125
0

“Kâinatta Yalnız Mıyız” Görsel/İnteraktif Kitap

Embed Size (px)

Citation preview

0

1

Kısa Biyografi

Ediz SÖZÜER 1974, Ankara doğumludur.

Gelir İdaresi’nde Gelir Uzmanı olarak görev yapmaktadır.

“Olağanüstü Bir Hazinenin Keşif Yolculuğu: Risale-i Nur İzah Metinleri” yazarın internet ortamında ücretsiz olarak yayınlanmış ve tüm çalışmalarının üzerine bina edildiği temel ve kaynak kitap çalışmasıdır.

Deneme mahiyetinde kaleme aldığı Risale-i Nur izah metinleri ve Risalehaber sitesinde makale yazmakla başlayan yolculuğu, Risale Akademi’de sunulmaya başlanan görsel destekli ve akademik temelli “Tabiat Risalesi Açılımları Seminerleri”yle devam etti.

Manevî bir ilim hazinesi olan Risale-i Nur eserleri içindeki Kur’ânî hakikatlerin insanlığa mal edilmesinde ve toplum olarak muhtaç olduğumuz zihinsel dönüşümün gerçekleşmesinde önemli bir katkıda bulunma kabiliyetinin bulunduğuna inandığı kitap çalışmasını, hep bir proje kıymetinde gördü.

Tamamlanan kitap çalışmasını daha geniş kitlelere ulaştırmak için, bu çalışmanın üzerine bina edilerek hazırlanmış ve “görsel bir kitap” mahiyetindeki “Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı”nı iki haftada bir sürekli bir program olarak vermeye başladı. Ayrıca zaman zaman akademik eğitim faaliyetlerinde de “Medresetüzzehra Eğitim Yaklaşımı” ve “Risale-i Nur İzah Çalışmaları” hakkında sunumlar gerçekleştirdi.

Bu çalışmalardan haberi olanlardan ciddiyetle istediği ve Risale-i Nur’a gönül vermiş insanlara samimiyetle ifade ettiği şudur:

“Kıymetsiz ve önemsiz şahsıma değil, bu kitap vesilesiyle Allah’ın bir nimeti olarak harika bir şekilde ortaya çıkan hakikatlere önem veriniz ve onlara sahip çıkınız. Sizden tek istediğim budur.”

Tüm çalışmalarının bir araya toplandığı ve eğitim programı duyurularının yayınlandığı internet sitesine aşağıdaki her iki adresten ulaşabilirsiniz.

www.kesifyolculuklari.com

www.risaleinuregitimprogrami.com

2

İthaf

Kitap çalışmamızı, bana on baba kadar babalık yapmış, bir anneden çok daha şefkatli ve çok kıymetli dedem Mehmet Ziyaeddin Kınay’a ithaf ediyorum.

Kendisi için hayır dualarınızı istiyor ve Kur’ân okumalarınıza iştirak etmenizi rica ediyorum.

3

Okuyucu Yorumları1

"Duru su gibi... İstersen içersin, istersen yüzersin..." (Yani son derece anlaşılır olmakla birlikte, mana derinliğinin de üst seviyede olduğu ifade edilmiş.)

“Risale-i Nur’un bu tarz açıklamasına bayıldım.. Çok kolay anlaşılır hale gelmiş ve sadeleştirmeye gerek kalmayacak kolaylığa gelmiş. Büyük bir zevkle okudum, çok zekice yazılmış, ışık saçan bir çalışma.”

“Seminer ve yazılarınızda gerçekten akıcı ve akılda kalan, aynı zamanda küçük bir çocuğun bile kolaylıkla anlayabileceği bir tarzda hitap ve sunum şekliniz var. Seminerlerinizde kullandığınız görsel sunumlarınız, günlük hayattan verdiğiniz örnekler ve hayal gücümüzü zorlayarak gözlerimizi açan Risale-i Nur anlatımlarınız gerçekten çok mükemmel. Ellerinize yüreğinize sağlık.”

“Kitabın üslubu sade ve anlaşılır ama manalar çok derinlikli olarak ele alınmış.. Alanında bir boşluğu dolduracağına inandığım bir çalışma olmuş. Kendilerini tebrik ediyorum. Allah razı olsun.”

“Büyük emeklerle hazırlanan bu kitabın iman hakikatlerini anlama adına çok faydalı olacağını belirtmek isterim. İzah metinleri çok güzel, akıcı ve anlaşılır bir üslupla hazırlanmıştır. Günümüzde Risale-i Nur ismini duyup da bu eserleri okumayan ve dilinin ağır olduğunu söyleyip okumaktan uzak duran çok insan var. Beş, on sayfa okuduktan sonra anlamıyorum deyip okumayı bırakan çok insanla karşılaştım. Bu sebeple ‘Okuyamıyorum, sadece Risale-i Nur derslerine katılmak istiyorum’ diyenler ve çoğu zaman bu Risale-i Nur sohbetlerine de iştirak etmeyenler az değil. Bu kitap ile okuyucunun, Kur’ân’ın imanî hakikatlerini anlatan Risale-i Nur eserlerine bir adım daha yaklaşacaklarına inanıyorum. Çünkü okuyucu Risale-i Nur’dan okuduğu bir metni tam manasıyla anlamasa bile sonrasında yapılan izahlarla daha çok anlamaya başlayacak. Kitabı okuyanların, kendilerinin de izah yapabilecek bir alt yapıyı kazanacaklarına inanıyorum. Özellikle Risale-i Nur eksenli sohbet yapmak isteyenler için bu çalışma bir ön hazırlık için çok fayda sağlayacaktır. Şu hususu da altını çizerek belirtmek isterim: Bu kitap kesinlikle sadeleştirme ile karıştırılmamalı. Çünkü öyle bir şey yok, zaten incelerseniz anlayacaksınız. Saygıdeğer Ediz SÖZÜER Bey’e bu azimli çalışmasından dolayı teşekkür ediyor ve başarılarının devamını diliyorum.” (Mehmet KAZAR-Yazar)

1 İlk dört yorum makalelerimizi okuyan, seminerlerimize katılan veya kitap taslağımızı ulaştırdığımız bazı okuyucularımızın bize internet üzerinden ilettikleri izlenimlerdir.

4

Risale i Nur'u İlan ve Takdim Etmek, Tanıtmak ve Okunması Sağlamak

Bütün hizmetlerimiz, akademik çalışmalarımız ve seminer formatındaki derslerimiz ve eğitim programımız, Risale-i Nur'u ve Risale-i Nur'un içindeki Kuranî ve imanî hakikatleri ilan ve takdim etmek, tanıtmak ve okunmasını sağlamak ve en nihayetinde Risale-i Nur'a nazar-ı dikkati çekerek Risale-i Nur'u kıymetli ve ciddî, ilmî ve akademik kıymeti yüksek bir eser olarak göstererek eserlerden istifade etmeye yönlendirmekten ibarettir.

(Risale-i Nur'un izahı mahiyetindeki kitap ve seminer çalışmalarımızın tamamında Risale-i Nur'un orijinal metni esastır ve bu faaliyetlerimizin ayrılmaz bir parçasıdır.)

Şimdi Risale-i Nur'un üzerine bina edildiği bir akademik temelli seminer düşünün.. Kaynak ders kitabının Risale-i Nur olduğu görsel destekli bir akademik eğitim programı ve o ders müfredatına ait bir kitap çalışması düşünün.. Böyle bir akademik seminer faaliyetinden haberi olanlara (gelmeseler dahi) ve bu kitap çalışmasından ve eğitim programından haberi olanlara (okumasalar ve katılmasalar dahi) ne mesaj verir sizce bu tarz çalışmaların tanıtım ve duyuruları?

"Demek ki Risale-i Nur denen eserler akademik bir seminere kaynaklık edecek düzeyde ciddî bir eserdir ve demek ki bir eğitim programına kaynak ders kitabı olacak kadar yüksek ve kıymetli bir akademik değere sahiptir ki böyle faaliyetlere konu olmuş ve oluyor..."

5

İşte izah çalışmalarımızın ve Risale-i Nur eğitim programımızın Risale-i Nur'a ne derece şeffaf bir ayna olduğu ve Risale-i Nur'un ilancılığını ne derece yüksek bir derecede icra etme kabiliyetine sahip olduğu çok parlak bir şekilde ortaya çıkmış oluyor.

Bu tarzdaki hizmetimize Risale-i Nur'a gönül veren herkesin (taraftar olmayı bir tarafa bırakın), tüm kuvvetiyle destek vermesi ve teşvik etmesi gerektiğine tüm kalbimizle inanıyoruz.

Risale-i Nur İzah Metinleri ve Görsel Destekli Eğitim Programı Çalışmalarımızın 3 Temel Hedefi Var:

1-İslam’ı çağın anlayışına en uygun ve aklî şekilde takdim eden Risale-i Nur’u toplumun her kademesine yaymak ve her çeşit tahsil seviyesindeki insanların kolay anlayabileceği, zevkli, rahat ve etkili bir şekilde eserlerle tanıştırmak ve Risale-i Nur eserlerinin içindeki Kur’ânî hakikatleri farklı, modern bir sunumla ve anlaşılabilir bir şekilde akademik kadrolara ve ‘aydın-entellektüel kesim’e takdim etmek, tanıtmak ve okunmasını sağlamak.

2-Dünyanın her tarafında Risale-i Nur'u okuyan ve okumaya devam eden sayıları milyonları aşan kardeşlerimizin de, özgün anlatımlarla eserlerin anlaşılmasında yeni ufuk arayışlarına girilen ve misallerin geliştirilmesine çalışılan kitabımız ve eğitim programımız vesilesiyle, yazıya dökülmüş sistematik ve görsel destekli bir izahlı Risale-i Nur dersi alarak, farklı açılımlar kazanmalarına ve ülfet, sıradanlık perdesini yırtıp atmalarına yardımcı olmak.

3-Akademik eğitim faaliyetlerimiz ve eğitim programımızla Medresetüzzehra Eğitim Yaklaşımı'nın bilim felsefesini oluşturmaya katkıda bulunmak. (Yani bir yaratıcının varlığını kabul eden bir bilimsel yaklaşımın insanlığa nasıl takdim edileceği hakkında ciddi çözümlemeler ortaya koymak)

Eğitim programımızın içeriği ve bu içeriğin kitaplaştırılmış hali ise bağımsız bir kitap değil, ancak Risale-i Nur’u okutmak ve tanıtmak için kaleme alınmış ve asıl metni içinde bulunduran yazıya dökülmüş izahlı ders notlarıdır.

6

Görsel/İnteraktif Kitabın Kullanımı

Bu görsel/interaktif kitabı okurken konuyla ilgili görselleri görecek, videoları izleyebilecek ve konuların sonlarında da pekiştirmek için o konunun işlendiği seminer videosunu izleyebileceksiniz. Yazılı olarak kaleme alınmış hakikatleri, sözlü ve görsel bir şekilde okumanız ve izlemeniz (kitap çalışmamızda olmayan ilave izahlarla) daha iyi anlama ve hissetme imkânı sunuyor. Böylece sadece akılla anlaşılmayan ve aslında “hissedilen hakikatler” olan iman ilmini anlamakta ve “farklı mana açılımları”na kapı açmakta, en verimli bir metodu takip etmiş oluyorsunuz. Bu pekiştirme yöntemiyle (Allah’ın izniyle) Risale-i Nur’u anlamak noktasında en üst düzeyde bir istifadenin gerçekleşeceğine kuvvetle inanıyoruz.

Bu interaktif kitabın word ve pdf dosyalarının içindeki linkleri ve videoları tıklayarak açmak tablet, cep telefonu ve bilgisayarda açabilirsiniz. Cep telefonlarında linklere tıklayabilmek için Adobe Acrobat Reader programını kullanın.

Eser metninde manası bilinmeyen kelime ve kavramlar dipnotlarda belirtilmiştir. Dipnotlarda karşılığını bulamadığınız kısmını ise kitap sonuna eklenen “Kavramlar Sözlüğü” içinde bulabilirsiniz.

Bu çalışma, “Olağanüstü Bir Hazinenin Keşif Yolculuğu: Risale-i Nur İzah Metinleri” isimli kitap çalışmamızın bir bölümüdür.

İnternet Sitemiz, Video Kanalımız ve Mail Adresimiz:

Çalışmalarımızın yayınlandığı ve eğitim programlarımızın duyurularının yapıldığı internet sitemize, www.kesifyolculuklari.com veya www.risaleinuregitimprogrami.com adreslerinden ulaşabilirsiniz.

Etkileyici görseller eşliğinde sunulan Tabiat Risalesi Açılımları Seminerlerimizin videolarının yayınlandığı Yotube Kanalımızın adresi: youtube.com/c/EdizSözüer

Herhangi bir konuda bize ulaşma istek ve ihtiyacınız olursa, [email protected] mail adresimize mesaj gönderebilirsiniz.

7

T A K D İ M

Bu çalışma, içerdiği yüksek hakikatler ve büyük ilmî keşiflerle sizi şaşırtacak ve bazılarınıza "şimdiye kadar nasıl olur da duymamışım! (ya da gerçek anlamda keşfedememişim)" dedirtecek kadar inanılmaz ve hayranlık uyandıran bir eserle tanıştırmak için kaleme alınan bir kitabın ilk bölümüdür. Bu kitapların ve “Olağanüstü Bir Hazinenin Keşif Yolculuğu: Risale-i Nur İzah Metinleri” isimli kitap çalışmamızın temel inceleme konusu şudur:

Kâinatın bilinmez ve gizli kalmış esrarı olan ve insanlığın sürekli merak ettiği varoluşun üç temel sorusuna doğru cevaplar vermek.

Bu çalışma, bahsi geçen kitap çalışmamızın bir parçasıdır ve kitabın “İman Hazinesinin Varlığını Delillerle İspatlamak” isimli ikinci bölümündeki altı adet “hakikatin”, “İkinci hakikati”dir.

Bahsi geçen konularda verilen doğru cevapların keşfedilmesi ise, yalnız başına hakikate ulaşmakta yetersiz kalan insan aklının tek başına kullanılması ile değil, ilahî vahyin ve aklın ortak rehberliği ile gerçekleşmiştir.

