20
SERVET-İ FÜNÛN ŞİİRİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ ***Servet-i Fünûn şiirinin en belirgin özelliği kullanılan dildeki farklılıktır. Tanzimat Dönemi şairlerinin dilde sadeleşme çabaları yerine, daha ağır, sanatlı ve kapalı bir dili tercih etmişlerdir. Kendi estetik anlayışlarına uygun ve müzikalite yönünden ahenkli gördükleri sözcükleri kullanmışlar, yabancı sözcük ve tamlamalarla yüklü, seçkinci, yapay bir dil yaratmışlardır. “Nakkâre önde, müteharrik cebel gibi Geçmekte zî-vekâr u tarâb mevkib-i zafer; Sancak, o reng-i âl ile fecr-i ezel gibi Fark-ı mehâbetinde saçar mevce mevce fer.” *Türk şiirinin imge yapısında büyük değişiklikler yaratmışlar, Fransız şiirinden esinlenerek yeni bir imgelem sistemi kurmuşlardır. Bunun için de sözlüklerden o güne kadar kullanılmamış sözcükleri seçerek *Servet-i Fünûn şiirinin temelini "hayal-hakikat çatışması" oluşturur. Şairler, hayali gerçeğe tercih eder, gerçeklerden kaçıp hayallere sığınırlar. Bu da sanatçıların gerçek hayatın dışına çıkmalarına, bir hayal dünyası içinde gerçeklerden kopmasına yol açar. İçe kapanık, toplumdan soyutlanmış bir şiir atmosferi ortaya çıkar. *Eski şiirde anlam bir dize veya beyit içinde tamamlanırdı. Servet-i Fünûn şairleri bu düzeni tamamen değiştirmişlerdir. Anlamı bir dizede başlatıp bitirebildikleri gibi, dizenin ortasında da bitirmişler; hatta anlam itibariyle 7-8 dizede tamamlanan uzun cümleler kurmuşlardır. Anjambman yapmışlardır. “Sen de gittin; senin de arkandan ağladım, ağladım harab oldum… Ne olurdu, gunude-i nisyan, geçebilseydi bi-emel bir an, diyebilseydim: "Oh kurtuldum!" *Servet-i Fünûncuların şiir 1

Web view***Servet-i Fünûn şiirinin en belirgin özelliği kullanılan dildeki farklılıktır. Tanzimat Dönemi şairlerinin dilde sadeleşme çabaları yerine, daha

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Web view***Servet-i Fünûn şiirinin en belirgin özelliği kullanılan dildeki farklılıktır. Tanzimat Dönemi şairlerinin dilde sadeleşme çabaları yerine, daha

SERVET-İ FÜNÛN ŞİİRİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ

***Servet-i Fünûn şiirinin en belirgin özelliği kullanılan dildeki farklılıktır. Tanzimat Dönemi şairlerinin dilde sadeleşme çabaları yerine, daha ağır, sanatlı ve kapalı bir dili tercih etmişlerdir. Kendi estetik anlayışlarına uygun ve müzikalite yönünden ahenkli gördükleri sözcükleri kullanmışlar, yabancı sözcük ve tamlamalarla yüklü, seçkinci, yapay bir dil yaratmışlardır.

“Nakkâre önde, müteharrik cebel gibiGeçmekte zî-vekâr u tarâb mevkib-i zafer;Sancak, o reng-i âl ile fecr-i ezel gibiFark-ı mehâbetinde saçar mevce mevce fer.”

*Türk şiirinin imge yapısında büyük değişiklikler yaratmışlar, Fransız şiirinden esinlenerek yeni bir imgelem sistemi kurmuşlardır. Bunun için de sözlüklerden o güne kadar kullanılmamış sözcükleri seçerek bunlardan yeni bir bileşim yaratmışlar, alışılmadık bağdaştırmalara yönelmişlerdir.

Şehik-i tenhayi (yalnız hıçkırık)İntizazat-ı leyl (gece titreyişleri)zulmet-i ebkem (dilsiz karanlık)saat-i semenfam (yasemin kokulu saatler)havf-i siyah (siyah korku)karha-ı hayat (hayat yarası)

*Çok kırılgan duyarlılıkları vardır. Bu özellikleri de Servet-i Fünûn şairlerinin şiirlerine yansımıştır. Üzüntü ifade eden "ah, of, vah" gibi ünlemleri sıkça kullanırlar. Bu aşırı duyarlılık giderek bir şiir üslûbuna dönüşür. Duygu ağırlıklı şiirler ortaya çıkar.

*Servet-i Fünûn şiirinin temelini "hayal-hakikat çatışması" oluşturur. Şairler, hayali gerçeğe tercih eder, gerçeklerden kaçıp hayallere sığınırlar. Bu da sanatçıların gerçek hayatın dışına çıkmalarına, bir hayal dünyası içinde gerçeklerden kopmasına yol açar. İçe kapanık, toplumdan soyutlanmış bir şiir atmosferi ortaya çıkar.

*Eski şiirde anlam bir dize veya beyit içinde tamamlanırdı. Servet-i Fünûn şairleri bu düzeni tamamen değiştirmişlerdir. Anlamı bir dizede başlatıp bitirebildikleri gibi, dizenin ortasında da bitirmişler; hatta anlam itibariyle 7-8 dizede tamamlanan uzun cümleler kurmuşlardır. Anjambman yapmışlardır.

“Sen de gittin; senin de arkandanağladım, ağladım harab oldum…Ne olurdu, gunude-i nisyan,geçebilseydi bi-emel bir an,diyebilseydim: "Oh kurtuldum!"

*Servet-i Fünûncuların şiir cümlesini bir dizeden başlatıp daha sonraki dizelere, hatta şiirin bütününe yayması (anjambman yapması) sonucunda nazmın nesre ve konuşma diline yaklaştırılması sağlanmıştır. Bu da şiirle düz yazı arasında bir tür sayılan mensur şiirin doğmasına yol açmıştır.

“Baban diyor ki: Meserret çocukların, yalnızÇocukların payıdır! Ey güzel çocuk, dinle;Fakat sevincinleNeler düşündürüyorsun, bilir misin?.. BabasızÜmitsiz, ne kadar yavrucukların şimdiSiyâh-ı mateme benzer terâne-i ıydi”

1

Page 2: Web view***Servet-i Fünûn şiirinin en belirgin özelliği kullanılan dildeki farklılıktır. Tanzimat Dönemi şairlerinin dilde sadeleşme çabaları yerine, daha

**Servet-i Fünûncular şiirde ahenge çok önem vermişlerdir. Şiirde ses ögesini öne çıkarmak, yakın seslere sahip olan sözcükleri kullanmak, aliterasyondan yaralanmak onların belirgin özellikleri olmuştur. Bu yolla içerik ve biçimi ses uyumuyla kaynaştırmayı düşünmüşlerdir.

“Sokaklarda seylabeler ağlaşırUfuk yaklaşır, yaklaşır, yaklaşır;Bulutlar karardıkça zerrata birAğır, muhtazır dalgalanmak gelir”Dörtlükte, "k", "s", "y", "r" sesleri ile bir ahenk,

aliterasyon yapılmıştır..

**Servet-i Fünûn şiirinde tasvirler geniş yer tutar. Bu tasvirlerin bir kısmı gözleme dayalı gerçekçi tasvirlerdir. Bir kısmı da tabloya dayalı doğa manzarası biçimindedir. Tablo altına şiir yazma eğilimi de bu dönem şiirlerinde görülmüştür. Bu şiirlere "pitoresk" şiir de denir.

**Küçük şeyler ve eşya üzerine şiir yazma modası, Servet-i Fünûn şairlerini büyük ve önemli konularda eser vermekten uzaklaştırmıştır. Şiirler genellikle bir ad taşır. Topyekün gazel, kaside, mesnevi gibi adlar yerine şiirlere bir ad, bir başlık konmuştur. Şairler bu yolla da Divan şiir anlayışının etkisini yok etmeye çalışmışlardır. “ ÖMR-İ MUHAYYEL Bir ömr-i muhayyel… hani gülbünler içinde

Bir kuşcağızın ömr-i bahârisi kadar hoşBir ömr-i muhayyel!.. hani göllerde, yeşil, boşGöllerde, o safiyyet-i vecdâver içinde”

*Aruz ölçüsü, Servet-i Fünûn şiirinin temel ölçüsüdür. Özellikle Tevfik Fikret aruzu çok ustalıkla kullanmıştır. Hece ölçüsüyle yazılan şiirler yok denecek kadar azdır. Tevfik Fikret çocuklar için yazdığı "Şermin" adlı kitabındaki şiirlerini hece ölçüsüyle yazmıştır. **Divan şiirinde aruzun tek kalıbıyla yazılan "müstezat" biçimini "serbest müstezat"a çevirmişler, aruzun hemen hemen her kalıbını kullanarak serbest nazım örneği vermişlerdir. Ölçü, ritm, ses, uyak ve diğer ahenk ögelerini önemsemişler, şiirin iç yapısını oluşturan unsurları ihmal etmemişlerdir. **Servet-i Fünûn şairleri parnasizm ve sembolizm akımından etkilenmiştir. Fransız sembolistlerinden Valery, Mallerme ve Verlaine gibi şairlerin bunların şiirleri üzerinde büyük etkileri olmuştur. **Batı edebiyatında yaygın olarak kullanılan sonne, terza-rima ve triyole gibi nazım biçimlerini kullanmışlar, özellikle gazele benzeyen biçimiyle sonneyi yaygın olarak kullanmışlardır.

