128
Üç Aylık Düşünce ve Kuram Dergisi, sayı: 8

Üç Aylık Düşünce ve Kuram Dergisi, sayı: 8

  • Upload
    others

  • View
    19

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Üç Aylık Düşünce ve Kuram Dergisi, sayı: 8

Demokratik Modernite Üç Aylık Düşünce ve Kuram Dergisi Yaygın Süreli Yayın / Sayı: 8Aralık 2013 Ocak-Şubat 2014ISSN: 2147- 1703Roza Yayınları Adına Sahibi Burcu Özkaya

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Mehmet Şah Güneş

Yayın KuruluEşber Yağmurdereli, Nasrullah Kuran, Cengiz Çiçek, Hediye Özdemir,Mahmut Şakar

Dergiye gönderilen yazıların yayınlanıp yayınlanmaması yayın kurulununkararına bağlıdır. [email protected]

Grafik Tasarım Sinan Balık

Basım Yeri: Gün Matbaacılık Reklam Film Bas Yay. San. Tic. Ltd. ŞtiBeşyol Mahallesi Akasya Sok. No:23/A Küçükçekmece – İstanbul Tel: 0212 580 63 81

Abonelik KoşullarıYıllık Abonelik Bedeli: 40 TLYurtdışı Abonelik Bedeli: 55 Euro Türkiye İş Bankası Galatasaray ŞubesiBurcu ÖzkayaHesap No: 10220918635IBAN: TR 56 0006 4000 0011 0220 9186 35

Roza YayınlarıHüseyin Ağa Mah. Tarlabaşı Bulvarı No:61/7 Beyoğlu-İstanbulTel: 0212 256 57 69www.demokratikmodernite.net

İÇİNDEKİLER

Yeni Bir Devrim Çağı

Editörden (5)

Ortadoğu Toplumunda Bazı Güncel Sorunlar ve Olası Çözüm Yolları

Abdullah Öcalan (6)

Kapitalist Modernist Sisteme Alternatif, Ortadoğu

İçin Üçüncü Çizgi Olan Demokratik Konfederalizm

Akif Ali (18)

Rojava Devrimi Ortadoğu İçin Yeni Bir Yerel Demokrasi Modelidir

Aydın Palulu (26)

Kuzey Devrimi ve Rojava

Çetin Arkaş (30)

Rojava Devrimi Suriye’de Üçüncü Yol ve Çözüm Modelidir

Dildar Ariyan (36)

Otuz Yıldır Hazırlanan Devrim

Ferda Çetin (41)

Rojava, Yeninin Parolası

Figen Yüksekdağ (44)

Arap Baharının Çıkmazları

Ayfer Ekin (52)

Ortadoğu’da Halklar Baharı ve Rojava

Halide Türkoğlu (57)

Rojava Devrimi’nin Politik Tarihi Üzerine

Hatip Dicle (62)

Arap Baharı – Kürt Baharı

Aydın Engin (73)

Hareket olarak Demokrasi

Joost Jongerden (76)

Halkların Baharı ve Krizden Çıkış Seçeneği Olarak Rojava

Latif Çetin (80)

Rojava: Dünyanın Sıfır Noktası

Metin Yeğin (88)

Devrimin Öz Diplomasi Yeteneği Olarak Rojava

Ali Koç (91)

Rojava Devrimi Üzerine

Murat Çakır (97)

Demokratik Ulusu İnşa Pratiği Olarak Rojava

Osman Kılavuz (103)

Rojava’da Savaş Ahlakı ve Kadının İtirazı

Sara Aktaş (107)

Rojava’da ve Tüm Ortadoğu’da Darüsselam’a (Barış Yurdu) Doğru…

Sedat Doğan (112)

Ortadoğu’da Yeni Bir Modele Doğru: Üçüncü Çizgi ile

Rojava Demokratik Özerklik Modeli

Seyit Evran (115)

Demokratik Özerklikte Gençlik ve İnşa

Zerdeşt Munzur (120)

Rojava Neden Devrimdir?

Zeynel Günaydın (123)

Parçalanmış bir ülkenin en küçük parçası, yani Kür-distan’ın Rojava’sı. Birkaç dem önceye kadar isimsiz vekimliksiz yaşayan bir halk ve coğrafyaydı. Şimdilerdeise herkesin gözünü ve kulağını diktiği, demokrasi veözgürlük güçleri açısından umudun ve heyecanın kay-nağı bir ‘Özgürlük Ülkesi’.

Rojava, devrimler çağının kapandığının çoktan ilanedilmeye başlandığı dünyamızda 21.yüzyılın devrimçağını başlatan demokratik halk devriminin adı. Buküçük bedenin kalp atışları ise gittikçe daha şiddetli birbiçimde Ortadoğu’yu etkilemekte.

Yeni doğmuş ve herkes için gelecek ve umudu temsileden bir çocuk gibi herkes ‘Rojava’ ismini zikretmekte,ona bakmaya, özelliklerini tanımaya ve kendisini gele-ceğe taşıyıp taşıyamayacağı noktasında sorular sormayaçalışıyor. Tüm bu soru ve kaygılar içerisinde ise Rojava,devrimci ve özgürlükçü adımlarını hızla atmaya ve git-tikçe koşmaya başlıyor.

Bilgisine sahip olmayanlar için Rojava Devrimi çokani ve kendiliğinden gelişmiş görünse de, yine gerçek-leşen devrimi gizlemeye ve boğmaya dönük birçok sal-dırı olsa da, devrimin mayasında hem bir halkınyüzyıllık özgürlük arayışı hem de tarihsel toplumundevrim özlemi var.

Rojava Devrimi, 20.yüzyılın salt sınıfsal karakterliya da salt ulusal kurtuluşçu karakterine sahip olmadığıiçin de devrimci demokratik güçlerin halen yeterinceanlam veremediği ve sahiplenemediği bir gerçeği deifade etmekte. Bu yönüyle de, Rojava Devrimi’nin ta-rihsel, toplumsal ve ideolojik özelliklerinin daha güç-lüce görülmeye, taşıdığı anlam ve hakikatin daha iyianlaşılmaya ihtiyacı da var.

Rojava Devrimi’nin gerçekleştiği mekan ve zaman,aslında devrimin karakterini de güçlüce göstermekte.Ortadoğu halklarının Kapitalist Modernite sistemininuygulamaları altında nefessiz bırakıldığı, buna karşınbölgesel statüko ve uluslararası sistemin de krizi yaşa-dığı bir zaman kesitinde, Rojava, kaos ve krizden halk-lar ve inançlar lehine gerçekleşen bir özgürlüksel çıkışıifade etmekte. Bu açıdan ‘üçüncü çizgi’ değerlendir-meleri doğru olsa da, özünde devletçi uygarlık siste-mine karşı demokratik toplumun özgürlük çizgisiniyani alternatif yaşamını temsil etmekte.

Bundan dolayı, etrafına ‘duvarlar’ örülmek istensede, 21.yüzyıl devrimler halkasının ilk örneği olması,yine yaşanan kaos ve kriz sürecinde gerçekleştirdiğigüçlü çıkış, Rojava Devrimi’nin deyim yerindeyse ‘ke-lebek etkisi’yle tüm Ortadoğu’yu hatta insanlığı etki-leme gücünü engelleyememektedir.

Rojava, halkların ve inançların Kapitalist Modernitesisteminin iktidarcı, bireyci, cinsiyetçi yaşamına mah-kum olmadığının ispatı, Demokratik Ortadoğu’nunprototipi olarak gittikçe tüm toplumsal kesimlerin dekatıldığı bir devrim olmakta. Deyim yerindeyse, yedi-den yetmişe tüm halkın katıldığı, katılmakla kalmadığıhem savunmasına hem de inşasına dâhil olduğu birDemokratik Halk Devrimi yaşanmakta.

Bu açıdan, halklara ve tüm kimliklere büyük kırım-lar yaşatan ulus-devletin tekçi, çatışmacı yapısına karşıda, farklılıkların eşit ve özgür bir aradalığına dayalı De-mokratik Ulus çizgisini pratikleştiren bir ülke olmakta,Ortadoğu’nun özgürlük ülkesi olarak yeşermekte.

Tüm bu gerçekliklerle birlikte, Rojava Devrimi’ninözünü ifade eden temel yanı ise, büyük bir Kadın Dev-rimi olarak gerçekleşmesidir. Binlerce yıl önce aynı top-raklarda tanrıça kültürünü gerçekleştirmiş, daha sonradevletçi uygarlığın her şeyini elinden almaya, tarihin dı-şına itmeye çalıştığı özgür kadın kimliği, kendini devri-min öz anlamı olarak gerçekleştirdi. Mezopotamya’nınbüyük yaratıcı kadın gücüyle devrimin savunmasındantoplumsal inşaya kadar tüm alanlarının temel üretici veörgütleyici gücü olarak tarihsel kimliğini de güncelle-mekte.

Rojava Devrimi, Ortadoğu’nun kadim halkı Kürtlerşahsında tarih sahnesine çıksa da, Kürtler şahsındabinlerce yıllık devletçi uygarlık sistemine direnen tümhalkların, kimliklerin, inançların ortak devrimi, bukimliklerin özgür yaşamının zamanı ve mekanı ol-makta Rojava.

Ortadoğu’nun yeni bir tarihsel/toplumsal çıkışınıengellemek için 9 Ekim’de, devrimin bugün gerçekleş-tiği bu topraklarda gerçekleştirilen büyük uluslararasıkomplo, bu özgürlük çıkışını engelleyemedi. BugünRojava, halklar adına bu tarihsel komplonun da ceva-bını vermekte, demokratik kurtuluşu ve özgür yaşamıinşa etmektedir.

Yeni Bir Devrim Çağı

5

Editör

İçindekiler İçin Tıklayınız

y Abdullah Öcalan

Şimdi veya güncellik ile tarih arasındaki bağa sıkçadeğinmenin gereği vardır. Tarihten kopuk güncel so-mutun, yaşanan şimdinin analizi ne kadar yanlışlıklaraaçıksa, şimdileşmeyen tarih analizleri de o denli hata-lara açıktır. Gerçeğin şimdideki hali, tarihsiz çok eksikkavranır. Zaman her zaman gerçeğin inşa boyutudur.Zamansız gerçek olsa bile düşünülemez. Belki de mut-lak denilen sırdır. Toplumsal gerçeklikte zamanın inşagücü, yeteneği temel bir ilke değerindedir. Toplumsalyaşamın zamanla sınırlanmış süre halini kavramak,sosyolojinin baş etmek zorunda olduğu temel sorunu-

dur. Analitik felsefenin en büyük kusuru, belki de kö-tülüğü, tarihsiz bir sosyal bilim mümkünmüş gibianaliz yapmasıdır. Buna karşılık tarihsizcilik denen me-todun şimdi’yi kavramayan, tüm gelişmeleri tarihsel ti-kellerden ibaret sayan aşırı determinist görüşüşimdi’nin bahşettiği yenilik ve özgür gelişme imkânınıkavramaz. İnsan iradesi ancak şimdiye müdahale ede-bilir. Dolayısıyla tarih ne kadar şimdiyse, o denli tarihede müdahale edebilir. Şimdinin olağanüstü yaratıcı andeğerini kavramadan, hiçbir özgün toplumsal inşa ger-çekleştirilemez. Ne tarihin emrindeki bir iradesizolmak, ne şimdinin tarihten kopuk sorumsuzu olmaktoplumsal hakikatle yaşamanın ilkesel ifadesidir. “Geç-mişe boş ver” demek ne kadar yanlış ve sorumsuzlukhaliyse, “Geleceğe bak” demek de o denli yanlış ve so-

rumsuzluktur. Ortadoğu’nun toplumsal doğası şimdisi zayıf, tarihi

çok büyük olan bir çelişkiyi de yaşamaktadır. Şimdisi,büyük tarihinin önünde adeta bir tuzak gibi kurgulan-mıştır. Ne kadar tarihsel değer varsa bu tuzak içine dü-şürülüp etkisizleştirilmektedir. Büyük tarihinin önünüaçmak için şimdinin bu kurgulanmış tuzak haliniaşmak gerekecektir. Şimdinin bir anlamı da sorunçözme kabiliyetidir. Tarih ne kadar sorun biriktirmişse,hep şimdinin önüne yığar. Şimdi ise, bu sorunlar yığınıiçinde çözebileceklerini ayıklar ve sorunsuz yaşamadönüştürürken, çözümleyemediği sorunları da sonrakişimdilere havale eder.

Sorunların çözümü doğru tanımlanmalarıyla ya-kından bağlantılıdır. Soruna konu olan varlıkla çözüm-lenmiş varlık arasındaki fark, şimdinin olumlu olarakinşa ettiği şeydir. Sorunlu yaşanan şeyin çözümlenmişşeye dönüşerek yaşanan halidir.

Çoğunluk ve Azınlık Olan Ulusların Sorunları ve Çözüm Olasılıkları Ortadoğu’nun dört çoğunluk ulusundan bahsetmek

mümkündür. Bunlar Arap, Türk, Kürt ve Fars ulusla-rıdır. Büyük yerine çoğunluk dememin sebebi demo-grafyayla ilgilidir. Yoksa ulusları büyük-küçük diyeayırmak etik ve doğru değildir. Azınlık ulusu kavramıda demografya ile ilgilidir. Azınlık olmanın bir kusurveya küçüklük nedeni sayılamayacağı toplumsal haki-katin ve etiğin gereğidir.

Ulusal olgunun gittikçe öne çıkarılması kapitalistmodernitenin gelişimiyle yakından bağlantılıdır. İdeo-loji, iktidar ve sermaye tekellerinin oluşumunda öne çı-karılması gereken stratejik bir olgudur. Abartılaraksunulması bu stratejinin gereğidir. Ulusal olgunun çö-zümlenmesinde iki temel eksik ve hatalı yaklaşımdan

Ortadoğu Toplumunda Bazı GüncelSorunlar ve Olası Çözüm Yolları

6

Toplumsal yaşamın zamanla sınırlanmış süre halinikavramak, sosyolojinin baş etmek zorunda olduğu

temel sorunudur. Analitik felsefenin en büyük kusuru, belki de kötülüğü, tarihsiz bir sosyal bilim

mümkünmüş gibi analiz yapmasıdır

7

bahsetmek gerekir. Birincisi, Descartes felsefesindekikeskin özne-nesne ayrımına dayalı pozitivist yaklaşım-dır. Pozitivizmin olgusal özelliği bilinmektedir. Temelhatası, ulus olgusunu tıpkı fizik, kimya, biyoloji olgularıgibi tam nesnel nitelikte saymasıdır. Toplumsal doğa-daki öznelliği ve esnekliği kesinlikle ihmal etmektedir.Ulusal sorunların soykırımlara kadar varması bu kes-kin, katı ve ucu kapalı ulusal kimlik anlayışıyla çok ya-kından bağlantılıdır. Gerek doğanın gerek toplumunnesneleştirilmesi kapitalizmin gelişiminde en önemliideolojik aşamadır.

Kapitalist modernitenin ilk büyük devriminin zihniyetalanındaki bu özne-nesne ayrımına dayalı felsefi-ideolojikdevrim olduğu önemle kavranmak durumundadır. Mo-dernitenin ideolojik devriminin öne çıkardığı kavramlarınbaşta gelenlerinden olan ulusallık boşuna seçilmiş bir kav-ram değildir. Bu kavram kapitalist teolojinin ana ilkesidir.Ulusallık ve daha da geliştirilecek ulus-devlet en önemli tan-rısal kavram, hatta yeryüzündeki tanrının kendisi olacaktır.Pozitivist teolojinin Akropol’ündeki en büyük tanrı kesin-likle ulusallık ve ulus-devlet olarak yerini alacaktır. Diğermodernite tanrıları önem sırasıyla sisteme yaptıkları katkı-larıyla orantılı yer tutacaktır. Pozitivist teoloji sözde ‘bilim-cilik’le ulus ve ulus-devlet olgusunu abartıp dinsel ümmetolgusu yerine ikame edince, bu sefer din ve mezhep sorun-ları ve çatışmalarının yerine ulusal sorun ve çatışmalar geç-miştir. Hem de daha kanlı savaşlar ve soykırımlarla dolu birsürece yol açarak. Pozitivizmin kapitalizmin kutsal ideolojisiolduğunu çok iyi bilmek gerekir.

İkinci hatalı yaklaşım ‘öznellik, aşırı anlamlılık’ adıaltında sergilenir. Bu anlayış, başta ulusal olgular olmaküzere, modernite döneminde ortaya çıkan birçok ol-guyu hayali, fantastik icatlar olarak sunmaya çalışır. Ge-leneğin icadı olarak bir yorumcu anlayışı geliştirirler.Elbette toplumsal olgular, İkinci Doğa karakterinde ol-maları itibariyle inşa edilmeye, icat olgular olmaya el-verişlidir. Ama bu elverişlilikten kalkarak toplumsalolguların varlıksal değerini kuşkulu hale getirip sadecezihniyet oyunlarına indirgemek, en az nesnellik yakla-şımı kadar sakıncalı ve hatalı sonuçlara yol açar. Busefer olguları kesin, katı nesnel değerler yerine hayali,uçup giden, varlığı pek olmayan kavramlardan ibaretsaymaya vardırır. Gerçekle hakikat arasında ikinci ciddisapmayla bilimsel sonuçlara varmak mümkün değildir.Öznellik, kendine inancını yitirmiş modernite ideolo-jisinin geç postmodernite döneminde aldığı yeni bi-çimdir. Nesnelciliğin postmodernite ifadesidir. Sonuçolarak toplumsal sorunları hayali sorunlar olarak gör-mek, günübirlik terapi seanslarıyla (psikolojik yöntem-lerle) çözmeye çalışmak bu yaklaşımın vardığı aşamayıgösterir ki, başarısızlığını yaşamın kendisi günlük ola-rak kanıtlamaktadır.

Kapitalist modernite döneminin olgusal, yapısal sis-

tematiğini çok büyük kavramadan, yol açtığı toplumsalsorunları kavramak ve çözmek çok zordur. Sistemati-ğin kritik sorunu olgu ve algı arasındaki ilişkidir. Algıve olgu arasında kurulan aynılık ve farklılık yaklaşım-ları çok problemlidir. Sistemin özüyle ilgilidir. Sistembütün felsefesini algı ve olgu arasındaki aynılık ve fark-lılık üzerine inşa eder ki, bunun altından çıkmakmümkün değildir. Sistem felsefesi bütün ekolleriylekendi içinde çözümsüzdür.

Kendi yorumum, çözümü aynılık ve farklılık dı-şında aramak yönündedir. Algı ve olgu evrenin teme-lindeki ikilemle ilgilidir. Madde-enerji, yapı-işlev,parçacık-dalga gibi evrensel ikilemler algı ve olgu ara-sında da geçerlidir. Bana göre bu ikilemin insan ruhuve bedeni, evren ve zihni arasında aldığı biçimi ifadeeder. Zihnin evreni tam kavraması mutlak bilgi kavra-mına götürebilir. Fenafillâh, Nirvana, Enel-Hak, Mut-lak Bilgi (Hegel) öğretileri bu ideayı taşır. Bu imkânsızayakın bir sonuç gibi görünmektedir. Algı ile olgununtamamen farklı olması ise, zihin ile gerçeklik arasındakibağın kopuşunu ve hakikat dışına taşmayı ifade eder.Avami, düşüncesi çok az gelişmiş olanları kapsar. Ha-kikat payı çok zayıf ve inşa değeri, yapısallığı düşük birzihniyettir.

Mutlak bilgi durumunda algı-olgu ikilemi ortadankalkar ki, bu da hadisin (oluş) ortadan kalkmasıdır.Algı ve olgunun birbirinden tamamen kopması ise tamyabancılaşmayı ifade eder. Felsefî bilgi bu iki uç arasın-daki varlık bilgisinin özünden ve mantığından oluşur.İki uç arasındaki savrulmalara düşmemek, daha daönemlisi uçlara kaymadan hakikat arayışında olmakbilgeliği, felsefi duruşu ifade eder ki, doğru olan da bututumdur.

Tekrar ulusal soruna dönersek, son iki yüz yılın ka-pitalist modernite zihniyetinin hegemonik karakteriylebağını bu kısa felsefe tahliliyle daha iyi kavramış oluruz.Ulusal sorun yoktan, hayali olarak icat edilmemiştir.Ama büyük bir abartmanın ürünü olarak toplumsaldoğaya giydirilen bir endüstriyel kumaş olduğu dainkâr edilemez. Dinsel ümmet yerine ikame edilen ulu-sal toplum, iki uca kaymamak şartıyla sosyal bilimekonu edilebilir. Ulusal toplum kavramını sosyal bilimkapsamında tutmak kapitalist modernitenin aşılmasınıgerektirir. Kapitalist modernite aşılmadıkça, ulusal top-lum baskı ve sömürü tekellerine çatı örtüsü olmaktanöteye bir anlam ifade etmez.

Demokratik modernite paradigmasında kavramınproblemli yapısını aşmak için geliştirilen karşı kavramdemokratik ulustur. Her iki uç anlayışından arındırıl-mış ve kapitalist modernitenin istismarından kurtarıl-mış ulusal toplum ancak demokratik ulus olmaklamümkündür. Demokratik modernite unsurları kapsa-mında toplumsal inşalar ulusal kıstasları esas almazlar.

8

Ulus-devlet kapitalizminde vurgulandığı gibi ulusal çı-kara başat rol tanınmaz. Daha çok toplumun ahlâkî vepolitik karakterine vurgu yapılır. Yeniden inşalar içinen uygun kavram ikilisi, ulus-devlet yerine demokratikkomünalitedir.

Ortadoğu ulus meselesinde aşırı ulusallık vurgusune kadar olumsuzsa, toplumsalın ulus yönünü göz ardıetmek de o denli sorunu ağırlaştırır. Hangi ulus sorunuele alınırsa alınsın, yöntemsel olarak bu iki yanlışa karşıtedbirli olunduktan sonra, iki olumlu tavrı öne çıkar-mak yöntemin diğer önemli yanıdır. Bunlar ideolojikdeğil, bilimsel yaklaşımdır; ulus-devletçi iktidar amaçlıdeğil, demokratik ulus ve demokratik komünalite yak-laşımıdır. Her iki yaklaşımın içeriği demokratik mo-dernitenin temel unsurlarıdır.

Ortadoğu toplumlarında son iki yüz yılda uyandı-rılan milliyetçilik ve ulus-devlet eğilimi idea edildiğigibi ulusal sorunların çözümüne değil, tersine sorun-ların çığ gibi büyümesine ve tüm toplumsal dokularıkaplamasına yol açıyor. Sermaye olumlu rekabet yerinetahripkâr ulus-devletçi savaşı dayatıyor. Toplumlarıniç yapılanmalarında ve dış bağlantılarında yaşanansavaş durumu sorun, kriz ve kaotik durumun esas ne-deni olmaktadır. Bölgenin tüm ulusal sorunlarında ya-şanan deneyimler gözlemlendiğinde bu gerçeği tespitetmek zor değildir.

Demokratik modernitenin iktidar tekelini (ulus-devleti) amaçlamayan demokratik ulus kavramıyla ka-pitalizme alternatif toplumcu komünalite kuramı,bölgeyi kanlı savaşların, katliam ve soykırımların, sü-rekli kriz ve kaosun alanı olmaktan çıkaracak ideal mo-deli sunmaktadır.

a- Arap ulusal sorununu ağırlaştıran temel etkenlerArap toplumsallığını sürekli parçalayan, öz değerlerineyabancılaştıran, savaşlarla tüketen, maddi değerleriniyutan yirmiyi aşan ulus-devletidir. Aralarında bir kon-federalizm bile gerçekleştiremeyen bu ulus-devletler,Arap ulusal sorununun bizzat üreticileridir. Bunlarlabağlantılı dinci ve soycu-kabileci milliyetçilik, erkekegemen toplumsal cinsiyetçilik toplumsal alanı tü-müyle karartmakta, boğuntuya getirmektedir. Top-lumu kendi içinde muazzam bir tutuculuğa ve köleliğemahkûm etmektedir. Araplar adına ne iç ne dış hiçbirsoruna çözüm şansı vermemektedir.

Arap sorunları için kapsayıcı bir çözüm modeli de-mokratik ulus ve toplumcu komünalite temelinde aran-mak durumundadır. Karşı rakip İsrail’in gücü sadecedünya hegemonyasından kaynaklanmıyor; içteki demo-kratik ve komünal kurumlar da bu güçlenmede önemlirol sahibidir. Son yüz yılını radikal milliyetçilik ve İslam-cılıkla tüketen Arap ulusal toplumu, tarihlerinde ve ka-bile düzenlerinde yabancısı olmadığı komünaltoplumculuğu demokratik ulus anlayışıyla bütünleştire-

rek kendine emin ve uzun vadeli bir çıkış, çözüm ve kur-tuluş yolu bulabilir, çizebilir.

b- Ortadoğu’da diğer önemli bir çoğul ulusu, Türk-ler ve Türkmenler teşkil etmektedir. Araplara göre dahadağınık yaşamakla birlikte, benzer iktidar ve ideolojikanlayışları paylaşmaktadır. Çok sıkı ulus-devletçi olup,dinsel ve soycu milliyetçiliği derinliğine yaşamaktadır.Tanrı ve devlet kutsallığı içi içe yaşandığı gibi, dinci vesoycu milliyetçilik de iç içe yaşanmaktadır. Türk veTürkmenlik kategorileri arasında önemli sosyolojikfarklar bulunmaktadır. Türkmenler, Arap aristokrasi-sinin karşısındaki Bedevilerin paralelini Türk aristok-rasisi ve iktidar-devlete sahip olanlar karşısındayaşamaktadır. Türkmenler, çıkarları demokrasi ve ko-münaliteyle örtüşen kesimlerdir.

Türk ulusal sorunları da hacimlidir. Çin’deki UygurTürklerinden Rusya hegemonyasında yaşayan çok sayı-daki özerk ve devlete sahip Türklere, Anadolu’daki Tür-kiye Cumhuriyeti Türklerinden Balkanlar, Kafkasya veOrtadoğu’daki, hatta Avrupa’daki Türklere kadar hep-sinde ulusal sorunlar yaşanmaktadır. Kaynağın benzerolduğunu söyledik. Ulus-devletçi iktidar hastalığı ve aşırıdinci-soycu milliyetçilik, erkek egemen toplumsal cinsi-yetçilik Türk topluluklarını da karartmakta ve tutucu kıl-maktadır. Toplum, demokrasi ve komünal eğilimler, aşırıdevletçi ve hegemonik ideolojik tekeller içinde adeta eri-miş gibidir. Aile bile toplumun değil, devletin bir hücresikonumuna indirgenmiştir. Her kurum ve birey devletitaklit etmektedir. Bu tarihsel eğilimler Türkler ve Türk-men toplulukları arasında sert bir iktidar savaşına yol aç-maktadır. Fetih siyasetiyle diğer toplumlar arasında dabenzer iktidar çatışmaları yaşanır.

Katı merkeziyetçi iktidar yapılanmaları ve resmiideolojinin katılığı nedeniyle Türk ulusal sorununda de-mokratik ve komünal eğilimlere gelişme ve çözümleyiciolma fırsatı tanınmamıştır. Topluma verilen mesaj dev-letsiz yaşamalarının imkânsızlığıdır. Toplum ve bireyinisiyatifi devletle dengeyi sağlayamamış, hep devletinçocuğu ve sadık kölesi rolünde kalmıştır.

Günümüzde Türk ulusal toplulukları için demokratikmodernite kuramı en uygun çerçeveyi oluşturmaktadır.Toplum temelli Demokratik Türk Konfederasyonu pro-jesi hem kendi içinde bütünlük, hem de iç içe yaşadığıkomşularıyla barış ve bütünlük içinde ortak yaşamımümkün kılan ideal bir düşüncedir. Toplumsal birlikiçin sınırlar eski önemini yitirmişlerdir. İletişim olanak-ları farklı mekân sınırlarına rağmen dünyanın her ala-nındaki bireyler ve topluluklar arasında bütünleşmeyimümkün kılmaktadır. Türk ulusal topluluklarının De-mokratik Konfederasyonu dünya barışı ve demokratikmodernite sistemi için büyük katkı sunabilir.

c- Kürt ulusal toplumu yeni gelişen zengin bir po-tansiyelden kaynaklanmaktadır. Dünyanın en büyük

ulus-devletsiz halkıdır. Tarih boyunca neolitik ve uy-garlık çağlarında stratejik bir alanda yoğunlaşmıştır. Dağ’ıesas alan bir savunma anlayışı, tarım ve hayvancılıkla bes-lenme kültürü sayesinde otantik bir halk olarak, Kürtlergünümüze kadar varlıklarını korumuşlardır. Yahudilernasıl dünyanın her köşesinde toplumların tepe noktala-rına sızarak varlıklarını günümüze kadar taşımışlarsa,Kürtler tersine yerlerinden hiç kıpırdamadan ve hiçbirtoplumsal tepe noktasına göz dikmeden, altta kalma sab-rını göstererek günümüze erişmişlerdir. Aralarında tambir paradoks vardır.

Kürt ulusal sorunu, ulus olmaktan alıkonulma gibi çoknadir rastlanan bir etkenden kaynaklanmaktadır. Tarihboyunca ve günümüzde kendilerine hükmeden güçlerve iç uzantıları, Kürtlerin nesne olmaktan çıkıp özne ha-line gelmemeleri için denemedik yöntem bırakmamış-lardır. Devlet olma belki olumlu veya olumsuz anlamdabir şeyler katmıştır. Fakat Kürtler için böylesi bir ayrıcalıkçok nadiren mümkün olabilmiştir. Dolayısıyla sınıflı vedevletli uygarlığı çok az yaşamış ve özümsemiş halk olmaayrıcalığına sahiptir. Demokratik modernitenin şansı açı-sından bu çok önemli bir ayrıcalıktır. Ortadoğu coğraf-yasının merkezinde yerleşik olmaları önemleriniarttırmaktadır. Kapitalist modernite döneminde dıştandayatılan ulus-devlet egemenliği, gücü yettikçe kültürelsoykırımlar ve zaman zaman fiziki kırımlarla Kürtlerikendi içinde eritmek istemiştir. İslam uygarlığı döne-minde de aynı politikalar din aracılığıyla meşru kılınmakistenmiştir. Kürtler iktidar-devlet gücüyle ulusal toplumolmayı sağlama şansına pek sahip değildir. Kapitalist mo-dernite unsurlarının bu yönlü sunacakları şeyler çok sı-nırlıdır. Günümüzde gerçekleşen Irak Kürdistan’ındakisiyasi oluşuma tam anlamıyla ulus-devlet denilemez.Yarım ulus-devlet demek daha uygun olur.

Kürdistan coğrafyası, azınlık da olsalar, özellikleyakın geçmişte, başta Ermeniler ve Süryaniler olmaküzere, başka halkların da anayurdu konumundadır.Çok sayıda Arap, Acem ve Türk uzantılar da yerleşiktir.Din ve mezhep yönünden çokluğu yaşamaktadır. Aşi-ret ve kabile kültürlerinin hala güçlü izleri bulunmak-tadır. Kent kültürü fazla gelişmiş değildir. Tüm buözellikler Kürdistan coğrafyasında demokratik siyasioluşumlara büyük şans tanımaktadır. Tarım-su-enerjialanında komünal birlikler için hem idealdir, hem dezorunluluk arz etmektedir. Ahlâkî ve politik toplumungelişme koşulları da son derece elverişlidir. Ayrıca anatanrıça kültürünün ilk önce ve en güçlü biçimde ya-şandığı coğrafyadır. Star, İştar, İnanna tanrıça adıylatüm Ortadoğu’ya ve dünyaya yayılabilmiş bir kültüründe ana zeminidir. Üzerindeki tüm bitirilme çabalarınarağmen, kadın halen en cesur direnişçi ve onurluyaşam örneklerini sunabilecek potansiyele sahiptir.Tüm çabalara rağmen, cinsiyetçi toplum ideolojisi diğer

komşu toplumlardaki kadar kurumlaşmış değildir.Kadın eşitliği (farklılığı içinde) ve özgürlüğünün temelkıstas olduğu demokratik toplumun inşasında, tümüiç içe yaşayan bu zengin kültürel özellikler muazzambir potansiyel ihtiva etmektedir. Dolayısıyla demokra-tik modernite paradigması altında demokratik uluslaş-maya ve ekolojik-ekonomik toplum olmaya en müsaitkoşulları sunmaktadır. Kürdistan Demokratik Konfe-derasyonu projesi daha şimdiden uygulanma şansınasahiptir. Kapitalist hegemonyayla bağlantılı ulus-devletuygulamaları, toplum için taşıdıkları olumsuzluk ne-deniyle dün olduğu gibi bugün ve yarın da gelişme şan-sına sahip değildir. Ancak demokratik dönüşümlesınırlı bir şansa sahip olabilirler.

Sayılan tüm özelliklerini esas alan siyasal demokra-tik oluşumlarla Kürdistan’ı ekonomik ve ekolojik ko-münlerden oluşmuş bir demokratik konfederasyonolarak geliştirmek tarihsel öneme sahiptir. Çoklu ulusalkimliklere dayalı demokratik ulus inşası, ulus-devletçıkmazına karşı ideal bir çözümdür; Ortadoğu’nuntüm ulusal, azınlıksal sorunları için çözüm modeli ola-bilir. Komşu ulusları bu modele çekmek Ortadoğu’nunkaderini değiştirecek ve demokratik modernitenin al-ternatif oluşturma şansını güçlendirecektir.

Tarih Kürdistan’ı ve Kürtleri öyle bir konuma getir-miştir ki, kendilerinin özgürlüğü, eşitliği ve demokratik-leşmesini bölgenin ve halkların özgürlüğü, eşitliği vedemokratikleşmesiyle kader birliği yapmaya zorlamıştır.

d- Fars veya İran ulusal toplumundaki sorunlar ta-rihsel uygarlıklardan ve son iki yüzyılın kapitalist mo-dernite girişimlerinden kaynaklanmaktadır. Sümerrahip ideolojisinin üç türevinden de etkilenmiş bir uy-garlık geleneği vardır. Zerdüşt ve Mitra geleneği orijinalkimliği oluşturmalarına karşın, İslam türeviyle etkisiz-leştirilmişlerdir. Üçlü türevin (Musevilik, İsevilik veMuhammedîlik) ve Grek felsefesi ekolünün bir senteziolarak ortaya çıkan Manicilik, resmi uygarlık ideolojisikarşısında etkili olamamıştır. Daha doğrusu isyancı ge-leneği beslemekten öteye gidememiştir. İslamî geleneğiŞia mezhebine dönüştürüp son dönem uygarlık ideo-lojisi olarak uyarlamıştır. Günümüzde de kapitalist mo-dernitenin unsurlarını Şia süzgecinden geçirerek (ÇinKonfüçyüsçülüğün modernist biçimi olarak) modern-leşmeye çabalamaktadır.

İran toplumu hem etnik, hem dinsel açıdan çokkimlikli nitelikler itibariyle zengin bir kültüre sahiptir.Ortadoğu’nun tüm ulusal ve dinsel kimliklerine ev sa-hipliği yapmaktadır. Çoklu kimlikleri tek başına soycuveya dinci ideolojik hegemonyalarla bir arada tutmaktazorlanmaktadır. Çok ince bir tarzda dinci ve soycu birmilliyetçilik biçimi uygulamaktadır. Öte yandan kapi-talist moderniteyi uyguladığı halde, işine geldiğindeanti-modernist propagandaya da başvurmaktan geri9

10

durmamaktadır. Devrimci ve demokratik gelişimlerigeleneksel uygarlık kültürü içinde eritmekte ustalaş-mıştır. Despotik bir rejimin ustaca uygulanması söz ko-nusudur. Ortadoğu’nun bünyesi çelişkili en gergindevlet ve toplumların başında gelmektedir. Petrol kay-nakları gerginlikleri kısmen yumuşatmaya yol açsa da,İran ulus-devletçiliğinin varlığı dağılmaya en müsaitkonumda yaşamaktadır. Bunda kapitalist modernite-nin baş aktörleri ABD-AB hegemonyacılığıyla yaşadığıuyumsuzluklar da oldukça etkilidir.

İran’ın toplumsal sorunlarında demokratik moder-nite kuramı yetkince uygulandığında önemli çözüm-leyici sonuçlara yol açabilir. Tüm merkeziyetçiçabalarına rağmen, alttan alta adeta bir federal İran dayaşanmaktadır. Demokratik uygarlık unsurlarıyla fe-deralist unsurlar (Azeriler, Kürtler, Araplar, Beluciler,Türkmenler) buluştuğunda, İran Demokratik Konfe-derasyonu projesi anlam kazanabilir ve rahatlıklaçekim merkezi olabilir. Kadın özgürlük hareketi ve ko-münal geleneklerin de bu proje kapsamında önemlirolleri olacaktır. İran’ın geleceği ve Ortadoğu’daki ta-rihsel rolünü yeniden kazanması ancak demokratikmodernite unsurlarıyla (demokratik, ekonomik veekolojik toplum) bütünleşmesi ve çıkış yapmasıylamümkündür. İran ulusal toplumunun potansiyelibunun için yeterince güçlü olduğu gibi, İran demokra-tik ulus gerçeği de bunu gerektirmektedir.

e- Ermeni ulusal sorunu kapitalist moderniteninOrtadoğu’ya girişinde yol açtığı trajedilerin başındagelmektedir. Ermeniler bölgenin kadim halklarından-dır. Ağırlıklı olarak Kürtlerle iç içe bir coğrafyayı pay-laşmaktadır. Kürtler ne kadar tarım ve hayvancılıklageçinen halksa, Ermeniler de sanki o ölçüde bu eko-nomiyi kentlerde zanaatkârlıkla besleyen ve beslenenhalktır. Sanatkâr yönü gelişkin bir kültürü de temsil et-mektedir. Kürtler benzeri bir direnişleri olmasına rağ-men, kalıcı devlet kurumlarına geçici ve mevziiörnekler dışında pek sahip olamamışlardır. Ermenilerilk Hıristiyan halklardandır. Bunda kimlik ve kurtuluşinancı önemli rol oynar. Yahudiler gibi saray çevresindeözellikle zanaatçı kimlikleriyle etkili olmuşlardır.

Kapitalist modernitenin Ortadoğu’ya girişinde araç-sallaştırılmaları stratejik bir hata olmuştur. Hıristiyanlık

nedeniyle yaşadıkları Müslüman ablukası altındaki sı-kışmaları, ulus-devlet milliyetçiliğinin karşılıklı alev-lenmesi sonucu giderek bir trajediye dönüştü. Bundaerken burjuvalaşan Ermeni eşrafının önemli rolü ol-muştur. Avrupa türü milliyetçilik ve hegemonik işbir-likçilik, yaşadıkları felaketin iç nedenidir. Ortadoğukültüründe beş bin yılı izlenebilen bir kültürle büyükkatkıda bulunan Ermeniler; 19. yüzyıldan 20. yüzyılınilk çeyreğine kadar oynanan modernite komploları so-nucu büyük felaketin kurbanı olmuşlardır. Yahudiler-den sonra dünyaya dağılan ikinci önemli diasporahalkı olmuştur. Azerbaycan’ın batısında küçük bir Er-menistan’ın kurulması, Ermeni ulusal sorununun çö-zümü anlamına gelmez; bu oluşum Ermenilerinyaşadıkları trajedinin etkisini telafi edemez. Ermenilerkaybettikleri yurtlarını hep arayacaklardır.

Dolayısıyla günümüz için Ermeni sorunu, kaybettik-leri yurdu bulmak biçiminde anlam kazanmaktadır.Fakat o yurdu aradıkları yerde başka halklar da yaşa-maktadır. Birinden yurdunu alıp diğerine vermek nekadar yanlış ve affedilmez bir suçsa, tersi de o denli suç-tur. Ulus-devletin korkunçluğu bir kez daha Ermeni so-runuyla karşımıza çıkmaktadır. Sınır anlayışı vehomojen ulus peşinde koşması bu korkunçluğun gerçeknedenidir. Arkasındaki sistem ise kapitalist modernite-dir. Hıristiyanlık ve modernite karışımı zihniyet veyaşam tarzı Ermenileri ancak tüketir. Düşmanları nekadar alçak ve faşist zihniyetli olsalar da, soykırımlarınkendilerine yönelik nedenlerini keşfetmekle yetinmeyipyeni çıkış yolları aramaları da uğraşmaları gereken hayatigörevleridir. Çok uluslu, demokratik ve komünal temel-deki konfederalist oluşumlar belki de en çok Ermenilerve benzerleri için ideale yakın çözüm olanakları sunarlar.Demokratik modernite unsurları temelinde yoğunlaş-maları, kendilerini Ermeni Demokratik Ulusu olarak ye-nilemeleri halinde hem Ortadoğu kültüründeki tarihirollerine yeniden kavuşacaklar, hem de kurtuluşundoğru yolunu bulmuş olacaklardır.

f- Asuri ulusal sorunu Ortadoğu’nun bir uygarlıkdevinin hazin öyküsünü dile getirir. Asur adlı Mezo-potamya tanrısıyla kendilerini özdeşleştiren bir halkolarak, Ermenilerin yaşamış olduğu trajedi kadar birsonucu yaşayan Asurîlerin yitirilişini Ortadoğu kültürüiçin büyük kayıp olarak değerlendirmek gerekir. Deni-lebilir ki, Asurların en büyük düşmanı Asur uygarlığı-nın kendisidir. Tıpkı Sümer, Akad ve Babil uygarlığınınSümer, Babil ve Akadların düşmanı olması gibi.Neden? Çünkü bir uygarlığın tekelci gasplar sonucubüyüttüğü bir kültür veya o kültürün halkı, o uygarlıktekelinin ortadan kalkmasıyla kendini birçok tehlikeyeaçık bir boşlukla karşı karşıya bulur. Bu halkların ken-dileri bu boşluğu hemen doldurmazlarsa, muhtemelendolduracak olan güç, intikamını o uygarlıktan geriye

Kapitalist modernite dönemininolgusal, yapısal sistematiğini çok

büyük kavramadan, yol açtığı toplumsal sorunları kavramak

ve çözmek çok zordur

kalan kültürden ve halkından çıkaracaktır. Asurlularböylesi bir gelişmenin kurbanı olmuşlardır. AsurlularOrtadoğu kültürünün, özellikle Sümer, Akad, Babil,Hitit, Fenike, Mitanni, Urartu, Med, Pers, Helen, Sa-sani, Bizans, İslam kültürünün hem hafızasıydılar, hemde en iyi besleyen ve besleneniydiler. Hıristiyanlığın isebirinci sırada yaratıcı halkıydılar. Ortadoğu uygarlı-ğında ticaret tekelinin yaratıcı unsuruydular. Ortadoğuuygarlığıyla bu denli içli dışlı olmaları kaderlerini el-bette bu uygarlığa bağlı kılacaktı. Yükselişiyle yüksele-cekler, düşüşüyle düşeceklerdi.

Asurîlerin kapitalist moderniteyle işbirliğine yönel-meleri Ermeniler gibi ters etkiye yol açtı. Hıristiyanlıklayaşadıkları tecridin moderniteyle derinleşmesi hazinsonlarını hazırladı. Kapitalist hegemonyacıların basittaktik hesapları Hıristiyanlıkla beslenip erken ulus-dev-letçi düşünce ve eylemini gündemleştirmesi, yaşadık-ları büyük felaketin kendilerinden kaynaklanan enönemli nedeniydi. Asurîler de Ermeniler gibi ağırlıklıolarak Kürdistan coğrafyasının kadim bir halkıdır. Heriki halkın felaketinde sadece devlet kaynaklı Türk İtti-hat ve Terakki milliyetçiliğinin faşist soykırımcı uygu-lamaları değil, işbirlikçi Kürtlerin de önemli rolleriolmuştur.

Asurî ulusal toplum sorunu uygarlık kökenli olduğukadar, Hıristiyanlık ve modernite ideolojileriyle birliktegelişmiştir. Ermeniler açısından olduğu gibi çözüm içinradikal dönüşüm gereklidir. Klasik uygarlık ve kapita-list modernite zihniyet ve maddi olanaklarına ilişkinheves ve arzularını kırıp, demokratik uygarlık ve mo-dernite unsurları (demokratik, ekonomik ve ekolojiktoplum) üzerinde yoğunlaşmaları, kendilerini AsurîDemokratik Ulusu olarak yeniden inşa etmeleri, tüke-nişe karşı varoluşçu çıkışın ve özgür yaşamın yeni yoluolabilir. Ortadoğu kültüründe sahip oldukları büyükhafıza birikimlerini demokratik modernite kültürü ola-rak yenilemeleri, hem tarihi rollerine yeniden kavuş-malarına hem de gerçek kurtuluşlarına yol açabilir.

g- Yahudi sorunu Ortadoğu toplumsal sorunu ol-duğu kadar dünya sorunudur da. Yahudileri tarih bo-yunca izlemek, bir anlamda Ortadoğu kültürününsorunlaşmış halinin serüvenlerini izlemek gibidir.Neden sorun oldular, nasıl dağıldılar, nerelere dağıldı-lar, neler oluşturdular, hangi sonuçlarla karşılaştılar? Busorunların nedenleri ve cevapları uygarlıkları yargıla-makla özdeştir.

Ortadoğu kültüründe büyük katkıları olan peygam-berlik kurumu büyük ölçüde Yahudi oluşumlarıdır.Şüphesiz bunda Sümer ve Mısır kadim kültürleriyle birbütün olarak bölgenin kabile kültürlerinden yararlan-mışlardır. Bu kültür kaynaklarını adeta reformdan ge-çirip Yahudi kabile kültürüne dönüştürerek temsiletmeleri büyük yetenek ister. Yahudilik esas olarak bu

yeteneği ifade eder. Bazen bunu paraya, bazen atom si-lahına dönüştürerek dünya çapında etkili olmayı ba-şarmışlardır.

Yahudi sorununun kaynağında yaşadıkları bu yete-nek önemli rol oynar. Tarihte ve günümüzde kabiletanrıcılığının kapitalist modernite döneminde kendinimilliyetçilik ve ulus-devlet olarak, seküler tanrısallıklarolarak sunması Yahudicilikle yakından bağlantılıdır.Yahudiler tıpkı Asurîler gibi kendi yarattıkları uygarlıkve modernite geleneklerinin kurbanı oldular. Kutsal Ki-tap’ta geçen Leviathan (canavar), devlet metaforu ola-rak kendi icatlarıdır. Kapitalist modernitede ulus-devletolarak şekillenmesi, önce Napoleon sonra Hitler kişi-liğinde temsil edilmesi, Yahudi tanrısallık (teolojik) kül-türüyle yakından ilişkilidir. Çok iyi bilinmektedir ki,Yahudi soykırımı bu modernite canavarının aldığı bi-çimlerden biri tarafından gerçekleştirildi. Kaldı ki, ilkve orta çağlarda da benzer olaylar başlarına az gelmedi.Kendi yarattıkları canavar tarafından büyük felaketleriyaşadıklarını belirtmek yine bu kültürün öğrettiği ha-kikate sadakatin gereğidir.

Çıkış, Kutsal Kitap’ın ilk adıdır. Yahudiler için önem-lidir. Bu önem devam etmektedir. En azından Mısır’dan,daha önceleri Ur’dan (Urfa’dan) çıkışları kadar önemliçıkışlara ihtiyaçları vardır. Eski Kenan ellerinde Filistin-lilerle ve arkalarındaki Arap dünyasıyla geçmişte vebugün yaşadıkları neredeyse üç bin yıllık çelişkiler ve ça-tışmalardan çıkış için bir yol bulmaları gerekiyor. Bir Ur-falı olarak benim kendileri için naçizane görüşüm,geliştirmeye çalıştığım demokratik modernite unsurla-rında çıkış aramalarıdır. Şüphesiz Yahudi kökenli aydın-lar bu yönlü gelişkin görüşlere sahipler. Mesele tek başınagörüş sahibi olmakla çözülmez. Yeniden Ortadoğu de-mokratik kültürüyle ilkeli buluşmayı gerçekleştirmelerigerekir. Ulus-devletli bir Ortadoğu jeopolitiğinde İsrail,ulus-devlet olarak hep savaş içinde olmak durumunda-dır. Ateşi ateşle söndürmek mümkün değildir. Kapitalistmodernitenin hegemonik gücünü arkasında bulmakgüven verse de, köklü bir çözüm için yeterli değildir. Ka-pitalist moderniteyi aşmayan hiçbir sistem kalıcı güven-lik sağlamaz.

Genelde Yahudi ve özelde İsrail sorunu çözülmeden,ne Ortadoğu’da ne de dünyada toplumlar sorunlarını çö-11

Arap-İsrail çelişkisi bile tek ba-şına modernite dönüşümünün gere-ğini vurgulamaktadır. Hâkim sistem

sorunları çözemiyorsa, yapılmasıgereken sistemin çözülmesidir

zebilir. Ulus-devlet perspektifli tüm yaklaşımların sorunçözen değil, ağırlaştıran özellikte olduklarına dair hiçbirörnek İsrail-Filistin örneği kadar öğretici değildir. İsrail-Filistin Savaşı’nda dünyanın parası ve kanı akıtıldı. Ge-riye daha da içinden çıkılması zor bir sorunlar yumağımiras kalmıştır. İsrail-Filistin örneğinde iflas eden kapi-talist modernite ve ulus-devletçi paradigmasıdır.

Yahudiler Ortadoğu kültürünün ana varlıklarındanbiridir. İnkârları ve soykırımları herkes için bir kayıptır.Kendilerini bile soykırıma uğratan Leviathanlarla barışve güvenlik içinde yaşanmayacağı yeterince açıklık ka-zanmıştır. Yahudiler de Ermeniler ve Asurîler gibi De-mokratik Ulus olarak yeniden inşayla OrtadoğuDemokratik Konfederasyonu’nda daha rahat yer edi-nebilirler. Doğu Akdeniz Demokratik Konfederasyonprojesi iyi bir başlangıç düşüncesi olabilir. Katı ve ucukapalı ulusal ve dinsel kimlik anlayışları bu proje kap-samında ucu açık ve esnek kimliklere evrilebilirler. İs-rail bile daha kabul edilebilir bir ucu açık demokratikulusa dönüşebilir. Şüphesiz komşularının da benzer birdönüşümü yaşamaları gerekir.

Ortadoğu’nun yaşadığı yoğun gerginlik, çatışma vesavaşlar modernite dönüşümünü zorunlu kılmaktadır.Ağırlaşmış ulusal ve toplumsal sorunlar modernite dö-nüşümü sağlanmadan aşılamaz. Arap-İsrail çelişkisibile tek başına modernite dönüşümünün gereğini vur-gulamaktadır. Hâkim sistem temel sorunları çözemi-yorsa, yapılması gereken sistemin çözülmesidir.Demokratik Modernite bu çözülmenin alternatifinisunmaktadır.

h- Helen kültürünün Ortadoğu’dan, özellikle Ana-dolu’dan tasfiyesi büyük bir kayıptır. Arkasında trav-matik sorunlar bırakmıştır. 20. yüzyılın ilk çeyreğindeTürk ve Yunan ulus-devletlerinin karşılıklı göç teme-linde yaptıkları tasfiyeler, soykırımlar kadar acılı bir izbırakmıştır. Halkların böylesine binlerce yıllık kültürelmekânlarından koparılmaları hiçbir devletin yetki-sinde değildir. Tarihte örneğine pek rastlanmaz. Ulus-devletin gayri insani yüzünü bundan daha çarpıcıgösteren bir örnek az bulunur. Hâlbuki yaklaşık M.Ö.300-M.S. 300 döneminde Helenizm, Ortadoğu’nun engörkemli kültürel sentezini başarabilmişti.

Helen, Yahudi, Asurî ve Ermeni kültürlerinin İsla-miyet’le hızlanan tasfiye süreçleri Ortadoğu uygarlığı-nın çöküşünde büyük rol oynamıştır. İslam kültürühiçbir zaman bu kültürlerin bıraktıkları boşluğu dol-durma gücünde olamamıştır. Kapitalist modernite 19.yüzyıl başlarında Ortadoğu’ya girişte adeta bir çölmanzarasıyla karşılaşmıştı. Kültürel erozyonun yarat-tığı bir çölleşmeydi. Kültür direniş demektir; kültürgüçlü olmayınca direniş de güçlü olmaz. Bölgenin fet-hedilmesi hiç de zor olmadı. Ortadoğu’nun çöküşündeve bugünkü halinde yaşanan kültürel tasfiyelerin rolü

küçümsenemez. Ulus-devletin homojen ulus projelerikültürel katliamların baş sorumlusudur. Dinsel üm-metler çağında bile asla bu denli homojenlik peşindekoşulmadı.

g- Kafkas kökenli etnik grupların yaşadıkları sorun-lar da önemlidir. Bu gruplar tarih boyunca hep Ortado-ğu’ya akarak kültürel zenginliğe katkıda bulunmuşlardır.Kültürel bütünlüğe ve zenginliğe katkıları asla küçüm-senemez. Modernite bu azınlık kültürleri de boğuntuyagetirdi.

Sonuç olarak kökenleri sınıflı-devletli uygarlıktayatan, kapitalist moderniteyle soykırımlara kadar varanOrtadoğu’nun temel toplumsal sorunları yapısal küre-sel krizle birlikte en ağırlaşmış bir dönemi yaşamakta-dır. Hâkim modernitenin bölgesel acenteleri sorunlarıtanımlamak ve çözümlemek şurada kalsın, neyi temsilettiklerinin bile pek farkında değildir. En çok başvuru-lan dinci ve soycu-etnik milliyetçilikler çözüm yerinesorunları daha da alevlendirmektedir.

Ortadoğu kültürü aynı zamanda büyük tarihsel dev-rimlerin oluşturduğu bir yaşam tarzıdır. Kültürel soykı-rım araçları olan ulus-devletler toplumsal hakikatiöldürdükleri ölçüde yaşamı da öldürürler. Tanımlanmayaçalışılan demokratik modernite unsurları soykırımlarıdurdurmanın ve yaşamı savunmanın teorik-pratik güç-leri konumundadır. Bu güçler (demokratik-ekonomik-ekolojik toplum) temelinde Demokratik Uluslar Çağı’nageçildiğinde, kendini yenilemiş Ortadoğu kültüründeyaşam eski büyüleyiciliğine yeniden kavuşabilir.

Ortadoğu Kültürü Pozitivist Zihniyetle ÇözümlenemezOrtadoğu kültürü, Avrupa modernitesinin poziti-

vist ideoloji ve bilimleriyle çözümlenemez. Çözümlen-diği idea edildiğinde sonuç oryantalizmdir. Son iki yüzyıldır uygulanan bu paradigmanın ortaya çıkardığı, gö-rünür kıldığı şey, Ortadoğu toplumunun ne tarihselgerçeklikleriyle ne de güncel somutluklarıyla bağdaş-maktadır. Aralarındaki fark tek kelimeyle uçurumdur.Oryantalizmin derin etkisi altında yeniden oluşan ge-leneksel yaklaşımların (başta İslamcı akımlar olmaküzere her türlü kültüralist yaklaşımlar) hakikat algısıdaha da gerçekdışı olup, kuru bir edebiyattan öteye gi-dememektedir.

Paradigmayla iç içe kendini yapısallaştıran kapitalistmodernitenin aldığı görünümler hem tarihle hemgüncel yaşanan somutla daha da çelişkilidir. Mevcutfarklılık ve çelişkilerden oluşan uçurum, kendini eşineender rastlanan vahşetten öte savaş türüyle ifade et-mektedir. Bundan ne derin içgüdüler ne de kültürel ge-rilik sorumludur. Sorun kapitalist moderniteninuygulanış tarzıyla, biçimlenişiyle ilgilidir. Binlerce yıldıriç içe yaşanan, yaşanmak için inşa edilmiş bir kültürü12

(maddi ve manevi kültür olarak) pergelle parçalayıpiçine acentelerini (ulus-devletçi kapitalizm ve endüs-triyalizmi) oturtmaya kalkışmanın sonucu, yaşanan veyaşanacak olan vahşetin gerçek nedenidir. Kaldı ki, ya-şanmış yakın geçmiş vahşetten, soykırımdan pek farklıolmamıştır.

Tek tanrılı dinler, Musevilik, Hıristiyanlık ve Müs-lümanlık gerek kendi aralarında, gerek eski dinler veputperestliklerle çatıştıklarında bile, asla kapitalist mo-dernitenin yol açtığı vahşete yol açmadılar. Her birin-deki ümmet anlayışı, çoktan tasfiye olmuş putperestlikcemaatleri dışında, her halkı ve kültürünü barış içindeyaşatabiliyordu. Hatta Ehli Kitap (Kutsal Kitap Sahip-leri) olarak kendi aralarında ilkel de olsa bir ümmetüstü birliğe imkân veriyorlardı. Soykırım tanıdık birkavram ve uygulama değildi. Ne kadar karşı idealar ilerisürülürse sürülsün, pozitivist yeniçağa göre daha ka-ranlık bir ortaçağ sadece mitolojik bir icattır. Yeniçağınkendini aydınlık olarak sunma mitidir.

Ortadoğu kültürünü bıçak gibi paralayan ulus-devletdayatması üzerinde ne kadar durulsa azdır. Çünkü açılantravmaların en onulmazı bu bıçakla açıldı. Hangi traje-diye el atsak sonuç değişmiyor. Hindistan’ın içlerindenSibirya’ya, Fas çöllerinden Arabistan çöllerine kadar yer-leşik-göçebe her kültür bu bıçak darbesinden payını al-mıştır. Bu nedenle de halen sürekli olarak kanamaktadır.Her gün Hindistan içindeki Hindu-Müslüman çatışması,Keşmir, Çin Uygurları ve Afganistan-Pakistan’daki bo-ğazlaşmalar, Rusya’daki Çeçenler ve diğerleri, İsrail-Filis-tin, Lübnan, tüm Arap ülkelerindeki kavgalar, KürtlerinTürk-Arap-Farslarla çatışmaları, İran’ın mezhep savaşları,Balkanlardaki, Anadolu’daki İslam, Ermeni, Rum ve Sür-yanilerin tasfiyesi vb. saymakla bitmeyecek kadar olan,devam eden ve hiçbir kuralı olmayan bu çatışmalar ve sa-vaşların kapitalist hegemonyacılığın ürünü olduğu inkâredilebilir mi?

Ulus-devletlerin birliği olan BM’nin (Birleşmiş Mil-letler) müdahaleleri sonuç vermediyse, İslam ulus-dev-letlerinin birliği İKÖ (İslam Konferansı Örgütü) etkiliolamıyorsa, her günkü sayısız ulus-devlet diplomatikturları bıktırıcı olmaktan öteye rol oynayamıyorsa,neden yine ulus-devletin zihniyeti ve yapılanmasıylabağlantılıdır. İlk ve ortaçağların dinselliklerinden binkat daha tutucu ve kapalı inşa edilen bu ucube gerçeklikeğer sık sık karşımıza faşizmin kendisi ve her yerdekiuygulamaları biçiminde çıkıyorsa hiş şaşmamak gere-kir. İnşanın kendisi hep savaşla olmuştur. Savaşla inşaedilmeyen tek bir ulus-devlet gösterilemez. Daha davahimi, içte toplumla, dışta başka ulus-devletle süreklisavaş, çatışma ve gerginlik içinde olmayan bir ulus-dev-letten bahsedilebilir mi?

Ortadoğu’da ulus-devletlerin nasıl inşa edildiklerineilişkin birkaç örnek sunmak, içyüzlerini anlamak açı-

sından öğretici olacaktır. Bugünkü Irak 1920’lerdenönce var olmayan bir ülkeydi. Ütopya olarak bile yoktu.Britanya İmparatorluğu’nun stratejik ihtiyaçları ve pet-rol çıkarları göz önüne getirilerek inşa edildi. İçindekikültürel birimlerin durumu hiç dikkate alınmadı. Ara-larında uyumlu yaşamaları için adil bir ilke konmadı.Başlarına toplumsal gerçekleriyle ilgisi olmayan bir kralgetirildi. Bu kral daha ulusalcı geçinen askeri elitler ta-rafından devrildi. İlan edilen Cumhuriyetin cumhurlafazla ilişkisi olmadığından sürekli diktatoryal koşul-larda yaşadı. Ulus-devletin doğasını kavramayan Sad-dam Hüseyin diktatörlüğü kendisinin idamıylaçözüldüğünde bütün pislikler ortalığa saçıldı. BugünküIrak’ı tanımlayacak herhangi sosyolojik bir kuram yok-tur. Kaotik bir mekân olarak herhalde varlığını sürdü-recektir.

Diğer yirmiyi aşkın Arap diye adlandırılan ülkelerininşası da farklı değildir. Onları anlamlı kılacak tarihselve toplumsal gerçeklerle ilişkileri yoktur. Sınırları gibitarihleri, marşları, bayrakları, rejimleri ve ulus dedikleritoplumları da tümüyle hayali varlıklar olarak hegemo-nik güçlerin çıkarları temelinde belirlenmiştir. Buradaçok önemli olan husus, günün yirmi dört saatinde kut-salca tapınılan bu hayali varlıkların elle tutulur, gerçek-ten saygı duyulacak gerçek tarihe ve toplumuna sahipolmamasıdır. Hakikat olmayana en büyük hakikat pa-yesi biçilmektedir. Tabii sadece propaganda olarak.Herhangi bir sorunu çözme ve mutlu bir toplum ya-şamı oluşturma elbette beklenemez. Hakikati olmaya-nın çözümü de, mutluluğu da hayaldir.

İsrail’in inşası çok daha ilginçtir. Her ne kadar üçbin yıllık bir ütopyanın sonucu olduğu idea edilse de,o da son iki yüz yılın yapay varlıklarından biridir. İlkadımların inşasından son adımların inşasına kadarsüreç baştan sona kanlıdır. Herhalde Yahudi halkı vekültürü için bundan daha acılı başka bir yol tahayyületmek zordur. Yanı başındaki Lübnan’ın inşası daha dagariptir. Nasıl durulacağı kestirilememektedir. Suriyeadının bile nasıl seçildiği pek anlaşılır değildir. Yüzyılöncesinde hepsinin yerinde daha geleneksel, belki debelli anlamlılıkları olan bir Osmanlı Vilayetleri kavramıgeçerlidir. Tarihte geriye gittikçe ne vilayet adı kalır nede ülke. İslamiyet’le birlikte yön duygusu temelinde biradlandırma benimsenmişti. Belki de daha gerçekçi,belli bir anlamı olan ‘Beled-ül İslam’, İslam’ın Memleketigenel ad olarak kabul görüyordu. Pek mesele de yapıl-mıyordu. Ülke tapınması yoktu. Tapınılacak varlık sa-dece Allah’tı. O da toplumun ortak vicdanıydı.Sıfatlarıyla, isimleriyle belli bir kavramı oluşmuştu.Belki de daha doğru olan buydu.

Yeryüzünün kıtalar olarak oluşmadığı dönemleri ha-tırlarsak, yer ve ülke adlarını kutsallaştırmak pek derinbir hakikati ifade etmez. Bu demek değildir ki yerelin,13

bölgenin, ulusun ülkesinin, ümmetin arz’ının hiç an-lamı yoktur. Vardır, ama tanrısallaştırılacak kadar de-ğildir. Burada olumsuz olan aşırı abartmanın olumsalvarlığın hakikatini silecek kadar baskın çıkmasıdır. Aynıyorumları ulus-devletlerin diğer kimlikleri için (bayrak,marş, ulus, tarih) de yapabiliriz. Sembollerin iletişimde,anlatımda elbette önemli yeri vardır. Fakat kutsal ger-çeklikler olarak sunulmaları doğru sosyolojik bilgiyeimkân vermez. Böyle bir sunuş şekillendireceği top-lumu muazzam sorunlarla karşı karşıya bırakır. Fazla-sıyla bıraktırmıştır da. Bunda esasen inşa mantığısorumlu ve sorunludur. Kapitalist modernitenin tama-men hegemonik çıkarlarına göre belirlenen (mantığı buolan) dünya ve bölge ulus-devletleri yerelin, bölgenin,ulusun, kentin, köyün (Bunların hepsi kalıcı ve evrenselgerçekliklerdir) hakikatleriyle bağdaşmazlar. Dolayısıylaaralarında ciddi çelişki ve çatışmaların yaşanması kaçı-nılmazdır. Adaletin, özgürlüğün ve demokrasinin üze-rinde inşa edilmediklerinden, her zaman bu evrenselkavramların içeriğiyle çelişecekler, çatışacaklardır.

Ortaya çıkan sonuç, ulus-devlete ilişkin son iki yüzyılın edebiyatının çok az hakikat değeri ifade etmesidir.Çok anlam verilmeyen ilkçağ mitolojilerinden belkidaha anlamsız bir mitolojik anlatımla karşı karşıyayız.Kanaatimce tek bir ulus-devlet adına dökülen mürek-kebin değeri tüm ulus-devletlerden daha değerlidir.Değerlendirmemden çıkarılacak sonuç tümüyle devletive ulusu inkâr ettiğim, varlıklarını anlamsız bulduğumbiçiminde olmamalıdır. Birer gerçeklik olarak devlet veulusun çok önemli anlamları vardır. Doğru çözümlen-meleri önemlidir. Hemen yıkılacak, yıkılması gerekenvarlıklar da değildir. Tehlikeli bulduğumuz bunlardeğil, ulus-devletin inşa mantığı ve sürdürülme tarzıdır.Çünkü hep savaşı, soykırımı, mutsuzluğu çağrıştırıyor;toplumsal hakikatlerin budanmasını, değeri olmayanınaşırı yüceltilmesini çağrıştırıyor.

Kapitalizmin bizzat sistem olarak kendisinin Orta-doğu kültürüne olumlu olarak yansıtacağı bir değeri yok-tur. Benzerine binlerce yıl tanıklık edilmiştir. Tarım,ticaret, para, sanayi kapitalizmi bölgede yaşanmıştır ve enuzun tarihe sahiptir. Bölge kültüründe ahlâkî ve politiktoplum değerlendirmesi yapılmıştır. Belki sanayi devrimibir ilave katkı sunabilirdi. Ama onun da doğuşunda en-

düstriyalizm olarak ideolojik bir sunum kazanması yıkımşeklinde tecellisine yol açtı. Endüstriyalizmin Ortadoğukültüründe doğuracağı sonuç zaten zor ayakta kalan çev-renin daha da olumsuzlaşmasıdır. Zaten artan çölleşme,kıtlık, işsizlik, kirlilik (havada, suda, karada) halinde tümolumsuzluklarını geliştiği, yerleştiği günden beri artan birtempoyla kusmaktadır.

Bir gelenek olmaktan çok son iki yüz yılın moder-nist bir olgusu olarak geliştirilen ‘yeni İslam’ı da ulus-devlet kapsamında değerlendirmek daha anlamlıolacaktır. Bu İslam’ın din geleneği olarak değil, milli-yetçilik olarak inşa edildiğini kavramak kilit önemde-dir. Bölgesel milliyetçiliğin prototopidir ve oryantalizmdamgalıdır. İslamî yaşamla ilgisi olmayan oryantalist-lerin icadıdır. Avrupa hegemonik güçlerinin bölgedekiyayılımlarıyla yakından bağlantılıdır. Özellikle Almanhegemonyacılığıyla. Son dönemde Sovyet Rusya’sınakarşı ABD hegemonyasıyla irtibatlıdır. İcat edilmiş si-yasi İslam’ın tarihsel İslam kültürüyle ilgili olmadığını,İslam’ın bu türünün milliyetçilik olduğunu, amacınında kültürel direnişini parçalayıp bölgeyi güçten düşür-mek olduğunu kavramak büyük önem taşır.

Son iki yüz yılın ulus-devlet oligarşilerini maskele-yen bir milliyetçilik ideolojisidir siyasi İslam. İran İslamCumhuriyeti bu gerçekliği çok çarpıcı olarak sunmak-tadır. Şia İslam’ı baştan sona İran milliyetçiliğidir; İranimparatorluk geleneğinin hegemonik ideolojisidir.Fakat orijinal kültür olarak, tarih olarak İslam hemfarklı hem önemlidir. Bu gerçeklikteki İslam’ı çözüm-lemeden Ortadoğu kültürünü çözümlemek, ayrıştır-mak ve bazı çözümlere konu teşkil edici kılmakmümkün değildir. Görev olarak çözümlemeyi bekle-yen muazzam bir kültür deryasıdır. Özellikle başta Hz.Muhammed olmak üzere, doğuşundan günümüze de-mokratik öğe olarak İslam’la iktidarcı öğe olarak İslam’ıayrıştıran bir tarih, bu temelde halkların, yerel ve böl-gesel varlıkların tarihi yeniden yazılmayı bekliyor. Top-lumsal tarihin bu paradigmayla geliştirilmesiningünümüzü aydınlatıcı değeri yüksek ve kesindir. Aynıyorumlamalar Yahudilik, Hıristiyanlık ve Zerdüştilik(Maniheizm gibi sentezler de önemlidir) için de geliş-tirildikçe, Ortadoğu kültürü doğruya yakın çözümle-nebilecek ve anlam zenginliğine yol açacaktır.

Kültür çözümlemelerinde Sümer ve Mısır orijinlerikilit önemdedir. Tek tanrılı dinlerin, Kutsal Kitaplarınbu orijinlerden kaynaklandığı kanıtlanmış gerçekliktir.Hepsine analık eden Neolitik Çağ kültürünün tarihseletkileri çözümlenmeden, hiçbir bir kültür yeterince ay-dınlatılamaz. Hegel kendi döneminin kültür çözümle-mesini o dönemde ancak sınırlı olarak anılan AntikÇağ’a, Mısır kültürüne kadar dayandırır. Kültürel tarihderlenip yorumlanırken, ortaya çıkacak olan bir kültürRönesans’ı olacaktır. Ortadoğu kültür gerçekliğinde bu14

Kürdistan coğrafyası, azınlık da olsalar, özellikleyakın geçmişte, başta Ermeniler ve Süryaniler

olmak üzere, başka halkların da anayurdukonumundadır. Çok sayıda Arap, Acem

ve Türk uzantılar da yerleşiktir

görev henüz başarıyla yerine getirilmemiştir. Dinci vemilliyetçi tarih görüşleri, dogmaları sergilemektenöteye bir anlatı sunmuyorlar. Ortadoğu kültürününsosyolojisinin yapılması ne kadar önemliyse, ortaya çı-kacak sonuçların sosyoloji bilimine katkısı da o denlibüyük olabilecektir.

İdeoloji ve yapılanma olarak ulus-devlet eleştirisi nekadar önemliyse, alternatifini sunmak da ondan dahaönemli bir görevdir. Herhalde bir alternatif geliştirirkengözetilecek temel ilkelerden birincisi kültürel bütün-lüktür. On beş bin yılı aşkın tarih çağlarının hepsindetoplumsal kültürün iç içe bütünlük içinde oluşageldiğigözlemlenebilir. Bütünlük içinde gelişme halleri toplu-mun bütün alanları için geçerlidir. Bağlantılı olarakikinci ilke, çözüm modellerinin ucu açık ve esnek kül-türel kimlik anlayışıyla geliştirilmesidir. Ne altta ne üsttebütünleyici kimlik anlayışına sahip olabilen ulus-dev-letin asimilasyoncu ve entegrasyon karşıtı ideolojisiancak ucu açık ve esnek kültürel kimlik anlayışıyla aşı-labilir. Kültür gerçekliği bağlamında hakikat karşılığıolmayan ulus-devleti aşan modeller ilkesel önemdedir.Zihniyet ve yapılanma olarak ulus-devlet ne kadar aşı-lırsa, kültürel bütünlük temelinde çözüm modelleri odenli etkinlik kazanır. Gerçekte olduğu gibi hakikattede vurgu bölge kültürüne karşıtlık temelinde dayatılanmodernitenin yabancılaştırıcı, tekelci etkilerine karşıyapılmalıdır. O halde üçüncü ilke, hakikat olarak ifadetarzının, söyleminin ulus-devletin hakikat dışı sembo-lizmini hedefleme ve aşma temelinde geliştirilmesidir.Kapitalist modernitenin her üç ayağı üzerinde geliştir-diği tekelciliğe karşı demokratik modernitenin üç temelunsuru üzerinden bütünleyicilik, entegrasyon esas ol-malıdır. Uygarlık tarihi boyunca ve en çok da moder-nitenin son iki yüz yılında bölge kültürüne dayatılanyabancılaşma, parçalanma ve dağılmalar ancak bütün-cül yapılanmalar ve hakikat söylemleriyle aşılabilir.

Ortadoğu kültürüne ilişkin değerlendirme ve çö-zümlemeleri demokratik siyasi program önerisiyle so-nuçlandırmaya çalışalım.

1- Kültürel bütünlüğün çatı örgütü Ortadoğu De-mokratik Uluslar Konfederasyonu olarak inşa edilme-lidir. Demokratik ulusların inşası mevcut ulus-devletsınırlarına dayandırılamaz. Daha da önemlisi, demo-kratik ulusların çizilmiş sınırları olamaz. Yoğunlaşmışulusal bölgeler, yereller, kent ve köyler olabilir. Ama çokuluslu karışık yereller, bölgeler ve kentler de olabilir.Daha normal olanı da budur. Tarih hep iç içe yaşayankabile ve kavimlerle, din ve mezheplerle dolu sayısızbölge ve kentlere tanıklık etmiştir. Tarihte ünlü yetmişiki milletli Babil’den boşuna bahsedilmemiştir. Ulusla-rın ortak vatanı da olabilir. Tarih bu gerçekliğin örnek-leriyle de doludur. Ayrıca saf toplum, saf ulus anlayışlarıasla bilimsel değildir. Şüphesiz aynı tek dili konuşan

uluslar olabileceği gibi, çok dilli olanları da olabilir. Çoksembollü uluslara dair örnekler de az değildir. Tarihteörneği olmayan model ulus-devlet tekelciliğidir, homo-jenliğidir. Bu modelin gayri insani ve vahşi karakterininedenleriyle birlikte çözümledik. Dolayısıyla ucu açıkve esnek ulus kimliklere dayalı demokratik uluslar kon-federasyonu tarihsel ve toplumsal gerçekliklere uygunolmakla kalmaz, ideal ifadesidir de. Konfederasyonubir devletler birliği olarak değil, demokratik komünlerbirimi olarak düşünmek gerekir. Demokratik komün-ler, içinde yer aldıkları ulusal toplumsal birimlerin yö-netimi olarak düşünülmelidir. Oluşumları demokratikilkelerin en iyi uygulanma ayrıcalığını taşır. Toplumundemokratik yönetiminin mükemmel örneğidir.

Konfederasyonun ulusları, iktidar ve devlet gücüyledeğil, demokratik ilke ve uygulamalarla inşa edilir.Güce dayalı inşalar, özelikle iktidar ve devlet gücünedayalı ulus inşaları, ne kadar idea edilirse edilsin, tümulusal çıkarlar gereği değil, oligarşik bir zümrenin ego-ist çıkarları içindir. Demokrasiye dayalı ulus inşalarıgönüllü, adil ve özgürlük idealiyle sağlandığı için tümulusun çıkarlarına cevap verir.

Demokratik ulus kavramı ve gerçeği ulus-devlet çıl-gınlığına karşı geleceğin en anlamlı, barış, adalet ve öz-gürlük içindeki toplumunu ifade eder.

Demokratik konfederasyon hem kendinden dahabüyük, hem daha küçük konfederal birliklere açıktır.Kıtasal ve dünyasal çapta demokratik konfederalizmiteşvik eder. Sadece başka bir dünyanın mümkün oldu-ğunu değil, en gerçekçi, adil ve özgür dünyanın kendisiolduğunu ilan eder.

2- Demokratik konfederasyonun temel aldığı top-lum, ekonomik ve ekolojiktir. Ekonomik olması pazarıtanıması ve tekelciliği reddetmesi anlamına gelir. Tek-elcilik her türü sömürü ve baskıyla bağlantılı olduğuiçin reddedilir. Toplumsal bir pazar mümkündür. Te-kellerin hâkimiyetine girmiş bir pazarın topluma hiz-meti olamaz. Ancak sömürüye hizmeti olur. Ekolojikolmak ekonomik yaşamın çevreyle karşılıklı bağımlılıkiçinde olması demektir. Çevresel olmayan bir ekonomitoplumsal olamaz. Ancak sürekli birikim ve kâr pe-şinde koşan bir faaliyet hem ekonomi, hem çevre-eko-loji karşıtıdır.

Ekonominin birim ölçekleri komünlerdir. Ne aile-lere dek bölünmüş başta toprak ve diğer üretim araç-larının mülkiyeti, ne de tersine tekellerin toprak ve araçmülkiyeti ekonomiktir. Bunlar ekonomiyi tehdit edenmodernite ve uygarlık araçlarıdır. Her ekonomik faa-liyet alanında azami verimlilik ve yararlılık karşılığındatoprak ve araç üzerindeki komünal tasarruf ideal ola-nıdır. Ekonomiden dışlanan kadın, özünde ekonomi-nin gerçek yaratıcısıdır. Kadın ve ekonomi et ve tırnakgibi birbirlerine bağlı öğelerdir. Ekonomik temel ihti-15

yaçlar için ürettiğinden dolayı ne bunalım tanır, ne çev-reyi kirletir, ne de iklimi tehdit eder. Kâr amacıyla üre-time son verildiğinde, dünyanın kurtuluşu gerçektenbaşlamış demektir. Bu da insanın ve yaşamın kurtulu-şudur.

3- Demokratik konfederasyonun ulus-devletlerleilişkisi ne sonuna kadar savaş, ne de içinde asimile ol-maktır. Bu ilişki birbirlerinin meşruiyetini kabul eden,barış içinde bir arada yaşamayı esas alan iki özne var-lığın kabulüne dayalı ilkeli ilişkidir. Devrimle ne kadardevlet devrilse ve yenisi kurulsa da, özgürlüğe ve ada-lete hizmet açısından pek değişiklik olmaz. Ancak de-mokratik modernitenin siyasi ayağı olarak demokratikkonfederatif gelişmeler kısa, orta ve uzun vadeli adaletve özgürleşmeyi sağlayabilecek yetenektedir.

Devletlerin toptan reddi veya kabulü özgürlük, eşitlikve demokratik amaçlara hizmet etmez. Devletin, özellikleulus-devletin aşılması bir süreç işidir. Demokratik kon-federasyonlar üstünlüğünü ve toplumsal sorun çözüm-leyici yeteneğini kabul ettirdikçe kendiliğinden aşılacaktır.Bu demek değildir ki, başta ulus-devlet olmak üzere ka-pitalist modernitenin saldırılarına karşı savunmasız ka-lınacaktır. Demokratik konfederasyonların her zamantoplumu savunma güçleri olacaktır.

Demokratik konfederasyonlar sadece bir devletiniçinde örgütlenme ile yetinemezler. Sınırların dışındada istedikleri kadar örgütlenebilir, üst konfederal bir-likler oluşturabilir ve kendi diplomasilerine sahip ola-bilirler.

4- Ortadoğu’da halen devam eden ve tarihsel-top-lumsal haksızlıklardan kaynaklanan birçok savaşın, ça-tışmanın ve gerginliğin ortadan kaldırılması içindemokratik konfederalizm bir çözüm imkânıdır. Esassorumlu olan kapitalist modernite ve ulus-devlet enge-line karşılık, demokratik konfederalizmin çözüm yolubarışın, adaletin ve özgürlüğün yoludur. Bu çerçevedeöncelikle savaşı ve çatışmaları durdurmak, gerginlikleribertaraf etmek için tarihsel haksızlıkların giderilmesiiçin çaba harcamak önemlidir. Ulus-devlet ilke ve uy-gulamalarını esas almayan demokratik çözümler ivedi-likle gündemleşmelidir. Ermeni sorunu için sadecehudutların açılması yetmez; Ermeniler demokratik ko-münal yerleşimlere de sahip olmalıdırlar. Bunun için

kolaylıklar sağlanabilir. Asuriler, Aleviler, Rumlar, Türk-ler, Kürtler, Araplar, diğer Hıristiyanlar ve Yahudiler içinde aynı ilke ve uygulamalar esas alınmalıdır. Ulus-dev-letçi yaklaşımlarda ısrar edildikçe, İsrail-Filistin, IrakKürt-Şii-Sünni, Keşmir, Berberi, Pakistan-Afganistan,Belucistan, Kürdistan, Lübnan, Sudan ve daha birçokalandaki sıcak savaşların sürmesi kaçınılmazdır. Demo-kratik konfederatif yapılanmalara bu nedenle de acil ih-tiyaç vardır. Bölgenin herhangi bir sıcak alanındasağlanacak demokratik çözüm, etkisini zincirlemebütün sorun teşkil eden alanlara yayabilir. Bu nedenleOrtadoğu’nun geleceği demokratik konfederalizmdedir.

5- Sistem karşıtı hareketlerin yeniden durum de-ğerlendirmelere ve kendilerini gözden geçirmelere ih-tiyacı vardır. Bir yerde sorunlar had safhaya varmışsave hareketler çözümleyici olamıyorsa, sistem çözülsebile sorunlar çözülemez.

Kadın ve çevre sorunlarına ilişkin hareketlerin mo-derniteyi aşmadan amaçlarına tutarlı olarak yürüme-leri mümkün değildir. Kendilerini demokratik toplumhareketinin bütünlüğüne bağlamaları tutarlılık ve ba-şarı için şarttır.

Eski reel sosyalist süreçlerin ürünleri olan sol hare-ketlerin iktidar odaklı olmaktan çıkıp demokratikodaklı örgütlenmelere dönüşmeleri doğru çıkış yoluolacaktır. Sendikal ve partisel hareketlerini dar ekono-mizmden kurtarıp demokratik toplumsal hareketlerinbütünlüğüne bağlamaları çıkış yapmaları ve başarılı ol-malarının gereğidir.

Diğer gelenekselci, kültüralist, yerel, bölgesel ve ulusalhareketlerin yaşadıkları sorunların çözüm yolu olarakmodernitenin değişik kavram, kuram ve kurumlarınaodaklı yapılanmalarını ve hakikat ifadelerini değiştirme-leri, demokratik modernitenin kuramsal ve yapısal un-surlarıyla bütünleşmeleri çıkış ve başarıları için şarttır.Yeni enternasyonalizm ancak kapitalist moderniteyi,özellikle ulus-devleti aştıkça mümkün olacaktır.

6- Kapitalist modernite karşıtı ideolojik ve politikakımlar pozitivist sosyolojiyi aşan sosyal bilim çalışma-larına dayanmak durumundadır. Pozitivist sosyolojikapitalist modernitenin hegemonik yükselişinin tekelciortaklarındandır. Sürecin olumlu ve çok değerli bilim-sel çabalarının ürünlerini sermaye ve iktidar tekellerineişbirlikçilik sermayesi olarak peşkeş çekmiş, ortak kıl-mışlardır. Dolayısıyla sistemin hizmetine koşturulmuşbilim tekelini kırmak, olumlu mirası devralmak ve so-mutun eleştirisiyle sentezleyerek hakikat halinde sun-mak yeni sosyal bilim çalışmalarının özüdür. Sistemkarşıtı her ideolojik, politik ve ekonomik faaliyet bu ça-lışmaları esas alarak gelişmesini başarıyla sürdürebilir.Sosyal bilim çalışmalarının temel bilimleri akademi veenstitü kurumları olarak inşa edilebilir. Bu kurumlarihtiyaca göre her türlü toplumsal ilişki alanında kuru-16

Güce dayalı inşalar, özelikle iktidar vedevlet gücüne dayalı ulus inşaları, nekadar idea edilirse edilsin, tüm ulusal

çıkarlar gereği değil, oligarşik bir zümrenin egoist çıkarları içindir

17

labilir. İdeolojik akım kurumsal süreçten geçen bilgi-lerin toplumsal alanlara uyarlanma faaliyeti olarak ta-nımlanabilir. Ortadoğu kültüründe zengin bir tecrübemirasına sahiptir. Dinlerin ilk yayılış dönemleri, tarikatve mezhep inşaları bu çalışmaları yansıtır.

Günümüz sivil toplumunu da bu çalışmaların eksikde olsa bir örneği saymak mümkündür. Önemli bir siviltoplum hareketi olan feminizm, esasta ideolojik akım-dır. Bilimsel temele dayanmak durumundadır. Fakatkadın üzerinde muazzam ağırlıktaki hiyerarşi, iktidarve devlet gücünü arkasına alan erkek egemen cinsiyetçitoplumu çözümleme ve çözme modellerini sunmadave bu çabayı yaşamlarıyla somutlaştırmada güçsüzlükve başarısızlıkla sıkça karşılaşmaktalar. Olağanüstü ki-şilikler olmadan özgür kadın militanlığı başarıyı zor ya-kalar. Sınırlı başarıları da cinsiyetçi toplumun günlük veçok kapsamlı yönelişleriyle asimile edilir. Yine de kadınözgürlüğü eksenli ideolojik, politik, ekonomik komün-lerin oluşumu ve pratiği vazgeçilmezdir.

Ortadoğu kültürünü demokratikleştirirken, siviltoplumu adeta yeni dönemin kabile ve klanları gibi de-ğerlendirmek, aynı yaklaşımı dinsel gelenekler için degöstermek, özcesi sosyal bilimi klan, kabile, mezhep, ta-rikat ve din kuruluşlarının yaşantılarını andırırcasına,gerektiğinde bu geleneklerin mirasıyla bütünleştirerek,gerektiğinde onlar gibi kendini örgütleyerek yürütmekbaşarı için esastır.

Politik akım ve hareketler ideolojik akım ve hareket-lerden farklılıklar taşısa da, aralarında sıkı bir ilişki var-dır, olmak durumundadır. İdeolojik değeri olmayanpolitik akımlar fazla değerli olmadığı gibi, politik ger-çekliğe yansımayan ideolojik akımlar da değerli merte-beye yansıyamazlar. İdeolojik mücadelenin temel amacıahlâkî ve politik toplumu geliştirmektir. Ahlâkî ve po-litik toplumu geliştirmek ancak sosyal bilime dayalıideolojik eylemle mümkündür. Daha doğrusu, ahlâkîve politik eylemlilik sosyal bilimsiz geliştirilemez. İktidarve sermaye tekelleri karşısındaki toplumu ancak sosyalbilime dayalı ideolojik ve politik eylemle koruyup ge-liştirebiliriz. Ortadoğu politik kültüründeki hiyerarşik,iktidarcı ve devletçi miras ayıklanmadan, güncel ger-çekliklerine karşı günlük yaşam tarzı haline getirilmişbir ideolojik ve politik eylem yürütülmeden demokra-tikleştirilmesi sağlanamaz.

7-Kapitalist modernitenin hegemonik merkezi olanAvrupa’nın tekelci güçleri beş yüz yıllık savaş, çatışmave gerginliklerden çıkardıkları dersler temelinde1950’lerden sonra bünyelerinde köklü reformlara giriş-tiler. AB (Avrupa Birliği) bu derslerin sonucudur. He-defleri kapitalist moderniteyi aşmak değil, dahayaşanabilir ve sürdürülebilir kılmaktır. Ortadoğu kül-türünde bu reformların etkisiyle demokratikleşme zor-dur. Modernite tekelciliğin en olumsuz sonuçlarıyla

bölge kültürünü daha çok çelişki, çatışma ve savaş or-tamına çekecektir. Ancak modernite anlayış ve yapılan-masından köklü bir kopuş ve alternatif moderniteylebundan kurtulunabilir. Demokratik modernite bu ta-rihsel ve köklü ihtiyaçtan kaynaklanmıştır. Kapitalizm,endüstriyalizmi ve ulus-devletçiliği ekonomik toplum,ekolojik toplum ve demokratik konfederalizm alterna-tifiyle karşıtlayan demokratik modernite, Ortadoğukültüründe demokratikleşmenin temel etkeni konu-mundadır. Tarihsel arka planda hâkim uygarlığın hepkarşısında yer almış, tarım-köy toplumunu, göçmen ka-bile boylarını, zanaatçıları ve kölecilik karşıtlarını mo-dernite karşıtlarıyla sentezleyen demokratik modernitegüçleri, ekonomik toplum, ekolojik toplum ve demo-kratik ulusal toplum devrim ve reform çabaları teme-linde kapitalist modernitenin üç unsuruna karşı uzunvadeli mücadeleyle üstünlüğünü kanıtlayabilecektir.

İki farklı ve çelişkili modernite arasında hep savaşveya barış olacaktır demek doğru bir yaklaşım değildir.Devrim ve reformlar karşıt hamlelerle birlikte savaşlı veçatışmalı gelişebileceği gibi, barış içinde uzlaşmalar bi-çiminde de gelişmesini sürdürebilir. Moderniteler ara-larında bazen yoğunlaşarak savaş süreçlerine, bazenuzlaşarak barış süreçlerine açık karmaşık ilişkili ve çe-lişkili yapılanmalardır. Birbirlerine alternatif olmaları‘kısa’ ve ‘orta süre’ kavramlarıyla ifade edilen günlük olayve siyasetlerle … Uygarlık ve moderniteler arasında beşbin, beş yüz, iki yüz yıldır süren mücadele ve alternatifolma çabaları halen tüm hızıyla devam eden süreç işidir.Dünyanın her alanında olduğu gibi, Ortadoğu kültürelalanında da kısa, orta ve uzun vadeli alternatif yaşamtarzı, örgütlenme ve eylem anlayış (strateji) ve uygula-malarıyla (taktik) yapısal kriz içindeki kapitalist moder-nite aşılacak, demokratik modernite değerleri başat çağolarak gerçekleşecek ve anlam bulacaktır.

İçindekiler İçin Tıklayınız

Ortadoğu'da bölgesel statüko ve küresel hegemon-yaya karşı üçüncü çizgi gerçeğini anlamak açısından ta-rihsel gerçeği ve bugünkü yaşananları anlamakgerekmektedir. Reel sosyalizmin çözülüşü ve SovyetlerBirliği’nin dünya politikasından, özellikle Ortado-ğu'daki politik arenadan önemli oranda çekilişi en fazlada Ortadoğu'da siyasi boşluklar ortaya çıkardı. Bu siyasiboşlukları ABD'nin başını çektiği küresel emperyalizmve kapitalist modernist sistem yeni dünya düzeni çer-çevesinde Büyük Ortadoğu Projesi’yle Ortadoğu'yu ye-niden şekillendirme politikasıyla doldurmayı hedefledi.Ve bunun hamlelerini yapmaya başladı. Ortaya çıkanboşluk ortamında o güne kadar kapitalist modernist sis-temden destek alan Saddam Hüseyin 1991 yılında Ku-

veyt’i işgal ederek Ortadoğu'daki dengelerde etkiliolmak istedi. Kuveyt’i aldıktan sonra Ortadoğu'nun enetkili siyasi gücü olarak hem Arapların lideri, hem deOrtadoğu'daki en etkili güç olmayı hedefledi. AncakSaddam’ın hesaplarıyla küresel kapitalist hegemonik ik-tidarın hesapları örtüşmedi. Bu nedenle Saddam’a mü-dahale edildi. Kuveyt’ten çıkarıldığı gibi, Irak sınırlarıiçindeki iktidarı birçok bakımdan törpülendi. Amiyanedeyimle kolu kanadı kırıldı.