Bununla birlikte sorulan sorulara bulunan cevaplar, tamamen aklî çıkarımlar ve mantıkî delillerle keşfedilmiştir. O üç soru şudur:

"Bu kâinat ve içindekiler nereden geldi, nereye gidecekler ve burada ne için bulunuyorlar ve vazifeleri nelerdir?"

8

Bu eserler, tüm insanlığın ihtiyacı olan ve varlığın temel gerçekliğini arayan herkese hitap eden hakikatleri içermekle birlikte, bilim dünyasını ve bilim insanlarını daha da derinden ve yakından ilgilendirmektedir.

Özellikle kuantum fiziğinin, astronomi ve astrofiziğin günümüzde geldiği aşamada, tam da en ileri noktaya gidilerek eşyaya, kâinata ve insana dair olan üç temel soruya cevap arandığı günümüzde; bilim ve bu eserler, artık aynı alana giren konuları incelemektedirler ve aynı çalışma sahasını paylaşmaktadırlar.

İşte, içinde bilime ve öğrenmeye dair, karşı konulmaz bir merak ve tutku ile dolu insanlar için manevî bir ilim hazinesi olan bu eserlerin adı: RİSALE-İ NUR'dur.

Risale-i Nur’un 29.Söz’ün Mukaddimesi ve Birinci Maksadı olan bu bölümde önce, bu kâinat içinde yapayalnız olma düşüncesine tahammül edemeyerek çaresizce sorular soran ve ebedî yalnızlığına çözüm arayan insanın, aradığı doğru cevabı nereden bulabileceği, meseleyi kökünden yakalayan aklî çıkarımlarla ortaya koyuluyor.

Daha sonra ise meleklere ve ruhanî varlıklara inanmanın ne kadar makûl olduğu ve varlıklarının insan ve hayvanların varlıkları kadar kesin olduğu, detaylı analizler ve mantıkî delillerle ispat ediliyor.

9

Konu Fihristi

Takdim

* Kâinatın Sırrını Keşfeden Kitaplarla Tanışın!...................................................................7 * Konu Fihristi……………………………………………..………………………………..…………………………….9 * Bu Kitabın Gayesi ve Hedef Kitlesi…………………………..…………………………………….….….….11 * Dipnotlar ve Kavramlar Sözlüğü Hakkında………………………….…..……………………………....12 * Tavsiye Edilen Okuma Yöntemi……………………..………………………….…………………………….12 * Elinizdeki Kitap, Davetiye Biletinizdir…….……………….……………………………………….……….13

Kâinatta Yalnız Mıyız? (Meleklerin Varlığının İspatı)

29.Söz’ün Mukaddimesi ve Birinci Maksadı olan bu bölümde önce, bu kâinat içinde yapayalnız olma düşüncesine tahammül edemeyerek çaresizce sorular soran ve ebedî yalnızlığına çözüm arayan insanın, aradığı doğru cevabı nereden bulabileceği, meseleyi kökünden yakalayan aklî çıkarımlarla ortaya koyuluyor. Daha sonra ise meleklere ve ruhanî varlıklara inanmanın ne kadar makûl olduğu ve varlıklarının insan ve hayvanların varlıkları kadar kesin olduğu, detaylı analizler ve mantıkî delillerle ispat ediliyor.

Alt Başlıklar:

* Biz Yalnız Değiliz! (Giriş Metni)………………………………………..……….……………………………..19

* Hayat Neden Vardır?………………………………………..……….……………………………………………39

* Hayat Olmadan Var Olmanın Anlam ve Kıymeti Nedir?…………………………………………….54

* Meleklerin Gerçekliği………………………………………..……….……………………………………………62

* Müthiş Bir Ekosistemde Paylaşılan Roller……………………………….……………………………….77

Yolculuğunuz Daha Yeni Başlıyor!.................................................84

Kişisel Yolculuğunuzda Rehberlik Edecek Yol Arkadaşlarınız

* Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı……..…………………………………………………91 * Risale-i Nur İzah Metinleri Kitap Çalışmalarımız ……..………………………………………………92 * Keşif Yolculukları İnternet Sitemiz …………………………………………..……………………………..97 * Tavsiye Edilen İnternet Siteleri …………………………………………..……………….………………...98

10

* Bulunduğunuz Her Yerden 24 Saat Risale-i Nur Okuma ve Dinleme İmkânı ……………………….…………………..……………….….100 * Risale-i Nur Sohbet ve Derslerine Katılabileceğiniz Yerler ………………....…………………101 * Keşif Yolculukları Video Kanalımız ………………………………………..….…..………………………102 * Seminer Metinleri, Sunumları ve Videoları …………………………….……..…………………..…105 * Kitap çalışmamız Üzerine Bina Edilen Diğer Risale-i Nur Çalışmalarımız ………………………………………..…………..……………………106 * Kitap Yazarının İletişim Adresleri ………………………………………..……………………..…………107 * Kavramlar Sözlüğü ………………………………………..…………………………………………..…………108

11

Bu Kitabın Gayesi ve Hedef Kitlesi

Bu çalışmanın iki temel gayesi vardır:

1-Henüz bu eserleri ciddî anlamda okumaya başlamamış okuyucuyu Risale-i Nur ile tanıştırmak.

2-Risale-i Nur'u okuyan ve okumaya devam edenlerin ise daha iyi anlamalarına ve farklı mana açılımlarına vesile olmak.

Tercih edilen metot ise, orijinal metnin, bir izah metni ve kavram açıklamaları eşliğinde okunmasıdır. Çalışmamız, hedef kitlesinin önemli bir bölümü olan ve bu eserleri yeni okumaya başlayacak olanlar açısından bir yardımcı kitap niteliğindedir ve bu kitaplarla yeni tanışacakların içinde bulunan özellikle iki kesime hitap etmektedir.

Birinci kesim, bu eserlerin kıymetini bir şekilde anlamış ve öğrenmiş olanlardır. Kur'ân'ın bu asra bir dersi ve manevî bir mucizesi olan Risale-i Nur'un; dikkat ve ciddiyetle, ihtiyacını hissederek, önem vererek ve merakla okunması gerektiğinin farkına varmış insanlardır.

İkinci kesim ise, eserler hakkında daha önce bir fikir sahibi olmasa da, varlığın temel gerçekliğini arayan, varoluşun üç temel sorusunun cevabını tutkuyla merak eden ciddî hakikat arayıcılarıdır. Ele alınan konuların, bir insanın en önemli meseleleri olduğunun farkında olan ve bu kitaba herhangi bir kitap, bir gazete, bir roman gibi bakmadan, zihnî bir çaba göstererek, önem vererek ve ciddiyetle okuyacaklar için bu çalışma çok faydalı olabilir. Yoksa bu ufka sahip olmayan okuyucuların gözünde, sadeleştirmeye alternatif olan bu çalışmamız; sadeleştirmeye kıyasen anlamlı bir pratiği yokmuş gibi görünebilir. Sadeleştirmenin neden tercih edilmediğinin ve asıl metne entegre edilmiş böyle bir izah çalışması yapıldığının makûl gerekçeleri, kitabımızın sonundaki özel bölümlerin içinde ayrıca izah edilmiştir.

Tüm bunlarla birlikte, dünyanın her tarafında Risale-i Nur'u okuyan ve okumaya devam eden sayıları milyonları aşan kardeşlerimiz de, özgün anlatımlarla eserlerin anlaşılmasında yeni ufuk arayışlarına girilen ve misallerin geliştirilmesine çalışılan bu kitabımızı, yazıya dökülmüş ve eser metinlerine farklı açılımlar kazandırma kabiliyetinde olan izahlı bir Risale-i Nur dersi olarak görebilirler ve bu gözle okuyabilir, istifade edebilir ve bizden izin almaksızın her şekilde ve yerde kullanabilirler.

Bu çalışma, kendi başına ortaya çıkmış bir kitap değildir. Büyük bir iman hazinesi olan Risale-i Nur'u çabuk, kolay ve daha iyi anlamak için bir anahtar ve bir yardımcı kitap niteliğinde bir çalışma olabilir ancak. İstifadenize sunulmuş kişisel bir paylaşım olan bu eser, çok muhteşem bir bahçenin güzelliğini parlatmak için, sönük ve kaba bir kayanın orta yere konması gibi; Risale-i Nur bahçesinin güzelliklerini göstermeye ve o iman güneşini aksettirmeye şeffaf bir ayna vazifesini görür belki. Sizin samimî ve gayretli isteğiniz, bize yardım edecektir. Burada oluşturulacak altyapı ve birikimle, tüm Risale-i Nur Külliyatını okumak yolunda önemli bir ön hazırlık yapabileceksiniz.

12

Dipnotlar ve Kavramlar Sözlüğü Hakkında

Genel olarak bir kelime ve kavramın izahı, bir sefere mahsus olarak dipnotlarda yapılmıştır ve daha sonraki tekrarlarında ise, kitabın arkasında yer alan “Kavramlar Sözlüğü”ne alınmıştır. Dipnotlarda kelime ve kavramların sözlük karşılıkları, eserde kullanılan manası esas alınarak verilmiş; fakat bununla da yetinilmeyerek, zaman zaman eserde kastedilen mana ve kelimenin diğer kullanım şekilleri detaylı biçimde açıklanmış olup, eser metnini okuma anında aktarılması gerekli görülen izahlara ise, izah metni beklenmeksizin eser metni içinde dipnot veya ara not olarak yer verilmiştir.

Bu tür çalışmalarda kullanılan dipnot, sözlük ve kavram açıklamalarının kaçınılmaz dezavantajı olan “okuyucunun tefekkür (düşünce) akışını bozucu ve kitap hacmini aşırı arttıran” özelliklerinin minimum düzeye indirilmesi için geliştirilen bu yöntemde, tamamen okuyucu için kişiselleştirilmiş ve bu kitaba özel olarak nakış nakış işlenerek hazırlanan, organik ve interaktif bir sözlük çalışması yapıldı.

Kelime ve kavramların seçimi, “kelime veya kavramın asıl metni anlamaktaki kritik önemi, kelimenin Risale-i Nur’un genelinde ne kadar çok geçtiği ve ne kadar önemli bir kavram olduğu” kriterleri birlikte düşünülerek yapılmaya çalışıldı.

Kullanılan bu yöntemde, dipnotlarda makûl sayıda kelime adedi bulunduğundan, minimuma indirilmiş bir arama süresi ile aranan kelimeleri hemen bulabilme imkânı verilerek, tefekkür akışının kesintisinin minimum düzeye inmesine çalışıldı.

Ayrıca bilinmeyen kelimelerin manalarına, dipnotta (çoğunlukla) bir sefere mahsus olarak yer verilmesiyle, okuyucunun kelime ve kavramları öğrenmeye ihtiyaç hissetmesi ve kelimelerin manalarını hatırlamaya çaba sarf etmesi, böylece sözlüğe bakma sıklığının azaltılması hedeflendi.

Tavsiye Edilen Okuma Yöntemi

Bu çalışmadan daha iyi yararlanmak için tavsiye edilen okuma yöntemi şudur: En az izah metni kadar eserin orijinal metnine de önem vererek, dikkatle, sindirerek ve atlanmadan okunması ve hatta imkân oldukça asıl metne birden çok kereler dönerek, eser metninin üzerinde tekrar durulması en verimli okuma yöntemi olacaktır.

Risale-i Nur’un Emirdağ Lahikası’nda geçen bir mektupta, Risale-i Nur’un başka ilimler ve kitaplar gibi okunmaması gerektiği, çünkü ondaki tahkikî1 iman ilimlerinin başka ilimlere benzemediği, akıldan başka pek çok insanî duyguların manevî gıdası oldukları ifade edilmektedir.

1 Tahkikî: Araştırma ve incelemeye dayalı.

13

Bu nedenle özellikle eser metninin dikkatle ve kesinlikle atlama yapılmadan okunması gerekmektedir ki, ancak bu suretle Risale-i Nur’un manevî gıda hükmündeki hakikatlerinden hem akıl, hem kalp, hem ruh, hem nefis, hem duygular kendi hisselerini ayrı ayrı alabilirler. Eğer âdeta gazete okumak gibi, önem vermeden, dikkat göstermeden, atlayarak ve yüzeysel olarak okunursa; yalnız akıl küçük bir hisse alıp, diğerleri gıdasız kalabilir. Bu nedenle kitapta yer alan bilinmeyen kelime ve kavramların varlığının (acelecileri yavaş yavaş okumaya mecbur edeceğinden) bu önemli manaya hizmet edeceğini düşünüyoruz1.

Ayrıca dinî terim ve kavramların ifade ettikleri anlamların, imkân oldukça öğrenilmeden geçilmemesi faydalı olacaktır. Çünkü bir metninde kullanılan kelime ve kavramlara hâkim olan bir okuyucunun, o metni anlama işi çok daha kolaylaşır. Bu şekilde devam ettiğinizde, her bir sonraki bölümü, bir öncekine göre daha rahat anlamaya başladığınızı göreceksiniz.

Tabi diğer taraftan, her bir kelimenin manasına mutlaka dipnotlardan ve kavramlar sözlüğünden bakmaya kendinizi mecbur hissedip, kendinizi sıkıntıya sokmayınız. Eser metnini okurken akışı çok bozmamak maksadıyla, gerçekten ihtiyaç oldukça bakabilirsiniz. Zaten gerek izah metinleri, gerek metnin genel manasının anlaşılabilirliği size yeterli olacaktır.

Fakat herkesin mizacı ve hedefi aynı olmaz. Risale-i Nur’u ciddî olarak anlamak ve bu alanda kendini geliştirmek isteyenler için dipnotlar ve kavramlar sözlüğünden tam istifade etmek, güzel bir alt yapıya zemin hazırlayabilir. Esas itibariyle bu çalışmaya açıklamalı ve yardımcı bir ders kitabı ciddiyetiyle yaklaşmak, maksimum istifadeyi sonuç verecek ve Risale-i Nur'u anlayarak okuma adına az zamanda mesafe kat etmeniz mümkün olacaktır.

Ancak asıl olan yine sizin şahsî gayretinizdir her zaman. Yani sizin yine de, bu kitabı okumak ve anlamak için, zihnî gayret sarf etmeniz ve ciddiyetle okumanız gerekmektedir. Yolda yürüyecek olan yine sizsiniz, sadece yol işaretleri ve yönlendirmeler koyduk yolunuzun üzerine.