MENSUR ŞİİR Duygu ve hayâllerin ölçü ve uyak gibi biçimsel ögelere bağlı kalınmadan şiirin ses ahengi, söyleyiş özelliklerini yansıtacak şekilde kaleme alınmış kısa ve yoğun yazılara "mensur şiir" denir.

Mensur şiirlerde ölçü, uyak ve redif gibi biçime dayalı ahenk ögeleri yer almaz. Ancak sözcüklerin yan yana getirildiğinde oluşan ses ahengi kullanılır. Anlatımın şiirsel olmasına özen gösterilir. Düz yazıda sanatlı bir yol izlenerek kaleme alınır. Düz yazıda şiirsel, sanatlı bir söyleyiş olarak adlandırabileceğimiz mensur şiir, ilk kez Fransız edebiyatında kullanılmıştır. Fransız edebiyatından Türk edebiyatına alınmıştır. Mensur şiirin beğenilmesi ve yayılmasında Charles Baudelaire ve ArthurRimbaud gibi ünlü şairlerin büyük etkisi vardır. Mensur şiir Türk edebiyatına Tanzimat Dönemi'nde çeviri yoluyla girmiş ve tanınmıştır. Ancak Servet-i Fünûn şairleri mensur şiirin yaygınlık kazanmasını sağlamıştır. Edebiyatımızda Batılı anlam-da mensur şiirin ilk örneklerini Halit Ziya (Uşaklıgil) vermiştir. "Mensur Şiirler" ve "Mezardan Sesler" adlı yapıtları mensur şiir türünün ilk örnekleridir. Servet-i Fünûn sanatçılarından Mehmet Rauf da mensur şiir alanında başarılı örnekler vermiştir. Bu türde olan şiirlerini "Siyah İnciler" adlı kitabında toplamıştır. Bu dönemin şairlerinden Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Celâl Sahir, Faik Ali ve Hüseyin Cahit Yalçın da mensur şiir türünde örnekler vermişlerdir.

****Manzume (manzum hikaye), nazım şeklinde yazılır ve bir öykü anlatır, içinde diyaloglar vardır. Manzumeyi mensur şiir ile karıştırmayınız. T Fikret’in “Balıkçılar”, M. Akif’in “Küfe” adlı eserleri manzumeye örnektir.

“SARI GÜLGözlerin elindeki güle merkûz idi. Parmakların aheste aheste yaprakları koparıp rüzgâra bahş ediyordu. Seni seyrettikçe kalbimde hüzünler hissediyordum. Şu anda hayalhanenin acı acı fikirlerle meşgul olduğundan emin idim. Yapraklar bitinceye kadar hiç tavrın, vaz'iyyetini değiştirmeyerek hazîn hazîn sükut ediyordun. Lakin sarı yaprak metanetini mahvetti; birdenbire bir tuğyan-ı sirişik hasıl oldu. Ağladın; şimdi topraklara mevzu olan başını sîneme dayadın; hüngür hüngür ağladın.Ben de ağlıyordum. Senin ağlayışına ağlıyordum. Senin gözlerin sükût etti, lakin benimkiler devam ediyor.O zamandan beri sarı gülleri görmeni arzu etmem. Çünkü en kıymetlisini mezara gömdüm.” Halit Ziya UŞAKLIĞİL (Mensur Şiirler)

ŞİİR & MENSUR ŞİİRMensur şiir, edebiyatımızda zaman zaman "mensure" olarak da adlandırılmıştır.* Şiirde dize, beyit ve bent gibi nazım birimleri vardır.— Mensur şiirde nazım birimi yoktur. Anlatımın temel birimi cümledir.**Şiir gazel, kaside, şarkı, koşma gibi nazım biçimlerini kullanır.— Mensur şiir düz yazıya dayanır, bu nedenle nazım bi-çimleri mensur şiirlerde yer almaz.*** Şiirde ölçü, kafiye, redif gibi biçimsel ögeler bulunur.— Mensur şiirde bu unsurlar bulunmaz.**** Mensur şiirlerde de iç ahenge, ses uyumuna, şiirselliğe ve söyleyişte güzellik yaratmaya dikkat edilir.Bu özellikleriyle mensur şiir ile şiir arasında bir benzerlik vardır.

2

Page 3: Web view***Servet-i Fünûn şiirinin en belirgin özelliği kullanılan dildeki farklılıktır. Tanzimat Dönemi şairlerinin dilde sadeleşme çabaları yerine, daha

Tevfik FİKRETTevfik Fikret'in edebiyat alanındaki şöhreti 1891 yılına rastlar. Mirsad dergisinde açılan "Sitayiş-i Hazret-i

Padişah" konulu şiir yarışmasında birinci oldu.1896'da Servet-i Fünûn'un yönetimini aldıktan sonra şiirinin özünde ve biçiminde büyük değişimler yaratan

Fikret'in, zorbalıktan ve saraydan nefret; özgürlüğe ve meşrutiyete bağlanma duyguları içinde kişiliği oluşmaya başladı. Toplumun sefalet içindeki insanlarını yansıtan şiirler yazdıkça, toplumsal sorunlar üzerinde düşünmeye başladı.

Daha sonra Servet-i Fünûn çevresinde bulunan bazı sanatçılarla uzlaşamayarak Âşiyân'a çekildi. II. Meşrutiyet'in ilanına kadar hiçbir harekete de katılmadı, şiir de yayımlamadı.

1908'de II. Meşrutiyet'in ilanı, Fikret'i heyecanlandırdı, yeniden umutlandırdı. Eski arkadaşı Hüseyin Cahit'le "Tanin" gazetesini çıkardı.

1912'de Meclis-i Mebusan'ın kapatılması üzerine "Doksanbeşe Doğru" ve "Han-ı Yağma" şiirlerini yazdı. Birinci Dünya Savaşı'na girmemiz üzerine de "Sancak-ı Şerif Huzurunda" adlı şiirini yazdı. 1914'te çocuk şiirlerinden oluşan "Şermin"i yayımladı. Mehmet Akif'e cevap olmak üzere "Tarih-i Kadime Zeyl" adlı şiirini yazdı.

Tevfik Fikret'in şiiri, üç evrede incelenir:1. "Servet-i Fünûn" hareketine kadar süren arayış yılları(1888 - 1896): Bu dönem şiirlerinde taklit ve

nazireler dikkati çeker. Başlangıçta divan şiiri etkisinde gazeller yazar, Galatasaray'dan hocaları olan Muallim Feyzi ile Muallim Naci'nin etkisinde kalır. Bu dönemde Recaizâde Mahmut Ekrem'in gazellerine nazireler yazar, Abdülhak Hamit'in şiirlerinden etkilenir. Bu şiirlerinde divan şiirinin nazım tekniğini ve ahengini iyi kavradığı ve başarıyla kullandığı görülür. Genellikle aşk, şarap, güzellik, bahar gibi temaları işler, din teması da bu şiirlerinde öne çıkar.