Ortadoğu'da yaşanan boşluktan yararlanmak isteyendiğer bir güç de Ortadoğu'nun tarihsel toplumsal kültü-rüne seslenerek, oradan güç alarak etkili olmak isteyen ik-

tidarcı devletçi İslami güçler oldu. Bunlar da var olan boş-luğu kendi projeleri doğrultusunda doldurup Ortado-ğu'da etkili olmak istediler. Bu güçlerin bazı ABDelçiliklerine saldırıları oldu. Daha sonra da ikiz kuleler vu-ruldu. İkiz kulelerin vurulması konusunda farklı iddialarbulunmaktadır. Bu grupların böyle bir eyleme yönlendi-rildiği söylenmektedir. ABD, özellikle ikiz kulelerin vu-rulmasından sonra bu olayı Ortadoğu'daki etkinliğinihakim kılmanın vesilesi yapmak istedi. Zaten bu nedenleikiz kulelerin vurulması konusunda bir provokasyon veyönlendirmenin olup olmadığı çokça tartışıldı. ABD ikizkulelerin vurulmasından sonra Afganistan’ı ve Afganistanile ilişki içinde olan El Kaide örgütünü hedefledi. Afganis-tan’a yönelerek Taliban rejimini devirdi. Askeri gücüyleAfganistan’a hakim olmak istedi. Ancak kısa sürede Af-ganistan’da kendisine karşı bir direniş gerçeği ortaya çıktı.ABD Afganistan’da kendi etkinliğini kurmak isterken,diğer yandan Saddam Hüseyin iktidarını devirip BüyükOrtadoğu Projesi’ni Irak merkezli geliştirmek istedi.

ABD klasik iktidar bloklarının kendi çıkarlarını sa-vunacak konumda olmadığını görerek küresel kapita-lizmin ihtiyaçlarına cevap veren, sermayenin serbestve güvenilir dolaşımını sağlayacak bir Ortadoğu düzenihedefliyordu. Bu nedenle de Irak'ta Saddam’ı devirdi.Ancak orada da Afganistan’da olduğu gibi kendisinekarşı muhalif güçler ortaya çıktı. Bir süre sonra şunugördü; Ortadoğu'da salt askeri güçle hakim olmakmümkün değildir. Bu bakımdan Irak'ta ilk başta dü-şündüğünden farklı olarak geleneksel toplumsal yapıve siyasal iktidar bloklarını da içine alan bir Irak yarat-mayı hedefledi. Esas olarak işbirlikçilere dayanmadan,sadece kendi askeri, siyasi, ekonomik gücüyle hakimolamayacağını görmesi, bu politik yaklaşımı benimse-mesini beraberinde getirdi. Öte yandan Irak müdaha-lesi öncesi tümden anlaşamadığı Avrupa’yla da belirlibir anlaşma çerçevesinde Irak politikasında ortak dav-

y Akif Ali

Kapitalist Modernist Sisteme Alternatif, Ortadoğu İçin

Üçüncü Çizgi Olan DemokratikKonfederalizm

18

ABD Afganistan’da kendi etkinliğinikurmak isterken, diğer yandan

Saddam Hüseyin iktidarını deviripBüyük Ortadoğu Projesini Irak

merkezli geliştirmek istedi

ranma kararı aldılar. Ancak tüm bunlar yine deABD'nin Irak'ta kesin hakimiyetini kurmasına ve is-tikrarı sağlayacak bir siyasi iktidar yaratmasına fırsatvermedi. Bu açıdan Irak'tan çekilerek işbirlikçileri yo-luyla Irak'ı kontrol etme kararına vardı. Bunun sonucuolarak 2011’de askeri güçlerini büyük oranda geri çekti.

Afganistan-Irak müdahalelerinin başarısız kaldığı-nın ortaya çıktığı ve askerlerini Irak’tan geri çektiği birdönemde Tunus’tan başlamak üzere Arap halklarınınmevcut statükocu iktidarlara karşı ayaklanması başladı.Bu ayaklanmalar Tunus’tan Mısır’a ve birçok alana ya-yıldı. ABD halk ayaklanmalarının ortaya çıktığını gö-rünce bu gelişmeleri Ortadoğu'da kurmak istediği yenidüzen doğrultusunda değerlendirmek istedi. Bununiçin hemen harekete geçti. O güne kadar desteklediğistatükocu ve kendisiyle ilişkide olan güçlerden yanadeğil de muhalif kesimlerden yana tavır koyarak halkhareketlerini yönlendirmeye ve kontrol altında tut-maya çalıştı. Bunda geçmişten beri ilişkide olduğu İs-lami çevreleri kullandı.

Bilindiği gibi ABD'nin başını çektiği NATO Paktısoğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği’ne karşı yeşilkuşak projesini devreye koymuştu. Bunun yanında Or-tadoğu'daki İslami güçlerle ilişki kurarak Sovyetler Bir-liği’nin Ortadoğu'daki etkinliğini sınırlandırmayaçalışıyordu. Bu süreç aynı zamanda ABD'ye birçok İs-lami kesimle ilişkilenme ve onları belli düzeyde yön-lendirip kontrol etme imkanı verdi. Bunun somutörneğini Türkiye'de Fethullah Gülen’in başını çektiğiharekette görmek mümkündür. Tunus’ta kendi politi-kalarına yakın olacak bir İslami kesime güç verdi; on-ların iktidara gelmesini sağladı. Arkasından Mısır’daortaya çıkan halk hareketini de değerlendirmek açısın-dan o güne kadar temel müttefiki olan Hüsnü Müba-rek’i yüzüstü bıraktı. Hüsnü Mübarek’e karşı,muhalefetin temel gövdesini oluşturan İhvanı-ı Müs-lim’in merkezinde olduğu İslami güçleri destekledi.Bunun sonucu Hüsnü Mübarek devrildi. Mısır’daMüslüman kardeşler yönetimi iktidara geldi. Sonra-sında uzun yıllar sorun yaşadığı Libya’ya karşı birNATO harekatı başlattılar. Libya’daki Kaddafi iktidarınıdevirerek İslami güçlerin ağırlıkta olduğu muhalifleriniktidara gelmesini sağladılar.

ABD bu ülkelerde şu yönlü politika izliyordu: klasikstatükocu iktidarlar ABD'nin ihtiyacını karşılayan iş-birlikçi konumda değildirler. Hem toplumsal meşrui-yetleri kalmamış, hem de küresel kapitalizminihtiyaçlarına cevap verememektedirler. Bu açıdan hemOrtadoğu toplumunun kültürüyle barışık, bu temeldemeşruiyeti olan, hem de küresel kapitalist modernistsistemle uzlaşacak, İslami renkte de olsa küresel kapi-talizmin çıkarlarını savunacak yeni işbirlikçi ayaklaraihtiyaç duymuştur. Buna işbirlikçi, iktidarcı İslam ta-

nımlaması yapmak gerekmektedir. İşbirlikçi kapitalistmodernitenin karşıtı olmayan, hatta onun bölgedekiajanı rolünü oynayacak işbirlikçi İslam’a dayalı Orta-doğu düzenini kurma planlaması yaptı. Ortadoğu'dakikimi İslami çevreleri desteklemesi kesinlikle böyle birproje ve planlamanın sonucu olarak görülmelidir.

Öte yandan o güne kadar Arap dünyası içerisindeşer güç olarak tanımladığı Suriye'yi de bu rüzgarla or-tadan kaldırmak istediler. Suriye'deki muhalif hareke-tin ortaya çıkmasını teşvik ettiler. Çıktığında dadesteklediler. Türkiye de ABD'nin Ortadoğu'da yenibir düzen kurmak istediğini görerek ve geçmişteki gibihem ABD, hem İran ve Suriye ile ilişki içinde politikayapamayacağını düşünerek tamamen ABD'nin ya-nında yer aldı. Daha doğrusu, ABD kendisini net birtercih koymaya yöneltince İran, Suriye ve Bağdat’la iliş-kilerini keserek ABD'nin bölge projesinin parçası olmapolitikası izlemiştir. Bu politikayla Ortadoğu'da enetkin güç olacağını düşünmüştür. Bu açıdan ilk önce-leri NATO’nun Libya’da ne işi var diyen AKP hükü-meti, bir hafta içinde düşünce değiştirmiş, NATOhareketinin parçası, hatta üssü olmuştur. Suriye'de mu-halif hareket başlayınca derhal muhalif gruplarla iliş-kilenmiş, onları destekleyerek Suriye rejiminindevrilmesinde aktif rol oynayıp yeni oluşacak Suriye'deetkin olmak istemiştir.

Ancak zaman içinde şu görülmüştür ki, ABD'ninistediği biçimde iktidarcı işbirlikçi İslam’a dayalı bir Or-tadoğu düzeni kurmak mümkün değildir. ABD'nin iş-birlikçi olarak görmek istediği rejimlerin mevcutdurumda kendi projelerini pratikleştirecek konumdaolmadıklarını, hatta ABD'nin bölgedeki hegemonya-sını zorlaştıracak akımların gelişmesine cesaret verdik-leri, zemin olduklarını görerek; ilk başlarda desteklediğigüçlere mesafeli durmaya başlamıştır. Bunu Mısır’dakiİhvan-ı Müslim iktidarına yapılan darbeyi desteklemetutumunda ve Suriye'deki politikasında görmekteyiz.Suriye'de İslamcı güçler gelişince, bunlar içinde özel-likle de El Kaide’ye bağlı İslami gruplar etkili olunca,ABD Ortadoğu'daki gelişmelerin kontrolden çıkaca-ğını görmüş ve daha fazla inisiyatifi kaybetmeden mü-dahale yapma ihtiyacı duymuştur. Suriye'deki İslamcıgruplara destek verme yerine, Esad rejimiyle İslamcıgüçlerin çarpışarak her ikisinin zayıflaması ve kendi is-tediği politikayı kabul etmek zorunda kalmaları yö-nündeki politik taktiğini devreye koymuştur. Yinekendisini rahatsız eden bu İslami güçlere karşı tutu-muyla, davranışıyla, sözleriyle destek veren Türkiyeuyarılmıştır.

Tüm bu gerçekler ABD'nin Ortadoğu'da izlediğipolitikaların başarılı olmadığını gözler önüne sermiştir.Hatta askeri müdahalelerin ters teptiğini, daha tehlikelisonuçları olduğunu görerek doğrudan müdahaleler ye-19

rine, çeşitli güçleri birbirine vurdurarak ve diğer im-kanlarını kullanarak tek tek ülkelerde hakim olma po-litikasına yönelmiştir. Son 200-300 yıldır ilişkideolduğu iktidar bloklarını İslami güçlerle bir araya geti-rip kendi çıkarlarını gözetecek bir politikada uzlaştıra-rak, bunlara dayanma temelinde Ortadoğu projesinipratikleşmeye yönelmiştir. İlk başta bu tür iktidar blok-larıyla hakim olmak, daha sona da ekonomik, sosyal,kültürel imkanlarını kullanarak kendisini daha etkinkılmak stratejisine yönelmiştir. Kuşkusuz gerektiğindeaskeri gücünü kullanarak bu tür imkanlarını kullana-rak sonuç almanın zeminini de yaratmaya çalışacaktır.

Ancak bu politikanın da tutmadığı, tutamayacağıgörülmektedir. Kuşkusuz ABD müdahalesinden Or-tadoğu'da hakim olma mücadelesinden, çabalarındanvazgeçmeyecektir. İnisiyatifi kaybetmemek ve etkisinisürdürmek için her yol ve yöntemi deneyecektir ve de-nemektedir. Kuşkusuz bölgede hala etkinliği ve ağırlığıbulunan bir güçtür. Ancak bu etkinliği ve ağırlığı sü-reklileşen bir kriz içerisinde var olmaktadır. Ortado-ğu'yu krizden çıkarıp kendi sisteminin istikrarlı birparçası haline getirme çabaları sonuç vermemiştir. Buaçıdan bir kriz yönetimi gibi Ortadoğu'yu ele almakta,politikalarını, taktiklerini bu çerçevede belirleyip sür-dürmektedir.

Statükocu güçlerin toplumlar karşısında meşruiyetikalmadığı, halk hareketleriyle iktidardan düşürüldük-leri görülmektedir. Geçmişin iktidarları ve statükocugüçler artık halk hareketleri karşısında ayakta kalacakdurumda değildirler. Bu açıdan sistemin istediği çizgiyegelme dışında seçenekleri kalmamıştır. Ancak mevcutiktidar bloklarının sistemle uzlaşarak ömürlerini çokfazla uzatmaları da mümkün değildir. Yine ılımlı ve ra-dikal olarak tanımlanan, esas olarak da iktidarcılığın-devletçiliğin İslami renkle boyanarak bir süre dahasürdürülmesinin adı olan hareketlerin ve akımların dahalkların özlemlerine, ihtiyaçlarına cevap verecek birkonumları bulunmamaktadır.

El Kaide gibi bazı örgütler kapitalist moderniteninve klasik statükocu güçlerin etkisiz kaldığı yerde boş-luktan yararlanarak güç olmaya başlamışlardır.ABD'nin müdahalesinden sonra Ortadoğu'nun tarih-sel toplumsal kültüründen yararlanarak alternatif bir

güç olduğunu iddia edip silahlı bir eylemsellik içine degirerek önemli bir güçlenme de yaşamışlardır. Ancakbunlar her ne kadar “kapitalist moderniteye karşıyız”deseler de, iktidarcı devletçi zihniyette, anlayışta olduk-ları için sistemin parçası olmaktan kurtulamayacak yada mevcut politikalarıyla sisteme meşruiyet kazan-dırma temelinde sisteme hizmet eden, sistemin parçasıolan güç konumunda olacaklardır. Ortadoğu'daki ka-pitalist modernist güçlerin, statükocu güçlerin ve ken-dini alternatif gösteren İslamcı çevrelerin durumunuböyle değerlendirmek gerekmektedir.

Ortadoğu'da bir kriz ve kaos hali yaşanmaktadır.Hiçbir güç Ortadoğu'nun sorunlarına cevap vereme-mekte, halkların özlemlerini ve ihtiyaçlarını karşılaya-mamaktadır. Bu, sadece kapitalist modernitenin200-300 yıllık Ortadoğu'ya girmesi, ulus-devlet anla-yışını geliştirerek halkları kırk parçaya bölmesi, bununyarattığı sorunlarla sistemin iflası ve tıkanması değildir.Ortadoğu'da yaşanan, dört-beş bin yıllık devletçi sis-temin krizidir. Devletçi sistem ortaya çıktığı Ortado-ğu'da tam bir çürüme, çöküş ve yıkım yaşamaktadır.Devletçi sistem, doğduğu bu bölgede can çekişmekte-dir. Bu nedenle de Ortadoğu krizinin sadece dönemselya da kapitalist modernitenin son iki yüzyıllık krizi ola-rak görmek Ortadoğu'daki gelişmeleri, siyasal, sosyal,kültürel olarak yaşanan tıkanmanın derinliğini ve ta-rihselliğini anlamamaktır. Beş bin yıllık devletçi siste-min sorunları ağırlaştırıp çürüterek toplumsalmeşruiyetini tümden kaybetme durumu olarak gör-mek gerekmektedir. Aslında devletçi sistemin II.Dünya Savaşı’yla birlikte dünya genelinde anlamsız, ge-reksiz, sorunları çözmek bir yana, sorunları ağırlaştıranve insanlığa katliamlar ve acılar getiren bir sistem ol-duğu ortaya çıkmıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra budevletçi zihniyetin kendini yaşatmanın yeni aracı olantemsili parlamenter demokratik sistemin de sorunlarıçözmediği ortaya çıkmış ve eleştiriye tabii tutulmuştur.Sistem içinde de post-modernizm adı altında ciddieleştiriler ve itirazlar yükselmiştir. II. Dünya Savaşı’nınyarattığı ağır sonuçlar ve temsili demokrasinin bu ağırsonuçları önleyememesi sonucu çeşitli sivil toplum ör-gütleriyle, baskı grupları olarak tanımlanan kurumlarlaparlamenter sistemin kimi eksikliklerini gidererek dev-letçi sisteme nefes aldırma ve ömrünü uzatma çabalarıortaya çıkmıştır. Ancak gelinen aşamada dünyada bumodelle devletçi sistemi sorunsuz, krizsiz yaşatmanınmümkün olmadığı görülmektedir. Ekonomik, sosyal,kültürel her alandaki yaşanan krizler bu gerçekliği or-taya koymaktadır.

II. Dünya Savaşı’nda meşruiyetini önemli orandakaybeden, insanlık açısından gereksiz hale gelen dev-letçi sistem Ortadoğu gerçeğinde tümden bir bitişi ya-şamaktadır. Bu açıdan Ortadoğu'daki sistemin krizini,20

El Kaide gibi bazı örgütler kapita-list modernitenin ve klasik statü-

kocu güçlerin etkisiz kaldığıyerde boşluktan yararlanarak

güç olmaya başlamışlardır

kaosunu değerlendirirken, bunu aynı zamanda bir dev-letçi uygarlık krizi, devletçi sistemin krizi olarak gör-mek ve sistemin sonuna gelindiği biçimindeyorumlamak önemlidir. Neo-liberalizmin, kendisinison sistem olarak görüp dünyanın sonu değerlendir-mesini yapması, tamamen bu gerçekliği örtmeyi ifadeetmektedir. Tersine iktidarcı devletçi sistem için dün-yanın sonu gelmiştir. Bu durum siyasal, sosyal, kültürel,ekonomik yaşam alternatifinin ortaya çıkmasını zo-runlu hale getirmiştir. Kürt Halk Önderi bu gerçekliğiçok erkenden görerek, devletçi sisteme karşı çok kap-samlı eleştiriler geliştirmiş; devletin sorunları çözendeğil, bizzat sorunların kaynağı olduğunu ortaya ko-yarak, devletin aşılmadan insanlığın hiçbir sorununuçözemeyeceğini, huzura kavuşamayacağını; aksinedevletçi sistem içinde sorunların ya ağırlaşarak ya dadondurularak bir noktadan sonra patlama biçimindeortaya çıkması durumunun yaşanacağın vurgulamıştır.Bu açıdan devleti reddeden, devletçi olmayan, devletdışı çözüm arayışı üzerinde yoğunlaşmış ve bunun so-nucu devlete karşı toplumdaki etnik, kültürel, sosyaltüm tabakaların örgütlülüğüne, demokratik toplumadayalı demokratik konfederal sistemi devletçi sistemekarşı alternatif sistem olarak teorileştirmiştir. Ancakdemokratik konfederalizmin devletçi sistemi aşacağını,devletçi sistemi aşarak sorunlara çözüm getireceğiniçok kapsamlı bir biçimde ortaya koymuştur.

Bu, kapitalist modernist sisteme karşı alternatif birçizgi olurken, Ortadoğu açısından da üçüncü çizgidir. Neşimdiye kadarki iktidar blokları, statükocu güçler, ne dekapitalist modernitenin yeni işbirlikçiler yaratarak dev-letçi sistemi sürdürme politikası halklara çözüm getir-mektedir. Bu açıdan bu her ikisini de aşan yeni biralternatife ihtiyaç vardır. İşte bu, sayın Öcalan’ın demo-kratik toplum örgütlenmesi temelinde her alanda sistem-leşmeyi ifade eden demokratik konfederalizm modelidir.Bu, devletçi sisteme karşı devlet dışı toplumun insanlığınyeni sosyal, kültürel, ekonomik yaşamını kuracağı ve ge-liştireceği bir gerçekliktir. Bu paradigmada özellikle do-ğaya yaklaşım, kapitalist modernitenin doğayı vahşi doğaolarak değerlendiren ya da doğayı sadece azami kar yasasıiçin kullanılacak bir nesne olarak gören yaklaşımı redde-dilirken; kadın üzerindeki egemenliği reddedip özgürlükçizgisini ortaya koyarak, iktidar ve devlet kurma zihniye-tini reddedip ekolojik, kadın özgürlükçü demokratik top-lum gerçeğini yaratma vardır. Bu paradigmaya dayalıolarak da bütün toplumsal kesimlerin demokratik örgüt-lülüğünü sağlama ve bunu demokratik konfederalizmolarak bir siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik sistem vemodel haline getirme projesidir.

Aslında bu alternatif sistem ya da model, üçüncüçizgi de değildir; özü itibariyle devletçi, sömürücü, ik-tidarcı sisteme karşı devlet ve iktidarı kabul etmeyen

demokratik toplumcu alternatif çizgidir demek dahadoğrudur. Ancak özellikle Ortadoğu’da var olan klasikiktidar bloklarının, tarihsel toplumsal kültüre dayana-rak kendini var etmek isteyen güçler olması nedeniylekapitalist modernitenin ihtiyacına cevap vermediği içinyeni iktidar bloklar temelinde bir Ortadoğu düzenikurmak istediğinden bu iki gücü de, iki siyasal eğilimide reddeden ve kendini bunların dışında bir toplumprojesi ortaya koyan bir çizgi olduğundan dolayı bunaüçüncü çizgi denilmektedir.

Bu çizgi, demokratik komünal bir çizgidir. Kapita-lizmin bireyciliğine karşı toplumsallığı, yani komüna-liteyi savunmaktadır. Yine kapitalizmin devletçi sistemiayakta tutan temsili parlamenter denilen siyasal sistemekarşı da toplumun tabandan örgütlenmesine dayanır.O nedenle bu çizgi, tabanın söz ve karar sahibi olduğu,doğrudan ya da radikal demokrasi diyebileceğimiz ger-çek bir demokratikleşme modeli ortaya koyar ya da he-defler. Bu çizgide demokratikleşme ve toplumculuk entemel değerdir. Bu çizgiye göre demokratik olmadantoplumcu, toplumcu olmadan demokratik olunamaz.Buna demokratik komünalizm diyoruz.

Üçüncü çizginin temel karakterlerini bu çerçevedegörmek gerekir. Kuşkusuz üçüncü çizginin parametreleribellidir. Özellikle Ortadoğu söz konusu olduğunda buparametreler önemlidir. Farklılıkların örgütlüğüne dayalıdemokratik toplum esastır. Farklılıkları hem özgürlüğün,hem demokrasinin gereği olarak görmektedir. Farklılık-ların kabulü demokrasiyi, radikal demokrasiyi koşullan-dıran karaktere sahiptir. Farklılıkların özgünlüğünü,özgünlüğün özerkliğini ve özgürlüğünü kabul etmeye-ninin demokratik olması söz konusu olamaz. Farklılıklarzaten toplumsal doğanın gereğidir. Toplumsal doğa çokfarklı karakterler, özgünlükler taşımaktadır. Dolayısıylabu doğanın karakterine uygun olmayan hiçbir projeninsorunları çözmesi, toplumdan destek alması mümkündeğildir. Farklılıkların kabul edilmesine dayanan örgüt-lenme demokrasinin temel parametrelerinden olduğugibi, merkeziyetçi olmayan, tabana dayanan örgütlenmede bu çizginin temel bir parametresidir. Şu kesindir, mer-keziyetçi her model iktidar üretir. Merkeziyetçi modelinolduğu her yerde iktidar, devlet, sömürü ve hegemonyaortaya çıkar. Bu açıdan da merkeziyetçi olmayan, mer-keziyetçiliğin panzehiri olan tabandaki demokratik top-lum örgütlenmesine dayalı demokratik konfederalsistem kesinlikle iktidarın, devlet olmanın, hegemon ol-manın bütün yollarını keserek demokrasiyi koşullandı-rır. Bu yönüyle demokratik konfederal sistem sadece birbiçimi değil, özü de ifade eden bir model olmaktadır.

Bu çizginin diğer bir karakteri ise özgürlüğü ve de-mokrasiyi devlet yıkıp yeni bir devlet kurmak değil, dev-leti radikal demokrasiyle sınırlandırmak, demokratiktoplumu sürekli güçlendirerek devleti aşmaktır. Marks’ın21

dediği gibi devleti aşıp söndürmek esastır. Ancak bu birdevlet olmakla başarılacak bir hedef değildir. Ya da dev-letin kendinden sönmesi olarak da anlaşılamaz. Devlet,iktidar kesinlikle sömürü kaynağıdır. Devlet özgürlük vedemokrasi getirmez. Ancak özgürlük ve demokrasi birdevlet kurup yerine bir devlet kurmakla da mümkün de-ğildir. Bu açıdan devlet+demokrasi denilebilecek devletyanında, demokratik toplumun kendini örgütlemesini,kendi sistemini kuracağı, devlet dışı toplumu örgütleye-ceği bir yeni devrim anlayışını, yönetim anlayışını, top-lumsal proje anlayışını hâkim kılmak gerekmektedir. Bu,devrimden vazgeçmek değil, devrimi radikalleştirmektir.Çünkü devlet yıkıp devlet kurmak sistem dışına çıkma-maktır. Sistemin araçlarıyla, sistemin yöntemleriyleancak sistemin kendisi haline gelinebilir. Bu, tarihteki ör-nekleriyle sıkça görülmüştür. Özellikle de reel sosyalizmpratiği bunun somut kanıtıdır. Sosyalizm, devrimin ilkgünlerindeki demokratik karakterini yitirip yeni bir dev-

let kurmayı (proletaryanın devleti olabilirmiş gibi) he-defleyip kurumlaştıkça kaybetmiştir ve sonunda daortadan kalkmıştır. Bunun devlet olma, devletçi düzenkurmayla birebir bağı vardır. Bu gerçeklik anlaşılmadanüçüncü çizginin devlet yaklaşımı doğru kavranamaz. Buçizgi devleti ideolojik-teorik olarak reddetmektedir. Dev-leti kötülüklerin kaynağı olarak görmektedir. Ama bu-rada devlet yıkıp yerine yeni bir devlet kurmayı değil de,devleti kuşatmak, kendi demokratik kurumlaşmasıyla,kendi öz yönetimiyle sömürücü devletin, sistemin bütünyaşam alanlarına müdahalesini sınırlandırıp kendi eko-nomik, sosyal, kültürel projelerini pratikleştirerek alter-natif bir sistem kurmayı ve sonuç olarak da devletigereksizleştirmeyi hedeflemektedir.

Kuşkusuz devlet demokratik kurumlaşmaya, demo-kratik toplumun kendini örgütlemesine fırsat vermediğidönemlerde meşru savunma hakkını kullanır, boyuneğmez. Ama mücadelesiyle, meşru savunma gücüylekendisini devlete kabul ettirip devlet+demokrasi diye-bileceğimiz bir uzlaşma durumu yaratabilir. Kuşkusuzbu sürekli içinde gerilimi, bu gerilim temelinde geliş-meyi yaratan bir uzlaşma biçimi olarak ele alınmalıdır.Devleti bu noktaya getirmek bir devrimdir. Çünkü top-lum her zaman güçlüdür. Kendi özgür ve demokratikyaşamını özgürce yürütebilecek koşullara ulaştığında,

demokratik toplumu kurma imkânlarını elde ettiğinde,artık devletin toplum karşısında tutunması mümkündeğildir. Yeter ki doğru zihniyet, doğru anlayış, doğrupolitika ve doğru araçlar kullanılsın! Buna yeni dev-rimci, yeni devrim anlayışı da denilebilir. Bu yeni anla-yışta kesinlikle sistemin ne zihniyetini ne de yaşamınıyaşamak vardır. Tamamen sistem karşıtı, sistem dışıolmak vardır. Devlete karşı tamamen komünal demo-kratik yaşayan, toplumu esas alan bir zihniyet ve yaşamanlayışıyla en büyük devrim gerçekleştirilir. Eğer yaşamanlayışıyla, kültürüyle, tarzıyla, üslubuyla, projesiyle sis-tem dışı değilse, sömürücü, iktidarcı, devletçi bütüngenleri yaşamından atmamışsa on devlet de yıksa so-nuçta sistem içileşmekten ve sisteme hizmet etmektenkurtulamaz.

Bu çizgi tabii bir pasifist çizgi değildir. Bu çizgi birmücadele çizgisidir. Hem de köklü, radikal bir mücadeleçizgisidir. Hem klasik iktidar bloklarına, statükocu güç-lere karşı, hem de tarihsel toplumsal kültürü, iktidarcıdevlet zihniyeti doğrultusunda kullananlara karşı birmücadele çizgisidir. Mücadeleyi yaşamın her alanındasürdürme çizgisidir. Gerektiğinde kendisini örgütleye-rek meşru savunma yapma da bu çizginin gereğidir.Ama gerçekten düşünce ve örgütlenme özgürlüğü te-melinde farklı kültürlerin, kimliklerin olduğu gibi kabuledilmesi; onların farklılığından gelen haklarının tanın-ması çerçevesinde bir demokratik ortam olduğunda damücadelesini bu demokratik ortamda demokratik yön-tem ve araçlarla vermeyi de ezilenlerin en temel aracıve hakkı olarak görmektedir. Ezilenler için en avantajlımücadele ortamı, zemini demokratik mücadele orta-mıdır. Ezilenler, devlet dışı topluluklar, kendilerini eniyi biçimde gerçek demokrasinin olduğu koşullarda ör-gütleyebilir, güç yapabilirler. Demokrasiler halkı güçyapar. Demokrasilerin zayıf olduğu yerde ise egemenlergüçlü olur. Bu açıdan egemenler gerçek anlamda demo-kratikleşme istemezler, demokrasi istemezler. Devlet,hegemonya ve egemenlik, demokrasi karşıtıdır. Bu açı-dan mücadele ederek onları demokratik kurallar çerçe-vesinde yaşamayı kabul ettirmek, böyle bir uzlaşmayısağlatmak, devrimciler için, halklar için, ezilen toplu-luklar için, farklı etnik, dinsel, sosyal topluluklar içinbüyük bir başarıdır. Böyle bir gelişme, özgürlüğün vedemokrasinin koşullarının önemli düzeyde yaratılma-sıdır. Bu açıdan özgürlükçü demokrasi güçlerinin, ko-münal demokratik güçlerin en temel stratejilerindenbiri demokratik siyasal ortamı, demokratik siyaseti vedemokratik toplum gerçeğini ortaya çıkarmaktır.

İşte bu yaklaşım, bu zihniyet, bu felsefe, bu paradigmaüçüncü çizginin güçlü yanıdır. Egemenler, ezenler, hege-monlar azınlığı oluştururlar. Kapitalist sistem içinde birkesim orta sınıf mevcut sistemden yararlansa, nemalansada yine de toplumun büyük çoğunluğu devlet dışı top-22

II. Dünya Savaşında meşruiyetiniönemli oranda kaybeden, insanlık

açısından gereksiz hale gelen devletçisistem Ortadoğu gerçeğinde tümden

bir bitişi yaşamaktadır

23

lumdur. Devletle ve sistemle bir çıkarları yoktur. Bu açı-dan toplumun çoğunluğunu oluşturan toplumsal kesim-ler açısından demokratik zemin, demokratik mücadeleortamı, demokratik siyaset imkanı en avantajlı konumuifade etmektedir. Bu yönüyle üçüncü çizgi aynı zamandaradikal demokrasi çizgisidir, radikal demokrasiyi hedefle-mektedir. Radikal demokrasi özünde toplumcu demok-rasidir. Bu da aslında eğer gerçek anlamı oturtulduğundaeşittir: toplumcu bir sistemdir, sosyalist bir sistemdir, de-mokratik bir sistemdir. Şu kesindir, toplumculuk demok-rasiyi, demokrasi toplumculuğu koşullar. Toplumcu olandemokratik, demokratik olan toplumcu olmak zorun-dadır. Böyle düşünüldüğünde demokrasi eşittir sosya-lizm, sosyalizm eşittir demokrasidir. Bu açıdan geçmişdönemin reel sosyalist zihniyetinin demokrasiyi bir dev-let biçimi olarak değerlendirmesi yanlıştır, tarihsel top-lumsal gerçeğe uymamaktadır. Tarihten bugünetoplumculuğun içinde, toplumcu yaşam içinde demo-kratik toplumcu bir yaşam olduğu gerçeğini görmezlik-ten gelmektir. Toplumculuğun olduğu her yerdedemokratik karakter vardır. Demokratik karakterin ol-duğu her yerde de toplumculuk vardır.

Ama bu toplumculuk devlet toplumculuğu değildir.Devletin belirli insanları bir araya toplayarak çalıştırdığısistem değildir. Toplumculuk demokrasinin olduğuyerde vardır. Bu açıdan demokratik olmayan toplum-culuk toplumculuktan bir sapmadır. Ya da toplumcuolmayan demokrasi demokrasiden bir sapmadır. İşteüçüncü çizgi tarihsel bu sapmayı da ortadan kaldıraraktoplumculukla demokrasiyi, demokrasiyle toplumcu-luğu iç içe ortaya koyan, biri olmadan diğerinin olma-dığı bir yaşam projesinin pratikleşmesinin ifadesidir.

Özcesi üçüncü çizgi, devletçi, iktidarcı hegemoniksömürücü çizgiye karşı halkların seçeneğidir. Demo-kratların, toplumcuların, özgürlükçülerin seçeneğidir.Bugün kapitalist modernist sistem de toplumsal sorun-lara çözüm bulamamaktadır. Klasik statükocu güçlerde sorunlara çözüm bulamamaktadır. Ortadoğu'dakendine İslamcı diyen, hatta kapitalist modernite karşıtıolduğunu söyleyen güçler de toplumların sorunlarınaçözüm bulamamaktadırlar. Bırakalım çözüm bulmayı,çözümleri daha da ağırlaştıran karaktere sahiptirler.Zaten demokratik olmayanların çözümü ağırlaştır-maktan başka yapacakları bir şey yoktur. Nitekim top-lumlar bunları da reddediyor. Arap Baharı olaraktanımlanan halk hareketleri, hem devletçi statükocuiktidarları reddetmiştir, hem de dış güçlerin bölgeyemüdahale ederek işbirlikçiler üzerinden bir baskı dü-zeni kurmasını reddetmiştir.

Dini iktidar ve devlet aracı olarak kullanan kesimlerde devleti yaşatmak istemektedirler. Kapitalist moder-nite de, küçültülmüş devlet kavramıyla aslında devletiyeni koşullarda sürdürmek istemektedir. Onlar devle-

tin birçok fonksiyonunu şirketlere, tekellere vermişler-dir. Bu yönüyle devleti küçültüyorum, yumuşatıyorumdiyerek toplumu aldatma, devlete dayalı sömürücü ik-tidarcı sistemi yeniden yaşatma modeline de karşıdır.Üçüncü çizgi denilen ve Rojava’da pratikleşen demo-kratik sistem buna da karşıdır.

Bu çizgi, bir dönem devletle yan yana yaşayabilir, amabu küçültülmüş, artık halkların-toplumların çıkarına ol-duğu söylenen yeni demokratik devlet hikayesini kabuletme anlamına gelmemektedir. Bu çizgide devletle yanyana yaşama bir mücadele sürecidir. Devleti kapsamlı de-mokratik örgütlenme, demokratik kurumlaşma ve kendiözyönetimini yaratıp sürekli geliştirerek devleti zamaniçinde tümden gereksiz ve etkisiz hale getirip tarihten siliptabandan gelişen radikal demokrasiyi, yani demokratikkonfederalizmi tümüyle hakim kılma mücadelesidir. Buaçıdan üçüncü çizginin en önemli karakteri demokratiksiyasettir. Demokratik siyaset silahını en temel özgürlük vedemokrasi silahı olarak görmektedir. Kuşkusuz bunu be-lirtirken bir daha vurgulayalım, demokratik siyasal orta-mın, demokratik siyasetin olmadığı, devletin toplumubaskı altına aldığı, örgütlenmesine ve demokratik kurum-laşmasına izin vermediği, farklılıkların olduğu gibi kendi-sini örgütlemesine ve yaşamasına imkân tanımadığıdönemde ya da toplulukların kendi özgür ve demokratikyaşamına karşı, kendi özgür ve demokratik sistemini kur-masına karşı devletin ordusunu, polisini, mahkemesini veher türlü imkânlarını ve zor gücünü kullanılmasına karşıtabii ki toplum da, halk da kendi meşru savunmasını ge-liştirme temelinde kendi demokratik kurumlaşmasını herboyutta gerçekleştirmeye yönelecektir.

Rojava’da gerçekleşen budur. Bugün Rojava’da Kürthalkı tüm farklılıkların kabul edildiği, sadece etnik,dinsel ve sosyal farklılıkların değil, siyasal farklılıklarında kabul edildiği, her farklılığın kendini demokratik veözgürce örgütleyerek demokratik konfederal temeldebir demokratik özerkliği inşa ettiği bir süreç yaşanmak-tadır. Devletten ayrı kendini örgütlemektedir. Kuşku-suz tüm farklılıklar derken ezenleri ve sömürülenlerimeşru ve gerekli görmek anlaşılmamalıdır. Ancak top-lum açısından bir işlevselliği olmayan bu kesimler dezaten devleti oluşturan ya da devlete temel olan çevrelerolduğu için radikal demokrasi içinde zamanla devletlebirlikte onlar da gereksizleşip etkisiz hale geleceklerdir.Gelecekte Suriye genelinde hangi güç hakim olursaolsun, o güç Rojava halkının bu kurumlarını, bu ör-gütlülüğünü kabul ettiği müddetçe o kurumlarla yanyana yaşanacaktır.

Devlet demokratik konfederalizmin ve buna dayalıdemokratik özerkliğin kurumlaşmasına saygı göster-diği müddetçe bu demokratik özerklik te devletin ya-salarını tanıyacaktır. Bu tanıma kuşkusuz belirli biruzlaşma, devletin hegemonik birçok karakterinden

24

vazgeçme ve demokrasiye duyarlı olma biçiminde ger-çekleşecektir. Bu bir demokratik uzlaşıdır, demokrasiiçinde yan yana yaşamayı ifade etmektedir.

Dikkat edilirse Rojava devrimi devletin askerini, po-lisini söküp atarken onu ezmeyi, öldürmeyi değil, onuçıkarmayı, toplum üzerindeki egemenliğini ortadankaldırmayı hedeflemiştir. Tabii ki devlet direndiğindede meşru savunmasını yapmıştır. Bu açıdan askerler-den de ölümler olmuştur, devrimci güçlerden de ölüm-ler olmuştur. Ama esas amaç öldürmek değil toplumyaşamından çıkarmak olduğu için tabii ki devlet güçlerçıktığı ya da teslim olduğu takdirde zora başvurulma-mıştır ve serbest bırakılarak evlerine gönderilmiştir.

Tabii ki Suriye'nin koşulları farklıdır. Yaşanan krizortamında devleti söküp atmak zor olmamıştır. Eğerdevlet 5-6 yıl önceki gücünde olsaydı, tabii ki bu örgüt-lenmeye müsaade etmez, her yol ve yöntemle ezmeyöntemi bulabilirdi. Bu da çatışmaları şiddetlendirir,ölümleri olduğundan fazla arttırırdı. Ama siyasal krizortamında devlet güç kaybetmiş, toplum örgütlenerekkendini güç yapmış, toplum örgütlendikçe, kendini güçyaptıkça devlet zayıflamış, devlet sadece karakollardanve binalardan ibaret kalınca da halkın meşru savunmagücü, halkın örgütlü toplum gerçeği ve buna dayananserhıldanıyla sökülüp atılmıştır. Şimdi bu çerçevedeRojava halkı Arap’ıyla, Süryani’siyle, Ermeni’siyle,Êzidi’siyle bütün farklılıklarıyla kendini örgütlemekte-dir. Her farklılığın kendini örgütleme özgürlüğü vardır.Bu örgütlenme özgürlüğü temelinde bir birini tamam-layarak ortak bir demokratik modeli ve buna dayalı de-mokratik kurumlaşmayı gerçekleştirmektedirler.

Kuşkusuz devrim yenidir. Eksiklikleri, yetersizliklerivardır. Kürt Halk Önderinin siyasal projesini ideolojikve teorik çerçevede pratikleştirmeye çalışmaktadırlar.Ancak devletçi ve iktidarcı sistem ve onun zihniyeti tüm-den kırılmış değildir. Bu açıdan zaman zaman bu sistemibir devlet sistemi gibi anlama yaklaşımları vardır. Ya daiktidarcı devletçi zihniyeti tümden genlerinden silip at-madıkları için demokratik kurumlaşma ve örgütlen-mede toplumu güç yapmada sorunlar yaşanmaktadır.Aslında bu bile bir üçüncü çizgi mücadelesidir. Eski mo-delde olsaydı devletçi bir zihniyetle hemen hiyerarşik,merkezi bir sistem kurulabilirdi. Bunun adına da devrim

denilebilirdi. Devrimci iktidar, halk iktidarı, halk devletigibi ucuz kavramlar kullanarak her şeyin kolaylıkla ger-çekleştiği sanılırdı. Şimdi devlet olma yerine çok zenginiçerikli ama karmaşık bir toplum modeline, yani başkabir sistem, demokratik bir sistem kurumlaşmasına gi-dilmesinin zorlukları çok fazla olmaktadır. Bu açıdan be-lirli sıkıntılar yaşanmaktadır. Ama genel çerçeve belliolduğu için, zihniyet, paradigma, teorik ve politik yak-laşım belli olduğu için bu eksiklikleri, yetersizlikleri tar-tışarak ya da pratik içinde eksiklikleri ve yanlışlıklarıgörerek düzeltmektedir. Böylece tam anlamıyla gerçekdemokrasinin, radikal demokrasinin, toplumun güç ol-duğu bir demokrasinin, gücün tamamen topluma ait ol-duğu bir demokratik sistemin kurumsallaşması adımadım gerçekleşmektedir. Kesinlikle hiçbir siyasal gücünhegemonyasına bu sistemde yer yoktur. Siyasal partilerancak bu demokratik çerçeveye uydukları ve toplumunihtiyaçlarına cevap verdikleri kadar toplum tarafındankabul edilmektedirler. Ya da bu özgürlükçü demokratiksisteme öncülük yaptıkları oranda toplumdan kabul gör-mektedirler.

Bu devrimle toplum kışkırtılmıştır, toplum tahrikedilmiştir, toplum artık yönetilecek bir sürü olmaktançıkarılmıştır. Kürt Özgürlük Hareketi'nin, Kürt HalkÖnderinin yaptığı en temel gelişmelerden biri Kürt hal-kını kolay yönetilen bir toplum olmaktan çıkarmasıdır.Demokrasi dışında hiçbir idareyi ve yönetimi kabul et-memektedir. Toplumun kendi kendisini yönetmesiesastır. Toplumun kendi kendini yönetmesine hizmeteden her siyasi anlayış toplum içinde yer bulacak,meşru olacaktır. Toplumun kendi kendini yönetmesiyerine bazı grupların, çıkar gruplarının, bazı ekono-mik-sosyal güçlerin kendini güç yapmak istediği biryaklaşım kesinlikle kabul edilmeyecektir, kabul edil-memektedir.

Zaten Rojava devrimi bir kadın devrimi olarak tarihsahnesine çıkmış, iktidar ve devlet kadını baskı vezulüm altına aldığı için bugün devlet ve iktidar karşıtıolan kadın gerçeği ortaya çıkarılmıştır. Kadın özgürlükçizgisinin, kadın ruhunun, kadın bilincinin tarih sah-nesine çıkarılması, aynı zamanda devlet ve iktidar kar-şıtı toplumsal gücün harekete geçirilmesidir. Böyle birtoplumsal gücün patlamasıdır. Üçüncü çizgi, iktidar vedevlete karşı toplumu ayaklandıran, toplumu devlet veiktidarı kabul etmeyen bir noktaya getiren çizgidir.Kadın özgürlük çizgisi de bu iktidar ve devlet karşıtlı-ğının, demokratik topluma dayalı yönetim anlayışınınmayası olarak özgür kadını, devrimin öncüsü halinegetirmektedir.

Üçüncü çizgi, tüm farklılıkların ve tüm sorunlarındemokratik temelde toplumun söz ve kararına dayanı-larak yapılan bir siyasal anlayıştır, bir sistemdir. Farklı-lıklar da bu demokratik sistem içinde kendine yer

Devlet demokratik konfederalizminve buna dayalı demokratik özerkliğin

kurumlaşmasına saygı gösterdiğimüddetçe bu demokratik özerklikle

devletin yasalarını tanıyacaktır

bulmaktadır. Farklılıkların özerkliği ve özgürlüğü de-mokratik sistemin gereği olarak görülmektedir. Bu açı-dan Rojava devrimi Suriye için bir modeldir. Rojavadevrimi ve üçüncü çizgiye dayanarak Suriye gerçek de-mokrasinin yeşereceği bir ülke haline gelecektir. EğerRojava devrimine dayalı ve Rojava devrimini kabuleden bir demokratik Suriye gerçeği ortaya çıkarsa bu,sorunların demokratik siyaset ve demokratik yoldançözüm modelinin pratikleşmesi ve gerçekleşmesi ola-caktır. Bu da farklılıkların yoğun olduğu, sorunlarınyoğun olduğu Ortadoğu'da çözüm yolunu, çözüm ger-çeğini ortaya koyarak bütün Ortadoğu'nun değişimindebu çizgi etkili olacaktır. Bu çizgi etkili olduktan sonra

her türlü gericilik, her türlü baskıcı despotik zihniyet,sorunları çözen değil de bastıran zihniyet geriletilecek,Ortadoğu gerçeği ve toplumsal doğa tam da kendi ger-çeğine uygun demokratik siyasal sistem, demokratiktoplumcu sistem, komünal demokratik sistem olaraktanımlayabileceğimiz bir sisteme kavuşacaktır. Orta-doğu sorunlarından kurtulup barış, istikrar, özgürlük,demokrasi ve toplumculuğa dayanan bir toplumsal sis-temin kurulması gerçekleşecektir. Üçüncü çizgiyi; sta-tükoculuğa ve kapitalist moderniteye karşı üçüncüçizginin temel parametrelerini ve çerçevesini, ideolojik,teorik ve siyasal anlayışını ve öngördüğü alternatif top-lum projesini bu çerçevede görmek gerekmektedir.

25

İçindekiler İçin Tıklayınız

y Aydın Palulu

Rojava Devrimi Ortadoğu İçin YeniBir Yerel Demokrasi Modelidir

26

Pozitif Siyaset ÇizgisiOrtadoğu’da devlet yıkma-devlet kurma eksenli dev-

rim anlayışı ve bunun karşısındaki komplocu-darbecidevlet geleneğinin her ikisini de aşan bir çizgi olarakyerel demokrasi çizgisi Rojava Kürdistan’da yaşam bul-maya başlamıştır. Yıkıcı değil yapıcı, inşa edici olan busiyaset çizgisiyle demokratik uluslaşmanın tüm boyut-larıyla pratikleşmesi sağlanmaktadır.

Rojava devrimi ve izlediği siyaset tarzı, Sovyetler Bir-liği sisteminin ardından demokrasi ve sosyalizm adınadünyada yaşanan tıkanıklıklara yanıt olma adına tümdünya halklarınca ilgi ve sempatiyle karşılanmaktadır.Salt teorik değil pratik bir deneyim olması ve El-Kaideçetelerinin saldırılarına karşı gösterdiği başarıyla güngeçtikçe tüm insanlığın ilgisine daha fazla mazhar ol-maktadır. Karşıtları tehlikeli görerek tasfiye çabalarınıderinleştirirken, sistem muhalifleri de umutlarını büyü-terek heyecan duymaktadır

Pozitif siyasetin yapıcı gücü, dincilik ve milliyetçilikkisvesiyle yüz yıllardır birbiriyle çatıştırılan halkların de-mokratik birliğini bir ütopya olmaktan çıkarmıştır. Buanlayış, Suriye’yi Ortadoğu’nun İsviçre’si haline getire-bileceği gibi, Rojava sayesinde (devlete dayanmayan ka-rakteriyle) onu da aşan yeni bir model olmaya adaydır.Suriye tarihsel karakter olarak her çağda bir “orta alan”rolünü oynamış, ezilen halkların sığınağı ve buluşma

yeri olmuş, dengeler arasında kendi özgün konumunukorumayı bilmiştir. Yönetim rejimlerinin demokratikkarakterde olmasını koşullayan çok dinli, dilli, kültürlüyapısı aynı zamanda diktatörlük dayatmalarına karşı di-rengen olmasının da kaynağı durumundadır.

Bugün Rojava’da yaşanan devrim ve inşa edilen top-lumsal sistem Demokratik Ortadoğu’nun prototipi ol-maktadır. Tunus, Yemen, Mısır gibi ülkelerde darbe veyeniden darbe kıskacı aşılamazken Rojava halkı demo-kratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa yolunda eminadımlarla ilerlemektedir.

Demokratik Yerel Örgütlenmenin Zaferi Demokrasi ile yerellik, yerellik ile evrensellik bir bir-

leriyle kopmaz bağlar içerisindedirler. Ne kadar yerelolunursa o kadar demokratik, ne kadar demokratik olu-nursa o kadar da evrensel olunur. Rojava halk devrimiyerel ile ulusal ve evrensel olanın bağlantı modeli olaraköne çıkmaktadır.

19 Temmuz Devrimi’nden sonra Rojava’da halk ini-siyatifiyle yeni bir toplumsal sistem örülmeye başlan-mıştır. Yediden yetmiş yediye gerçek bir halk direnişi vesavunma hattı oluşturularak hiçbir tekniğin veya maddigücün alt edemeyeceği sosyo-politik bir düzey yaratıl-mıştır.

Burada kilit önemde olan yerel yönetimler, komünve meclis tarzında dönüşüme tabi tutulmuştur. Çarpıcıve ayırt edici bir özellik olarak mevcut belediye başkan-lıkları ve meclislerinin görevlerini sürdürmelerine mü-dahale edilmemiş, yani el koyma mantığıyla hareketedilmemiştir. Esas alınan çizgi demokratik dönüşümçizgisi olup devletçi-iktidarcı el koyma mantığından far-kını açık bir şekilde ortaya koymuştur. Ayrıca etnik vekültürel farklılıklara kapsayıcı yaklaşılmış; Mesihi, Sür-yani, Arap veya diğer halk ve inanç guruplarının yöne-

Rojava Devrimi ve izlediği siyaset tarzı, Sovyet-ler Birliği sisteminin ardından demokrasi ve

sosyalizm adına dünyada yaşanan tıkanıklıklarayanıt olma adına tüm dünya halklarınca ilgi

ve sempatiyle karşılanmaktadır

timde olduğu belediyelerde de demokratik dönüşümesas alınmış, yönetim olgularına saygıyla yaklaşılmıştır.Burada da pozitif siyaset tarzı kendisini göstermiş, öz yö-netim sisteminin inşası stratejik düzeyde ele alınarakhalklara güven verilmiştir. Bu güven zemininde beledi-yelerin demokratik dönüşümü daha sağlıklı geliştirile-bilecek, tamamen halka ait olması sağlanabilecektir.

Tarihsel temellerine bakıldığında belediyelerin halkınkomünal örgütlenmeleri olduğu görülür. Devletçi ikti-darcı uygarlık sistemiyle birlikte halkın elinden alınmış,gasp edilmiş ve devletin kurumu haline getirilmiştir. As-lında çalınmış olan öz yönetim hakkıdır. Bu tespittenyola çıkarak bu alanda demokratik mücadele vermektoplumsal devrimin vazgeçilmezidir.

Kuzey Kürdistan deneyiminde önce özgür belediye-cilik, son beş yıllık süreçte de özgür demokratik yerel yö-netimler modeli somutluk kazanmış ve bu modelçerçevesinde, çalışmalar yürütülmüştür. Kuzey Kürdis-tan’da devletle yan yana bir sistem örgütlenmesi ve bununbin bir türlü zorluğu yaşanmış ve yaşanmaya devam edi-yor. Siyasi soykırım tutuklamaları, konfederal örgütlen-meye izin vermeyen devletçi sistem müdahaleleribiliniyor. Ancak Rojava’da yaşanan yeni bir durumdur vetamamen farklı bir yaklaşımı gerektiriyor. Burada devletçisistem müdahalesi önlenmiştir. Yaşanan savaşın zorluk-larına rağmen toplum kendi sistemini inşa etme teme-linde büyük avantajlar yakalamıştır; bu da halkınmücadelesiyle sağlanmıştır. Kendi sistemini devlet dışıoluşturma deneyimi gelişmektedir. Bu deneyim KuzeyKürdistan’da yürütülen yerel yönetim çalışmalarını da bi-rebir etkileyecek ve ileriye taşıyacak özelliğe sahiptir.

Komünal yaşamı örgütleme konfederal sistemi örgüt-lemedir. Devletçi sistem dışında düşünmek, bugünekadar oluşturulmuş sınırları zihniyet ve pratikte aşmak,alternatif yaşam ve sistem oluşturmanın günlük pratiğinigeliştirmek hassas bir yoğunlaşma ve çalışma demektir.Demokratik siyasetinden, ekolojik ve ekonomik yaklaşı-mından, kadın özgürlükçü anlayışla özgür yaşamı inşaçalışmaları demokratik toplumsallığın bütününü kapsa-makta, yerel ve yerinden yönetimin, özyönetimin gücünüaçığa çıkarmaktadır. Bu deneyim Avrupa Yerel Yönetim-ler Özerklik Şartı’nda tanımlanan düzeyi aşarak dünyayayeni bir model sunmaktadır. Demokratik özerkliğin öz-yönetime ve özgür topluma dayalı uygulamalarını dünyadeneyimi haline getiren bir misyon kazanmış bulunuyor.Devleti sadece “genel koordinasyon” durumuna getirme,halkların özgürlük sistemini geliştirme temelinde radikaldemokrasi hayat bulmaktadır. Dünyada değişik dene-yimler vardır, bu da Kürdistan’ın deneyimi olacak ve kar-şılıklı öğrenilecek pratiklerle demokratik toplumyönetiminin zenginliği açığa çıkarılacaktır.

Rojava deneyimi yerel demokrasinin çözümleyiciözelliğini ve önemini şimdiden çarpıcı olarak gözler

önüne sermiştir. Haseki dışında Rojava’da il statüsündeolan yerleşim alanı bulunmazken bugün Qamışlo il sta-tüsüne kavuşturulmuş bulunmaktadır. Beş yüz bindenfazla olan nüfusuyla idari yapılanması ilçe statüsüne göreörgütlenmişken bugün il olmasının getirdiği yükümlü-lükleri karşılayabilecek durumda değildi ve bunun ge-tirdiği sorunlar bulunuyordu. Fakat kısa sürede hemmerkezde kurulan yeni komisyonlarla hem de yerellerde,mahallelerde kurulan yeni belediyelerle çözüm yolunagirilmesi başarılmış, ayrıca eşbaşkanlık sistemi uygulan-maya başlanmıştır. Devlet olmadan bu işlerin başarıla-mayacağı düşüncesi kırılmıştır. Toplumsal psikolojide vezihniyette ulaşılan yeni düzey devrimsel nitelik taşımak-tadır ve bunun kadar büyük bir zafer yoktur. Böylecetoplumun öz güveni gelişmiş, ahlaki-politik gücüyle dev-letsiz bir sistem inşa edilmeye başlanmıştır.

Rojava’da doğrudan demokrasi uygulaması açısındanyurttaşın katılım sağlayabileceği en yakın yönetim bi-rimlerinin oluşturulması esas alınmaktadır. Halk mecl-isleri, komünler ve belediyelere dayalı olarak öz yönetimpratiği yaygınlaştırılmaktadır. Rojava genelinde şu an 200civarında belediye bulunmakta ve bu sayı yeni örgütlen-melerle artırılmaktadır. Coğrafik olarak küçük bir alanolması belediye sayısının sınırlı olması sonucunu doğur-mamakta, yerleşim alanları ve nüfusa göre toplumsal ör-gütlenme geliştirilmektedir.

Dünyanın başka yerlerinde de az bir nüfusa hitap edenbelediye örnekleri vardır. Fransa’da 37 bine yakın belediyebulunuyor; çünkü köy yerleşim birimi yok. Belediyelerin% 67’sinin nüfusu 700 (yedi yüz) kişiden azdır. Hatta nü-fusu 50 olan yerlerde bile belediye vardır. Bununla birliktebinlerce komün bulunuyor ve her komünün bir komün-ler birliğine üye olması zorunludur. Ayrıca 101 tane il, 26tane de valiliğin yönettiği bölge yönetimi vardır, 3 tanesiözel konumda yönetimdir, diğerleri de ilçe ve bucaklardır.Fransa’nın üniter ve merkeziyetçi yapısının doğurduğusorunlar yerel yönetim tarzıyla dengelenmeye çalışılmak-tadır. Yine İtalya’da 8088 adet belediye, 103 il ve 20 bölgebulunmaktadır. Japonya’da 47 valilik, 3.190 belediye bu-lunmaktadır. ABD’deki belediyelerin büyük çoğunluğu-nun nüfusu 2.500 kişinin altındadır. Almanya’da kırsal vekentsel belediyeler ayrıdır; kırsal olanlar arasında ilçelerkoordinasyon ve diğer hizmetleri sağlıyor. Kentsel düzey-deki belediyelerle aynı yetkilere sahiptirler. Hindistan’dayerel yönetimler daha çeşitlidir, köyler ayrı, kentler ayrı,komiteler ayrı, belediyeler ayrıdır ve 1750 tane belediyeolup 5 ile 30 bin arası nüfusu olan kentlerde kurulmuştur.

Rojava’da belediye örgütlenmelerinin birbirine yakınköy ve mahalleleri kapsayacak tarzda, görece daha az birnüfusa hitap etmesi demokrasi uygulaması açısındanbüyük önem taşımaktadır. Fakat hizmetlerin eşitsiz ve aşırıdağınık olmasının önüne geçmek için de birlikler oluştur-mak gerekir. Fransa’da olduğu gibi 50 nüfuslu bir yerleşim27

biriminde bile illa belediye kurmak gerekmez; ister 50 kişiister 5 kişi olsun bir komün olarak örgütlenmek ve kendiyereline dair belediye kararlarında söz sahibi olmak Rojavahalk kültürünü Suriye devlet rejiminin etkilerinden arın-dırmak için hayati bir önem taşımaktadır. Bürokrasiyegeçit vermeyen bir örgütlenme olarak komünler esastır.Buradan hareketle toplumsal inşa ve örgütlenmenin mer-kezine komünlerin oturtulması ve bunların belediyelerlesözleşmesinin yapılarak katılım güvencesinin oluşturul-ması gerçekçi bir demokrasi yolu olabilir.

Demokratik Suriye ve Rojava Bölge MeclisleriBugünden kararlaştırılmış olan hedeflere bakıldı-

ğında Rojava zaten bu demokrasi yoluna girmiş bulun-maktadır. Kendi özgünlüğü içinde yerel ve bölgeselbirlikler oluşturma hedefi bulunmaktadır ki bu da Cizre,Qobani ve Afrin’den oluşan üç bölge temelinde ele alın-maktadır. Bölge yönetimlerinin oluşumunda bölge için-deki yerleşim birimleri ve kültürler esastır.

Bölgeler birçok yerleşim biriminden oluşur: İl, ilçe,belde ve köy tarzında bir idari yapılanma yetmez, yuka-rıda ifade ettiğimiz gibi komünlerin yaygınlaştırılmasıhayati önemdedir. Aksi halde halk kendi hizmetini gö-remeyecek, sürekli olarak belediye ve hizmet kurumla-rından bekleyen bir duruma sokulacaktır. Komünlertemel öğretim kurumlarının kurulmasından çöplerintoplanması ve trafiğin düzenlenmesine dek birçok iş ko-nusunda rol oynayabilir. Yerine göre görev ve rol tanım-ları yapılabilir.

Sadece belediyelerin değil halk meclislerinin örgüt-lenmesinde de bölgesel yönetim anlayışı geliştirilmekte-dir ki bu da yerele dayalı demokrasi anlayışı temelindebir idari ve siyasi yapılanmaya gitmede belirleyici unsurolmaktadır.

Rojava’da yaratılan fark ve hedeflenen sistem, demo-kratik özerkliğin devlet alanı dışında inşa edilmesi içinyakalanmış olan fırsata dayanmaktadır. Yönetim siste-minde halk meclisleri tek yetkili karar organıdır. Devletartı demokrasi formülü burada zoraki bir uygulama şek-linde değil demokratik Suriye artı Rojava özerk bölgeleritarzında ele alınmakta olup yerellerde hiçbir yetki devletçiotorite ve örgütlenmeye ait değil doğrudan halka aittir.

Halk meclislerinin niteliğine bakıldığında bunun Or-tadoğu’da yeni bir çağ başlatmaya aday olduğunu belirt-mek abartılı olmayacaktır. Meclisler, bir devlet otoritesineveya merkeziyetçi bir anlayışa dayanmamaktadır. Kim-liği, dini, dili ne olursa olsun yöre halkının katılımını veiradesini esas almaktadır. Söz, yetki ve karar ortak halkiradesindedir. Azınlık-çoğunluk nitelemeleri ve sınıflan-dırmalarını aşan eşit ve özgür katılım esastır. Bir birinidışlamayan, ötekileştirmeyen, eşitlikçi ortak yaşam kül-türü Ortadoğu halklarının tarihsel karakteri olup bugün

Rojava şahsında yeniden kökleriyle buluşma şeklindecanlanmaktadır.

Ortadoğu’da siyaset yapan her güç Rojava’da yaşanan-ları anlamaya çalışmakta fakat kökleşmiş devletçi zihni-yet ve kültüre sahip olanlar, Suriye parçalanıp ayrıdevletler doğuyormuş gibi paranoyalarla telaşa kapıl-maktadırlar. Oysa Rojava halk iradesi, mevcut Suriye re-jimine değil demokratik bir Suriye’ye gönüllü katılımıesas almış olup ülkenin parçalanmasını değil demokratikbirliğini esas almıştır. Bunun için özellikle Türk Hükü-metinin iddiaları havada kalmakta, Rojava gerçekliğinidoğru yansıtmamaktadır. Belki de bu sistemi bilmemeveya Türkiye’de saplantı haline getirdikleri Kürdü bölücügörme fobisinden kaynaklı olarak Rojava’da gelişen sü-recin Türkiye demokrasisine de örnek olabileceğini ve200 yıllık çelişkilerinden kurtarabileceğini görmemek-tedirler. Türkiye’nin gerçek çıkarları Rojava devriminiboğmaya çalışmak yerine Kürt halkıyla ittifak geliştir-meyi gerektirmektedir. Türkiye El-Kaide veya faşizan birrejimle komşu olmayı yeğleyecek kadar akıl körü olma-mışsa demokratik komşuluk seçeneğini stratejik dü-zeyde masaya yatırmak zorundadır.

Bu özellikleriyle Rojava’yı Güney Kürdistan’a benzet-mek de yerinde bir yaklaşım değildir. Güney Kürdis-tan’da şu anda hâkim olan sistem devletçi sistemdenfarklı değildir. Rojava’da ise tamamen halk iradesine da-yalı olan demokratik sistem inşa edilmekte olup demo-kratik Suriye birliği hedeflenmektedir.

Demokratik Suriye hedefi olmadan Rojava’nın tek ba-şına özgür yaşam olanağını sürdürmesi sadece dengelerinoluşturacağı fırsatlara bağlı hale gelir ki Rojava halkı bubilinçle hem kendi özgür sistemini inşa etmekte hem dedemokratik Suriye’yi hedeflemektedir. Kaldı ki Orta-doğu’da hiçbir sorun diğerinden bağımsız ele alınamaz,hiçbir halk diğer halklardan bağımsız olarak kurtuluşunutam güvenceye alamaz. Günümüzde ne çatışmalar ne deçözümler bir ülkeyle sınırlı kalmamaktadır. Suriye üze-rinde yaşanan savaş bunu daha açık ortaya çıkarmıştır.Fakat Rojava halkı kendi özgür ve demokratik sisteminikurmadan Suriye genelini etkilemek bir yana en vahşisaldırılar altında ve siyasal dengeler karşısında yüz yıllıksömürge konumundan çıkamayacağının derin bilincin-dedir. Bu nedenle hem Rojava’nın hem de tüm Suriye’ninkaderi demokratik dönüşüme ve bu temelde toplumsalinşaya bağlı hale gelmiştir.

Rojava’da yaşanan savaş halkı büyük ekonomik zor-luklarla karşı karşıya getirmiş olsa da toplumsal yaşamkültürü ve örgütlenme sayesinde bunun da üstesindengelinebileceği inancı vardır. Fakat sadece geçici tedbirlerdeğil kalıcı sistemsel, kurumsal çalışmaların örgütlen-mesi için de çeşitli düzeylerde çalışmalar başlatılmış du-rumdadır. İlk süreçlerde çok öne çıkan “her şeyegüvenlik eksenli yaklaşmak” tarzındaki darlıklar aşılmış,28

daha bütünlüklü bir sistem çalışmasıyla demokrasininçözümleyici gücü açığa çıkarılmıştır.

Ekolojik-Ekonomik Yaşam Siyasal hedefler ve demokratik yönetim açısından ge-

rekli deneyim ve birikime sahip olan Rojava halk devrimi-nin ekonomik yapısı da eş zamanlı olarak örgütlenmeyeçalışılmaktadır. Dayatılan savaş ve dışa açılan kapılardaTürkiye ve Güney Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin yarattığıengeller yüzünden, ekonomide kendine yetecek zengin-liklere sahip olan Rojava boğulmak istenmektedir. Bunarağmen Rojava halkı büyük bir özveri ve fedakârlıkla eko-nomik yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır. Fakat koşullarne olursa olsun kapitalizmin tuzaklarına düşmemek içinekoloji-ekonomi-meclis üçlü sacayağına dayanarak bukrizden çıkış sağlanabilir.

Rojava’da 20 yıllık deneyime sahip olan ekoloji hare-ketleri ve çeşitli örgütlenmeleri bulunmaktadır. Demo-kratik devrim koşulları ekoloji hareketine alan açtığı gibidevrimin demokratik karakterini güvenceye alacak olanda ekoloji hareketinin başarısıdır. İmardan sağlığa, gıdaüretiminden tekniğe, su, toprak, petrol ve diğer kaynak-ların kullanımından doğanın korunmasına, eğitimdendoğal ve komünal yaşam kültürünün geliştirilmesinekadar her alanda fark yaratmak ve sisteme kavuşturmakancak ekolojik bilinçle mümkündür. Bunun için yerelyönetimler, ekonomi ve ekoloji birlikte düşünülmek vebirlikte örgütlenmek zorundadır. Rojava halkı bu anlayışıesas almıştır ki savaş koşullarına rağmen yerel yönetim-ler ve ekoloji konferanslarını gündemleştirmeleri dünyadevrim deneyimlerinde eşine az rastlanan bir olaydır.

Ekoloji ve ekonomi arasındaki kopmaz bağlar Ro-java’da yerel yönetim olgusunu da kapsamına alarakadeta üç kurtarıcı melek rolünü oynayabilir. Fakat dev-letçi gelenekten devralınan kimi uygulamaların, olduğugibi sürdürülmek istenmesi model dışı, hatta modeli ze-hirleyecek riskler taşımaktadır. Bunların başında da Sov-yetler Birliği’nde devlete ait olan solhozları çağrıştıranüretim birimleri ve çeşitli şirketler gelmektedir. Solhoztarzı, devlet kapitalizmini doğurmaktan başka sonuçvermezken şirketleşmek ise kapitalizme yenik düşmekolur. Doğru olanı, toplumun ortak katılımına, emeğineve paylaşımına dayalı olan ekonomi kurumlaşmalarınıngeliştirilmesidir.

Kürdistan’da toplumun ortaklığına dayalı olan eko-nomi anlayışının geçmişi binlerce yıla dayanmaktadır.Pigari, hevkari, col, zıbare, novane, şırigahi, paluteyi gibiadlandırmaların tümü ortak üretim yöntemlerini ifadeetmiştir. Üstelik bunlar hiçbir şekilde devletle bağlantılıolmamış, merkezi yapı ve bürokrasiyi tanımamış, top-lumun iç dinamikleriyle geliştirilmiş; doğayla uyumluolduğu gibi, çalışma biçimleri ve süreleri de toplumsalilişkileri koruyacak bir sistem karakterinde yaşanmıştır.

Fakat zamanla baskı koşullarında kendini yenilemesinefırsat verilmemiş, kırsal bölgelerle sınırlı kalan uygula-malar bile aşınmaya uğramıştır. Öte yandan üst sınıflarınkendi çıkarlarını dayatması ve güç ilişkileri nedeniyle,komünal ekonominin yanında sınıflı üretim güçleri devarlık gösterebilmiştir.

Bugün itibariyle toplum, elinden alınan ekonomiyiyeniden kazanma fırsatını yakalamıştır. Fakat kurumsalbir yapılanmaya kavuşturmadan ekonomi gibi tüm ya-şamı ilgilendiren bir faaliyetin üstesinden gelmek müm-kün değildir. Bu kurumlaşmada teorik ve pratikörgütlenmeler birlikte ele alınabilir. Bunun için meclis-lerin önünde duran temel görev akademi, komün, koo-peratif oluşumlarına öncülük etmektir.

Rojava’nın verimli toprakları ortak üretim mantığıylaişlendiğinde tüm ekonomik yaşama yetecek bir zengin-liği açığa çıkarmaya yetmektedir. Savaş koşullarının zor-lukları aşıldıkça ortak üretimdeki verim kendisinikanıtlayacaktır. “Tekrar toprağa, ormanlaştırmaya, kısa-cası ekolojik yaşama dönüş sadece işsizliği ortadan kal-dırmaz; kanserojen kent toplumundan da kurtarır.Böylelikle kenti de kurtarır.”

Köy, köy-kent ve kent birlikleri temelinde özgün eko-nomik örgütlenmelerin geliştirilmesi de Rojava koşulla-rına uygun görünmektedir. Günümüz dünyasında darve kapalı bir ekonomi anlayışı olamayacağına göre coğ-rafik veya ürün temelli birlikler kadar su ve enerji temelliuluslar arası birliklerin de geliştirilmesi hedeflenmek du-rumundadır. Yine ekonomi birlikleri nasıl ki yerel ve böl-gesel temelde örgütlenmeyi esas alıyorsa planlamasınında merkeziyetçi bir mantıkla değil yerelde yapılması il-kesel tutarlılık gereğidir. Köyün ve köyler arası ekono-minin planlama ve karar gücü bizzat köy ahalisi olmakzorundadır. Kentin ekonomi politikalarının kent mecli-sinde, bölgenin ise bölge meclisinde kararlaştırılması vetümünün ortak bir koordinasyona kavuşturulması yerelanlayışı esas alan demokratik uluslaşmanın ve ekonomiközerkliğin başarısını sağlayacaktır.

29

-Yerel Yönetimler (Anadolu Üniversitesi)-Toprak, su, petrol (Ahmet Pelda)

-Kürt sorunu ve demokratik ulus çözümü (Abdullah Öcalan)-Birlik dergisi, sayı 11 (GABB)

Yararlanılan Kaynaklar

İçindekiler İçin Tıklayınız

Ortadoğu’nun küçük bir maketi olan Suriye’dehalkların ve inanç gruplarının geleceği, bir nevi Orta-doğu’nun da geleceğini tayin edeceğe benziyor. Farklıetnisitelerin tekçi bir ulus devlet çatısı altında mı tutu-lacağı, inanç guruplarında baskın olan birinin diğerle-rini ötekileştirip kendi hegemonyasını mı kuracağımerak edilen ve diğer yandan mücadelesi verilen temelkonular oluyor. Suriye’de mücadele bir iktidar ve itti-faklar değişikliğinden mi ibaret olacak, yoksa temeldenparadigmasal bir değişim yaşanarak, Ortadoğu’nuntemel sorunlarının çözümüne ilişkin bir kapı mı ara-lanmış olacak?

Bugün bir yanını ABD ve diğer batılı güçler, SuudiArabistan ve TC’nin çektiği, kendi içinde çelişkileri debarındıran ittifak ile İran, Rusya ve Çin’in ortaklığı ara-sında ciddi bir savaş yaşandığı görülüyor. Yaşanan sava-şın görünen iki tarafın da sunduğu alternatifleri, temelsorunların çözümüne ilişkin çok da yeni bir şey söyle-miyor. Özcesi hegemonlar arası savaşta, netice kimin le-hine sonuçlanırsa sonuçlansın en fazla bir iktidardeğişimi ya da palyatif kimi yenilikler yaşanacaktır.Özünde ise eski sistem devam edecektir. O nedenlehalklar, bu iki ittifak ve çözüm seçeneklerinden birinemahkûm değildirler, olmamalıdırlar. Ortadoğu’nun buhale getirilişinde çok önemli pay sahibi olanların Orta-doğu halklarına kurtuluş reçetesi sunamayacağı çok

açıktır. Çelişkiler etnik, dinsel ve mezhepsel olduğukadar kapitalist modernitenin bizzat kendisiyledir. Or-tadoğu’da yeni ulus devletçikler ya da mezhep devlet-çikleri yaratılarak sorunların çözülemeyeceği ortadadır.Birine rağmen yaşanılacak kurtuluş, ‘öteki’ sini yarata-cağından hiçbir etnik ve inançsal yapıya gerçek manadakurtuluş getirmeyecektir. Çelişkili ve çatışmalı hal, böl-geyi güvensizliğe, bu güvensizlik hali de kapitalist mo-dernite efendilerinden birine ya da bir kaçına bağımlılığızorunlu hale getirecektir. Durumun böyle oluşu Suriyeörneğinde de görüldüğü gibi alternatifsizlik anlamınagelmez. Bir üçüncü yol mümkündür. Rojava, devrimlerçağının kapandığının çoktan ilan edilmeye başlandığıdünyamızda altın harflerle kendi devrimini nakış gibiişlemeye devam etmektedir. Başarısı, halklar lehine çığgibi büyüyen kartopu misali gelişmelere yol açacağın-dan, iktidar odağı devlet ve guruplar açısından büyükbir tedirginlik kaynağı haline gelmiştir. Yönelimlerin se-bebini biraz da burada aramak gerekir.

9 Ekim Komplosu Rojava’da Sürdürülmek İsteniyor20. yüzyılın son büyük devrimci hareketi, devrimci

önder Che Guevara’nın katledilişinin yıl dönümündestartı verilen bir komplo ile tarihe gömülmek istendi.1998’in 9 Ekim’inde Kürt halk Önderine yönelik geliş-tirilen komploda ilk hamle Abdullah Öcalan’ın Suri-ye’den çıkarılışı oldu. Son büyük devrimci hareket veonun önderi Suriye’ye yönelik planlanan müdahale ileetkisiz kılınacaktı. Böylece halkların büyük bir umududa söndürülmüş olacaktı.

Bir taraftan işbirlikçi Kürtler Washington’da ağırla-nıyor, diğer yandan tüm batılı ve batılı olmayan devlet-lere kesin ültimatomlar yollanarak destekleri zımnenya da açıktan alınıyor ve TC ‘aktör’ görüntüsü ile rolün-den bihaber şekilde sahneye sürülüyordu. İmralı esareti

y Çetin Arkaş

Kuzey Devrimi ve Rojava

30

Rojava, devrimler çağının kapandığı-nın çoktan ilan edilmeye başlandığı

dünyamızda altın harflerle kendi devrimini nakış gibi işlemeye

devam etmektedir

ile ciddi bir sarsıntının yaşandığı kuşkusuzdur. Kom-ploda yer alan işbirlikçi Kürtler dâhil, herkes bir şekildebu komplodan nemalandılar. Ama tarih yine Suriye’den,Öcalan’ın büyük emeklerinin sonucu, ektiği tohumlarınürüne durmasıyla 9 Ekim’den hesap sorarcasına dev-rimci başını çok daha dik bir şekilde kaldırarak sadecekendi halkına değil, ezilen tüm halklara güçlü bir şekilde‘merhaba’ dedi.

Komplo ile yapılmak istenenin başarılamadığınıgösteren bu çıkış ezilen halklara ve ‘öteki’ lere büyükbir moral olurken, komplonun yürütücülerini, piyon-larıyla birlikte yeniden harekete geçirdi. Rojava’ya yö-nelimin arkasında-yanında kimler olduğunu tek teksıralamaya başlarsak uluslararası 9 Ekim komplosundayer alan devlet ve gruplar ile yeni bazı piyonlarını ye-niden göreceğiz. Değişen, rollerdeki kısmi farklılıklar-dır. Ama komplocular bugün daha zayıftır. Geçen 15yıl onların elde ettikleri nemalanmalara rağmen onlarıbekledikleri düzeyde güçlendirememiş, aralarındafarklı çelişkiler doğmasına da yol açmıştır.

Rojava bu hali ile bataklığa çevrilmek istenen Suriye’debir lotus çiçeği gibi daha şimdiden boy vermiştir. Farklıetnik ve dinsel grupların bir arada yaşama zeminin geliş-mesi kadar, tabandan örgütlenme modeli ile gelişen Ra-dikal Demokrasi hareketi, devletçi, iktidarcı sistemleremahkûm olunmadığını da göstererek büyük bir umutkaynağı olma konusunda her geçen gün daha bir görünürolmaktadır. Tüm batılı sistemlerin görünürde bir numaralıdüşman olarak ilan ettikleri El Kaide çetelerinin Rojava’yayönelimleri asıl olarak da bu nedenle görmezden gelin-mekte, hatta lojistik desteklerle beslenmeye çalışılmaktadır.Kapitalist Modernite güçleri açısından hiçbir zaman asılsorun demokrasi, kadın hakları, inanç ve etnik gruplarınhakları ya da tekçilik, otoriterlik olmadı. Eğer öyle olsaydıSuudi Arabistan önemli müttefiklerinden biri olmaz, Ta-liban’la yıllar boyu açık-gizli ilişkiler yürütmez daha birçokdespot liderle sarmaş dolaş olmazlardı. Bu güçler açısın-dan sorunun gelip düğümlendiği yer, alternatif bir demok-rasinin tüm kurum ve varlığıyla işleyip işlemeyeceğiantikapitalist bir sistemin gelişip gelişmeyeceği, dostlukveya hasımlık ilişkilerinde asıl belirleyendir. İşte bu nedenleSuriye üzerinde hegemonya savaşı yürüten her iki tarafında bir gözü Rojava’nın üzerindedir.

Rojava Devrimi Sadece, Bir Parçada Kürtlerin Statü Kazanması DeğildirKürtler, her dört parçada 20. Yüzyıl boyunca geliş-

tirdikleri sayısız isyan ve mücadele ile inkâr örtüsünüyırtıp attılar. 21. Yüzyılla birlikte Kürtlerin yeniden eskiinkâr ve yok sayma günlerine döndürülmeyeceğiniherkes görüyor. Bu nedenle inkârın sona erdirildiğini,sıranın kurtuluşa geldiğini söylemek mümkündür.

Buna da, tercih edilecek kurtuluşun nasıl bir kurtuluşolacağı sorusu karşımıza çıkıyor. Birbirinin sırtına ba-sarak, satarak, harcayarak, boğarak elde edilecek küçükbir ulus devletçikle mi kurtuluş sağlanacak (ki, bununne kadar kurtuluş olacağı tartışılırdır) yoksa ötekisiniyaratmayan, antikapitalist bir kurtuluşçuluk mu esasalınacak? İktidar odalarına yeni bir odacık mı eklene-cek, yoksa iktidarı olmayan demokratik bir toplum, de-mokratik bir ulus mu inşa edilecek?

Eğer inkâr sayfası koparılıp atıldıysa, bundan sonrakisorun nasıl yaşanacağı ile ilgilidir. Kapitalist Modernitesisteminin hastalık, eşitlik, tekçilik, dincilik, milliyetçilik,kirlilik vb. üreten bir benzerini yaratarak onlarla ben-zeşerek sisteme eklenecekse sorun yok! Sistem sahiplerikendilerine benzeyenin kendileri için çok da risk üret-meyeceğini bildiklerinden, kendilerinin küçük bir ma-ketinin inşasını teşvik bile ederler. Nasıl olsa işletilmeyeçalışılan bu sistemde musluğun başında kendileri otur-makta ve onlar için asıl mesele karlarındaki devamlılık-tır, halkların özgürlüğü ya da zenginliği eşit bir şekildepaylaşmaları değil. Aksine sistemin kurgucuları, çeliş-kilerin bizzat yaratıcıları olup, kendilerine muhtaç kıl-mada etkili bir şekilde kullanmaktadırlar.

9 Ekim’de alternatif sistemin önderine bir komploreva görülürken, aynı yılın Eylül ayında Beyaz Saray’daKürt devletçiğinin temelleri atılıyordu. Oluşturulan budevletçiğin parlamentosunun ilk kararının PKK’yi terörörgütü ilan etmesi bu açıdan çok da şaşırtıcı olmasagerek. Uyanan Kürt gençliği, yaratılan bu Kürt devletçiğiile kontrol altında tutulacak ve bu şekilde tüm Kürt di-namizmi sistem içine çekilmiş olacaktı. Bu devletçiğeyönelik uluslararası kabuller, zenginleştirme çabalarıhep bu amaca yönelikti. Ama bir de komploya maruzkalanların direnişi vardı. Her dört parçada da teslimalınma çabaları boşa çıkarıldığı gibi ciddi bir güç halinegelindi. Kürt halkını tek bir parçada teslim alma planıhesaplandığı gibi işlemedi.

Özgürlükçü devrimin Rojava’sında gelişen hareket ilkönce görünmek istenmedi. Her şeyin tavanda gerçek-leştirilecek ittifak ile yeni oluşumlarla halledileceği sa-nıldı. Tabanın gücü fazlasıyla hafife alındı. Sahadaolmayanlar, uluslararası destek ve ‘al-ver’ hesabıyla Ro-java’da kendi borularını öttüreceklerini sandılar. Bununmümkün olmayacağı anlaşılınca bu kez kontrol altınaalma çabaları görüldü. Kürt Yüksek Konseyi’nin oluşu-munu gönülsüzce de olsa kabullendiler. Buna göre be-lirlenen ortak kriterler doğrultusunda birlikte hareketedilecek ve taşların yerine oturmasıyla birlikte Rojava’dahalka gidilecek, halkın arzu ettiği doğrultuda bir yönetimbelirlenecekti. Rojava’ya damgasını vuran ve köy köy,mahalle mahalle, şehir şehir taban örgütlemesiyle geli-şen, kadın özgürlüğüne ve özgür seçimlere dayalı bu sis-tem sadece T.C. ya da Güney hükümetini değil, tam tersi31

pozisyonda yıllardır otoriter bir şekilde varlığını sürdü-ren tüm sistemleri tedirgin etti. Taban örgütlenmesi nedemek, tüm yöneticilerin her kademede halk tarafındanseçilmesi ve uygun görülmezse geri çağırılması nedemek, inanç ve etnik kimlik üstünlüğüne dayanmayandemokratik ulus zihniyeti ne demek, kadının yaşamınher alanında ki özerk örgütlenmesi ve yönetime eşit dü-zeyde katılması ne demek? İşte asıl kaygı tam da buradabaş gösteriyordu. Yaratılmak istenen alternatif bir toplummodeliydi. Adeta Prometheus'un çaldığı ateş Rojava’dayeniden harlanıyordu. Bu nedenle en büyük Kürt inkâr-cılarını bile, Rojava’da yaşananları Kürtlük sınırlarındakalması kaydı ile kabul edebilir bir noktaya geldiler. EğerRojava’da Güney benzeri bir sistem kurulacaksa bunuhazmedebilir ve hatta destekleyebilirlerdi. Bunu açıkçadeklare de ettiler. T.C. Dışişleri Bakanı Ahmet DavutoğluGüney’de KDP çizgisindeki Suriye Kürtlerini bir arayagetirirken PYD’yi ısrarla görmezden geldi. KDP de uzunsüre bir benzerini yaptı. Suriye Kürtlerini birleştirme adıaltında kendine yakın oluşumları Güneye davet ederkenPYD devre dışı bırakılıyordu. Ardından sıradaki gerçek,bu durumu görmek istemeyenlerin yüzüne şamar gibiinince kabulleniyormuş gibi davranarak, karşıtlığınıdaha örtülü yapmaya çalıştılar. Ancak tarihi devrim sü-reçlerinin netleştirici özelliği göz ardı edildi. Böylesi dev-rimci süreçler uzun süre netsizliğe müsaade etmez,kişileri olduğu kadar, grupları da netleşmeye zorlayarak,asıl karakterlerini orta yere serer. Kimin nerede, hangisafta yer tuttuğu, aksini söyleseler de, eylemleriyle çokgeçmeden anlaşıldı.

Ulusal Kongre’nin toplanmasında öncülük yapıyor-muş gibi bir görüntü çizen KDP, Rojava için hayatiönemdeki Sêmalka Sınır Kapısı'nı kapatmada hiçbir te-reddüt yaşamadı. Bir taraftan sınır kapılarını sonunakadar ve her düzeyde çetelere açan ama Rojava’ya açı-lan tüm kapılarını kapayan T.C. diğer yandan çetelerinsaldırılarına göz yuman uluslararası kamuoyu, öte yan-dan Rojava kapısını sınıra yığdığı peşmergeler ile tutanKDP! Akla KDP lideri Mesut Barzani’nin “Kürt’ünKürt’le savaşı sona ermiştir, bir daha hiçbir Kürt’ün birdiğeri ile savaşmaması en büyük dileğimdir” sözü ge-liyor. Rojava’da varlık yokluk mücadelesi ile bir devrimsüreci gelişirken, uluslararası güçlerin desteği ve göz

yummasıyla, T.C.’nin aktif desteği, yönlendirmesi veteşviki ile çetelerin sürdürdüğü kanlı bir savaş yaşanı-yor. Aynı dönemde Sêmalka Kapısı’nın kapatılması buyönelimin ve planlamanın somut kanıtıdır. Barzani, buyönelimin bir biçimi ile içindedir. Kürt’e bizzat kurşunatıp atmaması bu tablo içerisinde teferruattan ibarettir.Tablo çok nettir. Çeteleri ‘T.C. yetiştirip yönlendirerek,hedeftekini (Rojava) boğmaya yollayacak, etraftakiler(uluslararası sistem) buna seyirci kalacak, bir diğeri de(KDP) boğulmaya çalışılana yardım gelmesini engel-lemek için kapıyı sıkı sıkıya kapalı tutacak. Tablo budenli açıkken ‘infazı gerçekleştiren ile kapıyı tutanacaba bir midir, değil midir tartışmasını yürütmeninanlamı kalır mı?’ Ortada bir katliam girişimi ve bu gi-rişimin suç ortakları vardır. Hem böyle bir suç ortaklı-ğının içinde yer alıp hem de ‘Kürt’ün Kürt’e silah sıkmadönemi kapanmıştır’ demek, tıpkı T.C.’nin Kuzey’dekidurumu tarif ederken kullandığı ‘on aydır kimse ölmü-yor, huzuru bozan altında kalır’ diyerek Rojava’da yü-rüttüğü kanlı savaşı gizlemeye çalışmak pişkinliğiniandırıyor.

Aslında Ateşkes 16 Temmuz’da Sona ErdiÖcalan’ın Newroz 2013 deklarasyonuyla resmen

başlayan çözüm süreci denen bu sürecin Rojava ve Su-riye’de yaşanan gelişmelerden çok da bağımsız olma-dığını görmek gerekiyor. Sürecin nereye evirileceğinide Rojava’ya dönük politikalardan kestirmek mümkünolacaktır. Hem T.C. hem de KDP açısından bu böyledir.Ulusal kongrenin toplanıp toplanmayacağı eski parçacıve işbirlikçi arayışların aşılıp aşılmadığı Rojava’ya yak-laşımla belli olacaktır. Bir şeyin olmasını istemek ya dazorlamak aynı şeydir, gerçeklere gözünü kapatmak çokayrı bir şeydir. KDP’nin Rojava devrimine dönükT.C.’den geri kalmayan tutumları ortada iken ulusalkongrenin akıbeti iki şekilde gelişebilirdi. Ya diğer Kürtörgütleri ve özgürlük hareketi Rojava devrimine yöne-lik bu uygulamaları görmezden gelecek, ya da Rojavadevrimine rağmen bir ‘ulusal birlik’ halini tercih ede-ceklerdi. O zaman kendi kendilerini inkâr etmiş olur-lardı, ya da bu duruma karşı yüksek tepkiler dilegetirilerek KDP’nin bu yüzü teşhir edilecek ve KDP deulusal kongrenin toplanması için yeni bahaneler ilerisürerek ‘olmaz’ları oynayacaktır. Yaşanan elbette ikin-cisi oldu ve KDP zihniyeti teşhir edilip, tüm Kürt ka-muoyunca dönüşüne zorlanmadıkça KDP’nin deiçinde olduğu bir ulusal kongrenin amacına uygun birşekilde toplanıp kararlaşması zor görülüyor.

T.C. açısından da benzer bir durum geçerli idi. Ku-zeyde ateşkes ve barış arayışları sürerken Rojava’da tersibir faaliyet içerisinde bulunmak kuzeyde de samimi-yetsizliğin açık göstergesi olacaktı. Çünkü Rojava dev-32

Radikal Demokrasi hareketi, devletçi,iktidarcı sistemlere mahkûm olunma-dığını da göstererek büyük bir umutkaynağı olma konusunda her geçengün daha bir görünür olmaktadır

33

rimi, Kuzeyin kardeşi ya da akrabası değildi, bizzatkendisiydi. T.C., Kuzey’de 30 yıllık savaşın en uzun sü-reli ateşkesini fiilen sürdürüyor durumdadır. Tabi bu-rada hallettiğimiz mekânsal bir çatışmasızlıktır. Kuzeysahasında yaşanan durum budur. Ancak Kuzeyin sa-dece Kuzey olmadığını, Kürdistan dört parçaya ayrılsada bir yürek olduğunu sömürgeci devletler de gayet iyibilirler. O nedenle yüreğin bir parçasına saldırı olmaz,her saldırı yüreğin tamamına yöneliktir ve yüreğin ta-mamını acıtır.

Çözüme niyeti olan bir devlet Rojava’yla dostlukilişkisi kurardı ve bu çok daha kolay gelişebilirdi. TıpkıKuzey’de olduğu gibi Rojava’ya yönelik devlet politika-ları da barışıyor ‘muş’ gibi yaparak savaşı örtük bir şe-kilde ve değişik araç ve aracılarla yürütmek oldu. PYDliderinin Türkiye’ye daveti bu nedenle yanıltmamalı.PYD liderinin Türkiye’ye gelişinden çok değil, daha birhafta önce T.C. genelkurmayı yapmış olduğu resmiaçıklamasında ‘bölücü terör örgütü’ sıfatını kullanmıştı.PYD’nin sahada sergilemiş olduğu direniş onu dahagörünür kılmış ve Suriye’ye dönük çözüm arayışlarındadenklemin içine sokmuştur. Hazırlıkları yürütülen Ce-nevre-2 toplantısına PYD’nin de bağımsız bir taraf ola-rak katılmasının neredeyse kesinleşmesi ardındanTürkiye’ye daveti dikkat çekicidir. Türkiye, Cenevretoplantılarına kendisi de katılacağından, kendisine rağ-men orada, masanın bir diğer ucunda ‘terör örgütü’ ileoturmak zorunda kalmış gibi bir izlenimin de önünegeçmek için önceden onu tanıyarak İstanbul’da otur-muştur. Hem kaçınılmaz bir gerçekliği bu şekilde önalarak karşılamış olurken, hem de çetecilere olan des-teğini kamufle edebileceğini sanmıştır. Çünkü SalihMüslim ile görüşmenin yapıldığı günlerde Antep’te çe-telerle yapılan görüşmelerde Rojava’ya yönelik yeni sal-dırılar organize ediliyordu.

