130
İSTANBUL SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLER ODASI X. TÜRKİYE MUHASEBE DENETİMİ SEMPOZYUMU & IV. ULUSLARARASI TÜRKİYE MUHASEBE DENETİMİ SEMPOZYUMU KURUMSALLAŞMA VE DENETİM INSTITUTIONALIZATION AND AUDIT 1

archive.ismmmo.org.trarchive.ismmmo.org.tr/.../SEMPOZYUM_10/sunumlar/6Ekim.docx · Web viewİSTANBUL SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLER ODASI X. TÜRKİYE MUHASEBE DENETİMİ

Embed Size (px)

Citation preview

İSTANBUL SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLER ODASI

X. TÜRKİYE MUHASEBE DENETİMİ SEMPOZYUMU

&

IV. ULUSLARARASI TÜRKİYE MUHASEBE DENETİMİ

SEMPOZYUMU

KURUMSALLAŞMA VE DENETİM

INSTITUTIONALIZATION AND AUDIT

06 EKİM 2011

ANTALYA/BELDİBİ

1

I.GÜN

SUNUCU _

İstanbul Mali Müşavirler Odası IV. Uluslararası ve 10. Ulusal Muhasebe Denetimi Sempozyumuna hoş geldiniz.

Oturumumuza başlamadan önce sizleri Saygı Duruşuna ve İstiklal Marşımıza davet ediyorum.

SAYGI DURUŞU VE İSTİKLAL MARŞI

Değerli konuklarımız Sempozyum Açılış Konuşmalarını yapmak üzere İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası Başkanı Sayın Yahya Arıkan’ı kürsüye davet ediyorum.

YAHYA ARIKAN _ İSTANBUL SMMMO BAŞKANI _

TÜRMOB’un Sayın Genel Başkanı,

Sayın Onursal Başkanım,

Geçmiş Dönem TÜRMOB Genel Başkanım,

IFAC Yönetim Kurulu Üyem,

Çok Değerli Hocalarım,

Yurtdışında Gelen Çok Değerli Konuklar,

Antalya SGK İl Müdürüm,

Türkiye’nin Dört Bir Yanından Gelen Değerli Oda Başkanları ve Yöneticileri,

Gerek İstanbul’dan, Gerek Türkiye’nin Yine Dört Bir Yanından Gelen Saygıdeğer Meslektaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Sizleri şahsım ve İstanbul Mali Müşavir Odası adına saygı ve sevgiyle selamlıyor, hoş geldiniz diyorum.

Değerli Konuklar, Saygıdeğer Meslektaşlarım, bu yıl 10.’sunu düzenlediğimiz Türkiye Muhasebe Denetimi Sempozyumu ve 4.’sini düzenlediğimiz Uluslararası Muhasebe Denetimi Sempozyumu ana konusunu “Kurumsallaşma ve Denetim” olarak belirledik. Mesleğimizin geleceği açısından bir milat yaşanmaktadır. Miladın başlangıcı, 01 Ocak 2013’tür. Bu değişim ve dönüşümün adı da “Yeni Türk Ticaret Kanunu”dur. Önümüzde büyük hedeflerimiz var, bu hedeflerin ne olduğunu biraz sonra sizlerle paylaşacağım.

Değerli konuklar, saygıdeğer meslektaşlarım, büyük bir uzlaşmayla çıkartılan Türk Ticaret Kanunu’nun yasallaşmasında emeği geçen Hükümete, Ana Muhalefet Partisi ve diğer

2

Partilere, Yasa ile özdeşleşen ve bize göre adını tarihe yazdıran Sevgili Hocam Profesör Doktor Ünal Tekinalp Hocama da teşekkürü bir borç biliyoruz.

Değerli meslektaşlarım, Türk Ticaret Kanunu, yalnızca mesleğimiz açısından değil Türkiye’nin geleceği açısından da yaşamsal bir önem taşımaktadır. Türkiye’de yaklaşık 100.000 anonim şirket, 700.000 limitet şirket vardır. Yeni TTK devreye girdiği zaman kuşkusuz, bu şirketlerin bir bölümü elenecektir ancak Türkiye’de tüm muhasebe sistemi yeniden yapılanacaktır. Biliyorsunuz, Yeni Türk Ticaret Kanunu, işletmelere defterleri tutulurken bireysel ve konsolide finansal tabloları düzenlerken Türkiye Muhasebe Standartlarına uyma zorunluluğu getirmiştir. Tek Düzen Uygulama Tebliğinden sonra bu uygulamayla Muhasebe Mesleği, yeniden formatlanacaktır.

Sayın konuklar, değerli meslektaşlarım, yasalarımızın global standartlara, Avrupa’daki kriterlere uyumu olumludur. Çünkü Türkiye’nin gerek ekonomisi gerekse şirketleri özelinde rekabet gücünün arttırılmasına ihtiyacı vardır. Şirketlerimiz ve Türkiye ancak kurumsal yönetim, güven ve şeffaflık ilkelerinin hayata geçirilmesiyle büyür ve gelişebilir. İşte burada, en önemli görevlerden biri de meslek camiamıza düşmektedir. Biraz önce ifade ettiğim gibi Yeni TTK devreye girdiği zaman Türkiye’de tüm muhasebeler KOBİ standartlarına göre yapılacaktır. Bu standartları bilmesi gereken, denetim boyutuyla uygulaması gereken kişiler de meslektaşlarımız olacaktır.

“Tarih, deneyimde başaramayanları değil, yalnızca denemeye bile kalkışmayanları yargılar!” diye ünlü bir söz vardır. İşte, buna uygun olarak deneyim, başarmak için tüm meslektaşlarımızı kapsayacak şekilde büyük bir eğitim seferberliğini startını vermiş bulunmaktayız. Eğitimin, mesleki vitrinde denetim, vizyonunda ise kurumsallaşma bulunmaktadır. Bizim eğitime ne kadar önem verdiğimiz bir sır değildir, son beş yılda çeşitli konularda düzenlenen eğitim seminerlerimize yaklaşık 35.000 meslek mensubu ve stajyer katılmıştır. Yine, 20 yılı aşkın bir süre, bütün eğitimlerimize katılan meslek meslektaş sayımız ise 200.000’leri aşmıştır. Ama değerli meslektaşlarım, bu sefer herkesin katılmasını özellikle istediğimiz eğitimler var, bunlar çok önemli olacak ki başlıkları; “Yeni TTK, Standartlar ve Denetim”dir.

Değerli arkadaşlarım, bugün sektörümüzde 100 liralık bir gelirin % 90-95’i denetim ve danışmanlıktan elde edilmektedir ve buradan açıkça söylemekte bir sakınca görmüyorum; birileri, denetim işini bizim yapmamızı istemiyorlar. Yıllardır yaşamını defter tutmayla geçiren bizlerle ilgili el altından bir oyun oynanıyor.

Değerli arkadaşlarım, buradan uyarıyorum; tablo iç açıcı değildir, uyanık olmalıyız. Bu anlamda TÜRMOB’un yayınlayacağı yeni bağımsız denetim merkezli Tebliğ, hayati önem taşımaktadır. Açıklamakta yarar var, bu Tebliğ ile ilgili iki görüş var. Birinci görüş; sınav olmalı, sınav meslekte kalite getirir düşüncesini savunurken, ikinci görüş ise; sınavların doğru olmayacağını, verilen mesleki ruhsatlara sahip olunması görüşündedir. İstanbul Odası olarak biz de sınavların doğru olmadığını yüksek sesle savunuyoruz. Biz, sınav olmasın derken buradan her önüne gelen bu işi yapsın anlamı da çıkmamalıdır. Şu anda TÜRMOB’un çizdiği yol haritasında denetçi olacak bir meslek mensubu, yaklaşık 100 saati aşan TTK, KOBİ Standartları ve Denetim eğitimine katılacaktır. Bu eğitimin sonunda TTK’ye göre denetim

3

raporu düzenlemeyi başarıyorsa “Denetçi Kütüğüne” kaydedilecektir. Bu yol haritası son derece doğru olup aynı zamanda işin daha kaliteli ve daha doğru yapılmasını sağlayacaktır. Bu nedenle çatı örgütümüz TÜRMOB, verdiği ruhsatlara sahip çıkmalıdır. Diğer görüşe göre, yani sınav yapılsın denildiğinde binlerce meslektaşımız sınav ile uğraşırken birileri de denetçi sözleşmelerine imza atar hale gelirse halkın tabiriyle, “Atı alan Üsküdar’ı geçmeye kalkarsa” buradan ayağa kalkacağımızı herkesin bilmesini isterim.

Ayrıca bir de, açık çağrıda bulunmak istiyorum; yeni TTK sürecine herkes sahip çıkmalıdır. Çünkü vurguladığımız gibi yeni TTK, tarihi bir fırsattır, hem ülkemiz açısından hem de mesleğimiz açısından. Başaramazsak ülkemiz kaybedecek, başaramazsak mesleğimiz kaybedecektir. Bu nedenle yeni TTK’yi, Standartları ve Denetim işimi mutlaka, öğreneceğiz.

Değerli meslektaşlarım, sakın bu süreci gözümüzde büyütmeyelim, yenilikçi yanımızı unutmayalım. Hatırlayın, el ile defter tutarken, Facit ile hesap yaparken tek düzen planını öğrendik, bilgisayar ortamında kayıt tuttuk, enflasyon düzeltmesini başarı ile uyguladık, e-beyan v e-bildirimde örnek olduk. Son 1 yıldır sürekli vurgu yaptığımız gibi şimdi dağın öte yakasını geçme zamanı gelmiştir. Dağın öte yakasına geçme ise eğitimlere katılmak, denetimi öğrenmek ve kurumsallaşmadan geçmektedir.

Sevgili meslektaşlarım, yeni Türk Ticaret Kanunu’nu öğrenmek zorundayız çünkü bu Kanun’un, müşterimize ne getirdiğini, bizlere neler getirdiğini öğrenmek zorundayız. Bunun için ikincil düzenlemeler yapılmadan önce mayıs ayında, yaklaşık 10.000’e yakın meslektaşımızın katılımıyla “Türk Ticaret Kanunu Farkındalık Eğitimleri”ni gerçekleştirdik. Yayınladığımız “130 Soruda Yeni TTK” kitabımız ise temel bir başvuru kaynağı olmuştur.

Değerli arkadaşlarım, biz eğitim ile bu sürece sahip çıkarken aslında birçok kurum ve kuruluşa da önemli görevler düştüğünü iyi bilinmelidir. Ticaret ve Sanayi Odaları, Sermaye Piyasası Kurulu, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, Türkiye Muhasebe Standartları Kurulu, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve ilintili tüm kurullarımız bu süreci sahiplenmeli ve hassas olmalıdırlar.

Değerli konuklar, “büyük hedeften” bahsetmiştim, şimdi oraya gelmek istiyorum; 2013 yılından itibaren umarız, bir engelleme olmadığı taktirde muhasebe mesleğinde yeni bir milat yaşayacağımızı söylemiştim. Artık vergi için bilgi için muhasebe yapmaya başlayacağız. İşte, 01 Ocak 2013 tarihli bu milat için yapılacak şey de bellidir. Evet, büyük hedefin adı; denetim işini öğrenmek ve de kurumsallaşmaktır. Çünkü kurumsallaşma bir kültürdür, bu kültür için de camiamız güçlerini birleştirmek zorundadır, ayakta kalmanın yolu da budur. Kurumsallaşma, ortak aklımızın ürünüdür ve ancak bu başarılırsa kazanma şansımız olacaktır. Herkes, kendi ufak derebeyliklerini, krallıklarını bırakıp asgari müştereklerde birleşmelidir. Yaklaşık 4 aydan beri süren meslek mensuplarımızın kurumsallaşmasına yol haritası olacak bir çalışmayı burada sizlerin görüşüne sunuyoruz. Bu çalışma elbette her şeyi çözecek değildir, sizlerin katkılarıyla zenginleşip hepimize rehber olacaktır.

Emeği geçen başta Oda Saymanımız Erol Demirer arkadaşım olmak üzere Kurumsallaşma Komitesi Başkanı Hıdır Özden ve arkadaşlarına teşekkür ediyorum. Güçler

4

nasıl birleştirilecek, kurumsallaşma yolunda hangi adımlar atılacak? Bu Sempozyumun sonunda daha da netleşmiş olacağız.

Değerli arkadaşlarım, kurumsallaşmanın, mesleğimizin yanı sıra Türkiye’miz için de toplam faydası yüksektir. Yeni TTK’deki bu konudaki düzenlemeler, bu düzenlemelerin iş dünyasına getireceği fayda ve sorumluluklar iyi kavranmalıdır. Biliyorsunuz, Yeni TTK’de kurumsal yönetim ilkeleri esas alınıyor. Kurumsallaşma ve kurumsal yönetim ilkeleri, şirketlerin doğru zamanda doğru karar verebilme yeteneklerini arttırır. Bu ise şeffaf, adil ve hesap verilebilir şirket kayıtlarının tutulmasıyla iç ve dış denetimin doğru bir şekilde yapılmasını sağlar. Dünyada, gelişmiş ülkelerde gözlenen kurumsallaşma hamleleri, bizim için de örnek olmalıdır. Son 10 yılda Amerika’da yaşanan ENRON, Worldcom, Global Crossing Skandalları hafızalardadır. Avrupa’da, İtalya’daki Parmalat, Hollanda’daki Ahop ve benzeri finansal skandallar sonrasında kurumsal yönetim ve kurumsallaşma kavramları çok sık kullanılmaya başlanılmıştır. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütünün ya da Dünya Bankası’nın raporlarında da yer alan bu yönde tavsiyeler açıktır. Yine anımsayalım, Avrupa Birliği 8. Yönergesiyle, Avrupa Birliği üye ülkeler içinde de kurumsal yönetim çerçevesi oluşturulmuştur.

Değerli meslektaşlarım, sonuçta kurumsal yönetim ilkeleri kamuoyunun aydınlatma ilkesine hizmet eder ve başrolünde meslektaşlarımızın olduğu bir yapıda toplam fayda sonucunu doğurur. Özetle, gün; güçlerimizi birleştirip en az 3 şirket kurarak kurumsallaşma günüdür. Yani muhasebe, denetim ve danışmanlık şirketlerini kurmak zorundayız. Dağın öte yakasına başka türlü geçme şansımız yoktur. Camiamızın yenilikçi yanı ile bunu da başaracağımıza inancımız tamdır.

Değerli konuklar, sözlerimi birçoğumuzun çok da fazla tanımadığını sandığım 58 yaşındaki Amerikalı Hafıza Uzmanı Doktor Bob Petrella‘ın öyküsüyle tamamlamak istiyorum. Petrella, iyi bir dostu ile tanıştığı günün tarihini, önemli olayların günü ve saatini, 53 yıldır yaptığı sohbetlerin büyük bir bölümünü aklında tutan biri. Bilim insanları Petrella’nın bu durumunu tıpta “süper otobiyografik hafıza” olarak adlandırılıyor. Değerli arkadaşlarım, Petrella kadar olmasak da biz de buradan ayrıldığımızda tüm dostlarımızı hatırlayıp, denetim ve kurumsallaşma konusundaki öğrendiklerimizi, değerlendirmelerimizi mesleğimiz açısından tarihe düşecek önemli notlar olarak aktaracağınıza yürekten inanmaktayım.

Değerli meslektaşlarım, unutmayalım, bir alanda ilk veya en olanların öyküsü yazılmaya değer bulunur. Ancak enleri başaranlar zamanla geçilebilir, örneğin ülkedeki en zengin insan gün gelir mutlaka geçilir. Oysa ilkleri başaranların tekrarı yoktur. Camiamız, geçmişte olduğu gibi yine bir ilki mutlaka başaracaktır.

Saygıdeğer konuklar, değerli meslektaşlarım, bu Sempozyum programında belirtilmeyen iki korsan girişim vardır. Birincisi, Odamız tarafından İstanbul Kalkınma Ajansı’ndan finans desteği alan “Entelektüel Sermaye Projesidir.” Bize ve müşterilerimize neler getirecek bu konuda bilgi sahibi olacağız. İkincisi, Luca Koza’dır, meslek mensuplarımızın önemli bir bölümünün kullandığı Luca’dan sonra müşterilerimizin hizmetine sunulacak Luca Koza da son durum nedir bunların bilgisini alacağız.

5

Değerli meslektaşlarım, yine, bildiğiniz gibi İstanbul, Ankara ve İzmir Odalarımızın, geleneksel olarak her yıl sürdürdüğü sempozyumları, sırayla her yıl bir Odamızın yapmasını kararlaştırdık. Bu amaçla önümüzdeki yıl 2012 yılında Ankara Odamız Muhasebe ve Vergi Uygulamaları konulu Sempozyumunu düzenleyecektir.

Son olarak bu önemli Sempozyumun gerçekleşmesinde katkı sunanlara, özel birkaç sözüm olacak. Sempozyum Düzenleme ve Yürütme Kuruluna, İSMMMO Yönetim Kuruluna, başta TÜRMOB Genel Başkanı Nail Sanlı ve TÜRMOB Yönetim Kuruluna, Sempozyum Koordinatörü Profesör Doktor Cemal İbiş’e, bu otelin oluşmasında bize çok büyük katkıları olan çok değerli dostum Antalya SGK İl Müdürü Sayın Selim Erol’a, Antalya Oda Başkanı Sayın Mustafa Erdem ve Oda Sekreteri Tayfur Çavdar’a, bildiri sunanlara, Oturum Başkanlarına, yurtdışından gelen değerli konuklarımıza, Valör Organizasyon Firmasına, Oda çalışanlarıma, Rixos Otel yetkilileri ve çalışanlarına, emekleri, özverileri ve katkıları için teşekkür ediyoruz.

Asıl teşekkürümü ise sizlere iletmek istiyorum. Türkiye’nin dört bir yanından gelen Oda Başkanlarına, Oda Yöneticilerine, gerek İstanbul’dan gerekse İstanbul dışından gelen değerli meslektaşlarıma ne kadar teşekkür etsek azdır. Çünkü bu Sempozyumu, sempozyum yapan sizlersiniz. Sempozyumun, mesleğimize yeni açılımlar getirmesi dileğiyle sizlere sevgiler, saygılar sunuyorum, teşekkür ederim.

SUNUCU _

Değerli Konuklar, konuşmalarını yapma üzere TÜRMOB Genel Başkanı Sayın Nail Sanlı’yı kürsüye davet ediyorum.

NAİL SANLI _ TÜRMOB GENEL BAŞKANI _

Sayın Onursal Genel Başkanım,

Değerli Bakanım,

Türk Ticaret Kanununun Mimari Değerli Hocam Profesör Doktor Ünal Tekinalp,

Kamu Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Temsilcileri,

Değerli Hocalarım,

Değerli Oda Başkanları,

Değerli Katılımcılar,

Değerli Basın Mensupları,

Değerli Meslektaşlarım,

Sizleri öncelikle şahsım ve TÜRMOB Kurulları adına saygıyla selamlıyorum.

6

İstanbul Mali Müşavirler Odamızın, geleneksel hale getirdiği X. Türkiye Muhasebe Denetimi ve IV. Uluslararası Türkiye Muhasebe Denetimi Sempozyumunda sizlerle birlikte olmanın mutluluğu içerisindeyiz.

Değerli konuklar, değerli katılımcılar, gerek siyasi anlamda gerekse ekonomik anlamda küresel düzeyde önemli değişimlerin yaşandığı bir dönemi yaşıyoruz. “Arap Baharı” ile birlikte bu bölgedeki ülkelerde yeni bir dönem yaşanıyor. Mısır, Libya, Suriye ve bölgesindeki ülkeler çok sancılı bir değişim süreci içerisinde. Bu değişim süreci, domino taşı gibi bütün Arap ülkelerini etkiliyor. En az, en muhafazakar ülke Suudi Arabistan bile kendini bazı reformlar yapmak zorunda hissetti. Ancak çağ dışı bir anlayış ile yönetilen bu ülkelerin alması gereken daha çok yol var. Kuzey Afrika ve Ortadoğu adeta yeniden şekilleniyor.

Türkiye, geleneksel dış politikasını değiştirdi. Alışageldiğimiz dış politikanın dışında bu süreçte oldukça aktif rol oynuyor. Bunun uzun vadede neler getireceğini şimdiden kestirmek çok güç ancak bu zorlu coğrafyada hiçbir şeyin görüldüğü gibi olmadığını hepimiz yıllardır yaşıyoruz. Yaşanan süreç, umarım ve dilerim ki bölge halkına barışı ve demokratik yaşamı getirsin. Ülkemiz için de temennimiz, bölgenin bu çözümsüz sorunlarına ve çıkmaz kuyularına Türkiye’nin çekilmemesidir.

Değerli konuklar, küresel finans tarihinin en derin krizini yaşıyor ve en geniş halk kitleleri tarafından toplumsal organizasyonlarla sorgulanıyor. Küresel ekonomide oldukça farklı bir dönemi yaşıyoruz. Başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Avrupa Birliği’nin birçok ülkesi borç krizine girmiş bulunuyor. Yunanistan’ın iflası çok net tartışılır oldu. İtalya, İspanya, Portekiz gibi ülkeler ciddi anlamda sıkıntı içindeler. Sürekli borçlanarak giderleri borçla karşılayarak sürdürülen politikanın artık sonuna gelindi. Borçlanarak finans sistemi araçlarıyla yaşamak imkânsız. Bu yaşanan süreçte üretimin ve reel ekonominin önemi net bir şekilde ortaya çıktı. Yaşanan bu küresel kriz, tüm dünyayı ve tüm ülkeleri etkiliyor. Önce Euro bölgesi ve Amerika Birleşik Devletleri’nden başlayan borç krizi, gelişmekte olan ülkeleri de etkilemeye başladı. Küresel ekonomide yaşanan gelişmeler, Türkiye’yi de önemli bir sınava tabi tutacaktır. Yarın faizlerin ne olacağını, dövizin ne olacağını, Borsanın nasıl seyir izleyeceğini hiçbirimizin tahmin etmesine imkân bulunmuyor. Her gelişme, dengeleri birden değiştirebiliyor. Türkiye, geçmişte sıklıkla yaşadığı ana benzer bir biçimde dış dengeden kaynaklanan bir dar boğaz ile karşı karşıyadır. Şimdilik bilmediğimiz, bunu şu aşamada aşıp aşmama şansının olup olmadığı konusundadır.

Değerli konuklar, değerli katılımcılar, Türkiye, aynı zamanda hepinizin bildiği gibi 30-35 yıldır kan ile gözyaşı ile ölümlerle, saldırılar ile şehitler ile yaşayan bir toplum oldu. Son günlerde yine şiddet hızla tırmanmaya başladı, şehit haberlerinin arkası bir türlü kesilmiyor. Bu saldırılar, insan olma özelliklerinden uzaklaşmış bir anlayışın eseridir, hedef gözetmeden insanları öldürmek, çocukları katletmek bir insani düşüncenin sonucu olamaz. Bu ülkede dökülen kanın durmasını, barış içerisinde, demokrasi içerisinde yaşamak istiyoruz.

Değerli konuklar, sevgili meslektaşlarım, İstanbul Odamızın Denetim Sempozyumu, Ankara Odamızın Muhasebe Uygulamaları ve Vergi Mevzuatı Sempozyumu, İzmir Odamızın Muhasebe Standartları Sempozyumu, yıllardır geleneksel halde başarı ile uygulanmaktadır. Bunların yanı sıra Konya Odamızın “Anadolu Odaları Semineri”, Muğla Odamızın “Sosyal

7

Güvenlik ve Vergi Semineri”, Kayseri Odamızın “Muhasebe Uygulamaları Sempozyumu, Sakarya ve Kocaeli Odalarımızın “Maliyet ve Yönetim Muhasebesi Sempozyumlarını” gerçekleştirmektedirler.

Meslek örgütü olarak yıllardır eğitim çalışmalarına büyük önem verdik. Gerek TÜRMOB gerek Odalarımız gayretlerinin, çabalarının en büyük bölümünü eğitim çalışmalarına ayırdılar ve ayırmaya devam edecekler. Bu çalışmalar mesleki eğitimin yanı sıra bilimsel anlamdaki çalışmalara da önemli ivme katmaktadır. Buralardaki tartışmalar, sunulan görüşler yeni görüşlere, yeni açılımlara, yeni çalışmalara kaynak oluşturmaktadır. Bu çalışmaları hem mesleki eğitim hem mesleki gelişimde hem de akademik ve bilimsel gelişim anlamında önemsiyoruz ve zorlu görevi başarı ile gerçekleştiren arkadaşlarımızı ve Odalarımızı canı gönülden kutluyoruz.

Değerli katılımcılar, İstanbul Odamız gündemimizde olan ve uzun süre gündemimizde olmaya devam edecek olan Türk Ticaret Kanunu, kurumsallaşma, denetim ve denetim mesleğinin yeniden yapılandırılması gibi çok önem verdiğimiz konuları bu Sempozyuma taşıdı. Kurumsallaşma ve denetim, yıllardır gündemimizin en önünde yer almaktadır ve almaya devam edecektir. Bu sadece bizde değil dünyada da böyledir. Amerika Muhasebeciler Birliği Temel Denetim Kavramları Komitesi denetimi şöyle tanımlamaktadır; “denetim, ekonomik faaliyetler ve olaylar hakkındaki beyanlar ile önceden oluşturulmuş kriterler arasındaki uygunluk derecesini belirlemek için bu ekonomik faaliyetler ve olaylar hakkındaki beyanlarla ilgili kanıtların tarafsız olarak elde edilmesi, değerlendirilmesi ve sonuçlarının ilgili kişilere iletilmesinden oluşan sistematik bir süreçtir” diyor. Mali tablo denetimi kriterleri genel kabul görmüş muhasebe kavram ve prensipleridir. Bu kriterlere uygun olarak yapılan bir denetim, işletmenin gerçek mali tablo rakamlarına ulaşılmasını sağlayacağı için dolaylı olarak vergi matrahlarının ve diğer hususların da doğruluğunu zaten sağlayacaktır.

13.06.1989 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 3568 sayılı meslek Yasamız, serbest muhasebeci mali müşavirlere ve yeminli mali müşavirlere, denetim yapma yetkisi tanımıştır. Ayrıca yeminli mali müşavirlere tasdik yapma yetkisi vermiştir. Doğal olarak bu Kanun, denetim yapacak meslek mensuplarını da tanımlamaktadır. Meslek Kanunumuz Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanması ve ülke gerçekleri, mesleğin vergiye yönelik boyutunun ön plana çıkmasına neden olmuştur. Meslek, gerçek işlevini ancak vergi muhasebeciliği ve vergi denetçiliğinden uzaklaşarak sağlayacaktır.

Mesleğin denetim boyutuna taşınması sadece Yasa’dan kaynaklanan bir sorunmuş gibi görünmek ve bunu öyle algılamak da yanlış bir yaklaşım olur. Ülke gerçekleri ve müşterilerimizin bizden istedikleri de dikkate alındığında sadece yasal düzenlemelerle mesleği denetim boyutuna taşımak mümkün değildir. Bu anlayış ve düşünce, değişiklik yaratılmasını gerektirmektedir. İşte, bu anlayış ve düşüncenin değişim zemini olarak yeni Türk Ticaret Kanunu’nu görüyoruz. Yeni Türk Ticaret Kanunu, ülkemizde çok önemli değişiklerin zemini oluşturmaktadır.

14 Şubat 2011 tarihli Resmi Gazete’de 6102 sayılı Yasa olarak yayınlanan yeni Ticaret Kanunu, gerek muhasebe uygulamaları ve muhasebe standartları gerekse denetim ve denetim standartları alanında devrim niteliğinde düzenlemeler getirmektedir.

8

Yeni Türk Ticaret Kanununda kurumsal yönetim anlayışı, sadece borsa şirketleri için öngörülen kurallar bütünü olmaktan çıkmakta ve tüm işletmelere uygulanması gereken yatırımcıya güven veren, sürdürülebilir bir gelişme unsuru olarak görülmektedir. Yeni Türk Ticaret Kanunu, tüm sermaye şirketlerine uygulanan kurumsal yönetime, iç ve bağımsız denetime ilişkin temel hükümler getirmiştir. Yeni Türk Ticaret Kanunu’nun kurumsal yönetim yaklaşımı; derinlemesine şeffaflık, adillik, hesap verebilirlik ve sorumluluk olmak üzere dört ana temel üzerine oturmaktadır. Yeni Türk Ticaret Kanunu, sermaye şirketlerinin denetiminde reformcu bir anlayış ve çağdaş bir yaklaşımla köklü bir sistem değişikliği getirmektedir. Değişiklik, ulusal ve uluslararası piyasalarda güveni kuracak, yerleştirecek ve Türkiye’ye yeni bir bakış açısı kazandıracak niteliktedir. Bu bağlamda yeni denetim anlayışı; uzman, mesleki yönden yeterli, teknik donanımlı, hukuki anlamda özenli, sorumluluğunun bilincinde olan, bağımsız bir denetçi tarafından Uluslararası Denetim Standartlarına uygun olarak, meslek etiğine bağlı olarak gerçekleştirilen, mesleğin gereği şüphecilikle yapılan şeffaf bir denetim olacaktır.

Değerli konuklar, değerli katılımcılar, bu sürece mesleğimizi ve meslektaşlarımızı en iyi şekilde hazırlayabilmek için bir yol haritası hazırladık. Bu doğrultuda çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Kaliteli bir denetim faaliyeti, sürekli mesleki eğitim ile mümkündür. Denetçinin yeterlilik şartları IFAC Uluslararası Eğitim Standartlarında paralel olarak değerlendirilmelidir. Denetim alanında kurumsallaşma olgusu ön plana çıkmaktadır. Denetim, bir ekip işidir. Bu ekipte mali müşavirler ve yeminli mali müşavirler birlikte çalışabilmelidirler. Bu nedenle bağımsız denetim uygulamalarıyla sınırlı olmak üzere serbest muhasebeci mali müşavirler ile yeminli mali müşavir unvanlı meslektaşlarımızın, birlikte şirketleşmelerine, ortaklık yapabilmelerine ve kurumsallaşmalarına olanak sağlamamız gerektiğine inanıyoruz ve bunu çok önemsiyoruz.

Hazırlamış olduğumuz yol haritasına göre standartları uygulayacak ve bu standartlara göre hazırlanacak finansal tabloların denetimini yapacak meslek mensuplarının eğitim gereksinimlerini karşılamak için yoğun bir eğitim dönemi bizleri beklemektedir. Bu dönemin gereklerini en iyi şekilde yerine getirebilmek için bu sürece en iyi şekilde hazırlanabilmek için bir eğitim seferberliği başlattık. Meslektaşlarımızın Türk Ticaret Kanunu’nun uygulanmasına ilişkin eğitimlerini gerçekleştireceğiz. Bu anlamda demin Oda Başkanımız Sayın Yahya Arıkan’ın da kısmen değindiği gibi üçayaklı bir eğitim programı hazırladık. Birincisi; Türk Ticaret Kanunu ve uygulamaları, ikincisi; TFRS ve KOBİ Standartları uygulaması ve üçüncü aşamada da; denetim, denetim standartları ve de denetim uygulamaları. Bu konuda yazın başından beri “eğitmenlerimizin eğitimi” ile uğraşıyoruz. Geçtiğimiz hafta sonu itibariyle eğitmenlerimizin eğitimi, değerli meslektaşlarım, % 88 oranında gerçekleşmiş bulunmaktadır. Ekim ayı ortalarına kadar bu süreç tamamlanacaktır. Ancak son yapılan bir değerlendirmeye göre bu eğitmenlerimizin eğitimi, küçük bir takviye eğitim ile “sunum eğitimleriyle” sonlandırılacaktır. Kasım ayı itibariyle Türkiye genelinde eşzamanlı olarak bütün Odalarımızda Türk Ticaret Kanunu eğitimiyle başlayacağız, Aralık ayında bunu TFRS ve KOBİ Standartları, Hesap Planı eğitimleri de dahil olmak üzere takip edecek ve Ocak ayı itibariyle de Denetim, Denetim Standartları ve Denetim Uygulamalarının eğitimini yılsonuna kadar, 01.01.2013 sürecine hazır olabilecek şekilde Türkiye genelinde eğitimlerimiz devam ettireceğiz. Tabii bu süreçte Türk Ticaret Kanunu’nun bizi ilgilendiren denetim boyutlu

9

bölümü, 01 Ocak 2013 tarihinde başlayacaktır. Biz de bu tarihe hazırlanmak ve hazır olmak için meslek camiası olarak meslektaşlarımızı hazırlamak ve buna hazır tutmak için elimizden var geldiğince çalışıyoruz.

Burada dikkat etmemiz gereken ve önemsememiz gereken bir iki tane konu vardır, bunlardan bir tanesi; Türk Ticaret Kanunu’nun 2013 başı itibariyle uygulamaya başlanmasının, denetim süreci olarak uygulamaya başlanmasının birtakım bazı anti anlamındaki dirençleri gelişmeye başladı Türkiye’de. Bunlar, iş dünyasından da kaynaklanmakta, bundan bazı kamu kesimleri de buna zorlayıcı ve besleyici tedbirler koymakta, özellikle kamudaki yetkiler ve sorumluluklar aşamasındaki Bakanlıklar arasındaki çekişmeler de zaman zaman buna neden olabilmektedir.

Diyorlar ki, Türkiye’deki firmaların tamamı denetlenmesin! Demin Oda Başkanımız da söyledi, Türkiye’de resmi kayıtlara göre 700.000 limitet şirket, 95.000 anonim şirket var, kabataslak 800.000 şirket, bugün Türk Ticaret Kanunu kapsamında denetime potansiyel olarak duran bir şekilde. Biz, hepimizi biliyoruz ki, bu 800.000 şirketin birçoğu gayri faaldir veya tasfiye konumuna gelmiştir veyahut da geçmişte uygulanan hayat standartları esaslarına göre kurulan şirketlerdir. Bu görüşlerimizi Vergi Konseyinde de ilgili Maliye Bakanlığı, bugünkü ismiyle de, yeni ismiyle de Gümrük ve Ticaret Bakanlığı yetkililerine de aktardık. Bunun ötelenmesi, ertelenmesi yerine özellikle Gümrük ve Ticaret Bakanlığının yapacağı ikincil düzenlemeler sırasında bu sözünü ettiğimiz gayri faal veyahut da hayat standardı esasına göre kurulmuş şirketlerin tasfiyesine yönelik basit bir tasfiye yöntemi geliştirilir ve bunu da hayata geçirirlerse göreceğiz ki, Türkiye’deki sözü edilen 800.000 firmanın sayısı 400.000-450.000’lere düşecektir. 450.000-500.000 şirketin de Türkiye’de denetlenebilmesi için yeterli sayıda yetişmiş insan gücü, yeterli denetçi, yeterli denetim firması vardır. Onun için bunun ertelenmesi ve ötelenmesi yerine Türk Ticaret Kanunu’nun yayınlandığı şekilde terminleriyle beraber uygulamaya geçmesi, aksaklıkların ve eksikliklerin uygulama içerisinde giderileceğinin daha uygun olacağını düşünüyoruz ve bunu savunuyoruz. Ben meslek camiamızın geçmişte Tek Düzen Muhasebe Tebliğlerinde olduğu gibi, geçmişte enflasyon düzeltmesinde olduğu gibi bu süreçten de başarı ile çıkacağına ve sorumluluklarını en iyi şekilde yerine getireceğine olan inancım tamdır. Bunu, son derece başarabilecek yetişmiş insan gücüne, yetişmiş meslek mensubu gücüne şuanda sahip olmakla beraber 01.01.2013 tarihi itibariyle daha da tam anlamıyla hazır olacağız ve buna sahip olacağız.

Değerli arkadaşlarım, konuşmama son vermeden önce bir iki tane bilgiyi sizinle paylaşmak istiyorum. Özellikle TÜRMOB Yönetimi olarak bu dönem bir iki tane yeni uygulamayı devreye soktuk, hazır sizlerle toplanmışken onlardan da söz etmek istiyorum çok kısaca. Özellikle Başkanlar Kurulu toplantılarımızın, yaptığımız seçim çalışmaları sırasında sizlere verdiğimiz birtakım bazı sözler ve yaptığımız açıklamalar vardı. Özellikle Başkanlar Kurulu toplantılarımızı çok önemsediğimizi ve buranın TÜRMOB Yönetim Kurulu ile beraber eşgüdüm içerisinde çalışacağını, buradan çıkacak kararların bize yol haritası ve iş programı çıkaracağını söylemiştik. Onun için bu dönem Başkanlar Kurulu toplantılarına, bazılarını “çalıştaylar modeli”, “çalıştaylar formatı” şeklinde gerçekleştiriyoruz ve I. Çalıştayımızı Haziran ayında, 04 Haziran’da Mali ve İdari Konularda Uygulama Birlikteliği açısından Odaların ve TÜRMOB’un uygulamalarını içeren bir çalıştay olarak gerçekleştirdik.

10

İkinci Çalıştayımızı, geçenlerde yine Haksız Rekabet ve Disiplin Uygulamaları açısından gerçekleştirdik ve burada özellikle Odalarımız arasındaki uygulama birlikteliğini sağlanmak ve etik kuralların yerleşmesini, haksız rekabetin önlenmesi ve disiplin cezalarının daha hukuki ortamda uygulanabilmesi için birtakım bazı görüşleri aldık, bunları kitapçıklar şeklinde de Odalarımızla daha sonra paylaşıyoruz.

Ayrıca bu dönem, demin sözünü ettiğim bu eğitmenlerimizin eğitimi konusunda ciddi bir proje ortaya koyduk ve yeni bir model başlattık. Bugüne kadar bazı Odalarımızda başarı ile uygulanan, özellikle İstanbul, İzmir, kısmen Ankara Odamızda uygulanan eğitmenler modelini TÜRMOB’a taşıdık. Bu eğitmenlerimiz, TÜRMOB Eğitmenleri olarak hizmet verecekler, biz de bu Türk Ticaret Kanunu aşamasında hazırladığımız, yetiştirdiğimiz eğitmenlerimizi TÜRMOB Eğitmeni olarak yetiştiriyoruz.

Bir başka konu; Türkiye genelinde Milli Eğitim Bakanlığı ile bir özel protokol çerçevesinde Türkiye genelindeki ticaret lisesi öğretmenlerin ki sayısı 6.400 civarındadır, 6.400 ticaret lisesi öğretmenlerinden “finans ve muhasebe” dalındaki öğretmenlerin bu konudaki eğitimlerini biz üstlendik ve TESMER kanalıyla bunların eğitimlerini gerçekleştiriyoruz.

Yine, Genel Kuruldan geçirdiğimiz, sizlerin onayıyla hazırlayıp Genel Kurulun onayından geçirdiğimiz yönetmeliklerimiz vardı. Bir dizi toplantılar sonucunda sonuna geldik, önümüzdeki hafta büyük ihtimalle Maliye Bakanlığı ile son bir defa bir araya geleceğiz, ondan sonra geçen sene Genel Kuruldan geçmiş 7 adet Yönetmeliğimizi de Resmi Gazete’de yayınlamış olarak sizlerle buluşturacağız.

Yine, bu TTK süreci içerisinde biliyorsunuz, yeni Türk Ticaret Kanununun geçici 2. maddesi, TÜRMOB’a bir yetki vermektedir. Bu yetki, Denetim Standartları Kurulunun oluşmasıyla ilgilidir. Bu konudaki yönetmeliğimizi hazırladık, çok kısa bir süre içerisinde Maliye Bakanlığına götüreceğiz ve Türk Ticaret Kanunu’nun öngördüğü Denetim Standartları Kurulu ve Denetim Standartlarının yayımı belli bir çerçevede hayata geçecek. Zaten bu Kurul, bugüne kadar TÜRMOB bünyesinde hizmet görüyordu ve standartları zaten sizlere yayınlamıştı. Ama yeni Türk Ticaret Kanunu formatında ve esaslarında yeniden bunu gözden geçirdik, yeni bir yönetmelikle Maliye Bakanlığına götüreceğiz.

Tekrar Türk Ticaret Kanunu çerçevesinde ve denetim esaslarının dünya örnekleriyle örtüşebilmesi için kalite güvence sistemlerimizi hızla geliştiriyoruz, çok kısa bir süre sonra da kurumsal ve idari bir mantıkla da onu da sizlerin hizmetinize sunmaya çalışıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bunların dışında TÜRMOB Türkiye’deki çalışmalarını sürdürürken diğer bir taraftan da uluslararası çalışmalarını da ihmal etmiyor, bugüne kadar büyük bir başarı ile götürmüş olduğu bu çalışmaları sürdürüyor. TÜRMOB, 1994 yılında Uluslararası Muhasebe Federasyonu IFAC’a üye oldu ve 1994’ten bu yana “Küçük ve Orta Ölçekli Muhasebe Ofisleri Komitesinde, Kamu Sektörü Muhasebe Standartları Komitesinde, Gelişmekte Olan Ülkeler Komitesinde, Bağımlı Çalışanlar Komitesinde, Eğitim ve Uyum Komitelerinde IFAC’da görev yaptı. Bu dönem Yönetim Kurulu olarak kendimize bir görev addederek çıtayı biraz yükseltmek istedik, IFAC’daki görevlerimizin ve yetkilerimizin biraz

11

daha, temsilimizin biraz daha üst noktaya çıkmasına gayret ettik ve Geçmiş Dönem Genel Başkanımız Sayın Doktor Masum Türker’i IFAC Yönetim Kurulu Üyesi olarak IFAC’a önerdik. Bu önerimiz kabul edildi ve Kasım ayından itibaren Sayın Masum Türker, Türkiye TÜRMOB’u temsilen IFAC Yönetim Kurulunda görev yapacak.