2. Servet-i Fünûn ve II. Meşrutiyet Öncesi Yılları (1896 - 1901) ve (1901 - 1908): Servet-i Fünûn Dönemi'nde Fikret'in yeni bir şiir tekniğine yöneldiği görülür. "Hasta Çocuk", "Balıkçılar" gibi toplumun ezilen katlarındaki insanları yansıttığı şiirlerinde "öykü-şiir" tekniği kullanır, karşılıklı konuşmalara, devrik cümlelere, anlamı dizelere yaymaya, dize kırma eğilimlerine varan manzumeler yazar. Bu dönemde yazdığı şiirlerde daha çok "merhamet, hayal, aile mutluluğu, aşk, sanat, vatan, yoksulluk, doğa" temalarını işler. Fikret bu dönemde şiir üzerine düşünmeye de başlar. Evreni tablolar hâlinde görüp, onun şiirini yazmaya çalışarak yeni bir üslup yaratır. Böylece şiirde resimden yararlanmaya yönelir. Parnasizm akımının etkisinde kaldığı şiirler yazar. "Yağmur", "Bir Levha İçin" gibi şiirleri ortaya çıkar. Yaşadığı dönemin sıkıntılarına karşın, temelde umudunu yitiren bir şair değildir Fikret. Çağın vazgeçilmez umudu aydınlanmadır. Tüm kişilikleriyle geleceği kuracak olan gençler, yarının küçük güneşleridir. "Sabah Olursa" şiirinde bu umudunu gençlere bağladığını açıkça ortaya koyar. Geçmişi, silik, sönük ve karanlık olarak görürken, geleceği bolluk, ışık ve umut olarak tanımlar. Fikret zaman zaman umutlarını yitirir, dönemin ağır ve bunaltıcı baskısı altında karamsarlığa düşer. "Doksanbeşe Doğru", "Sis", "Tarih-i Kadim" gibi şiirlerini böyle bir psikoloji içinde kaleme alır. Bu şiirlerinde yoğun bir inançsızlık ve nefret vardır. 1901'den sonra Fikret'in şiiri gittikçe yükselen bir ivme ile siyasal, sosyal ve ideolojik bir çizgiye gelir. Bu tarihten sonra Fikret, bireyci bir şiir anlayışına bağlı Servet-i Fünûn topluluğunun bir üyesi değil, milletin dertleri ve sıkıntılarıyla uğraşan sorumlu ve duyarlı bir aydın portresi çizer. "Ferda", "Millet Şarkısı", "Haluk'un Amentüsü" gibi şiirlerinde toplumcu, gerçekçi ve dili yalınlaşmış bir şair olarak karşımıza çıkar.

3. 1908 Sonrası Şiirleri: Bu dönem Fikret için bir hayal kırıklığının ifadesidir. Zira o kadar yakındıkları II. Abdülhamit tahttan indirilmiş, İttihat ve Terakki fırkası iktidara gelmiş, ülkede özgürlük rüzgârları esmeye başlamıştır. Ancak kısa zamanda iktidardakiler eski yönetimi aratmayan davranışlar ve uygulamalar içine girmişlerdir. Fikret onları eleştirmekten kendini alamaz. II. Meşrutiyet'in ilanına alkış tutan sözlerini geri aldığını belirtir. "Han-ı Yağma" şiiri bunun en güzel örneğidir.Rübab-ı Şikeste: Şairin şiirlerini topladığı kitabıdır. Halûk'un Defteri: Kendi el yazısıyla düzenlediği bir eserdir, oğlu Halûk'un şahsında tüm Türk gençlerine seslenir.Şermin: Çocuklara seslenen, didaktik nitelikte olan, sade dille ve hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerini topladığı kitaptır.

Cenap ŞAHABETTİNCilt hastalıkları üzerine ihtisas yapmak üzere Paris'e giden Cenap Şahabettin, burada Batı edebiyatını yakından

tanıma fırsatı bulmuş, natüralistleri ve sembolistleri okumuş, Fransız şair Verlaine'ye büyük hayranlık duymuştur. Dört yıl süren Paris ikameti şairin şiir anlayışını büyük ölçüde değiştirmiştir.

“Terane-i Mehtap" adlı şiirinde kullandığı bazı tamlamalar ve benzetmeler, edebî tartışmalara yol açmış, A. Mithat Efendi'nin tepkisini çekmiş, "Dekadanlar" adlı eleştiri yazısı yazmasına yol açmıştır. O da bu yazıya "Dekadanizm Nedir" başlıklı bir yazıyla karşılık vermiştir.

Görevi gereği yurdun çeşitli yerlerinde bulunan sanatçı, buralarda gördüklerini, izlenimlerini anlattığı gezi yazıları da yazmış, bu yazıları sanatlı bir nesir üslubuyla kaleme almıştır. "Genç Kalemler" dergisiyle başlayan "yeni lisan" ve "dilde sadeleşme" hareketine karşı çıkmış, bu konuda uzun süren tartışmalara girmiştir.

3

Page 4: Web view***Servet-i Fünûn şiirinin en belirgin özelliği kullanılan dildeki farklılıktır. Tanzimat Dönemi şairlerinin dilde sadeleşme çabaları yerine, daha

Servet-i Fünûn şiirinin Tevik Fikret ile birlikte önde gelen adlarından olan Cenap Şahabettin, şiirleri kadar nesirleriyle de büyük ilgi uyandırmış bir sanatçıdır. Edebiyata başladığı yıllardan itibaren yalnızca kendi doğruları içinde kalmış, kendi kendine geliştirdiği bir sanat estetiğinin sürdürücüsü olmuştur.

Hayat ve olaylar karşısında duyarsız kalmış, kullandığı ağır dil, daha yaşarken eskimiş, çağının gelişmelerini kendi kalıplaşmış sanat anlayışının penceresinden izlemeyi tercih etmiştir.

Milli Edebiyat Dönemi sanatçılarının başlattığı sade dile karşı çıkmış, bunları ve Milli Mücadele hareketini eleştirmiştir. Milli Mücadele'nin zaferle sonuçlanmasından sonra bu tavrını değiştirse de dönemin siyasî ve edebî çevreleri tarafından kabul görmemiştir.

Servet-i Fünûn hareketinin şiir estetiğinin oluşumunda büyük katkısı olan şair, şiirlerinde iç ahenge önem veren sembolist bir şiir yaratmak istemiştir. Toplumsal konulardan uzak durmuş, şiirlerinde daha çok aşk, doğa ve doğanın değişen durumlarını anlatmıştır. Şiir anlayışını yaratırken Verlaine ve C. Baudelaire'den etkilenmiş, şiiri nesir ve müziğin kaynaşmasından oluşan bir tür olarak değerlendirmiştir. Şiirde sözcüklerin ahengine, ses gücüne ve tonlamalarına büyük önem vermiştir.

Şiir dili oldukça ağırdır. O güne kadar Türk şiirinde kullanılmayan birtakım kelimeleri şiir diline sokmuştur. Pitoresk, yani zihinde resim gibi bir hayal uyandıran güzellik duygusu, Cenap Şahabettin'in vazgeçemediği bir şiir tarzı olmuştur. Bu durumu derinlemesine anlatma ihtiyacı, şairi sözcüklerle oynamaya itmiş, alışılmadık mecazlar ve tamlamalarla, eski sözcüklerle bir şiir dili yaratmaya çalışmıştır.

Aruz ölçüsünü en temel ahenk unsurlarından biri kabul etmiş, halk şiirinin vazgeçilmez ölçüsü olan heceyi ahenk yönünden yetersiz bulmuştur.

Şiirleri: Tamat, Evrak-ı LeyalGezi Yazıları: Hac Yolunda, Afak-ı IrakMektupları: Suriye Mektupları, Avrupa MektuplarıMakaleleri: Evrak-ı Eyyam, Nesr-i Harp, Nesr-i SulhÖzdeyişleri: Tiryaki SözleriTiyatroları: Yalan, Körebe

PARNASİZM (Şiirde Gerçekçilik)Fransa'da, realist yöntemi benimseyen şiir akımına verilen addır. 1850'den sonra, pozitivizmin etkisiyle gelişen

realizm akımı, şiire de yansımış; aşırı duygusal, kişisel ve içe dönük romantik şiire tepki olarak bir şiir anlayışı ortaya çıkmıştır. Dışa dönük, dış dünyayı nesnel bir bakış açısıyla gözleyip anlatan, biçim kusursuzluğuna ve düşünceye dayanan bir şiir hareketi olmuştur.

Özellikleri• Şiiri "sanat için sanat" anlayışıyla yazmışlar, seçkin/aydın kesime hitap etmişlerdir.• Şiirde biçim kusursuzluğuna, güzelliğe önem vermişler, toplumsal sorunları yansıtmaktan uzak durmuşlardır.• Şair şiirde kendini gizlemiş, kişisel duygu ve düşünceleri yerine dış dünyadaki gözlemlerini, değişik doğa

görünümlerini nesnel bir tutumla anlatmıştır.• Şiirde duygudan çok düşünceye ağırlık vermişler, felsefî düşünceleri, hatta bilim ve fenle ilgili konuları ele

almışlardır.• Uzak ve yabancı ülkelerin (Hint, Mısır, Filistin vb.) manzaralarını, efsanelerini anlatarak şiire egzotik bir

hava getirmişlerdir.• Eski Yunan ve Latin kültürlerine, onların mitolojisine büyük değer vermişlerdir.• Şimdiki zaman yerine geçmiş zaman olaylarını ve kişilerini anlatmışlardır.• Nazım biçimi, ölçü, uyak üzerinde önemle durmuşlar, dilin kurallarına uygun, kusursuz kullanılmasına

dikkat etmişlerdir.Temsilcileri: Jose Maria de Heredia, François Copper, Locente de Lisle, Sully PurudhommeTürk edebiyatında Tevfik Fikret ve Yahya Kemal Beyatlı üzerinde parnas şiirin etkileri olmuştur.