Suriye’de, Rojava gerçekliği gün yüzüne çıktığındanbu yana ve hatta öncesinde, asıl tehditin Türkiye’denama dolaylı yollardan geleceği öngörülüyordu. Tür-kiye’nin uluslararası sisteme, Arap dünyasının hassasi-yetlerine rağmen kendi başına Suriye’ye askerioperasyon düzenlemesi çok da kolay olmazdı. Bu du-rumda beklenecek saldırılar Türkiye’nin örtülü saldı-rıları olabilirdi. Yaşanan da bu oldu. 16 Temmuz’da,Rojava devriminin birinci yıldönümüne ve öz yönetimilanına kısa bir süre kala, Rojava çeteci görünümlü, T.C.patentli ve destekli işbirlikçi Kürtlerin de katkılarıylayeni ve kapsamlı bir saldırı başlattı. Kuzey sahasındayılın sonuna yaklaştığımız bu günlere değin ciddi birçatışmanın yaşanmamış olması bu açıdan asla yanılt-mamalı. Türk-Kürt barışının hedeflendiğinin açıklan-dığı sözde çözüm sürecinde, Türk-Kürt birlikteliğinidinamitleyecek uygulama ve saldırılar Peşpeşe geldi.Çeteler Türkiye de konumlandırıldı, organize edilip si-

lahlandırıldı, her türlü lojistik destek ve geçiş olanağısunuldu, yaralıları tedavi edildi, özel hastaneler ku-ruldu. Bu konularda mızrak çuvala sığmaz oldu. Halböyleyken Kürt-Türk tarihi barışını amaçladığı söyle-nen bu sürecin ciddi bir yara aldığını ve kapsamlı birsaldırı altında olduğunu görmek gerekiyor. Şimdi ba-zıları soruyor, ‘özgürlük hareketi gerillanın geri çekili-şini durdurdu ama ateşkesin akıbeti ne olacak?’ Meseleözgürlük hareketinin ateşkesi bozup bozmayacağıdeğil, Rojava’ya yönelik saldırılardan azade bir şekildeipteki cambaza bakma misali sadece ‘Kuzey’de ateşkesbozulacak mı? Ya da kim bozacak?’ sorusuna takılıpkalmak oyuna gelmenin ta kendisi olacaktır.

Güvenlik gerekçesi denilerek ve her nedense hiçbirgüvenlik sorununun olmadığı sınır bölgelerine duvarörülmeye çalışılması samimiyetsizliğin başka bir ifadesiolmaktadır. Çetelerin denetimindeki bölgelerde hertürlü atlı kaçakçılık, terör saldırıları vs yaşanırken bubölgeler yerine PYD güçlerinin hâkimiyeti altındaki sa-halarla Kuzey arasına duvar örme gayretleri kesinlikleKürt-Türk genel barışına nasıl yaklaşıldığıyla bağlantı-lıdır. Rojava devrimini dolayısıyla onun bizzat kendisiolan Kuzey devrimini kuşatmaya alma, etkisizleştirmeçabalarının başka bir örneği olarak o duvarlar yüksel-tilmeye çalışılıyor. O duvarlarla ne gizlenebilir ya da en-gellenebilir ki? T.C. duvar örerek sınırı kapatıyor. KDPsıra sıra peşmergelerini dizerek sınırını kapatıyor. An-laşılıyor ki demokratik konfederalizmin sahada ve tümsaldırılara rağmen inşa ediliyor olması devletçi zihni-yetin Türk’ünü de (T.C.), Kürt’ünü de (KDP) tedirginediyor. O nedenle ortaklaşıyorlar ve saldırı konseptiningönüllü uygulayıcıları ve düzenleştiricileri oluyorlar.

Legal Kürt Siyasetinin Rojava SınavıDemokratik Özerklik ve demokratik konfedaralizm

projesi Öcalan’ın yarattığı bir sistem ve paradigma üze-rine kurulmuştur. İdeolojisinin yaratıcısı Öcalan’dır.Rojava’da gerçekleşen devrimci durum da tamda busistemin uygulama imkânı bulduğu tüm alanlardakendini hayata geçirmesinden başka bir şey değildir.Bu sistem nerede, ne kadar uygulama olanağı yarata-bilirse, orada o oranda kendini yaşamsal kılacaktır.Amed’de %40, Botanda %90’nı pratikleşme olanağıbulduysa o kadarını gecikmeksizin uygulamaya koya-cak, daha fazlası için ideolojik, örgütsel mücadelesinisürdürecektir. Rojava’da çok daha ileri düzeyde bunuuygulama imkânına kavuşmuş olması hem objektif ko-şullar ve kimi farklılıklar nedeniyle, hem de güçlü biruygulama iradesinin ortaya konulmasıyla ilgilidir. Buaçıdan Rojava devrimi çıkarılması gereken önemliderslerle doludur. Rojava devrimcileri neleri nasıl ba-şardılar, bunun için nasıl bir katılım sundular, kendi-

34

lerini tabandan mahalle mahalle ve her düzeyde örgüt-leyerek bu zemini nasıl yarattılar? Bunun için fedai birkadro gücü nasıl oluşturuldu? Legal Kürt siyaseti Ro-java gündemi ile meşgul olurken sadece yardım top-lama ve yollama perspektifi değil, tüm bu hususlarıkendisine de vurarak değerlendirmek durumundadır.

Rojava doğru okunduysa katılımı da mutlak suretlegerçekleşir. Ancak baştan itibaren göze çarpan eksik pra-tikleşmenin asıl nedeninin eksik okumadan kaynaklan-dığını söylemek gerekiyor. Rojava ‘küçük kardeşledayanışma’ gibi algılandı, kendinden bir parça, kendi dev-riminin ta kendisi olarak görülmedi, hissedilmedi. HattaKuzeydeki ‘süreç’ gerekçesiyle olması gereken radikal de-mokratik muhalefet bile tam anlamı ile gerçekleştirile-medi. Oysaki süreç güçlü bir muhalefet ve eylemselliksüreciydi. ‘silahlar sussun, siyaset konuşsun’ ile amaçlananbu değil miydi? Hakkını yemeyelim, hiçbir şey olmadı de-memek gerekiyor ama olanların çok yetersiz ve vasat ol-duğu, görüntüyü bile kurtarmaya yetmediğini açıkyüreklilikle dile getirmek gerekiyor. Çözüm adına çözüm-süzlüğe sürüklenen sürecin kriz zilleri çalan halini görünürkılarak güçlü uyarı ve eylemselliklerle muhalefet gücünedönüştüremediler. Adeta silahlarla birlikte siyaset de sustu.Ne kuzeydeki uygulamalar teşhir edilip, bu sessizlik sürecigüçlü bir kurumsallaşmaya, dolayısıyla örgütlülüğe dön-üştürülebildi ne de Rojava olması gereken düzeyde sahip-lenildi. AKP’nin amaçlarından biri de buydu. Zatensilahlar Kuzey’de susmuş, legal Kürt siyaseti de kimi tehditve abartılı ‘süreç hassasiyetleri’ ile kabul edilebilir muhalefetsınırlarına çekilmek istenmişti. Legal Kürt siyaseti müza-kere, mücadele ve muhataplık olgularını da neredeyse bir-birine karıştırdı. Oysa böylesi süreçlerin başarısı, herkesinüzerine düşen görevle öncelikli olarak ilgilenmesini vekendi görevlerinin hakkını layığınca yerine getirmesinişart kılar. Baş müzakereci ve baş muhatap Öcalan olarakbelirlenmişti. Onun dışında kalanlar kendi mücadele ze-minlerinde bu sürecin başarısı için her zamankinden dahafazla üretecek, eğleyecek ve çalışacaklardı. Ama anlamsızyere legal Kürt siyaseti içinden kendisini adeta müzakerecipozisyona sokarak kendini aşan demeçler, açıklamalar ya-pıldı. Oysa aslı görevlerine odaklanmalıydılar. Daha fazlaörgüt daha fazla eylem yaratmalıydılar. Savaş yeniden baş-lar mı- başlamaz mı, başlanırsa ne zaman başlanır? Bu, sa-vaşı yürütenleri açıkladıkları, açıklayacakları hususlardır.Hatta Albert Camus’un aydınlar için ‘aydın kriz çözmez,kriz yaratır’ sözünde belirttiği gerçekliğe yaklaşıldığı öl-çüde devrimci kitlelere doğru öncülük edildiğinden bah-sedilebilir. Çünkü kriz görünür kılınmadan çözüm dekendini dayatmaz. Neredeyse yaz ortalarından itibarenciddi bir tehlikenin kapıya dayandığı ortada iken anormal,endişe edici gelişmelerin yaşandığı bir sürecin diken üs-tünde politikacılar ve öncüleri olmak yerine ‘normalleşti-rici’ bir tutum takınmak elbette doğru bir yaklaşım

olamaz. Hal böyle olunca da Rojava’ya yönelim bizzat KürtÖzgürlük hareketine karşı yapılmış bir saldırı olarak algı-lanmadı. Onun refleksi, duyarlılığı yaratılamadığı içindetepkiler istenilenin gerisinde kaldı.

Bu nedenle de AKP hükümeti Kürt halkının, legalsiyasetçilerin gözünün içine baka baka çetelere deste-ğini sürdürdü, Kuzeydeki hiçbir taahhüdünü yerine ge-tirmedi. Bugün tüm yaşananların ardından kuzeydeyapılanlar, sunulan katkılar yetersiz de olsa elbette kideğerlidir. Ama bakış açısı doğru oturtulamadığındanbir türlü istenilen düzeye taşırılamamıştır. Devrime ka-tılımın ancak devrimci tutumla mümkün olacağı ilke-sel bir gerçekliktir.

Kuzey ve Rojava Devrimi mi, Devrimin Kuzey ve Rojavası mı?Eğer parçacı bir zihniyet ya da yetirilebilecek küçük

bir ulus devletçilikle Kürdistan sorunu ele alınmaya-caksa, sorunun çözümünde her parçanın özgünlükleriolsa da bütüncül bakmak gerekiyor. Kürtler kendi ül-keleri Kürdistan’da sınırları değiştirmeden pekâlâ ortakbir perspektife dayalı özgürleşebilirler. Kalıcı bir çö-zümden söz edilecekse bu ancak böylesi bir perspektifile yaratılacaktır. Bu çözüm zihniyetinin kalıcılığı onundevrimci niteliğinde kaynaklanacaktır. Kastedilen el-bette ki zora dayalı yıkımlar ve tepeden indirgemecioluşumlar değildir. Temel çelişkilerin, uzlaşmaz gibigörülen çatışma alanlarının ortadan kaldırılmasıdır.Bunun için her şeyden önce gerekli olan kuşkusuz.Zihniyetteki dönüşümdür. Ondan sonrasında ise Ra-dikal Demokrasi, Demokratik Ulus bilinci ve antika-pitalist bir ekonomik süreci yaratmada, sorumlulukdışına taşmayacak meşru savunma ile bunların oluş-turulma süreci esas olacaktır.

Parçalar arası ilişkilerde sorun ‘ben seninkinde yeraldım, sen de benimkinde yer aldın” gibi daha ziyadeduygusal temelli yaklaşımlarla izah edilemez. Bu yak-laşım farkında olmadan devrimsel bütünlüğün aidiyetbağına zarar verir. Bu nedenle Rojava’ya katılım bir vefaborcu değildir, ortak devrime, onun ideolojisine ve ör-gütlülüğüne katılımdır. Devrimin kendisi de, Önderliğide ideolojisi ve yarattığı ruhta bu nedenle ortaktır. İştebu ortaklık ruhu demokratik Kürt uluslaşmasının da

Rojava ‘küçük kardeşle dayanışma’ gibi algılandı,kendinden bir parça, kendi

devriminin ta kendisi olarakgörülmedi, hissedilmedi

en sağlam dayanağı olmaktadır. Saldıranlar da kendi-leri açısından böyle bir tehlike gördüklerinden dolayı,ortaklaşarak saldırılarını gerçekleştirmektedirler. Onbeş yıl önce 9 Ekim komplosunun arkasındaki güçler,bugün Öcalan’ı farklı bir tehlike olarak gördükleri içinRojava devrimine saldırmıyorlar. O gün de, bugün desaldırdıkları ortak bir mücadele çizgisi, ruhudur. Ben-zer süreçlerde İran’ın idamlara başvurması da Kuzey’inetkisizleştirilme çabaları da aynı şeyi amaçlamakta, aynıçizgiye yönelmiş saldırılar olmaktadır.

Kuzey’de başlayan ve yaklaşık 10 aydır süren ‘sü-reç’in akıbeti, gidişatı da diğer parçalardan kopuk şe-killenmeyecektir. Her hangi bir parçaya, o parçanınözgürlük ruhuna, yaklaşım kaçınılmaz olarak diğer

parçalara yaklaşım anlamına gelecektir. Bir parça ileanlaşmak isteyenin diğer parçalara düşmanlığı bu ortakdevrim ruhu nedeni ile mümkün olmayacaktır. Kürttarihinde bolca görülen bir aşiretle anlaşıp diğerlerinivurma, bir parçanın çıkarına diğer parçaları kurbanetme süreci Öcalan anlayışıyla geçersiz kılınmıştır.Artık Şeyh Sait isyanına gözlerini kapatan Dersimden,ya da Dersim isyanında sessiz kalan Botan gerçekliğin-den söz edilemez. Bu nedenle Kuzey ya da Rojava dev-riminden ziyade, devrimin kuzeyi ya da rojavasından,rojhılatından, başurundan bahsetmek bunu her dü-zeyde böyle hissetmek, bizleri hem anlam hem de pra-tikleşme açısından doğru devrimci tutumla dahagerçekçi tarzda buluşturacaktır.

35

İçindekiler İçin Tıklayınız

y Dildar Ariyan

Rojava Devrimi Suriye’de ÜçüncüYol ve Çözüm Modelidir

36

Suriye’de halk tarafından başlatılan devrim süreci,dışgüçlerin devrimin üçüncü yılında el atmasıyla dahabüyük yıkım,ölüm ve insani trejediye yol açan mezhep-sel savaşa dönüştü.Batı Kürdistan’da (Rojava) ise devrimiçinde devrim yaşandı.Kobanî’de 19 Temmuz 2010’dabaşlayan Rojava devrimi süreci halkın tüm şehirlerdekiyönetimlere el koymasıyla devam etti.Bu devrimle bir-likte ölümün kıyısındaki halk,varlığını yeniden kabulettirdi,ağır baskılar ve ambargolara rağmen yaşamınher alanında kurumlaşmasını inşa etti ve içinde tümrenklerin ve seslerin kendini ifade edebildiği bir sistemyarattı. Peki acaba Suriye’de küresel güçlerin zulmüylebaşlayan ve yıkım ve talan getiren savaştan ötürü, Ro-java Kürdistan’da böyle bir sürece yol açan koşul ve et-kenler nelerdi?

Devrimin KoşullarıTunus’ta 2010 yılında başlayan adına “Arap Baharı” da

denilen “Halkların Baharı”, Mısır ve Libya’da devam etti veSuriye’yi de etkiledi. Suriye halk devrimi 26 Ocak 2011’debaşladı. Ancak devrimin gerçek başlangıç tarihi 15 Mart2011’dir. Bu tarihten itibaren devrim ülkenin her yanınayayıldı. Bu dönemde ABD, Avrupa, Rusya ve Çin gibibüyük güçlere bağlı devletler olan İran ve Türkiye kendiçıkarları doğrultusunda politikalar izlediler. Bu doğrultudaSuriye’de de muhalif güçler de farklı isimler altında kendi-lerini örgütlediler.13 sol parti, 3 Kürt partisi ve diğer 3 ka-naat önderi, 2011 Eylül’ünde Ulusal Eşitlik Komitesi adıaltında (Heyet El Tensîq) bir araya geldiler. Kaçarak Tür-kiye’ye gelen Suriye ordusuna bağlı bir çok eski asker“Özgür Suriye Ordusu”nu kurdu. Bir süre sonra Türkiye,Suudi Arabistan, İran ve El-Kaide’ye bağlı gruplar örgüt-lendirilerek bu orduya katıldı. 15 Eylül 2011’de bir grupmuhalif İstanbul’da Suriye Ulusal Meclisini kurdu. Kendi-sine Zor şartları esas alan bu grup Türkiye’den de destekaldı. Yine Katar’ın Başkenti Doha’da muhalifler bir araya

gelerek,Ulusal ve Devrimci Güçler Koalisyonunu oluştur-dular. Tüm bu çabalar uluslararası güçlerin Suriye’ye karşımücadelesi çerçevesinde yürütüldü ve bununla yıkım vemezhep savaşlarının önü açılmış oldu.

On Yılların DeneyimiBölgede başlayan bu süreç, etkisini kısa süre sonra

Rojava Kürdistan’da da gösterdi. On yıllardır inkar veyok etme politikalarına karşı Kürdistan halk özgürlükdirenişi ve mücadelesinin “Halkların Baharı”na öncü-lük ettiğini belirtmek mümkündür. Zaten Rojava Kür-distan direnişi 2011 yılında başlamadı. Asıl olarak 12Mart 2004 yılında Baas rejiminin toplu katliamına karşıQamişlo kentinde yapılan direniş tarihi bir dönemi baş-latmıştı.Bu tarihten sonra Kürt hareketi toplumsal alanave halk savunmasına daha fazla ağırlık vermeye başladıve önemli sonuçlar elde etti. Rojava Kürdistan halk sa-vunma gücü olarak Halk Savunma Birlikleri-YekîneyênParastina Gel (YPG)’nin temeli o dönemde atıldı. Böl-genin en büyük siyasi partisi olan Demokratik BirlikPartisi-Partiya Yekitiya Demokratîk(PYD) bu dö-nemde(2003) kuruldu.

Devrime Aktif Katılım KararıSuriye rejimine karşı halk ayaklanmasının başlaması

Kürt halkına mücadelelerini daha da yükseltmeleri içinbir fırsat yarattı. Devrim süreciyle birlikte Kürt halkıaktif bir biçimde devrime katılım kararı aldı. Ancak ta-rihten alınan acı derslerden ötürü siyasi görüşleriniifade etmek için bağımsız bir yol seçtiler. Kendilerinimuhalif kanattan ve rejimden ayrı tutmayı başararaküçüncü çözüm gücü olduklarını ortaya koydular. Ba-şından itibaren Kürtler Cuma yürüyüşlerinde yerlerinialdılar. Bunun üzerine bir taraftan Esad rejimi diğer ta-raftan da muhalifler, Kürtleri kendi taraflarına çekmekve kendi amaçları doğrultusunda ve tabii birbirine karşı

kullanmak istediler. Bunu yaparken de Kürtlerin hak veözgürlük taleplerini “çözümden sonra”diyerek reddedi-yorlardı. Her iki taraf da bu hiç kimsenin işine yarama-yan savaşın içine Kürtleri çekmek için ellerinden geleniyapıyordu. Öyle ki PYD’yi muhalif güçler rejim yanlısıolmakla suçlarken, rejim de muhalif tarafı destekle-mekle suçluyordu.

Üçüncü Yol ve Çözüm GücüDevrime katılma kararlılığıyla birlikte Kürtler reji-

min ve muhalif güçlerin yaklaşımlarına karşı kendi si-yasi birliklerini kurmak için Demokratik ToplumHareketini (TEV-DEM) ve Batı Kürdistan Halk Mecli-sini(MGRK) kurdular. Rojava Kürdistan’daki 16 Kürtpartisi de birleşerek Suriye Kürtleri Ulusal Encümenli-ğini (ENKS) kurdular. İnkar rejimine karşı TEV-DEMöncülüğünde eylemler yapıldı ve Suriye genelinde ya-pılan Cuma yürüyüşleri ilk defa Rojava Kürdistan’daKürtler adına başlatıldı. Afrîn kentinde ilk defa Kürtçedil kursları açıldı. Yine bir çok kentte halk meclislerioluşturuldu, hizmetler eski yönetim tarafından yapılı-yordu;ancak artık halk tarafından bu hizmetler yürü-tülmeye başlandı. Bunun yanısıra halka akaryakıtdağıtıldı ve sokaklar temizlendi. İlk defa Kürt çocuklarıdevletin ilk, merkezi ve hazırlık düzeyindeki okullarınakaydedilerek eğitime başlandı.B u öğrenciler Kürtçe eği-tim vermeye başladı. Kürt Dil Kurumu(SZK) bu dö-nemde kuruldu.

Savunma Güçlerinin KurulmasıKürtler bir yandan siyasi bir duruş göstererek diğer

yandan da sağlık ve savunmaya ağırlık verdiler ve buyönde kurumlaşmaya gittiler. 2004’te temelleri atılanHalk Savunma Birlikleri (YPG), 2011 yılında resmenilan edildi. Resmi ilanın ardından savunma alanındaönemli adımlar atıldı ve Rojava Kürdistan’ın genelindesavunma alanı YPG üzerinden örgütlendi.

19 Temmuz DevrimiKürtler bir yandan kirli savaştan kendilerini uzak tu-

tarak direniyor, diğer yandan da bağımsız siyasetleriningereklerini yerine getiriyorlardı. Rojava Kürdistan halkı19 Temmuz 2012’de devrim içinde devrim gerçekleş-tirdi ve kent yönetimlerine el koymaya başladı. Kürt ha-reketi bu amaçla üç aşamadan oluşan bir strateji izledi.İlk etapta köyler ve şehirlere bağlı yerleşim birimlerininyönetimlerine el konuldu. Ardından sivil ve devletebağlı sizil hizmet alanlarına el konuldu. Üçüncü etaptada tüm şehir yönetimlerine el konuldu.

18 Temmuz günü, Suriye’nin başkenti Şam’da rejiminetkili tüm kurumlarının başkanlarının katıldığı toplantıdabüyük bir patlama oldu ve patlamada rejimin yüksek yet-kililerinin büyük bir bölümü öldü. 19 Temmuz akşamı da

Hür Suriye Ordusu(HSO) Minbci,Cerablus, Kobani veHalep etrafındaki alanları ele geçirdi. Üçüncü aşamaya ge-çebilmeleri için bu olaylar Kürtlerin çalışmalarına hız verdi.19 Temmuz’da Kobanî’de halkın katılımıyla, rejim güçlerişehirden çıkarıldı. Kobanî’nin ardından Afrîn, Serêkaniyê,Dirbêsiyê, Amûdê, Dêrik, Girkêlegê, Tirbêspiyê ve Tilte-mîr’de halk yönetimlere el koydu.Yine aynı şekilde Suri-ye’deki Halep, Reqqa ve Hesekê’deki Kürt mahallelerindenrejim güçleri çıkarıldı. Bu süreç 2-3 ay devam etti. Her nekadar bölgedeki en büyük kent olan Qamişlo’ da rejim güç-leri yüzde yüz çıkartılmamışsa ve rejime ait sadece birkaçhükümet binası faal haldeyse de yönetim asıl olarak halkınelindedir. Kürtler 19 Temmuz’da şehirlerini rejim güçle-rinden temizledi, yönetime el koydu ve siyasetten savun-maya, adaletten kültüre, toplumsal alandan ekonomiye vekadınların sorunlarına kadar kendisini kurumsallaştırdı ve“Demokratik Özerklik” adını verdikleri sistemin inşasınabaşladılar. Rojava Kürdistan’da Kürtler on yıllardır verdik-leri mücadelenin güç ve örgütlülüğüyle 19 Temmuz dev-rimini oluşturdular, bölgedeki etnik ve dini oluşumlarımücadelelerine katarak kurumlaşmaya yöneldiler. Bu çer-çevede Demokratik Özerklik sisteminin inşa çalışmalarıyürütüldü ve böylece önemli gelişmeler sağlandı.

Kürt Yüksek Konseyi19 Temmuz devrimi ve onunla birlikte yaşanan ge-

lişmelerle, Rojava Kürdistan’da siyasi güç olan Kürtlerinbirlik arayışları daha da güçlendi. Çeşitli görüşmelerdensonra, yine gözle görünür bir sonuç Temmuz ayındaaçığa çıktı. İçinde bölgedeki en büyük Kürt siyasi güçolan PYD’nin, Suriye Kürtleri Ulusal Encümenliği’ninve 16 siyasi partinin yer aldığı Rojava Kürdistan HalkMeclisi 11 Temmuz’da Güney Kürdistan’da Hewlêr(Erbil) kentinde toplandı. Toplantı sonucunda her ikimeclis de birlikte hareket edecekleri ve 24 Temmuz2012’de Kürt Yüksek Konseyinin ilanı konularında kararaldılar. Kürtlerin birliği konusunda oldukça önemli birrole sahip olan bu adımdan sonra 29 Temmuz’da RojavaKürdistan kentlerinde yüz binlerce kişinin sokaklardakigörkemli yürüyüşünden sonra Kürt Yüksek KonseyiKürt halkının ortak iradesi olarak kabul edildi. Bu süreiçerisinde Yüksek Konsey ‘Diplomasi’, ‘Toplumsal Hiz-met’ ve ‘Savunma’ adıyla üç komite oluşturdu.

Diplomatik BaşarıBu iç gelişmeler etkisini uluslararası alanda da hisset-

tirdi ve Arap Birliği ve BM Özel Temsilcisi El Exder Îbra-hîmî, Suriye’de görüşmeler yaptı ve Kürt Yüksek Konseyiyetkilileriyle de görüşmeler yaptı. Yine Konsey yetkilileribirçok Avrupa ülkesinde kabul edildi ve kendi siyasetle-rini dünya kamuoyuna anlatma olanağı buldular. 2013yılında diplomasi alanında önemli bir gelişme ortayaçıktı. Mayıs ayında Rusya Yüksek Konseyi Rusya’da kabul37

etti ve görüşmelerin sonunda Konsey’in Suriye’nin gele-ceğinde önemli role sahip olacak olan Cenevre’deki ulus-lararası toplantıya katılma önerisini kabul etti. Budoğrultuda eskiden varlığı dahi kabul edilmeyen Kürtler,ilk defa bir irade olarak kabul gördüler ve kendi adlarınabir uluslararası platforma katılma şansına sahip oldular.

Halk Savunma Gücü: YPGDiplomasi ve siyaset alanında bu gelişmeler devam

ederken, savunma alanında da şehirlerin savunulmasıiçin kazanımlar elde edilerek önemli adımlar atıldı. Te-melleri 2004’te atılan YPG 2011 yılında ilan edildi ve 19Temmuz devrimi sonrası kurumsallaşma çalışmalarınaağırlık vererek tüm Rojava Kürdistan kentleriyle birlikte,Suriye’deki Halep ve Hesekê gibi şehirlerde tugay ve ta-burlar düzeyinde kendisini örgütledi. Bölgenin savunul-masında önemli bir rol oynayan YPG, rejim güçlerine vedış güçlerce desteklenen silahlı gruplara karşı Halep,Afrîn, Serêkaniyê, Amûdê ve Hesekê’ de büyük bir direnişsergiledi. YPG onlarca savaşçısını kaybederek gösterdiğiinanılmaz direnişle ayrım gözetmeden bölgedeki tümhalkların ve kimliklerin tüm kazanımlarının kararlılıklasavunulması mücadelesini verdi. Bu duruşuyla da bölge-deki tüm oluşumlarca ulusal bir güç olarak kabul ediliyorve YPG böylelikle, yapılan “Sadece bir partinin silahlıgücü” propagandasını boşa çıkardı. YPG, binlerce savaş-çısıyla bölgenin sınırlarını koruyor ve savunma gücünügeliştirerek ulusal savunma gücü olarak kabul edildi.

Şehirlerin Güvenliği ve Asayiş GüçleriÖzerklik sisteminin ve savunmanın bir parçası da şe-

hirlerdeki asayiş güçlerinin örgütlenmesiydi ve bu doğ-rultuda önemli adımlar atıldı. Asayiş güçleri başlangıçtaKobanî’ de oluşturuldu, ardından tüm Rojava Kürdistanşehirlerinde ve Suriye’nin Hesekê kentinde örgütlendi-rildi. Kentlerdeki emniyetten sorumlu olan asayiş güçleriCîzre, Kobanî ve Afrîn’deki akademilerde gördükleri eği-timlerinden sonra göreve başladılar. Kimi ailevi sorun-lardan, hırsızlık, kaçırma, cinayet ve diğer birçok olayakadar sorunlar bu asayiş güçleri tarafından çözüldü.

Özerk Yönetimler ve Halk YönetimleriYönetimleri halk tarafından ele geçirilen şehirlerde

demokratik özerklik sisteminin inşası için çalışmalar hız-landırıldı ve köy ve kentlerde halk meclisleri oluşturuldu.Bu çalışmaların sonucunda Rojava Kürdistan’da Dêrik,Girkêlegê, Tirbêsiyê, Qamişlo, Amûdê, Dirbêsiyê, Serê-kaniyê, Tiltemîr, Kobanî, Afrîn, Afrîn’e bağlı 7 ilçe, Suriye’nin Şam, Halep, Reqqa ve Hesekê şehirlerinde halk mecl-isleri oluşturuldu. Bu meclislerle bağlantılı her mahallede“Halk Evleri” ve “Mahalle Meclisleri” kuruldu. Halkın so-runlarının bu meclisler yardımıyla çözülmesine çalışılı-yor. Başlarda oluşturulan sisteme ikircikli yaklaşan Asuri,

Süryani, Arap, Çeçen, Keldani ve Ermeni halkları geliş-meleri ve olumlu pratikleri görünce halk meclislerdekiyerlerini almaya başladılar. Mevcut durumda hem halksavunma güçlerinin içinde, hem de halk meclisi çalışma-larının içinde bu halklardan birçok kişi yer aldı. Yine Til-temîr kenti halk meclisi de tüm etnik yapılardan oluşuyor.

Dil, Kültür ve EğitimHalkın özerklik sistemini daha iyi anlayabilmesi ve so-

runlarını çözebilmesi için eğitim çalışmaları yürütülüyor.Bu amaçla birçok kentte eğitim kurumları açıldı ve bubölgelerdeki eğitimler aralıksız devam ediyor. ‘Nuri Der-simî İzleme Kurumu’yla birçok şehirde güçlü eğitim dev-releri gerçekleştirildi ve önemli gelişmeler sağlandı.Anadilde eğitim de, yapılan temel çalışmalardan biridir.Daha önce kurulan Kürt Dil Kurumu (SZK) Kürtçe eği-tim çalışmalarına hız verdi ve Rojava Kürdistan’da 100’eyakın okul açıldı. Bu okullardan bine yakın öğretmen ye-tiştirildi. Yine binlerce çocuk ve her yaştan Kürt, bu okul-larda anadilde eğitime katıldı. Yine ilk defa rejimin resmiokullarında Kürtçe dersler verildi. Bu çalışmalarla devletsistemine karşı alternatif bir eğitim sistemi yaratılmayaçalışıldı. Bu temel üzerinde Kürt Öğretmenler Birliği ku-ruldu. Büyük bir zenginliğe sahip olan kültür alanındagözle görülür bir kurumsallaşma açığa çıktı. Qamişlo,Dêrik, Amûdê, Afrîn, Kobanî’ de ve birçok kentte kültürve sanat merkezleri halkın hizmetine açıldı ve bu mer-kezlerden her birinde müzik grupları, folklor, tiyatro veçocuk grupları oluşturularak çalışmalara önemli bir renksağlanmış oldu. Dolayısıyla bölge kültürü üzerine önemliaraştırma çalışmaları başlatıldı.

Hizmet ve AdaletHalkın ihtiyaçlarının tedariki için ve halkın toplumsal,

adli ve ekonomik sorunlarının çözümü için bir komiteoluşturuldu. Yüksek Konsey’e bağlı Toplumsal HizmetKomitesi’nin dışında her mecliste hizmet ve barış komi-teleri oluşturuldu. Devletin hukuk sistemine karşı adaletKomitesi oluşturuldu. Söz konusu bu komiteler ahlak veadalet sisteminin kurulması için şehirlerde çalışmalarınadevam ediyorlar ve halk da sorunlarının çözümü için bukomitelere başvurarak bu yolla sorunlarına çözüm üret-mektedir. Dolayısıyla Kürt Yüksek Konseyi’yle bağlantılıBarış ve Adalet Komitesi oluşturuldu. Bunun dışındahukuk sisteminin oturtulması için 4 Nisan 2013 tarihin-den itibaren Mezopotamya Toplumsal Bilim Akademi-si’ne bağlı olarak Toplumsal Adalet Şubesi oluşturuldu.

Kadın ve GençlikDemokratik Özerklik sisteminin önemli bir kolu da

kadın ve gençlik çalışmalarıdır. Devrimin başlangıcındanbu yana aktif bir şekilde yer alan ve “Yekitiya Star” adıylaörgütlenen kadınlar, kadın meclislerinin ve kadın evleri-38

39

nin oluşturulmasıyla birlikte oluşan bu toplu kararlılığakatıldılar. Bununla birlikte, halk meclislerinin içinde dekadının temsiliyetine başat bir yer ayrılmıştır. Birçok şe-hirde kadın bilim ve eğitim merkezleri oluşturuldu veKadın Akademisi’yle birlikte halka özgürlük ideolojisianlatılmaya çalışılmaktadır. Tüm yönetimlerde eş baş-kanlık sistemi çerçevesinde kadınlar yerlerini almakta vekadın kurumları eğitim, aile, siyaset, ekonomi ve asayişkonularında sorunların çözümünde aktif bir rol oyna-maktadır. Anadilde eğitimde kadınların rolüne ağırlıkveren kadınlar,2013 Şubatından bu yana SZK çatısı al-tında Kürt Kadın Öğretmenler Birliği’ni kurdular.

YPJÖzerklik sistemi çerçevesinde savunma alanı iktidarın

elinden alınmak istenmekte ve devletin bir görevi olmaktançıkartılmak amaçlanmaktadır. Bu çerçevede kadınlar sa-vunma konusunda önemli adımlar attılar. Önceleri YPG’deyer alan kadınlar kendi askeri örgütlenmelerini yaratarakKadın Savunma Birlikleri-Yekîneyên Parastinê yên Jinê,YPJ’yi kurdular. Kadınlar bununla savunmayı topluma maletmeyi amaçlamaktadırlar ve tüm kentlerde kendi tugay vetaburlarını kurarak örgütlenmelerini geliştirdiler. Gençlikçalışmaları da “Devrimci Gençlik Hareketi” adıyla tüm şe-hirlerde özerk bir biçimde yürütülüyor. Yine üniversite öğ-rencileri de “Yurtsever Öğrenci Federasyonu” adıylaörgütlenmelerine devam etmektedirler. Her iki alanda daakademiler oluşturuldu ve bölgedeki gençler eğitimdengeçmektedirler.

Ekonomi ve SağlıkÖzellikle sağlık ve ekonomik sorunlar bölgede ihti-

yaçların teminine yönelik uygulanan ambargolardanötürü en ciddi seviyededir. Halk özellikle ilaç, un ve ya-kacak gibi gündelik ihtiyaçların temininde büyük sıkın-tılar yaşamaktadır. Bu sorunların çözümü için KürtYüksek Komitesi çatısı altında bir komite oluşturuldu.Yardım çalışmalarını yürütebilmek ve yurtdışındangelen yardımları organize edebilmek için Kürt Kızılay’ıkuruldu ve bu sayede birçok kentte de yaralı ve yoksulinsanlara yardımlar yapılmaktadır. Sistemin başat ko-nularından biri de ekonomi alanıdır ve bu alan da enbüyük gelişmeyi 2013 yılında sağladı. Ambargonun kı-rılması, sistemin inşası ve sorunların çözümü için Ro-java Kürdistan Ekonomik Gelişim Kurumu oluşturuldu.Ekonomisini halka dayalı olarak ilerletmek isteyen bukurum, Kobanî ve Dêrik’ te oluşturuldu ve kooperatif-leşme çalışmalarına başladı.

BasınBir yıl içinde Rojava Kürdistan’ da yürütülen temel ça-

lışmalardan biri de basın çalışmaları oldu. Basın çalışmalarıher ne kadar son 30 yıl içinde yürütülmüşse de, ilk defa derli

toplu bir şekilde yapılmaktadır. Bu temel üzerinde en sonQamişlo, Dêrik ve Afrîn’de radyo istasyonları açıldı. RojavaKürdistan’da Kürt halkı ilk defa kendi toprakları üzerindeirade oldu ve kendi kendisini yönetiyor. Dolayısıyla bu,Kürtlerin bir halk olarak çözüm gücü olabildiğini gösteriyor.Halkın kazanımlarına karşı,değişik güçlerin saldırıları zoryöntemleriyle ve özel savaş metodlarıyla sürmektedir. Busaldırılarla birlikte de Kürt halkı elde ettiği kazanımları sa-vunmak ve özerk sistemini kalıcı hale getirebilmek içinresmi çabalar yürütmektedir. Suriye’de iktidar için verilensavaş kendisiyle birlikte ölüm ve yıkım getirdi. Böylesi birdurum Rojava Kürdistan’da rahat bir durum yarattı ve Ro-java halkı kendi özerk yönetimiyle bölge halklarına örnekoldu. Rojava Kürdistan’daki bu rahat durum hesapları tut-mayan güçlerin hedefi haline geldi. Açığa çıkan bu halk ira-deleşmesini kendi çıkarları için tehlike olarak gören bu sözkonusu güçler, zor ve özel savaş yöntemleriyle saldırı veprovakasyonlara başladılar. Başını Türkiye’nin çektiği bugüçler bazı oyunlarla Kürtleri kör bir savaşın içine çekmekistedi. Türkiye Rojava Kürdistan’a olan sınırdaki asker sayı-sını artırarak 2 Ekim 2012’de Dirbêsiyê’ ye saldırarak birYPG savaşçısının ölümüne neden oldu, üç YPG’ liyi de ya-raladı. Dolayısıyla Kürtler arasında düşmanlık yaratmakiçin Kürtlerin en büyük siyasi gücü olan PYD’yi Esad reji-miyle işbirliği yapmakla suçladı. Bu planın sonuçsuz kal-masından sonra bu kez de Hür Suriye Ordusu eliyleKürtlerin değerlerine saldırmaya başladı. Bu saldırıdan dabir şey elde edemeyince,bazı Kürt grup veya partilerini dev-reye soktu.

Türkiye’nin YaklaşımlarıAskeri alana yönelik saldırılarla birlikte siyasi iradeleş-

meye karşı da planlar yapılıp devreye konuldu.Kürt YüksekKonsey’inin oluşumundan sonra bazı Kürt partileri Hew-ler(Erbil)’de Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’yla biraraya geldiler. Bu arada Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın gizlibir belgesi ortaya çıktı. Bu belgede Kürt halkının kazanım-larının çalınması için PYD’nin etkisizleştirilmesi vurgusuyapılmaktaydı. Yine El Parti Genel Başkanı AbdulhakimBeşar İngiltere’nin başkenti Londra’da ABD’li yetkililerle birgörüşme yaptı. Kısa bir süre sonra Suriye’nin özel BM veArap Birliği temsilcisi El Exder İbrahimî PYD ile bir gö-rüşme yapmak istedi.Bunun üzerine PYD yetkilileri yap-tıkları açıklamayla Kürt Yüksek Konseyi’nin kendilerinitemsil ettiğini beyan ettiler ve bu doğrultuda bu görüşmeyetek başlarına katılmayı reddettiler. Ancak Suriye KürtleriUlusal Encümenliğinde yer alan bazı Kürt partileri Şam’agiderek İbrahimî ile görüşme yaptılar.

PYD’ye Karşı Gizli ToplantılarHewler’de Güney Kürdistan, Türkiye, ABD ve İsrailli

yetkililerin katılımıyla sonbaharda gizli bir toplantı ya-pıldığı bir anda gündeme düştü. Bu toplantıda PYD’ ye

40

karşı karalama kampanyası yapılması yönünde belgelerortaya çıktı. Rojava Kürdistan halkı da bu kampanyayakarşı sokaklara dökülerek tavır aldı.

Kürt Yüksek Konseyi ENKS’ ye tepki göstererek tu-tumunu netleştirmesini talep etti. Yine Rojava Kürdis-tan Halk Meclisi yetkilileri de ENKS üyeleriyle bir arayagelerek eleştiri ve önerilerini paylaştı.4 Ekim’ de Kürtlerebirlik ve düşmanların oyuncağı olunmaması çağrısıyapan Güney Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani,üç gün sonra Kürt Yüksek Konseyini görmezden gele-rek El Parti ve Özgürlük ve Birlik partisi (Azadî) yetki-lileriyle birlikte Katar’ın başkenti Doha’ya SuriyeMuhalefeti Meclisi’nin toplantısına katılmaya gitti.

Çetelerin SaldırılarıTürkiye de silahlı çetelere destek vererek Kürt halkının

Rojava’daki kazanımlarını geri alma peşindeydi. Tamponbölge oluşturma çabaları boşa çıkınca Türkiye Doğu Kür-distan’daki şehirlerden çeteler örgütleyerek harekete ge-çirdi.Bu çerçevede 25-26 Ekim 2012’de Halep’teki Kürtmahallleleri saldırıya uğradı.Bu saldırılar sonucunda 30Kürt hayatını kaybetti. 27-30 Ekim 2012 tarihleri arasındaTürkiye destekli çetelerin saldırıları Afrîn ve civarında ara-lıksız devam etti. Sonra Azadi Partisinin de Halep ve Af-rîn’deki saldırılarda parmağı olduğu ortaya çıktı. Ne ilginçtirki; bu saldırılar sürerken Katar’ın başkentinde gizli bir top-lantı yapılıyordu. Bu saldırılar sırasında Azadî, El Parti veKDP’nin desteklediği Yekitî partisinin isimleri geçiyordu.Bu saldırılara karşı YPG’nin gösterdiği direnişler sonucundabu planlar boşa çıktı ve silahlı çeteler çaresiz kalarak 13 Ara-lık’ta anlaşma imzalayarak şehri terketmek zorundakaldı.Kürtler de Baas rejiminin yetkililerini resmi binalarınolduğu Dirbêsiyê,Tiltemîr,Amûdê ve Dêrik’ten tamamençıkardı. Anlaşmaya göre muhalif güçler, verdikleri sözlerdeKürtlerin yaşadığı yerleri Kurtarılmış Bölgeler olarak kabuledecek ve bir daha Kürt halkına saldırmayacaktı.

Girziro ve Yeniden SerêkaniyêSerêkaniyê’de ateşkesle birlikte oluşan sessizlik bir ay

devam etti. Kürt hareketi ve YPG 16 Ocak 2013’te, Baasrejim güçlerini petrol alanı olan Girkê Legê’ye bağlı Gir-ziro köyünden çıkaracağı zaman, silahlı çeteler yenidenSerêkaniyê’ye saldırdılar. Çeteler bu kez 20’den fazlafarklı silahlı grupla birlikte toplu bir şekilde saldırıyageçti ve çatışmalar 15 günden fazla sürdü. Bu çatışma-larda biri Fransa’ya diğeri de Türkiye’ye ait iki ambulansaracı ve Türk ordusuna ait silahlar YPG tarafından elegeçirildi. Bu saldırılarda ölen bir çete üyesinin TürkiyeCumhuriyeti vatandaşı olduğu ortaya çıktı.Yine bu sal-dırılarda Türkiye’yle birlikte Fransa, İran Baas rejimi vemuhalif güçlerin Kürtlere karşı savaşta yer aldığı ortayaçıktı. YPG güçleri hem Girziro hem de Serêkaniyê’desaldırılara karşı direniş gösterdi, rejim güçlerini Girzi-

ro’dan çıkardı ve silahlı çetelere de ağır kayıplar verdi-rerek Serêkaniyê’den kovmayı başardı.

YPG güçleri 21 Şubat 2013 tarihinde Girkê Legê’yebağlı Çilaxa kasabasını ve 1 Mart 2013’te de bir haftaiçerisinde petrol bölgesi olan Rimelan’ı rejim güçlerin-den kurtarmayı başardı. YPG’ nin devrimci operasyonadını verdiği savunma savaşlarında Til Koçer kasabası,Serêkaniyê ve Tirbêspiyê bölgeleri El-Kaide’ye bağlı si-lahlı çetelerden tamamen kurtarılarak alındı.

Yüksek Kurul ve Diplomatik ZaferSiyasi alanda ve birlik konusunda önemli adımlar

atan Kürtler diplomasi alanında da ciddi zaferler ka-zandılar. Kürt Yüksek Konseyi resmi bir şekilde Rusyatarafından Mayıs ayında kabul edildi. Diyaloglar ve gö-rüşmeler sırasında Suriye’nin geleceğiyle ilgili Cenev-re’de düzenlenecek olan uluslararası toplantıya katılmakistediklerini bildirdi. Bu talep ilgili taraflar tarafındankabul edildi ve bununla ilk defa Kürtler uluslararası birplatformda kendi iradeleriyle yer alma fırsatını yakala-dılar. Ancak ABD’nin öncülüğündeki bazı güçler KürtYüksek Konseyi’nin toplantıya katılımını engellemekiçin Abdulbasit Seyda gibi kimi şahsiyetleri öne çıkar-maya çalışarak bu birliği dağıtmak istedi.

Dönem Seçimleri ve Seçim AtılımıYılların mücadelesiyle ciddi bir deneyim elde eden

Kürtler, bu karşıt girişimlere karşı bir adım daha atarakdönem yönetimini kurma yönünde bir atılımla birliktetoplumsal sözleşme yaptı. Buna göre tüm etnik,kültürelve bölgedeki dini oluşumlarla görüşmeler yapılacak;bunun sonucunda tüm bu kesimlerin temsiliyetinde birkomite oluşturulacak ve bir dönem yürütmesi(yöne-timi) oluşturulacak. Hazırlığı süren Toplumsal Söz-leşme bu Kürt Yüksek Konseyi’nin yerine geçecek olanDönem Yürütmesi tarafından ilan edilecek. Bu üç aylıkçalışmadan sonraki üç ayın sonunda seçimler yapılacakve Toplumsal Sözleşme de halka referendum yapılaraksunulacak. Seçimlerin sonucunda bölgenin resmi yö-netimi belli olacak. Bu çalışma bu dönemde sonuçlandıve Rojava halkı tüm oluşumlarıyla birlikte Dönem Yü-rütme Meclisini ilan edebilirler.

Çeviri: Mehmet Sezgin

İçindekiler İçin Tıklayınız

y Ferda Çetin

Otuz Yıldır Hazırlanan Devrim

41

1912’de Fransa’da yayınlanan Sosyalist Ansiklope-di’ye göre, “ihtilal, köklü ve dipten doruğa bir düzen, biryönetim, bir ruh değişikliği; beşeri ve sosyal bir kurtuluşhareketidir. İhtilal, ömrünü tamamlamış sosyal ve siyasibir düzenin temelden yok edilmesi, topyekün bir değiş-medir; yıkar ve yeniden kurar. (1)

Cemil Meriç ise devrim halini, toplumun bütünleş-mesi olarak adlandırırken, “ihtilal, köklü ve temeldendoruğa bir tahavvül; bir düzen, bir yönetim, bir ruh de-ğişikliğidir. Beşeri ve içtimai bir kurtuluş haraketi” diyetanımlıyor.(2)

Ansiklopedide yazılanlar Rojava’da gerçek oluyorbugün. Bir ruh ve zihniyet değişikliğinin eşliğinde yenibir yaşam ve yeni bir intizam tesis ediliyor.

Fransızca “revolution” ile Latince bir mastar olan“Rouelvere”, aynı kökten ve “geri dönmek” anlamına ge-liyormuş. Suriye’nin tamamı için söylenemese de, Ro-java kelimenin tam manasıyla bir “dönüş” yaşıyor.Aslına, doğal olana ve gerçeğine dönüş...

Çok uzaklarda değil, 24 Temmuz 1923’ten önce, Su-riye’de Araplar, Kürtler, Asuriler, Ermeniler yan yana vebirlikte yaşıyordu. Müslümanlar, Aleviler, Museviler,Hristiyanlar ve Ezidiler, egemenlerin kışkırtması olma-

dan evvel, Ortadoğu’da, birlikte yaşanabileceğinin ensomut örneğiydi. Rojava Devrimi bu gerçeği yenidenhatırlatıyor: Toplum yaşamı ve sosyolojisi, bize öğretil-diği veya kanıksatıldığı gibi değil. İnsanlar, öyle her anbirbirini boğazlamak üzere tetikte bekleyen aç kurtlardeğil. İktidar sahipleri toplumları parçalıyor ve birbirinekarşı düşmanlaştırıyor, sonu ve zaferi mümkün olma-yan bir savaşa tutuşturuyor. Sonrasında, güçten düşentarafları kendi gücüne mahkum ediyor.

Rojava Devrimi bize, bir halkın bu büyük oyununfarkında olduğunu gösteriyor. Ne dışarıdan ihraç edilenve işbirlikçisi olunacak bir ısmarlama demokrasi, ne deyüz yıldır toplumlara nefes aldırmayan despot statüsüz-lük! Rojava Kürtleri, kötüler içinde daha az kötüyü ter-cih etmiyor. Ucuz yaklaşımlar ve fırsatçı hesaplar içinde,güçlüden yana durma cingözlüğüne girmeden,“Üçüncü Yol”dan yürüyor. Emperyal kuşatmaya veonun yerli işbirlikçilerine karşı, inatçı ve kararlı bir karşıçıkış olarak, “ben kendi yolumu kendim seçeceğim,kendi kaderimin efendisi olacağım” diyor.

Rojava Devrimi görünürde her ne kadar rejime veEl Kaide çetelerine karşı yürütülüyor olsa da, esasında,adına “küreselleşme” denilen Kapitalist Modernite’yekarşıdır. Bölge statükoculuğu ile ABD, İngiltere, Fransave Almanya arasındaki Rojava karşıtı zımni mutabakat,politik tercihlerin buluşması değil, ideolojik ve sistemselbir yakınlığın sonucudur. Türkiye, Suudi Arabistan,Qatar ve El Kaide ile ABD ve AB, aralarında çelişkilerve anlaşmazlıklar olsa da aynı sistemin bileşenleridir.Anlaşmazlık, iktidarın kimin elinde kalacağı ve nasılpaylaşılacağı üzerinedir. Yoksa stratejik ve ilkesel bir ay-rılık söz konusu değil.

Üçüncü Yol’un sistemsel ve derin farklılık olması

1. Mağaradakiler, Cemil Meriç, İletişim Yayınları – 2004, s.1192. Age.s.156

Ansiklopedide yazılanlar Rojava’dagerçek oluyor bugün. Bir ruh ve zihniyet değişikliğinin eşliğinde

yeni bir yaşam ve yeni bir intizam tesis ediliyor

42

gerçeği, sözü edilen bu güçlerin tamamını Rojava Dev-rimi karşısında birleştiriyor. Rojava’ya saldırılar, Türkiyeve KDP’nin kapıları kapatarak ekonomik ambargo ileyarattıkları kuşatma; Almanya, İngiltere, Fransa ve Hol-landa’dan Türkiye üzeri Rojava’ya rahatlıkla aktarılanbinlerce çete-silah-mühimmat, Rojava Devrimi’nin nasılbir ittifak ile karşı karşıya olduğunu da gösteriyor. GüneyKürdistan ile Rojava arasındaki Semelka sınır kapısıKDP tarafından kapatıldığında, orta yaşlarda Efrin’liköylü bir kadın kameralara,“bizi açlıkla terbiye edemez-ler, biz toprak yiyeceğiz ama ülkemizi terketmeyeceğiz”diyordu.

Çünkü, “ezilenlerin uğruna mücadele ettikleri özgür-lük, sadece aç kalmama özgürlüğü değil…Yaratma vekurma özgürlüğüdür. Böyle bir özgürlüğü tatmak içinetkin ve sorumlu bir birey olmak gerekir; tutsak ya daçarkın iyi yağlanmış bir dişlisi olan birey değil”. (3)

Rojava’da sadece Kürt halkı ve dışarıdan gelen çetelerarasında bir savaş sürmüyor. Aynı zamanda iki sistemarasında daha derin ve şiddetli bir savaş yaşanıyor.

Rojava Devrimi’nin etkin olduğu tüm yerleşimlerdeoluşturulan meclislerin bileşimi, Kapitalist Moderni-te’nin parçalayarak atomlara dönüştürdüğü toplumu ye-niden birleştiriyor. Toplum, gerçeğin ve doğalın yolunda,özüne dönüyor. Kürtlerin sayısal çoğunlukta olduğu yer-lerde de ısrarla Arap, Ermeni, Süryani temsil hassasiyetigöstermeleri; müslüman çoğunluğun yanında Alevi,Hristiyan ve Ezidi inanç temsilinin sağlanması, bir savaşlabaratuarına dönüştürülen Ortadoğu’da, tüm halklaradına umut verici bir gelişmedir. Bu, aynı zamanda,temel sorunları devrim sonrasına ertelemeden, inşa sü-recinde çözme kararlılığını ifade ediyor.

Rojava Devrimi kendinden öncekiler gibi bir kıvıl-cım, bir işaret fişeği ile başlayan bir devrim, keskin birelkoyuş değil. Toplumun yediden yetmişe, yeni bir kültürve ahlak ile eğitildiği, dönüştürüldüğü ve yeni bir kimlikkazandıktan sonra gerçekleştirdiği bir devrimdir. Adımadım, kendinden emin bir devrim… Kendisinden ön-cekiler gibi zaptetme ve elegeçirme üzerine gelişmiyor.İnşa ve yeniden yapılandırma karakteri öne çıkıyor. Ro-java devrimi, kırk yıla yakın bir süredir hazırlıkları ya-pılan bir devrim. O nedenle kendinden emin, telaşsız vekontrollü bir tempo ile nüfuz ediyor hayatın içine.

Peki ani bir patlama ile olmadıysa nasıl oldu bu iş?“1979 başlarından itibaren iki yönlü tedbir almaya

çalıştım. Bir yandan uzun vadeli kırsal mücadele hazır-lıkları yaparken, diğer yandan yurtdışına çıkıp hareketiçin yedek bir nefes borusu açmak istiyordum. Başarı-lırsa hareketin kalıcılığı kesinleşecekti. Dönemin koşul-

larına denk gelen taktik hamleler yapmak, strateji geliş-tirmek kadar önemlidir...1979 yılı ortalarına gelindi-ğinde, Suruçlu Ethem Akcan'a huduttan çıkış yapmakiçin hazır olmasını söylemiştim... Birkaç gün sonraEthem çıkış için koşulların hazır olduğunu bildirdi...Amacın öneminden başka hiçbir şeyin ayakta tutama-yacağı günlerdi. Ethem'in fedakârlıkları olmasaydı, birhiçti çabalarım. Yeni bir toplumsallık için örgütlenme veilişkilenmenin büyük önemini ancak bu tür deneyimleriyaşayanlar hakkıyla bilirler....” (4)

Rojava Devrimi’nin temelleri, bu anlatımda sözü edi-len yolculukla başladı. Sayın Öcalan’ın sözünü ettiğitarih, 2 Temmuz 1979 günüdür. Bu tarihte, Öcalan telörgüleri aşarak Rojava’ya geçti.

Öcalan, ömrünün yirmi yılını Rojava halkı ile birliktegeçirdi. Onlarla birebir ilgilendi. Özel günlerde, bayram-larda, eğitim toplantılarında Rojava halkıyla eşitlik, adaletve özgürlük sohbetleri yaptı. Büyük bir tecrit altında ya-şadığı İmralı adasında dahi Suriye’yi, Rojava’yı izledi,öneriler yaptı.

“Öcalan tutsak edildikten birkaç yıl sonra Ortadoğuve Suriye rejimlerinin yerle bir olacağını, diktatörlüklerinyıkılabileceğini, büyük iç karşıklıkların olacağını da öngördü…2003 yılından itibaren PYD'yi kurma önerisiyaptı. 2004 Qamişlo ayaklanmasından sonra da gizlimilis çalışması önerdi. Yıllar geçtikçe bu yapılar örgüt-lendi ve güçlendi. Nihayet 2012 yılında Rojava sessizdevrimi gerçekleşti”. (5)

Demek ki bazı çevrelerin iddia ettiği gibi Rojava Dev-rimi ne bir tesadüf ün ne de kendiliğinden bir hareketinfırsatları değerlendirmesinin sonucudur.

Rojava’da devrimle birlikte, toplumun kurma, ya-ratma ve yeniden keşfetme kapasitesi açığa çıkıyor. Bireyve bireysel kaygılar etrafında dönen hayat yerine, top-lumsal dayanışma ve özgüven gelişiyor.

Liberalizmin en has temsilcilerinden Margaret Thatc-her’ın, 1984’lerde söylediği, “toplum diye bir şey yoktur,bireyler ve aileler vardır” sözleri, Rojava Devrimi ile sa-hibine iade edilmiş oldu. Kişisel amaç ve arayışlar yerinetoplumsal değerler sistemi yeniden canlandı.

İşlevsiz, hantal ve topluma hizmet yerine toplumunüstünde ve topluma karşı bir pozisyona gelen bir çokkurum lağvedildi. Devrimin yeniden inşa sürecinde ku-rumlar toplumun elinde, yeniden asli amaçlarına dönü-yor.Rejimin tekelindeki müesseseler, iktidarın çıkarlarınahizmet eden kurumlar olmaktan çıkarılarak, bütünleş-tirici toplumsal kurumlara dönüşüyor. Meclisler,hasta-haneler, okullar, belediyeler, kültür evleri, Heyva Sor,Asayiş, YPG, YPJ kaynaştırıcı kollektifler olarak, top-

3. Ezilenlerin Pedagojisi, Paulo Freire, Ayrıntı Yayınları – 2003, s.464. Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü, A.Öcalan, Mezopotamya Yayınları – 2012, s.288

5. http://rojavabilgi.blogspot.be/2013/09/rojavaye-kurdistan

43

lumsal yaşamın bir parçası haline geliyor. Halk mahke-meleri kuruluyor. Korku ve cezalandırmaya dayalı ada-let anlayışı yerine ahlak ve vicdan esaslı yaklaşımgelişiyor.

Şimdi Rojava Devrimi büyük bir bayram yeridir.Orada sadece cephede, mevzilerde ve köy savunmala-rında gögüs gögüse bir savaş sürmüyor. Bir yaşam inşaediliyor. Yüzlerce okulda çocuklar ve gençler eğitim gö-rüyor. En kıt olanaklar içinde onlarca hastahane, sağlıkhizmetleri veriyor. Su kuyuları kazılıyor, yollar yapılıyor,elektrik hatları onarılıyor, şehirler, kasabalar temizleni-yor. Elli – altmış yaşında kadınlar ve erkekler silah eği-timi alıyor, mevzilere girerek kendi köylerinin vekasabalarının öz savunmasını yapıyor.

Rojava halkı ve orada yaşayan değişik kesimlerdeninsanlar, bir inşa süreci olan, olmayanı yaratma, yeniicatlar yapma zenginliği olan devrime, dolaylı ve temsilidüzeyde değil, doğrudan katılıyor. Rojava’daki meclisler,aynı zamanda devrimin, gerçek bir demokrasi olma ka-rarlılığını gösteriyor. Bu kararlılık, sistemler arası derinbir savaşın izlerini de taşıyor. Liberal demokraside, in-sanları kendilerini en yakından ilgilendiren problem-lerle meşgul etmeme sanatına dönüştürülen politika,Rojava’da tersine çeviriliyor.

Çünkü:“Güçlü demokraside siyaset, yurttaşlara ya-pılan değil; onlar tarafından yapılan bir şeydir.Eylemlilikonun en büyük erdemidir ve ilgi,bağlılık,yükümlülükve hizmet –ortak müzakere,ortak karar ve ortak ça-lışma- ayırt edici özellikleri” (6) gün yüzüne çıkıyor.

Emperyalist devletler eliyle darmadağınık hale geti-rilen Ortadoğu toplumu, Rojava Devrimi ile yenidenumutlanıyor; ortak yaşam ve paylaşım, yeniden ciddibir seçenek olarak yaşam buluyor. Çatışma yerine da-yanışma, rekabet yerine işbirliği fikri gelişiyor.

Goethe zamanında,“ya örs olacaksın ya çekiç” di-yordu. Ya aradaki demir kim? Çekici tutan el kimin eli?Bu soruların cevabı yoktu.

Rojava Kürtleri ne örs olmak istediler, ne çekiç ne dearadaki demir. Onlar kendi topraklarında kendileriolmak istediler. Rojava Devrimi tam manasıyla bir halkdevrimidir. Bu devrime köylüler, yoksullar, kadınlar vegençlik öncülük ediyor. En büyük güvencesi de bu harç.

Rus Devrimi, Fransız Devrimi, Küba Devrimi ve

diğer bir çok devrimin ortak özelliği, fetihçi bir amaç vekarakterde olmalarıydı. Önce iktidarı ve yönetimi, ar-dından mülkiyeti ele geçirmek istiyorlardı. Zaten dev-rimin stratejisi, örgütlenmesi, mücadelesi de bu amacakitlenmişti. Halkın söz, karar ve inisiyatif sahibi olması;azınlıkların hakları, kadınların eşitliği ve özgürlüğü, bü-rokratik yönetim tarzının aşılması vb. temel sorunlarhep “sonra”ya erteleniyordu. Devrim sonrasına…

Rojava Devrimi başından itibaren yeni bir yaşamiçin, yeniden inşa amacıyla yürütülüyor. Ellerindekazma ve kürekleri, malaları, çekiçleri ile bir halk yeni-den tarih sahnesinde… Rojava’da halkın özyönetimidevrimin güvencesi.

Öz yönetim ise, “gündem oluşturma,tartışma,yasamave ve siyaset yapma süreçlerine yurttaşların devamlı katı-lımını kolaylaştırmak için oluşturulmuş kurumlar yoluylahayata geçirilir…Demokrasinin bu güçlü formülasyonun-daki can alıcı terimler eylemlilik,süreç,kendi yasalarınıoluşturma,yaratma ve dönüştürmedir”. (7)

Peki, ani bir kıvılcım ve parlama ile gerçekleşme-diyse, halk kendiliğinden bu devrimi nasıl benimsedive sahiplendi?

Hayatta hiçbir olay veya gelişme tesadüf değildir. Ro-java Devrimi de 2 Temmuz 1979 günü gerçekleşen otarihi “göç” ile çoktan başlamıştı zaten.

Rojava Devrimi ilk adımı başarıyla tamamladı amakatedeceği daha çok uzun bir yol var. Bu yolda henüzherşey garanti altına alınmış değil. Çünkü egemenlerdeoyun çok. Cephede kaybettiğini masa başında alma,devrimin özünü boşaltarak ilkelerini sulandırma, eko-nomik ambargo ile krizler yaratma egemenlerin mahiroldukları bir alan. Türkiye, ABD, İngiltere ve Fransa’nındaha şimdiden, Cenevre’de yapılacak görüşmelerde, Ro-java Devrimi’ni daraltma ve sınırlandırma politikasındaortaklaştıkları bir sır değil. Güney Kürdistan Federe Yö-netimi de bu politikanın görünen bir uzantısı konu-munda.

Jürgen Habermas demokrasinin tamamlanmış birproje olmadığını, daha ötesi tamamlanamayacağını vesürekli revizyona gereksinimi olduğunu belirtir. RojavaDevrimi de gerçek bir demokrasi arayışı olduğuna göre,bu devrim rehavete kapılmamalı, durmamalı ve asla bit-memeli.

6. Güçlü Demokrasi, Benjamin Barber, Ayrıntı Yayınları-1995, s.177)7. Age. s.196

İçindekiler İçin Tıklayınız

Rojava sadece Rojava mıdır? Son günlerin sık sorulansorularından biri bu. Tarihin ve toplumun gelişimindebirçok şey sadece kendisinden ibaret değil. Eğer öyle ol-saydı, bütünün bir parçası ya da kendisinden menkulgibi görünen sayısız durum ve gelişme, kendinin çok üs-tünde bir gerçekliği yaratmaz ve yönetmezdi. Toplumsalgelişmede öyle anlar ve hareketler vardır ki, bırakalımbir anda yarattığı genel etkiyi, tarihsel statükoların aşıl-masını, belki de tarihte yeni bir sayfanın açılmasını ko-şullarlar.

Rojava… Bölünmüş bir büyük ülkenin, dördüncüküçük parçası. Bu küçük toprak parçasının üstündetüten savaş dumanları, oradaki gerçeği görmemize engeldeğil. Aslında en önemli olan da tüten bu dumanlar vesavaş illüzyonuna dönmüş şartlar altında gerçeği göre-bilmekte. Yani ezen sınıflar karşısındaki ezilenler gerçe-ğini ve gücünü… Bugün bu gerçeği görmek, bütünözgürlükler mücadelesi yürütenlerin sorunu ve görevi.Doğal olarak ben konuyu enternasyonalist devrimci-sosyalist hareketin penceresinden değerlendireceğim.Bu aynı zamanda gerekli. Çünkü, Rojava’nın sadece Ro-java olmadığını, en çok kendisine sol, devrimci, sosyalistdiyenler tartışmak ve bilince çıkarmak durumunda. As-lında devrimcilik tarih boyunca ve teorik olarak hayatınve sınıf mücadelelerinin içindeki gerçeği görmek, onadokunmak ve dönüştürmektir. Marksizm-Leninizmi

kendine tarihsel çıkış noktası olarak alanların teorik ha-murunda bu vardır. Ama ne yazık ki kimi zamanlar, ki-mileri bakımından hamur kokar! Yaşayan ve akıp gidengerçeği anlayamayan, ona dokunamayan sosyalist dev-rimcilik ve komünistlik, durmuş bir bilincin ve hareket-sizliğin içinde özünü, canlılığını yitirir. Şu günlerdeTürkiye merkezli sol-sosyalist iddialı birçok kesim bakı-mından bu acı gerçek galip gelmiştir. Uzun bir tarihi olanTürkiye sol-devrimci hareketi, çok geniş bir bölgesel,kültürel ve siyasal alanda kendini var ederken bu genişlikiçinde, gerçeğin sadece bazı yanlarına dokunduğunu vedokunamadığı gerçekliklerin bir gün karşısına çıktı-ğında, onunla yüzleşemeyecek kadar katılaştığını anla-yamamıştır. Ama gerçek ve onun içindeki devrimcilikbütün katı duruşları ve anlayış duvarlarını aşacak kadargüçlüdür. Asıl sorun da sadece egemenlerin değil, ezi-lenler cephesinde durduğunu söyleyenlerin bu gerçektenkorkmasıdır.

Şimdi Rojava bütün gerçeklik kırılmalarına meydanokuyan ve belki de tarihte yeni bir sayfayı açacak akışayataklık eden topraktır. Devasa ana kıtaların ve adınaOrtadoğu denilen kadim toprağın arasında sıkışmış gibigörünen bu küçük Kürt yurdu, bölge devriminin nab-zının attığı yerdir. Enternasyonal devrimciliğin kendinive özünü yeniden keşfedeceği yer de orasıdır. Bu aynızamanda yaşam yolculuğudur. Devrimci gerçekle bu-luşmazsa ölecek ya da kötürümleşecek varlığını, yaşa-mın devrimci iksiriyle sağaltma-kurtarma yolculuğudur.Bu yola çıkan, yaşamın devrimci dinamiğiyle buluşarak,kendi varlığını direnen bir halkın varlığına armağan ede-rek, geleceğini ve varlık zeminini kazanır. Bu yola çık-mamak ve tereddüt etmek ise, durduğu yerde düşüncesi,ruhu, özü kurumuş cansız bir gövdeye dönüştürür.Bugün Rojava’da yaşanan direnişi ve onun küçük bede-ninin uğradığı acımasız saldırıları, sadece Kürdün veKürt özgürlük hareketinin sorunu sananlar, ölümcül

y Figen Yüksekdağ

Rojava, Yeninin Parolası

44

Rojava’da yaşanan direnişi ve onunküçük bedeninin uğradığı acımasız

saldırıları, sadece Kürdün ve Kürt öz-gürlük hareketinin sorunu sananlar,

ölümcül yanlışa düşmüş demektir

45

yanlışa düşmüş demektir.

Yanlış nerede?Türkiye merkezli devrim ve demokrasi güçlerinin

Rojava politikası, yaşadıkları parçalı ideolojik, tarihselgeçmişten bağımsız değildir. Bu geçmiş, işçi sınıfı, emek-çiler, yoksul halk zeminine dayalı olsa da, -eğer 68’denbugüne ele alırsak- işçi sınıfı merkezli olarak ama bütünbileşenleriyle kapsayamamış, buna yeterli bir programoluşturamamıştır. Bu hem programatik, hem de politikbir yetmezliktir. Kapsayıcı tek bir yapının tarihsel gelişimikesintisiz olarak sürükleyemediğini de buna eklersek,toplumsal gerçeklik algısında oluşan kara delikler, parçaparça devrimci hareketi içine çekmiştir. Eskinin THKP-C, TKP-ML, THKO gibi akımları, ’71 devrimci çıkışındakendilerini ilk başta Kemalizmin prangalarından ve pa-sifizmin mengenesinden kurtarmak için bir hamle yap-mıştır. Bu hamlenin sonucunda, pasifizmden kopuşmave pratikte dinamik, eylemli bir gövde oluşturma başa-rılmıştır. Ne ki, Kemalizm ve ulus devlet sınırlarının dev-rimci çıkış üzerindeki etkileri düşünsel ve programatikolarak aşılamamıştır. Belki de ’71 devrimci çıkışına ön-cülük eden İbo’lar, Mahir’ lerin henüz sınırlı düzeydekikeşifleri ve yakaladıkları ipuçları, devletin ağır katliamve tasfiye saldırılarından sonra kendine yaşam alanı bu-labilseydi, bu tarih başka türlü de şekillenebilirdi. Amaolmadı. İşte tarihle konjonktür arasındaki kaçınılmazilişki de bu olsa gerek. Her zaman konjonktüre rağmenbir tarih yapamazsınız. Böylece o dönem özellikle Kürtgerçeğindeki asimilasyon ve sömürü temelini kavramayolunda yakalanan ip uçları, ’71 sonrası kaos içinde yokolup gitti. Ama diğer taraftan, Öcalan önderliğinde tarihsahnesinde çıkan PKK hareketi, Kürt sorununun dev-rimci tahlilinde radikal bir çıkış yaparak, artık ipuçlarınaihtiyaç duyulmayacak bir dönemin kapısını açtı.

Araya giren ’80 darbesi Türkiye devrimci hareketininKürt sorununu kavramakta zaten yarım kalan gelişiminibir on yıl daha geciktirdi. 90’lı yıllara gelindiğinde, çokönemli bir bölüğü sorunu kavramış olsa da, araya girentarihsel kopukluğun aşılması artık çok zordu. Üstelik bukavrayışta parçalıydı. Özünü kavrayanlarla, mecburenkavrayanlar arasındaki ayrım da bugün de ortadan kalk-mış değil. Ama temel olan gerçek şuydu: Uzun zamandırbir gölgeye dönüştüğü bilinse de, adı sosyalist olan genişbir dünya parçasında sosyalizmin gölgesinin kalktığı,devrim ve toplumsal değişimin artık imkansız ilan edil-diği bir zamanda, Kürdistan denilen kayıp ülkede birdevrim başlamıştı. Artık halkçı ve emperyalizmden ba-ğımsız ulusal kurtuluşçu devrimlerin de yaşanamayacağıtezini çürüten bir gelişmeydi bu. Tek ülkede devrim pa-radigmasına göre şekillenmiş Türkiye devrimci hareke-tinin karşısına iki ülke ve iki ülkede devrim gerçeği çıktıböylece. Üstelik Kürdistan’da devrim ulusal özgürlük ha-

reketi çıkışıyla erken başlamış, Türkiye’de halk ve sınıfdinamiklerine olduğu kadar, Kürt devrimi dinamikle-riyle birleşen bir devrimci çıkış sağlanamadı. Bu eşitsiz-lik, birleşik bir devrim perspektifi ve birleşik devrimciönderlik oluşturma yoluyla çözülemedi.

’95-96 döneminde, Türkiye cephesinde Gazi halkayaklanmasının merkezinde durduğu bir çıkış sağlan-ması, Kürt devriminin başarısını Batı’dan destekleyecekikinci bir cephenin açılması bakımından umut vericiydi.Bu dönemsel çıkış aynı zamanda devrimci-sosyalist ha-reketin rüştünü yeniden ispat etmesi, kendi yazgısına,mecrasına müdahalesi anlamına geliyordu. Ne var ki, bucephe bir yıl dayanabildi. Güçten düşmesi ve geri çekil-mesinde sadece fiziksel imha ve tasfiye saldırıları değil,yine kilit sorunun Kürt sorununun kavranışındaki zaa-fiyet etkili oldu. Türkiye devrimci, sol hareketi oluşturanbölükler arasındaki ayrışmaların yeniden patlak verdiğidönem de bu dönemdir ve esasını enternasyonalizm vesosyal şovenizm ayrımı oluşturur. Temelinde de Kürt so-runu vardır. Kürdistan’da bir devrim olduğunu görme-yenler ya da benimsemeyenler, ‘80’den sonra sol içindesosyal şovenizmin farklı renk ve tonlarda yeniden kuru-cusu oldular. Bu kulvardan bağımsız enternasyonal dev-rimciler ise, köklü ve geniş bir alanı kapsayan sorununpaçalarına yapışmasından, hareket alanını daraltmasın-dan kurtulamadılar. Türkiye’de ikinci bir devrim cephesiaçmak, bu yolla Kürdistan devriminin yardımına koş-mak güçlü bir istekti ama reel güç ağırlıklarının konuş-tuğu bir dünyada bunun fazla bir hükmü olmadı.

O dönemde pratikte ikinci bir cephenin açılması ba-şarılamasa da, bu istek ve mücadelenin, Türkiye dev-rimci hareketinin tarihsel kodlarındaki yanlışlığa güçlübir zihniyet müdahalesi olduğunu kabul etmeliyiz.Bugün varlığını daha çok hissettirmeye başlayan Türkiyecephesindeki enternasyonal devrimci damarın, o süreç-ten çıktığını ve o damardan beslendiğini unutmayalım.Ama madalyonun hep ikinci bir yüzü olmaya devametti. Çeşitli sol yapılar, hepsi sosyal şovenizm düzeyindeolmasa da sosyalizm fikrinin dogmatik kavranışı ve dev-rimin güncelliğinden uzak duruşlarıyla, burunlarınınucundaki gerçeğe yabancılaştılar. Bu bazıları bakımın-dan aynı zamanda kendi gerçeğine yabancılaşmak, ba-zıları bakımından da aslına rücu etmekti. Nitekim busüreçten itibaren adıyla, sanıyla sosyal şoven ve Kema-lizm referanslarını açıktan ilan eden sol iddialı yapılarda, bir damar olarak belirginleşti. Bunları bir süre sonradarbe ve darbecilerle açık ya da dolaylı münasebetle-rinde gördük.

O yıllardan bugüne, Kürt halk gerçeğini kabul edenama Kürt devrimini inkâr eden bir yapı oluştu. Türk ulusdevletinin ve o devlet sınırlarına dayalı sosyal kurtuluş-çuluğun hazin hikayesi! Bu hikâyenin hazin tarafı, Kürtgerçeğini kabul eden ama Kürt halkının kendi kaderini

46

bağımsızlık ya da özerklik, federasyon biçiminde tayinetmesini kabul etmeyen devlet yaklaşımına olan çarpıcıbenzerliğidir. Bu benzerlik görmezden gelinmeye ya daüstü örtülmeye çalışılsa da, bugün Kürt devrimini tanı-mamak, sosyalizmin amentüsü sayılan ulusların kendikaderini tayin hakkını tanımamaktır aslında. Çünkü il-keler kitaplarda değil, yaşamın gerçekliğinde bir karşılığıvarsa anlamlıdır. Bugün devrimsel bir yoldan ilerleyen veher şeyden önce bu yola çıkmakla kaderini yeniden çiz-meye başlamış bir halkın somut gerçeğini tanımayan birsol, sosyalist iddia olabilir mi? Olursa bile bu, ulusalcılıklasakatlanmış, teorik dogmatizmle hapsolmuş demektir.Ya da ayakları havada bir kibirle savrulmaktadır. Zirahala, ezilen ulus mücadelesiyle kurulması gereken ilişkibakımından okuduğu kitapları dahi anlamayan ya da is-

tediği gibi anlayan bir damar vardır. Ulusların kendi ka-derini tayin hakkını, büyük bir sınıfsal devrim olduktan,sosyalist bir düzen kurulduktan sonra bahşedilecek birhak olarak görenlerin sayısı az değildir. İşte sosyalist birdevrim olmadan Kürdistan’da ulusal bir devrimin patlakvermesini kabullenememek, eğer görmezlerse böyle birsorunun olmayacağını sanmak, bu dogmatik saplantınınsonucudur. Oysa ki Kürt devrimi, ezilen ulus karakteritaşımasının yanı sıra, yeni bir yüz yılın sosyalizmine ışıktutacak zengin bir kaynak olmuştur. Ama onun kitabauymayan yanlarına, sınıfsal farklılıkları da içeren yapı-sından doğan çelişkilere dikkat kesilen geleneksel sol zih-niyet, devrimin güncel algılanışından ve devrimdenkopmuştur. Devrim denilen olgunun soyut ve düz kav-ranışı demektir bu. Örneğin, Kürt özgürlük hareketinin,çetin mücadelelerle Türkiye’deki faşist yapıya vurduğudarbeler, sırtını doğrudan emperyalist bir güce dayayarakilerlemesi mümkünken bağımsız yürümeyi tercih etmesive bunun oynadığı devrimci rol görülmemiştir. Türkiyeemekçi sol hareketinin sosyal şoven olmayan kesimleri,dogmatik olmayı tercih etmiştir. Öyle ki, faşizme ve em-peryalizme karşı kendilerinin ön cephede yürütmesi ge-reken savaşı, uzun yıllar en keskin biçimde PKK’nin tekbaşına yürüttüğü acı gerçeğini de üstlerine alınmamış-lardır.

Bugün de Rojava devriminin kavranışını, Kuzey Kür-distan devriminin kavranışındaki sorunlardan bağımsızele alamayız. Yani “Rojava sadece Rojava değildir” deme-

den önce “K. Kürdistan sadece K. Kürdistan değildir” di-yebilen bir devrimcilik gerekir. Ne yazık ki, bu iki cümleyide gönül rahatlığıyla kurabilen ana akımların sayısı sınırlıolmuştur. Ama ’90 ortalarından başlayıp, 2000’li yıllarakadar inişli çıkışlı da olsa sağlanan bilinç ve eylemli ge-lişme, son yıllarda Halkların Demokratik Kongresi(HDK)’de somutlaşan güçlü bir damar ve blok açığa çı-karmıştır. Artık düne göre özelde Kürt devriminin, genelolarak da birleşik devrimci-demokratik mücadelenin ge-reklerine göre konumlanma ve bloklaşma gelişmektedir.Ancak hala pratik ve iradi zeminin güçlendiğini, zayıfyanlarını tahkim ettiğini söyleyemeyiz. İşin düğümlen-diği noktalardan biri, Kürt devrimiyle ilişkide kendinidestekçi olarak görme eğiliminin tamamen aşılamaması.Bu, işin pratik merkezine yürümeyi de zorlaştırıyor. So-runun çözümünde destekçilik değil, birleşikliğin temeleksen olduğu gerçeği silikleşebiliyor. Devrimin ve çözümgirişimlerinin aktif, organik bir parçası olarak hareket et-meyen Türkiye devrim, demokrasi ve emek güçleri,bugün gerçek rollerini oynayamazlar açık ki. Rojava, dev-rimin güncel gerçeğiyle kurulacak ilişkide yeni bir eşikolarak karşımızdadır şimdi. Dahası, Kürt halkının kendikaderini tayin etme mücadelesi, Türkiye-Kürdistan bir-leşik devriminin ve bölge devriminin kaderini belirleye-cektir. Türkiye işçileri-emekçileri, ezilenleri ve onlarınbağrından çıkan devrimci-sosyalist güçleri de geleceğinibaşka yerde değil, bu akışın içinde aramalıdır.

Ortadoğu’da yeni bir şey oluyorSon yüz yıldır Ortadoğu deyince akla ilk savaş ve pet-

rol geliyor. Yüz yıllarda geriye giderseniz, büyük peygam-berler doğuran halk isyanlarına, ardından egemençıkarlarının inançlara bölünüp karşılıklı çatışmasına,büyük kavimlerin bunların ardında helak oluşuna, haçlıseferlerine ulaşırsınız. Yani tarihte yapacağınız her me-safeden yolculuk, sizi savaşa, aynı zamanda kendi döne-minin devrimi sayılacak kitle hareketlerine götürür.İnsanlığın geriye adımlarının olduğu kadar, ileriye sıç-ramalarının da toprağıdır Ortadoğu. Bu çekişmenin çokyorduğu ama asla yenemediği özgünlükleri vardır. İçer-diği en önemli özgünlük ise güçlü kültürlere dayanıyoroluşudur. Bir yanıyla iç içe geçmiş, bir yanıyla farklılığınıesneyen ama kırılmayan bir çelik gibi koruyan kültürlerve inançlardır bu. Bu aynı zamanda, bütün ulusal ege-menlik yapılarına rağmen, egemen olmayan uluslarınvarlığını korumasına da kaynaklık etmiştir.

Ortadoğu tarih boyunca hem barındırdığı zenginlikkaynakları, hem jeopolitik önemi, hem de karmaşık amagüçlü bu yapısıyla, dünyada ideolojik ve siyasi hege-monya kurmak isteyen devletlerin hedefi olmuştur.Dünyaya hakim olma savaşı Ortadoğu’dan başlamasabile, Ortadoğu’da bitmek zorundadır. Çünkü orayahakim olamayan, dünyaya hakim olma savaşını kazan-

Rojava’da yaşanan direnişi ve onunküçük bedeninin uğradığı acımasız

saldırıları, sadece Kürdün ve Kürt öz-gürlük hareketinin sorunu sananlar,

ölümcül yanlışa düşmüş demektir

47

mış sayılmaz. Ama bu bölge hakim sömürgeci güçler ta-rafından işgal edilse, ilhak edilse, iç savaş taktikleriyleteslim alınmaya çalışılsa da demir leblebi gibidir. Yüz yıl-lardır bir yandan yağmalanmaktadır ama diğer yandandemir leblebi gibi yutmaya çalışanların boğazına takılıpdengeyi bozar. Ortadoğu’nun Rojava kesitinde yaşananfenomen, kurulmak istenen yeni emperyalist dengeyi vegerici-diktatör bölge devletlerinin kontrolünü bozan ençarpıcı örnektir. Bu nedenle bölge dengeleri bakımındanda Rojava sadece Rojava değildir.

İki-üç yıl önce başlayan Arap isyanları K. Afrika’danOrtadoğu’ya kadar, 1. ve 2. emperyalist dünya savaşla-rından sonra oluşturulan statükonun sarsıldığı ve artıkdeğişme zamanının geldiğini gösteriyordu. Bu herkestenönce bu coğrafyalarda yaşayan halkların değişim isteği-nin dışa vurumuydu. Her biri tiranlığa dönüşen devlet-lere karşı özgürlük isteyen her kesimi içerisine alan ancakdevrimci-demokratik bilinci ve önderliği tam oluşma-mış kitle hareketi, büyük alt-üst oluşlar yarattı. Ne var ki,zengin ve güçlü sınıfın iktidarda olmayan ya da yeterincetemsil edilmeyen kesimleri, devrimci önderlik boşlu-ğunu kendi lehlerine doldurdu. Emperyalist güçlerinetki ve müdahalelerinin de artmasıyla “devrimin çalın-ması” diye adlandırılan durum doğdu. Bu gelişmeler içe-risinde bir umut ve umutsuzluk dalgası arasında gidipgelen devrim arayışı, koşulların olgunlaştığı Rojava’dakarşılık buldu. Bölge ezilenlerinin devrimci, demokratikgelişimine inanan kesimlerde umudun yeniden canlan-ması anlamına geliyordu bu gelişme. Kürt özgürlük ha-reketinin bölgesel mücadele deneyimlerinin açığaçıkardığı birikim, bölgenin olanca karmaşasına rağmenkendi yolunu buldu. Bu gelişme halka dayanan devrimfikrinin, Ortadoğu’da bir modele kavuşmasını da bera-berinde getirdi. Sadece bir hareket ve alt-üst oluş değil,kendi iktidar modelini de yaratan bir devrim açığa çıktı.K. Afrika’dan başlayan devrimci değişim dalgası geri çe-kilirken, Suriye cangılında devrime dayalı bir ters akıntıgelişmeye başladı.

İşte bu açıdan baktığımızda, Rojava bize gelişmekteolanı gösterir. Bölge şartlarının devrime uygunluğununyanı sıra, içerdiği uygunsuzluklara rağmen önüne geçi-lemeyen bir gelişmedir bu. Ortadoğu’da gerici-sömür-geci devletlerin tahakkümü ve emperyalizminegemenlik oyunlarından başka bir şey daha olduğunaişaret eder. Ortadoğu’da c şıkkıdır Rojava. D şıkkının“hiçbiri” olduğu bir coğrafyada, üç ölümcül seçeneğiçizip, halkın kendi seçeneğini oluşturmasıdır. Rojava’nınOrtadoğu’da açtığı 3. yol, tarihsel bir çelişkiyle kıvrananbölge halklarının geleceği bakımından da atılan tarihselbir adımdır. Zira bölge halklarını yüz yıllar boyuncasavaş ve sömürü kıskacına mahkum eden şey, halkçı-devrimci bir üçüncü yol açılamamış olmasıdır. Rojavadevriminin bu kadar azgın saldırılarla yüz yüze kalma-

sının nedeni de, bölge halklarına biçilen bu kadere mey-dan okumasıdır. Çok doğal ve gösterişsiz olarak başlayankendi kaderini tayin iradesi, bu iradenin savunulmasıkonusunda çok acı ama görkemli bir direnişe dönüşm-üştür. Bu devrimci direnişin, sadece bugün yarattığı etkigücünün ötesinde, tarihte yaratacağı etki gücü, kendinesnel sınırlarının üstüne çıkmıştır.

Diğer yandan sınırların yeniden çizilmeye başlandığıbir dönemden geçiyoruz. En son 2. emperyalist paylaşımsavaşında değişen sınırlar, bugünün çıkar savaşının ih-tiyaçlarına denk düşmüyor. Ama Ortadoğu'daki değişimzorlamasını sadece bundan ibaret göremeyiz. Sınırlarızorlayan bu değişim basıncında, bölge ezilen halklarınınistek ve mücadelesi de belirleyicidir. Kürt sorunu, halklarcephesindeki bu değişim dinamiklerinin başında gelir.Ortadoğu'da yüz yıllar boyunca kolektif varlığı redde-dilen, çözülmeyen bir ezilenler sorunu olarak, tarihininkar koridorlarına terkedilen Kürt ulusal sorunu, bugünkendi çözüm dinamiğini oluşturmuştur. Bu aynı za-manda, ezilen halklar ve inançlar için açılmış bir yoldur.

Dünden bugüne yol açılırkenBugüne kadar gidilecek yolları egemen yapı ve sö-

mürgecilik belirliyordu. Politikalar, sömürü ve paylaşımodaklı olduğu için, emperyalistlerin Ortadoğu'da ezilenhalklar ve inançlar sorununu çözme gibi bir derdi yoktu.Yüz yılın başında, Ortadoğu'daki ulus sorunundan an-ladığı tek şey, Arap ulusu ve ulus devletlerinin kurulu-şuydu. 1. dünya savaşından önce başlayan, sonrasındada devam eden K. Afrika, Orta Asya yoğunluklu ulusalkurtuluş savaşları, bu sorunun çözümünü ertelenmezhala getiriyordu elbette. Ama büyük bir Arap ülkesi vedevleti hiçbir zaman istenmedi. Birçok parçaya bölüne-rek ve aradaki mezhep farkları da birçok zaman kışkır-tılarak, yönetilmesi kolay bir çözüm modeli devreyekondu. Geniş bir coğrafyaya yayılmış Arapların nesnelçelişkileri, farklılıkları da yok değildi elbette. Ama çizilendevlet sınırları, bu özgünlükleri, farklılıkları değil, yöne-tim gücünün nasıl tesis edileceğini gözetiyordu. Sonuçta20. yüz yılın başında bir taraftan Arap ulusal sorununuparçalayarak çözen ama diğer taraftan da Ortadoğu'daArap ulusal egemenliğine dayanan bir yapı şekillendi-rildi. Özellikle ABD ve İngiltere'nin Arap devletleriylekurduğu yeni sömürge ilişkisi ve işbirliği, bölge halkla-rının başına bela olan bir tahakküm rejimi yarattı. 2.dünya savaşına gelindiğinde, en kritik alanlardan biriyine Ortadoğu oldu. Yine ABD ve İngiltere merkezli ola-rak, dünyanın başka bir ulusal ve inançsal sorunu olanYahudi sorununun çözümünde gözler Ortadoğu'ya di-kildi. Demokratik iki devletli bir çözüm mümkünken,Filistin'in işgal ve ilhakına dayanan bir model devreye ko-nuldu. Böylece emperyalizm, bölgede ikinci bir egemenulus devlet yapısı daha oluşturdu. Üstelik Yahudi soru-

48

nunun çözümü için kurulan İsrail devleti uzun yıllar bo-yunca ABD'nin saldırı üssü ve militarist bir devlet olarakbölgede yerini aldı. Bu aynı zamanda egemenlik hakla-rıyla donanmış iki ulus devlet yapısı arasında uzun yıllarsürecek Arap-İsrail savaşlarının da kapısını açtı. Arap ulusdevletleri arasındaki bölünmüşlük ve farklı emperyalistgüç odaklarına dayanıyor olmalarının da etkisiyle, kendiaralarındaki çatışmalar da arttı. 2. paylaşım savaşı sonra-sında, Mısır, Suriye, Irak, Yemen'in merkezinde durduğu,“Arap sosyalizmi” iddialı BAAS çizgisinin gelişimi de budöneme dayanır. Bu Arap milli koalisyonu başkaca Arapdevletlerini ve eğilimlerini de içinde topluyor ve ABD-İngiltere-Avrupa emperyalist eksenine karşı, Sovyet ek-senine dayanıyordu. Ne var ki, bir süre sonra sosyalizmingeriye dönmeye, içerde ve dışarda kapitalist-emperyalistyapının restore edilmeye başlandığı Sovyet ekseni, BAASçizgisini emperyalist bir gücün ilişiği haline getiriyordu.'60-'70'li yıllar boyunca “Bağlantısızlar” olarak anılan, em-peryalist güç odaklarından bağımsız bir Arap sosyalizmidamarı oluşturulmaya çalışıldı. Ne var ki, iki kutuplu veikisi de emperyalist güçlerden oluşmuş bir dünyadabunun güçlü bir karşılığı olmadı. Kendilerine her nekadar bağlantısız deseler de (Sovyet)Rusya hattına daya-nıyorlardı. Ama bu dönemde, Filistin ve Suriye merkezliolarak, bölge devrimci örgütlerine alan açan, destek sağ-layan bir damarın olduğunu da inkar edemeyiz.

Sonuçta her ne kadar yeni kaos ve çatışmaların kapı-sını açsa da, Ortadoğu ve oluşturulan yeni dünya düze-ninde Arap ve Yahudi ulusal sorunları emperyalistgüçler tarafından tanınmış ve resmi olarak çözülmüştü.Ama aynı dönemlerde çetin mücadeleler veren, bir çokisyan başlatıp katliamlara uğrayan, devlet kurma girişimiemperyalist hileler ve yalnızlaşmayla yenilgiye uğrayıpezilen Kürtler, o dönemlerde kurulan yeni düzenin kur-banı ilan edildi. Arap ve Yahudi devletlerine dayanan biregemen yapı kurma derdinde olan emperyalist güçlerinKürtlerle işi yoktu. 2. Dünya savaşının hemen ardındanilan edilen Mahabad Kürt cumhuriyeti, tarihte Kürtlerinkendi öz yönetimine kavuşmasına en yaklaştığı dönemedenk gelir. Ama Mahabad'ı destekleyen o zamanın Sov-yetler Birliği, 2. dünya savaşından ağır kayıplarla çıkmışbir güç olarak, bölgedeki İngiltere odağı karşısında ka-rarlı bir duruş sergileyemez. Çok genç ve bütün destek-

leri çekilmiş Mahabad Cumhuriyeti, dünya güçleri ara-sında kurulan yeni dengeler ve anlaşmaların sarmalı ara-sında, baştan yok sayılan ya da feda edilendir.