Bir başka konu da; halen üyesi bulunduğumuz Küçük ve Orta Ölçekli, SMP Komitesinde, Küçük ve Orta Ölçekli Muhasebe Ofisleri Komitesinde Masum Türker’in bıraktığı göreve, Masum Türker Yönetim Kurulun devam edecek, bu göreve de dün itibariyle kesinleşti, Profesör Doktor Cemal İbiş bizim adımıza bu Komitede görev yapacak. Uluslararası ilişkilerimizi de böyle geliştirerek ve çıtayı yükselterek sizlerin adına devam ettiriyoruz. Bu çalışmalarımız devam edecek, bütün çalışmaları sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz.

Ben bu güzel Organizasyondan dolayı İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odamızın Değerli Başkanı Sayın Yahya Arıkan başta olmak üzere değerli yöneticilerini, emeği geçenleri, görüşlerini bizimle paylaşan değerli konuşmacılara ve bu Sempozyumun gerçekleşmesinin temel dayanağı olan siz değerli katılımcıları kutluyor, saygılar sunuyorum.

SUNUCU _

Konuşmalarını yapmak üzere TÜRMOB Onursal Başkanı, Sayın Mustafa Özyürek’i kürsüye davet ediyoruz.

MUSTAFA ÖZYÜREK _ TÜRMOB ONURSAL BAŞKANI _

TÜRMOB’un Sayın Başkanı,

Değerli Oda Başkanlarımız,

Değerli Konuklar,

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlarım. Artık gerçekten gelenekselleşen ve mesleğimize çok yararlı olan sempozyumlardan birini daha yapıyoruz. Gerek Sayın Oda Başkanı Arıkan ve Sayın Birlik Başkanı Nail Sanlı mesleğimizi ve mesleğimizin temel konulara bakışını güzel bir şekilde aydınlattılar, biz de dinledik, yararlandık. Ben burada sadece sizleri selamlamak için lütfetti arkadaşlarım, çağırdı, bulunuyorum. Bir iki noktanın altını çizerek sözlerimi tamamlayacağım.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye; kalkınma hızı açısından, bütçe dengeleri açısından iyi bir noktada giderken dünyada yaşadığımız ekonomik kriz bizi de yakından etkilemeye başladı. Doların yükselişini durdurabilmek için gerek Merkez Bankası gerekse ekonomi birimleri olağanüstü bir çaba gösteriyorlar ama ne kadar çabalarsanız çabalayınız uluslararası konjonktür bizi de etkiliyor. Tabii, hep ihracatın artması, cari açığın dengeye gelmesi açısında doların, dövizin gerçekçi bir kura ulaşmasını hepimiz savunduk, savuna geldik. Şimdi karşı karşıya olduğumuz durum çok hızlı dalgalanmadır ve bu hızlı dalgalanma döneminde de ekonominin bazı temelleri sarsılır. Şimdi özel sektörün çok büyük bir döviz cinsinden borcu olduğunu hepimiz biliyoruz çünkü döviz ile borçlanmak çok yararlıydı, çok avantajlıydı.

12

Onun için özel sektörümüz döviz ile borçlandı ama beklenmedik bir şekilde kurlardaki artış, özel sektörü, döviz cinsinden borçlanan kesimleri gerçekten rahatsız etmeye başlamıştır. Bunu, bu kesimi çok yakından izleyen, bu kesimin içinde olan sizler hep beraber görüyorsunuz. Tabii, Merkez Bankası kendine göre yeni döviz satarak karşılıkları düşürerek bir müdahale etmeye çalışıyor ama ne kadar müdahale ederseniz edin uluslararası konjonktür bizi etkilemeye devam edecektir. Tedbiri elden bırakmadan bu dönemi de atlatmanın yolunu mutlaka bulmalıyız.

Değerli arkadaşlarım, biraz önce Sayın Başkanları dinlerken, mesleğimizin çok önemli aşamalarda kat etmekte olduğunu bir kez daha yakından görmekten büyük mutluluk duydum. Türk Ticaret Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle birlikte denetim alanında bizlere çok büyük görevler düşecektir. Geçmişte bu tip görevler hükümet tarafından, devlet tarafından bize verildiğinde hep üstesinden geldik, şimdi gene üstesinden geleceğimize inanıyorum. Bunun yolu Birliğimizin, Odalarımızın sürekli planladığı, programladığı eğitim çalışmalarında meslek mensuplarımızın yer alması, sorumluluk üstlenmesi ve bunun altından kalkmasıdır.

Şimdi Türkiye’de gerçekten çağdaş anlamda Avrupa standartlarında bir meslek camiası oluşmuştur ve unutmayalım ki bu, 1989’dan bugüne kısa bir sürede oluşmuştur. Bundan sonraki, önümüzdeki dönemi de en iyi şekilde tamamlayacağımıza ve ekonomideki gelişmelere, denetim mesleğindeki yeniliklere en iyi şekilde ayak uyduracağımıza inanıyorum. Sizleri topluca, birlikte görmekten tekrar büyük mutluluk duydum. Hepinize saygılar sunuyorum, emeği geçen arkadaşlarımızı, başta Sayın Arıkan ve Yönetim Kurulu Üyeleri olmak üzere kutluyorum ve bu Sempozyumda görev alacak olan başta Sayın Tekinalp olmak üzere bütün akademisyenlere ve meslektaşlarıma da saygılar sunuyorum, teşekkürler ediyorum arkadaşlar.

SUNUCU _

Konuşmalarını yapmak üzere önceki dönem Genel Başkanımız ve IFAC Yönetim Kurulu Üyesi Sayın Doktor Masum Türker’i kürsüye davet ediyoruz.

DR. MASUM TÜRKER _ IFAC YÖNETİM KURULU ÜYESİ _

Sayın Genel Başkanlar,

Değerli Başkanlar,

Sosyal Güvenlik Kurumumun Değerli Müdürü,

Değerli Konuklar,

Değerli Meslektaşlarım,

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Aslında burada “uluslararası” diye konan konu, şu anda belki burada tartışacağımız, biraz evvel konuşmada söylenilenlerin dışında bir yaklaşımla Avrupa Birliği’nde ele alınmış bulunmaktadır; “Mesleğin geleceğini yeniden yapılandırmak!”

13

Bir konuyu sizinle paylaşmak istiyorum; mevcut Türk Ticaret Kanunu birçok yönüyle dünyanın şuanda ulaşmak istediği konuyu kapsamaktadır. Mesela, Avrupa Birliği’nde, özellikle FI bünyesinden şuanda kurulan komite ile yapılmak istenen çalışma ve bununla ilgili bazı Avrupa Birliği düzenlemelerini Komisyondan talep etme konuları, bizim Türk Ticaret Kanunu’nun içinde var. Bunları burada dile getirmeyeceğim çünkü birçok arkadaş konuşurken genellikle mevcut statüsünün nasıl değişikliğe uğrayacağı gayesini öne aldığı için bu avantajları, bu olanakları göremiyor.

Bir konuyu söylemek istiyorum; biraz evvel yanıma oturdu, Sayın Arıkan’a söyledim, “denetimi bu kadar büyütmeyin gözünüzde!” Muhasebe bürolarında çalışan bütün arkadaşlarımız örtülü denetim yapıyorlar. Eğer denetimi eğitmek istiyorsak, öğretmek istiyorsak ilk önce şuanda bürolarımızda yaptığımız denetimin kurallarını ortaya koymak lazım, bunun için de en fazla 4 sayfayı içerecek bazı sorular hepinizin elinde olursa ilk söyleyeceğiniz şey “Allah, Allah, ben bunu büromda her dönem, her beyanname verirken yapıyorum.” İkincisi, şuanda Türkiye’de teorik olarak konuşulan denetim, geçmişe yönelik performansı ölçmeye yönelik bir denetimdir. Eskiden geleceğe yönelik bir denetim yaptığımız zaman uluslararası kurallara göre meslekten ihraca kadar cezalandırılan bir konuydu, oysa son dönemde ilk önce “Denetim Standardı 820” olarak yayınlandı, son dönemde ki, bu sonuncu şekli de TÜRMOB’un yayınladığı denetim kitaplarında, Standartlar Kitabın’da var, 3200 sayılı standart olarak geleceği denetleme standartları belirlenmiştir. Bu geleceği belirleme standartlarını şuanda konuşursanız, biri der ki, “ya, niye konuşuyorsunuz, daha başlamadık ki?” ama mevcut Türk Ticaret Kanunu’nda bu var. Türk Ticaret Kanunu’nda, faaliyet raporlarının denetimini, faaliyetlerin denetimini getirmekle muhasebe mesleğini ve muhasebe denetçilerini, çok önemli bir fonksiyon sahibi ve önemli bir role kavuşturmuş bulunmaktadır. Aslında bunu gerçekleştirenlere, bu yaklaşım içinde olanlara teşekkür etmek gerekir.

Şimdi yeni denetim ile ilgili, performans denetiminden çok sürdürülebilirlik denetimi kavramı öne çıkıyor. Bu sürdürülebilirlik denetimi kavramı; siz, yalnız denetimi yapmayacaksınız, geleceğe yönelik nasıl denetleyeceksiniz? Ve bu günlerde bildiğim kadarıyla Türkiye’de hepinizin başında problem olarak İhale Kurumuna yaptığınız proforma onaylamalarında sorun olarak gelmektedir ya da gelmeye başlayacaktır çünkü İhale Kurumu bu geleceğe ilişkin denetimi yakalamış durumdadır. Bunları söylerken iki kavramdan söz etmek istiyorum ve bu iki kavramın bizim için önemini de belirtmek istiyorum. Birisi, “kamu yararı” kavramıdır, diğeri “kamu güveni.” Kamu yararı kavramı, bizim Kanun’umuzun gerekçesinde var, kamu güveni kavramı ise Türk Ceza Yasası’yla getirilmiş. Ve bu yapacağımız denetimin aslında en çok ilgilenmemiz gereken tarafı kamu güveninden dolayı iş adamlarının ceza alma olasılıkları yüksektir ve bu cezadan kurtulabilmeleri için de tek başvuru noktaları, onların adıma savunma yapan hukukçuların tek dayanakları muhasebe denetimi yapan arkadaşların, yapacak olan arkadaşların vereceği raporlardır.

Bu nedenle bu Sempozyumun hem Türkiye’deki örgütlenme açısından hem dünyadaki örgütlenmeye yönelik yeni girişimlerin, yeni atılımların açısından önemli olduğunu düşünüyorum ve Sempozyumun bu yönüyle başarılı geçmesini içtenlikle diliyorum.

14

Bir konuyu tartışmaya açmak zorundayız; biraz evvel Sayın Arıkan dedi ki; “iki görüş var, bir görüş, bizim ruhsatımız sınav gerektirmiyor, biz yaparız, ikinci bir görüş, biz, sınav yapmalıyız”. Birinci görüşü, benim gibi ruhsat sahibi olan, sizin gibi ruhsat sahibi olanların kolaylıkla alkışlayacağı, kolaylıkla “aman olsun” diyeceği bir görüştür. Ama biz muhasebeciler, müşterilerimize bile gelecekle ilgili bir fayda vermediğimiz zaman yalnız geçmişi anlatmakla kaldığımız zaman paramızı bile tahsil edemediğimizi biliyoruz! Ama geleceğe ilişkin, örneğin bir kredi işinde yardım ediyorsanız, bir şirket kuruluşunda yardım ediyorsanız paranızı peşin alırsınız. Hatta Sayın Arıkan ne dedi, “% 95’i denetim, danışmaktan alıyoruz”, danışmalıksa hemen parayı alıyorsunuz, işin hamaliye kısmına geldiği zaman da eğer beyanname verilmişse bir sonraki seneyi bekliyorsunuz ya da bir sonraki ayı veriyorsunuz Katma Değer Beyannamesi verilmişse. O nedenle oturup şunu düşünmeliyiz; bu olabilir mi? Mademki, biz bunu iddia ediyoruz, o zaman SPK’da bunu gerçekleştirelim, SPK sınav yapıyor ve şuanda 2.500 kişi “denetim ruhsatı” almış durumdadır. Önümüzde iki seçenek var; ya teslim olacağız ama inat ederek teslim olacağız ya da teslim alacağız. Eğer biz teslim almak için kendimizi hazırlamazsak yanlış yaparız. “Bu meslekte denetim sınavı olmamalıdır” diyen birçok arkadaşımızın, izleyen hafta SPK sınavını gidip girdiğini, denetim ruhsatı aldığını biliyorum. İsterseniz alın, bir listeye bakın, sonra çeşitli toplantılarda izleyin. Şimdi sınav, şu anda Türk Ticaret Kanunu’nun ikincil çalışmalarında hazırlanıyor, 6. Formun kitabını okudum, Ticaret Bakanlığı yetkilileri açık seçik, “hangi kriterlerin olacağını tespit etme yetkisi bizdedir” diyor. Kanun da o şekilde vermiş, “denetimi SMM, YMM’den kriterleri belirlenmiş kişiler yapar” diyor, Ticaret Kanunu böyle. O zaman bu sefer, sınav olacak ihtimaline karşılık da önümüzde iki seçenek var. Bu kadar güzel eğitim programları hazırlıyorsunuz, Sayın Genel Başkanımızın verdiği istatistikler çok güzel, dünya standartlarının üstünde, Sayın Arıkan’ın bu konudaki gayretini biliyorum, siz diğer Başkanlarım biliyorum. O zaman bu eğitimlerinizin sonunu kendinizin kontrolündeki bir sınav ile yapsanız, tıpkı dünyada olduğu gibi, tıpkı 8 Nolu Denetim Eğitim Standardında belirlendiği gibi yaparsanız kendinizi kendiniz yönetirsiniz. Ve eğer bu bir yıl içinde yapmazsanız Bakanlık çıkarttığı zaman hiçbir şey yapamayız! Nedenini söyleyeyim, çok ince bir ayrıntı var orada; ilk defa bir yönetmelik, Bakanlar Kurulu kararı ile çıkacak. Bakanlar Kurulu kararıyla çıkacak olan bu yönetmelik tüzük ayarındadır, imzalanmadan evvel Danıştay’dan da görüş alınacağı için nereye başvurursanız başvurun hukuk olarak iptal ettiremeyiz. Ben size şu anda sempatik gelmek için, beni çok alkışlamanız için “sınava ihtiyaç yok, yürüyelim, önünüze düşerim” diyebilirim ama size yanlışı göstermiş olurum. Eğer dünyanın gelişimini biliyorsam, özellikle bundan dört yıl evvel “global denetim” konusunda uluslararasında bugünkü geleceği hazırlayan bildiriyi dünyada sunmuş bir kişiysem, size gerçeği söylemek zorundayım. Bu sınavı kendiniz yapın, o zaman uluslararası kurallar der ki, “bu sınavı meslek örgütü yapmışsa SPK bile vazgeçmek zorunda kalır.” Bunu sizinle şunun için paylaşıyorum değerli arkadaşlar; denetimi siz yapıyorsunuz, bu denetimi yapmakla ilgili Sayın Genel Başkan, 27 ilde Genel Sekreter seçildiği zaman konferans verdi, TÜRMOB’da bununla ilgili check-list var, 1995 yılında “sınırlı uygunluk denetimi” adı altında KOBİ Denetimi ile ilgili çıkartılmış meslek kararımız var ve bu meslek kararı, sizin bürolarınızdaki işlerinizi bir tek bir kağıda bağlamaya yöneliktir. O nedenle Ulusal Denetim Standartlarına uyumlu bir şekilde yapmak istiyorsanız, kendi yaptığınız işin adını koyun çünkü muhasebe mesleğinin en önemli özelliği, “genel kabul görmüş kurallar” der, genel kabul görmüş

15

kurallar, sizin uyguladığınız genel kabuldür. Bu konuyu sizinle paylaşmamın nedeni şu, son sözüm bu olacak; ünlü muhasebe denetim profesörü der ki “muhasebe mesleği, kendi kendini yönetiyorsa, kendi kendinin patronuysa toplumdaki yerini alır.” Kendi kendinin patronu olmadığın zaman birilerinin vaaz ettiğini yapıyoruz, aslında ben tebliğleri izlediğim, bu sorunun yanıtları bu Sempozyumda bütün konuşmacıların tebliğleri içine konmuş.

Dileğim şu ki, buna Meslek Örgütümüz sahip çıkar, “bu işin patronu benim” der, SPK’da düştüğümüz duruma düşmeyiz. Sayın Genel Başkanımızın, sizin, bizim, hepimizin dikkatini çektiği Türk Ticaret Kanunu’ndaki geçici 2. madde ile verilen “denetim standardı”, bunu bağırmalısınız, açıkça o yetkileri belirleme kurallarını Bakanlığın yönetmeliğinden önce size vermiş, demiş ki “standartları siz belirleyin.” Standartları belirleyen, ruhsatın, denetim sertifikasının patronudur. SPK, ruhsat standartları yayınladığı için sınav yapma hakkına sahiptir, o standartlarını kaldırsın, sınav yapamaz.

Değerli arkadaşlar, biraz evvel çok değerli Genel Başkanımız benim IFAC’da Yönetim Kurulu Üyesi olmam ile ilgili duyuruyu yaptı, 18 Kasım itibariyle bu göreve başlayacağım. Yaklaşık olarak 10 yıl IFAC’ın önce Eğitim Standartlarında çalıştım, o nedenle size rahatlıkla bu 8 Nolu Standardı söylüyorum. 5 yıldır da KOBİ Standartlarında çalışıyorum. Son üç yıl içinde de bu çalışmalarımda Teknik Danışman olarak yer alan Sayın Cemal İbiş de aynı göreve getirildi, iki yıl önce, daha sonra tekrar üç yıl ikinci kez eklenecek. Bu görevim, aslında global muhasebenin geliştirilmesiyle ilgilidir, dünya standartlarıyla ilgilidir. Bunları her vesile ile sizlere yansıtmaya, paylaşmaya çalışacağım. Bu bizim için gururdur, IFAC yaklaşık olarak 33 yıllık bir geçmişe sahiptir ve Türkiye, o zamanki Türkiye Muhasebe Uzmanları Derneği aracılığıyla Kurucu Üyesidir. İlk kez en üst düzeyde diğer ülkelerin de yönetiminden sorumluluk alan, paylaşan bir görev verilmiştir. Ama artık bu görev, yalnız Türkiye’nin koşullarını değil bütün dünya koşullarını içeren bir konudur. Eğer orada başardıklarımızı siz de ilk elden öğrenebilirseniz, size aktarabilirsek gerçekten bu mesleğe bu katkının sağlanmasında kendimize düşeni yapmış olacağız ama ben o göreve, Masum Türker yetenekleriyle, Masum Türker’in bilgisiyle, Masum Türker birikimiyle gitmedim; Türkiye’deki muhasebe meslek mensubu olarak bütün muhasebecilerin yetenekleriyle, bilgisiyle, birikimiyle gidiyorum. Ben o sandalyede hepiniz adına oturuyorum, şu anda sayımız 90.000’e yaklaşıyor, 90.000 kişinin birikimini orada aktarabildiğimiz sürece her biriniz kendinizi orada oturan Yönetim Kurulu Üyesi olarak görün. Zaten katılımcılık, demokratik paylaşım budur ve ben böyle bir ortamda büyümeme, gelişmeme, serpilmeme ve dünya tarafından fark edilmeme olan bütün katkınlığınız için hepinize teşekkür ederim. Ben bir kere söylemiştim, tekrar söylüyorum; muhasebe mesleğinde muhasebeciler için eğer yol ölümse bile artık bana tatlı gelir. 40 küsur yılı bu yolda yürüdüm, çile çektim, sizin çektiğiniz çileyi çektim, bazen böyle ters konuştum, kötü adam oldum ama hiçbir zaman sizin sıcak nefesinizi, öperken sarılışınızı kaybetmedim, Allah bana onu kaybettirmesin.

Hepinize sevgiler, saygılar, başarılılar diliyorum, sağ olun.

SUNUCU _

Değerli katılımcılar, Sempozyum ana tema konuşmalarını yapmak üzere Profesör Doktor Sayın Ünal Tekinalp Hocamızı kürsüye davet ediyoruz.

16

PROF. DR. ÜNAL TEKİNALP _

Sayın katılımcılar, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

TÜRMOB’un Sayın önceki Başkanlarını,

Sayın Bakan’ı,

Şimdiki Bakanını,

Şimdiki Başkanını,

İstanbul Odası Başkanını,

Semineri Tertip Edenleri ve Bütün Yöneticileri saygıyla selamlıyorum.

Tekrar size hitap edebilmekten mutluluk duyuyorum.

Konuşmam, üç ana bölümde size takdim edilecektir. Birincisi, Türk Ticaret Kanunu’nun özellikle şirketlerle ilgili kısmında merkez Bakanlık olan Gümrük ve Ticaret Bakanı ve Bakanlığıyla yaptığım son görüşmeden bazı bilgiler vereceğim, bu bilgileri de ileriki kısımlarda da tekrarlamaya gayret edeceğim. İkinci kısımda, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu, denetlemeden ve denetleme kurumundan ne anlıyor bunu size kendi görüşlerim açısından açıklamaya gayret edeceğim. Üçüncüsü ise, Türk Ticaret Kanunu’nun bu hükümlerinde yer alan hukuk politikaları ve toplumsal politikalar nelerdir, bunları söylemeye çalışacağım.

Birinci bilgi notum, bundan tahminen 15 gün önceki bir görüşmeye dayanıyor. Sayın Bakanın isteği üzerine kendisine Türk Ticaret Kanunu’nun ana felsefesi ve getirdiği kurumlar ve açılımlar konusunda bilgi verdim. Kendisiyle bazı noktalarda mutabakata vardık. Bunların hepsi Türk Ticaret Kanunu’nun bugünkü hükümleriyle ve ruhuyla tam bir örtüşme içindedir.

Bu safhada size kısaca vereceğim bilgi şudur; Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, benim teklifim üzerine iki ay sonradan başlamak üzere hukuk kuralı koymamak kaydıyla Türk Ticaret Kanunu’nun şirketlere ilişkin bölümü hakkında “kılavuz tebliğler” yayınlayacaktır. Bu tebliğlerde Ticaret Kanunu’nun ne dediği ve felsefesinin ne olduğu uygulama açısından açık bir dil ile ortaya konulmaya çalışılacaktır. Bu esas itibariyle Kanun’daki politikaların saptırılmasına engel olmak ve şirketler dâhil bütün uygulayıcılara yol göstermek amacıyla yapılacaktır. Bu bütün ülkelerde yapılan bir uygulamadır. Düşüncemiz ilk önce bir genel kılavuz yayınlamak, sonra da bazı özel kılavuzlar yani; “denetleme nedir, tek kişilik şirket nedir, şirketler topluluğu nedir, yeni anlamıyla standart nedir, denetleme standardı denilince hukuken ne anlaşır veya muhasebe standardı denilince ne anlaşılır?” Şunu kabul etmek lazım ki, bugünkü halen çalışma halinde bulunan bütün öğretide çalışılan konu standardından hukuk kuralından farklı bir kavram olduğudur. Bu önemli farkı, işte bu kılavuz ortaya koymaya çalışacaktır.

Değerli arkadaşlarım, Türk Ticaret Kanunu’nda denetmeyle ilgili birinci ilke, “bütünlük ilkesidir.” Bunun üzerinde özellikle duruyorum ve bunu söylerken kendi görüşüm

17

olarak değil teknik bir hukukçu olarak maddelere dayanmak istiyorum ve bunun sizlere de aynen intikal etmesi amacındayım. Bütünlük ilkesi, hemen şunu söyleyeyim; denetçide bütünlük, iki, denetlemede bütünlük, üç, denetlenecek şirketlerde bütünlük. Bunun manası şudur; bu denetleme, anonim şirket, halka açık anonim şirket, hisse senetleri, borsada işlem gören anonim şirket, limitet şirket ayırımı yapmıyor, denetlenecek şirketleri söylüyor. Onun için birazdan daha yakından anlatacağım, bu Kanun’da kapalı şirketin denetlemesi bir türlü, halka açık şirketin denetlemesi başka türlü ve limitet şirketin denetlemesi de bir başka türlüdür diye bir kural yok, size bunu göstereceğim. Mevzuatta bütünlük, dördüncü bütünlük, tablo ve hesap düzeninde bütünlük, muhasebeyi anlayışta bütünlük ve denetleme ile iç denetim mekanizmaları arasındaki bütünlüktür. Ticaret Kanunu’nun içindeki bu felsefeyi, iyi bir şekilde anlamak icap eder.

Şimdi, teker teker bu bütünlük noktalarını size göstermek istiyorum, bu benim kanaatim değil, bu Komisyonun görüşü olarak ortaya çıkmış bu durumdur. Onun için bu Kanun karşısında başka kanun şöyle diyor, biz bunu şöyle anlıyoruz veya böyle anlıyoruz diye bir düşünce söz konusu olamaz, bilhassa bu bütünlük üzerinde durmak ve size bunu anlatmak istiyorum.

Denetçide bütünlük; Türk Ticaret Kanunu’nun 397. maddesinin 1. fıkrasının birinci cümlesi diyor ki, “Anonim şirketin ve şirketler topluluğunun finansal tabloları denetçi tarafından denetlenir.” Bir tek denetçi vardır, demek ki Kanun, bir tek denetçiyi tanıyor. Kim bu denetçi? Ticaret Kanunu’nun 400. maddesinin 1. fıkrası, denetçiyi de bütünlük içinde tanımlamıştır; denetçi, ancak ortakları yeminli mali müşavir veya serbest muhasebeci mali müşavir unvanı taşıyan bir bağımsız denetleme kuruluşu olabilir. İki, orta ve küçük ölçekli anonim şirketler bir veya birden fazla yeminli mali müşavir ve serbest muhasebeci mali müşaviri denetçi seçebilirler. Demek ki denetçi deyince ikiye ayırıyor, bir, bağımsız denetleme kuruluşları, bunlar neyi denetleyecekler, nereleri denetleyecek söylüyor, ondan sonrada ismen tayin ediyor, diyor ki, “bu denetçi ya YMM olacak veya SMM olacaktır. Bunun arkasındaki düşünce şudur; YMM ve SMM sıfatını kim veriyorsa bunların niteliklerini belirlemek ona aittir. Arkadaşlar, dikkat ederseniz ben size görüşümü söylemiyorum, burada bunu söylüyorum ve bu birinci cümlenin hikâyesini size anlatmak istiyorum.

Şimdi, bazı çevrelerde “Türk Ticaret Kanunu aceleye geldi” deniliyor diye katiyen doğru olmayan bir söylenti var. Hâlbuki bu Türk Ticaret Kanunu şimdiye kadar hiçbir kanunda görülmemiş, hâlâ daha yapılan kanunlarla görülmemiş bir katılımcılık esasına göre düzenlenmiştir. Bunu bir Komisyon hazırladı ama sonra 16 tane sivil toplum örgütü seçti, bunun içerisinde TÜRMOB, muhasebe denetimi ile uğraşan dernek var, TÜRMOB içerisinde bazı Odalar var, TÜSİAD var, Türkiye Nakliyeciler Birliği var, Türkiye Sigortacılar Reasürans Şirketleri Birliği var, Türkiye Odalar Birliği var, Barolar Birliği var. Hepsinde 5’er saat verdi, Komisyon ile birlikte bunlar toplandılar ve kendilerini ilgilendiren kısımları tartıştılar. Size söylüyorum ve soruyorum; hangi kanun böyle hazırlandı? O toplantılara katılanlardan bazıları burada. Bu 1. madde hükmü, o toplantıda duvara, ekrana yansıtılmıştır. Tekrar dikkatinizi çekiyorum; şirketler ancak ortakları yeminli mali müşavir veya serbest muhasebeci mali müşavir olan bağımsız denetleme kuruluşları olabilir; burada sermayedar yer

18

alamaz, burada mühendis yer alamaz, burada hukukçu yer alamaz, sadece bunlar yer alır. Bir de bunun dışında ortak ve küçük ölçekli şirketlerde YMM ve SMM’ler yer alır.

Şimdi Doktor Türker, temas ettikleri için söylüyorum ve hiç şüpheye düşmüyorum, Ticaret Bakanlığı tarafından hazırlanacak bir Bakanlar Kurulu yönetmeliği var, bu yönetmelikte “Bağımsız denetleme kuruluşlarının kuruluş çalışma esaslarıyla denetleme elemanlarının nitelikleri Ticaret ve Sanayi Bakanlığı tarafından belirlenir.” diyor ama bu yönetmeliğin şartları gösterilmiş, başı bağlanmış. Bağımsız denetleme kuruluşunun ne olacağını bu Yönetmelik tanımlayamaz, burada tanımlamış. Burada anonim şirket mi olur, limitet şirket mi, kolektif şirket mi olur veya dünyadaki şimdi söz konusu olan LLP dediğimiz Limited Liability Partnership mi olur? Bunu söyler ama hiçbir zaman kalkıp orada bu bağımsız denetleme kuruluşlarında “YMM, SMM’ler yanında falan bakanlıkta 20 sene çalışmış olan kimse denetçi olur” diyemez veyahut da filan özel kuruluş tarafından açılmış bir imtihanda ruhsat almış kimse denetçi olur diyemez. Veya Bakanlık buraya hiçbir şekilde “benim yapacağım imtihanda başarı kazanmış kimseler” diyemez!

Dikkat edin, hayır, alkışlamayın arkadaşlar yani ben sizin hoşunuza gitsin diye söylemiyorum, maddeyi okuyorum. Bu nitelikler tabirinin kullanılmasının sebebi, birinci cümle olan “gerekli irtibatı kurabilmektir”. Buna rağmen birisi çıkar derse ki ve bu ilke bunu kabul ederse, bu Kanun’un kabahati değil! Derse ki “falan Bakanlıkta veya kuruluşta 20 sene görev yapmış olanlar Türk Ticaret Kanunu bakımından denetçi kabul edilirler” veya “falan özel kuruluşun açtığı imtihanla bunlar denetçi olabilirler” bunu bu yönetmeliğe koysalar bile, bu yönetmelikte bu hüküm yer alsa bile bu geçerli olmaz.

Şimdi ben Bakanlıktaki ikincil komisyon, ikincil mevzuat çalışmalarının Başkanıyım. Dört tane ana alt komisyon var, orada bunların hepsi hazırlanmıştır yani 25 taneden tahminime göre 6 tanesi ki bunlar hiçbir şekilde bu Ticaret Kanunu bakımından büyük önem taşımıyor, yani avans temettü, birikimli oy kullanmak gibi yönetmelikler hariç, Türkiye’de ilk defa çıkacak olan yönetmelikleri hazırlanmıştır. Orada bu söylediğim görüşleri ben Başkanı olarak dile getiriyorum, bana rağmen bu, bu şekilde çıkabilecek olursa ancak bir şey olabilir, Kanun’a aykırılık söz konusu olabilir. Bu, Kanun’a aykırılık meselesi karşısında da bu ülke, bir hukuk devleti olduğuna göre ona göre mücadele yapılır, yani Kanun’daki esas budur.

Demek ki, ben size “denetçideki bütünlüğü” koydum. Bakan, konuşma sırasında kendisine bazı kimselerin denetlenmede farklılığa gidilmesi lazım geldiği görüşünü aksettirdiklerini söylediler ve bana fikrimi sordular ve ben, “denetleme ve denetçi bölünemez” dedim. Bu söylediğim hususları kendisine aynen aktardım, bana dedi ki, “bunu hazırlanacak olan kılavuza da koyarsınız.” Zaman zaman bilgilerden bahsedeceğim dedim ya, mesele bu.

Arkadaşlar, kendi fikrimi söylemiyorum, temennimi söylemiyorum, bir hukuk tabiriyle “Kanun ne yazıyorsa” yani “Lolebelata” burada ne yazıyor ise. İleride yapılacak kanun açısından da söylemiyorum, Kanunda yazılı olan, mesela birisi çıkar, “hayır, burada böyle yazmıyor” derse tartışırız, “burada böyle yazıyor ama öyle yazmaması icap ediyor” derse o başka bir meseledir.

19

İkinci konuya geçiyorum, “denetlemede bütünlük” onu da göstereceğim. Bu Kanun, denetlemeden şunu anlıyor; bir, denetçinin yaptığı denetleme, iki, denetçinin gözetimini yapan kurumun yaptığı denetleme, üç, Türk standartlarına göre yapılacak olan denetleme. Şimdi, burada temas edildi ama ben tenkit olarak getirecektim fakat “yapacağız” dediler, TÜRMOB’un Türk Denetleme Standartlarına ilişkin düzenlemesini hemen yayınlaması gerekir, hemen! Çünkü siz bunu hemen yayınlarsanız o zaman denetlemeye ilişkin Ticaret Bakanlığı tüzüğü de hemen yayınlanır, ona ilişkin tebliğ de hemen yayınlanır. Siz bunu yayınlamazsanız hiç kimse başka bir teşekkülün kendisine düşeni, 2012 Temmuz’undan önce yayınlanmasını isteyemez. TÜRMOB, bugüne kadar bununla ilgili heyeti oluşturmamakla hatalı hareket etmiştir! Kaç defa bunu söyledim, bunu yayınlaması lazım. Bir de nedir denetleme standartları? Bunun yayınlanması lazım. Eğer hata ediyorsam, bunun cevabını verirsiniz.

Şimdi ben size denetlemedeki bütünlük esasını bildirecek olan maddeyi okumak istiyorum. Denetleme deyince Kanun şunu anlatıyor, anlıyor; bir, şirketin denetimi yani solo denetim. Şirket derken arkadaşlar, dikkat edin, anonim, limitet, halka açık, halka kapalı, borsada işlem görüyor, borsada işlem görmüyor, içinde kamu parası var, içinde kamu parası yok, içinde yabancı sermaye var, içinde yabancı sermaye yok, böyle bir ayırım yok! Şirketin veya topluluğun finansal tablolarıyla, bir, “yönetim kurulunun yıllık faaliyet raporunun ve envanterin, muhasebenin denetimidir” diyor. Bunu katiyen, birisi gelip de “benim fikrim budur” demiyor. Burada dikkat ederseniz hiçbir hüküm bir şirket ayırımı yapmamıştır, bunu da size söyleyeyim.

Üçüncü, denetim konusunda söyleyeceklerim var; bu Kanun, anonim şirketler denetlenecek demiştir ve limitet şirketler denetlenecek demiştir. Bir, söylemek mecburiyetindeyim kendi üstünüze alınmayın, sizin meslek mensuplarınız bazı şirketlerin denetim dışında bırakılmasını istiyor. Bunu açıkça istiyorlar, bazı bürokratlar bunu istiyor, bazı teşekküller bunu istiyor. Bunların hepsinin muhatabı ben oluyorum ve demiyorum buraya gelen kimseler ama Ticaret Odalarında, şuralarda, buralarda yaptığımız konuşmalarda meslek mensupları kalkıp bunu açıkça böyle söylüyorlar ve bu yankı buluyor. Arkadaşlar, eğer limitet şirketleri bu işin dışında bırakacaksak, KOBİ’leri bu işin dışında bırakmışız demektir. KOBİ’leri bu işin dışında bırakmışız isek eğer Avrupa Topluluğu rayında kalacak isek Avrupa Topluluğu’nun dışına çıkmışız demektir. Bu ülkede sizin yaptığınız çalışmalarda hiç kimsenin, sizin elinizi soğutmaya hakkı yoktur. Bana diyorlar ki, “senin bu getirdiğin şey çok itirazlı” peki, madem “limitet şirketler, şimdi ilk seneler 5.000 tane, 3.000 tane, 2.000 tane limitet şirketi, 95.000 anonim şirketten 3.000 anonim şirketi denetle. Bunu her yerde söylüyorum arkadaşlar, bu ülkede herkes denetleme denilince sadece halka açık şirketlerin denetlenmesini anlıyor ve bunun denetlenmesini istiyorlar. Bakana da söyledim, eğer bu anlayış var ise denetlemeyi bütünüyle kaldırmak lazım, bütünüyle. O zaman bu ülkede sadece vergi denetimi yeterlidir, açıkça. Ha, bununla biz, uygar alemde yaşayabilir miyiz, o başka bir şey!

Şimdi, bazı meslek kuruluşları içinde bazı gruplar, bazı bürokratlar ve bazı meslek mensupları bunu söylerken bu ülkenin hiçbir şekilde menfaatlerini düşünmüyorlar. Onun için şirketlerde bütünlük ilkesinden de vazgeçilemez, bu ilke bunun içinde yazıyor.

20

Bir şey daha var ve bilhassa sizin meslek mensuplarınızdan geliyorlar, diyorlar ki “efendim, limitet şirketlerinin eti ne budu ne, biz bunlardan ne para isteyebiliriz, bu bir maliyet meselesidir”. Bu fikir var arkadaşlar, bunu bilin! Eğer bu maliyet ise ve bu maliyetin ödenmesinden kaçınılıyor ise başka sosyal maliyetlerin ödenmesi göz önüne alınmış demektir. Bunu hiçbir şekilde, bunu gözden uzak tutmayın.

Ve bir şey daha söyleyeceğim, lütfen, mücadele edin bunlarla; ortak cari hesabın kalkması konusundaki en büyük direnç, meslek mensuplarından geliyor, çok büyük bir direnç var sizlerden, bunu açıkça söyleyeyim. Bu ertelendi mi limitet şirketlerin denetlenmesi ertelenecek demektir. Benim bir tek korkum vardı, şimdi ikiye çıkmıştır. Ben Avrupa Topluluğu’nun, birçok konularla ilgili temas ettim, bu pazarı büyük bulması dolayısıyla bu pazara küçük denetleme şirketleriyle akın etmesinden korkuyorum, bunu birçok defa söyledim ama şimdi ondan daha çok bazı bürokratlardan, içinizdeki meslek mensuplarından ve bazı tacirlerle ilgili kuruluşlardan endişe ediyorum, bu benim endişelerim.

Arkadaşlar, dördüncü bir lig; burada finansal tablo tanımlanmıştır, burada hesap planı tanımlanmıştır. Bunun dışında hesap planı veya finansal tablo anlayışı yoktur. Bu da IFRS’lerdeki anlayışla bütünleşmiş demektir. Eğer X özel kuruluşun finansal tablosunun şemasıyla, Türkiye Muhasebe Standartlarının şeması veya Türkiye Maliye Bakanlığının muhasebe tebliği birbirinden farklı olacak olursa bu Kanun yoktur, başarı sağlamamış demektir. Bütünlük derken bunu da söylüyorum çünkü arkadaşlar, sadece mevzuatta değil tablo düzeninde de parçalanma görüşleri vardır, açıkça size bunları söylüyorum. İlerledikçe, günler yaklaştıkça bunlar karşımıza geliyor.

Arkadaşlar, bu Kanunda bir muhasebe anlayışı var, bir envanter anlayışı var. 64 ve devamı maddelerde muhasebe ve envanter anlayışı burada yer alıyor ama Türkiye’de bu konulardaki anlayış sadece burada değil, başka metinlerde de yer alıyor. Bu metinlerin ortadan kalkması icap eder. Ben Bakana söyledim, güldü yani Türkiye’de bir bakanlıklar ve özel kuruluşlar şovenizmi var, bir milliyetçi anlayış gibi bir kurumcu anlayış var ve herkes kurumunu kale gibi, kaleyi müdafaa eder gibi müdafaa ediyor. Bunlar bana geliyor yani bana geliyor demek, evime gelip bunu anlatmıyorlar, ben gittiğimde itirazlarla bunun ne demek olduğunu anlıyorum. Halbuki burada böyle bir durum söz konusu değildir. Buradaki mevzuat da tektir, tablo da tektir, plan da tektir! Bunu da size belirteyim.

Arkadaşlar, bilhassa Sermaye Piyasası Kurulu’ndan gelen bir anlayış var, BDDK’da bu anlayış daha az çünkü bugünkü Bankacılık Kanunu’nda hiçbir kanunda yer almadığı şekilde iç denetim mekanizmaları var. Onlar, bu mekanizmaların kendilerine özgü olduğu görüşündeler, orada sadece özel birtakım hükümler var ama o hükümlerin bağımsızlığına, varlığına ve özelliğine karşı, hukukçu olarak söyleyecek hiçbir şey yoktur ama bütün bunlar bu Kanun’da yer alan tablolar düzeni içerisinde yer almak icap eder.