SEMBOLİZM (Simgecilik)Sembolizm, realist yöntemi benimseyen parnasizme tepki olarak ortaya çıkan bir şiir akımıdır. 1885-1900

yılları arasında Fransa'da ortaya çıkmış, oradan Avrupa'ya yayılmıştır. Sanatçılar, içinde yaşadıkları ve beğenmedikleri toplumsal ortamdan uzaklaşmak istemiş, gözlem ve deneye ağırlık veren realist ve natüralist akımlar yerine "idealist felsefe"ye dayanan yeni bir sanat anlayışı yaratmışlardır.

• Şiirde gerçekçilik (realite) yerine, gerçeğin insanda bıraktığı etkiler, izlenimler anlatılmıştır.• İnsanın duygularından meydana gelen iç gerçek ile dış dünyadaki gizli ilişkiler ele alınmış, insanla doğanın

kaynaşması şiirin temel konularını oluşturmuştur.• Bu kaynaşmanın sonucu olarak, duygulardan herhangi birine bağlı bulunan bir özellik başka bir duyuya

bağlanmış; böylece "acı yeşil", "mor uğultu", "beyaz titreyiş", "siyah korku" gibi yeni birtakım söyleyiş biçimleri şiirlerde sıkça kullanılmıştır.

4

Page 5: Web view***Servet-i Fünûn şiirinin en belirgin özelliği kullanılan dildeki farklılıktır. Tanzimat Dönemi şairlerinin dilde sadeleşme çabaları yerine, daha

Dış dünyanın insan duyguları üzerindeki etkisi, insanla doğa arasındaki gizli ilişkiler açıkça anlatılamaz; okuyucunun duygularına seslenilerek sezdirilir, bu da telkin yoluyla olur. Bunu sağlamak için de içten gelen ritimlerle bütün duyulara seslenen, müzikaliteye önem veren bir şiir dili yaratılmıştır.

• Şiirde duygunun her şeyden önce geldiğine inanılmış, şiirin "anlaşılmak" üzere yazılamayacağı, asıl olanın "duyumsatmak" olduğu savunulmuştur.

• Şiirde anlam kapalılığı yaratılmak istenmiş, bu nedenle de sembollerden (simgelerden) yararlanılmıştır.• Anlamda kapalılık isteği, sembolist şairleri yarı karanlık temalara yöneltmiş; "güneş batması", "kısık

lambalar", "ay ışıkları", "durgun sular", "perdelere vuran gölgeler", "sessizlik", "ölüm düşüncesi", "bilinmedik uzak ülkeler özlemi" gibi felsefi, içe kapanık, karamsar, bireyci bir şiir yaratılmıştır.

• Şiirde klasik nazım biçimleri yerine müstezat, serbest müstezat kullanılmaya başlanmış, uyakla ilgili kurallar yumuşatılmıştır.

• Şiirde sese, ahenge ve müziğe önem verilmiştir.Temsilcileri: Charles Baudelaire • Paul Verlaine • Arthur Rimbaud • Stephane Mallarme, Paul ValeryTürk Edebiyatı: Cenap Şahabettin • Ahmet Haşim, Ahmet Hamdi Tanpınar • Cahit Sıtkı Tarancı • Ahmet Muhip Dranas

HİKÂYE VE ROMAN

İtalyan yazar Boccacio’nun "Decomeron" adı hikâyeleri, bu türün ilk örnekleri olarak kabul edilir. Hikâye, Avrupa edebiyatlarında en kalıcı örneklerini 19. yüzyılda yermiştir.

Türk edebiyatında "Dede Korkut Hikâyeleri", destandan hikâyeye geçişin ilk ürünü kabul edilir. Edebiyatımızda çağdaş hikâye 1870'lerde görülmeye başlar. İlk hikâye örneğimiz de Emin Nihat'ın 1873'te yayımlanan "Müsameretname"sidir. Yine Ahmet Mithat'ın yazdığı "Leatif-i Rivayet"de ilk hikâye örneklerinden birisi olarak kabul edilmektedir. Bu hikâyelerde topluluk önünde anlatılan meddah hikâyesinin etkisi ve tekniği görülür. Bu türün ilk sağlam ve güzel örneklerini Samipaşazade Sezai'nin "Küçük Şeyler" adlı eserinde buluruz.

Dünya edebiyatında kullanılan hikâye türleri:a) Olay Hikâyesi: Bu öykü türünün yaratıcısı Fransız yazarı Mauppassant'tır. Bizim edebiyatımızda olay

öyküsü örnekleri vermiş olan başlıca yazarlar: Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay, Yakup Kadri, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Samim Kocagöz, Fakir Baykurt ve Necati Cumalı'dır.

b) Durum (Kesit) Hikâyesi: Bu hikâye geleneğinin kurucusu Anton Çehov'dur. Türk edebiyatında ise Memduh Şevket Esendal ve Sait Faik Abasıyanık durum öyküsünün ustaları kabul edilir.

SERVET-İ FÜNÛN DÖNEMİ'NDE HİKÂYE*Tanzimat Dönemi'nde Emin Nihat'ın yazdığı "Müsameretnâme" ile başlayan modern Türk hikâyeciliği,

Ahmet Mithat Efendi'nin "Letaif-i Rivayet", Samipaşazade Sezai'nin "Küçük Şeyler", Nabizâde Nazım'ın "Karabibik" adlı uzun öyküsüyle sürer.(Karabibik, ilk köy romanı örneği olarak da kabul edilir.)

*Tanzimat Dönemi hikâyeciliğinde hem romantizm hem de realizm akımlarının etkisi vardır. Bunların hikâyeleri geleneksel halk hikâyelerimizden ve Doğu masallarından bazı izler taşır. Hikâye tekniğine uygun, modern anlamdaki hikâyenin en güzel örneğini Samipaşazâde Sezai, "Küçük Şeyler"le verir.

*Servet-i Fünûn edebiyatında hikâye alanında Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Hikmet Müftüoğlu ve Saffeti Ziya gibi sanatçılar örnekler vermişler. Bunların hikâyeleri gerek kurgu, gerekse olay örgüsü yönünden daha başarılı olmuştur. Hikâye alanındaki tek kusurları dili ağır kullanmalarıdır.

*Daha çok olay öyküsü (Mauppassant tarzı öykücülük) biçiminde yazılan bu örneklerde serim – düğüm-çözüm bölümlerinden oluşan klasik olay örgüsü kullanılır.

*Servet-i Fünûn Dönemi hikâyelerinde aşk, ölüm, intihar, kıskançlık, yalnızlık, karşılıksız aşk, ihanet, toplumdan kaçış, hayal-gerçek çatışması gibi konular, karamsar bir çerçevede ele alınır. Dönemin şiirine hakim olan umutsuz, karamsar ve melankolik hava, hikâyelerde de görülür. Ancak Hüseyin Cahit'in "Hayat-ı Hakikiye Sahneleri" ile Halit Ziya'nın bazı realist hikâyelerini bunun dışında tutmak gerekir. Bunlar sosyal konulu hikâyelerdir.

*Servet-i Fünûn hikâyelerinde genellikle modern ve Batılı bir yaşam biçimi anlatılır. Hikâyelerde İstanbul ve İzmir gibi büyük kentler mekân olarak seçilir. Hikâyelerin büyük bölümünde mekân kapalıdır, bu nedenle de psikolojik tahlillere ve tasvirlere geniş yer verilir. Kapalı, dar bir sosyal çevrede bunalan kişinin dünyası ve psikolojisi ayrıntılarıyla anlatılır. Dil, kentli ve okumuş kesimin dilidir, anlatımda sanatkârane bir tarz dikkati çeker.

Ahmet Hikmet MÜFTÜOĞLU➤ Ahmet Hikmet, hikâyenin yanında bir roman ve çeşitli konular üzerine makaleler yazmış bir sanatçımızdır.

Servet-i Fünûn'un küçük hikâye türünde başarılı bir temsilcisidir.

5

Page 6: Web view***Servet-i Fünûn şiirinin en belirgin özelliği kullanılan dildeki farklılıktır. Tanzimat Dönemi şairlerinin dilde sadeleşme çabaları yerine, daha

➤ Ahmet Hikmet'in hikâye türündeki ilk eseri "Bir Mecnun'un İntikamı" adını taşır. Gençlik döneminde yazdığı bu hikâyelerinde köy ve köy insanı başarılı bir biçimde tasvir edilmiştir.