Ama şimdi... Elbette şimdi, hiçbir emperyalist güçodağının, gerici-sömürgeci devletin yok edip, engelleye-meyeceği bir Kürdistan gerçeği hakimdir Ortadoğu'da.Bu Kürt halkının uzun ve zor yıllar boyunca dişiyle tır-nağıyla ve bağımsız iradesiyle kazandığı bir düzeydir. İştetam da bundan dolayı, Ortadoğu'daki oyun kurucularınoyununa gelmeyecek, sırtını ille de egemen bir güce yas-lamaya mecbur hissetmeyecek bir yerdedir. Ve bu, tarih-sel gelişmeyi, sermaye-sömürü odaklarının planlarındanve düzen kuruculuğundan ibaret sananların yanılgısınavurulmuş ağır bir darbedir. Şimdi bölgede yeni düzeninçanları gürültüyle çalarken, bütün dünya halklarına ta-rihsel gelişmede ezilenlerin bağımsız rolünü gösterenparlak, coşku verici bir örnektir Rojava.

Evet, egemenler artık Kürt sorununun çözümünü bı-rakalım bir yüz yıl daha, 5 yıl daha erteleyemezler. Amabu çözüm modelini kendilerine bağlamak, yönetim vebaskı gücünü kendi ellerinde tutmak isterler. Bu açıdaneskiye oranla nüanslar değişse de, egemenlik ve sömürüstratejisinin özü aynı kalmıştır. Rojava üzerinde ve etra-fındaki gelişmeler, bu stratejiye uygun işlemeyen dev-rimci değişime çeşitli biçimlerde müdahale yaklaşımınıgösteriyor. Rojava, emperyalist ve bölgesel çelişki ve ola-naklardan yararlansa da, öz itibarıyla sömürgeci, dikta-töryal, sermaye odaklı Ortadoğu egemen stratejisinindışında olduğunu çok açık sergiliyor. Bu durum elbette,bölgede güçlü dostların, hamilerin olmaması demektir.Üstelik doğrudan-dolaylı biçimlerde saldırı ve müdaha-lelere açık bir durum yaratır. Bugün Nusra, El Kaide,ÖSO çetelerinin gözü dönmüş saldırılarının arkasındaaçıktan Türk devleti, dolaylı olarak da duruma seyircikalan ABD, Avrupa emperyalist merkezleri vardır. Türkdevletin kendi şovenist tahammülsüzlüğü ve Kuzey'dede Kürtler karşısında inisiyatif kaybetmesine yol açacağıiçin, Rojava'ya açık bir saldırı cephesi olarak konumlan-mıştır. ABD ise, düne kadar Esad'a karşı desteklediğiİslam kisvesi altındaki çetelerin kendi uydusu olan Tür-kiye gibi bir ülke üzerinden salınmasına da izin vermek-tedir. Savaşı daha kanlı ve acımasız hale getirerek çekilenve en başta bu savaşın başlamasında hiçbir sorumluluğuolmayan Rojava' yı ağır bir saldırıyla baş başa bırakankirli bir oyun sergilemektedir.

Bir taraftan da, Türk devleti ve ABD'yle yakın ilişkileribilinen Güney Kürdistan yönetiminin müdahalesi veblokajıyla yüz yüzedir Rojava. Aslında emperyalist odak-lar, bölgede Kürt sorununu kendi seçtikleri siyasi mu-hataplar üzerinden çözerek, aynı zamanda kontrol veyönetim gücünü de ellerinde tutma hesapları yapıyor.Dört parçada KDP merkezli bir çözüm yaklaşımı ken-dini ele veriyor. Türk devleti de son Amed buluşmasında

Bölge ezilenlerinin devrimci, demokratik gelişimine ina-nan kesimlerde umudun yeniden canlanması anlamına

geliyordu bu gelişme. Kürt özgürlük hareketinin bölgeselmücadele deneyimlerinin açığa çıkardığı birikim, bölge-

nin olanca karmaşasına rağmen kendi yolunu buldu

bu yaklaşıma uzak olmadığını ortaya koydu. Kürt halkönderi Öcalan-PKK ve Rojava-PYD çizgisine karşı he-gemonya sağlama hesapları yapılıyor. Ama bunun kar-şısında Rojava'da halk iradesine-katılımına dayananyönetim yapısı ve devrimci-demokratik inşa çalışmaları,bu hegemonya hesapları karşısında ciddi bir politik,moral güç yaratıyor. Yani egemenlerin işi kolay olmaya-cak. Dahası Kürtler dün olduğundan farklı olarak, kimlikve kurtuluş mücadelelerini kapsamlı bir bölgesel strate-jiye, paradigmaya ve programa dayandırıyor. Bu, sadecefiziksel-askeri güç dışında kolektif akıl ve stratejik gücünkonuştuğu Ortadoğu'da önemli bir düzey anlamına gelir.

Bütün bunların toplamından, ezilen halklar, işçiler,emekçiler ve bu sınıfın kurtuluşuna inanan devrimcileriçin ne anlam çıkar diye soran olursa, ne yazık ki hala obüyük cevabı bulamamış demektir. Yani bölgesel devrimcevabını...Rojava ve Kürdistan devriminin, sömürgecilik,diktatörlük statükosunu kıran, egemenlik dengelerini alt-üst eden etkisini, bölgesel bir devrimin işaret fişeği, öncükolu olduğunu anlamamak için epeyce uğraşmak gere-kir. Ama her şeyden önce, zihinsel kalıplardan kurtul-mak gelir. Özel olarak Türkiye'de ait olduğu bölgeselgerçeklikten kopmuş, ona yabancılaşmış sol-sosyalizmreferanslı bir damar olduğu reddedilemez. Bu damar,Rojava' dan yükselen işaret ve yardım fişeğine, uzak di-yarlardan yansıyan bir görüntü gibi bakmaktadır. Oysaki, özellikle 21. yüz yılda devrimlerin kazandığı bölgeselkarakter, iç içe geçmiş ve birbirini doğrudan etkileyenbir toplumsal değişimin kapısını açmıştır. Ulus-inanç öz-gürlüğü sorununu çözerek ilerleyen ama aynı zamandabunu aşarak birleştiren bir bölgesel devrim yolu belir-miştir. Bu ihtiyacı ve gelişimi görmeyen, özellikle de ege-men ulusa dayalı ülkelerin devrimcileri, gittikçe devrimiddiasından ve bunun inandırıcılığından koparlar. Şu anTürkiye'de Rojava'ya uzaktan bakan sadece kendine dev-rimci diyenler değil, demokrat ve özgürlükçü diyenlerinkimliği ve tutarlılığıyla ilgili bir sorundur bu. Ve uzaktanbakmaya devam ettikçe, iddialarında tutarsızlaşırlar.

Dewlet çima?Rojava birçok bölge denklemine ve ezberine müda-

hale anlamına geldiği gibi, devlet ve iktidar biçimi soru-nuna da müdahale anlamına gelir. Bilinen burjuva ulusdevlet formülü dışında, yerel yönetim komünlerine da-yanan, halk katılımının esas alındığı, aslında Sovyet mo-deline benzeyen bir model inşası başlamıştır. Kimileri“bugün-yarın sonu gelir” derken, bu çizgiyi uygulamakararlılığı, bütün zorluklara rağmen kırılmamıştır. Ro-java aslında 21. yüz yılda tarihe neden devlet, kimin içindevlet sorusunun sorulması ve buna bir cevabın üretil-mesidir. Rojava halkı, kendini yönetme sorununu, katıburjuva ve ulus devlet modelinin aksine, kitlelerin doğ-rudan yönetime katılımı ve organize olma mekanizma-

larını kolektifleştirerek çözmeye yönelmiştir. Diğer yan-dan bölge halklarıyla arasına katı ulus devlet sınırları çe-kerek ayrışma yolu izlememiştir. Demokratik özerklikrejimini, sadece bölge egemenleri karşısında çekildiği zo-runlu bir mevzi olarak okumamak gerekir. Bu Roja-va'nın kendini yönetme tarifi yaparkenki sözü veiradesidir. Aynı zamanda ulusal anlamda kendi kaderinitayin hakkını kullanma biçimlerinden biridir.

Diğer yandan Ortadoğu'da sayısız savaş, bela ve dik-tatörlük, 20. yüzyılın kapitalist-emperyalist kaynaklı ulusdevlet yapısına dayanır. Tarih boyunca özellikle de Kürthalkı bu devlet yapısından çok çekmiş ve siyasi biriki-minde hiç iyi izler bırakmamıştır. Doğal olarak sorunkaynağı bu devletlere benzeyecek bir devlet kurmamatavrı, oluşan birikimin yarattığı demokratik alternatif vesonuç olarak görülebilir.

Esas olarak, sınıf ayrımına, ezen-ezilen çelişkisine da-yalı sistemlerin açığa çıkardığı, asıl anlamını da kapitalistsistemde bulan bir mekanizmadır devlet. Tarih boyunca,toplumsal yapıyı düzenleyici yanından çok, mülk sahi-binin mülksüzü, ezenin ezileni, azınlığın çoğunluğubaskı altına aldığı bir yapı olarak öne çıkmıştır. Sosyalizmtarihinde kapitalizmden sınıfsız topluma geçerken uğ-ranacak zorunlu bir durak olarak tanımlanır. Bundanyüz yıl önce Ekim devrimiyle, oligarşik ve kapitalist dev-let düzenine isyan eden sosyalistler, kuracakları yenicumhuriyeti tarif ederken, “devletin giderek yok olduğu”bir yapıdan söz ederler. Hatta “zorunlu” sosyalist devletmekanizmasını da “devlet olmayan devlet” ve komün-Sovyet kitle organlarıyla eritilmesi gereken devlet olaraktarif ederler. Bu tarifin geçirdiği evrim ve sonradan bü-ründüğü biçim ayrı bir sorun; ama sosyalist-komünistdüşüncenin aradığı bir devlet değil, devletsizliktir. “Sı-nıfsız, sınırsız, devletsiz toplumdur”. Aslında ezilenler vealternatif yaşam arayanlar, değişik deneylerden geçerekbu arayışı sürdürmüştür. Rojava'da yaşananı da bu ara-yıştan bağımsız düşünmemek gerekir. Yüz yıl önce bilebir hedef ve bilinç olarak var olan bu arayışın, bugün de-ğişen koşullarda farklı yanıtlar bulması mümkündür.Bugün aslında devlet adı altında ezilenler iktidar sorunuve çelişkisini tanımlama ve doğaya, insana uygun endoğru cevabı verme mücadelesi yürütmektedir. İktidarıntoplumsallaştırılması, yönetimin paylaşılması yolundanilerleyerek, iktidar kavramının değişeceği, belki de tarihsözlüğünden çıkacağı bir yolun yürünmesidir bu. Roja-va'nın kendince bu yolda yürümesi, toplumsal arayış vegelişmeye yapılmış bir katkı olabilir ancak. Üstelik kimi-lerince sanıldığı gibi, sosyalist düşüncenin temelleriylekeskin bir çelişki değildir. Batı Kürdistan'da girilen dev-letsiz çözüm süreci, ulusal ve toplumsal sorunun çözümmodeli olarak devlet enstrümanına yüklenen politik roltanımını sarsmıştır. Ama bilinci sadece bilinen değil, keş-fedilmesi gereken gerçek yönetiyorsa, bu sarsıntıdan pa-49

niğe kapılmaya gerek yok. Tam tersine keşfetmeye ve de-neyimlemeye gerek var. Zaten Rojava devriminin en he-yecan verici yanı, halka, kitleye köy köy, mahalle mahalleinsanın eşit-kolektif gücünü ayağa diken rejim inşasıdır.Bunu keşfetmekten ancak mutluluk ve ilham alınabilir.İnanıyorum ki, bütün bölge ve dünya halkları, küçücükRojava' dan fışkıran bu insani güçten ilham alacaklardır.Ve devlet gibi birçok fani aracın, asla insandan, emekten,ezilenlerden üstün olmadığını göreceklerdir. Rojava, ta-rihte devletle anılan bu köklü sorun ve çelişkiye yakla-şımı nedeniyle de sadece kendinden ibaret değildir.Bütün bölge ve dünya halklarının, bu sorun ve çelişkidendoğan mücadelesine, geleceğine tutulmuş bir ışıktır.

Rojava ortak vatanEnternasyonal devrimciliğin altın kuralı tek bir vata-

nının olmasıdır. Devrim nabzının attığı her yer, devrim-cinin vatanıdır. Bu kural sadece inkâr edilen ve zulmeuğrayan bir ulusun-vatanın devrimcisiysen değişir. İşteo zaman yurtsever mücadelenin en önünde, en tutarlıolarak devrimciler döğüşmelidir. Ama yurdunun ve hal-

kının özgürlük mücadelesiyle kendini sınırlamayan birulusal devrimcilikte mümkündür. Bugün Rojava'da Kürthalkının özgürlüğü için döğüşenlerin Arap, Ermeni,Asuri halklarının, Alevi, Sünni, Hristiyan inançlarınınözgürlüğünü de sahipleniyor oluşu buna en doğru ör-nektir.

Peki Rojava yurtsever devrimcilerinin dışında, buyurda uzak ama ilkesi her yurttaki devrimi sahiplenmekolan enternasyonal devrimciler? Kabul etmek gerekir ki,enternasyonal devrimciliğe inanan birçok kesimde, Ro-java devriminin yurt savunmasına yürekle ve bileklekoşma isteği güçlü değil. Bunun sadece kuvvet durum-larıyla, büyüklük-küçüklükleriyle ilgili olduğunu da söy-lemek zor. İtiraf edilmesi gereken gerçek, Türkiye'deenternasyonal devrimci ruhun ve damarın kurumayayüz tuttuğudur. Çoğu kesim bu itirafta zorlanıyor. Bazı-larının sadece iddiasında ve tarihinde kalmış bir kavramenternasyonalizm. Egemen ulus solculuğuna kaymış du-rumdalar. Bazıları da bu kategoriye dahil olmasa da uf-kunun ve “çok yönlü görevlere yetişememe” gerekçesinehapsolmuş durumda. Oysa ki, devrimcilik tanımındaanahtar sözcüklerden biri iradedir. İradeniz ve harekete

geçme netliğiniz varsa, her iddia kendine bir yol bulur.Ne yazık ki, aradan iki yıl geçmiş ve Rojava'da yer yerin-den oynamışken, Türkiye cephesinden, özellikle de en-ternasyonal devrimciliğe, dayanışmaya inananlardangüçlü bir hareket gelişmedi. Hadi hareketi ille de gidipRojava'da savaşmak diye mutlaklaştırmayalım. Türki-ye'de geniş ve etkili bir dayanışma-sahiplenme hareketiyaratmak da mümkün değil midir? Elbette mümkün; veRojava'nın bugün en çok ihtiyaç duyduğu şeylerin ba-şında geliyor. Türk devletinin devrime dönük saldırılaraverdiği açık desteği ve yönlendirmeyi teşhir eden, bunukesen bir demokratik kamuoyu oluşturma görevi bugünTürkiye enternasyonal devrim ve dayanışma güçleriningörevidir.

Dün Filistin için şahlanan dayanışma ve mücadelebugün Rojava için şahlanmıyorsa, dünü bile sorgulamakgerekir. Dün yüreğimiz Filistin için atıyordu da bugünneden Rojava için atmıyor? Bu soruyu sorma cesaretigösterilirse çelişki aşılır. Ama sorunun cevabı basit de-ğildir. Türkiye devrimci, sol hareketinin tarihsel kodlarıve buradaki sorunlarla yüzleşmesi anlamına gelir. Ger-çeğe bağlı kalarak cevap vermeye başlandığında, 30-40yıl önce antiemperyalist olarak görülen Suriye rejimininve oğul Esad'ın hala öyle görüldüğü çıkar ortaya. '70'liyıllarda eksik ve kimi yanlarıyla yanlış oluşan antiem-peryalizm bilincindeki çarpıklıklar çıkar. İşte bu çarpık-lık, sonradan birer diktatörlüğe dönüşen, BAAS-Arapsosyalizmi damarının her dönem sahiplenilmesi gibi birayıbı yaratmıştır. Kimileri bu ayıbı açıktan, kimileri delaf dolandırarak ve pratikte taşımaya devam ediyor. DünFilistin direnişini sahiplenmek, dönemin oluşturduğukodlara uygun olduğundan daha kolaydı. Ama bir ya-nıyla devrimci bir niteliğin, diğer yanıyla nitelikteki çokönemli bir zayıf noktanın işaretiydi. Öyle ki, en yakın-daki ezilen Kürt halkı sorununu görülmezken, dahauzaklardaki Filistin ulusal sorunu görülüyor, bunun ni-teliğe dair en zayıf noktaların başında geldiği yok sayılı-yordu. Bunun gerçek nedeninin Kürtlerin misak-ı millisınırlarının içinde, Filistinlilerin dışında olmasından kay-naklandığını daha net görebiliyoruz. Türk devletininmilli sınırlarına dayalı olarak şekillenmiş sol ve devrim-cilik algısının, bugün hala bunlar adına hareket edenleriönemli oranda yönettiğini biliyoruz.

Ama devrimci-sosyalist hareketin ana akımlarıiçinde, bu kodlardan çok gerilerde bırakan, Rojava' dakienternasyonalist görevlerinin peşinden gidenler de var.MLKP militanı Serkan Tosun, Rojava'da PYD saflarındasavaşırken ölümsüzleşti. Belki yüzlerce özgürlük savaş-çısının, halkın şehit düştüğü bir direnişte, tek bir kişinedir ki denebilir. Bir yanıyla haklıdır da. Ama o tek kişi,unutulmuş, yosun tutmuş bir ruha can veren, halkın des-tansı direnişi karşısında bezginliğin pençesinde kaybo-lanları devrime ve yaşama çağıran iradenin adıysa,50

Yüreğimiz Filistin için atıyordu da bugün neden Rojavaiçin atmıyor? Bu soruyu sorma cesareti gösterilirse

çelişki aşılır. Ama sorunun cevabı basit değildir.Türkiye devrimci, sol hareketinin tarihsel kodlarıve buradaki sorunlarla yüzleşmesi anlamına gelir

51

anlam değişir. Yani nasıl, Rojava sadece Rojava değilse,Serkan Tosun da sadece Serkan Tosun değildir. Herulustan, kesimden bütün Türkiyeli devrimcilere ve Tür-kiye halklarına yapılmış bir çağrıdır Serkan'ın şehadeti.Şovenizm ve milliyetçi sınırlarla iğdiş olmuş bilinçleriuyaran, son 50 yılda oluşan ezberi bozan devrimci birçıkıştır. Hatırlayın ve harekete geçin çağrısıdır.

Hatırlayın; İspanya'da faşizme karşı onlarca ulustan,on binlerce savaşçı İspanyol halkları için döğüştü. Bayrakedindiğiniz Arjantinli Che, Latin Amerika devrimi için,Küba'da savaşıp, Bolivya'da şehit düştü. Vietnam halkı-nın özgürlüğü için bütün dünyada halklar, devrimcilerayağa kalktı. Filistin toprağına Türkiyeli devrimcilerinkanı karıştı... Evet hatırlanacak çok şey var. Ama hatır-lamak bir ruhu yaşamaya ve yaşatmaya yetmez. Eğerbugün Rojava için harekete geçmiyorsanız, dün öğren-diklerinizi ve hatırladıklarınızı da unutun! İşte tek bir en-ternasyonal devrimcinin şehadeti, Rojava devrimindenuzak durarak gerçeklerden kaçacağını sananlara bunusöylemiştir.

Artık Rojava ortak geleceğimizin kavşağı ve yeni,özgür, insanca yaşam isteyenlerin ortak devrimci yur-

dudur. Ve devrimciler için yürek ferahlığıyla farklı birpartinin bayrağı altında savaşmak, farklı bir vatan içinölmek demektir. Kürt özgürlüğü için savaşan Türkler,Lazlar, Çerkesler, Araplar ve daha nice ulustan, ulus üstübir dünya yaratmaya kendini adayanlar çoğaldıkça,çoğul ama birlikte bir yaşam kurulacaktır. İşte Rojavaböyle bir yeni yaşamın parolasıdır...

Devrimin nabzının attığı her yer devrimcinin vata-nıdır.

AKP K. Kürdistan’da süren çözüm sürecini Rojavadevrimini boğma planlarının tutup tutmamasına bağ-lamıştır.

Ulusal sorunun çözümünde sosyalist şartlar yoksaemperyalist şartlara hizmet eder ezberini aşamayan sol.

Rojava’da aslında Lenin’in yıllar önce söylediği devletolmayan devleti arıyor halk.

Filistin, İspanya, Vietnam, Küba….Türkiye devrimci-sosyalist hareketinin çarpık anti-

emperyalizmi. ABD’ye karşı Rusya-Çin blokunun safınadüşmeyi sorun etmeyen bir devrimcilik baştan sakat-lanmıştır. Sosyal şovenizm, sosyal emperyalizme götü-rür.

İçindekiler İçin Tıklayınız

Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler dünyanın her-hangi bir coğrafyasında yaşananlardan daha fazladünya gündemini meşgul etmektedir. Son yıllarda ya-şanan gelişmelere ‘Arap Baharı’ adı verildi. Bu geliş-melerin nedenleri, açığa çıkarttıkları ve gelecektehangi mecralara akacağı yönünde birçok değerlen-dirme yapıldı, yapılıyor. Herkes kendi cephesinden ya-şananları değerlendirip ona göre politika, duruş veyaklaşım belirlemeye çalışıyor. Herkesin durduğu yer-den olayları değerlendirmesi anlaşılır bir durumdur.Fakat bu çoklu yorum sadece durulan yerden bak-makla açıklanamaz. Gelişmelerin dolayısıyla sorunla-

rın çokluk karakterinden kaynaklandığını da görmekgerekir. ‘Arap Baharı’ denilen süreci başlatanın Batı ol-duğu ve Batı’nın çıkarları doğrultusunda işleyen birsüreç olmasından tutalım sorunun kaynağının kim vene olduğuna, sürecin nereye evirileceğine yönelik de-ğerlendirmelerin hepsinde bazı gerçekler ortaya ko-nulmakta fakat bütün bunlar yaşananların sadece birkısmını dile getirmekte, bütününü değil.

Gelişmelere ‘Arap Baharı’ adının verilmesini eleş-tirmekle işe başlamak gerekiyor. ‘Arap Baharı’ tespitibütünü parçalamaktır. Arap ülkelerinde açığa çıkangelişmeleri diğer gelişme ve direnişlerden koparmak,onların etkisini yok saymak anlamına gelmektedir. Bu,Ortadoğu toplumlarının kendilerine dayatılanlara

karşı, geleneksel direniş biçimleri olarak toplumsalvarlıklarını bulundukları formlarda (aile, aşiret, mez-hep,tarikat vb.) dağ ve çöllere çekilme pahasına sür-dürme geleneklerini, yine bu formları önemlideğişikliklere uğratarak ideolojik, politik, eylemsel vealternatif olma gücüne ulaşmış biçimlerini-ki, bununen etkili ve güçlü örneği Kürt halkının sergilediği di-reniştir –görmemektir. Bunda ideolojik bir tutumunolduğu şüphe götürmez. Belki de ‘Arap Baharı’nın aç-mazlarının başında bu durum gelmektedir.

Bu nedenle ‘Arap Baharı’ kavramını yukarda belir-tiğim bütünselliği gözardı etmeden geleneksel ve al-ternatif direniş dışında var olan ama kesinlikleonlardan etkilenen gelişmeleri ifade etmek için, kul-lanacağım.

Tıkanıklığı, ideolojik-politik, örgütleme ve eylemboyutlarıyla irdelemek faydalı olabilir. Bu bağlamdabu yazıda öncülük sorunu irdelenmeye çalışılacak.Yine tarihsellik ve güncelik bağı kurulmamış değer-lendirmeler yeterince aydınlatıcı olmayacağı düşün-cesiyle tarihsel bazı örneklemeler kısaca da olsa yeralacaktır. Son bölümde ise; alternatif olmasından kay-naklı Rojava değerlendirilecektir.

Gelişmeleri, ‘Arap Baharı’nı da “az direnildi”, “çokdirenildi” klasik yaklaşımının ötesinde dğerlendirmekönemlidir. Bunun için tarihin Ortadoğu’ya yüklediği,genelde uygarlığa özelde ise Kapitalist Modernite’yekarşı kendisini başta tez haline getirme sonra bir anti-tez olarak eylem rolü perspektifinden değerlendirmekönemli olacaktır.

Savaş ve TaraflarıTunus’taki gelişmelerle birlikte zincirlemesine baş-

layan ve birçok Arap ülkesinde görülen yoğun kitleseleylemlilikler, hem nicelik hem de nitelik olarak tahliledilmeye değerdir. Toplumun birçok kesiminden

y Ayfer Ekin

Arap Baharının Çıkmazları

52

Arap ülkelerinde açığa çıkan gelişmeleri diğer gelişme ve

direnişlerden koparmak, onlarınetkisini yok saymak anlamına

gelmektedir

kadın, genç, yoksul, emekçi, orta sınıf, dini grup, askervb. gibilerden oluşan kitlelerin gece gündüz meydanlarıdoldurarak kendi taleplerini dile getirmeleri; özelliklegençliğin iletişim araçlarını kullanması gibi durumlarotoriter rejimlere sahip olan bu ülkelerde ilk kez etkinbir biçimde görüldü. Talepler genellikle mevcut yöne-timlerin gitmesine yönelikti. Bu talep bazı ülkelerde or-taya konan eylemlerden sonra; bazı ülkelerdeeylemlerin biçim değiştirerek çatışmalara dönüşmesisonrasında değişti. Bazı yönetimler revizyon yaptı, ba-zılarıysa halen direniyor. Olaya bu boyutuyla bakarsak,Libya ve Mısır gibi ülkelerde sorunların ortadan kalk-ması gerekiyor. Ama tam tersi şu an bu ülkelerde yaşa-nanlar ‘bahar’ın başlangıcından daha az karmaşıkdeğildir. O zaman sorunların kaynağını daha derin-lerde aramak gerekiyor.

‘Arap Baharı’nın en önemli açmazı sorunun kaynağınıdoğru tespit edememesi; daha doğrusu yaşananları doğruanlamlandıramaması, adlandıramamasıdır. Bu nedenleşu anda Ortadoğu’da yaşanan bir savaştır. Savaşın kaynağıda yapısaldır. Yaşananın savaş olduğunun anlaşılmaması‘savaşın toplumsallaştırılması’ndandır. Savaşın klasik an-lamda iki ordu-askeri güç arasındaki çatışma olması 1. ve2. Dünya savaşlarıyla aşıldı ve kitleselleştirildi. 1991 KörfezSavaşı ile birlikte Ortadoğu’da da toplumsallaştırıldı. Busavaşı, savaşan tarafların güçlü ve zayıf yönlerini çözüm-lemeden sadece ülke, olay, şahıs ve iktidardaki elit güç te-melli ele almak ve konumlanmak sadece savaşıderinleştirir. Şimdi savaşan taraflara bakalım.

Savaşın 5000 yıllık uygarlık ile uygarlık dışı kalmışgüçler arasında olduğunu görmeden, yaşanılanlar ye-terince anlaşılamaz. Uygarlığın en son temsilcisi olanBatı Modernitesi’nin kendi arasındaki hegemonya sa-vaşının yoğunlaştığı alanın Ortadoğu olması ayrı birgerçekliktir. Yine Avrupa uygarlığının yaratımı olan vehegemon güçlerin çıkarları doğrultusunda oluşturulanve dayatılan ulus-devletlerin küreselleşme önündeengel teşkil etmesinden kaynaklı aşılma veya reformaedilme ihtiyacından doğan küresel güçlerle ulus-dev-letler arasındaki çelişkiler savaşın başka bir boyutunuoluşturmaktadır. Batının kendisini bölgeye taşırmakamacıyla oluşturduğu bir avuç işbirlikçi-komprador vebürokrasiyle, geleneksel toplumun çatışması ise sosyalbunalım ve çatışmanın kaynağıdır. Bölgenin binlerceyıl kendisine yeten ekonomisinin son elli yılda yok edil-mesi ise ekonomik ve çevre tarzında iç içe olan Orta-doğu’nun iki temel kültürü, Kapitalist Modernite’nintemel unsurlarıyla( finans-kapital, ulus-devlet, endüs-triyalizm) savaş halindedir. Varlıkları tehlike altındaolan dinler, mezhepler, tarikatlar, varlığını sürdürmekiçin savaşın içinde yer almaktalar. Savaşın içinde en azfark edilen kesim ise kadınlardır. Hemen hemen bütüntoplumsal hareketlerde fırsat buldukça kendisini ifade

eden kadın, kendisine dayatılan 5000 yıllık gelenekselyaklaşım ile Batı’nın dayatmaları arasında sıkışmaktave tarihi çıkışını aramaktadır.

Yürürlükte olan savaşın silahlı boyutu çok sınırlıdır.Dayatılan savaş toplumun bütün gözeneklerindedir.Dolayısıyla Ortadoğu kazanacaksa –ki, kazanan sadeceOrtadoğu olmayacaktır, bütün coğrafyalara da kazan-mayı getirecek- bütünlüklü bir tahlil ve duruş gerekli-dir. Anti-kapitalist olmak yetmemekte, bunun için degüçlü bir öncülük, kapsamlı bir tahlil, süreklileşen bireylem hattı tıkanıklığın aşılması için ön şart gibi dur-maktadır.

Arap Baharında Öncülük SorunlarıArap Baharı’nın öncülük sorununu irdelemeye zihniyet

yapısıyla başlayabiliriz. Doğru bir zihni duruş gerçekleş-meden girişilen her türlü örgütlenme, eylem, karşı durulangüce hizmet edecektir. Batı uygarlığı, İngiltere’nin hegemo-nik çıkarları için Ortadoğu’ya girdiği günden bu günekadar bu gelişmeye karşı iki tutum belirginlik kazanmıştır.Birincisi kaba redci ve kendisini sağ-sol biçiminde açığa çı-karmıştır. Sağdan pan-islamizm, ümmetçilik, İslami dev-rim adıyla kendini gösterirken, solda ise komünizm vb.söylemlere büründürmüştür. İkinci tutum ise her şeyiolumlayan, onu taklitle kopyalayan, uzlaşma ve işbirliğiniesas alan tutumdur. Bu da kendisini ulus-devletini kurmakiçin girişilen Pan-Türkizm, Pan-Arabizm, askeri ve sivil bü-rokrasi oluşturma, akdemi, sanat ve yaşam tarzını taklit,burjuva sınıfını geliştirme tarzında açığa vurmuştur. Gü-nümüz sorunları bunlardan bağımsız ele alınamaz.‘Batıdangelen her şey kötüdür, reddedilmesi gerekir’ yaklaşımı kar-şıtlık olmadığı gibi gerçekçi de değildir. Her şeyi olumlayıptaklit etmek ise kendini inkârdır ki, bunun üzerinden dedoğru inşalar gerçekleşemez. O zaman yapılması gerekenve Arap Baharı öncülerinin yapmadığı zihniyeti oryantalistyaklaşımlardan arındırma ve oryantalist olmayan bir zih-niyet yapısına ulaşmaktır.

Osmanlı İmparatorluğu yıkıldığında yerine kurulanlaik Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün özellikleri, Av-rupa’dan alınmıştır ve toplumsal yapısına terstir. Milli-yetçilik, ulus-devletin inşası için temel olmuştur.Kapitalist hegemonyanın yerli işbirlikçiliği temelindeekonomik düzenleme yapılmış, hatta devlet eliyle sınıfyaratma, homojen ulus vatandaşlığı için toplumlasavaş, asimilasyon v.b yöntemlerin hepsi uygulanmış,uygulanmaktadır.Yine İran İslam devrimi Batı karşıtıolduğu iddiasını ortaya atmış, milliyetçiliğini dinciliklebütünleştirmiş, o da T.C. gibi Batı’nın tüm argüman veyöntemlerini kullanmıştır. Benzer bir değerlendirmeAraplar açısından da yapılabilir. Müslüman kardeşler-den El-Kaide’ye kadar,bütün karşıt duruş gibi görünenyapılar kendilerini Batı tezleriyle yapılandırmaktadırlarve yine en radikalinden en liberaline kadar bütün bu53

54

kesimler Batı’yla uzlaşma arayışı içindedirler. Mısır’dakison Müslüman kardeşler olayını bir de bu temelde elealabiliriz. Burada görünmeyen şey ise Ortadoğu’nungeleneğinden kaynaklı reddettiği, içinde barındırma-dığı kapitalist unsurların İslamiyet ve ulus-devleti kul-lanarak kendisine meşruiyet kazandırdığıdır. ‘Abdestaldırılmış kapitalizm’(1)artık dışsal değil, içseldir fakatçarpıktır. O nedenle de Arap Baharı ‘İslam cilalı mo-dernizm arayışı’ ekseninden çıkmadan başarılı olamaz.

Ortadoğu, iktidara ve hegemonya’ya yabancı değil-dir. Aksine bunların doğuş ve gelişme yatağıdır. Ancaktoplumun büyük bir kısmı bu hegemonik ilişkiler ağıiçerisinde yer almamıştır. Ulus-devlet bu anlamıylafarklı bir iktidar biçimidir. Bir grup bürokrat ve bazı ai-leler dışında ulus-devlet kimsenin yararına değildir.Ulus-devlet yaratma düşüncesi veya var olan ulus-dev-leti koruma kavgası Araplara ‘bahar’ getirmiyor. İsrail-Filistin ulus-devletini yaratma kavgası en ağır ve kanlısonuçlarıyla halen bir sorundur. Bu düşünce ve öncü-lük geleneği, birlikte yaşama geleneğini dinler üstü bir-liği zedeliyor. İsrail-Filistin çatışmasının bu kadartahripkâr olmasının nedeni dini ayrılık, Yahudi-Müs-lüman ayrılığı değil (bu durumun etkisi çok azdır)ulus-devlet yaratma amaçlı milliyetçiliktir. Milliyetçilikulus- devlet oluşturmak için yaratılan ideolojidir ve Batıkaynaklıdır. ‘Bahar’ın öncülüğünün açmazı, bu ideo-lojiyle arasındaki bağla yakından ilintilidir.

Ulus-devletin Ortadoğu’daki bu biçimi, -Avru-pa’daki biçimi AB projesi ile kısmen çözüldü- küreselgüçler için de bir sorundur. Ulus-devletlerin Orta-doğu’da oluşumunun dıştan dayatılması, baştan itiba-ren Batı’nın çıkarlarının aracı olarak şekillenmesi,yabancılaşma ve sosyal bunalımların nedeni olmuştur.Buna finans kapitalizmin yaşadığı kriz ve ulus-devlet-lerin küreselleşmenin önünde engel olmaya başlamasıda eklenince, içerdeki toplumsal muhalefet ve dış mü-dahalelerin ortak noktaları artıyor. Bu nedenle de Irakulus-devletine yapılan dış müdahale hem iç dinamiklerhem dış dinamikler açısından bir zorunluluk gibi gö-rüldü. Mısır, Libya, Suriye ulus-devletlerine müdaha-leler de böyle değerlendirilmiştir. Ancak durumun hiçde sanıldığı gibi olmadığı kısa sürede ortaya çıkmıştır.

Çünkü bu müdahaleler ulus-devlet sorununu çözme-diği için bölgede durumlar eskisinden daha karmaşıkhale gelmiştir. Daha önce 2. Dünya Savaşı sırasındaulus-devletin yaşadığı kriz, yapılan müdahalelerle ( Av-rupa ve Ortadoğu için geliştirilen Truman doktrini veMarshall planı) belli oranda aşılmıştır. Ancak bugünmilyarlarca dolar harcanmasına rağmen çözüm üreti-lemiyor olması, sorunun yapısal olduğunu bize gösterir.Saddam, Kaddafi, Mübarek, Mursi’nin veya onlarıntemsil ettikleri etnisitenin, mezhebin, düşüncenin ege-menliğine son verildikten sonra yaşananlar göz önünegetirildiğinde, Arap Baharı’nı, şu kişinin, bu iktidarıngidişine indirgememek gerektiği görülecektir. Bu türyaklaşımlar kitleleri temel çelişkilerden uzaklaştırmak-tadır.

Ortadoğu kültürü homojen değildir ama bir bütün-sellik içindedir. Çok dilli, çok etnisiteli, çok mezhepliolmasına ve zaman zaman kendi arasında çelişki, ça-tışma yaşamasına rağmen bir arada durmayı bilmiştir.Merkezi yani İngiliz imparatorluk çıkarları doğrultu-sunda ulus-devlet yaratma projesi, devletini kuranulusları güçlendirmediği gibi zayıflatmıştır. Böl-parçalayöntemi ulus-devlet sınırlarını hep problemli kılmıştır.Aynı köyü bile ikiye bölen yapay sınırlar, halk açısındanpek bir anlam ifade etmese de devletler açısından hepproblem kaynağı olmuştur. O nedenle Kuveyt- Irak,Lübnan-Suriye vb. yapay sınırlar Arap ulusunu güç-lendirmemektedir. ‘Büyük Arap Devleti’ projesi ise buzihniyetle hayata geçirilememektedir. Her bir Arapdevletinin kendini bir dış ülkeye dayandırması ayrı birgerginlik ve çatışma nedeni olmuştur. Ulus-devlet sı-nırları içinde kalan diğer ulusal, etnik ve dini gruplarise fiziki ve kültürel katliama tabi tutulmuş ve coğraf-yanın kültüründe var olan ‘ucu acık’ toplumsal yapılarhomojenleştirilmeye çalışıldığında gerçeklikle uyuş-madığı için tekleşme de yaratılamamıştır.

Çoklu kültürel yapı, varlığını tehlike altında gördüğüiçin kendini korumanın yollarını aramaktadır. Despotikyönetimler güçlü yapıların ortaya çıkmasına izin verme-diği için bu kültürler geleneksel yapılarına daha sıkı sarıl-makta ve tutuculaşmaktadır. Geleneksel dinsel-inançsalformlar, devletleşmedikleri ya da kültürel kimliklerini ko-rudukları sürece tarih içinde olumlu bir işleve sahip ol-muşlardır.Fakat siyasi ya da radikal veya ılımlı İslam gibioryantalist-neo liberal akım ve hareketler, günümüzde çö-zümün öncüleri değil, sorunların kaynağı durumunda-dırlar. Savaşlar genel anlamda ölçüsüzlükler getirir. Ancaksavaşta ahlak ilkesi tarihin hiçbir döneminde son yıllardakikadar ihlal edilmemiştir. ‘Müslüman Müslümanı öldür-mez’ düşüncesi bu coğrafyada anlam yitimine uğramış,en acımasız yöntemler İslam adına Müslümanlara uygu-lanmaktadır. İslam Konferansı Örgütü, Arap Birliği gibi

Savaşın 5000 yıllık uygarlık ileuygarlık dışı kalmış güçler

arasında olduğunu görmeden, yaşanılanlar yeterince

anlaşılamaz

55

oluşumlar da bu uygulamalar engellemek şöyle dursunaksine ona meşruiyet kazandırmaktadır. Siyasi ve Radikalİslam ‘Kültürel İslam’a hiç kimsenin vermediği zararı ver-miştir.

‘Siyasi ve Radikal İslam’ın, modernizmin oryantalistbirimleri olduğunu, hedeflerini gerçekleştirdikten sonrahayata geçirdikleri uygulamada görebiliriz. Afganistan’ınkadim kültürü birkaç yılda dinamitlenmiştir. “Bunun so-rumlusu Taliban ve El-Kaide’dir. Onlar da Radikal İs-lam’dır” diyerek itiraz edilebilir. O zaman MüslümanKardeşlerin Mısır pratiği incelenmelidir. İktidara geldiğiandan itibaren yaptığı ilk iş, onu iktidara taşıyan Tahrirgerçeğine yönelmek olmuştur. Kıpti toplumunun, kadınve gençler başta olmak üzere taleplerini karşılamak biryana, bu kesimler Mübarek döneminden daha fazla baskıaltına alınmıştır. Burada bir parantez açarak şu belirtile-bilir: ‘Mısır’da iktidarın bu kadar sık el değiştirmesi mer-kezlerin bu ülkelerdeki iktidar ve muhalefetle olan ilişkive işbirliklerinin derinliğinden kaynaklanmaktadır. İkti-darlar merkezlerle uyumlu oldukları sürece muhalefetkontrollü bir şekilde desteklenmekte, iktidarla çelişkilerdoğduğunda ise muhalefet iktidara taşınmaktadır. Bu ör-gütler merkezlere sadece düşünsel ve siyasal olarak bağlıdeğiller, finansal olarak da bağlıdırlar. Cephetul El-Nusra,ABD’nin terör listesinin başında gelen El-Kaide’nin Suriyekoludur. El-Kaide’nin Afganistan’da ABD eliyle örgütlen-diği artık herkes tarafından bilinmekte. El-Nusra’nınyerelkaynaklardan beslenmesi pek mümkün değil; çünkütoplama bir örgüt gibi, Çeçen,Afgan veya Türklerdenoluşmaktadır. Ellerinde bulunan silahların Katar Körfezülkeleri vb.’den Türkiye üzerinden aktarıldığı artık gizle-nemiyor. Silah gönderen ülkeler ve aracı ülkelerin mer-kezlerle olan ilişkisi göz önüne alındığında ve Türkiye’deyapılan toplantılara katılanların İngiliz pasaportu taşıdığıdikkate alındığında, aslında hep sözü edilen ‘Batı karşıt-lığının’ pek bir anlam ifade etmediği anlaşılacaktır. Siyasi-Radikal İslam, İslami birlik, Ümmetçilik gibi söylemlerpropaganda amaçlı kullanılan birer argümandan öte birşey değildir. Yine şu anda yaşanan Şii-Sünni çatışması içinöngörülen bir çözüm de yok gibidir. Mezhep çatışmaları,üç büyük dinde de ilk oluşum anlarından itibarenyaşananiç anlaşmazlıklar sonucu ayrışma ve mezhep örgütlen-mesi şeklinde açığa çıkmıştır. Mezhep çatışması zamanzaman insanların kuyulara doldurulması, gözlerininoyulması, kılıçtan geçirilmesi gibi boyutlara da ulaşmıştır.İktidardaki mezhep diğer mezhebleri kendisine karşı birtehdit olarak algılamış, baskılamıştır. Ancak bu durumtoplum vicdanında hiçbir zaman onay görmemiş, hep la-netlenmiştir. Kerbela katliamını, Sünni-Alevi hiçbir Müs-lüman unutmamıştır. Oysa günümüzde mabetler kutsalgünlerde dahi bombalanmakta, sivil halktan günlük ola-rak onlarcasının öldürülmesi sıradanlaştırılmakta ve butopluma kanıksatılmaktadır. Bu haliyle Şii veya Sünni

mezheplerine dayalı öncülükler çözüm üretemezler.Sol örgütlerin durumu ise İslami örgütlerden daha

vahim bir içeriktedir. Reel sosyalizmin etkisiyle gelişenTKP, İKP, SKP Moskova’nın telkinleriyle ulus-devletyapılarının bir parçası haline gelmişlerdir. Batı’nın dü-şünsel uzantısı olan reel sosyalizmin bütün hastalıklarıdaha çarpık bir şekilde bu örgütler aracılığıyla bölgeyetaşırılmıştır. Emekçilerin ve halkların temel talep ve öz-lemleri hiçbir dönem güçlü bir şekilde dillendirilme-miş, bunun için gerekli örgüt ve eylemlilik gücüoluşturulamamıştır. Bu konuda tek istisna Kürt Özgür-lük Hareketi olmuştur. Ortadoğu halklarının radikalve siyasi İslam’a mahkûm olmasında bu sol adına ha-reket eden örgütlerin rolünü görüp buna göre Ortado-ğu’nun yeni demokratik solunu oluşturmak birzorunluluktur. Yine despotik yönetimler, güçlü siviltoplum örgütlerinin gelişmesine izin vermediğinden,çözüm üretecek bir sivil toplumdan da bahsedeme-mekteyiz.

Politik hareketleri anlamak için kitleleri harekete ge-çirme gücüne, ortaya koyduğu eylemlere ve bunu sü-reklileştirmesine, sonuç alıcılığına bakmak gerekiyor.Yukarıdan beri ortaya konulan öncülük ve zihniyet ya-pıları göz önüne getirildiğinde, Arap Baharı’nın sürek-lileşmesi ve doğru mecraya akmasının zor olduğugörülecektir. Bu durumda gerçekleşebilecek olasılıklarçatışmaların daha da derinleşmesi, karşıt olan gücünömrünü uzatması, akışın yönünün tersine dönerek kit-lelerin sinmesi vb. olarak sıralanabilir. En çok sorulansorular başta Tahrir meydanı olmak üzere meydanları,sokakları dolduran kimlerdir, eylemlerde bir yönlen-dirme, manipülasyon vb. var mı? Arap Baharı’nda po-litik örgütlerin etkisi göz ardı edilemez. Ancak budurum, var olan kitlelerin niteliğini ve direnişleriniifade edemez. Yukarıda sıralanan çelişki ve çatışmalarüstü örtük de olsa meydanları dolduran kitle gerçeğiniortaya koymaktadır. Kitleler katlanılamaz hale gelenyaşamları için bir çıkış yolu aramaktadırlar. Mevcut ör-gütler nitel olarak bu talepleri görecek ve doğru te-melde örgütleyecek kapasitede değildir. Olaylarbaşladıktan sonra yönlendirme ve manipülasyonlarındevreye girmesi mümkündür. Özellikle kitlelerin dire-nişinin asıl nedenlerini bilenler, bu direnişleri özündenboşaltmak için çeşitli yöntemler devreye sokabilirler.Ki bu, çeşitli düzeylerde yapılmıştır. Bu durum direni-şin önemini azaltmaz. Aksine direnişi daha da anlamlıve sonuç alıcı kılmak için yoğun bir tahlile tabi tutmayıgerektirir. Bu görev de en başta toplumun vicdanı olanaydınlara düşmektedir.

‘Arap Baharı’ kendi aydınını çıkaracaktır, Arap ba-harıyla açığa çıkan Ortadoğu’nun herhangi bir coğ-rafya olmadığı, kendisine dayatılanı kabul etmediği,etmeyeceği ve direneceği gerçeğidir. Arap Baharı bütün

56

açmazlarına, öncülük sorunlarına ve çarpıtmalara rağ-men eşit ve özgür bir yaşam arayışının özlemidir.

Üçüncü Yol RojavaHegemonik-tekelci güçler, yaşadıkları toplumsal

krizi aşmak için her türlü yol ve yöntemle yüklenirkensisteme alternatifin yükseleceği coğrafyanın Ortadoğuolduğunu da çok iyi bilmektedirler. Rojava’da yaşanan-lar bu bilme durumunu kanıtlamaktadır. Rojava’daolup bitenin Suriye sınırları içinde yaşayan bir grubun,etnisitenin iktidardan pay alma mücadelesi olmadığınıbilen tüm güçler, yaşadıkları çelişkileri bir kenara bıra-karak ortak hareket etmektedirler. Hegemonik güçler,statükoyu sürdürmek isteyen Esad rejimi ve bölgedekihemen hemen bütün ulus-devlet güçleri yine yeni top-lumu inşa edeceği iddiasında bulunan Özgür SuriyeOrdusu, El-Kaide, hatta Güney Kürdistan yönetimineden ortak bir hedef etrafında birleşebiliyorlar?Neden küçük bir coğrafya olan Rojava ekonomik, si-yasi ambargoya tabi tutuluyor? Neden coğrafyanınboşaltılması için her türlü katliam uygulanıyor?

Rojava’ da yaşananlar, yazıda irdelenmeye çalışılan‘Arap Baharı’ açmazlarının birçoğu aşılarak gerçekleş-

tirilen tez ve anti-tez niteliğindeki devrimin özelliğin-den kaynaklanmaktadır. Kürt halkının Önderliği, ha-reketi ve örgütlü kitlesiyle 40 yıldır kesintisiz, kendinisürekli yenileyen, ideolojik, politik, örgütsel ve eylemselduruşuyla kendi Kürtleri üzerinde yükselerek, Demo-kratik Modernite çağının bir ütopya olmadığını, ete-kemiğe bürünebileceğini ve uygarlıkla sorunu olantüm kesimlere kader gibi dayatılan iki yol dışında biryolun var olduğunu kanıtlıyor. Oryantalizmin dışındagelişen bu üçüncü yol milliyetçi olmayan bir ulusallık,dinci olmayan bir dinsellik, cinsiyetçi olmayan bir top-lumsallık, pozitivist olamayan bir bilimsellikle anlamlıve onurlu bir yol olduğunu tüm güçlere gösteriyor.Karşıt güçler bunu görüyor, ona göre pozisyon alıyor.Arap Baharı ile Rojava’nın bütünleşmemesi için ge-rekli her şeyi yapıyor. O zaman Arap Baharı’nda açığaçıkan gerçeklikle Rojava’ da yakalanan düzeyin en kısasürede aynı potada birleşmesi gerekiyor. Halkların ba-harı için Arap Baharı’nın Rojava’yı doğru değerlendir-mesi ve desteklemesi kadar Rojava’dan da beslenmesisadece Ortadoğu için değil, bütün coğrafyalar için eşit-lik ve özgürlük umudunun büyütülmesi anlamına ge-lecektir.

Abdullah ÖCALAN: Ortadoğu’da Uygarlık Krizive Demokratik Uygarlık Çözümü, Hawar yay.

Yararlanılan Kaynaklar

İçindekiler İçin Tıklayınız

“…bir yerde kanlı bir baş düşer, başka bir yerde iseölü gibi bembeyaz bir silüet ansızın peyda olur, düşen

başın dibinde yine ansızın bitiverir ve bir anda yokolur. Bu geceyi görebilmenin tek yolu, insanın gözleri-

nin içine, korkunç ve dehşetli bir karanlığa dönüşenbu kara geceye dolaysızca bakmaktır.” (1)

***“İskender: dile benden ne dilersen.

Diogenes: Güneşimi engelleme yeter.” (2)

3500 YIL önce antik Pers uygarlığında, yani Mezo-potamya topraklarında iyi ve kötü olan pek çok tanrıvardı. Ta ki Zerdüşt, bütün bu karmaşık karakterleriiki taneye indirgeyene kadar: Ahura Mazda isimli iyitanrı ve Ehrimen isimli kötü tanrı. Bu, düalist düşüncesisteminde sonradan ortaya çıkan kavramlar için çokgüçlü bir temel olmuştur. İyi tanrı, her şeyi bilen AhuraMazda'dır. Işığın ve düzenin tanrısıdır. Kötü tanrı Eh-rimen'dir. Kaosun, karanlığın ve yalanların tanrısıdır.Zerdüşt'ün öğretilerinde evren, iyilikle kötülüğün tan-rıları arasındaki savaş alanıdır. Dünyada yaşayan herinsan tarafını seçmelidir. Büyük Pers Kralı Darius'unhükümdarlığında, Zerdüşt'ün öğretileri Pers İmpara-torluğu'nun resmi dini haline gelir. Bu imparatorluğaİsrail toprakları da dâhildir. İyi ve kötü ile ilgili Pers-lerden gelen bu yeni fikirler, kısa zamanda Musevi me-tinlerine de girer. Sonrasında gelişen süreçte ortayaçıkan iktidar-direnme motifi kutsal kitaplarda yerinitanrı ve şeytan düalizmi şeklinde ele alır. Düalist dü-şünce yaklaşımı büyük bir coğrafyaya yayılır, iktidarıntekelinde ben-sen ayrımı kadar savaşların en temel ar-gümanı haline gelir. Bu hegemonya sürecinde kaç kül-

tür, inanç, sanat; dinsel ritüel, bilim ve yönetim deği-şim geçirdi bilinmeyen bir bilgelik meselesi halinedönüştü. Ama eski ve yeni dünya düzeninde, gerekbatı toplumunda gerek doğu toplumlarında “şeytanive kötü olanla savaş” iktidarın kimliğiyle ilgili bir me-seledir.

Şeytan ilk bu topraklarda doğmuştu. Schelling’indediği gibi: “başlangıç, kendisiyle beraber başlamışolanın yadsınışıdır.” Mitolojik ve dini bilgi sürecininince elenip sık dokunan bir kavramı olarak “şeytan”bin yıllardır katliamların temel metaforu haline geti-rildi. Her şey TEK BİR inanç, ulus, cins; ekonomi veegemenlik üzerine kurulma argümanı inşasıydı. VeŞeytan durmadan kılık değiştirdi; bir bizden bir on-lardan oldu. Coğrafya, renk, dil; sınıf, cins ve ulus ta-nımadı. Herkes herkese göre aslında şeytandı. Öyle kimasumca eşitlik talep eden her varlığın felsefesi şeytanve tanrı olma yolunda büyük bedeller ödedi! Peki, birkavramın gerçeğe dökülen eylemi yalnızca bu mudur?Irıagary’ın Nietzsche’nin deniz aşığı kitabında vurgu-ladığı sözlerle: “ Hem odur, hem de ona karşıdır."hayır"ın sonuçlarına tepkili bir engel. Ve ondan kal-dırmayı başaramadığın şeylere, onu yorumlayama-dan, bir labirentte şaşkın halde, ilk kez aynı amaseninkinden farklı bir güçle boy ölçüşüyorsun ve kay-boluyorsun.” Mitolojik, dinsel ve politik argümanıyla,Batı ve Ortadoğu toplumlarında “şeytan” kavramsal-laştırılması bir dönem ABD’nin 11 Eylül saldırısı veIrak işgaliyle bir rotasyona sahipken, ‘Arap Baharı’yla“şeytan”, Ortadoğu ve kuzey Afrika ülkelerinde yenibir boyut kazandı. Nerdeyse bütün Ortadoğu ülkele-rinde çıkar çatışmasına giren hükümet sözcüleri bir-

y Halide Türkoğlu

Ortadoğu’da Halklar Baharı ve Rojava

571- Hegel’in Dünyayı kaplayan gece anlatımı, alıntı kaynak Slovaj ZİZEK,Gıdıklanan Özne,Çev: Şamil Can, Epos Yayınları,İstanbul,2003, s:42

2- Diogenes Laertios, Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri, Çev:Candan Şentuna, YKY, İstanbul, 2003, s. VI-38.

58

birlerini şeytana hizmet etmekle suçladı. Taraflar yer-lerini belirledi. Kuşkusuz hiçbir devlet iyiye hizmet et-miyordu ancak sanıldığının aksine TEK bir şeytan dayoktu! Dış ve iç güçlerin desteğiyle aslında Ortadoğu’dahalklara yönelik bir dizayn politikası yürütülmekteolup bu şekillendirme zihniyetinin olumlu ve olumsuzsonuçlarını yaşamaktayız.

Ortadoğu gerçekliği, kimilerine göre Büyük Orta-doğu Projesi’nin krizini yaşamaktadır. Yani bir yandaemperyalist-sömürgeci güçlerin baskıcı rejim devletprofilleri ile birlikte “neo- liberal” ve “neo-muhafaza-kâr” yönetimli devlet modelleri diğer yandan halklarındemokratik toplum talepleri var. Ortadoğu’da ve KuzeyAfrika’da yaşanan isyanlar her ne kadar “Arap Baharı”diye kavramsallaştırılsa da taleplerin ve isyanların eko-nomi-politiğini ve sonuçlarını analiz etmek önemlidir.Tunus’ta bir seyyar satıcı olan, üniversite öğrenimliMuhammed Buazizi’nin kendisini yakmasıyla birlikteyönetime karşı ayaklanmayı başlatan halkın “YaseminDevrimi” diğer halklara ilham olarak 2011 yılındabüyük bir hızla Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki ülkelerehalk isyanları olarak yayılmıştır. ‘Arap Baharı’ isyanla-rının sonucunda ise, Tunus, Libya ve Mısır’da rejim de-ğişikliği ve kaoslar yaşanmıştır. Suriye’de iç savaş devamederken, İran ve Bahreyn’de baskıları artmış; diğer ül-kelerde küçük çaplı reformlara gidilmiş ya da hiçbir et-kiye cevap vermemiştir. Ortadoğu’da yaşanan herdeğişim geçmişte olduğu gibi bu gün de dünyayı etkisialtına alabilecek ve dünya düzenini değiştirecek bir güçmeselesidir. Ortadoğu ülkeleri üzerinde yaşanan bu ge-lişmelerin ‘Arap Baharı’ ile kavramsallaştırılması varolan sorunlara karşı mücadelenin ve aktörlerin tariheyabancılaştırılmasıdır. Sömürge devletlerin sömürgesiyasetlerinin Ortadoğu’da oluşturduğu ulus-devletçik-lerin yaşamış olduğu bunalımı, sıradan insanların baş-latmış olduğu halk ayaklanmasının baskı ve yoksulluğakarşı diğer kimliklerle varlık savaşını vermekte oldu-ğunu görmek gerekir. Kim, niçin, nasıl ve nerede mü-cadele vermektedir? Ortadoğu halkları üzerindeyaşanan gelişmelerin “etnik merkezde” eritilmesi, çıkarve güç odaklarının dünya düzeni üzerindeki oynadık-ları iktidar oyununun stratejik temelini oluşturmakta-dır. Halkların hareketleri ve isyanları tek kimlikte vukubulmaz, iktidar sorunu ve iktidara karşı mücadele ne-denleri hiçbir zaman tek başlı değildir. Hesaba katıl-mayan bir halktan bahsediyorsak bunun içinedemokrasi talebinde bulunanlar, yoksullar –işsizler, ka-dınlar, farklı inanç ve etnik kimlikler girebilmektedir.Düzenin içinde hiç kimse olarak sayılanlar aslında hal-kın kendisini oluşturanlardır. Ama iktidara göre birerhiç olabilmektedir.

Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da ayaklanan bu sü-reçlerin ve aktörlerin devrimsel boyutu ciddi bir pers-pektif sorunsalını da içinde barındırmaktadır.Devrimler teslim edildiğinde karşı devrime dönüşebil-mektedir. Tamamlanmamış yaşam öyküleri gibi, halk-ların arzuları kendi yok oluşlarına sahneolabilmektedir. Ayaklanmak bir özne meselesidir. Veözne nesneye dönüştüğü anda mezarında ismi kalır vesadece tarih olur, devrim olmaz! Açıkçası Arap Ba-harı’nın domino etkisini yaratan nasıl ki Tunuslu birseyyar satıcı olan Muhammed Buazizi’nin kendiniyakma eylemiyse, bu eylemden sonraki süreçte ta-mamlanmamış ve yarım bırakılmış her devrim, askerivesayetin ya da kapitalist modernite süreçlerinin birparçası konumuna dönüşebilmektedir. Ortadoğu top-lumlarının devrimsel sürecinin geçmişi ve söyleme dö-külüşü zorlu bir eylem biçiminden kaynaklanmaktadır.Eylemlerin söylemdeki tezahürü halkların devriminibelirsizleştirebilmekte ve “DÜNYAYI KAPLAYAYANGECE” paradoksunu yaşamamız endişesini yansıtabil-mektedir. Son kertede, Mısır’daki devrim süreci ve Su-riye’deki iç savaş karmaşıklığı halkların devrimsel roldestratejik üretiminin başka bir erke devretme meselesi-nin sorununu yaşamaktadır. Foucault’nun dediğigibi:"Ayaklanılıyor, bu bir olgudur; ve öznellik (büyükadamların değil, sıradan insanların öznelliği) tarihe buşekilde dahil olur ve güç verir.(3)” Arap baharı denilenya da “rahatsız olan insanların” eylemselliği bu değilmi? Bizler her renkte, kaosa ve diretene neyi diretiyoruzsokağa çıkarken, adımlarımızla hangi kelimeyi eylemekatmaktayız? Talepler Ortadoğu’da çoktan var olmuşve çok çeşitli; çünkü Ortadoğu toplumlarının tarihi de-rinlikli ve iktidarla sorunu belki de dünya toplumlarıarasında en derin yaralarını içermektedir. Sömürülme-miş ve dönüşümden geçirilmemiş hiçbir alanı yoktur.Hakikat, Ortadoğu toplumlarının en temel sorunu ha-line gelmiştir. Üzerinde oynanan gerçeklik oyunu binparça olmuş bir ayna meselesidir. Bu olay ve olgular,zaman ve mekân boyutuyla/tarihsellikle birlikte emi-nim şaşırtıcı değil ezbere verilmiş bir tarih ve sosyolojikargümanın kendisidir. Yani: “egemenlik zihniyetidir”.Ayaklanmaların ruhuna ilişkin ahlaksal ve gerçeklikanlatımıyla ilgili olarak Foucault’nun analizi söyledevam etmektedir: “ Zaten hiç kimse onlarla dayanış-mak zorunda değildir. Kimse, bu karman çorman ses-lerin başkalarından daha iyi şarkı söylediğini ve en gizlihakikati anlattığını kabullenmek zorunda değildir. On-ları, dinlemenin ve ne demek istediklerini anlamayaçalışmanın bir anlamı olması için var olmaları ve kar-şılarında da onları susturmak için can atanların olmasıyeterlidir. Bu bir ahlak sorunu mu? Belki. Gerçeklik so-

3- Foucault, Michel. "Ayaklanmak Faydasız mı?", Entelektüelin Siyasi İşlevi içinde, çev: Işık Ergüden Ayrıntı. İstanbul 2011

59

runu olduğu ise kesin. Tarihin tüm düş kırıklıkları bilebunu etkileyemecektir: Böyle sesler olduğu için insan-lık zamanının biçimi, evrim değil, tam olarak 'ta-rih'dir." (4) Ortadoğu’da domino etkisiyle baş gösterendaha fazla demokrasi talepleri ne sadece neo-liberalpolitikaların sonucudur ne de sadece bir takım insanhakları sorunsalı meselesidir. Ortadoğu üzerinde dikiştutturulamayan iktidar sorunsalıdır. Kolonyalist vePost kolonyalist dönemin çatlaklarını ve ölü bedenle-rini toplamaktayız, daha da eskiye gidersek dünya ta-rihi üzerinden iktidar mücadelesinin çıkmazlarınıyaşayan Mezopotamya kültürlerinin egemenlik inşa-sını-kaosunu görmekteyiz. Bu yönüyle Ortadoğu top-lumunda yaşanılan her ayaklanma ister kültürel, cinsel,ulusal olsun; ister siyasi, ekonomik, inanç ve çevre ha-reketi olsun her boyutuyla bu coğrafyanın tarihsel ha-kikatini yaşamaktadır. Bu “gehennanın” yanicehennemin Kudüs topraklarında görülmesi, cennetinFırat-Dicle topraklarına yansıması gibi; şeytan-tanrıdüalizminin vaat ettiği gerçekliğin tikel bir hakikat er-kini evrensele bürümesinde, tarihsel hakikatte coğraf-yanın kendisini vuku bulmasıdır. Bu zaman-mekangerçekliğinin mülkiyetinin kendisidir. Ancak her di-renmenin iktidarı var edeceği meselesini unutmadan,yaraların sarmalında direnen halkların gerçekliğiylehakikat sözcülüğü en önemli mücadele misyonunuüstlenmektedir. Evet, ayaklanılıyor, ölümü ve tutsaklığıbilerek, yani taşlanma işkencesinden geçerek şeytan-dan,-güncel haliyle terörist olma halinden- tanrı olmayolunda,-sözünü iletme noktasında- direnen odaklarolarak iktidara hizmet etmeden; Ortadoğu coğrafya-sında baharı yaşamak, direnmenin onurunu teslimalacak devrimin perspektifiyle ilgili bir mesele değilmidir? Ontolojik anlamda sonucun sebebi aşmasımümkün değil midir? Foucault’nun tarihin iktidarlarve direnenler toplamından oluşma çıkmazına karşılıkolarak yine kendisinin ele aldığı bir kavramın felsefe-siyle muhakkak, sonucun sebebi aşmayı yaşabilme-sinde direniş perspektifinin bir yöntemi olarakkullanılabilinir. Yani, hakikat sözcüsü olan halklarındirenişlerini tam da ‘Parrhesia Oyunu’nda görmek an-lamlı olacaktır. Nedir parrhesia?

Parrhesia, konuşmacının dürüstlük yoluyla hakikatlebelli bir ilişki kurduğu, tehlike yoluyla kendi hayatıylabelli bir ilişki kurduğu, eleştiri yoluyla kendisi ve ötekiinsanlarla belli bir ilişki kurduğu, özgürlük ve ödev yo-luyla da ahlaki kuralla özgül bir ilişki kurduğu bir sözeletkinlik türüdür. (5)

Foucault için parrhesia beş bileşen kavramla anla-mını bulur: açık sözlülük, hakikat, tehlike, eleştiri veödev. Parrhesia “özgürce, korkusuzca ve hakikati ko-nuşma” olarak tanımlanabilinir. Parrhesiastes hakikatisöyleyen kişidir. Öleceğini ve mahpus yatacağını bilebile ayaklanmak, doğruyu konuşmak ve iktidar olanane olduğunu söyleyebilmektir! Ortadoğu ve Kuzey Af-rika’da, halkların meydanlardaki eylemi bir parrhesi-astik edimdir. İran’da idam edilen Kürtlerinmücadeleri, Türkiye’deki KCK tutuklamaları, Gezi Di-renişi, iktidarların halklara yönelik ördüğü duvarakarşı Nusaybin Belediye başkanı Ayşe Gökhan’ın ey-lemi, Rojava Kürdistanın’da maskeli tanrılar tarafındansaldırı, tecavüze ve her türlü işkenceye maruz kalma-larına rağmen tüm bunlara direnen Kürt kadınlarıntanrıçalaşan devrimleri ve daha bir çok inkâr edilmişhalkların direnişleri ‘Parrhesiastes halkların’ oluşma-sıdır. Kapitalist Modernite’nin sömürü alanına dönü-şen Ortadoğu’da her geçen gün zalim erkler karşısındadoğru insan, halklar,“estetik ve ahlak” boyutuyla haki-kat sözcülüğünün eylemselliğiyle tikel öznelerden bü-tünleşerek yaygınlaşmaktadır.

Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerin en kritik zaman-mekânı şuan Suriye’de kendini göstermektedir. EsadRejimine karşı Özgür Suriye Ordusu ve parçalara bö-lünmüş bir yığın kendini ‘İslami’ diye çağıran silahlıçeteler ya da kesimler bulunmaktadır. Suriye Kürtle-rinin yani Rojava’da direnen Kürtlerin konum ve mis-yonları Suriye iç savaşında farklı bir statüde yeralmaktadır. Bu yalnızca Suriye konjonktüründe değilOrtadoğu ve Dünya düzeninde bir mücadele örneğiteşkil etmektedir. Esad Rejiminin anti demokratiközelliğine karşılık Suriye halklarına demokratik bir ya-şamı vaat etmeyen ÖSO ve Türkiye, ABD, Avrupa veDiğer ülkelerce desteklenen silahlı ‘İslami’ kesimleriniç savaş sonucunda emperyalist güçlere hizmet ettikleriaşikârdır. Bunu en iyi şekilde Kürtlerin “şeytana hizmetettiği” iddiasıyla kafalarının kesilmesi, Kürt kadınlarınayönelik tecavüz fetvalarında ‘İslam’ın emrine’ uygun-dur, hakkındır ve ganimetindir gibi vahşetlerin yaşan-masıdır. Sonrasında hiçbir İslam ülkesinin bu konudaaçıklama yapmayıp, İslam’a ve Hz Muhammed’in ah-lakı noktasında bunu bir hakaret olarak görmeyerekİslam ülkelerinin yaşanan bu vahşette münafık rolünüoynadığını gördük.

Esad rejimi devrilse de yerine dizayn edilecek devletrejimi emperyalist çıkarların doğrultusunda oluşacak-tır. Araplar kendi halkının tetikçisi konumunda ol-

4- Foucault, Michel. "Ayaklanmak Faydasız mı?", Entelektüelin Siyasi İşlevi içinde, Çev: Işık Ergüden Ayrıntı. İstanbul 20115- Michel Foucault, “Doğruyu Söylemek”, Çev. Kerem Eksen, Ayrıntı Yay., İstanbul, 2005, s. 17.

60

maya devam edecektir. Ama Rojava’daki gelişmeler Su-riye’nin demokratikleşmesi için tam bir profil sergiler-ken, emperyalist güçler El-Kaide ve El-Nusra çeteleriniRojava’ya kaydırdı. Hem Türkiye’nin Kürt bölgesindekiözerklikten duyduğu rahatsızlık hem de emperyalist vesömürgeci devletlerin politikalarına alternatif politikaüreten Rojava halklarının örgütlenme modelinden do-layı; bu örgütlenmenin bozulması için çeşitli oyunlarve baskılar devam etmektedir. Son kertede Rojava ör-gütlenme modeli düalist yaşam anlayışının, “şeytan”adı altında kıyımlarının son bulduğu; bugüne kadar“hiç kimse” olan ama hakikatte “herkes” olan halklarındemokratik yaşam inşası ve öz savunma örgütlenme-sini dünya gündemine taşımıştır.

Ortadoğu’da var olan ayaklanmalar halkların örgüt-lenme modeliyle amacına ulaşabilir. Diğer türlü bir ha-yalettir. “korku ve kaos” ile değişen rejimlerin iktidarsarmalında hizmetkar rolü oynar. Rojava sürecini buyönüyle okumak gerekir. Bir yanıyla Kürtlerin birliğiüzerine kurulu bir kurtuluş hareketi olması, diğer top-lumsal yapılanmasıyla her bir yapılanmasına ayrı birönem ve olmazsa olmaz koşuluyla toplumsal örgütlen-mesini kutsamasıdır. Suriye’de ÖSO ve çetelerin ya daEsad Rejiminin yanında yer almayarak, hakikat sözcü-lüğünde bir Parrhesiastes olan Rojava DevrimininHalkları, Suriye’nin demokratikleşmesini talep etmek-tedir. Suriye’nin demokratikleşme sürecine önce ken-disinden başlayarak, Rojava’daki hakların demokratikdüzlemde birleşmesini sağlamıştır. Rojava, demokra-tikleşme sürecini toplumsal-politik örgütlülüğü oluş-turan Halk Meclisleri, eğitim, sağlık; Kibbutz tarzıekonomi örgütlenmesi, kadın kurumları ve öz sa-vunma birliklerini kurarak hakikat kavgasında Suriyeve Ortadoğu’da Maskeli Tanrılara karşı PARRHESİAS-TES’İN kendisidir. Demokratik toplum inşasını böl-gede hayata geçirmiştir. Özerkliğin ilanıyla hayatın heralanında halkları göz önünde bulundurarak yürütmüşolduğu mücadele ve öz savunma kısa sürede yaygınlaş-maya başlamıştır. 7 den 70’e, kadın, çocuk ve yaşlı; Arap,Kürt, Şii ve Sünni tüm halkların örgütlenme modelindeyer aldığını mücadeleleriyle sadece bir tarih değil top-lumsal bir devrim içinde örnekleyici bir özne konu-mundadır. Rojava yani Batı Kürdistan Devrimi, dörtparçaya bölünmüş Kürdistan halklarının arasında tah-mini zor ve beklenmedik bir çıkış gerçekleştirdi. TümKürtler ve dünya kamuoyu buradaki devrimi gündem-lerine almış-almakta zorundadır. Kuzey Kürdistan’da(Türkiye Kürtleri) ve Kürdistan’ın diğer parçalarındadaha hızlı gerçekleşmesi gereken devrimin gündelik se-sini kendisi öncü rolü oynamıştır. Süreç içinde birtakım

sorunları yaşasa da oluşsal-toplumsal devrimin yönte-mini geliştirmiştir. Bu oluşum sürecinde Türkiye’nin de-mokratikleşmesi sorunu kendini daha belirgin halegetirmiş, öz yönetim ve öz savunmayı elinde bulundu-ran Rojava halkına apaçık savaş açan Türkiye, Türkiyedestekli El-Kaide ve El-Nusra çeteleri ve diğer kesimlerRojava Halkına yönelik saldırıya girişmişlerdir. YineGüney Kürdistan’ın ambargoda işbirlikçi konumu, Kür-distan Ulusal Kongresinin dördüncü kez ertelenişiKürtler arasındaki birlik sorununu tekrar gündemleş-tirmiştir. Geçmiş tarihimizdeyse nerdeyse bir ezbersorun haline gelen Kürtlerin birlik olamama krizi “psi-kolojik tutsaklık” durumuna dönüşmüştür. Güney Kür-distan ve KDP, sistemin yürütücüsü olan komşudevletlerle ilişkilerinde bir yandan soykırımın bürokra-tik yönetimi ile içkinleşerek, hem kurban rolünde sis-teme destekçi hem de kenarda duranların rolünebürünerek sisteme karşı ahlaki ilgisizliğini göstermiştir.Güney Kürdistan bir yönüyle psikolojik tutsağa dönüş-türülmek istenmektedir. Emperyalist ve sömürgecidevletlerin söylediklerine boyun eğmenin ödülü olarakiyi muamele görecekleri yanılgısına düşen Kürtler, ta-rihte görüldüğü gibi sıklıkla zalimlerin elinde oyuncakolmuş ve kendi felaketlerine yardım etmişlerdir. Her de-fasında ertelenmiş olan Kürdistan Ulusal Kongresi,Kürtlerin birliği kadar halkların birliğine, Ortadoğu’dademokratikleşme sorununun aşılması noktasındaönemli bir misyona ve geleceğe sahiptir. OrtadoğuHalklar baharı Kürdistan birliği, öz yönetim ve öz sa-vunma politikalarıyla vuku bulacaktır.

‘Dünyayı kaplayan gece’ye karşı hakikat sözcüsüolan halkların devrim perspektifi demokratik ulus vedemokratik konfederalizmle sağlanabileceği inancın-dayım. Abdullah Öcalan’ın Kapitalist Moderniteyekarşı yarım kalmış devrimlerin bütünsel inşa sürecinegirebilmesi için Ortadoğu buhranından çıkış olarakönerdiği model hiç kuşkusuz tarihsel arka planı olanbu coğrafyanın öznelerini betimleyen bir gerçeklik ta-şımaktadır. Demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçüparadigmanın felsefesiyle işlenmiş demokratik ulus vedemokratik konfederalizm çözümlemeleri, bin yıllardırbu toprakları sömürü nesnesine dönüştürülmüş, yapı-salcılığıyla gerçekliğinden koparılmış Ortadoğu top-lumlarına öznenin hakikat rolünü vermektedir.Demokratik ulusal birlik projesi, “demokratik moder-nitenin, demokratik ulus zihniyeti ve demokratik özerkyapılanması, bu kaotik durumdan çıkışın en uyguneşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik modelidir, yeni pa-radigmasıdır. Herkese ve her topluma kalıcı barışın vegüvenliğin yolunu gösteren bir modeldir.”(6) Bu model

6.Öcalan, Abdullah , Kürt Ulusu ve Demokratik Ulus Çözümü

tarihsel özne itibariyle günceli barındıran tüm sorun-sallıklarıyla insanın KAPİTALİST MODERNİTE’YEkarşı DEMOKRATİK MODERNİTE’NİN yani de-mokratik toplum inşasının tamamlanmaya çalışılandevrim sürecidir. Demokratik toplum inşası, var olangerçekliğin vücuda büründüğü toplum inşasıdır. Ta-leplerin ses veya şiddet sonrası perdelenen bir gerçeklikolmadığı her yönüyle mücadelenin emek inşasıdır.“Dünyayı kaplayan gecenin” yani “Kapitalist Moder-nitenin” kendisine karşı “Demokratik Modernite”, ra-dikal demokrasi anlamında çokluğun alternatifidir.

Ortadoğu halkların baharına, devrimsel sürecin ta-mamlanma ve halkların özne statüsüne en uygun düşe-cek mücadele yöntemi bugün Suriye’de yaşanmaktadır.

Yani, Kürdistanın Rojavasında! Kimliğiyle, doğasıyla,kadın –cins mücadelesiyle, ana-dilinin isyanıyla; şeytanilan edilmesine inat, Güneş’ine dolaysızca ulaşma isten-ciyle, düşen kanlı başların yanında, korkusuzca mücadeleeden, bir hakikat devrimcisi olarak Kürtler, Ortado-ğu’nun Büyük İskender’lerine karşı devrimlerinde özgür,demokratik, etik ve estetik değerlerle, toprağa ve güneşe,başta kadına ve insanlığa hakikatini teslim edecektir.Çünkü Rojava Devrimi her yönüyle çok boyutlu bir dev-rimdir. Binlerce yıl sömürüye tabi tutulan doğa, cins,kimlik ve inançların devrimleşmesinin kendisidir. RojavaDevrimi ‘Arap Baharı’ değildir, tüm kadınların, ötekilerin;hiç kimse sayılanların, inkâr edilenlerin yani halklarındevrimidir.

61

İçindekiler İçin Tıklayınız

y Hatip Dicle

Rojava Devrimi’nin Politik Tarihi Üzerine

62

19. ve 20. Yüzyıl, Ortadoğu’nun kadim halkları olanKürtler açısından, başta İngiltere olmak üzere Batılı em-peryalist güçlerle, Ortadoğu’nun sömürgeci odaklarınınidam fermanları altında geçen kanlı ve karanlık ölüm-kalım yıllarıydı. Özellikle 1. Dünya savaşı sürerkenMayıs 1916’da Skyes-Picot anlaşması, İngiliz temsilcisiMark Sykes ve Fransız temsilci François Georges-Picottarafından , ‘hasta adam’ olarak nitelenen Osmanlı İm-paratorluğu’nun esas olarak İngiltere ve Fransa arasındapay edilmesini öngören gizli anlaşma ve aynı zamandaKürtler için düşünülmüş ‘ölüm kefeni’ niteliğindeydi.Bu mutabakatla, dönemin ilahları, Kürtlerin bin yıllardırüzerinde yaşadıkları Kürdistan topraklarının,1639’dansonra ikinci kez bölünüp parçalanmasına karar vermiş-lerdi. Bu dönemdeki tarihin seyrine göre, defalarca göz-den geçirilen bu anlaşma,1920 Kahire Konferansı venihayet 24 Temmuz Lozan antlaşması ile Kürdistandörde bölünmüştür.

Kuzey Kürdistan, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkın-tıları üzerinde inşa edilen modern Türkiye ulus-devle-tinin hâkimiyetine verilmiş, ancak anlaşmada; Türkiyenüfusunun üçte birini ve neredeyse tüm Kürtlerin ya-rısını oluşturan Kuzey Kürtleri’nin adı bile geçmediğigibi hiçbir ulusal hakkı güvence altına alınmamıştır. Öz-cesi Kürtler, Türk ulus-devletine yenilip yutulmak üzerepeşkeş çekilmiştir. Geriye kalan Kürdistan toprakları,

İngiltere ve Fransa arasında paylaştırılırken; 1639 Kasr-ı Şirin antlaşması ile İran’a terkedilen Doğu Kürdistan’labirlikte, Kürt halkının iradesi dışında Kürdistan’ın dördebölünmesi, bu şekilde kesinleştirilmiştir. Güney Kürdis-tan olarak adlandırdığımız, Osmanlı’nın Musul vilayetiİngiliz yönetimindeki Irak’ın; Bağdat demiryolununGüneyinde kalan (Kürtlerin deyimiyle binxet), BatıKürdistan (Rojava) bölgesi ise Fransız mandasındakiSuriye’nin kontrolüne verilmiştir.

Hiç şüphesiz ki bu durum, o yılların moda deyimiyleWihlson prensiplerinin, yani ‘ulusların kendi kaderinitayin hakkı”nın açık bir ihlaliydi. Kürtler bu milli zulmüasla kabul etmediler. İnkâr, isyan ve sömürgeci-hege-monik güçlerin kanlı bastırmaları, Kürdistan’ın her par-çasında, 20. Yüzyıl boyunca Kürtlerin makûs kaderioldu. Ancak yer yer gerçekleştirilen fiziki soykırıma veesas olarak ulus-devlet ideolojinin tekçilik ilkesindenharekete, yüzyıl boyunca inatla sürdürülen kültürel soy-kırıma rağmen, 21. Yüzyıl’da Kürtler, geçen yüzyıldakendilerine biçilen ölü kefenlerini yırtarak girdiler. Artıkhiçbir güç, Kürtlere inkâr, imha ve asimilasyonu daya-tarak sonuç alamaz. Çünkü artık Kuzeyi, Güneyi, Doğuve Batısıyla tüm Kürdistan’da köle yaşamayı reddeden,haklarının bilincinde; Özgür birey ve demokratik top-lum şiarıyla kendi kendini yönetme iradesi kesinleşmiş,bir Kürt halk gerçekliği var. Çünkü artık 19. ve 20. Yüz-yılın hegemonyacı zihniyetini doğru çözümleyerek, sa-dece halkına değil, tüm Ortadoğu halklarına doğrupolitik rotayı gösteren, örgütlü siyasi öncü ve önderliğivardır.

Zira eğer Ortadoğu’da her bölünmüş halk parçasıyalnız kendi başında birleşik bir ulus ve vatan kavgasınagirişirse, o zaman bölgemiz boydan boya bir savaş ala-nına dönmüş olur. Coğrafi, sosyolojik ve dini farklılık-larla daha da bölünerek, içinden çıkılmaz bir kargaşadurumu yaşanacaktır. Zaten bu tarz birleşik ulus ve

Ortadoğu’da her bölünmüş halk parçası yalnız kendi başında birleşikbir ulus ve vatan kavgasına girişirse,

o zaman bölgemiz boydan boya birsavaş alanına dönmüş olur

63

vatan anlayışları, milliyetçilikten kaynaklanmış olup, ta-rihin en kanlı iki yüzyılının,19. ve 20. Yüzyılın savaşlarınayol açmışlardır. Bu kanlı dönemden en büyük zararıgören halklardan biri olarak Kürt halkının köklü ders çı-kardığı şüphesizdir. Bu nedenle, milliyetçilik yöntemiyleOrtadoğu’da çatışmaları körüklemenin,21. Yüzyılda baş-layan başta savaşlar, katliamlar ve jenositlerle dolu geçe-ceğinin bilincindedir. Kürt halkı bu tarzı reddetmektedir.Bu tarz ne yurtseverlikle, ne enternasyonalizmle, ne dehümanizmle bağdaşır. Doğru olan, Ortadoğu’nun mev-cut siyasi sınırlarını veri olarak temel alıp, tüm ülke vedevletlerinin bütünlüğü içinde demokrasi mücadelesivererek, hak eşitliğini ve özgür birlikteliği gerçekleştir-mektir. Demokratikleşen her ülke, bir adım daha ger-çekleşen demokratik Ortadoğu’dur. Üstelik bu yanıt,çağımızın hegemonik güçlerine ve Ortadoğu’da emper-yal projelerle egemenliğini sürdürmeye çalışan güçodaklarına, halklarımızın en anlamlı karşı-yanıtı olacak-tır. Tarihin Kürtlere olanaklı kıldığı eşsiz rol, her parçanındemokratik çözüm yoluyla, bulunduğu ülke ve devleti,demokratik uygarlığa çekmektir. Bu yol, kanlı sınır bo-ğazlaşmalarına hiç girmeden, her parçada kazanacaklarıdemokrasi mücadelesiyle, Ortadoğu halklarının gerçekbirliğini, kardeşliğini ve özgürlüğünü sağlamada, başa-rının temel güvencesi durumundadır. Rojava’da gerçek-lik kazanan 19 Temmuz devriminin işte bu perspektifleyürüdüğüne dikkat çekerek artık Batı Kürdistanı ve Ro-java devriminin doğuş zeminini değerlendirmeye baş-layabiliriz.

Batı Kürdistan Kürdistan’ın Fransa’nın güç alanına giren Rojava (Batı

Kürdistan) bölgesi, modern Suriye devletinin kuzey böl-gelerinde yer almaktadır. Suriye’deki en verimli alanlar-dır. Tarımsal üretim, madenler ve su bakımındanzengindir. Kürtlerin Suriye’deki nüfusu 22 milyonluk Su-riye nüfusunun aşağı- yukarı yüzde 10-15’lik kısmınıteşkil eden üç milyon civarındadır. Batı Kürdistan’dagündelik hayatta yüzde doksan oranında Kürtçenin kur-manci lehçesi konuşulmaktadır. Yapay sınırlar nedeniylebölgedeki birçok Kürt’ün akrabaları sınırın öte yaka-sında, Türkiye ve Irak’ta kalmıştır. Bu nedenle Türkiyeve Suriye’nin resmi devlet sınırını teşkil eden demiryolu,Kürtler arasında Serxet (hattın üstü) ve binxet(hattın altı)olarak adlandırılır. Sadece Kürdistan’ın ve Kürt halkınıbölen değil, akrabaları da parçalayan bir yapay zulümhattı olarak algılanır. Hat boylu boyunca mayın tarlalarıbile -aradan neredeyse yüz yıllık bir zaman geçmesineve patlayan mayınlarla binlerce insanın ölümüne rağ-men- buradaki insanların sosyal, ekonomik ve hatta si-yasi ilişkilerini engelleyememiştir.

Suriye Kürtleri ağırlıklı olarak Batı Kürdistan’ın Cizre,Kobani ve Efrin bölgelerinde yaşasa da, özellikle Şam,

Halep, Humi, Hama ve Lazkiye’de de Kürtler yaşamak-tadır. Benzer şekilde Rojava Kürtleri arasında Ermeni,Süryani-Asuri, Arap ve Türkmen azınlıklar da yaşam-larını idame ettirmektedir.

Rojava Kürtlerinin çoğu, Sünni Müslümandır. Ancakbazı kaynaklar, özellikle Kurdax (Kürt dağı) Bölgesinde10 bin civarında Ezidi-Kürt topluluğunun yaşadığındansöz etmektedir.

Günümüzde Suriye’de Kürtlerin siyasi talepleri çer-çevesinde, gizli olarak örgütlenen, yani yasalar müsaitolmadığı için illegal-yasadışı siyasi faaliyetler yürüten, 16kadar Kürt siyasi partisi veya grubu bulunmaktadır.Ortak talepleri, bir eyalet sistemi çerçevesinde Kürtlerinkültürel, siyasi hakları ve Suriye içinde anayasal olaraktanınmaları üzerinde odaklanmaktadır.

Rojava; yani Kürtlerin ‘Batı Kürdistan’ı… Derik’tenEfrin’e kadar yaklaşık 700 km’lik, Kuzey Kürdistan’ı Ro-java’dan ayıran demiryolunun, hemen öte tarafındakicoğrafyanın adıdır. Başlıca 3 bölgeden oluşur:

1) Cizîrê Bölgesi: Bu bölge Dêrika Hemko, Tirbês-piyê, Girkê Legê, Amudê, Dirbêsiye, Serêkaniyê ve He-sekê kentlerinden oluşuyor. Bölgenin şu anda dörtte üçüdevrimci Kürt yönetiminin denetimindedir. Tüm kentmerkezlerinde, sivil ve askeri kurumsallaşmalar, bütü-nüyle son bir yılık süre içerisinde ve önemli hazırlıklarekseninde sağlanmış durumdadır. Bölgenin nüfusu 2milyon civarındadır.

2) Kobanî bölgesi: Bölgenin Kuzey Kürdistan’dakikarşılığı Suruç ovasıdır. Suruç ilçe merkezi, Kobanî’ye10-15 km mesafede bulunuyor. Bu bölgede Til Ebyat,Eyn İsa, Mnbec ve Cerablus yer alıyor. Bölgede beş yüzbinden fazla Kürt yaşıyor. Kent merkezi ve köylerinönemli bir kısmı Kürtlerin denetimindedir.

3) Efrin bölgesi: Bölgenin nüfusu beşyüz bin civa-rındadır. Ancak Suriye’nin diğer bölgelerinde yaşananson göçlerle birlikte nüfus şu an ikiye katlanmış durum-dadır. Nüfusun önemli bir kısmının Azaz, Cebel, Semanve İdlip’de yaşadığı biliniyor. Efrîn bölgesi tamamen dev-rimci Kürtlerin denetimindedir.

Rojava’daki bu üç Kürt bölgesi, şu andaki mevcut du-rumda birbirinden koparılmış haldedir. Ancak budurum Kürt siyasi yapılarının organik ilişkilerini engel-leyememektedir.

Nüfus yoğunluğu ve zenginlik kaynakları itibariyleCizîrê, Rojava’nın en nemli bölgesi ve kalbidir. Aynı za-manda Cizîrê bölgesi, Suriye’nin neredeyse tüm ziraatıdemektir. Buradaki Rimeyla, petrol açısından Kerkük ileaynı potansiyele sahip stratejik bir değerdir.

Bizdeki Ceylanpınar ilçesinin karşısındaki Serêka-niyê, Kürt devrim güçlerinin eline geçince, El-Kaide’ninSuriye kolu olan El-Nusra’ya, sadece Cizîrêyle Kobanîarasındaki Til-Ebyat kaldı. Til-Ebyat ve Serêkaniyê ara-sındaki 60-70 km’lik coğrafyada, Baas partisinin Kürtleri

64

bölme Stratejisi olan ‘Arap Kemeri’ politikasıyla Roja-va’ya yerleştirilen Arap köyleri bulunuyor. Til-Ebyat veKobanî arasındaki yine bir o kadar mesafedeyse Kürtköyleri bulunuyor. Kobanî birkaç açıdan Kürtlerce sem-boldür. Bir kere, Rojava devrimi 19 Temmuz 2012’de Ko-banî ’de başladı. Yine Rojava devriminin hazırlığındabüyük emeği olan ve stratejik önder olarak kabul edilenSayın Öcalan, Temmuz 1979’da Suruç’tan Kobanî ’ye ge-çerek Ortadoğu’ya açılmıştı. Ayrıca, PKK saflarında dev-rime katılan Rojvalı gençlerden, ilk şehit gerilla da, yineKobanîlidir. Kobanî’nin tüm Kürtler ve Rojava için işteböylesi bir tarihsel önemi vardır.

Kuruluşundan Günümüze Suriye Devleti ve KürtlerSuriye’deki Fransız mandası 1920 yılında ilan edildi.

1921 yılında Ankara’daki Büyük Millet Meclisi Hükü-metini tanıyarak, Ankara antlaşmasını imzalayanFransa, Almanların inşa ettiği demiryolunu, Türkiye-Su-riye sınırı olarak kabul etti.1923 yılında Cumhuriyet ilanedildikten sonra da, Türkiye- Fransa ilişkileri iyi kom-şuluk temelleri üstünde devam etti. Hatta 1925’de ŞeyhSaid öncülüğündeki Kürt ayaklanmasını bastırmakamacıyla Türk ordu birliklerinin demiryoluyla taşınarak,Şeyh Said kuvvetlerine Güneyden saldırmak için izinverdi. Bu izin, Kürt serhildanının bastırılmasında, askeriaçıdan genç Türk Cumhuriyetine, Fransa’nın verdiğibüyük bir destek anlamına gelmekteydi. Kim bilir belkide Fransa, işgal sırasında Maraş, Antep ve Urfa’da ken-disine karşı savaşan ve onu bozguna uğratan Kürtlerdenintikamını bu yolla alıyordu.

