaret ediyordu.

“27 Ağustos gecesi dünya enerji bombardumanına uğradı. Eğer bu radyasyonu depolanabilseydi, dünya kendisine milyarlarca yıl yetecek enerjiye sahip olacaktı.

Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi’nin düzenlediği basın toplantısında konuşan bilim adamlarına göre, Büyük Okyanus’ta bulunan Havaii Adası’nın üzerindeki iyonosfer tabakası gamma ve X ışınlarının bombardımanı altında kaldı. Beş dakika süren kozmik yağmur sırasında dış atmosfer tabakasında gece kısa bir süre içinde gündüze dönüştü.

Dünyanın 60 ila 80 km üzerinde bulunan iyonosfer tabakası bu enerjiyi yuttuğu için bu kozmik bombardımanın dünyaya herhangi bir zararı dokunmadı. Sadece elektronik donanımların zarar görmemesi için uydulardan ikisini geçici olarak durdurmak gerekti. California Üniversitesi’nden Kevin Hurley, iyonosfere boşalan gücün gelecek 300 yıl içinde güneşin dünyaya sağlayacağı enerjiye eşdeğer olduğunu söyledi.

Hurley, “Bu enerjiyi depolayabilseydik, kainatın sonuna ve daha sonrasına kadar her kenti, her köyü, her ampulü aydınlatacak enerjiye kavuşurduk” dedi.

Soru şu: acaba depremlerle birlikte açığa çıkan ve ateş topu olarak fide edilen dev enerji yoğunluğu da HAARP tarafından depolanıyor olabilir mi? Acaba kimler için?

Bu arada Rus bilimadamları ABD’yi yaptığı araştırmalar konusunda uyarmayı da ihmal etmiyordu. 28. Ocak 2000 tarihli Hürriyet gazetesinde Nerdun Hacıoğlu imzasıyla yeralan haberde şöyle deniliyordu:

“Amerikan fizik laboratuarlarında deney aşamasına gelen “evrenin yaratılış modeli” deneyi, Rus bilim adamlarını “kıyameti kopartacaklar” endişesine yöneltti. Rus bilimadamları, deneylerin bir “karadelik” oluşturabileceğini belirterek, “Evrenin yaratılışını laboratuarda görelim derken, dünyayı yok etmeye kadar giden zincirleme reaksiyon başlatılabilir” uyarısında bulundular. Rus fizikçiler, “Tarihte hep böyle olmadı mı? Atom bombası icadı da fizikçilerin masum bir fikrinden doğmadı mı? diyerek bu fikrin sonuçlarının da masum olmayacağını vurguladılar.

Rus fizikçiler, kıyamet teorilerini şöyle açıkladılar:

“ABD laboratuarlarında, daha doğrusu yer altında bulunan 5 km’lik ‘parçacık hızlandırıcısı’nda altın iyonlardan iki güçlü akım oluşturulmak isteniyor. Bu iyon akımları tıpkı bir rayda giden iki tren gibi yol ortasında çarpıştırılmak isteniyor. Teoriye göre, çarpma noktasında 15 milyar yıl önce evrenin yaratıldığı andaki ortamı sağlamak ve evrenin “büyük patlama” sonucu doğduğu kanıtlanmak isteniyor. Ancak fizikten anlamayan biri bile tehlikenin farkına varabilir. Çarpışma noktasındaki ısı milyarlık derecelere vararak yalnız Güneş’te değil, hiçbir yıldızda bulunmayan bir ısı ortaya çıkartacak. Vakum ortamında ortaya çıkan ısı, Güneş’ten 10 kat daha yüksek olacak. Bu da Brookhaven merkezli bir karadelik yaratabilir. Bir anda ne olduğunu anlamadan yok oluruz.”

TÜRKİYE’Yİ DEPREM DEĞİL SİYASİLER YIKTI

MAFİA-Siyasiler-Müteahhitler ve Mühendisler para kazanmak için acımasız hırsızlıklarıyla, Türkiye’yi yerle bir ettiler.

17 Ağustos 1999’da, gece saat: 03.02’de başlayan 7.4 şiddetindeki deprem, 45 saniye sürdü ve binlerce cana mal olan acı bir felaketle son buldu.

Türk halkı, çığlıklar arasında göz yaşlarına boğuldu.. Acılar içinde kıvranan halk; şaşkın, çaresiz, umarsız, küskün ve yapayalnız.. Doğal felaket deprem, on binlerce insanın yaşamına mal olurken, on binlerce insanı ölümden beter bir yaşamın içine itiverdi. Pek çok ana-baba canlarından kıymetli yavrularını yitirdi.. Pek çok küçük çocuk, dünyadan habersiz bir halde anne-baba ve kardeşlerini yitirdiğinin henüz bilincine varabilmiş değil.. On binlerce insan bir anda her şeylerini yitirdikleri gerçeğiyle yüz yüze kalmalarına karşın; Allah’ın lütfuyla canlarını yitirmemiş olmalarının sevinci ile acılar arasında sıkışıp kaldı..

Hiç kimse ne olup bittiğini anlayamamıştı.. Deprem şokunun ardından canlı olduklarının farkına varanlar, gecenin karanlığında yıkıntılar arasında aile bireylerini aramaya başladılar. Fakat, kendi seslerinden başka bir ses duyamadılar.. Neden sonra, kendileri gibi hayatta kalanlarla karşılaşmaya başladılar. Birbirlerini hiç tanımayan insanlar birbirlerine sarılırlarken, göz yaşları birbirine karışıyordu.. Deprem şokunun yerini, yürekleri parçalayan feryatlar almıştı.. Kadınlar, yavrularını yitirdiklerinin farkına vardıkça anlatılmaz acılar içinde bir daha içinden çıkamayacakları ruhsal depresyon geçiriyorlardı.

İstanbul, Bursa, Yalova, Kocaeli, Sakarya, Bolu, Eskişehir, Zonguldak ve Tekirdağ’da On binlerce aile yaşamlarını sürdürdükleri mutluluk yuvalarının altında kalarak can verdi.

18 Ağustos günü sabahın ilk ışıklarıyla birlikte gözler önüne serilen korkunç manzara tam anlamıyla bir trajediydi. Deprem, yıllardır sürdürülen hırsızlığı ortaya çıkartıyordu. Akıp giden zaman içinde Belediye yönetimlerine gelen tüm sorumlular, mühendisler ve müteahhitler, acımasızca her yapıda hırsızlık yapmayı doğal bir alışkanlık haline getirdiler ve 17 Ağustos gecesi 7.4 şiddetindeki bir depremde yıkılan, 35 bin kişinin ölümüne, 50 bin kişinin yaralanmasına ve milyarlarca dolar zarara yol açan tarihi fotoğrafa imzalarını attılar.

YARDIM YOK

Deprem 45 saniye sürmüş, on binler enkazlar altında can vermiş, zaman akıp gidiyor, saatler saatleri kovalıyor, yaralılar enkaz altında inim inim inliyor ama, bir türlü yardım gelmiyordu. Herkes kendi başının çaresine bakmak zorunda kalmakla yüz yüze gelmenin verdiği hüsranı yaşıyordu.

İNSANLIK DIŞI TİCARET

Ne acıdır ki; bunca felaketin ardından bir başka gerçek daha yaşandı. Deprem felaketiyle acılara terk edilen halk, aç ve susuz kalmıştı. Birden deprem bölgelerinde beliren simsarlar, ekmek ve su satışına başladılar. Fiyatı 80 bin lira olan ekmeğin fiyatı: iki milyon, fiyatı 100 bin lira olan küçük bir şişe suyun fiyatı ise; bir milyon liradan satışa sunuldu.

YAĞMACILIK ÖNLENEMEDİ

Depremin ardından yaşanılan acıların ardı arkası kesilmek bilmiyordu. Yıkıntılar arasına dalan bazı kişiler, “Biz kurtarma ekibiyiz” diyor ve yıkıntılar arasındaki cesetlerin üzerindeki altın eşyalar ile bulabildikleri paraları çalıyorlardı ki; bu geride kalanlara ölümden daha acı geliyordu.

HASTANELER YETERSİZ DOKTOR YOK

Tesadüfen hayatta kalan yaralıları hastanelere götürecek tek bir ambulans bulunamadı. Hastaneye gitmeyi başaranlar kendileriyle ilgilenecek doktor bulamadı. Hastanelerin koridorları ve bahçeleri acılar içinde inleyen, her geçen saniye ölüme bir adım daha yaklaşan kanamalı ve ağır yaralılarla dolup taştı. Ancak; organizasyon bozukluğu ve sorumsuz zihniyet onları ölümden kurtarmadı.

KURTARMA ARAÇ GERECİ YOK

Deprem yıkıntıları arasında kurtarılmayı bekleyen ağır yaralıları, enkaz altından çıkartabilmek için, iş makinaları deprem bölgesine ulaştırılamadı. Deprem zedeler, kurtarma çalışması için, çevre yerleşim bölgelerinden çok yüksek fiyatlarla iş makineleri kiralamak zorunda kaldılar.

DÜNYA YARDIMA KOŞTU

Avusturya, Amerika, İsrail, İngiltere, Fransa ve Almanya’dan yola çıkan yardım ve enkaz kurtarma ekipleri Türkiye’ye koştular. Ancak; organizasyon bozukluğu nedeniyle gelen ekiplerin deprem bölgelerine ulaştırılmaları traji-komik sonuçlarla gerçekleşebildi. ŞARKILAR UMDUN SESİ OLDU

Anne ve babalarıyla birlikte Hollanda’da yaşayan Burak ile Sinan, Adapazarı’na çok sevdikleri anneannelerini ziyarete gelmişlerdi. Bir kabus gecesi olan 17 Ağustos gecesi, uykunun derinliklerinde kulaç atarlarken, bina başlarına çöküverdi. Ancak; şansları yaver gitmiş, bir kanepenin altında kalmışlardı. Hiç hareket edemiyorlardı. Kurtarma ekiplerini beklemekten başka yapacakları hiçbir şey yoktu. İki kardeş, sürekli konuşarak birbirlerine cesaret vermeye çalıştılar. Zaman akıp gidiyor, yardım gelmiyordu. Bir süre sonra sözcükler tükendi.. Ama iki kardeş, umutların tükenmemesi gerektiğinde kararlıydılar. Sinan, şarkı söylemeye başladı. Kardeşi Burak’ta ona katıldı. Hiç susmaksızın saatlerce bildikleri şarkıları söylemeyi sürdürdüler.. Ve tam 54 saat sonra, yıkıntılar arasında canlı kalanları kurtarmaya çalışan amcalar, kulaklarına gelen seslere inanamadılar. İki küçük çocuk yerle bir olmuş binanın yıkıntıları altında şarkı söylüyordu! Kurtarma ekipleri hemen harekete geçtiler. Enkaz kaldırma çalışmaları saatlerce sürdü. Sinan ve Burak kardeşler şarkı söylemeyi sürdürdü. Söyledikleri umut şarkıları onları yeniden yaşama kavuşturmuştu...

İDRARINI İÇEREK HAYATTA KALDI

Deprem gecesi Yalova’da Er ailesinin oturduğu Malazgirt Caddesi’ndeki Gök Apartmanı da yerle bir oldu. Apartman sakinleriyle birlikte Yüksel Er, akrabaları Işık, oğlu Eser ve kızı Ecem de enkaz altında kaldı. Her şey 45 saniye içinde olup bitmiş, diri diri betona gömülmüşlerdi. Misafir olan Işık, depremden hemen sonra enkaz altından çıkmayı başarmıştı. 14 yaşındaki Eser ve apartman sakinlerinin bazıları yardım ekiplerince kurtarılmıştı. Tam 13 saat süreyle enkaz altında kalan Eser Er, babasıyla kız kardeşinin altında bulunduğu enkazdan ayrılmadı. Dakikalar, saatler hatta günler geçiyor umutlar, akıp giden zamanla birlikte tükeniyordu. Aradan tam 4 gün geçti.. Japonya ve Avusturya’dan gelen ekipler enkazda inceleme yaptılar, canlı olmadığı kararını alarak diğer enkazlara yöneldiler. Ama, Eser Er ayrılmadı. Bir ses, bir inilti, bir tıkırtı duymaya çalıştı. Saatler gece yarısına ulaştığında zayıf bir ses duydu. Babası yaşıyordu! Eser Er:”Yaşıyorlar”diye, çığlıklar atmaya başladı. İzmir Emniyet Müdürlüğü Özel Harekat Şubesi’nden deprem bölgesine yardıma gelen Komiser Engin Erkılıçoğlu başkanlığındaki polisler Yüksel Er’i kurtararak yaşama kazandırmayı başardılar. Tam 97 saat ecelle pençeleşen Yüksel Er, kızının umudunu yitirmemesi sayesinde kurtarılmıştı. Yüksel Er, “Çok susadım ve idrarımla dudaklarımı ıslatmak zorunda kaldım” derken, ağlayarak kızı Eser Er’e sarılarak hıçkırıklar içinde ağlıyordu..

TÜRK HALKINI MEHMETÇİK KURTARDI

Sivil otoritenin 75 yıldır sürdürdüğü basiretsizliğe bir yenisi daha eklenirken, çaresizlik içindeki halkın imdadına Atatürk’ün mütevazı ve gururlu Mehmetçik’i yetişip yaraları sarmayı başardı.

Türkiye’de yaşanılan deprem felaketine karşın, hiç kimse yaşamlarını sürdürdükleri kentleri terk etmeyi bir an olsun düşünmedi. Bu üzerinde çok durulması gereken bir noktaydı. Depremden şans eseri sağ olarak kurtulabilenler, korkunç bir savaş sonrasını andıran hayalet kentlerde kendi topraklarında, doğup büyüdükleri, ilk aşk, çeşitli sevinçler, hüzünler ve en son korkunç felaketi yaşadıkları toprakları terk etmeyi hiç düşünmüyorlardı. Çünkü biliyorlardı ki; onlar bu topraklarda var olmuş, bu topraklarda öleceklerdi.

Yaşanılan korkunç depremin ardından ortaya çıkan sivil otorite boşluğu, deprem felaketinin dehşetini yaşayan halka, bir başka inanılmaz dehşeti yaşattı: Sahipsizliği!.. Bu ölüm kadar acı gerçekle sarsılan halkın imdadına Türk Ordusu yetişti. Demokratik, Laik ve Hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nde ne yazık ki; sivil otorite varlığını göstermeyi, halka sahip çıkıp yaralarını sarmayı başaramadı. Ve 75 yıldır olduğu gibi yine halkın imdadına Atatürk’ün mütevazı ve güçlü askerleri yetişerek, sessizce duruma el koydu.

Genel Kurmay Başkanlığı depremin hemen ardından Trakya ve Bolu’dan 53 bin askeri harekete geçirerek deprem bölgelerine yönlendirdi. Ancak, sivil halkın yollarda oluşturduğu araç konvoyları yüzünden bölgeye 11 saat içinde ulaşılabildi.

Tam 74 tabur asker, felaket bölgelerine ulaşır ulaşmaz harekete geçti ve bir ekmeğin iki milyon liraya satıldığı yerlerde, halka dağıtılmak üzere bir anda ekmek, her türlü gıda maddesi, içecek, ilaç ve giyecek dağları oluştu. Öyle ki, sıcak havanın ve yardım malzemelerinin çokluğu nedeniyle pek çok gıda maddesi çöpe dönüştü.

En önemlisi enkaz ve kurtarma çalışmaları gerektiği biçimde yapılabilir hale gelirken. Bölgede doğan sivil otorite boşluğunun neden olduğu yağmalama ve can güvenliği sorunu bir anda yok oldu.

Sivil otoritenin olağanüstü hallerde “sıkı yönetim” ilân etme yetkisi bulunmasına karşın hükümet, böyle bir karar almayı bile düşünemedi. Ancak; Atatürk’ün gururlu ve mütevazı askerleri, bir kez daha Türk halkının yaralarını sarmayı ve ona sahip çıkmayı başardı.

Tüm dünyada demokrasi ve giderek artan özgürlük rüzgârları eserken, özürlü Türk demokrasisinin sorumlularının basiretsiz, rüşvet ve irtikaba gırtlağına kadar batmış, Sivil Otorite üyelerinin olduğu gerçeği bir kez daha su yüzüne çıktı.

31 Ağustos 1999Saat 11.11’de, İzmit merkezli deprem 5.2 şiddetinde gerçekleşti. Pek çok kişi balkonlardan ve evlerinin pencerelerinden atlayarak yaralandılar.

07 EYLÜL 1999Saat 14.56’da merkez üssü Atina olan deprem 5.9 şiddetinde gerçekleşti. Yunanistan’ın başkentinde pek çok binanın yıkılmasına ve can kaybına neden oldu.

09 EYLÜL 1999Merkez üssü Gökçeada olan deprem, 4.9 şiddetinde gerçekleşirken, sarsıntı Yunanistan’dan da hissedildi. Çanakkale ve çevresindeki halkı sokağa döktü. Ancak, can ve mal kaybı olmadı.

13 EYLÜL 1999

Yeni öğretim yılının ilk gününde günlerdir tedirginlik içinde yaşam sürdüren halk, sık sık yinelenen “artçı deprem” sarsıntılarıyla yaşamaya alışmaya başlamıştı ki; 13 Eylül saat 14.58’de, 6 şiddetinde 20 saniye süren ve merkez üssü İzmit olan güçlü bir sarsıntısıyla paniğe kapılan pek çok kişi balkonlardan ve pencerelerden aşağıya atlayarak yaralandılar. Anne ve babalar bugün okula başlayan çocuklarının durumunu merak ederek okullara koşarlarken, Hükümet deprem bölgesindeki okullarda on gün süreyle “moral tatil” ilan etmek zorunda kaldı.