Şimdi Türkiye’de müspet bir inisiyatiften söz edeyim, sizi de bir noktada ilgilendiriyor, bu canlılık fevkalade bir şey. Türkiye’de risk yönetimi şirketi Bakanlığı müracaat ediyor ve bunu da bir tebliğ ile risk yönetimi ne demektir, risk yönetim anlayışı ne demektir, aktüel risk nedir, varlığa yönelmiş risk nedir, bunları bir tebliği çerçevesinde düzenlenmesini istiyorlar, bu bir. İki, bunu müspet karşılıyorum, bazı teşekküller de

21

denetleme ile bilgisayardaki düzenlerin yakın ilişkisi dolayısıyla bunun da bir tebliğ konusu olmasını istiyorlar. Özellikle bağımsız denetleme kuruluşlarında bu konuyla ilgili çalışmalar yapmalarını ve Bakanlığa ve bana ulaştırmalarını rica ediyorum, bu bir. İkincisi, denetçinin gözetiminde devamlı olarak hem Derneğe hem de TÜRMOB’a bilgisayardan, internetten denetimde her yıl konulacak formüllerin neler olacağı konusunda örnekler vermelerini dört aydan beri talep ediyoruz, bu konuda hala bu örnekler verilmemiştir. Bunları da kendilerinden ısrarla istiyoruz, bunu da söyleyelim. Pazartesi günü İstanbul’da, İstanbul Odasında geniş bir toplantı yapılacaktır, o toplantıda tekrar bunları dile getireceğim, bunları da belirtmek isterim.

Arkadaşlar, burada bir noktayı daha söyleyeyim; “solo denetim” ve “solo muhasebe düzeni” veya “raporlama” hakkında gördüğüm kadar çok faaliyet var fakat buna mukabil şirketler topluluğunun hesapları konsolide hesaplar ve bunlara ilişkin raporlama ve denetimler hakkında bir faaliyet yok. Bilhassa Türkiye Muhasebe Standartları Kurumundan tabi olunacak konsolidasyon esaslarının biran evvel yayınlanmasını ısrarla talep ediyorum. Bu esaslar neler olacaktır, hangi şirketler konsolidasyona girecektir? Kanunda bununla ilgili sadece bir tek tane ana esas vardır, o esas da şudur; eğer konsolide bir denetleme başka bir ortamda veya yerde yapılmış ise ancak o halde konsolide denetim o şirket veya o topluluk bakımından söz konusu olmayabilir, bununla kastedilen de merkezleri ve ana şirketi yurtdışında olan şirketler topluluğunun konsolide denetiminin ayrıca Türkiye’de tekrarlanmayacağına ilişkin esastır. Bu konuyu da bilginize getirmek istiyorum.

Şimdi, denetleme prosedürü nedir, ne anlaşılıyor? Sayın Türker bahsettiği için o noktadan başlamak istiyorum, bu çok önemli bir şeydir, kendileri bu Kanun’un yıllık faaliyet raporunu, yönetim kurulunun yıllık faaliyet raporunun finansal tablolara da ilişkin değerlendirilmesini denetçi tarafından denetlendirilmesi meselesini, bu Kanun’un yeniliklerinden, devrimlerinden birisi olarak belirtmiştir, bu çok doğrudur. Bununla birlikte bunu tamamlayıcı 402. maddemizde bir madde yer alıyor, 402. maddedeki bu hükmü de bilhassa dikkatlerinize sunmak istiyorum. Kanun, 402. maddenin 2. fıkrasında “bundan başka ayrı bir rapor halinde yönetim kurulunun şirketin veya topluluğun durumu hakkındaki yıllık faaliyet raporunda yer alan “irdelemeleri” denetçi tarafından finansal tablo ile tutarlığı ve gerçeğe uygunluğu açısından “değerlendirilir” demektedir. Bu, marjinalde yer alan bir denetleme değildir, marjinal kelimesini, özür dileyerek “kıytırık” şeklinde Türkçe’e çevirmek istiyorum. Bu kıytırıkta kalan, ihmal edilecek olan bir denetleme değildir çünkü şirketi yönetenler, şirketin mal durumuna nasıl bakıyorlar, bir defa onun bu konudaki değerlendirmesini ve irdelemesini arayacaksınız, eğer yok ise isteyeceksiniz ve oradan hareket ederek gideceksiniz. Aynı zamanda raporda, 3. fıkranın ikinci cümlesi; “raporda öncelikle şirketin ve finansal topluluğun finansal durumuna ait yönetim kurulunun değerlendirilmesi hakkındaki görüş açıklanır”, bu yönetim kuruluna düşen bir görev ve denetçi denetime bu noktadan başlayacaktır.

Arkadaşlar, bu maddede yer alan bir hükmün, açık bir hükmün denetleme bakımından yanlış değerlendirildiğini ve yorumlandığını görüyoruz. O da şu; denetlemenin esaslarından bir tanesi de esas mukaveleye uygunluğun denetlenmesidir, Kanun böyle bir şey söylemiyor. Sizden hukuki bir denetleme yapmanız, esas mukavele hükümlerinin hangileri ihlal edilmiş, bunları bulup çıkarmanız istenmiyor. İstenen, esas mukavelede yer alan finansal raporlamaya

22

ve daha geniş bir tabirle “hesaplara, yedek akçelere, karın teşekkülüne” ilişkin hükümlerin ihlal edilip edilmediği noktasıdır. Kanunumuz 402. maddesinde, çok dikkatinizi çekmek istiyorum; “özel bölüm” görüyor, denetleme raporunda, bir de “denetim raporunun esas bölümünde” diye başlayarak ikinci bir bölüme geçiyor. Özel bölümünde yapılacak olan denetleme, yönetim kurulunun irdelemelerinin denetlenmesidir. Esas kısımda yapılacak olacak olan denetleme ise finansal raporlamaya ilişkin esas mukavele hükümlerinin yönetim kurulunun size istenilen belgeleri verip vermediğinin, finansal tabloları ile ve bunların dayandığı defterlerin öngörülen hesap planına uygun tutulmalar olup olmadığının Türkiye Muhasebe Standartları çerçevesinde “dürüst resim ilkesinin” gereğinin yerine getirilip getirilmediğinin ve aynı zamanda risk yönetimine ilişkin düzenin var olup olmadığını. Bunu söyleyeceksiniz, “vardır bu”, yoksa bunu iyi yapmıştır, şurayı almıştır, vesaireyi değil, olmadığının denetimidir. Bu iki esas, sizin bakımınızdan denetlenecektir. Zaten konulacak olan formlarda da bu esaslara ilişkin bilgiler yer alacaktır.

Şimdi, bütünlük esasıyla birlikte şu hükümleri dikkate alacak olursanız, burada şu Seminerin konusu ve amacı anlamında bir kurumsallaşmanın varlığını görürsünüz. Bu kurumsallaşmanın temelinde de bütünlük ilkesi yer almaktadır, onu da size teferruatlı bir şekilde açıkladım.

Şimdi arkadaşlar, şu denetlemeye ilişkin hükümler, bir hukuk kuralları kümesinden ibaret değildir, burada hukuk politikaları yer alıyor. Bakanlıkla bir konuşmamı da size bildireyim; biliyorsunuz ki, bağımsız denetleme kuruluşlarıyla tek başına denetleme yapan YYM ve SSM’ler arasında büyük bir menfi ayrıcalık var. Açıkça bu Kanunda yer alıyor o da şu; bağımsız denetleme kuruluşları rotasyona tabi fakat münferit olarak denetlemeyi yapan kimseler rotasyona tabi değiller. Bakan, bunun sebebini sormuştur bana, “niçin bu farklılık yapıldı?” Bunun arkasında bir hukuk politikası vardır, bu hukuk politikası da münferit faaliyet gösteren denetçileri, şirketleşmeye teşvik etmektir. Çünkü bu diskriminasyon geçicidir, neden? 400. maddede bunu görüyorsunuz, 400. madde, tek YYM’nin ve tek SMM’nin yaptığı denetimi, denetim kabul etmiyor, istisnayen denetim kabul ediyor. 400. madde diyor ki, “denetçi, ancak ortakları yeminli mali müşavir veya serbest muhasebeci mali müşavir unvanı taşıyan bir bağımsız denetleme kuruluşu olabilir”, denetçi bu, bu Kanuna göre. Tek başına denetleme yapan YMM, SMM değil ama onu da tanımış, bu tanıma ilelebet değildir! Herkesin şirketleşmesini istiyor bu Kanun ama iki kişi bir araya gelmiş fark etmez, üç kişi bir araya gelmiş çünkü buradaki denetlemenin bir diğer özelliği de kurumsal vasfı açısından donanımdır. Bilgisayar donanımı ile bunu yürütmektedir. Bu konuda hep dile getirdiğim bir şey var, TÜRMOB’culara da söylüyorum, Bakan’a da söyledim, daha evvel Büyük Millet Meclisi Bütçe Plan Komisyonunda da söyledim, “lütfen, denetçileri karanlıktan kurtaracak bilgisayar programları hazırlayın.” Yani 2013’de denetleme başladığında TÜRMOB olarak bunu bedava olarak verin denetçilere, bunu programı koysun, o programa göre denetçi yapsın. Sayın Bakan’a da söyledim, lütfen bir para ayırın bir telif ücreti ödeyin, bunları yaptırın ve Bakanlık olarak bedava verin, her yıl bunları geliştirin, böylelikle denetleme bütünlüğü sağlansın. Bağımsız denetleme kuruluşlarından A, bir bilgisayar programına, B, başka bir bilgisayar programına göre denetleme yaparsa ve münferit denetçi bay veya bayan YMM ve SMM başka türlü bir denetleme yapacak olursa bu Kanun anlamında denetleme yapılmamış demektir. Sayın Bakan, bunu da ciddiyetle düşüneceğini söyledi. Size şunu söylüyorum

23

TÜRMOB’a; eğer bunu yapmazsanız bu piyasaya bunların çıktığını göreceksiniz, yabancı kuruluşlar, burada çalışması önemli değil, dış kökenli de olsa bunları büyük paralarla burada satmaya çalışacak. Lütfen buna engel olucu çalışmayı siz yapın. Seminerlerinizden çok daha önemlidir çünkü bu denetçiyi karanlıktan kurtarır. Bizim birinci politikamız bu şirketleşmedir ve iki tip arasındaki farklılığı ortadan kaldırmaktır.

İkinci politikamız şudur; bu Kanun, denetçinin verdiği olumsuz görüş dolayısıyla hiçbir ceza takibatı yapılmasını arzu etmiyor. Benim güçlüklerimden birisi de bu, Bakanlıklar bunu kabul etmek istemiyorlar, denetleme kapsamında olumsuz görüş almış olan şirketi “suç duyurusu” konusu yapmak istiyorlar, bu çok yanlış bir görüştür. Burada ise bizim amacımız cezalandırmak değil, düzgün muhasebeyi elde etmektir. Görüş yazılarıyla ilgili hükümde bu hüküm, bu politika gizlidir veya açıktır, o da ne? Ne diyoruz biz? Olumsuz görüş almış ise o şirketin yönetim kurulu veya limitet şirket müdürleri bir ay sonraya genel kurulunu toplantıya çağırır ve kendisi toplantı günü itibariyle istifa etmiş olur. Genel kurul gelir, yeni bir yönetim kurulu veya müdür seçer, bir tek görev verir; “Standartlara uygun muhasebe yap!” müeyyide budur. Bir, ikinci müeyyide derseniz hukuken, olumsuz görüş almış olan mali tablolar, finansal tablolar yok hükmündedir, buna ilişkin hiçbir karar alınamaz. Üç ay sonra geldi, gene olumsuz görüş aldı, gene aynı prosedür işleyecektir. Biz hiçbir zaman cezalandırmak istemiyoruz. Bu yolla bir sene sonra iki sene sonra Türkiye’de daha çok ciddi muhasebe elde etmiş isek Türkiye birkaç basamak ilerlemiş demektir, bizim bir diğer politikamız da budur.

Üçüncü politikamız arkadaşlar, biz denetlemede bilimi ve bilgiyi yerleştirmek istiyoruz. Alışkanlıkları ve raporlarda bir örnekliği ortadan kaldırmaya gayret etmek istiyoruz. Her işletmenin resmi ne ise o resmin verilmesini istiyoruz. Bir şey daha söyleyeyim, hep söylüyorum; eğer bu Kanun başarılı olursa sizin eseriniz olacaktır, başarısız ise bu benim ve sizin başarısızlığınızdır.

Saygıyla selamlarım.

SUNUCU _

Değerli konuklar ana tema konuşmacımız Sayın Profesör Doktor Ünal Tekinalp Hocamıza plaketlerini vermek üzere İstanbul Mali Müşavirler Odası Başkanı Sayın Yahya Arıkan’ı kürsüye davet ediyoruz.

Plaket Töreni

“ULUSLARARASI ALANDA MUHASEBE VE DENETİM MESLEĞİNİN YENİDEN YAPILANDIRILMASI”

I.OTURUM

SUNUCU _

24

Değerli katılımcılar, oturumumuza ara vermeden devam etmek durumundayız yabancı konuklarımızın oturum sonrasında ülkelerine uçmaları gerekiyor. Bu program nedeniyle II. Oturumun ilk konuşmasının sunumunun bitimine kadar ara veremiyoruz.

Değerli konuklarımız, genel oturumumuzun konusu “Uluslararası Alanda Muhasebe ve Denetim Mesleğinin Yeniden Yapılandırılması”. Bu oturuma başkanlık edecek olan Oturum Başkanı Mali Müşavir Sayın Ethem Kutucular’ı kürsüye davet ediyoruz.

Konuşmacılar Sayın David Szafran ve Sayın Martin Manuzi de konuşmalarını yapmak üzere kürsüye davet ediyorum.

OTURUM BAŞKANI _ SMMM ETHEM KUTUCULAR _

Sayın Başkanlarım, Sevgili Oda Başkanlarım, Sayın Bakanım, Sevgili Büyüklerim, ara vermeden hızla bize ayrılan bölümde konumuzu, bölümümüzü, bugünün ilk Oturumunu gerçekleştireceğiz. 11.30’da başlamamız gereken programa 12.00’de başlıyoruz, hızlanmamızın nedeni de Bay David’in biraz evvel de söylendiği gibi yetişeceği bir uçak ve yarın katılması gereken zorunlu bir toplantı olması nedeniyle. Kendisi ayrıldıktan sonra biraz daha hızımızı belki normal tempoya düşürebiliriz.

Tabii ki benden önceki bölümlerde konu hakkında kısa bir değerlendirme yapmam da istendi; bugün Sempozyumdaki Oturumumuzun başlığı “Uluslararası Alanda Muhasebe ve Denetim Mesleğinin Yeniden Yapılandırılması”. Sabahki bölümde daha çok ülkemizde olacak etkileri belki konuştuk, bu bölümde ise uluslararası alanda olan ve olması beklenilen değişiklikler hakkında yurtdışından gelen konuklarımızdan bilgi alacağız.

Tabii ki her kriz bu konuda bir çaba sarf ettiriyor regülasyonlara ve politikacılara. Hatırlanılacağı üzere 2000 yıllarındaki ENRON krizi ile Amerika Birleşik Devletleri’nde Sarbanes Oxley Act dediğimiz Kanun, muhasebe, finansal raporlama ve denetim standartlarında değişikliklere yol açmıştı. Daha çok gelişmiş ülkelerin uyguladığı politikalarda değişiklikler olmuş meslekte ciddi bir devrim yapmıştı 2000 yıllarındaki Sarbanes Oxley Act. Keza hepiniz hatırlarsınız 2001 yılındaki Türkiye’deki kriz sonrasında BDDK ve dolayısıyla SPK ve diğer regülasyon alanlarında da ciddi bir değişim oldu, hem muhasebe uygulamaları hem raporlamalar hem de özellikle denetim uygulamaları açısından. Daha sonraki dönemler gayet iyi gitti, dünya büyüdü, Türkiye gelişti, her şey yolunda giderken tahmin ediyorum meslek açısından milat olabilecek bir yıl, 2008’deki Lehman Brothers’ın batmasıyla tekrar muhasebe uygulamaları, denetim mesleği irdelenmeye, gözlem altına alınmaya başlandı. Bu süreç etti, 2010-2011 yıllarında biraz evvel Konuşmacıların da bahsettiği gibi global kriz, artık şirketlerin batmasının da ötesinde ülkelerin batması noktasına gelen kriz, herkesin ciddi anlamda yeniden yapılandırılması sonucu çıkarttı. Artık şirketlerin batması ekonomiyi çok etkilemiyor, İrlanda örneği var, İzlanda örneği var, önümüzde Yunanistan var ve arkasından gelebilecek olan ülkeler var. Ciddi bir kamu kesimindeki muhasebe, raporlama, transperancy dediğimiz “açıklılık” anlamındaki uygulamalarda soru işaretleri masanın üstünde. Avrupa Birliği tehdit altında, Amerika Birleşik Devletlerinde kapitalizmin başkenti olan Wall Street’te gösteriler hat safhada. Gelinen nokta dolayısıyla bu

25

mesleğin, muhasebe uygulamalarının, finansal raporlamaların her alanda herkes tarafından sorgulanmasını sağlamakta, kaçınılmaz bir değişim öncesindeyiz.

Değişim sadece bizim alanımızda olmayacaktır, öncelikle mutlaka ve mutlaka bankacılık ve finansal kesim değişime tabi olacaktır ki zannediyorum Avrupa Kıtasında bu başladı. Bunun yanında diğer unsurlar, diğer ekonominin katılımcıları değişmek veya kuralların tekrar yeni düzende yazılması gerekecek. Bunların içinde çeşitli unsurları sayabiliriz; en önemlisi gördüğümüz kadarıyla “kamu maliyesi” alanındaki açıklılık, kamu maliyet muhasebesi düzeninin denetlenmesi olabilir, bunun yanında son zamanlarda gelişen fonların denetlenmesi, …dediğimiz özel sermayeli fonların denetlenmesi, regülatörlerin birbirine yaklaşması, daha çok bilgi paylaşımı yapması ve regülasyonu arttırmaları. Bütün bunlar önümüzdeki dönemde mesleği, muhasebe, finansal raporlama ve denetim mesleğini değiştirecek unsurlar gibi gözükmekte. Zaten unsurların emareleri de başladı, 2010 yılında Avrupa Birliği’nin “Green Paper”, “yeşil paper” dediğimiz açıklamaları, taslak, denetim ve muhasebe ve raporlamada yapılacak değişiklikleri taslak olarak kamuoyuyla paylaştı. Aynı şekilde Amerika Kıtasında da “Overside Board” dediğimiz 2000 yıllarında kurulan Overside Board dediğimiz kurum da denetçinin, yapması gerekenleri, daha iyi bilgiyi vermesi için yapması gerekenleri ve eski görevi olan, ilk kurulduğundaki görevi olan independence ve public, bağımsız ve kamuya doğru bilgi verme yetkinliğine kavuşması için çalışmalarını arttırdı.

Bütün bunlar, bu değişiklikleri getirecektir. Bu kurumlarda iki önemli konuğumuz var Avrupa Kıtasından; David, yanımda oturuyor ve biraz sonra bizlerden ayrılacak bu sunumundan sonra, David Szafran, Belçika Meslek Örgütü CEO’su. Kendisi sunumunu yapacak “green paper” ile ilgili, ben sözü şimdi ilk önce, öncelikle David’e veriyorum.

“Green Paper’ın Denetim Mesleğinin Yapılandırılmasına İlişkin Ortaya Koyduğu

Yeni Düzenleme Önerileri”

DAVID SZAFRAN _ IBR-IRE _ BELÇİKA MESLEK KURULUŞU _

Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakan, Sevgili Meslektaşlarım Türk Ticaret Kanunu’nun denetimin düzenlenmesine çok önem verdiğini öğrendim, 2013 bu anlamda önemli bir konu. Ve sadece hissedarların yönetimi açısından değil diğer tüm paydaşlar açısından da önemli, sadece yatırımcılardan bahsetmiyoruz. Borç verenler, çalışanlar, vergi otoriteleri tüm bu paydaşlar şeffaf mali tabloların bağımsız uzmanlar tarafından denetlenmesine önem atfediyorlar. Belçika’da biz, Avrupa Denetim Direktifi prensiplerini uyguluyoruz. Bunu yapmamızın sebebi güçlü bir kamu gözetim sistemi oluşturmak ama aynı zamanda profesyonel kurumlara, meslek kurumlarına da yetki vermek. Standartların oluşturulması, kalite güvence ve aynı zamanda soruşturma ve disiplin prosedürlerine de bu yetkileri vermek istiyoruz. Avrupa’daki denetim direktifi bir kamu gözetim sisteminin olması gerektiğini söylüyor. Mesleğe erişim açısından, denetim standartları açısından gözetim sorumluluğu oldukça önemli. Bu inceleme, denetim sisteminde ilk baştan itibaren bu denetimin olması oldukça önemli meslek kalitesinin de arttırıyor. Standartların oluşması sürekli eğitim ve kalite güvence de diğer önemli noktalar. Ve bütün bunlar bir kamu gözetim

26

sisteminin altında yer alıyor. Sistem dediğimizde burada kast ettiğimiz, farklı otoritelerin olması ve bunun da çok bu yüzden de standardın bir anlamda bir tarafta oluşturulmasıyla diğer tarafta denetimler arasında iyi bir dengenin olmasını gerektiriyor.

Avrupa’da kamu gözetim sisteminde meslek dışından kişilerin çoğunluğu oluşturması gerekiyor. Sizde de bir takım gelişmeler oluyor, Avrupa’da da öyle. Avrupa Komisyonu Ekim 2010’da sadece Green Paper’ı çıkartmadı, geçen hafta National Times yeni Avrupa Komisyonunun komisyon üyesi Michele Barnie tarafından yapılan yeni önerisini de dile getirdi. Burada kamu gözetim sistemi bu yeni öneriye göre meslek dışından kişilerden sadece oluşacak. Finansman ve çalışma programının şeffaf olması gerektiği söyleniyor, meslekten herhangi bir şekilde etkilenmemeli. Yani meslek herhangi bir şekilde gözetim kurumuna bunu finanse etmesi için ödenecek para konusunda etkide bulunamaz. Bir denetçi genel fayda yönünde çalışır, orada sormamız gereken sistem o zaman gözetim sistemini kim finanse edecek? Meslek mi bütün finansmanı yüklenecek yoksa başka bir kamu finansman kaynağı mı bulacak? Bu sorunun yanıtlanması gerekiyor.

Belçika’da diğer Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi Avrupa Kurumsal Denetim Direktifine uygun bir yapı var. Öncelikle Ekonomi Mesleği Yüksek Kurulu var. Standartların hazırlanmasından sorumlu ve sosyo-ekonomik ortaklardan oluşuyor. Yani hem şirketler, hem dernekler hem de çalışan temsilcileri bu gözetim kurulunda yer alıyorlar ve standartların belirlenmesinde nihai kararı alıyorlar. Öte yandan disiplin Transferi ve İddianame Odası da var, bu da başka bir önemli gözetim otoritesi Belçika’da. Burada bu Odanın sorumluluğu kalite güvence, kurumsal denetçilerin yaptığı denetimin kalitesinin güvence altına alınması. Bu sürece dahil olan başka otoriteler de var, Ekonomi Bakanlığı standartları yürürlüğe sokuyor, disiplin otoriteleri hatta savcı bile bir gözetim rolüne sahip. Ayrıca şu da önemli; güçlü bir gözetim sisteminiz olsa bile yine de bazı faaliyetleri meslek kurumuna, profesyonel kuruma verebilirsiniz. Mesela lisans inceleme gibi konularda yetki verebilirsiniz hatta standartların oluşturulması ve kalite güvence alanlarında bile bazı faaliyetleri meslek kurumuna yükleyebilirsiniz. Nihai sorumluluk ve nihai sonuca ulaşma yetkisi dışarıdaki bağımsız gözetim kurumlarında olsa bile meslek kurumuna da bazı yetkilerin devredilmesi mümkün. Güçlerin ayrılığı temel bir prensip biliyorsunuz. Belçika’da ve Avrupa’da diğer ülkelerde çok net bir ayırım var. Yasama, yani kamu gözetimiyle ilgili olarak yasama, yürütme ve yargıdan tamamen ayrışmış durumda, yasama dediğimiz standartların oluşturulması. Aslında demokrasiye benziyor ve demokrasilerde de bir parlamento vardır, genel standartları çıkartır, daha sonra polis vardır, bir de disiplin otoritesi olarak yargıç vardır. Dolayısıyla çok net bir güçler ayrılığı söz konusudur demokraside de ve gözetim sistemimizde de böyle bir güçler ayrılığı var ve sistemin güvenilirliği açısından bu hayati öneme sahip.

Peki, biz uygulamada nasıl bu sistemi uyguluyoruz? Ne yapıyoruz? Tabii ki uluslararası denetim standartlarının uygulanması çok önemli. 1995’te bu çalışmalar başladı, 2012 itibariyle uluslararası denetim standartlarını kabul edeceğiz. IFAC içerisinde ESB tarafından kabul edilmiş. Uluslararası standartların oluşturulması oldukça önemli çünkü uluslararası anlamda oluşturuluyor ve tüm yargı yetkisi olan bölgelerde uygulanıyor. Fransızcaya çeviri yapıldı bu standartların bir de Flamancaya çünkü iki dil var biliyorsunuz

27

Belçika’da hatta üç bile diyebiliriz, Almanca da var. Aynı zamanda biz bir konsültasyon süreci de başlattık ve etik kuralları ele almaya çalıştık. Çıkar çatışmaları durumunda neler yapılabileceğini görmeye çalıştık. Yine ulusal standart aracılığıyla uluslararası etik kuralları ve teknik konularla ilgili denetim standartları dikkate alınarak bu etik kurallar belirlendi.

Peki, 2010’da çıkan Green Paper bizi nasıl etkiledi? Green Paper’ı okuyacak olursanız komisyon üyesi aslında denetim dışı hizmetlerin yasaklanmasını, tam anlamıyla yasaklanmasını amaçlıyor eğer kurumsal denetçiyseniz. Bu tabii muhasebeciler için de geçerli olacak, çünkü kurumsal denetçiyle birlikte çalışan kişiler bunlar. Tabii ki başka bir takım kriterler de var, bir kendi kendini denetleme yaklaşımı, güvence yaklaşımı gibi yaklaşımlar da var ama bazı koşullarda hiçbir güvencenin yeterli olmadığı durumlarda tam bir yasaklama söz konusu. Green Paper’da başka bir konu da, denetçinin harici rotasyonu, yani belli bir düre denetçi olarak çalıştıktan sonra rotasyona tabi tutulması. Dokuz yıldan sonra bir rotasyon tavsiye ediliyor Avrupa’da. Amerika Birleşik Devletlerinde PC, OB bir konsültasyon süreci başlatıp bunun sonucunda rotasyon süresinin 10 yıl olabileceğine karar verdi. Burada aslında bir takım yeterli güvenceler var ama öte yandan en azından eşdeğer bir yaklaşımın sadece Avrupa’da değil tüm dünyada da olması gerekiyor. Diğer başka bir öneri Green Paper’daki şu; bu da üçüncü bir tarafın denetçinin atanması ve ücretlendirilmesinde sürece dahil olması. Ama burada aslında düzenlenmiş bir meslekten bahsetmiyoruz artık, bir bakanlık veya bir devlet kuruluşu tarafından denetçi olarak atandıysanız o zaman o kuruluş için çalışmaya başlarsınız. Genel anlamda kamu için, toplum için çalışmazsınız. Bu yüzden daha orantılı olan başka bir takım kriterler gerekli burada. Mesela atama sürecinde başka otoritelerin de yer alması gerekiyor. Belçika’da çalışan temsilcilerinin denetçinin atanmasını veto etme hakkı var hatta hissedarlardan oluşan bir komite oluşturularak ya da bir bağımsız denetim komitesi oluşturularak bu atama ve ücretlendirmede söz sahibi olunabiliyor. Green Papar yayınlandığında ve geçen hafta basında yeni bir takım açıklamalar yapıldığında yorumlar şöyle oldu; aslında 2008’de yaşanan finansal kriz ve önerilen önlemler arasında herhangi bir ilişkinin olmadığı, olduğuna dair bir kanıtın olmadığı söyleniyor. Bu yüzden de kamu sektörü düzeyinde sadece Yunanistan’da değil aynı zamanda İspanya ve İtalya’da da sorunlar yaşandığını biliyoruz. Kamu sektöründe nakit muhasebe söz konusu olduğu zaman uzun vadede düşünmek gerekiyor. Bu yüzden uluslararası muhasebe standartlarının IFAC içerisinde de geliştirilen bu standartların kamu sektörüne de uygulanması önerisinde bulunuyoruz. Ama bu arada dışarıdan bir muhasebeci ya da denetçi tarafından bağımsız bir gözden geçirmenin de yapılmasını öneriyoruz.

Yaklaşık üç hafta önce Avrupa Parlamentosu bir rapor kabul etti, “Denetim ve Krizden Alınan Dersler” başlıklı bir rapor. Demokratik tartışma ve oylamanın sonrasında kabul edilen rapor aslında başka bir yönde ilerliyor, denetim dışı hizmetleri yasaklamıyor, harici bir rotasyondan bahsetmiyor. Dolayısıyla Avrupa düzeyinde bile hatta Avrupa Komisyonu içinde bile geçen ay hazırlanan bu Avrupa Parlamentosu raporu daha yeni elimize geçti. Ulusal düzeyde yine bir konsültasyon süreci başlattık taslakla ilgili olarak ve daha sonrasında resmi onay alındıktan sonra resmi gazetede yayınlanacak. Ancak bu taslak ve taslakla ilgili girişimler halen mesleğin kendisinin yaptığı, hazırladığı şeyler.

28

Peki, kalite güvence sistemi için ne söyleyebiliriz? Gözetim otoritesi nihai yetki ve nihai karar verme merci. Yani müfettişlerin onaylanması, her yıl yapılan kalite güvence gözden geçirmelerinin onaylanması ve kalite güvence gözden geçirmelerinin sonuçlarının değerlendirilmesinde gözetim otoritesi yetkili. Bu süreç bir meslek kuruluşu tarafından organize ediliyor. Harici denetçiler var ve kamu yararına çalışan şirketler, bankalar, sigorta şirketleri ya da halka açık şirketler gibi şirketlerde denetim yapıyorlar. Kamu yararına olan bu kurumlar içerisine bir takım ödeme kuruluşları, finans kuruluşlarını da dahil etmeyi düşünüyor Avrupa Birliği. Eğer kamu yararına çalışan bir kurum için yapılmayacaksa denetim, o zaman altı yılda bir bu denetim yapılıyor ve bunu yapacak olan müfettiş de hali hazırda denetçi olarak çalışan birisi. Daha sonra gözetim otoritesine sonuçlar sunuluyor rapor içerisinde, bu pozitif mi sonuçlar yoksa bir takım tavsiyeler yapılacak mı ve arada bir yıl içerisinde bir kalite denetimi daha yapılacak mı buna dair tavsiyeler yazılıyor. Bazen doğrudan disiplin komisyonuna da gönderilmesi söz konusu olabiliyor.

Şimdi, disiplin otoritesine gelecek olursak burada soruşturma yine meslek tarafından, uygulayıcılar tarafından belirlendi ve bu soruşturmanın kapatılması ya da devam edilmesi ya da disiplin otoritesine götürülmesi konusundaki nihai karar yine gözetim otoritesi tarafından veriliyor. Burada farklı yetkilerini görüyorsunuz gözetim otoritesinin bu tür soruşturmalarla ilgili olarak. Daha sonra disiplin komisyonu tarafından karar veriliyor, profesyonel bir yargıç başkanlığını yapıyor bu komitenin ve hükümet tarafından atanıyor. Tabii ki bir temyiz olanağı da var, üst mahkemeye, yüksek mahkemeye gidip itirazda bulunabiliyor karara.

Sonuç olarak, Avrupa Komisyonunun önerisine geçen hafta yaptığı öneriye bakacak olursak her üye ülkede her yargı yetkisi alanında sadece tek bir kamu gözetim otoritesinin kurulması öneriliyor. 2006 yılında komisyon, kamu gözetim sistemini yürürlüğe soktu. Böylece bir tarafta standartların oluşturulmasıyla diğer tarafta teftiş arasındaki dengenin sağlanması amaçlanıyordu. Şimdi bu yeni öneriye göre bütün bunlar tek bir gözetim otoritesi altında bir araya getirilecek ve kişisel olarak ben şunu düşünüyorum, aslında bu öneri yasama ve yürütme güçlerinin birbirinden ayrılması gerektiğini çok ciddi bir şekilde dikkate almamış. Geçen hafta duyurulan başka bir öneri de, denetim dışı hizmetlerin her bir denetim firmasına yasaklanması, özellikle de kamu çıkarına çalışan kurumlarda denetim yapan denetim firmalarına denetim dışı hizmetler yapmasının yasaklanması. Borsada işlem gören halka açık şirketler, bankalar ve sigorta şirketleri için çalışan denetim firmaları denetim dışı hizmetlerde bulunamayacaklar. Her dokuz yılda bir rotasyon olacak. Bir de en büyük halk yararına çalışan şirket bu öneriye göre ortak denetime tabi tutulacak. Bunun mimarı da halka açık şirketler için hazırlanmış olan Fransız Mevzuatı. Burada denetim şirketinde konsantrasyonun yoğunlaşmanın engellenmesi amaçlanıyor. Arkadaşım Martin Manuzi daha sonra bu konsantrasyon yoğunlaşma konusuna da değinecek. Ancak bu piyasayı açmayı hedefleyen bir öneri ancak bu öneri gerçekten bu hedefe ulaşacak mı, ulaşmayacak mı? Aynı zamanda kamu yararına çalışan şirketleri denetleyen denetim firmalarının sadece denetim odaklanması gerektiği ve çok disiplinli olarak, yani multi disipliner bir şekilde çalışmaması gerektiği. Bilgi teknolojisinin sürdürülebilirlik ya da vergi konularında uzman olan kişiler de bu firmalara çekilebilir sadece denetime yoğunlaşırsa. Gelecek ay Avrupa Komisyonunda denetim firmalarındaki mülkiyet konusu tartışılacak. Bugün denetim firmalarının % 60’ı kurumsal denetçilere ait olmalı ama bu kural kaldırılacak. Bir de Avrupa pasaportu uygulaması

29

getirilecek. Kurumsal denetim yapma yetkiniz olduğu zaman bir pasaport verilecek, bir sınavın yapılması ve mesleğe erişim söz konusu olduktan sonra tüm Avrupa’da çalışabilmek için bir pasaport sahibi olacaklar. Şunu da unutmamak gerekiyor ki, bir kamu gözetim sistemi eğer güçlerin ayrılığı söz konusu ise etkili olur. Standartların oluşturulması süreci, kalite güvence ve disiplin faaliyetleri arasında net bir güçler ayrılığının olması gerekiyor. Green Paper’da Avrupa düzeyindeki diğer belgelerde aslında Avrupa’da yapılan önerilerde çok da üzerinde durulmamış, geliştirilmemiş bazı görüşler de var. Geçmişte kurumsal denetim önemliydi ama bu sabah da duyduğumuz gibi prospektif bilgilere de ihtiyacımız var, geleceğe dönük bilgilere de ihtiyacımız var özellikle son finansal krizden dolayı. Dolayısıyla Almanya, Avusturya ya da Belçika’da olduğu gibi kurumsal denetçiye bir mükellefiyet sınırı getiriliyor daha iyi hizmet verebilmesi için. Tabii denetim firmasının devamını engelleyecek bir ortam yaratılmamaya çalışılıyor. Sadece standartların oluşması açısından değil aynı zamanda etik kurallar açısından da uyumlandırılmış bir uluslararası ortam gerekiyor. Gözetim sistemi ve güçlü meslek ancak bu şekilde şeffaf bir gözetim sistemi ile olacak. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.

OTURUM BAŞKANI _

Green Paper ile ilgili bize verdiğin bilgilerden dolayı teşekkür ederiz David. Belçika’daki deneyimlerini de bizlerle paylaştın.

Evet, plaketini vermek üzere Muğla Mali Müşavirler Odası Başkanı Sayın Hasan Demir’i kürsüye davet ediyorum. Mr. David Szafran lütfen plaketinizi alır mısınız?

Evet, teşekkür ediyorum tekrar David’e. Belçika’daki over-side uygulamaları hakkında bize bilgi verdiği için ayrıca Green Paper konusunda ve son zamanalrdaki değişiklikler konusunda reaksiyonlarının ne olduğu konusunda bizlerle düşüncelerini paylaştığı için. Bu arada kendisinin uçağında biraz daha gecikme olduğu için soru alma zamanımız David için bira daha fazla. Acaba şu aşamada David’e Belçika örnekleriyle ilgili, sunumuyla ilgili katılımcılardan herhangi bir soru var mı? Soru almak isteriz David’e.

YILDIRAY ERDOĞAN _ BARTIN SMMM ODASI _

Avrupa Birliği’nde KOBİ firmalarının bağımsız denetiminin hangi aşamada olduğunu öğrenmek istiyorum.

DAVID SZAFRAN _

Çok güzel bir soru bu, bu sayede şunu diyebilirim; Avrupa seviyesinde bağımsızlık prensipleri hem büyük firmaların kurumsal denetimcilerine hem de KOBİ’lere uygulanıyor. Yani bağımsızlıkla ilgili ortak prensipler var. Genel prensiplerimiz de var, örneğin menfaat çatışmasının olmaması gibi. KOBİ’lerde de onlarını hesaplarını tutamazsınız, kontrol edemezsiniz ve bilançonun önemli elemanlarını denetleyemezsiniz ve mali tabloyu denetleyemezsiniz ya da müşterinizin muhasebecisini seçemezsiniz. Bu gibi Avrupa Mevzuatında menfaat çatışmasını önleyecek şeyler var. 2006 yılından bu yana da yalnızca halka açık şirketlere, bankalara ve sigorta şirketlerine özgü kurallar var. Bunlar özellikle yedi yıldan sonra iç rotasyonu öngörüyor. Partnerin her yedi yılda bir değişmesi gerekiyor ama

30

şirketin, yani denetimi yapan şirketin aynı kalması mümkün. Denetim komitesi ve dış denetçi arasında bir ilişki var ve denetim komitesi denetimcinin bağımsız kalmasını sağlamak zorunda. Örneğin denetim dışı hizmetler de sağlıyorsa bu ağ bunu sağlamak zorunda. Spesifik bir takım mevzuatlar da kamu yararına olmayan girişimlere özgü ve KOBİ’lere özgü değil, bunlar da uygulanmıyor.

OTURUM BAŞKANI _

Başka acaba soru? Arkada bir hanımefendi var.

HÜLYA EKİNCİ _ İSTANBUL _

Merhaba, David Bey’e öncelikle hoş geldiniz demek istiyorum. Benim sorum şu olacak; denetçilere verilecek Avrupa pasaportu sadece Avrupa Birliği’ne üye vatandaşlar, denetçiler için mi söz konusu olacak? Bu konuda biraz daha kapsamlı bilgi alabilir miyim? Teşekkürler.

DAVID SZAFRAN _

Teşekkür ederim. Avrupa pasaportu Avrupa Birliği vatandaşlarına bağlı değil, yalnızca sınava bağlı ve yeterliliğe bağlı. Yani eğer bir kurumsal denetçi örneğin Belçika’da tescilli ise, kayıtlı ise ya da İngiltere veya İtalya’da kayıtlı ise vatandaşlığından bağımsız olarak kurumsal denetimi tüm Avrupa’da yapabilme hakkına sahip olabilecektir bu Avrupa pasaportu sayesinde ve bunun vatandaşlıkla bir ilgisi olmayacaktır.

OTURUM BAŞKANI _

En arkada bir beyefendi var.

OZAN NAZIM GÜNAL _ GÜREL YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLİK KURUMSAL RİSK _

Hoş geldiniz diyorum öncelikle kendisine. Bilgi sistemleri biliyorsunuz kurumsal yönetimin, aynı zamanda denetimin de önemli parçalarından bir tanesi bilgi sistemi denetimleri. Avrupa Birliği standartları içerisinde bunun halka açık şirketlerde uygulanıp uygulanmadığına ilişkin hem bir bilgi almak istiyorum hem de uygulanmıyorsa ilerde uygulanıp uygulanmayacağını öğrenmek istiyorum. Teşekkür ederim.