Esasen emperyalist güçler, başta İngiltere ve Fransa,Osmanlı imparatorluğuna 19. Yüzyılda başkaldıranKürt, Ermeni ve Asuri halklarına karşı hep ‘Tavşana kaç,Tazıya tut’ oyununu oynamıştır. Anlaşılan aynı oyun, 20.Yüzyılda da yürürlükteydi. Zira 1925’te Türkiye Cum-huriyeti’ne Kürt ayaklanmasını bastırmak için destekveren Fransa; 1927 yılında ise Suriye’de kurulan ve Kürtmilliyetçisi bir hareket olarak amacı Türk devletine karşısiyasi-askeri eylemlere girişmek olan Xoybun teşkilatına,Suriye’de etnik ve ulusal ayrılıkçılığı teşvik etmemek sözükarşılığında, bir ölçüde destek vermiştir. Ancak Xoybun’un çalışmaları Arap Milliyetçileri arasında ve özellikle

de Türkiye’de huzursuzluk yaratınca, bu kez Xoybunakarşı operasyon başlatılmış, kültürel faaliyetleri bile kı-sıtlanmış ve Xoybun’dan Kuzey Kürdistan- Adıyamanlıolan büyük Kürt mücahitlerinden Osman Sebri,Fransa’nın sömürgesi olan Madagaskar adasına sürgüneyollanmıştır. Diğer Xoybun yöneticileri ya Suriye içi sür-güne, ya da hapse gönderilmişlerdir. Ömrünü KuzeyKürdistan ve Rojava devrimi hayaliyle geçiren OsmanSebri’nin adını anmış iken, şanlı anısına kısaca da olsadeğinmemek, metnin konusu açısından da büyük bireksiklik hatta vefasızlık olur.

Ara söz: Osman SebriOsman Sebri, 11 Ekim 1993 günü, ‘Taxa Kurdan’ ola-

rak bilinen Şam’ın kenar mahallesinde bulunan müte-vazı evinde, hayata gözlerini yumarken, arkasındadireniş dolu bir hayat öyküsü bırakmıştı. Cumhurbaş-kanı Özal’ın 1993 Nisan ayında bir Kürt milletvekili he-yeti olarak PKK’nin o tarihlerde ilan ettiği tek yanlıateşkesi uzatması için bizi Sayın Öcalan’a göndermesişahsıma Ape Osman Sebri’yi sözü edilen evinde ziyaretetme fırsatını vermişti. Hasta yatağındaydı. Çok fazla ko-nuşabilecek bir durumda değildi. Zaten ziyaretimiz sı-rasında da ancak altı ay yaşayabilmişti. O yiğit ve fedakârinsanın bir saat de olsa yaşarken ziyaret edebilmenin,büyük onurunu hep taşıyacağım, onu unutmayacağım.

Evet, Ape Osman daha 20 yaşındayken Şeyh Said ser-hildanına katılmış, iki amcasını idam sehpasında kay-betmiş, aç-susuz günlerce Anadolu’ya giden sürgüntrenlerinde tıkalı kalmış, Xoybun teşkilatının ‘gizli pu-sulasını’ Seyit Rıza’ya ulaştırmak için, ‘binxete’ den Der-sime doğru aylarca süren zorlu bir yolculuğa çıkmış,ömrünü Rojava devriminin hayaliyle geçmişti.

1929 yılının son günlerinde sınırın diğer tarafına bin-xete ye geçen Osman Sebri, Celadet Bedirxan ile tanışırve Xoybuna katılır. 1930’da Ağrı’da başlayan isyana des-tek olmak ve Türk ordusunun dikkatini dağıtmak üzereemrindeki 38 kişilik Xoybun askeri birliğiyle,1 Temmuz1930 günü Kobanî üzeri Suruç’tan Türkiye sınırını geçerve yollarına çıkan ilk Türk Karakoluna saldırırlar. Kürtmilisler burada 5 askeri öldürüp, karakol komutanını esiralırlar. Ne var ki diğer Xoybun birlikleri hedeflerine karşısaldırıya geçmediklerinden dolayı,1 Temmuz taarruzubaşarılı olmaz. Yaz boyu Urfa ovasında saklandıktansonra yeniden Rojava’ya döner; ancak Suriye’deki Fransızyönetimi, bu taarruza misilleme olarak Xoybun üyelerinitutuklayıp Şam’a sürgün ederler. Artık Osman Sebri’ninŞam günleri başlar. Burada ilk sayısı 15 Mayıs 1932’deçıkacak olan ilk Kürtçe Latin alfabeli Hawar dergisindeyazar. Kürt aydınlanma hareketine şiir, öykü ve araştır-malarıyla katılır. Ancak Hawar’daki yazıları Fransız yö-netimini rahatsız ettiğinden,1935’te Madagaskar adasınasürgün gönderilir.

Rojava Kürtlerinin çoğu, Sünni Müslü-mandır. Ancak bazı kaynaklar, özel-

likle Kurdax (Kürt dağı) Bölgesinde 10bin civarında Ezidi-Kürt topluluğunun

yaşadığından söz etmektedir

1957 yılında ise Halep’te küçük bir evde Rojava’ nınilk Kürt partisi olan Kürdistan demokrat partisi-Suri-ye’nin (PKD-S) kurulmasına öncülük eder. PDK-S’ningenel sekreteriyken, Şam rejiminin ağır işkencelerindengeçer ve yıllarca cezaevinde kalır.

Şam’daki gecekondu evi, Kürtler açısından bir ziya-retgâh gibiydi. Onu sık sık ziyaret edenler arasında, Ab-dullah Öcalan da vardı. Bir keresinde Öcalan’a şöylesöylemişti: ‘Hayallerimizi gerçekleştiriyorsunuz, hayatı-mın hiçbir döneminde bu kadar gururlu olmadım. ArtıkKürdistan’ı özgürleştirecek bir örgüt var…’ Ape Osman’ıbir kez daha saygıyla anıyoruz. Onu anmak için açtığı-mız parantezi burada kapatarak, konumuza devam ede-lim.

İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Genel Durum2. Dünya savaşı başladığında ve Türkiye, Hitler kar-

şısında oluşan müttefik kuvvetler için gittikçe daha fazlaönem kazandığında; hem İngiltere, hem de Fransa Or-tadoğu politikalarında yeni açılımlar yapıtılar. Bu çerçe-vede Suriye ve Lübnan’a bağımsızlık sözü verildi.Türkiye’nin Cizîrê Kürt bölgesinin özerkliği konusun-daki itirazları dikkate alındı ve Hatay Türkiye’ye 1939’dageri verildi. 1943 yılında ulusal bloğun, Suriye parla-mento seçimlerini kazanmasıyla, Arap milliyetçiler 1945yılında devrim hareketini başlatınca, nihayet Fransa 1946yılı başlarında son birliklerini de Suriye’den çekti. Böylece26 yıllık Fransız manda yönetimi resmen son buldu.

1948’de Filistin’de İsrail devletinin kurulması ve ar-dından savaş çıkması, Ortadoğu’da giderek güçlenenArap milliyetçiliği ve anti-emperyalizm dalgasıyla Filistinsorununun doğuşu, tüm bu tarihsel gelişmeler, yeni Su-riye devletinin söylemini ve dış politikasını büyükoranda belirledi. Suriye’de, bu tarihten sonra parlamentohiçe sayılarak, ordu öne çıktı ve sonraki 23 yıl içindeyirmi bir askeri darbe gerçekleşerek Suriye devleti büyükbir istikrarsızlık girdabına yuvarlandı. Bu dönem darbe-cilerinden Edip El-Şişekli, homojen bir Arap-Müslümanulus-devleti yaratmak amacıyla yeni bir anayasayı yü-rürlüğe koydu. Yeni anayasayla Kürtleri, Asuri, Ermenive diğer azınlıkların kendi dillerini kullanmalarına kısıt-lamalar getirildi. Kürt tarihi ve kimliğini yasaklamak öyleuygulamalara yol açtı ki, Kürt köy ve kasabalarında ge-leneksel Kürt kıyafetlerinin giyilmesi bile yasaklandı.Kürt kültür dernekleri dahi yasadışı ilan edildi.

1950’lerin ortalarından itibaren siyasi bir retorik vepopüler bir hissiyat olarak Pan-Arabizm, tüm Orta-doğu’ya sarıldı. Suriye’de iktidardaki ulusal cephe, Baasçıunsurlarla birlikte, Cemal Abdulnasır yönetimindekiMısırla kısa süreli bir siyasi birlik kurulmasına önayakoldu ve 22 Şubat 1958’de Birleşik Arap Cumhuriyeti ilanedildi. Bu dönemde, devletin Kürtlere ayrımcılık yap-

ması ve karşı tepki olarak da Kürtlerin milli uyanışı 1957Haziran’ında ‘Partiya Demokrata Kurdistan-Suriye’(PDK-S)kurulmasıyla zirveye ulaştı. Ne var ki bu ge-lişme, hem Suriye hükümeti, hem de toplumun Arapkesimlerini, Kürtlere yönelik düşmanlığının artmasınaneden oldu. Birçok Kürt subay ordudan atıldı. Kürt si-yasetçiler tutuklandı. Kürtçe konuşmak ve Kürt müziğiçalmak dahi yasaklandı. Suriye Komünist Partisi, genelolarak bir Kürt siyasi partisi addedildiğinden dolayıbüyük baskılara uğradı. Öyle ki PDK-S, 1963 yılındaadındaki ‘Kürdistan’ kelimesini çıkarmak zorunda kaldı.Yine bu dönemdeki Suriye devlet yöneticileri,30 Kasım1960 tarihinde Amude El-Hareke bölgesindeki bir Kürtkasabasındaki sinemada 280 Kürt çocuğunun ölümün-den sorumlu olmakla suçlandı. Zira sinemayı yok edenbu yangının kasıtlı çıkarıldığına inanılmaktadır. Projek-siyon görevlilerini yangın başlamadan önce sinemayıterk ettikleri ve sinema kapılarının dışarıdan kilitlendiğide raporlara geçmiştir.

Birleşik Arap Cumhuriyeti 28 Eylül 1961’de Ürdün,Suudi Arabistan ve Suriye’nin yönetiminden küskün işçevrelerinin desteklediği sağ kanat Yarbay AbdulkerimNahalawi’nin darbesiyle yıkıldı ve Suriye tarihinde ilkdefa resmen ‘Suriye Arap Cumhuriyet’i ilan edildi. Bu,Kürtlerin Suriye içinde tanınma ve eşitlik taleplerinedoğal olarak büyük bir darbe indirdi.1962 yılında hükü-met, Cizîrê ( El- Heseke) bölgesinde Kürt topraklarınıAraplara veren ‘Toprak Reformu’nu gerçekleştirdi. Bupolitika, Kürt bölgelerini Araplaştırma projelerinin detemelini oluşturdu.

Suriye Baas partisi, 1963 yılında iktidarı ele geçirdi.1947 yılında kurulan bu parti, Sovyetlerle yakın, ilişkilergeliştiren reel sosyalizmden etkilenen bir Arap milliyet-çiliği çizgisinde, tüm Arap devletlerinin birleştirilmesiidealinin başını çekiyordu. Parti, ordu içindeki özel birliksubaylarına, özellikle de genç Alevi subaylarına dayanı-yordu. Salah Bitar ve Mİchel Eflaq gibi Şam’lı ideolog veentelektüeller, Baas partisini 1966 yılına kadar yönettiler.Ancak bu yılda bir darbeyle azledildiler. Bu darbe SalahCedid etrafında örgütlenen, Hafız Esad’ın ve Muham-med Umran’ın da dâhil olduğu, kökenleri ağırlıkla köylüorta sınıfı olan, sol eğilimli askeri ve sivil Baascılar tara-fından yapılmıştı. Ancak 16 Kasım 1970’te Hafız Esad’ınaskeri bir darbe yapması ve partinin sivil kısımlarını bu-damasıyla, yeni bir dönem başlamıştır.

Hafız Esad 1966 yılından 2000 yılına kadar ki ölü-müne kadar Suriye’yi yönetti. Suriye’nin Lazkiye bölge-sinden gelen Alevi bir askerdi. Baas partisi yönetimialtında, 1964 yılında hava kuvvetleri komutanı,1966 yı-lında savunma bakanı olmuştu.1970 yılında tüm iktidarkontrolünü aldıktan sonra, hem iç hem de dış siyasetindedikkatli ve pragmatik bir tutum benimsedi ve risklerdenkaçındı. Mezhepçilik yaptığı suçlamasını, Sünnileri ve65

66

diğerlerini Baas partisi ve devlet kurumlarına dâhil ede-rek bertaraf etti. Bir Pan-Arabist idi, otoriterlik Esad yö-netimine damgasını vurmuştu.

Suriye’de kâğıt üzerinde devletin yürütme, yasama veyargı organları birbirinden ayrıdır. Ancak pratikte, tümbu alanlardaki güç, iktidar piramidinin tepesinde topla-nan devlet başkanının elinde toplanmıştır. O devletinbaşıdır. Ayrıca silahlı kuvvetlerin en üst düzey komutanı,Baas partisinin lideri ve hükümetin idari biriminin ba-şıdır. İstediği zaman parlamentoyu feshetme yetkisinesahiptir. Baas partisi anayasal olarak Suriye’de yöneticipartidir ve parti, Suriye’deki tüm siyasal partileri kapsa-yan ilerici ulusal cepheye de komuta etmektedir.

Suriye Parlamentosu ya da Arapça’daki adıyla Meclisel-Şa’bı, bir karar alma ve siyaset geliştirme organı ol-maktan çok, danışma kurulu hüviyetindedir. Üyelerigenel, gizli, doğrudan ve eşit oyla dört yıllık dönem içinseçilir ve Parlamento başbakan tarafından seçilir. İlk par-lamento seçimleri 1973 yılında Hafız Esad tarafındandüzenlenmiştir. 1990’da üye sayısı 195’ten 250 üyeye çı-karılmıştır. Sandalyelerin üçte biri bağımsız adaylara ay-rılmıştır. Kalanı ise ilerici ulusal cephe içerisindeki 7siyasi parti için ayrılmıştır. Cephe içerisinde Baas parti-sinin çoğunluk konumu güvence altına alınmıştır. AyrıcaSuriye’de yeni siyasi partilerin kurulmasını düzenleyenherhangi bir yasa da mevcut değildir.

Anayasada Suriye vatandaşlarının, Suriyeli Arap ola-rak tanımlanmasının yanı sıra toplum, kültür, eğitim, si-yaset ve milli amaçlar tamamen Arap kimliğine vurguyapmaktadır. Anayasa etnik veya milli herhangi bir azın-lıktan bahsetmemektedir. Oysa Kürtlerin dışında Su-riye’de Yahudiler, Filistinliler, Ermeniler, Türkmenler,Çerkezler ve Asuriler yaşamaktadır. Bunlar içinde enbüyük tehdidin, Kürtlerden geldiği düşünülmektedir.Her ne kadar Hafız Esad 1976 yılında Kürt bölgelerindebir ‘Arap kemeri’ siyaseti oluşturma siyasetine son versede, Kürtler ve Kürtçe üzerindeki baskı ve engellemelersürmektedir.

Resmiyette Kürtler, Irak ve Türkiye’den gelen göç-menler olarak resmedilmektedir. Suriye’deki Kürt nüfu-sun üzerinde yaşadıkları topraklarla olan tarihi bağıinkâr edilmektedir. Resmi politikalar Kürtleri Arap Dev-leti ve Toplumu içinde asimilasyona zorlamaktadır. Su-

riye’de suni demografik değişikliklere girişilmesi ve Kürt-lerin topraklarından koparılması gibi politikalar, 1930’luyılların ortalarında başlamış ve 1962’de yeni bir aşamayasıçratılmıştır. Bu politikalar, Türkiye ve Irak’ta, Kürtlereyönelik politikalarla paralellik göstermektedir.

1962 Heseke (Cizîrê bölgesi) nüfus sayımı, RojavaKürtlerinin tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bu nüfussayımından sonra Suriye’deki Kürt nüfusunun büyük birbölümü Suriye vatandaşlığından çıkarılarak devletsiz kı-lınmıştır. Bir gecede 120-150 bin Kürt vatandaşlıktanatılmıştır. Atılan vatandaşların topraklarına ise devlet ta-rafından el konularak , ‘Toprak reformu’ adı altında Su-riyeli Araplara dağıtılmıştır. Vatandaşlıktan çıkarılanKürtler ise resmi otoritelerce ‘ecnebi’ olarak kayıt altınaalınmış ve tüm yurttaşlık haklarından mahrum edilmiş-lerdir. En kötüsü, ‘ecnebi’ bir ailede doğan çocuklar da,bu statüde olacaklardı. Bu kişiler pasaport da alamaz-lardı. Onların mülkiyet ve toprak edinme, iş kurma hak-ları yoktur. Aynı zamanda devlet desteğindenfaydalanamaz ve devlet hastanelerini kullanamazlar.Kendi arabaları olamaz. Kamu sektöründe istihdamedilmeleri yasak olan bu kişilere; doktor, mühendis veavukatlar da dâhildir. Bir büro açmaları ya da ülkeyi terketmeleri de yasaktır. Erkek ‘ecnebi’ Kürtlerle Suriye va-tandaşı kadınların evlenmesi yasaktır. Bu türden evlilik-lerden doğan çocuklara ‘mektumin’ denilmektedir. Yanigayri-meşru kabul edilmektedir. Bazı Kürtler de sırf Su-riye ordusuna alınmamak için, bizzat kendileri vatan-daşlığı kabul etmemiş ve ağır sonuçlarına da katlanmakzorunda kalmışlardır.

2007 yılı itibariyle Suriye’de 200 bin kadar Kürt ‘ec-nebi’ ve 80-100 bin kadar ‘mektumin’ kayda geçirilmiştir.Suriye hükümet kaynakları ise 1996 yılı itibariyle 67.465Kürt’ün ‘ecnebi’;75 bin Kürt’ün de ‘mektumin’ olarakkaydedildiğini belirtmektedir. Bu yaklaşımla, güya resmidüzeyde bölgedeki Kürt nüfusun çoğunluk oluşturduğugizlenmeye çalışılmaktadır.

Belirtmemiz gerekir ki ‘mektumin’ çocukların ancakaltıncı sınıfa kadar okula gitmesine izin verilmektedir.Devlet hastanelerinde tedavi görememekte, devlet dai-relerinde istihdam edilmemektedir. Suriye vatandaşlarıiçin pasaport gerektirmeyen Lübnan’a bile gitmeleri bileyasaktır. Özcesi hiçbir yasal hakları yoktur. Kimlik kart-larıyla her yerde ayrımcılığa uğramaktadırlar. Ne var kiArap uyruklular için Suriye vatandaşlığını elde etmekkolaylaştırılmıştır. Tüm bunların yanında ‘ecnebi’ ve‘mektumin’ Kürtlerin, askeri okullar, gazetecilik ve tıp fa-kültelerine kabul edildiklerini de eklemek gerekir. Kürt-lerin yoksulluğu dikkate alındığında, Kürt çocuklarınıninşaat, işportacılık gibi iş alanlarında iş aramak zorundabırakıldığı açıktır. Bu durum ise, Kürtleri yasa dışı yol-lardan ülkelerini terk etmeye zorlamaktadır.

Cizire bölgesi ya da Efrin ve Kobanî çevresindeki böl-

Kürt, Ermeni ve Asuri halklarına karşı hep ‘Tavşana kaç, Tazıya tut’

oyunu oynanmıştır. Anlaşılan aynı oyun, 20. Yüzyılda da

yürürlükteydi

67

geler de, toprak reformu ve Araplaştırma politikalarınınhedefi olmuştur. Efrin ’deki Kürt toprak sahiplerininmülkleri, devlet tarafından istimlak edilmiştir. Koba-nî’nin her iki tarafında Kürtlerin toprak ya da mülk satınalmaları ve Ceablu ile Tel-Ebyat kasabalarında iş kurma-ları engellenmiştir. Kürt kaynaklar bunun, Suriye’dekiKürt bölgelerini ve kasabalarını, Efrin ve Kobanî arası vede Kobanî ve Serêkaniyê arasında olduğu gibi, aralarındaArap çoğunluğunun sağlandığı bölgeler kurarak bölmekiçin, kasıtlı bir uygulama olduğuna inanmaktadır.

Kürdistan’ın Suriye için önemi, ekonomik değerleraçısından da geçerlidir. Cizire bölgesi başlıca pamuk vebuğday üretiminin olduğu bölgedir ve petrolün bunmasıbu stratejik kaynakların Kürtlerin hâkimiyetinde olmasıkonusunda endişeye yol açmıştır. Bundan hareketle Ri-meylan ve Qereçok petrol sanayiinde çalıştırılan Kürtler,sayıca çok düşük tutulmuş ve göç ettirilen Arap işçilereburalarda özel evler inşa edilmiştir.

Kürtleri Kürdistan’dan uzaklaştırmanın bir başkayöntemi de, Avrupa’ya yapılan insan kaçakçılığı ticare-tidir. Suriye muhaberat teşkilatı ve diğer devlet görevli-lerinin, Suriye’den Avrupa’ya Kürt insan kaçakçılığınagöz yummalarına, tamamen Suriye’yi Kürtlerden temiz-leme politikalarından kaynaklanmaktadır.

Örneğin; Ermeniler, Asuriler ve Yahudilerin özelokullarda dillerini öğrenmeleri serbest iken, Kürtlerinözel olarak Kürtçeyi öğrenmesi ya da öğretmesi bile ya-saktır. 1986’da Kürtçenin iş yerlerinde, devlet dairele-rinde, sinema ve kafelerde kullanılması kararname ileyasaklanmış; Mayıs 2000’de ise mahkeme kararı ileKürtçe video ve kaset satan tüm dükkânların kapatılma-sına karar verilmiştir.

Kültürel soykırım uygulamaları bununla yetinme-mekte, Suriye’deki Kürt yer ve bölge isimleri Araplaştı-rılmıştır. Özellikle Kürtçe olan tüm köy adlarına Arapçaisimler verilmiştir. Örnek olarak Derik-Malikiye’ye,Amude-Adaniye’ye, Serekaniye-Resulayn’a, Dirbesiye-Ghassaniye’ye çevrilmiştir. 1990’yıllarda, birçok Kürt işyerinin Arapça isim alması zorunlu hale getirilmiştir.Kitap, dergi ve her türlü Kürtçe yayın üzerine yasak uy-gulamıştır.

Suriye’deki Kürtler siyasi faaliyetlerinin yanında, kül-türel faaliyetleri nedeni ile rutin olarak tutuklanmakta-dırlar. Kürt kültürü ve tarihi üzerine yazı yazmak, bunlarıdağıtmak ve hatta okumak bile siyasi addedilmekte vetutuklanmaya neden olabilmektedir. Sorgulamalardaağır işkence yöntemlerinin sistematik tarzda uygulandı-ğını da unutmamamız gerekir.

Hafız Esad, devlet başkanlığını 30 yıllık iktidarınınardından ölünce Temmuz 2000’de İngiltere’de eğitim gör-müş doktor olan oğlu Beşar Esad’a devretti. Liberalizas-yon beklentileri oldukça yavaş yürüdü. Kürtlerin ve tümSuriye halkının siyasi özgürlükleri üzerindeki kısıtlamalar

devam etti. Irak savaşından sonra ise, İsrail-Filistin barışgörüşmelerine yönelik umutların tükenmesiyle beraber,ABD yönetiminin Suriye’ye karşı tavrı sertleşmeye baş-ladı. Suriye’nin Lübnan işgalinden söz etmeye başladılar.Mayıs 2004’te başkan Bush yönetimindeki ABD, Suri-ye’ye gıda ve ilaç dışındaki tüm ABD mallarının ihracınıve ABD’den Suriye’ye ve Suriye’ye ticari uçuşları yasakladı.

Tam da bu dönemde, Kürtlerle devlet güçleri ara-sında Rojava devrimi öncesindeki en büyük gerilim pat-ladı. 12 Mart 2004 günü öğlen saat 13.00 sularında Deyrel-Zor’dan Araplar ve Qamışlo’dan Kürtler arasında Qa-mışlo stadyumunda düzenlenen futbol maçında bir ar-bede çıktı. Saddam ve Baas yanlısı Deyr el-Zor şehrininholiganları, maçı izleyen Kürt seyircilere saldırdı. Bunufırsat bilen Suriye güvenlik kuvvetlerinin Kürt kitleye ateşaçmasıyla 7 Kürt yaşamını yitirdi. Düzinelerce si yara-landı. Bu olayın akabinde başlayan ve adeta bir öfke pat-lamasına dönüşen Kürt serhildanında Amude, Derik, ElHeseki ve Serikaniye gibi Kürt şehirlerinde ve Şam’dagösteriler düzenlendi. Buralarda polisle çıkan çatışma-ların ardından birçok hükümet binası, Qamışlo’da kiBaas partisi binası ve Hafız Esad heykelleri yıkılıp tahripedildi. Deyim yerindeyse, günümüzdeki Rojava devri-minin ayak sesleri tüm batı Kürdistan’da yankılandı vebu serhildanda birçok Kürt yaşamını yitirdi. Ertesi gün,ölen Kürtlerin cenazeleri yüz bin kadar insanın eşlik et-tiği konvoyla Qamışlo caddelerinden geçerken, polishalka yine ateş açtı ve beş protestocu Kürt de buradaşehit oldu.

Serhildanlar yaklaşık bir hafta kadar sürdü. Akabindebirçok Kürt tutuklandı ve Rojava sıkı bir yönetime tabitutuldu. Bu dönemde Kürtlerle hükümet arasında baş-layan görüşmelerde, birçok reform sözü verilmesine rağ-men hükümet sonradan hiçbir sözünde durmadı.Rojava Kürtleri Mart 2004 Serhildanı sırasında, Tür-kiye’nin de sınıra askeri yığınak yaparak Suriye devletinedestek verdiğini önemle belirtmektedirler. Zaten PKKlideri Abdullah Öcalan’ın 1998 Ekim ayında Suriye’yiterk etmesinden sonra Suriye’nin PKK ile hiçbir ilişkiyegirmeyeceği ya da faaliyetlerini kolaylaştırmayacağınıkabul ettiği Adana antlaşmasının imzalanmasıyla, Tür-kiye-Suriye ilişkileri balayı dönemine girmiş ve özellikleBeşar Esad ile başlayan sıkı ilişkiler dönemindeyse, Su-riye’de yakalanan birçok PKK militanı Türkiye’ye veril-mişti.

Rojava Devrimi’nde PKK ve Öcalan MisyonuAnkara siyasal bilgiler fakültesinde öğrenciyken, Tür-

kiye devrim meşalesini yakan 68 gençliğinin önderle-rinden etkilenerek, zihninde Kürdistan devriminin yolharitasını çizmeye başlayan Abdullah Öcalan henüz birgrup özelliğini aşmayan yoldaşlarına Ankara’dan Kür-

distan’a geri dönüşsüz yürüyüşü öneriyordu. Çünkü An-kara’nın devlet kasvetli ağır havasından kurtulmadıkçave kurutulup tarihten silinmek istenen Kürdistan halkı-nın hala yaşayan canlı damarlarına nüfuz edemedikçe,çok emek ve bedel isteyen bu uzun devrim yürüyüşü-nün menziline ulaşamayacağını biliyordu. Öylede yap-tılar. Artık Kürdistan’da Kürt halkının bağrında, onunyüreğine ve beynine yol alacak olan araçları yaratmakile meşgul idiler.

Şüphesiz ki ilk adımda, inşa edecekleri araçların enmuhteşemi olacak olan PKK’yi yaratmalıydılar. PKK,yeniden küllerinden yaratılacak olan Kürt halkının öz-gürlük mücadelesinin beyni ve yüreği olacak, halkınbeyni ve yüreğiyle bütünleşecekti. 27 Kasım 1978 deAmed’in Lice ilçesinin Fis köyünde bunu başardılar;devrimin kurmayı PKK doğmuştu… Şimdi sırada onabüyük emekler vermek, onu büyütmek yetkinleştirmekve onun etrafında mücadeleye çok gerekli olan diğerdevrim araçlarını bir kuyumcu hassasiyetiyle yaratmakvardı.

Ne var ki sömürgeci efendilerde boş durmuyordu.‘su uyur düşman uyumazdı’ onlarda Kürdistan’da diptengelen bu toplumsal dalganın sarsıntılarını hissetmeyebaşlayınca, egemenliklerini güvenceye alacak olan biraskeri darbeye ve onun hazırlayıcısı provokatör eylem-lerine başlamışlardı. 1978 yılı sonlarındaki Maraş kat-liamı, bu darbe hazırlık eylemlerinin en vahşisiydi.PKK’nin genç genel sekreteri Öcalan, büyük tehlikeyedaha o günlerde dikkat çekiyor, yaptığı siyasi analizlerüzerinden, 12 Eylül 1980 tarihinde ABD ve Nato’nunonayıyla gerçekleşecek olan faşist askeri darbeyi öngö-rüyor; halkı ve tüm devrimcileri güçlü sezgisi ve politikön görüsüyle daha 21 ay önceden uyarıyordu. 1979 yılıbaşından itibaren darbenin ayak sesleri, çeşitli siyasi ci-nayet ve diğer emareleriyle belirmeye başlamıştı. O datüm büyük devrim önderlerinin yaptığı ve peygamber-vari çıkışlarda olduğu gibi devrimin hala büyütülmeyeve titizce korunmaya muhtaç olan hücrelerini yaşatmaküzere hicrete karar veriyordu. Hicret, o tarihlerde Orta-doğu’nun devrimci merkezi olarak kabul edilen toprak-larına yapılacaktı.

“ 1979 yılı ortalarına gelindiğinde, Suruçlu EthemAkcan’a hudut çıkışının hazır olmasını söylemiştim…Urfa’da kırk günlük bir bekleyişim oldu… Sonra Ethemçıkış için tüm koşulların hazır olduğunu söyledi. Hazır-lık dediği de bir köylü dolmuşuna binmekti. Bindim.Köylüler arasında hudut köyünde indik. Akşama doğruhazırlığın ikinci adımı devreye girdi. Cehni denen kurye‘haydi!’ deyip bizi kaldırdı. Asker tel örgüyü kaldırıp‘hadi hemşerim çabuk ol’ deyip bizi geçirdiğinde, keçiadımlarıyla, Ethem’in bastığı noktalardan mayınlı tarlayıhemen geçtik. Benim dışımdakiler için günlük olan budeneyimler, benim için tarihsel ve biricikti… Ethem tek

yardımcımdı. Bir süre sonra kendimi Filistinlilerin ara-sında buldum. Dilsiz, tercümansız günlerim başlamıştı.Ethem’in fedakârlıkları olmasaydı bir hiçti çabalarım.Yeni bir toplumsallık için örgütlenmenin, ilişkilenmeninbüyük önemini, ancak bu tür deneyimleri yaşayanlar,hakkıyla bilir. Benim, bizim çıkışımızda tesadüf olmayıp,tüm kritik anların gerçekleştirmeye zorladığı tarihsel çı-kışlardan biriydi”. (5.cilt)

Sayın Öcalan’ın sözünü ettiği çıkış, Rojava’nın dev-rimci merkezlerinden Kobanî’den başlıyordu. Artık ora-dan, Lübnan’daki Filistin örgütlerine kavuşmak zordeğildi. Zira şahsımın da böyle bir deneyimi olmuştu.Darbe sonrası, 1981 yılının ocak ayında, Cizre-Nusaybinarası bir köyden kuryeler eşliğinde, Rojava’nın Derik ka-sabasına 25 arkadaşımla birlikte benzer şekilde geçmiş-tik. O dönem içinde bulunduğum ‘şivancılar’ olarakbilinen siyasi hareketin bir kadrosu olarak, Qamışlo daKürt destekçilerin evinde on beş gün kadar gizlendiktensonra, bizi almaya gelen El Fetih yöneticilerinin eşli-ğinde, Şam üzeri Lübnan’daki Filistin gerilla kamplarınaulaşmıştık. Filistinliler askeri alanda oldukça gelişmiş veileriydiler. Üzerimizde epey emekleri oldu. Ancak SayınÖcalan’ın da aşağıdaki sözleriyle dikkat çektiği gibi, ideo-lojik açıdan uçurumlar vardı.

“Filistinlilerle ilişki kurduğumuzda, Kapitalist Mo-dernite onları çoktan yozlaştırmıştı. Ama havalarındadevrimci esintilerde yok değildi. Hareketin askerileşme-sinde payları inkâr edilemez. Fakat acı olan o ki bu ilişkionların kapitalist zihniyetini kıramadı. Filistinli komu-tanlar zor bela bir araya getirdiğimiz savaş kabilemizi,geliştirmiş oldukları ücretli asker statüsünde kullanmakistiyorlardı. Tabi ki buna meydan vermedik. Devrimciruhumuzdan, direncimizden hiç taviz vermedik. Yinede alandaki somut devrimci görevlere örnek düzeydekarşılık verdik. İsrail’e yönelik özel bir hamlemiz olmadı;ancak İsrail’in Lübnan’daki Filistin güçlerine karşı ger-çekleştirdiği 1982 saldırılarından payımıza düşen, des-tansı direnişleri sonucu verdiğimiz 10 şehit oldu. Buşehitlerimizin anısı, oradaki yirmi yılımızı besleyen anakaynaktı. Asla unutulamazlar ve anıları küçümsenemez.Bundan sonra varlığımız gittikçe büyüdü. Lübnan veSuriye Kürtleriyle hemen kaynaştık. Ulus devletleringadrine uğramış, bir nevi mülteci gibi yaşamaya zorlan-mışlardı. Daha az asimilasyona uğramış, kürtlüklerinifark eden insanlardı. Kapitalizm geliştikçe işsizleşiyor-lardı. Bu nitelikleri onları hızla savaş kabilemize itiyordu.Toplu askeri eğitim, Kürt Özgürlük Hareketinde mevcutbiçimiyle ilk defa gerçekleşiyordu. Saldırılar altındaolmak, savaş deneyimini geliştiriyordu”. (5.cilt)

Sayın Öcalan’ın bura da belirttiği iki hususa özellikledikkatinizi çekmek isterim. Birincisi, İsrail’in 1982 ilk-baharında Lübnan’daki Filistin gerilla güçlerine karşıgerçekleştirdiği saldırıda, PKK gerillalarının bulunduk-

68

69

ları alanları savunarak, Filistinlilerle omuz omuza İsrailordusuyla çatışmaya girmeleri hususudur. PKK bu ça-tışmalarda 10 şehit verdi; ama başta Filistinliler, Lübnandevrimci güçleri ve o savaşa hava kuvvetleri ile aktif ka-tılan Suriye devleti ve hatta bu bloğun öncü politik gücüolan SSCB nezdine büyük bir prestij ve güven kazandı.Bu tavır, o dönemde PKK’nin Ortadoğu’nun antiemper-yalist güçlerine verdiği bir ‘güven senedi’ niteliğindeydive çok kıymetliydi. O sürecin el fetih içerisindeki canlıtanıklarından biriydim. Aslında Filistinli komutanlar,1981 yılı ortalarından itibaren, büyük bir İsrail saldırısı-nın olacağı yönündeki güçlü istihbaratlarını bizimle depaylaşmışlardı. Bu durum karşısında nasıl tavır alınacağı,o dönem kadrosu bulunduğum siyasi hareket içinde detartışılmıştı. Sonuçta iki ayrı tavır ortaya çıkmıştı. Biriaskeri olarak eğitilen kadroların Güney veya Doğu Kür-distan’a çekilmesi; ikincisi ise kadroların sivilleştirilerekAvrupa’ya gönderilmesi idi. ‘orada kalıp gerekirse sa-vaşma’ seçeneği ise çok azınlıkta kalmıştı. Merkez komi-tesi ise kararını, kadroları Avrupa’ya çekmek yönündekullanarak, aslında objektif anlamda hareketi tasfiyeyeyatırmıştı. Oysa PKK pratiği ve özgürlük mücadelesiartık doğrulamıştır ki, devrimci seçenek orada kalıp Fi-listin ve Lübnan devrimci güçleriyle omuz omuza savaş-mak ve Öcalan’ın değimiyle ‘o şehitlerimizin anısını,oradaki 20 yılımızı besleyen ana kaynağa çevirmekti’.

Aynı konu kapsamında dikkat çekmek istediğimikinci husus ise, PKK ve Öcalan’ın bu tavırla, Lübnan veSuriye Kürtlerine de büyük güven vermesiydi. Öyle kiözgürlük hareketinin prestij ve cazibesi Lübnan ve SuriyeKürtleri arasında dalga dalga yayılarak, destek ve katılımızirveye çıkarmıştı. Bu gün eğer Rojava devriminin stra-tejik öneminin Abdullah Öcalan olduğu yönündeki ger-çeklik tartışmasız bir hakikat olarak önümüzdeduruyorsa, bu bağlığın o günlere denk uzanan böylesisağlam bir temeli vardır. Nitekim cumhurbaşkanı TurgutÖzal’ın 1993 Nisan ayında, Şahsımın da içinde bulun-duğu bir gurup HEP milletvekilini Suriye’ye Sayın Öca-lan’a ateşkesin uzatılması talebi ile gönderdiği dönemde,görüşme fırsatı bulduğum Suriyeli Kürt milletvekilleri,Sayın Öcalan’a Suriye’deki Kürt halkının nasıl yüksek birdeğer verdiğini uzun uzun anlatmışlardı. Onlara göreSuriye Kürtlerinin çoğunluğunun evinde Öcalan’ın fo-

toğrafları asılıydı. Halktan bazıları genç kız ve oğullarınısavaşmak üzere PKK kamplarına, bizzat kendileri götü-rüyordu. Harekete güçleri oranında maddi destek veri-yorlardı. Sayın Öcalan’ın ise neredeyse misafir olmadığıKürt evi yok gibiydi. Her Kürt mahallesindeki toplantı-larla halka bilinç taşıyor, onları konuşturuyor. Kitlelerkarşısında hem öğretmen hem de öğrenci olmayı ustacabaşarıyordu. İşte bu büyük emeği halka verilmiş bu sar-sılmaz güveni ve sabırla gerçekleştirilen örgütleme ça-lışmalarını görmeden, 19 Temmuz Rojava devriminianlamak ve onun güçlü temellerinin bilincine varmakmümkün olamaz.

PKK’nin Kuzey Kürdistan’da doğup, 1980 sonrası Or-tadoğu’nun devrimci merkezinde varlığını büyüttüğüdönem, emperyalizme karşı reel sosyalist sistemin başınıçektiği dünya devrimci dinamiklerinin ‘bizde varız’ de-diği iki bloklu bir dünyaydı. Emperyalizm ve sömürge-ciler karşısında örgütsel varlığı güvenceye almak için,başta SSCB olmak üzere dünya devrimci dinamiklerinindesteği büyük önem arz ediyordu. Bu bilinçte olan Öca-lan, bakınız sözü edilen konuda neler söylüyordu;

“PKK, reel sosyalist sistem içinde varlık kazanan birpartidir. İdeolojik olduğu kadar politik olarak ta bu sis-temi esas almaktaydı. Başta SSCB olmak üzere, sosyalistülkelere eleştirel ve dostça yaklaştı. Kürt sorununu kapi-talist dünya hegemonyasının bir meselesi olmaktan çı-karıp, dünya sosyalist sisteminin bir parçası halinegetirmeye çalıştı. İdeolojik olan bu tavrını, 1980 sonra-sında ülke dışına çıkışla birlikte uluslararası alana yaydı.Sosyalist sistemin o dönemde temsilcisi olan SSCB ileilişki kurdu. Avrupa sosyalist partileri ile benzer ilişkilerkuruldu. Fakat dünya genelinde sisteme damgasınıvuran revizyonizmden ötürü, bu ilişkiler umulan düzeyeçıkartılamadı. Taktik, yararcı amaçların ötesine taşırıla-madı. Ancak diğer ulusal kurtuluş hareketleri gibi darmilliyetçiliğe de kaymadı. Bu sayede, 1980 sonrası Or-tadoğu’sunda İsrail ve Filistin kurtuluş örgütü (FKÖ)’densonra üçüncü dinamik güç olarak yer almayı başardı.PKK’nin 1980 sonrası üslendiği Ortadoğu’nun en sıcakbölgesini tercih etmesi, devrimci özellikleriyle bağlantı-lıdır. Devrimci mücadeleden kopmaması bakımındanbu alan stratejik role sahiptir. Zira başta Almanya olmaküzere AB ülkelerinin PKK’ye yaklaşımları-başlangıçtaolumlu yaklaşıp- dev-yol vb. gibi devrimci potansiyeliolan örgütlere uygulandığı üzere içlerine alıp yumuşakgüç yöntemleriyle asimile etmeye çalışmaktı”(5.cilt),

Nitekim dev-yol gibi Türkiye devrimci hareketininbirçok bileşeni ve o yıllarda devrimci nitelikler taşıyanbazı Kürt siyasi örgütleri Almanya, İsveç gibi Avrupa dev-letlerinin yumuşak güç yöntemleri ve var olan devrimciözleri yozlaştırılmak suretiyle tasfiye edildiler. Yoksa o yıl-larda Lübnan’daki etkinliğiyle de Suriye; İsrail ve Batı he-gemonyasına karşı bir denge unsuru olarak SSCB ve

Birçok yerde halk evleri, gençlik, kadın, dil, kültür, sanat, eğitim, mahkeme, asayiş ve meslek

örgütü gibi kurumları oluşturan Kürtler, BatıKürdistan’da ‘Demokratik Özerklik’ inşasını

kararlıkla sürdürmektedirler

70

sosyalist sisteme yakın duruyor, Filistin ve Lübnan dev-rimci güçleri ile aynı blokta olmanın esnek siyasetini sür-dürüyordu. Her ne kadar bu siyasetin gelgitleri olsa da,belli bir dengede tutulduğu da açıktı. PKK ve diğer Or-tadoğu devrimci güçlerinin değerlendirdiği de, Suriye’ninemperyalist İsrail ile olan bu çelişkilerinin yarattığı çat-laktan ustaca, ama ihtiyatla, devrim yararına faydalan-maktı. Sayın Öcalan bakınız bu konuda neler yazıyor;

“Sovyetlerle ilişkilerimizin somut yararı, belki de Su-riye’de güvenlikli kalmamdaki destekleriydi. Bu yıllardaçok sayıda Irak, Lübnan ve Filistinli örgütle görüşüp, dip-lomatik ilişkiler geliştirdik. Dostluk mesajları alıp verdik.Özellikle el fetih, Türkiye’yle ilişkilerinde konumumuzdanen çok yararlanan örgüt oldu. Suriye’deki Esat kardeşlerinyaklaşımı ise, örgütsel olmaktan ziyade kişiseldi. Çok tec-rübeliydiler. İstihbarat üzeri yaklaşımları da ustacaydı. İs-teselerdi büyük gelişmelere yol açabilirlerdi. AncakTürkiye’den çekiniyorlardı. Amaçları, üzerimizden Tür-kiye’yi dengelemekti. Bu politikalarında da başarıya ulaş-tılar. Fakat Kürt kimlik ve özgürlük hareketi de bu ilişkidentarihsel sonuçlar elde etmesini bildi”. (5.cilt)

Türkiye’deki bazı aydınlar panelistler ve hatta PKKkarşıtı Kürt siyasetçilerinin özgürlük hareketi ve lideriÖcalan’ın Suriye’yle ilişkileri hususunda çokça polemikyaptıkları biliniyor. Bunlardan biri de, 1980’li yıllardadev-yol örgütünün liderlerinde olan Taner Akçam’dır.Gazeteci Hasan Cemal, milliyet gazetesindeki köşesindebu konuyla ilgili şunları yazıyordu;

“Yıl 1982, Şam. Taner Akçam bir sohbet sırasındaÖcalan’a şöyle der; “Hafız Esat rejimi seni Türkiye’ye karşıkullanıyor”

Öcalan yanıtlar;“Ama bende onu kullanıp güçleniyorum” Taner Akçam bu sohbeti 2010 yılı Temmuz ayında

bana gönderdiği bir elektronik postada şöyle anlatmıştı;“1982 yılıydı, Şam’da Apo ile karşılıklı oturmuş, Suriyedevletinin bizden istediği şartları konuşuyorduk. Ben,bir devletin kontrolüne girmenin tehlikelerini, bizi iste-dikleri gibi kullanıp sonra limon gibi sıkacaklarınıApo’ya söylüyordum. Apo aksi kanaatteydi. ‘Bana zamanlazım’ diyordu. ‘kullanmak mesele değil, beni limon gibisıkmak istedikleri vakit, onlar için çok geç olacak’

Aradan yıllar geçti Apo kendisini belki kullandırdıama bu durum Kürt hareketini, Suriye’nin oyuncağı ol-mayacağı bir yere taşıdı”. ( Hasan Cemal-milliyet gaze-tesi-15 Ocak 2013)

Evet, yıl 1982… PKK lideri ile dev-yol liderinin di-yalogları böylesine açık ve net. Yıl 2013 Abdullah Öcalanyine PKK lideri ve hatta ‘Kürt Halk Önderi’ sıfatıyla dev-letle Kürt halkı adına ‘baş müzakereci’ olarak barış gö-rüşmeleri yürütüyor. O dönemde dev-yol lideri olup,

örgütü Almanya’ya çekerek orada tasfiyesine yol açan vesonradan Alman üniversitelerinden ‘profesör’ unvanıalan Taner Akçam ise bu gün, yalnız ve sade aydın… Bil-mem, farklı bir yoruma gerek var mı? Biz işimize devamedip PKK-Suriye devleti ilişkilerini Sayın Öcalan’ın şudeğerlendirmesi ile sonlandıralım;

“Özellikle 1990’lı yıllar sonlarında, büyük devlet teme-linde kamplaşmayı Suriye’ye taşımıştık. İktidar ile bağla-rımız daha da gelişmişti… Ne var ki Hafız EsadSuriye’sinde yaşamak büyük sorumluluk ve yetenek iste-mekteydi. Kolayca üstesinden gelinebilecek bir durum de-ğildir. İlişkinin temelinde, Türkiye üzerinden gelebilecektehdide karşı bir güvence olarak varlığımızı değerlendir-mek vardı. Suriye’nin tarihi olarak ta Kuzey komşusundanendişeleri vardı. Varlığımız her bakımdan bir sigorta gör-evi görüyordu. Bizim açımızdan ise Suriye, bölgeye açıl-manın kilit ülkesi konumundaydı. Suriye Kürtlerininkonumu, önemimizi daha da arttırıyordu. Ayrıca Kürt-lerin, iktidarın iç dengeleri üzerinde de önemli rolleri vardı.Tarihte de Kürt sürgünlerinin ilk durak yerlerindendi. De-ğerli dostlukların alanıydı. (5.cilt)

19 Temmuz Rojava Devrimi İkinci YılındaBuraya kadarki siyasi analizlerimizde gördük ki, Su-

riye ulus devleti egemenliğindeki Kürtlerin yaşadığı so-runlar, sistemin içinde eritilmekten çok, dıştalanmaktankaynaklanmaktadır. Kürtlerin ‘ecnebi’ ve ‘mektumin’ sta-tüsünde olanları ise yok hükmündedir. Türkiye-Suriyesınırında yaratılan Arap kemeri ise Batı Kürdistanı Kürt-süzleştirme ve kalanları da Araplar içinde eritmeyiamaçlamaktaydı. Bu da özünde, Türk hegemonyası ilebirlikte, her parçası üzerinde inkârcı ve imhacı rejimlerinhâkimiyetinin inşası ile aslında sorun ulusallaşma ol-maktan çıkıyor, varlığını sürdürmeye indirgeniyordu.Fiziksel imha temel yöntem olmasa da, kültürel boyutlusoykırımlar yaşanan gerçeklik oluyordu.

Üstelik bölgesel olarak Suriye, Türkiye, İran ve Irakarasındaki koordinasyon, Kürt sorunu konusunda birKürt devletinin ya da özerk bir bölgenin oluşumunu en-gellemek için, Kürdistan’ın tüm parçalarındaki Kürt Öz-gürlük Hareketlerini zayıflatmayı hedefliyordu. İşbirliğidışında, en azından bu devletlerin siyasi, ekonomik, sos-yal örgüt faaliyetlerine karşı kullandığı taktiklerde ben-zerlikler olduğu kesindir. Öte yandan Kürtler de, zamanzaman kendi siyasi ve silahlı mücadelelerine destek ka-zanmak için, bu devletler arasındaki çelişkileri kullan-maktaydı, kullanmaktadır.

Açıktır ki, bu karmaşık durumda, bir Kürt sorunun-dan çok, Kürt kör düğümünden söz etmek daha gerçek-çidir. Ve bu düğümün çözülmesiyle, özellikle tümOrtadoğu toplumlarının özgür iradeleri ile demokrasi-

71

lerini inşa etmeleri ve özgür yaşama olanağına kavuş-maları kesinlik kazanacaktır. İşte 19 Temmuz Rojavadevrimi ikinci yılını yaşarken, tüm Kürdistan ve Orta-doğu halklarına bu müjdeyi vermektedir.

Rojava’da Kürt halkı 19 Temmuz 2012 günündenbaşlayarak kendi topraklarında yönetimi ele geçirip, De-rika Hemko’dan başlayıp Qamışlo ve Serêkaniyê ye kadardevam eden Cizire bölgesi ile Efrin, Kobani ve Halep tehalk meclislerini oluşturdular. Aslında iç savaşın boyut-lanmasından sonra, Suriye ordu birlikleri Batı Kürdis-tan’ın birçok yerinden geri çekilmişlerdi. Şüphesiz ki bustratejik bir karardı. Belli ki Kürtlerle savaşarak, enerji-lerini Kürdistan’da tüketmek istemiyorlardı. Ayrıca sa-vaşta Kuzey Kürdistan’a yönelecek büyük Kürt göçü,Türkiye ve Nato’nun askeri müdahalesini getirebilirdi.Unutmayalım ki, 1991 körfez krizi sırasında ABD güç-leriyle savaş başlayınca Saddam da benzer kararı vermiştüm ordu birliklerini Güney Kürdistan’dan çekmişti. Peş-mergeler de dağdan şehirlere inerek, Kürdistan cephesiöncülüğünde yönetime el koymuşlardı.

Bu gün Rojava da halkın en üst düzeyde iradesinitemsil eden kurum, ‘Desteya Bılınt a Kurt’- ‘Kürt YüksekKonseyi’dir. 11 Temmuz 2012 tarihinde Hewler’de yapı-lan antlaşma sonucunda, Batı Kürdistan’ın en büyük si-yasi gücü olan Demokratik Birlik Partisi (PYD)’niniçinde bulunduğu batı Kürdistan halk meclisi ile SuriyeKürt ulusal meclisi kararıyla bütün Kürt partileri güçle-rini birleştirerek, Kürt yüksek konseyini ilan ettiler. 10üyeden oluşan ve 5 üyesi PYD den gelen konsey SuriyeKürtlerinin en üst siyasi iradesini temsil etmektedir. BatıKürdistan’ın dörtte üçünden fazlasında kontrolü sağla-mıştır. Dış güvenliği YPG; şehir içi güvenlik faaliyetleriniise ‘asayiş’ adı verilen zabıta birimleri sağlamaktadır.

Birçok yerde halk evleri, gençlik, kadın, dil, kültür,sanat, eğitim, mahkeme, asayiş ve meslek örgütü gibi ku-rumları oluşturan Kürtler, Batı Kürdistan’da ‘Demokra-tik Özerklik’ inşasını kararlıkla sürdürmektedirler. YPJ’deaskeri olarak örgütlenen Kürt kadınları ise ellerindeki si-lahlarla Rojava da bir kadın devrimi gerçekleştirdiklerinive Batı Kürdistan’ın geleceğini artık kendilerinin inşaedeceğini, tüm dünyaya ilan ediyorlar. Gençler ellerineÖcalan posterleri, Kesk u Sor u Zer konfederalizm, PYDve YPG bayrakları ile ‘artık yeter! Kendi topraklarımızdakendimizi yönetmek istiyoruz’ diyorlar.

Rojava da demokratik özerklik sisteminin temelayaklarından biri olan halk belediyeciliği de adım adımgeliştirilmeye çalışılıyor. Örneğin, Qamışlo halk beledi-yesi, yürütme görevini 9 kişilik bir konseyin icra ettiğimeclis tarzı örgütlenmeyi esas almıştır. Hukukçu, mü-hendis ve esnaf temsilcilerinden oluşan mecliste, baş-kanlık yerine altı ayda bir değişen ‘sözcü’ seçiliyor meclisiçinde ayrıca Ermeni, Arap ve Süryani temsilciler de bu-lunuyor. Kürtler, Arapça eğitimin yanın da Kürtçe eğitim

içinde öğretmen yetiştirmeye hız vermişler; bulunduk-ları tüm alanları eğitim ve okul alanına çeviren Kürtgençleri, eğitim materyalleri oluşturarak, her evi, köyü,kurumu birer okul haline getirip Kürtçe eğitim vermeyeçabalıyorlar.

YPG (Halk Savunma Birlikleri) genel komutanı Sip-han Hemo gazetecilere verdiği röportajda ise Rojavadevrimini şöyle anlatıyor;

“19 Temmuz devrimi sadece Rojava halkı için değil,bütün Kürdistan halkı için en önemli dönemeçtir. 34 yıl-lık bir devrim mücadelesinin mirasına sahiptir. 1980sonrası Kuzey Kürdistan’da gelişen Kürt Özgürlük Ha-reketine bir Serhildan ruhuyla katıldı Rojava halkı… Sa-dece uzaktan destek olmakla yetinmedi, bizzat katılarakomuz omuza mücadele etti. Adeta Kuzey devrimi Ro-java devrimiymiş gibi katıldı. Bu mücadelede binlerceşehit de verdi. Amed nasıl katıldıysa, Efrin de, Qamışloda öyle katıldı. PKK hareketi le birlikte ciddi bir zihniyetdevrimi de gerçekleşti. Bu anlamda, başkan Apo’nuntoplantısına katılmayan, ondan etkilenmeyen, neredeysehiçbir Rojava’lı aile yok gibidir. Suriye’deki en örgütlühalk Kürtlerdir. 19 Temmuz devrimi bir gecede olan birşey değil, 34 yıllık fedakâr bir mücadelenin mirasıdır.

YPG de, Suriye’de ki iç savaş sonrası oluşmuş bir güçdeğildir. Çok öncesine dayanıyor. 2004’te Qamışlo daKürtlere yönelik yapılan katliam, o dönemde artık Kürt-lerin sadece kültürel ve zihinsel değil, fiziksel olarak dahedeflendiğini ortaya çıkardı. Artık halkın kendi öz sa-vunma birliklerini kurmasının önemi anlaşılmıştı. 2005yılında ‘öz savunma birlikleri’ adı altında Efrin’de, Qa-mışlo, Şam ve Halep’te çok gizli hücrelerle askeri örgüt-lenmeye gittik. Bu askeri örgütlenme, 2007 de rolünümüthiş oynadı. O dönemde Rakka da Kürtlere yönelikbir saldırı oldu. O zaman bu birimler her yerde ortayaçıktı ve çok ciddi eylemlerle cevap verdi. O zaman dev-lette anladı ki, Kürtlerin gizli askeri birimleri var. Tabibunun üzerine, rejimin bize yönelik ciddi saldırıları vetutuklamaları başladı.

Şubat 2011 de daha güçlü bir askeri örgütlenme içinçalışmalara başladık. Gizli askeri savunma takımlarıoluşturduk. Efrin, Qamışlo, Kobanî ve Halep’te dört ayrıaskeri takım kurduk. 2011 yazında ise artık Rojava’daYXG (Yekineyin Xweparastina Geleri) ‘öz savunma bir-likleri’ adı altında savunma güçleri bulunduğunu resmenilan ettik. Halkımıza yapılacak her saldırıya karşılık ve-receğimizi duyurduk. O dönemde çok gizli bir yerde,Afrin’de ilk kampımızı kurduk. Üçer aylık eğitimleriniverip, daha sonra eğitimini alan her timi, farklı Kürt şe-hirlerine aktardık. Bu hamle ile 30 kişilik birlikler oluş-turduk ve sonuçta Qamışlo’da 2012 yılı Şubat ayındayapılan bir toplantı ile YPG’yi tüzüğü, programı, cezaikanunları, sancağı, felsefesi ve harekât tarzıyla resmi birgüç olarak ilan ettik.”

Evet, YPG her ne kadar PYD’nin siyasi öncülüğündekurulduysa da, bu gün Batı Kürdistan halkının en üst si-yasi iradesini temsil eden Kürt yüksek konseyine bağlıbir halk savunma gücüdür. Kürdistan topraklarında ya-şayan başta Kürt halkı olmak üzere tüm halkların gü-venliğinin teminatıdır. Şehitleri, yaşayan ve savaşankızları, oğullarıyla halkımızın da medarı iftiharıdır. YPG,Öcalan’ın stratejik talimatları doğrultusunda oluşturulanüçüncü çizgiyi temsilen bir savunma savaşı yürütmek-tedir. Rojava’ya saldırı, hükümet güçlerinden de gelse,muhalif güçlerden veya El Nusra gibi El Kaide’ye bağlıçetelerden de gelse; YPG, Rojava’nın Federe Kürdistan’aaçılan tek kapısı Semalka’yı kapatıp, devrime ambargouygulayan karşı devrimci zihniyeti de unutmayacaktır.

Bu satırların yazıldığı gün Batı Kürdistan’da geçici yö-netimi oluşturmak amacıyla, birleşimi Kürt, Arap, Sür-yani ve Çeçenlerin teşkil ettiği ‘kurucu meclisin’ inşasürecinin tamamlanarak ilan edildiğinin büyük müjdesiulaştı. Bu yeni kurumlaşma, şüphesiz ki Rojava devri-minin özgün bir aşamaya sıçraması anlamına gelmekteve tüm Kürdistan devrim şehitlerinin anısına bağlılığınsomutlaşmış ifadesi olmaktadır. Önümüzdeki süreçteRojava devrimi, ‘demokratik özerkliği’ her alanda inşaederek, modelini tüm Ortadoğu halklarına taşırmasını

da bilecektir. Son olarak, 19 Temmuz Rojava Devriminden yakla-

şık, iki yıl kadar önce Sayın Öcalan’ın Suriye Kürtleri ileilgili yaptığı aşağıdaki değerlendirmeyle konumuzu nok-talayalım.

“Suriye Kürtleri İmralı sürecini, Suriye’den 9 Ekim1998 de ki zorunlu çıkışla başlamasından ötürü, derinbir hüzün ve öfkeyle karşılamışlardı. Büyük tepki gös-terdiler. Şehitlere şehit kattılar. Bağlılıklarını asla yitirme-diler, daha da güçlendirdiler. Benim orada geçirdiğim 20yıl boyunca, en büyük maddi ve manevi destekçim ol-muşlardır. Sınırsız maddi destekler yanın da binlerceoğul ve kızlarını saflara sürerek tarihi bir rol oynadılar.Binleri aşan şehitleri oldu. Halen tüm Kürdistan’da bin-lerce savaşçı ve siyasi katılımcıyla aktif desteklerini sür-dürmektedirler. Suriye Kürtleri, Demokratik BirlikPartisi (PYD) ile rollerini başarıyla oynamaktadırlar. Bin-lerce şehit ve yüzlerce tutuklusuyla, demokratik siyasetve öz savunmacı bir tutumun seçkin örneğini sunmak-tadırlar. Suriye Kürtleri ve PYD, demokratik ulusal kon-grenin de önde gelen katılımcı güçlerinden biridir.Kürdistan’ın geneli ve Kürdistan’ın bütünlüğü içinde,bundan sonra da rollerini başarıyla yerine getireceklerikesindir.”

72

İçindekiler İçin Tıklayınız

Bu yazıya Demokratik Modernite dergisinin edi-törü ‘Arap Baharının Çıkmazları ve Çıkış Seçenekleri’başlığını önerdi. Ben değiştirdim ‘Arap Baharı – KürtBaharı’ dedim.

Şundan: Türkiye’de kimi yazılarda, hatta birkaç Al-manca gazete yazısında genel olarak Kürt siyasal hare-keti ile özel olarak Rojava (Suriye Kürdistanı) ile ArapBaharı arasında zorlama benzerlikler, paralelliklerarayan ve hatta bulanlara rastladım.

Bence benzerlik de yok, paralellik de…Arap Baharından başlayalım. 18 Aralık 2010’da

Tunus’ta genç bir işportacı, Muhammet Buazizi,Habip Burgiba rejiminin (Tunus’un Kemalizmi olarakda okuyabilirsiniz) mirası iktidarın yolsuzluk ve bas-kılarını protesto için kendini yaktı. Genç işportacınınbedeninde parlayan alevler hemen hemen bütünArap dünyasını tutuşturdu. Mısır, Libya, Cezayir,Lübnan, Ürdün, Umman, Moritanya, Sudan, Yemen,Suudi Arabistan, Fas, Irak, Cibuti, İran, Bahreyn, Su-riye gibi birbirinden epey farklı rejimlerde kimile-rinde küçük, kimilerinde büyük çaplı protestoeylemleri patlak verdi. Kimi ülkelerde bu eylemlerzorla bastırıldı; kimilerinde hükümet değişiklikleri,bazı demokratik hak tanımalarına tanık olundu.Mısır ve Tunus’ta ise iktidardaki otoriter partiler dev-

rildi.Kuşkusuz Arap dünyası, benzeri görülmemiş bir

çalkantı yaşadı. Kuşkusuz Arap dünyasında uzun sü-redir ilk kez özgürlük ve demokrasi talepleri toplu-mun alt katmanlarına kadar yaygınlık kazandı.Kuşkusuz Arap dünyasında –o aşınmış deyimle söy-lersek- hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Ancak söylemek zorundayız: Bugün için o ülke-lerde temelde çok bir şey değişmedi. En büyük çal-kantının yaşandığı Mısır ve Tunus’ta bugün egemenolan rejimler ile yıkılanlar arasında uçurumlar yok.

Dahası ve daha önemlisi baskıcı yönetimleri tepe-taklak eden, en azından sallayan o kitlesel eylemlersüreklilik kazanmadı. Bazı ülkelerde sabun köpüğükadar bile iz bırakmadı; sönümlendi. Zaten direngen,kalıcı, köklü, gelenekli bir direniş hareketinin dorukyaptığı eylemler değil, aniden başlayan, yılların biri-kimi sonunda patlayan ve örgütsüz başlayıp, örgütsüzbiten eylemlerdi.

Evet, o kitleler örgütsüzdü… Eylemler de gevşekörgütlenmeler, sosyal medya üstünden çağrılarla dü-zenlenebildi.

Arap Baharı’nın bu yönünü gözden ırak tutarsakona taşımadığı ve taşıyamayacağı anlamlar ve işlevleryükleriz.

Arap Baharı’nın ‘Kürt Baharı’na esin kaynağı ol-duğu yolunda çok sığ, daha önemlisi yanlış değerlen-dirmeler, zorlama paralellik kurma çabaları yüzündenbu paragrafları yazma gereği duydum. Bunun, bu sa-yısının ana konusu Rojava olan bir dergide anlamlıolduğu kanısındayım.

* * *Alman dilinin referans kaynağı olan Duden sözlü-

ğünde ulus teriminin karşılığı olarak ilginç bir tanım-lama vardır. Ulus: Devleti olan halk.

y Aydın Engin

Arap Baharı – Kürt Baharı

73

Alman dilinin referans kaynağı olanDuden sözlüğünde ulus teriminin

karşılığı olarak ilginç bir tanımlama vardır. Ulus: Devleti

olan halk

Kuşkusuz bu fazla basite indirgenmiş bir ulus ta-nımı. Ama yine de yansıttığı bir gerçek var.

Bu bağlamda ele alırsak Araplar için ‘uluslaşmışhalk’, Kürtler içinse ‘uluslaşamamış halk’ demek gere-kecek.

Peki, bu doğru mu? Bence Duden yanılıyor.Araplardan başlayalım. Bir değil bir çok Arap dev-

leti var. Kimi cemahiriye (cumhuriyet), kimi krallık,kimi sultanlık. Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya yanyanasıralanan, birbiriyle sınır komşusu devletler. Halkları-nın tümü de (ağırlıklı olarak) Arap.

Yani, tek halk, çok devlet.Niye?Sorunun bir cevabı haritada. Ortadoğu haritasına

bakın. Arap devletleri arasındaki sınırlar cetvelle çizil-miş gibidir. Çünkü sahiden de cetvelle çizildiler ve cet-veli alıp sınırları çizenler Araplar değil, İngilizemperyalizminin harita subaylarıydı. Sınır çizgisininoradan değil de şuradan geçmesine onlar karar verdive görevleri tümüyle kontrolleri altında tuttuklarıArap kabile şefleri, şeyhleri arasında Ortadoğu’yupaylaştırıp, paramparça etmekti. Bugün ‘kral, sultan’gibi namlarla anılanların hepsi büyük, güçlü ve İngilizsömürge imparatorluğuna kayıtsız koşulsuz biat etmişaşiretlerin, kabilelerin reis aileleri idi.

Sorunun öteki cevabı ise ‘Petrol’de. Tüm Arap hal-kının tek bir ulus-devlet çatısı altında buluşması, yer-yüzünün en verimli, kaliteli ve zengin petrol yataklarıiçin potansiyel bir tehlike idi. Ancak paramparça edi-lip ortaçağ kalıntısı rejimlere sahip devletler oluşturu-larak petrol yatakları güvenceye alınabilirdi.

Öyle yapıldı. İkinci dünya savaşının bitiminden on yıl kadar

sonra bu yapay ve emperyalizme göbekten bağlı ulus-devlet bile olamamış devletler öbeğinde çatlaklar baş-ladı. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da ulusal kurtuluşsavaşları ardı ardına kıvılcımlandı. Pek çoğu Türki-ye’de askeri eğitim görmüş subayların öncülüğündeTunus’ta, Mısır’da, Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Ceza-yir’de krallıklar askeri darbelerle devrildi ve Kema-lizmle gerçekten de şaşırtıcı benzerlikler taşıyancumhuriyetler kuruldu.

Kısa süre sonra Lübnanlı Hristiyan Arap Mişel Ef-lak’ın teorik ve ideolojik fikir babalığında bütün Arap-ları tek devlet çatısı altında buluşturacak, kadrokompozisyonları ‘az sivil-çok asker’ diye tanımlanabi-lecek Baas partileri birçok Arap ülkesinde darbecileredarbe yaparak iktidara geldi. Mısır’da Cemal Abdülna-sır, Tunus’ta Habip Burgiba, Suriye’de Hafız Esad, Lib-ya’da Muammer Kaddafi, Irak’ta Hasan el Bekir Baasiktidarlarını kurdular. Baas Arapça ‘yeniden diriliş’

demek. Baas’ın ideolojik hattı da ‘iştirakiyyun’ olaraknitelendi. Serbest çeviriyle iştirakiyyun sosyalistdemek. Ancak bu sosyalizm özünde KemalizminArap versiyonundan ibaretti. Kemalizm gibi onlar daolumlu ve olumsuz pek çok düzenlemeler yaptılar.

Bütün Arapları tek bir Arap cumhuriyeti çatısı al-tında buluşturmak ise bir ara Irak, Mısır ve Suriye ara-sındaki sonuçsuz girişimler, keza Libya ile Mısırarasındaki yine sonuçsuz girişimler dışında hedefinehiç ulaşamadı ve Baas rejimleri gitgide milliyetçi, bas-kıcı iktidarlara dönüştü.

Bu bugün de böyle ve Arapların ‘tek halk-çok dev-let’ gerçeği bugün de sürmekte…

Arap Baharı da bu gerçeği değiştirmiş değil. Sadecebaskıcı Baas rejimlerinden bazıları devrildi, bazıları daderin yaralar aldı. ‘Yerlerine ne geldi’ sorusu ise henüzcevapsız.

* * *Bir dergi yazısının sınırlarını zorlamak pahasına

yakın tarihin Arap dünyasına kabaca göz attık.Arap dünyasındaki bu kabaca gezinti bile Arap Ba-

harı ile ‘Kürt Baharı’ arasında bir paralellik kurulama-yacağını, bir benzeşim aranamayacağını kanımca iyigösteriyor.

Arap dünyası parça parça da olsa devletler halindeörgütlü. Buna karşılık dört ülkede (Türkiye, Irak, Su-riye, İran) yaşayan Kürtlerin bırakınız tek devlete,dört ayrı devlete kavuşmalarına bile 2. Dünya savaşısonrasında Ortadoğu haritasını cetvelle çizen emper-yalizm tarafından izin de verilmedi, olanak da tanın-madı.

1946’da kurulan kısa ömürlü Mahabad Cumhuri-yeti’nden beri Kürt halkının bağımsız bir Kürt devle-tine ulaşma çabaları hemen her zaman kanlabastırılarak önlendi.

Bu tablo, bu dört parçaya bölünmüş Kürdistan ger-çeği bugün de sürüyor. Ancak Kürtlerin çizmediği,Kürtlere dayatılmış olan bu tablo bugün çatırdıyor.Kürt halkı için yılların değil neredeyse günlerin gebeolduğu bir tarih dilimindeyiz. Yani bir Kürt Baharı ya-şanmakta…

Kuzey’de nereye evrileceği henüz belli olmayan74

1946’da kurulan kısa ömürlü Maha-bad Cumhuriyeti’nden beri Kürt hal-

kının bağımsız bir Kürt devletineulaşma çabaları hemen her zaman

kanla bastırılarak önlendi

75

ama eskiye (birkaç on yıl öncesine) dönülemeyeceğiartık Türk milliyetçilerinin bile bilincine çıkan bir‘süreç’ yaşanıyor. Silahlı isyan ile başlayan süreç bugünkitlesel gücü tartışılmaz bir siyasal mücadele aşama-sına sıçradı.

Doğu’da Mollalar iktidarı kaçınılmaz olanı geciktir-mek için kâh zor kullanarak, kâh sırt sıvazlayarak sta-tükoyu korumaya çabalıyor.

Güney’de Kerkük petrollerinden pay almanın bilerefah patlaması yaratmaya yettiği Barzani iktidarı var.Bence mümkün olursa bir Kürt-ulus devleti kurmak,mümkün olmazsa Bağdat’la bağları çok gevşek birkonfederasyon oluşturmak hedefi güden Barzani yö-netimi, öteki üç parçayı kendine adeta yük olarak gö-rüyor ve onlardan düşmanlık göstermeden uzak

durmayı yeğliyor.Batı’ya (Rojava’ya) gelince…Öteki üç parçadaki Kürtlerden daha ağır bir baskı

altında yaşayan, petrol yataklarından herhangi bir payalamayan, dahası yurttaşlık haklarından bile inatlamahrum edilmiş Rojava Kürtleri, Suriye’deki Sünniayaklanmasının yarattığı elverişli koşulları iyi analizedip iyi kullanarak bölgede ‘devlet olmadan devlet gibiişleyen’ bir düzeni ete kemiğe büründürdüler. Hem debatı Avrupa normlarıyla ölçülürse bal gibi ‘sosyal dev-let’ diye nitelenebilecek bir devlet.

Dört ülkeye parçalanmış Kürdistan’ın onca zorba-lığa, kana rağmen bir türlü kurutulamayan tohumları,‘İlk önce Rojava’da çatladı da çiçeğe durdu’ dense çokmu yanlış olur?..

İçindekiler İçin Tıklayınız

y Joost Jongerden (1)

Hareket olarak Demokrasi

76

GirişBu yazıdaki amacım, siyaseti, demokrasiyi ve Türki-

ye’deki Kürt meselesini yeniden çerçevelendirmek içinayakları yere basan bir girişimde bulunmaktır. Özel-likle, Kürdistan İşçi Partisi, PKK (Partiya KarkerênKurdistan) ile anılan açığa çıkan kurumsallaşmalarbağlamında yeniden ele alınan demokrasi ve yeni poli-tika biçimleriyle ilgileniyorum. İlk olarak, PKK’den neanladığımızı açıklığa kavuşturmalıyız. Kürdistan İşçiPartisi 1978 yılında siyasi bir parti olarak kuruldu-

ğunda, başında partinin lider konumunda bulunan birgenel sekreteri vardı, ayrıca doğrudan operasyonlariçin bir yürütme kurulunun bulunduğu klasik bir ko-münist parti yapısına sahipti. Merkez komite en yüksekyürütme kurumuydu ve Parti Kongresi en yüksekkarar alma organıydı. Fakat yıllar boyunca PKK deği-şim yaşadı. Bugün PKK’den bahsederken bir parti-ka-rışımı gibi bir şeyden bahsediyoruz, farklı parçalardanoluşan (PKK de parti olarak bunun bir parçası) örgüt-lerden, farklı partilerin formasyonundan, kadınları ör-gütleyen bir eş-partiden, Suriye (PYD), İran (PJAK),Irak (PÇDK) gibi ülkelerdeki kardeş partilerden ve bupartilerle bağlantılı olan gerilla güçlerinden bahsediyo-ruz. Bu partiler demetinin yanı sıra; PKK, politik pra-

tiklerin koordinasyonunun ve entegrasyonunun ku-rumsallaşmalarını da inşa etti. Bugün, en önemlikurum, meclisinin KONGRA-GEL olarak adlandırıl-dığı, köylerde, şehirlerde ve bölgesel meclisleri olanKürdistan Topluluklar Birliğidir. (KCK- Koma CivakênKurdistan)

Yukarıda bahsedilen meclisler, basit olarak yerel gi-rişimler olarak değil, politika icra etme konusundadaha büyük bir projeye ya da düşünceye işaret eden“demokratik özerklik” ve “demokratik konfederalizm”gibi kavramların bağlamında ele alınmalıdır.

Biz belki politikanın bu biçimini anlamayabiliriz,fakat bu tarz bir politika, akademiyi ve yeni demokrasibiçimleriyle ilgilenenleri daha yakından incelemek içinzorlamalı.

Kürt Hareketi’nin dışında demokratik konfedera-lizm ve demokratik özerklik kavramları ya reddedildiya da bilinmiyor. Hareketin içinde, bu kavramlar kesindeğil. Konfederalizmi yasal bir düzenleme olarak dev-let formunda tanımlayan kurulu politik kelime dağar-cığı, “demokratik konfederalizm” ve “demokratiközerklik” gibi kavramları tanımlayamadığı bir gerçektir.Biz bu kavramları eski kelime dağarcığı temelinde “ye-tersiz” olarak yargılama konusunda dikkatli olmalıyızçünkü bu tarz yeni girişimleri hukuki ve devlet eksenliele almak imkânsız. Buradaki temel mesele deneylerintuhaf ve alışılmadık oldukları için yaşam bulamayacağıönyargısına sahip olmak değil, fakat bu yeni deneyleriniçerisinde geliştikleri ve yeni biçimlerin pratikleştiğiyolu anlamaktır. Böylece, bu makale hareketi anlamayayönelik güçlü bir girişim ve bir çalışma olduğunu söy-leyebiliriz.

Yeni politika biçimlerine ve demokrasiye daha ya-kından bakmak için birçok sebep var. Ortadoğu’daki

1-Wageningen Üniversitesi-Hollanda

Ortadoğu’daki şiddet patlaması devlet krizininbir semptomudur. Weber’den sık sık alıntılandığıbiçimiyle, devlet meşru şiddet kullanımının teke-lini başarılı bir biçimde elinde bulunduran birim,

kurum ya da bir kurumlar sistemidir

77

şiddet patlaması devlet krizinin bir semptomudur. We-ber’den sık sık alıntılandığı biçimiyle, devlet meşru şid-det kullanımının tekelini başarılı bir biçimde elindebulunduran birim, kurum ya da bir kurumlar sistemi-dir. Meşru şiddet tekeli devleti tanımlamasına rağmen,şiddetin sistematik kullanımı potansiyel olarak kendisi-nin altını oyar. Eğer bir devlet gösteri dağarcığını gele-nekselleşen bir biçimde kullanmaya ihtiyaç duyarsa,kendi fonksiyonel yeterlilik ve meşruluk özelliklerinikaybetme ihtimali doğar. Bundan sonra hükümetetme, şiddet aracılığıyla süreklileşmiş şiddet pratiğidirve şiddet devlet kurumlarının işleyişi için şarttır. Bu,Walter Benjamin’in açıkladığı gibi, olağanüstü hal du-rumunun bir norm haline gelmesi, bir istisna değilkaide haline gelmesidir. Bu kaide, on yıllardır KürdistanCoğrafyası’ nda –Suriye, Türkiye, Irak ve İran’da uygu-lanmaktadır.

Radikal DemokrasiBurada ilgilenmek istediğimiz konu, devlet sorunu

değil, dahası devletin ötesinde yönetimi nasıl tahayyüledebileceğimizdir. 1991’de, liberteryen sosyalist MurrayBookchin’in, “toplumsal yeniden inşayı hedefleyen ha-reketlerin en büyük hatası” -burada özellikle ezilenleradına hareket eden sol örgütleri kastediyor- “insanlarımevcut durum tarafından inşa edilen sınırların ötesinetaşıyacak politikaların eksikliğidir” Bookchin’e göre butarz bir sosyal inşa, devletçiliğin ve marketin ötesineulaşmak durumundadır. Bookchin’ le benzer olarak,Abdullah Öcalan, PKK’nin tutuklu lideri, tarihi kapita-lizm ve ulus-devlete bırakmamamızı, dahası bunlarınötesine geçen yeni siyaset biçimleri üzerine yoğunlaş-mamız gerektiğini tartışır. Bugün, Kürt Hareketi içinde,oldukça açık bir biçimde, sosyal-inşa tartışılan temel il-kelerden biridir.

Bu sosyal-yeniden inşa fikri Kürt Hareketi’nin çeşitlihalkaları içinde Radikal Demokrasi olarak tartışılıyor.Bu tartışmanın radikal olarak addedilmesi demokrasikavramını ulus-devlet ötesinde gerçekleştirmek isteme-sinden kaynaklanmaktadır ve bunu üç proje ile yap-maya çalışmaktadır:

1. Demokratik Cumhuriyet2. Demokratik Konfederalizm3. Demokratik ÖzerklikEğer doğru anladıysak, demokratik cumhuriyet

yurttaşlık haklarına ve daha doğrusu hala devletle ilgilibir politikaya vurgu yapıyor. Fakat demokratik özerklikve demokratik konfederalizm kavramları insanlarınözerk kapasitelerine, daha doğrudan olup da daha aztemsiliyetçi olan politika biçimlerine vurgu yapıyor.

Demokratik özerklik deyince, insanların birlikteyaşam için, içerisinde doğrudan katılım ve işbirliği ileistenilen gerekli koşulları ürettikleri ve yeniden ürettik-

leri pratikleri anlıyorum. Bu otonomist-marksist litera-türde kendi kendini değerli kılma-olumlama anlamınatekabül eder. Cleaver’a göre, kendini değerli kılma kav-ramı, “dikkatlerimizi direnişin ötesine geçen, çeşitli po-zitif, sosyal olarak yaratıcı öz-aktiviteye çekmeyi sağlar”Bu esasında Lenin’in işaret ettiği “otonom yeterlilikleriyaratmadır”. Demokratik Konfederalizm öz-yönetimihedefleyen aşağıdan yukarıya doğru bir sistem olarakkarakterize edilebilir, aynı anda içinde eylemi ve eylem-den öğrenmeyi barındıran, fakat bir insanın kendiyaşam koşulları üzerinde söz sahibi olması bağlamındaanlaşılmalıdır.

Diyarbakır’da yerel bir parti lideri ile karşılaştığı-mızda, demokratik-konfederalizmin “kendisini ideolo-jik, kurumsal ve politik ulus-devlette bulan kapitalizmealternatif” olarak geliştirildiğini anlattı. Sadece ulus-devlet ve kapitalizme değil, aynı zamanda geçmişte “ya-şayan gerçek sosyalizm” olarak anılan “politik olarakalternatif olamayan” sisteme de alternatif olarak görülü-yor. Bir paradigma olarak –yerel parti liderinin anlattı-ğına göre- demokratik konfederalizm devlet gücünüele geçirmeye odaklanmıyor hatta devlete de odaklamı-yor, dahası öz-örgütlenmeye dayalı alternatif yönetimbiçimi geliştirmeye çalışıyor. Ve Kürt Partisi PYD Suri-ye’nin kuzeyinde (ya da Batı Kürdistan’da) Baas rejiminidevirdikten sonra, yerel meclisler her yerde kuruldu.Demokratik konfederal yapı altında gelişen bu meclis-ler, aslında 2007’den beri paralel bir yönetimsellik ola-rak aktifti, adaleti organize eden ve çatışmaları nihayeteerdiren temel yapıydı. Devletin o bölgede çökmesiylebirlikte, kendilerini açığa çıkardılar, daha görünür kıldı-lar. 2011 yazından beri, bu yerel meclisler için fiili se-çimler Batı Kürdistan’da ve Suriye’de farklı şehirlerde vekasabalarda uygulamaya konuldu. Örneğin, Halep’teSuriye’nin en büyük şehrinde, Kürtler kendi fiili temsil-cileri için 35 seçim sandığı kapsamında ve değişik böl-gelerde oy kullandılar.

Bu meclisler, sosyal yaşamı örgütleme sorumlulu-ğunu üzerlerine almış görünüyorlar. İsyan ve savaş dö-neminde en temel sosyal hizmetleri vermeyeçalışıyorlar ve bunu başarıyorlar. Batı Kürdistan bölgesiboyunca, Baas’ın bölgeden düşmesinin hemen aka-binde güvenliği sağlamak amacıyla öz-savunma güçleriörgütlendi. Komiteler hem Baas güçlerinin ayağını kay-dıracak güce hem de Özgür Suriye Ordusu’nu ve diğerunsurları bölgeden uzak tutacak güce sahip. Fakat ko-miteler bunlardan daha fazlasını yaptı. PYD’ nin söyle-diğine göre, 26 Eylül 2011’de açılan Türkiye ve Suriyesınırındaki Kobani İlçe’sinde Şehit Osman İlkokulunayüzlerce öğrenci kayıt yaptırdı. Bundan sonar Koba-ni’de ve başka bölgelerde açılan okullar birbirini takipetti. Kürt Hareketi’nin kontrolü altında bulunan diğer

bölgelerde ise meclisler ekmek dağıtımına müdahaledebulundu. Böylece, şehir yoksullarının ekmekten yoksunkalmaması için bir komite yönetim-kontrol komitesikuruldu. Derik şehrinde, meclis benzinin eşit dağıtımıiçin müdahalede bulundu. Meclis hareketi, eğer bu şe-kilde isimlendirebilirsek, çok geniş bir şemsiyenin-çatı-nın altında örgütlendiğini söyleyebiliriz. PYD lideriSalih Müslüm, şu şekilde özetliyor:

Biz bunu Batı Kürdistan Halklarının Meclisi olarakadlandırıyoruz. Meclisler her yerde örgütlü ve bunlar,insanları korumak amacıyla -köylerde de yer alan- öz-savunma komitelerini de içermektedir. Şunu söylemekistiyorum ki, insanlar kendi savunma güçlerini kendi-leri örgütlüyorlar. Onlar silahlı guruplar ve toplumu ko-ruyorlar. Günlük işlerde ve çalışmalarda, belediyelerdeve yerellerde, komitelerimiz var, böylece merkezi birotoriteye ve ana hükümete ihtiyacımız yok. Her yerdeve her bölgede şu ana kadar çok başarılı olan bir çeşitöz-yönetim mekanizmamız var. Düşüncem odur ki,eğer biz bu pratiği bütün Suriye’de görebilirsek, Suriyegerçekten şimdikinden çok farklı olacak.

PYD, programında yazdığı gibi resmi olarak demo-kratik özerkliği oluşturmayı hedeflediğini duyurdu. Ay-rıca demokratik konfederalizmin sadece Ortadoğu’dakiKürtler için değil, aynı zamanda, birlikte yaşamak vedinsel ayrışmaların ve bölünmelerin önüne geçmek içinde alternatif olarak öneriliyor.

Murray Bookchin’i takiben, Kürtler arasında ‘demo-kratik özerklik’ ve ‘demokratik konfederalizm’ tartışma-larını başlatan inisiyatif PKK lideri Abdullah Öcalan’dır.2004 senesinde Öcalan Murray Bookchin’le diyalogagirme çağrısı yaptı. 83 yaşındaki Bookchin bu davetikabul edemeyecek kadar hastaydı fakat bu durumdabile Öcalan’a iyi dilekleri gönderdi ve Kürt halkınınÖzgür bir toplum inşa etmesi temennisini bildirdi. Bo-okchin, 2006 yılında öldüğünde PKK, kurum olarakonu “20.yüzyılın en iyi sosyal bilimcilerinden ” biri ola-rak andı.

Bookchin kendi çalışmasında iki farklı politik hattıbirbirinden ayrıştırıyor: bunlar politikada iki ana hük-metme biçimini tahayyül ettiren Helen tarzı siyaset veRoma tarzı siyasettir. Birincisi Helen modeli, Bookc-hin’in de kendisini daha yakın hissettiği daha katılımcıve demokratik olan modeldir. Roma modeli, 18.yy ana-yasacılarının düşünce dünyasında ve Amerikan veFransız devrimi pratiğinde modern dünyanın baskınolan politik tipi olmuştur. Atina modeli ise buna karşıolarak 1871 Paris Komününde, 1917 Rusya’daki devri-min meclislerinde (Sovyetlerde) ve 1936 İspanya Devri-minde gerçekleşmiştir. Devletçi, merkeziyetçi Romamodeli, sürüye mensup özneler bütünüdür, ama HelenModeli aktif yurttaşlık temelindedir.

Bookchin politik tahayyülü insanların aktif yurttaş-lar olarak konfederalizm temelinde yeniden yapılanma-sını düşünür. Yerel yurttaşlar tarafından yönetilen vegeri çağrılabilir yöneticilere sahip olan birbiriyle bağlan-tılı topluluklar olarak tanımlamak mümkün olması Bo-okchin tarafından ulus-devlete alternatif olarakdüşünülmüştür. Başka bir yerde Bookchin DemokratikKonfederalizmi, “üyelerinin yüz yüze demokratik birşekilde köylerden, kasabalardan ve komşu büyük şehir-lerden seçildiği birliktelikler ” in yönetim şekli olarak ta-nımlar. Bu yürütmeyi yapan meclisler genelyürütmenin bedenini oluştururlar. Seçilen insanlar ilkeve kuralları belirlemekten ziyade topluluğun kendi öz-gücü tarafından yakinen kontrol edilir.

Meclislerin üyeleri yakından takip edilir, geri çağrıla-bilir. Bu insanlar ayrıca onları koordinasyon ve yürütmeiçin seçen kuruluşlara karşı sorumludurlar. Onlarınfonksiyonu yürütme ve pratik işleridir, cumhuriyetler-deki yöneticiler gibi yasa koymak değildir.

Bookchin'e göre, konfederalizm en iyi yetkinleşme-sine otonomi projesi ile ulaşır, "yerel çiftlikleri, fabrika-ları ve diğer girişimleri yerel belediyenin ellerindetutmaya başladığında" ya da "bir toplum... Kendi eko-nomik kaynaklarını diğer topluluklar ile bağlantılı yö-netmeye" başladığında yetkinliğe ulaşır. Bu modelde,ekonomi konfederal meclislerin kontrolü altındadır ve"ne kolektifleşmiş ne de özelleşmiştir, ekonomi ortaktır,ortaklaşadır. Bu doğrultuda, Bookchin'e göre konfede-ralizm ve otonomi "toplumun yeni radikal biçimlenişi-dir". Bu konfederalizm ve otonomi projesinde araçlar-küçük ölçekli, öz-yönetimli ve öz-yürütmesini yapanbirimlere dayanan araçlar ve toplum kontrollü ekono-miye dayanan amaçlar, birbirleriyle örtüşür. Bu politika,amaç ve araç bütünü, ulus-devlete alternatif bir politikaolarak düşünülebilir.

Öcalan da benzer bir konfederalizm anlayışı geliştir-miştir. Devlet eleştirisini esas alan tarihi uygarlık anali-zine paralel olarak, Öcalan devlet ve devlet inşasıfikirlerinin tuzağına düşen reel sosyalizmin ve ulusalkurtuluş hareketlerini bu minvalde eleştirir.“Kürdistanİşçi Partisi (PKK), reel sosyalizmin etkisi altında, ulus-devletçi paradigmayı aşma noktasında yetersizdi." Eskiparadigmayı aşmak maksadıyla, Öcalan, insanlarınkendi öz-yönetim imkânlarını radikal demokrasi çerçe-vesinde yorumladı ve PKK'yi devleti hedefleyen birparti olmaktan çıkararak, demokratik toplumu hedefle-yen bir partiye dönüşümünü hızlandırdı.

2005 yılından beri, PKK ve ona bağlı olan örgütlerKCK (Koma Civakên Kurdistan, Kürdistan TopluluklarBirliği) projesi altında yeniden örgütlendiler. KCK,ulus-devlete alternatif olarak inşa edilen, sosyal yönüağır basan bir yapıdır. KCK kendisini aşağıdan yukarıya

78

meclisler şeklinde örgütleyen, "kendi demokrasisiniinşa etmeye çalışan, ulus-devleti hedeflemeyen ve onukendi karşıt rakibi olarak görmeyen" bir kurumdur.Kendi temel metninde, KCK sözleşmesinde, temelamaç toplumun demokratik örgütleri ve demokratikkarar alma iradesi üzerinde yükselen radikal demokra-sinin genişlemesidir. Sözleşme, devlet zihniyetini aşanyeni bir sosyal örgütlenme anlayışını ifade ediyor. Buanlamda KCK'nin ana örgütlenme fikri olan demokra-tik konfederalizm Kürtlerin yaşadığı her yerde -hatta vehatta anayasal çerçevede tanımlanmış federal bir yapıyasahip Irak'ta bile- geçerlidir. Bu projede, iki ana belirle-yici faktör var: birincisi toplulukların gücünü yansıtandemokrasi kavramı (hükümet biçimine karşıt olarak)ve ikincisi ise devletin bu kavramdan dışlanması.

Demokratik Konfederalizm özgür bir yaşam içindevletin ötesine geçen sosyal ve politik bir sistemdir.Devletlerin kendisini tanıyıp tanımaması çok da De-mokratik Konfederalizmin umurunda değildir. Eğerdevletler bu sistemi tanımazsa bile, Kürt halkı bunukendisi inşa edecektir. Eğer devletler, demokratik özerk-lik anlayışıyla bu sistemi tanırlarsa, Kürt halkının kendimücadelesi ışığında demokratik konfederalizmi inşaetmek daha kolay bir hal alacaktır.

Bu paragrafa göre, Kürt halkı tarafından önerilen buproje yeni bir tür organizasyon da doğurdu, DTK (De-mokratik Toplum Kongresi) aşağıdaki argüman üzerin-den kurulmuştur:

Bugün biz çok yerel ve yetersiz kalmasına rağmenbazı bölgelere ve meclislere sahibiz. Bu örgütlülükler ye-terli derecede temellendirilemediğinden Kürt Halkıhala kendi taleplerini politik partileri aracılığıyla ve dev-lete karşı dile getiriyorlar. (…) Eğer Kürt halkı bu kon-gre çatısı altında kurumsallaşırsa, çözüm için birmuhatap olarak ortaya çıkacaklardır. Ve devlet, bu be-denle karşılaşırsa, eski alışkanlıklarını bir kenara bırak-mak durumda kalır.

Kongre yerel meclislere, doğrudan demokrasininkonfederal biçimine dayanır. (Bookchin kitabında bunu“liberteryen belediyecilik” olarak adlandırır ve Öcalanbunu “devlete gerek duymayan demokrasi” olarak ta-nımlar.) Gerçekte, DTK basit olarak diğer organizas-yonlar gibi değil, fakat halkın doğrudan gücünü esasalan, köylerden, kasabalardan, şehre doğru ilerleyenyeni bir politikanın demirci ocağıdır.