Elinizdeki Kitap, Davetiye Biletinizdir

Bu kitapta size ders veren ve bildiğini öğreten bir konumda değiliz. Çünkü ele alınan konuların hepsi, iç dünyamızda kendi kendimize sorguladığımız şeyler. Dolayısıyla, sizi bir muhatap olarak karşımıza alıp bir şeyler yazmak gibi bir hissiyattan uzak olarak kaleme alındı izah metinleri.

1 Bu önemli konu, farklı yön ve detayları ile kitabımızın ikinci bölümünün üçüncü hakikatı olan İlahî Kitaplara İman bahsinde, Ayet-ül Kübra Risalesi'nin 17.Mertebesinin içindeki altıncı maddenin izah metninde bahsedilmektedir. Arzu ederseniz oraya müracaat edebilirsiniz.

14

Yazdıklarımız, kendi iç dünyamızda çıktığımız zihinsel bir yolculuğun yazılı ifadesi oldu ve bu yolculukta hissettiklerimiz, bulduklarımız, sorguladıklarımız ve keşfettiklerimiz, bizim kendi dersimizi nasıl anladığımızla ilgili kişisel notlarımızdı.

Elbette, yazdıklarımızı sizlerle paylaşmak ve bu hakikatleri insanlara ulaştırmak arzusu; böyle bir çalışmanın ortaya çıkış sebebi idi ve acaba nasıl ifade edersek ruhunuza, aklınıza ve kalbinize tesir eder diye ciddî bir uğraş verdik. Fakat yazdıklarımızın muhatabı, en önce kendimiz olduk. Kendi dertlerimize derman aradık, kendi ihtiyaçlarımıza çözümler bulmaya çalıştık, kendi sorularımıza cevaplar aradık. Bulduğumuz cevapları da en başta kendimiz sahiplendik ve en çok da kendimiz istifade ettik.

Şunu samimiyetle ifade ve itiraf etmemiz gerekiyor: İzah metinleri ortaya çıkmadan önce, (istisnasız her seferinde) ne yazacağımız hakkında bir fikir sahibi olmadığımız halde, daha sonradan ortaya çıkan metinler karşısında hayrete düşüyor ve o meseleleri daha önce hiç bu netlikte idrak etmemiş olduğumuzu görüyorduk. İzah metinlerinin kontrolünü yaparken muazzam bir keyif ve zevk alıyorduk ve sanki bir başkasının yazdığı kitabı okuyorduk. Yazılanlar, en büyük sıkıntılarımızı ummadığımız şekilde dağıtıyor, müthiş kuvvetli ve sağlam bir iman hali veriyordu. Çünkü yazdıklarımız, ebedî iman ve Kur’ân hakikatlerinden bahsediyorlardı ve bir insanın kendi başına, şahsî mahareti ve kabiliyeti ile ortaya koyduğu bir eserden çok daha farklı bir mahiyet arz ediyorlardı. Bu nedenle o hakikatlerin güzellik ve mükemmelliği ifadelerimize aksetmiş olmalıydı.

Elbette çok meşakkatli ve zahmetli bir çabanın içindeydik ve bir-iki sayfa izah metni, çoğu zaman 3-5 saat sürdüğü oluyordu, bir o kadar da dipnotlar ve kavramlar sözlüğü uğraştırıyordu ama sonucunda hissettiğimiz keyif, mutluluk ve manevî tatmin duygusu buna fazlasıyla değiyordu. Bu aşamalarda ilk defa Bediüzzaman’ın “Ben de Risale-i Nur’un bir talebesiyim. Kur’ân dersinde bir ders arkadaşınızım ve ben de Risale-i Nur’a muhtacım” demesinin altında yatan manayı gerçek anlamda hissettik ve tevazu yapmadığını gördük.

“Okuyucunun kendi başına anladığından daha fazlasını anlamasına vesile olmak” gibi mütevazi bir hedef ortaya koymamıza rağmen, beklentimizin çok üstünde neticeler aldık. Bunun için Allah’a binlerce kez şükrediyoruz. Zaten hissemiz yalnızca şükürdür. Şimdi siz şahsımıza baksanız, pek fazla bir kıymet göremeyebilirsiniz. Normaldir, çünkü biz de göremiyoruz. Gördüğümüz sadece şu: İçine düştüğümüz sıkıntılı arayıştaki acizliğimiz, ihtiyacımız, samimi isteğimiz ve fiilî dua etmemiz.

İnsan olmanın bir gereği olarak, aynı arayışta olan ve aynı ihtiyaçları hissedenlerle bulduklarımızı ve hissettiklerimizi paylaşmak istedik. Yani, sizi karşısına alıp da ders veren bir öğretmen gibi değiliz derken işte bunu kastediyoruz. Belki, hep birlikte istifade etmek maksadıyla ve en az herkes kadar aç ve muhtaç olduğu için kendine ikram edilmiş bir sofraya samimiyetle davet eden birine benziyoruz. Ya da, büyük ve tükenmez bir hazineyi ve anahtarını keşfeden, o hazineyi heyecanla duyurmak ve başkalarıyla da paylaşmak isteyen meraklı bir çocuk gibiyiz.

15

İman hazinesinin cevherleri çok kıymetli ve lekesizdir. Eğer okuduğunuz satırlarda silik ve kıymetsiz bir şeyler görürseniz biliniz ki, o kesinlikle kusurlu kabiliyetimize aittir. Fakat bunun bir önemi yoktur ve olmamalıdır. Çünkü bu kitapta sizlerle birlikte bambaşka bir işe giriştik ve gerçekleştirmeye çalıştığımız, muazzam bir hazineyi keşfetmekti. Müthiş bir ilim ve edebiyat şaheseri ortaya koymak gibi bir iddiamız ve maksadımız yoktu zaten. Belki bundan yüz bin kat daha yüksek bir hedefimiz vardı ve zihnimiz de tamamen bununla meşguldü.

Bu çalışma, o hazineye ulaşmak için bir araç olarak, bir harita veya anahtar görevi görürse eğer, maksadımız da yerine gelmiş demektir.

Bazı insanlara o ebedî hayat hazinesini kazandırmakta bir anahtar olan gerçek imanın ellerine verilmesinde vesile olursak şayet, her şeyin üstünde mukaddes bir gayeye de ulaşmış olacağız. Kim bilir, belki dünyada hiç tanışmayacağımız ve yüzünü bile görmeyeceğimiz kardeşler kazanacağız ebedî hayatta.

İşte bu kitap, böyle samimî bir duyguyla, inşallah Allah rızasını elde etmek maksadıyla hazırlandı. Yüzünü henüz görmediğimiz hakikat arayıcısı kardeşlerimizle, ellerimizde tuttuğumuz aynı harita ve anahtarla ebedî cennet hazinesinin başında buluşmak için bir davet ve davetiye bileti olması için…

Şimdi sizi büyük bir hazinenin kapısından içeriye davet ediyoruz, lütfen içeriye buyurun!

16

Bu çalışma, “Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı”mızın üzerine bina edildiği “Olağanüstü Bir Hazinenin Keşif Yolculuğu: Risale-i Nur İzah Metinleri” isimli temel/kaynak kitap çalışmamızın ve bir parçasıdır ve kitabın “İman Hazinesinin Varlığını Delillerle İspatlamak” isimli ikinci ana bölümündeki altı adet “hakikatin”, “Meleklerin Varlığının İspatı” olan “İkinci Hakikati”dir.

17

Kâinatta Yalnız Mıyız?

(Meleklerin Varlığının İspatı)

Rivayet-i hadiste vardır ki, Her sabah bir melâike1 çağırıyor:

“Ölmek için tevellüd edip dünyaya gelirsiniz; Harap olmak için binalar yapıyorsunuz” diyor.

(Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur, Lem'alar, Otuzuncu Lem'a)

Hakikat ve hikmet ister ki, zemin gibi semâvâtın da kendine münâsip sekeneleri bulunsun.

Lisân-ı şer'îde o ecnâs-ı muhtelifeye "melâike ve ruhâniyât" tesmiye edilir. (Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur, Mektubât)

1 Melâike: Melekler. Tevellüd etmek: Doğmak. Semâvât: Gökler. Sekene: Bir mekânda yaşayan, sakin. Lisân-ı şer'î: Din dili. Ecnâs-ı muhtelife: Çeşitli cinsler. Tesmiye edilir: İsimlendirilir.

18

Kâinatta Yalnız Mıyız?

(Aşağıdaki resmin veya linkin üzerine tıklayarak, etkileyici görüntüleri ve hareketli müziğiyle 3 dk. 35 sn.lik tanıtım videosunu tam ekran ve HD izlemenizi tavsiye

ediyoruz.

https://youtu.be/iB11VkWe_AM

Karanlık bir boşlukta, dehşetli ateş topları ve büyük gök cisimleri arasında müthiş bir hızla akıp giden dünyanın içindeki insan, “şu koca kâinatta ne yaptığını ve burada yapayalnız olup olmadığını” sorar.

Gelin bu soruları bir de biz soralım ve “Kâinatta Yalnız Mıyız”

sorusunun cevabını aramak için hayalî ve zihinsel bir yolculuğa çıkalım.

19

Biz Yalnız Değiliz!

---------------------------------GİRİŞ METNİ----------------------------------

İnsanın hakikat arayışındaki büyük yolculuğunda en evvel karşısına tarifi imkânsız büyüklükte ihtişamlı galaksiler ve 100 milyar kere 100 milyar gibi akıl almaz sayılarla adetleri ifade edilen parlak yıldızlar çıkar.

20

Gözünün ve aklının alamayacağı bu azametli büyüklük karşısında ancak büyük bir hürmet hissiyle hayret etmekten başka bir şey yapamayan insan, kendi küçüklüğünü seyre dalar.

Karanlık bir boşlukta, dehşetli ateş topları ve büyük gök cisimleri arasında müthiş bir hızla akıp giden dünyanın içindeki insan, şu koca kâinatta ne yaptığını ve burada yapayalnız olup olmadığını sorar.

21

Bilimin zayıf mum ışığıyla önünü aydınlatmaya çaresizce çabalayan ve düşe kalka karanlıkta ilerlemeye çalışan o insanın aklına, bu büyük sorusuna câzip cevaplar aramak ve ebedî yalnızlığına kendince çareler bulmak gelir.

Hâlbuki henüz daha kâinatın görünen şeklinin ve dünyadaki hayatın ne kadar özel ve mucizevî olduğunun idrakinde değilken ve kendinin, bulunduğu yere rastgele atılmış ve gördüğü her şeyin de kendiliğinden oluşmuş olduğunu zannederken, başka yerlerde de kendisi gibi canlıların olduğunu veya olması gerektiğini hayal eder.

22

Bu karşı koyulmaz derecede çekici fakat bencil isteğini, fikir suretinde ortaya koyar ve der ki: “Şu küçücük dünyada bu kadar canlılar bulunsun da, trilyonlarca yıldızın, milyarlarca galaksinin içinde hiç hayat olmasın! Evet, mutlaka vardır ve olmalıdır. Biz yalnız değiliz!”

Kanaatimizce ateist ve maddeci bir gözle bu kâinata bakan birinin, kâinatın devasa büyüklüğünden dem vurarak, bu kadar büyük bir kâinatta mutlaka başka birilerinin de olması gerektiğini iddia etmesi, mantıken geçerli görülmekten son derece uzak, sığ bir yaklaşımdır. Çünkü Tabiat Risalesi izah metinlerinde öğrendik ki, bütün kâinat işini bırakıp bir protein üretmeye kalksa, yine de doğru neticeye isabet etmek için yeterli sayıda zaman ve madde parçacığı yoktur.

23

Hayatın tesadüfe dayalı evrimsel mekanizmalarla oluştuğu iddiasında olan fakat nasıl olup da böyle imkânsız bir mucizenin gerçekleştiğini matematiksel olarak açıklayamayan birinin, kâinatın diğer yerlerinde de mutlaka dünya dışı akıllı hayatın bulunduğuna dair tezleri, dinlenmeye lâyık değildir.

Bize hayat imkânı verecek düzendeki bir kâinatın oluşma ihtimalinin ise akıl sınırlarını çok aşan bir sayı olan 10 üzeri 10 üzeri

123’te bir tek ihtimal olarak hesaplandığını hatırlayacak olursak,

Tesadüfe dayalı bir yaşam kurgusu içinde bulunanların, dünya üzerindeki hayatın aslında hiçbir zaman gerçekleşmemiş olması gerekecek düzeyde imkânsız bir mucize olduğunu gösteren ve inkârı mümkün olmayan tesadüfe dayalı matematiksel ihtimal hesaplamalarının imkânsız senaryolarının mevcut kâinatın çok dışına taştığını çaresizce görerek, oluşum ihtimallerini çoğaltma ve mümkün hale getirme çabasıyla 10500 sayıda çoklu evreni hayal

edenlerin, gerçekçi davranarak şu itirafı yapmaları gereklidir:

”Her nasılsa kâinat içinde ve bulunduğumuz gezegen üzerinde böyle şaşırtıcı oluşumlar meydana gelmiş.

Fakat bu kadar imkânsız görünen olayların, kâinatın muhtelif yerlerinde de mutlaka ve hatta çok sayıda gerçekleşmesi gerektiğini iddia etmek, gerçeğin ifadesi olamaz ve böyle bir iddianın, gerçek olmasını istediğimiz bir hayalden bahsetmekten öte bir anlamı yoktur.”

Buraya kadar kâinatı ve hayatı yaratan bir Allah’ı kabul etmeden, bildiğimiz hayat dışındaki muhtemel yaşam formlarıyla ilgili materyalist felsefenin söz söylemeye hakkı olan sınırlı çizgiyi ifade ettik. Şimdi diyoruz ki:

Eğer dünya dışı bir yaşamın varlığından bahsedilecekse, en önce yaşamın ve kâinatın yaratıcısı olan Allah kabul edilecek ve daha sonra O’nun varlığının gerektirdiği hakikatlar noktasında meselemiz yeniden değerlendirilecek.

24

Yani bir Allah’ın varlığı ışığında ve O’nun tarafından bakılarak “akıl ve şuur sahibi yabancı yaşam formları kavramı” tekrar incelenecek. Bu konuda ilahî bir bilgilendirme ve haber varsa ona itibar edilecek.