DAVID SZAFRAN _

Evet, bilgi iletişim teknolojileri vazgeçilmez hem mali kurumlarda örneğin bankalar ya da sigorta şirketlerinde hem de başka sektörlerde. Dolayısıyla bir denetim şirketi içerisinde de uzmanlara sahip olmanız ve yalnızca sonuçları değil süreci de denetleyebilmeniz gerekir. Metodolojisine gelince, bu şirketlerde geliştirilecek metodolojiye gelince; biz ISAS yani Uluslararası Denetim Standartlarını 2012 itibariyle uygulamaya başladığımızda ve daha sonra da tüm denetimlerle uygulamaya başladığımızda bu meslek içerisinde pratik araçlara ihtiyacımız olacak. Buna tabii ki denetim yazılımları da dahil, piyasada mevcut olup da ISAS’a uygunluğa sahip olan yazılımlara ihtiyacımız olacak. Bunun dışında risk analizinin de

31

yapılabilmesi gerekiyor. Tabii ki bunun için de şirket içerisinde bir takım risk analizi araçlarının geliştirilmiş olması gerekiyor.

OTURUM BAŞKANI _

Evet, acaba başka soru kaldı mı? Burada bir, mikrofonu alabilirsek ön tarafa,

MEHMET KOÇ _ ANKARA SMMM ODASI BAŞKANI _

Green Paper’da denetim dışı işlemler kurumsal yapının dışında tutulmalı dediniz. Şimdi Türk Ticaret Kanunu 400. maddede vergi danışmanlığı ve vergi denetimi, denetimi ihlal etmeyen hususlar içerisinde sayılmış. Aslında denetçinin bağımsızlığını etkileyen hususlar değil midir? Bu Avrupa Birliği uygulamaları içerisindeki durum nedir? Teşekkür ediyorum.

DAVID SZAFRAN _

Vergi hizmetleri bugün Avrupa Birliği yasaları tarafından düzenlemiş durumda ve vergi hizmetleri bağımsızlığı zedeliyor şeklinde görülmüyor. Bence bu iyi bir prensip çünkü vergiyle ilgili bir hizmet verdiğinizde bu mali tabloyu etkilemiyor. Ancak tabii ki bazı sınırlar ve yasaklar da var. Eğer vergi hizmetleri bir menfaat çatışmasına yol açıyorsa, örneğin siz bir yönetim, karar verme mekanizmasına katılıyorsanız böyle bir durum ortaya çıkabilir ya da vergi mercileri karşısında, nezdinde firmayı temsil ediyorsanız o zaman siz kurumsal denetçi olarak vergi denetimi yapamazsınız ve bazı güvenlik tedbirleri de var menfaat çatışması olmaması için. Ama vergi hizmetleri ve diğer denetim dışı hizmetlerle tam bir yasaklama yok. Zaten uzmanlık olmazsa, vergi denetimi konusunda uzmanlık olmazsa tam bir hizmet vermeniz de mümkün olmayacaktır.

OTURUM BAŞKANI _

Başka acaba soru var mı Bay David Szafran’a? Teşekkür ediyorum David konuşma için, biraz koşturduk kendisini ama uçağı da yarım saat ertelendiği için en azından biraz da bizimle kalabilir.

Efendim, diğer konuşmacımız İngiltere ve Galler Odasının Temsilcisi, Avrupa Bölge Müdürü Sayın Martin Manuzi. Kendisi son zamanlarda Avrupa’nın gündeminde daha da sık olan gözetim faaliyetlerinin arttırılması, şekil değiştirilmesi, denetçilerin gözetimi, şirketlerin gözetim faaliyetlerinin arttırılması yönünde görüşlerini bizlerle paylaşacak. Martin.

“Uluslararası Muhasebe ve Denetim Mesleğinin Geleceğinde Gözetim Kurullarının/ Otoritelerinin Çalışma ve Değerlendirme Usullerinin Önemi”

MARTIN MANUZI _ICAEW _AVRUPA BÖLGE MÜDÜRÜ _

David gerçek bir Belçikalı ve ben de 13-14 yıl Belçika’da yaşadım ama soyadımdan da anlayabilirsiniz İtalyan’ım, daha doğrusu babası İskoçya’da yaşamış bir İngiliz’im. İtalyan babası İskoçya’da yaşamış bir İngiliz’im. Burada bulunmak benim için çok büyük bir mutluluk.

32

Sizin açınızdan bu meslekte bir meslek kuruluşu olarak çok uzun süre geçirmiş bir grup olarak çok önemli bir dönemde bulunuyorsunuz ve ben de sizlerle bu konudaki deneyimlerimizi ve fikirlerimi paylaşmak istiyorum, Sayın TÜRMOB Başkanı da ve meslektaşlarımızla da burada bir araya geldik ve görüşlerimizi paylaştık. Belki de benim bugün anlatacaklarım sizin şu anda yapmaya çalıştığınız faaliyetleri tamamlayıcı olabilir 2013’e hazırlık bağlamında. Profesör Tekinalp de daha önce bütünlük ilkesinden bahsetti. Gerçekten bunun ne kadar önemli olduğunu ne kadar söylesem azdır. Eğer bütünlük olmasa hiçbir meslek mevcut olamazdı ve düzenleyicilerle olan diyalogumuzu da tamamen değiştiren bir prensip bu ve diğer prensipleri de doğrudan etkiliyor.

Öncelikle denetçiler üzerindeki baskı mekanizmaları nelerdir bunlara değineceğim ama bundan önce şunu söyleyeyim; bizim düzenleyici mekanizmalardan gelen baskı konusunda ve bürokratik baskının kaldırılması konusunda uzun süredir bir söylemimiz var. Ve denetim bir katma değerli hizmet olmak zorundadır, bürokratik hizmet olmamalıdır. Ve denetim neden gereklidir? Çünkü paydaşlara bir şeyler sunmaktadır. Bu bence şu anda süregitmekte olan tartışmanın uluslararası düzeyde finansal krizle ilgili süren tartışmanın da bir parçası. Eğer denetçiler finansal krizde acaba gerçekten iyi bir iş yaptı mı finansal denetçiler bu krizde? İşte, meslek mensupları olarak biz yaptığımız işin gerekliliği ve doğruluğu konusunda sürekli kendimize soru sormak zorundayız.

Son olarak da size ICAEW’i size tanıtmak istiyorum. Çok ski bir endüstri, slaytlarda da görüyorsunuz maalesef Türkçe’ye tercüme edilmedi, özür dilerim. 136 bin üyesi olan bir kurum ve hem bir denetim hem de muhasebe kurumu. Her iki komponente de sahip. Ama üyelerimiz için ilave bir takım şartlar da koyuyoruz, denetim yapan üyelerimiz için. Ne gibi sınavlar ya da testler istendiğini daha önce anlatmışlardı. Slaytta uluslararası planda düzenleyici kurumlar, meslek kuruluşları, odalarla çalışmak konusunda çok çaba gösterdiğimizi anlatıyor bu slaytım.

Peki, bu sunumda bu kısa zaman içerisinde nelerden bahsedeceğiz? Öncelikle David’in bıraktığı yerden başlamak istiyorum ve Avrupa’da bu mesleğin nasıl deformize edilmesi gerektiği konusunda yapılan tartışmadan bahsetmek istiyorum ve tüm dünyada da bu konuda bir tartışma var. O nedenle ben de bu konuda yorum yapacağım ve kamu gözetimi, kalite güvencesi konularına değineceğim. Sizlere İngiltere’deki deneyimlerimizi anlatacağım ve kalite güvence konularını 2013 gelmeden önce nasıl halledebileceğiniz konusundaki görüşlerimi aktarmaya çalışacağım. Ben kamu sektörü konusuna detaylı değinmeyeceğim ancak gerçekten şaşırtıcı değil mi, politikacılar çok fazla regülasyondan bahsediyorlar, riski anlamaktan bahsediyorlar ve uluslararası planda baktığımızda ise politikacılarımızın bu prensipleri kamu sektörüne aktarmadaki performansı o kadar da iyi çıkmıyor. Ve bence bu çok önemli bir zorluk aynı zamanda büyük de bir fırsat sunuyor bizim meslek mensuplarımıza. Umarım ki bu tartışma daha da canlı olarak devam edebilir. Çok hızlı gidiyorum, umarım ki tercümanlarımız yetişebiliyorlardır ama sonuçta yorumlara vakit bırakmak istediğim için hızlı gidiyorum.

Şimdi, Avrupa Birliği’nde neler oluyor? O konuda bir şeyler söyleyeyim. David yeni teklifleri gayet güzel bir biçimde anlattı ama bu teklifler henüz resmi olarak yayınlanmadı.

33

Bunu altını çizmek gerekir ve resmi olarak yayınlandıklarında bile neyse ki demokraside yaşıyoruz, Avrupa Birliği Komisyonu istediği her şeyi uygulama hakkına sahip değil, öncelikle demokratik bir sürecin Avrupa Parlamentosundan ve Bakanlar Kurulundan geçmesi gerekiyor. Yani garantisi yok bu tekliflerin gerçekten uygulamaya sokulacağının olduğu gibi. Ama basında bu konuda çok şey yazıldı çizildi şu ana kadar da. Ben basında yalnızca Financial Times’da değil diğer gazetelerde de olanları size tek tek anlatmak istiyorum. Avrupa Birliği Komisyonunun en üst düzey yöneticisi bir takım ana noktaların, Sayın Barnie’nin altını çizdiği ana noktaların özetini yapmış ve bunlar genellikle piyasa yapısına odaklanıyor. Burada şunu görüyoruz, hepsini size tek tek okumayacağım ancak özellikle ortaklı denetimler, rotasyon ve ortak denetimlerin küçük ve büyük firmaları içermesi gerektiği ve bunun dışındaki her türlü tartışmalı konuyu içeriyor. Şunu söylemek doğru olur herhalde; en doğrudan cerrahi yaklaşım piyasayı değiştirmeye yönelik, bu sektörde görülüyor hiçbir sektörde görülmediği kadarıyla. Çok tartışmalı ve çok farklı görüşler var. Benim kurumumda bile kamu menfaati söz konusu olduğunda mantıklı bir şekilde bu konuya yaklaşmanın bir yolunu bulmaya çalışıyoruz ve bu slaytta da bizim kurumumuzun yöneticisinin basında bu tedbirlerle ilgili yer alan yorumlara olan cevaplarını görüyorsunuz. Eğer değişim istiyorsak, statükonun değişmesini istiyorsak ilerleyici bir şekilde bu değişimi yapmak üzere çalışmak zorundayız ve meslek mensupları olarak hayır, hayır, hayır demekle yetinemeyiz. Aynı zamanda biz bu kaliteyi, mesleğimizde şu şekilde sağlamak istiyoruz ya da kamu menfaati hedeflerimizi şu şekilde gerçekleştirebiliriz diye yol göstermemiz gerekiyor. Bence esas adanmışlık bu şekilde gösterilir. Ancak basında çok da tartışılmayan başka bir nokta var ki o da meslek kurumlarının bu noktadaki rolü. David buna biraz değindi, taslak tekliflere, henüz resmi teklifler yok, taslak aşamasında. Meslek kurumalarından bütün sorumluluklar alınmaya çalışılıyor ve yalnızca birer tescil kuruluşu haline getirilmeye çalışılıyor, kalite güvencede herhangi bir rolümüz olması istenmiyor ki bence bu çok kötü ve bir meslek kuruluşunun gerçek amacını göz ardı etmektedir bu. Yalnızca bir sendika değiliz biz, kaliteyi meslekte garanti altına alma rolüne sahip kuruluşlarız. Tabii ki gözetim kuruluşları olacaktır ama bizim de bu noktada bir rolümüz var. Dediğim gibi meslek kuruluşlarından belirli sorumlulukları alma yolunda ortaya konulmuş bir takım taslaklar var henüz bunlar resmi aşamada olmasa dahi.

Bu slaytta da konsantrasyonla ilgili bir takım bilgiler var. Bunun detaylarına girmeyeceğim ama bu konuda sorular varsa cevaplarım memnuniyetle. Avrupa Birliği’nde ve tüm dünyada süregelen bir tartışma var; ortak denetimlerin, özellikle büyük şirketler için yapılması isteniyor. Bence böyle zorunlulukların her ülkede konulması çok zarar verici, çok maliyetli ve çok karmaşık olacaktır. Hem bunları getirmesi hem de yönetmesi çok maliyetli olacaktır. O nedenle bence ülkelere konsantrasyon problemi olan ülkelere bu problemi belirleme yönünde yardımcı olunmalı ve çok daha şeffaf bir süreç ortaya konulması sağlanmalı. Acaba denetçiler bu işin içerisine nasıl giriyor ve ihale süreci nasıl işliyor? Bu kaliteye odaklı olmalı, yalnızca fiyata değil. Genellikle ihalelerde şirketler yalnızca fiyatı düşürmekle ilgilenir ve kaliteyi birazcık göz ardı eder. İhaleyi kim kazanırsa objektif kriterlere göre, kimin kazanması gerekiyorsa ihalenin ona verilmesi lazımdır. Ama bizim bu konuda alacağımız kararların mevcut olduğu yerlerde konsantrasyon üzerinde önemli bir etkisi olacaktır. Ama her piyasada bu tür bir problemin olmadığını görüyoruz komisyonun da

34

söylediği gibi. Bunun bir örneğini verebilir misiniz? Hangi piyasalarda var bu zorluk? Avrupa’da bu konuda verilmiş örnekler var; mesela Almanya’da üst düzey piyasalarda Top 30 şirketin denetiminde böyle bir şey söz konusu. Sektörel konsantrasyondan da bahsedebiliriz. Burada İspanya örneğini verebilirim. Bir denetim şirketi bütün bankacılık sektörünü teslim almış durumda. İngiltere’de bu konuda çok önemli tartışmalar var ve en büyük dört firmanın 99 tane şirketini denetlediğini biliyoruz. 100’ün içinden 99 şirketi onlar denetliyor. Ve bu alanlarda daha fazla ihaleye ihtiyaç var. Ben konuşurken de soru sormak isteyenler olursa hemen sonunu beklemeden sunumumun bu soruları alabiliriz Sayın Başkan.

OTURUM BAŞKANI _

Tabii şu anda da soru alabiliriz, kendisi de öyle tercih ediyor ama sonunda bir soru seansımız olacak kısaca.

MARTIN MANUZI _

Su içeyim diye hemen bunu ortaya attım! Şimdi, kamu gözetiminden bahsedeyim çünkü bu konuya da çok değinildi. Bazen bazı meslek kuruluşları bu konuda çok fazla korku bildirdiler. Tabii ki kamu gözetimi bir değişim gerektirmektedir ve meslek hayatımızın bir gerçeğidir. Uluslararası planda gördüğümüz bir trend var bu yönde ve bizim çalışma şekillerimizi de değiştirecek bu. Slaydımda cevaplarının hayır olduğu bir takım sorular koydum. Mesela tek başına bir özel kurum kamu menfaati sorumluluklarından sorumlu olabilir mi? Cevabı hayır! Kamu gözetimine geldiğimizde görüyoruz ki zaten her şey kendi kendine aşikar ve farklı şekillerde, farklı seviyelerde kendisini gösteriyor. David, ülke seviyesinde mesela Avrupa yasalarının uygulanmasından bahsetti ve Avrupa Birliği yasalarının Avrupa Birliği dışındaki ülkelere de etkileri var. Çünkü bir takım eşdeğerlik prensipleri söz konusu. Kamu gözetimi sistemleri Avrupa seviyesinde olduğu kadar uluslararası seviyede UFR’de gördüğünüz gibi bir araya geliyor, birleşiyor sermaye piyasalarında olduğu gibi ve kamu gözetimi standartların oluşturulmasında da işliyor. Bu standart IFAC ve diğer kuruluşların koyduğu standartların kredibilitesini arttırma etkisi gösteriyor. Dediğim gibi bu meslek hayatımızın bir parçası ve bunu kucaklamak, bununla çalışmayı öğrenmek zorundayız. Hatta bir ölçüde bundan zevk almayı da öğrenmek zorundayız çünkü bizim mesleğimizin inanırlığını arttırıyor. David, konuşmasında kurumsal denetim direktifine ve bunun getirdiklerine değindi. Avrupa’daki konsept şu; bir gözetim kurulunun nihai sorumluluğu olmak zorunda. Eğer bir şeyler kötü giderse nihai sorumluluk bu gözetim kuruluşu üzerinde olacak. Ancak gözetim kuruluşu bu sorumlulukları meslek kuruluşlarına da delege edebilir, verebilir. Bu mevcut Avrupa Birliği yasalarında mevcut. Daha önce de benim söylediğim ve David’in söylediği gibi yeni tekliflerde bu değiştirilmeye çalışılıyor ve bence biz buna karşı mücadele edeceğiz ve buna karşı duracağız. Şu anda sisteminize baktığınızda ve mevcut Avrupa yasalarıyla bunun nasıl uyumlu olacağını değerlendirdiğinizde meslek kuruluşlarına sorumlulukların delege edilmesi konusu dediğim gibi zaten yasalarda mevcut. Tüm sorumluluklarda olduğu gibi eğer burada da sorumluluklarınızı profesyonelce yerine getirmezseniz ve onları nasıl yerine getirdiğinizi anlatamazsanız, raporlayamazsanız o sorumluluğu size vermezler, bunu hak edemezsiniz. Yani gözetim yaparken göreve delege ettiğiniz kurumları da izlemeniz ve kontrol etmeniz

35

gerekiyor. Yoksa sorumluluğunuz doğru bir biçimde yerine getirdiğinizi söyleyemeyiz, o nedenle 2013’e doğru bir planlama yapmak çok büyük önem taşıyor.

Sayın Başkan ben İngiltere sisteminin tek tek detaylarının üzerinden geçmeyeceğim ancak genel tabloyu size göstermeye çalışacağım. İngiltere’de aslında sistem oldukça karmaşık, ancak şunu söyleyebilirim; bu sistemin uygulanmasında nihai sorumluluk hükümette ve hükümette bir kurula bu sorumluluğu delege etmiş durumda. Bunlar standartları koymaktan sorumlu, yani kurumsal yönetişim, denetim konusundaki standartları koyuyorlar ve yalnızca halka açık şirketleri inceliyorlar ve denetçilerle ilgili şikayetleri değerlendiriyorlar. Ancak benim kurumum bu işi yapan en büyük kurumlardan bir tanesi ve tescil ve düzenleme ile sorumlu bu denetçileri. Ve bunun dışında denetçilerin büyük bir bölümünü teftiş sorumluluğumuz da var. Benim bizimkinin dışında kurumların da bu sorumluluğu var ancak işi temel olarak biz yapıyoruz, bu görevi temel olarak biz yerine getiriyoruz. Ama muhasebeciler konusunda bu görevi yerine getiren başka kurumlar var.

Nihai sorumluluğun hükümetin olduğunu söyledikten sonra genel yapıya bakmak üzere bu slayta da geçmek istiyorum. Hükümet finansal raporlama konusunda görevi delege ediyor, bakanlık doğrudan bu işin içerisinde değil ilk başta sizin düşünebileceğiniz gibi. Mali hizmetler sol tarafta yer alıyor, işin delege edilmesi ancak bu iş İngiltere’de ayrı ayrı kurumlara delege edilmiş durumda. ICAEW’nun denetim konusunda en büyük sorumluluğa sahip olduğunu söyleyebiliriz. Ama bunun dışında kayıtların tutulması ve denetim firmalarının teftişi konusunda görevli başka çok sayıda kurum da var. Eğer biz, bize delege edilen sorumlulukları profesyonelce yapmasaydık ya da yapmazsak bu sorumlulukları hak edemeyiz.

Bu hafta başında Sayın Sanlı ile Başkanla ve Yönetim Kurulundan başka meslektaşlarla bir araya geldik ve izleme ve teftiş rolünü geliştirmekten bahsettik çünkü aslında 2013’e kendimizi hazırlarken yapılandırmanız gereken önemli birleşenlerden bir tanesi de bu. Evet, eğitime önem veriyorsunuz, bu zaten çok gerekli ama aynı zamanda denetlemek, teftiş etmek yani Avrupa’daki mevzuatın gerektirdiklerini yerine getirmek konusunda da çalışmak oldukça önemli. O toplantıda da söylediğim gibi bu bağlamda bizim oldukça eskilere giden bir tarihimiz var ve çok faydalı olabilir size bu tarihten bahsetmek çünkü yaptığımız birçok hatayı siz yapmayabilirsiniz. 1992’de ilk denetim izlemesine başladık. O zaman süreç çok uzundu, çok fazla vakit harcıyorduk, çok detaylı raporlar hazırlıyorduk ve uygulayıcıların büyük bir çoğunluğu bunun çok büyük bir yük olduğunu ve faydalı olmadığını düşünüyorlardı. Dolayısıyla biz bu yaklaşımı değiştirdik, çok daha odaklı bir sistem haline getirdik. Hem şirketlere yardımı hem de hata yaptıklarında onları disipline etmeyi amaçlayan bir sistem haline getirdik ama sonuçta daha yapıcı bir yaklaşım haline getirdik. O yüzden şimdi, genel olarak bu süreçte mevcut firmaların devam eden faaliyetleri konusunda çok fazla bilgi edinebiliyoruz. Böylece riske dayalı değerlendirmeler yapıyoruz. Bu firmalara yapılan ziyaretler, küçük firmaysa bir gün kadar sürüyor. Genel yönetimine bakıyoruz firmanın ve birkaç tane de denetim dosyasına bakıyoruz. Dolayısıyla çok daha odaklı bir sistem haline getirdik. Sayın Sanlı ile de bunu konuşmuştuk. Ne tür yapıların İngiltere’de uygulanarak denetim izlemsinin yapıldığıyla ilgili bilgileri kendisi ile de

36

paylaştım ki bu sayede sizin uygulayıcılar tarafından hem denetlenmeniz hem desteklenmeniz mümkün olsun ve bu sayede de kaliteye ulaşın.

Bu slaytta aynı zamanda bizim yaptığımız denetimler ve FRS tarafından halka açık şirketlerde yapılan denetimlerin arasındaki etkileşimden de bahsediyorum. Tabii ki tüm vaktinizi denetçileri denetleyerek geçirmek istemezsiniz, asıl işinizi yapmanız gerekir. Dolayısıyla denetçilerin denetlenmesi dediğim gibi çok daha odaklı bir yaklaşım gerektiriyor. Hali hazırda belki zaten çok bariz bir şekilde anlaşılmıştır, David Belçika’da Avrupa mevzuatını nasıl uyguladıklarını anlatmıştı. Bu firmalara yapılan ziyaretlerin sıklığıyla ilgili olarak. İngiltere’de en büyük firmalar her yıl ziyaret ediliyorlar, halka açık firmalar her üç yılda bir halka açık olmayanlar her altı yılda bir denetleniyorlar. Ama bir takım ek ziyaretler de denetçiler tarafından bu firmalara yapılabiliyor. Firmanın bazı kayıtları veya veri tabanı bir takım riskler olduğunu işaret ediyorsa o zaman geri gidiyoruz o firmaya ya da bir firmayı ziyaret edip orada bir takim sorunlar gördüysek o sorunların çözülüp çözülmediğini görmek için daha düzenli ziyaretler tekrar bu firmaya gerçekleştirebiliyoruz. Yılda yaklaşık 700 ziyaret gerçekleştiriyoruz toplamda. 40 tam zamanlı denetçi çalışıyor, benim kurumumun çalışanları bunlar hepsi. TÜRMOB’la şu anda tartıştığımız nokta da doğru insanların nasıl seçeceğiz, nasıl eğiteceğiz bu denetimleri yapabilmeleri için ve bu bir bürokratik uygulama değil yapıcı bir uygulama olmalı ve kalitenin iyileşmesine de katkıda bulunmalı dedik. Bir bölümün kurulması ve bunun organize edilmesi aslında oldukça zor bir nokta ve eğer istenirse bu konuda destek vermeye hazırız. Buradan da görebileceğiniz gibi 2010’da yapılan tüm ziyaretlerin sonuçları burada yer alıyor, sadece firmaların % 11’inde çok ciddi bir takım endişelerimiz ortaya çıkmış ve dolayısıyla denetim tescil komitesine detaylı raporlar vermişiz firmaların % 11’i ile ilgili olarak. Kalitenin iyileştirilmesi ve bazı sorunların çözülebilmesi için kuruma verilen destek burada ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Aslında uygulayıcıları hem denetlemek hem desteklemek gerekiyor. Ve bu anlamda meslek organlarının, meslek kurumlarının çok önemli bir rolü var. Üyelerini eğitmek, kalifiye hale getirmek, onlara aynı zamanda değişen denetim standartları, en iyi uygulamalar konusunda bilgi sağlayarak destek olmak. Genellikle pratik bir yol gösterme ihtiyacı duyuyor uygulayıcılar, o yüzden oldukça sağlam ama yapıcı bir şekilde bu süreci geliştirmek ve yürütmek gerekiyor.

Umuyorum ki size ve kamu gözetimi, kalite güvence ve profesyonel yaşamın gerçekleri konusunda bir miktar bilgi verebildim. Siz de bu yönde ilerliyorsunuz, herkes bu yönde ilerliyor. Şunu da bilmeniz gerekiyor ki, aslında korkulması değil yakalanması gereken bir fırsat bu, çünkü eğer mesleğin kalitesini arttıracak olursanız bu size faydalı olacaktır ve yatırımları, işletmeler arasındaki etkileşimi de bu arttıracaktır. Yani daha fazla profesyonellik, daha fazla şeffaflık istiyoruz. Mesleğimizin çok fazla gözaltında olduğu, çok fazla incelendiği bu dönemde eğer o profesyonelliği gösteremeyecek olursak o zaman düzenleyicilerin elinde şu anda sahip olduğumuz sorumlulukları elimizden alma hakkı olur. Çok özür diliyorum çevirmenlerden biraz hızlı konuştuysam ve umuyorum ki sizlere bir miktar kilit konularla ilgili az da olsa bilgi verebildim. Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.

OTURUM BAŞKANI _

37

Teşekkürler Martin. Önce soruları alalım daha sonra plaket törenini yapalım. Buyurun.

Martin İngiltere örneğinden, overside gözetim faaliyetlerinden kendi TÜRMOB örgütlerinin ne tür aktiviteler yaptığını gayet detaylı bir şekilde bizlerle paylaştı, rakamlarda enteresan büyüklükler var ve etkin bir gözetim faaliyeti içinde olduklarının göstergesi olarak son sene içerisinde yapmış oldukları 755 ziyaretten % 11’inde anladığımız kadarıyla ciddi bulguları olmuş. Ben bu aşamada sizlere dönmek istiyorum. Martin’e ve İngiltere’deki uygulamalara yönelik acaba sorular var mı? Var. Tuğba Hanım’dan başlayalım. Evet, el kaldırıyor ama mikrofonu arkadaşımıza götürürlerse,

TUĞBA ŞAVLI _ İSTANBUL _

2010 yılında yapılan ziyaretlerle ilgili bazı bilgiler verdiniz ve 755 ziyaret olduğunu söylediniz. Türkiye’de de benzer bir sistemin kurulması için altyapı çalışmaları devam ederken ben şunu merak ediyorum; 755 ziyareti kaç kişi ile gerçekleştirdiniz? Bu denetmenler eski denetçiler mi, tamamen bu iş için yetiştirilmiş kişiler mi? Bu kişilerin eğitimini nasıl sağlıyorsunuz? Hangi kalifikasyona sahip insanlar bu ziyaretleri yapıyorlar? Teşekkür ederim.

MARTIN MANUZİ _

Teşekkür ederim sorunuza. Bizim yapımız, bizim profesyonel standartlar bölümümzde daha önce de söylediğim gibi 40 tane tam zamanlı çalışan var. Bütün bunlar nitelikli muhasebeciler ve hatta üst düzey yöneticiler ya da firma ortakları. Daha sonrasında bu kişiler spesifik olarak bizim gözden geçirme metodolojimiz konusunda eğitildiler. Daha önce de söylediğim gibi hata yapmak size bazı şeyleri çok daha iyi öğretiyor, dolayısıyla zaman içerisinde yaptığımı hatalardan ders alarak sistemi değiştirdik ve çok katı bir eğitim programı uyguluyoruz. Eğer Grand Forten’den gelmişseniz tabii ki gidip Grand Forten’i incelemeyeceksiniz, denetlemeyeceksiniz. Bu tür kurallarımız da var. Dolayısıyla bizim yaptığımız yatırımın en büyük kısmı bu insanlara yapılmış ve oraya neyi araması gerektiğini, neye bakması gerektiğini bilmeyen insanları göndermemeye çalışıyoruz. Avrupa’da birçok ülkede bu bir sorun, kamu otoriteleri aslında denetimi yapmayı bilen kişilere çok fazla yatırım yapmıyorlar. Asıl sorun bu.

OTURUM BAŞKANI _

Bir soru daha vardı galiba,

METİN ETKİN _ BAŞDENETÇİ _

Öncelikle hoş geldiniz diyorum. Bildiğim kadarıyla İngiltere’de halka açık denetim firması bulunmakta, ben şu soruyu sormak istiyorum; Türkiye’de SMMM’lerin ve YMM’lerin kurumsallaşması açısından halka açılma bir yöntem olabilir mi, bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bir de ikinci bir sorum olacak; konsantrasyonun çok önemli olduğunu söylediniz denetim piyasasında hatta bir örnek verdiniz Almanya’da ilk 30 şirketi iki tane denetim firması denetliyor dediniz. Bu adaletli dağıtımı sağlamak için bir yöntem var mı İngiltere’de? Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

38

MARTIN MANUZI _

İkinci soruyu önce cevaplandırayım. Almanya ile ilgili olarak şunu söyledim; en üstteki 30 şirket iki denetim şirketi tarafından denetleniyor dedim ve bu da tabii ki Almanya’daki bir takım tarihi koşullardan ve kamu sektörü ile bankalar arasındaki ilişkilerden kaynaklanan bir durum. Bu konsantrasyonla ilgili olarak biz, konsantrasyona yönelik yükselen trendi hafifletmek için çalışmalar yaptık. Denetim firmaları için yönetişim kuralları bile belirledik ki bir takım önlemler devreye sokabilelim. Ancak Avrupa Komisyonunun Green Paper’ına baktığımızda daha fazlasının yapılmasını gerektiğini düşünüyoruz ve daha fazla çalışmanın şeffaflık ve seçim kriterleri üzerinde yoğunlaşması gerekiyor. Özür dilerim, sürekli dönüp size bakıyorum ama diğer firmalara da bir adil pazar seçimi olacağı konusunda temin etmek gerekiyor diğer firmaları da ve aynı zamanda büyük denetim firmaları dışındaki firmaların da buraya yatırım yapmasını teşvik etmek gerekiyor. Bu yeni önerilerde de bunu görüyoruz. Halka açık şirketler konusunda evet, haklısınız ama denetim ile ilişkili olarak çok karmaşık bir alan burası. David’in de söylediği gibi Avrupa düzeyinde tüm kuralları, yani denetim firmalarının mülkiyetine dair kuralları kaldırma eğilimi var. Bu kuralları değiştirme eğilimi var. Ancak bu noktada ilk aklımıza gelen şey borsalardaki oynaklığı düşünecek olursak denetim firmaları nasıl borsada bu senaryo içerisinde, bu oynaklık içerisinde performans gösterebilecek? Başka meseleler de var, mesela mükellefiyetle ilgili. Siz gerçek anlamda bir hizmet veren ve herhangi bir şekilde profesyonel mükellefiyet konusunda sınırlaması olmayan bir alanda hizmet veren bir firmaya gidip yatırım yapar mısınız yatırımcı olsanız? Bir de bağımsızlık konusu ne olacak? Yani her gün şirketinizin hisselerini kim sahip, bunu kontrol etmeniz gerekecek bağımsızlık ilkesini yerine getirebilmek için. Evet, denetim firmalarına daha fazla yatırım yapılmasını teşvik edebilir bu uygulama ama İngilizcede söylediğimiz gibi çok zor olabilecek bir takım pratik sorunları da beraberinde getiriyor.

OTURUM BAŞKANI _

Burada bir soru var, bir de orada. Yakınsak oradan soruyu alalım, zaman kazanalım.

YILDIRAY ERDOĞAN _

İngiltere’de kaç tane bağımsız denetim firması var ve bunlar halka açık şirketlerin denetimini yapanlar ve yapmayanlar diye keskin bir ayrım var mı?

MARTIN MANUZI _

Teşekkür ederim sorunuza. Yine önce ikinci kısmı ile başlayayım sorunuzun. Halka açık şirketlerin olduğu pazarda bir konsantrasyon var, yani ilk 100 değil ilk 350. Yani bazı firmalar özellikle o pazara yoğunlaşmış durumda bazıları değil. O yüzden İngiltere’deki rekabet kurumu bu alanlar konusunda da çalışmalar yapıyor ama henüz vardıkları sonucu bilmiyoruz.

Sorunuzun diğer kısmına gelecek olursak şöyle söyleyebilirim; bugün tescilli firmaları denetleyen denetim firması sayısı eskisine göre çok daha az. 8.000 idi 4.000’e düştü. Denetim firmaları derken ben sadece şirketlerden değil küçük bireysel uygulayıcılardan da bahsediyorum. Bunun sebebi de şu; David de bir miktar bu trendden bahsetti; İngiltere

39

şirketleri Avrupa Mevzuatının izin verdiği en üst düzeye kadar olan eşikte muaf kıldı denetimden. Yani son 15 yılda 1 milyon denetim kaybettik diyebiliriz. Bence Türkiye’yi İngiltere’ye yollamak lazım ki biz bu kaybımızı telafi edebilelim. Ama bütün bu gelişmeler genel anlamıyla Avrupa’da tartışılan bir argümanı ortaya çıkarttı. Yani başka sınırlı güvenceler konusu dile getirildi. Bağımsız bir denetim için bir yatırımcının başka birini kullanması söz konusu oldu. Bilmiyorum belki Sayın Başkan da bu soruyla ilgili olarak da bir şeyler söylemek ister ama İngiltere’de bu değişim gerçekten çok çelişkili oldu. Fikir ayrılığı ortaya çıktı İngiltere’de. Daha önce de bahsetmiştim, bir muhasebe organımız bir denetim organımız var. Üyelerimizin büyük bir çoğunluğu başka profesyonel hizmetler sağlamaktan, denetimden kurtulmuş olmaktan memnun bile oldu. Sonuçta bugüne geldiğimizde deneyimimiz bu şekilde. Avrupa ülkelerinin birçoğunda eşikler değiştirilmeye başlandı, mesela Norveç ülkeleri, İsveç’e bakacak olursanız her şeyin denetlenmesi gerekliliğinden tam muafiyete kadar giden bir değişim yaşandı. Bizim deneyimimiz bu şekilde oldu ve umuyorum ki sorunuza yanıt verebildim.

OTURUM BAŞKANI _

Bir soru burada vardı. Önde, daha sonra da arkadaki hanımefendiye,

TUGAY ÇELİK _ İSTANBUL _

Ben bu denetim firmalarının rotasyonuyla ilgili bir şeyler sormak istiyorum. Bu rotasyon şu an bizde de şu anda SPK’ya tabi olan şirketlerde de denetim firmaları rotasyona girmekteydi. Şimdi denetçiler rotasyona girmekte. Buradaki yapıştaki amaç şuydu herhalde; işte ciddi bir maliyetle oluşturuluyor bazı sektörler, özellikle finans sektöründeki denetimlerin zorluğundan kaynaklanan, işte bilişim teknolojisinden anlayan uzmanların çalıştırılması gibi veya diğer uzmanların çalıştırılması. Bu alanda onların şöyle bir savunmaları oldu bazı görüşmelerimizde; biz ciddi yatırımlar yapıyoruz, burada denetim işini alıyoruz, daha sonra işte kısa bir süre sonra tekrar biz bunu el değiştirdiğimizde bizim bu katlandığımız maliyet ne olacak gibi bir yakınışta bulundular. Biraz haklı olabilirler fakat bizim bağımsız denetim yapmaktaki maksadımız karar alıcıların kararlarını doğru bir şekilde almalarını sağlamak ve bağımsızlık içerisinde yapmak. Buradaki süreç uzadığı zaman, rotasyon süresi uzarsa eğer bağımsızlığı zedelemiyor mu? Ve burada bir çıkar ilişkisi doğduğu ciddi sektörler bunlar, mesela bir İngiltere’deki bazı sektörlerin bazı firmaların elinde olduğundan bahsetti Sayın Martin. Aynı sorunlar bizim ülkemizde de gerçekleştiğinde bu küresel krizlerin de tetikleyicisi olmayacak mı? Ne düşünüyor, onun hakkında bir görüşlerini almak istiyorum.

MARTIN MANUZI _

Sayın Başkan çok iyi anladım soruyu ama yanıtımı çok iyi bilmiyorum açıkçası. Rotasyonun kalite üzerindeki etkisi ve riski konusunda yapılan birçok akademik araştırma da var, bunu çok ciddi bir şekilde düşünmemiz gerekiyor. Yine eşit şekilde hani bağımsızlığın algılanması da çok önemli, yapılan tartışmalardan geçen yıl, son iki yıldır yapılan tartışmalardan çıkan şu oldu; aynı denetçi tarafından aynı şirket kaç senedir, ne kadardır denetlenityor? Bazen ekstrem durumlar ortaya çıkıyordu 50 yıl, 100 yıl gibi! Ama aslında daha düzenli bir hale süreci trendini de destekledi bu. Yani biz de genel anlamıyla bu sistemi

40

destekliyoruz, böylece piyasaya yeni girişlerin mümkün olması ve denetim firmasının kriterlerini tekrar oluşturması sağlanıyor. Ama Avrupa komisyonunun düşündüğü politikalar kokteyli yani zorunlu rotasyon, ortak denetimler yani bu politika kokteyli biraz da dikkat dağıtıcı ve zararlı olabilecek.

OTURUM BAŞKANI _

Evet, son iki soruyu alacağız, arkada iki el kalktı ama mikrofon gidebiliyor mu arkaya? Bir de Hanımefendi vardı, son üç soru, pardon. Saat 13.30’da kapatacağız bu seansı.

MUSTAFA KINACI _ İSTANBUL _

Ben, denetçilerin denetimi konusunda bir soru soracağım. Bu Amerika’da Enron skandalı, dört büyüklerden birisinin akıbetine sebep oldu. Dünyada yaşanan global krizlerle birlikte düşünüldüğü zaman ülkelerin reyting notları birer birer düşürüldüğü ortamda denetçilerin denetimi konusunda ben etkinliğin nasıl sağlandığı, yeni Enron skandallarının yaşanıp yaşanmayacağını, Enron skandallarının denetim firmalarını akıbetini sebep olup olamayacağını çünkü Almanya’da 30 firmanın iki tane denetim şirketinin, İngiltere’de 100 firmanın 99 tanesinin dört büyük denetim şirketinin denetlediğini söyledi arkadaşımız. Bu konuda kendisi dünyada yeni bir Enron skandalı yaşanıp yaşanmayacağını, bunun da bir denetim şirketinin akıbetine sebep olup olamayacağı konusundaki fikrini sormak istiyorum.

OTURUM BAŞKANI _

Teşekkür ediyorum.

Hemen arkadaki soruları da alalım, üç soruyu arka arkaya cevaplayacağız hızlanmak adına,

ZEKİ EROL _ ANTALYA SMMM ODASI _

Sorumun, kelime olarak söylemek gerekirse yazılım ilk sorum, yazılım ve yazılımdaki İngiltere’deki mali sistemin içerisinde muhasebe ve denetim rollerini oynayan kurum ve kuruluşların hem hizmetlerini yaparken hem de gözetimlerini yaparken yazılımlarını nasıl paylaşıyorlar? Ve muhasebe mesleğini yerine getiren meslek mensuplarının ve bunların denetimini yapan diğer meslek mensuplarının yazılımlarındaki dilleri ortak mı? Veri transferleri yani 10 tane marka var da mücadele mi ediyorlar farklı farklı? Bir tane Türkiye örneği vermek istiyorum; finansal kurumlarımızdan bankaların müşterilerine karşı kredi verebilmek için takip ettikleri bir ortak veri tabanı olan bir kredi değerlendirme şirketi var, bu şirket hangi müşteriye kredi verilir veya verilmez, not tutabiliyor. Fakat biz TÜRMOB üyeleri olarak bu şirketin sahip olduğu bilgilere ulaşamıyoruz denetim ve gözetim anlamında piyasada. Bir örnek vermek istedim, olumlu veya olumsuz farklı değerlendirilebilir. Teşekkür ediyorum.

OTURUM BAŞKANI _

Teşekkürler.

41

Evet, bir Hanımefendinin sorusu vardı, hemen en önde, son olarak da onu alalım. Daha sonra Martin’den üç soruyu arka arkaya cevaplamasını rica edeceğim.

HÜLYA EKİNCİ _ İSTANBUL _

Benim sorum şu olacak; katma değer sağlayıcı bir hizmet olduğunu söyledik denetimin, bu noktada üst kurum olarak kendi kuruluşlarının denetçileri denetlerken ne tür hizmetler verdiği konusunda bilgi rica edeceğim. Teşekkürler.