➤ Sanatçının hikâyeleri, iki döneme ayrılarak incelenir: Birinci dönemde Servet-i Fünûn topluluğu içinde bulunduğu yıllarda yazdığı hikâyeler yer alır. Bu hikâyelerde Servet-i Fünûn'un anlayışı doğrultusunda bireysel konuları ağır ve süslü bir üslupla kaleme almıştır. Bu hikâyelerde ana konu aşk ve evliliktir. Türk toplumunda eş seçimi konusunda gençleri özgür bırakmanın önemi, birçok hikâyesinin ana tezi olmuştur. Mauppasant tarzında olan bu hikâyelerini "Haristan ve Gülistan" (Diken ve Gül Bahçesi) adlı bir kitapta toplamıştır.

➤ İkinci dönemde sanatçı Türkçülük akımını benimsemiş ve bu anlayışa bağlı hikâyeler kaleme almıştır. Bu hikâyelerinde sosyal ve millî konulara yönelmiş, sanatlı olan üslubu milli bir yapıya bürünmüştür. Ancak dil ve üslup konusunda oldukça titiz olan sanatçı, seçili ve ahenkli bir anlatım yaratarak Servet-i Fünûn dönemindeki tarzını iyice geliştirmiş ve olgunlaştırmıştır.

➤ İkinci dönemde, milli anlayış içinde yazdığı hikâyeleri "Çağlayanlar" adlı bir kitapta toplamıştır.➤ “Gönül Hanım” adlı bir de romanı vardır.

ROMAN Türünün Gelişimi: Roman, diğer edebiyat türleriyle karşılaştırıldığında, oldukça yeni bir türdür. Roman türünün ilk başarılı örneği sayılan ve Cervantes'in kaleme aldığı "Don Kişot" 17. yüzyılın ürünüdür. Roman türü özellikle 18. ve 19. yüzyıllarda gelişmiştir. Bu yüzyıllarda İngiltere, Fransa ve Rusya romanın en geliştiği ülkeler olmuştur. Roman türünün Batı ülkelerinde tanınan bazı yazarlarını sıralarsak İspanyol edebiyatında Cervantes; Fransız edebiyatında Stendhal, Balzac, Flaubert, Hugo, Zola; İngiliz edebiyatında Dickens, Joyce, Wolff; Alman edebiyatında Goethe, Mann, Döblin; Rus edebiyatında Gogol, Dostoyevski, Tolstoy akla gelen ilk isimler olur.

Türk Edebiyatında Roman: Türk edebiyatında çağdaş anlamda roman Tanzimat'tan sonra görülür. Tanzimat'tan önce roman ve hikâye gereksinimini karşılayan halk hikâyeleri, mesneviler, meddah hikâyeleri gibi nazım ve nesir halinde eserler vardı.

Tür olarak roman edebiyatımıza Batı edebiyatından yapılan çevirilerle girmiştir. Bu yoldaki ilk örnek Fransız yazarı Fenelon'dan çevrilen "Telemak"tır. Bunu "Robenson Cruzoe", "Monte Kristo", "Sefiller" gibi eserler izler. Edebiyatımızda ilk yerli roman, Şemsettin Sami'nin "Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat" adlı eseridir. Namık Kemal'in "İntibah"ı ilk edebi romanımızken aynı yazarın "Cezmi"si tarihi ilk romanımızdır. Ardından Ahmet Mithat'ın "Hasan Mellah", "Felatun Beyle Rakım Efendi" adlı eserleri gelir. Roman türü edebiyatımızda en olgun ve en başarılı örneğini Servet-i Fünûn döneminde verir. Halit Ziya Uşaklıgil'in "Mai ve Siyah", "Aşk-ı Memnu" romanları her bakımından başarılı kabul edilen ilk büyük örneklerdir.

SERVET-İ FÜNÛN DÖNEMİ ROMANI*Roman, Tanzimat Dönemi'nde çeviri ve yerli örneklerle kendisini kabul ettirmiş bir türdür. Namık Kemal'le

başlayan, Recaizâde Mahmut Ekrem'le devam eden romanda "sanatkârane bir üslup yaratma" eğilimi, Servet-i FünûnDönemi'nde farklı bir çizgide gelişmeye devam etmiştir.

*Dönemin yönetim şekli ve baskısı, sanatçıların toplumsal ya da siyasal konuları ele almalarına izin vermemiş; aydın zümre ve onların yaşamlarını anlatan romanlar yazılmıştır. Servet-i Fünûn yazarları romanlarında ağır ve ağdalı bir dil kullanarak kendilerinden önce ve sonra gelen romancılardan ayrılmışlardır.

*Edebiyatımızda "Sergüzeşt", "Araba Sevdası" ve "Zehra" ile başlayan "gerçekçi roman" anlayışı bu dönemde de sürdürülür; ancak romantizmin etkisi de tam anlamıyla kaybolmaz. Romanda realizm, natüralizm ve romantizm akımlarının özellikleri görülür. Örneğin "Mai ve Siyah" realist bir anlayışla yazılmışsa da romanın kahramanı Ahmet Cemil romantiktir.

*Hayal-gerçek çatışması, şiir ve hikâyede olduğu gibi romanının da ana temasını oluşturmuştur. Kötümserlik, melankoli, kaçış, yalnızlık, bunalım dönemin romanlarının ortak temalarıdır. Görüldüğü gibi romanlarda da bireysel temalar ağırlık kazanmıştır.

*Servet-i Fünûn romancıları toplumsal çevreyi aile ile sınırlandırmış, bütün olayları bu aile ortamı içinde yaratmışlardır. Doğal olarak da roman kurgusunda çatışmayı sağlayacak olan üçüncü kişi, yakın aile çevresinden biri olması zorunluluğu yaratmıştır. (Aşk-ı Memnu'da Behlül, Eylül'de Necip karakterleri bu seçimin sonucudur.)

*Romanlarda genetik mirasın roman kahramanları üzerinde yönlendirici bir etkisi vardır. Örneğin Nedime, annesi gibi veremden ölür (Nedime). Bihter, önceden eleştirdiği annesi Firdevs Hanım'ın yazgısına ortak olur. (Aşk-ı Memnu). Hacer, zayıf bünyeli, kırılgan/küskün mizacıyla annesine benzer (Ferdi ve Şürekası).

*Romanlarda yer alan kişiler genellikle aydın çevrelerin insanlarıdır. İyi eğitim almış, Batı kültürüyle yetişmiş, zengin ve elit insanlar, onlarla aynı durumda olan çevreleri anlatılır. Sıradan insanlar, romanlarda hep geri planda verilir.

*Servet-i Fünûn romanlarında mekân, genellikle kapalı, dar mekânlardır, bir labirent gibidir. Bu durum roman kahramanlarında da hep bir köşeye sıkıştırılmışlık, kıstırılmışlık duygusu yaratır. Örneğin, "Ferdi ve Şürekası"nda genç İsmail Tayfur günlerini raflarla, iri kalın defterlerle dolu bir ofis odasında, tekdüze hayattan bıkıp usanmış olarak geçirir. "Aşk-ı Memnu"da Bihter yatak odasını "mezar" diye niteler. "Eylül"de Suat ve Süreya yaşadıkları konağa "şu çöplük"der. Bu roman karakterlerinin mekândan nasıl etkilendiklerini gösterir.

6

Page 7: Web view***Servet-i Fünûn şiirinin en belirgin özelliği kullanılan dildeki farklılıktır. Tanzimat Dönemi şairlerinin dilde sadeleşme çabaları yerine, daha

*Servet-i Fünûn Dönemi'nde roman gerek kurgusu, gerek olay akışı, gerekse tip ve karakter tahlilleri yönünden güçlenir. Bu nedenle Türk edebiyatında gerçek romanın Servet-i Fünûn Dönemi'nde başladığı söylenebilir. Romandaki tek kusur ağır ve ağdalı bir üslup kullanılmasıyla ilgilidir. Dönemin en büyük romancısı Halit Ziya da bu kusuru görmüş, romanlarını sadeleştirerek yeniden kaleme alma gibi bir çalışma yapmıştır.

Halit Ziya UŞAKLIGİLRoman, hikâye, mensur şiir, anı, makale ve denemeleriyle edebiyatımızın çalışkan yazarları arasında yer alan

Halit Ziya'nın öne çıkan yanı, hikâye ve romancılığıdır. Mehmet Rauf'la birlikte Servet-i Fünûn roman ve hikâyesini temsil ederler.

İlk eserlerinden olan "Sefile", "Nedime", "Bir Ölünün Defteri", "Ferdî" ve "Şürekası" gibi romanları dış etkilere oldukça açık, kalem alıştırması niteliğindedir. Ahmet Mithat'ın etkisi bu romanlarda kendisini açıkça belli eder.

Halit Ziya'nın roman türünde olgunluk dönemi eserleri kuşkusuz "Mai ve Siyah" ile "Aşk-ı Memnu"dur. Sanatçı bu eserlerinde Türk roman ve hikâyeciliğinin ustası olmuş, gerçek Türk romanını başlatmıştır. Bu eserler yapısı, tasvir ve tahlilleriyle kendisinden sonra gelen yazarlara örnek olmuştur.