Diyarbakır’da, meclislerde aktif olan birçok kadın veerkekle konuşma fırsatı bulduk. Ve kendilerine çok gü-veniyorlardı. “Bizim amacımız” –çok yoksul bir mahal-lede bulunan meclislerden birinin başkanı olanarkadaşın anlattığına göre- “ hayattaki yaşadığımız prob-lemlerle yüz yüze gelmek ve bunları devlete ihtiyaç duy-madan kendi öz gücümüzle çözmektir”. Meclislerde

bulunan diğer insanlar da şöyle eklemeler yaptılar:“Devlet insanların sırtında bir kamburdur”, “devletsiz ya-şamaya çalışıyoruz”. Her ne kadar kızgın gözüküyorlarsada, “maalesef devlet düşüncesi insanların beynine sıkıştı-rılmış ve insanlar devlete referans yapmadan düşün-mekte güçlük çekiyorlar, bu sebeple bir yandan kendiöz-örgütlülüğümüze yönelik pratikle uğraşırken diğeryandan da bunun ne olduğunu anlamak için çaba sarfediyoruz” Bu anlama çabası örneğin cinsel eşitliğe yöne-lik olabiliyor. Biz bu resme göre, buradaki sistemi “fiili-yatta, pratikte demokrasi” diyebiliriz. Ayrıca bu sistem,insanların kendi öz-kararlaşmaları üzerine, yani insanla-rın sahip olduğu yaratıcı-üretici potansiyele göre radikaldemokratik bir zeminin üzerinde yükselmektedir.

Peki, bu meclisler, iyi ve sağlam işliyor mu? Cevaphayırdır. Pratik problemden farklı olarak, bu meclis-lerde çalışan birçok insan geçtiğimiz yıllarda düzenle-nen KCK operasyonlarında tutuklandı. Bu insanlarınyaptıkları eylemler suçla ilgili olmamasına rağmen, “te-rörist” olarak damgalandılar. Gerçekte, yaptıkları ey-lemler katılımcı bir demokrasinin ölçüleriyleörtüşüyordu. Açıktır ki, “terörist” damgası meclislerdeyer alan insanların iyilikleri ya da kötülükleri üzerinekurulmamıştı. Onların fikirler ve eylemleri aktif biryurttaşlık temelindeydi. Bu insanlar aktif yurttaşlığınPKK ile çağrışım yapması sebebiyle tutuklandılar.

Sonuç Bu yazıda PKK hareketinin devleti ve kapitalist pa-

zarı aşmayı hedefleyen, birbiriyle bağlantılı iki yönetselprojesi üzerine yoğunlaştık –demokratik özerlik ve de-mokratik konfederalizm- Murray Bookchin’den de et-kilenen bu projeler radikal demokrasiye fazlasıylagönderme yapar ve insanların özerk iradeleri ve eylem-lilikleri üzerine yoğunlaşır. Bunları hayatın içindeki fiilidemokrasi olarak tartıştık: öz-yönetimsel örgütlenmeyionu pratikleştirerek öğrenmek ve bir insanın yaşadığıyerde doğrudan inisiyatif almasını sağlamak. Gibson-Graham’ın deyişiyle, biz bu inisiyatiflere başka dünya-ları deneyimlemek için gönderme yapabiliriz. Tabii kide, demokratik özerkliğe ve demokratik konfedera-lizme yapılan vurgu ve bu doğrultuda değiştirilen para-digma kulağa ütopik gelebilir ve bunlar ütopiktir de!Demokrasi her ne formatta olursa olsun idealdir, ken-dini gerçekleştirmeye doğru can atan bir ideal… Edu-ardo Galeano’nun deyimiyle:

Ütopya ufukta yatar. Ben ona ne zaman iki adımatsam, o kendisini iki adım daha geri çeker. Eğer onadoğru 10 adım ileri atarsam, o da 10 adım geri atar. Nekadar gidersem gideyim, gittiğim mesafe ne olursaolsun, ona hiçbir Zaman ulaşamıyorum. Peki, ütopya-nın amacı nedir bu durumda? O bizi ilerletmek için canatan sebeptir.

79

İçindekiler İçin Tıklayınız

“Ortadoğu toplumu için 19. ve 20. yüzyıllar, kapi-talist strateji tarafından fethedilmekten ibarettir. Ka-pitalist Modernite’nin üç mahşeri atlısıyla(finans-kapital, endüstriyalizm, ulus-devlet) bölgeyeyüklendiği bu dönem, krizin-çöküşün derinleşmesidönemidir. Binlerce yıllık uygarlık yapısının çökü-şüyle tam bir kuşatılmışlığa alınıyor. Kendi uygarlıkartıklarıyla Kapitalist Modernite’nin ittifakı Orta-doğu’ da toplumsal yaşamın bunalımını sürekli de-rinleştirmiştir. Bunalıma bu niteliğini yaşadığı köklügeçmiş ve Kapitalist Modernite stratejisinin uzun sü-reli saldırısı vermiştir. Toplumsal öz, varlık olarak pa-ramparça edilirken, anlam ve hakikat olarak dakaotik bir durum yaşanmaktadır.’’ (Abdullah Öcalan)

2010 Yılında Muhammed Buazizi yaşamını sey-yar satıcılık yaparak sürdürürken, ülkesi Tunus’taartan yoksulluğu ve baskıyı protesto etmek amacıylayapılan yürüyüşte bedenini ateşe verdiğinde Ortado-ğu’daki zorba iktidarların yarattığı karanlığı aydınla-tan bir meşale olacağının bilincinde olup olmadığınıbilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey o günden bu güne Or-tadoğu ve kuzey Afrika hattında hiçbir şeyin eskisigibi olmadığıdır. Elbette, tarih bireysel kahramanlık-lar üzerinden değerlendirilemez fakat kimi anlar var-dır ki sadece küçük bir kıvılcım tarihin beklediği

işaret fişeği olabilir. Unutmamak gerekir ki, deveninbelini kıran son saman çöpüdür. Birinin krala çıplakolduğunu söylemesi gerekir. Hem kralın çıplak oldu-ğunu görme bilincini hem de bunu söyleme cesare-tini birlikte gösterme, var olanın ötesinegeçebilmedir. O gün, Tunus’ta bedenini ateşe verenMuhammed Buazizi son yüz yıllık Kapitalist Moder-nite ile onun yerel işbirlikçilerinin her türlü saldırıla-rına ‘dur’ demenin zamanının geldiğini Ortadoğutoplumuna dramatik bir şekilde göstermiştir. O bueylemiyle ‘Hakikate’ ulaşmıştır. “Hakikat uykudakigerçekliğin uyandırılmış halidir” belirlemesi bu eyle-min en yalın anlatımıdır. Akdeniz’in bir sahilindekanat çırpmaya başlayan kelebeğin yarattığı hakikatrüzgârı Ortadoğu’da esmeye başlamıştır.

Ortadoğu’da kaos aralığından çıkışın arifesi yaşa-nıyor. Sorun olarak karşımız çıkan yaşamın hangiesaslar üzerinde oluşturulacağı ve bu kaos aralığın-dan hangi yol, yöntem ve araçlarla çıkılacağıdır.

Bahar, Çokluğun ve Çeşitliliğin Yaşama Durmasıdır2010 Yılında başlayan bu süreç ‘Arap Baharı’ ola-

rak tanımlandı. Ancak bu tanımlama Ortadoğu top-lumsal gerçekliği karşısında yetersizdir. Ortadoğu’dasadece ‘Arap halkı’ yaşamıyor; Kürtler, Türkler, Fars-lar, Süryaniler, Ermeniler, Asuriler, Kıptiler gibi dahada sıralayabileceğimiz birçok etnisite ve dini inançgrupları yaşıyor. Doğada bile bahar tek bir çiçek içingelmiyor. Baharla birlikte tüm çiçekler ve ağaçlar açı-yor. Arap baharı algısı bile Kapitalist Modernite’nintekçi ulus zihniyetinin bir yansımasıdır. Dolayısıyla,bu sürece ‘Arap Baharı’ denilerek, konuyu daraltmakyerine Abdullah Öcalan’ın ‘halkların baharı’ tanımla-masını kullanmak sürecin karakterine daha uygun-

y Latif Çetin

Halkların Baharı ve KrizdenÇıkış Seçeneği Olarak Rojava

80

Tarih bireysel kahramanlıklar üzerin-den değerlendirilemez fakat kimianlar vardır ki sadece küçük birkıvılcım tarihin beklediği işaret

fişeği olabilir

81

dur. Bu tanımlama sürece evrensel bir karakter de ka-zandıracaktır. Bu sürecin etkilerinin sadece Ortado-ğu’yla sınırlı kalacağını düşünmek yanlıştır. Tarihinbize öğrettiği Ortadoğu’da her dönem gelişen tümtoplumsal siyasal, kültürel hareketlerin etkisinin suyaatılan halkalar gibi tüm dünyaya yayıldığıdır. Bir nevikök hücre görevini yerine getiriyor. Bugüne kadarnasıl ki bu kök hücrenin üzerinde toplumsallık geliş-mişse bunda sora da bu kök hücre aynı rolü oynaya-caktır. Halkların yaşadığı sorunlar tikel olmayıpevrenseldir. Çünkü Kapitalist Modernite’nin yönelimide evrenseldir. Dolayısıyla ‘Arap Baharı’ tanımınındarlığı, yerelliği çağrıştıran yönü görülerek ‘HalklarınBaharı’ tanımını kullanmak daha doğru olanıdır.

5000 yıldır insanlık adeta kışı yaşıyor, buna toplum-sal buzul çağı da diyebiliriz. Anacıl doğal toplumlu in-sanlığın barış, huzur refah içinde yaşadığı büyüleyiciortama önce ziguratların gölgesi düştü. Güneş Zigurat-ların ardında kaldı. Sonra sömürünün kapkara bulutlarıgökyüzünü kapladı. Ardından egemenlerin orduları sa-ğanak olup özgür yaşam adına ne varsa üstünü buz gibiyüreği ve aklıyla dondurdu. Toplumsallık 5000 yıldırbuz kesmiştir. Zaman zaman bu buz tabakası altındakardelen misali boy veren direnişler olmuştur. Ancakbu kardelenler kendi yalnızlıklarıyla solup gitmiştir.Ama artık bu toplumsal buzul çağının sonuna gelin-miştir. Direnişler yine kardelenler gibi olabilir, lakin budefa kökleri daha sağlamdır, solup gitmiyorlar ve hattaçoğalıyorlar. Halklar direnişleriyle kendi baharlarını ya-ratıyorlar. Üstelik bunu toplumsal buzul çağının kendi-sini hissettirdiği bu topraklarda buzul tabakasının enyeni ve en katı hali olan Kapitalist Modernite’ye karşıyapıyorlar. Halkların baharında doğan güneşin sıcaklı-ğıyla ısınırken…

Doğunun Aydınlığında Yürüyen BatıGenelde tarih anlatımlarında Doğu-Batı karşıtlığı

görürüz. Oysa resmi tarih okuyuculuğunun dışınaçıktığımızda Doğu-Batı karşıtlığı yerine diyalektik ge-lişimin farkına varırız. Yapılan arkeolojik, sosyolojik,antropolojik vb. bilimsel araştırmalarda toplumsallığaanalık yapanın Doğu olduğu ortaya çıkmıştır. Dicle,Fırat, Nil ve Pencap gibi nehir havzalarında oluşanhabitat bu gerçekliği göstermektedir. Hiç kuşkusuzbatı medeniyetinin kendi özgünlükleri vardır. Fakat,derinlikli bakıldığında her ikisi de, özgünlükleri kar-şıtlıklar üzerinden değil, aksine birbirini besler, etki-ler ve etkilenen tarzdadır. Oryantalist bakış açısıtoplumlar arası yapay uçurumun nedenlerindendir.

Batı’nın doğuya olan ilgisi Kapitalist Moderni-te’nin çok öncesine dayanır. Batı’dan Doğu’ya Akala-rın Truva’ya karşı yaptığı sefer iyi bir örnektir. Truva

verimli hilalin birikimlerinin toplandığı en uç nokta-dır. Batıdan doğuya yapılan ilk sistemli yönelim iseİskender’in seferidir. Genç İskender’in akıl hocasıAristo cihan hükümdarlığı için Doğunun fethinin ge-rekli olduğunu düşünüyordu. Ancak hesaba katma-dıkları yaşlı doğunun güçlü tarihi-kültürelbirikimiydi. Bundan dolayı askeri zaferlere rağmenİskender trajik sonu yaşadı. Aynı akıbet İskendersonrası batılı diğer imparatorluklar için de söz konu-sudur. Askeri işgalciler tüm heybetlerine rağmen butopraklarda kök salmış kültürel yaşam karşısındauzun ömürlü olmamıştır, olamıyor.

Batının son iki yüzyıllık Ortadoğu’ya yönelimi1782’de Britanya ve 1798’de Napolyon’un Fransız hü-kümeti tarafından Ortadoğu’ya sefere göndermesiylecanlanmıştır. Napolyon’dan adeta ikinci bir İskenderolması istenmiş, önce Mısır’ı sonra Suriye ve Irak’ı,eğer yapabilirse Hindistan’ı da Britanyalılardan gerialmasını önüne hedef olarak koymuşlar. Napolyon’unkişilik özellikleri bu tip bir maceraya uygundur. Fran-sız hükümeti bu seferden her halükarda kazançlıydı.Çünkü bu seferle hem Ortadoğu’ya açılacak hem dehırslı genç bir subay olan Napolyon’u ülkeden uzaktutacaktır. Napolyon bu sefere çıktığında Mısır Os-manlı’ya bağlıydı. Osmanlılar da her ne kadar Müslü-man olsalar da Ortadoğu coğrafyasında fazlasevilmiyordu. Mısır uygarlığının tarihsel geçmişi hemOsmanlı’ ya hem de Avrupa’ya göre daha eski ve dahagüçlüydü. Coğrafik olarak Süveyş kanalının Os-manlı’nın topraklarında bulunması onu stratejik birkonuma getiriyordu. Mısır’ı eline geçirecek batıbüyük Suriye’ye ve Hindistan’a açılacak kapılarını elegeçirmiş oluyordu. Aslında 19. ve 20. Yüzyıllarda,Fransa’nın İngiltere’nin, Rusya’ nın, ABD’nin veİtalya’nın temel hedefleri Doğu Akdeniz’i ele geçir-mekti. Doğu Akdeniz demek Ortadoğu’ya Asya’ya veAfrika’ya açılmak demekti. Bu da doğunun zengin-liklerine sahip olmak anlamına geliyordu. Braudel’ in“Akdeniz” kitabında buranın tarihsel öneminin altınıçizmesinin nedeni budur.

Napolyon Mısır’ı işgal ederken en dikkat çekiciolan nokta kendisiyle birlikte 167 bilim insanını vearaştırmacıyı götürmesidir. Bu da amacının salt biraskeri işgal olmayıp Mısır’ı her yönüyle tanıma ve iş-gali toplumsal boyutta da sürdürme eğilimini gösteri-yor. Kapitalist modernite işgaller artık salt askeriboyutlu olmayıp her alanda olmuştur. Milliyetçilik,krizi süreklileştiren tohum olarak ekildi.

19.yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında batılıajanların(casusların)çeşitli kimliklerle (araştırmacıv.b.)Ortadoğu’da yoğun bir faaliyet içinde olduklarıbilinmektedir. Bu faaliyetlerle birlikte, bir yandan

82

toplumun önde gelenleri işbirlikçi bir kesim yarat-maya, diğer yandan halkların sosyal-kültürel yapıla-rını tanımaya çalışmışlardır. Ortadoğu halklarıüzerinde etkin olma amacıyla 1830’lu yıllarda ogünün büyük Suriye’si olarak bilinen bugünün İsra-il’ini, Ürdün’ünü, Filistin’ini ve Lübnan’ını kapsayantopraklarda İngiliz, Rus, Amerikan, ve Fransız misyo-nerler Müslüman olmayan halkları da dikkate alarakokullar bile açmışlardır. Hem bu okullar hem de Av-rupa’ya giden aydınlar, jön Türklerle birlikte Ortado-ğu’da milliyetçiliğin geliştiğini görüyoruz. Arapmilliyetçiliği burada özellikle önemlidir. Arap milli-yetçiliği özünde Arapça konuşan herkesi tek bir çatıaltında toplamaktır. Böylesi bir çatı altında yan yanagelmiş Arap birlikteliği her açıdan uluslararası güçle-rin aleyhineydi. Onların amacı Araplar arsasındamilliyetçiliği geliştirirken, Arapları Osmanlı impara-

torluğunun boyunduruğu altından çıkarıp kendi sö-mürgeleri yapmaktı. Böylesi bir makro milliyetçiliktüm hesapları alt üst edecekti. Bunun için böl-yönetpolitikasıyla mikro-milliyetçiliği geliştirmeye uğraş-mışlar ve bunda da başarılı da olmuşlardır. Araplarıbirinci emperyalist paylaşım savaşı sonrasında 22devlete bölerek neredeyse her aşirete bir devlet tahsisetmişlerdir. İlk yıllarda bu devletler genellikle İngilizve Fransız mandalarıdırlar. Elbette Avrupalıların Or-tadoğu’ ya olan bu ilgilerinin altında yatan en önemlifaktör Ortadoğu’da bulunan zengin petrol yatakları-dır. 20. Yüzyılın başlarında petrol şirketleri harıl harılpetrol aramaktadır. Bu zengin petrol yataklarınasahip olmak için tüm diplomatik asker güçlerini kul-lanmışlardır. Kürtler açısından Musul- Kerkük mese-lesinde dönen oyunlar, petrole sahip olmak içinnelerin yapıldığının görünmesi açısından iyi bir ör-nektir. Zengin petrol yatakları üzerinde söz sahibiolma isteği günümüze kadar Ortadoğu’da yaşanan bukaotik ortamın bir nedenidir.

İkinci emperyalist paylaşım savaşından sonrayeni tip sömürgecilikle manda yönetimlerinden vaz-geçildi. Bu yeni tarz sömürgecilik, işbirlikçi yönetim-ler eliyle devletler üzerinde etkili oluyordu. Oluşandevletler kapitalizmin üç sacayağı üzerinde şekillen-

miştir. Yani finans-kapitalden yanaydılar, ulus-devlet-çiydiler ve endüstriyalizme dayanıyorlardı. Bu süreçteOrtadoğu’ da dengeleri en çok etkileyen 1948’de ku-rulan İsrail devletidir. Anti-semitizm ve Siyonizm uç-larında seyreden yaklaşımlar toplumlar arasındagerginliğin, çatışmanın nedenidir. Soğuk savaş döne-minde İsrail-Arap savaşları, aslında uluslararası güç-lerin bunlar üzerinde verdikleri savaştır. 1950’liyıllardan sonra Ortadoğu devletlerinde bir kimlikarayışı görmekteyiz. Devletlerin uluslaşma süreçlerinigeç yaşamaları, devlet yönetim geleneklerinin olma-ması ve genelde uluslararası güçlerin onları bir nevikukla gibi kullanmaları, Arap hareketlerinin kurum-sallaşmalarının da gel-gitler şeklinde olmasına yol aç-mıştır. Birçoğunda birkaç kez darbe olmasıoturmamış demokrasilerin göstergesidir. Bu devletle-rin oluşumundaki mezhepsel referans da dikkat çeki-cidir. Sünni-Şii ayrımına göre oluşan devletlerarasında çatışma ve gerginlik halen sürmektedir.Ulus-devletin tekçi zihniyetinin mezhepsel tiplemesifaşizmin habercisidir. Ortadoğu’da uluslararası güçle-rin perde arkasında kalarak halkları birbirine kırdır-dıklarını biliyoruz. Sürekli değişen dengeler buboylamda ittifak ilişkilerini doğuruyor. Bu ittifaklarbazen öyle boyutta gelişir ki hiç yan yana gelemezlerdenilen güçler bile yan yana gelebilmektedirler. Sov-yet tınılı Arap sosyalist partisi olan Baas partisi ilkolarak Suriye’de kuruluyor. Adı sosyalist olsa da Baaspartisi zihniyeti küçük burjuva arap milliyetçiliğidir.Ortadoğu’daki devlet kimliği bunalımı öyle bir halalıyor ki 1963 Nisanında Mısır, Suriye ve Irak ortakdevlet anlamına gelecek bir bildiri bile yayınlamışlar-dır. Bu oluşumun bir hedefi de İsrail’di. Ancak1960’lı-70’li yıllarda daha sonra uzun süre iktidardakalacak olan diktatörleri görüyoruz. Bunların birçoğudarbeler iktidara gelen subaylardır.1950’lerden sonraOrtadoğu için yapılan “kaynayan kazan” tanımı ke-sinlikle abartı değildir. Özcesi bu dönem, bölgedekiyerel iktidarlar ile onların arkasındaki uluslararasıgüçlerin kıyasıya mücadelesiyle geçerken, halklarınpayına düşen ise ulus-devletlerin mezhepçi, tekçi, in-kârcı zihniyeti altında var olan zengin yer altı kaynak-larına rağmen yoksulluk ve sefalet içinde bir yaşamolmuştur. Halklar her geçen gün fakirleşirken, biravuç elit yönetici ve hanedanlıklar ise Karunvari birzenginleşmeyi yaşamaktadırlar.

Perspektifi Alternatif Modernite Olmayanın Varacağı Yer Yıktığı Yerdir1990’lı yıllarda Saddam’ı Kuveyt’ten çıkarmak

amacıyla Ortadoğu’ya yapılan batı eksenli müdahale

5000 yıldır insanlık adeta kışı yaşıyor, buna top-lumsal buzul çağı da diyebiliriz. Anacıl doğal top-

lumlu insanlığın barış, huzur refah içindeyaşadığı büyüleyici ortama önce ziguratların göl-

gesi düştü. Güneş Ziguratların ardında kaldı

83

büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) ilk adımıdır. BOP’un ikinci hamlesiyse ABD’de yapılan 2001 11 Eylültarihli El- Kaide saldırıları (bu olaya uluslararasıkomplo diyenler de var)başlamıştır. Çünkü bu saldı-rılardan hemen sonra, başını ABD’nin çektiği güçle-rin askeri müdahaleleri başlamıştır. Bu müdahaleninilki Taliban rejimli Afganistan’a yapılmıştır. Oysa Or-tadoğu’daki radikal İslamin uluslararası gericiliğinyeşil kuşak projesi tarafından ABD patentli bir olu-şum olduğunu herkes bilmekte. Dolayısıyla “radikalİslam’a savaş açtım” söylemi bir retorik olmanın öte-sinde bir şey değil. Sonra Irak’a müdahale edilerek bi-linen Saddam’ın idamıyla yaşanan süreç yaşandı.Saddam’ın da Ortadoğu’da sırtını kime dayayarak güçgösterisinde bulunduğu herkesin malumudur. AynıSaddam birden şeytan ve düşman ilan edildi. Irak’amüdahaleyle Ortadoğu’da “pandoranın kutusu açıldı”belirlemesinde A.Öcalan bulunmuştur. Yıllar sonrabugün bu belirlemenin haklılığını herkes kabul et-mekte. Irak halkının öz gücüne dayanmadan yaşananiktidar değişikliği bugüne ek gelen etnik ve mezhep-sel kanlı bir sürecin yaşanmasına neden oldu.

Kapitalist Modernite’nin yapısal krizi son yıllardaartık sürdürülemez duruma gelmiştir. Ekonomik an-lamda bunalımlar neredeyse yıllık bir devre halini al-mıştır. Başta ABD olmak üzere bir çok büyükekonomiler palyatif çözümlerle yaşadıkları ekonomikkrizleri aşamıyorlar. Avrupa ülkelerinin birçoğundaekonomik durgunluk yaşanmaktadır. Finans kapitaledayalı ekonomide büyüme imkânsızdır. Borç-kredibatağında ekonomiler yitip gitmekte. İflas edenbüyük finans şirketlerini devletler kurtarma operas-yonları düzenlemektedir. Bununla o çokça savun-dukları serbest piyasa kanunlarını datanımamaktalar. “bırakınız yapsınlar-bırakınız geç-sinler” ilkesi gereği yapmayı başaramayanlara “bıra-kınız batsınlar” diyemiyorlar. Finans şirketlerinikurtarmanın bir kısım bedeli çeşitli vergiler ve haraç-larla halktan karşılanmaya çalışılıyor. Bu uygulama-lara karşı ABD ve Avrupa ülkelerinde halklartepkilerini ortaya koydular. Ancak bunlar ideolojikperspektifli örgütlülükten yoksun oldukları için birertepki hareketi olmanın ötesine geçemediler. Bu kur-tarma operasyonlarının maliyeti büyük bir kısmı yineher zamanki gibi Ortadoğu’daki petrolden daha fazlapay alma ve oluşturulan suni gerginliklerle güvenlikadı altında silah satışı yaparak Ortadoğu halklarınaödetilmeye çalışıyor.

Kapitalist Modernite’nin deyim yerindeyse işbir-likçi iktidarlarla birlikte kanını emmesine artık halkıntahammülü kalmamıştır. Halklar, kendisini dikkatealmayan tekçi, otoriter, totaliter ve teokratik yönetim-

leri kabul etmiyor. Varlık içinde yoksulluğu yaşamakistemiyor. Başlarken belirtiğimiz 2010 yılında Tu-nus’ta Muhammed Buazizi’nin eylemi bu tepkinindışa vurumunun işaret fişeği olmuştur. Başta Tunusolmak üzere birçok Ortadoğu ülkesinde halk sokak-lara meydanlara döküldü. Bu uluslararası güçlerinbeklemediği bir şeydi. İlk etapta süreci fazla ciddiyealmadılar. İzlemeyi, anlamayı tercih ettiler. Ancak Tu-nus’taki iktidar halkın baskısına dayanamadı, çekildi.Bir süre sonra Ocak 2011’de bu defa Mısır halkı Tah-rir meydanına döküldü. Mübarek yönetimini artık is-temediğini haykırdı. Halkın bu güçlü başkaldırısınahükümet ancak bir iki hafta dayanabildi. Fakat Mısı-rın durumu özellikle ABD açısından Tunus’la aynıdeğildi. Mısır ABD’ nin Ortadoğu’daki en önemlimüttefiklerinden önde gelenlerdendir. Mısırda kont-rolsüz bir iktidar değişimi Ortadoğu politikalarınızora sokabilirdi. Mübarekten sonra iktidara ihvan ha-reketinin geleceği belliydi. İhvan hareketi 1930 hatta1960’ların İhvanı değildi. Orta ve küçük burjuva ka-rakterine bürünmüştü. Bu haliyle ABD için Ortado-ğu’da ılımlı İslam politikası çerçevesindedeğerlendirilebilirdi. Bundan dolayı ordu üzeri yanionu sahneden çekerek İhvan hareketinin iktidara gel-mesine göz yumdu. Ancak her iktidarcı anlayış gibiihvan da iktidarda olunca iktidarcılıkla tüm Mısır’ıkendi tekçi İslami dünya görüşüne göre bir anayasayaparak yönetmek istedi. Tahrirde özgürlük, adalet,eşitlik isteyen halkın taleplerini görmezden geldi.Özellikle İslamin, kadını toplumun dışına iten katıyorumlarını anayasaya ekledi 1960’ların Mısırı gibiArap liderine oynamak istedi. Daha da ayrıntılandı-rabileceğimiz bu tavırlar Mısır halkı açısından İh-vanla Mübarek arasından bir fark olmadığı görüldü.İhvan Mübarek’in İslami versiyonuydu. Yine uluslar-arası yüzler açısından İslam’ın iktidara bulaşmış herhali totaliter ve otoriter olduğu bir kez daha anlaşılıroldu. Tıpkı Mübarek’e karşı olduğu gibi, İki yıl gibikısa bir süre sonra Mısır halkı bu defa İhvana karşıalanlara döküldü. İhvan’a muhalefet eden halk özgür-lük, eşitlik, adalet diye haykırıyordu. Halkın bu tepki-sini gören uluslararası güçler bu defa sürecemüdahale ederek ordunun darbe yapmasını sağla-mışlardır. Mısır ordusu yıllardır ABD’nin yaptığı kar-şılıksız yardımlarla ayakta duruyor. ABD’nin bu tipyardımları yaptığı ordular çok azdır. Ülke yönetiminiby- pass yaparak direk orduya yardımda bulunuyor.Dolayısıyla bu orduyu ABD’den bağımsız düşünmekmümkün değil. Hiç kuşkusuz bu darbeyle bir kezdaha özgürlük, eşitlik ve adalet taleplerinin üzeri ör-tülmüş oldu. Halkın devrimci mücadelesinin önüalındı. Bugün Mısır halkı, Mübarek, Mursi ve Sisi ik-

84

tidarlarının kendi iktidarları olmadığını biliyor amabu durumdan çıkışın yolunu hala bulmuş değil.

Mısır’dan farklı olarak, Libya’da yaşananlarınözgün yanları var. Libya’daki halkın 30 yıldır İkti-darda olan Kaddafi’nin artık değişmesi gerektiğinidüşünebilir. Nitekim ilk etapta sosyal medyada ör-gütlenen küçük grupların etkinlikleri oldu. Ama budurumdan istifade eden güçler, Afrikalı paralı çete-leri önce devreye sokarak iç savaş görüntüsü verdilerve hemen ardından tüm uluslararası hukuku hiçe sa-yarak Libya’ya hava saldırısı başlattılar. Bununla hemLibya’da oluşabilecek bir devrimci mücadeleninönüne geçtiler hem de Kaddafi yönetimini devirerekkendi denetimlerinde bir yönetim oluşturarak Libyapetrolünün ve doğal gazının üzerine kondular. Tümbunları insanlığın gözünün içine bakarak “Libyayıözgürleştiriyoruz ”yalanını atarak yaptılar. Bu müda-hale halkları özgürleştirmemiştir. Libya’da siyasal bir-lik parçalandığından adeta her aşiret kendibağımsızlığını ilan etmiş durumda. Özgürlük ve eşit-lik alanları daralmış durumdadır. Daha düne kadarKaddafi’yi kendi başkentlerinde el üstünde tutangüçler bu defa da paralı çetelerinin eliyle Kaddafi’yiparçalattılar.

Ortadoğu’daki özgürlük dalgasının Suriye’ye yan-sıyacağı beklenen bir şeydi. Ancak bunun nasıl ola-cağı ve BAAS rejiminin tepkisi merak ediliyordu.ABD’nin şeytan üçlüsünde yer verdiği Suriye’de olay-ların patlak vermesi için ellerini sıvazlayarak bekle-diği biliniyor. Suriye’de BAAS partisi azınlık alevimezhebinin elindeydi. Tüm azınlık iktidarları gibikorkulu dünyasını korkular yaratarak koruyordu. Buonu faşizme kadar götürdü. Dara kentinde çıkan birgösteriyi kanlı bir şekilde bastırması herkesin bekle-diği kanlı süreci başlatmış oldu. Uluslararası güçlerve onların bölgesel temsilcileri Suriye muhalefetiiçinde kendi paravan örgütlerini oluşturdular. Budurum El-Kaide’yi desteğe kadar vardı. BAAS rejimibildiği tekçi, inkârcı ve gerektiğinde katliamlaravaran uygulamalarıyla biliniyor. Ya onun kendisinibu zihniyetten arındırarak demokratikleşesi gerekir,ya da aşılması kaçınılmazdır. Suriye halklarının bu

beklentisi ve tepkisi haklı ve meşrudur. BAAS yöne-timi bildiği tekçi, inkârcı ve katliamcı politikasındaısrar etti. Onu bu kuşatılmışlıktan kısmen kurtaranbirinci sebebi Rusya’nın Suriye’yi Akdeniz’deki üssüolarak görmesi, İran ve Hindistan gibi Suriye’yi tut-mak istemesidir. İkinci sebep ise Suriye halklarınınadına savaştığını söyleyen güçlerin birer paravanörgüt olmaları, kendi içinde çok başlı olmaları ve enönemlisi de Suriye halklarına özgürlük, eşitlik veadalet adına BAAS’a karşı bir alternatif sunmamala-rıdır. Hatta BAAS’ın kısmen özgürlük alanı sağladığıdiğer dinlerdeki topluluklara katliamlar bile yapıyor-lar. Yani tıpkı BAAS rejimi gibi Suriye halklarının enönemli öğesi olan Kürt halkını onlar da yok sayıyor-lar. Bu durum Suriye’deki kaotik ortamın sürmesineneden oluyor. Ancak mevcut durumda bilinen Su-riye üzerinde uluslararası güçler ve bölgesel güçlerbağlamında bir 3. Dünya savaşının prototipi yaşandı-ğıdır. Bu savaşı hangi güç bitirdiyse bundan sonraOrtadoğu’daki süreç onun istediği gibi gelişecektir.Bugün hiç kimse artık Suriye halklarının özgürlük,demokrasi ve eşitlik sorunundan bahsetmiyor. Üze-rinde yoğunlaşılan tek konu iktidarın kimin ellerindeolacağıdır. Bu tip iktidarcı zihniyet hep kriz üretir.

Kısaca değindiğimiz Mısır, Libya, Suriye örnekle-rinde görüldüğü üzere halkların mücadeleleri özün-den başlatılıp, sonra bu öz gasp edildi. İnsanlığıntemel değerleri için mücadele eden halklar hala budeğerlerden yoksun yaşıyorlar. İktidar değişimleridevrim diye halka sunuldu. Sadece sandık başınagidip oy kullanmanın özgürlük, demokrasi olduğualgısı yaratıldı. Gerçek devrimin ne anlama geldiğiniörneğiyle aşağıda açıklamaya çalışacağız. Halklar el-bette mücadelelerinde vazgeçmemişlerdir, vazgeç-meyeceklerdir de. O halde burada cevaplanmasıgereken büyük bedeller ödenmesine rağmen nedenbaşarılı olunmadı? Bu kriz nasıl aşılır ve halklar ger-çek baharını nasıl yaşayacaklardır?

Rojava Bir Ütopya Değil, Krizden Çıkışın Yaşam Bulan Örneğidir

“Kaybedileni kaybedilen yerde aramak gerekir”denir, Ortadoğu halkları özgürlüklerini, eşitliklerini,adaleti ve huzuru kaybettikleri alan olan kentli dev-letli topluma geçişi sorgulayarak başlamalılar. Beşbinyıldır insanlığa bir var oluş tarzı olarak sunulan busistem insanı kendisine, topluma ve doğaya yabancı-laştırmıştır. Eril, iktidar ve egemenlik perspektifli busistemi içinde kalarak alternatif oluşturmak müm-kün değil. Sadece son iki yüz yıl boyunca Ortado-ğu’da değişen iktidarı darbeleri bile incelediğimizdeister sosyalizm, ister İslamiyet adına hareket edilsin,

Kürtler açısından Musul- Kerkükmeselesinde dönen oyunlar, petrolesahip olmak için nelerin yapıldığı-

nın görünmesi açısından iyi bir örnektir

85

iktidar ve devlet endeksli tüm arayışların varacağı yeryine baskı ve sömürü rejimi olacaktır. Dolayısıyla,devletli-sınıflı sisteme alternatif olmak için iktidarcı-lığa bulaşmadan tüm halk kesimlerini içine katacaközyönetime dayalı bir sistem geliştirilmelidir. Demo-kratik özerklik -esaslı demokratik konfederal model-Ortadoğu için krizden çıkışın ilk adımı olacaktır. Or-tadoğu’nun toplum eksenli, yani iç içe geçmiş, etnik,dini, mezhepsel ve kültürel yapıları birbirine karşıt-lıkla ve düşmanlıkla değil, birlikte ortak değerler etra-fında yaşayarak varlıklarını bugüne taşımışlardır. Bugün için öngörülenin böylesi bir arka planı vardır,yani tarihseldir. Kapitalist modernite ayrıştırıcı, öteki-leştirici, dışlayıcı politikaların ulus-devlet çatısı al-tında kurumsallaştırılmasıdır. Bu politikayla yaratılanalgı toplumsal ayrılığın hiçbir zaman giderilmeyece-ğidir. Böylesi bir sistemde hep bir karşıtlık-düşmanlıküretilir. Oysa bu durumu toplumsal mühendislik çö-

zümü olarak görmek gerekir. Toplumun derinlikle-rindeki renkliliğin birlikte yaşamasının bir harcıolduğu gerçeğinden hareketle tüm toplumun ortakdeğerler etrafında toplamak gerekir. Bu bağlamdaulus-devlet zihniyetini halkların baş düşmanı ilanedip “demokratik ulusu” geliştirmeliyiz.

Suriye’nin kaotik ortamında Rojava’da yaşanandevrim süreci halkların özgürlük ufkunu açmaktadır.Rojava’ da inşa edilen demokratik ulus perspektiflidemokratik özerklik esaslı özyönetim, Rojava coğraf-yasında yaşayan tüm etnik, dini ve mezhebi topluluk-ları kapsamaktadır. Çoğunluk Kürtler olmasınarağmen tüm toplulukların iradesi yönetimde eşit dü-zeyde temsiliyetini bulabilmektedir. Arap, Ermeni,Süryani, Hristiyan, Sünni, Alevi ve kadın her kes içingeçerlidir. Demokratik ulus anlayışıyla toplumsalyaşam birlikte yürütülüyor. Yönetim iktidarcılığa da-yanmadığından komünler ve meclis örgütlenmele-riyle halkın her düzeyde katılımıyla gerçekleşiyor.Rojava’da yaşananların insanlığa en büyük katkısı birhalkın devlet olmadan da kendi kendisini yönetebile-ceğinin somut örneği olmasıdır. Rojava gerçek alter-natif sistemin nasıl devletsiz olarakpratikleşebileceğini göstermiştir. Rojava’ daki bu dev-

rimci çizgi halklar açısından aranan özgürlük, eşitlik,demokrasi, adalet ve huzuru getirdiği için Suriyehalklarının sevgisini saygısını ve güvenini kazanmış-tır. Hiçbir uluslararası güce dayanmadan cansiperanekendi özvarlığını korumaya çalışmaktadır. Bir yan-dan rejimle, bir yandan uluslararası ve bölgesel gerici-liğin paravan çeteleriyle öz imkanlarıyla savaşırkendiğer yanda aynı anda demokratik cinsiyet özgür-lükçü ekolojik bir toplum örgütlemek bu üçüncü çiz-ginin ideolojik yetkinliği, politik ustalığı ve iradesiningücünü göstermektedir.

Mısır, Suriye, Libya hatta Tunus’taki hareketlerinalternatifi olmamanın en önemli nedenlerinden biride cins sorununu görmezden gelip eril zihniyeti katıbir biçimde uygulamalarıdır. Toplumsal kırılmanınbaşlangıcı kadının toplum dışına itilip ev kölesi ha-line getirilmesidir. Doğal toplumun anaerkil yapısıonu özgürlükçü, eşitlikçi kılıyordu. Ataerkil toplu-mun baskının, köleliğin, iktidarcı, devletli toplumunkendisi olarak kısaca tanımlayabiliriz. Eril zihniyetinörüldüğü yaşamda; kadının adının bile olmaması“Kadın açısından dramatik bir sonuçtur. Kadına yak-laşımı kendi iktidarın ilk basamağı yapan eril zihni-yetin Ortadoğu toplumunda yarattığı tahribatgörülmeden toplumun özgürlük sorunu görülmez,özgürleşen kadın, özgürleşen toplumdur.” belirlemesibu konuda oldukça anlamlıdır. Mısır’da İhvan hare-keti iktidara gelir-gelmez cins sorununu anlamaktanne kadar uzak olduğunu yaptığı anayasada kadınlariçin evlilik yaşamı düşürerek gösterdi. Mısır kadınınhiçbir sorununu çözmediği gibi haklar konusundabir geriye gidiş yaşandı. Suriye’deki muhalefetin ka-dına yaklaşımıysa vahşice, barbarcadır. Bırakalım ka-dına devrimde bir yer vermek, kadın sadece cinsel birmeta olarak görülmektedir. Kadına devrimde verilengörev “cinsel cihatçılıktır”. Ayrıca bu çetelerin kadın-lara tecavüzü, dinsel bir kılıfa büründürmesinde in-sanlık dışı bir yaklaşımdır. Dolayısıyla BAAS rejiminineredeyse aratır bir yaklaşım kadına karşı var.

Rojava devrimi üçüncü çizgisinde hareketle öz-gürlük hareketinin cinsiyet özgürlükçü paradigma-sını pratikleştirmektedir. Kadın yaşanan devriminher anında ve her aşamasında yerini almaktadır.Devrimin özgürleştirilip yaşama taşıtılmasında kadınkatılımı esas alınıyor. Komünlerde, meclislerde kadıntemsiliyetini en üst düzeyde yer tutuyor. Yine kadınınözgün sosyal eğitsel, kültürel örgütlenmeleri var. Ku-rumlardaki eş başkanlık sistemi devrimi kadın ren-gini açığa çıkartıyor. Bu alanların dışında en önemliside YPJ adı altında kadının öz savunmada aktif yer al-masıdır. YPJ önünde kadının Rojava devrimini kendikadın devrimi olarak görmesi ve fedaice devrimi sa-

Halklar her geçen gün fakirleşirken, bir avuç elit

yönetici ve hanedanlıklar ise Karunvari bir zenginleşmeyi

yaşamaktadırlar

86

hiplenmesi bu anlama gelmektedir. Rojava’da kadınındünyada örneğinin olmadığını bildiğimiz(belki devardır, biz bilmiyoruz) özgün bir örgütlenmesi dekadın asayiş birimi oluşturmasıdır. Böylelikle dıştangelecek saldırılar YPJ ile devrimi savunan kadın,”Asa-yişa Jın” ile de toplumun kendim içinde kadına olasıyönelimlere kadını korurken diğer yandan toplumunasayiş sorunlarını kadın rengiyle çözerek toplumsalgüvenliği sağlıyor. Rojava devriminde kadının bu şe-kilde ön planda olması Suriye’deki ve Rojava’da diğerhalkların kadınlarının kendilerini güvende hissede-ceği, özgürlüğünü yaşayacağı bir alan yaratmıştır. Ni-tekim özgür kadın bilincini eleştirme çalışmalarınıdiğer toplumsal, kültürel kurumlaşmalara, YPJ ve“asayişa Jın” faaliyetlerine bu kesimlerden kadınlarında aktif bir katılımını görmekteyiz. Çünkü kadınlarRojava devriminde yaşananlara BAAS’ın sözde mo-dernist kadınıyla cihatçı çetelerin kadını kadının kö-leliğine mecbur olmadıklarını başka birseçeneklerinin olduğunu görmüşlerdir.

Ortadoğu ülkeleri tamamı sahip oldukları zenginyeraltı kaynaklarından ötürü yaşamalarını ekonomikrefah içinde yürütme imkânına sahiptirler. AncakKapitalist Modernite’nin karcı zihniyeti, iktidar etra-fında kümelenenleri zenginleştirilirken halkıysa yok-sullaştırmaktadır. Bireycilik, toplumsallığı kemirenbir hastalık gibi yayılmaktadır. Doğal toplumun daya-nışmacı, ihtiyaca göre yaklaşımının yerini kapitaliz-min bencil, tüketim canavarı anlayışı almaktadır.Ortadoğu’da şu an muhalefet adına hareket ettiğinisöyleyen tüm hareketlerin kapitalist liberal ekonomiksistemlere nasıl bir alternatif geliştirecekleri belli de-ğildir. Çünkü Kapitalist Modernite’yi aşan bir ekono-mik anlayışları yok. Dolayısıyla karşı olduklarırejimleri devirseler bile, halklar yine aynı yoksullukve sefalet içinde yaşamaya devam edeceklerdir. Bukonuda Rojava devriminin insanlığa kazandırdığımüthiş bir deneyim var. Bir yandan TC ve KDP sınırkapılarını kapatarak ambargo uygulamalarına rağ-men diğer yönden paravan çetelerle kıyasıya bir savaşsürerken, Rojava devrimini ekonomik olarak daayakta tutabilmiştir. Kapitalist Modernite’nin gölgetemsilcileri olan AKP ve KDP’NİN halkı “açlıkla ter-biye” edip teslim alma politikası iflas etmiştir. Yerle-şim yerlerinde oluşturulan birimlerin bağlı olduğumerkezi bir yapılanmayla toplumsal ekonomik hayatsürdürülmüştür. Savaş koşullarından dolayı belliyaşam kaliteleri çok yüksek değil ama ambargo poli-tikalarına da teslim olmamışlardır. Yaşamlarını idameettirebilecek olana razı gelerek aç gözlülüğe fırsatçı-lığa da kimsenin yeltenmesine de olanak tanımamış-lar, dayanışmacı ve komünal bir yaşam esas almıştır.

Bu komünallik öncü örgütlenmede ve savaşan güçlerarasında net olarak uygulanıyor. Dayanışma kültü-rünü hem Rojava halkı için de he de Kürdistan’ındiğer parçalarında ve Kürtlerin yaşadığı her alandaimkânların seferber etiler. Bir halk kendi öz imkânla-rıyla bu kuşatmaya karşı direniyor. Rojava’da uygula-nan ekonomik sistem devrimin üzerindeki bu saldırıdalgası hafifledikçe daha görünür olacaktır. Böylelikle21. yüzyılda Kapitalist Modernite’ ye alternatif olankomünal-karcı sosyalist ekonominin nasıl bir sistemolduğu ve halkların özlemlerine cevap verdiği görüle-cektir.

Rojava devrimi endüstriyalizmin çevreyi yok edenzihniyetine karşı ekolojik bir ekonominin pratiktekiprototipi olmaktadır. Çevrenin korunması, doğal or-tamın yaşanılır olması ve tarihi dokunun korunmasıgerekiyor. Ekolojik ve ekonomik bunu engelleyenhatta yok sayan Kapitalist Modernite’ye bu alanda al-ternatiftir. HES’ler, Nükleer santraller, gereksiz barajyapmalar, çarpık kentleşme, zehir saçan fabrika artık-ları mücadelenin nedeni olacaktır.

Rojava devrimi bağlamında kısmen örneklemeyeçalıştığımız yaşam “halkların baharı” sürecinde yaşa-nan tıkanmanın aşılmasında güçlü ve çarpıcı bir se-çenektir. Elbette bu seçenek kendiliğinden oluşmadı.Rojava’da pratikleşen Abdullah Öcalan’ın “demokra-tik, kadın özgürlükçü, ekolojik toplum” paradigması-dır. Bu paradigma tikel olarak hayata geçebileceği gibi

demokratik konfederal örgütlenmelerle evrenselleş-meye açıktır. Ortadoğu’daki yapay sınırlar kalkmasabile pratikte anlamsızlaşmalıdır. Bu birlikteliğin“İslam ümmeti” gibi dinsel milliyetçiliği çağrıştıranyaklaşımlara izin verilmemeli. Bu topraklarda üç se-mavi dinin Zerdüştlüğün, Süryaniliğin, Yezidiliğinyaşandığını unutmayan bir kopyacılık esastır. İnsanlı-ğın beşiği olarak bilinen Dicle-Fırat, Nil ve Pencapnehir havzalarındaki canlı eko-sistemi korumak hattatekrar canlandırmak için toplumda ekolojik bir bakışaçısı geliştirmek gerekiyor. Öcalan bu nehir havzalarıetrafında demokratik konfederal birliklerin oluştu-rulması gerektiğini belirtiyor. Öcalan bu sistemi butoprakların kök hücre olmasından hareketle diğer

Halklar, kendisini dikkate al-mayan tekçi, otoriter, totaliterve teokratik yönetimleri kabuletmiyor. Varlık içinde yoksul-

luğu yaşamak istemiyor

87

coğrafyalara da yayılabilir, uygulanabilir bir şekildeinşa etmiştir. Tikelin özgürlüğünü dikkate alan amaevrenselci bir çözüm de Öcalan ideolojisi gereğidir.Bu bağlamda “halkların baharı insanlığın baharına “dönüşmelidir. Öcalan Kapitalist Modernite’nin üç sacayağına alternatifi kısaca şöyle formüle ediyor; kapi-talizme (karcılığa)karşı ekonomik toplum, endüstri-yalizme karşı ekolojik-ekonomik toplum,ulus-devlete karşı demokratik ulusa dayalı ahlaki vepolitik toplum. Burada görüleceği gibi bu paradig-mayla beş bin yıllık kentli-devletli-sınıflı tahakkümve her türlü iktidarcı eril zihniyet yıkılacaktır.

Halkların baharının bu ateşin ilk kıvılcımını Orta-doğu’nun kadim halkı Kürtler tarafından Öcalan’ınöncülüğünde kırk yıl önce atılmıştır. Rojava devrimihakikati en güçlü olanın özgürlük hareketi olduğunuispatlamıştır. Öngörüsüzlük zamanlarında ideoloji-politik gücü ve pratik ahlaki toplum paradigmasıylakaosa karşı direnç kazanan bir hareket olması itiba-rıyla halkların umududur. Kaostan çıkışın yolu ay-dınlıktır. Bu konuda yapılmasın gerekenlerin son

noktasını yine Öcalan’dan bir alıntıyla yapalım; “Ha-kikat savaşı yaşamın her anında tüm toplumsal alan-larda, komünalist ekonomik ve ekolojik birimlerdedemokratik kentlerde, yerel, bölgesel, ulusal ve ulus-ötesi mekanlarda yürütüldükçe anlam ve başarı kaza-nır. Dinlerin ilk doğdukları dönemdeki elçi vehavariler gibi yaşamayı bilmedikçe, hakikat peşindekoşmadıkça hakikat savaşı verilemez, verilse de başa-rılamaz. Ortadoğu’nun yenilenmiş kadın tanrıça bil-geliklerine, Musa, İsa ve Muhammetlere SaintPaullara Manilere, Veysel Karanilere, Hallac-ı Man-surlara, Sührevedilere, Yunus Emrelere, Brunolara ih-tiyaç vardır. Hakikat devrimi, eskilerin eskimeyenama yenilenen mirasına sahip olmadan başarılamaz.Devrimler ve devrimciler ölmez, sadece miraslarınasahip çıkılarak yaşanılabileceğini kanıtlar. Ortadoğukültürü fikri-zikri-eylemi-bütünleştirmenin kültürü-dür ve bu yönden çok zengindir. Demokratik moder-nite uygarlığın ve Kapitalist Modernite’nin eleştirisinibu kültüre ekleyerek katkısını sunacak, tarihsel ro-lünü oynayacaktır.”

İçindekiler İçin Tıklayınız

İnkalar bundan 2000 yıl önce dünyanın sıfır nok-tasını, ekvator çizgisini tespit etmişlerdi, henüz Gali-leo Galilei dünya yuvarlaktır demeden 1500 yıl kadarönce. Dünyanın sıfır noktası, bugün Güney Ame-rika’nın yoksul ülkesi Ekvator’da turistlerin bir ziyaretnoktası, ufak hediyelik eşyaların satış yeri ve fotoğrafçekilen bir yerden başka bir şey değil belki. Ancakişin ironik yanı, burası İnkaların tespit ettiği dünya-nın sıfır noktası da değil. Çünkü turist otobüsleri, şe-kerlemeciler sığmıyor diye dünyanın sıfır noktası da3 kilometre öteye taşınmış durumdaydı. Buraya git-tik diye çekilen hatıra fotoğrafları bile gerçek değil as-lında. İnkaların sıfır noktası yani dünyanın merkezi

kaydırıldığı için belki her şey yanlış bu dünya da!Bugün coğrafi bir gerçeklik olarak bile kaydırılansıfır noktası, siyasal anlamda ise hiç de gerçek ye-rinde durmuyor. Dünyanın bugün, siyasal ve top-lumsal sıfır noktası Rojava'dır, eğer yine turistikziyaretler ve şekerlemeciler için başka yere taşın-mazsa tabiki...

Öncelikle bugün gittikçe yaygınlaşan, ABD'nin'imparatorluk' gücünü yitirdiği düşüncesine katılmı-yorum. En azından herhangi bir ‘imparatorluk’ ken-disi ortada olmasa bile siyasal gücünü, bir 'devrim'olmadan kaybetmez. Hatta Sovyetler Birliği’nin orta-

dan kalmasına neden olan 'Karşı Devrim'e rağmen,Rusya’nın sahneye geri dönüşü, yüzyılların sadece si-yasal geleneklerinin bile buna yeterli olduğunu göste-riyor. Kâğıt üzerinde tümüyle tasfiye olmuş, SovyetRusya'nın bugün bölge de en etkili güç olmayadevam etmesi bu durumun pratik sonucudur. Bu ne-denle ABD’nin güç yitirdiği varsayılsa bile, ortadankalkmasının bir tek biçimi vardır ki bu 'Toplumsal veSiyasal' bir devrimden başka bir şey değildir. Yoksaölse bile yeni bir toplumsal durum yaratılamadığı sü-rece, siyasal etkisi kesinlikle ortadan kalkmaz. BugünT.C. hükümetinin anlayamadığı gerçek te budur as-lında. Kendi küçük boyuyla, emperyal paylaşımda,Ortadoğu’dan daha fazla pay alma çabasında, gittikçeelinde var olan işbirlikçi payını da kaybetmektedir.Çünkü zaten temel mesele eğer kuklaysanız iplerinizikurtarsanız bile boşlukta sallanan, kukladan başkabir şey değilsinizdir ve biri tekrar o ipleri eline aldı-ğında, daha sıkıcı sarmalanmış olmaktan başka birdeğişikliğiniz olmayacaktır. Bunu tersini anlatan sa-dece bir Pinokyo masalı vardır ki bu da adı üstündemasaldır ve konuyla tek bağlantısı 'yalan söylemek'üzerine olabilir. Bir başka benzerlik yalan söyleyinceuzayan bir burumsa, zaten tam anlamıyla yalan söy-lemenin de becerilememesinden başka şey değildir.

Simgesel bir anlatımdan, doğrudan gerçekliğe dö-nersek, yukarda söylediğim gibi genelin kanaatininaksine, Ortadoğu da ABD'nin kaybettiği değil bugüniçin kazandığını düşünüyorum. Bu yine genel kanaa-tin aksine, bence Irak işgaliyle başlayan kazanmadeğil, kaybetme süreciydi. Bu süreç Arap Baharı’nınsokakları ele geçirilmesiyle en üst boyutuna vardıama önce Libya müdahalesi ve özellikle de Mısır dar-besiyle kazanmaya doğru dönüştü. Özellikle siyasaldurumu sadece ülkelerin etkinlikleri üzerinden yo-

y Metin Yeğin

Rojava: Dünyanın Sıfır Noktası

88

Dünyanın bugün, siyasal ve toplumsalsıfır noktası Rojava'dır, eğer yine

turistik ziyaretler ve şekerlemecileriçin başka yere taşınmazsa tabiki...

89

rumlamaya çalışan, jeopolitik, coğrafi açıklamalarlamalul, sınırlı bir bakış açısından değil de toplumsalbir perspektifden, 'Kapitalist Modernite'-'Demokra-tik Modernite' çatışması üzerinden bakıldığındafarklı mücadele alanı olarak seçilmektedir.

Bölgenin en etkin ülkelerinden birinde, Mısır dasokakların isyanı, oryantalizm ve yine sol oryanta-lizm tarafından küçümsenerek, yok sayılırken, klasikanlamda bile bakıldığında Mısır'ın bütün fabrikalarıayaktaydı. Her şey bir yana, isyana adını verenlerden6 Nisan Hareketi bile isyandan 2 yıl kadar önce ElMahalla kentinde bizim de tanığı olduğumuz işçi is-yanıydı. İşin garip yanı, 2 yıl önce, bu isyanı sadeceücretlere ve çalışma koşullarına hasreden sol oryan-talizm, bu sefer de isyanı, aynı işçilerin katılmasınıgöz ardı ederek, sadece ‘siyasal’ buluyordu. Bütünbunların ötesinde son yılların yoğun ve vahşi neoli-beral uygulamaları sonucu işsiz kalan işçiler, tama-men nasıl özelleştirilen fabrikalardan, kamuişletmelerinden atıldılarsa, düşünsel olarak da sol or-yantal bakışın 'işçi' statüsünden atıldılar. İsyan sadece'İslam' kimliğinde bir siyasal biçimle sınırlı görüldü.Bu başta sadece 'imaj' olsa da, sonra bu 'imaj' öncedaha makul olanın kabul edildiği, makulün imajıgüçlendirdiği ve hatta imajın kendisinin gerçekte deen büyük siyasal güç Müslüman Kardeşler’in kendi-sini imaj olduğunu kavrayamayarak güçlü gördüğü,davrandığı bir duruma getirdi. Toplumsal olanı kar-şısına aldığında darbe oldu. İşte bu darbe ile ABD deOrtadoğu’da tekrar kazanmaya başladı. İsyanınsokak inisiyatifi yaralanmış ve bölünmüştü. İlk baştasadece ‘imaj’ olan gerçekti artık.

ABD'nin yeni çalışma biçimiyle, mutlaka ki insanibir duygusallık katmak istersek ‘sinsi’ bir şekilde,küçük ama etkili darbeleri sadece Ortadoğu’ya ilişkindeğildi. Yine Obama hükümeti bunu daha önceHonduras’ta gerçekleştirdi. Burjuvazinin kendi ku-rallarına göre seçilmiş devlet başkanı Zelaya, askeridarbe ile devrildi ve sürgüne gönderildi. Bu yüzyıldaartık darbeler olmaz diye ortada dolaşan düşüncelerehiç aldırmadı ABD. Basit tarihsel bir kuralı uygulu-yordu; Yapınca oluyordu. Zelaya arkasına neredeysebütün Latin Amerika'nın meşruiyetini alıp, uçaklar-dan inmeyip geri dönse de, defalarca ülkeye girmeyeçalışsa da, ancak başkent de Brezilya elçiliğine kadargirebilmiş oldu. Burada Brezilya'nın 'makul abi' etki-sine de mutlaka vurgu yaparak, şimdilik devam et-meliyiz. Darbe kısa bir süre sonra seçim yaptı. 12Eylül rejiminin yakından bildiğimiz yöntemlerinden,biraz daha yumuşaktı. Özellikle de vahşet ölçüsü ol-mayan, Latin Amerika faşist cuntalarından çok dahafazla yumuşak. Bu durum makulü daha makul kılı-

yordu. Sadece onlarca ölü ve kayıp söz konusu oldu.Güçlü rakamlara çıkmadı bu sayılar. Cuntanın seçimgününde, Honduras sokaklarında gördüğüm, askerpolis sayısı, o zaman Diyarbakır'ın sıradan günlerin-den, çok daha azdı. Bir gün sonra, seçimleri boykoteden muhalefet ile birlikte sokakları dolaştığımızda,herkes birbirine oy kullanmadıkları için boyanma-mış parmaklarını göstererek, ‘Biz temiziz’, diye bağı-rıyordu. Yüzde 65 boykota aldırmadan seçimiyapılmıştı ve ‘Kabul edilemez bir hükümet’ çığlıklarıarasında hükümet işe başladı. Latin Amerika'nın ne-redeyse tamamı, hükümeti tanımadı. AldırmadıABD ve hükümet. Brezilya'nın makul kollarındakiZelaya ise en sonunda, 4 yıl sonra, eşinin seçimlerekatılmasını kabul ederek uzlaştı. Sonunda hüküme-tin kampanya yolsuzluklarıyla dolu seçimlerini, eşikaybetti. Bir darbe ile değiştirilen bu sürecin benze-rini Mısır’da uyguluyor bugün ABD ve bu yüzdenkazanmaya daha yakın

Honduras darbesinden burada bahsetmemin ne-deni ise kesinlikle şimdi başlıyor. Honduras darbesisadece Honduras'ı etkilemedi. Öncelikle Orta Ame-rika'yı ve hatta doğrudan bütün Latin Amerika’dasolu devirdi;

Önce Guatemala’daki zayıf sol-sosyal demokrathükümet kaybetti. Hâlbuki Honduras devrik devletbaşkanı Zelaya'nın yaptığı kabul edilemez! şeylerin-den birini, Venezüella'dan doğrudan halka satılmasıiçin verdiği çok ucuz petrolü de reddetmişti. Yaklaşık40 yıllık faşist cuntalardan ve onların dünyanın envahşi katliamlarından sonra, gerilla ile barış imzalan-mış bir ülke, eski cunta günlerine geri dönme riskinihiç göze alamadı. Sadece iktidarda olmak ta artık pekbir şey değiştirmiyordu. El Salvador’daki eski gerillahareketi, FMLN ağırlıklı hükümet darbeyi ensesindehissetti ve ancak ‘makul abi’ Brezilya'nın orta saha-sına kadar ilerleyebildi. Devrim yapmış Nikara-gua'nın eski devrimci lideri Daniel Ortega, hiç dehalinden şikayetçi olmayarak neoliberal sularda yüz-meye devam etti. Honduras darbesiyle sadece Hon-duras’daki halk hareketi ve bütün Orta Amerika, enfazla Brezilya-Lula makul çizgisine ilerleyebildi.

Honduras darbesi sadece Honduras'ı etkilemedi.

Öncelikle Orta Amerika'yı vehatta doğrudan bütün Latin

Amerika’da solu devirdi

90

Hatta bu darbe ile neredeyse bütün kıta solunun, he-defi Venezuela olmaktan çıktı. Daha da ötesi özellikleChavez sonrası bu sınır, Venezuela’da bile daha geriçekildi. Bu darbe ile yapılan domino hamlesi, bütünLatin Amerika da, ABD uzun zamandan sonra çokönemli mevzilerini kaybetmeyi durdurdu.

ABD şimdi Mısır darbesiyle başlayan Ortadoğu do-mino hamlesiyle benzer sonuçlar bekliyor. Bunu Orta-doğu’da tek boşa çıkaracak ise Kürt Özgürlük Hareketive Rojava’dır. Bu yüzden Rojava devrimi aynı İspanyoldevrimi gibi bütün dünyayı doğrudan etkileyecek birsüreçtir. Aynı İspanyol devrimi gibi savaşan güçler, sa-dece cumhuriyetçiler, komünistler, anarşistler ile faşistFranco güçleri değil, Sovyetler Birliği, faşist Almanya,İtalya, İngiltere, Fransa yani bütün dünyaydı. İkinciDünya Savaşı’ndan önce İspanya devrimi, her türlü itti-

fakın, silahın, taktiğin denendiği bir yerdi. Aynı onungibi; Rojava’da mücadele; Sadece Rojava Kürt halkı, çe-teler, Esad güçleri, Türkiye arasında değil, bütün birdünya savaşıdır.

Dünyanın sıfır noktası Rojava’da bugün, başka birdomino etkisi, ya bütün Ortadoğu’yu ve hatta dünyayıdeğiştirecek bir devrim, ‘Kapitalist Modernite’ye karşı‘Demokratik Modernite’ inşa edilecek ya da bütün dün-yanın ipleri, kukla sahiplerinin ellerine geri verilecektir.Bu mücadele, sadece ekonomik yapısal bir değişiklikdeğil, bütün devrimler gibi öncelikle doğrudan özgür-lüğün ve bunun ötesinde mekânın, kimliğin ve ekoloji-nin bütünsel olarak yaşamın mücadelesinin döndüğübir süreç olduğu için Rojava dünyanın sıfır noktasıdır.

Ve bu yüzden bütün dünya için; Yaşasın RojavaDevrimi...

İçindekiler İçin Tıklayınız

y Ali Koç

Devrimin Öz Diplomasi YeteneğiOlarak Rojava

91

Sorunları çözme ve olası çözüm seçeneklerini gö-rünür kılma babında toplumlar, gruplar ve halklararasındaki ilişkiler sistematiği olan diplomasinin ma-nipülasyonu, devletler zemininde iktidarların, elitle-rin, zümrelerin, aygıtların çıkarlarını azamileştirmeyeve bu bağlamda sorunsallıklar üretmeye dönüştü-rülmüştür. Esasta diplomasi, sorunları çözme, barışıtesis etme ve dostluklar kurma yöntemidir. Buna mu-kabil devletçi/iktidar görünürlük, diplomasiyi güç gös-terisi üzerinden etkinlik ve etkileyicilik alanınıbüyütme ve çıkarsallık dairesini genişletme temelinde

kurgulamıştır/kurgulamaktadır. Bu amaca hizmetetmek üzere, sorun üretme veya erteleme (çözmedeğil), bu elitist diplomasinin temel yöntemi olmakta-dır. Abdullah Öcalan, devletlerin diplomasi tarzını‘kar mantığına indirgenmiş diplomasi’ olarak tanım-larken, bu akıldışı (ama kendi mantığı içerisinde isetutarlı) sorunsallık haline dikkat çekmektedir. Sorun-sallık halidir, çünkü sorunların üretimi ve bunun üze-rinden gücü/iktidarı tahkim etme, sonsuz bir çatışmave gerginlik atmosferini yaratmakta ve bunu devletle-rin varoluş gerçekliğine dönüştürmektedir. Buradaaraçsallık konumunda tutulan ise, toplumlar ve onla-rın dinamik varlıkları olmaktadır. İhtiyaç duyulangüç(askeri, siyasi, ekonomik vb.) buradan devşiril-

mekte ve amaç için kullanılmaktadır. Özellikle deulus-devletlerdeki ‘ulusal çıkarlar’ argümanı her du-ruma uyarlana bilen ‘çatı’ görevini görmektedir. Bu-rada her koşul için öne çıkarılan ‘ulusal çıkarlar’söylemi, esasta devleti araçsallaştıran iktidar blokları-nın/elitlerinin çıkarları olmaktadır. Bir çözüm yön-temi olarak işlevselleşmesi gereken diplomasinin,çözüm üretme görüntüsü altında yaratıcı bir sihirbaz-lık yeteneği ile sorun üretme mekanizmasına dönüş-türülmesi, halkların/toplumların hanesine ‘kayıp’olarak yazılırken, devletçi güçlerin ‘kazancı’ olarakişlem görmektedir. Tarihsel süreç, istisnaları olmaklabirlikte ana akışın böyle olduğunu göstermektedir. Bunedenle yapılması gerekenin, diplomasinin dönüştü-rülerek gerçek zeminine (sorun çözen, barış yapan vedostluk kuran…) oturtulması ve devletlerin etkinliksağladığı bir alan olmaktan çıkarılmasıdır. Yani ‘dev-letlerarası diplomasi’ ye karşılık ve ona karşı güçlü biralternatif olma bağlamında ‘halklar arası/toplumlar-arası diplomasi’, yani ‘öz diplomasi’ seçeneğini tarihsel-lik içerisinde daha görünür kılarak ve günceleştirereköne çıkarmak, alternatif olma iddiasının kaçınılmazgereğidir.

Kabul etmek gerekiyor ki, devletler sistemi diplo-masi konusunda daha örgütlü ve etkin durmaktadır-lar. İkdidarcı bir sistem olarak güçle tahkim edilmişolmaları etkinliklerinin nedenidir. Güç, diplomatik et-kinliğin var oluş koşulu olarak sürekli üretilmekte vebunda sağlanan başarı oranında amaca hizmet etmek-tedir. Bu bağlamda devletlerarası diplomasi, güç den-gelerine dayanan diplomasidir. Güç etrafında birdiziliş söz konusudur. Güç halkaları ve bunlar arasın-daki ilişki ve çelişki sistematiği diplomatik faaliyetlerinesası olarak görünür olmaktadır. Her devlet bu esasüzerinden var oluşunu anlamlandırmaya, daha doğ-

Güç, diplomatik etkinliğin var oluş koşuluolarak sürekli üretilmekte ve bunda sağlananbaşarı oranında amaca hizmet etmektedir. Bubağlamda devletlerarası diplomasi, güç denge-

lerine dayanan diplomasidir

rusu var oluşunu kabul ettirmeye ve meşrulaştırmayaçalışmaktadır Buradaki meşruiyet ölçüsü, devletçi sis-temin varlığını kabullenme, oyunun kurallarını be-nimseme ve buna sadakattir. Bunu yapan güçlersisteme dâhil edilirler ve böylece meşrulaşırlar. Zamanzaman bunun dışına çıkan devletler oldu mu, meşrui-yet dışına itilerek sistemin dışına atılırlar. Devletçi sis-tem güçlerinin zaman zaman kimi devletleremüdahale etmeleri, rejim değişikliklerini örgütleme-leri, iktidar elitlerini değiştirmeleri bu ilişki sistematiği-nin sonucudur. Sistemin meşruiyet krizleri bubağlamda aşılmaya çalışılır. Sadece 2000’lerdeki Yugos-lavya, Afganistan, Irak, Honduras, Libya, Suriye müda-hale ve rejim değişiklikleriyle Küba, Venezüella,Bolivya, İran… İle yaşanan sorunlu ilişkiler buna ör-nektirler.

Güç dengelerine dayanan bu tarz diplomasi, kabuledilebilirlik karşılığında kendinden taviz vermek ve sis-temin ‘süper gücüne’ (super power) tabi olmayı, irade-sini kabul ettirmeyi koşullamaktadır. Her hâlükârdainşasını öngören bu diplomasi tarzının esası, iktidaradayalı varlığının olumlanmasıdır. Bu nedenle devletçisistemi bir dünya-sistem olarak tekçi bir yapı biçi-minde algılamak gerekiyor. Söz konusu devletçi ve ikti-darcı inşa olduktan sonra, ideolojik ve çıkarsalfarklılıklar ikinci planda kalmaktadır. Tam da bu ne-denle kapitalist devletçi sistemi devrimlerleyıkmayı/aşmayı amaçlayan 20. yüzyılın reel sosyalist veulusal kurtuluşçu devrimlerini devletçi dünya-sisteminbir parçası olarak değerlendirmek gerekiyor. Araların-daki çelişki ve çatışmalar sahici olsa da devletçi dünyasistem içi güç etkinlik ve çıkar çatışmalarıydı ve farklıkutupta konumlanmaları nedeniyle daha sert ve yıkı-cıydı Bu yönüyle de dünya- toplumu kontrol etmeyedayanan güç dengeleri tesisinin bir bakımdan diplo-masi başarısıydı. Tüm çelişki, çatışma ve gerginliklererağmen devletçi dünya-sistemin devamında ve varlığı-nın korunmasında mutabık kalınan diplomatik ilişki-lerin sonucuydu.

Devletçi dünya-sistem, çıkarsallıkların azamileştiğive makasın en fazla açıldığı durumlarda dahi sistem-selliğini (farklı kutuplarla birlikte yapısını) koruyacakbir diplomasi ilişkisini kurgulamakta ve toplumsallığımeşruiyet dayanağı yapan gerçek bir alternatife izinvermemekte ilkesel davranmaktadır. Devletçi dünya-sisteme biat önkoşul olarak öne sürülmektedir. Siste-min kendi içerisinde kutuplaştığı durumlarda dahi,her konuda olduğu gibi diplomaside de gerçek alterna-tifi tanımamakta, sistem içi veya sistemin kutuplarıarasındaki çelişkilerden dünya-toplum adına yararlan-mayı esas alan üçüncü yolu yani ‘öz diplomasi’ seçene-ğini bastırmaya çalışmakta ve ‘meşruiyet’ dışına

atmanın çabası içerisine girmektedir. Reel sosyalist veulusal kurtuluşçu devrimlerin sistemsel lideri olanSSCB, ilk dönemlerde (1917’lerde sonra) devrimyapan bir devlet, sonrasında ise (1945’lerden sonra)inşa edilmiş bir sistem olarak tanınmak ve ‘meşrulaş-mak’ karşılığında ideallerinden ilkesel ve ideolojik ta-vizler verdi, ondan sonrası giderek sosyalizimdenuzaklaşmak oldu. Lenin, bu tavizleri, devrimin üzerin-deki aşırı basıncı bertaraf etmek ve devrime soluk al-dırmak/devrimi kurumlaştırmak için ‘taktik’ adımlarolarak gördü veya gösterdi. Hamle hangi amaçla yapı-lırsa yapılsın, verilen tavizler özsel tavizlerdi ve ‘strate-jik’ sonuçlara yol açtı. Reel sosyalist blok/sistem bubağlam üzerinden ‘meşruiyet’ kazandı ve gerçek alter-natif olma halinden uzaklaşma karşılığında devletçidünya-sistemin bir parçası oldu. Başka bir deyişle reelsosyalist blokun (diğeri, dünya-sistemin liberal blo-kuydu) sistemsel tanınması, dünya devrimler süreci-nin kontrolü ve sisteme eklenmesi karşılığındaolmuştur. Tam da bu nedenle (elbette başka nedenleride vardır) ekim devrimi ve reel sosyalist blok gerçek al-ternatif ve dünya-toplum olma şansını sonsuza kadaryitirdi. Bu, bir diplomasi trajedisi olarak tarihe geçmiş-tir. Reel sosyalist blokun yıkılışında ve 20.yüzyıl dev-rimlerinin başarısızlığında bu trajedinin rolünüküçümsememek gerekiyor. Halkların sosyalizm öz-lemleri ve bunun için gösterdikleri mücadele azim-leri/emekleri, SSCB’nin lider olma (esasta kontrol gücüolma) çabalarına diplomatik araçsallıklar oldular. Onedenle de birçok devrim sahada başardı, ama ironikolarak devletçi-sistem ‘masa’sında kaybetti.

Yeni Tür Bir Devrim Örneği Olarak Rojava’da Öz Diplomasi Henüz yapılmakta olan Rojava devrim sürecini

dünya-toplum sisteminin ilk inşa halkası olarak değer-lendirmek, gerçeğe yakın bir tanımlama olacaktır. Bu-rada gücünü abartma çabası yoktur. Aksine kenditarzında 21. yüzyıl devrimler halkasının ilk örneğiolma bağlamında taşıdığı potansiyele ve yaratabileceğisonuçlara dikkat çekilmektedir. Rojava devrimi, belli kidünya-toplum sistemi için çok mütevazı bir adımdır.Ancak Ortadoğu’nun bir kaos aralığından geçtiği vekaos aralığındaki küçük adımların dahi dev adımlaradönüşerek kaostan çıktığı, yine Ortadoğu’daki sistem-sel kriz ve çözümün dünya sistemini etkileme/belir-leme potansiyeli göz önüne alındığında, Rojavadevriminin çok da küçümsenmemesi veya görmezdengelinmemesi gerektiği açıktır. Kabul edilmelidir ki,büyük alt-üst oluşlar mütevazı adımlara dayanmakta-dır. Belirleyici olacak husus Rojavalıları beslemek veçoğaltmaktır. Bu hedef, devletçi dünya-sistem muhalif-

92

93

lerinin/mağdurlarının önünde duran stratejik ve gün-cel bir görev durumundadır.

Rojava devriminin alışageldik devrim süreçlerin-den farklı olduğu açıktır. Bir 21. yüzyıl devrim örneğiolarak tarihin geride bıraktığı 19. ve 20. yüzyıl devrim-lerinden farklıdır. Rojava devrim sürecini farklı kılanparametreleri şöyle sıralamak mümkündür:

a) Devlet kurma perspektifiyle hareket etmiyor. Sı-nırları değiştirmekten ziyade halkların demokratik po-tansiyelinin önünü kapatsan sınırları ortadankaldırmayı amaçlıyor.

b) İktidar aygıtını inşa etmiyor. Var olan iktidar ay-gıtını yıkıp gücünü topluma dayatıyor. Elitist inşayıdeğil, toplumsal inşayı devrimin temeli yapıyor.

c) Toplumu yerelden demokratik özerklik biçi-minde örgütlüyor. Demokratik özerklikle toplumsalmeşruiyeti inşa ediyor. Ülkenin başka bölgeleriyle vebaşka ülkelerdeki benzer inşalarda devlet yerine demo-kratik konfederalizmi oluşturma perspektifine sahiptir.

d) Şiddetle yıkmayı ve inşa etmeyi temel tarz olarakuygulayan klasik devrimlerin yerine, toplumsal gücüaçığa çıkararak ve toplumla birlikle devrimi gerçekleş-tiriyor. Şiddet, meşru savunma sınırında tutuluyor. Butemelde toplumun içinde ve dışında şiddet araçasallı-ğından mağduriyeti ve karşıtlaşmayı engelliyor. Şiddetinşa edici değil, koruyucu ve savunucu rol oynuyor.Asıl olan toplumsal dinamizmin özneselliğidir.

e) Rojava devrimi ne salt ulusal kurtuluşçu ne desalt sınıfsal kurtuluşçudur. İkisini de barındıran, amaesasta demokratik kurtuluşu amaçlayan bir toplumsaldevrimdir. Salt bir ulusa dayanmıyor. Egemenlikçi vesömürücü sistemin mağduru olan ve ondan rahatsızolan tüm toplumsal farklılıklara /çoğulculuğa dayanı-yor. Tüm toplumsal farklılıkları, özgünlükleri ve irade-leri ile birlikte demokratik ulus çatısında örgütlemeyiçözüm modeli olarak sunuyor. Yani farlılıkta birliğiöneriyor.

f) Rojava devrimi en sahici kadın devrimidir. Geç-mişin en toplumsal ve sosyalist devrimleri dahi, kendi-lerini bir kadın devrimine dönüştüremediler, erkeksikaldılar ve cinsiyet özgürlükçü zihniyet devrimini ger-çekleştiremediler. Bu nedenle kadını devrim içerisindearaçsallaştırdılar. Bu devrimlerde kadınlar ne toplum-sal görünürlüğü sağlayabildiler, ne de toplumsal inşa-nın öznesi olabildiler. Oysa Rojava devrimiyapılamayanları gerçekleştiriyor. Cinsiyet özgürlükçüperspektifiyle kadının sahada inşanın öznesi olduğudevrimci süreci yaşıyor. Şu an kadın Rojava’da en mo-bilize olan güçtür. Evlerinden çıkmış ve mücadelenintüm alanlarında ellerinden geleni yapıyorlar. Mücadeleettikçe de hem görünürlükleri artıyor, hem de çembe-rine alındıkları toplumsal cinsiyetçiliğin bentlerini yı-

kıyorlar.g) Klasik devrimlerde demokratik yan hep öte-

lendi. Demokrasi, demokratik toplum inşa edilmedi.‘Halk demokrasisi’ söylemi basit bir propaganda argü-manından öteye gitmedi. Otoriterizmin öne çıktığıgeçmiş devrimlerde toplumun kendisi araçsallaştırıldı.Oysa Rojava’da tüm toplum kendi iradesi ve farklılıkla-rıyla demokratik devrimlerini inşa ediyorlar. İktidar-dan arındırılmış demokratik zihniyete dayanıyorlar.

Bu bağlamda Rojava’ya klasik bir devrim olarakbakmamak lazım. Ortadoğu’daki güç dengelerini de-ğiştirme potansiyeli en yüksek ülkelerden biri olan Su-riye’deki güç dengelerini önemli oranda değiştiren ikiyıldır bir devrimsel süreç yaşanıyor. Bu formülasyonubaz aldığımızda-ki, gerçeği ifade eden bir formülas-yondur,Rojava devrimi Ortadoğu’da kelebek etkisi ya-ratabilecek bir potansiyele sahiptir. Dominoteorisindeki gibi bir etki gücünü açığa çıkarıp, Orta-doğu devrimleri sürecinin önünü açabilir bunu hayalolmaktan çıkarıp gerçeğe dönüştürmeye pek de uzakdeğil. Başlarda ısrarla görmezden gelinip karartılması-nın, şimdilerdeyse sıradan bir gelişmeymiş gibi adde-dilip perdelenmek istenmesinin nedeni, onun sahipolduğu bu devindirici potansiyelindendir. Bu görmez-den gelme ve /sıradanlaştırma hali, sadece küresel vebölgesel devletçi dünya-sistem güçlerinden gelmemek-tedir. Egemenlikçi sistem karşıtları ve yeni bir arayışiçerisinde olan güçler tarafından da çoğunlukla benzerkayıtsızlıkla karşılanmaktadır. Kürtlerle sınırlı birkesim dışında, Rojava devrimi sistem karşıtları/muha-lifleri/mağdurları) tarafından keşfedilmeyi ve sahiple-nip desteklenmeyi bekliyor. Bu konuda bir ikiilgisizlikten bahsetmek mümkündür. Rojava devrimi-nin özü ve etki gücü anlaşılamıyor bu çevreler tarafın-dan. Belki Rojava devrimcilerini kendi devrimleriniyeterince tanıtamamalarının da etkisi vardır. AncakRojava’daki devrimsel gelişmelere klasik paradigma-larla bakıldığı ve bu nedenle taşıdığı devrimci özün veetki gücünün görülemediği aşikârdır. Oysa küreselçapta dünya-toplum potansiyel gücü az değildir ve bupotansiyelin bir kısmı dahi Rojava devrimi için hare-kete geçirildiğinde devletçi dünya –sistem güçlerininRojava devrimi etrafında oluşturduğu çember çok ra-hatlıkla kırılabilir.

Açıkça ifade etmek gerekir ki, devletçi dünya-sistemgüçleri (küresel ve bölgesel devletçi güçler), kendi kar-şıtlarından daha gerçekçi olarak Rojava devriminin ta-şıdığı potansiyeli tahlil etmişlerdir. Rojava devriminipotansiyel yandaşları /dostları sığ bir tahlil ile onu basitbir olgu olarak algılayıp, gereken önemi ermezken vetam da bu duyarsızlık halinden dolayı devrimin nefesborularını açma çabasına girişmezken, devletçi dünya-

94

sistem güçleri tüm olanaklarıyla Rojava devrimini ku-şatıp boğmak istiyorlar. Çünkü onlar gerçek bir analizedayanıyorlar ve en çok da devrimin potansiyel destek-çilerinin ilgisizliğinden yararlanıyorlar.

Rojava devrimi sahada gerek toplumsal inşada, ge-rekse öz savunmada önemli başarılar elde ediyor. Etra-fında örülen düşmanlık çemberinden gedikler açtıkçagörünür olmaya başlıyor. Ya da ısrarla görmezden geli-nemiyor artık. Ancak dışarısıyla güçlü nefes borularıhenüz oluşmuş değil. Bu yetersizlik hali nedeniyle et-rafına gerçek duvarlar örülüyor. ‘Duvar’ metaforu buyönüyle anlam kazanıyor ve işlevselleştiriliyor. Bu-nunla birlikte Rojava devrimi sahada elde ettiği başarı-ları katettiği gelişmeleri diplomasiye tahlil etmedeönemli başarılar elde ediyor. Özellikle gerek bölgesel,gerekse uluslararası alandaki diplomatik çabaları sahipolduğu diplomasi potansiyeline de işaret ediyor. Ro-java devriminin dayandığı veya açığa çıkardığı Kürt

gerçekliğinden dolayı onu boğmakta hiçbir sakıncagörmeyecek olan İran ve Türkiye gibi bölge devletleribile Rojava devrimi/devrimci güçleri ile ilişkilenmekzorunluluğu duyuyorlar. Bu ilişkilenme tarzının şim-dilik iradesini tanımak yerine manipüle etmek veyadevletçi dünya-sistemin oluşturulmuş tuzakları olanbloklardan/gruplaşmalardan birine ekleme amacınıtaşıması, Rojava devriminin açığa çıkardığı diplomasipotansiyelinin büyüklüğünü ve etkisini azaltmamakta,aksine teyit etmektedir. Buna Rusya, ABD/Avrupa ileşimdilik dolaylı veya görünürde alt düzeyde kurulandiplomatik ilişkileri de eklediğimizde, Rojava devrimi-nin önündeki diplomasi seçeneği küçümsenemez.ABD ve Rusya’nın gerçekleştirilmesi düşünülen Ce-nevre 2 Konferansın’a Rojava devriminin/Kürtlerinüçüncü bir güç olarak katılma istemi ve bunun kabuledilebilirlik düzeyi, sahadaki devrimsel başarının dip-lomasiye yansıması anlamına geliyor. Devletçi dünya-sistemin küresel ve bölgesel güçlerinin oluşturduğuçember, şimdilerde aşılmaya başlanmış durumda vesahadaki mücadelenin diplomasiye tahvil edilmesin-deki başarının devam etmesi halinde, özgün bir dev-rim olarak tescillenmemesi için hiçbir mani/nedenbulunmuyor.

Rojava devrimi siyaset ile diplomasinin, siyasi mü-cadeleyle diplomatik mücadelenin bu denli iç içe geç-tiği ve sıkıca birbirine bağlandığı özgün bir örnekolarak incelenmeye değerdir. Mücadele sahası ile çokgüçlü bağlar kuran ve bizzat sahadakilerin yürüttüğübir diplomatik atak söz konusudur. Masa, sahadankopuk değildir, aksine sahanın doğrudan yönlendir-mesi mesafesindedir. Sahadaki mücadele tarzı ve eldeedilen başarılar, diplomasinin önüne yeni fırsatlar/se-çenekler sunmaktadır. Bunu kullanmadaki başarı/ba-şarısızlık düzeyi, Rojava devrimini hem sahada, hemde uluslararası alanda etkileyecektir. Dahası etrafınaörülen duvarların ve oluşturulan çemberlerin kaderle-rini eleyecektir.

Rojava devrimi adına yürütülen diplomatik faali-yetlerin aşama kaydetmesindeki esas etki, devriminkendisini konumlandırma biçimindendir. Beki de budiplomasi biçimine ‘üçüncü yol diplomasisi’ demekgerekiyor. Çünkü Rojava devrimi sahada halkların(sadece Kürt halkının değil; yanısıra Arap, Süryani-Asuri, Ermeni halklarının) özgür ve demokratik alter-natifi olarak üçüncü yolu hem teorikleştirilmekte,hem de pratikleştirilmektedir. Şu an Ortadoğu’da dev-letçi dünya-sistemin iki grubu bloku (elbette şimdilikkatı bir gruplaşma/bloklaşma değil ve tarafların ilişki-lerinde bir geçirgenlik de söz konusu olabiliyor) hege-monya mücadelesini yürütmektedir. Küreselliderliğini ABD ve Rusya’nın yaptığı bugruplaşma/bloklaşmanın Ortadoğu’daki bölgesel güç-leri Türkiye-Suudi Arabistan-İsrail-Katar-KDP ileİran-Irak-Suriye olmaktadır. Her iki gruplaşma/blok-laşma da devletçi dünya-sistem mağduru olan Orta-doğu halklarına (özelde de Suriye halklarına)demokratik bir seçenek sunmamaktadırlar. Sunduk-ları seçenek, devletçi/iktidarcı seçenektir ve bu bağ-lamda Ortadoğu nasıl dizayn edilirse edilsinkazanacak olanlar devletçi dünya-sistem güçleri ola-caktır. Halklara devlete/iktidarcılığına alternatif demo-kratik kurtuluş seçeneğinin tek oluşumu Rojavadevrimidir. Rojava devriminin sahici ve gerçekleştiri-lebilir bir alternatif olarak kendisini konumlandırmasıve bu bağlamda toplumun kendisini özneleştirmesi,her açıdan güçlü ve esnek bir mücadele tarzını ortayaçıkarmıştır. Karşı karşıya gelen devletçi/iktidarist güç-lerden birine eklemlenmeden, sadece toplumun özgücüyle devlet/iktidar dışında halkların demokratikseçeneğini açığa çıkaracak bu devrimci tarz, her ikigüç odağıyla hem mücadele, hem de ilişkilenme ola-nağını vermektedir. Taraflardan birine angaje olma-ması, yani kendisini alternatif üçüncü güç olarakkonumlandırması, diplomaside muazzam bir esneklikyeteneğini açığa çıkarıyor. Toplumsal gücün dayanak

Rojava Devrimi sahada halkların (sadece Kürthalkının değil; yanısıra Arap, Süryani-Asuri,Ermeni halklarının) özgür ve demokratik al-ternatifi olarak üçüncü yolu hem teorikleşti-

rilmekte, hem de pratikleştirmektedir

95

yapılması, diplomasiyi salt devletlerin/devletçi güçlerintop çevirdiği bir alan olmaktan çıkarmış ve halklarında etkili olabilecekleri bir zemine dönüştürmüştür. Budiplomasi seçeneği belki henüz başlangıç aşamasında-dır. Ama her geçen gün gelişme göstermekte ve dahafaal olmaktadır. Ama en önemlisi de oluşan /var olanbir birikime/potansiyele işaret etmektedir. Şu an hemrejim ile hem de muhalifler ile ilişkilenebilecek yegâneyerli güçtür. Yine hem rejim, hem de muhalifler karşıgrupla/blokla görüşemezken, Rojava’daki devrimcigüçler karşıt taraflarda yer alan güçlerle görüşebil-mekte ve hem kendi varoluşunu güvenceye almak,hem de Suriye’deki soruna çözüm bulmak için diplo-matik çalışmalar yürütmektedir. Gücünü devletçi güçodaklarından almadığı için de daha özgür ve özgün se-çeneklere yönelebilmektedir. Diplomatik alandaki bukonumlanış, hem rejim, hem de muhalifler ve aynı za-manda tarafların uluslararası destekçileri karşısındaRojava devriminin elini güçlendirmiştir. Rojava hangitarafa meylederse, o tarafın kazanacağı ortaya çıktıkça,taraflar Rojava devrimcilerini kendi taraflarına çekme-nin çabası içerisine giriyorlar. Uzun süre görmezdengelinen, özne olarak tanımlamak şurada kalsın, doğalulusal ve demokratik haklarının güvencesi bile veril-meyen Rojava, devrimsel hamlede başarı kazandıkça,şimdilerde aranan ve ciddiye alınan taraf konumunagelmiştir. Rejim ve destekçileri de muhalifler ve destek-çileri de diplomasideki kartların yeniden dağıtılmasızorunluluğunu duyuyorlar. Cenevre 2’ ye üçüncü tarafolarak katılma seçeneği bunun sonucudur.

Rojava devriminin taraflara meyletmeyen diploma-tik duruşu doğrudur. Sahadaki başarıya ve toplumsalmeşruiyete dayandıkça, masadaki eli daha da güçlene-cektir. Elde ettiği kazanımları, halkların devrimsel ka-zanımları olarak diplomasi sahasında güvenceye vegüce kavuşturmak, Suriye’de demokratik çözümün ze-minini daha da güçlendirecektir. Artık tüm güçler/ta-raflar, Rojava olmadan Suriye’de bir çözümünolamayacağında hemfikirdirler. Rojava’nın da bu ger-çeği demokratik toplumsal devrimin tüm Suriye’dehayat bulması için kullanması gerektiği ve bu yöndehareket ettiği açıktır. Ancak şu gerçeğin gözden kaçır-maması gerekir: Taraflar, Rojava’nın devletçi dünya-sistemden bağımsız bir devrim olarak gelişmesindenhoşnut değiller. Esasta sistem karşıtı ve alternatifli birdevrimsel sürecin yaşanmasından rahatsızdırlar.Bunun tüm Suriye’ye yayılıp Ortadoğu için örnek ol-masından çekinmektedirler. Ortadoğu kaosundanhalkların demokratik devriminin çıkmasını istemiyor-lar. Çünkü inşa edilen demokratik devrimin, arayış içe-risindeki Ortadoğu halkları için cazibe merkeziolacağını, Rojava’nın yaratacağı devrimsel havanın Or-

tadoğu coğrafyasını etkisine alacağını biliyorlar. ZiraRojava devriminin dayandığı paradigmal, felsefik veideolojik anlayışın Ortadoğu’da yol gösterici olma ola-sılığı yüksektir. Bu nedenle egemen güçler bir yandansahada Rojava devrimini boğmaya çalışıyorlar, diğeryandan eğer bunu başaramazlarsa, diplomasi yoluylasaptırmanın ve sistemin bir parçası haline getirmeninçabasındadırlar. Rojava devrimi adına yürütülen diplo-masinin önemi tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Bir-çok devrimin diplomasi masasındakaybedildiği/çalındığı gerçeğini göz önüne aldığı-mızda, konunun hassasiyeti daha iyi anlaşılır. AyrıcaKürtlerin tarihinin masada kaybetme tarihi olduğugerçeğini de buna eklediğimizde, ne kadar duyarlı dav-ranılması gerektiği kendiliğinden açığa çıkar.