17 Ağustos 1999 tarihinde yaşanan depremden geriye hasarlı olarak kalan binalardan bazıları çöktü. Hasarlı binalardan eşyalarını kurtarmaya çalışan kişiler, enkaz altında kalarak yaşamlarını yitirdiler. Ölü sayısı on binleri buldu. Geride kalan yaralı ve deprem/zedeleri bekleyen çadırlarda aylarca sürecek olan sefalet ve acılı yaşamlar bekliyordu. Soğuk kış günlerinde kullanılmak zorunluluğunda kalınan “katalitik” sobaların neden olduğu yangınlarda çadırlarının içinde diri diri yanan çocukları için yürekleri yanıp tutuşan acılı annelerin feryatları evrende yankılandı ise de ateş yalnızca düştüğü yeri yaktı.

DEPREMİN PÜF NOKTALARI

Türkiye’de yaşanan deprem felaketi sigorta şirketlerinin gözlerini Körfez’e çevirmelerine neden oldu. Çünkü; deprem Türkiye’nin dev sanayi tesislerinin yer aldığı bölgeyi, Türkiye’yi kalbinden vurmuştu. Türkiye ise; kalbini sigorta ettirmeyi unutmamıştı. Bu nedenle sigortacılar Türkiye’nin yaşadığı felaketi en derinden hissedenler oldu.

Türkiye sanayisinin %45’ini oluşturan dev tesislerin özellikle İzmit Petrol Rafinerisi’nde yangın çıkmasının ardından depremden zarar görmemiş olsalar bile, doğabilecek patlamalar sonucunda yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Bu risk en çok sigortacıların uykularının kaçmasına neden oldu.

Sigorta şirketlerinin ödemek zorunda kalacakları maddi tazminat 54 katrilyon lirayı buluyor. Sigorta şirketleri bu parayı rahatlıkla karşılayabilecek güçte olduklarını soğukkanlılıkla dile getirmeye çalışırlarken, etkinliklerini kullanarak siyasi çevrelere ellerinden geldiğince baskı uyguladılar ve Türkiye’nin yardımına koşulmasını talep ettiler.

EN BÜYÜK YARDIM İSRAİL’DEN

İsrail, özellikle son yıllarda partneri olduğu Türkiye’nin yardımına koşup en büyük yardımı yapan ülke oldu. “Bizim için bir insan kurtarmak demek, dünyayı kurtarmak demektir” diyen, İsrail’li yardım ekibi, partnerleri Türkiye için, içtenlikle çırpınarak tüm dünyaya örnek bir insanlık dersi vermeyi başardılar.

DENİZ KUVVETLERİ TESİSLERİ ÇÖKTÜ

Gölcükte’ki Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı orduevi tesislerinin bir bölümü çökerek 250 kişi enkaz altında kaldı. Enkaz altında kalarak yaşamını yitiren Kasımpaşa Askeri Deniz Hastanesi’nin eski Başhekimi emekli Amiral Mahmut Çitilci de yaşamını yitirdi. Gölcük Tersane Komutanı Tümamiral Nadir Kınay’ın eşi ile Gölcük Ana Üs Komutanı Tuğamiral Özbek Gürgün’ün eşi de depremde yaşamlarını yitirdiler. Pek çok asker göçük altında yaşamını yitirirken 43 asker kurtarılabildi.

MARMARA BÖLGESİNDE ÜRETİM KAYBI

Depremin neden olduğu 35 bin can kaybı, 45 bin yaralı, milyarlarca dolar maddi zararının yanısıra; resmi verilere göre: Türkiye’nin günlük üretim kaybının 200 milyon dolar olduğu ortaya çıkınca felaketin Türk ekonomisine yansıyan faturası da ortaya çıkmış oldu.

SALGIN HASTALIK VE TOPLU MEZARLAR

Deprem sonrasında salgın hastalık riski meydana çıktı. Halkın tuvalet ve temizlik ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri bir yer olmayışı, doğabilecek salgın hastalık riskini arttırdı.

Deprem/zedeler ile kurtarma ekiplerinin el ele vererek yıkıntılar altından çıkarttıkları binlerce cesedin zorunluluk gereği toplu mezarlara gömülmeleri halk ile güvenlik güçleri arasında şiddetli gerilimlere neden oldu. Halk, ölen yakınlarının dini inançlara aykırı bir biçimde yıkanmadan, kefensiz, cenaze namazı kılınmadan, kimlik tespiti yapılmaksızın toplu olarak gömülmelerine karşı çıkarken; yöneticiler havanın sıcak oluşu nedeniyle cesetleri uzun süre bozulmaksızın koruma olanağı olmadığını, kokuşan cesetlerin salgın hastalıklara yol açabileceğini işaret ederek, olağanüstü hallerde yapılabilecek bir şey olmadığını açıkladılar.

76 BİN CAMİDE CENAZE NAMAZI KILINDI

deprem sonrası enkaz altından çıkartılan cesetlerin havanın sıcaklığı ve pek çok zorunluluklar gereği topluca gömülmeleri ile ortaya çıkan halkın hoşnutsuzluğu nedeniyle Dinayet İşleri Başkanlığı aldığı bir kararla 76 bin camide depremde yaşamını yitirenler için, gıyabi cenaze namazı kıldırdı.

YUNANLI KOMŞUNUN İNSANLIK JESTİ

Türkiye’nin ezeli düşmanı gözüyle bakılan Yunanistan, Türkiye’de yaşanılan deprem felaketinin ardından başlattığı kampanya ile Türkiye’ye yardım için 19 bin dolar topladı. 6 Nakliye uçağı dolusu erzak gönderdi. 2 itfaiye uçağı, 1 itfaiye helikopteri, enkaz kurtarma ekipleri, hemşireler, doktorlar, ilaç, battaniye ve çadır yardımında bulundu. Tüm bunların yanı sıra televizyon ekranlarında deprem felaketinin görüntülerini izleyen Türklerin Yunanlı komşularının ağladıklarına tanık olundu. Yunan radyolarından hüzünlü şarkılar yükseldi. Yunan halkı, Türk halkına duyduğu gerçek duyguları ortaya serdi ki; Türk halkı bunu hiçbir zaman unutmayacaktır.

AVRUPA’NIN FAKİR AMA ASİL ÜLKESİ AVUSTURYA

Dünyanın sayılı kültür merkezlerinden Avusturya, deprem felaketinin ardından Türk halkının yaralarının sarılmasına katkıda bulunmak için, ilk harekete geçen ülkelerden birisi oldu. Avrupa’nın fakir ülkesi Avusturya, geçekte Avrupa’nın en asili olduğunu kanıtlamasını bildi.

ABD YARDIMINA “HAYIR!”

Amerikalılar, deprem felaketini yaşayan Türk halkına yardım için tam teçhizatlı, 2 bin yataklı 3 yüzer hastane gemisi ile 250 doktor gönderme teklifinde bulundu. Ama Sağlık Bakanlığı, “yeterli personel var” diyerek, bu yardımı kibarca geri çevirdi. ABD Başkanı Bill Clinton Türkiye Cumhur Başkanı Süleyman Demirel’i telefonla arayarak: “Ne gerekirse yapmaya hazırız” dedi. Bu gelişme Türk halkının ünlü bir Türk Atasözünü anımsamasına neden oldu. Ünlü Türk Atasözü şöyle der: “Fatihandan vazgeçtim, mezar taşımı çalma.”

HERYERDE AKUT VARDI

Türk kamuoyunun bile pek tanımadığı AKUT (Arama Kurtarma Derneği) adlı bir kuruluş, depremin hemen ardından harekete geçerek, deprem/zedelerin yardımına koştu ve enkaz çalışmalarını başlattı. 1995 yılında Dinar depremi ile adından ilk kez söz ettiren AKUT, dağ sporu ile yakından uğraşanların “kar leoparı” lakabını taktıkları Nasuh Mahruki ile Dr. Feridun Çelikmen önderliğinde kuruldu ve bir avuç gönüllüden oluşuyor. Geçtiğimiz yıllarda Bolu, Kartalkaya’da kaybolan Amerikalı Albay ile oğlunun Bursa, Uludağ’da iki öğrencinin bulunmasında, Adana

depremi ile Zonguldak’taki sel felaketinde de kurtarma görevlerinde bulunmuşlardı.

YAĞMACILARA “VUR” EMRİ

Deprem bölgelerinde yağmacılık girişimlerinin gözlemlenmesi üzerine Türk Silahlı Kuvvetleri, gerekli önlemleri almanın ardından, çaresizlik içindeki halkın yıkıntılar altında kalan mallarını yağmalama girişiminde bulunanlara karşı “Vur emri” verdi.

KÖRFEZ KARANTİNAYA ALINDI

Yıkıntılar altındaki cesetlerin kokması, çevrede oluşan çöplerin suları kirletmesi ile deprem/zedeleri salgın hastalık riskinin beklemeye başlaması üzerine özellikle Gölcük, Sakarya ve Körfez bölgeleri karantina altına alınarak, süratle sağlık gerekleri yerine getirildi ve salgın hastalık felaketinin önüne geçildi.

***

GİZLENEN RAPOR

Deprem felaketine maruz kalan illerin Belediye Başkanlarına üç yıl önce Japonya’dan gönderilen raporda “Önlem alın yıkılacaksınız” denilmişti.

Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’nın Japonya’daki Deprem Araştırma Enstitüsü’ne yaptırdığı deprem araştırmasının 17 Ağustos gecesi yaşanılan felaketi 3 yıl önceden bildirdiği gerçeği ortaya çıktı. Raporun Kocaeli, Sakarya, Bursa’nın Vali ve Belediye Başkanları tarafından “masraf olmasın” ve “halk korkuya kapılmasın” gerekçesiyle hasır altı edildiği ortaya çıktı.

Tehlikenin büyüklüğünü görerek raporu İstanbul, İzmir, Kocaeli, Sakarya, Bursa, Eskişehir, Ankara, Zonguldak, Çankırı, Kastamonu, Sinop, Çorum, Yozgat, Amasya, Tokat, Sivas, Erzincan, Tunceli, Gümüşhane, Erzurum, Kars ve Ağrı Valilikleri ile belediye Başkanlıklarına gönderen dönemin Tokyo Büyükelçisi Gündüz Aktan, “Hiçbir kent yöneticisi cevap bile vermedi. Oysa küçük bütçelerle binalar depreme dayanıklı hale getirilebilir, bugün yaşanan bu acı tablo ortaya çıkmayabilirdi” dedi.

Gündüz Aktan: “Aralarında resmi binaların da bulunduğu çok sayıda yapının 6.5 şiddetini aşan depremde yerle bir olacağı belirtiliyordu. Raporda müteahhit firmalar tarafından ucuza mal edebilmek için, malzemeden çalındığı ve binaların dayanıksız olduğu saptanıyor, mutlaka depreme karşı dayanıklı hale getirilmesi gerektiği bildiriliyordu. Bundan sonra yapılacak olan binaların inşaatlarında depremde büyük can kaybına neden olan betonarme yerine çelik konstrüksiyon kullanılması gerektiği de

vurgulanıyordu. Rapor sumen altı edildi, Japonlar bu duruma şaşırmışlardı” dedi.

***

TÜRKİYE’DE YAŞANAN DEPREMLER

Kuzeybatı-Güneydoğu doğrultusunda uzanan fay hattı üzerinde yer alan Türkiye’de sıkça depremler yaşanmaktadır. 1003 Urla, 1011 Erzincan (tümüyle harap olmuştur), 1047 Erzincan, 1111 Van, 1114 Urfa, 1168 Erzincan (12 bin kayıp), 1268 Erzincan (15 bin kayıp) 1276 Ahlat-Erciş-Van, 1289 Erzincan, 1439 Nemrut Dağı, 1441 Van-Nemrut (30 bin kayıp), 1458 Erzincan ve Erzurum (1458 kayıp), 1482 Erzincan ve Erzurum (30 bin kayıp) 1582 Bitlis (5 bin kayıp), 1584 Erzincan ve Erzurum (30 bin kayıp), 1582 Van-Bitlis (5 bin kayıp), 1584 Erzincan ve Erzurum (15 bin kayıp), 1605 Ani, 1646 Van, 1668 Bolu (1.800 kayıp), 1701 Van, 1784 Erzincan ve Erzurum (5 bin kayıp) 1789 Palu, 1820 Kilis, 1854 Samandağ, 1859 Erzurum, 1871 Van, 1872 Antakya (1.800 kayıp), 1881 Van, Nemrut, 1890 Malatya, Kastamonu, 1894 İstanbul, 1895 Malazgirt, Akçadağ, 1896 Adama, Mersin, 1897 Bilecik..

1902-Bolu, Kastamonu, İnebolu 1903-Malazgirt (1700 ölü)1905-Malatya1906-Erzurum 1907-Malazgirt, Şubat,13 Eylül 1924-Erzurum, Pasinler, Hasankale08 Şubat 1925-Ardahan ve çevresi26 Haziran 1926-Antalya18 Mart 1926-Antalya04 Ekim 1928-Kalecik ve çevresi1929-Adana18 Mayıs 1929-Şebinkarahisar ve Suşehri12 Aralık 1934- Muş Ovası04 Mart 1937-Erzurum22 Eylül 1939-Dikili depremi:46 ölü, yüzlerce ev yıkımı.21 Aralık 1939-Tercan ve çevresi27/28 Aralık 1939-Türkiye’nin en büyük deprem facialarından birisi Erzincan’da yaşandı. Son elli yılda dünyada meydana gelmiş en ağır 15 deprem arasında yer aldı. 40 bin kayıp. 12 Kasım 1940-Kastamonu ve Çankırı20 Aralık 1940-Arapgir ve Çemişkezek24 Mart 1941-Niksar ve çevresi : 500 ölü28 Aralık 1943-Ilgaz ve çevresi: 4 bin ölü01 Şubat 1944-Bolu, Gerede ve Çerkeş: 4 bin ölü15 Şubat 1944-Düzce 80 ölü11 Mart 1944-Gerede 700 ölü05 Nisan 1944-Mudurnu 30 ölü

20 Kasım 1945-Van’da büyük deprem felaketi.31 Mayıs 1946-Varto-Malazgirt-Malatya.Varto’da 3 bin ev yıkıldı, 650 ölü12 Ekim 1948-Muradiye’de deprem, hafif hasar06 Mart 1949-Elazığ ve Palu26 Nisan 1949-Elazığ ve Palu01 Ağustos 1949-Karaburu17 Ağustos 1949-Kiğı, Karlıova: 300 ölü, 1500 ev yıkıldı.28 Ağustos 1950-Varto köylerinde hafif deprem13 Eylül 1951-Kurşunlu, Ilgaz 50 ölü03 Ocak 1952-Pasinler ve çevresi 100 ölü19 Mart 1952-Erzurum, Pasinler ve Varto18 Haziran 1953-Edirne ve çevresi16 Temmuz 1954-Ege bölgesinde büyük deprem20 Aralık 1955-Eskişehir ve çevresinde şiddetli deprem20 Şubat 1956-Eskişehir ve çevresinde büyük deprem18 Eylül 1962-İstanbul’da deprem. Çemberlitaş’ta “Vezir Han” çöktü.06 Ekim 1964-Marmara Bölgesinde şiddetli deprem.1966-Varto 2283 ölü01 Haziran 1966-Bitlis23 Temmuz 1966-Sakarya ve çevresinde deprem, 59 ölü.1967-Sakarya, Adapazarı 100 ölü1968-Varto 4 bin ölü03 Eylül 1968-Bartın ve Amasra’da şiddetli deprem. Ölenler veyaralananlar oldu.24 Mart 1969-Ege’de deprem ve hasar.06 Nisan 1969-Ege’de deprem. Hasar ve can kaybı yok.27/29 Mart 1970-Gediz’de şiddetli deprem:1200 öldü, 90 bin kişi evsiz kaldı, okullar tatil edildi.15 Şubat 1971-Ege ve özellikle Gediz vadisinde deprem.06 Kasım 1971-Kütahya ve Gediz’de deprem.14 Mart 1972-Marmara bölgesinde deprem.01 Şubat 1974-İzmir ve çevresinde deprem:100 ev yıkıldı, 2 kişi öldü, saat kulesinin tepesi uçtu.06 Eylül 1975-Diyarbakır-Lice’de yaşanan deprem Güneydoğu Anadolu’yusarstı: ölenlerin sayısı 3 bini geçti,7 bin ev yıkıldı, yalnızca Lice ilçesinde 13 bin kişinin evsiz kaldığı resmen açıklandı, 144km’lik karayolu kullanılamaz hale geldi. Birçok köye hiç yardım gitmedi. Çadır ve ekmek dağıtımında kavgalar oldu, bir kişi öldürüldü, Lice’ye giriş ve çıkışlar yasaklandı. 10 Eylül 1975-Diyarbakır/Hani ilçesinde deprem:6 kişi öldü.13 Eylül 1975-Lice Belediye Başkanı Akgül, “Şimdiye kadar enkazın %10’unu bile kaldıramadık” dedi.23 Eylül 1975-Lice son yirmi dört saat içinde 102 kez sallanırken ayakta kalan evler de yıkıldı. Ankara ve Burdur’da gece saatlerinde hafif depremler oldu.16 Kasım1975-Deprem bölgesi Lice’de evleri tamamlanmayan halk, soğuktan ve yağmurdan korunabilmek için, resmi binaları işgal etti.17 Kasım 1975-Lice halkı,yapımı bitmeyen evleri de işgal etti.

31 Aralık 1975-Hani ve Hazro ilçelerinde deprem:Enkaz altında kalan 4 kişi soğuktan donarak öldü.

30 Nisan 1976-Kars’ta deprem:3 ölü, 6 yaralı binden fazla ev zarar gördü.24 Kasım 1976-Van’da şiddetli deprem:Muradiye, Erciş ve Çaldıran’ın yeraldığı üçgende yıkılmaydık yapı kalmadı. Can kaybı belirlenemedi.25 Kasım 1976-Van ve çevresinde deprem sarsıntıları devam etti. TRT halktan kan bağışı istedi. Yardım öneren ülkelerden prefabrik ve kutup tipi çadır istendi.26 Kasım 1976-Deprem bölgesine yardımlar gönderilmeye başlandı. 180milyon lira bulunması gereken “afet fonu”nda 20 milyon lira bulunduğu ortaya çıktı ve hane başına 800 lira yardım yapılabileceği açıklandı.20 Ocak 1977-Muradiye, Çaldıran ve Erciş’te deprem, mal ve can kaybı olmadığı açıklandı.05 Mart 1977-İstanbul’da deprem.15 Şubat 1978-Tunceli, Erzincan ve Erzurum’da şiddetli deprem: Pülümür ve köylerinde 317 bina hasar gördü, 25 bina oturulamaz halegeldi, 20 kişi yaralandı. 02 Temmuz 1979-Deprem dalgası Ege bölgesinde paniğe yol açtı. Gece 19 yeni yer sarsıntısı olurken halk sokaklarda sabahladı.30 Ekim 1983-Erzurum ve Kars’ta sabaha karşı deprem oldu: 1330 kişi öldü, 34 köy yok oldu, 12 köy oturulamaz hale geldi.04 Mayıs 1986-Merkez üssü Malatya/Doğanşehir olan 5.8 şiddetinde deprem, Gölbaşı’nda ağır hasar meydana geldi.