OTURUM BAŞKANI _

Teşekkürler. Tüm sorular açıktır, umarım,

MARTIN MANUZI _

Evet, çok da ilginç sorular. Öncelikle şunu söyleyeyim, başka bir Enron skandalı olacak mı onu bilemiyorum, bunu söyleyemem ama şunu hiç unutmayalım ki denetçiler de çeşitli aktörlerden oluşan bir zincirin halkaları. Bunlar belli bir kurumun yönetişiminden sorumlu olan aktörler, denetçiler de kendi işlerini yapmak zorundalar. O kurum tarafından hazırlanan finansal tabloların gerçeği yansıtıp yansıtmadığına bakmak durumundalar. Tabii ki basında her şey farklı bir şekilde yansıtılıyor ama şunu da unutmamak gerekiyor ki bu süreçte sahnede başka aktörler de var. Enron’u düşündüğümüzde şunu da hatırlamak gerekiyor; muhasebe standartlarıyla ilgili genel sorunlar var, yani birçok mesele işin içinde. Sakın sorunuzdan kaçındığımı da düşünmeyin ama bence sizin sorunuza verilebilecek yanıt şu olabilir; öncelikle denetçilerin yaptığı şeyin ihtiyaca uygun olmasını sağlamalıyız, bence kilit bu! Yani eğer her işte bir hayır vardır deyip, o hayrı görmek istiyorsak o zaman belki Avrupa Komisyonunun da bazı belgelerde söylediği gibi denetçilerin becerilerini daha fazla kullanmak gerekiyor. Çünkü denetçiler çok kritik bilgilere sahip, bunları çok daha etkin bir şekilde nasıl kullanabiliriz? Bu yüzden bence ihtiyaca uygunluk meselesi asıl mesele.

Yazılımla ilgili olarak, muhtemelen durum ülkeden ülkeye değişiklik arz ediyordur ancak İngiltere’de oldukça canlı bir piyasa var yazılım sağlayıcıları açısından ve bir dizi ürün, marka söz konusu. Bizim kurumumuz belli yazılımları, iyi yazılımları kullanmalarını istiyoruz ama denetçi açısından bakacak olursak yazılım bütün işlerini yapacak mı? Hayır, yargıya varmaları gerekiyor, yani bir düğmeye basıp yazılımı kullanıp, sonra da eve gidip ertesi gün de o raporu imzalamayacaklar. Bu yüzden yazılımı düşünürken bu meseleleri de dikkate almak gerekiyor.

Bankalar ve bankaların veri tabanlarıyla ilgili olarak yine burada da ihtiyaca uygunluk durumu ortaya çıkıyor. Bankalar bu veri tabanlarını nasıl oluşturuyorlar? Zaman içerisinde muhtemelen finansal tablolara daha fazla bakacak bankalar ve dolayısıyla mesleğimizle çok daha yakın bir iletişim içinde olacaklar kime paralarını verdiklerini görmek için. 1880’de benim kurumum kurulduğu zaman çok fazla sayıda insan şirket kuran insanlara paralarını emanet ediyordu, sonra o paralar yok oluyordu ortadan. Dolayısıyla bütünlük, içerden dışarıdan bağımsız bir denetim gerekiyor. Bu da ihtiyaca uygunluk konusunu karşımıza çıkartıyor. Benim kurumumda yedi farklı uzman grubu var. TÜRMOB’la da bunu tartıştık ve biz en iyi uygulamaları bir araya getirmeye çalışıyoruz, standartları incelemeye, bütün bu

42

bilgileri üyelerimize ulaştırmaya çalışıyoruz ki en iyi desteği onlara verelim, onlar da kaliteyi arttırabilsin. Güvence, finansal hizmetler, finansal raporlama, vergi, finans ve yönetim konusunda uzman gruplarımız var. Yani oldukça kompleks bir yapımız var. Daha önce de söylediğim gibi üyeleri, denetçileri tabii ki denetlememiz gerekiyor ama aynı zamanda onlara destek de olmamız gerekiyor ancak bu şekilde kaliteyi arttırabiliriz. Teşekkür ederim.

OTURUM BAŞKANI _

Teşekkürler Martin Manzuni.

Bu soruların cevaplarıyla Oturumumuzun sonuna geliyoruz. Son olarak ben de meslekte, denetim mesleğine aşağı yukarı 25 senesini vermiş birisi olarak bir, iki cümleyle gelinen noktayı dinlediklerimizden sonra özetlemek gerekirse; muhasebe, raporlama ve denetim mesleği, Avrupa ve Amerika Kıtasında ciddi değişime uğramak üzere, bu kaçınılmaz bir değişim olacaktır.

Biz ise TTK ile başlayan yeni bir alana giriyoruz. Hocam konuşmasında bu konuda gayet iyi örnekler, yapılması gerekenlerden bahsetti. Türkiye’nin denetim alanında hızla sıçrama yapması için mutlaka ve mutlaka TTK’deki konulara, özellikle denetimin daha kaliteli yapılması konusuna hep beraber meslektaşlarımızın sahip çıkması gerekmektedir, Ankara’dakiler değil meslektaşlar sahip çıkarsa bu iş doğru şekilde rayını oturur. Bunun arifesindeyiz, bu yönde hepimizin çalışması gerekmekte diye düşünüyorum, değişim kaçınılmazdır.

Efendim Martin Mazuni’ye ve aramızda olmayan David Szafran’a tekrar alkışlarınızla teşekkür ediyoruz. Sabırlarınız için teşekkür ediyoruz, aşağı yukarı 4 saat süren kesintisiz bir sabah programı oldu, hepimiz herhalde yorulduk, biraz da arayı hak ettik, burada Oturumu kapatıyoruz, teşekkür ediyorum.

SUNUCU _

Değerli katılımcılar, Oturum Başkanımız Mali Müşavir Sayın Ethem Kutuculara’a plaketlerini vermek üzere Antalya Mali Müşavirler Odası Başkanı Sayın Mustafa Erdem’i kürsüye davet ediyoruz.

Sayın konuşmacımız Martin Mazuni’ye plaketlerini vermek üzere Kocaeli Odası Başkanımız Sayın Enver Şenol Bey’i kürsüye davet ediyoruz.

Plaket Töreni

Değerli Konuklarımız, Sayın Meslek Mensuplarımız, II. Oturumumuz öğleden sonra saat 14.30’da “Yeni Ticaret Kanunu Kurumsallaşma ve Kayıt Dışı Ekonomi” başlığı altında devam edecektir.

ARA

II. OTURUM

43

YENİ TÜRK TİCARET KANUNU-KURUMSALLAŞMA VE KAYIT DIŞI EKONOMİ

SUNUCU _

…başlığı, “Yeni Türk Ticaret Kanunu Kurumsallaşma ve Kayıt Dışı Ekonomi”, oturuma başkanlık yapmak üzere Ankara Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası Başkanı Sayın Mehmet Koç’u davet ediyorum.

Bu oturumda konuşmalarını yapmak üzere Mali Müşavir Sayın Ferruh Tunç, Sayın Ayhan Yavrucu, Sayın Doçent Doktor Orhan Çelik ve Sayın Doktor Sezai Tanrıverdi’yi kürsüye davet ediyorum.

OTURUM BAŞKANI _ MEHMET KOÇ _ ANKARA SMMM ODASI BAŞKANI _

Değerli katılımcılar, öğleden sonraki oturumumuzun konusu, “Yeni Türk Ticaret Kanunu Kurumsallaşma ve Kayıt Dışı Ekonomi”. Bu oturumda Yeni Türk Ticaret Kanunu’nda kurumsallaşma ile ilgili düzenlemeleri Serbest Muhasebeci Mali Müşavir Ferruh Tunç sunacak. Yine “Yeni Türk Ticaret Kanunu’ndaki Kurumsallaşmaya Yönelik Düzenlemelerin İş Dünyasına Getireceği Fayda ve Sorumlulukları” Alarko Holding CEO’su Sayın Ayhan Yavrucu aktaracak. “Kurumsallaşmanın Sağlanmasında ve Kayıt Dışı Ekonominin Engellenmesinde TMSK’nın Rolü”nü TMSK Başkanı Profesör Doktor Sayın Orhan Çelik aktaracaklar ve bu meyanda da TMSK’nın bugüne kadar yapmış olduğu çalışmalar noktasında da bizlere bilgi verecek. Yine “Orta ve Uzun Vadeli Kayıt Dışı Kazanç ile Kayıtlı Kazanç Arasındaki Fayda-Maliyet Analizini” de Yazıcılar Holding Genel Müdürü Sayın Doktor Sezai Tanrıverdi aktaracaklar.

Ben oturuma geçmeden önce kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum. Mutlaka Türk Ticaret Kanunu kurumsallaşma açısından Türk işletmelerine çok ciddi katkılar sunacak. Zaten özü de bir taraftan güçlü bir denetim hukuk üzerine oturması, güçlü bir kurumsallaşma ilkesini benimsemiş olmasından dolayı da önümüzdeki süreçte Türk KOBİ’lerinin uluslararası arenada çok ciddi rekabet gücüne sahip aktörler olmasını sağlayacaktır. Ben bir tespitle konuşmama başlamak istiyorum, SEC eski Başkanı Arthur Levitt şöyle diyor; “Eğer bir ülkede şirketlerin kötü yönetildiğine dair bir kanı varsa sermaye başka ülkelere kaçar.” diyor. Yine “Eğer yatırımcılar o ülkedeki şirket yönetimini yeterince şeffaf bulmuyorlarsa sermaye yine başka ülkelere kaçar.” diyor. “Eğer bir ülkede doğru muhasebe standartları ve şeffaf raporlama yoksa dolayısıyla kayıt dışılık yüksekse yine sermaye başka ülkelere kaçar.” diyor. “Dolayısıyla şirketlerin münferiden iyi olması yeterli değildir, çünkü sonuçlar bütün şirketleri etkilemektedir.” tespitinde bulunuyor.

Bildiğiniz gibi 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girecek olan yeni Türk Ticaret Kanunu’nda hakim olan görüş, düşünce kurumsal yönetim olgusunun Türk ticari yaşamının en temel taşlarından olacağı doğrultusundadır. Şeffaflık, adillik, hesap verilebilirlik, sorumluluk gibi kurumsal yönetim ilkelerinin uygulanması Türk işletmelerine sayısız yararlar sağlayacaktır. Bunlardan bazılarını sizlere aktarmak istiyorum. Bir; özellikle KOBİ’ler finansal piyasalardan daha kolay finansman temini imkanı sağlayacaklardır. Kurumsal yönetim ilkelerinin güçlü olması sermaye piyasalarının gelişimine de katkı yapacaktır.

44

KOBİ’ler başta olmak üzere şirketlerin kaynaklara erişimi kolaylaşmakla beraber Ar-ge faaliyetlerini de bir taraftan arttıracaktır. Şirket varlıklarının değeri yükselecektir. Şirket yönetiminde şeffaflık ve hesap verme sorumluluğu getirecek, dolayısıyla ekonomideki yolsuzluklar azalacaktır. Yerli ve yabancı yatırımcı güveni sağlanacak, uzun vadeli sermaye girişleri hızlanacaktır. Dolayısıyla finansal krizlerin daha kolay atlatılması sağlanacaktır. Şirkette güç ve yetki istismarları engellenecek, keyfi yönetim ortamı ortadan kaldıracaktır. Yani şirket ile paydaşlar arasında bir demokrasi oluşmuş olacaktır. Şirket itibarını güçlendirecektir iyi bir kurumsal yönetim. Şirketi müşteriler, tedarikçiler ve yatırımcılar açısından cazip hale getirecektir. Yine şirket faaliyetlerinde uzun dönemli istikrar sağlanacaktır. Zira bütün dünyada son dönemlerde sürdürülebilirlik anlamında bir sorun yaşandığı hepimizce malum. Ülkemizde KOBİ’lerin % 80’i beşinci yılını, % 96’sı onuncu yılına ulaşamamaktadır. Yeni Türk Ticaret Kanunu ile getirilen düzenlemelerin esnetilmeden uygulanabilmesi Türk işletmelerini uluslararası arenada rekabet gücü yüksek aktörler haline getirecektir.

İşte bu tespitleri yaptıktan sonra ben ilk sözü “Yeni Türk Ticaret Kanunu’nun Kurumsallaşmaya Yönelik Düzenlemelerinin İş Dünyasına Getireceği Faydalar ve Sorumluluklar” başlığı altında Alarko Holding CEO’su Sayın Ayhan Yavrucu’ya vermek istiyorum. Buyurun Sayın Yavrucu. Süreler 20’şer dakikadır, daha sonra soru-cevap veya katkılar bölümünde bir 20 dakikalık süremiz daha kalacaktır.

“Yeni Türk Ticaret Kanunu’ndaki Kurumsallaşmaya Yönelik Düzenlemelerini İş Dünyasına Getireceği Fayda ve Sorumlulukları”

AYHAN YAVRUCU _ ALARKO HOLDİNG _

Çok teşekkür ederim. Değerli katılımcılar, gerçekten yeni Türk Ticaret Kanunu kurumsallaşma yönünde hem kolaylıklar hem de yerine getirilmesi gereken önemli bir takım görevleri yönetim kurulunun üstlenmesini ve bunları ticari hayatın içerisinde uygulamasını öngörüyor. Kanunun yazılış şekli genel olarak şöyle bir baktığınızda, ben hukukçu değilimim bunu bir kere açık söyleyeyim ama ben de anlayabiliyorsam siz çoktan anlarsınız onu. Kanun’un yazılış şekli son derece sadece, akıcı ve kolay okunabilen bir kanun.

Kanun’un geneline, bütününe baktığınızda aslında Yeni Türk Ticaret Kanunu’nun temel felsefesini şöyle özetlemek mümkün, yani aşağı yukarı bu beş temel felsefe üzerine kurulduğunu bütün sistematiğin içerisinde görmek mümkün. Bu nedir? Şirketlerin ve işletmelerin şeffaflaşması, sabahtan beri söyleniyor, üzerinde duruluyor. İkincisi, şirketlerin evrensel normlara dayalı çağdaşlaşma ve kurumsal yönetimi benimseme ilkesi. Üçüncüsü, Avrupa Birliği hukuku ile uzun vadede bir uyum sağlayabilmek. Dördüncüsü, ticari, mali ve finansal alanda yeni bir hukuki çerçeve çizmek. Beş, mevcut sorunlara modern normlar eşliğinde yeni, çağdaş çözümler üretebilmek.

Yeni Kanun’da ticari defterlerin, finansal tabloların ve yıllık faaliyet raporlarının düzenlenmesinde uluslararası finans raporlama standartlarını esas alan Türkiye Muhasebe Standardı kurulmuştur. Bu durum şirketlerin çağdaşlaşma ve şeffaflık yönünden öne çıkmasını sağlayan en temel ilkedir. Bu sağlandıktan sonra zaten arkasından kurumsal

45

yönetimi sağlayabilecek diğer adımlar da arka arkaya gelmektedir. Bunlar nedir? Bunları şöyle özetlemek mümkün; adillik, yönetsel ve finanssal şeffaflık, hesap verilebilirlik ve sorumluluk ilkeleri. Adillik özellikle menfaat dengesi bazında görülebilmeli ve objektif adalet ilkesi esas alınmalıdır. Yönetsel ve finanssal şeffaflıkta ise yönetim kurulunun yıllık faaliyet raporlarında, finanssal tanıtımda, bağımsız denetimde, işlem denetçisinde, risk analizinde ve buna ilişkin olarak tüm denetim raporlarında aranmaktadır. Hesap verilebilirlik, bir bakıma yetkiyi kullanmanın da doğal sonucu oluyor, eğer yönetim kuruluna bir takım yetkileri veriyorsanız veya yöneticilere bir takım yetkileri aktarıyorsanız o doğan sonucu da yaptıklarının gerek kamuya gerek ortaklara gerekse şirketle ilgili üçüncü kişilere karşı açıklamasını da çok net ve ayrıntılı biçimde verebilmekten geçiyor. Burada yeni bir düzenleme sermaye şirketlerinin varsa mevcut internet sitelerinde yoksa yeni internet siteleri oluşturmak suretiyle burada sürekli ve canlı bir bilgi sistematiğinin tutulabilmesi ve şirketle toplum arasındaki diyalogun çok açık, net bir biçimde yürütülmesi ön görülmüş. Nitekim bu sitede şirketle ilgili olup pay sahibi küçük yatırımcıyı, alacaklıyı ve şirkete menfaati olan kişileri ilgilendiren tüm bilgiler oldukça detaylı bir biçimde verilecek. Bu o kadar geniş ki, bu kapsam muhtemelen standartlarla belirlenecek ve o çerçeve içerisinde şirketlerde mevcut internet sitelerinin bilgi toplumuna ayrılmış kısmında bu bilgileri yerleştirecekler. Genel kurul toplantı belgeleri ve çağrıları, yıl sonu ve ara dönem finansal tabloları ve birleşme ve bölünme bilançoları, denetleme raporları, değerleme raporları, rüçhan hakkı kullanım çağrıları, tasfiyeye ilişkin ilanlar ve iptal davası ilanları. İnternet sitesine erişim açık ve engellenemez olmalı, buradan her bilgi almak isteyen kişi kolaylıkla buralara inecek. Elektronik genel kurul ve yönetim kurulu gerçekleştirilebilir, oy kullanılabilir hale gelmiştir. Dolayısıyla artık ortakların doğrudan genel kurula katılması gerekmiyor, ortaklar elektronik sistemle de genel kurula katılıp, oy kullanabilecekler. Site, bir çeşit görsel ticaret sicili fonksiyonu görüyor ve sürekli de yenilenmesi gerekiyor.

Bu yeni sistemde pay sahiplerinin değeri olağanüstü yükseltilmiş gözüküyor. Bu nereden kaynaklanıyor derseniz, inceleme ve bilgi alma hakları pekişti. Kurumsal yönetim pay sahipliği haklarını güçlendiriyor. Eşit işlem ilkesi getirildi. Bununla sermaye daha etken bir biçimde korunacak. Bireysel haklar, azlık hakları güvence altına alınıyor. Azlık hakları mahkemeyi daha efektif bir biçimde kullanmak suretiyle azlıktan doğan engellemeleri önleyebilecek bir etkenliğe kavuşturuluyor. Belirli durumlarda pay sahibi payını rasyonel, gerçek değerlerle şirkete satarak ortaklıktan çıkabilir hale geliyor. Yeni Türk Ticaret Kanunu’nda çağdaş bakış açısının en belirgin bir şekilde ortaya çıktığı bir diğer alan, anonim ortaklığın veya anonim şirketin yönetimidir. Burada kurumsal yönetim, uzmanlaşma, profesyonelleşme, bilgi toplumu hedef alınıyor. Aynı zamanda anonim ortaklığın muhtelif türlerine imkan verilmek suretiyle her bir şirketin kendisine uygun biçimde örgütlenmesine de imkan sağlanıyor. Tüzel kişiliğin yönetim kurulu üyesi tüzel kişinin, bugüne kadar biliyorsunuz ancak gerçek kişi yönetim kurulunda üye olabiliyordu bundan böyle tüzel kişi de bir yönetim kurulunda üye olabiliyor ve tek kişilik de yönetim kurulları mümkün.

Yeni Kanun’un yönetim konusunda benimsediği ilkeleri şöyle özetleyebiliriz; yeni sistemde yönetim kurulu üyesinin pay sahibi olma zorunluluğu kaldırılmıştır. Bu bir sürü suni işlemlere yol açıyordu dolayısıyla bir kişinin yönetim kurulu üyesi olabilmesi ancak pay sahipliği ile mümkündü, bu kaldırıldı. Yeni düzenlemede tek bir kişiden oluşan yönetim

46

kurulları mümkün hale geldi. Anonim şirkette yönetim kurulu üyesinin kaç kişi olacağı statüde belirlenecek, örneğin 1’den 7’ye kadar gibi, genel kurul bu aralıkta dilediği kadar yönetim kurulu üyesi seçebilecek. Mevcut sistemde 3’ten aşağı yönetim kurulu üyesi olamıyordu, şimdi bir, iki, üç, dört, beş, altı ne ön görüyorsa statü o aralıkta genel kurul istediği kadar yıllar itibariyle bunu değiştirerek seçebilir.

Burada yeni bir düzenleme var, bu çok önemli. Bugüne kadar hali hazırdaki mevcut Türk Ticaret Kanunu’nda yetkilerin devredilmesi, bölünmesinde genelde çok ciddi zorluk vardır, net bir düzenleme de olmadığı için genellikle ticari işletmenin işlemlerinden dolayı birinci derecede sorumlu olan yönetim kuruluydu. Büyük organizasyonları gözünüzün önüne alırsanız; çok sayıda insanın çalıştığı ve oldukça geniş gerek dikey gerek yatay anlamda organizasyonlar göz önüne alırsanız yönetim kurulunun günlük işlerin içerisinde olması mümkün değil, bunların profesyoneller tarafından yönetildiği kesin. Öyle olunca mevcut yapının, yani hukuki yapının da fiili duruma uyması gerekiyordu yeni Türk Ticaret Kanunu bu düzenlemeyi getirmiştir. Bu şirketlerdeki yetki, sorumluluk ve örgütlenme açısından olağanüstü bir şeffaflık sağlıyor. Bu nasıl düzenlenecek? Bu bir iç önergeyle düzenlenecek Türk Ticaret Kanunu 367. maddesine göre. Bu yönergede aynı şekilde internet sitesinde yer alacak ve orada şirketin yönetim organları yatay ve dikey olarak her birinin iş akış şemaları, yetki ve sorumlulukları ayrıntılı biçimde düzenlenecek ve hangi işlem kim tarafından yapıldığı ortaklar tarafından şirketle ilgili diğer aktörler tarafından kolaylıkla görülebilecek. Yeni düzenleme ile yönetim yetkileri mevcut yasadaki şekliyle yönetim kurulu üyelerinin bazılarına, murahhas üye veya yönetim kurulu üyesi olmayan yöneticilere devredilebileceği gibi sadece yönetim kurulu olmayan yöneticilere de devredilebilecek. Yönetim yetkilerinin tamamen devri de yeni düzenlemede söz konusu ve mümkün. Ancak yönetim kurulunun asla vazgeçilemez görev ve yetkileri var. Bunlar da şu şekilde; şirketin üst düzeyde yönetimi ve bunlarla ilgili talimatların verilmesi, şirket yönetim teşkilatının belirlenmesi, muhasebe, finans denetimi ve şirket yönetiminin gerektirdiği ölçüde finansal planlama için gerekli düzenin kurulması, müdürlerin ve aynı işleve sahip kişilere imza yetkisine haiz bulunanların atanmaları ve görevden alınmaları, yönetimle görevli kişilerin özellikle kanunlara esas sözleşmeye iş yönergeleri ve yönetim kurulunun yazılı talimatlarına uygun hareket edip etmediklerinin üst gözetimi, pay, yönetim kurulu karaları ve genel kurul toplantı ve müzakere defterlerinin tutulması, yıllık faaliyet raporunun ve kurumsal yönetim açıklanmasının düzenlenmesi ve genel kurula sunulması, genel kurul toplantılarının hazırlanması ve genel kurul kararlarının yürütülmesi, borca batıklık durumunun varlığı halinde mahkemeye bildirilmesi konuları yönetim kurulunun münhasır yetkisidir ve bunların devri söz konusu değildir.

Yeni Kanun özel sorumluluk halleriyle genel sorumluluk hallerini de ayırmış. Özel sorumluluk halleri belgelerin ve beyanların kanuna aykırı olması, sermaye artırımında yanlış beyanlar ve ödeme yetersizliğinin bilinmesi, değer biçilmesinde yolsuzluk ve halktan para toplanması özel sorumluluk halleri olarak düzenlenmiş. Genel sorumluluk halleri ise, Kanun’un çeşitli hükümlerinde kurumsal yönetimi düzenlerken paralel olarak sorumluluk süreçlerine de işlerlik kazandırmış. Bunlar da şöyle sıralanabilir; evrensel muhasebe standartları, bağımsız denetim, işlem denetimi, risk yönetimi, özel denetim, teşkilat yönergesi, bilgi toplumu hizmetleri. Böylece herhangi bir ihtilaf anında şirketin düzen ve işleyişi ile

47

finansal durumu ve sorumluluklar daha kolay belirlenebilecektir. Bir diğer önemli husus, yönetici sorumluluğu konusunda her bir yöneticinin güç ve sorumluluğunu ayrıştırmıştır. Bu son derece çağdaş bir tutum ve yorumdur. Yeni düzenlemeye göre hiç kimse kontrolü dışında kalan kanuna ve esas sözleşmeye aykırılıklar ve yolsuzluklar sebebiyle sorumlu tutulamaz. Bu sorumlu olmama durumu gözetim ve özen yükümü gerekçe gösterilerek geçersiz kılınamaz kuralı ile sorumluluk ilkesine yeni bir anlam yüklenmiş ve hukuk sistemimiz yönünde de gerçekten devrim sayılabilecek yeni bir sistematik getirilmiştir. Bu iki prensibe göre hakim ilk önce zararı saptayacak, ardından hangi yönetici veya yöneticilerin sorumlu olduğunu belirleyerek diğerlerini davadan ayırabilecektir. Yeni sistemde mevcuttaki gibi kusur karinesi esası belirlenmiştir, yani prensip olarak yöneticiler zarardan sorumludur. Kusurlu ve zarardan sorumlu olmadıklarını ispat ile yükümlüdürler. Hakim yöneticinin kusur derecesini ve aralarındaki rücu ilişkisini belirleyip zararı buna göre taksim edecektir.

Yeni düzenleme ile yönetim kurulu üyeleri ve tüzel kişilik adına tescil edilen kişinin tam ehliyetli olması şarttır. Yönetim kurulu üyelerinin 1%4’ünin yüksek öğrenim görmesi gerekiyor. Bağımsız yönetim kurulu üyeliği mevcudiyeti yoktur, bu kaldırılmıştır. Halbuki biliyorsunuz SPK Yasası’na göre bu mecburidir, daha doğrusu ileriki yıllarda mecburi olmak üzere kurumsal yönetimin temel direklerinden biri olarak bu görülüyordu, yine de şirketlerin, özellikle halka açık şirketlerin bu hususa dikkat etmesi gerekiyor. Yönetim kurulu üyesinin görevden alınabilmesi için genel kurulun gündeminde bir maddenin olması veya haklı bir sebebin olması esasına bağlanmıştır. Böylelikle bir yandan yöneticiye gerekli hukuki güvence sağlanırken diğer yandan da haklı sebebin varlığı halinde örneğin güven sarsıcı bir durumun varlığı halinde şirketin o yönetim kurulu üyesinden kurtulmasının yolu da açılmıştır. Tüzel kişi yönetim kurulu üyesi için yeni Türk Ticaret Kanunu madde 364/1’e göre kendisi adına tescil ettirilen gerçek kişiyi her zaman görevden alabilir. Ancak bu hususun ve temsilcinin ticaret sicilinde teçhili zorunludur.

Yönetim kurulu işleyişi ise şu şekilde düzenlenmiştir; bir fazla kuralı terk edilerek yetki esası olarak nispi çoğunluk esası belirlenmiştir. Bu karar almayı ve toplanmayı hızlandıracak bir düzenlemedir. Esas sözleşmede daha ağır yeter sayılar düşürülmedikçe beş kişilik yönetim kurulu üç kişi ile toplanıp, iki kişi ile karar alabilecektir. Aynı şekilde karar alabilmek için yönetim kurulu üyelerinin bütün bir araya gelmesi gerekmiyor, her bir yönetim kurulu kararı ayrı şekilde imzalayarak ancak bunların hepsi yönetim kurulu defterine yapıştırılmak suretiyle de karar alınabilir hale geliyor. Aynı şekilde elektronik şekilde de karalar yeni düzenlemede alınma imkanına kavuşturulmuş oluyor. Yalnız yönetim kurulunun hukuki güvenliği sağlamak amacıyla şu kararları kesin olarak geçersiz saymıştır; eşit işlem ilkesine aykırı kararları, anonim şirketin temel yapısına uymayan veya sermayesinin korunması ilkesini gözetmeyen kararları, pay sahiplerinin özellikle vazgeçilmez nitelikteki haklarını ihlal eden veya bunların kullanılmalarını kısıtlayan ya da güçleştiren kararları, diğer organların devredilemez yetkilerine giren ve bu yetkilerin devrine ilişkin yönetim kurulu tarafından alınmış kararlar geçersizdir. Yıllık faaliyet raporu ve kurumsal yönetim açısından da şöyle bir düzenleme getirilmiştir; yönetim kurulunun her yıl bağımsız denetime konu edilebilecek olan ve sonrasında olağan genel kurula sunulacak yıllık faaliyet raporunun kapsamı Kanun’da son derece yenilikçi bir bakış açısıyla belirlenmiştir. Bu bağlamda kurumsal yönetim ilkesine öncelik ve ağırlık verilmiştir. Yıllık faaliyet raporunun yeni Türk

48

Ticaret Kanunu madde 516 hükmünde açıklanan asgari içeriği dürüst resim verme ilkesi uyarınca şirketin yönetsel ve finansal anlamda gerçek durumunu yansıtmak zorundadır. Mali değerlendirmeler açısından finansal tablolar ile uyum içinde olmalıdır. Kurumsal yönetim açıklaması da şirketin kurumsal yönetim ilkelerine ne ölçüde riayet ettiğini ortaya koyacak şeffaflıkta ve açıklıkta olmalıdır.

Yöneticinin hakları da yeni Türk Ticaret Kanunu ile güvence altına alınmıştır. Bir; Türk Ticaret Kanunu madde 394’e göre mali haklar kanuni güvenceye alınmıştır, kurumsal yönetim ilkesinin sonucu olarak yöneticinin geliri şirketin mal varlığı ve kazancı ile orantılı hale getirilmiştir. Ancak bunlar her yıl gerek faaliyet raporlarında gerekse internet sitesinde açıklanacaktır. Bu açıklamaların Türkiye’de ne tür sıkıntılar yaratacağını doğrusu bilmiyorum, onları da yaşayıp göreceğiz. İkincisi; yöneticinin bilgi alma hakkı. Madde 392’ye göre ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Yönetici karar alırken bu kararın oluşumuna etki edebilecek tüm bilgi ve belgelere ulaşabilme imkanına kavuşmuştur, gizli veya sır niteliğinde iddialar ileri sürülerek bu bilgi ve belgelerin alınması önlenemez. Bunun yanında tabii yöneticiye bu haklar sağlanırken bir takım yükümlülükler de getirilmiştir. Bunlar nedir? Özen ve sadakat yükümlülüğü, yönetici işini yaparken aynen eski tabiri ile müdebbir tüccar gibi hareket etmek, kararlarını daima şirketin mal varlığını ve şirketin karını arttırıcı nitelikte olmak prensibi ile bağdaştırıp, bu prensibi takip ederek almak zorunda. Yöneticinin işlem yapma ve borçlanma yasağı getirilmiştir. Genel kurul kararı olmadıkça yönetici ve yöneticinin üçüncü dereceye kadar kan ve sıhhi hısımları şirkette işlem yapamaz, hiçbir yönetici şirketten borçlanamaz. Şirketin artık bundan böyle yöneticilere borç vermesi prensibi tamamen yasa ile önü kapanmıştır, yasaklanmıştır. Yönetici kendisi ile ilgili müzakerelere de katılamaz bundan böyle, eğer herhangi bir yönetim kurulu üyesi bunu biliyor ve müzakereye katılmasına müsaade ediyorsa o yönetim kurulu üyesi de bu müzakerelere katılan yönetim kurulu üyesi ile birlikte zararı tazminle mükelleftir.

Pay sahiplerinin haklarını ise şöyle özetlemek mümkün; bilindiği gibi temel birinci hak oy hakkı. Yeni Türk Ticaret Kanunu’nda oy hakkı konusunda oldukça önemli bir yenilik getirici düzenleme yapılmıştır, her paya bir oy hakkı zorunluluğu kaldırılmıştır. Oy hakkının, payların itibari değeriyle orantılı olarak kullanılması hüküm altına alınmıştır. Şirketler bu düzenlemeye uygun hareket edebileceği gibi her paya pay sahibi başına en az bir oy sisteminde ana statüsünde hüküm koyarak benimseyebilir. Diğer bir yenilik, oy hakkının esas sözleşme ve kanunun öngörülen en az tutarı ödemekle, oy hakkını kullanabilmesi için paydaşın en sermayenin miktarını şirkete ödemesi gerekir. Şirkete ödemeden genel kurulda oy kullanması veya oy hakkından doğan, paydaştan doğan haklarını ileri sürmesi mümkün değildir.

İmtiyazlar konusuna gelince; kar payı, tasfiye payı, rüçhan hakkı orada imtiyaz mümkündür, orada imtiyaz pay başına 15 oy ile sınırlandırılmıştır. Ancak kurumsallaşma ve haklı sebeplerin varlığı halinde mahkeme kararıyla daha fazla oy imtiyazı tanınabilir. Rüçhan hakkı yeni sistemde oldukça güçlendirilmiştir, ancak haklı sebeplerin varlığında ve sermayenin % 60’nın oyu ile sınırlandırabilecektir. Halka arz, işletmenin devralınması, işçilerin şirkete katılımı gibi sebepler haklı sebepler sayılmıştır, ancak bu hallerde % 60 oy ile rüçhan hakkı sınırlandırılabiliyor. İnceleme ve bilgi alma hakkı; oldukça geniş bir düzenleme

49

vardır bu alanda. Her pay sahibi genel kuruldan önce finansal tabloları, konsolide finansal tabloları, yönetim kurulu faaliyet raporunu, denetleme raporlarını ve yönetim kurulu kar dağıtım önerisini inceleme hakkına sahiptir. Bilgi alma hakkını ise şirket sırları ve ortaklık menfaatleri kısıdıyla genel kurulda kullanabilecektir. Bilgi alma hakkının engellenmesi mahkeme kararı ile yaptırma bağlanmıştır. Yeni Türk Ticaret Kanunu 447’de genel kurul kararları; yokluk, kesin hükümsüzlük ve iptal edilebilir tanımlarıyla ayrılarak hukuki güvenilirlilik sağlanmıştır. Kar payı dağıtımında avans sistemine imkan verilerek şirketlerin kar payı politikalarının çeşitlendirilebilme olanağı yaratıldığı gibi biraz önce bahsettiğimiz gibi çeşitli mekanizmalar yoluyla da şeffaflık, borçlanma yasağı, genel kurul kararlarının iptal edilebilirliği, bağımsız denetçi gibi şirketlerin daha doğru bir kar oluşturulabilmesine zemin hazırlamıştır.

Azlık hakları; azlık haklarına yeni Kanun’da özel bir önem verilmiştir. Yeni Türk Ticaret Kanunu madde 420’ye göre finansal tabloların görüşülmesini erteleme hatta dürüst resim verme ilkesine uyulmadığı takdirde ikinci kez erteleme de mümkün olabilecektir. Yine genel kurulu toplantıya çağırma ve gündeme madde ilave etme hakkı da tanınmıştır. Çağrıyı yapabilmek için sermayenin 1/10’una, halka açık şirketlerde ise 1/20’sine sahip olmak yeterli ve gereklidir. Yeni Türk Ticaret Kanunu’nda özel denetçi müessesesi de düzenlenmiştir. Tek bir üye bile genel kurulda özel denetçi isteyebilir, genel kurul bunu kabul veya ret edebilir. O takdirde azlık veya genel kurulda kabul etse bile mahkeme özel denetçi atama hakkına sahip ve atayacaktır. Özel denetçinin bilgi alma hakkı da Kanun’la güvence altına alınmıştır. Azlığa tanınan diğer bir hak, pay senetlerinin bastırılmasını isteme hakkı olup, bu payın devrini kolaylaştıracağı gibi payın değerine de katkı yapabilecek nitelikte bir düzenlemedir. Azlık hakkı güven ilişkisinin sarsılması gibi nedenlerle eğer azlık orada kendi haklarını sınırlamak veya güven ilişkisinin zedelendiğini ileri sürerek şirketin feshini de mahkemeden talep etme hakkına sahiptir. Bu takdirde hakim, haklı sebebin bulunduğuna kanaat getirirse ilkin davacının payının şirketçe alınmasına, bu mümkün olmazsa veya fayda sağlamayacaksa şirketin feshine karar verebilecektir, fesih tabii son çaredir.

Yine bugünün koşullarına oldukça uygun ve son derece de geniş bir biçimde, ayrıntılı bir biçimde bir diğer düzenleme birleşme, bölünme ve tür değiştirme konusundadır. Aşağı yukarı yeni Türk Ticaret Kanunu’nun 136. Maddesinden 184.maddesine kadar olan kısımda bu müesseseler çok ayrıntılı biçimde düzenlenmiş ve bir bakıma şirketlerin yeni çağın koşullarına uygun bir biçimde, özellikle küçük işletmelerin kolaylıkla bir araya gelmesi mali açıdan, finansal açıdan, yönetsel açıdan güçlenmesine imkan sağlanmış. Diğer yönden de gereğinden fazla büyüyerek özellikle ortaklık işletmelerde artık bir arada bulunmanın hiçbir fayda arz etmediği durumlarda kolaylıkla bölünme ve yeni Saikliklerin oluşması da imkan dahiline getirilmiştir. Bunun yanından da yeni hukuki normlara uygun bir biçimde şekillenebilmek için tür değiştirme de oldukça geniş bir biçimde düzenlenmiştir. Bunların detayına girmeyeceğim, zannederim bu sempozyumda bunlar epey ayrıntılarıyla tartışılacak fakat bu kurumsallaşma yönünden oldukça önemli ve ayrıntılı bir hüküm manzumesi kanunumuza yerleştirilmiştir.

Şirketler topluluğu kavramı ilk defa Türk Ticaret Kanunu’na bu kadar ayrıntılı ve doğru bir biçimde girmiştir. Hakim şirket, yavru şirket ilişkileri çok net şekilde

50

düzenlenmiştir ve bu düzenleme ile birlikte şirketler topluluğu da gerek hukuki gerek finansal gerekse mali bir bütünlük arz etmiştir hem yönetsel yönden hem denetim yönünden hem de finansal raporların bir anlam ifade etmesi açısından oldukça önemlidir. İnşallah vergi kanunlarımıza da böyle bir hüküm yerleştirilir de vergi bilançoları konsolide bazda düzenlenir. Böylece zararlı şirketten karlı şirkete, karlı şirketten zararlı şirkete gereksiz ve anlamsız kar aktarmaları olayı da sona ermiştir.

Bir ticaret şirketinin doğrudan veya dolaylı olarak diğer ticaret şirketinin hakimiyeti altında tutabiliyorsa, kontrol edebiliyorsa ona hakim şirket, ana şirket bağlı şirkette yavru şirket konumundadır. Sahip olunan hisse senetlerinin, hisse nispetlerinin faaliyet ve denetim raporlarında yer alması gerektiği gibi internet sitesinde de yer alacaktır. Ayrıca ticaret siciline tescil ve ilan mükellefiyeti vardır. Hakimiyet sözleşmesinin geçerliliği ticaret siciline tescil ve ilan koşuluna bağlanmıştır. Hakim şirket, yönetim kurulu faaliyet yılının ilk üç ayında şirketin hakim ve bağlı şirketlerle tüm hukuki ve ticari ilişkileri hakkında ayrıntılı bir rapor düzenlemekle mükelleftir. Bu rapor, doğru ve dürüst hesap verme ilkelerine göre düzenlenecektir. Şirket zarara uğratılmışsa zararın nasıl denkleştirileceği veya denkleştirilip denkleştirilmediği bu raporda ayrıntılı biçimde belirtilecektir. Hakim şirketin her yönetim kurulu üyesi başkandan hukuki ve ticari ilişkiler hakkında yani yönetim kurulu üyeleri yöneticilerin ve onların yakın hısım ve akrabalarının ilişkileri hakkında rapor hazırlatıp yönetim kuruluna sunmasını isteyebilecektir. Aynı zamanda hakim şirketin her pay sahibi genel kurulda hakim şirket ve bağlı şirket ilişkileri yönetici ve yakınlarıyla yapılan işlemler hakkında ayrıntılı bilgi isteme ve alma hakkına sahiptir. Hakim şirket, hakimiyetini bağlı şirketi zora uğratacak şekilde kullanamaz. Zarar verir ve denkleştirmezse zararın tazminini veya kayba uğratılan ortağın doğru fiyatta hissesini alması alternatiflerine yeni şirkette öngörülmüştür. Alacaklılar da zararın tazminini isteme hakkına sahiptir. Bağlı şirketin yöneticileri alacakları ve pay sahiplerine karşı sorumluluktan kurtulabilmek için tüm hukuki sonuçların bir sözleşmeyle hakim şirket tarafından üstlenmesini hakim şirketten isteyebilir. Burada sigorta müessessi artık ön plana çıkmaya başlamıştır. Yöneticilerin de böyle bir sigorta poliçesi almasının zamanı yeni Kanun’la gelmiştir diye düşünüyorum.

Karşılıklı iştirak; birbirinin sermayelerinden en az ¼’üne sahip sermaye şirketleri karşılıklı iştirak etmiş sayılır. Bu oranı aşan nispetteki karşılıklı iştirak durumunu aşan pay hissedarlıktan doğan hakları donar, bu sınırlama hakim şirket, bağlı şirket ilişkisinde geçerliliğini yitirir.