Bilmediğimiz şuurlu yaşam formlarının var olup olmadığı ve varsa ne şekilde olduğu, bizzat hayatın sahibi ve yaratıcısından öğrenilecek.

25

İşte meleklerin ve ruhanîlerin varlıklarını ispatlayan Yirmi Dokuzuncu Söz’ün mükemmelen yaptığı tam da budur. Bu arada şöyle bir bilgiyi de verelim: Kur’ân ve hadis ile varlıkları kesin olarak ve detay verilerek bildirilen canlılar; sadece cinler, melekler ve ruhanîlerdir.

Bunların dışında dünyada olduğu gibi diğer bir başka gezegende de yaşayan ve biz insanlara benzeyen akıllı yaşam formları hakkında verilen kesin bir bilgiye rastlanmamaktadır. Fakat bazı ifadelerden dünya dışı yaşamın muhtelif şekillerde var olabilirliği ihtimali de çıkartılabilmektedir. Örneğin Talak suresindeki bir ayette geçen “Allah’ın yedi kat göğü ve yerden de onların benzerini yarattığı” ifadesi, yerküremize benzeyen ve canlıların yaşadığı ve bilinen uzay içinde bulunan başka yedi yerkürenin varlığından bahsetmek olarak görülebilir ve bu paralelde mana veren İslam âlimleri de olmuştur fakat bunun bir kesinliği yoktur ve olsa olsa ayetin muhtemel yorumlarından biri olabilir.

Yaşadığımız dünyanın dışında veya paralel bir âlemde yaşama uygun farklı gezegenler olsa bile, orada insan gibi mükellef ve sorumlu varlıkların yaşadığı konusunda kesinlik içeren bilgi veren bir ayet veya hadis yoktur.

Eğer oralarda bize bildirilenlerin dışında başkaca bir yaşam türü olsaydı, böyle önemli bir olay mutlaka bildirilirdi denilebilir.

Buna rağmen böyle bir düşüncenin kendisi de kesinlik içermez. Belki Allah ve Resulü ilahî maksatların gerektirdiği ve bilmemiz gereken kadar bilgi vermişlerdir diye de düşünmemiz mümkündür.

26

Fakat her durumda şöyle önemli bir gerçek vardır ki, kâinatın tamamını kaplayan şuurlu yaşam formlarından zaten haber verilmiştir. Ayrıca Allah Kur’ân’ına “Âlemlerin Rabbi” diye başlamıştır. Yani melek, cin ve ruhanîler haricinde de başkaca dünyalar ve akıllı canlıların bulunması ilahî kudretin imkânı dâhilindedir. Bu dünyaların varlığını ilahî hikmeti gerektirmişse ve iradesi ile de hükmetmişse elbette yaratmıştır. Temellendirmemiz gereken asıl nokta budur.

Dünya dışı yaşam kavramının, ne din ile ne de bir yaratıcı düşüncesiyle çatışmadığını kesin olarak söyleyebiliriz.

27

Çünkü ilahî vahiyde dünya dışı yaşam yoktur denilmiyor, aksine ilahî yaratımın çokluğuna ve kudretin sonsuzluğuna sürekli atıfta bulunuluyor. Diğer taraftan tespit edilmiş akıllı yaşam formu zaten yoktur. Bir gün bu ihtimal gerçekleşirse ne olacak sorusuna vereceğimiz cevap şu olacaktır: İşte o gün sadece ilahî kudretin harikalığına tekrar şahit olacağız, o kadar.

Sizinle kaynağı çok kuvvetli olmayan ilginç bir rivayeti de burada paylaşacağız. Beyhaki’nin rivayet ettiğine göre İbn Abbas (tefsir âlimi) şöyle demiştir: “Yedi adet arz (dünya) vardır. O yerlerin (âlemlerin) her birisinde sizin peygamberiniz gibi bir peygamber, Âdem gibi bir Âdem, Nuh gibi bir Nuh, İbrahim gibi bir İbrahim ve İsa gibi bir İsa bulunmaktadır."

Tüm bunlar çok enteresan ifadeler de olsa kesin olarak bilmemiz gereken sadece iki şey vardır ve gerçek anlamda önemli olan da yalnızca bunlardır:

1-Biz kâinatta yalnız değiliz!

2-Yaratılış maksadımızı bildiren bir yaratıcımız var!

28

Şimdi kâinat çapında bir genişliğe sahip iman hakikatlerinin kaynağından bahsedeceğiz. İslâmiyetin “iman şartnamesi” diyebileceğimiz Amentü’nün1 içindeki altı adet iman esasının cümle sıralamasında, bütün iman esaslarından önce Allah’a iman esası ile başlanması tesadüf değildir. İman ile ilgili bütün hakikatlerin aslı ve kaynağı Allah’a imandır. Tüm iman esasları Allah’a imanın zarurî gereği olarak gerçekleşir, ispatlanır ve ancak Allah’a iman hakikatinin parlak ışığı altında tam olarak anlaşılabilir.

Şöyle ki: Madem bir Allah var, o halde kendi sanatını görüp hayret edecek, mükemmel işlerine şahit olup ibadet edecek şuur sahiplerini kâinatın her tarafında elbette mutlaka yaratacaktır. İşte meleklere iman esası.. Bir Allah var, o halde kendisini bildirmemek, tanıttırmamak olmaz. İşte peygamberlere ve kitaplara iman.. Bir Allah var, o halde tüm güzel sanatlarını çürüyüp mahvolmaktan, israftan, abesiyetten kurtaran ve kendisini seven ve sevilen, bilen ve bildiren kullarını idamdan, yokluktan ve yaratılış maksatlarını anlamsızlıktan kurtaran ve yüzeysel gözümüze temas eden tüm çirkinliklerin, adaletsizliklerin gerçek güzel hakikatlerini gerçekleştiren ebedî bir diyar muhakkak olmalıdır. İşte âhirete iman.. Madem her işinde maharetle işleyen, kararlı ve düzenli bir madde yapısı yaratan bir Allah var. O halde böyle mükemmel bir kâinatı yaratan O Allah, elbette işinin tüm planlarını, programlarını, modellerini ve ilmî manevî kalıplarını kendi ilahî ilminde saklamaktadır ve zamanı geldikçe gerçekleştirmektedir ki, işler böyle saat gibi işliyor.

1 Amentü şöyledir: Âmentü billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rüsülihi vel yevmil ahiri ve bilkaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ vel ba'sü ba'del mevti hakkun. Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resülühü. (Yani, Allah’a, meleklerine, gönderdiği kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, öldükten sonra dirilmeye inanıyorum. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed aleyhisselamın da Allah’ın kulu ve Peygamberi olduğuna şehadet ediyorum.)

29

Hem madem böyledir. Elbette harika işlerini anlayabilen ve takdir edebilen şuur sahibi kullarının fiillerini kayıt altına almamakla başıboş bırakması ve kendisi haricinde herhangi bir tesadüfî kuvvetin o kullarının hayatında gerçek anlamda hükmetmesine ve hayatlarına müdahalesine izin vermesi ve O’na ibadette ve O’ndan yardım istemekte ve O’na teşekkür etmekte başka ortakların iştirakini kabullenmesi hiç mümkün değildir. İşte Allah’a imanın ışığı altında parıl parıl parlayan hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine ve kadere iman etmek esası..

Detaylı analizimizle baştaki sorumuzun doğru cevapları hakkında söz söyleme hakkının, kâinatın sahibine ait olduğu açıklık kazandı. Şimdi meselemizi akıl ve hikmet çerçevesinde ve Allah’ın tarafından bakarak daha önce görülmemiş orijinal tespitlerle inceleyen Yirmi Dokuzuncu Söz’le sizleri başbaşa bırakıyoruz.

“Biz Yalnız Değiliz!” Eğitim Programı Ders Videosu (Video penceresinin açılması için linke veya resme tıklayınız)

https://youtu.be/oGzQJCqIOZM

“İman Hakikatlerinin Kaynağı: Allah'a İman”

Eğitim Programı Ders Videosu (Video penceresinin açılması için linke veya resme tıklayınız)

https://youtu.be/CVkp3PjoUGs

30

--------------------------------ESERİN METNİ-------------------------------

29.Söz’ün Mukaddimesi ve Birinci Maksadı

Beka-i Ruh ve Melaike ve Haşre Dairdir.1

يطان الرجيم بسم الله الرحن الرحيم اعوذ بالله من الش

2 ت ن زل الملئكة والروح فيها باذن ربهم * قل الروح من امر ربه [Şu Makam, İki Maksad-ı Esas İle Bir Mukaddimeden İbarettir.]

Mukaddime

Melaike ve ruhaniyatın3 vücudu, insan ve hayvanların vücudu kadar kat'îdir, denilebilir. Evet, Onbeşinci Söz'ün Birinci Basamağında beyan edildiği gibi: Hakikat kat'iyyen iktiza eder4 ve hikmet yakînen5 ister ki; zemin gibi, semavatın6 dahi sekeneleri bulunsun ve zîşuur sekeneleri7 olsun ve o sekeneler, o semavata münasib bulunsun. Şeriatın lisanında, pek çok muhtelif-ül cins olan o sekenelere melaike ve ruhaniyat tesmiye edilir8.

Evet, hakikat böyle iktiza eder. Zira şu zeminimiz, semaya nisbeten küçüklüğü ve hakaretiyle beraber zîşuur mahlûklarla doldurulması, arasıra boşaltıp yeniden yeni zîşuurlarla şenlendirilmesi işaret eder belki tasrih eder9 ki:

Şu muhteşem burçlar sahibi olan müzeyyen kasırlar10 misali olan semavat dahi, nur-u vücudun nuru olan zîhayat11 ve zîhayatın ziyası olan zîşuur ve zevil-idrak mahlûklarla elbette doludur.

1 29.Söz, ruhun ebediliği, melekler ve dirilişi konu alır. Biz dirilişi konu alan ikinci maksadı kitabımıza alamadık. Bunun yerine âhireti parlak bir şekilde ispatlayan 10.Söz’ün izahını yaptık. 2 “Melekler ve Cebrâil o gecede Rablerinin izniyle yeryüzüne iner.” Kadir Sûresi, 97:4. “De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir.” İsra Sûresi,17:85 3 Ruhaniyat: Ruhanî –ruh taşıyan- varlıklar. Bu tabiri en genel anlamında anlamak gerekiyor. Işıktan, ateşten, karanlıktan, havadan ve hatta kelimelerden yaratılan ve mahiyetleri hakkında çok fazla bilgi sahibi olmadığımız ruhanî varlıklar. Cinler, şeytanlar ve vefat etmiş insanların ruhları bu tabir içinde yer bulabilirler. 4 İktiza eder: Gerektirir. 5 Yakînen: Kesin olarak. 6 Semavat ve arz: Gökler ve yer. (Arz tabiriyle bazen dünyamız, bazen görünen kâinat yani maddî âlem kastedilir. Semavat tabiriyle de bazen dünyanın haricindeki maddî âlem, bazen de maneviyat âlemleri, yani ebedî âhiret âlemleri kastedilir. Metin akışına göre mana vermek gerekir.) 7 Zîşuur sekeneler: Şuurlu sakinler. (bir mekânda yaşayan bilinçli varlıklar) 8 Tesmiye edilir: İsimlendirilir. 9 Tasrih etmek: Açıkça ortaya koymak. 10 Müzeyyen kasırlar: Süslü saraylar. 11 Zîhayat: Canlı, hayat sahibi. (‘zi’ ve ‘zevil’ eki, sahiplik ekidir. Zişuur, zevil’idrak, zifikir, ziruh vs.)

31

İzah Metni Yazarının Ara Notu:

Bir önceki cümlede geçen nur ve ziya kelimeleri, eşyayı aydınlatan ve varlığını ortaya çıkaran ışık manasında kullanılmıştır. Yokluğu karanlığa, varlığı ise aydınlığa benzettiğimizde; cansız ve birbirinden habersiz olan eşyayı ve kâinatı gerçek anlamda aydınlatan ışık, hayattır. Hayat ile tüm eşyanın varlığı bilinir ve gerçek anlamda ortaya çıkar. Hayat olmazsa sanki tüm eşya karanlıkta kalmışcasına varlıkları bilinmeden saklı kalır. Elbette bunun bir üst mertebesinde idrak ve şuur vardır. Tüm eşyanın anlamlı bir farkındalıkla bilincinde olmak, elbette kâinatı (mecazi anlamda) ışıklandıran, şenlendiren ve bilinir kılan hayat ışığını da gerçek manada parlatır, renklendirir, derinleştirir ve mükemmelleştirir. İşte bu düzeyde yüksek bir kıymet taşıyan idrakli ve şuurlu bir hayat hakikatinin şu küçücük dünyamızın her köşesinden taşması ve kaynaması, elbette bu kadar ihtişamlı bir kâinat sarayının muazzam meydanlarında da aynı hakikatin son derece çok ve çeşitli ferdlerinin bulunması gerekliliğini akıl gözümüze gösterir. Fakat bu devasa kâinata çok gerekli hayat hakikatinin ne şekilde olduğunun doğru bilgisini, kâinat sahibi verir. İnsanların hayalî kurguları değil.

Önemli Not: Yukarıdaki ifadelerin bütünlüğünü bozmamak için araya almadığımız iki adet etkileyici ve muhakkak izlemenizi tavsiye ettiğimiz videoyu bu sayfanın devamında bulabilirsiniz. Bu iki video, yan tarafta koyu renkli işaretlenen eser metnindeki ifadeleri tefekkür edebilmeniz için “yaşam çeşitliliği” ve “muhteşem gökler”ismiyle sunulmuştur.

32

“Yaşam Çeşitliliği” (3 dk. 9 sn.lik bu videoyu tam ekran ve HD izleyiniz)

(Video penceresinin açılması için linke veya resme tıklayınız) https://youtu.be/4F1uEytg_t8

“Muhteşem Gökler” (2 dk. 5 sn.lik bu videoyu tam ekran ve HD izleyiniz)

(Video penceresinin açılması için linke veya resme tıklayınız) https://youtu.be/ePwwy5QbbJU

33

O mahlûklar dahi, ins ve cin gibi, şu saray-ı âlemin seyircileri ve şu kâinat kitabının mütalâacıları1 ve şu saltanat-ı rububiyetin dellâllarıdırlar2.