***

TESLA & HAARP

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, günümüze değin geçen süreç içinde, çeşitli çevrelerde en çok tartışılan konulardan birisi “kara bilim” olmuştur. Başta ABD olmak üzere büyük devletlerin, dünyayı kendi hegomonyaları altında tutabilmek için yaptıkları bilimsel/teknik araştırmalara ve üzerinde çalıştıkları çeşitli projelerin toplamına verilen ad hep “kara bilim” olmuştur.

Bu projeler büyük ölçekli ve büyük bütçelerle uygulanan, gizli veya yarı gizli projelerdir. Saldırı/savunma silahları üretimi, gözetim sistemleri ve düşünce kontrolü üzerine yapılan çalışmalar, doğayı maniple etme amaçlı araştırmalar, bu projelerin içeriğini oluşturmaktadır.

Sözkonusu projeler gizli olduklarından, ortalıkta pek fazla rivayet dolaşmaktadır ve bu projeler hakkında elde yeterli döküman bulunmamaktadır. Buna karşın, bu projeler içinde yer alan bazı insanların çalışmaları deşifre etmesi, insanlık dışı bilimi kabul etmeyen araştırmacıların ve bilim insanlarının çabaları, devletler arasındaki çekişmeler ve nihayet bu projelerin bazılarının gizli kalmayıp ister istemez su yüzüne çıkması sonucu, kamuoyunca duyulur olabilmektedir.

Bu projelerin ilki, 2. Dünya Savaşı sırasında gerçekleştirilen “Manhattan Projesi” idi. 1941 yılında çalışmalarına başlanan Manhattan Projesi’nin konusu atom bombasının üretimiydi. Bu projenin gerçekliği Hiroşima ve Nagazaki’de acı bir biçimde kanıtlandı.

Gerçek olduğu anlaşılan son kanıtlanan proje ise ECHELON Projesi oldu. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, ABD önderliğinde İngiltere, yeni zellanda, Avusturalya ve Kanada arasında yapılan “Ukusa Antlaşması”nın uygulamalarının 1980’li yıllara yansıması olan ECHELON sistemiyle; tüm e-postalar “chat” tipinde iletişim biçimleri, faks, teleks, telefon haberleşmeleri gözlenebiliyor. ABD ve diğerleri yıllardır bunun bir komplo teorisi olduğunu, ECHELON Projesi diye bir proje olmadığını iddia ediyorlardı. Şubat 1999 yılında yaşanan gelişmeler ise ECHELON’un gerçekliğini ortaya koydu. Basında ve İnternet’te yer alan haberlere göre, ABD’de yukarıda adı sayılı devletler ile birlikte casusluk yapması ortalığı karıştırdı. Fransa, ABD ve İngiltere’yye karşı hukuki işlemlere başvurmaya hazırlanıyor. Alman ve İtalyan Parlamentoları ise; konu hakkında araştırma başlattı. Avrupa Parlamentosu’nun konuyla ilgili raporu 22. Şubat. 2000 tarihinde ele alındı.

Şimdiye değin varlığı kabul edilmeyen ECHELON’un adı, Amerikan Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) Şubat ayında İnternet’e verdiği, gizlilik derecesi olmayan belgelerden bazılarında da yer alıyor.

İşte HAARP (High-Frequency Active Auroral Research Program) Projesi’nin de bu tip bir “kara bilim” projesi olduğuna dair çok ciddi iddialar, gelişmeler ve çalışmalar var.

High-frequency Active research Program (HAARP) dünyanın en büyük ve güçlü radyo tranmiterlerinden (iletici) birini imal etme projesidir. Proje, Amerikan Hava ve Deniz kuvvetleri tarafından ortaklaşa finanse ediliyor. 30 milyon dolarlık programın yürütme görevi ise, Alaska Üniversitesi7nin. Proje, Alaska/Gakona’nın 11 mil doğusunda hala inşaa halindedir. 1993 yılında uygulamaya konan programın 2002 veya 2003 yılında tamamlanması bekleniyor.

HAARP, dev antenlerden sinyaller gönderecek ve bunun dışında 19 entrümandan ibaret. Geçen yıllarda 48 anteni inşa edilmiş olan 5 arc’lık bir alana yayılan HAARP, program tamamlandığında her biri 2 tane 10 kilowattlık radyo transmiterli 180 antene sahip olacak ve 33 acr’lık bir alana yayılacak. Enerji için dizel jeneratörler kullanılacak ve 3.6 megawattlık radyo sinyalini iyonosfere gönderme kapasitesine sahip olacak. Kısaca HAARP, inanılmaz güç düzeylerinde ELF (extremely low frequency-son derece düşük frekans) ve VHF (very high frequency-çok yüksek frekans) transferine yetenekli, dünyanın en büyük radyo frekansı (RF) transmitteri olacak.

HAARP’ın sıradan bir radyo istasyonundan farkı daha güçlü olması ve antenlerinin yönlendirilebilir ve belirli bir noktaya odaklanabilir olması. Bunun anlamı 3.6 megawattlık radyo sinyali sadece gelişigüzel bir şekilde

dışarı yayılmayacak, bunun ötesinde, bu radyo sinyalleri bir ışının içinde yükselebilecek. Bu ışının parlaklığı radyo mühendislerinin “effective radiated power” (ERP-etkili ışınsallaştırılmış enerji) olarak adlandırdıkları şey. HAARP’ın tanımlanmış hali 4.7 gigawat civarında ERP’ye sahip olacak.

Desinatörleri HAARP’ın enerji üretmeyeceğini, yalnızca kendine yüklenen enerjiyi istenilen belirli noktalara transfer edeceğini belirtiyorlar.

Konuyu daha iyi kavrayabilmek için Dail News gazetesinden Doug O’Harra’nın verdiği bir örneği aktarmak gerek. İki elektrik ampulü düşünün. Bu ampüllerin bir tanesi 100 watt diğeri 1000 watt. Onları bir alanın ortasına yerleştirin. 1000 wattlık ampül 100 wattlık ampülden 10 kez daha parlaktır. 10 kat fazla enerji yayar. Şimdi 100 wattlık ampulü ışığın ışınını 10 kez parlaklaştıran bir reflektör (yansıtıcı) ile birlikte bir elektrik fenerinin içine yerleştirin. Elektrik feneri 1000 wattlık bir ERP’ye sahip olacaktır. Eğer bu size çevrilirse, 100 wattlık elektrik feneri 1000 wattlık ampül gibi parlak görünecektir. Hala sadece 100 watt gönderiyor fakat sınırlı bir yerden 1000 wattlık ampul kadar parlak görünüyor olacaktır.

Mühendisler HAARP’ın antenlerinin radyo enerjisinin üzerinde elektrik feneri reflektörü gibi hareket edeceğini söylüyorlar. İyonosferin bir bölümü üzerinde, 4.7 gigawatt ERP’ye sahip bir ışın içinde, 3.6 megawatt odaklayacaktır.

Eğer HAARP’ın bütün antenleri en yüksek frekansına, 10 Mhz civarına, getirilirse ve iyonosferin en alçak bölümüne, 50-60 mil civarına, hedeflenirse, radyo ışını tarafından vurulan alan 30 mil kare dolayında olacaktır. HAARP mühendislerine göre bu, HAARP’ın çalışabileceği en dar ve en çok odaklanmış alan. Diğer yerleşimlerde ve irtifalarda ışın enerjisini daha geniş bir alan üzerine yayabilecek.

Aslında HAARP gizli bir proje değil. Amerikan Savunma Bakanlığı’nda HAARP’ın varlığını diğer projelerde olduğu gibi inkar etmiyor. İnternette HAARP’ın kendi web sitesi bile var. Giz ve ihtilaf, amaçlar ve sonuçlar söz konusu olduğunda başlıyor.

Bu ihtilaflı projjenin yöneticisi olan Heckscher’e göre HAARP’ın amacı gayet masumane: HAARP, iyonosferi dev bir anten olarak kullanabilmek amacıyla, bir iyonosfer yansımasını ısıtmak için araştırmacıların kullanabileceği bir alet. HAARP tamamlanıp harekete geçirildiği zaman, dev antenler, aynı zamanda yüksek frekanslı radyo dalgalarını dar bir ışının içinden iletecekler. Bu radyo dalgaları iyonosfere gönderilecek.

Bu yüksük frekans radyasyon ışını ile araştırmacılar elektrojetin (aurosal perde boyunca bir milyon amperlik doğal akımlar) küçük bir parçasını değiştirebilecekler. Elektrojetin gücünün değiştirilmesiyle, iyonosferin çok düşük frekanslı (exteremely low ferquency-ELF) radyo dalgaları üretmek için kullanılması mümkün hale gelecek. Geophysical Institu (Jeofizik Enstitüsü) yöneticisi Syun Akasofu’ya göre HAARP gibi bir araç olmadan,

bu frekans genişliğinde yayın yapabilmek için yüzlerce mil uzunluğunda bir antene gereksinim var. HAARP etkili bir şekilde aurorayı bir çeşit antene dönüştürüyor. Çünkü ELF radyo dalgaları okyanuslara nüfuz edebiliyor. Böylece denizaltılar suyun yüzüne çıkma zorunda kalmadan radyo sinyalleri alabilecekler. ELF dalgaları ayrıca uzun mesafeli komünikasyonları kolaylaştırabilecek. ELF dalgaları, aynen okyanusa olduğu gibi, yer yüzüne de derinden nüfuz edebilecek. Monitjre bağlı bir alıcı kullanarak, objelerden dünyanın yüzeyine sıçrayan dalgalar sayesinde tüneller veya gizli yer altı barınaklarının varlığı ortaya çıkartılabilecek. Bu jeologların yer altı minerallerini ve petrol depolarını bulmak için yıllardır kullandıklarıyla aynı teknik.

Heckscher’e göre HAARP’ın yayacağı sinyaller hükümetin herhangi bir elektrik sinyali için uygun bulduğu güvenlik düzeyinden bir milyon kez daha az tehlikeli. HAARP’ın transmeteri hali hazırda 1/3 megawatt güce sahip. Gelecek yıllarda bu rakam 3 megawatt’a ulaşacak. Heckscher HAARP’ın iyonosfer üzerindeki etkisinin az olacağını basit bir örnekle açıklamaya çalışıyor: “Küçük bir elektrik bobinini bir fincan kahve veya büyük bir nehre daldırmak”, Heckscher’e göre HAARP ile yapılacak olan ikincisi..

Akasofu da bu gibi durumlarda hep ifade ettiği gibi, HAARP Projesi’nin doğaya ve insanlara ciddi zararları olacağı iddiasının bir bilim kurgu olduğunu söylüyor. Ona göre projenin transmiter faaliyet halindeyken o yörede uçan uçaklardaki elektronik ekipman için potansiyel bir tehlikesi var. Fakat buna karşı güvenlik tedbirleri mevcut. HAARP operatörleri Federal Aviation Administration’a HAARP’ın iletim takvimini yerleştirecekler ve mühendisler yörede uçan uçakların güvenliğini temin etmek için HAARP’a uçak belirleme radarları yerleştirecekler. Aynı prosedür roketler için de takip edilecek.

HAARP’e karşı muhalefet önce İnternet kanalında başladı. Pek çok insan Alaska’daki kuşkulu askeri faaliyetlere dikkat çekmek için İnterneti kullandı. Protestonun basılı kısmı daha sonra Alaska’da yaşamaya başlayan bir “anti/nükleer aktivist” Dennis Specht, Nexus adlı dergiye HAARP konulu bir haber gönderildiğinde başladı. Daha sonra, Alaskalı politik bir aktivist ve Anchorage'’a bilimsel araştırmacı olan Nick Begich, kendilerini “tekno/keşişler” olarak tanımlayan, Arizona/Sedona’da yaşayan Patrick ve Gael Crystal ile internet üzerinden iletişim kurdu ve onlardan bir Avustralya dergisi olan Nexus’u kontrol etmelerini istedi. Begich kendi ülkesiyle ilgili konuyu Nexus’da görmekten çok şaşırdı ve makalede anılan dökümanları bulup çıkarmak için araştırmaya yöneldi.

Muhalif araştırmacılara ve bilim insanlarına göre HAARP bir çeşit gelişmiş “iyonosferik ısıtıcı” (iyonosferic heater) Bu iyonosferik ısıtıcı üst atmosferi odaklanmış ve yönlendirilmiş elektromanyetik ışın ile zaplayacak. Ultra/güçlü dalgaları atmosferimizdeki elektrikle yüklü bölgenin titremesine (vibrate) ve dramatik bir şekilde yanmasına neden olabilir.

İyonosfer, atmosferin tabakalarından biridir. İyonosfer, dünyanın üst atmosferini saran elektrik yüklü bir alandır. Dünyanın yüzeyinin üstünden, aşağı yukarı 35-50 milden başlayıp 500-600 mil yüksekliğe kadar uzanır. (48 km ila 50.000 km) İyonosfer ion ve elektron olarak adlandırılan pozitif ve negatif yüklü atomik parçacıklar içerir. Uzaydan gelen zararlı ışınlara karşı doğal bir kalkan işlevi görür. Amerikan ordusu HAARP için, “iyonosfer üzerine yapılan bilimsel araştırma” gibi zararsız bir gerekçe ileri sürmektedir. İyonosfer tabakası askeriye için önemlidir. Çünkü ordu tarafından kullanılan iletişim, gözetim ve denizcilik sistemlerinin hepsi iyonosferin içinden geçer veya iyonosfer tarafından yansıtılır. İyonosferin bir bütün olarak anlaşılması ve kontrol edilmesi Pentagon’a bu sistemler üzerinde daha iyi kontrol olanağı sağlayacak.

HAARP üzerinde en kapsamlı araştırmayı yapıp, çalışmalarını “Angles Don’t Play This HAARP-Advencis in Tesla Technology”19 adlı kitapta derleyen Dr. Nick Begich ve Jeane Manning’e göre, HAARP bir çeşit radyo teleskobunun değiştirilmiş hali. Antenler sinyalleri almak yerine, gönderiyorlar. Yazarlar, HAARP’ı iyonosfer alanlarını, bir ışını odaklayarak, ışının odaklandığı bu bölgeleri ısıtıp yükselten süper güçlü radyo dalgası, ışınlama teknolojisi için bir test olarak değerlendiriyorlar. Eloktromanyetik dalgalar daha sonra dünyaya geri sıçrayacak ve herşeye nüfuz edecek.

Begich ve Manning, ‘HAARP Tellâları”nın, projenin komünikasyon sistemini gerçekleştirmek için iyonosferi değiştirme amaçlı, iyi niyetli akademik bir proje olduğu izlenimi verdiklerini; bu programın Arerico, Porto Riko, Tromsk, Norveç ve eski Sovyetler Birliği’ndeki diğer tamamen güvenli iyonosferik ısıtıcı operasyonlarından bir farkı olmadığnı iddia ettiklerini, bununla birlikte askeri dökümanların meseleyi açıkça ortaya koyduğunu ifade ediyorlar. HAARP’ın gerçek amaçlarından biri, pentagon’unhedefleri için iyonosferin nasılsömürüleceğini öğrenmek. RF gücü iyonosferi doğal olmayan aktivitelerde götürecek. Bu proje ancak bir nükleer silahın yapabileceği boyutlarda tehlike içeriyor. Ayrıca bizi, ionize evrenin ve hiç durmadan bizi bombalayan yıldızlara ait radyasyonun zararlı etkilerinden koruyan gezegenin kalkanının doğasını değiştirmeye çabalıyor.

Uygulayıcıları tarafından iyonosferik bir araştırma olarak nitelenen HAARP ile gündeme gelen ilk soru: “Gökte delikler mi açıyorlar?” sorusu. Tesla’nın çalışmalarını baz alan bu ihtilaflı transmitter veya ısıtıcının dünyanın üst atmosferinde 30 millik delikler açmayı da içeren pek çok potansiyel tehlike içerdiği bilim çevreleri tarafından ciddi bir biçimde ileri sürülüyor. Çoğu bilimci HAARP’ın eğer havanın kontolü için kullanılmazsa, hava modifikasyonu için kullanılabilineceği konusunda görüş birliğinde.

Bunun yanında “HAARP”ın sahipleri onu kullanarak üst atmosferde bir reflektör yaratma olanağına sahip olacaklar. Bunu HAARP’tan transfer edilen enerjiyi gökyüzünün bir bölümüne odaklayarak ve elektrik akımını açarak yapacaklar. Hava tümüyle dramatik olarak ısınacak ve ordunun,

19 Dr. Nick Begich-Jeanne Manning, Angles Don’t Play This HAARP-Advances In Tesla Technolog, Anchorage/Alaska, Earthpulse Press, 1995

radyo dalgaları ve radar ışınları için kullanabileceği bir donuk nokta (opaque spot) yaratacak. Bu şekilde onlar, ışınlarına dünyanın çevresini “eğmek” için olanak verecek sanal yansıma istasyonu (virtual reflecting station) yaratmaya yetenekli olacaklar.

Ayrıca HAARP, veri bölgenin üstündeki iyonosfer bölümünü kışkırtarak (uyandırarak) dünyanın herhangi bir yerindeki iletişimi engelleyebilecek. Etki, yerel fırtına gibi olacak; bölgenin içinde veya dışında herhangi bir yayın total bir engelle karşılaşacak.