Rojava Devrimi Çalınmaması Gereken Bir DevrimdirArap baharıyla birlikte Ortadoğu’da ortaya çıkan

halkların devrimsel çıkışı devletçi dünya-sistem güçleritarafından amacından saptırıldı. Demokratik halklardevrimine evrilemeden çalınan bu devrimsel süreç,şimdilerde hegemonik güçlerin at koşturduğu bir alanadöndü. Yeni bir devletçi/iktidarist sistem inşası gerçek-leştirilmeye çalışıyor. Ortadoğu devrimlerinin ele geçi-rildiği bir süreçte Rojava’daki devrimci gelişmelerortaya çıktı ve hali hazırda çizgisinde istikrarlı bir şe-kilde yürüyor. İlkesel duruşunu sürdürüyor. Ancakzorlukları da vardır. Sahadaki başarılarını diplomasi-deki kalıcı başarılara tahvil etmesi, etrafındaki çemberide kıracaktır. Bugün Ortadoğu’da Demokratik Moder-nite güçlerinin öncü kalesi durumundadır. DolayısıylaOrtadoğu’da Demokratik Modernite’nin inşasında dip-lomasi alanında tarihi bir misyon yüklenmiştir. Fırsat-ları iyi değerlendirilirse devrimin önündeki zorluklardaha rahat aşılacaktır. Elbette kaçınılmaz olarak müca-dele sahası ile diplomasi birbirini hem koşullamaktahem de motive etmektedir. Halklar adına yürütülen özdiplomasinin derinleştirilmesi ve kalıcılaştırılması ge-reği açıktır. Adeta hata yapma hakkı yok gibidir. Çünkümevcut güç dengeleri dikkate alındığında yapılacakdiplomatik hataların telafisi çok zor, hatta imkânsızayakın olacaktır. Bu da güçlü diplomasi faaliyetlerininörgütlendirilmesini, sistematize edilmesini ve kadrola-rının yetiştirilmesini zorunlu kılıyor. Rojava’nın öz dip-lomasisinin yumuşak karnı da burası olmaktadır.Diplomaside haklı ve doğru tespitlere/analizlere sahipolmak yetmiyor. Bunu pratikleştirme biçimi daha fazlaönemlidir. Devletlerin diplomasi labirentlerine yerleş-tirdikleri tuzaklara düşmemek esastır.

Devletlerin yürüttüğü diplomasi tarzına karşılıkolarak, Rojava’nın öz diplomasisinin ‘halklar diploma-

sisi’ olarak adlandırmak da mümkündür. Meşruiyetinive gücünü halkların ortak iradesinden alan bu tarzdiplomasinin masada kaybetmesi veya devrimin çalın-ması çok zor bir olasılıktır. Rojava devrimi Kürt orijinliolsa da esasta bir Kürt/Kürdistan devrimi değildir. Ro-java’da ve eğer gelişmesini sürdürürse, Suriye’de yaşa-yan tüm halkların katıldığı veya çıkarlarını savunan birdevrim özelliğindedir. Bu nedenle halklar adına diplo-masi yürütüyor ve esnekliğinin esası da buradadır. Birtek Kürt orijinine odaklansaydı daha dar ve sığ bir dev-rimsel süreç olacaktı. Haliyle de 21. yüzyıl devrimininözelliklerine sahip olamayacaktı. Marjinalleşme olası-lığı artacaktı. Ancak şimdi marjinalleşmesinden değil,gelişme kaydetmesinden bahsediyoruz. Analizlerimizibu yönde derinleştiriyoruz.

Halklar diplomasisi, devrimsel bir süreç olarak Ro-java devriminde gerçeğe bürünmüş durumdadır. Birtoplum topyekûn savaşıyor, direniyor, inşa ediyor ve bubağlam üzerinden demokratik kurtuluşunu gerçekleş-tiriyor. Sahada kat edilen başarı ve yaratılan gelişmeleroranında uluslararası alanda diplomasi kanalları açılı-yor ve görünürlüğü artıyor. Her kesin etkilemek ve ya-nına çekmek istediği bir özneye dönüşüyor. Rojavadevrimini etkilemek isteyen çevreler ve bu yönlü çaba-ları arttıkça devrimin önündeki seçenekler de çoğalı-yor. Etkilemek ve etkilenmek, diyalektik birgerçekliktir. Önemli olan daha fazla etkileyen ko-numda olmak ve devrime yeni olanaklar yaratmaktır.Devrimin esas aldığı doğrultusu kaybedilmedikçe güç-lenmesi kaçınılmazdır. İzlediği çizginin sahip olduğuesneklik katsayısının büyüklüğü, Ortadoğu gibi çokyönlü değişkenliğin adeta kural olduğu bir coğrafya-daki ani ve beklenmedik gelişmelere çabuk adapteolma yeteneğini de kazandırıyor. Gerçekten de Orta-doğu gibi bir coğrafyada saflar ve yaptıkları diplomatikataklar sürekli ve çabuk değişebiliyor. Bu nedenlekatı/katıya yakın duruşlar, yeni gelişmeler karşısındapozisyon almayı engelliyor. Haliyle de kaybettiriyor.Tarafların sık sık yeni hamlelerle süreçleri lehine çe-virme/azami kazanç sağlama taktiklerini yürütmele-rini ve bununla bağlantılı olarak ilişkilenme/ilişkiyönlerini sık sık değişiklik göstermesi, tetikte olunmayıve çok yönlü hamleler yapmayı ve buna hazır olmayıgerektiriyor. Zira Ortadoğu coğrafyasında pozisyonlaruzun süre korunmuyor, korunamıyor. Değişen pozis-yonlarla birlikte imkânların/fırsatların genişlemesi vedaralması hızla yer değiştirebilir.

Rojava’da Pratikleştirilen ve halklar diplomasisi ola-rak tanımlanan öz diplomasi seçeneğinin temel para-metreleri konusunda şunlar belirtebiliniz:

a) Güç dengelerine değil, halkların öz gücüne da-yanmaktadır,

b) İlkede katı, pratikte esnek bir çizgi izlemektedir,ideallerinden ve demokratik toplum tasavvurundanvazgeçmeden mümkün olanı gerçekleştirme yetene-ğiyle hareket edilmektedir. Herkes ile görüşülmekte vehalkın demokratik sistem tasavvurlarına uygun düşe-cek seçenekle yol alınmaktadır. Gerçekleştirilebilir ola-nın analizi önemli bir husus olmaktadır.

c) Tanındığı ve kabul edildiği kadar tanıyıp, kabuletmektedir. İlişkilenildiği kadar ilişkilenme gereği, ka-pısını kapatma veya kapalı kapıları çalma anlamınagelmemektedir. İlkeli ve iradeli bir ilişki tarzı esas alın-maktadır. Bu tarz diplomasi, kimi güçlere angaje olma-nın önünü de almaktadır. Teslimiyet ilişkisi değil,özgür ilişki tarzı esastır. Amaç devrime yol açmak vetoplumun halkların leyhine gelişmeler sağlamaktır.

d) Çok yönlü bir diplomatik siyaset izlenmektedir.Sadece devletçi güçlerle değil, devlet dışı/devlet karşıtıgüç ve toplumsal dinamiklerle de ilişki kurulmaktadır.Hatta ikinci seçeneğe ağırlık vermesi, devrimin uluslar-arası desteğini ve meşruiyetini de artırmaktadır. Bununderinleştirilmesi gereği vardır. Nitekim Rojava devrimidiplomaside kendisini sadece devletlerle kurulan ilişki-lerle sınırlamamaktadır. Salt devletlerle kurulan ilişkilergüç dengeleri içerisinde erimeye yol açar. Devletlerindışındaki güçlerle ilişki çok önemidir. Uzun vadedebüyük ve kalıcı kazanımlar sağlar. Bu bağlam üzerin-den devletçi dünya -sistem mağdurlarının da Rojavadevrimini keşfetmeleri ve ona doğru sahiplenme ka-nallarını geliştirmeleri göz ardı edilemez bir sorumlu-luktur.

e) Diplomasinin bir ayağı da, içteki tüm halklarlakurulan diplomatik ilişkidir. Suriye’de birlikte yaşanılanhalklarla ortak bir sistem inşa etmeye yönelik diploma-tik ilişkiler yoğunlaşmaktadır. Rojava özgünlüğündehalklarla kurulan ilişki ve ortaklık bunu ispatlıyor. İçdiplomatik faaliyetler, halklar arası dostluğu, barışı vedemokratik kurtuluşu hedeflemektedir.

f) Meşruiyet kaynağı olarak devletçi dünya-sistemgüçleri görülmemektedir. Meşruiyet kaynağı toplumsalrızadır. Esasta, gülü olmak yerine haklı olmak ve buhaklılık üzerinden toplumun/halkların öz gücünüaçığa çıkarmak ve harekete geçirmek, devrimin meş-ruiyetini ifade etmektedir. Varlığını koruyan ve güven-celeyen güç yoğunlaşmasını aşan güçlenme toplumsalzehirlenmeye yol açar.

Sonuç babında ez cümle; Sykes-Picot ve Lozan, Or-tadoğu coğrafyasını hegemonik güçlerin çıkarlarınagöre dizayn etti. Rojava devriminin sinerji ve motivas-yonuyla ikinci bir Sykes-Picot ve Lozan’a izin verme-mek ve halklar diplomasisini gerçekleştirmek,mümkün ve kaçınılmazdır. Rojava devriminin diplo-masi çizgisi bunu doğruluyor.

96

y Murat Çakır

Rojava Devrimi Üzerine

97

IBilim-kurgu romanlarına atıfta bulunmadan, bu-

günden 22. veya 23. Yüzyılların nasıl şekillenebileceğiniöngörmek pek olanaklı değil. Ancak insanlığın bugünyaşadığı gibi, savaşlarla, doğayı yok etmekle, insanın in-sanı sömürmesiyle var olmaya devam edemeyeceğinitahmin etmek için müneccim olmaya da gerek yok.Eğer insanlık günün birinde savaşları engelleyebilme,yani savaşı ortaya çıkaran nedenleri aşabilme, sürdürü-lebilir bir yaşamın koşullarını yaratma becerisini göste-

rebilirse, o zaman Samanyolu’ndaki bu küçük mavigezegenin ebedî cennete dönüşmesi olanaklı olacaktır –kast ettiğimiz “ebediyetin” izafî olduğunu ve en fazla gü-neşimizin enerjisi bittikten sonra, dev bir ateş topunadönüşüp dünyamızı yutana dek süreceğini burada vur-gulamak gereksizdir herhalde.

Öyle ya da böyle; insanlar yaşadığı müddetçe, ‘tari-hin sonunu’ ilân edenleri her defasında yalanlayaraktarih yazanlar ve geçmişe bakıp, geçmişin deneyimle-rinden öğrenerek kendi zamanlarını şekillendiren, yenigelecek tasavvurlarını geliştirenler olacaktır. Hiç birbaskı, hiç bir zulüm – sayıları ne kadar az olursa olsun –özgürlükten yana olanları bunları yapmaktan alıkoya-mayacaktır.

İşte böylesi bir gelecekte kayıt altına alınan tarih an-

latımı, tanığı olduğumuz Rojava Devrimi’nden ‘genç21.Yüzyıl’ın en muazzam olgusu’ diye bahsedecektir.Şüphesiz çağdaşlarımız arasında bu iddiamızı abartılıbulanlar olacaktır. Ve hiç kuşku yok ki, Şervan Müslimgibi, yaşamı pahasına Rojava’yı savunan genç YPG sa-vaşçıları islamist terör gruplarını, talancıları, tecavüzcü-leri geri püskürtürlerken, geleceğin tarih yazıcılarınınhaklarında nasıl hüküm vereceğini düşünecek du-rumda değillerdir.

Ama nasıl antik çağda ayaklanan köleler günün bi-rinde efsanelere konu olacaklarını, adlarının destan-larda ve şarkılarda anılacağını bilemediler; nasıl 75 günboyunca Paris sokaklarındaki barikatlar üzerine çıkan“Komünarlar” pratikleriyle “Komünist Partisi Manifes-tosu”na ilham olduklarından bihaber olduysalar, Rojavadevrimcileri de muhtemelen tarih boyunca hem dinlerve medeniyetler beşiği, hem de “cehennem üçgeni” ol-maktan kurtulamayan Ortadoğu’nun barışçıl geleceği-nin küçük çaplı bir örneğini oluşturuyor olduklarınınfarkında değildirler.

Evet, henüz Rojava Devrimi’nin nasıl sonuçlanacağıbelli değil. Paris Komününden daha uzun süre ayaktakalabildiğini kanıtlamasına rağmen, Rojava devrimcile-rinin Parisli komünarların akıbetini paylaşmayacakla-rını mutlak bir kesinlikle söyleyebilme şansımız yok –hele hele kardeşin kardeşe sırtını döndüğü, en basit in-sani yardımlar için dahi egemenlerin kardeşler arasınazor kullanarak çizdiği “sınırların” kapatıldığı bir dö-nemde.

Gene de tanığı olduğumuz devrim günlerinin şim-diye kadarki muhasebesini çıkartabilir, tarihe not düşe-bilir ve çağdaşlarımıza kendi sorumluluklarımızıanımsatabiliriz, ki okumakta olduğunuz bu makaleninamacı bundan ibarettir. O halde, okura “anlatılan seninhikâyendir” diyerek başlayalım.

Şervan Müslim gibi, yaşamı pahasına Rojava’yı savunan genç YPG savaşçıları islamist terör grupla-rını, talancıları, tecavüzcüleri geri püskürtürlerken,geleceğin tarih yazıcılarının haklarında nasıl hüküm

vereceğini düşünecek durumda değillerdir

IISuriye’deki iç savaşın başlamasıyla birlikte PYD ön-

cülüğündeki Rojava Kürtleri kendilerine ait toprakları,Esad rejimi ile Türkiye ve Suudi Arabistan gibi bölge ül-kelerinin Batılı ülkeler ile birlikte destekledikleri silahlı“muhalefet” arasındaki çatışmalardan uzak tutabildiler.Türkiye basınında “PKK’nin Suriye kolu” olarak adlan-dırılan Demokratik Birlik Partisi PYD, Rojava Kürtleriarasında köklü bir örgütlenmeye sahip olduğundan,Batının Suriye’deki Kürtleri destekledikleri silahlı “mu-halefete” eklemleme planları başarısız oldu.

Türkiye kamuoyu, ki aynı şekilde Türkiye sosyalisthareketinin büyük bir bölümü de, komşu ülkedeki Kürt-lerin böylesi bir siyaseti takip etmelerini – deyim yerin-deyse – şaşkınlıkla izlediler. Aslında bu durum hükümetve muhalefet taraftarlarıyla birlikte Türkiye kamuoyu-nun ne denli dar ve salt iç politikaya odaklı bir bakış açı-sına sahip olduğunu gösteren semptomatik bir örnektir.Zaten bu nedenle kamuoyunda yürütülen ve genelliklehâkim siyasî söylem ile komplo teorilerince belirlenentartışmalar, bölgedeki gelişmelerin gerçeğe yakın anali-zini çıkartabilmekten hep uzak kalmaktadırlar.

Rojava Kürtlerinin çoğunlukla Abdullah Öcalan vePKK’ye sempati ile baktıkları bilinen bir gerçek. Ne deolsa Rojavalılar Öcalan ve PKK’ye yirmi yıl boyunca evsahipliği yapmışlardı. Diğer yandan 2003 yılında kuru-lan PYD, Suriye’deki 2004 Kürt kalkışmasının rejimgüçlerince bastırılmasından sonra silahlı savunma bir-likleri kurmaya ve Rojava halkı arasında örgütlenmeyebaşlamıştı. Bu nedenle 2011 Mart’ında Suriye’de ilkolaylar patlak verdiğinde, diğer Kürt örgütleri ne yapa-caklarına henüz karar verememişken, PYD kısa süredeoluşturduğu halk komiteleri ile yönetim ve idarî yapı-lanmaları oluşturmuş, en başından itibaren Suriye’dekiihtilafın çözümünün ancak “Suriyelilerin kendi eseriolacağını” merkezine alan bir “Üçüncü Yol” siyaseti izle-mişti.

PYD eş başkanı Salih Müslim 2011’de basına verdiğiilk demeçlerde yabancı ülkelerin müdahalesine kesin-likle karşı çıktıklarını ve Suriye’nin “demokratik ve ba-rışçıl geleceğini tüm Suriyelilerle birlikte kurmayıhedeflediklerini” vurguluyordu. PYD bugün de ısrarlane Suriye Ulusal Konseyi SUK’un, ne Özgür Suriye Or-dusu ÖSO’nun, ne de rejimin tarafında durduğunu be-lirtiyor.

Müslim, 23 Aralık 2012’de civaka-azad.org adlı in-ternet sitesinde yayınlanan bir demecinde izledikleri“Üçüncü Yol” siyasetini şöyle açıklıyor: “Bu çözüm mo-deli, halkların siyasî ve toplumsal ortak geleceğini şekil-lendirecektir. Somut olarak bu modelde devletin siyaset,kültür, dil, ekonomi ve ekoloji alanlarına karışmayacağısöylenebilir. Taban demokrasisine dayalı bir demokra-tik özerklik modeli, tüm Suriye için geçerli bir model

olarak görülmelidir. Böylelikle bölgedeki farklı halklarınve inanç gruplarının ayırımcılık ve baskı olmadan ortakyaşayacakları ideal bir sistem kurulabilir. Ve bu modelsonunda bütün Ortadoğu’ya yayılabilir.”

Rojava’daki gelişmeler demokratik özerklik modeli-nin yaşama geçirildiğini gösteriyor. Kısa zaman içeri-sinde halk meclisleri ve halk öz savunma birlikleribiçiminde demokratik özyönetim ve idarî yapılanma-ları oluşturulmuş durumda. Ancak bu yapılanmalar sa-dece Kürtlerden oluşmuyor, aksine burada tüm etnik veinanç grupları temsil edilmekte.

Bununla birlikte Türkiye’deki yaygın basında iddiaedildiğinin aksine PYD Rojava’daki yönetimi tek başınaelinde tutmuyor. Halk meclisleri ve YPG çatısı altındatoplanan halk özsavunma birlikleri doğrudan KürtYüksek Konseyi “Destaya Bilind a Kurd” DBK adlı vebütün sivil kurumlar ile tanınmış şahsiyetlerin içeri-sinde yer aldığı koordinasyon kurumuna bağlılar.

2012 yazında Suriye’deki rejim güçleri ile silahlı “mu-halefet” arasındaki çatışmaların Rojava’ya sıçraması sözkonusu olunca, halk meclisleri Kürt yerleşim bölgele-rinde kontrolü yavaş yavaş ele geçirmeye başladılar. Bu“ele geçirme” çoğunlukla barışçıl bir stratejiyle gerçek-leşti. Halkın desteği ile rejimin idarî binalarının ve kara-kollarının etrafını saran PYD güçleri, rejimin asker vepolislerinin silahlarını teslim etmelerinden sonra kendibölgelerine çekilmelerine olanak tanıyarak, Kürtler veAraplar arasında silahlı çatışmaların çıkmasını engelle-diler. Almanya ve Britanya basınından da okunabileceğigibi, PYD öncülüğündeki halk meclislerinin kontro-lünü aldıkları köyler, kasabalar ve kentlerdeki yönetimbüyük ölçüde çatışma çıkmadan el değiştirdi. Bu ne-denle gerek silahlı “muhalefet”, gerekse de AKP hükü-meti PYD’ye “Esad’la işbirliği” suçlamasınıyöneltiyorlar. Anlaşılan çatışma olmadan da yönetiminel değiştirilebileceği, sadece halk kitlelerinin kan dök-meden yönetimi ellerine geçirebileceği bir olanak, göz-lerini kan ve kâr hırsı bürümüş olanların tasavvuredemeyeceği bir düşünce olmuş.

Köy, kasaba, kent ve Batı Kürdistan halk meclisleriolarak oluşan özyönetim ve idarenin olduğu yerlerdekihalk, diğer Suriyelilere nazaran güvenlik içerisinde yaşı-yor, ki diğer bölgelerden Rojava’ya göç edenler nede-niyle nüfusta önemli ölçüde bir artış olmasına rağmen.Yasama görevini üstlenen halk meclisleri eş başkanlıksistemini ve yüzde 40 cins kotasını uyguluyorlar. Mec-lislerde meslek grupları, kadın ve gençlik örgütleriylefarklı etnik ve inanç grupları kendi temsilcileriyle yeralıyorlar.

Meclisler, bütün belediye hizmetleri dâhil, yerel idaregörevini tam olarak üstlenmiş durumdalar ve bölgedengelen haberlere göre, hayli etkin çalışıyorlar. Gene halkmeclislerinin girişimi ile yargı yapılanmaları kuruluyor.98

99

Hukukçular “halk mahkemelerinin” inşası ile meşgul-ken, Kamışlı’da olduğu gibi, oluşturulan “Sosyal Sorun-lar Komisyonları” gündelik ihtilafların, yargıyabaşvurmadan, uzlaşma yolu üzerinden çözümüne yar-dımcı oluyorlar.

Rojava’da savunma, güvenlik ve asayiş yaklaşık 45bin kişilik halk öz savunma birlikleri YPG tarafındansağlanıyor. Gene Türkiye basınında çıkan haberlerin veGüney Kürdistan yönetiminin iddialarının aksine, YPGsadece PYD’li Kürtlerden oluşmuyor. Rojava’da yaşayanKürt, Arap ve Asuri-Süryaniler gibi farklı inanç grupla-rından insanlar YPG’yi oluşturuyor. Ayrıca YPG Hıris-tiyan mahallelerinin Hıristiyanlar tarafındankorunması için bu inanç gruplarından oluşan öz sa-vunma birliklerinin oluşturulmasına destek veriyor.Üçte birini kadın milislerin oluşturduğu ve komuta ka-demesinin seçimle işbaşına getirildiği YPG’de milislereherhangi bir maaş ödenmiyor. Halk rotasyon usulü ileYPG güçlerine gıda maddeleri veriyor. Uzun yıllar PKKsaflarında bulunan Rojava’lı gerillalar ise ülkelerine geridönüyor ve milis güçlerinin eğitimine destek veriyorlar.

İç savaş öncesinde Suriye’nin tahıl gereksinimininönemli bir bölümü Rojava’dan temin ediliyordu. Çatış-malar nedeniyle zirai üretim durma noktasına gelmiş.Bilhassa un ve ekmek üretiminde, İslami terör grupları-nın sabotajları sonucunda elektrik kısıntısının baş gös-termesi nedeniyle dar boğazlar ortaya çıkınca, halkmeclisleri büyük fırınlar kurarak halkın ihtiyacını yeni-den karşılamaya başladılar. Savaşların aynı zamandakıtlık dönemleri olduğu ve kıtlığın pahalılık ve spekü-lasyonlara yol açtığı gerçeğinden hareketle halk meclis-lerinin oluşturduğu komiteler temel tüketimmaddelerinin fiyatlarını kontrol etmeye başladılar. Ko-miteler aşırı fiyat artışlarını engellemek amacıyla yüksekcezalar uyguluyor.

Bununla birlikte Suriye’deki petrol kuyularının yarı-dan fazlasının Rojava’da bulunması, bu kaynaklarınhalk meclislerinin kontrolüne geçmesini sağlamış. Pet-rol kuyularının güvenliği ise YPG güçlerinin elinde.YPG yaptığı bir açıklamada, ‘Petrol kaynakları Suriyehalklarının malıdır, özgürlüğüne kavuşacak bir Suri-ye’de herkesin kullanımı üzerindeki haklarını kullana-bilmesi için petrol kuyularını korumamız altına aldık’diyor. YPG sadece asayiş ve savunma güçlerinin ailele-rine ücretsiz yakıt veriyor. Daha önce, petrol kuyularısilahlı “muhalefet” güçlerinin elindeyken Alman bası-nında yer alan bir haberde, bu grupların uluslararası pi-yasalarda 100, 00 ABD Dolarını aşan bir fiyatı olan birpetrol varilini Türkiye’den gelen tankerlere 13,00 ABDDolarından sattıkları bildiriliyordu. YPG’nin kontro-lüne geçen kuyularda bu artık mümkün değil.

IIIGörüldüğü gibi Rojava’da Abdullah Öcalan’ın demo-

kratik özerklik konsepti hemen her alanda yaşama geçi-rilmiş durumda. PYD’nin farklı etnik ve inançtan hal-kın güvenini kazanmasının temel nedeni de bu. Öcalanile herhangi bir organik bağlarının olmadığını belirtenPYD eş başkanı Müslim, “biz Öcalan’ın özerklik ve kar-deşlik felsefesini gerçekleştiriyoruz” diyor.

Rojava, özgür yaşamın örgütlendiği ve bizzat halkınkendisi tarafından savunulduğu bir “vaha” hâline geldi.Ancak bu “vaha” ölüm çölünün kum fırtınalarının teh-didi altındadır, çünkü Rojava’nın varlığı bölgedeki ege-menlerin iktidarlarını ve bölge üzerindeki gelecekplanlarını tehlikeye sokan, bölge halklarının örnek ala-bilecekleri bir deneye dönüşmüştür.

Rojava aynı zamanda Kürt burjuvazisini de rahatsızetmektedir. KDP’nin elindeki Güney Kürdistan yöne-timi aylardan beri keyfî olarak Rojava sınırını kapat-makta ve halkın ivedi ihtiyaçlarının karşılanmasınıengellemektedir. Avrupa’daki yardım kuruluşlarınınhibe ettikleri 15 ambulanstan sadece dokuzu Rojava’yaulaşabilmiş, ama bunların içinde bulunan tıbbî gereç-lere Güney Kürdistan yönetimi el koymuştur. İlaçların,tıbbî araç ve gereçlerin ve bilhassa bebekler için gönde-rilen süt tozlarının Rojava’ya geçirilmesine müsaade et-meyen Güney Kürdistan yönetimi, PYD’ye “Esadrejimi ile işbirliği yapma” ve “diğer Kürt örgütlerinibaskı altında tutma” suçlamasını yapmaktadır.

Bu açıdan Mustafa Karasu’nun Almanya’da yayımla-nan Yeni Özgür Politika gazetesinin 5 Kasım 2013 ta-rihli nüshasında yer alan “KDP ve Rojava devrimgerçeğ” başlıklı yazısı, suçlamalara yönelik bir yanıt ni-teliğindedir. Karasu şöyle yazıyor:

“Rojava devriminin karakteri KDP’nin iddiasınıntam tersidir. Devrimci ve demokratik karakteri esastır.Zaten kadının devrimdeki büyük etkisi ve toplumuntabandan örgütlendirilmesi, karakterinin ne olduğununtemel göstergesidir.

Eğer KDP ve yandaşları Rojava’da hâkim olsaydı,bugünkü demokratik ortamın yüzde biri yaşanmazdı.Tam bir otoriter rejim kurulur ve diğer siyasî güçlereyaşam hakkı tanımazlardı. KDP’ye bağlı güçler komplove provokasyonlarla devrimci güçleri boğmak ve hâkimolmak istemişlerdir. Özürlük değil, hegemonya peşindekoşmaktadırlar. Rojava devrimi hiç bir siyasî güce baskıve şiddet uygulamıyor. Tüm siyasî güçler ve toplumaözgür yaşamı örgütleme imkânı sunuyor. Tabii ki de-mokratik bir devrim olarak devrimi boğmak isteyen-lere ne kadar kılıcı keskinse, toplum açısından dademokratiktir. KDP ve yandaş basını bu gerçeği tersyüzetmeye çalışsa da, gerçeklik onların söylediklerinin ter-sidir.

Rojava devrimi başından itibaren tüm örgütlerin si-yasî birliğini savunmuştur. Her siyasî örgütün örgüt-lenme özgürlüğünü savunmuştur. Ancak tek ordu ve

tek asayiş dışında parçalı ordu ve parçalı asayişi kabuletmemiştir. Devrim ortamında parçalı ordunun tehli-keli olduğunu vurgulamıştır. Bazı partiler dışarıdangönderilecek silahlı güçlerle bir askeri güç kurmayı da-yatmışlardır. Dışarıdan getirilen bu askeri güçlerle dahasonra provokasyon yapıp askeri müdahaleye zemin ya-ratmak istemişlerdir.”

Rojava devrimi görüldüğü gibi tarihsel ve toplumsalbir gerçekliği de gün yüzüne çıkartmaktadır: sınıf çıkar-ları çelişkisini ve sınıf egemenliğini. Karasu yazısında,kitlesel Kürt hareketinin ve özelde PKK’nin “ulusal bir-lik” siyasetine uygun olarak, KDP’nin Rojava’ya yönelikhasmane tutumunun arkasında duran asıl nedenlerepek değinmiyor ve yazısını “Tüm Kürtler birbirini ta-mamlayan ve güçlendiren biçimde hareket etmelidir.PKK de, PYD de buna hazırdır” diyerek, Kürtlerin birli-ğini ne denli önemsediklerine vurgu yaparak bitiriyor.

Özgürlük mücadelesinin uzun vadeli stratejileri açı-sından bu anlaşılır bir yaklaşımdır. Ancak tarihsel mad-decilik temelinde Rojava devrimi gibi bir olguyu elealmaya çalışan bir makalede asıl nedenlere, yani hertürlü siyasetin maddî temellerine değinmek bir zorun-luluktur.

Karasu’nun bıraktığı noktadan devam edersek: ön-celikle KDP ve Güney Kürdistan yönetiminin tavrınınmaddî temellerine bakalım: KDP’nin Rojava’daki özerk-lik çabalarına muhalefet etmesinin, hatta bu çabaları sa-bote ederek devrimi boğma uğraşlarının ardındasadece PKK ve PYD karşıtlığı olduğunu düşünmek, ya-nıltıcıdır. KDP’nin bu yaklaşımını belirleyen asıl mesele,bir tarafta Güney Kürdistan’daki sınıf egemenliğini sağ-layan iktidarını güvence altına alma hedefi, diğer yandada Güney Kürdistan ve Rojava’daki fosil enerji kaynak-ları üzerinde hâkimiyet sağlama kaygısıdır.

Güney Kürdistan yönetimi, dünyanın en büyük pet-rol rezervlerinden birine sahip olan Irak devletinin top-lam rezervlerinin neredeyse yüzde 20’sini kontroletmektedir. Exxon ve General Energy gibi uluslararasıenerji tekellerinin yaptıkları araştırmalar, Güney Kür-distan’da toplam 45 milyar varil petrol rezervi olduğunaişaret etmektedir. Güney Kürdistan yönetimi, Türkiyelive diğer uluslararası tekellerle yaptığı antlaşmalara da-yanarak, en geç 2014 sonundan itibaren günde 1 mil-

yon varil petrol üretmeyi hedeflediklerini açıklamıştı.Dünya Ticaret Endeksi verilerine göre bu üretim 34milyar ABD Dolarından fazla bir yıllık gelir anlamınagelmektedir. Kürt burjuvazisinin derdi, bu gelirin aslanpayına sahip olmaktır.

Ancak fosil enerji taşıyıcılarının sadece üretiliyor ol-ması yeterli değildir, çünkü bunların tüketiciye – bu du-rumda merkez Avrupa ülkelerine – güvenli birkoridordan ulaştırılması gerekmektedir. Hâlen faaliyetteolan Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı bu üretimitaşıyacak kapasitede değildir. TPAO ve BOTAŞ gibiTürkiyeli tekellerin internet sayfalarından okunabileceğigibi, bu nedenle yeni boru hatlarının inşası planlan-maktadır. Uzun vadeli düşünüldüğünde, Rojava’nınKDP’ye yakın güçlerin kontrolüne geçmesi veya gününbirinde “ulus devlet” olarak bağımsızlığını ilân etmesihedeflenen Güney Kürdistan ile birleşmesi veya bütün-leşmesi sonucunda, Kürt burjuvazisine Doğu Akdenizhavzasında tespit edilen devasa doğal gaz kaynaklarındanpay alma fırsatını verecektir. Zaten kıyılarında – LevanteHavzasında – doğal gaz çıkarmaya başlayan İsrail, aynışekilde büyük doğal gaz rezervlerine sahip olan Katar,Güney Kürdistan’da başlayıp Rojava üzerinden Türki-ye’nin Ceyhan Limanı’na gidecek olan boru hattına bağ-lanarak, kendi doğal gaz üretimini Batı ülkelerinegönderme niyetlerini çok önceden açıklamışlardı.KDP’nin Rojava devrimi karşısında ve Türkiye’nin ya-nında konumlanışının maddî temeli burada yatmaktadır.

Ayrıca Kürt ve Türk burjuvazilerinin çıkarlarınınyanı sıra uluslararası stratejilerin oynadığı rol de unutul-mamalıdır. Kürt ve Türk burjuvazilerinin çıkarlarınınne denli örtüştüğü aşikâr. Türkiye’deki sermaye biriki-minin sermaye ihracını zorlayarak Türk devletinin böl-gesel emperyalizm heveslerini körüklemesi, GüneyKürdistan’ın Almanya’nın hemen peşinden Türkiye’ninikinci büyük ihracat pazarı hâline gelmiş olduğu yete-rince biliniyor.

Uluslararası stratejilerin oynadığı rolü hem jeopoli-tik, hem jeostratejik, hem de jeoekonomik çıkarlar bağ-lamında ele almak gerekiyor. Bunları kısaca sıralayacakolursak: Güney Kürdistan’ın Irak devletinden ayrılarak,bağımsız “ulus devlet” hâline gelmesi ve Rojava devri-minin bastırılarak Güney Kürdistan veya Türkiye’ninkontrolü altına sokulması, başta ABD ve AB olmaküzere, Türkiye’nin, Suudi Arabistan ve Körfez İşbirliğiÜlkelerinin bölgedeki planları ve çıkarları ile doğrudanörtüşmektedir. Çünkü böylelikle İran, Irak merkezî yö-netimi, Esad rejimi ve Lübnan Hizbullah’ından oluşan“Şiî Yayı” kırılacak, Rusya’nın etkisi geri püskürtülecek,bölgedeki petrol ve doğal gaz kaynaklarının işlenmesi,pazarlanması ve merkez Avrupa ülkelerine nakliyatıgüvence altına alınmış olacak, İran üzerinde baskı artı-rılacak ve İsrail-Filistin ihtilafının emperyalizm lehine100

Rojava’daki gelişmeler demokratik özerklik modeli-nin yaşama geçirildiğini gösteriyor. Kısa zaman içeri-

sinde halk meclisleri ve halk öz savunma birlikleribiçiminde demokratik özyönetim ve idarî yapılanma-

ları oluşturulmuş durumda

101

olan çözümüne bir adım daha yaklaşılacaktır. Bu stra-tejinin temellerinin ne zaman atıldığını öğrenebilmekiçin Roland D. Asmus ve Kenneth M. Pollack’ın PolicyReview dergisinin 2002 Eylül’ünde yayımlanan 115. sa-yısındaki “Transforming the Middle East” başlıklı ma-kalesini okumak yeterli olur. Aynı zamanda Clintonyönetiminin çalışanları Asmus ve Pollack’ın bu maka-leleri, ABD yönetimlerinin Ortadoğu stratejileri konu-sunda hem fikir olduklarını gösterdiğinden, hayli ilgiçekicidir.

2011’de Tunus ve Mısır’da olduğu gibi Arap dünya-sını sarsan kalkışmalar Suriye’ye de sıçradığında,“Greater Middle East” projesi için yeni bir fırsat doğ-duğu düşünülmüştü. Başlangıçta Libya benzeri bir “çö-zümden” bahseden NATO güçleri, Suriye’nintoplumsal yapısının çetrefilliğinin bu “çözüme” uygunolmadığını çok çabuk gördüler ve rejimin “içeriden yı-kılması” kararını verdiler. Suriye ordusunun güçlü havasavunma sistemi ve Afganistan ile Irak’taki kalıcı askerîişgallerin olumsuzlukları NATO’nun ülke içinden baş-latılan “destabilizasyon stratejisine” başvurmasınaneden oldu. Böylece El-Kaide ve Nusra Cephesi gibivahşi terör gruplarının doğrudan desteği başladı. Gerisibiliniyor.

PYD’nin öncülüğünde başlatılan Rojava devrimini– Müslim’in sözleriyle – “sadece Kürt halkının değil,Suriye halklarının bir devrimi” olarak görmesi, KürtYüksek Konseyi’nin Rojava’nın demokratik özerkliğinimeşrulaştırmak için halkın oyuna sunulacak bir ana-yasa hazırlamaya başlaması, yani “Üçüncü Yol” siyase-tini takip etmesi, bölge ülkelerinin ve Batının planlarınırahatsız etti. 2012 sonundan beri İslamist terör grupla-rının mütemadiyen Rojava’ya saldırmaları bu yüzden-dir. Rojava devrimi daha henüz filiz hâlindeyken bileuluslararası stratejileri alt-üst etmiştir ve bu nedenleortak çabayla boğulmak istenmektedir.

IVRojava devriminin çağımızın en muazzam olgusu

olmasını gösteren bir diğer niteliği de, kapitalist sömü-rünün en karanlık ve en ceberut araçlarından birisi hâ-line dönüşen “ulus devlet” reddiyesine dayanankurgusudur, ki bu şekliyle de Kürtler arasında gerçekbir ayrışma çizgisini oluşturmaktadır. Çünkü Rojavadevrimi muğlak ve kimin kullanacağı belli olmayan bir“ulusların kendi kaderini tayin hakkı” ilkesinin değil,halkların ve tek tek bireylerin kendi kaderlerini tayinhakkını kullanması ilkesinin bir ifadesidir.

Bu tespitimizi iki örnekle açmaya çalışalım. Örnek-leri sağlıklı bir karşılaştırma yapabilmek için GüneyKürdistan ve Rojava’dan alma durumundayız.

Kürtlerin bağımsız bir “ulus devlet” kurmalarınınzamanının geldiğini vurgulayan Kürt milliyetçileri,“devletleşme hakkının” alınacağı süreçte Güney Kür-

distan’ın belirleyici bir rol oynadığı kanısındalar. Yayın-ladıkları sayısız makale ve kitaptan okunabileceği kada-rıyla, Güney Kürdistan’ın bağımsızlığını kazanmasıyla,dört parçanın nihâyet birleşerek “Büyük Kürdistan”kurulabileceği umudunu taşıyorlar, dahası uluslararasıkonjonktürün buna fırsat tanıdığını iddia ediyorlar.

Küçük burjuva beyinlerin masa başı yurtseverlikle-rinin verdiği heyecan ile kapıldıkları romantik hayal-lere uzun uzadıya değinmek gereksiz olur. Onun yerinetarihsel ve maddi koşullara bakmak, reel siyaseti değer-lendirmek daha doğru olacaktır. Bu açıdan 22 Ocak2013’den itibaren Vatan gazetesinde “Irak Kürdistan’ın-daki” izlenimlerini bir yazı dizisiyle aktaran Ruşen Ça-kır’ın KDP’li Kerkük valisi Necmettin Kerim ile yaptığıbir röportaj hayli aydınlatıcı. Bu yazı dizisi http://rusen-cakır.com adlı sitede okunabilir. Röportajda AKP hü-kümetinin politikalarından övgüyle bahseden Kerkükvalisi, gazeteci Çakır’ın sorularını şöyle yanıtlıyor:

“Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti ütopya mı, yoksakaçınılmaz bir olgu mu?

Dr. Kerim: Sanıyorum bağımsız Kürt devleti kaçı-nılmaz bir gerçek ve Türkiye’nin bundan tedirgin ol-ması gerekmez. 2005’de sizinle konuştuğumuzdan buyana yaşananlara bir bakalım: Kürt bölgesinin başkanıdefalarca Türkiye’yi ziyaret etti. Başbakan Erdoğan,Dışişleri Bakanı Davutoğlu ve diğer yetkililer buralarageldi, başta petrol olmak üzere bir çok konuda anlaş-malar imzalandı. Öte yandan bugün Irak’taki idarî sis-tem büyük ölçüde işlemiyor, meclis yasama göreviniyerine getiremiyor, hükümet meclise danışmıyor, yü-rütme anayasayı sık sık ihlal ediyor. Sünni ve Şiîler ara-sındaki gerilim tırmanıyor. İşte bütün bunlar Irak’ın tekbir devlet olarak yoluna devam edip etmeyeceğini be-lirleyecek.

Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti bu kadar kaygı ya-ratırken, birleşik Kürdistan ihtimali Türkiye’de nasılkarşılanır? Sizce bu mümkün mü?

Dr. Kerim: Her ülke kendi Kürt sorununu kendi ba-şına çözmelidir. Her ülkenin şartları farklı. Türkiye eğerkendi sorununu çözerse bölünme kaygılarından da arı-nır. Azerbaycan örneği ortada: İran Azerbaycan’ındadaha fazla Azeri yaşamasına rağmen Azerbaycan ba-ğımsızlığını ilan etti diye onlar da bağımsızlık arayışınagirmiş değiller. Eğer İran Azerbaycan’ında yaşamak is-temeyenler varsa, Azerbaycan’a gidebilirler. Aynı şeyTürkiye Kürtleri ve Irak Kürdistanı arasında da yaşana-bilir.”

Kerkük valisi, bağımsız Kürt “ulus devletinin” kaçı-nılmaz bir “gerçek” olduğunu söylerken – tabii buradasadece Güney Kürdistan’dan bahsediyor –, Azerbaycanörneğinin altını kalın çizgiyle çizerek, “Türkiye Kürtle-rinin” bağımsızlık arayışına girmemelerini, Türkiye’deyaşamak istemeyen Kürtlerin “Irak Kürdistanı’na” gel-

102

melerini salık veriyor. Sınıf egemenliği çıkarlarını kolla-mak böyle bir şeydir işte. Kendi egemenlik alanında,tam olarak uluslararası stratejilere uygun bir biçimdebağımsız ‘ulus devlet’ kurma hakkını kendilerindegören Kerkük valisi, hem Kürdistan’ın diğer parçaların-daki Kürtlerin, hem de diğer milliyetlerin ‘kendi kader-lerini tayin hakkını’ bu kadar ucuza satmaktadır.

Burada kitlesel Kürt hareketi içerisinde koalisyon bi-leşeni olarak yer alan milliyetçi ve dinci yapılanmalara,ama özellikle de kitlesel Kürt hareketine “bağımsız Kürtaydını” sıfatıyla yakın (!) durduklarını telkin eden, doğ-rudan Abdullah Öcalan’a saldıramadıkları için, sosyalisthareket üzerinden Öcalan eleştirisi yapan Kürt burjuvamilliyetçilerine sormak gerekiyor: Öylesine pohpohla-dığınız o tumturaklı bağımsız Kürt”ulus devleti”, dahakurulma olanağının ilk ışıklarını gördüğü anda KuzeyKürtlerine, İran Azerilerine “oturun oturduğunuzyerde, bağımsızlıkla falan uğraşmayın” der, Rojava’dakikardeşlerine sınır kapılarını kapatıp, insanî yardımlarıdahi engellerken, kutsadığınız o “ulusların kendi kader-lerini tayin hakkından”, bunun “doğallığından ve bilim-selliğinden” geriye kocaman bir hiç kalmasına nediyorsunuz? Eğer bağımsız Kürt “ulus devletinin” kaçı-nılmaz bir “gerçek” olduğunu söyleyen Barzani ve tayfa-sıyla aynı fikirdeyseniz, Kürdistan coğrafyasındakidiğer Kürtlere “ya olduğunuz yerde kalıp, tayin edeme-yeceğiniz kaderinize razı olun, ya da toplanıp GüneyKürdistan’a gidin” mi diyeceksiniz?

Tarihsel gelişmenin ezilen ve sömürülen halklarınönüne koyduğu temel görev, herhangi bir milliyetinburjuvazisinin sınıf egemenliğini sağlayacak ve sadeceküçük burjuva lafazanlığının hayal dünyasında “iyi”,“güzel” ve “doğru” olabilecek yeni bir “ulus devletin” in-şası değil, ezilen ve sömürülenlerin, yani halkların eziciçoğunluğunun verili koşullar altında ve modern bur-juva toplumunun içinde, yani bugün ve burada kendikaderlerini tayin edebilmelerinin demokratik ve eşithaklı koşullarını gerçekleştirmek için mücadele etmek-tir. Verili tarihsel koşullar ve söz konusu maddî şartlartemelinde, Kerkük valisi gibi bağımsız bir Kürt “ulusdevleti” savunusu yapmak ise, sınıf egemenliğinin pe-kiştirilmesine ve emperyalist stratejilere hizmet etmekanlamına gelmektedir.

Rojava devrimi halk meclisleri üzerinden özyöneti-mini, öz savunmasını, herhangi bir “ulusal” ayrıcalığıöne çıkarmadan Rojava’da yaşayan bütün etnik ve inançgruplarının eşit, demokratik ve ortak yaşamını örgütle-meye çalışmasıyla tamamen ters yönde yol almaktadır.Rojavalılar zor, ama doğru olanı seçmiş, geleceğin Orta-doğu’sunun nasıl şekillenmesi gerektiğini gösteren birörneği inşa etmektedirler. Halkların kendi eseri olan buinşa sürecinde “devrimin keskin kılıcının” bu sürecinönünde duran engelleri hedef almasından da başka bir

çareleri yoktur. Ya bu engelleri yok edeceklerdir, ya dakendileri yok olacaktır.

Rojava devriminin pusulası “demokratik konfedera-lizm – demokratik cumhuriyet – demokratik özerklik”konseptidir ve hiç bir milliyete, “ulusa” veya inanca da-yanmayan “demokratik ulusun” nasıl örgütlenebilece-ğini göstermektedir. Bu biçimi ile Rojava devrimi,Güney Kürdistan’da oluşturulmaya çalışılan “ulus devle-tin” antitezi, gerçekleşmesi olanaklı alternatifidir.

Rojava devrimi her türlü “ulusal” ayrıcalıkların kal-dırılarak, hem her milliyet ve inancın kendi özelliklerinikoruması ve geliştirebilmesi için eşit kolektif haklarasahip olacakları, hem de olanaklı olan en geniş demo-kratik özyönetim ve idarî yapılanmalarıyla bütün milli-yetlerin ve inançların ortak çatı altındaki özgür vegönüllü birlikteliğinin olanaklı olabileceğini göstermesinedeniyle çağımızın en muazzam olgusudur.

Elbette bu bir deneydir. Yeni olan, daha denenme-miş, ortaya çıkaracağı sorunların ne olacağı bilinmeyenbir yol; her gün yeniden kurulup, yeniden düzenlen-mek zorunda olan – hem de uluslararası güçlerin yoketme tehdidi altında var olmaya çalışan yepyeni bir de-neyle karşı karşıyayız. Hatalar, yalpalanmalar olacak,imtiyaz ve iktidar hırsları zaman zaman geri adım attı-rabilecek, belki de saldırılar karşısında ayakta kalabil-mek olanaksız olacaktır. Ve elbette diğer ülkelerdekiezilen ve sömürülenlerin desteği olmadan, onlar dakendi evlerinde demokratik, eşit ve özerk bir gelecekiçin mücadele vermedikleri müddetçe Rojava devrimi-nin nefes alabilmesi çok, ama çok zor olacaktır.

Ancak Rojava devrimi bir başlangıçtır. Esası ve kalıcıolan yanı, tüm insanlık için arzu edilebilecek özgür veeşit bir yaşamın olanaklı olabileceğini göstermesidir. Bubağlamda Rojava devrimi şimdiden insanlık tarihindeonurlu bir yer almayı fazlasıyla hak etmiştir. Rojavadevrimi, Ortadoğu halklarının yolunu aydınlatan güçlübir ışık gibidir. Bu devrimin başarısız olması, sadeceRojavalıların değil, bölgedeki tüm halkların başarısızlığıanlamına gelecektir. Barıştan, demokrasiden, eşitliktenyana olan, ezilen ve sömürülenlerin yanında duran vebaşka bir dünyanın olanaklı olduğuna inananların ivedigörevi Rojava’ya sahip çıkmak, destek vermek ve enönemlisi kendi evlerindeki kendi görevlerini yerine ge-tirmektir. Rojava geleceğimizdir. Gelecek ise her yerdeRojava’nın olacaktır.

İçindekiler İçin Tıklayınız

y Osman Kılavuz

Demokratik Ulusu İnşa Pratiği Olarak Rojava

103

Rojava’daki Özgürlük Mücadelesinin ve “Demo-kratik Ulus” u inşa pratiğinin derinlik kazandığı birsürecin içinden geçiyoruz. Son iki yüzyılda, Kapita-list Modernite’nin meydana getirdiği tekçi, dıştalayıcıve köleleştirici ulus-devletin insanlığın başına getir-diği kötülükler zirvesine ulaşacak şekilde Ortado-ğu’da halklara en ağır tahribatları yaşatmaktadır.Demokratik Ulus çözümü ise bu yıkıcı ulus devletzihniyetine sadece kavramsal çerçeve olarak güçlücevap olmakla kalmıyor, Ortadoğu’nun şu an içindebulunduğu kaosuna çare olmaya dönük geliştirdiğitarihi adımlarla halklar açısından yeni ve umut vade-den bir seçenek olma iddiasını taşıyor.

Bölgenin gerçekleriyle örtüşmeyen, daha çok hâ-kimiyet ideolojisinden kaynağını alan, hem Batı mer-kezli çözüm modellerinin hem de dinsel-gelenekselodaklı sorunlara çare olmadığı ve olamayacağı, sözkonusu modelin savunulamayacağı artık net olarakgörülmüştür. Denilebilir ki, sorunlu alanlara müda-haleler, var olan savaşı daha karmaşık savaşlar halinegetiriyor. Eskinin gelip geçen savaşları, yerini sıra-danlaşan ve süreklileşen savaşlara bırakıyor.

Uygulanan farklı çözüm modelleri arasındaki ay-rımlar sadece güç dengelerinin iç iktidar alanlarınınel değiştirmesiyle sınırlı boyuttadır. Öz olarak deği-

şen bir şey yoktur. Her ikisi de toplumsal alan üze-rinden hareket etmeyi seçmez. Daha ziyade iktidar-güç alanlarıyla ilgilenir. Toplum veya toplumsal alanburada iktidara ulaşma yolunda lojistik bir kaynakdeğerinde ele alınır. Söylemde bütün kesimler kapsa-nıyormuş gibi gösterilse de, asıl olarak kitleler oradanoraya taşınacak ruhsuz, iradesiz, edilgen yığınlar ola-rak görülür. İktidarın veya yönetimin o an için her-hangi bir etnisite ’ye ait olduğu iddia ediyorolmasının bir önemi yoktur. Bugün için iş gördü-ğüne inanılan herhangi bir etnisite’nin ismi öne çıka-rılıp yüceltilebilecekken, çıkarlar değiştiğinde hiçgörünür olmayan bir başka halk ve etnisite’nin ismirahatlıkla öne çıkarılabilir. İktidar, etnisite halk vetoplumlarda bağımsız şekilde var olan bir olgudur.Ulus-üstüdür. Toplum dışıdır. Toplumsal yapılarınen kadim ve doğal cemaat komünalitelerinden bir-leştirir, yapılandırır, ulusallık şeklinde kurgular. Dahadoğru bir ifadeyle ulus-devletleştirir.

Ulus-devlet zihniyetinde toplum kurulan, iktidarise kuran konumundadır. Kuran-kurulan ilişkisi top-lumun lehine değiştirilmediği sürece en iyi niyetliamaçlarla başlayan devrimsel süreçler bile neticedeiktidarın değirmenine su taşımaktan kendini kurta-ramayacaktır.

Modernist bir iktidar çeşitlemesi olan ulus-devletyapılanması, tıpkı eski zaman egemenlerinin yaptığıgibi, yani Tanrı kelamlarına bürünerek kendisini vaz-geçilmez yegâne yol olarak gösterme marifetini ba-şarmakta kusursuzdur. Bu yüzdendir ki, toplum,Tanrı kelamının etkisi altında kalanlar, kendine olangüvenini, öz örgütlemeye olan inanç ve iradesinibüyük oranda yitirmiştir. Bu yüzdendir ki toplum,bireysel kurtuluşun yolunu iktidarı ve devleti ele ge-çirmek dışında başka bir yolun olmadığına adeta

Ulus-devlet zihniyetinde toplum kurulan, iktidar ise kurankonumundadır. Kuran-kurulan ilişkisi toplumun lehine değiştirilmediği sürece en iyi niyetli amaçlarla başlayan devrimsel süreçler bile neticede iktidarın değirmenine su

taşımaktan kendini kurtaramayacaktır

secde edercesine inanmış, inandırılmıştır. Verili sos-yal bilim aracılığıyla da toplumun devletsiz yapılama-yacağı, farklılıklarıyla birlikte yok olamayacağınıteorik kanıtlarını da özenle geliştirmiştir.

Demokratik Ulus Yan Yana Durmayı Değil, İçtenlikli Bir Aradalığı Savunur Devletin ulusu veya ulus-devlet edilgen yığınlar-

dan müteşekkil bir yapıyı ifade eder. Birleştiren değil,baskı ve zorla insanları bir yerde toplayan bir işlevesahiptir. Toplumun ideolojik ve hiyerarşik olarak ye-niden örgütlenmesidir. İktidar-devlet özne iken top-lum ise kullanılan, alınıp satılan ve gerektiğindeçıkarları uğruna kutsal savaşlara sürüklenen ya datoplumun en büyük değerlerinin satılması pahasınaen pespaye barışlarla teslim alınabilen bir nesneyedönüştürülmüştür.

Demokratik Ulus ise bilimsel ve devrimci bir di-namiğe sahiptir. Eşitliği ve özgürlüğü yaşama arzu-sunda olan çoklu toplum veya toplulukların birliğidir.Devletin ulusu, tekliğe indirgenmiş çeşitliliğin zorakibir aradalığı olurken, demokratik ulus, aktif ve ku-rucu öznelerin rızalarıyla inşa edilen, özgürlük veeşitliği esas alan, farklılığa ve değişime açık olan biryaşam tahayyülüdür; hatta gerçekleşmesidir. Toplu-mun biçimsel yan yana durmayı değil, içtenlikli biraradalığı savunur geliştirir. Kollektivitelerin cansızkitleler, bloklar şeklindeki federatifliğinden ziyade,birlikte var olma, çoğalma ve farklılaşmayı hedefleyensosyal federatifliği esas alır.

Ulus devletçi zihniyet bu gün örneği Ortadoğu sa-vaşlarında görüldüğü gibi milliyetçilik, mezhepçilikve devletçilik üzerinden çatışmaları körüklemektedir.Bu savaşlar ötekinin yok edilmesi ve boyun eğdiril-mesi amacı üzerinden gelişir. Taraflar kendilerini buyok edilme ve teslim alma kıskacından vareste tut-mak için hızla iktidarlaşmaya çalışır. İktidarlı ve dev-letli olunduğunda kendini güvencede, iktidarsızolduğunda ise kendisini saldırı ve yok olma tehdidialtında hisseder. Her iki durumda da palazlanacakolan iktidar ve devletli paradigmadır. Tabi bu bir çık-mazdır. Şimdiyle de sınırlı kalan bir olgu değil, yüzyıldan fazladır bölgenin yaşadığı ve eğer aşmazsa,belki de bir yüz yıl daha yaşamak durumunda kala-cağı trajedinin de asıl nedenidir.

Başta da belirtildiği gibi, açmazları olan Batı sos-yolojisinin hatta ulus devleti ret etmeyen Sosyalizm-lerin bölgenin sorunlarına ilişkin geliştirdikleriteorinin çoğu iflas etmiştir. ABD ve Avrupa’nın o hepbenzeri krizlerde ellerinin altında hazır bulundur-dukları hegemonik çıkarlarını koruyan nitelikteki her

hangi bir çözüm reçetesi de mevcut duruma çare ola-mamaktadır. Egemenliği kurma arayışı içinde olangüçler, daha çok anlık gelişmelere göre saflaşma vetaraf tutma durumunu geliştiriyor. Kazanan ve kay-bedenlerin rolleri bazen karşılıklı yer değiştirse de se-naryonun kendisinde değişen bir şey olmuyor.Çünkü oyun kurucu ve senaryo yazarı hâkimiyetideolojisinin bizzat kendisidir. O yüzden çözüm para-digmalarının, diğer bir değişle senaryonun tümdendeğişmesi gerekiyor. Modern kafesin içerisine hapse-dilmiş olan çözüm reçetelerinin dışına çıkılmadıkçasistemin biricikliğini kanıtlama pratiklerinin sür-gityaşanması kaçınılmaz gibi görünüyor. Yönelimintarzı aynı olduğu müddetçe dön dolaş yine aynı yolagirmekten kendini alamama durumları yaşanacaktır.

Aslında sorunun çözümünü çok karmaşıkmış gibialgılanmasının altında, yine Batı liberal sosyolojisininsökükleri, dikiş tutmazlığı ve parçalanmışlığı yatar.Sosyolojinin inceleme konusu yaptığı toplumsal alanailişkin problemlerin aşırı karmaşıklaştırılması yaşa-nan açmazları daha bir derinleştirmektedir. SayınÖcalan bu açmaza karşı yeni kuram ve yöntemi ile“Özgürlük Sosyolojisi” adı altında icracı yönü önplanda olan yeni bir sosyal bilim geliştirmiştir. Aynızamanda kurucusu ve kuramcısı olduğu ÖzgürlükSosyolojisi’ne yeni bir siyasal ve sosyal devrimin ideo-lojik rolünü de izafe etmiştir.

Teoriler kitlelerin algısında yaşam karşılığını bul-dukça gerçekliğini ispatlar ve o oranda da destek gö-rürler. Demokratik ulus, bir teori olmanın ötesindehali hazırda Ortadoğu’da yaşanan krizin altında yatanözgürlük anlayışlarına en güçlü cevabı verecek ger-çekçi pratik bir seçenektir. Onun uygulama sahası isegenel olarak Kürdistan, özelde ise Rojava bölgesidir.

Milliyetçilik, Bireyciliği Üretir ve ÖrgütlerRojava devrim öncülüğü, diğerlerinden farklı bir

paradigmaya sahiptir. Bu paradigmaya göre milliyet-çiliğin bir devlet-iktidar ürünü olduğunu, her yeni birmilliyetçiliğin devletleşmeye çağrıda bulunacağı,bunun da halklar arası düşmanlıkları arttıracağı bi-linciyle, milliyetçiliği baştan ret eder. Milliyetçilik sa-dece kendisi dışındakileri ötekileştirme,düşmanlaştırma gibi sonuçları doğurmuyor. Bu ideo-loji en çok da onu yaşayan birey ve kitlelerin toplum-sal doğalarını bozuyor. Çünkü milliyetçilik toplum vekişiliklerde bireyciliği durmadan üretir ve örgütler.

Bir önceki egemenliğin boyunduruğundan kurtul-duğunu düşünen toplum, içine sızdırılmış olan milli-yetçilik hastalığı nedeniyle kendi içinde devletçi,sömürücü iktidar ilişkilerini yeniden örmeye başlar.Özcesi yaşamdan ümit edilen esenliği bu nedendendolayı bir türlü elde etme imkânına kavuşamayacaktır. 104

105

Rojava coğrafyasında yaşayan halk ve inanç çeşit-liliğinin şu anki yakaladığı düzey bile, dumanı üstün-deki devrimin milliyetçiliğe kaymayacağına olaninancı büyük oranda arttırmıştır. Farklılıkların varlı-ğını koruyarak yaşayabileceği güçlü bir zemin, dahaşimdiden yaratılabilmiştir. Bu durum demokratikulusun onsuz olamayacağı değerindeki karakteristiğiile doğrudan örtüşüyor. Devletin Ulusunun farklılığaaçık olmaması, tekçiliği ve türdeşliği seçmesi doğasıgereğidir. Çünkü farklılıkların varlığı özgürlüğe dela-lettir. Özgürlük bir tür çoğul çeşitlenmedir. Farklıolanlar özgürlüğünü korumak istiyorsa, bunun diğerfarklı olanlarının özgürlüklerinin teminat altına alın-masından geçtiğini bilmek durumunda. Marx’ın biryerde gerçekleşen devrimin genelleşmemesi halindeo devrimin kendi kendisini tecrit edeceği ve bu ne-denle devrimlerin süreklileşmesi gerektiğini söyle-mesi de buna benzerdir. Doğada da yaşam ve ekosistem böyle kuruluyor. Her canlının diğer canlılarlaolan karşılıklı bağımlılık ve birbirini besleyen ilişkitarzı yaşam döngüsünün de kaynağı oluyor.

Rojava’da demokratik ulusa dayalı kurulmaya çalı-

şılan toplumsal ekosistem Kürtlerin öncülüğünde ge-lişiyor olsa da devrimin kurucu özneleri alandayaşayan bütün etnik ve inanç kesimleridir.

Kürtlerin devrimdeki aktif rolü kimseleri kur-tarma, özgürleştirme edimi üzerinden tasarlanma-mıştır. Özgürlük hareketi etrafında birleşen Kürtler,demokratik ulus seçeneğinin öncü savunucusu ol-ması nedeniyle kurumlaşma ve savunmada görevinigönüllüce, fedakârca ve birazda doğallığında yerinegetirmektedir. Kimse kimseyi kurtarmadığı gibikimse kimsenin himayesi altına girmiyor. Bu durumKürtler açısından sadece hümanist, özgeci bir duyar-lılıktan kaynaklanmıyor. Bu “DemokratikUlus”laşma yolunda bir gerekliliktir. Milliyetçilik teh-likesinin önü de bu şekilde alınmış oluyor. Rojava’yıoluşturan bütün bileşenlerin kurucu özne olmalarısağlanabildiği oranda demokratik ulusun gerçekleşti-ğinden devletli paradigmadan uzaklaşıldığındanbahsedilebilir.

Kurucu öznelerin çeşitliliği ya da farklılığıylaAraplardan Kürtlerden ve ya Asurilerden oluşan kimi

teknokratların veya elit bir kesimin eşitlikçi koalis-yonu anlatılmak istenmez. Koalisyon bizzat toplum-sal yapıların kendisinde olmalıdır. Tek tek topluluklarkendi egemenlik haklarını şu ve ya bu nedenle işbilen bir azınlığa devredemez. Eğer yönetme hakkıdar bir elitin eline geçerse toplum apolitikleşip kendikendini uyruklaştırmış olur. Bu aynı zamanda özneolma hakkından vaz geçmek demektir. “DemokratikUlus” ta toplum kurulan değil, kuran olmak duru-mundadır. Toplum öz yönetimini geliştirip kalıcı kı-labildiğinde devlete olan ihtiyaç da gereksizleşecektir.Çünkü iktidar ilişkileri ile yabancılaştırır. Bireyi ilkinkendine, sonra da mensubu olduğu topluma karşı ya-bancılaştırır, başlangıçta ölümüne savunduğu değer-leriyle ters düşürür. Örneğin devrimin henüzçatışmalı ortamı yaşadığı gerekçe gösterilerek kaçınıl-maz bir sonuçmuş gibi toplum siyaset dışına itilemez;üstünlük dar bir grubun eline hapsedilemez. Aksihalde demokratik ulus ile amaçlanan süreç ulus dev-let yapılanmasıyla son bulabilecektir. Zira ulus devlet,siyaseten pasifleştirilmiş bireyler üzerinden kendiniinşa eder. Devrimin çatışmalı halden normalleşmesürecine geçmesiyle üstünlüğü o ana kadar elinde bu-lunduran elitler, imtiyazlarını koruma refleksi içindeolacak ve iktidarı bırakmak istemeyeceklerdir.

Ulus-Devlet ulusunda olduğu gibi demokratikulus da ortak bir zihniyetin ürünüdür. Sayın Öca-lan’ın belirttiği gibi devlet ulusunda ortak zihniyetedamgasını vuran milliyetçilik, demokratik ulusta iseözgürlük ve dayanışma bilincidir. Farklılıkların ortakyaşamı dayanışmayı, empatiyi ve birbirine daha çokyakınlaşmayı getirir. Şu an Rojava da yaşana pratikbu gerçekliği ifade ediyor. İnşa sürecinde verilen mü-cadele ortaklaştırıldığı oranda demokratik ulus içindeyaşamanın ortak zihniyeti de yaratılmış olur. Örne-ğin YPG’nin tek başına Kürtlerden oluşması veyabaşka topluluklardan katılımların olmaması öz sa-vunmanın niteliğinde ciddi bir zaafa yol açmasa dafarklı kurucu öznelerin katılımlarını ‘DemokratikUlus’ Bağlamında eksik bırakır. Mesele katılımın fi-ziki sonuçları ile ilgili değildir. Sorun özgürlük eyle-mine içkin olan farklılıkların bileşiminden ortayaçıkacak olan çokluğun politik gücüne ulaşılmasınınönemidir. Nasıl ki kimyasal bir bileşim kendisinioluşturan öğelerin eksiksiz katılımı sayesinde aktifle-şebiliyorsa, demokratik ulusun da fonksiyonel olabil-mesinin rolü tüm toplumsal farklılıklar ve renklerinözgür katılımını gerçekleştirmesi gerekir.

Bölgesel Devrim RojavaDemokratik Ulusun politik kurumlaşması olan

Demokratik Özerklik sistemiyle bölgenin en çatış-malı ülkesinde farklı etnisite ve inanç guruplarının

Milliyetçilik sadece kendisi dışındakileriötekileştirme, düşmanlaştırma gibi sonuç-

ları doğurmuyor. Bu ideoloji en çok da onu yaşayan birey ve kitlelerin toplumsal

doğalarını bozuyor

106

özgürce bir arada yaşayabildiğinin dünyaca fark edil-mesi, devrimin örnek bir model olma özelliğini dahafazla öne çıkarıyor. Ömrü 72 günü bile geçmemişolan bir Paris komünü bile yüz yıldan fazladır tartışı-lıp duruyor, bütün devrimci çıkışların esin kaynağıolmaya devam edebiliyor. Demokratik Ulusun sorunçözme karakteri, çözümsüzlüğün derinleştiği böl-gede tüm düşmanca engelleme ve manipüle edilmeçabalarına rağmen gözlerden kaçırılamayacaktır. Ro-java devrimi Suriye’nin inşasında olmak üzere bölge-nin geneli için örnek bir model olacaktır. Buncaölüm ve çatışmalardan sonra, Esad yanlısı toplumsalkesimlerle karşıtlarının ulus devlet bağlamı içeri-sinde -önümüzdeki en az 15-20 yıl süresince - geçicibile olsa çözüm şansları yoktur. Suriye’deki topluluk-ların önlerindeki tek yol ayrılma ve ülkenin parçala-nıp küçük devletçiklere bölünmesidir ki, bunun daanlamı daha fazla milliyetçilik ve kalıcılaşmış düş-manlık demektir. Sürekli kriz halleriyle hastalıklıtoplumsal bir yapı gerçekliği ortaya çıkacaktır.

Denilebilir ki, Rojava modelinin bölgede yaygın-laşıp genelleşmesi için bundan daha uygun bir koşu-lun oluşması beklenemezdi. Başta Suriye olmaküzere bölgedeki tüm çatışmalı yerlerde silahlı güçle-rin birbirleriyle çatışmasının dışında toplumsal ke-simler de birbirleriyle karşı karşıya getiriliyor,düşmanlıklar körükleniyor. Rojava da ise çok sert ça-tışmalar yaşanmasına rağmen, halklar ve inanç gu-rupları arasında şimdiye kadar ciddi bir gerginlikyaşanmamıştır. Bu, demokratik ulusun inşasındaönemli bir veridir ve çok değerlidir. Çetelerden arın-dırılan bölgelerde hangi toplumsal kesimden insan-lar yaşıyorsa yaşasın, onlar üzerinde o alanın özyönetiminin oluşumuna büyük önem verilmektedir.Öz savunma birlikleri kurma şeklinde olacağı gibi,aynı sisteme bağlı olarak sadece Araplardan veya sa-dece Hristiyanlardan oluşan özerk birlikler şeklindede örgütlenebilmektedir. Sayısı 55 olan meclislerebölgede yaşayan bütün toplumsal kesimlerden etkilive nitelikli katılımların gerçekleşmesini sağlayacakbir sistemin temelleri koşulların her açıdan çok zorolduğu bir süreçte atılabilmiştir.

Devrim İçinde DevrimRojava devriminde kadının özgürleşmesi konu-

sunda atılmış adımlar devrim içerisinde devrim du-rumunu yaşatıyor. Kadın, Demokratik Ulusbileşenleri içerisinde en etkili bir toplumsal öğe ola-rak yerini alır. Her bileşimi nasıl ki kurucu özneolmak durumundaysa, kadın da bu devrimde ku-rucu özne, hatta öncü olmak durumundadır. Kadı-nın Rojava’da ki rolünün tam içselleştirilmesi tarihtebir ilk yaratacaktır, şimdiden yaratmıştır. Buradaki

kadın her savaşta yaşandığı üzere omzunda muhalif-lere gülle taşımasıyla geri planda tutulan ve ya savaş-taki kocasının yolunu gözleyen ezik-çaresiz kadıntiplemesinin çok uzağındadır. Demokratik Özerklikiçerisindeki eş başkanlık temsili dışında, meclislerde,öz savunmada, şehrin güvenliğini almada ve diplo-maside, özcesi yaşamın ve mücadelenin her ala-nında, öncü bir katılımı söz konusudur. Kadınlar,devrimin politik özne ve inşacısı konumundadır.

Kadınla eşit ve özgür yaşamayı kabul eden erkek,kendindeki eril zihniyeti, ona bağlı olarak devletçi-iktidarcı zihniyeti de sorgulamaya, giderek yok et-meye başlar. Devletin ortadan kaldırılması için onuntoplum içindeki temsilcisi olan eril zihniyetin yokedilmesi gerekiyor. Bu, tıpkı Proudhon’un ‘devletitoplum içinde emerek yok etmek’ dediği şeyin karşı-lığı oluyor. Bundan önceki en radikal devrimler bilekadının özgürlüğünü hesaba katmadığı için bir neviyarım devrimlerdir. Yarım devrimler ise aslında dev-rim sayılamazlar. Çünkü sömürü ve sınıf ilişkilerinikorunan eril zihniyet üzerinden yeni düzene-yaşamataşırmışlardır.

Rojava devrimi Demokratik Ulus bakışının etkisiile de toplumun en başat çelişkisini öncelemiştir.Cinsler arasında gelişen özgürlük ve eşitlik ilişkisitoplumsal tüm kesimlere yaklaşımda da aynı bilinçve ilişkiyi geliştirecektir. En temel çelişkinin ele alını-şındaki tutarlılık, diğer bütün çelişkilerin ele alınışın-daki tutarlılığın teminatı olmuştur.

Sonuç olarak şu kesindir ki, Ulus-Devlet paradig-ması kriz ve sorunlar üretmekten ileri gidememekte,uygulandığı hiçbir yerde tutunamamaktadır. Demo-kratik Ulus çözümü ise yerel sorunlara sunacağı kat-kılar bir yana, modern krizden çıkışı sağlayabilmegibi ciddi bir potansiyeli de içerisinde barındırıyor.Çetelerin ele geçirdikleri bölgeler karşısında enküçük bir rahatsızlık duymayan Kapitalist Moderni-te’nin güç odakları, Demokratik Ulusun gerçekleşti-rildiği alanlara karşı tepkilerini anında yansıtmalarıboşuna değildir. Nedeni ideolojiktir. DemokratikUlusun muhtemel başarısı Batı merkezli ideolojikçözümlerinin itibar kaybetmesine neden olacaktır.Bu nedenle önümüzdeki süreç için denilebilir ki asılsavaşı görünür olan sıcak çatışmaların dışında, De-mokratik Ulus ile Ulus Devlet paradigmaları ara-sında yaşanacaktır. Demokratik Ulusun başarısı içinise Rojava devriminin kesin zaferi zorunludur.

Giriş:Savaşların varlığı yeni değil kuşkusuz, insanlık tarihikadar eskidir. Esasında çıkarlar üzerinden kazanımya da koruma söz konusu olduğunda ve bunun zor-şiddet aracılığıyla hayata geçirilmeye başlanması du-rumunda savaştan bahsetmemiz mümkündür. Kimigörüşlere göre savaş her halükarda kaçınılması gere-ken ahlaki bir kötülüktür. Zira insan hayatına mal ol-maktadır. Kimi görüşlere göre bizzat insanhaysiyetinin ve varlığının korunması söz konusuysave büyük bir haksızlığın giderilmesi toplumsal birilerlemeye yol açıyorsa, ahlaki olarak kabul edilebilirve meşru nitelikler taşıyabilir.

Konumuz bağlamında Suriye’de gelişen iç savaşabaktığımızda ise Ortadoğu coğrafyasında gelişendevrimsel süreçlerde farklı bir seyir görüyoruz. Suri-ye’de muhalefetin sivil gösterilerini çok geçmeden elisilahlı çeteler devraldı. Bu çeteler Suriye dışından ci-hatçı olarak gelenlerdir. Amaçlarının İslam’ın şeriatkurallarını Suriye’ye hâkim kılmak olduğunu söylü-yorlar. Bununla birlikte dünya kamuoyunun da artıkkabullenmek zorunda kaldığı ve Suriye’de yürütülenkirli savaşın en meşru noktasında Kürtler bulunuyor.Bu anlamıyla Rojava’daki meşru mücadele bir taraf-tan Kürtlerin kendi topraklarını savunması ve özgür

bir yaşamı örme iradesine dayanırken; bir taraftanda belirttiğimiz El-Kaide’nin uzantısı El-Nusra çete-lerinin yürüttüğü çirkin, ahlaksız ve vahşi saldırıla-rına karşı verdikleri mücadele iradesinedayanmaktadır. Çünkü Rojava’da Kürtler kendi top-raklarını savunuyorlar. Kimsenin topraklarını işgalve istila etme peşinde değiller. Kendilerine saldıran-lara karşılık veriyorlar, iradi bir duruş sergiliyorlar.Öyle ki bu irade bizi “savaşların bile bir ahlakı olma-lıdır.” sonucuna götüren ve ‘insanın insan olma de-ğeri kaldı mı?’ sorusunu rahatlıkla sordurtan birvahşet karşısında bile umutlu olmaya çağırmaktadır.Bu yazı da tam da Rojava’ da yürütülen bu kirli sa-vaşı ve ona karşı gelişen insanlık direnişini ahlaki bo-yutta analiz etmeye çalışacağım. Diğer taraftandünya kamuoyunda da büyük bir yankı bulan Kürtkadınlarının ortaya koyduğu mücadele azminin veahlaki itirazının ne anlama geldiğini yorumlamayaçalışacağım.

Köklü Bir Savaş Politikası Olarak: VahşetRojava’da El-Nusra çetelerinin sergilediği vahşetle

ilk kez karşılaşmıyoruz. Bunun çok köklü bir savaşpolitikası olduğunu ve devletlerarası yaşanan savaş-lar kadar iç savaşlarda ve halk ayaklanmalarında dasıklıkla başvurulan bir vahşet biçimi olduğunu bili-yoruz. Başı kesilerek öldürülen insanlar, ölü bedenle-rin bütünlüğünü bozma ve işkence yapma, yakaraköldürme, kadınlara tecavüz etme, hamile kadınlarınkarnındaki bebekleri katletme, kimyasal silahlar kul-lanma ve binbir şekliyle vahşetin vuku bulması…Tıpkı Goya’ nın İspanya’ya saldıran Fransız ordusu-nun vahşetini gösteren resimleri gibi yaşananlar. Ro-java’ da yapılmaya çalışılan bu anlamıyla köklü bir

y Sara Aktaş

Rojava’da Savaş Ahlakı veKadının İtirazı

107

Bir grubun mensuplarının öldürülmesi, yaralanması,fiziksel ve ruhsal işkenceye maruz bırakılması, o

grupta doğumların olmasını engelleyici önlemlerinalınması ve karşı grup tarafından çocuk doğumları-

nın zorlanması şekilde tanımlanıyor

savaş politikasının sonucudur. Tüm iç savaşlarda yada halk savaşlarında yapılmaya alışıldığı gibi Roja-va’da da müdahale ve saldırı biçimiyle olabildiğincevahşi davranılarak verilmeye çalışılan mesajlar vardır.

Savaşın ordu gücüne denk güçlerin savaşıyla nasılyürütüleceği önceden belirlenip, kimi uluslararasısavaş kurallarına bağlanabildiğini biliyoruz. Bu ulus-lararası savaş kurallarına uymayanlar ‘savaş suçlusu’kabul edilip, yaptırımlara gidilmiştir. Bu temelde 1.Dünya savaşından sonra Paris barış konferansındamüttefik devletlerce savaş sırasında yaşanan suçlarıaraştırmak için bir komisyon kurulmuştur. Bu ko-misyon 1919 yılında, aralarında İngiltere, Fransa,İtalya, Japonya, Belçika, Polonya, Romanya, Yunanis-

tan ve Sırbistan’ın da bulunduğu devletlerce kurul-muştur. Komisyon yaptığı çalışma sonucunda savaşsuçu kabul edilen suçlar içinde tecavüz ve cinsel şid-det uygulamanın en fazla karşılaşılan örnekler oldu-ğunu ortaya koymuştur. Örneğin bunu savaşsırasında Alman askerlerince Belçika ve Fransa’dahalkı korkutup sindirmek için oldukça vahşi bir şe-kilde uygulandığı açığa çıkmıştır. Yine 1948 tarihlisoykırım suçunun önlenmesi ve cezalandırılmasısözleşmesinde soykırım kapsamında değerlendirilensuçlar arasında tecavüz önemli bir yer almıştır. Söz-leşmede soykırım suçunun kapsamı;‘Bir grubunmensuplarının öldürülmesi, yaralanması, fiziksel veruhsal işkenceye maruz bırakılması, o grupta doğum-ların olmasını engelleyici önlemlerin alınması vekarşı grup tarafından çocuk doğumlarının zorlan-ması’ şekilde tanımlanıyor. Yakın tarihe baktığımızdaYugoslavya’da Müslüman kadınlara ve Ruanda’da ikitaraftan kadınlara tam da bu amaçla sistematik olaraktecavüz edildiği artık sır olmaktan çıkmıştır.

Devletlerarasında yaşanan savaşlarda uluslararasısavaş kurallarına rağmen bu sonuçlarla karşılaşıyor-sak, iç savaşlarda veya halk isyanlarında bastırmaoperasyonları yapılırken, bu kuralları akla dahi geti-remeyeceğimizi kolaylıkla söyleyebiliriz. Buradatemel amaç sadece savaş kazanmak veya isyan bastır-mak değil, kalıcı bir etki bırakarak bir daha asla tek-rarlanmamasını sağlamaktır. Esas olan korkuyu kalıcıve baki kılmaktır. İsyan etmeyi düşünenlere başlarına

neyin gelebileceğini önceden hatırlatmak gibi bir işl-evi de vardır. Bu savaş stratejisinin altın kuralı; karşıgücün direnme gücü ve isteğini tamamen kırmaktır.Nitekim mitolojik söylencelerde bile bu zihniyetinvarlığını görmek mümkündür. Perseus’un Medu-sa’nın başını kesmesi bir öldürme davranışıyken, kes-tiği başı kalkanına taktıktan sonra korku salarak itaatsağlamak istemesinin anlamı ise daha derinlerdedir.Yine Osmanlı ordusunun birçok isyanı bastırma biçi-minde ve Türkiye cumhuriyetinin kuruluş sürecin-deki isyanı bastırma biçimindeki( Ağrı,Dersim,ŞeyhSait, Maraş vb.) beşiktekini beşikte, eşiktekini eşikte,zihniyeti ile yapılan temizleme operasyonları tam dabunu ifade etmektedir. Ruanda’ da bir milyona yakınTutsi’nin öldürüldükten sonra parçalanması da aynıamaçlıdır.1990’larda PKK gerillalarının cenazeleriniparçalama kulak ve parmak kesme uygulaması daaynı zihniyetin devamıdır. Bu bakımdan Rojava’da El-Nusra’nın, savaşın en zalimce çirkin yüzünü sergili-yor olmasını sadece tekil ve onlara özgü bir vahşetolarak nitelemek eksik kalacaktır. Din önderlerindenaldıkları fetvalarla Alevi ve Kürt sivillerinin başlarınıkesip katletmelerinin, ‘Allah-u Ekber’ diyerek kadın-lara, genç kızlara, çocuklara tecavüz edip, insanlarınbaşlarını kesmeleri elbette bu köklü savaş stratejisi vezihniyetinden kopuk değildir. Bu savaşma biçimiyleyarattıkları korkunç imge ve mesajlarla insanlarınitaat edip, hizadan çıkmamasını sağlamak kadar, sa-vaşmadan göç etmelerini ve kaçmalarını sağlamak dahedeflenmektedir. Devreye konulan, korku ve yılgın-lığın kuşaktan kuşağa aktarılıp süreklileştirilmesi,ekstra bir yıldırma politikasıdır.

Rojava’daki Savaşta Ahlak ve Ahlaksızlık İkilemiErich Fromm, ‘İnsan kurt mudur, kuzu mudur?’

sorusuyla insan doğasını sorgulamaya giriştiğindeesasında insanın salt iyi ya da salt kötü olarak nitelen-dirilmesine karşı çıkmıştır. Ona göre insan farklı ola-nakların toplamından ibaretti. Bu olanaklarınhangisinin gerçekleşeceğini ise birçok faktör belirle-yebilirdi. Bu temelde insan özgür ve ahlaklı eylem-lerde bulunabileceği gibi, insani değerleri çiğnemepahasına oldukça canavarca ve ahlak dışı da davrana-bilirdi.

Hiç kuşkusuz, Rojava’ daki saldırıların şaşmaz ku-ralı haline gelen tam da bu türden ahlaksızca, insanıninsan olmaktan utanç duyacağı saldırı biçimleridir.Yani insani değerlerin unutulması, insanı öldürmeklebile tatmin olmama durumudur. Nitekim, öldürül-müş insan bedenleri üzerinde yapılanları izlemekbize insanlığımızı sorgulatırken, Rojava’ da saldırgan-ların salt vahşetle ilgili olduklarını göstermektedir.108

‘Allah-u Ekber’ diyerek kadınlara,genç kızlara, çocuklara tecavüz

edip, insanların başlarını kesmelerielbette bu köklü savaş stratejisi ve

zihniyetinden kopuk değildir

109

İlkel bir güdünün dini ve ilmi buluşlarla bezenmiş veölüm kusan bu hali, savaş içinde bile bir ahlakın ge-rekliliğini bize yeniden yeniden hatırlatıyor. David deBreton, ‘Acının Antropolojisi’ isimli kitabında ‘Bir in-sanın ya da bir devletin gücü hiçbir ayrıcalığı kurban-lar ya da yasa aracılığıyla tehdit altıda olmasa daverebileceği acıların toplamıyla ölçülüdür. Acı çek-tirme özgürlüğü iktidarın gölgede kalmış yüzüdür’der. Konumuz bağlamında El-Nusra çetelerinin acıçektirerek, işkence yaparak onuru çiğneyerek sergile-diği vahşet, Breton’ un dediği gibi oluşturulmak iste-nen mutlak itaat için acı çektirmeyi siyasal birdenetim biçimine dönüştürmeyi ve insanların bellek-lerinde silinmez izler bırakmayı amaçlamaktadır.Cennet olan orada sadece kurbanının boyun eğme-sini değil, kimlik duygusunu da kırmak istemektedir.Bir güç gösterisidir bu. Düşman görülen gücü, aynışeyleri yaptığı takdirde veya itaat etmediğinde kendi-sini bekleyen kaderi unutturmayacak bir vahşet ser-giler.

Diğer tarafta parçalanmış, yıkılmış, deşilmiş, başıkesilmiş bir ölü bedenine duyulan öfke, insani duyar-lılıklarımızla çatışmakta ve bizde ahlaki olarak kabuledilemezlik duygusu yaratmaktadır. Öldürme biçimive öldürme araçları bu kabul edilemezlik duygusunuderinleştirmektedir. Bu bakımdan kendine cellât rolübiçenlerin düşünme yetisinden yoksunluğu, basma-kalıp fikirleri, klişe deyişleri, doğruyu yanlıştan, gü-zeli çirkinden ayırt etmeyi içeren vicdan ve yargıdabulunma yetisinin sakatlanması, bize ahlaki düzen-den ne denli uzaklaştıklarını göstermektedir. ZiraRojava’da çatışan cihat grupları da savaşı vahşice yü-rütüp, savaşmayan sivil insanlara da bedeller yükleye-rek insanlıktan çıkarıyor ve tecavüzü ‘muta nikâhı’adı altında veya fetvalarla meşru hale getirerek ikiyüzlülük ve ahlaksızlık üretmektedirler. Uyguladık-ları vahşeti kutsallıkla maskelemekte, Allah’ın bir va-hiyi olarak kabul etmektedirler. Oysa çokçaörneklerden biliniyor ki tecavüz erkek askerlerin mo-rallerini artırmak, halkı korkutmak, bir toplumu yoketmek amacı taşımanın yanında bir galibiyet ve zafernişanesidir. Tecavüz, savaştaki nefret duygusununfetih ve ele geçirmenin anlamıdır.

Rojava’ da ki Cihat! çetelerinin sınırsız vahşetininkökeninde tüm bu tespitlerin yanı sıra, geleneksel si-yasal İslam’ın savaşma biçiminin de motive edici et-kisi, payı vardır. Siyasal İslam’ın tarihsel savaşgeleneğinde kılıç zoruyla girdiği ülkelerde bunun sa-yısız örneği vardır. ‘Hak dinine döndürmek’, ‘cihat’ınmeşruluğu’, ‘Din düşmanlarına ve dinsizlere karşısavaş’ söylemleriyle kutsallaştırılan bu savaşma biçi-minin Rojava’da tekbir eşliğinde vuku bulan hali; ka-dınların helal sayılması, çocukların ise başlarının

kesilmesi meşru sayılması olmuştur. Bu anlamıyla El-Nusra’nın da öncülerinin de öz itibariyle ‘din düş-manlığı’ üzerine kurulduğunu söyleyebiliriz. Dinadına cihatta bulunmak nihayetinde, dinden olma-yan başkalarının var olduğunu var sayar. Bu nedenlecihat kimliğine ait olmanın bazen sınırsız bir baskı veayrıştırma, bazen de kendi içinde bir birleştirme ara-cına dönüşebildiğini bu vesileyle belirtmekte yararlı-dır. Rojava’ da bu durum ‘biz olmayanı’ sadece yoketmek değil, vahşet uygulamayı kutsallaştırma olarakyansıyor. Temel argüman aynıdır; inanmayanlarınzorla dine döndürülmesi ve ‘sapkınların’ cezalandırıl-ması. Bu makul ve kabul edilebilir görülür. Çünküdin düşmanlarını temizlemek dince de mubahtır. Ha-yatında hiçbir kavgaya bulaşmamış biri bile böylesibir zeminde yön duygusunu kaybedebilmekte, em-poze edilen tüm öfke ve nefretle şiddet uygulayabil-mektedir. Üstelik bunun için cennetteödüllendirileceğine inanmaktadır.

Betty A. Reardon bir makalesinde ‘Silah kullan-mak bağımlılıktır’ der. Bu bağımlılık sorgulamaksızınbir kişiyi yönlendirdiğinde ise o kişi hissiz, korkusuz,acımasız bir savaş makinesine de dönüşebilmektedir.Bu durumda uygulanan şiddette vicdan, ahlak ya dahaklı kılınacak bir yan bulmak imkânsızdır. Artıkdevreye giren kışkırtılan, acımasız, bilinçsiz bir nefretveya Rojava’ da görüldüğü gibi körü körüne inanılanbağnaz düşünceler olabilmektedir. Orada cellat, in-sani niteliklerini de kaybetmekte bir boşluk içindesallanabilmektedir. Bu psikolojisiyle TSK’nin Kürtdağlarında yürüttüğü kirli savaştan sonra, savaşan as-kerlerde de sıklıkla karşılaşmıştık. Örneğin 1993’teaskerliğini komando olarak yapan bir er terhis son-rası şöyle konuşuyor. ‘Hafif canım sıkıldığında kafambir gidiyor alayım silahı herkesi öldüreyim diyo-rum’(Nadire MATER Mehmed’in Kitabı 1999,sayfa123)

Sonuç itibariyle diyebiliriz ki vicdan ve ahlaktankopuk olarak yürütülen kirli bir savaştan geriyekalan; öfke, intikam duygusu, yıkıcılık, saldırganlık vekan dökücülüktür.

Ahlaki Bir İtiraz Olarak Rojava’da Kadın Mücadelesi Hemen belirtmek gerekir ki, insanların köleliğe,

ırkçılığa, soykırıma, kadına karşı ayrımcılığa, sömür-geciliğe ve talancılığa karşı çıkmalarında haklılık,meşruluk ve ahlaki boyut neyse, Kürt halkının kendiöztopraklarında zulme ve vahşete karşı duruşundakiahlakilik ve meşruluk da odur. İnsanlığı hiç eksilme-yen adalet istemi, özgürlük fikri, özcesi yeni ve yaşa-nılır bir yaşam ve dünya düşü nasıl ki her zamanbaskın olmuş ve acılı bir uyanış çağrısıyla iradeli bir

mücadele gücüne dönüşmüşse Kürt halkının ve ka-dınlarının verdiği mücadelenin ve direnişin anlamıda budur.

Rojava’ da bu bağlamda direnen Kürt kadınlarınınsavaşma gücündeki ahlakilik, meşru savunma, hakve adalet alanıyla yakından bağlantılıdır. Bu alandasavaş bir amaç değil, tamamen bir araç ve zorunlu-luktur. Korunmaya çalışılan insan değerleri merkezealınmıştır. Merkeze alınan, bir halk olmanın, insanolma onurunun değeridir. Kendisinin olan topraklarıkoruma, en kutsal hak olan yaşam hakkı ve haysiyeti-nin korunmasıdır. Bu adalet talebidir. Bu talepte gaspetmenin yasası değil, adalete saygı vardır. Özgürlük-lerini gasp eden, vahşet uygulayanlara karşı direnişinvuku bulduğu bir ahlakilik alanıdır bu. Kendi yazgı-sına sahip çıkmaktır. Özcesi Rojava’ da Kürt kadını-nın verdiği mücadelenin ahlaki temellendirilmesi,insan olmanın, insan kalmanın koşullarının korun-ması ve yaratılmasıdır. Burada gösterilen meşru sa-vunma; Kürt halkının ve kadınlarının kendivarlıklarını yok etmek ve tutsak kılmak isteyenlerekarşıdır ve onlara yönelmektedir.

Kuşkusuz, savaşlar her halükarda yıkıcılığa yol aç-tığı gibi savaşların ve militarizmin yarattığı dehşettende en fazla payını alan kadın ve çocuklar olmaktadır.Dünyanın kanlı tarihi sayısız örnekle bunu çoktankanıtlamıştır. Savaş ahlakına aykırıdır, savaş suçudurdiyebileceğimiz sayısız savaşma biçiminin hedefindede yine kadın ve çocukların olduğunu yukarıda kimiörneklerle açmaya çalıştık. Buna paralel olarak ka-dınların savaşlar karşısında itirazları da her zamanyükselebilmiştir. Kimi zaman savaşın ve çatışmanınyaşandığı alanın bizzat içinden olabildiği gibi dışın-dan da olabilmiştir. Savaşların yarattığı bu vahşet vedehşet karşısında kadınların mücadele alanlarını,mücadele yöntemlerini ve stratejilerini de çeşitlendir-diklerini biliyoruz. Bu çerçevede Rojava’ da Kürt ka-dınları bu kirli savaş karşısında tutumun, kendisavunmasını erkeğe bırakmaksızın bizzat kendisiyapmaktan yana tutum belirlemiş ve direnişini öz sa-vunma endeksli yoğunlaştırmıştır.