Küllî ve umumî ubudiyetleri ile kâinatın büyük ve küllî mevcudâtın tesbihatlarını temsil ediyorlar. Evet, şu kâinatın keyfiyatı3, onların vücudlarını gösteriyor.

Çünkü kâinatı hadd ü hesaba gelmeyen dakik san'atlı tezyinat4 ve o manidar mehasin5 ile ve hikmetdar nukuş6 ile süslendirip tezyin etmesi; bilbedahe ona göre mütefekkir7 ve istihsan8 edicilerin ve mütehayyir9 takdir edicilerin enzarını10 ister, vücudlarını taleb eder.

Evet, nasıl ki hüsün11 elbette bir âşık ister, taam12 ise aç olana verilir. Öyle ise, şu nihayetsiz hüsn-ü san'at içinde gıda-yı ervah ve kut-u kulûb13; elbette melaike ve ruhanîlere bakar, gösterir.

Madem bu nihayetsiz tezyinat, nihayetsiz bir vazife-i tefekkür ve ubudiyet14 ister.

Hâlbuki ins ve cin, şu nihayetsiz vazifeye, şu hikmetli nezarete, şu vüs'atli15 ubudiyete karşı, milyondan ancak birisini yapabilir.

Demek bu nihayetsiz ve çok mütenevvi16 olan şu vezaif17 ve ibadete, nihayetsiz melaike enva'ları18, ruhaniyat ecnasları lâzımdır ki, şu mescid-i kebir-i âlemi19 saflarıyla doldurup şenlendirsin.

Evet, şu kâinatın herbir cihetinde, her bir dairesinde, ruhaniyat ve melaikelerden birer taife, birer vazife-i ubudiyetle muvazzaf20 olarak bulunurlar.

Bazı rivayat-ı ehadîsiyenin21 işaretiyle ve şu intizam-ı âlemin hikmetiyle denilebilir ki:

1 Mütalâacı: İnceleyici. 2 Saltanat-ı rububiyetin dellâlları: İlahlık saltanatının ilancıları. 3 Keyfiyat: Görünen şekli, temel özellikleri. 4 Tezyin(at): Süsleme(ler), zinet(ler). 5 Mehasin: Güzellikler. 6 Nukuş: Nakışlar. 7 Mütefekkir: Tefekkür eden. Allah’ı düşünen. 8 İstihsan etmek: Beğenmek. Takdir etmek. 9 Mütehayyir: Hayret eden. 10 Mütehayyir takdir edicilerin enzarını: Hayretle takdir edenlerin görmesini. 11 Hüsün: Güzellik. 12 Taam: yiyecek. 13 Gıda-yı ervah ve kut-u kulûb: Ruhların ve kalplerin gıdası. 14 Ubudiyet: Kulluk. 15 Vüs'atli: geniş. 16 Mütenevvi: Çeşit çeşit. 17 Vezaif: Vazifeler. 18 Enva-Ecnas: Türler-Cinsler. 19 Mescid-i kebir-i âlemi: Büyük bir mescide benzeyen âlem. 20 Muvazzaf: Vazifeli. 21 Rivayat-ı ehadîsiye: Hadislerin nakilleri.

34

Bir kısım ecsam-ı camide-i seyyare1 -yıldızlar seyyaratından tut, tâ yağmur kataratına2 kadar- bir kısım melaikenin sefine ve merakibidirler3.

1 Ecsam-ı camide-i seyyare: Akıp giden cansız cisimler. 2 Katarat: Damlalar (katreler). 3 Merakib: Binekler.

35

O melaikeler, bu seyyarelere izn-i İlahî ile binerler, âlem-i şehadeti1 seyredip gezerler ve o merkeblerinin tesbihatını temsil ederler.

Hem denilebilir: Bir kısım hayatdar ecsam, -bir hadîs-i şerifte "Ehl-i Cennet ruhları, berzah âleminde yeşil kuşların cevflerine girerler ve Cennet'te gezerler" diye

işaret ettiği 2طيور خضر tesmiye edilen Cennet kuşlarından tut, tâ sineklere kadar- bir

cins ervahın tayyareleridir.

Onlar bunların içine emr-i Hak'la girerler, âlem-i cismaniyatı seyredip, o hayatdar cesedlerdeki göz, kulak gibi duyguları ile, âlem-i cismanîdeki mu'cizat-ı fıtratı3 temaşa ediyorlar. Tesbihat-ı mahsusalarını edâ ediyorlar. İşte nasıl hakikat böyle iktiza4 ediyor, hikmet dahi aynen öyle iktiza eyliyor.

Çünkü şu kesafetli ve ruha münasebeti az olan topraktan ve şu küduretli ve nur-u hayata münasebeti pek cüz'î olan sudan, mütemadiyen hummalı bir faaliyetle, letafetli hayatı ve nuraniyetli zevil-idraki halkeden Fâtır-ı Hakîm, elbette ruha çok lâyık ve hayata çok münasib, şu nur denizinden ve hattâ şu zulmet bahrinden, şu havadan, şu elektrik gibi sair madde-i latifeden bir kısım zîşuur mahlûkları vardır. Hem pek çok kesretli olarak vardır.

1 Âlem-i şehadet: Görünen (maddî) âlem. 2 Tuyurun hudrun (ibarenin okunuşu): Yeşil kuşlar. 3 Mu'cizat-ı fıtrat: Yaratılış mucizeleri. 4 İktiza etmek: Gerektirmek.

36

--------------------------------İZAH METNİ--------------------------------

Hayat Neden Vardır?

Hayat neden vardır? Hangi yüksek maksatlara hizmet etmektedir?

Bu sorulara hayatın yaratıcısı ve sahibi en net şekliyle bir kudsî hadiste cevap veriyor:

“Ben gizli bir hazine idim; bilinmek istedim, mahlûkatı yarattım.”1

Bir Kur’ân ayeti ise yaratılış maksadını şöyle bildiriyor:

“Ben cinleri ve insanları yalnız beni tanıyıp kulluk etsinler diye yarattım.“2

1 Acluni, II, 132. 2 Zariyat Suresi, 56.

37

Kâinatın yaratılışındaki ilahî maksat, Allah’ın kendi güzelliğini ve mükemmelliğini görmek ve göstermek istemesidir. Yani kâinat yaratıcısının gözünde yaratılışın en önemli neticesi şükür, ibadet, hamd ve muhabbettir. Bu noktadan bakıldığında elbette diyebiliriz ki, şu koca kâinatın her köşesinde ilahî sanatlarını ve mükemmelliğinin eserlerini icra eden bir yaratıcının bu faaliyetlerini görecek, seyredecek, şahit olacak, hayran olacak, muhabbet edecek, manen ve maddeten O’na ibadet edecek, O’nu tesbih ve zikir edecek şuurlu seyirciler lâzımdır. Gerçi en önce ve bizzat, kendini ve eserlerini kendi gözüyle görür fakat madem her güzellik ve mükemmellik sahibi kendi güzelliğini ve mükemmelliğini görmek istediği gibi, göstermek de ister. O halde kâinat genişliğindeki bu muazzam ilahî icraata şahitlik edecek sayısız şuur sahibi muhataplar, bilinçli temsilciler ve ilancılar gereklidir.

Evet gerçi insan bir yönüyle bu büyük mananın ve yüksek ibadetin önemli bir kısmını manen üstlenir, çünkü tüm mevcudâtın bütün ibadetlerini niyetiyle temsil etme vazifesini yapar. Fakat öyle bile olsa maddeten de bu ulvî vazifelerin yapılması gerekmektedir. İnsanın ise bunun ne kadar az bir kısmını yerine getirebileceği açıktır. Başta da demiştik, her iman esası Allah’ın varlığı ve varlığının gerektirdikleriyle aydınlanır. İşte her şeyin Allah’ı zikir ve tespih ettiğinin Kur’ân’da haber verilmesi gibi; sınırsız, ezelî ve ebedî bir Allah’ın kâinat sayfalarında yayınladığı muazzam ve hadsiz manaların bilinmesi ve görünmesi ve hikmetsiz, gayesiz, neticesiz, boşu boşuna yaratılmış olmaktan kurtulması için elbette aklen gerekir ki, o ince sanatların ve o manalı güzelliklerin her birine bakıp, hayret eden ve takdir eden birileri bulunsun.

38

İşte önümüzde muazzam bir ufuk açan ve ebedî sanılan yalnızlığımızı, hayallerimizin ve beklentilerimizin çok ötesinde ortadan kaldıran müthiş bir olay:

Meleklerin ve ruhanî varlıkların hakikatinin bilinmesi.

Yaşadığımız dünyaya ilişkin algımızı yeni baştan inşa eden ve sonsuza kadar değiştiren; içinde bulunduğumuzu zannettiğimiz manevî karanlıktan manen güneş gibi parlak bir aydınlığa çıkaran ve tüm zaman ve mekânı nurlar içinde bırakan büyük bir hakikat..

İnsanlık koca uzayın bazı yerlerinde ve sadece dünyaya benzer gezegenlerde şuurlu bir hayatın izini çaresizce aramaya devam ederken,

Kur’ân’ın ve Hz.Muhammed’in (A.S.M.) lisanından duyulan;

Atom altı ve üstü bütün mekânlarda hiçbir madde parçacığının cansız, ölü, kendi başına, yapayalnız, hayatsız, şuursuz kalmadığı ve

Kâinatın her bir köşesinin meleklerle ve ruhanî varlıklarla şenlendirilmiş olduğu haberinin alınmasıyla

Beklentilerin çok üstünde büyük bir müjde, kâinatı ve insanlığın hüzünlü ruhunu aydınlatıyor.

39

Kâinatta yalnız olup olmadığımız sorusunu soran pek çok insan, bu sorunun cevabını oldukça sınırlı bir çerçevede hayal edebilmiştir. Bilim veya bilim kurgu adına ortaya koyulan muhtemel senaryolarda hayata uygunluk kriteri için gezegenimizin mevcut şartları ölçü alınmış, bu şartların haricinde şuurlu bir yaşamın gelişebileceği çoğunlukla tasavvur dahi edilmemiştir. Örneğin hayatın oluşabileceği bir gezegende olmazsa olmaz ilk şartın, hayata kaynaklık eden su olduğu varsayılmıştır. Peki neden böyle olsun ki? Bu şartlanmışlık, bildiğimiz yaşam şartlarından farklı ortamlarda var olabilen canlılara daha önce şahit olmamamızdan kaynaklanmıyor mu? (Bir de bazı bilim kurgu dizilerinde her gidilen yabancı gezegenin sakinlerinin İngilizce konuşuyor olmaları vardır ki akla ziyan!)

Acaba kendi aklımızı ve duyu organlarımızın algılama sınırlarını çok mu abartıyoruz ki, koskoca kâinattan sonuç çıkarmakta tek ve doğru ölçü olarak bunları baz alıyoruz?

40

Hâlbuki insan gözünün ve kulağının algılayabileceği alt ve üst limitler, çok sınırlı bir aralığı ifade etmektedir.

Gözümüzle göremediğimiz ışınların, kulağımızla duyamadığımız frekanstaki seslerin varlığı bilinmektedir.

41

Peki madem öyle, muhtemel yaşam formları neden duyu organlarımızla algılayabileceğimiz aralıkta olsun veya bizim yaşamımız için gerekli çevresel şartlara bağlı olsunlar ki? Bu soruyu bir takım astronomlar ve bilim adamları da sormuştur. Fakat hiç biri kâinat yaratıcısından haberler getiren Allah Resulü’nün (A.S.M.) işaret ve ifade ettiği kadar ileri bir noktayı hayal dahi edememişti.

Öyle ileri bir nokta ki, yıldızlardan yağmur damlalarına kadar her şeyin, üstlendikleri vazifelerin manevî dilleriyle Allah’ı zikretmeleri, yani O’dan haber vermeleri ve O’na delil olmalarının o varlıkların manen ibadet etmeleri demek olduğunu bildirmek ve bununla da kalmayıp, canlı-cansız her şeyin ve her madde parçacığının şuursuz olarak yaptığı bu manevî ibadeti şuurlu olarak temsil etmek ve kâinat tabakalarında ilan etmekle görevli “melekler” diye isimlendiren bir yaşam formunun varlığından haber vermek ve o melekler için yıldızların ve yağmur damlalarının gemi ve binek misali üzerinde gezdikleri bir ulaşım aracı gibi olduğundan bahsetmek, hatta bir takım ruhanî varlıkların gerek maddî âlemdeki sineklerden, gerek cennetteki kuşlara kadar çeşitli hayvanların içlerine girip, onların maddî gözleriyle âlemleri seyretmeleri gibi olağanüstü anlatımlara yer vermek… İşte bu tarz bir kâinat tasvirinin, hayallerin çok ötesinde bir gerçeklik olduğu şüphesizdir.

Peki böyle fantastik bir anlatımın delili sadece nakil midir? Aslında değil. Çünkü madde içindeki toprak ve suya baktığımızda, normal şartlarda hayat ve ruh gibi parlak ve maddesel olmayan bir hakikate kaynaklık etmeye hiç de uygun olmadıklarını düşünebiliyoruz.

42

Evet zıtlardan ve imkânsızlıklardan yarattığı kudret mucizeleriyle sınırsız iktidarını ve kayıtsız hâkimiyetini en parlak bir şekilde gösteren bir yaratıcının, hayatın ve ruhun asıl yapısına çok daha uygun görünen bir formda bulunan, katı ve sabit yapıdan uzak maddelerden çoklukla hayatı çıkartmış olabileceği akla hiç de uzak bir ihtimal olarak gelmemelidir.

Işık, karanlık, hava, elektrik gibi katı maddesel yapıdan uzaklaşan ve akışkan özellikte bulunan, ayrıca ruhun ve hayatın manevî boyutuna, ince ve hassas yapısına daha uygun görünen maddelerden bir takım şuurlu canlıların yaratılmaları gayet mümkün görünüyor. Bu canlıların varlıklarının teyidini, isimlerini, çeşitlerini, vazifelerini ve neye benzediklerinin bilgisini ise ilahî vahiyden alıyoruz.

“Hayat Neden Vardır?” Eğitim Programı Ders Videosu (Video penceresinin açılması için linke veya resme tıklayınız)

https://youtu.be/_omakBMLznM

43

--------------------------------ESERİN METNİ-------------------------------

Birinci Maksad

Melaikenin Tasdiki İmanın Bir Rüknüdür. Şu Maksadda Dört Nükte-i Esasiye Vardır.