Begich ve Manning, Bernard Eastlund isimli Teksaslı fizikçinin çalışmaları üzerine inşa edilen başka patentlere bakınca, ordunun HAARP transmitterini nasıl/ne şekilde kullanmaya niyetl ettiğinin daha açık hale geleceğini söylüyorlar. Bu ayrıca hükümetin proje konusundaki yalanlamalarını daha az inanılır hale getiriyor. Yazarlara göre Pentagın bu teknolojiyi hangi niyetlerle ve ne şekilde kullanacağını biliyor ve dökümanlarında bu konuda “temizlik” yapıyor. Ordu kasten sofistike sözcük oyunları, hile ve açık dezenformasyon aracılığı ile kamuoyunu aldatıyor.

Kuşkusuz HAARP izole olmuş bir proje değil. ABD’nin uzun yıllardır üzerinde çalıştığı pek çok projeden oluşan demetin bir parçası. Aslında HAARP, “Yıldız Savaşları” (Star Wars) programının önemli bir bölümünü oluşturuyor.

ABD uzayla 2. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında ciddi bir biçimde ilgilenmeye başladı. Bu derin ilginin nedenleri roket teknolojisinin başlangıcının nükleer teknolojinin de eşliği ile bu dönemde ortaya çıktı. Roket ve nükleer silah teknolojisi aynı zamanda, 1945-1963 yılları arasında gelişti. Bu süre zarfında yeryüzünün üstünde ve altında şiddetli nükleer testler denendi. İyonosfer ve stratosfer üzerine yapılan çalışmalar sonucu atmosferin bir parçası olan ve evrenden solar ve galaktik rüzgârlarla gelen protonlar, electronlar ve alfa parçacıkları gibi yüklü parçacıkları tutarak dünyayı koruyan “Van Allen Belts” (Van Allen kemeri) bulundu. Bu kemerler Amerikan’ın ilk uydu operasyonu “Explorer I” sırasında 1958 yılında keşfedildi.

Ağustos/Eylül 1958 tarihleri arasında ABD, “Argus Projesi” adı altında 3 nükleer bomba ve 2 de hidrojen bombası deneyi gerçekleştirdi. Bu projenin amacının, yüksek irtifadaki nükleer patlamaların elektromanyetik titreşim (EMP) nedeniyle radyo iletilerine ve radar operasyonlarına etkisine değer biçmek, jeomanyetik alanları ve onun içindeki yüklü parçacıkları daha iyi anlamak olduğu söylenmektedir.

Amerikan Ordusu, 13/20 Ağustos 1961 tarihinde iyonosferde bile “telekomünikasyon kalkanı” yaratmayı planladı. Bu kalkan 3.000 km. yükseklikte kurulacaktı. Kalkanın iyonosferde kurulma nedeni telekomünikasyonlara manyetik fırtınalar ve güneş ışınları tarafından zarar verilebilir olmasıdır.

Pentagon, 9 Temmuz 1962 tarihinde “Project Starfish” adını verdikleri iyonosferle ilgili bir dizi deney gerçekleştirmeye girişti. Bu deneyler alt Van Allen Kemeri’ne zarar verdi. 1968’de “Solar Power Setallite Project” (SPS) ile güneş enerjisiyle çalışan her biri ada büyüklüğünde olan uygdular üzerinde çalışıldı. 1975’de fırlatılan “Saturn V Rocket” atmosferde yandı. Bu yanma iyonosferde büyük bir deliğin açılmasına neden oldu.

1978’de SPS Projesi üzerine yeniden çalışmaya başlandı. Bu dönemde anti/balistik füzeler için uydu ışın silahları bozma ve iyonosferde fiziksel değişiklikler yaratma yeteneğine sahipti.

SPS Projesi’ne Başkan Carter’ın onay vermesine karşılık, projenin çok pahalı olması (Enerji Bakanlığı’nın tüm bütçesinden daha fazla bir bütçeye gereksinim duyuluyordu) nedeniyle program rafa kaldırıldı. Ta ki Ronald Reagen Başkan olana değin. Proje Reagen döneminde yeniden su yüzüne çıktı. Reagen, projeyi Pentagon’un bütçesinden daha büyük bir bütçe ayırarak “Star Wars” (Yıldız Savaşları) adı altında uygulamaya koydu.

1970’lerin sonlarında Pentagon, düşmana ait nükleer çevrede iletişimin radyo ve televizyon teknolojisinde kullanılan geleneksel yöntemlerle gerçekleştirilmediğini fark etti. 1982’de bir komuta kontrol elektronik alt/sistemi geliştirildi. “Ground Wave Emergency Net-Work” (GWEN) denilen bu sistemle roketler monitörden izlenip kontrol edilebiliyordu.

1981 yılında “Orbit Maneuvering System” (OMS) ile uzay mekikleri için SPS uzay plâtformları inşası plânlandı. NASA’nın ürettiği uzay mekiğinin iyonosfere enjekte ettiği gazların iyonosfere etkisi üzerine çalışmalar yapıldı. Deneyler sonucunda ABD iyonosferik delikler açabildiğini gördü. 1985’de yeni uzay mekiği denemelerine geçildi. 1980’lerde ABD, yılda 500/600 civarında roket fırlatıyordu. Bu sayı 1989’da 1500 adetle zirveye ulaştı. Bütün bu deneylerin atmosfere çok ciddi etkileri oldu.

1986’da, Çernobil faciasından hemen önce, ABD Might Oaksce olarak bilinen Nevada’daki test bölgesinde hidrojen bombası deneyleri gerçekleştiriyordu. Bu deneyler X ışınları ve parçacık ışın silahlarının geliştirilmesi programının bir parçasıydı.

ABD, 1991 yılında Körfez savaşı sırasında elektromanyetik titreşim silahları (EMP) olarak adlandırılan silahlarını Dünya’nın Ortadoğu bölgesinde test etme olanağı buldu.

1993 yılında başlayan HAARP projesi tüm deneylerin devamı ve Star Wars Programının bir parçası durumunda.

Dünyadaki en büyük petrol şirketlerinden biri olan ARAMCO’nun şubesi ARCO Power Technologies Incorporated (APTI), HAARP projesini inşa edecek müteahhit şirketti. ARCO bu şubeyi, patenleri ve ikinci safha inşa kontratıyla Haziran 1994 tarihinde E-System’e sattı. E-System istihbarat servislerine iş yapan dünyadaki en büyük müteahhit şirketlerden biridir. CIA, savunma istihbarat örgütleri ve diğerleri için iş yapar. Yıllık

satışlarının 1.8 trilyon doları, “kara projeler” –o kadar gizli projeler ki, ABD Kongresi paranın nasıl harcandığını konuşmuyor- için olan 800 milyon dolarla birlikte bu örgütleredir.

E-System’in hisseleri, dünyadaki en geniş savunma müteahhitlerinden biri olan Raytheon Fortune, ilk 500’ler listesinde 42 numaradadır. Raytheon, bazıları HAARP projesinde değerli olan binlerce patente sahip. Aşağıdaki 12 patent, HAARP projesinin omurgası ve şimdi Raytheon ismi altında tutulan binlerce diğerleri arasında saklanıyor.Bernad J. Eastlund’un 4686605 nolu patenti, “Method and Apparatus for Altering a Regaion in the Earth’s Atmosphere, Ionosphere, andor Magnetosphere (Dünyanın Amosferinde, İyonosferde ve/veya Magnetfosferinde Bir Bölgeyi Değiştirmek İçin Yöntem ve Cihazlar) bir yıldır hükümet gizli emri altında mühürlü. Bu patente göre, Nikola Tesla’nın 1900’lerin başındaki çalışması araştırmanın temellerini şekillendiriyor.

Konunun bir de ticari boyutu olabilir tabi ki.. Bu teknolojinin, patentlerin sahibi ARCO için ne kıymeti olacak? Elektrik gücünü gaz alanları içinde bir güç merkezinden tüketiciye kablosuz olarak ışınlayarak muazzam kazançlar elde edebilir.

Bir süre için HAARP araştırmacıları bunun HAARP için amaçlanmış kullanımlardan biri olduğunu kanıtlayamadılar. Bununla birlikte, Nisan 1995 tarihinde Begich, diğer patentleri buldu. Bu yeni APTI patentlerinin bazıları gerçekten de elektrik gücünü göndermek için kablosuz bir sistemdi. Aynı Tesla’nın projesi gibi..

Eastlund’un patenti, bu teknolojinin uçakları ve füzelerin sofistike rehber sistemlerini bozabileceğini veya tamamen çatlatabileceğini söylüyordu. Dahası, dünyanın geniş alanlarına başkalaşan frekansların elektromanyetik dalgaları ile bu püskürtme yeteneği ve bu dalgalardaki değişimleri kontrol, karada ve denizde, havada olduğu gibi iletişimi nakavt etmeyi mümkün kılıyordu.

Begich, bunun dışında 11 tane başka APTI patenti buldu. Nükleer çaplı radyasyonsuz patlamaların, güç ışınlama sistemlerinin, radarların, nükleer başlık taşıyan füzeler için dedektör sistemlerinin, şimdiye kadar termonükleer silahlar tarafından üretilen elektromanyetik titreşimlerin ve diğer Yıldız Savaşları oyunlarının nasıl yapılacağını açıklayan çalışmalardı bunlar.. Bu patent demeti HAARP silah sisteminin temelinde yatıyor.İki yazara göre, sahki havadaki zihinsel tahriplerdeki EM titreşimler yetmezmiş gibi, Eastlund süper güçlü iyonosferik ısıtıcının havayı kontrol edebileceği ile övünüyor. Begich ve Manning’in aydınlattığı hükümet domükanları gösteriyor ki, Pentagon hava kontrol teknolojisine sahip. HAARP tam güç düzeyine eriştiğinde, tüm yarımküreler üzerinde hava etkileri yaratabilecek. Eğer bir hükümet dünyanın hava modelleri ile deney yapıyorsa, yapılan iş gezegendeki herkesin en önemli ortak sorunlarından biridir.

Begich ve Manning’in kitabı, Prof. Elizabeth Rauscher gibi bağımsız bilim insanlarıyla görüşmeye de yer veriyor. Yüksek enerji fiziğinde uzun ve etkileyici bir kariyere sahip olan ve prestijli bilim dergilerinde yazıları, kitapları basılan Rauscher, HAARP’ı yorumluyor:

“Korkunç enerji, son derece nazik, iyonosfer olarak çağırdığımız bu birden fazla tabakaları kapsayan moleküller konfigürasyonun içine pompalıyorsunuz”

İyonosfer, katalitik reaksiyonlara eğilimli, Rauscher açıklıyor:

“Eğer küçük bir parça değiştirilirse, iyonosferde büyük bir değişim olabilir”

İyonosferi nazik bir balans sistemi olarak tanımlarken, Dr. Rauscher, onun zihindeki resmini paylaşıyor:

“Bir çorba kabarcık, eğer kabarcıkta yeterince büyük bir delik açılırsa patlayabilir.”

BİLİNÇ KONTROLÜ VE BEYNİN YÖNLENDİRİLMESİ

Begich ve Manning tarafından gerçekleştirilen araştırmalar, garip projelerin örtüsünü kaldırdı. Örneğin, ABD Hava Kuvvetleri dökümanları insanın zihinsel eylemlerini manipüle etmek ve değiştirmek (geniş coğrafik alanlar üzerinde titreşen radyo frekans radyasyonu (HAARP’ın maddesi aracılığı ile) için bir sistem geliştirildiğini meydana çıkardı. Bu teknoloji için en çok anlatılan materyal, ünlü Zbigniew Brzezinski’nin (Carter’ın eski ulusal güvenlik danışmanı) ve J.F. MacDonald’ın (Johnson’ın bilim danışmanı ve UCLA’da jeofizik profesörü) jeofizikal ve çevresel savaş için güç ışınlama transmiteri hakkında yazdıkları yazılardan gelir. Bu dökümanlar, bu etkilerin insan sağlığı ve düşüncesi üzerinde neden olabileceği faktörleri gösterir.

Brzezinski, 25 yıl önce Kolombiya Üniversitesi’nde bir profesörken yazmış olduğu bir kitabında şöyle diyor:

“Politika stratejistleri beyin ve insan davranışları üzerine yapılan araştırmaları sömürmeyi özendiriyorlar. Jeofizikçi G.J.F. MacDonald (savaş sorunlarında uzman) doğru olarak zamanlanmış, suni olarak uyandırılan elektronik darbelerin dünyanın belirli bölgeleri üzerinde göreceli yüksek güç düzeyleri üretecek sarsmalar kalıbına önderlik edebileceğini söylüyor. Bu yolda birisi, ciddi olarak, seçilmiş bölgelerde çok geniş nüfusun beyin performansını bozacak bir sistem geliştirebilir. Ulusal çıkarlar için davranışları manipüle etmede çevreyi kullanma düşüncesinin ne kadar derinden rahatsız edici olduğu kimileri için sorun değil; böyle kullanıma teknolojinin izin vermesi, galiba gelecek birkaç onyıl içinde gelişecek.”

1966 yılında MacDonald, Başkan’ın “Bilim danışma Komitesi”nin ve daha sonra Başkan’ın “Çevre Niteliği konseyi”nin bir üyesiydi. Askeri amaçlar için çevresel kontrol teknolojilerinin kullanımı üzerine yazılar yazdı. Bir jeofizikçi olarak yaptığı en derin yorum, jeofiziksel savaşın anahtarının, çevresel istikrarsızlıkların (yani küçük bir oran enerjinin ilâvesinin çok daha büyük oranda enerjiyi salıvermesi) tanımlaması olduğu önermesidir.

Jeofizikçiler çevresel karmaşaya enerji eklemenin geniş etkileri olabileceğinin farkına vardılar. Bununla birlikte insanlık halen çevremize, kritik kütle tesis ettiğini anlamadan, ciddi oranda elektromanyetik enerji çekiyor. Begich ve Manning’in kitabı bu konuda çeşitli sorular yükseltiyor:

“Bu ekler etkisiz mi, yoksa ötesinde onarılmaz bir zarar verecek kümülatif bir oran var mı? HAARP geri dönemeyeceğimiz bir yolculuğun son basamağı mı? Başka bir seri Şeytanı Pandora’nın Kutusu’ndan salıverecek başka bir enerji deneyi üzerine para yatırmak üzere miyiz?”

1970 başlarında Z. Brzezinski, yavaş yavaş ortaya çıkacak, teknoloji bağımlı “daha konkrol edilebilir ve daha yönetilebilir bir toplumu” öngördü. Bu topluma, oy kullananları iddialı süper bilimsel “know-how” ile etki altında bırakacak bir elit grup tarafından hükmedilecekti. Bu elit, halkın davranışlarını etkilemek ve toplumu yakın gözetim ve kontrol altında tutmak için son modern teknikleri kullanarak politik amaçlarına ulaşmada tereddüt etmeyecekti.

Begich’e göre Brzezinski’nin tahminleri doğur çıktı. Bugün söz konusu elit için birkaç yeni araç ortaya çıkıyor. Araçları kullanma izni için politikalar zaten hazır. “ABD, yavaş yavaş kontrol edilebilir “tekno/toplum”a nasıl dönüşecek? Sorusu soruluyor. Kademe taşları arasında Brzezinski, halkın güvenini kazanmak için, süregelen sosyal krizleri ve kitle medyasının kullanımını umut ediyor.

ABD Kongresi’ne ait kayıtlar, iyonosfere gönderilen sinyallerle dünyaya nüfuz etmek için, HAARP’ın kullanımıyla meşgul oluyor. Bu sinyaller gezegenin içinden kilometrelerce derine bakarak, düzenli yyer altıaskeri güçlerinin, minerallerin ve tünellerin yerini bulmak için kullanılacak. Senato, 1996’da yalnızca bu yeteneği geliştirmek için 15 milyon dolar ödenek ayırdı. Problem şu: dünyaya nüfuz eden radyasyonlar için gerekli olan frekans, insanın zihinsel fonksiyonlarının tahribi için en çok zikredilen frekans dizisinin içinde. Ayrıca balıkların ve vahşi hayvanların (ki kendi rotalarını bulmak için rahatsız edilmemiş enerji alanı üzerinde ilerlerler) güç modelleri üzerinde pek derin etkilere sahip olacak.

Begich ve Manning yeni teknolojilerin insanın beyin potansiyelini geliştirmek için inanılmaz olanaklara sahip olduğunu söylüyorlar. Bu teknolojileri öğrenme, hafızayı geliştirme ve insan davranışı modifikasyonu için kullanılabilir, beyin teknolojileri alanında önemli bir isim olan Michael Hutchison, bu alanı sıradan insanlara açtı.

Hutchison’un açıkladığı gibi beyin, oranlı dar üstün frekanslar bağı içinde çalışır. Üstün beyin dalga frekansları beyinde yer alan aktivite çeşitlerine aracı olur. Dört temel beyin dalga frekans grubu vardır ki, bunlar çoğu zihinsel aktiviteyle birleşir. Birincisi Beta’dır. Beta dalgaları (13-15 Hertz veya titreşim saniyede) bir kişinin dikkati normal aktivitelere doğru dışa yöneldiği zaman, normal aktivite ile birleşir. Bu alanın yüksek sonu, stres ve kırkırmış (heyecanlı) durumlar –ki düşünmeyi ve algısal becerileri bozar- ile birleşir. İkinci grup, Alfa dalgaları (8-12 Hertz), gevşetmeye aracı olabilir. Alfa frekansları öğrenme ve odaklanmış zihinsel fonksiyonlar (iş görme) için idealdir. Üçüncüsü Teta dalgaları (4-7 Hertz); zihinsel imgelemeye, hafızaya ve iç zihinsel odağa girişe aracı olur. Bu durum genellikle genç çocuklarda, davranışsal modifikasyon ve uyku durumlarıyla ilgilidir. Son olarak ultra/yavaş Delta dalgaları (5-3 Hertz) bir kimse derin uykudayken bulunur. Genel kural odur ki, beynin üst dalga frekansı, saniyede titreşim süresinde rahatlandığında en düşüktür ve insan en uyanık ve heyecanlıyken en yüksektir.