Cezai sorumluluk, burada müeyyideler Hocam da sabahki konuşmasında çok ayrıntılı biçimde söyledi. Genelde ekonomik suça ekonomik ceza ilkesi esas alınarak düzenlenmiş fakat bazı yerlerde herhalde aralara öyle zannediyorum ki Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki komisyonlarla görüşülme sırasında olmuş olmalı, hapis cezaları da serpiştirilmiş. Bunlardan bazıları yerinde fakat bazı cezaların da ben kişisel kanım, dediğim gibi ben hukukçu değilim, orantısız olduğunu düşünüyorum. Örneğin, izinsiz para toplayanlara verilen ceza ile şirkete ayni sermaye koyarken veya bir şirketin devralınması yapılırken yapılan değerlemede yapılacak hilelere uygulanan cezalar arasında izinsiz para toplayanlar lehine bir ayrım olduğunu belirtmeliyim. Buradaki filer şikayete tabi fiiller olmayıp resen takip edilecek fiillerdir. Bu madde şöyle önemli; bu Kanun dediğim gibi

51

felsefesi itibariyle son derce çağdaş, gerçekten ekonomik faaliyetleri ekonomik değerlerle değerlendiren finansal tabloları, finansal raporları ön plana çıkartan bir düzenek içerisinde yürütüldüğü için de gerçekten Türkiye’nin özellikle ticaret alanında gelişmesine, ilerlemesine, şirketleşmesine büyük katkı sağlayacak, destek verebilecek çok temel bir kanundur. Yani yaklaşık uygulama maddeleriyle 1.600 maddeye ulaşan olağanüstü kapsamlı, çok iyi yazılmış, sistematiği çok düzgün, felsefesi çok düzgün bir yasa. Fakat bunu ilk önce müfettişlerin arkasından da savcıların çok iyi anlaması gerekir bu cezai sorumluluğa ilişkin hükümleri uygularken. Çünkü yönetim kurulu bu kanunda denge, yetkiler ve hesap verilebilirlik açısından son derece mükemmel düzenlenmiş. Yetkilerin nasıl dağıtılacağı da çok iyi belirlenmiş, yetkilere uygun sorumluluklar da iyi belirlenmiş. Eğer bunu müfettişler ve savcılar yeteri kadar anlamazsa burada yönetim kurulu üyelerinin işi son derece zor hale gelir. Halbuki bu yasa onu kolaylaştırma amacına yönelmiştir. Onun için o cezai müeyyidelerle ilgili hapis kısmı üzerinde çok önemle durulması gereken hususlardan biridir.

Bir diğer husus, Hocam da buradayken dikkati nazarınıza arz etmek istediğim husus, alıcı ile satıcı arasındaki ilişkilere 1530. maddede yapılan düzenleme ile getirilen bir müdahale. Orada belki Hocam daha ayrıntılı bir bilgi verirse onun hukuki felsefesini de anlamamız daha iyi olur. Biraz bunu ben ekonomik hayata müdahale gibi görüyorum çünkü biz aslında bizim tedarikçilerimiz ve dağıtıcılarımızla, satıcılarımızla, satış sonrası servislerimizle bir ekonomik anteteyiz. Bunlar her ne kadar ekonomik saiklik, hukuki antete olarak farklıysa da biz iktisadi bütünlüğü arz ediyoruz. Dolayısıyla bizim suplierlerimiz yaşayamıyorsa, bize malzeme tedarikçileri yaşayamıyorsa bizim yaşamamız zaten mümkün değil. Onun için gerek geriye doğru gerek ileriye doğru bu organizasyonun karşılıklı hak ve menfaatleri gözeterek yaşaması gerekir. Burada şimdi, getirilen yeni düzenleme ile iki tane sıkıntı çıkacağını öngörüyorum. Bunlardan bir tanesi gerçekten alış-satış işlemlerindeki süreler, 30’ar günlük ve 60 günlük. Bunun bir yerlerde bazı hallerde uzatılacağı öngörülmüş ama prensibi bu. Ve o sürede alacaklar ödenmediği takdirde otomatikman borçlu mütemerrit hale düşüyor ve faiz işler hale geliyor. Halbuki ekonomik hayatın içerisinde biz çoğu kez bu ilişki içerisinde çalışırken vade farkı uygulamayız. Çünkü özellikle piyasaya sattığımız, müteahhitlere sattığımız mallarda onlar da ancak istihkaklarını tahsil ediyorsa bize ödeyebilirler, biz o durumu bildiğimiz için onlara iki ay, üç ay vadeli satarız ama yerine göre altı ay, yedi ayda alınır ve vade farkı tahakkuk ettirilmez ve tahsil de edilmez. Şimdi, bu sisteme göre vade farkını tahakkuk ettirmek zorundasınız orada belirlenmiş zaten faiz. Burada siz tahakkuk ettirmediğinizde denetim elemanı doğrudan size gelip bunun vergi ve cezasını sizden isteme imkanına kavuşmuştur, sizin bu uygulamayı yaptığınızda da müşterinizle ilişkileriniz bozulacak hale gelecek. Ya orada doğacak vergi ve cezaları göze alıp tahakkuk ettirmeyeceksiniz yahut da o gecikme faizini tahakkuk ettirip müşterinizle ilişkilerinizi bozacaksınız. Şimdi bu uzun vadede mutlaka yerleşecek, ben bunun uzun vadede doğru olduğuna kesinlikle katılıyorum ama kısa vadede de bazı sorunlara gebe olduğunu da öngörüyorum. Hocam da bu konuda eğer benim algılama hatam veya eksiğim var da bir açıklık getirebilirse çok mutlu olurum.

Beni dinlediğiniz için de ben çok teşekkür ediyorum, çok sağ olun.

OTURUM BAŞKANI _

52

Buyurun Hocam.

PROF. DR. ÜNAL TEKİNALP _

Değerli arkadaşlarım, Türk Ticaret Kanunu’nun 1530. maddesinde yer alan hüküm, esas itibarinde kamu sektöründe uygulanacak bir hüküm değildir.

AYHAN YAVRUCU _ ALARKO HOLDİNG _

Kamu değil Hocam, benim dediğim özel.

PROF. DR. ÜNAL TEKİNALP _

Şöyle ki, Avrupa Birliği 2001 yılında hizmetlerin ve malların ödenmesinde gecikmeden doğan sıkıntılar dolayısıyla bir yönerge yayınlamıştır. Bu yönergenin bir özel hukuk, bir de kamu hukuku yani bilhassa ihalelerle ilgili, hak edişlerle ilgili hükümleri vardır. Borçlar Komisyonu bunu almamıştır, bu Ticaret Kanunu’na girmesi için Avrupa Birliği’nden doğrudan doğruya talep gelmiştir. İlk talep Adalet Komisyonunda ret edilmiştir. Partiler Arasında Uzlaşma Komisyonu çalışmaya başlayınca aynı yönergenin 2011’deki değişikliğe yürürlüğe girmiş ve Avrupa Birliği Türkiye’nin buradaki uyumsuzluğunu Adalet Bakanlığına bildirmiştir. Esas sıkıntı, normal ticari işletmeler dışında alışveriş merkezleri dediğimiz yerlerle ilgilidir. Alışveriş merkezlerine bir kimse süt ürünlerini, salçasını, domatesini, peynirini, zeytinyağını vesairesini getirdiğinde bunların uzun süre karşılıklarını alamamaktadır. Bu Türkiye’de de bugün büyük bir yara halindedir. Türk sistemine göre temerrüde düşürmek için ihtar çekmeye gerek vardır. Bu ihtarı çektiğiniz andan itibaren o alışveriş merkezi sizden mal almayı durdurmaktadır bu bir. İkincisi, şimdi söyleyeceğim kısmı oraya gelmedi, yoktur, alışveriş merkezleri kendilerine mal veren kimselere ki bunlar çoğu defa üreticilerdir, belirli aralıklarla karşı fatura yollamaktadır. Bu faturalar raf değiştirme parası, raf soğutma parası, raf ısıtma parası şeklindeki paralardır. Onun ötesinde bir alışveriş merkezi bir yeni şube açtığında kendisine mal teslim edenlere 3 milyon Türk lirası ile 10 milyon Türk lirası arasında masraftan katkı istemektedir. Çünkü demektedir, ben yeni bir yer açtım, bu açtığım yeni yerin sen de para kazanacaksın, bunun parasını bana öde! Bu da girmemiştir. Ama Adalet Bakanlığına üreticilerin yaptığı şikayetler had safhaya varmıştır ve o son dakikada girmiştir. Onun arkası gelecektir Avrupa Topluluğunun sıkıştırması dolayısıyla. O da bilhassa kamu sektöründen parasını zamanında alamayanlar içindir. Burada otomatik faiz işlemesinden başka Avrupa Topluluğunda özel oranda faiz uygulamaları vardır. Benim ihtisasım dahilinde olmadığı için bana Uzlaşma Komisyonu böyle bir görevi verdiğinde ben ikinci kısmı yapmayı ret ettim. Çünkü bunu yapabilmek için dört tane daha yönerge incelemek icap ediyordu. Bu hükmü bir ana şirketin başka bir ana şirkete herhangi bir hizmet görmesi halinde uygulanacak bir hüküm olmaktan ziyade söylediğim ışık altında incelemenizi rica ederim. Orada eğer küçük müstahsil söz konusu ise, yani salçasını getiren, yani domatesini getiren, yani pilicini getiren size gayet somut örnekler veriyor ise taraflar anlaşsalar bile ödeme tarihini 30 günden öteye götüremezler. Peynir veren şirket, o da büyük bir şirketse 60 güne kadar bir süre işleyebilir. Ama diğerlerinde bunun işlemesi mümkün değildir. İlk 2004 yılında bunu ben getirdiğimde rette bazı işletmelerin dirençleri etkili olmuştur. İkincisi geldiğinden kısa bir süre sonra İstanbul Sanayi Odasında yapılan toplantıda

53

bu hükmü alkışlarla karşıladılar, anlatmamı istediler. Alkışlarla karşıladılar ve şunu biliyorum ki bana söylediler, o zamanki Ticaret Bakanına gidip karşı faturalar için de düzenleme istediler. İşin hikayesi budur. Ama size söyleyeyim, büyük alışveriş merkezlerinin ödemeleri altı aydan aşağı olmamaktadır, Türkiye’de bu bir finansman metodudur. Yani başkasının parasını ödememek, bizim bildiğimiz bir altın finansman metodudur ama bu herkese zarar veren bir metottur, bunu da kabul etmeliyiz. Şunu da söyleyeyim, bu hüküm bu haliyle kalmayacaktır. Bu hükmün ileri götürülmesi için büyük çabalar var, yani bunu yakından biliyorum. Şunu da unutmayın; Türkiye artık hakları tartışan bir ülke, yani müstahsil bir türlü tartışıyor, hizmet arz eden kimse başka türlü tartışıyor. Birisi kendisine protesto çeken kimsenin bir daha mal almamak yoluna gidiyorsa bunu da başka türlü tartışıyor. Ve bütün bunlar bir yerlere gidiyor, tespit ediliyor. Enteresan bir hatıra, bunu bana görev olarak verdiler. Bana görev olarak verenler 2004 yılında benim tasarımı ret edenlerdi. Öğle ajansında her bir partinin sözcüsü bunu kendisinin kabul ettiğini açıkladı. Çok ilgi çekici bir şeydir. Benim arzım bu kadar, benim düşüncem şu; o meseleyi bir de bu açıdan okuyunuz. Şimdi bir inşaat firmasına çimento veren kimse verdiği çimentonun parasını altı ay içerisinde alamıyor ise bu hüküm uygulanacak mıdır? Evet, uygulanacaktır. Orada en çok Kanun 60 günlük bir süre tanımak yoluna gidiyor. Ama buna mukabil salçacı, peynirci, zeytinyağcı üç aylık süre içinde kalacaktır ki onunla ilgili bir hüküm de var. Bu çok zevkli toplantıyı terk etmek mecburiyetinde olduğum için büyük bir üzüntü duyuyorum ve sizden de özür diliyorum. Fakat yarın gene böyle bir toplantım olduğu için ayrılmak zorundayım. Hepinize iyi bir seminer diliyorum.

OTURUM BAŞKANI _

Evet, öncelikle Hocamıza çok teşekkür ediyoruz.

AYHAN YAVRUCU _ ALARKO HOLDİNG _

Açık, hiç orada sorun yok. Buradaki arkadaşların çoğu serbest muhasebeci mali müşavir, yeminli mali müşavir olduğu için vergi denetim elemanları ile ciddi biçimde başları belaya girecek, çünkü o vade farklarının tahakkuk edip etmediği, Kurumlar Vergisi, Katma Değer Vergisi açısından ciddi bir iş potansiyeli çıkacak o anlamda söylüyorum yoksa mantığına benim hiçbir itirazım yok. Çok teşekkür ederim Hocam. Ben de çok özür diliyorum, ben de bir programım var, bir seyahatim o nedenle ayrılmak durumundayım ama bu keyifli toplantının aynen keyfinin artarak devamını ben de diliyorum. Hepinize çok teşekkür ediyorum.

OTURUM BAŞKANI _

Sayın Yavrucu’ya teşekkür ediyoruz. Yeni Türk Ticaret Kanunu’nu işverenler cephesi açısından gerek kurumsal yönetime yönelik düzenlemelerini gerekse de sermaye şirketlerine yönelik düzenlemelerin kısa bir özetini geçti. Aslında Sayın Ferruh Tunç ile de biraz sunumlar çakıştı herhalde, o yüzden ben daha fazla uzatmadan bir hayli de zaman geçti, ilerledi. Sayın Ferruh Tunç’a vermek istiyorum sözü. Buyurun Sayın Tunç.

“Yeni Türk Ticaret Kanunu’nda Kurumsallaşmayla İlgili Düzenlemeler”

54

FERRUH TUNÇ _ SMMM _

Bir öneriniz var mı Sayın Başkan çakışmayla ilgili? Doğrusu evet, Ayhan Yavrucu çok aydınlatıcı bir şekilde Türk Ticaret Kanunu’nun ilişkin hükümlerini takdim ettiler. Doğrusu aynı konu benim gündemimde olmasına rağmen ben de istifade ettim, gayet aydınlatıcıydı. Ama tabii şimdi bir sorunla karşı karşıyayız. Benim sunumumun içeriğiyle onun sunumunun içeriği aşağı yukarı örtüşüyor. O yüzden büyük bir şansla Değerli Hocamızın da devreye girmesiyle biraz zamanı az kullanarak, biraz da risk alarak Ayhan Bey’in konusundan çağrışımlar üzerinden kurulu bir takdim yapabilirim uygun olabilirse. Çünkü aynı konuları tekrar etmenin çok bir yararı yok.

Yanlış bilmiyorsam iş dünyasına Türk Ticaret Kanunu ile gelen kurumsallaşmanın yararı ne olur şeklinde bir temel soruya cevap arıyor olacaktık. Yanlış olmaz ise bu tür bir soruya cevabı iş dünyası veya şirketlere galiba, şirketlere bir şeyin yararı nedir, şirketler dünyasına veya iş dünyasına bir şeyin yararı nedir diye sorduğumuz vakit biraz da kurumsal yönetişimin terminolojisine yaslanır isek bunun paydaşları kimlerdir, onlar bu gelişmeden nasıl etkilenecek sorusunun cevaplamaya çalışmamız bize yol gösterici olabilir.

Kurumsal yönetim öncüsü olan şirketler dünyasında bir şirketin paydaşları hepimizin bildiği gibi onun hissedarı, çalışanları, müşterileri ve bir de düzenleyici kurumlar ve onların uzantısı olarak genel anlamda kamu, toplum ve onların adına onlar için hareket eden ve iş dünyasını düzenleyen kurumlar. Bunlara tek tek baktığımız vakit hiç birinin bahsettiğimiz yeni Türk Ticaret Kanunu ile iş yaşamımıza hakikaten benzetmeler çok yerinde, bir milat şeklinde sokmaya gayret ettiğimiz kurumsallaşmanın bu paydaşlardan her birine ilave değer sunarak toplam iş dünyasını yukarıya doğru çekeceğinden bizim şahsen bir tereddüdümüz yok. Ama büyük ölçüde vergi arka planı olan değerli meslektaşlarımla bir araya gelmişken bu kurumsal yönetişim, kurumsal yönetimin de Türkiye’de benzeri diğer yeni kavramlar gibi ele alınışında zaman zaman bazı hatalara düşebileceğimizi size işaret etmek isterim. O da bu kavramların, bu müesseselerin kendi tarihi bağlamından çıkartılıp bir mutlak çare gibi takdim edilmesidir. Aslına bakarsanız farklı düzeylerde kurumsal yönetimden söz ediyoruz, Türkiye’de kurumsal yönetimden söz ettiğimiz vakit şikayet ettiklerimiz, varmaya çalıştıklarımızla söz gelimi Wall Street’teki kurumsal yönetim tartışmaları aslında kağıt üzerinde aynıysa da ben son zamanlarda çok fazla kurumsal yönetimle ilgili tartışmaya dahil oldum, biraz biz bir gerilikten şikayet etme noktasında kalıyoruz. Kurumsal yönetim kavramı bu denli nasıl önemli oldu ve gündemimize geldi? Aslına bakarsanız çok kısa bir şekilde tarihi perspektiften baktığımızda gelişmiş, ilerlemiş pazarlardaki iş dünyasının macerasından ortaya çıktı dememiz lazım. Yani yüz yüze olduğumuz sorun kavramları doğuran pazarlarda, kaynaklarda çok iyi çalışan fakat bizde çalışmayan bir müessese değil. Eş zamanlı olarak bir şey yaşıyoruz o da iş dünyasında kurumsal yönetişim diye bir müessesesinin, bir yaklaşımın, araçlar bütününün devreye sokulma ihtiyacı. Bu büyük ölçüde çok ileriye gitmeye gerek yok ama esas olarak bir milat alacak isek Bretton Woods sisteminin çöküşünden sonra yaklaşık 30-40 yıldır yaşadığımız bir sürecin bir iş dünyası, şirketler dünyasının gelip dayandığı noktada yüz yüze geldiğimiz bir soruna cevap bulma çabasından ibaret. Henüz tümü ile çok umutlu olmamıza dair ipuçları yok. Bu bir çözüm arayışı. Bu başlangıcı niye vermeye çalıştım? Çünkü o tarih itibariyle doların altına bağımlılığı ortadan kalktıktan sonra son

55

dönemlerde en tepe noktasına çıkan sermayenin hareketliliği dönemi başladı. O dönemle bugün arasında en büyük benzerlik piyasadaki dolar miktarının eskiye oranla çok yüksek olmasıydı. Bu tabiatıyla sermayenin fazla paranın sadece kendi topraklarında, kendi coğrafyasında, bölgesinde alanını genişletmesine ve nihayetinde globalleşme, kürselleşme diye adını koyduğumuz o yolculuğa çıkmasına neden oldu. Halka açılma bu pazarlarda aslında tarihi olarak var, eskiden beri çok ortaklı bir iş dünyası var bizimkinin aksine. Bizde ise büyük ölçüde aile şirketleri halka açılmanın tarihi hep bildiğimiz gibi çok yeni.

Uzatmayacağım konuyu ama bu 30-40 yıl içinde baktığımız zaman birkaç belirgin şey var. Bunun birisi, bu sermayenin hareketlenmesi ve başka pazarlarda, başka ülkelerde yatırıma giderek temerküzü, iş durumlarını büyütmesi, daha fazla, daha büyük işletmeleri halka açması ve işletmelerin gerek yönetimlerinde gerek pazarla iletişimlerinde bir kanaldan yine günümüze rengini veren yüksek teknolojinin, iletişim teknolojisinin hızlanması ile yeni bir döneme gelindi. Bu döneme diyebiliriz ki biz, işletmelerin bir işletme şıklığı aradığı, daima görücüde olduğu, hisse senedi alanlara karşı kendini çok iyi bir şekilde ifade etmesi gerektiği bir dönem yaşadık. İstatistiklere baktığımız zaman eskiden yatırımcıların hisseleri istatistiklere bakmadan evvel eğer üniversite yıllarımıza gidecek olursak iktisat derslerinde hisse senetlerinin ne için alındığı sorusuna en azından benim verdiğim cevap; ondan kar payı almaktı. Ama bu süreç içinde hisse senetleri ondan kar payı almak üzere değil anında değiştirilen bir araç olarak kullanılır hale geldi. Hissedar dediğimiz ya da yatırımcı dediğimiz grup çok güçlü hale geldi. Bahsettiğimiz bazen biz yerel burada tartışırken hissedarı kutsuyoruz, yani küçük yatırımcıyı kutsuyoruz. Aslında küçük yatırımcı kendi başına hiçbir zaman pazarda sayıları çok olmasına rağmen bir yönelimi temsil etmiyor. Aynı zamanda büyük yatırımcılarla beraber bir kombinasyon halinde yatırım yapıyor. Bu yatırımcılar anında bir şirketten diğerine geçebilerek ellerindeki hisse senetlerinin çok sık değişerek büyük bir güç haline geldiler ve giderek işletmeler sadece pazarla konuşan, sık sık değişim yapan, sık sık yeni yüzler deneyen ve giderek de Enron’a vardığı yerde dejenere olan bir noktaya geldiler. Ve o noktadan sonra anlaşıldı ki şirkete yatırım yapanların sadece işletme tarafından celp edilmek üzere bazı hareketlere muhatap olan bir kesim olmaktan çok aynı zamanda işletmenin yönetimine dair de ikna olunması, o işletmenin yönetiminin eskiden olduğundan daha şeffaf olması bugün üzerine kurumsal yönetim ilkeleri dediğimiz ilkelere dayalı yeni bir yönetim tarzının hayata geçirilmesi gereği ortaya çıktı. Bu bakımdan baktığımızda hem tarihsel geçmişe baktığımızda Türkiye’de Türk Ticaret Kanunu’nun bugün itibariyle neredeyse eksiksiz bir şekilde, belki de bunu söyleyecek yetkide değilim ama belki vardır diye söylüyorum olabilir her şeyde bir kusur ama hakikaten mükemmel bir şekilde bu kurumsal yönetişim anlayışını iş yaşamımıza katmanın geliyor olması çok mutluluk verici bir şey. Burada küçük bir parantez açacağım izninizle, bu işi Türkiye’de sosyal ve ekonomik hayatımızda zaman zaman böyle dönüşümler oluyor, çok değerli insanlar yetişiyor ama çok azına iyi ve önemli şeyler yapmak nasip oluyor. Değerli Hocamızdan bu bakımdan şanslıyız, hakikaten olağanüstü bir insanı çok teknik ve rasyonel alınması gereken bir konu olmasına rağmen ortaya çıkarttıkları eser, bu eseri dile getirişleri, iletişimleri hakikaten zaman zaman beni duygulandırıyor. Hocamıza sahip olmaktan, parantezi de kapatayım, çok gurur duyuyoruz. Eser çok büyük!

56

Şimdi, ne getiriyoru tekrar ederek hakikaten aynı konulara girmeyeyim ama izninizle, ne kadar vaktim kaldı?

OTURUM BAŞKANI _

10 dakika.

FERRUH TUNÇ _ SMMM _

Evet, şimdi bu bizim önümüzde duran metin bana, okuduğum zaman bilhassa bu sunuşu vermeye yöneldiğim zaman bir kere daha bunu hissettim çünkü mükemmellik duygusu veriyor ve ürküyorum. Öğleden önceki sunuşta da yer yer gerçekten heyecanlanarak değerli Hocamızı dinledim. Orada da hem hayranlık duydum hem de ürktüm. Şu sebeple; bugün aslında tereddütleri ve ürküntüleri dile getirecek bir zaman değildir ama hakikaten bu dönüşüm herhangi bir dönüşüm değil. Her herhangi, sıradan olmayan dönüşüm gibi hayata geçirilmesi de oldukça güç. Türkiye’de çok sıklıkla biz kabuk değişimler yaşayıp, araçları öldürmekle meşhuruz. Yeni bir tartışma yaratmak istemem ama aslında en azından ihtiyatla şunu söyleyebilirim; Yeminli Mali Müşavirlik Mevzuatı çıktığında da beklentilerimiz bugün yaşadıklarımızdan herhalde biraz farklıydı. Nasıl orada beklentilerimizle yaşadıklarımız farklı ise bugün bu Yasa’yı hayata geçirmek de, işin ayrıntılarına, detaylarına takılıp bugün Hocamızın anlattığı arkada duran blokları, ilkeleri göz ardı edersek mahrur olduğumuz bir silahla, ustası olduğumuz bir silahla bu miladı bir sıradan dönüşüme, bir kabuk, bir gösteriş, bir özüne ulaşamayan bir dönüşüme mahkum edebiliriz.

Tabii, bir anlayış meselesi değil bu, ekonominin bütününe giydirilecek olan bu üst yapı, bu düzenleme, hukuk düzenlemesi ve ekonomi giyebilecek durumda mı? Her düzenlemenin bir zor boyutu var, ülkeyi yönetenler, baskı grupları bunu giydirebilecek ısrarda ve kararlılıkta mı? Bunlar konusunda en son yorum yapacaklardan birisi benim, o yüzden sadece ürküntümü dile getirdim. Mesleğimizle ilgili olarak size birkaç söz edip mikrofonu devretmek istiyorum. Tabii bu değişikliklerden en önemlilerinden biri risk yönetim ve denetim. Sayın Başkanın sabah yaptığı konuşmada çok bilemediğim, doğrusu samimiyetle söylüyorum, Sayın Başkanı eleştirmek aklımın ucundan bile geçmez, bazı tartışmaların olduğundan söz ettiler. O tartışmaların kimler arasında olduğunu bilmiyorum ama ben dünyadaki dört büyük denetim şirketlerinden birinin Türkiye’deki operasyonunun başkanı olarak bizim şirketimizin Türkiye’de bu meselede kamu çıkarından daha üstün bir çıkara hiçbir zaman angaje olmadığını ve olmayacağını çok rahatlıkla size söyleyebilirim. İlaveten bizim bütün kaynağımız 600 kişi bu işin oluşması için üstüne düşecek her türlü toplumsal sorumluluğu üstlenmeye hazırdır. Biz, serbest muhasebeci ve mali müşavir veya yeminli mali müşavir veya diğer düzenlemelerle SPK, BDDK düzenlemeleri ile şimdilik biraz pragmatik bir şekilde yapılan bu mesleğin tek, bütün ve aslı tarafından düzenleniyor olmasını arzu ediyoruz sanıyorum hepimiz gibi. Dışarıda en iyi örneklerde olduğu gibi supervisior boardın oluşturulması, oranın bir ve tek olması, onun sahibinin de meslek mensupları olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu konuda hiçbir tereddüdümüz yok. Tabii yeni dönemdeki denetimden bahsederken bir illüzyon içinde olmamız lazım, biraz acı gelecek ama yeni dönemdeki denetim eskiden yapmakta olduğumuz denetimlerden farklı olması lazım. bahsettiğim regüle bağımsız denetim alanı değil, yani daha çok yeminli mali müşavirlik

57

denetimini kast edeceğim. Türk Ticaret Kanunu uyarınca yapacağınız denetim bir simülasyon, bir –mış gibi denetimi olursa Türkiye çok şey kaybedecektir. Onun için meslek mensupları olarak bizim, müşterilerimizin, kamu otoritelerinin, düzenleyici denetleyici otoritelerin burada bir mevzuat meselesini konuşmadığımızı, burada bir yine değerli konuşmacının işaret ettiği gibi Hocamdı galiba, kamu kurumları şovenizmi, grup şovenizmi gibi meselelerin arkasına takılıp dünyanın çok zor bir döneminde nispeten iyi şeyleri yapan Türkiye’nin önünü açmakta üzerimize düşeni yapabileceğimizi düşünüyorum, yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Tekraren söylemek isterim ki, bir meslektaşınız olarak, hasbelkader kurumsallaşabilmiş kurumla bu işi neredeyse 25 yıldır yapmakta olan bir meslektaşınız olarak bunun mümkün, buna hepimizin layık olduğunu düşünüyorum. Çok teşekkür ederim.

OTURUM BAŞKANI _

Sayın Tunç’a biz de teşekkür ediyoruz. Sayın Tunç aslında Türk Ticaret Kanunu’ndaki kurumsallaşmaya yönelik maddeleri anlatacaktı fakat bir önceki konuşmacı bu konuya yeterince değindiği için iş cephesi açısından kurumsallaşmanın önemini ve kurumsallaşmanın bugün bu kadar tartışılıyor olmasının aslında gelişmiş pazarlarda yaşanan sıkıntılardan da kaynakladığının altını çizdiler.

Denetime ilişkin ben de bir şeyler söylemek isterim bir sonraki konuşmacıya geçmeden önce. Elbette ki biz meslek mensupları olarak almış olduğumuz lisanslamanın, ruhsatların arkasında olacağız. Bir, biz olaya böyle bakıyoruz, yani 3568 sayılı Yasa’ya göre almış olduğumuz ruhsatların tartışma konusu yapılmasını istemiyoruz, yeterli olmadığına dair bir kanının da doğmasını istemiyoruz. Ama mutlaka denetim farklı bir iş, bugüne kadar yapmış olduğumuz işlerden farklı bir iş. Yeni düzene de ayak uydurmak için mutlaka bu alanda faaliyet gösterecek meslektaşlarımızın ciddi bir eğitim, belki bu eğitim içerisinde yapılacak quiz niteliğindeki sınavlar uzun süreli bir eğitimle bu sertifikasyonun alınması noktasında meslek örgütlerimizde böyle bir görüş oluştu. Elbette ki biz istiyoruz ki bu ülkede yapılan denetimin bugüne kadar mesleki birikimleriyle gelmiş meslektaşlar tarafından oluşacak özellikle tırnaklarıyla kazıyarak gelinen böylesi bir birikimle yapılmasının meslektaşların önünü açacağını da biliyoruz. Elbette ki rekabet ortamında herkes bu pazarda bir şekilde yer almaya devam edecek ama biz istiyoruz ki meslektaşlarımızın da özellikle kurumsal yapılarını bir an evvel sağlamlaştırarak bu alanda söz sahibi olmalarını, bu piyasada yer kapmalarını. Ben öyle tahmin ediyorum ki 2013 ile birlikte denetim alanında Türkiye’de 2 milyar TL civarında bir pazar oluşacağı, bence yaklaşık 350 bin sermaye şirketinin denetime tabi tutulacağını varsayarsak böyle bir pazar oluşabilir diye düşünüyoruz. Elbette ki yeni oluşacak, bugüne kadar oluşmuş yerli denetim firmalarında bu alan içerisinde ciddi bir rekabet gücü yaratabilmeleri için şimdiden başlayarak kurumsal yapılarını oluşturmaları da gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım, şimdi Türkiye Muhasebe Standartları Kurulunun Başkanı, Sevgili Hocam Profesör Doktor Orhan Çevik “Kurumsallaşmanın Sağlanmasında ve Kayıt Dışı Ekonominin Engellenmesinde TMSK’nın Rolü” başlıklı sunumu gerçekleştirecekler. Hocam süremiz 20 dakika, buyurun Hocam.

58

“Kurumsallaşmanın Sağlanmasında ve Kayıt Dışı Ekonominin Engellenmesinde TMSK’nın Rolü”

ORHAN ÇEVİK _ TMSK BAŞKANI _

Sayın Başkan, değerli katılımcılar sunuşuma başlamadan önce bu toplantının düzenlenmesinde emeği geçen herkese çok teşekkür etmek isterim. Bir teşekkürümü de Sayın Başkana etmek isterim, Sayın Başkan biraz erken akademik yükselme yaptı, Allah söyletti diyelim! Henüz profesör değilim, Siyasal Bilgiler Fakültesinde Doçent olarak çalışıyorum, Muhasebe Finansman Anabilim Dalında.

Şimdi, kurumsallaşma ve kurumsallaşmanın bir ayağı olan kayıt dışı ekonominin ortadan kaldırılması konusunda muhasebe standartlarının rolünü ve muhasebe standartlarının geliştirilmesinde Türkiye Muhasebe Standartları kurulunun yaptığı faaliyetleri kısaca anlatabilme fırsatı buldum. Bunu anlatmadan önce isterseniz bir itiraf bulunmama gerekiyor; kurumsallaşmayı ve kurumsallaşmanın faydalarını, gerekliliğini herhalde o masada en son anlatacak kişi benim. O masada oturan her bir temsilci aslında kurumsallaşmanın Türkiye’deki kurumsallaşmanın başarı örneklerinin birer temsilcileri. Alarko Holding, Alarko Grubu Türkiye’deki kurumsallaşma bakımından en ilk örneklerden birisi. Aynı şekilde Yazıcılar Holding, aynı şekilde KPMG ve diğer bilemediğim katılımcılarda da kurumsallaşmanın başarı örneklerini görmek mümkün. Dolayısıyla ben sunuşumda kurumsallaşmanın niye faydalı olduğu konusuna çok değinmeden kurumsallaşma ile muhasebe bilgileri arasındaki ilişkiyi kurmak istedim ve kurumsallaşmanın potansiyel sorunlarından biri olan, kurumsallaşmanın kendi içerisinde barındırdığı önemli sorunlardan biri olan çıkar çatışması sorununun çözülmesinde muhasebe bilgisi ne işe yarıyor biraz bundan bahsetmeyi planladım. Daha sonra da bu iki işte, hem kurumsallaşmayı gerçekleştirmek için hem kurumsallaşmanın sorunu olan veya bir yan ürünü olan sonucunu ortadan kaldırmak için muhasebe bilgisinin nasıl kullanıldığını ve hangi muhasebe bilgisinin kullanılması gerektiğini kısaca özetlemeye çalışacağım ve buradan da Türkiye Muhasebe Standartları Kurulu bu sorunun da çözülmesinde neler yapıyor, bu bakımdan da görüşlerimi paylaşma fırsatı bulacağım.

Şimdi, kurumsallaşma anladığımız kadarıyla iyi bir şey, şirketlerin kurumsallaşması hem varlıklarını devam ettirebilmesi bakımından hem finansman kaynaklarına kolay ulaşması bakımından hem de daha doğru yönetilmesi, paydaşlarına daha doğru kaynak aktarabilmesi bakımından gerekli ve faydalı şirketler açısında. Şimdi bu gereklilik KOBİ ölçekli şirketlerde biraz daha önem taşıyor. Çünkü KOBİ ölçekli şirketler aynı zamanda bir başka eşiği aşmak zorundalar. Hem kurumsallaşacaklar hem de KOBİ olmanın verdiği dezavantajla varlıklarını devam ettirecekler. Dolayısıyla KOBİ’ler bakımından da bu sorunu veya bu gerekliliği biraz daha ayrıntılı düşünmek gerekiyor. Ama bildiğimiz bir şey var, inandığımız bir şey var; şirketlerin kurumsallaşabilmesi için, şirketlerin en önemli araçlarından bir tanesi veya kurumsallaşma bakımından en gerekli ihtiyaçlarından bir tanesi muhasebe bilgileridir, kaliteli muhasebe sistemi, çalışan bir muhasebe sistemi ve kaliteli bir muhasebe bilgi sistemi. Eğer bu yok ise, bunu sağlayamıyor ise şirket veya bunu sağlayamıyorsa hukuk sistemi veya düzenlemeler o zaman kurumsallaşma biraz daha el yordamıyla gidiyor veya biraz daha iyi

59

niyetle gidiyor veya muhasebe bilgisinden elde edilebilecek faydayı elde edemeden kurumsallaşıyoruz. Yani biraz daha fazla maliyete katlanıyoruz, birinci nokta bu.

İkinci nokta ise, kurumsallaşmayla ortaya çıkan, aslında hep var olan ancak kurumsallaşma ile biraz daha ortaya çıkan şirket içindeki çıkar çatışması problemimiz. Şirket içerisinde farklı çıkar grupları var ve bu farklı çıkar grupları belli zamanlarda ve çoğunlukla çatışırlar. Zaten şirket organizasyonu da bu demek, çıkar çatışması organizasyonu, örgütü. Şimdi biz, bu çıkar çatışmasını yönetebilmek için bir takım maliyetlere katlanırız şirket içinde. Bu maliyet; denetim maliyeti olabilir, izleme maliyeti olabilir, başka akılınıza gelecek birçok maliyet olabilir. İşte bu maliyetin azaltılması veya bunun iyi yönetilmesi de kaliteli bir muhasebe bilgisiyle ancak sağlanabilir. Eğer siz şirket içerisinde veya ülkede kaliteli bir muhasebe sistemi kurabiliyorsanız, zamanında sunum yapan bir muhasebe sistemi geliştirebiliyorsanız o zaman bu çıkar çatışması probleminin maliyetlerini de azaltabilirsiniz. Dolayısıyla hem kurumsallaşmak için hem de kurumsallaşmayı sürdürebilmek için bizim iyi çalışan bir sisteme ihtiyacımız var, doğru bir muhasebe sistemine ihtiyacımız var. Bunu nasıl yaparız? Çok teorik tartışmalara girmek istemem, bu söylediklerimin arka planında ciddi teorik tartışmalar vardır 1930’lu yıllardan bu tarafa yapılan teorik tartışmalar vardır onları bir kenara bırakalım ama bu problem veya muhasebe bilgisinin kullanılması şirket demokrasisi ile oluyor. İşte sabahtan beri konuşulan Türk Ticaret Kanunu’nun getirdikleri, Türk Ticaret Kanunu’nun öngördükleri aslında Türkiye’de şirket demokrasisini oluşturmak için yapılmış bir düzenlemedir aynı zamanda. Biz buna dayalı olarak şirketleri demokratik ilkelere göre yönetebilir bir altyapı sağlamış durumdayız Türk Ticaret Kanunu’nun yasalaşmasıyla birlikte. Ve biz bunu, eğer şirket demokrasisini kurabilirsek bu çıkar grupları arasındaki dengeyi, çıkar grupları içindeki bu çatışmayı daha az maliyette ortadan kaldırabileceğiz ve tabii bu hesap verilebilirlik yoluyla olacak ve hesap verilebilirlik zaten muhasebenin kardeşi. Yani muhasebe ile hesap vermek aynı kelime kökünden çıkıyor, birlikte değerlendiriliyor ve işte kurumsallaşma, kurumsal yönetim, Türk Ticaret Kanunu, işte şirketlerin devamının sağlanması, rekabetinin sağlanması, her şey aslında bu sihirli kelimeler üzerine kuruludur ve bu sihirli kelimeler de Türk Ticaret Kanunu ile getirilen içeriktedir. Onun için bir Türk Ticaret Kanunu’na Türkiye’deki bir önemli dönüşümdür diye bakıyoruz. Türkiye’deki hem şirketler bakımından, hem ortaklar bakımından, hem denetçiler bakımından, muhasebeciler bakımından herkes için bir dönüşüm fırsatı yaratılmaktadır.

Şimdi, bu resmi belirledikten sonra bir kenara çekilip; peki bu işte iyi bir muhasebe bilgisi, kaliteli bir muhasebe bilgisi dedik de bu muhasebe bilgisi hangisidir? Hangisi olursa bu muhasebe bilgisi bu söylediğimiz amaçlara yönelik olur? Bu sorunun cevabı şu anda Uluslararası Finansal Raporlama Standartları, Türkiye için söylersek Uluslararası Finansal Raporlama Standartları ile tam uyumlu Türkiye Muhasebe Standartlarıdır, Türkiye Finansal Raporlama Standartlarıdır. Çünkü Türkiye Finansal Raporlama Standartları farklı gerekçelerle şu anda en kaliteli muhasebe bilgisi üretmemizi sağlar bir. Bütün ekonomik ilişkileri tam ve gerçeğe uygun olarak finansal tablolarda raporlayabildiğimiz iddiasındayız. Uluslararası Finansal Raporlama Standartları ile tam uyumlu Türkiye Finansal Raporlama Standartlarına bir şirket uyguladığında ekonomik ilişkileri doğru bir şekilde finansal tablosuna aktarabilir. Doğru bir şekilde aktarmak, doğru değerle ölçebilir anlamında gelir, doğru yerde raporlar anlamına gelir, doğru zamanda raporlar anlamına gelir, bunu sağlar. Bu çok önemli bir

60

avantajdır aslında, yani sizin karar vermenizi sağlayacak önemli bir aracı üretir. Bunun dışında Türkiye Muhasebe Standartları bir başka faydası daha vardır; bu doğru bilgiyi üretirken doğru bilginin üretilmesi aşamasında biraz önce ifade etmeye çalıştığım şekli ile bu birbirileri ile sürekli çatışan çıkar grupları arasında tarafsız bir yerde durur. Yani bu çıkar gruplarından herhangi birinin tarafını tutmaksızın, çıkar gruplarına eşit uzaklıkta kalarak doğru finansal raporlama yaparız. Yani Türk Ticaret Kanunu’ndaki bu dürüst resim ilkesini ancak böyle bir düzenleme ile gerçekleştirebiliriz, ancak böyle bir düzenleme ile vücut bulabilir. Çünkü siz çıkar grupları içerisinde birine taraf olursanız, birine yakın olursanız o zaman bir yerlerde bir terslik var anlamına gelir. İşte muhasebe standartlarının bir başka ilkesi de budur çünkü muhasebe standartlarının oluşturulma süreci bunun üzerine kuruludur ve muhasebe standartları farklı çıkar gruplarının birlikte oluşturduğu muhasebe düzenlemeleridir. Yani herhangi bir grup, işte bankalar, işte değerleme uzmanları, işte denetçiler, işte muhasebe kayıtları tutanlar kimlerse, bunların değil herkesin ortak fikridir, üzerinde konsensüs sağladığı düzenlemelerdir, ikinci olarak da bu faydayı sağlar. Bu nedenden dolayı bizim açımızdan kaliteli muhasebe bilgisidir.