"Mai ve Siyah", özünde Servet-i Fünûn kuşağının serüvenidir. Halit Ziya bu romanda çizdiği Ahmet Cemil ile bu kuşağın sanat ve aşk hayallerini, hayal kırıklıklarını, hayatın gerçeği karşısındaki yenilgilerini ve kaçışlarını dile getirir.

"Aşk-ı Memnu" ise bir dönem Boğaziçi'nde yüzünü Batı'ya dönmüş, alafranga bir hayat yaşayan ailelerin yasak aşk, kıskançlık, mutsuz evlilik ve köşeye sıkışmış hayatlarını ve bireyler arasındaki çatışmaları konu alır.

Halit Ziya'nın romancılığı gittikçe gelişen bir ivme takip eder. İlk romanlarındaki acemicilik ve kusurlar zamanla ortadan kalkar. Türk romanında Ahmet Cemil, Bihter, Firdevs Hanım ve Neyyir gibi ölmez karakterler yaratır.

Halit Ziya'nın eser verdiği türlerden biri de hikâyedir. Hikâyelerini büyük hikâyeler ve küçük hikâyeler olarak iki başlık altında incelemek mümkündür.

Büyük hikâyelerinin ilk örneği "Bir Muhtıranın Son Yaprakları"dır. "Solgun Demet" küçük hikâyelerinin en başarılı örneklerinden biridir. Romandaki ustalığını hikâyede de gösteren yazar, küçük hikâyeleriyle bu türün edebiyatımızdaki öncü niteliğinde olan örneklerini vermiştir.

Roman ve hikâyelerinde bireysel konular üzerinde yoğunlaşan yazar, dönemin siyasî yapısına ve sanat anlayışına uygun eserler verir. Özellikle romanlarında sosyal sorunlara uzak durmuştur. Buna karşın hikâyelerinde daha gerçekçi bir çizgi yakalamıştır.

Halit Ziya'nın roman ve hikâyeleri kurgu ve kompozisyon yönünden sağlamdır.Roman ve hikâye kişilerini içinde yaşadığı toplumu gözlemleyerek yaratmıştır. Eserlerinin çoğunda tanığı

olduğu ya da yaşadığı kimi olay ve durumların yansıması vardır. Yazar, gerçekçi bir çizgide eser vermeye dikkat etmiştir.

Halit Ziya'nın tek kusuru roman ve hikâyelerinde kullandığı dildir. Kurduğu uzun cümleler, yabancı sözcük ve tamlamalara çok yer vermesi, üslubundaki ağdalı durum, anlatımını zayıflatmış, tutuk yapmıştır. Zaten Servet-i Fünûn'un ağır dil anlayışı vardır. Ancak ileriki dönemlerde, kitaplarının yeni baskısında dilini sadeleştirmeye çalışmıştır.

Edebiyatımızda en başarılı mensur şiir örneklerini Halit Ziya vermiştir. Şiirin nesre dönüştürüldüğü bu türün gelişmesinde onun öncülüğünün önemli payı vardır.Romanları: Sefile, Nemide, Bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekası, Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık HayatlarHikâyeleri: Bir Yazın Tarihi, Solgun Demet, Sepette Bulunmuş, Bir Hikâye-i Sevda, Hepsinden Acı, Aşka Dair, Onu Beklerken, İhtiyar Dost, Kadın Pençesi, İzmir HikâyeleriŞiir: Mensur Şiirler, Mezardan SeslerOyun: Kabus, Füruzan, FareAnı: Kırk Yıl, Saray ve Ötesi, Bir Acı HikâyeDeneme / İnceleme / Eleştiri: Hikâye ve Temâşa, Yunan Edebiyatı, Fransız Tarihi Edebiyatı, Sanata Dair, Kenarda Kalmış

Mehmet RAUFServet-i Fünûn topluluğu içinde Halit Ziya'dan sonra gelen en büyük romancıdır.

Romanın yanında hikâye türünde de başarılı örnekler vermiştir. Onun hikâye ve romanlarının temel konusu aşk duygusudur.

"Eylül" romanı, Nabizade Nazım'ın "Zehra"sından sonra edebiyatımızda ilk başarılı psikolojik roman örneğidir. Üçlü bir aşk ekseninde gelişen romanında öne çıkan en belirgin duygu masumiyettir.

Onun roman ve öykülerinde anlattığı aşklar daima hayal kırıklıklarıyla biter. Bu da döneminin anlayışının eserlerine yansıması şeklinde yorumlanabilir.

7

Page 8: Web view***Servet-i Fünûn şiirinin en belirgin özelliği kullanılan dildeki farklılıktır. Tanzimat Dönemi şairlerinin dilde sadeleşme çabaları yerine, daha

Döneminin sosyal ve siyasî olaylarına ilgisiz olan Mehmet Rauf, yalnızca "Halas" adlı romanında vatanseverlik temasını ele almıştır.

Roman ve öykülerinde yarattığı tipler, idealize edilmiş insanlar olup romanın dünyası içinde kalır. Gerçek yaşamdaki insan tipleriyle örtüşmez.

Doğa tasvirlerinde ve dış dünyayı anlatmada başarılı olmayan yazar, insan ruhunun derinliklerini ve psikolojik durumlarını anlatmada oldukça başarılıdır.

Mehmet Rauf'un üslubu dağınıktır. Kimi öykülerinde de müstehcen ve toplum ahlakına uymayan konulardan söz etmiştir. Yazar, bu iki yönüyle çok eleştiri almıştır.

Mensur şiir örnekleri de veren yazar, bu alanda başarılı kabul edilmiştir.Romanları: Eylül, Ferdâ-yi Garam, Genç Kız Kalbi, Karanfil ve Yasemin, Yara, Böğürtlen, Define, Son Yıldız, Cariha, Kan Damlası, HalasHikâyeleri: İntizar, Âşıkane, Son Emel, Hanımlar Arasında, Bir Aşkın Tarihi, Kadın İsterse, Üç Hikâye, Pervaneler Gibi, Aşk KadınıMensur Şiirleri: Siyah İncilerTiyatroları: Pençe, Cidal, Yağmurdan Doluya, Sansar

Hüseyin Cahit YALÇIN: Yazı çalışmalarına Cenap Şahabettin ve Mehmet Rauf'la birlikte "Mektep" dergisinde başlamış, 1896'da

Servet-i Fünûn topluluğuna katılmıştır. Servet-i Fünûn topluluğu içinde Edebiyat-ı Cedide Kütüphanesi kurulmasına önayak olmuş, eski edebiyatçılara karşı giriştiği polemiklerle topluluğun sanat ve edebiyat görüşlerini savunmuştur. Tevfik Fikret'in dergiden ayrılmasından sonra, kısa bir süre Servet-i Fünûn'un yazı işlerini müdürlüğünü yürütmüş, 1901'de Fransızcadan çevirip yayımladığı "Edebiyat ve Hukuk" adlı makalesi yüzünden dergi kapatılmıştır. II. Meşrutiyet'in ilanından sonra daha çok siyasî hayatın içine giren yazar, İkdam ve Tanin gazetelerinde siyasî konulu yazılar yazmıştır.Roman: Nadide, Hayal İçinde, Hayat-ı MuhayyelHikâye: Hayat-ı Hakikiye Sahneleri, Niçin AldatırlarmışAnı: Edebi Hatıralar, Siyasal AnılarEleştiri: Kavgalarım

Ahmet ŞUAYBServet-i Fünûn topluluğunun yalnızca edebi tenkit üzerinde yoğunlaşan ve sadece bu konuda eserler veren tek

ismidir. Fransız eleştirmen H. Taine'in eleştiri yöntemini kullanmış, ancak onun bazı görüşlerini benimsememiştir. H. Taine ve Gustave Flaubert üzerinde ciddi araştırmalar yapmış, bunları "Hayat ve Kitaplar" adıyla yayımlamıştır.

Bağımsızlar….