Beyin elektromanyetik araçlar ile dıştan canlandırılması (tahrik edilmesi) bir dış cihaz (jeneratör) ile yeni bir safhaya getirilmesine veya kilitlenmesine neden olabilir. Üstün beyin dalgaları dış tahrik tarafından yeni frekans kalıplarına sürülebilir veya itilebilir. Başka bir deyişle, dış sinyal sürücüsü veya itici cihaz beyni bir yolculuğa çıkarır, normal frekansları beyin dalgalarında değişikliğe neden olmaya bütünüyle götürür; ki bu da daha sonra beyin kimyasında değişmeğe neden olur. Beyin manüpilasyonu iki yoldan birine çıkar: Yararlı veya zararlı.

Spesifik dalga formları kombinasyonu ile birlikte çeşitli frekanslar beyindeki belirli kimyasal karışıklıkları tetikler. Bu nötro/kimyasalların salıverilmesi beyinde endişe duyguları, hırs, depresyon, aşk vb. sonuçlanı olan spesifik reaksiyonlara yol açar. Bütün bu duygular ve duygusal entellektüel karışıklıkların tüm gidiş/gelişi (değişimleri) spesifik elektriksel uyarılar sonucu ortaya çıkan bu beyin kimyasallarının (kimyasal ajanların) özel kombinasyonları sonucunda ortaya çıkar. Beyin sıvılarındaki bu belirli karışımlar olağanüstü özel zihinsel durumları ortaya çıkarabilirler. Örneğin, bilinçli davranış kaybı, karanlık korkusu vb. Bu alandaki çalışmalar düzenli olarak gerçekleşen yeni buluşlarla çok hızlı bir yüzdede ilerlemektedir. Bu spesifik frekansların bilgisinin çözümü, insan sağlığını anlamada önemli bir gelişme sağlayabilir. ELF için taşıyıcı olarak hareket eden radyo frekans radyosyonu kablosuz olarak beyin dalgalarını değiştirmede kullanılabilecek. Bu HAARP’ın bilinç kontrolü konusunda, uygulamalarında neler yapabileceğinin göstergesidir. Bununla birlikte HAARP’ın kayıtlarında, bunun insandaki yan etkileri henüz ortaya çıkartılmamıştır; fakat Begich ve Mannig’in kitaplarındaki hükümet dökümanlarında görülmektedir.

Beyin aktivitesinin kontrolü için gereken güç düzeyi 5-20 mikroamper giibi küçük bir değerdir ki bu da 60 Wattlık bir ampül yakmak için gereken enerjiden binlerce kat daha küçüktür. Yazarlar çalışmalarında gerekli olan çok küçük enerji üzerine konuşmaktadırlar. Beyin aktivitesini etkilemek için

gereken hız, enerji seviyesi ve dalgalar formu kombinasyonundan oluşur. Son yirmi yılda ve özellikle son birkaç yıldaki gelişmeler çok büyük ilerlemeler sunmaktadır.

Araştırmalar, uluslararası olarak, dış elektromanyetik alanlar tarafından beynin kolayca yönlendirilebileceğini veya durumları değiştirmek için etkilenebileceğini buldu. Bu buluşlar hem bilim çevreleri hem de sıradan insanlar için yeni araçlar oluşturdu. Yeni araçlar elektrikli “cranial” kafaya ilişkin uyarı aletleri, ses sistemlerini, ışıklı uyarı sistemlerini ve diğer birçok beyin yönlendirme ve geri tepki (destek yankı) cihazlarını içermektedir. Teknolojik ilerlemeler ayrıca, insanların kendi beyin aktivitelerinin yararlı sonuçlar için nasıl kontrol ve manipüle edileceğini öğrenmelerine izin veren özel kontrol ve gözetim araçlarını etkiledi. Raporlar diğerlerinin yanında gevşemeyi, ağrı kontrolünü, öğrenme hızını ve hafızanın geliştirilmesini içermektedir.

Hutchison’un en son çalışması henüz birleştirilen düşünce teknolojilerinin son tanımlamalarını sağlıyor. Onun son kitabı “Büyük Beyin Gücü”, okuyucularını çok hızlı değişen (o kadar ki bilimin uygulamalarından daha hızlı geliştiğinin fark edildiği) alana ulaştırıyor. Sinir sistemi bozukluklarının düzeltilmesi, dikkat dağınıklığı ve çocuklardaki hiperaktif bozuklukların düzeltilmesi, diğer şeyler arasında ilaç ve alkole bağlı bozuklukların düzeltilmesi konusundaki son durum tartışılıyor. Bu tip elektrototıp, bu tıbbi araştırmaların en ilginç alanlarını oluşturmaktadır.

Son yılların araştırmalar tıbbi ve psikolojik uygulamaların şaşırtıcı olumlu sonuçlarına doğru genişlemiştir. Bu sonuçların bazıları amerikan hava Kuvvetleri tarafından fark edildi. Ne yazık ki askeri çalışmalar bu teknolojiyi insanlık yararına kullanmaktan çok silah sistemlerinde kullanma yönünde sürdürülmektedir.

Amerika’nın en yetenekli mucitlerinden Dr. Patrick Flanagan, 1962 yılında tıbbın değişeceğini öngörmüştü.

“Bir gün tıbbi pratiğin tüm konsepti elektronik tarafından değiştirilecek. İnsanlar ilaçtan ziyade elektronik olarak tedavi edilecek”

Dr. Flanagan, o zamanlarda muhtemelen hala en gelişmiş beyin yönlendirme aracı olarak kabul edilen “Neurophone”u (elektronik telepatik makinası) keşfetmişti.

Flanagan son söyleşisinde, HAARP’ın yalnızca dünyanın en büyük iyonosferik ısıtıcı değil, aynı zamanda tasavvur edilmiş en büyük beyin yönlendirme cihazı olduğunu not etmektedir.

HAARP kayıtlarına göre, cihaza son şekli verildiğinde 8cihaz tüm bölgesel toplulukları etkilemeye yetecek düzeyde enerjiye sahip birçok dalga formu kullanır) VLF ve ELF dalgalarını gönderebilecek.

Dr. R.O. Becker 60’ların başında ELF taşımak için DC akımının üstüne sinyal ekleyerek ELF deneyleri gerçekleştirdi. Backer, bu konsepti bir ELF kullanarak test etti. 1-10 Hertz (pulses Per second) sinyal insanlar üzerinde test subjeleri arasında yükselen bilinç kaybı sonucunu verdi. Sonuçlar ELF’nin yani insanın beyin fonksiyonlarını en çok etkileyen frekansların, dışarıdan çok derin sonuçlarla manipüle edilebilir olduğunu gösterdi.

***

NÖROFON

1958’de Dr. Patrick Fanagan, 14 yaşındayken “Nörofon”u icat etti. Bu ona zamanımızın en parlak mucitlerinden biri ünvanını kazandırdı. Nörofon cihazı, sesi (kelimeler ve müzik gibi) elektrik uyarısına (impulse), hem de bunu vücut üzerindeki herhangi bir noktadan direkt olarak kulak ve bütün duyma mekanizmasını büsbütün baypas edip beyne transfer ederek, dönüştürebilir. Araştırmacılan teknolojiyi tartışırken, altı yıldan fazla bir süredir “Birleşik Devletler Patent Ofisi” cihaz için patent vermeyi reddetmektedir. Sonuçta hükümet nörofonun asla çalışmayacağını açıkladı ve patenti reddetti. Bundan sonra Flanagan ve avukatı, çalışan cihazı inceleyicisine göstermek amacıyla alet modeliyle Washington DC’ye gittiler. İnceleyici ikiliye sağır olan işçilerinden biri üzerinde kullanıp olumlu sonuç alındığı takdirde cihaz için patenti tekrar açacağını ifade etti. Alet denendi, sağır işçi gönderilen sesi duydu ve patent onaylandı.

Dr. Falagan daha sonra Tafts Üniversitesi’ne çalışmak üzere gitti. Burada nörofonun bir sonraki araştırma kademesin geçme amacıyla çalıştı. Deniz Kuvvetleri için insan ile yunus konuşması üzerine çalışmaya başladı. Bu araştırma üç boyutlu (3-D) holografik ses sisteminin gelişmesine olanak sağladı. Bu sistemin özü bir sesin uzayda herhangi bir yere yerleştirilmesi ve bir dinleyicinin bu sesi farkedebilmesine dayanmaktadır.

İlave çalışmalar dijital nörofonun gelişmesine büyük olanak sağladı. Cihazın önemini keşfeden ABD Savunma İstihbarat Ajansı (DİA) acil olarak ulusal güvenlik maddesi olarak gizlilik altına aldı. Dr. Flanagan yeni çalışmalar yapmaktan ve teknolojisi hakkında konuşmaktan dört yıl boyunca men edildi. Güvenlik gerekçesi sonunda kaldırıldıktan ve ilk nörofonun icadından 20 yıl sonra Dr. Flanagan sınırlı olarak Mark XI ve Thinkman Model 50 üretebilme aşamasına geldi ve bunlar öğrenme aletleri olarak kullanıldı çünkü ilkel örneklerdi!

O yıllardan itibaren Flanagan periyodik olarak yeni konsept üzerinde çalıştı ve nörofonik teknoloji için gelişmeler dizayn etti. Bu cihazın gelişmiş şekilleri, bilgisayar beyin etkileşimi cihazları olarak kullanılabilir. Büyük oranda düzgün olarak formatlanmış enformasyonun uzun dönem hafızaya transfer edilmesi fikri eğitimde devrim niteliğinde bir gelişmedir.

Nörofon şimdiye kadar geliştirilmiş en güçlü beyin yönlendirme aletlerinden biridir. Flanagan son yıllarda, diğer iletim modelleri üzerine vurgu ile bu teknolojiler üzerine çalışmaya devam etti. DIA’nın nörofona ilgisi vardı. Onu geliştirmek için çalışmayı sürdürdüler. Patrick ve Crystel Flanagan HAARP projesinin, bu radyo transmitlerinin veya iyonosferik ızıtıcının, kablosuz bir nörofon olarak kullanılabilmesinin mümkün olduğunu açıklıyorlar. Bu kullanımın hangi olanaklara sahip olduğu ise, çok açık.

“Real time Brain Biofeedback” (Aynı Anda Beyin Destek Yankısı) beyin araştırmalarında başka bir alan. Bu alan düşünce kontrolünün elde edilmesinde yeni yaklaşımlar sunuyor. İnter/aktif beyin teknolojileri ile şimdi beyin dalgalarını “gerçek zaman” temelinde görmek mümkün, böylece bu aletleri kullanan bireyler, bir kimse düşünürken beyin dalgalarının grafiksel olarak neye benzediğini bilgisayar ekranında görebilirler. Hükümetler bu teknolojilerle tehlike olarak gördükleri kalabalıkları kontrol altınada tutmak için ilgileniyorlar.

HAARP’ın kontrat dökümanlarında ve planlama kayıtlarında açıklanan olanakların, yazarlar tarafından toplanan Hava Kuvvetleri materyallerinin teşhiriyle birlikte dikkatlice yeniden gözden geçirilmesinden sonra, elektromanyetik dalgaların düşünce kontrolü için sunduğu olanaklar apaçık ortaya çıktı. HAARP iletim (transmiting) sistemi, dikkatsizce veya kasten zihinsel fonksiyonları değiştirmek için kullanılabilir.

Dr. Delgado, 1952 yılından beri insan beynini araştırıyor ve sonuçlarını yayımlıyor. Çalışmaları “düşünce kontrolü” üzerinde odaklı. Onun ilk çalışmaları bizim insan beyninin anlamamıza öncülük etti. Çalışmalarını 1969 yılında yazdığı, “Physical Control of the Mind: Toward a Psychocivilized Society” (Düşüncenin Fiziksel kontrolü: Psiko/medeni Bir Topluma Doğru) adlı kitabında özetledi. Bu erken çalışma temelde hayvanların araştırılmasıydı ve hayvanların beynine elektrod sokmayı içeriyordu. Subjesinin beyninde elektrik akımı imal ederek davranışı manipüle edebileceğini buldu. Delgado, uykudan yüksek heyecanlı bilinç durumlarına kadar bir dizi etki yaratabileceğini keşfetti. Daha sonraki çalışmaları kablosuz olarak yapıldı. Düşünce manipülasyonu etkisini belirli bir uzaklıktan, herhangi bir fiziksel kontak veya manipüle edilen canlı üzerinde araç olmadan aktivite etti. Delgado, frekansı veya kobay üzerindeki dalga formunu değiştirerek, onların düşünmelerini ve duygusal durumlarını tümüyle değiştirebileceğini buldu. Aynı zamanda hükümet tarafından kötüye kullanma olanakları açılırken, Delgado’nun çalışmalırı diğer pek çok araştırmacı için temel oldu.

Delgado’nun araştırması, 1969’da CIA/OR için çalışan Dr. Gottlieb tarafından, bu teknolojinin mümkün kullanımlarını ararken, yeniden değerlendirildi. O zamanlarda çalışmanın hala ham olmasıyla birlikte, CIA Delgado’nun görünüşünü psikomedeni bir topluma izin verecek teknikler açısından paylaşıyordu.

Bu süreç içinde Tulana Üniversitesi’nde bir nöroloji operatörü olan Dr. Heath bu olasılığı, beyinde elektriksel tahrik (ESB) çalışmasıyla gerçeğe yakın hale getirdi. ESB insanda zevkli ve korkutucu halüsilasyonlar yaratabiliyordu.

CIA’in düşünce kontrolüyle ilgilenmesi “Kore Savaşı” ile başlamıştı. CIA bu alanda çeşitli fiyaskolarla sonuçlanan araştırmalara başladı. Bunların bazıları üstü örtülmüş skandallardır: Kanadalı vatandaşların izinleri olmadan zihinsel olarak manipüle edilmeye çalışılmaları, binlerce üniversite öğrencisi ve askeri personel üzerinde LSD denemeleri gibi..

Delgado’nun kablosuz etkileri, CIA’in ağzının sulandıran bir düşünce oldu. Delgado, hayvanların belirli bir elektromanyetik alanın içine konup sonra herhangi bir fiziksel kontak olmaksızın manipüle edilebileceğini keşfetti. Bu teknolojiler başka araştırmacılar tarafından farkedildi ve çok hızlı bir gelişme yaşandı.

HAARP Programı Menajeri J. Heckescher, HAARP içinde kullanılan frekansların ve enerjilerin kontrol edilebilir olduğunu ve bazı uygulamalarda 1-20 Hertz dizisinde titreştirileceğini açıklıyor. Bu da HAARP’ın düşünce kontrolü amacıyla kullanılabileceğini kanıtlıyor.

HAARP sistemi çok büyük kontrol edilebilir bir elektrokmanyetik alan yaratıyor ki bu, Delgado’nun EMF’si eli karşılaştırılabilir. Bir nokta dışında: HAARP yalnızca bir odayı doldurmuyor, potansiyel olarak büyük bir bölgeyi hatta bir yarımküreyi doldurması mümkün. Temelde HAARP transmiteri bu uygulamada dünyanınkiyle (ki Dr. Dolego’nun kablosuz deneylerinde ihtiyaç olunandan 50 kat daha fazlasıdır) aynı düzeyde enerjiyi dışarıya yayıyor. Bunun anlamı eğer HAARP doğru frekansa getirilirse, yalnızca doğru dalga formlarını kullanarak, zihinsel ayırma, bir bölgenin tümünde kasden veya radyo frekansı iletiminin yan etkisi olarak oluşturulabilir.

Başta Dr. Nick Begich ve Jeane Manning’in araştırmaları olmak üzere tüm araştırmacıların çalışmaları, HAARP’ın pek de masum bir girişim olmadığının işaretlerini veriyorlar. Bu görüşlere göre HAARP tamamlandığında ABD'’in elindeki olanaklara şimdiden bir kez daha bakmakta yarar vardır:

1). Atmosferi manipüle etmek ve modifikasyon sağlamak2). Askeri ve güçlü bir silaha sahip olmak3).Geniş kitlelerin düşüncelerinin ve ruhsal durumlarının kontrol edilmesini sağlamak

4). Kendi komünikasyon sistemini geliştirip istenilen ülkelerin sistemlerini çökertmek.

ABD’nin kirli sicili; bilimi, teknolojiyi ve bilim insanlarını nasıl kullanageldiği düşünülürse ve ortaya konan deliller göz önüne alınırsa yapılma sitenenlerin bunlar olmadığını düşünmek çok güç.

Şimdi bir de Nikola Tesla’nın yaşamının sonuna değin sevgi ile bağlı kaldığı ülkesi Yugoslavya aracılığı ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne aktarılan Tesla buluş, teknoloji ve teorileri ile Rusya’nın bugün eriştiği “savaş teknolojisi”nin hangi noktalara ulaşmış olduğunu bir düşleyelim. Ne korkutucu bir muamma! Ve iki süper savaş gücü arasında sıkışıp kalmış dünya uluslarının güvenlik sorununun boyutlarını algılamaya çalışalım. Ne dehşet verici değil mi?

Bugün insanlık, 21. yüzyıla işte bu gerçeklerin giz perdesi altında girmiş bulunuyor. Ancak bütün bu veriler ışığı altında ABD tüm dünya uluslarına ve halklarına “demokrasi” ile “insan hakları” hocalığı yapmayı sürdürüyor olması da en azından burada sözü edilen gerçekler kadar dehşet verici bir başka gerçektir.

Yerküre üzerinde yaşayan ve demokrasiye yürekten inanıp bağlanmış pek çok insan, Amerika Birleşik Devletleri’nin düşleri ile mutluluğu yakalamaya çalışarak avunabiliyor. Durum çok açık olarak ortadadır ki; emperyalist ABD düzeni tüm dünyayı egemenliği altına alabilmek için düşlerde bile yer almayacak olasılıklar doğrultusunda dahi –ABD’nın CIA ajanları ülke ülke dolaşarak insanların düşlerini bile satın alarak, bu verileri değerlendirme yönüne gitmiştir- milyarlarca dolar harcayarak, tüm dünya insanlığını psikolojik olarak etkisi altına almayı başarmış durumdadır. Tıpkı bir zamanlar Nikola Tesla’nın düşlerini önce satın aldığı sonra, çaldığı ve kullanıp attığı gibi..