Savaşların sivil halkı, en çok da kadın ve çocuklarıyaşadıkları topraklardan kopardığını biliyoruz. İn-

sanların çoğunluğu savaşın yarattığı dehşet ve kor-kuyla ülkesini terk etmekte, özellikle kadınlar çocuk-larını korumak, cinsel şiddet ve tecavüzden kaçmakiçin göç edebilmekte, göç ettikleri yerlerde ise katla-nan acılarla yüz yüze gelebilmektedir. İşte Rojava’daKürt kadınları bu gerçekliği ters-yüz ederek büyükcesaret ve irade ile kendi özvarlıklarına yönelen çetecisaldırılardan kaçmayarak mücadeleden yana tutumbelirlemişlerdir. Bu aynı zamanda oldukça ahlaki,haklı ve meşru bir itiraz olarak da anlam bulmuş, ya-şamın her halinde yansımasını bulmuştur. Hatırlana-cağı gibi Suriye’de iç savaşın başlaması ve Rojava’dadevrim sürecinin gelişmesiyle birlikte toplumsalalanlarda da adeta bir seferberlik yaşanmıştır. Bu-nunla eşzamanlı olarak yaşamın her alanında devri-min inşa sürecinin öncülüğünü kadınlarınüstlendiğini de gördük. Rojava’da birçok kurumdaeşbaşkanlık sistemi uygulanmış, sadece bununla dasınırlı kalınmayarak her alanda kadının ağırlığı hisse-dilmiştir. Sosyal, politik anlamda yaşanan bu öncü-lük iradesinin yanı sıra asıl dikkat çeken diğer birtarihsel gelişme ise halk savunma alanlarında gö-rülmüştür. YPG ile birlikte savunma alanlarında ye-rini alan kadın savaşçılar, tamamen özgün olarak,YPJ adı altında yapılanmış kadın taburları oluştur-muşlardır. Savaşın başından beri kadın taburları kentsavunmasında El-Nusra çetelerine karşı yaptıkları as-keri operasyonlarla ahlaki meşru savunmalarını ger-çekleştirmiş, kadınlara biçilen klasik rolü tersineçevirmişlerdir.

Kadın taburları bu öz savunma endeksli savaşahazırlanıp eğitim süreçlerini geliştirirken de askerieğitimle sınırlı kalmayıp kadın bilincinin geliştiril-mesini esas almışlardır. Konu bağlamında YPJ GenelKomutanı Axin Nucan ’ın belirttikleri Kürt kadıları-nın bu tutumunu oldukça açık ortaya serer nitelikte-dir. Şöyle diyor;‘Bu eğitimin temel sebebi, kadınınkendini tanıması, hayatın her alanında var olma,irade ve güven geliştirmesidir. Yaşamın her alanındaolduğu gibi askeri alanda da kadın bir güç olarak varolacaktır, yer alacaktır. Bu kadına özgü bir güçtürartık. Askeri olarak tamamen kadın gücüne, özgün-lüğüne dayalı bir gücüz… Erkeğin bize dayattığıkader bizim kaderimiz olamaz.’

Aynı konuşmamın devamında komutan Nucan,YPJ’ nin savaşarak yaşamını yitiren ilk savaşçısı Beri-van isimli kadın savaşçının hikâyesini anlatarak, Ro-java’ daki Kürt kadınlarının direnişinin ve verdiklerisavaşın niteliklerini onun şahsında özetlemiştir.

‘Bizim ilk şehidimiz Heval Berivan’ dır. Buradaher kadın acı çeker. Berivan arkadaş bir çocuk anne-siydi. Kocasından büyük zulüm görmüştü. Zorla ev-lendirilmişti. Orda kalıp aynı acıyı çekmeyi

110

Rojava’ da Kürt kadınının verdiğimücadelenin ahlaki temellendirilmesi,

insan olmanın, insan kalmanın koşullarının korunması

ve yaratılmasıdır

111

kabullenemediği için başka çare aramıştı ve YPJ’ yekatılmakta bulmuştu kurtuluşu. Acı dolu kapkara biroda düşünün, odanın bir yerinde küçük bir ışık huz-mesi var. Böyle bir durumda bazı insanlar o ışıktankorkar yaklaşmaz. Bazılarıysa o ışığa doğru inatlagider ve kurtulmayı başarır. İşte Berivan arkadaş dakapkaranlık dünyasında bu ışık huzmesine inatla,tutkuyla yürüdü ve o karanlıktan kurtuldu.’

Kanımca tüm tespitlerden çıkaracağımız temelbirkaç sonuç var: Birincisi, dünyanın her karışındaolduğu gibi Ortadoğu’da da kadının nesneleştirilmesiister içten ister dış koşulların bir sonucu olsun ataer-kil egemenlik stratejisinin baş koşulu olduğu için ya-şanması neredeyse zorunlu bir sürece dönüşür.Diğer taraftan dinsel dünya görüşleri salt bir inançöğesi olarak kalmamakta, egemen kültürel akışadâhil olarak önce kadınların yaşamını derinden etki-lemektedir. Bu bakımdan Rojava’daki kadın direnişi-nin sadece saldırgan cihat çetelerine karşı değil,ataerkil sistemin köklü geleneklerine ve kadını tut-tuğu ölüm kıskacına karşı da verildiğini görmek du-rumundayız. Bu anlamıyla Rojava’ daki savaş vemücadeleyle açığa çıkan devrim, bir halk devrimi ol-duğu kadar kadın devrimidir de. Öyle ki bu süreçlebirlikte kadına biçilen toplumsal roller köklü bir de-ğişime uğramış, kadim tabular yıkılmıştır.

İkinci olarak; siyasi aktörlerin tarihsel gelişmeleribiçimlendirdiği ve yönlendirdiği gerçeğini gözö-nünde bulundurduğumuzda Rojava’daki kadınların

direnişi ayrıca ahlaki bir değer de kazanmaktadır.Kürt kadınlarının yarattıkları örgütlü güç, artık saltkurban ve mağdure olmayı kabul etmiyor. Kadınlar,her alanda özneleşerek kendi geleceklerinin hem be-lirlemekte hem de yaşanan devrimsel sürecin inşacısıve öncüsü olmaktadırlar. Bu yönüyle politik öznelerolarak, özgürleşme iddiaları ve stratejileriyle sadeceKürt kadınlarının değil, Ortadoğu kadınlarının öz-gürleşmesine öncülük etmektedirler.

Üçüncü olarak; Rojava’da ki kadın direnişi somu-tunda, kadınların sadece savaşma nedenlerinin değil,savaşma biçimi ve araçlarının da erkeklerinkindenfarklılık gösterdiğini görüyoruz. Her şeyden önce ka-dınlar savaşırken bile nefret ve intikam duygularıylavahşet üreten bir savaşma biçimini değil, öz savun-maya dayalı, vicdani ve ahlaki niteliklere dikkatçeken savaşma biçimini geliştiriyorlar. Bu bakımdankadının savaş ortamında bile canavarca, ya da insanideğerleri ayaklar altına alan, çiğneyen örneğin teca-vüz eden, baş kesen-yöntemlerden uzak durduğunugörüyoruz. Diğer taraftan Rojava somutunda Kürtkadın taburlarının savaşma nedeni gasp etmek veyaöldürmek eksenli değil, öz savunma eksenli oldu-ğundan saldırganlık değil koruma ve korunmakamaçlıdır diyebiliriz. Bu tespitler ise bizi rahatlıkla şusonuca götürmektedir; Rojava’ da kadın öncülü-ğünde gelişen direniş; her şeyden önce kirli ahlaksızbir savaş karşısında kadınların meşru ve ahlaki itira-zıdır.

-David De Breton, Acının Antropolojisi-Çiğdem Akgül, Militarizmin Cinsiyetçi Suretleri,

-Özgür Gündem Gazetesi, Rojava Devriminin Te-minatı: Kadın Taburları,1 Ekim 2013 sayısı

-Nadire MATER, Mehmedin Kitabı,(metis yay.)

Yararlanılan Kaynaklar

İçindekiler İçin Tıklayınız

Rojava'da yaşanan gelişmeler ve tüm Ortadoğu’dacihat adıyla gerçekleştirilen eylemler,halklar arasın-daki bağları zayıflatırken, iktidarların ve küresel ege-men güçlerin planlarını uygulamada kolaylaştırıcıetkiler oluşturmaktadır.

AKP iktidarı Türkiye’de barış sürecini işletirkenRojava'da silahlı cihatçı gruplara destek vermektedir.Türkiye’de Alevi açılımına yönelirken, Suriye’de mez-hepsel kavgaların ve binlerce insanın ölümüne sebe-biyet veren iç çatışmanın fitilini ateşlemektedir.

Ortadoğu’da, özellikle kapitalizm sonrası açığaçıkan ulus devlet anlayışı ile birlikte cihatçı yapılan-malar da küresel sistem ve ulusal güçlerle mücadeleetmekten çok halklar arasındaki inanç, etnik kimlikfarklılıkları üzerinden eylemler düzenlemekteler.Sünni - Şii kamplaşmasının yanında Türk-Kürt -Arap halkları arasındaki çatışmalar kadim Ortadoğuhalklarının eşitlikçi ve barışçıl yapısıyla bütünleşme-mektedir.

Devrimci peygamberlerin mücadelelerinde sağla-nan eşitlikçi anlayışlar bir türlü Ortadoğu’da hâkimolamamaktadır. Kendisine tanrısal güçler atfederekinsanlığı köleleştiren ve aralarını açan iktidarlarakarşı Hz İbrahim ile başlayan tevhidi toplumsal yapı-nın yerini; günümüze gelindiğinde çok parçalı vebirbiri ile çatışan halklar gerçeği almıştır.

Kâbe’nin Eşitlikçi Yapısını Çağımıza Taşımalıyız Ortadoğu tarihi Nemrutlar'a, Firavunlar'a, impa-

ratorluklara, oligarşilere karşı mücadele veren tevhidipeygamberlerin tarihidir. Hz İbrahim ile açığa çıkantevhidi uyanışın emareleri Hz. Muhammed ile nihaişeklini almıştır. Olumsuz tanrı krallara karşı başlayanmücadelenin ana parametresini Kâbe oluşturmakta-dır. Günümüzde hala şekilsel olarak bir ibadet etmebiçimini karşılayan Kâbe aslında Ortadoğu halkları-nın barış, kardeşlik, eşitlik ve ortaklaşmanın temelyapısını ortaya koyan yegâne unsurdur.

Hz. İbrahim döneminde bütün insanlığın üze-rinde tanrısal bir otorite kuran Babil Krallığı, bu oto-ritesini Babil kulesi üzerinden resmetmiştir. Herkatında kralların zevklerine ve hevâlarına uygun hal-lerin yaşadığı bu krallık yeryüzündeki sınıflı toplumyapısının bir göstergesidir. Halktan sömürülerek eldeedilen gelirler Babil kulesinde hiç edilmektedir.

Ortadoğu bu haldeyken Hz. İbrahim ilk kıvılcımıyaktı ve Babil kulesine karşıt Kâbe’yi inşa etti. Kâbeise Babil kulesinin aksine göğe doğru yükselme-mekte ve tek katlı yatay bir mimariye sahipti. Babilnasıl egemen tanrı kralları betimliyorsa, Kâbe de ezi-len bütün Ortadoğu halklarını betimliyordu. Hacdaifa edilen ibadet şekilleri dahi adeta bu bilinci yerleş-tirmek için emredilmişti. Birçok dilden, renkten,kültürden kadın-erkek insanların beyaz elbiselerebürünmeleri ve hep birlikte tavaf yapmaları, yeryü-zünde yaşayan bütün insanlığın tüm farklılıklarınımuhafaza ederek ama kendi içinde de eşitliği ve ba-rışı gözeterek ortaklaşan bir yaşamı örgütlemelerinianlatıyor. Tavaf ta aynı şekilde oval bir yapının etra-fında kimsenin önde ya da arkada olmadığı ama bir-likte olduğu bir toplumsal yapının izdüşümünüvermekte. Birlikte karar almayı, birlikte üretmeyi,

y Sedat Doğan

Rojava’da ve Tüm Ortadoğu’daDarüsselam’a (Barış Yurdu) Doğru…

112

Ulus devlet anlayışı ile birlikte cihatçı ya-pılanmalar da küresel sistem ve ulusal güç-

lerle mücadele etmekten çok halklararasındaki inanç, etnik kimlik farklılıkları

üzerinden eylemler düzenlemekteler

birlikte bölüşmeyi yani kısaca tüm farklılıklarımızlabirlikte yürümeyi bizlere anlatıyor ve ne mutlu ki buİbrahimi gelenek şekilsel olsa dahi şu an bile yeryü-zünde yaşamaktadır.

Cihat Adaletin ve Eşitliğin Tesisi İçin Yapılır…Yöneten - yönetilen, zengin – fakir, kadın – erkek,

inanan - inanmayan gibi toplumları bölen modernistkapitalist ideolojilere karşı tek çıkar yol Kâbe’de for-mülize edilen hoşgörüye dayalı, mülkü ve otoriteyiortaklaştıran Ortadoğu’nun eşitlikçi yapısına bürün-mektir. Eğer bu anlaşılamaz ise cihat yaptığını sanangruplar zulüm ettiklerinin farkına varamayacaklardır.

Kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi inanmayan,kendisi gibi yaratılmamış halklarla savaşmayı cihatzannetmek hem vahiyden hem de kadim Ortadoğupratiğinden ne kadar uzaklaşıldığının göstergesidir.Cihat aslında tam da bütün farklılıklarıyla yaratılmışolan insanların doğuştan gelen haklarının temini içinmücadele etmektir. Bir halkın dilini, kültürünü, yaşa-yışını savunmak Allah’ın ayetini savunmaktır (Dille-rinizin ve renklerinizin farklı oluşu Allahınayetlerindendir ( rum 22 )

Yeryüzünde mülkü ve otoriteyi elinde bulunduranbozguncu yönetimlere karşı mücadele etmektir cihat.Cihad etmenin temel kıstası adalettir. YeryüzündeAllah’ın dinini ileri götürmek ve O’na giden yol üze-rindeki engelleri kaldırmak, insanlara tahakkümün,zulmün, sömürünün kaldırıldığı mutlu bir ortamısağlamak için yapılır. Kuran'da hiçbir yerde inanma-yanlarla cihat edilmesi gerektiği belirtilmez. Dindezorlama yoktur ( bakara 256 )ayeti temel dayanaktır.Hanefi, Maliki, Hanbeli olmak üzere İslam hukukçu-ların çoğunluğu savaşın sebebinin insanları İslamlaş-tırmak olmadığını, aksine savaşın sebebinin yolkesmek, adam öldürmek gibi insan haklarına aykırıdavranışlar ve cürümler olduğunu belirtirler. Birinsan, başka bir suçu yoksa sırf İslam’a ya da İslam’ın

hâkim bir yorumuna muhalif olduğu için öldürüle-mez. Bu konuda birçok alanda eleştirdiğimiz Osman-lının ünlü şeyhülislamı Ebussuud Efendi'nin birfetvası dahi aslında diğer inanışlara ve dinlere enazından kâğıt üzerinde ne kadar hassas davranılmasıgerektiği açısından manidardır. Ebussuud Efendi'yesorulur: Müslüman olmayan bir Ehl-i kitap, kendiinancını, doktrinini açıklarken İslam’ın kutsal saydığıdeğerlere dil uzatırsa, onlara küçültücü ifadeler kulla-nırsa buna ne lazım gelir? Ebussuud Efendi'nin ce-vabı ise oldukça ilginçtir : “Hiçbir şey lazım gelmez.Amacı İslami küçültmek değil, kendini doktrinini or-taya koymaktır. Yapılacak herhangi bir şey söz ko-nusu değildir. “ ( 1 )

Osmanlı hatta Ebussuud Efendi birçok alanda so-nuna kadar eleştirilmelidir. Ama yukarıdaki fetvayıen azından vermek durumundadır. Çünkü Kuran'ınbirçok ayetinde farklı görüş ve inanışlara karşı hoşgö-rüye dayalı ayetler mevcuttur. Temel inanış, hiç kim-senin insanların dilleri, dinleri inanışlarınıdeğiştirmeye gücünün yetmediğine dairdir: Rabbindileseydi, yeryüzündeki herkes iman ederdi. İnsanlarinansınlar diye zorlamak isteyen sen misin ? (Yunus99)

Rojava'da ya da Suriye’nin genelinde bugün Selefi-lik adına cihat ettiğini düşünen gruplar aynı dini, ta-rihsel geçmişi olan kardeş Kürt halkına karşıyaptıkları saldırılarla kardeş katli yapmaktadırlar.Kuran-ı tabir ile yaptıkları bozgunculuktur.

Medine Vesikası Darüsselama Giden Pratik Yol-dur

Emeviler'le başlayan saltanatçı ve mülkiyetçi impa-ratorluk anlayışları bizi birbirimizden kopartıp, kendikendimizle savaşır duruma sokmuştur. Saltanatıelinde bulunduran azınlık sınıf kendine uygun birtebaa oluşturup onun dışında kalanları ötekileştiripkatletmiştir ve etmektedir de. Yaşadığımız coğrafyadaKürtler ve Aleviler başta olmak üzere birçok kardeşhalk, ulus devlet öncesi ve sonrasıyla sürekli olarakezildiler. Aslında aynı şekilde muhafazakâr Sünnihalk ta egemenler tarafından ezildi.

Ne imparatorluk ne de ulus devlet anlayışı birçözüm getirdi. Her ikisi de Ortadoğu halklarına dargeliyor. Ortadoğu halkları özgürlüğü, adaleti, eşitliğive kardeşliği üretmiştir. Kalıpları, baskıcı yönetimleri,sömürücü anlayışları daha fazla bünyesinde barındı-ramaz.

Hz. Peygamberin Medine'de ortaya koyduğu gibi,rızaya dayalı yepyeni bir sözleşmeye ihtiyacımız var.

113

Kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi inanma-yan, kendisi gibi yaratılmamış halklarla savaş-

mayı cihat zannetmek hem vahiyden hem dekadim Ortadoğu pratiğinden ne kadar uzaklaşıl-

dığının göstergesidir

(1) GENÇ Mehmet, Osmanlı'da devlet ve ekonomi, syf : 76

Bu topraklarda yaşayan her bir bireyi kapsayacakkimseyi dıştalamayacak ve herkesin öznel koşulları-nın korunacağı gerçek bir toplum sözleşmesine ihti-yacımız var.

Hz. Peygamber Yahudilerle Müslümanları Evs veHazreç kabilelerini Mekke’den, Habeşistan’dan gelen-lerle Medine halklarını sözleşme ile bir arada tuttu.Bu sözleşmede herkesin inancı, yaşam tarzı, dünyagörüşü teminat altına alındı ve adalet üzere bir metinile mülkiyet ve otorite belirli ellerde değil sözleşmeninmuhatabı bütün kesimler arasında ortaklaştırıldı.

Ey insanlar! Bakın, Biz sizi bir erkek ve bir kadın-dan yarattık ve sizi kavimler ve kabileler haline getir-dik ki birbirinizi tanıyabilesiniz. Şüphesiz, Allahkatında en üstün olanınız, O'na karşı derin bir so-rumluluk bilincine sahip olanınızdır. Allah her şeyibilendir, her şeyden haberdar olandır. (Hucurat 13)

Tekrar Hucurat suresinde de ifade edildiği gibi bir-birimizi yaratılışımızdan gelen bütün farklılıkları-mızla kabul edip, üstünlüğü belirli bir ulusahasretmek değil; eşitliği sağlayacak bir toplumsal mu-tabakata ihtiyacımız var.

İmparatorlukların hanedanlara bağlı kıldığı, ulusdevletlerin tek bir ulus tanımı yaparak farklılıklarıgörmezden geldiği yapının aksine, bütün farklılıkla-rın açığa çıktığı ve birbirine engel teşkil etmeden or-taklaşa yaşadığı bir düzene ihtiyacımız var.

Yeni toplumsal düzen ve barışın iktidarın kapalıodalarında değil halkların kendi kültürlerinde, ina-nışlarında, geleneklerinde yeniden üretilmesi gerek-mektedir.

Kapitalizmin açıklarını kapatmak ve yeni tüketimtoplumları inşa etmeye değil; ihtiyaca dayalı ekonomianlayışı ile paylaşımı ve dayanışmayı esas alan kadimkültürümüzü yeniden açığa çıkarmaya ihtiyacımızvar.

Ortadoğu bütün dünya halklarının ortak mirası,birikimi, tarihidir. Otorite tanımayan bedevileriyle,konfederatif yaşam biçimlerini örgütleyen çobanla-rıyla, hiçbir otoriteye boyun eğmeyen bağımsız dağçiftçileriyle kadim Ortadoğu halkları hepimizin ortakdeğerleridir.

Krallara, Firavunlara, Karunlara karşı duran bütünpeygamberler Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Şii,Alevi, Sünni, Türk, Kürt, Arap hepimizin ortak de-ğerleridir.

Bu değerlerimizi yeniden örgütlemenin tam da za-manı. Özgürlük özden gelir, modern kapitalist tahay-yüllerden değil... Allah’ın bizleri çağırdığı yerdebuluşmamız gerekiyor. Halkların kardeşliği Allah’ınçağırısına uymaktan geçer:

“Allah Dârü’s- Selâm’a ( Barış yurdu ) çağırıyor.Allah kimi layık görürse onu doğruluk ve dürüstlükyolunda yürütür.” (Yunus; 10/25)

114

İçindekiler İçin Tıklayınız

Ortadoğu’da başlayan ayaklanmalar, kimileri içinhalkların mevcut rejimlere karşı ayaklanması biçi-minde okunurken kimileri tarafından Arap Baharıolarak yorumlandı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öca-lan ise yaşanan gelişmeleri, baş gösteren ayaklanma-ları Kürtlerin ve diğer halkların baharı olarakadlandırdı.

Tunus’ta başladı. İktidarlar aşağı edildi ama yerineyeni bir şey konmadığı için hala kriz devam ediyor.Ardından Mısır'da başladı ve hala büyük bir kriz iledevam ediyor. Libya bir başka durak oldu bu süreçiçinde ve kriz, kaos bitmek bilmiyor. En son Suriye’yeyansıdı hala bütün şiddetiyle kriz ve kaoslu ortamdevam ediyor.

Kaoslu ve Krizli Ortamdaki Rojava Devrimi ve Demokratik Özerklik uygulamasıRojava devrimi, kaos ve krizli bir ortamda ger-

çekleşti. Ancak temelleri 2 Temmuz 1979 tarihindeKürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özellikle geribırakılmış küçük bir Rojava kenti olan Kobani’yeadım atmasıyla başlamıştı.

Suriye’de savaş başını aldı gitti. Bir iç savaşa dön-üştü. Yüzbinlerce insan yaşamını yitirdi. Bir o kadarıyaralandı. Milyonlarcası yerinden, yurdundan oldu.

Evlerinden barklarından oldular. Ama Rojava bu du-rumdan görece daha az etkilendi. Çünkü temellerisağlam atılan devrimlerini gerçekleştirdi.

Kürtler ve Rojava’da yaşayan halklar daha önceBaas rejimin ağır koşullar altında yaşamalarına rağ-men Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Özgür-lükçü, demokrat, eşitlikçi çizgisi doğrultusundagerçekleştirdikleri örgütlenme ve kurumlaşmalarıyladevrimi gerçekleştirdiler.

Kürtler ve Rojava’da yaşayan halklar üçüncü çiz-giyi yani ne Rejimin baskıcı, inkârcı, yok sayan çizgi-sinden nede kendilerine rejime karşıt özgürlükçüolduklarını iddia eden özünde mezhepçi, iktidarcı ol-maktan hiçbir şey ifade etmeyen muhalefetten yanatavır koydular. Kendi eşitlikçi, demokratik ve özgür-lükçü çizgilerini esas alarak Demokratik, özgür vehalkların, renklerin, kültürlerin, cinslerin bir aradabarış içinde yaşayacakları bir Suriye’yi hedefleyen çiz-gileriyle, üçüncü çizgileriyle devrimi gerçekleştirdiler.

O yüzden Suriye’deki şiddet giderek daha vahşi birhal almasına rağmen Rojava bundan uzak kaldı. Su-riye’nin diğer kent ve bölgelerinde alt yapı %60-70oranında tahrip olurken Rojava’da sağlam kaldı. Yineher gün binlerce insan ölürken Rojava’da insan ya-şamı korundu. Şiddetin vahşi bir şekilde dur durakbilmeden devam ettiği Suriye’nin diğer kent, kasabave bölgelerinden insanlar yaşam güvencesinin ol-duğu Rojava’nın Afrin, Kobani, Kamışlo ve Cezirealanına göç etti. Savaş ve yıkımdan göç ederek Ro-java kent, köy, kasaba ve bölgelerine gelen on binlerceArap, Süryani, Asuri, Ermeni halklarından insanlarşimdi bu kentlerde güvenlik ve barış içinde yaşıyor-lar. Hama, Humus, Rakka, Halep, Şam¸ İdlip ve diğerbirçok kent ve kasabadan göç ederek Rojava kentle-rine gelen yüz binlerce insanla Rojava’nın nüfusu üçekatlanmış durumda.115

y Seyit Evran

Ortadoğu’da Yeni Bir Modele Doğru: Üçüncü Çizgi ile Rojava Demokratik Özerklik Modeli

Rojava devrimi, kaos ve krizli bir ortamda ger-çekleşti. Ancak temelleri 2 Temmuz 1979 tari-

hinde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ınözellikle geri bırakılmış küçük bir Rojava kenti

olan Kobani’ye adım atmasıyla başlamıştı

116

“Kürtler Kurup Koruyor, Biz ise Yıkıyoruz”Rojava kentlerindeki istikrar ve inşa edilen top-

lumsal gerçekliği Suriyeli bazı muhalifler de isteme-yerek de olsa itiraf ediyorlar. Geçen sene Serêkani’deki saldırılardan sonra Suriye Muhalefeti DevrimciGüçler birliği ile Koalisyonundan bir heyet Serêka-niyê görüşmeleri için gelmişti. Tev-Dem ve KürtYüksek Konseyi Yetkilileri ile görüşen heyette yeralan Mişel Kilo ve heyette yer alan diğer bazı kişileronca şiddetli saldırılara maruz kalmasına rağmen Se-rêkaniyê ’deki yaşamı gördüğünde 'aslında devrimiKürtler yaptı. Biz değil, çünkü Kürtler devrimi ger-çekleştirdiği yerlerde yaşamı inşa ediyorlar, bizimki-ler ise girdikleri yerlerde yıkıma neden oluyorlar'diyerek Rojava devriminin inşa edici gücünü dile ge-tirmişti. Benzer sözleri ÖSO Askeri Konsey BaşkanıTuğgeneral Mustafa Şêx de memleketi olan Atme’ degerçekleştirdikleri bir toplantıda 'Kürtler devrime ka-tılmadı' değerlendirmesi yapan bir yöneticiye verdiğicevapta şunları söylüyordu, “Gittim bazı Kürt bölge-lerini gezme ve görme imkânım oldu. Örneğin Afrinve çevresini gördüm. Şimdi bu sözleri söyleyen sizgidip bakın oradaki yaşam ve inşa edilen toplumugörün. O zaman görürsünüz ki devrimi asıl Kürtleryaptı, biz değil” diyerek Rojava’da devrimle inşa edi-len yaşam, korunan kent ve köyler, tüm zorluklarınarağmen akan hayatı ifade ediyordu. Suriye muhalefe-tinin önde gelen bu isimlerinin bu itirafları Rojavadevriminin özü ve gerçekleşme boyutunu gösteriyor.

Köy, Kent, Bölge Halk MeclisleriRojava devrimi devrimden önce temelleri atılan

ve her yerde yapılandırılmasa da komünler üzerinekurulan meclisler örgütlemesiyle gerçekleşti. HalkMeclisleri -ki bunların içinde Köy, kasaba, kent mecl-islerinden tutalım bölge ve Rojava daimi meclisinekadar ki meclisler var- ile örgütlendirilen halk Su-riye’de kriz başladıktan altı ay sonra Kürt Halk Ön-deri Abdullah Öcalan’ın Rojava girişte adım attığıKobanî kentinden rejim güçlerini çıkararak yönetimiellerine almaya başladılar. Peşi sıra Afrîn, Dêrik,Girkê Legê, Amûdê, Dİrbêsiyê ardından Tirbêspî veÇİl Axa’dan rejim güçlerini çıkardılar.

Ve Rejimi güçlerini çıkarmaya başladıkları yerdenDemokratik Özerklik sistemlerini inşa etmeye başla-dılar. Rojava’da uygulanan Demokratik Özerklik sis-teminde temel rolü, görevi meclisler üstlenmişdurumda. Meclisler bir nevi tüm yönetim görevleriile hizmet çalışmalarını üstlenmiş durumda.

Meclis yönetimleri yılda bir ve yapılan kongrelerleseçiliyor. Meclisler altı ayda bir köy, kasaba, kent vebölge meclisleri önce kendi aralarında, sonra bölge

meclislerinin organize ettiği bir toplantıda bir arayagelerek faaliyetlerini değerlendiriyor. Yapılanlar veyapılamayanlar sıralanıyor. Ve bir sonraki altı ayınplanlaması yapılarak herkes görevlerinin başına dö-nüyor. Meclisler çalışmalarını oluşturduğu komitelerve komisyonlarla yürütüyor.

Komiteler ise çalışmalarını kurdukları komisyonlar,oluşturduğu birlikler ile yürütüyor. Öğretmenler bir-liği, Çiftçiler birliği, Zeytinciler birliği, ZanaatkârlarBirliği v. b. gibi oluşturulan birlik ve komisyonlarla ça-lışmalar yürütülüyor. Komisyon ve birlikler birer kalıpgibi oluşturulmamış, hangi bölge, kent, köyde hangibirliğe ihtiyaç varsa ona göre oluşturulmuştur. Örne-ğin Cezîre alanında Zeytin yok dolayısıyla ZeytincilerBirliği gibi bir birlikte oluşturulmamış. Afrîn alanındaenerji kaynakları yok, dolayısıyla enerji alanlarında ça-lışanlar birliği oluşturulmamış. Geliştirilen bu örgüt-lenmelerle toplumda örgütlenmeyen, çalışmalariçinde yer almayan hiç kimse kalmamış durumda.

Demokratik Halk Meclisleri ve Temel Görevleri:Rojava Halk meclislerinin oluşumları son derece

demokratiktir. Zira meclis yönetimleri %40 cins ko-tasına göre seçilerek belirleniyor. Bunun adının kadınkotası olmadığı tüm toplantı, tartışma ve değerlen-dirmelerde dile getiriliyor. Rojava’da inşa edilen De-mokratik Özerklik sisteminde kadın sadece üretimalanında yer almıyor. Üretim alanıyla birlikte en azerkek kadar yönetim, karar aşamalarında da yer alı-yor. O yüzden de Rojava devriminin her alanında enöndeki yeri alıyor. Yürüyüşlerde, mitinglerde, protes-tolarda en ön saflarda yerini alıyor.

Meclislerin görevlerinin sadece yönetmek, idareetmek olmadığını Rojava Halk meclislerinin yaptık-ları çalışmalarda görmek mümkün. Yönetmek veİdare etmenin yanı sıra bir nevi siyaset akademilerigörevini gören Meclis eğitimlerinin kesintiye uğra-madan devam ettirilmesidir. Meclis başkanları, yöne-tim üyeleri pratik çalışmalarda herkesten öncekollarını sıvayarak işe başlıyor. Saldırılar dönemindecepheye gitmek için ilk silahı kuşananlar oluyor.Buna en iyi örnek ise şu an Afrîn ve çevresinde yürü-tülen hizmet çalışmalarıdır.

Ve Temel İnşa Gücü Kadın Meclisleri, Kadın EvleriBatı Kürdistan Genel Halk Meclislerinin yanı sıra

Demokratik Özerklik sisteminin temel inşa gücü ola-rak kurulan diğer önemli bir meclis de Kadın meclis-leridir. Kadın örgütleri sadece kadın meclisleriyleyetinmemiş. Toplum içinde yaşanan ağır sorunlarınüstesinden gelmek için Kadın Meclislerinin yanı sıra

117

Kadın evlerini açmış durumda. Kadın Meclisleri açı-lan Kadın Akademilerindeki eğitimlerle yöneticilerini,üyelerini, yine toplumsal hizmet alanında, savunmaalanında görev yapan kadınların eğitimlerini örgütlü-yor. Yine meclis olarak hayatın her alanında kadıntemsilcisi olarak yer alıyor. Siyasi, ekonomik, kültüreltüm alanlarda kadını temsil ediyor.

Rojava’nın her yerinde açılan kadın evleri ise dahaçok toplum içinde yaşanan kadın sorunlarına eğili-yor. Kimsesiz, eşlerinden, kardeşlerinden, babaların-dan, ailelerinden baskı gören kadınlara sahip çıkıyor.Ancak bu klasik bir sahip çıkma değil. Sorunu yaşa-yan kadınla birlikte ailesi ziyaret edilerek sorun birçözüme kavuşturuluyor. Böylelikle kadına artık baskıgörmeyecek, ezilmeyecek bir ortamı hazırlıyor.Ancak kadına yönelik baskısını sürdüren ailelerdenkadın ya da kızları alınarak kadın evinde bir süre tu-tulup eğitiliyor. Bu süre içinde aile ile sık ilişkiler içinegirilerek toplumsal bilinç kazandırılmaya çalışılıyor.

Kadın meclis ve evleri sistemin temel inşa gücüolarak bir rol üstlenmiş durumda. Ancak bu konudaciddi zihniyet sorunları yaşanmaktı. Rejimin etkilerihala çok ciddi bir biçimde genel toplumsal yapıiçinde kendisi gösteriyor. Kadın meclisleri akademi-ler yoluyla bu zihniyeti aşmak için kadından başlaya-rak yeni sistemi topluma mal etmeye çalışıyorlar.

Arap-Kürt Kardeşlik MeclisiTabii bölge, saha ve alanlara göre kurulan meclisler

değişebiliyor. Rojava Demokratik Özerklik Sistemiiçinde yaşayan halklarla Kürtler arası var olan ancakyanlış temeller üzerine kurulan ilişkilerin düzeltilmesi,kardeşliğin tarihsel köklerine yeniden kavuşturulmasıiçin de çalışmalar var. Örneğin Dêrik, Qamişlo, Dirbê-siyê, Serêkanîyê , Kobanî ve Afrîn alanlarında yayın birşekilde yaşayan Asuri, Ermeni, Süryani, Çeçen ve Araphalklarıyla kurulan kardeşlik meclisleri halklar arasın-daki bağları geliştirip sistem içinde olması gereken yer-lerine kavuşturuluyorlar. Kardeşlik meclisleri de tıpkıkadın meclisleri kadar sistemin temel inşa gücü olarakrol oynuyor. Zira Demokratik özerlik sistemi halkların,kültürlerin, cinslerin, azınlıkların, toplulukların birarada barış içinde kardeşçe yaşaması sistemidir. Bumeclislerle bu halklara bu zihniyete kazandırılmaya ça-lışılıyor. Bu konuda şu ana kadar önemli bazı gelişme-lerde sağlanmış durumda.

Savaşın Getirdiği Göç Karşısında Meclislerin Verdiği SınavSuriye’de başlayan ve giderek iç savaşa dönüşen

vahşi yöntemlerle sürdürülen savaş beraberinde büyükbir göç getirdi. Bu göç şimdi uluslararası kuruluşlar ta-rafından da telaffuz ediliyor. Ve yaklaşık 2 milyon insa-

nın yerinden yurdundan, topraklarından olduğu,komşu ülkelerde çadır kentlerde yaşadıkları biçimindeyansıtılıyor. Ancak bu savaşın bir de iç göçü var. Bu içgöçün %80’nine yakını ise Rojava kent, kasaba ve köy-lerine olmuş durumda. Deraa’dan tutalım Şam, Hama,Humus, İdlip, Halep, Rakka’ ya kadarki kentler ve on-lara bağlı köy ve kasabalardan insanlar daha güvenliklibuldukları Rojava kentlerinden Dêrik, Tirbêspiyê, Qa-mişlo, Dirbêsiyê, Amûdê, Kobanî ve Afrîn kent ve ka-sabalarına göç ettiler. Kent, köy, kasa nüfusları ikikatına katlandı. Ancak göç edip gelen bu insanların hiçbiri dışarıda kalmadı. Suriye’ye komşu ülkeler gibi buinsanların yerleştirilmesi için çadır kentler de kurul-madı. Zaten Rojava’nın böyle bir imkânı da yok. Bukonuda uluslararası insani kuruluşların verdiği her-hangi bir destek te yok. Halk meclisleri ve toplumsalörgütlenmeler göç ederek bölgelerine gelen bu insan-ları bazı yerlerde bir eve dört aile olmak şekilde dahiolsa yerleştirdiler. Yine ev bulunamayan yerlerde göç-menler için açılan okullara yerleştirdiler. Yerleştirilenbu göçmenlerin temel yaşam ihtiyaçlarını karşılamagörevlerini üstlendiler. Örneğin Mart ayında rejimgüçleri ile birlikte çete gruplarının saldırılarına maruzkalan Halep’teki Kürt mahalleri Şeyh Maksut ve Eşre-fiye’ den yaklaşık beş yüz bin civarında insan göç ede-rek ağırlıklı olarak Afrîn, Kobanî ve Qamişlo’ yayerleşti. Göç edenler arasında daha önce Halep’teTürkmen ve Arapların ağırlıkta yaşadıkları Bostanbaşi,Haydariye gibi mahallelerden Eşrefiye ve Şeyh Mak-sud’a göç eden Türkmen ve Araplar da vardı. AncakRojava halkı ve örgütleri bu insanlar arasına hiçbir farkkoymadan hiçbir uluslararası kuruluştan herhangi biryardım almadan göç edenleri yerleştirdi, bağırlarınabastı. Ve hala onlara bakmaya devam ediyor.

Rojava’da toplumsallığın temelleri son derece güçlüolduğu için insani ve ahlaki görevlerine aksatmadan ya-pıyorlar. Bu da doğal toplumun komünal özelliklerin-den ileri geliyor. Bunun en iyi örneklerinden birinüfusu şu an 1 milyonu aşmış durumda olan Afrin’ deherhangi bir otelin olmaması gösteriyor. Bir yanıyla birmetropolü andıran Afrîn’ de otelin olmaması toplumsalilişkilerin temellerinin güçlü olmasından ileri geliyor.Kürt, Arap, Türkmen, Asuri hiç fark etmez kentlerinemisafir olarak gelen biri dışarıda kalmaz. Birileri tara-fından eve götürülüp misafir edilir.

İşte Rojava’da şimdi inşa edilen demokratik özerlik sis-temi Kürt toplumsal gerçekliğinde var olan ve hala yitiril-memiş olan bu komünal değerler üzerine gelişiyor.

Yol Yapımı, Kent, Kasaba Ve Nahiye Temizliğinde Yer Alan Meclis Başkanları Rojava demokratik inşa çalışmalarında şu an en

118

etkili olan kurum Toplumsal Alan merkezidir. Kent-lerin, kasabaların, köylerin hizmet çalışmalarının ta-mamına yakını bu merkeze bağlı komite,komisyonlar tarafından yürütülmektedir. Sadece hiz-met çalışmaları değil bunun yanı sıra örgütlemelerdebu merkez tarafından yapılmakta. Belediye, Sağlık,Saziya Zimana Kurdi, Meyve Sebze Hali, Sanayi, Ti-caret merkezleri çalışmaları, kent içindeki esnaf çalış-malarının tamamı bu merkez tarafındanyürütülmekte.

Toplumsal Alan Merkezi çalışmalarının merke-zinde de sağlık ve eğitim çalışmaları var.

Daha önce Baas Rejimi Sağlık alanında bölgeyeciddi hiçbir hizmet getirmemiş, Sağlık merkezlerinirejimin hâkim olduğu alanlarda oluşturmuştu. Buyüzden yedi nahiyeye sahip ilçe pozisyonunda tut-tuğu Qamişlo ve Afrîn gibi yerlerde dahi sağlık ocak-larının ötesinde herhangi bir sağlık merkezinikurmuş değildi. Demokratik özerklik sistemi inşa-sında ise Toplumsal Alan Merkezi tarafından öncelikverilen çalışmalarından biri bu oldu. Afrin’ de kur-duğu bir sağlık merkezi ile birçok çevre il, ilçelere desağlık hizmetlerini sunuyor. Ayrıca köy, nahiye, ka-sabalarda oluşturduğu sağlık alt komiteleri aracılı-ğıyla o alanlara sağlık hizmetlerini götürüyor.

Toplumsal alan hizmetlerinden hayati önemdekidiğer bir çalışma ise eğitim hizmet çalışmalarıdır. Su-riye genelinde şu an Rejimin elinde olan alanlardakısmi düzeyde eğitim hizmetleri veriliyor birde Roja-va’da bu hizmet sürdürülüyor. Muhalif güçlerinelinde olan diğer alanlarda ise bu hizmet tamamenaskıya alınmış durumda. Rojava’da eğitim çalışmalarıilkokuldan lise düzeyine kadar sürdürülüyor. Bunaek olarak da Afrîn’ de şu an yaklaşık 500 öğrencininokuduğu bir yüksekokulun açılmasıyla akademik ça-lışmalar başlatıldı. Yüksekokulun açılmasıyla aynı za-manda önümüzdeki dönemde düşünülen üniversiteçalışmalarına bir giriş mahiyetinde de ele alınıyor.

Bu hizmet SZK Toplumsal Alan Merkezi çatısı al-tında çalışmalarını sürdüren SZK’ nin örgütlenmesiile veriliyor. SZK sadece bu eğitimlerle sınırlı çalışmayürütmüyor. Bunun yanı sıra aralıksız bir şekilde Ro-java’nın köy, kasaba, kentlerinde açtığı dil eğitimmerkezlerinde dil öğrenme çalışmalarını sürdürüyor.Bu da önümüzdeki dönemde eğitim faaliyetlerinintamamen Kürtçeye geçişin alt yapı hazırlıkları olarakele alınıyor. Meclis, komite ve komisyon çalışmalarıkapsamında verilen hizmetler sadece örgütleme, örgüt-lenme, eğitim, sağlık hizmetleri değil. Bunun yanı sırakentlerin temizliğinden yol yapımına kadarki pratik ça-lışmalarda yer alıyorlar. Bu da Demokratik Özerklikyönetim ve yöneticilerinin hangi özelliklere sahip ol-masının gerektiğini gösteriyor. Örneğin, yaklaşık 15

gün önce gerçekleştirilen ve 700 kişinin katıldığı AfrînSahası altı aylık meclis toplantısında önemli tartışmalaryürütüldü. Bu tartışmaların temeline halka hizmeti nekadar gerçekleştirdikleri ne kadar yapamadıkları alındı.Sonunda kent, köy, kasaba merkezlerinin temizliği,yine meyve sebze hali, sanayi bölgelerindeki hizmetler,sağlık ve eğitim konularında sundukları hizmetler veeksik kalan yanlar ile tarım, zeytin alanındaki çalışma-lar değerlendirildi.

Toplantının bitiminden sonra Suriye Baas rejimitarafından hiçbir hizmetin getirilmediği yollardakibozukluk ile kent su, elektrik konularında adım atıl-ması gibi kararlar alında. Bu yüzden toplantıdan birgün sonra başını meclis başkan ve yöneticilerin çek-tiği kent, köy, kasaba merkezlerinin temizlenmesinebaşlandı. Ardından bozuk yolların onarım çalışma-ları başlatıldı. Bu çalışmaların başını da başkanları veyöneticileri bilfiil başlatılan bu çalışmaların içindeyer aldılar. Afrîn Bölge Meclis başkanı Atuf Abdo’danbaşlayın nahiye meclis başkanlarına kadar yine Bele-diye meclis üyeleri ile meclis başkanlığını yapanlarınhepsi bu çalışmalarda yer aldı.

Temel ve Hayati Kurumlardan Biri Olarak Savunma KuvvetleriRojava Halk Savunma kuvvetleri iç savunma kuv-

vetleri ile dış savunma kuvvetleri olarak iki bölüm-den oluşuyor. İç savunma kuvvetleri Asayiş güçleriolarak adlandırılıyor. Toplumun huzurunu sağla-makla görevlidir. Toplumdaki ahlaki sorunlardan tu-talım, hırsızlık, cinayet işleme gibi sorunların önünegeçiyor. Dış savunma kuvvetleri olarak ise Halk Sa-vunma Birlikleridir. Halk Savunma Birlikleri kendiiçinde Kadın Savunma Birlikleri olarak da bir örgüt-lülüğe kavuşmuş durumda. Savunma güçleri birordu örgütlenmesi değildir. Tamamen bir milis kuv-vet örgütlenmesi gibidir. Zira bu güçler içinde yeralan insanlar arasında 70 yaşından 18 yaşına kadarkişiler yer alıyor. Rojava’ya yönelik saldırılarda yaşa-mını yitiren çoluk çocuk sahibi kadın, erkek yaşa-mını yitirenler bu kuvvetlerin nasıl bir halk kuvvetiolduğunu göstermeye yetiyor. Savunma kuvvetlerisadece bunlardan oluşmuyor. Saldırı zamanında hal-kın tamamı silahlanarak saldırının alanda direnmeyegidiyor. Kadınlar, gençler, yaşlılar ellerinde otomatiksilahlar, av tüfekleri alarak direniş cephesinde diren-meye gitmek için meclislerin önünde toplanmayabaşlıyorlar saldırı dönemlerinde.

Baas Rejiminin Uygulamaları Sonucu Yaşanan Sorun ve SıkıntılarTeorik ve pratik uygulamalar boyutuyla şu ana

kadar Rojava’da önemli bir deneyim yaşanmış du-

119

rumda. O yüzden bölge tüm saldırılara rağmen halagüvenlikli ve insanlar yaşamlarını örgütleyebiliyorlar.Güvenlik içinde evlerinde, yurtlarında kendilerine sı-ğınan insanlarla birlikte yaşayabiliyorlar.

Ancak hala ciddi sorunlar da yaşanıyor. Zira 50yıllık bir rejimin yarattığı zihniyetin ciddi etkileri var.Çete gruplarının bölgeye uyguladıkları ekonomikambargoların etkili olmasının bir nedeni de geçmişalışkanlıklar ve yaratılan zihniyetle bağlantılıdır.

Baas Rejimi daha önce Kürdistan’a yatırım yap-ması yasalarla engellenmişti. Örneğin Afrîn, Qa-mişlo ya da diğer herhangi bir alanda bir dükkânındahi açılması için ruhsat verilmiyordu. Bir dükkânınaçılmasına izin verilmeyen tarzda izlenen politikalarKürdistan’dan Şam, Halep gibi alanlara yüzbinlerceinsanın göç etmesinin önünü açtı. Bu göçlerle Ha-lep’te yaklaşık 500 bin kişilik Kürt nüfusunun oluş-masına neden olmuştu. Göçertilen kitle sadece emeğiüzerindeki bir yaşama alıştırıldı. O yüzden zengin ve-rimli topraklara sahip olmalarına rağmen kendi top-raklarından geçinme kültüründen uzaklaştırıldı. Oyüzden bölgeye tamamen dışa dayalı bir yaşam alış-kanlığı gelişti. Örneğin şu an köylerde hayvan bes-leme, bostan ekme gibi bir kültür yoktu. Dahadoğrusu ortadan kaldırılmıştı. O yüzden köyde yaşa-yanlar kent merkezlerinden sebze, süt, yoğurt gibi ih-tiyaçlarını karşılıyor. Bu da aslında kapitalistekonomik alışkanlıkların hala aşılmadığını gösteri-yor. Rojava demokratik özerklik yönetimi son dö-

nemlerde ekonomiyi geliştirme, canlandırma ve ko-münal ekonomik modelin geliştirilmesi için yaptık-ları çalışmalarla da bu anlayış ve alışkanlıklargiderilmeye çalışılıyor. Yine bu yönlü aydınlatma, bi-linçlendirme faaliyetleri kısa süreli eğitimlerle devamettiriliyor.

Uygulanan Model Çizgiler Arası Mücadelenin Olduğunu KanıtladıRojava’da uygulanan demokratik özerklik modeli

kapsamında yürütülen çalışmalar daha şimdidentüm bölgede etkisini göstermeye başladı. Bu yüzdenmodelin oturmaması, gelişmemesi için uluslararasıgüçlerin örgütlemeleri sonucu olan çete gruplarınınsaldırıları devam ediyor. Bu saldırılar bir kez dahaRojava’da uygulanan halkçı, özgürlükçü, kardeşliğedayanan model olduğunu kanıtlarken, buna karşırejim, sistem ve iktidarları zayıflayanların büyük birkorku içine girdiklerini gösteriyor.

Sonuç olarak, saldırılar aynı zamanda Kürt HalkÖnderi Abdullah Öcalan’ın ideolojik, felsefi çizgisi doğ-rultusunda geliştirdiği halklara, kültürlere, topluluk vetoplumlara, cinslere özgürlük getirecek olan Demokra-tik Modernite çizgisinin yaşamsallaşabileceğini gösteri-yor. Zira Rojava modeli bunu ispatladı. Örgütlendirilen,planlanan ve izlenen uluslararası politikalarla devam et-tirilen çete saldırılarının da kapitalist modernite çizgisi-nin kendini sürdürmek için içine girdiği bir çabaolduğunu da görmek mümkündür.

İçindekiler İçin Tıklayınız

Sistemler kendilerini yeniden inşa ederken, çe-lişki-çatışma durumunu yaşarlar. Bazen bu durumgerilime de neden olur. Binlerce yıllık akıntının bileönü alınabilir, bir bedenin damarlarındaki kan dura-bilir ve ruh bedenden çıkabilir. Tarihin yönü herzaman “ileri” akmıyor. Tersi de geçerlidir. Yaşanan21.yy olayları biraz da bunun dersleriyle doludur.Büyük sınıf kavgaları, alt-üst oluşlar,büyük devinim-ler ve kargaşa dönemi…. Sonrasında ise güneşli ay-dınlıklar gelmedi. Ve belki daha korkuncu, sadecekatliamlar anlamına gelmiyordu bu yüzyıl, yürek vebeyinlere umutsuzluk da ekiliyordu. Ters giden birşeyler vardı. Fakat neydi?

“Sorgulanmayan hayat yaşanmaya değmez” der,Sokrates. Hatalar, kayıplar büyük de olsa, elbette ya-şanmaya değer başka bir dünya vardı. Cılız da olsayıkıntılar arasında kalan bedenler haykırıyordu. Tari-hin bütün resmi kitaplarını yakın! Yalan söylüyor.“Yanlış hayat doğru yaşanmaz” çünkü …. Elbettedehşet verici katliamlar, yanmalar, yakılmalar ardın-dan öylesine söylenmiş sözler değil bunlar. Tanrıöldü derken, Nietzsche'de bir gerçek dile geliyordu.O adeta yaşadığı çağın peygamberi gibidir. Ona göretanrı ölürken, toplum ve doğa da ölüyordu aynı za-manda. Yani tüm yarattıklarıyla birlikte insan da yokoluyordu. Kutsal kitapta şöyle bir hüküm vardır;

“Allah der ki ben bir sır idim, bilinmek için evreniyarattım.” Peki, anlamak, anlaşılır kılınmak istenenşey nedir burada? Daha da önemlisi bu sır kim tara-fından bilinecek ya da anlaşılacak?

Gerçek bütündür diyen Hegel’in felsefesinde ev-renselliğe ulaşmak mutlak tine, tanrıya ulaşmak an-lamına da gelir. Bilinen dünyada en gelişmiş,mükemmel varlık ( en azından şu an bilebildiğimizkadarıyla ) insan olduğuna göre, gerçeği görecekolan da insan olacaktır.

Hegel’de mutlak tin ile evren, kendine bilinçli ola-rak dönmüştür. Bilinmek istenen evren fiziki, biyolo-jik, toplumsal aşamalardan geçerek bilincin en yetkinhali olan felsefi bilinçle yani mutlak tinle kendini bi-linmiş kılarak anlam gücüne erişmiş sayacaktır. He-gel'de, “anlam”, toplumsal insanın tanrısallaşmasıdır.Fakat Hegel’in bu ‘anlamı’ devlette görmesi büyükyanılgıdır. Devleti kutsallaştırması, sonraki ideoloji-leri de etkilemiş ve bu ideolojilerin adeta devlete ta-pınmalarına neden olmuştur. Böylece gerçeğigörmesi gereken, canlıların en gelişkin varlığı olaninsan, hiçbir canlının yapamayacağı kadar devleteliyle, birçok katliama neden olmuştur. Kendisi dedâhil tüm doğayı yok olmanın eşiğine getirmiştir.Hegel'in Napolyon'u tanrılaştırması, ulus devletçifethe, talana, sömürüye felsefi bir meşruiyet kazan-dırmıştır. Bu nedenle de 21.yy’a girerken kıyımdangeçilmeyen halk, işgal edilmeyen toprak kalmamışgibidir. Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Keldaniler,Asurlar, Gürciler…. Hemen hepsi katledildi, malla-rına el konuldu. Halen Ortadoğu’da yürütülmek iste-nen siyaset bu çerçevededir.

Tüm samimi fikirlerine rağmen başta Marx,Lenin gibi sosyalist ustalar da dahil, devrimcilerindevlet aracına sarılmaları, onları hata yapmaktan alı-koymamıştır. Çokça söylenildiği gibi cehenneme

y Zerdeşt Munzur

Demokratik Özerklikte Gençlik ve İnşa

120

Sorunun temelinde aynı yolda yürüyüp de farklısonucu alma beklentisi vardır. Ne kadar da yürü-nülse o yolun varacağı yer, aynı köy ve kasabalar

olacaktır. O nedenle bilinen yol ve yöntemlerdedeğişiklik olması gerekir

121

giden yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir…. Sorunun temelinde aynı yolda yürüyüp de farklı

sonucu alma beklentisi vardır. Ne kadar da yürünülseo yolun varacağı yer, aynı köy ve kasabalar olacaktır.O nedenle bilinen yol ve yöntemlerde değişiklik ol-ması gerekir.

Kürt Halk Önderi yöntemi,’ amaç ve hakikate götü-ren yol’ olarak değerlendiriyor. Yöntem olarak ortayaçıkan hususlar neler peki?. Örneğin, mitoloji, din, fel-sefe, bilim, tarihsel materyalizm, diyalektik, tümden-gelim, tümevarım vs…. Birer yöntem midirler?

Yöntem ve hakikat arasında ne gibi bir bağlantıolabilir, yol kavramıyla ilişkileri nelerdir? Şüphesizsorular çoğaltılabilir. Mesela; doğuda bunlar çok sıkkullanılabilir diyor, KCK Yürütme Konseyi ÜyesiA.Haydar Kaytan ve ekliyor: "Örneğin tarikat yol an-lamına gelir bir tür yöntemdir. Tao da yol anlamınagelir. Hakikati arama yolu olarak kullanır. Alevilikteyol çok önemlidir. Hakikate götüren olgudur. Bir ger-çeğe ulaşmak için öncelikle yola girmeniz gerekir. Yololmadan yürüyüşte olmaz. Bu açıdan da önceden yü-rünecek yolu netleştirmemiz gerekir. Hakikat ile sizinaranızda kurulan bağ ona ulaşma biçimi bir yürüyüşhalidir. Bu açıdan da hakikatle buluşma öncelikle biryola girmedir…."

Bugün girdiğimiz yol bizi özgürlükleştirebilmeli .Yoksa kölelik getiriyorsa baskı, boyunduruk altındatutturuyorsa ve her gün toplumsal gerçekliğimiz limelime yapılıp talan edilirken buna sessiz kalıyorsak yol-dan çıkmışız demektir. İnsanlık, milyonlarca yıldırbu yol yürüyüşünde yarattıklarıyla derin bir birikimesahiptir. Bu debisi sürekli yükselerek artan bir nehirakışına benzemektedir. Demokratik modernite biri-kimleri olarak da adlandırabileceğimiz bu nehir, hergeçen gün insanlığın yaşam hücrelerine can verirkenaynı zamanda da kapitalist modernite karşısında di-renmektedir.

Bugün kapitalist modernite, elindeki tüm manipü-lasyon araçlarıyla kendisini, sanki yaşanılması gere-ken tek sistemmiş gibi göstermede oldukça başarılıgibi görünüyor. Bunu yaparken tarihsel gelişim sey-rini ezelden ebede giden düz bir çizgi gibi ele almak-tadır. Ve böylece de mevcut durumu değiştirilemez

bir kader gibi sunmaktadır. Daha da ötesi, kendindensonrasını ise tarihin sonu ilan etmektedir. Sayın Öca-lan, kapitalist uygarlık (maskesiz tanrılar ve çıplakkrallar çağı) adlı ikinci kitabında kapitalizm için şudeğerlendirmeyi yapmaktadır: ‘Kendini maddi uy-garlık (Bernand Braudel’in doğru, haklı yorumu) ola-rak tarihleştiren kapitalist uygarlık sistemineekonomik sistem de diyebiliriz. Daha önceki tüm uy-garlık sistemlerine ‘metafizik sistemler’ demek peksakınca ifade etmediği gibi, kapitalizme ‘materyalistsistem’ demek de aydınlatıcı olabilir.'

Kapitalizmde zihniyet, aşırı bir şekilde nesnelliğedayanır. Burjuvazi buna destek olarak bilimi gösterir-ken aynı zamanda bilimi madde içine hapsolmuş ya-salar,’tanrı kanunları’ gibi de sunar. Doğal olarak bubilimci bakış açısıyla kapitalizm, çağdaş putçuluktanöteye bir anlam ifade etmez. Nesne, özne ile anlamlıbir bütünsellik içinde olduğunda ancak bir anlamifade edebilir. Nasıl ki itim çekimden, madde enerji-den, dalga parçacıktan, mekân zamandan, varlık yok-luktan ayrı düşünülemiyorsa nesne de özneden ayrıdüşünülemez. Ya da geniş anlamıyla analitik zekaduygusal zekadan kopuk olmamalıdır.

Bugün kapitalizm, sadece sıvası dökülen bir binagibi değildir, aynı zamanda temellerinden de sarsıl-maktadır. Bunun içindir ki geniş halk yığınlarındasisteme karşı olan güven azalmaktadır. O nedenle çe-şitli tepkiler farklı kesimler tarafından daha çok dilegetirilmektedir. Farklılığın zenginlik olduğu bilincibir kez daha yüksek sesle haykırılmaktadır. 68’inesintisi daha henüz gitmemişken; halkların yeni birumut rüzgarı ile tarihin yazımında etkin rol üslenmeçabası içine girmesi oldukça anlamlıdır. Bu temeldedünyanın bir çok yerinde olduğu gibi bölgemiz ve ül-kemizde de oluşturulan halk meclisleri, kooperatifler,akademiler, savunma birlikleri… Yalnızca bir gerçeğiaçıklamaktadır. Devletsiz, iktidarsız; halkın özgücünedayanan bir sistem inşa etmek mümkün! Alternatifbir yaşam mümkün!

Son iki yüz yıl içinde biri 1848 diğeri ise 1968'deolmak üzere iki dünya devrimi gerçekleşti. Bugünfarklı çevreler 14 Temmuz 1789'u ya da 7 kasım1917'yi kutluyor. 1848 ya da 1968, neredeyse akla bilegetirilmiyor. Ancak bu tarihlerin, en az o iki tarihkadar belki daha fazla dikkat çeken yanları olduğunuiddia ederken bir noktada haklıdır I.Wallerstein. 68rüzgarının anlık esen bir rüzgar olmadığını bugünartık daha net görebiliyoruz. Modernizme tepkiliekolojik hareketlerden tutalım, cinsiyet özgürlükçühareketlere, otonom hareketlerden devlet dışı örgüt-lenmelere kadar sosyal, siyasal, kültürel alanda birçok örgüt oluştu ve kurumsallaştı.

Kürt Halk Önderi sayın Öcalan bu dönemin sür-

Bugün kapitalizm, sadecesıvası dökülen bir bina gibi

değildir, aynı zamanda temellerinden de

sarsılmaktadır

122

dürücülerinden biri olarak şunu dile getirir. "1968devrimi esas olarak manevi kültür alanında ideolojikdevrim olarak patlak verdi. Modern kültüre onuntüm liberal, sağ, sol türevlerine başkaldırıyordu. Buanlamıyla önemli bir devrimdi. En az Fransız ve Ruspolitik devrimleri kadar rol oynayan ideolojik birdevrimdi. Modernitenin ideolojik hegemonyası inşaedildiğinden beri ilk defa kırılmaya uğramıştı. Yüz-lerce yıldan beri homojen toplum adına tutsaklaştırı-lan, asimile edilen hatta soykırıma uğratılan kültürel,cinsel, etnik, dini ve yerel birçok toplumsal unsurkimlik savaşına kalkıştı. Gençliğin önderlik etmesiayrıca anlamlıydı."

68 gençliği Paris sokaklarında, Filistin’de, Viet-nam'da, Venezüella'da direnirken, sistem büyük birkorkuyu yaşıyordu. Türkiye için de geçerliydi budurum. Kapitalizme karşı direk, açıktan bir tavıralma durumu vardı. Sinan Cemgiller dağların yolunututtuklarında halk yeni görmüştü gerillayı. Ve beden-ler işkencede parçalanırken, ser verip sır vermemeninne anlama geldiği İbrahimler'de dillenmişti. Mal-tepe’de cezaevinden kaçıp, Denizlerin idamını önle-mek için 3 İngiliz’i yanlarına alan Mahirlerinşahsında kahramanlık, cesaret ve fedakarlık bir kezdaha halkların gündemine girmişti. Onların şahsındasanki “ferman padişahın dağlar bizimdir” diyen Da-daloğlu, Denizlerin şahsında Anadolu-Mezopotamyahalklarına yeniden haykırıyordu.

68’de, eşitlik ve özgürlüğe adanmış ve sistememüthiş öfkeli bir kuşak vardı. Sistem onları pasifizeetmek için elinden gelen her şeyi yaptı bazen korku-tarak, bazen öldürerek çoğu zaman gerçeklikten ko-pararak liberalizm içinde eritmek istedi. Bu konuda,Sayın Öcalan şöyle demektedir: "Gençlik sistemlerinbaşına en başta bela olan kesimdir… Gençliği kont-role alan düzenin kendini en güçlü hisseden düzensayması boşuna değildir. Daha sonraki devletçi top-lum sistemlerinin tümü gençliğe benzer bir uygula-mayı dayatacaklardır. Zihni böyle yıkanan gençlik

her işe koşturulabilir. Savaş dahil en zor işi meslekedinebilir. En önde tüm zor işlere sürülür."

Günümüz gençliği için yüksek hayaller, ancak top-lumsal sistem krizinden nasıl çıkılacağına ilişkin ola-rak anlam taşıyabilir. Devletin içine girmiş olduğuyapısal krizde gençliğin tutumu belirleyici olacaktır.Yaşanılan süreç bir kaos aralığıdır ve bu yaratıcı ‘ara-lıktan’ neyin çıkacağını yaşam güçlerinin yeni anlamve yapılanma çabaları belirleyecektir. Kürt halkı enuygun sistem olarak kendine demokratik konfedera-lizmi seçti. Bu sadece Kürtler için değil aynı zamandadiğer bölge halklarına da özgürlük getirecektir. Dev-let ve demokrasi güçleri savaşarak, birbirlerini değiş-tirip dönüştürerek ve bazı alanlarda birbirlerini detanıyarak bu mücadeleyi sürdüreceklerdir. Üzerindeyaşanılan coğrafya, karşılıklı farklılıklar gözetilereketkin bir mücadele alanına dönüşecektir.

Zaten farklılığın olmadığı yerde özerklik ilişkisininde olması mümkün değildir. Farklılığın olmadığıyerde aynılık vardır. Aynı olanın ise birbirinden özerkolmak gibi bir sorunu yoktur. Bu farklılıklar ulusalolabileceği gibi, dinsel veya cinse dayalı farklılıklarolabilir. Farklı uluslar, dinsel yapılar veya cinsler bir-birlerine göre özerk örgütlenmek isteyebilirler.

Ahlaki politik toplum inşasında demokratiközerklik hayatidir. Verilen mücadele anlamlı ve des-tansı olmazsa şayet; devlet önü alınamaz bir canavargibi yok eder yaşamı. Yeni toplumsal inşada gençliğinrolü tartışılmazdır. Gençlik, her ne kadar sistemiçinde büyüse ve onun kültürünü almış olsa da, ikti-darcı ve devletçi sistem içinde hala yer almadığından,kendini ifade etmeyi ve kimliğini bulmayı en temelsorunu olarak gördüğü için otoriter, baskıcı ve bire-yin kendisini ifade etmesini engelleyen antidemokra-tik sistemlere karşı doğal bir refleks içindedir.Özgürlüğe yürümek isteyen bir gençliği tutmak zor-dur. Akan bir enerji ve ruhtur. Anlam bilince çıkarıl-dığında enerjinin bilinç, bilincin özgürlük eylemiolduğu anlaşılacaktır.

İçindekiler İçin Tıklayınız

Ortadoğu’nun tüm toplumsal sorunların kaynağıolan iktidarcı devletçi zihniyetle, mevcut olandanfarklı bir sonuç ortaya çıkmayacağı açıktır. Kendiniiktidarcı devletçi paradigmanın sınırlarından kopa-ramayan, sorunların çözümünü iktidar olmakta ara-yan bir yaklaşımla ne dış müdahalelerin ne de bumüdahalelere karşı koyanların kalıcı çözümler üret-mesi mümkün değildir. Bu yüzden her iki yaklaşımda, şu an yaşanan sorunları farklı tonlarda devam et-tirmeyi esas almaktadır. Çünkü sorun üreten bir zih-niyetle aynı sorunlara çözümler üretmek mümkündeğildir. O halde çözüm nerededir?

Çözüm, toplumun komünal ve demokratik özüneuygun olan bir yaşamı devlet dışı kalarak kendi ken-dine örgütlemesidir. Bunun için de ‘Ne kadar az top-lum o kadar çok devlet’ formülü, yerini ‘ne kadar azdevlet o kadar çok toplum’ formülüne bırakmak zo-rundadır. Çözüm bunda yatmaktadır. Çünkü halklarsorun yaratmaz, halklar birlikte yaşar, birbirini ta-mamlar. Halkların gerçek yaşamı, özgürlük bilincinegöre yaşamak anlamına gelen ahlaklı yaşamdır.

Nasıl ki devlet sadece bir siyasi kurum değil veaynı zamanda kendisini zihniyette, yaşamda kurum-laştırmışsa, Ortadoğu’da halkların sorunlarınaçözüm üretmek de sadece yeni siyasi modellerleolmaz. Siyasal modellerin gerçekleştirici gücü de zih-

niyettir. Bu nedenle ardında iktidarcı-devletçi para-digmadan kopmuş, güçlü bir zihniyet örgüsü olma-yan bir siyasi modelin herhangi bir toplumsal sorunuçözmesi mümkün değildir. Sorun, siyasal modelindespotik olup olmamasıyla da izah edilemeyecekkadar kapsamlı ve derindir. Ortadoğu’ya gerekli olan,iktidarı hedeflemeyen siyasi kalkışmanın yanında,yaşamda yeni değerleri, özü komün yaşamı olan ah-lakı, özgürlük bilincini esas almadır. Sorunların aşıl-ması, yeni yaşam değerleri yaratmak suretiyle yenibir insan ve toplum inşasıyla mümkün olur.

Ortadoğu’nun tüm toplumları, halkları sorunlu-dur. Sorun’dan kasıt, sadece kangrenleşmiş İsrail-Fi-listin, Kürt-Türk, Kürt-Arap, Kürt-Fars sorunudeğildir. Bunun yanında her toplumun kendi içindeyaşadığı toplumsal sorunlar vardır. Bu iç sorunlarınvarlığı, toplumların demokratik bir yaşam ve örgüt-lenme biçimine kavuşmamış olmaları, onları etraf-taki halklarla da çelişir, çatışır halde tutmaktadır.Ortadoğu toplumlarının sorunları, iktidar-devletolamadıklarından değil, bu toplumların iktidarcı-devletçi bir zihniyet tarafından maniple edilmiş ol-malarından kaynaklanıyor. Halkın yaşamına, aileilişkilerine, cinslerin konumlanmasına, çevre halk-larla ilişkilenme tarzına kadar egemenlerce şekil ve-rilmiştir. Milliyetçilik, mezhepçilik aldatmalarıylahalk, egemenlerin gerçek niyetlerinden, bolluk için-deki yaşamının halk aleyhindeki kaynağına dair bi-haber kılınmaktadır. Bunu Kürt toplumu da dâhiltüm Ortadoğu toplumlarında farklı tonlarda da olsagörmekteyiz. Sorun iktidarcılığı deşifre edemeyen,ondan kopamayan, ona koşan ve halkların en büyükdüşmanı olan iktidarcılık tarafından belirlenen, de-mokratik olmayan yaşam tarzıdır ve onun doğal so-nucu olarak gelişen demokratik olmayan siyasettir.Halkın demokratik örgütlenmesinin devlete mah-

y Zeynel Günaydın

Rojava Neden Devrimdir?

123

Çözüm, toplumun komünal ve demokratik özüne uygun olan

bir yaşamı devlet dışı kalarakkendi kendine örgütlemedir

kûm olmaksızın halk tarafından gerçekleştirileme-mesidir. Tüm bu ortak yönlere rağmen Ortadoğu’daçözüme en yakın olan halk, toplumdaki demokrati-zasyonunu önemli oranda sağlamış, irade kazanmış,gün geçtikçe devlete alternatif halk örgütlenmesinikuran Kürt halkıdır.

Kürt halkı iktidara ve devlete koşmanın, onu he-deflemenin hatta devlet kurmanın, halkların sorunla-rını çözmek bir yana tüm sorunların kaynağıolduğunu tarihten ve güncelden pek çok örnekle öğ-renerek kendisini bundan kurtarmıştır. İktidarcılık,devletçilik halklara ait değildir. Çünkü halklar sömür-geci, gaspçı değildir. Halkların eğilimi her zamanbarış içinde bir arada yaşamak olmuştur. Kaldı kigenel olarak devletlerin ya da özel olarak ulus-devlettipinin, egemenlerin çıkarlarını örtbas etmek içinhalklarını uyutmada kullandıkları bir form olduğu dabilinmektedir. Zira devletin bulaştığı her toplum,kendi içinde yığınca toplumsal sorunu yaşamaktadır.

Kürt halkı bugün örgütlenmemiş tek bir birey kal-mayacak kadar toplumdaki herkesin örgütlenmesini,yaşamını ilgilendiren konularda söz sahibi olmak, da-hası belirleyen olmak için çalışmaktadır. Birkaç yıldabir yapılan ve demokrasi oyunu anlamına gelen se-çimlerle seçilen temsilcilerin, halkı temsil edemeye-ceğini bilerek kendi demokrasilerini kendilerikurmaktadır. Her yönlü bir yaşam ortaklığı ve idarisistem anlamına gelen komünlerden tutalım, tüm ka-rarları kendisinin aldığı meclislere kadar devlet dışıhalk örgütlülüğünü kurmaktadır. Devletin sınırlarıiçinde ama onun sisteminin dışında bir sistem oluş-turarak demokratik modernite kuramını bedenleştir-mekte ve görünür kılmaktadır. Gerektiği kadar siviltoplum örgütünü kurmakta, dayanışma yerleri oluş-turmakta, sorumlu yurttaş yaratarak onların yaşamakatılımlarını, komün-meclislerle gerçekleştirmekte-dir. Tüm kurumları inisiyatifli kılarken, tümünü debirbiri karşısında sorumlu ve birbirini bütünlemesi,tamamlaması gereken birimler olarak ele almaktadır.Halkın bu kendini idare ediş biçimine DemokratikKonfederalizm demektedir. ‘Demokratik’ sisteminözünü, değerini, niteliğini oluştururken, ‘konfederal’bütünü oluşturan birimlerin birbiriyle ilişki diyalekti-

ğini kurmaktadır.Kürtlerin hem kendileri hem de tüm toplumlar

için sorunlardan kurtulmanın formülü ve özü komü-nal olan yaşamın kurulması için esas aldıkları, butoplumsal örgütlülüğü gerçeğe en yakın şekilde ger-çekleştirdikleri yer Rojava’dır..

-Bu devrimi gerçekleştiren zihniyet, özgür birey-yurttaş ve demokratik komün yaşamına dayanır.Birey ve toplumu hiyerarşik devletçi sistemin yaptığıgibi, birbirine karşıt iki olgu olarak ele almamaktadır.Birey ve toplumu ana-çocuk denklemi çerçevesindeele alarak, bunların bir bütün olduğunu özgürlüğünbirlikte gerçekleştiğini değerlendirmektedir. Yaşamınhakikatinin de kom-komün kültürü olduğunu belirle-mektedir. Atomlardan insana, topluma ve evrenekadar tüm oluşların kom-komün temelinde gerçek-leştiğini bilerek, yaşanması gereken yaşamı, komünaldemokratik yaşam olarak bellemektedir. Dayanış-mayı, birlikte oluşumu, bir ve bütün olmayı, var olu-şun özü olarak görerek yaşamı parçalamadan onu birorganizma gibi değerlendirmektedir. Özgür yaşamınvaroluşun özüne uygun gerçekleşmesi halinde müm-kün olacağını bilerek, yaşamı tüm alanlarında devletdışı bir şekilde örgütleyerek inşa etmeye çalışmaktadır.

-İnsanlara her zaman bir çoban gerektiği yönün-deki egemenlerce uydurulan yalanın yerine, tüm in-sanların varoluşsal olarak evrenin en yetkin birgerçekleşmesi olduğunu belirtmektedir. İnsanlarınmilyonlarca yıl kendi kendini yönettiğini, özyöneti-min her oluşta var olduğunu, insanda da gerçek yaşa-mın ancak özyönetimle gerçekleşeceğini bilmektedir.Bu nedenle de egemenler tarafından toplumun ve bi-reyin yönetilmesini, insanın sürüleştirilmesi ve özün-den uzaklaştırılması olarak değerlendirerek, kendiniyöneten, kendi yaşamını kendisi örgütleyen insan-toplum gerçekliğini inşa etmeyi esas almaktadır. Gü-nümüz itibariyle bunun adına da demokratiközerklik demektedir. Oluşun varoluşsal olarak özerk,farklı olduğunu belirterek, özerkliği kendi olmayımümkün kılacak yegâne yol olarak değerlendirmek-tedir. Böylelikle de özerkliği, demokratik özerkliği fel-sefi bir temele oturtmaktadır. Bu özerkliği deüzerinde yaşanılan toprakların sınırlarını çizen dev-letlerin yaklaşımlarına bağlı olmaksızın gerçekleştir-mektedir. Devletlerin, toplumun farklılıklarını, ifadeözgürlüğünü tanıması halinde demokratik özerkliğidevletle olan siyasi ilişkiler bağlamında gerçekleştir-meyi öngörürken, devletlerin toplumun haklarını ta-nımaması halinde de –tıpkı şu an gerçekleştiği gibi-bizzat kendisi bunu gerçekleştirmektedir. Böyleliklede ne pahasına olursa kendilik – xwebûn- çerçeve-sinde demokratik özerkliği inşa etmeyi, ayakta tut-mayı, bunu tüm insanlığa göstermeyi esas124

Kürt halkı bugün örgütlenmemiş tek bir bireykalmayacak kadar toplumdaki herkesin örgütlenmesini, yaşamını ilgilendiren

konularda söz sahibi olmak, dahası belirleyenolmak için çalışmaktadır

125

almaktadır. -Adorno’nun ‘yanlış hayat doğru yaşanmaz’ özde-

yişinde olduğu gibi, işe yaşamı doğru kurmakla baş-lar. Zihniyetin temel yaratıcı özelliğinden hareketlehiyerarşik devletçi sistemin zihni yapılanmasının dı-şına çıkmayı, oluşun doğasından çıkardığı hakikatrejimini oluşturmayı her şeyin merkezine koyar.Enerji-madde, anlam-yapı, teori-pratik bütünlüğügereği, toplumun ve insanın doğasına uygun olarakhakikat rejiminden çıkan bütünlüklü yaşamı inşa et-meyi, insanca yaşamın esası olarak görür. Bu nedenlede hiyerarşik devletçi sistemden ve onun günceldekiversiyonu olan kapitalist modernitenin anlamsallıkve yapısallıklarından arınmayı, kopmayı yeniden in-sanlaşma ve toplumlaşma için olmazsa olmaz kabi-linde görür. Kapitalist modernitenin insana vetopluma içerdiğini zehir olarak görerek, bunun ku-sulmasını, ondan kaçılmasını, sadece bununla da ye-tinmeyerek bunun alternatifini oluşturmayı yaşamınkendisi olarak beller. Bu yönüyle de yaşam dediği şey,yeni bir toplumsallaşma ve insanlaşma olmaktadır.Bu yaşamda eğitimin – tıpkı şimdi yapılmaya çalışıl-dığı gibi- devletçi-egemenlikçi sistemden alınarak,toplumun kendisinin bizzat üstlenerek yürüttüğü biriş haline getirilmesi, geleceği de garantileyecek enkutsal çalışma olarak bellenmesi vardır. Sıfat ve etni-sitesine bakılmaksızın eğitimin iktidarcı-devletçi sis-temden alınması, kendi olmak –xwebûn- içinolmazsa olmaz kabilindedir. Yine düşüncenin öne-minin bilincinde olarak, sistemin düşün ve zihniyetdünyasını ele geçirerek hasta ettiği insanın özüneuygun bir düşünce yapılanmasıyla fiziki hastalıkla-rından bile önemli ölçüde sıyrılabileceğini bilerek, tıpalanında da alternatif bir oluşumu gerçekleştirmeyide son derece gerekli görmektedir. İnsan sağlığı üze-rinden ticaret ve rant devşirmenin yapıldığı günü-müz dünyasında yaşam felsefesindeki ve insanyaklaşımındaki düzeltmeyle birlikte gerekli yapısal-lıklara giderek sistem dışı bir oluşuma gidilmeye çalı-şılmaktadır.

-Bu sistemde ‘ev yasası’ anlamına gelen, ekonomi-nin egemenlerin elinden çıkarılması, onlara bağımlıolmaktan çıkılması yine olmazsa olmaz kabilindedir.On bin yıl öncesinde insanlığı doyurmuş olan butopraklar başta olmak üzere her yerde beslenme işiolarak de ele alınabilecek olan ekonominin toplumadevrine ihtiyaç vardır. Kârcılık olarak da tanımlana-bilecek olan sistemin ekonomi anlayışını aşarak, top-luluk ekonomisinin geliştirilmesini esas alır.Kapitalizmin sarıp sarmaladığı günümüz dünya-sında zorluklarına rağmen, Rojava’da da yapılmayaçalışılan bu olmaktadır. “Çalışmak özgürlüktür.” fel-sefesiyle, ekonomi üzerinde toplumun denetimini

yeniden kurmak için ekonomik özerkliği, ulus-dev-letle demokratik ulus arasında varılacak asgari uz-laşma olarak görür. Demokrasinin ekonomiyeyansıyış biçimi olan ekolojik endüstriyi, kâr amaçlıolmayan ve toplumsal dayanışmaya hizmet edentoplumsal pazar ve komün ekonomisini geliştirmeyi,ekonomik sorunları aşmanın çaresi olarak gören,devrim zihniyeti tüm boğma, etkisizleştirme çabala-rına rağmen bunu pratikleştirmeye çalışmaktadır.

- İktidarcı-devletçi sistemden kalma ve olası yenisorunların çözümünde bu zihniyet ve buna uygunyapılanma hukuku esas almaz. Hukukun ömrünüdevletçi sistemle başlatır. Ahlakı hukuktan dahagüçlü, eski ve etkili olarak görür. O nedenle de genel-leşmiş ve derinleşmiş kölelik olarak tanımladığı kapi-talist modernite dönemine kadar olduğu gibitoplumda ortaya çıkan sorunların çözümünde ahlakideğerleri esas alır. Toplumun devlete ihtiyaç duyma-dan kendi sorunlarını kendisinin uygun yöntemlerleçözmesini en sonuç alıcı ve doğru yöntem olarakgörür. Devletin hukuk adıyla insanların ve toplumla-rın her şeyine müdahale ettiğini, herkes üzerinde bu-nunla kontrol kurduğunu bilerek, kendi içindemümkün olduğunca hukuka yer verme yanlısı değil-dir. Birlikte yaşadığı ulus-devletlerin de demokratiközerkliği esas alan ve bu yönüyle inkâr sistemindenvazgeçtikleri bir anayasa yapmalarının birlikte yaşa-mın asgari yolu olduğunu düşünür. Devlet+demok-rasi formülasyonu çerçevesindeki bir yaşamın ancakböyle mümkün olabileceğini tüm egemen devletleredayatır, bunun için mücadele eder. Bugün Rojava’dahem Suriye devletine hem de uluslar arası güçlereKürtlerin dayattığı tam da budur. Sınırlara dokun-maksızın, birlikte yaşamın asgari koşulu olarak de-mokratik özerklik statülerinin tanınması ve bununanayasal güvenceye alınması olmaktadır. Rejiminbuna gelmemesi halinde de bu statüyü bizzat gerçek-leştirmeyi özgürce yaşamın tek yolu olarak görmek-tedir. Şu an yaşanan da olmaktadır.

-Bu statüyü ve öngörülen yaşamı tüm boyutlarıylabirlikte koruyabilmek için de meşru savunma savaşıvermektedir Rojava toplumu. Devrimi doğuran veyürüten zihniyet meşru savunmayı felsefik temeldeele alarak varoluşun kendi olarak kalması için gereklibir hak ve görev biçiminde görmektedir. Bunu ger-çekleştirmek için bir ordu oluşumundan ziyade top-lumun tüm üyeleriyle birlikte kendi kendini savunur,korur hale gelmesini temel koşul sayar. YPG tam daböylesi bir düşünceden çıkmış bir örgütlenmedir.Sömürmeyi, ele geçirmeyi, zorla her şeyi elde etmeyiöngörmüyor, toplumun değerlerini, yaşamını ve var-lığını korumayı amaçlayan bir örgütlenme olmakta-dır. Toplumun dışında ve üstünde olmayan, bizzat

126

toplum tarafından oluşturulan bu özelliğinden ötürüde yenilmezdir, etkilidir. Doğru düşünce, doğru pra-tiğe götürmekte ve içeriden dışarıdan bir seferberlikhalinde yapılan saldırılara, büyük yönelimlere, kuşat-malara ve tüm olanaksızlıklara rağmen gün geçtikçegüçlenen yine halk savunma birlikleri olmuştur.Sahip olduğu demokratik ulusçu zihniyet nedeniylede kendisini sadece bir etnisite ile sınırlandırmayıp,tüm toplumların ve farklılıkların temel güvencesi ha-line gelmeyi başarmıştır. İnsanı en büyük güç olarakgören zihniyeti takip ettiğinden ve toplumsallığıninsan türünün var oluş koşulu olduğu gerçeğindenhareket ettiğinden ötürüdür ki, devrim kendisini ko-ruyabilmektedir.

- Bu devrimi doğuran ve geliştiren zihniyet, zaferidar anlamda askeri ve siyasi başarılarda görmez. Ta-rihten ve güncelden çıkardığı dersler temelinde esasolanın mevcut sistemi yıkıp aynı zihniyetle yerine ye-nisini kurmak olmadığını bilir. Halk devrimlerinden,20. yüzyılı saran ulusal kurtuluş hareketlerine, oradanda reel sosyalist gerçekleşmeye kadar tüm devrimle-rin sistem içileşmelerinin temel nedeni olarak budevrimlerin bir kültüre dönüşmemesini görür. Top-lumun yapısallıklar ve anlamlılıklar bütünü olarak ta-nımladığı kültür alanındaki zaferi en büyük zafer,yenilgiyi de en büyük yenilgi olarak beller. Kültürü detoplumun doğası olarak tanımlayarak, yine sistem-den kopuşu temel çıkış noktası olarak görür. Demo-kratik komünal kültür olarak kavramsallaştırdığıkültür anlayışının bedeni olarak da buna uygunsanat-edebiyatı görür. Bu nedenle de özü kültürsüz-lük, sanatsızlık olan kapitalist modernitenin etkisinialternatifini geliştirerek kırmayı temel devrim işi ola-rak bellemiş durumdadır. Bu çerçevede Rojava dev-rimi eğer devrim olarak kalacaksa veya gerçekanlamda bir halk devrimi olacaksa bu ancak kültür,sanat ve edebiyat alanında toplumsal doğaya uygungerçekleşmeyle mümkün olabilecektir.

-Devrimi doğuran zihniyet demokratik ulus zih-niyetidir. Bu zihniyet ulusu devlete ait olmaktan çı-karmanın yanı sıra, onu bir kan bağı oluşumu olarakda görmez. Yani aynı etnisiteden olmayı ulus olabil-mek için şart olarak görmez. Ulus anlayışını demo-

kratik ulus olarak tanımlayarak, merkezine demokra-tik komünal kültür etrafında bir araya gelmiş top-lumu koyar. Bu toplumda cinse, dine, ideolojiye,etnisiteye bakmaz. O nedenle de Demokratik Uluszihniyeti toplumsal doğaya uygun davranan herkesiDemokratik Ulus adı altında tanımlar. O nedenle deRojava devrimi sadece Kürtlerin değildir. Öncülü-ğünü Kürtler yapıyor olabilir ama Kürtler bunu milli-yetçi bir yaklaşımla gerçekleştirmemektedir. HalkMeclisi, Kürt Yüksek Konseyi, ‘Demokratik Suriye,Özerk Kürdistan’ söylemlerinin tümü, tüm halklarave farklılıklara hitap eden bir diplomasinin yapılması,toplumun çoklu bir doğasının olduğunu bilen birzihniyetin ürünüdür. Tüm diplomatik kuşatılmışlığa,tecride, Kürt Kapitalist Modernitesini temsil edenKDP ve onun çizgisindekilerin uğraşlarına karşın ge-lişen yine de Rojava diplomasisi olmaktadır. Bundahem her şeye rağmen devrimin ayakta durabiliyor,gelişiyor oluşu hem de yürüttüğü diplomasinin doğ-ruluğu etkilidir. Bu zihniyet Kapitalist Modernistgüçlerinin ve onların kabuğu Kürt olan versiyonları-nın söyledikleri gibi anti-demokratik değildir, kültü-rel soykırıma hizmet etmediği, toplumsallığa hizmetettiği müddetçe herkesin kendisini sonuna kadar ger-çekleştirdiği bir yapıdadır. Farklılıkların eşitçe birli-ğini yaşam felsefesi haline getirmiş bir haldedir.

-Rojava devrimi kendisini bir kadın devrimi kıla-rak garantiye almakta ve kalıcılaştırmaktadır. Mer-kezi uygarlık sisteminin yaratıcısı ‘kurnaz ve güçlüerkek’ iken, demokratik uygarlık sisteminin kurucusuda kadındır. Kuşkusuz bu erkeksiz bir sistem değildir,ancak kadının öncülüğünde gerçekleşen bir yaşamkurulumudur. Yaşamın kendisi daha çok dişillik etra-fında gerçekleşmektedir. Merkezi uygarlık sistemininbu kadar acımasız, anormal, şiddet yüklü olmasınınözünde kendi doğasından ve kadından uzaklaşmışsapkın erkeğin ruh hali ve pratiği vardır. Merkezi uy-garlık sistemi anti-yaşam sistemidir. Bunun doru-ğunu temsil eden Kapitalist Modernite’nin insanlığave her türden oluşa yok edişten başka vereceği birşeyi yoktur. Bunu günümüzün ekolojik sürdürüle-mezliğinde en açık biçimde görmek mümkündür.Erkek egemen kafanın ve pratiğin geldiği nokta,insan da dâhil tüm oluşun ekosistemiyle oynamadır,var kalmayı tehlikeye atmadır. Bunu önlemenin yolu,kadının duygu yüklü zekâsına göre oluşmaktan geçer.Rojava devrimini yapan ve bunu sürdüren zihniyet,özgür-eş yaşamı yaşamın üzerine kurulacağı gerçektemel olarak bellemekle birlikte, tüm devrimlerin ençok da bu konuda egemenlikçi erkek zihniyetinin et-kisinde kaldıklarından dolayı başarmadıklarına ina-nır. O nedenle de kadının kendi özüne dönmesini,kendisiyle yaşamın her alanında buluşmasını, örgüt-

Devrimi doğuran ve yürüten zihniyetmeşru savunmayı felsefik temelde elealarak varoluşun kendi olarak kalması

için gerekli bir hak ve görev biçiminde görmektedir

127

lenmesini, erkeğin de yaşamın merkezi olarak kadınıgörecek, ona uygun olmayı özgürlük olarak anlaya-cak ve bunu yaşayacak bir hale gelmesini gerçek dev-rim olarak görmektedir. Bunu dar anlamda hakkıyenmişin hakkının geri verilmesi biçiminde burjuvaölçülerince yapmamaktadır. Yaşamı yeniden ama budefa tıpkı toplumsal sorunların görülmediği ilk toplum-sallaşma dönemindeki gibi kadının etrafında, öncülü-ğünde kurmayı en temel kurtuluş yolu olarakgörmektedir. Kadının devrimi bu kadar sahiplenmesi-nin, yetmiş yaşındaki anaların bile silah kuşanarak top-lumu savunma işine girişmelerinin nedeni, kadınınsisteminin gerçekleşiyor oluşudur. Kadın içinde olma-dığı, başkalarına ait bir sistemin nöbetini tutmamakta,ona hizmet etmemektedir. Kendi sistemini bizzat ken-disi kurmaktadır, hem de bunu en aktif bir şekilde yap-maktadır. Zaten dikkatlice bakıldığında, benzerlerindenen büyük farkının bu olduğu görülecektir.

-İşte tüm bunları yapan bir zihniyet ve onunlauyum içindeki pratikleşmedir. Bu açık ki yeni biryaşam kuruluşudur, yeni bir paradigma ve toplumsalsistemdir. Hiyerarşik devletçi sistemin hegemonikolanından tutalım da en cılız olanına kadar bir bütünhalinde saldırıya geçmesinin altında yatan temel

etken, Rojava devriminin temsil ettiği bu evrensel ka-rakterdir. Bir sistemsel çıkış halinde gerçekleşen Ro-java devrimine karşı savaş ve mücadele de sistemikolmaktadır. Kürt Kapitalist Modernitesi de dâhil Ka-pitalist Modernite’nin topyekün saldırısının altındabu gerçeklik yatmaktadır. Ancak evrende var kalma-nın şartı maddenin enerjiye, yapının anlama, bede-nin ruha uygun oluşudur. Kapitalist modernite herşeyiyle toplumsal doğaya uygun değildir, toplum busistemle daha fazla yaşayamayacaktır. Yaşaması ha-linde toplumun fiziki yok oluşu da kaçınılmaz ola-caktır. Bu nedenle de oluşun dili, evreningerçekleşme biçimi, kendisini toplumun doğasına da-yandırmış olan Rojava devriminin var kalacağınadair en büyük felsefi alt yapıyı oluşturmaktadır. Yanisistemlerin kurucu gücü olan hakikat rejimi bize Ro-java devrimini gerçekleştiren zihniyetin, ona uygundavranılması halinde başaracağını söylemektedir. Ro-java devrimi şimdiden yeni bir yaşam ve dünya inşa-sında insanlık adına Fransız, Rus devrimlerindendaha etkili sonuçlar yaratacağını göstermiştir. Tümboğma çabalarına karşın bu devrim başta Ortadoğuhalkları olmak üzere tüm insanlık için bir yıldız gibiparlamaktadır ve parlayacaktır…

İçindekiler İçin Tıklayınız

Ad:

Soyad:

Adres:

İş Adresi:

Derginin İstendiği Adres:

Ev Tel:

İş Tel:

Cep Tel:

E-Posta:

Abonelik Başlangıç Tarihi:

Yurtiçi Yıllık Abonelik Şartları

6 Sayı için: Taahhütlü/40 TL APS/60 TL

Yurtdışı Abonelik

6 Sayı Kargo: 60 Euro

Abonelik Formu