Hüseyin Rahmi GÜRPINAR (1864 - 1944)➤ Hüseyin Rahmi Gürpınar, roman ve öykü türlerindeki yapıtlarıyla toplumsal eleştirilerde bulunmuş, halkı eğlendirerek eğitmek, sanatı, toplum için kullanmak amacına yönelmiştir. Bu özelliğiyle Ahmet Mithat'ın çizgisini sürdüren bir yazar olmuştur.➤ Servet-i Fünûncuların sanat anlayışlarının dışında kalan yazar, öykü ve romanlarında yalın ve akıcı bir dil kullanmış, kişilerini ait oldukları sosyal çevrelere göre konuşturmuştur.➤ Servet-i Fünûn romanları gibi aydın ve zengin konakların insanlarını değil, kenar mahalleleri, buradaki sıradan insanların günlük yaşayışlarını, duygu ve düşüncelerini oldukça canlı ve gözlemci-gerçekçi bir tutumla sergilemiştir.➤ Realist ve natüralist bir anlayışa sahip olan yazar, eserlerinde günlük yaşamı, yoksulluğu, batıl inançları, gelenek ve görenekleri, alafrangalığı, entrikalı oyunları anlatmıştır.➤ 20. yüzyıl başlarında İstanbul'da yaşayan alt ve orta tabakanın insanlarının sorunlarına parmak basmıştır. Bunların gelenek, yaşam ve konuşma tarzlarını, yerel özellikleriyle gözler önüne sermiştir.Romanları: Mürebbiye, Metres, Tesadüf, Nimetşinas, Şıpsevdi, Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç, Gulyabani, Hakka Sığındık, Ben Deli miyim?, Şık, Utanmaz AdamHikâye: Kadınlar Vaizi, Namusla Açlık Meselesi, Gönül TicaretiTiyatro: Kadın Erkekleşince, Tokuşan Kafalar

AHMET RASİM 1865-2932➤ Edebiyatın birçok türünde eser veren Ahmet Rasim, özellikle anı, fıkra ve makaleleriyle ün kazanmıştır. Yazılarıyla "Yaşadığı dönemi unutulmaktan kurtaran, ölmez adam" olarak nitelenmiştir.➤ Servet-i Fünûn topluluğunun dışında kalan Ahmet Rasim, yazılarında oldukça sade ve canlı bir dil kullanmış, ağır ve sanatlı anlatımdan uzak durmuştur.

8

Page 9: Web view***Servet-i Fünûn şiirinin en belirgin özelliği kullanılan dildeki farklılıktır. Tanzimat Dönemi şairlerinin dilde sadeleşme çabaları yerine, daha

➤ Ahmet Rasim, yazılarında İstanbul'un eğlence yerlerini, dönemin sanat hareketlerini, edebiyat olaylarını, ünlü yazarları, günlük yaşamı, kıraathaneleri anlatarak yaşadığı döneme ayna tutmuştur.➤ Bir yazar olarak kalemini nazım ve düz yazı türlerinin hemen hepsinde deneyen Ahmet Rasim'in, bilimsel yazılardan, şiir, öykü, sohbet, fıkra ve anı türüne kadar yüz otuzu aşan büyüklü küçüklü eseri vardır.Anı: Gecelerim, Fuhş-i Atik, FalakaFıkra ve Makale: Tarih ve Muharrir, Şehir ve Mektupları, Eşkal-i Zaman, Gülüp Ağladıklarım, Muharrir Bu Ya

9

Page 10: Web view***Servet-i Fünûn şiirinin en belirgin özelliği kullanılan dildeki farklılıktır. Tanzimat Dönemi şairlerinin dilde sadeleşme çabaları yerine, daha

SERVET-İ FÜNÛN EDEBİYATI'NIN GENEL ÖZELLİKLERİ

Sanat ve Dil AnlayışıII. Abdülhamit'in 1876'da tahta geçmesinden sonra yavaş yavaş artan baskısı, edebiyatçıların politik ve sosyal konulara önceki dönemin sanatçıları gibi yaklaşmalarını engellemiştir. Ayrıca Osmanlı Devleti'nin çöküş döneminde olduğunun hissedilmesi, sanatçıların duygu, düşünce ve yaşam anlayışlarını etkilemiştir. Bunların sonucunda "Sanat için sanat" anlayışıyla hareket eden sanatçılar, dili sadeleştirmeyi düşünmemiş, tersine çok ağır bir dil kullanmışlardır. Arapça,Farsça sözcük ve tamlamaların yanında yeni sözcükler uydurmuşlar, o güne kadar hiç kullanılmayan sözcükleri kullanmışlar, alışılmadık bağdaştırmalar ve mecazlarla yüklü, sanatlı bir üslup yaratmışlardır.

Edebi TenkitServet-i Fünûn topluluğunda eleştiri, başlangıçta kendilerine yöneltilen eleştirilere cevap verme, bir tür savunma yapma şeklindedir. Daha sonra kendi aralarında başlayan edebi tartışmalar daha çok, karşılıklı duygusal kırgınlıkların egemen olduğu bir eleştiri ortamına dönüşmüştür. Tartışma ve eleştirilerin çoğu kullandıkları dile ve dünyaya bakış açılarına dayanmaktadır.

Tiyatroları Servet-i Fünûn Dönemi'nde tiyatro alanında büyük bir durgunluk yaşanır. Tanzimatçıların yarattığı tiyatro hevesi bu dönemde yoktur. Dönemin siyasî koşulları ve sanatçıların sanat anlayışları tiyatroya yönelik ilgilerini kaybetmelerine yol açmıştır. Birkaç tiyatro örneği dışında tiyatro alanında eser vermemişlerdir.

Etkilendikleri AkımlarServet-i Fünûn sanatçıları şiirde "romantizm", "parnasizm" ve "sembolizm" akımlarından etkilenmiştir.Hikâye ve romanda ise "realizm" ve "natüralizm" akımlarının etkisi görülür. Ancak Servet-i Fünûn yazarlarının kahramanları romantik olan realist eserler verdikleri unutulmamalıdır.

Şiir ve Mensur Şiirin ÖzellikleriServet-i Fünûn şairleri şiirde bireysel konulara yönelmiştir. Tevik Fikret dışında toplumsal içerikli şiir yazan olmamıştır. Aşk, acıma, yoksulluk, kaçış isteği, yalnızlık, umutsuzluk, değişik doğa görünümleri şiirin temel konularını oluşturmuştur. Aruz ölçüsü dışında divan şiiri geleneğini tümüyle terk etmişler, müstezat, serbest müstezat, sone,terza-rima, anjamban gibi biçimlere yönelmişlerdir. Dize anlayışından vazgeçerek anlamı dizelere yayma, dizenin ortasında anlamı tamamlama gibi eğilimler yaratarak "dize kırma"ya yönelmişlerdir. Şiirlere özel bir ad, bir başlık koymaya başlamışlardır. Mensur şiire ağırlık vermişler, bualanda ilk örnekleri oluşturmuşlardır.

Hikâye ve Roman AnlayışlarıServet-i Fünûn hikâye ve romanlarında memleket sorunlarından, siyasî konulardan söz edilmez. Genel olarak konu, olay ve kişiler Batılı tarzda yetişmiş ve Batılılaşmaya çalışan çevrelerde geçer. Mekân, genel olarak İstanbul'un Bo-ğaziçi, Beyoğlu, Nişantaşı ve Adalar gibi zengin semtleridir. Seçkin zümreyi anlatmışlar, bu nedenle de "salon edebiyatı" yapmakla eleştirilmişlerdir. Tasvirde, psikolojik tahlilde oldukça başarılı olmuşlar, sağlam bir roman ve hikâye kurgusu yaratmışlar, bu yolda Türk romancılığına önemlikatkılarda bulunmuşlardır. Yazarlar, eserlerinde kişiliklerini gizlemişler, hayal unsurunu kullanmışlarsa da gerçek hayatsahnelerinede yer vermişlerdir. Dönemin yazarları "tip" yaratmada başarılı olmuşlardır. Bir aile romanı yaratmışlar, olaylar aileler ve onların yaşama alanları olan yalı, konak, köşk gibi toplu sosyal alanlarda geçmiştir. Hikâye ve romanların en büyük kusuru, dillerinin ağır olmasıyla ilgilidir.

10

Page 11: Web view***Servet-i Fünûn şiirinin en belirgin özelliği kullanılan dildeki farklılıktır. Tanzimat Dönemi şairlerinin dilde sadeleşme çabaları yerine, daha

Dil ve biçem

Nazım biçimi

Ölçü

Edebi akım

Edebiyat anlayışı

Nazım birimi

Konu/tema

Ahenk unsurları

.

11

Page 12: Web view***Servet-i Fünûn şiirinin en belirgin özelliği kullanılan dildeki farklılıktır. Tanzimat Dönemi şairlerinin dilde sadeleşme çabaları yerine, daha

SERVET-İ FÜNUN EDEBİYATI OLUŞUMU

Recaizâde Mahmut Ekrem'in, Mekteb-i Mülkiye'den öğrencisi olan Ahmet İhsan Tokgöz, birkaç yıldır "Servet-i Fünûn" (Fenin bilimin servetleri anlamına gelir.) adlı bir dergi çıkarıyordu. Ekrem Bey, eski öğrencisine, bu dergiyi bir sanat-edebiyat organı haline getirmeyi teklif etti. Bu önerinin kabul edilmesiyle Recaizâde Mahmut Ekrem, etrafındaki yenilik yanlısı sanatçıları bu derginin çevresinde toplayarak, derginin sanat ve edebiyat alanındaki yönetimini yine eski bir öğrencisi olan genç şairlerinden Tevfik Fikret'e verdi.