20 yüzyılda pek çok ülkenin yöneticisi, siyasetçisi ve liderleri, ABD’nın çıkarlarına hareket ettiklerinden ötürü, son nefeslerini dar ağaçlarında almışlarsa eğer, bir zamanlar ülkelerinin ulusal çıkarlarını el tersi edip ABD’ye inanıp gönül vermiş olmalarındandır. Tıpkı bu örnekte olduğu gibi, yanlış eğitim, yönlendirilme ve bireysel özlemlere yenik düşülmesi sonucunda da pek çok toplum ve hatta tüm insanlık; nasıl bir dünyada yaşanmakta olduğunu sorgulamamanın bedelini, ne olup bittiğini anlayamadan yaşamlarını yitirmek zorunda kalarak ödeyebilirler.

N B C SİLAHLARI ÜRETİM ANALİZİ

İSTANBUL/ 13 KASIM 1999

İÇİNDEKİLER

BÖLÜM: I

1). Kimyasal Savaşlar 1/1). Kimyasal Silahların Tarihçesi 1/1-a). Klor Gazı 1/2). Kimyasal Silahların Önde Gelenleri 1/3). Ek Maddelerin Gelişimi

2). I. Dünya Savaşında Üretilen Kimyasal Silahlar 2/1). Silahların Kullanımı 2/2).1914-1918 Kimyasal Savaşların Sonuçları

3). Kimyasal Savaş Maddeleri 3/1).Etken Maddeler 3/2).Rahatsız Edici Maddeler 3/3). Madde-15

4). Sinir Gazları Gelişiminin Tarihçesi 4/1). Nazi Almanya'sında Tabun Üretimi 4/2). Sarin Gazı 4/3).Tabun Sırrının Ortaya Çıkışı 4/4). Savaşın Sonu 4/5). Soman 4/6). VX

5). Göz Yaşartıcı Gazların tarihçesi 5/1). Fiziksel Özellikler 5/2). Göz Yaşartıcı Gazlar 5/3). İkili Kimyasal Silahlar 5/3-a). GB İkili 5/4-b). GD İkili 5/5-c). VX İkili

BÖLÜM: II

6). Biyolojik Silahlar

BÖLÜM: III

7). NBC Savaşları 7/1). Kimyasal ve Biyolojik Silahların Önemi

BÖLÜM: IV

8). Genel Değerlendirme

1). KİMYASAL SAVAŞIN KISA TARİHİ

1/1-a). KLOR GAZI

22 Nisan 1915 saat 17.oo'de Ypres'deki Alman kıtaları Bixschoote içinden geçen Yser Kanalı üzerindeki Steenstraat ile Poelcappelle'deki Langemark arasındaki hat üzerinde 5,730 tüpten 180.000 Kg. klor gazını deşarj ettiler. Gaz bulutu, rüzgarla yayılmış ve müttefik hattından 8-9 kilometrelik bir aralık açarak kaçmak için ters yönde siper kazan Fransız ve Mısır Kıtalarını ya öldürmüş ya da sakat bırakmıştır.

24 Nisan 1915'de Almanlar, bu kez Kanadalılar'a karşı Ypres'de ikinci bir klor gazı taarruzu gerçekleştirdiler.

31 Mayıs 1915'de, klor önce Varşova'nın 50 km güney doğusunda Skierniewice yanında, Bolimow'da Almanlar tarafından doğu cephesinde kullanıldı. Bu taarruzda, 12 km'lik bir hat boyunca 264 ton klor gazı çıkaran 12.000 tüp kullanıldı. Tüplerden çıkarılan gaz kullanarak I.Dünya Savaşı boyunca yaklaşık 200 kimyasal taarruz gerçekleşti; bunların en büyüğü, Ekim 1915'de meydana geldi ve Almanlar Rhiems'de 25.000 tüpten 550 ton klor yaydılar.

1/2). KİMYASAL SİLAHLARIN ÖNDE GELENLERİ

Kimyasal silahların tarihçeleri ile ilgili birçok kayıt, belki daha az değerlendirilen ilk klor taarruzunun, tahriş edici kimyasalların mevcut kullanımının artışını ancak temsil ettiği "22 Nisan 1915 saat 17.oo"de başlar.

Düşman istihkamlarına karşı yanan kükürtten çıkan tahriş edici sislerin kullanımı eski zamanlara dayanmaktadır. Rüzgar ile havanın aşırılığı ve modern kimyasal teknolojinin eksikliği 1914'den önce savaş silahlarında kimyasalların kullanımını kısıtlamıştır. Gerçekte, I. Dünya Savaşı'nda birkaç taraf, düşmanlıkların hemen hemen başlamasından itibaren, tahriş edici maddeler ile doldurulmuş savaş malzemeleri kullanmaktaydı.

Önce Fransızlar savaşa bir aydan az kala Ağustos 1914'de "etil bromoasetat" ile doldurulmuş mermi kovanları kullandılar ve "kloroaseton" Kasım 1914'de Frasnız mühimmat depolarına sokuldu. 27 Ekim 1914'de Neuve-Chappalle'de Almanlar, toz haline getirilmiş o-dianisidin klorosülfonat içine gömülen kurşun bilyalardan oluşturulmuş "Ni-şarapnel" 105 mm mermi kullandılar.

31. 01. 1915'de Boloimow'da Almanlar, ksilil bromür, ksililen bromür ve benzil bromür içeren bromlu aromatiklerin bir karışımı olan "T-Maddesi" ile doldurulmuş 150 mm'lik mermileri ürettiler. Tüm bu bileşikler, korunmasız birliklerin etkinliğini ciddi biçimde azaltan çok tahriş edici maddelerdir.

1/3). EK MADDELERİN GELİŞİMİ

Savaş sürdükçe, klora ilaveten pek çok zehirli bileşik kimyasal savaş maddesi olarak test edilmiştir. Bunlar arasında:-Brom-Triklorometilsülfiril klorür-Fosgen (19 Aralık 1915'de Nieltje'de 4.000 tüpten 88 ton fosgen alıtdı.)-Triklorometil kloroformat (DP, difosgen)-Monokloronetil kloroformat-Hidrojen siyanür (AC)-Hidrojen sülfür-Trikloronitrometan (PS, kloropikrin)-Siyanojen bromür-Siyonojen klorür (CK)-Fenilkarbamin diklorür (Fosgen anilid)-Diklorometil eter-Dibromometil eter-Metil siyanoformat-Etil siyanoformat-Metansülfonil klorür-Etansülfonil klorür-Etildikloroarsin-Metildikloroarsin-Etildibromoarsin-Biskloroetil sülfür (HS,hardal gazı) İl önve Almanlar tarafından 12 Temmuz 1917'de bir topçu taarruzunda kullanıldı.

Klor, fosgen, difosgen, kloropikrin, hidrojen siyanür, siyanojen klorür ve hardal'ın denendiği bu kimyasal savaş maddeleri büyük miktarda üretildi ve kullanıldı.

2). I. DÜNYA SAVAŞI'NDA ÜRETİLEN KİMYASAL SİLAHLAR

Klor Fosgen Difosgen Hardal Kloropikrin Siyanürler ToplamAlmanya 58.100 18.100 11.600 7.600 4.100 99.500Fransa 12.500 15.700 2.000 500 7.700 38.400İngiltere 20.800 1.400 500 8.000 400 31.100Amerika 2.400 1.400 900 2.500 7.200Avusturya 5.245İtalya 4.100Rusya 3.650

Toplam 93.800 36.600 11.600 11.000 15.100 8.100 189.195 *Miktarlar ton olarak belirlenmiştir.

2/1). SİLAHLARIN KULLANIMI

Kimyasal silah üretip kullanan bu ülkeler, daha öldürücü kimyasal maddeler ile deneyim kazandıkça, her iki tarafta maddeyi kullanmak için daha etkin metotlar geliştirmeye çalıştılar. Gaz bulutu ile taarruz rüzgara bağlıydı; rüzgarın yokluğunda veya rüzgar yanlış yönde estiği zaman, gaz tüpleri kullanışsız kalıyordu. Eğer gaz verildikten kısa süre sonra kayarsa, gaz bu kez taaruz yapan kuvvetlerin üzerine geri esebilirdi. Böylece, karşı koyan kuvvetlere karşı pek çok kimyasal savaş maddesinin yeni kullanım vasıtaları geliştirildi.

-Kimyasal madde kullanımı için önce Loos'da Eylül 1915'de konuşlandırılan 4 inch Stokes havanı geliştirildi; bu I. Dünya Savaşı'nda öldürücü kimyasallar ile doldurulmuş mermilerin ilk kullanımına örnek oldu.

-Almanlar, 77 mm, 105 mm ve 150 mm top parçaları için kimyasal madde ile doldurulmuş mermiler ürettiler ve Fransızlar da 75 mm hızlı ateşleme yapan silaha kimyasal ile doldurulmuş mermiler ürettiler.

-İngiliz Livens Projektörü, büyük miktarda kimyasal savaş maddesi kullanımı için geliştirilmiş büyük ölçekli bir havandı..

2/2). 1914-1918 KİMYASAL SAVAŞ SONUÇLARI

I. Dünya Savaşı sırasında kimyasal savaş maddeleriyle yaralanan ve öldürülen pek çok insan için kesin bir tanımlama bulmak zordur. Sadece İngiliz kayıpları 185.000 yaralı ve 8.700 ölü olarak verilebilir. Savaşanlar tarafından kullanılan kimyasal savaş maddelerinin yaklaşık 125.000 tonu ile yapılan kayıplar 1.296.853 kişidir. Fakat çoğu durumda resmi rakamlar kayıpların sayısının gerçek rakamların altında olduğu bilinmektedir. Bundan başka resmi rakamların, gaz taarruzlarında yaralanan kişileri ne derece kapsadığı ve savaştan hemen sonra ne derece ciddi semptomlar geçirdiği bilinmemektedir.

3). KİMYASAL SAVAŞ MADDELERİ

3/1). ETKEN MADDELER

KAN MADDELERİ

-Arsin -Siyanojen klorür -Hidrojen klorür

BOĞUCU MADDELER

-Klor -Difosgen -PFIB -Fosgen

SİNİRİ GAZLARI

-GA (Tabun) -GB (Sarin) -GD (Soman) -GE -GF -VE -VG -VM -VX

YAKICILAR

-Saflaştırılmış hardal -Etildikloroarsin -Lewisite 1 -Lewisite 2 -Lewisite 3 -Metildikloroarsin -Hardal-Lewisite karışımı -Hardal-T karışımı -Azot hardalı 1 -Azot hardalı 2 -Azot hardalı 3 -Fenildikloroarsin -Fosgen oksim -Seksi hardal

3/2). RAHATSIZ EDİCİ MADDELER

KONTROL MADDELERİ:

Göz Yaşartıcılar -CA -CN -CNB -CNC -CNS -CS Aksırtıcı-Kusturucu Maddeler -DA -DC -DM (Adamsit)

ETKİSİZLEŞTİRİCİ MADDELER:

Yatıştırıcılar -Morfin

Anormal Şuur Zenginleştirici İlaçlar -Madde-15 -BZ -Liserjik asit-25 -Meskalin -Fenilsiklidin -Psilosibin

Uyarıcılar Zehirler -Amfetamin -Aflotoksin -Kokain -Botulinus zehiri -Deksamfetamin -Risin -Trikotesen mikotoksin -Saksitoksin

3/3). MADDE-15

Kategori : Rahatsız edici maddeYan Kategori: Etkisizleştirici maddeKodu : Madde-15Formülü : Glikolik asidin esteri

Etkileri : Madde-15, kimyasal savaş maddesi BZ'yi de içeren büyük bir kimyasal grubu olan glikolatlara aittir. Kimyasallar, merkezi ve sinir sisteminde kolinerjik sinir iletimini engeller. Madde-15'e maruz kalmanın başlıca etkilerinin. Göz bebeklerinin büyümesi, yüzün kızarması, hızyı kalp atması, cilt ve vücut sıcaklığında artış, zayıflık, halsizlik, sendeleme, görsel halüsinasyonlar, şuurun karışması, zaman duygusunun kaybı, koordinasyon kaybı ve uyuşukluk olduğuna inanılmaktadır.

Öncüler : 3-Kinüklidinol ve benzilik asittir. BZ ve ilgili maddelere ait fazla bilinmeyen 3 diğer öncü ise; 3-hidroksi-1-metilpiperidin, metil benzilat ve 3-kinüklidon.

Yorumlar : Madde-15 hakkında, BZ ile ilgili olan kişiler hariç, pek fazla bilgi yoktur. Irak'ın askeri depolarında 1980'den beri bu maddeden çok fazla miktarda bulunduğu ortaya çıkarılmıştır.

4). SİNİR GAZLARI GELİŞİMİNİN TARİHİ

İlk Sinir Gazının Keşfi: Sinir gazlarının öyküsü, Leverkusen'deki I.G. Farbenindustrie Laboratuvarmarından Dr. Gerhard Schrader'ın önce "Tabun" (etil dimetilfosforamidosiyanidat, GA)'u hazırladığı 23 Aralık 1936 tarihinde başlar. Önce asil florürler, sulfonil florürler, floroetanol türevleri ve floroasetik asit türevleri gibi, flor ihtiva eden bileşikler ile çalışan Schrader, 1934'den beri yeni haşere ilaç türlerini geliştirme programından sorumluydu. 1935'de, önceki araştırma çizgisinin devamı olarak dimetilfosforamido-floridik asit hazırladı. Almanya, İngiltere, İsviçre ve ABD'de bu bileşikler için patentler aldı ve Tabun'un hazırlanmasına yol açan dimetilfosforamidleri sistematik olarak incelemeye başladı. Schrader, Tabun'un haşerelere karşı çok kuvvetli olduğunu gördü; ilk deneyinde kullandığı 5 ppm Tabun, yaprak bitlerinin tümünü öldürdü.

Ocak 1937'de Schrader, laboratuvar asistanı ile birlikte Tabun gazına maruz kalmalarından ötürü, meisosis (göz bebeklerinin büzülmesi) ve nefes darlığı deneyine başlayınca, sinir gazlarının insanlar üzerindeki etkilerini önce gözlemlediler. Harris ve Paxman'ın kaydettiklerine göre; Schrader ve asistanı yaşamlarını kurtarabildikleri için çok şanslıydılar.

1935'de Naziler, Savaş Bakanı'na bildirilmiş olası askeri önem taşıyan bütün icatların üstünde durmaları kararını aldılar. Bir Tabun örneği Mayıs 1934'de Spandau'daki Ordu Silahlar Bürosu'nun Kimyasal Silahlar Bölümü'ne gönderildi ve Schrader bir gösteri yapmak üzere Berlin'e çağrıldı. Anılan zamanda Schrader'in patent başvurusu gizli yapıldı. Kimyasal Silahlar Bölümü'nün başı olan Albay Rodriger, Tabun ve diğer organofosfat bileşiklerinin daha çok araxtırılması için yeni laboratuvarlar kurulmasını emretti. Schrader, hemen Ruhr vadisindeki Wuppertal-Elberfeld'deki yeni laboratuvara hareket etti.

4/1). NAZİ ALMANYASI'NDA TABUN ÜRETİMİ

1939 yılında Tabun üretimi için pilot bir fabrika, Raubkammer'de yer sağlayan Alman Ordusu tarafından Loneberg fundalığı üzerinde Monster Lager'de kuruldu. Ocak 1940'da Almanlar, Silesia'da Breslau'dan (şimdiki Wroclaw) 40 km ötede Oder Nehri üzerinde Dyernfurth-am-Oder'de kod adı Hochwerk olan tam ölçekli bir fabrika inşaasına başladılar. Fabrika, 1.5 x 0.5 mil'lik bir alanı kaplıyordu. Ve son ürün Tabun'a kadar tüm ara ürünleri tamamen gizli olarak sentez ediyordu. Tesis, sonra üst Silesia'daki Krappitz (şimdiki Krapowice)'de depolanan savaş levazımatını doldurka için bir yer altı fabrikası kurdu.

I.G. Farbenindustrie'nin bir yan kuruluşu olan "Anorgana G.m.b.H Almanya'daki diğer tüm kimyasal savaş maddesi üreten fabrikalar gibi Tabun fabrikasını da işletti. Fabrikanın operasyonal olması, Ocak 1940'dan Haziran 1942'ye değin uzun bir zaman aldı. Bu esasen üretim prosesinin zorluğundan kaynaklanmıştı. Bazı ara ürünler, Almanların kuarz veya gümüşle kaplı kaplar içinde bütün reaksiyonları yapmada zorlandıkları tarza koroziftiler. Tabun'un aşırı zehirliliği, son üretim ünitelerinin cidarlar arasında dolaşan basınçlı bir hava akımıyla çift cam kaplı cidarlar ile kuşatılmasını gerektirdi. Bütün üniteler, periyodik olarak buhar ve amonyakla temizlendi. İşçiler, maskeler ve kauçuktan yapılmış giysiler ile donatıldılar; elbiseler 10'uncu giyişten sonra atıldı. Tüm bu önlemlere karşın, üretim başlamadan önce 300'den fazla kaza meydana geldi ve en az 10 işçi, 2.5 yıllık çalışma sürecinde öldü. Harris ve Paxman, kazalar ile ilgili bazı örnekler vermektedir, şöyle ki: -Dört boru işçisi üzerine sıvı Tabun döküldü ve onlar kauçuk elbiselerini çıkaramadan öldüler.

-Bir işçinin kauçuk elbisesinin boynundan 2 litre Tabun döküldü ve 2 dakika içinde öldü.

-7 İşçinin maskelerine sıvı Tabun çarptı ve bütün önlemlerine karşın yalnızca ikisi hayatta kalabildi.