Üçüncü olarak da, muhasebe standartları geniş bir kamuyu aydınlatma aracıdır aynı zamanda veya şirketlerin kamu ile iletişim kurduğu bir araçtır. Biz Uluslararası Muhasebe Standartlarıyla raporladığımızda Türkiye Muhasebe Standartları ile bir finansal rapor ürettiğimizde sadece finansal bilgileri değil, finansal bilgileri destekleyen finansal olmayan bilgileri de ve bunları destekleyen diğer açıklayıcı bilgileri de kamuyla paylaşırız. Hatta belki deklere edilmemiştir ama Uluslararası Finansal Raporlama Standartlarının iddiası gelecekte belki yavaş yavaş şirketin sadece finansal bilgilerini dizayn etmek değil, aynı zamanda şirketin faaliyet raporunu da dizayn etmek iddiasına girecektir. Önümüzdeki günlerde bunu göreceğiz. Bunun ilk örneğini biz yazın web sayfamızda yayınladık ve ilgili kuruluşlara da birer yazı ile gönderdik; Türkiye’de Yönetimin Yorumu adı verilen bir düzenleme, ihtiyari bir düzenlemeyi yayımladık. Aslında bu bir finansal rapor değil faaliyet raporu içeriğiydi. Ama biz bu muhasebe standardının uygulanması zorunlu olmadığı için ihtiyari olarak bunun uygulanabileceği tavsiyesi ile paydaşlarımızla paylaştık bunu, belki dikkat etmişsinizdir web sayfamızda. Dolayısıyla kamuyu aydınlatmayla ilgili bu içerik, finansal olmayan bilgilerin de kamuya sunulması anlamına gelir ve şirketin paydaşlarıyla iletişim kurması ortamını sağlar. İşte bu nedenlerle, lafı çok fazla uzatmak istemem ama bu nedenlerle biz Uluslararası Finansal Raporlama Standartları ile tam uyumlu, bunu özellikle ifade ediyorum, uzun olmasına rağmen sık sık tekrar ediyorum; Türkiye Muhasebe Standartlarının kaliteli muhasebe bilgi üretilen bir mekanizma olduğu iddiasındayız ve zaten bu da kabul edilmiş bir durumdur. Bu, şundan kaynaklanıyor; bunun bir başka gerekçesi daha var, ben belki muhasebe standartları konusunda biraz daha ayrıntılı çalışmış meslektaşlarımız takip etmişlerdir, finansal raporlama standartları sadece şirketlerin finansal durumu, finansal performansı hakkında raporlama yapmaz. Aynı zamanda bu bir satır olarak geçer kavramsal çerçevede, aynı zamanda iddiası şudur; şirkette şirket yöneticisine emanet edilmiş fonların nasıl yönetildiği konusunda da bilgi verir. Dolayısıyla bu çok geniş kapsamlı bir şeydir, bu kurumsallaşma dediğiniz işte rekabete açık olma demek, işte şirketin büyümesi her şey aslında bu sihirli cümle üzerine kuruludur ve bunun uygulanması üzerine kuruludur. Bunun kavramsal çerçevede olmasına ayrıca önem taşır. Belki biraz teorik tartışmalara girmiş oldum

61

ama niye bizim açımızdan Türkiye Finansal Raporlama Standartları kaliteli, ihtiyacımız olan kaliteli muhasebe bilgisi üretir sorusunun cevabını vermek için veya bu iddiada isek bunu biraz daha temellendirebilmek için buna ihtiyacımız vardı, bunun için bu teorik tartışmalara biraz girmiş oldum.

Peki, biz Türkiye Finansal Raporlama Standartlarını yayımlarken TMSK olarak bu görevimizi nasıl yerine getiriyoruz? İsterseniz biraz da bundan bahsedeyim. Yasa’dan aldığımız bir yetki var ve Türk Ticaret Kanunu da zaten bu yetkimizi biraz daha güçlendiriyor, biraz daha çerçevesini genişleterek bu yetkiyi veriyor. Biz, Türkiye’de Uluslararası Finansal Raporlama Standartları ile tam uyumlu Türkiye Finansal Raporlama yayımlamak, muhasebe standartlarını yayınlamaktayız. Biz bunları yayınlarken şu anda Türk Ticaret Kanunu ile bir şeyin farkındayız; Türk Ticaret Kanunu ile yeni bir finansal raporlama iklimi oluşuyor Türkiye’de, yeni bir denetim iklimi oluşuyor, önceden denetlenmeyen aktörler, şirketler denetlenebiliyor, eskiden konuşmadığımız ticari bilgileri, sır olarak saklanan bilgileri finansal raporlarda açıklar hale geliyoruz. Oysa yeni bir iklimden bahsediyoruz. İşte biz, bu iklimin oluşmasında elimizden geldiği kadar çaba sarf ediyoruz. Bunun daha geçişinin doğru olması, daha sorunsuz geçişin yaşanması ve daha doğru uygulanabilmesi için faaliyetlerimizi planlıyoruz ve biz bu faaliyetleri aslında 2002’den beri yapıyoruz. Aslında Türkiye’de finansal raporlama standartlarının 2005’ten beri sağlıklı bir şekilde uyguluyoruz. Yeni olan ekonomideki diğer kesimin, sessiz çoğunluğun bunu uygulamaya başlayacak olmasıdır. 2002’den beri yayınlıyoruz, aslında bu 2002’den beri yayınlanan çabalar öncesine gidiyor, taa 1990’ların sonuna kadar gidiyor, 1999’da, 1997’de. 1999’da bir takım standartlar yayımlandı, TÜRMOB bünyesinde yapılan çalışmaların devamıdır bunlar ama uzun bir, yani Türkiye bakımından uzun sayılamaz ama bizim açımızdan yeterince uzun bir süredir finansal raporlama standartlarını iç hukukumuza aktarıyoruz. Biz bunu iç hukukumuza aktarırken bunu eş zamanlı olarak yapıyoruz. Yani şu anda Uluslararası Finansal Raporlama Standartlarında ne yayınlandıysa, hangi zamanda yürürlüğe girecek ise, girilmesi öngörülüyorsa biz de senkronize bir şekilde bunu iç hukukumuza aktarabilmekteyiz. Bu bizim açımızdan son derece önemli, zamanı yakalamak adına önemli, aynı zamanda biz sadece muhasebe standartlarını iç hukuka aktarmak bakımından zamanı yakalamış değiliz, biz aynı zamanda taslakları da yakalamış durumdayız. Şu anda bizim web sayfanıza girdiğinizde Uluslararası Muhasebe Standartlarının gündeminde olan muhasebe standardı taslaklarının da Türkçe metinlerine, karşılıklarına ulaşabilirsiniz. Şu anda iki tanesi yayınladık, önümüzdeki günlerde kalan iki tanesini daha yayınlayacağız; hasılatla ilgili, kiralamalarla ilgili taslaklar şu anda yayınlanmış durumda web sayfamızda. Bunlar bizim için son derece önemli, çünkü biz yanı zamanda sadece muhasebe standartlarını üretmiyoruz, muhasebe standartlarının oluşturulma sürecine de dahil olmaya başladık. Yani uluslararası alanda, Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu bünyesinde, komisyonlarda, komitelerde, kurlarda, gruplarda Türkiye Muhasebe Standartları Kurulu olarak gelişmekte olan bir ekonominin sesini duyurmaya çalışıyoruz oradaki ortamlarda. Bunu da biz bir fayda olarak, bir gelişim olarak duyurmanın faydalı olacağını düşündüm. Dolayısıyla bu taslak yayınlanması ve taslaklara ilişkin olarak sürecin tanımlanması Türkiye’de muhasebe standartlarının gelişimi bakımından, uygulanması bakımından son derece önemli adımlardır veya son derece faydalı sonuçları olacaktır diye düşünüyoruz.

62

Şimdi, yeni Türk Ticaret Kanunu Türkiye Muhasebe Standartları Kuruluna sadece muhasebe standartlarını geliştirme görevi ve yetkisi vermiyor. Aslında bir de Türkiye Muhasebe Standartlarının uygulanması için danışmanlık görevi veriyor, dolaylı olarak bazen doğrudan, 88.maddede doğrudan danışmanlık görevimiz var. Yani kanunları gereği muhasebe konusunda düzenleme yapma yetkisi bulunan kurullar muhasebeyle ilgili düzenleme yapmadan önce Türkiye Muhasebe Standartları Kuruluyla görüşmek durumundalar. Türkiye Muhasebe Standartları Kurulunun muhasebe standartlarına aykırı olmadığı yönündeki görüşü ile ancak bu düzenlemeyi yapabilecek durumdalar. Bu muhasebe standartlarıyla ilgili uygulamanın sigortasıdır, yani bu uygulama devam ettiği sürece Türkiye’de herhangi bir kurumun, kuruluşun, BDDK’nın, SPK’nın, Hazine Müsteşarlığının, EPDK’nın aklınıza kim gelirse, bunların muhasebe standartlarıyla ilgili olarak faklı düzenlemeler yapmaları, kurallara arkadan dolanmaları mümkün olamayacak. Bu bizim açımızdan son derece önemli, çünkü biz bu danışmanlık görevini daha geniş algıladık, biz aynı zamanda Muhasebe Standartları Kurulu içerisinde etkin çalışan bir danışmanlık birimi de oluşturduk, yani görüş verme birimimiz var. Kurumsal olarak TMSK’ya başvuran bir birim, bir kurum muhasebe standardının uygulanması konusunda, açık olmayan husus konusunda TMSK’dan görüş alabilmektedir. Bu eskiden beri bu kadar resmi değil, bu kadar kurumsal değildi, resmi kurumlar aracılığıyla yapıyorduk ama şu anda biz dışarıdan bu tür kurumsal taleplere cevap verebilir durumdayız. Web sayfamızda bununla ilgili oluşan kurul görüşlerini de kamu ile paylaştığımız için buna ilişkin bilgileri de web sayfasından edinebilmek mümkündür. Yani kim, hangi görüşü istedi, Kurulda nasıl görüşüldü ve Kurulda oluşan görüş, nasıl görüşüldü belki tartışmalı bir şey ama Kuruldan çıkan görüş nediri web sayfasından Kuruldan çıktığı anda ulaşmanız mümkündür. Bu danışmanlık görevimizin bir uzantısı olarak algıladık, aynı zamanda biz muhasebe standartlarının uygulanması ile ilgili olarak piyasanın ihtiyacı olan, piyasanın bizden istediği doğru uygulamaya yönelik olarak yapılması gereken şeyleri de yapmaktayız, yapıyoruz. İşte muhasebe standartlarının nasıl muhasebe kayıtlarına aktarılacağından tutun da muhasebe standardının nasıl uygulanacağına kadar kaynaklarımız elverdiği kadar bunlara cevap verebilmekteyiz.

Belki süremi aştım veya konuşurken bazen haddimi aşmış da olabilirim ama sonuç olarak şunu söylemek istiyorum; diyoruz ki biz, Türkiye’de bir dönüşüm yaşanıyor, muhasebe standartları bu dönüşümün önemli bir ayağıdır, önemli bir parçasıdır. Biz TMSK olarak bu dönüşümde üzerimize düşen bütün görevleri paydaşlarımızla birlikte, paydaşlarımızla eşgüdüm içerisinde yapmaya hazırız ve üzerimize hangi görev düşer ise, nasıl yapabilirsek bunu yapıyorduk ve tekrar yapmaya devam edeceğiz diye ifadelerimi tamamlamak isterim. Bir son söz olarak da belki bir şeyi düzeltmem gerekiyor sabahki oturumla ilgili olarak; Tekinalp Hocanın bir ifadesi oldu, ifade şuydu; konsolidasyonla ilgili olarak konsolidasyon sürecine tabi olacak şirketler açısından konsolidasyonun esaslarının belirlenmesini talep ettim dedi Hoca, TMSK’dan talep ettim dedi. Ancak TMSK’nın buna bir cevap vermediğini ifade etti ama biz müteahhit defalar Hocamızla görüşmüştük bu konuyu, konsolidasyona ilişkin olarak bizim yapacağımız bir düzenleme yoktur, çünkü biz konsolidasyonla ilgili olan bütün standartları eş güdümlü olarak yayımladık. Şu anda konsolidasyonla ilgili bütün kurallar, hükümler yürürlüktedir. İşte 2005’ten itibaren bunlar yayınlanmış durumda, yaklaşık dört tane temel standart var, iki tane yorum var ve bunlar yürürlüktedir. Yani Hoca belki bu Ticaret

63

Kanunu’nun şirketler topluluğu kısmının yürütülmesiyle, uygulanmasıyla ilgili önemli bir eksiklik olduğunu düşünüyordu ancak ben bunu paylaşmak isterim ki TMSK’nın böyle bir gecikmişliği yoktur. Biz çok eskiden beri bunu yayınlamış durumdayız, şirketler açısından konsolidasyonun nasıl yapılacağı, kim tarafından yapılacağı, ne zaman yapılacağı, nasıl eliminasyonun yapılacağı açıktır, bununla ilgili muhasebe standartları vardır. Hatta bununla ilgili Uluslararası Muhasebe Standartları bu yıl içerisinde değişti, önümüzdeki hafta Resmi Gazetede konsolidasyonla ilgili bu yenilenen beş tane standardı da paket halinde yayınlayacağız. Yani bunun revizyonunu da tamamlamış durumdayız, bunların hepsi bitmiş durumda, çok eskiden beri yapıyorduk. Bunu da paylaşmak istedim. Çok, çok teşekkür ederim efendim görüşlerimi ifade etme fırsatı verdiğiniz için.

OTURUM BAŞKANI _

Hocam teşekkür ediyoruz. Umuyoruz çok kısa süre içerisinde sizi profesör olarak göreceğiz. Evet, biz de Hocamıza çok teşekkür ediyoruz. Şeffaf ve hesap verilebilirliğin ancak tüm finansal bilgilerin tam ve doğru olarak raporlanmasıyla mümkün olacağını, bunun da uluslararası finansal raporlama standartlarına tam uyumlu Türkiye Muhasebe Standartlarıyla ancak mümkün olacağını söyledi Hocam. Ve Türkiye Muhasebe Standartları Kurulu olarak da tüm yandaşlarımızla birlikte, işbirliği içerisinde bu çalışmaları yürütüyoruz dedi. Biz de Hocamıza teşekkür ediyoruz.

Şimdi, son konuşmacımız “Orta ve Uzun Vadede Kayıt Dışı Kazanç ile Kayıtlı Kazanç Arasındaki Fayda Maliyet Analizi” sunumunu Yazcılar Holding Genel Müdür Sayın Doktor Sezai Tanrıverdi yapacaklar. Buyurun Sayın Tanrıverdi.

“Orta ve Uzun Vadede Kayıt Dışı Kazanç ile Kayıtlı Kazanç Arasındaki Fayda Maliyet Analizi”

DR. SEZAİ TANRIVERDİ _ YAZICILAR HOLDİNG _

Değerli katılımcılar, iyi akşamlar diliyorum, artık öğleyi geçtik akşam oldu. Önce belirtmem lazım, ben kendimi hem şanslı hem şanssız hissediyorum. Şanslıyım, çünkü buradayım, değerli meslektaşlarımla birlikteyim. Şansızım, çoğu zaman başıma geldiği gibi son konuşmacıyım. Hazirunun sabrını sınamak görevi bana verildi anladığım kadarıyla. Ne kadar zorlayabileceğimi veya sizin ne kadar dayanacağınızı göreceğim. Uzun bir sunumu özetleyerek bazen hızlı, bazen patinaj yaparak ama hızlı geçmeye çalışacağım. Umarım faydalı olurum. Peşinen kısıtlı zamandan dolayı böyle davranacağımı bildirmekten de üzüntümü belirteyim.

Şimdi efendim konu, ikinci şanssızlık aslında sabahtan beri olan oturumculardan değerli konuşmacılar bugünden sonra ne olacak olarak koyduklarından Türk Ticaret Kanunu ve son Sayın Çevik’in yaptığı konuşmada olduğu gibi, TMSK bağlamında olduğu gibi biraz pratil hayatın temsilcilerine konu cazip gelebilir ama benim konum biraz yakınlıklar olmakla birlikte biraz fazla akademik kalacak onlar arasında. Dolayısıyla güncel ilişkiyi yakalamaya çalışacağız ama diğer konular kadar çok da cazip olmayabilir. Bu da ikinci benim elimde olmayan özür kaynağım olsun.

64

Şimdi, konu orta ve uzun vadede kayıt dışı kazanç ile kayıtlı kazanç arasındaki fayda maliyet analizi olarak kondu. Yani kayıtlı olursanız ne tür faydalar sağlarsınız, kayıt dışı olursanız ne tür faydalar sağlarsınız sorusu. Bu soruyu değerlendirirken göreceğiniz üzere hem fayda tarafında hem maliyet tarafında kurumlar ile bireyler ve makro ekonomi açısından ayrı ayrı değerlendirmek yoluna gittik. Şüphesiz makro ekonomide meydana gelecek faydaların ya da maliyetlerin son tahlilde kurumlara, bireylere, işletmelere dönmesi de beklenen sonuçtur ama böyle bir tasnifin faydalı olacağını düşündük.

Şimdi, ekranda gördüğünüz gibi kayıt dışı ekonomiyi karşılamak üzere onlarca ifade var, herkes meşrebine göre, yerine göre, amacına göre kullanıyor bunları ve fakat bunlardan birisi Sayın Osman Altuğ Hocamızın ısrarla sahip çıktığı gibi kayıt dışı ekonomi benim terminolojiye kattığım deyimdir diyor. Bunların hepsini karşılamak üzere, hepsinin yerine kayıt dışı ekonomi hakim deyim olarak karşımıza çıkıyor. Kayıt dışı ekonomi kimileri için dipsiz kuyu, kimileri için anlaşılabilir, anlatılabilir bir şey. Bir gayya kuyusundan mı söz ediyoruz onu da ortaya koymaya çalışacağız.

Şimdi, kayıt dışı ekonomi tanımına bakıldığında önce gayrisafi milli hasılayı görmek gerekiyor. Hepinizin bildiği gibi bir ekonomide bir yıl içinde üretilen mal ve hizmetlerin parasal değerleri toplamı ama kayıt dışı ekonomiyle analizlerle ilgili olan bir kısmı daha var ki o da ülke insanlarının yaşam göstergesi ya da yaşam standartlarının göstergesi olması. Bununla kayıt dışı ekonomi arasındaki ilişki de işte bir ekonomide bir yıl içinde üretilen fakat gayrisafi milli hasıla hesaplamalarına katılmayan ya da bu kapsama girmeyen mal ve hizmetlerin parasal değeri olarak tanımlanıyor. Dolayısıyla burada en önemli çıkarımlardan birisi Türkiye’deki temel ya da çoğu insanın algılaması gayrisafi hasıla eşittir vergi dışı kazanç gibi bir algılama var. Evet, kayıt dışı kazanç ile bunun arasında çok yakın bir rabıta var hatta kayıt dışı ekonomi bunun tamamını da kavramına alıyor ama kayıt dışı ekonomiyi ya da kayıt dışılık tek başına vergisel sonucu olan ya da sadece vergi matrahlarının beyan dışı bırakılması, verginin eksik ödenmesi olarak verginin yanına sosyal güvenliği de düşünmek lazım, böyle anlaşılacak bir kavram değil.

Şimdi, kayıt dışı ekonomide üç yolla kayıt dışı ekonominin yaratıldığını, oluştuğunu görüyoruz. Bunlardan birincisi hane halkları sektörü, yani işte geçimlik üretim yapan işletmelerden, geçimlik üretim yapan çiftçilerden üretim bazlı hizmetlerin piyasa fiyatlarının bulunmaması, yani ev kadınlarının faaliyetleri dahi kayıt dışı ekonomi içinde en azından literatürde mütalaa edilebiliyor ve yanı sıra küçük ölçekli işletmeler, yine bunlara da aslında geçimlik işletme olarak düşünmek lazım. İşçi çalıştırmayan işletmeler, kişinin kendi işini kendi gördüğü işletmeler. Kayıt dışı ekonominin bu kısmı gayri resmi sektör olarak karşımıza çıkıyor. Ve kayıt dışı ekonomiye yönelik modellemelerin, politikaların önleme çabalarıyla aslında çok kavramak istediği bir yerde değil burası. Çünkü bu işin tabiatında var, bunun engellenmesi için katlanılacak maliyetin bunların kayıtlı ekonomiye alınmasıyla sağlanacak faydalardan daha yüksek olduğu konusunda da literatürde bir görüş birliği var. İkinci grup da; kriminal sektör, illegal sektör ya da yaygın bilinen adıyla suç sektörü ki işte bildiğiniz her şeyi katabileceğiniz uyuşturucu ticaretinden silah ticaretine, insan ticaretine kadar. Bu ise kayıt dışı ekonominin uluslararası literatürde önemli parçası addedilmekle birlikte bizim birazdan devam edecek argümanlarımız içinde ya da sunumumuz içinde buna yer vermediğimizi

65

göreceksiniz. Üçüncüsü ve bizim esas olarak üzerinde duracağımız kısım ise kayıt dışı sektör olarak yine adlandırılıyor, kayıt dışı ekonominin alt segmentlerinden birisi, nedir? Burada temel faktör bir kere suç ekonomisinden farklı olarak burada üretimi ve dağıtımı yasalarla yasaklanmamış olan mal ve hizmetlerin üretimi ve ticareti yapılıyor. Ancak bu faaliyetler kısmen ya da tamamen yasal ve idari otoritelerin bilgisi dışında yapılıyor veya kontrol dışına çıkarılmaya çalışılıyor. Bunu temin etmek için de ya ölçeğe bağlı olarak defter tutulmuyor veya defter tutuluyor ise de bu defterleri eksik, hileli ya da gerçek dışı kayıtlar yapılıyor. Ve tüm bunların sonucu olarak da hepinizin bildiği gibi üretilen finansal tablolar gerçek durumu yansıtmıyor, her türlü kamu otoritesine verilen beyanlar, beyanla sadece vergi beyannamesini anlatmak istemediğimi bir kez daha belirteyim, gümrük çıkış beyannamesinden tutun SSK bildirimlerine kadar, Sanayi Bakanlığına verilen üretim istatistikleri gibi aklınıza gelebilecek her türlü bilgi ve beyan aktarımı da gerçek durumu yansıtmadığı gibi bir fotoğraf karşımıza çıkıyor.

Şimdi bunun için altlarına girmeyeceğim ama yine çok sayıda farklı tasnifler var. Kayıt dışı ekonomiyi neler teşvik eder, sebepleri nelerdir, neler büyütür, neler yaşamasını temin eder? Burada şu sayfada gördüğünüz Vergi Konseyinin yaptığı bir çalışmada, geniş kapsamlı yapılan bir çalışmada var olan bir sebep zinciridir, sebep analizidir, orijinal olması için bunu yeğledim. Buna bakıldığı zaman ekonominin gelişmişlik derecesi, sosyolojik yapı, psikolojik unsurlar ve vergi mevzuatı dışındaki düzenlemeler gibi yapısal nedenler ile vergi sisteminin adil olmaması, sistematiğinin bozulmuş olması, Gelir İdaresinin vergi denetiminde yeniden yapılanma gereği, vergi yargı organlarının etkin ve hızlı çalışmaması ve vergi yasalarından kaynaklanan hususlar gibi vergi sisteminden kaynaklanan nedenler sayılıyor. Ama buradaki genel ifadeleri bir yana bıraktığımızda, somuta indirgediğimizde özellikle şu unsurların kayıt dışı ekonomiyi yaratan, yaşatan, geliştiren, teşvik eden unsurlar olduğunu görüyoruz. En başta Türkiye’de de yaşandığı gibi hızlı nüfus artışı, yine bunun kardeşi sayılabilecek bölgesel dengesizliklere bağlı iç göçler, yasa dışı göç hareketleri, işsizlik ve kayıt dışı istihdam ki burada bazı unsurların kayıt dışının hem sebebi hem sonucu olduğunu görüyorsunuz. Esasen bu bir sarmala götürüyor, burada işsizlik ve kayıt dışı istihdam kayıt dışı ekonominin sebepleri arasında sayıldığı gibi bir de sonuç yani dediğim gibi tam bir fasit daireye dönüşüyor. Yine taşeron sisteminin varlığı ve yaygınlaşması, esnek üretim, küreselleşme, enflasyon ve ekonomik krizler özellikle, kişi başına düşen düşük milli gelir, gelir dağılımında adaletsizlik, küçük işletme yaygınlığı vesaire. Şimdi, bir kısmını başta da söylemiştim geçmek istiyorum. Bunlar içinde bakıldığında da yine vergilerin yüksekliği, sık sık yapılan vergi afları, karmaşık vergi mevzuatı üzerinde kayıt dışı ekonomiyi teşvik eden unsurlar olarak ittifak edilen hususlar olarak karşımıza çıkıyor.

Bunlardan iki tanesini öne çıkartmak istiyorum; bunlardan birisi çokça da konuşuldu kurumsallaşma bağlamında da, kayıt dışının en temel sebeplerinden birisi olarak küçük işletme mülkiyetini ya da küçük işletmecinin yaygınlığı gösteriliyor. Türkiye’de en son yapılan genel sanayi ve işyerleri sayımı 2002 yılını taşıyor. 2002 yılı genel sanayi sayımına baktığınız zaman 1 ile 9 işçi istihdam eden işletme sayısının ki sayısı 1.788.000, toplam işletme sayısının % 96,27’si olduğunu, 10 ile 49 arasında işçi istihdam edenlerin de toplamı % 3,15’i oluşturduğunu görüyoruz. Bunların ikisini topladığınız zaman 1 ile 50 arasında işçi istihdam eden işletme büyüklüklerinin Türkiye’deki toplam işletme yapısının % 99,42’sini

66

oluşturduğunu görüyoruz, yani neredeyse % 100 diyeceğimiz bir yapı. Şimdi, aslında bu bana göre bundan sonrasını anlatmaya da gerek yok, fotoğrafın tamamını görüyor. Bu yapılar bu ölçek büyüklükleri içinde baktığımız zaman kayıt dışı ekonominin sebebi sayılacak her şey buralarda her şeyin olabilmesi için bunun zaten küçük işletme büyüklüğünün olduğunu görüyorsunuz. İşletmelerin kayıt dışında kayıtlı olmakla kayıt dışı olmak arasındaki en temel fark, izleyen bölümlerde de söyleyeceğiz, işletmenin yönetilebilme ya da yönetilemem sorununa dayanıyor. Eğer bir girişimci, bir müteşebbis işletmeyi bütün girdisiyle, çıktısıyla, finansal sonuçlarıyla, karıyla, zararıyla yönetebildiğini düşünüyorsa el defteriyle veya kafasından o işletme için kayıt dışı kalmak bir tercih olabiliyor. Ancak işletme ulaştığı büyüklük itibariyle artık kişilerin el defterlerinde ya da kişilerin aklında yönetilemez hale geldiği noktada da işletmeler kayda girmenin teşvik edici bir ya da gerekli bir şey olduğu kanısına kapılıyor ki yasaklar, cezalar gibi müeyyidelerden çok işletmelerin, her türlü ekonomik birimin bir kayıtlı olmaktan bir fayda mülahaza etmesi gerekiyor ki, kayıtlı olmanın önü açılabilsin. Bu hal altında % 99’dan fazlasının küçük işletme, KOBİ bile diyemiyorum, olduğu ya da mikro işletme olduğu bu ekonomide de zaten temel sorun olarak küçük işletme yaygınlığı karşımıza çıkar diye düşünüyorum.

İkinci olarak da, baktığımız zaman hemen hemen bütün analizlerde de bu kanaat paylaşılıyor ki Türkiye’de kayıt dışılığı yaratan iktisadi hareketlerin en başında ücretlerin vergi dışı bırakılabilmesi ve kaçak işçilik geliyor. Çünkü bu bir süre sonra şöyle bir zincire yol açıyor; kayıt dışı bırakılan işçilik ödemeleri kayıtlara girmeyen maliyet halini alıyor. Bu maliyet zorunlu olarak düşük satış bedellerine sebep oluyor, çünkü bir takım maliyetlerin başka türlü mas edilebilmesinin imkanı yok, naylon faturayı bir tarafa bırakarak söylüyorum. Bu ikisi birleştiği zaman gerçek dışı finansal tablolara, sonuç olarak gerçek dışı beyanlara sebep olduğu gibi yanı sıra gizlenen alışlar ve daha sonra karın özel tüketim harcamalarına dönüşmesinde özel tüketimlerin gizlenmesi ve yine aynı şekilde karın dağıtılmayarak işletmede kalan kısmının, tabii bu dağıtımların kayıt dışı olduğunu söylememe de gerek yok, gizlenen işletme sermayesine ve gizlenen özel servetlere dönüşmesi işte tapudan tutun, ev alımlarına, araba alımlarına aklınıza gelebilecek bin bir türlü komplikasyona sebep oluyor. Yani bir kere o taşı suya attığınız zaman, onun adı da kayıt dışı işçilik ise o taş o dalgayı büyüte büyüte dalgaları kıyıya kadar ulaştırıyor. Yani ilk hareket, ilk taş benim de paylaştığım bir yaklaşımla işçiliklerin kayıt dışı bırakılması ya da kaçak işçilikle karşımıza çıkıyor. Şimdi baktığınız zaman Türkiye’de bugün itibariyle hepimizin çok iyi bildiği gibi asgari ücretin işveren maliyeti 924 lira, bunun % 58’i çalışanın eline geçerken, bunda asgari geçim indirimini hesaba dahil etmedim uyaran olacaktır ben söyleyeyim, vergi ve sosyal güvenlik sistemine giden pay ise % 41,08. Dünyada gelişmiş ülkelerde ve geçiş ekonomilerinde böyle bir yapı ile karşılaşmak mümkün değil. hal böyle olunca mikro iktisat teorisindeki marjinal fayda devreye giriyor. Çalışanlarla işverenler arasında 100 lira, 150 lira gibi bu şartlar altında fazla ücreti net olarak verdiğiniz zaman 544 lira elde eden için ekstra 100 liranın, 150 liranın marjinal faydası üst gelir grubundakilerin birkaç bin lirayla elde edecekleri marjinal faydadan da çok fazla olduğu için iki taraf arasında gönüllü bir uzlaşma oluşuyor ve o da bahsettiğimiz bu sarmala yol açıyor ve dolayısıyla ben kaçak işçinin kayıt dışı sektörün dinamosu olduğunu, hareket motoru olduğunu düşünen tarafta yer alıyorum. Tabii böyle de bir fotoğraf çıkıyor karşımıza. İçinde bulunduğumuz Kemer’den Başbakanlığa kadar kaçak işçi çalıştırıldığına

67

dair haberleri basında herhalde haftada birkaç defa izlemek gibi bir yapı karşımıza çıkıyor. Yerli işçisi, yabancı işçisi, tarlada çalışanı, fabrikada çalışanı hiç fark etmiyor ve ciddi bir kaçak işçi yapısı karşımıza çıkıyor. Sonra kayıt dışının haritası çıkarılıyor bu ülkede, o haritaya baktığınız zaman da Türkiye’nin her yerinde kayıt dışı istihdam ile karşı karşıya kaldığını görüyorsunuz. Bu Marmara’da % 42,4 olarak ölçülmüş, Ege’de % 51,5 ama Türkiye ortalamasının da % 30 olduğunu görüyorsunuz. Enteresandır veya sadece tesadüftür, onu analiz edecek imkana sahip değilim, biraz sonra ifade edeceğim gibi kayıt dışı ekonomi büyüklüğü konusunda yapılan ampirik araştırmaların, tabii ki belli modellemeler çerçevesinde % 1 ile % 137 arasında çıkan bir rakamları var ama baktığınız zaman % 30’lara, % 35’lere oturduğunu görüyorsunuz ortaya çıkan yapının. Dolayısıyla kayıt dışı istihdamın % 30 olması ile kayıt dışının, yani gayrisafi milli hasılaya oranı olarak ifade edilen değerin de % 30-35’lerde olması esasen birbiriyle örtüşüyor ve birbirini destekliyor gibi görünüyor. Dediğim gibi sadece bir görüntü olarak söylüyorum.

Baktığınız zaman dünyada kayıt dışı ekonominin hemen her ülkede olduğunu görüyorsunuz ki bu günlük hayatta bilinen temel bir yanlışı düzletmek fırsatı da veriyor bize. Neden? Çünkü kayıt dışı ekonominin sadece az gelişmişlere özgü olduğu, hatta kayıt dışının Avrupa’nın Doğu’sundaki ülkelere has olduğu gibi bir algı zaman zaman toplumda olduğunu görüyoruz. İşin esası öyle değil, yani dünyada gelişmiş ülkelerde de, gelişmekte olan ülkelerde de, OECD ülkelerinde de hemen hemen tamamında çeşitli büyüklüklerde, farklı büyüklüklerde de olsa kayıt dışı ekonominin yer bulduğunu görüyoruz. Baktığımız zaman bu da % 8’den % 20-25’lere kadar, gelişmiş ülkelerdeki ortalaması % 15, gelişmekte olan ülkelerde % 30 olduğunu görüyoruz. Bu kaynak da 2000 yılı çalışması itibariyle. Yine bir başka çalışma Friedrich Schneider’in bir çalışmasında ki konusunda en önemli referanslardan biri kabul ediliyor; gelişmekte olan ülkelerde % 41, gelişmiş ülkelerde % 38, OECD ülkelerinde % 18 ve Türkiye’de de % 32’lik bir kayıt dışı ekonomik büyüklük ölçülüyor. Başta da söylediğimiz gibi bu gayrisafi milli hasıla hesaplarına girmeyen gelirin yasal olarak oluşmuş, gayrisafi milli hasılaya oranı ile bulunan değerler olarak okumak gerekiyor. Yine Schneider’in çalışmasına baktığımız zaman bu da OECD ülkelerindeki kayıt dışı ekonomik büyüklükleridir, bu çalışmada Türkiye OECD üyesi ülkeler içinde en azından 2000 yılında yapılan bir çalışma, kendisinden sonra en yüksek olan Yunanistan’ın da üzerinde yer buluyor. Bu çalışma 110 ülke için yapılmıştır, 110 ülkenin tamamı da tek tek bu rakamlar dile getiriliyor. Baktığımız zaman Türkiye de biraz önce söylediğim gibi % 1’den % 137,80’e kadar ölçülen, hakikaten 1 ile 137 yan yana gelmesi düşünülemeyeceğine göre bazılarını elemine etmek, ıskonto etmek gerek. Onu yaptığımız zaman da ağırlıklı olarak % 30-35 oranlarında bir kayıt dışı ekonomiyle karşı karşıya kalıyoruz.

Peki, bu kayıt dışı ekonomi var da bir faydası da var mı diye baktığımız zaman; markı ekonomi yönünden kimi faydalar görülüyor. Özetler halinde geçeceğim kusura bakmayın. Bir kere kayıt dışında faaliyet gösteren işletmelerin varlığı bunların rekabet gücünü arttırıyor ve daha doğrusu toplumda rekabeti arttırıyor bir yaklaşıma göre, mal ve hizmetlerin fiyatları düşüyor ya da eme yoğun sermaye işletmeler ancak kayıt dışı ekonomide kaldıkları takdirde sermaye yoğun işletmeler ile rekabet edebilir hale geliyorlar. Yine ikinci bir iddia edilen fayda kayıt dışı ekonomik faaliyetler ekonomiye dinamizm kazandırıyor ve sermaye temerküzü ile büyümeyi hızlandırıyor. Bu kısmen doğru olabilir, Türkiye’nin büyüme

68

modeline baktığınız zaman da bunun kayıtlı, hesap verebilir, işte kayıtlarının da doğru olduğunu varsaydığımız kimi işletmelerin geçmişinde, olgunlaşma dönemlerinde ya da orta ölçekli işletme oldukları döneme kadar kayıt dışı ekonomik faaliyetler içinde yer aldıkları zaman zaman kendileri tarafından da ifade ediliyor. Ben bunlardan birini hatırlıyorum, bir eski Sayın Bakan, ben de işte bu hale gelmeden önce kayıt dışı faaliyet yapardım, fatura kesmezdim demiş idi. Örnekleri siz de zaten çokça bulursanız. Ama burada önemli olan şey şu; vergi sosyal güvenlik ödemelerinin bir otofinansman aracına dönmesi söz konusu. Bunun da ekonomiyi bir ölçüde büyüttüğünü iddia eden araştırmalar, yaklaşımlar var. Yine aynı bağlamda bir ekonomide önemli olan gelir yaratmaktır, bu gelirin kayıtlı ya da kayıt dışı olduğu da o kadar önemli değildir hareket saiki ile bazı kimseler de kayıt dışı ekonomik faaliyetler ekonomik canlılık yaratır diyor. Örneğin Almanya için yapılan bir çalışmada, Almanya ve Avusturya için sistem dışında, kayıt dışında elde edilse de son tahlilde bu gelirler kayıtlı sistem içinde harcanıyor, bu da toplam talebi artırmak suretiyle ekonomide bir canlılık yaratıyor diyor. Ve Almanya’da da bu şekilde elde dilen gelirlerin % 66’lık kısmının sistemin içine enjekte edildiği gibi bir araştırmaya rastlıyoruz çalışmamız sırasında. Yine kayıt dışı faaliyetlerin istihdamı arttırdığı ki hepinizin bildiği en temel argümanlardan birisidir kayıt dışı faaliyete methiye düzülürken bu özelliği öne çıkartılır. Bakıldığında gelişmekte olan ekonomilerde şehirlere gelmiş işgücünün, yani tarımdaki işsiz ya da gizli işsizler hariç olarak söylüyorum, % 20 ile 70’inin ki ortalama % 50’sinin kayıt dışı işlerde ve işletmelerde çalıştığını görüyoruz. Bu iyi midir, kötü müdür buna sosyolojik bir değer yargısı katarak söylemiyorum. Yani böyle bir şeyin varlığı bir yandan da çarpık kentleşmeyi besler. O gelen iş bulamayacağını bilse gelmez de denebilir. Bunu o sarmalın olmaması için de bir faktördür de denebilir ama sonuçta bir istihdam açısından iktisadi realite ortalama % 50’lik bir kişi, bir demografik grup, bir nüfus grubu kayıt dışı işlerde çalışıyor. Enteresandır, kayıt dışına karşı uzun yıllar, özetle kaçak işçiye karşı Uluslararası Çalışma Örgütünün çok sayıda raporu, çok sayıda saldırısı, tacizi var iken son üç-beş yılda özellikle bu global ekonomik krizle birlikte artık Uluslararası Çalışma Örgütünde özellikle gelişmekte olan ülkeler için; “bunların kalkınma politikalarında kayıt dışı girişimcilik önemlidir” gibi zeytin dalları ya da barış çubukları görülüyor. Ben aslında anlamlandıramadım bunu, makaleyi bütünü itibariyle de anlamlandıramadım ama bu yavaş yavaş bu işin bazı ülkeler için en azından bir realite olarak kabul edildiği, bu realite içinde nasıl yaşarızı tartıştıklarını gösteriyor bana göre. Yine Dünya Bankası da geçici de olsa kayıt dışı ekonomi ile yoksulluk sorununa çözüm bulunacağını düşünmeye başladı. Yani dünün kötü çocuğu kayıt dışı ekonomi en azında bazı önemli yerlerde artık giderek kutsanır gibi bir hal almaya başladı. Bu kayıt dışı ile mücadeledeki uluslararası pozisyonunu değiştirir mi yoksa biraz önce yukarıda söylediğiniz küreselleşme ve esnek üretim için bir altyapı çabası mıdır Batılı ülkelerde kayıt dışı istihdam olmayabilir ama Doğu’ya doğru gidildikçe kayıt dışı istihdam olabilir, bu da kötü bir şey değildir, bu da işte kalkınma sorununu giderir ya da yoksulluk sorununu ortadan kaldırır gibi globalizmin düşük emek maliyeti ve düşük ürün maliyeti biçimindeki beklentisine yol yapıyor onun takdirini sizlere bırakıyorum.