Yeni edebiyatı savunan gençler, kısa sürede bu derginin etrafında toplandı. Cenap Şahabettin, Hüseyin Suat, Ali Ekrem, Faik Ali, Süleyman Nesip, Ahmet Reşit, Celâl Sahir gibi genç şairlerin, Halit Ziya (Uşaklıgil), Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit (Yalçın), Ahmet Hikmet (Müftüoğlu), Saffet Ziya, Ahmet Şuayb gibi genç yazarların yeni bir edebiyat hareketi başlatmalarına öncülük etti.

Hepsi de genç ve tahsilli olan Servet-i Fünûn sanatçıları, tam anlamıyla modern bir Türk edebiyatı yaratmak düşüncesiyle bir araya geldiler. Dönemin çok ağır olan siyasî koşullarına rağmen büyük bir başarı gösterdiler.

1896'dan 1901 yılına kadar süren kısa bir dönemde, Türk edebiyatında büyük bir yenilik yaratan, önemli yapıtlar üreten Servet-i Fünûn sanatçıları, modern Türk edebiyatını yaratmada önemli bir rol oynadı. Şiir, roman, hikâye, eleştiri ve anı türlerinde önemli yapıtlar verdiler.

Halit Ziya, Mehmet Rauf romanlarıyla; Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin şiirleriyle yeni edebiyat beğenisinin somut örneklerini verdiler.

Servet-i Fünûn dergisi, 1901 yılında kapatılınca, bu edebî topluluk da dağıldı ve Servet-i Fünûn hareketi sona erdi.

Servet-i Fünûn Dergisi: "Fenin (Bilimin) servetleri" anlamına gelen bu dergi, adından da anlaşılacağı gibi başlangıçta bir bilim ve fen dergisidir. Dergiyi Recaizade Mahmut Ekrem'in öğrencisi olan Ahmet İhsan Tokgöz, 27 Mart 1891'de çıkarmaya başlar. Dergide Avrupa'da yapılan bilimsel çalışmalara, popüler fen ve sağlık bilgilerine yer verilir. Resimli olması ve yüksek kalitede basılması, dergiyi diğerlerinden farklı kılan önemli bir özelliktir. Dergide ayrıca Ahmet İhsan, Fransızcadan tercüme ettiği romanları da yayımlar. Başlangıçta bu derginin edebiyatla tek ilgisi yayımladığı bu tercüme romanlar olmuştur. Servet-i Fünûn dergisinin Türk edebiyatındaki asıl önemi, Recaîzâde Mahmut Ekrem'in farklı dergilerde yazan yenilikçi gençleri burada bir araya getirmesinden gelir. Ekrem Bey, öğrencisi Tevfik Fikret'i 1896'da bu derginin yazı işleri müdürlüğüne getirilmesini sağlamış, böylece bu dergi tam anlamıyla bir sanat ve edebiyat dergisi hâline getirilmiştir.

Dergi, Hüseyin Cahit Yalçın'ın Lacombe adlı Fransız yazarından çevirdiği "Edebiyat ve Hukuk" adlı makalesinde Fransız İhtilâli'nin sözü geçmesi nedeniyle 1901 yılında kapatılır. Dergi kapatılınca Edebiyat-ı Cedide hareketi de yavaşlar.

“ŞİİRİMİZServet-i Fünûn’da "Sâhir, Zâhir, Fâir" gibi namlarla bazı manzumecikler neşreden nevhevesler de şairliğe oldukçaistidad gösteriyorlar. Hayfa ki bir taraftan da inhimak-i teceddütle yazdıkları şiir değil, oyuncak oluyor. Hem şekillerifena yapılmış, boyaları fena sürülmüş Eyyüb oyuncağı. Kabahati bu çocuklara atfetmemeli : Onlara şimdiye kadarkimse bir itiraz etmemiş, hatta eserlerine daima asar-ı deha namı verilegelmiştir! Bir kere “yeni” denilen ve manalımanasız, lüzumlu lüzumsuz birkaç kelime veya terkip yazmakla husulüne kanaat olunan tavr-ı beyan edildi miyazılan şiir mutlaka güzel, mutlaka pek güzel addolunur. İşte bu böyle kabul olunmuş, takarrur etmiş bir meslek.Bu takdirat baranına boğulan çocukların gözleri artık bir lem’a-i hakikat görmez oluyor. İtikadımızca edebiyatahizmet namıyla her şiiri medhetmek şubban-ı edebin terakkisine mani olmak demektir. Asırlardan beri malum olanhakayık-ı bedihiyyedendir ki terakkiyat-ı edebiyyeyi temin eden esbabdan biri ve belki birincisi tenkittir. Art poetigue(Şiiir Sanat›) unvanlı eser-i mefhurunda “Bouvallau” ne diyor? Asarınızı tenkitten çekinmez udube bulunuz, bunlaryazdığınız şeylerin samimi dostları, hatalarınızın gayur düşmanları olsunlar. Bu udubenin yanında müellifin nahvi-yetini terk edin, fakat dostu müdahinden tefrik eyleyiniz.”Ali Ekrem BOLAYIR

Yukarıdaki metinden yararlanarak Servet-i Fünun Edebiyatı öğretici metinleri hakkında ne söylenebilir?

Bu metni niçin Şinasi yazmış olamaz?

12

Page 13: Web view***Servet-i Fünûn şiirinin en belirgin özelliği kullanılan dildeki farklılıktır. Tanzimat Dönemi şairlerinin dilde sadeleşme çabaları yerine, daha

- Bugün açız yine evlatlarım, diyordu pederBugün açız yine; lakin yarın, ümid ederimSular biraz daha sakinleşir... Ne çare, kader

- Hayır, sular ne kadar coşkun olsa ben giderimDiyordu oğlu, yarın sen biraz ninemle oturZavallıcık yine kaç gündür işte hasta

- OlurBiraz da sen çalış oğlum, biraz da sen çabalaNinen baban, iki miskin, biz artık ölmeliyizÇocuk düşündü şikayetli bir nazarla: - Ya bizYa ben nasıl yaşarım siz ölürseniz (Tevfik Fikret)

Hayalin bile benim değil iken beni sevsen de benim olamayacağın, benim olsan da yine kaybolacağın hicranıyla zehr-âlüd; bu kadar bikes saadetin bile sinesinde acı bir hicran var, bir hicran-ı emel, senin emelinin hicranı, senin hicranının ateşi… Fakat bari buseydin, ümitsiz, emelsiz bile senin için muztarib ve zebûn kalan bir ruh-ı perişan, bir hayat-ı mecruh olduğunu olsun buseydin…Acı, pür-hicran fakat yine bir teselli, yine hemen bir saadet olurdu. (Mehmet Rauf)

Yukarıdaki metinlerden hangisi mensur şiir, hangisi manzume(manzum hikaye) örneğidir? Niçin?

Yukarıda iki romandan alınan metinlerin hangisi Tanzimat, hangisi Servet-i Fünun edebiyatı anlayışını yansıtır? Niçin?

GAZELTâ ebed merd olmaya ahd eyledim şânımla benHüccet-i nâmusumu imzaladım kanımla ben

İzz-dâreyni fedâdır maksadım İslâm içinHalkı temin eylerim dinimle imânımla ben

Her günâha bin azâb-ı manevi çekmekteyimDûzahı dünyâda gördüm kendi vicdânımla ben

Fi'lime ukbâda Mevlâ'dan mükâfat istememKâniim emniyet -i vicdân ü irfânımla ben

Milletin mümkün müdür inkâr hakk-ı ni'metinKelbten alçak mıyım insanlık ünvanımla ben (n.k)

SEN OLMASAN Sen olmasan... Seni bir lâhza görmesem yâhut,Bilir misin ne olur?Semâ, güneş ebediyyen kapansa, belki vücudBu leyl-i serd ile bir çâre-i teennüs arar,Ve bulur;Fakat o zulmete mümkün müdür alıştırmakBütün güneşle, semâlarla beslenen rûhu,Bu rûh-ı mecrûhu?..

Sen olmasan... Seni bulmak hayâli olsa muhâl,Yaşar mıyım dersin?Söner ufûlüne bir lâhza kaail olsa hayâl;Soğur, donar, kırılır senden ayrılınca nazarNe hazinGelir hâyât o zaman hem vücûda hem rûha,Yaşar mıyız seni kaybetsek âh ben, kalbim,Bu kalb-i muztaribim? (T.F.)…

Yukarıdaki şiirlerden hangisi Tanzimat döneminde, hangisi Servet-İ Fünun döneminde yazılmış olabilir? Niçin?

13