4/2). SARİN GAZI

1938'de ikinci bir kuvvetli organofosfat sinir gazı keşfedildi. Bu Sarin gazı (1-metiletil metilfosfonofloriad, GB) 4 kaşifin isimlerinden isinlenilerek adlandırıldı: Schrader, Ambros, Rodriger ve Van dır LINde..

Haziran 1939'DA Sarin'in formülü, bileşiğin bir numunesi ile birlikte Berlin-Spandau'daki Ordu Silahlar Bürosu'nun Kimyasal Silahlar Bölümü'ne getirildi. O dönemde araştırılan Sarin'in tüm sentetik yolları ciddi korozyon sorunlarına yol açan hidroflorik asit kullanımını gerektirmiştir. Bu kuarz ve gümüş kaplı bileşiklerin kullanımını zorunlu kılmıştır. Pilot tesisler, Loneberg fundalığı üzerindeki Spandau, Monster Lager'de inxaa edildiler ve Sarin'in pilot üretimi Dyernfurth'da 144 nolu binada yürütüldü. Dyernfurth Sarin Fabrikası, ayda 40-100 tonluk bir kapasiteye sahipmiş gibi gösterilmiştir. Ayda 500 tonluk bir üretim fabrikası, II. Dünya Savaşı sonunda Berlin'in güney doğusundaki Falkenhagen'de inşaa halindeydi. ABD, 1950'lerin başında Sarin üretmeye başladı ve düzenli üretim 1956'da sona erdirildi. (Resmi veriler bunu göstermekte ise de Sarin üretimi sürmektedir)

4/3). TABUN SIRRININ ORTAYA ÇIKIŞI

11 Mayıs 1943de İngilizler, Spandau'daku Ordu Kimyasal Silahlar Araştırma Laboratuvarında çalışmış bir Alman kimyageri yakaladılar. Mahkum, Tabun'un kod adını (Trilon 83) onun üretildiği kimyasal reaksiyonları, etkilerini ve Tabun'a karşı savunma ve kullanım metotlarını İngilizlere anlattı. Alman kimyagerden elde edilen bilgiler 3 Temmuz 1943

tarihinde M!) istihbarat raporuna dahil edildi. Savaştan sonra, müttefikler önce Nisan 1945'de bir Alman cephesindeki cephaneyi ele geçirdiklerinde Tabun'dan haberdar olduklarını ileri sürdüler ve Tabun içeren bir mermi kovanını analiz için İngiltere'ye götürdüler. Bununla birlikte kayıtlar görevlilerin 1943 raporunun "önemsenmediğini" göstermektedir. Bu noktada yeri gelmişken, geçmişteki bu örnekte olduğu gibi, Kimyasal ve Biyolojik Silahları gerektiği biçimde dikkate alıp değerlendirme yapmayan ülkelerin, 21. Yüzyılda çok büyük ve hiç umulmadık düş kırıklıkları ile içinden çıkılması olanaksız felaket ve acılara sürükleneceklerinin ifadesinde yarar görmekte olduğumuzu işaret etmek isteriz.

4/4). SAVAŞIN SONU

1944'ün sonunda Almanya'nın 12.000 ton Tabun ürettiği; 2.000 tonu mermilerle ve 10.000 tonu da uçak bombalarına yüklediği ortaya çıktı. Bu savaş gereçleri Lausitz ve Şaxony'de terkedilmiş maden ocakları gibi, üst Silesia'daki Krappitz'de depolanmışlardı. Bazı stoklar da Naziler tarafından son hendek savunmasının sezinlenmesinden sonra Bavaria'ya taşınmıştı. Ağustos 1944'de Kızıl Ordu Silesia'ya yaklaştıkça ve Batılı Müttefikler Alman sınırına koştukça Naziler, Tabun ve Sarin'in imali ve onlar hakkındaki araştırmanın dökümanlarını sistematik olarak yok etmeye başlamışlardı. 1945 başlarında Dyernfurth terkelidmişti ve tonlarca sinir gazı sıvısı basitçe Oder Nehri'ne dökülmüştü. Fabrikanın yok edilmesi de planlanmıştı fakat, Ruslar fabrika yıkılmadan önce kuşatmışlardı. Luftwaffe, fabrikanın bombalanmasını emretmiş, fakat başaramamışlardı. Sovyetler'in hem Tabun fabrikasını, hem de Sarin fabrikasını ele geçirdiklerine inanılmaktadır. Sovyetler daha sonra Falkenhagen'de tam ölçekli Sarin fabrikasını ele geçirmişlerdir. Dyernfurth'daki üretimin Rus himayesi altında 1946'de yeniden kullanılmaya başlandığı istihbarat raporlarında yer almıştır.

4/4). SOMAN

Richard Kuhn, Tabun ve Sarin'in farmakolojisi üzerinde Alman Ordusu için çalışırken, 1944 baharında Soman'ı (1,2,2-trimetilpropil metilfosfono-floridat, GD) keşfetti. Keşfi detaylandıran dökümanlar, Sovyetler tarafından keşfedildikleri ve ortaya çıkarıldıkları Berlin'in 10 mil doğusundaki bir maden ocağında yakıldılar. Sovyetler, soğuk savaş sırasında Soman üretip depoladı.

4/5). VX

Bir kaç kimyasal madde şirketi ve bağımsız çalışan diğer bilim adamları 1952 ve 1953'de yer değiştirmiş, 2-aminoetanetiol'lerin organofosfat esterlerinin kuvvetli bir sınıfını keşfettiler. 1954'de hemen hemen birlikte: -ICI pazara Amiton (o,o-dietil-S(2-(dietilamino)etil)-fosforotiolat) satın aldılar.

-ICI'dan R. Ghosh ve J.F.Newman, bu sınıf bileşiklerin (yeni bir organo-fosfat pestisitler grubu) detaylarını ihtiva eden bir çalışma sundular.

-Farbenfabriken Bayer AG'de Schrader, S-(2İ-(dietilamino)etil)-o-isipro-Propilmetilfosfonotiolat hazırladı -ICI'dar Ghosh, S-(2-(dietilamino)etil)-o-etiletilfosfonotiolat hazırladı.

Leningrad'daki I.M. Sechenov Enstitüsü'nden bir Sovyet timi, S-2-di-alkilaminoetilfosfono ve fosforotiolatların antikolinestereraz aktivitesini evvelce önceden tahmin ettiler. Porton'daki İngiliz Kimyasal Savaş Maddeleri Laboratuvarı, bu sınıf bileşikleri araştırmaya yöneldi ve tüm sınıfın sistematik bir araştırmasına başlayan Edgewood'daki ABD ilgili laboratuvarına bildirdi. 1958'de ABD, üretim için (1-metiletil)amino)etil)-o-etilmetil-fosfonotiolatı seçtiler. Üretim fabrikasının inşası 1959'da başladı; üretim 1961-1968 arasında sürdü.

İlginç (ve belki de doğruluğu kabul edilmeyen) bir dip not: ABD'nin 1970'lerin başına değin bir sır olarak gizlediği VX'in kimyasal yapısını ilgilendirmekteydi. Sovyetler, bu bileşik sınıfının zehirliliğini öğrendiler ya da yapının bozulmuş bir versiyonunu elde ettiler; sonuç olarak Sovyet V-gazı, aynı formül ile VX'den biraz farklı bir bileşik olan S-82-(dietilamino)etil)-o-etilisobutilfosfonotiolat yapısına sahiptir.

5). GÖZ YAŞARTICI GAZLARIN TARİHÇESİ

Göz yaşı gazları genellikle fazla solunmazlarsa öldürücü değildir; sümük membrantları ile cilde lokal teması ve solunum ile insanları etkiler. Genel etkileri, göz yaşı ve aksırmadır; bu maddeler akciğer doku hastalıklarına neden olabilirler ve akciğer ödemine (akciğer dokusunda aşırı sıvı) yol açabilir. Bu komplikasyonlar, temastan sonra saatler ile günler arasında değişen sürelerde gelişir.

Göz yaşartıcı gazlar 19. Yüzyılın ortalarından beli bilinmektedir. Kloropikrin (PS) önce 1848'de Pikrik asit (2,4,6-trinitrofenol) ile kalsiyum hipo-kloritden sente edildi. Bu madde I. Dünya Savaşı sırasında bu metotla üretildi ve çatışma esnasında hem tahriş edici hem de öldürücü bir silah olarak kullanıldı. Onun zehirliliği, klorpikrini zayıf bir kontrol maddesi yapmasına karşın, aynı zamanda bir toprak sterilantı, tohum dezenfektanı ve örneğin metil violetin sentezde ara ürünü olarak kullanılmasını da mümkün kılmıştır.

Geniş bir şekilde değerlendirilmesine karşın, göz yaşartıcı gazların kullanımı, öldürücü kimyasal maddelerin kullanımından önce gelmektedir. I. Dünya Savaşı'ndaki birkaç taraf ülke, hemen hemen düşmanlıklar başladığından beri tahriş edici maddelerle doldurulmuş mühimmat kullanıyorlardı. Etil brornoasetat, 1914 Ağustos'unda kloroaseton Kasım 1914'de ve ksilil bromür, ksililen bromür ve benzil bromür karışımları Ocak 1915'de kullanıldı. Brornobenzilsiyanür (CA), I. Dünya Savaşı sonuna doğru hem Fransız hem de Amerikalılar tarafından kullanıldı. Bütün bu bileşikler çok ciddi tahriş edicidirler.

I. Dünya Savaşı sırasında alfa-kloroasetofenon (CN) göz yaşartıcı gazı, Birleşik Devletler'de araştırıldı. Fakat üretim fabrikaları Kasım 1918'de hala

bitirilememişti. Bir çok ülke polisi I. Dünya Savaşı ile II. Dünya Savaşı arasında kontrol maddesi olarak özellikle göz tahriş edici olan CN'yi benimsedi. II. Dünya Savaşı sırasında bütün taraf ülkeler çok miktarda CN imal ettiler. 1950'li yıllarda CN kısıtlaması kaçınılmaz oldu. O-Klorobenzilidin malononitril (CS) daha geniş etkilere sahip olduğu ortaya çıkınca, CN'nin yerini aldı. CS göz yaşartıcı gazı, çok ani etki eder ve ciddi yanmaya, ağızdan nefes alma eğilimine, boğazda ciddi yanmaya ve öksürmeye neden olur. Bazı vak'alarda bulantı ve kusma da olabilir. CS aynı zamanda vücudun temas etmiş kısımları üzerinde yanma hissine neden olur. Temiz hava hızlı bir panzehirdir. CS ve CN'nin her ikisi de fişeklerde kullanılan katı maddelerdir. Alternatif olarak bunların sıvı çözeltisi MACEI gibi ürünlerde aerosol spreyi dağıtabilir. Bu uygulamada, inert bir solvent içinde %1 CN-%2CS, aerosol ağzından sprey edilir.

5/1). FİZİKSEL ÖZELLİKLER

CS, CN ve PS'nin fiziksel özellikleri tablonun ilk bölümünde, BA, CA ve CR'ninkiler 2. Kısımda verilmektedir.

TABLO CS CN PSGörünümü Beyaz kristal Katı Beyaz-açık sarı-Toz Hafif yağımsı-SıvıMoleküler ağırlığı 188.62 154.60 164.3

Erime noktası 95-96 58-59,54,56.5 -64 Kaynama noktası 310-315 244-245 112Buhar basıncı,mm Hg 0,00034 0.054 16.9Suda Çözünürlük,g/L 1-5 <1 2.272Organik Solventlerde aseton, dioksan, alkol,eter,CS2 benzen, CS2Çözünürlük metilen klorür, benzen Etil asetat, benzenHavadaki konsantras- 1 0.105 184Yon, mg/L

5/2). GÖZ YAŞARTICI GAZLAR

CS:((2-klorofenil)metilen)propandinitril, (o-klorobenzilidin)malonnitril, klorobenzalmalonnitril

CN:2-Kloro-1-feniletanon, 2-kloroasetofenon, Alfa-kloroasetofenon, fenasim klorür, Klorometil fenil keton

PS: trikloronitrometan, kloropikrin

BA: 1-bromo-2-propanon, bromoaseton

CA: alfa-brornobenzenasetonitril, alfa-brorno-fenilasetonitril,

brornobenzilsiyanür

CR: dibenzil ( b,f)(1,4) oksazepin

5/3). İKİLİ KİMYASAL SİLAHLAR

İkili kimyasal silahlar, iki ayrı nispetten zehirli olmayan kimyasalların zehirli yeni bir kimyasal oluşturduğu karışımlardır.

5/3-a). GB İKİLİ

İsopropilalkol ve isopropilaminin bir karışımı (OPA) ayrı bir kap içine yerleştirilirken, metilfosfonil diflorür (DF) başlangıçta bir kaba konur. Silah ateşlendiğinde (veya başka bir deyimle "gönderildiği" zaman) kaplar arasında bulunan disk kopar ve iki komponent GB oluşturmak üzere reaksiyona girer. İ PrNH2CH3-PO-F2 CH3-CH3-OH- - - - - - - - - -CH3-PO2-F-CH3-CH3 -i PrNH3F

5/4-b). GD İKİLİ

Metilfosfonil diflorür (DF) ilk önce bir kap içine yerleştirilir ve pinokolil alkol ile bir amin karışımı ayrı bir kaba yerleştirilir. Silah ateşlendiğinde kaplar arasındaki disk kopar ve iki komponent GD oluşturmak üzere havada reaksiyona girer. i PrNH2CH3-PO-F2CH3CH3CH3CH3-OH-------CH3-POF-O-CH3CH3CH3CH3 -i PrNH3F

5/5-c). VX İKİLİ

O-etil O-2-diizopropilaminoetil metilfosfonit (QL) bir kaba alınır, diğer kaba elemental kükürt konur. Silah ateşlendiğinde (gönderildiğinde) kaplar arasındaki disk kırılır ve iki komponentin reaksiyonu gerçekleşerek VX ürününü oluşturur.

CH3O-PCH3-O-NCH3CH3-CH3CH3CH3-PO-OCH3-SN-CH3-SN-CH3CH3CH3CH3

6). BİYOLOJİK SİLAHLAR

BAZI BİYOLOJİK MADDELERİN ÖZELLİKLERİ VE SEMPTOMLARI

TİPİ ADI ETKİ HIZI ETKİN ETKİNLER KORUNMA DOZAJI B Bacillus Kuluçka: 8.000- Ateş ve yorgunluk; Tedavi edilebilir. Anthracis 1-6 gün 50.000 hafif bir iyileşmeyle Aşısı vardır. A *Şarbona Hastalığın spor birlikte,sonra ciddi Neden olur. Süresi:1-2 gün solunum problemle- K rinin aniden ortaya Çıkması; şok, zatür- T Çok yüksek re ve 2-3 gün içinde Ölüm hızı ölüm. E Yersinia kuluçka: 100- Kırgınlık, yüksek Tedavi edilebilir, R Pestis 2-10 gün 500 ateş. Lenf bezleri Aşısı vardır. *Vebaya Hastalığın organizma problemleri, cilt ya- İ neden olur. Süresi:2-10 gün raları, oluşması kan- L malar, dolaşım yet - Liği ve ölüm. E Ölüm hızı Değişkendir. Brucella kuluçka: 100- Ateş ve titreme içe- Antibiyotikler R Suis 5-60 gün 1000 ren gribe benzer ile tedavi edilebi- Organizma semptomlar, baş ağ- lir. rısı, iştah kaybı, akli Aşısı yoktur. *Brucello- depresyon, aşırı yor- sis'e neden Ölüm oranı gunluk,eklem ağrıla- olur. %2 rı, terleme ve gastro- intestinal semptom Pasturella Kuluçka: 10-100 Ateş, baş ağrısı, kır- Tedavi edilebilir Tularensis 1-10 gün Organizma gınlık, genel rahat - Aşısı vardır. Hastalığın sızlık, tahriş edici *Tularemia' seyri:1-3 öksürük,kilo kaybı ya neden haftadır. Olur. Ölüm oranı: %30

TİPİ ADI ETKİN HIZI ETKİN ETKİLER KORUNMA DOZAJI

R Coxiella Kuluçka: Öksürme, ağrılar, Antibiyotikler I Burnetti 2-14 gün ateş, göğüs ağrısı ile tedavi edile- C Hastalığın 10 zatürre. bilir. K *Q-Ateşine Süresi:2-14 Organizma Aşısı vardır. E Neden olur. gün T Ölüm oranı: S %1 I A Variola Kuluçka: Kırgınlık,ateş,kus- Tedavi edilebi- Virus ort.12 gün ma,baş ağrısı önce lir. V Hastalığın 10-100 görülür. Aşısı vardır. *Çiçek has- seyri: organizma 2-3 gün yaralarla İ talığına ne- birkaç hafta devam eder. den olur. Aşılanmamış R kişilerde ölüm çok bulaşıcıdır. Ü %35'dir. S Venezuella kuluçka Ani ateş başlaması L Beyin ilti- 1-5 gün ciddi baş ağrısı ve Özel tedavisi habı virüsü Hastalığın 10-100 adele ağrısı. Yoktur. Seyri 1-2 hafta Organizma Bulantı, kusma, ök- E düşük ölüm sürme, şiddetli bo- Aşısı vardır. Oranı ğaz yanması ve ishal R takip eder.

Sarı ateş kuluçka Ciddi ateş, baş ağrısı Virüsü 3-6 gün öksürme, bulantı, Özel tedavisi Hastalığın 1-10 kusma, kolay kana- yoktur. Seyri organizma ma,düşük kan basın- cı, dahili vasküler Aşısı vardır. 1-2 hafta komplikasyonlar. Ölüm oranı %5

TİPİ ADI ETKİN HIZI ETKİN ETKİLER KORUNMA DOZAJI

Saxitoxin Dakikalar- Baş dönmesi, solu- Z *Özel olarak saatler. İnsan num sisteminin Kabuklular, ölümsel dozun ağırlığının felce uğraması ve Midye tarafın solunmasından kg başına dakikalar içinde E dan yenen sonra öldürüçü- 10 mikro- ölüm. H Mavi-yeşil dür. Gram İ yosunlar ta- rafından R üretilir.