Baktığımız zaman yine fayda mülahaza edilen şeylerden birisi de kayıt dışı ekonomide faaliyet gösteren işletmelerin düşük üretim maliyetlerinin giderek kayıt içinde olan sistemde olan firmalara da düşük ürün ve hizmet maliyeti olarak döndüğü biçimindeki yaklaşımdır. Bu

69

da faydalı olarak değerlendirilir. Yine bir takım şeyler var ki ben buna şiddetle katılıyorum, kayıtlı işletmelerde verimsiz olduğundan yapılmayan kimi faaliyetler, kayıt dışı birimler veya kişiler veya işletmeler tarafından yapılır, bu yolla reel üretime katkı sağlanır. Bunun en bildik örneği atık bertaraf ya da atıkların yeniden üretime döndürülmesi biçiminde teknik olarak ifade edilen atık toplayıcılarıdır. Bunun Türkiye’de en azından o çöplerden akşam, gecenin o vakti bir işletme organizasyonu içinde, bir işletme disiplini içinde yapılmasını doğrusu benim aklım almıyor. Birileri yapacak, bu birilerinin de kayıt altına alınması da çok da önemli bir zaruret değil. İşte bu türden kayıt dışı faaliyetin varlığı o atığın ekonomiye döndürülmesini, dolayısıyla hammadde ihtiyacının azaltılmasını, azalan hammadde ihtiyacının hammadde fiyatının azalmasını sağlayacağı o zinciri artık anlıyorsunuz böyle de bir fayda mülahaza ediliyor.

Yine son olarak da, özellikle kriz dönemlerinde, Türkiye’nin 2001’de yaşadığı kriz döneminde olduğu gibi; hatırlayın Arjantin ile Türkiye mukayesesini. Deniyor ki, kayıt dışı ekonomi bir otomatik dengeleyicidir, otomatik stabilizatördür, supap işlemi görür, bir takım toplumda sosyal ve ekonomik dengesizlikleri ve sonuç olarak da sosyal patlamaları engeller gibi bir yaklaşım söz konusudur. Bunlar en azından literatürde kayıt dışı ekonomiye düzülen övgü setinin makro ekonomi ile ilgili olanları. Bir de bunun kişiler yönünden bir tanecik, yegane sonucu vardır ki, kişilere istihdam imkanı ve gelir imkanı yaratır kayıt dışı ekonomik faaliyetler biraz önce anlattıklarımızın doğru olduğu varsayımı ile söylüyorum. Hal böyle olunca kişilerin gelir elde etmesi geçimlik de olsa, temel ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde de olsa ve artık devletin ya da yakınlarının veya sosyal kurumların bunlara muhtaç olmanın derecesinin azalması gibi bir sonuç vermesi, gelir dağılımında da işsizliğe göre nispi olarak da olsa belli bir iyileşme sağlaması gibi geride bireyler yönünde fayda atfedilir kayıt dışı ekonomiye.

Peki, bu kayıt dışı ekono0mi hakikaten böyle faydalı bir şeyse kayıt dışı ekonominin kayıt içine alınması çabalarını bir yana bırakın kayıtlı olanların da kayıt dışına çıkarılmasını teşvik etmek gibi bir sonuç çıkabilir bu fayda setinden. İşin esası tabii ki öyle değil. Yine kayıt dışı ekonomik faaliyetlerin bu geçici faydalarına, bu parsiyel faydalarına karşın bir takım kalıcı etkiler, kalıcı hasarlar, kalıcı maliyetler yarattığı dile getirilmektedir. Bir kere en temel özelliği en başta ifade ettiğimiz gibi; artık elimizde doğru bir gayrisafi milli hasıla yoksa, yetmiyor bunun yanı sıra üretim istatistiklerinden dış ticaret istatistiklerine, gümrük istatistiklerine, vergi istatistiklerine, sosyal güvenlik istatistiklerine kadar elinizdeki veri seti, elinizdeki ekonomik göstergeler artık hatalı ise, eksiklikle malul ise bunlara dayanılarak olarak oluşturulan sosyal ve ekonomik politikaların da başarı şansı kalmıyor. Teşhis yanlış olduğu zaman tedavi de yanlış oluyor. Elinizde hastalığı gösteren semptomlar, arazlar yeterince önünüze gelemiyorsa, bir doktor olarak onları yeterince doğru teşhis edemiyorsanız doğru tedavi öneremiyorsunuz, doğru tedavi öneremediğiniz zaman doğru tedavi de gerçekleşmiyor. Dolayısıyla bütün bunların sonucu olarak da ekonomide bir miktar yapboz tahtasına dönen politikalarla, uygulamalarla karşılaşıyoruz. Bunu da tabii bir uygulamam maliyetleri, bir de o uygulamanın hayata geçememesinden kaynaklanan hasar maliyetleri var. Bunlar kayıt dışı ekonominin dolaylı da olsa maliyeti olarak karşınıza çıkıyor.

70

Yine en temel özelliklerden biri hepimizin bildiği gibi kayıt dışı ekonomi vergilerin azalmasına sebep oluyor. Tabii bunun azalmasına sebep olması sonuçta bir maliyet mi derseniz bana göre esas maliyeti bu vergi son tahlilde yine alınmak istendiğinde, kümestekilerden bir, iki, üç yolunabildiği kadar tüy yolunmak yoluna gidiliyor. Dolayısıyla sistem içinde kalan firmaların da vergi yükünün görece yüksekliğine sebep oluyor. Göreceden kastım şudur; kayıt dışına göre değil, kayıt dışında sıfır olduğunu varsayıyoruz zaten. Bir takım ampirik araştırmalar şunu söylüyor, eğer biraz önce verdiğim % 30’ları vesaireleri düşürdüğünüz takdirde bunlar sistem içine alınabilse ver vergilendirilebilir kazançlar üzerinden de vergi alınsa bu hedef vergi gelirini oluşturmak için hali hazırdaki kayıtlı vergi mükelleflerinin vergi yükünün % 10 oranında düşürülebileceğini dair tahminlerle karşılaşıyoruz. Bunun anlamı da şu; % 20 vergi ödüyorsanız % 10 oranında düştüğünüz zaman esasen % 18 vergi ödenecek yerde % 20 vergi ödemek gibi bir yükle karşı karşıya kalıyor sistem içindeki mükellefler.

Yine en temel makro ekonomik maliyetlerinden birisi kayıt dışı ekonomik faaliyetler haksız rekabete sebep oluyor. Haksız rekabet deyip de bunu ekonomik bir değişkenle ifade etmek garip gelebilir, sonuçta işletme bazında düşünürsek mikro olması gerekir bu sonucun ama aksak rekabetin ya da tam rekabetin olmadığı piyasaların en önemli sonucu da verimsizlik ve ölçek ekonomisinden uzaklaşma. Bunların her ikisi gerçekleştiğinde de bunun bir makro ekonomik sonuç olduğu da açıkça ortaya çıkıyor. Yine bir diğer önemli maliyeti ya da mahsuru ya da zararı kayıt dışı ekonomik faaliyetler sosyal güvenlik sistemini ve iş gücü piyasasını bozucu etkiler yapıyorlar. Öncelikle sosyal güvenlik sistemi açısından tıpkı vergi sisteminde olduğu gibi aktüel dengeler bozuluyor, tıpkı vergide olduğu gibi bunlar kayıtlı işletmelere ilave yükler ile giderilmek yoluna gidiyor. Yine iş gücü piyasasını bozuyor çünkü iş gücünde işçinin mobilitesinin net ücret üzerinden hareketlendiği için çalışanın vergi ve sosyal güvenlik primlerini tam olarak ödeme eğiliminde olan, yani tamamıyla, yüzde yüzüyle kayıtlı olan bir işletme ile kısmen ya da tamamen kayıt dışı olan bir işletme arasında emek gelirinin net hedeflendiği noktalarda işçinin mobilitesini kayıtlı işletmeden kayıt dışı işletmeye doğru ya da kayıtlı fakat düşük ücretle vergilendiren işletmeye doğru aktardığını araştırmacılar söylüyor, ben de şahsen 25 yıllık meslek dönemimden bunun çokça örnekleriyle karşı karşıya kaldığımı söyleyebilirim.

Yine en önemli ihtiyaçlardan birisi ki bunun altını özellikle çizmek istiyorum; kayıt dışı işletmeler finans kesimi ile bu melek yatırımcıdan bankaya, finansal kiralama şirketinden faktöringe, bütün finansal kurumlar itibariyle söylüyorum, finans kesimi ile ancak sınırlı ilişkiler kurabiliyor, kredi kullanamıyor ya da sınırlı ya da yetersiz düzeyde kullanıyor. Bunun sebebini hepimiz biliyoruz, sonuçta sizin sunduğunuz finansal tablolar ya yok ya da varsa da işletmenin gerçek aktif ve pasifini ya da gerçek performansını göstermekten ı-uzak birkaç defa ıskonto edilmiş, birkaç defa küçültülmüş finansal tablolar olduğu zaman burada bir parantez açmak lazım tabii Türkiye’de ne yazık ki bir takım bankalar ikinci bilançoya da itibar ediyor, ikinci bilançoya göre de işlem yapabiliyor, benim kast ettiğim böyle yapılmadığı varsayımındadır. Bu durumda işletmenin yasal kayıtlarından, resmi kayıtlarında üretilen finansal tablolarla kredi alabilmek, kredi verilmesi için gerekli rasyoları tutturmak, karlılığı tutturmak mümkün olmadığı için bunlar finans kesiminden uzak duruyorlar. Bir örnek vermek lazım; 1996 yılı itibariyle yapılmış bir araştırmada Laleli bölgesindeki tüm ticaretin yüzde

71

yüzünün kayıt dışı olduğu sonucuna varılıyor, 99 vesaire değil yüzde yüzünün kayıt dışı olduğu sonucuna varılıyor. Yine o araştırmada Laleli bölgesindeki esnafların hiç birisinin banka sistemiyle çalışmadığı da ortaya çıkıyor. Çünkü bankalara sunacak en küçük bir finansal tablo olmadığını kendileri, bölge işletmecileri ifade ediyorlar. Bu şundan önemli dedim, altını çizmek gerekir dedim; benim anlayışıma göre çoğu, özellikle kamu kurumlarının raporlarına hakim olan prensipten farklı olarak ben kayıt dışı ekonominin ceberut idare anlayışıyla çözüleceğine inananlardan değilim. Bir söz vardır, işte, “Tilki nice yol bilirse avcı onca hal bilir!”diye. Sonuçta, kurtulma ya da saklanma maliyetlerini arttırmaktan başka bir sonuca varmaz, sadece polisiye tedbirler, sadece ceza, sadece müeyyide uygulanması. Bunun yanı sıra kayıt dışı işletmelerin önüne bir hedef konması ve bu hedefe göre kayıt dışı işletmelerin bir maliyet fayda analizi yapması ve bu maliyet fayda analizinden sonrada kayıt dışında kalmamanın kendisi için yararlı olacağına inanan işletmelerin de kayıt dışına tedricen transfer etmeleri, kendilerini tedricen transfer etmeleri kanaatindeyim. Dolayısıyla finansal kaynaklara erişim, finans sistemine erişim belki de bu teşvik malzemesinin, bu özendirme mekanizmasının en önemli araçlarından birisi olacak ve finansal kesime, kayıt dışı ekonomik birimlerin erişiminin veya kısmen kayıt dışı faaliyette bulunan işletmelerin erişimini sağlayacak mekanizmanın Türkiye’de oluşturulmasının kayıt dışı ekonomiye karşı alınabilecek önlemler manzumesinin en başında yer alacağını düşünenlerden olduğumu ifade etmek isterim. Bu tablonun özelliği şudur; daha önceki tablolarla yan yana getirince görülmektedir ki, kayıt dışı ekonominin yüksek olduğu yerlerde KOBİ’lerin finansmana erişim imkanları küçüktür, kayıt dışı ekonomik düşük olduğu yerlerde de KOBİ’lerin finansal piyasalara erişim imkanı daha yüksektir yani ikisi arasında negatif bir ilişki söz konusudur, bu iki tablonun bize anlattığına göre.

OTURUM BAŞKANI _

Sayın Tanrıverdi, toparlayabilir misiniz?

DR. SEZAİ TANRIVERDİ _

Toparlarım da burada toplayamam! Böylece bir son söz ile veda edeyim ben!

Şimdi efendim, son sözü söyleyeyim o zaman; birtakım zararlardan, faydalardan söz ettik Peki, ne olacak? Yani polisiye tedbirlerle, vergi cezalarının arttırılmasıyla, vergi denetimlerinin sıklaştırılmasıyla, yol denetimleriyle, gece yoklamalarıyla, perakende satış fişi kontrolleriyle kayıt dışı ekonomi azalabilecek mi? Önce ben sorudan önce bir açıklama yapayım; kayıt dışı ekonominin bunlarla sınırlı olmadığını anlatmaya çalıştım zaten, konsept olarak farklı bir şeyden söz etmeye çalıştım ama en azından Türkiye algısı böyle olduğu için soruyu buradan tekrar sorayım; normal şartlar altında kısa vadede faydalı bir şey gibi algılanan kayıt dışı ekonomik faaliyetler ve bu bağlamda kayıt dışı istihdam esasen orta ve uzun vadede yarattığı etkiler sebebiyle ekonomide maliyetlere, olumsuzluklara sebep olan bir paradokstur, faydalı gibi görünen bir haşeredir. Ama bunun da ortadan kaldırılmasının imkanı yoktur ya da belediyelerin yaptığı gibi larva mücadelesi olmaz onun, bir yıl yapmadığınızda yazlık evlerinizden ya da İzmir’de bilenler bilir, ikinci yıl aynı varlıkların çokça etrafınızda olduğunu görürsünüz.

Esasen söylemeye çalıştığım gibi ekonomide, sosyal hayatta da öyledir ama ekonomide bu özellikle böyledir. Bütün ekonomik hareketler fayda maliyet analizi üzerine

72

gider, bireyler olsun işletmeler olsun bir işe girişmeden önce veya o işi yaparken faydasını bir tarafa zararı bir tarafa koyarlar, yani bildik anlamda bir bakkal hesabı yaparlar, altına çizgiyi çekerler, kar mı zarar mı diye bakarlar. Böyle olunca kayıt dışı işletmelerin kayıt dışı olmakla elde edecekleri fayda (-) maliyet tutarından daha fazla bir fayda (-) maliyet tutarını yani net kalıntıyı eğer kayıtlı olmak durumunda elde edebileceklerini umabiliyorlarsa ya da bunu böyle hesaplayabiliyorlarsa kayıtlı olmayı seçecekleri kanaatindeyim.

Dediğim gibi bugüne kadar yapılan her şey fayda değişkeni üzerinde bir şey yapmak yolunda değil de daha çok düzenleme, takip, denetim gibi maliyet değişkenini arttırmak üzerine konuldu. Ama o da sadece yakalanma maliyetlerini arttırdı veya yakalanmak için yapılan organizasyonların türünü, çeşidini değiştirdi ve dolayısıyla kamu otoritesi, bugüne kadar, özellikle 1990’lardan beri oluşturulan politikalardan en azından bana göre, benim anlayışıma göre fayda sağlayamadı, beklentilerini karşılayamadı. Dolayısıyla ortada bir maliyet var, “ya, bir gün yakalanırsak şunu öderiz, kim öle, kim kala” gibi bir maliyet var, o, “daldaki kuş”. Bir de kısa vadede vergiden tasarruf etmek, sosyal güvenlik priminden tasarruf etmek gibi “eldeki kuş” var. Mükellefler de veya düzelteyim ifadeyi işletmeler de, girişimciler de eldeki kuşu, daldaki kuşlara tercih etmek yoluna gittiklerinden kısa vadede faydalı olanı yapıp uzun vadede fayda sağlayacak, verimliliği arttıracak, daha kolay finansman bulmak imkanını verecek kayıtlılığı tercih etmemek yoluna gidiyorlar. Buna karşı eğer verimlilik artışı, kurumsallaşma, teşviklere ve finansmana kolay erişim gibi politikalar hayata geçirilebilirse ve bunların da çokça yapıldığı gibi hedefi orta üzeri işletmeler olmazsa ki, zaten bu işletmeler kayıt içinde, hedef kitlenin bunlar olmaması lazım, bunların mikro veya mikro üzeri küçük işletmeler olması durumunda kayıt dışı ekonomiyle mücadele konusunda yolun sonuna gelinmeyeceğini, belki yaralanmayacağını ama bugüne göre daha etkili, daha efektif, daha rasyonel politikalar uygulamış olacağını düşünüyorum.

Sabrınız için teşekkür ederim.

OTURUM BAŞKANI _

Sayın Tanrıverdi’ye teşekkür ediyoruz.

Sayın Tanrıverdi, son konuşmacı olmanın avantajını çok iyi kullandı, aslında bir dezavantaj olmadığını da gördük. Aslında kayıt dışı ekonominin çok fazla tarifi olabileceğini ama bunlardan en doğrusunun, en uygun olanının, “gayrisafi milli hasıla hesaplamasında dikkate alınamayan mal ve hizmetlerin parasal toplamıdır” şeklinde bir değerlendirme yaptı. Mutlaka, kayıt dışı ekonominin çeşitli nedenleri vardır, bunların başında yapısal nedenler, vergi sisteminden kaynaklanan nedenler, hızla nüfus artışı, iç göçler, kaçak göçmenler, taşeronluk sistemi, esnek çalışma, sık sık yapılan vergi afları veya yüksek vergilenmenin de kayıt dışıyı doğuran etkenler olduğunu söyledi. Bir de ülkemizde küçük işletmelerin çokluğu, yaklaşık 1.858.000 işletmenin % 96’sının küçük işletme, 1 ile 9 kişi arasında istihdam yapılan işletmeler olduğunu, bundan dolayı da kayıt dışılığın normalinden daha fazla olduğunu. Sonuçları olarak da, gerçek dışı finansal tabloların ortaya çıkmasını, gerçek dışı beyanların oluşmasını, kayıtlara girmeyen maliyetlerden dolayı düşük ciroların doğmasına neden olduğunu ama kayıt dışılığın da hemen hemen tüm ülkeler olduğunu, ancak az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde oranının daha yüksek olduğunu, makro ekonomi açısından kayıt dışılık ekonomiye dinamizm kazandırabilir dedi, çeşitli görüşlere dedi. Ekonomik hareketlerin kayıt dışı yapılmasından dolayı vergi doğurmadığından vergi oto-finansman aracı olarak kullanılabilir dedi. Yine, istihdamda maliyetlerin düşük olmasından dolayı kayıt dışılıkla, istihdamı arttırıcı bir etkisinin de olabileceğini söyledi. Yine, kayıt dışılık, ekonomik göstergeleri hatalı olarak yansıtmasından dolayı ekonomik politikaların da hatalı olarak gündeme gelmesine neden olacaktır dedi. Yine, toplanan vergilerin düşük olması, bir taraftan

73

da vergi yükü üzerinde olan insanlarda ciddi oranlarda vergilerde yüksek oranların uygulanmasına neden olur dedi. Diğer taraftan sosyal güvenlik ve işgücü piyasalarında bozucu bir etkisi vardır dedi. Ama şu bir gerçek ki, ülkemizde de bundan 10 gün önce TÜİK’in yayınlamış olduğu istihdam verilerinde 24.000.000 çalışandan 10.500.000’unun kayıt dışı çalıştığı devletin resmi kurumu tarafından deklere edilmiş oldu. Buna rağmen de kayıt dışılık konusunda çok ciddi bir siyasi irade de ne yazık ki, ortaya çıkmıyor. Elbette ki, bir siyasi irade meselesidir de, aynı zamanda kayıt dışıyla mücadele etmek. Bu irade ortaya çıkmadığından ne yazık ki, kayıt dışı çalışanlar veya devlet bazı kesimleri “merdiven altı üretimlerde”, bazı ekonomik faaliyetler noktasında önünü de açmasından dolayı kayıt dışı, ülkemizde de % 35’lerin üzerinde olduğunu devlet kurumları bile kabul ediyor.

Değerli katılımcılar, Oturumumuzun sonuna gelmiş bulunmaktayız, isterseniz bir 5, 10 dakika soru veya cevap veya katkılar noktasında sizlere söz verelim. Evet, mikrofon geliyor, Hocam, sizden mi başlayalım, madem mikrofon orada, buyurun,

PROF. DR. NEJAT BOZKURT _ MARMARA ÜNİVERSİTESİ _

Teşekkür ederim efendim.

Sayın Tanrıverdi’nin konuşmasıyla, bu kayıt dışılıkta belki bir konuyu daha gündeme getirmemiz gerekiyor. Yani bir zararını daha gündeme getirmemiz gerekiyor, 10-15 yıllık, belki de 20 yıla yakın uygulamada gördüğümde ben şu noktaya gelmiş vaziyetteyim; bir kere zaten tümüyle kayıt dışı olanlarla derdimiz, onlara bir şey yapmayalım diyoruz, bir kenara koyuyor, kayıt altındayken kayıt dışılık yapanlar daha çok bizim sorunumuz. Ben şunu görüyorum, gördüm, bilmiyorum katılır mısınız, ilkin onu şey yapacağım. İlk anlarda kayıt dışılık yani işte bir şeyleri faturasız almak, bir şeyleri faturasız satmak, kısmı az ücretle çalıştırmak, açıktan çalıştırmak artı değer getiriyor ama 4’üncü, 5’inci senesinde bir firma vardıktan sonra bu “eksiye” dönüyor ve zarar vermeye başlıyor, firmaya zarar vermeye başlıyor, ekonomiyi konuşmuyorum. Saydığımız şeylerin içinde çok daha önemli bir şey var bana göre; kayıt altındayken kayıt dışısı olan orta büyüklükte bir firmanın patronu, kontrolünü kaybediyor, firmasına hakim olamamaya başlıyor. Şimdi bizler bu tip işletmelere çeşitli şekillerde baskı yapmak zorundayız işte, normal % 100’e dönmeleri için, bunları anlatmamız gerekiyor. Anlatacağımız en önemli unsurlardan biri de bu. Bu kayıt dışısı olan bir firmanın sahibi, deposuna hakim olamamaya başlıyor, cari hesaplarına hakim olamamaya başlıyor, işte, bordrosuz çalışan çalıştırıyor, kaç kişi çalıştırdığını bilmiyor, o gün acaba kayıtlara girip bir şeyler ödedik denildiğin de gerçekten çalışıyor mu çalışmıyor mu bunu bilmiyor. Ben çok işveren şu şikayetle gelmiştir bana, çok demeyeyim de hadi, bir kısım diyelim; işte, “bir yerlerden fatura aldım, kayıtlardan bunu da ödemek durumundayız, ödedik, turnike yaptırdık, para açığa çıktı, geldi benim muhasebe müdürüm veya mali işler müdürünün önüne kondu, ondan sonra o vatandaşın o parayı ne yaptığını takip edemiyorum” diyor çünkü para açığa çıktı. 20.000 lira geliyor, 20.000 liranın 15.000 lirası firmaya kullanılıyor, 5.000 lirası cebe gidiyor. Bu tip, ciddi biçimlerde belli bir zaman sonrasında komplikasyonlar başlıyor. Bu yönden işin bu açıkla girip ve çok firma da biliyorum, “yeter artık” deyip, “artık ben % 100 çalışmak istiyorum” diyen de orta büyüklükte, KOBİ büyüklüğünde birçok işletmede var. gösterebilirsek bu açığı kapatırız, denetim ve kontrol açısından da giderek mutlu bir pozisyona gelebiliriz.

Soru mu oldu, katkı mı oldu Başkanım bu bilmiyorum ama konuştuk,

OTURUM BAŞKANI _

Teşekkür ederiz.

74

DR. SEZAİ TANRIVERDİ _

Hocam katkı oldu çünkü ben Sayın Başkan’dan gelen istek üzerine bunu anlatamadım, benim yerime siz anlatmış oldunuz, slaytımda da vardı, çok teşekkür ederim.

Böylece 1 dakika daha çalmış olduk süreden.

OTURUM BAŞKANI _

Buyurun,

KATILIMCI _

İki tane sorum olacak; Orhan Hocama şunu sormak istiyorum hem de bilgilenme açısından; Uluslararası Denetim Standartlarına göre şöyle bir eleştiri geliyor, Ticaret Kanunundaki faaliyet raporlarının denetimi, Uluslararası Denetim Standartlarının çerçevesinin dışında denetçiye çok fazla sorumluluklar yüklediği ile ilgili. Bununla ilgili görüşlerinizi almak istiyorum.

Bir de Sezai Bey’e soru sormak istiyorum; kayıt dışı ekonominin faydaları firmalar açısından algıladım ben ancak maliyetler makro ekonomik yönden. Size şunu sormak istiyorum; çözüm olarak KOBİ’lerin finansal piyasalardan almış olduğu payın yükseltilmesi veya sermaye piyasasının daha geniş bir tabana yayılması en etkin çözüm olarak düşünülebilir mi?

ORHAN ÇELİK _

Diğer soruları da alırız diye düşünmüştüm ama isterseniz ben bu soruya cevap vereyim.

Şimdi faaliyet raporlarının dizayn edilmesi ve faaliyet raporlarının denetlenmesi gerçekten, önemli bir husus. Şundan dolayı önemli bir husus; özellikle sermaye piyasasında işlem gören hisse senetleri, sermaye piyasasında işlem gören şirketler bakımından faaliyet raporları yatırımcının, küçük yatırımcıların ve kurumsal yatırımcıların karar vermelerinde kullandıkları önemli bir belge. Hatta bu faaliyet raporunun içerisinde ne olması gerektiği, nasıl olması gerektiği konusu da Sermaye Piyasası Kurulları tarafından düzenleniyor. Tabii, bunların içerisinde finansal bilgiler var, finansal olmayan bilgiler var. Şimdi finansal bilgiler kısmı, muhasebe bilgileri, muhasebe departmanlarını ilgilendiren, finansal olmayan bilgiler, kimi ilgilendiriyor? Dolayısıyla muhasebe departmanlarını ilgilendiriyor, dolayısıyla bu da dolaylı olarak muhasebe bilgi sistemi içerisinde değerlendiriliyor bu finansal olmayan bilgiler de. İşte, onun için Amerika Birleşik Devletleri Sermaye Piyasası Kurulu, işte faaliyet raporlarının dizayn edilmesini istiyor, işte internet sayfasında yayınlanmasını istiyor, Avrupa Birliği bununla ilgili düzenlemeler yapıyor.

Şimdi muhasebe standartları, belki bu söylemek istediğimi biraz daha açmam gerekiyor; muhasebe standartlarında gelecekte olmasını beklediğimiz şey budur, şuanda böyledir demiyoruz, şuanda bir muhasebe standartları, muhasebe bilgileriyle ilgili olan finansal olmayan bilgileri düzenliyor. Sanki gidiş yavaş yavaş faaliyet raporunun içerisinde yer alan bilgilerin denetlenmesi gerektiğini içerecek şekildeymiş gibi algılıyoruz, biraz takip eden birisi olarak bunu söyleyebilirim. Bunun da sebebi, Uluslararası Muhasebe Standartlarıyla Amerikan sisteminin harmonize olma çalışmasıdır yani Amerika Birleşik Devletlerindeki sermaye piyasaları, Amerikan pazarı, Uluslararası Muhasebe Standartlarını kendi pazarlarında uygulayabilmek için bu tür müdahalelerde bulunuyorlar, bu tür genişletici

75

taleplerde bulunuyorlar. Bu tabii, adı konulmuş bir şey değildir, bu deklere edilmiş bir şey değildir. Uluslararası Muhasebe Standartları Kuruluyla Amerika Muhasebe Standartları Kurulunun yaptıkları, mutabakat zaptında yer almaz bu ama bunun böyle olduğunu herkes bilir. Çünkü muhasebe standartlarının geçişi ve muhasebe standartlarının geçirdiği “evrim”, tırnak içinde evrim, bunun böyle olduğunu bize gösteriyor.

Şimdi bunlar nasıl denetlenecek? Bunlar denetlensin mi denetlenmesin mi? Tabii ki, denetlensin ama bunların denetlenmesi, özellikle finansal olmayan bilgilerin denetlenmesi, özellikle geleceğe yönelik bilgilerin denetlenmesi, işletmenin muhasebe bilgileri geçmişe yöneliktir, geçmişin kaydının sonuçlarıdır ama geleceğe yönelik birtakım projeksiyonlar var, bunların denetlenmesi problem. İşte Uluslararası Denetim Standartları bunlarla ilgili birtakım primitif şeyler içeriyor yavaş yavaş yani yeni yeni bu alanlara giriyor diyebilirim, çok uzmanlık alanım değil ama. Bu denetimin nasıl yapılacağı, kim tarafından yapılacağı ve muhasebe bilgileriyle nasıl eşleştirileceği konusu sadece bizde değil diğer pazarlarda da tartışmalı. Ha, Ticaret Kanunu, bunun dışında denetçiye ek sorumluluklar yüklüyor olması ayrı bir tartışma konusu yani muhasebe standardı ve faaliyet raporlarının içeriğiyle doğrudan ilişkili olduğunu düşünmemekteyim bu bakımdan. Çok teşekkürler.

DR. SEZAİ TANRIVERDİ _

Sayın Başkanım, ben soruya değil de herhalde bir teyide muhatap oldum değil mi? Katılıyorum, yani fayda ya da maliyet olarak mülahaza ettiğiniz şeyleri kök olarak bunlar faydalıdır, yukarıdan aşağıya sıraladığınızda bunlar da maliyetlerdir dediğinizde onu çeşitli biçimlerde tasnif edebilirsiniz. Benimki sadece bana özel işte, makro ekonomi yönünden maliyetler-faydalar, mikro ekonomi yönünden faydalar-maliyetler gibi bir analizdir ama katılıyorum, dediğiniz gibi analiz de edilebilir.

KATILIMCI _

Evet, Sayın Başkan, mikrofon bendeyken,

Efendim, sorum Sayın Tanrıverdi’ye; şimdi üçüncü sektör olarak adlandıracağımız sendikalar, dernekler, siyasi partiler, bu kayıt dışı ekonomiyi, mesela, Kuran kursları, kayıt dışı ekonomiye ne kadar katkıda bulunuyor veyahut da kayıt dışı ekonomiyi hangi oranda besliyor, bu konuda bir çalışma var mı? Yoksa ihmal edilecek kadar küçük mü? Benim kanaatim, çok da küçük değil hatta odalar ve belediyeleri bile katabiliriz. Yani bu üçüncü sektörün kayıt dışı ekonomiyi beslediği yönündeki görüşlere katılıyorlar mı? Buradaki, bu üçüncü sektörün yönetmiş olduğu ekonomik faaliyetlerin tamamı kayıt içinde midir? Ne düşünüyorlar, onu öğrenmek istiyorum.

OTURUM BAŞKANI _

Soruları alalım toplatan isterseniz, toptan yanıt verelim. Buyurun, bu tarafa geliyoruz.

Yalnız kastettiğiniz hangi Odalardır bilmiyorum ama odaların nasıl bir kayıt dışılığın içinde olduğunu pek anlayamadım,

KATILIMCI _

…Hazine yardımı vesaire ile, o şekilde….

OTURUM BAŞKANI _

Peki. Buyurun,

76

ŞÜKRÜ YILMAZ _ SMM _ İSTANBUL _

Hepinize sevgi ve saygılar sunuyorum.

Sayın Doktor Sezai Tanrıverdi’nin son derece güzel açıklamalarına katkı olsun diye bir, iki ilave de ben yapmak istiyorum. Birincisi; siyasal olumsuzluklar maliyeti diye bir şey var, senelerdir Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde terörizm buralardan besleniyor, bunun da bu tip kaçak işlemlerin, işlerin de siyasal olumsuzluklar maliyeti olarak ilave edilmesinde yarar var diye düşünüyorum, birincisi. İkincisi; demin Sizin de bahsettiğiniz gibi birtakım “merdiven altı işçilikler” veya diğer birtakım şeyler çarpık yapılaşmayla “çevrecilik maliyetini” yükseltmektedir. Bu çevrecilik maliyeti de küreselleşen ekonomimizde en önemli yeri teşkil etmektedir.

Diğer bir husus, yine, Doğu Anadolu Bölgesinde, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde kayıt dışı enerji maliyeti bulunmaktadır ve hepimize elektrik faturalarında, birtakım bilmediğimiz kelimelerle ilaveler yüklenilmektedir. Bunları da ilave edebiliriz.

Peki, bunları söylerken çözüm noktasında öneriler nelerdir? Bunlar eksik kaldı. Mesela, “Nereden Buldun Yasası” ile ilgili çalışmalar var mı? Bununla ilgili ne gibi ne gibi katkılar olabilir diye bunu da beklerdik. Teşekkür ederim.

OTURUM BAŞKANI _

Evet, biz de teşekkür ederiz. Buyurun,

KATILIMCI _

Sayın Başkan, teşekkürler.

Ben öncelikle Sayın Doktor Sezai Bey’e tekrar teşekkür ediyorum, gerçekten, dünya var olduğundan bugüne ve bundan sonrada devam edecek olan bu kayıt dışı ekonomiyi, bu kadar kapsamlı aynı zamanda bu kadar özlü bir şekilde ortaya koyabildiği için.

Eğer mümkün olabilirse şöyle bir katkı olabilir mi diye düşünüyorum; bugün gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelerin kayıt dışı ekonomilerle mücadele etmeleri konusunda adeta jandarma görevi görüyorlar. Bir bakıma “Ele verir talkını, kendi yutar salkımı!” misali, bunlara bu konuda son derece baskı yapıyorlar. Fakat şunu da biz biliyoruz ki, kendileri, bir taraftan vergi cenneti yaratarak kayıt dışı ekonomiyi ustaca uyguluyorlar. En son küresel krizin temel sebebine baktığımız zaman göreceğiz ki, birtakım finansal araçlar, emtia sözleşmeleri yani türev ekonomisinin araçları, birinci derecede ancak kayıt altında iken ikinci, üçüncü, beşinci kez el değiştirmeleri tamamen kayıt dışı olmuştur. Demek ki, küresel krizin en büyük sebeplerinin başında gelişmekte olan ülkelerin kayıt dışı ekonomileri yatmaktadır. Teşekkür ediyorum, sanıyorum anlaşılmıştır.

OTURUM BAŞKANI _

Evet, buyurun,

KATILIMCI _

Yeni Ticaret Kanunu’ndaki, şirketlerin yönetim kurulu üyelerine azınlık hakkı sahibi olan hissedarların etkin bir kullanımla mahkeme sürecine intikaliyle beraber yönetim kurulu üyelerinin birtakım korkuları olabilir diyoruz. Şöyle bir örnek vermek istiyorum; ben bir malı tren ile taşıdım, “efendim iye otobüs ile taşımadın, tır ile taşımadın gibi birtakım davalarla

77

karşı karşıya kalabilecek miyiz gibi”, özellikle Türkiye’deki mahkeme süreçlerinin de çok uzun sürdüğü malum, böyle bir korkuyu yönetim kurul üyeleri, hissetmeliler mi Yeni TTK ile Üstadım? Sağ olun.

FERRUH TUNÇ _

Bana geldi ama ben doğrusu soruyu tam anlayamadım, eleştiri yaptınız gibi dinledim ben; yeni yönetim kurulunun, soruyu tekrar edebilir miyiz?

KATILIMCI _

Tabii ki. Azınlık hakkı sahibi şirketlerdeki azınlık hakkı sahibi ortakların yönetim kuruluna baskı olarak mahkemede dava açmak, “şirketi zarara uğratıyorsun kardeşim, niye maliyetleri böyle yaptın, şöyle yapmadın” gibi bir mahkeme sürecine intikal edecek, kolay intikal edecek şirketleri kilitleyecek bir uygulamaya geçiyoruz gibi bir şirket yönetim kurulu başkanlarının korkusu var efendim. Sizce de böyle mi, buraya mı geçiyoruz?

FERRUH TUNÇ _

Bu endişe, ben konuşmamda da bahsettim, elimizdeki Kanun, hakikaten, çok yetkin bir metin, çok iyi bir kanun, sorunuzu iki açıdan cevaplandırmak lazım. Bu Yasa, böyle bir şeye müsaade etmiyor yani azınlık hakkı, azınlıkların yönetimi taciz etmesi için konulmuş değil aksine azınlık, küçük orandaki pay sahiplerinin haklarının korunmasına imkan dahiline sokan bir müessese olarak konmuş. Devamla mesela, azınlığın kümülatif bir oy kullanarak belli bir hacimde hareket etmesine de imkan sağlamış. Bu bakımdan oldukça iyi düzenlemeler. Ama sorunuzu, Türkiye’deki yargı sistemi, icra sistemi vesaire gibi konulara doğru yöneltirsek, ben de konuşmamda bu mükemmel metni, uygulayabilmek konusunda olumlu bir ürperti içinde olduğumu söyledim. Oraya bir yorum yapmak benim haddim değil doğrusu, nasıl uygular hakimler, ne yaparlar? Çok vahim bir şey olur böyle kullanılması, kullanılamaz, hukuken kullanılamaz ama olur mu, olmaz mı onu bilemiyorum.

KATILIMCI _

Mahkeme kanalıyla özel denetçi tayinini isteyebilir azınlık hakkı sahibi. O özel denetçinin raporunun yine, sonuçta karar verecek olan mahkeme olacaktır, onun nasıl bir işlem göreceği mahkemenin kararı olacaktır. Yoksa böyle bir söz, işlem şuanda Türk Ticaret Kanunuyla mümkün olabiliyor mu?

FERRUH TUNÇ _

Ben izninizle iki cümle daha diyeyim. Şimdi bizim halihazırdaki belli hukuk uygulamalarımız, işlerin rasyonel gitmemesi için kullanılan bazı girift processler doğurmuş durumda, bunun içinde şimdiki Ticaret Kanunu da var, Borçlar Kanunu da vesaire ama eski haliyle en azından. Biz bu meseleye yaklaşırken hukuki bir forma, rasyonel, çağdaş hukuki bir forma dönüşüp dönüşmeyeceğimizi konuşuyoruz, bu varsayım içinde Yasa’nın yargı, icra gibi alanlardan bu olgunlukta veya buna yakın bir olgunlukta uygulanacağını varsaymamız lazım. Öbür türlü, olmayacağını varsayarak çıktığımız yolda zaten konuşacak bir şey kalmıyor.

OTURUM BAŞKANI _

Değerli katılımcılar, yaklaşık 3 saattir bu Oturumunu sürdürüyoruz, sabırlarınızdan dolayı, hepinize efendim, bir soru kaldı, evet, buyurun,

DR. SEZAİ TANRIVERDİ _

78

Şimdi, bir değerli meslektaşımız üçüncü sektörün yani sendikaların, derneklerin, siyasi partilerin kayıt içi ekonomiyle ne denli katkıda bulunduklarını, bunların paylarının ihmal edilecek kadar küçük olup olmadıklarını sorusunu yöneltti. Şimdi, işin doğrusu bu üçüncü sektör üzerinden, bu üçüncü sektör kayıt dışı ekonomiyi ne kadar desteği biçiminde hiçbir ampirik çalışmayla karşılaşmadım. Zaten kayıt dışı ekonominin büyüklüğünü ölçen çalışmalar teker teker hangi sektörün ya da hangi iş alanlarının ne kadar katkı yaptığından çok o işte, harcama yönüyle gayrisafi milli hasılayla gelir yönündeki ile gayrisafi milli hasılanın farkını esas alan bir analiz yöntemiyle ortaya çıkabilir, tek yöntem bu değil, elektrik kullanımı da var vesaire ama bu olayımızda uygulanma şansı yok bunun.

Baktığımız zaman üçüncü sektöre veya münhasıran siyasi partilere vesaire özel bir şey yok ama bunun olmadığı anlamına geldiğini söylemiyorum. Fakat bir taraftan da şunu düşünmek lazım; kayıt dışı ekonomide hem gelirlerin hem giderlerin kayıt altına alınmadığı realitesi var. Üçüncü sektörde ise birtakım bağışların gizlenebilmesi mümkün olsa dahi çoğunlukla kayıtlarda gelir tarafı tutulduğu için bu gelirin harcanmasında en fazla sahte veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge temin edilebilir. Oysa bu yönü, yani sahte belge kullanımı vesaire kayıt dışı ekonominin kapsama alanının dışında bir şey. Bilmiyorum, soruya cevap vermeden cevap vermiş oldum mu?

OTURUM BAŞKANI _

Evet, bu Oturumu burada kapatıyoruz, sabırlarınızdan dolayı, katkılarınızdan dolayı hepinize çok teşekkür ediyoruz.

SUNUCU _

Değerli katılımcılar, bugünkü Oturumu tamamlamış bulunuyoruz. Bugünkü son Oturumumuzu yöneten Ankara Oda Başkanımız Sayın Mehmet Koç’a plaketlerini vermek üzere Konya Mali Müşavirler Odası Başkanımız Sayın İsmail Turan’ı kürsüye davet ediyoruz.

Plaket Töreni

79