Birinci Esas

Vücudun kemali1, hayat iledir. Belki vücudun hakikî vücudu, hayat iledir. Hayat, vücudun nurudur. Şuur, hayatın ziyasıdır. Hayat, her şeyin başıdır ve esasıdır. Hayat, her şeyi her bir zîhayat olan şeye mal eder. Bir şeyi, bütün eşyaya mâlik2 hükmüne geçirir. Hayat ile bir şey-i zîhayat diyebilir ki:

"Şu bütün eşya, malımdır. Dünya, hanemdir. Kâinat mâlikim tarafından verilmiş bir mülkümdür."

1 Kemal sahibi olmak: Mükemmellik basamaklarının bir derecesinde olmak. 2 Mâlik: Sahip.

44

Nasılki ziya ecsamın1 görülmesine sebebdir ve renklerin -bir kavle göre- sebeb-i vücududur. Öyle de: Hayat dahi, mevcudâtın keşşafıdır2. Keyfiyatın tahakkukuna3 sebebdir. Hem cüz'î bir cüz'ü, küll ve küllî hükmüne getirir. Ve küllî şeyleri bir cüz'e sığıştırmaya sebebdir. Ve hadsiz eşyayı, iştirak ve ittihad ettirip bir vahdete medar, bir ruha mazhar yapmak gibi, kemalât-ı vücudun umumuna sebebdir. Hattâ hayat, kesret tabakâtında bir çeşit tecelli-i vahdettir ve kesrette ehadiyetin bir âyinesidir.

Bak hayatsız bir cisim, büyük bir dağ dahi olsa yetimdir, garibdir, yalnızdır. Münasebeti yalnız oturduğu mekân ile ve ona karışan şeyler ile vardır. Başka kâinatta ne varsa, o dağa nisbeten madumdur4. Çünki ne hayatı var ki, hayat ile alâkadar olsun; ne şuuru var ki, taalluk etsin5.

Şimdi bak küçücük bir cisme, meselâ balarısına. Hayat ona girdiği anda, bütün kâinatla öyle münasebet tesis eder ki, bütün kâinatla, hususan zeminin çiçekleriyle ve nebatatları ile, öyle bir ticaret akdeder ki, diyebilir:

"Şu arz, benim bahçemdir, ticarethanemdir."

1 Ecsam: Cisimler. 2 Mevcudatın keşşafı: Varlıkların keşfedicisi. 3 Keyfiyatın tahakkuku: Temel özelliklerin ortaya çıkması. (yani, hayat ile varlıkların ne oldukları bilinir ve ortaya çıkar.) 4 Madum(iyet): Yok(luk). 5 Taalluk etmek: Alâkadar olmak, bir ilgisi bulunmak.

45

İşte zîhayattaki meşhur havass-ı zâhire ve bâtına1 duygularından başka, gayr-ı meş'ur saika ve şaika hisleriyle beraber o arı, dünyanın ekser enva'ıyla ihtisas ve ünsiyet ve mübadele ve tasarrufa sahib olur. İşte en küçük zîhayatta hayat böyle tesirini gösterse, elbette hayat tabaka-i insaniye olan en yüksek mertebeye çıktıkça, öyle bir inbisat ve inkişaf ve tenevvür eder2 ki; hayatın ziyası olan şuur ile, akıl ile bir insan kendi hanesindeki odalarda gezdiği gibi, o zîhayat kendi aklı ile avalim-i ulviyede ve ruhiyede ve cismaniyede3 gezer. Yani, o zîşuur ve zîhayat manen o âlemlere misafir gittiği gibi, o âlemler dahi o zîşuurun mir'at-ı ruhuna4 misafir olup, irtisam ve temessül ile5 geliyorlar.

Hayat, Zât-ı Zülcelal'in en parlak bir bürhan-ı vahdeti6 ve en büyük bir maden-i nimeti ve en latif bir tecelli-i merhameti ve en hafî7 ve bilinmez bir nakş-ı nezih-i san'atıdır. Evet, hafî ve dakiktir. Çünki enva'-ı hayatın en ednâsı olan hayat-ı nebat8 ve o hayat-ı nebatın en birinci derecesi olan çekirdekteki ukde-i hayatiyenin tenebbühü, yani uyanıp açılarak neşv ü nema bulması, o derece zâhir9 ve kesrette10 ve mebzuliyette11, ülfet12 içinde, zaman-ı Âdem'den beri hikmet-i beşeriyenin nazarında gizli kalmıştır. Hakikati, hakikî olarak beşerin aklı ile keşfedilmemiş.

1 Havass-ı zâhire ve bâtına: Dış ve iç duyu organları. 2 İnbisat, inkişaf ve tenevvür etmek: Açılmak, yayılmak ve nurlanmak. 3 Avalim-i ulviyede ve ruhiyede ve cismaniyede: Cismanî, ruhî ve ulvî (yüce) âlemler. 4 Mir'at-ı ruhuna: Ruh aynasına. 5 İrtisam ve temessül ile: Resmedilerek ve görünerek. 6 Bürhan-ı vahdet: Allah’ın birliğine delil. 7 Hafî: Gizli. 8 Hayat-ı nebat: Bitkisel hayat. 9 Zâhir: Açık. 10 Kesret: Çokluk. 11 Mebzuliyet: Bolluk. 12 Ülfet: Alışkanlık.

46

Hem hayat, o kadar nezih ve temizdir ki; iki vechi, yani mülk ve melekûtiyet vecihleri1 temizdir, pâktır, şeffaftır. Dest-i kudret2, esbabın3 perdesini vaz'etmeyerek, doğrudan doğruya mübaşeret4 ediyor. Fakat, sair şeylerdeki umûr-u hasiseye5 ve kudretin izzetine uygun gelmeyen nâpâk keyfiyat-ı zâhiriyeye menşe' olmak için esbab-ı zâhiriyeyi perde etmiştir.6

ELHASIL: Denilebilir ki; hayat olmazsa vücud vücud değildir, ademden7 farkı olmaz. Hayat, ruhun ziyasıdır. Şuur, hayatın nurudur.

Mademki hayat ve şuur, bu kadar ehemmiyetlidirler. Ve madem şu âlemde bilmüşahede bir intizam-ı kâmil-i ekmel vardır. Ve şu kâinatta bir itkan-ı muhkem8, bir insicam-ı ahkem görünüyor. Madem şu bîçare perişan küremiz, sergerdan zeminimiz, bu kadar hadd ü hesaba gelmez zevil-hayat ile, zevil-ervah ile ve zevil-idrak ile dolmuştur. Elbette sadık bir hads9 ile ve kat'î bir yakîn10 ile hükmolunur ki; şu kusûr-u semaviye11 ve şu büruc-u samiyenin dahi kendilerine münasib zîhayat, zîşuur sekeneleri vardır. Balık suda yaşadığı gibi, güneşin ateşinde dahi o nurani sekeneler bulunur. Nâr nuru yakmaz, belki ateş ışığa meded verir.

Madem kudret-i ezeliye bilmüşahede12 en âdi maddelerden, en kesif unsurlardan hadsiz zîhayat ve zîruhu halkeder ve gayet ehemmiyetle madde-i kesifeyi13, hayat vasıtasıyla madde-i latifeye14 çevirir ve nur-u hayatı her şeyde kesretle serpiyor ve şuur ziyasıyla ekser şeyleri yaldızlıyor. Elbette o Kadîr-i Hakîm bu kusursuz kudretiyle, bu noksansız hikmetiyle; nur gibi, esîr gibi ruha yakın ve münasib olan sair seyyalat-ı latife15 maddeleri ihmal edip hayatsız bırakmaz, camid bırakmaz, şuursuz bırakmaz. Belki madde-i nurdan, hattâ zulmetten, hattâ esîr16 maddesinden, hattâ manalardan, hattâ havadan, hattâ kelimelerden zîhayat, zîşuuru kesretle halkeder ki; hayvanatın pek çok muhtelif ecnasları gibi pek çok muhtelif ruhanî mahlûkları, o seyyalat-ı latife maddelerinden halkeder. Onların bir kısmı melaike, bir kısmı da ruhanî ve cin ecnaslarıdır.

1 Mülk ve melekûtiyet vecihleri: Bir şeyin görünen (dış) ve asıl (iç) yüzleri. 2 Dest-i kudret: Kudret eli. 3 Esbab: Sebepler. (Bir eşyanın vücuda gelmesi için gerekli olan maddî şartlar manasında) 4 Mübaşeret: Temas. 5 Umûr-u hasise ve nâpâk keyfiyat-ı zâhiri: İlk bakışta çirkin görünen işler. 6 Yani dışardan bakıldığında yüzeysel bakışımızla basit, çirkin ve kötü görünebilen (aslında iç yüzü tertemiz olan) işlerde görünür sebepler, ilahî faaliyete perde olmuş ve Allah’ın azamet ve haysiyetine uygun bir kaynaklık vazifesi üstlenmişlerdir. 7 Adem: Yokluk. 8 İtkan-ı muhkem, İnsicam-ı ahkem: Kusursuz bir sağlam yapılış, Sarsılmaz bir uyumluluk. 9 Hads: Sezgi. 10 Yakîn: Kesin bilgi. 11 Kusûr-u semaviye, büruc-u samiye: Göğün sarayları, yüksek burçlar. 12 Bilmüşahede: Gözle görüldüğü gibi.. 13 Madde-i kesife: Katı madde. 14 Madde-i latife: Cismanî olmayan, ruhla ilgili madde. 15 Seyyalat-ı latife: Katı yoğunluğu olmayan akışkan maddeler. 16 Esîr: Kâinatı kapladığına ve atom altı parçacıkların yapıtaşı olduğuna inanılan akışkan bir madde.

47

Melaikelerin ve ruhanîlerin kesretle vücudlarını kabul etmek ne derece hakikat ve bedihî ve makûl olduğunu ve Kur'ân’ın beyan ettiği gibi onları kabul etmeyen, ne derece hilaf-ı hakikat ve hilaf-ı hikmet bir hurafe, bir dalalet, bir hezeyan, bir divanelik olduğunu şu temsile bak, gör:

İki adam; biri bedevi, vahşi; biri medenî, aklı başında olarak arkadaş olup İstanbul gibi haşmetli bir şehre gidiyorlar.

O medenî muhteşem şehrin uzak bir köşesinde

Pis, Perişan, Küçük Bir Haneye, Bir Fabrikaya Rast Geliyorlar.

48

Görüyorlar ki, o hane; amele, sefil, miskin adamlarla doludur. Acib bir fabrika içinde çalışıyorlar. O hanenin etrafı da zîruh ve zîhayatlarla doludur.

Fakat onların medar-ı taayyüşü1 ve hususî şerait-i hayatiyeleri2 vardır ki, onların bir kısmı âkil-ün nebattır, yalnız nebatat ile yaşıyorlar.

Diğer bir kısmı âkil-üs semektir, balıktan başka bir şey yemiyorlar. O iki adam, bu hali görüyorlar.

Sonra bakıyorlar ki, uzakta binler müzeyyen saraylar, âlî kasırlar görünüyor.

O sarayların ortalarında geniş tezgâhlar ve vüs'atli meydanlar vardır.

O iki adam, uzaklık sebebiyle veyahut göz zaîfliğiyle veya o sarayın sekenelerinin gizlenmesi sebebiyle; o sarayın sekeneleri, o iki adama görünmüyorlar. Hem şu perişan hanedeki şerait-i hayatiye, o saraylarda bulunmuyor.

O vahşi bedevi, hiç şehir görmemiş adam, bu esbaba binaen görünmediklerinden ve buradaki şerait-i hayat orada bulunmadığından der:

"O saraylar sekenelerden hâlîdir, boştur, zîruh içinde yoktur."

der, vahşetin en ahmakça bir hezeyanını yapar.

1 Medar-ı taayyüş: Geçinme vasıtası. 2 Şerait-i hayatiye: Hayat şartları.

49

İkinci adam der ki:

"Ey bedbaht, şu hakir, küçük haneyi görüyorsun ki, zîruh ile, amelelerle doldurulmuş ve biri var ki, bunları her vakit tazelendiriyor, istihdam ediyor1. Bak, bu hane etrafında boş bir yer yoktur. Zîhayat ve zîruh ile doldurulmuştur.

Acaba hiç mümkün müdür ki: Şu uzakta bize görünen şu muntazam şehrin, şu hikmetli tezyinatın, şu san'atlı sarayların onlara münasib âlî sekeneleri bulunmasın?

Elbette o saraylar, umumen doludur ve onlarda yaşayanlara göre başka şerait-i hayatiyeleri var.

Evet, ot yerine belki börek yerler; balık yerine baklava yiyebilirler. Uzaklık sebebiyle veyahut gözünün kabiliyetsizliği veya onların gizlenmekliği ile sana görünmemeleri, onların olmamalarına hiçbir vakit delil olamaz.

Adem-i rü'yet2, adem-i vücuda delalet etmez.

Görünmemek, olmamağa hüccet3 olamaz.

1 İstihdam etme: Hizmet ettirme, çalıştırma. 2 Adem-i rü'yet: Görmemek. 3 Hüccet: Delil.

50

İşte şu temsil gibi, ecram-ı ulviye1 ve ecsam-ı seyyare içinde küre-i arzın hakaret2 ve kesafeti ile beraber bu kadar hadsiz zîruhların, zîşuurların vatanı olması ve en hasis3 ve en müteaffin cüz'leri dahi, birer menba-ı hayat4 kesilmesi,

Birer Mahşer-İ Huveynat Olması,

1 Ecram-ı ulviye ve ecsam-ı seyyare: Yüksek(teki) kitleler(yıldızlar), seyyar (gök) cisimler(i). 2 Hakaret ve kesafet: Küçüklük ve katılık. 3 Hasis ve müteaffin: Değersiz ve çürümüş. 4 Menba-ı hayat, mahşer-i huveynat: Hayat kaynağı, küçük canlıların çıktığı yer.