L Botulinum Etki süresi Zayıflık, baş dönme- Tedavi edile- Toksini 24-36 saat vücut si, boğaz ve ağız ka- bilir. E *Botulizme ağırlığının naması, bulanık gö- neden olur. Hastalığın seyri: kg başına rüş, adelelerin zayıf- R (Gıda zehir- 24-72 saat 0.001 laması. lenmesi) Felce yol açan sinir *Clostridium iletiminin kesilmesi Aşısı vardır. Botulinum ölüm oranı Ani solunum yetmez- bacterinum %65 liği ölüme neden tarafından olabilir. üretilir. Etkili süresi vücut Zayıflık, ateş, ök- Ricin birkaç saat ağırlığının sürme, akciğerlerde Castor bean- hastalığın kg başına sıvı birikmesi Panzehiri Lardan seyri 3 gün 3-5 mikro gr. Yoktur. Stapilococcal Etki süresi Ateş, titreme, baş Enteretoix B 3-12 saat kişi başına ağrısı, mide bulantısı,Özel tedavisi (SEB) Hastalığın 30 kusma, öksürme ve yoktur. *Stapiloccocus seyri 4 hafta nanogram ishal aureus kadar tarafından üretilir.

7). NBC SAVAŞLARI

I. Dünya Savaşı döneminden günümüze değin, giderek sinsi bir biçimde geliştirilen ve her geçen gün çok daha etkin, çok daha ölümcül maddelere ulaşılabilmesi için, geliştirme ve araştırma çalışmaları sürdürülen, kısaca: "NBC Savaşları" olarak anılan: Nuclear-Biological-Chemical Wars (Nükleer-Biyolojik-Kimyasal Savaşlar) 21. Yüzyıl savaş teknikleri içinde en etkin ve yaygın gücü oluşturması kaçınılmaz bir gerçektir. Bu nedenle Kimyasal ve Biyolojik silahlar ile ilgili ana hatlar yukarıda özetle akademik ve bilimsel anlamda ifadeye çalışılmıştır.

Özellikle ele geçirme amaçlı taarruzlarda tercih edilmesi gereken savaş tekniği kimyasal ve biyolojik silahlar olmaktadır. Nükleer silahlar hiçbir zaman tercih edilmemektedir. Çünkü, kullanılan nükleer silahlar, kullanım sonrasında radyasyon oluşturduklarından bunların etkisi bölgede devam etmektedir. Oysa ki, kimyasal silahların kullanımında tahrip sonrası etkisi kaybolduğundan en uygun taarruz silahlarıdır.

Biyolojik silahların kullanımı ise; ikinci derecede riskli tiptir. Bulaşıcı ve salgın hastalıklara yol açacak olması nedeniyle, işgale katılacak güçler için de (korunmalarına karşın) tehdit oluşturur. Biyolojik silahlar, nükleer silahlar nasıl kitle imha silahları ise; bunlar da kullanılan miktar ve etkilenen canlı sayısına bağlı olarak bir kitle imha silahıdır.

7/1). KİMYASAL VE BİYOLOJİK SİLAHLARIN ÖNEMİ

21. yüzyılda özellikle "gelişmekte olan ülkeler" adıyla tanımlanan ülkeler ile terör örgütleri kimyasal ve biyolojik savaşa yöneleceklerdir. Bunun en önemli nedeni, kimyasal ve biyolojik silahların nükleer silah üretiminden çok daha ucuz ve kolay olmasıdır. Diğer bir nedeni de süper güçlerin nükleer silah güçlerinin tehdidi ile karşı karşıya ağır baskılar altında kalan gelişmekte olan ülkelerin "savunma" ve "caydırıcı tehdit" gücü elde edebilmek için, kendilerini bu silahlanmada haklılık içinde görmeleridir.

21. yüz yılda "halklar"ın bağımsızlık savaşına yönelmeleri kaçınılmazdır. Halkların bağımsızlık savaşı ise; 21. Yüz yılı terör yüz yılı haline getirecektir. Bu kaçınılmaz gelişmeler 20. Yüz yıl emperyalist güçleri tarafından çıkarları doğrultusunda planlanarak uygulamaya konmuştur. 21. yüz yılda gelişecek olan her türden terör, -tıpkı 20. Yüz yılda olduğu gibi- siyasal platformlarda "lanetlenecek" ise de sinsi ve gizli bir biçimde gelişmiş güçlerce desteklenecektir.

Gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkeleri kendi çıkarlarına uygun rotalara yönlendirebilmek için, sözde bağımsızlık savaşı sürdüren halkları, gerçekte ise; terör gruplarını baskı aracı olarak kullanacağı, yaşanılan son yüz yılın son yıllarında belirgin ip uçları vermiştir. Bu ip uçları 21. Yüz

yılda özellikle Türkiye için, en büyük tehlikenin "etnik ve dinsel terör" olacağını işaret etmektedir. 20. yüz yılda terör örgütleri -hangi siyasal görüşte olurlarsa olsunla- silah olarak "Kalaşnikov" kullandı. 21. Yüz yılda ise; terör örgütlerinin kimyasal ve biyolojik silah kullanmaya yönelecekleri kesindir. Terör gruplarının bugüne değin bu alana yönelmemiş olmalarının nedeni; gerekli bilgi birikimi ve profesyonellik gerektiriyor oluşudur. Ancak siyasal finans gruplarınca finanse edilen terör grupları biyolojik ve kimyasal silah üretim tesislerinin en iyi müşterileri arasında yer alacaklardır.

Bu nedenle kimyasal ve biyolojik silahlar yeni yüzyılda çok daha etkin ve yaygın bir savaş metodu olarak karşımıza çıkacaktır.

7/2). KİMYASAL VE BİYOLOJİK SİLAH ÜRETİMİ

Yukarıdaki gerçeklerden hareketle Türkiye kimyasal ve biyolojik silah üretimine yönelmeli ve bu alanda kontrolü elinde tutacak bir üretim ünitesi kurabilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti toprakları dışında, kontrol altında tutabileceği bir bölgede kuracağı kimyasal ve biyolojik silah üretim fabrikası bu alanda etkin bir güç elde edilmesini sağlayacağı gibi, Türkiye'ye yönelebilecek tehditleri önceden haber alıp gerekli önlemleri alarak, tehditleri ortadan kaldırabilmesini de sağlayacak kesin bir çözüm yolu olacaktır.

Kurulacak bir kimyasal ve biyolojik silah üretim tesisi, tüm dünyada terör gruplarını denetlenerek kontrol altına alınabilmesini sağlayacaktır.

BÖLÜM: IV

8). GENEL DEĞERLENDİRME

Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde faaliyet göstermekte olan "Ergenekon"un dikkatlerine sunulan bu analiz ve öneri çalışmasının amacı, kimyasal ve biyolojik silah üretimine yönelmenin kaçınılmaz gerekliliğine olan inancımızdır. Bu noktada ifade etmekte yarar görüyoruz ki; Körfez Savaşı'nda, Halil Bezmen'in sahibi olduğu "Tarım Koruma" üretim tesislerinde gizlice üretilen kimyasal silahların, yine örtülü yollardan Saddam yönetimindeki Irak'a gönderilmiş olması üzerinde durulması gereken bir gelişmedir. Körfez Savaşı'nın gizleri arasında yer alan kişisel çıkarlara dayalı bu girişim de kanıtlamaktadır ki; kimyasal ve biyolojik silahlar sanıldığından çok daha önemlidir.

Türkiye, kimyasal ve biyolojik silah üretimini gerçekleştirebilecek bilgi donanımına sahip genç bilim adamlarına sahiptir. Bu alanda faaliyet gösterecek bir üretim tesisini kurup işletmeye sokmakla kalmayıp, bu alanda bugüne değin geliştirilebilmiş mevcut silahlardan çok daha etkili ve güçlü yeni silahlar üretebilecek yetenekte insan kaynağına sahip olunması görmezden gelinmemelidir. Bu alanda üretim gücüne sahip yeteneklerin değerlendirilmemesi ve görmezden gelinmeleri halinde gelecekte başka güçlerin kontrolünde çalışmalara yönelebileceklerini de göz ardı etmemek gerekir.

Türkiye'nin nükleer silah üretimini gerçekleştirebilecek finans kaynağı olmadığı gibi, bu alanda üretim gerçekleştirebilecek profesyonellikte bilgi birikimine sahip bilim adamı da yoktur. Buna karşın kimyasal ve biyolojik silah üretimini kolaylıkla sağlayabilecek insan kaynağı vardır. Bu potansiyelin mutlaka değerlendirilmesi gerekmektedir.

Dünya Savaşı'ndan yenik, perişan ve parçalanmış olarak çıkan Federal Almanya Cumhuriyeti, 50 yıl gibi çok kısa bir süre içinde gelişmekle kalmamış; Avrupa'da olduğu gibi Ortadoğu, Kafkaslar ve Uzak Asya'da etkili bir güç olduğunu hissettirebilmiştir. Bu başarısını ise; kimyasal üretimde dünya kartelini elinde tutmasına borçludur. Çok ucuz maliyetli kimyasal üretim Almanya'ya umulduğundan çok daha büyük bir ekonomik ve siyasal güç kazandırmıştır.

Bugün Federal Almanya Cumhuriyeti'nin siyasi organlarının finanse ettiği pek çok sivil toplum örgütü legal kuruluşlar olmakla birlikte istihbarat ofisleri olarak faaliyet gösterdikleri ülkelerde kendi çıkarları adına büyük başarılar kazanmaktadır. Bunca ülkede bunca sivil toplum kuruluşunun

finansı ise; kimyasal üretimden elde edilen kaynaklardan rahatça karşılanabilmektedir. Türkiye, gerektiği oranda ağır sanayii yatırımlarına yönelemezken, çok ucuz maliyetle çok büyük karların elde edilebildiği kimyasal üretime yönelmemiştir. Ki; bu büyük bir talihsizliktir. Çünkü, bu alanda yeterli insan kaynağı vardır ve hiç değerlendirilmemiştir. Türkiye'nin bu alandaki yetişmiş insan kaynakları ticari piyasada Alman kimya üretim tesislerinin birer pazarlamacısı durumuna düşmüş, al-satçı olmuşlardır. Oysa ki; bu yetişkin bilim gücü, hemen hemen sıfır maliyetle üretime yöneltilebilir ve Türkiye'ye muazzam bir finans sektörü oluşturabilirlerdi.

Ergenekon, Türkiye'nin ekonomik ve siyasal bağımsızlığına çok büyük katkıları olabilecek bu çalışmaları rahatlıkla organize ederek gerçekleştirebilir. Ayrıca 21. Yüzyılda dünyanın en önemli sorunu haline gelecek olan terör gruplarını kontrol altına alırken, küçümsenmesi olanaksız büyük bir finans gücünü de elde edecektir.

Burada yer verilen ve “ kara bilim” olarak tanımlanan bilimsel araştırma faaliyetlerinin günümüzde ulaştığı nokta, yalnızca “açığa” çıkan verilerden yola çıkılarak hazırlanan bu çalışmada hiz kuşkusuz ki net olarak belirlenebilmiş değildir. Ancak, yıllar öncesinden büyük finans kaynaklarıyla başlatılan ve nerede ise yüzyılı tamamlamış olan “kara bilim” adlı bu “savaş endüstrisi” ile elde edilen güç ve yerkürede oluşturduğu “tehdid”e dikkat çekilmek istenmektedir.

Türkiye, her konuda olduğu gibi bu konuda da çok yazık ki, gerekli çalışmalardan yoksun kalmıştır. Çok ağır koşullar içinde “yorgun” ve “eğitimsiz” bir toplum ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti, bugün genç, dinamik ve oldukça enerjik olmakla birlikte yönetim kadrolarının başarısızlıkları nedeniyle çağına yetişememiştir. Bunun yanısıra, eğitimli insan kaynaklarını adeta “yitirmek” için çok büyük çaba göstermiştir. Pek çok bilimadamı ülkeyi terk etmiş ve geri dönmemiştir. Ve yine pek çok sanatçı ile aydın, “güven”siz dolu yaşam ve gelecek endişelerinden kaynaklanan faktörlerle Türkiye’yi terk etmiştir. Bu eğitimli ve aydın insan kaynaklarını yitirmiş bir Cumhuriyet, içinde barındırmayı başarabildiği ancak, “küskün” bilim insanları, aydınları ve sanatçıların “yaratıcı” ve “üretken” yaşam modellerinden mahrum bırakılmaları nedeniyle ülkelerine ve insanlığa hizmet üretiminde bulunamamışlardır.

Dünyanın pek çok ülkesinde sayısız örnekleri görülmüştür ve görülmektedir ki, ülkeler kendi uluslarından olmayan pek çok yabancı bilim ve sanat insanından sonuna değin yararlanmayı bilmişler ve bu yolla güçlü devlet olmuşlardır. Kendi halkının kanını taşımadıkları halde onca yabancı bilim ve sanat insanını bağırlarına basıp tüm kaprislerine boyun eğebilecek denli “güçsüz” olmaya razı olabilen ülkeler, gerçekte “güçlü” ve hatta “Süper Güç”ler olduklarını tarih sahnesinde yineleyip durmaktadırlar.

Öte yanda Türkiye Cumhuriyeti, kanı ve inancı bir olan halkın bireyleri karşısında her plâtformda “güçlü” olmaya özen göstermiş, bunun her alanda ve her an anımsanabilmesi gerekliliğine inanmış ve ulusal plolitika haline

getirdiğinden, bireyleri ve halkı üzerinde baskı oluşturmuştur. Halk, mensubu olduğu güçlü devlet karşısında ezilmiş, devletinin onca gücüne karşın kendi varlığından duyduğu endişeler karşısında hep şaşkın kalmıştır. Ne zaman, ne şekilde suçlanacağını bilemeyen birey, adım atmaktan korkar hale gelmiştir.

Bugün hiçbir Türk kimyacısı kendisine kurduğu bir lâboratuarda teorileri doğrultusunda deneyler ve araştırmalar yapmaya cüret edemez. Çünkü, yarın kapısının çalınıp “hangi terör örgütü için patlayıcı ürettiğinin sorulup sorulmayacağının” güvencesine inandırılamaz. Günümüzde hiçbir fizik insanı, devlet kademelerinden birisine başvuruda bulunarak, –kaldı ki böyle bir sistem mevcut değildir- “Benim bir teorim var ve bunu geliştirip uygulayabilmek için araştırma olanağı tanınmasına gereksinmem var,” diyemez. Ama bir hayali ihracatçı dilediği bankayı dilediği kadar soyabilmek için, devletin her kademesinden kendisine güçlü ortaklar bulabilir. Hiçbir Türk aydını, sanatçısı, yazarı, bilim ve düşünce insanı, çok değil, 75 yıl öncesinde atalarının bir an bile tereddüt göstermeksizin kan ve can verdiği bu topraklar üzerinde oynan kirli ve ulusal çıkarlara aykırı oyunlar üzerine ne düşündüğünü ifade edemez. Eğer bu sakıncalı “ihaneti” yapmaya kalkışacak olursa, günün birinde başına ne geleceğini kimseler bilemez. Fakat bu gerçeği de tüm dünya çok iyi bilir.

Ülkeleri bağımsız birer ülke haline getiren elbette ki öncelikle akan kandır. Fakat bir başka gerçek daha vardır ki, ülkelerin bağımsız olarak varlıklarını koruyup gelişebilmeleri için de öncelikle sanatsal ve bilimsel üretim yoğunluğu o akıtılan kanlar değin yaşamsaldır. Bu gerçeği görmek istememek ise, “geri” kalmak ve “bağımsızlık” faktörünü tümden hiçe saymaktı.

Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün hastalığına Türk doktorlar çare bulmaya çalışmış olsalardı –Ki, öngörü yetisi muazzam Atatürk, “Beni Türk doktorlarına emanet edin” demiştir- bugün ölüm nedeni olarak öne sürülen sözde “siroz” teşhisi üzerindeki “sis perdesi”nden söz edilmesi olanaksız olacağı gibi, ulusundan zamansız kopartılması da mümkün olmayacaktı. Atatürk’ün vefatı üzerinde derin ve ciddi kuşkular vardır. Çünkü, ölüm nedeni iddia edildiği gibi siroz değildir. Bugün pek çok olayda açığa çıkmaktadır ki, “kara bilim”in loş ışığında geliştirilen bilimsel entrika ve komplolar sonucu tarih tekrar tekrar yeniden yazılmaktadır. Atatürk’ün hastalık döneminde yabancı doktorlar tarafından “virüs” verilip verilmediği tartışmaya ciddi biçimde açık bir konu olarak karşımızda durmaktadır. Çünkü, “biyolojik silah” sanayinin faaliyete geçtiği Alman kimya, biyolojik araştırmaları ve gerçekleştirdikleri deneyler ile uygulamaları açığa çıkmış durumdadır.

Atatürk sonrası Türkiye Cumhuriyeti çok yanlış bir politika izmiş ve ulusal çıkarlar sadece siyasi kadrolara teslim edilmiştir. Oysa ki, bir ulusun bağımsızlığı, ulusal çıkarları ve bilimsel kültürel gelişimi yalnızca bilim ve sanat insanlarının üretimleri üzerinde yükselebilir. Bu gerçeği hiçe sayan yönetim kadroları, “her alanda ve her konuda yeterli otorite” olarak kendilerini görmüşler ve ülke bu nedenlerden ötürü her alanda geri kaldığı

gibi, aynı kan, inanç ve kültür birikimine sahip ulus kendi içinde etnik, kültürel ve siyasal bölünme noktasına taşınabilmiştir. Oysa ki, bir ulusu bölünmez kılmanın tek harcı bilim ve sanattır. Ekonomik etkenler dahi çok sonra gelir.

21. yüzyıl Türkiye’sinde yönetim kadroları yukarıda özetle işaret edilen hususlara gerekli özeni göstermek durumundadır. Aksi halde dinsel, etnik ve kültürel parçalanma taleplerinin ardı arkası kesilmeyecek, ekonomik koşulların da etkili ivmesi ile giderek hız kazanacak, devlete olan güveni tümden yok olma aşamasına gelen halk katmanları “müstemleke” olmaya razı hale gelecektir.