51

Bizzarure ve bilbedahe ve bittarîk-ıl evlâ1 ve bilhads-is sadık ve bilyakîn-il kat'î delalet eder, şehadet eyler, ilân eder ki:

Şu nihayetsiz feza-yı âlem ve şu muhteşem semavat, burçlarıyla, yıldızlarıyla zîşuur, zîhayat, zîruhlarla doludur. Nârdan, nurdan, ateşten, ışıktan, zulmetten, havadan, savttan2, rayihadan, kelimattan, esîrden ve hattâ elektrikten ve sair seyyalât-ı latifeden halk olunan o zîhayat ve o zîruhlara ve o zîşuurlara, Şeriat-ı Garra-yı Muhammediye (Aleyhissalâtü Vesselâm), Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan3, "Melaike ve cân4 ve ruhaniyattır" der, tesmiye eder.

Melaikenin ise, ecsamın muhtelif cinsleri gibi, cinsleri muhteliftir. Evet, elbette bir katre yağmura müekkel olan5 melek, şemse müekkel meleğin cinsinden değildir. Cin ve ruhaniyat dahi, onların da pek çok ecnas-ı muhtelifeleri vardır.

Şu nükte-i esasiyenin hâtimesi:

Bittecrübe, madde asıl değil ki, vücud ona musahhar6 kalsın ve tabi olsun. Belki madde, bir mana ile kaimdir7. İşte o mana, hayattır, ruhtur.

Hem bilmüşahede madde, mahdum8 değil ki her şey ona irca' edilsin9. Belki hâdimdir10, bir hakikatın tekemmülüne11 hizmet eder. O hakikat, hayattır. O hakikatın esası da ruhtur.

Bilbedahe12 madde hâkim değil ki, ona müracaat edilsin, kemalât ondan istenilsin. Belki mahkûmdur, bir esasın hükmüne bakar, onun gösterdiği yollar ile hareket eder. İşte o esas; hayattır, ruhtur, şuurdur.

Hem bizzarure madde lüb13 değil, esas değil, müstekar14 değil ki, işler ve kemalât ona takılsın, ona bina edilsin; belki yarılmağa, erimeğe, yırtılmağa müheyya bir kışırdır15, bir kabuktur ve köpüktür ve bir surettir.

1 Bittarîk-ıl evlâ: Belli bir duruma kıyasen daha çok tercih edilebilir bir yol. (Metin manası: Bu kadar basit ve çürümüş maddelerden bile çok sayıda hayatın çıkması gösterir ki, bu muhteşem yıldızlar ve sınırsız uzay elbette canlılarla doludur.) 2 Savt, rayiha ve kelimat: Ses, koku ve kelimeler. 3 Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan: İfade ve beyanı mucizeli olan Kur’an. 4 Cân: Cinler. 5 Müekkel: Görevli olan, vekil tayin edilmiş. 6 Musahhar kalma: Emrinde olma. 7 Kaim: Ayakta durmak, var olan. 8 Mahdum: Kendisine hizmet edilen. 9 İrca edilsin: Dayandırılsın, onunla izah edilsin. 10 Hâdim: Hizmetkâr. 11 Tekemmülüne: Mükemmelleşmesine. 12 Bilbedahe: Kesinlikle, bedahetle. 13 Lüb: Öz, iç. 14 Müstekar: Kararlılık kazanmış, sabit. 15 Yırtılmağa müheyya bir kışır: Yırtılmağa hazır bir kabuk.

52

Görülmüyor mu ki: Gözle görülmeyen hurdebînî1 bir hayvanın ne kadar keskin duyguları var ki, arkadaşının sesini işitir, rızkını görür, gayet hassas ve keskin hisleri vardır.

Şu hal gösteriyor ki; maddenin küçülüp inceleşmesi nisbetinde âsâr-ı hayat tezayüd ediyor2, nur-u ruh teşeddüd ediyor3. Güya madde inceleştikçe, bizim maddiyatımızdan uzaklaştıkça ruh âlemine, hayat âlemine, şuur âlemine yaklaşıyor gibi hararet-i ruh, nur-u hayat daha şiddetli tecelli ediyor.

İşte hiç mümkün müdür ki: Bu madde perdesinde bu kadar hayat ve şuur ve ruhun tereşşuhatı4 bulunsun; o perde altında olan âlem-i bâtın5, zîruh ve zîşuurlarla dolu olmasın.

Hiç mümkün müdür ki: Şu maddiyat ve âlem-i şehadetteki mananın ve ruhun ve hayatın ve hakikatin şu hadsiz tereşşuhatı ve lemaat ve semerâtının menabii (Aşağıdaki ara nota bakınız), yalnız maddeye ve maddenin hareketine irca' edilip izah edilsin. Hâşâ ve kat'â ve aslâ!

1 Hurdebînî: Mikroskopik. 2 Âsâr-ı hayat tezayüd ediyor: Hayat eserleri (göstergeleri) artıyor. 3 Madde küçüldükçe hayatın bu dünya üzerinde gösterdiği şaşırtıcı eserler ona nispeten artıyor ve madde içinde bir nur (ışık) kıymetinde olan ruh dahi daha çok şiddetleniyor. Yani her türlü hissiyat ve duyguları keskinleşiyor, hassaslaşıyor. 4 Tereşşuh(at): Sızıntı(lar). 5 Âlem-i bâtın: Görünmeyen (iç) âlem.

53

İzah Metni Yazarının Ara Notu:

Lemaat ve semeratının menabii: Lem’a(parıltı)ların ve semere(meyve)lerin menbaı(kaynağı). Yani maddenin kendisi ruha, duygulara, maddenin hareketinden kaynaklanan şaşırtıcı oluşumların ifade ettiği manalara kaynaklık edemez. Maddenin hareketinin ifade ettiği tüm güzel ve hikmetli manalar ile ruh ve hayat gibi maddeden sızan tüm parıltıların, sızıntıların ve maddenin sebep olduğu hikmetli ve anlamlı neticelerin kaynağı, bir başka mana âlemi olmalıdır.

Bu hadsiz tereşşuhat ve lemaat gösteriyor ki: Şu âlem-i maddiyat ve şehadet ise, âlem-i melekût ve ervah1 üstünde serpilmiş tenteneli bir perdedir.

İzah Metni Yazarının Ara Notu: Tenteneli tabiri, tül gibi ince ve şeffaf demektir. Neden madde mana âlemine tül gibi ince bir perdedir? Aslında maddeye baktığımızda katı ve kararlı olan bir yapıyı görürüz. Çıplak gözle bakınca hiç de öyle arkasında mana âlemlerini, melekleri, ruhları gösterir bir şeffaflıkta görünmüyor. Burada kastedilen mana mecazîdir. Yani maddenin üzerinde öyle şaşırtıcı oluşumlar meydana geliyor ve maddenin işleyişi o kadar anlamlı neticelere kaynaklık –daha doğru tabiriyle vesilelik- ediyor ki, kalbiyle hissedebilen ve sadece maddî gözüyle bakmayan, manevî akıl gözüyle de görebilen herkese bu madde perdesinin arkasında mevcudiyeti muhakkak bulunan bir mana âlemini gösteriyor manası kastedilmiştir.

1 Âlem-i melekût ve ervah: Görünmeyen mânâ ve ruhlar âlemi.

54

--------------------------------İZAH METNİ--------------------------------

Hayat Olmadan Var Olmanın Anlam ve Kıymeti Nedir?

Hayatın bu kâinatı ışıklandıran ve şenlendiren en parlak hakikat olduğu ortadadır. Hayat olmadan var olmanın hiçbir anlamı ve kıymeti yoktur. Çünkü varlık, hayatsız idrak edilebilen bir gerçeklik değildir. O halde hayatsız bir varlık, yok olmakla eş kıymete sahiptir denilebilir.

Cansız bir cisim için hem kendi, hem her şey yok hükmündedir. Var olmak, ancak canlı olmakla bir mana ifade edebilir.

Kâinatın manevî ışığı olan, varlığın bilinmesini sağlayan ve varlığı gerçek anlamda var kılan ve anlamlandıran hayata, akıl ve şuur da eklendiği zaman gerçek potansiyelini bütün şaşaasıyla icra etmeye başlar.

Çünkü artık kendisinin ve her şeyin bilinçli olarak farkında olan şuur sahibi o hayat, etrafındaki tüm yaratılmışlarla irtibat kurar ve alışverişte bulunur ve her birinden maddeten veya manen bir hisse alır ve kendini onlara katma veya onları kendine katma gibi bir üst boyuta geçerek, iç içe geçmiş sarmal düzenin ve hayran bırakan işleyişin tam manasıyla bir ferdi olur.

55

Şuur sahibi bir hayat, hayalen ve aklen kâinatın en uzak köşesindeki yıldızla bir irtibat içine girebilir, herhangi bir canlıyla manen ve maddeten, fiziksel ve duygusal alışverişte bulunabilir.

Şimdi düşünelim, acaba muhteşem sistemleri, ziynetli yıldızları ve düzenli galaksileriyle muazzam ölçülü ince bir ayarla tasarlanmış görünen ve çok büyük maksatlara hizmet ettiğini hissettiren şu ihtişamlı, güzel ve mükemmel kâinatın her köşesi; “bir şeyin varlığını gerçek manada var kılan ve eğer kendisi olmazsa o şeyin varlığını yokluktan farksız hale getirecek derecede önemli bir gerçek olan hayat ve şuur”la dolu olmazsa, yani hayat ve şuurun manevî ışığıyla bu güzel manalar aydınlanmazsa, yani bilinmemekle karanlıkta kalırsa hiç uygun olur mu?

Bu kadar mükemmel yapılış ve güzel yaratılış, varlıklarının bilinmemesi ve manalarının anlaşılmaması sebebiyle anlamsızlığa, hikmetsizliğe, gayesizliğe mahkûm edilmiş olmayacak mıdır?

56

O halde kesinliğe yakın bir kanaatle akıl gözümüzle görebilir ve kalbimizle hissedebiliriz ki, küçük dünyamızda 10 milyon canlı türünün trilyonlarca ferdi her köşe başından ortaya çıkıyorsa, elbette kâinatın akıl almaz derecede ihtişamlı ve büyük olan geniş mekânları da şuur ve hayattan mahrum bir halde kendi kendilerine boş bir halde bırakılmamıştır ve muhakkak akıllı canlılarla doldurulmuştur.

Fakat herhalde o akıllı canlıların hayat şartlarının ve yaşam formlarının bizimkiyle aynı olması gibi bir zorunluluk olmayacaktır.

Hem zaten maddenin temel özelliklerine oldukça uzak ve çok incelikli ve maddesel özellik göstermeyen ruh ve hayatı, katı ve basit maddelerden yaratan, ruh ve hayatın yapısına daha yakın ve uygun görünen maddeleri ve mekânları hayatsız bırakmaz ve bırakmamıştır ve o maddelerden de hayatı ve ruhu çoklukla yaratmıştır denilebilir ve öyledir. Mantıken inandığımız kuvvetli kanaatimiz budur.

O derecede ki: Işık, esir, hava, elektrik, karanlık gibi katı maddesel özellikten uzaklaşan maddelerden ve hatta manalardan ve kelimelerden, çok çeşitli ruhanî varlıkları yaratması (hikmeten ve aklen) ihtimalden uzak ve imkânsız görünmemekte birlikte, mümkün ve vaki olduğuna inanmamak için hiçbir sebep yoktur, hatta inanmak için zorlayıcı diyebileceğimiz (yukarda bahsi geçen) ciddî gerekçeler mevcuttur.

Ayrıca bunun böyle olduğu Kur’ân ve hadis ile de teyit edilmektedir. O halde bu meselede meleklerin, ruhanîlerin ve cinlerin varlıklarına ve nakledilen özelliklerine gözümüzle görmüş gibi inanmak gereklidir ve öyle de inanırız. Eser metninde yer alan haşmetli bir şehirdeki yüksek saraylar misalinin temel mantık kurgusundan daha önce bahsettiğimiz için tekrar üzerinde durmuyoruz ve sadece bu fevkalade harika misal üzerinde derinlemesine düşünmenizi ve yeniden dikkatle incelemenizi tavsiye ediyoruz.

57

Netice olarak şunu diyebiliriz: Madde, materyalizmin ve ateistik görüş sahiplerinin zannında olduğu gibi varoluşun temel ve kararlı yapı taşı ve gerçek kaynağı değildir.

Canlı-cansız hiçbir şeyin ve hiçbir oluşumun özellikle duygular ve fikirler, hayat ve ruh, akıl ve bilinç gibi maddesel yapıdan uzak manaların maddeye dayandırılarak açıklanmasının imkânı yoktur.

Bunun çözümlemesini ve delillerle ispatını Tabiat Risalesi izah metinlerinde birçok yerde yapmıştık.

Özellikle kuantum fiziği ile ilgili şaşırtıcı tespitlerde maddenin atom altı dünyada ne kadar kararsız ve belirsiz hareket ettiğinden bahisle, şu vaziyette bir yapıya sahip olan maddenin, bu kâinatın kararlı ve düzenli yapısına gerçek anlamda kaynaklık edemeyeceğini çarpıcı bir şekilde ortaya koymuştuk.

58

Demek ki madde asıl değildir. Varlık sahasına kararlı ve düzgün bir surette çıkan ve var kalmaya devam eden her şey madde ile değil, maddenin arkasındaki bir mana ile ayakta kalmaya devam edebiliyor olmalıdır. O mananın hayat ve ruh olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Çünkü madde hayata hizmet ediyor ve onun mükemmelleşmesine tüm gücüyle çalışıyor ve hayatın etrafında pervane gibi dönüyor. Bu noktada çok ince bir mantık devreye giriyor. Madde parçacıklarının hareketi hayat ve ruha esas değilse ve onlara kaynaklık etmiyorsa; tam tersine madde dediğimiz şey, hayat ve ruha sadece vesilelik ve hizmetçilik vazifesi üstleniyorsa, o halde madde perdesinin arkasından görünen, maddî âleme gelen ve hükmünü icra eden kuvvetli hakikatler olan ruh ve hayat, elbette madde perdesi arkasında çok daha kuvvetli bir şekilde geçerli olmalıdır ve mevcudiyetleri bulunmalıdır.

Elbette bu mantıkî çıkarımın en üst noktasındaki netice, ezelî ve ebedî bir hayat sahibi olan Allah’ın mutlak varlığıdır fakat onun öncesinde bir ruhlar âleminin ve şuur sahibi canlıların bulunduğu görünmeyen bir âlemin varlığının gerekliliğini rahatlıkla düşünebiliriz.

“Hayat Olmadan Var Olmanın Anlam ve Kıymeti Nedir?” Eğitim Programı Ders Videosu

(Video penceresinin açılması için linke veya resme tıklayınız) https://youtu.be/LLznanmMSYo

59

https://youtu.be/xJZnUSVuY38

(Yukarıdaki resmin veya linkin üzerine tıklayarak, bu noktadan sonraki bölüme ait 2 dk. 46 sn.lik tanıtım videosunu, İhtişamlı müziği ve çarpıcı görüntüleriyle tam ekran ve HD

izlemenizi tavsiye ediyoruz.

--------------------------------ESERİN METNİ-------------------------------

İkinci Esas

Melaikenin vücuduna ve ruhanîlerin sübutuna1 ve hakikatlerinin vücuduna bir icma'-ı manevî2 ile -tabirde ihtilaflarıyla beraber- bütün ehl-i akıl ve ehl-i nakil, bilerek bilmeyerek ittifak etmişler denilebilir. Hattâ maddiyatta çok ileri giden hükema-yı İşrakiyyunun Meşaiyyun kısmı3, melaikenin manasını inkâr etmeyerek "Her bir nev'in bir mahiyet-i mücerrede-i ruhaniyeleri4 vardır" derler. Melaikeyi öyle tabir ediyorlar. Eski hükemanın İşrakiyyun kısmı dahi melaikenin manasında kabule muztar kalarak, yalnız yanlış olarak "Ukûl-ü Aşere5 ve Erbab-ül Enva'"6 diye isim vermişler.

Bütün ehl-i edyan7 "melek-ül cibal, melek-ül bihar, melek-ül emtar8" gibi her nev'e göre birer melek-i müekkel, vahyin ilhamı ve irşadı ile bulunduğunu kabul ederek o namlarla tesmiye ediyorlar.

1 Sübut: Sabit olma. 2 İcmâ-ı mânevî: Mânevî fikir birliği. 3 Hükema-yı İşrakiyyunun Meşaiyyun kısmı: Bilginin kaynağının mânevî aydınlanma, sezgi ve ilham olduğu görüşünü savunan filozoflardan Aristo geleneğini izleyenler. 4 Mahiyet-i mücerrede-i ruhaniye: Ruhanî soyut bir mahiyet. 5 Ukul-u aşere: On akıl. (eski bir felsefî iddiaya göre kâinatı on aklın idare etmesi) 6 Erbâbü’l-envâ: Türlerin yöneticileri. (Bir felsefî iddiaya göre her türün ayrı bir ilahının olması) 7 Ehl-i edyan: Din mensupları. 8 Melek-ül cibal, melek-ül bihar, melek-ül emtar: Dağlardan, denizlerden, yağmurdan sorumlu melekler.

60

Hattâ akılları gözlerine inmiş ve insaniyetten cemadat1 derecesine manen sukut etmiş olan Maddiyyun ve Tabiiyyun2 dahi, melaikenin manasını inkâr edemeyerekHAŞİYE "Kuva-yı Sâriye" namıyla bir cihette kabule mecbur olmuşlar.

Ey melaike ve ruhaniyatın kabulünde tereddüd gösteren bîçare adam! Neye istinad ediyorsun?3 Hangi hakikate güveniyorsun ki; bütün ehl-i akıl, bilerek bilmeyerek melaikenin manasının sübutuna4 ve tahakkukuna5 ve ruhanîlerin tahakkukları hakkında ittifaklarına karşı geliyorsun, kabul etmiyorsun?

Mademki Birinci Esas'ta ispat edildiği gibi; hayat mevcudâtın keşşafıdır, belki neticesidir, zübdesidir6.

Bütün ehl-i akıl, mana-yı melaikenin kabulünde manen müttefiktirler ve şu zeminimiz, bu kadar zîhayat ve zîruhlarla şenlendirilmiştir.

1 Cemâdat: Cansız varlıklar. 2 Maddiyyun ve Tabiiyyun: Maddeci ve tabiatçı felsefe taraftarları. HAŞİYE: Melaike manasını ve ruhaniyatın hakikatini inkâra mecal bulamamışlar, belki fıtratın namuslarından "Kuva-yı Sâriye" diye, "cereyan eden kuvvetler" namını vererek yanlış bir surette tasvir ile bir cihetten tasdikine mecbur kalmışlar. (Ey kendini akıllı zanneden!..) 3 Neye istinad ediyorsun: Neye dayanıyorsun. 4 Sübutuna: Sabit olmasına. 5 Tahakkuk etmek: Ortaya çıkmak. Gerçekleşmek. 6 Zübde: En seçkin kısım, öz.

61

Şu halde hiç mümkün olur mu ki: Şu feza-yı vasîa1 sekenelerden, şu semavat-ı latife2 mutavattinînden hâlî kalsın3.

Hiç hatırına gelmesin ki: Şu hilkatte cari olan namuslar4, kanunlar kâinatın hayatdar olmasına kâfi gelir. Çünki o cereyan eden namuslar, şu hükmeden kanunlar; itibarî emirlerdir5, vehmî düsturlardır, ademî sayılır. Onları temsil edecek, onları gösterecek, onların dizginlerini ellerinde tutacak melaike denilen ibadullah olmazsa; o namuslara, o kanunlara bir vücud taayyün edemez. Bir hüviyet teşahhus edemez. Bir hakikat-ı hariciye olamaz. Hâlbuki hayat, bir hakikat-ı hariciyedir. Vehmî bir emr, hakikat-ı hariciyeyi yüklenemez.

ELHASIL: Madem ehl-i hikmetle ehl-i din ve ashab-ı akıl ve nakil manen ittifak etmişler ki: Mevcudât, şu âlem-i şehadete münhasır6 değildir. Hem madem zâhir olan âlem-i şehadet, camid ve teşekkül-ü ervaha nâmuvafık7 olduğu halde bu kadar zîruhlarla tezyin edilmiş. Elbette, vücud ona münhasır değildir. Belki daha çok tabakât-ı vücud vardır ki, âlem-i şehadet onlara nisbeten münakkaş bir perdedir. Hem madem denizin balığa nisbeti gibi, ervaha muvafık olan âlem-i gayb8 ve âlem-i mana, ervahlar ile dolu olmak iktiza eder. Hem madem bütün emirler, mana-yı melaikenin vücuduna şehadet ederler. Elbette bilâşek velâ şübhe, melaike vücudlarının ve ruhanî hakikatlarının en güzel sureti ve ukûl-ü selime9 kabul edecek ve istihsan edecek en makûl keyfiyeti10 odur ki; Kur'an, şerh11 ve beyan etmiştir.

1 Feza-yı vasîa: Geniş uzay. 2 Semavat-ı latife: Güzel, latif gökler. 3 Mutavattinînden hâlî kalsın: Vatan edinmişlerle dolu olmasın, boş kalsın. 4 Hilkatte cari olan namuslar: Yaratılışta geçerli olan kanunlar. 5 İtibarî Emirler: Dış dünyada somut varlığı olmayıp, soyut varlıkları bulunan ve var oldukları düşünülen, varlıkları zıtlarıyla veya başka şeylere nispet edilmesi ile bilinen ve ortaya çıkan işler, oluşlar.. (Örnek olarak: Güzel, çirkin. Sıcak, soğuk. Yukarı, aşağı. Meridyen çizgileri. Tercih etmek, tercih etmemek gibi.) 6 Münhasır: Sınırlı, ait. 7 Teşekkül-ü ervaha nâmuvafık: Ruhların oluşmasına uygunsuz. 8 Âlem-i gayb: Görünmeyen (manevî) âlem. (Âhiret âlemi.) 9 Ukûl-ü selime: Doğru (istikametli) akıllar. 10 Keyfiyet: Nitelik, özellik. Makûl keyfiyet (metin manası): Akla uygun şekil. 11 Şerh: İzah, açıklama. Bir şeyin doğru manasını açarak ve genişleterek ortaya koymak.

62

O Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan der ki: "Melaike, ibad-ı mükerremdir1. Emre muhalefet etmezler. Ne emrolunsa ona yaparlar. Melaike, ecsam-ı latife-i nuraniyedirler2. Muhtelif nevilere münkasımdırlar.3" Evet nasılki beşer bir ümmettir4, "Kelâm" sıfatından gelen Şeriat-ı İlahiyenin hameleleri, mümessilleri, mütemessilleridir5. Öyle de: Melaike dahi muazzam bir ümmettir ki, onların amele kısmı "İrade" sıfatından gelen Şeriat-ı Tekviniyenin6 hamelesi, mümessili ve mütemessilleridirler. Müessir-i Hakikî7 olan Kudret-i Fâtıranın ve İrade-i Ezeliyenin emirlerine tabi bir nevi ibadullahtırlar ki; ecram-ı ulviyenin herbiri onların birer mescidi, birer mabedi hükmündedirler.

--------------------------------İZAH METNİ--------------------------------

Meleklerin Gerçekliği

Felsefe ekollerinin, dinlerin ve hatta maddeci ve tabiatçı düşünce sahiplerinin dahi değişik isimler altında kâinatta cereyan eden ve gözle görülmeyen bir takım kuvvetlerin varlığını kabul etmeleri, meleklerin ifade ettiği mananın varlığını manen kabul ettikleri ve söz birliği yapmış oldukları anlamına geliyor. Meleklerin hakikî mahiyeti ve gerçek isimleri hakkındaki doğru bilgiyi ise ilahî vahiyden alacağımız şüphesizdir.

1 İbad-ı mükerrem: Şerefli kullar. 2 Ecsam-ı latife-i nuraniye: Gözle görünmeyen nurânî cisimler. 3 Nevilere münkasımdırlar: Türlere (kısımlara) ayrılmışlardır. 4 Ümmet: Millet. Aynı türden bir topluluk. 5 Hamele, mümessil, mütemessil: Yüklenen, temsil eden, üzerinde somut olarak görünen. 6 Şeriat-ı Tekviniye: Yanlış olarak tabiat kanunları olarak isimlendirilen ilahî yaratılış kanunları. 7 Müessir-i Hakikî: Gerçek etki edici, tesir sahibi.

63

Çünkü meşhur kaidedir: “Madem yapan bilir, elbette bilen konuşur.”1 Yani bu meselede ancak kâinatı işleten kanunları yapan ve meleklerin eline o kanunları koyan söz sahibidir, başkası değil.

Şu halde birinci esasta genişçe izah edildiği gibi kâinat içindeki en önemli hakikat hayat olduğundan ve meleklerin varlığı konusunda manevî bir söz birliği bulunduğundan ve dünyamızın bu kadar çeşitli canlılarla dolup taşmakta olduğundan hareketle diyebiliriz ki, şu koca kâinatın kapladığı devasa alan elbette boş bırakılmamıştır.

1 Risale-i Nur, Mektubat, 19.Mektup, 1.Nükteli İşaret.

64

Şimdi de tabiat kanunlarının tek başına hayatı meydana getirebilecek veya kâinatı manevî bir hayata sahip kılacak özelliğe sahip olmadıkları hakkında eser metninde geçen ifadeleri ele alalım. İtibarî ve vehmî kelimeleri, gerçekte olmadığı halde varsayılan kavramlar manasındadır. (Dünya etrafında oldukları var sayılan meridyen çizgileri gibi.)

Tabiat Risalesi izah metinlerimizde çok yerde geçtiği gibi, maddenin işleyiş prensiplerinden veya madde hareketinin bir ifade tarzından ibaret olan tabiat kanunları, dış dünyada maddî varlıkları olmayan soyut kavramlardır. Ademî sayılırlar, yani yok hükmündedirler.

65

O kanunların bir vücud taayyün etmeleri, yani belli bir varlık gösterebilmeleri, düzenli şekil ve neticeleri oluşturmaları için icra edilmeleri gereklidir. Bunun için de bir icra edici gereklidir. Yoksa somut varlıkları olmayan o kanunlar, bir hakikat-ı hariciyeyi, yani maddî âlemde somut bir gerçekliği kendi başlarına meydana getiremezler.

İşte Allah’ın emri ve izni ile icra edilen ve hudutlarından taşmalarına mani olunan tabiat kanunlarına nezaret eden ve o kanunları temsil etmek vazifesini yüklenen yalnızca meleklerdir.

Diğer taraftan maddî, somut gerçeklikleri olmayan o kanunlar, elbette eserleriyle somut varlığını ve gerçekliğini gösteren hayat ve ruhu meydana getiremez.

Nasıl ki insanlar kendi fiillerini düzenleyen ilahî kanunları dinin teklifiyle üstlenip yüklenirler, şahsî ve toplumsal hayatta bu kanunların hükümlerinin yerine getirilmesine vesile olmakla bir çeşit temsilcilik vazifesi yaparlar ve ilahî kanunların icrasının kendi üstlerinde somut olarak görünmesini sağlarlar.

Melekler de şeriat-ı tekviniye olarak tabir edilen yaratılış kanunlarının icra edilmesini ve temsilciliğini üstlenirler.

Esas itibariyle Tabiat Risalesi izah metinlerinde gerçek tevhid inancının anlatıldığı bahislerde de geçtiği gibi, hakikatte asıl ve tek işleyici Allah’tır, melekler sadece ilahî işlerde ilancılık vazifesi yaparlar. Temsil ettikleri olay veya eşyalarda müessir-i hakikî, yani gerçek anlamda etki edici unsurlar değildirler.

66

--------------------------------ESERİN METNİ-------------------------------

Üçüncü Esas

Mes'ele-i melaike ve ruhaniyat, o mesaildendir1 ki: Tek bir cüz'ün vücudu ile, bir küllün tahakkuku bilinir.

Bir tek şahsın rü'yeti2 ile umum nev'in vücudu mâlum olur. Çünki kim inkâr ederse, külliyyen inkâr eder. Bir tekini kabul eden, o nev'in umumunu kabul etmeye mecburdur.

Madem öyledir, işte bak: Görmüyor musun ve işitmiyor musun ki; bütün ehl-i edyan, bütün asırlarda, zaman-ı Âdem'den şimdiye kadar melaikenin vücuduna ve ruhanîlerin tahakkukuna ittifak etmişler ve insanın taifeleri3, birbirinden bahsi ve muhaveresi4 ve rivayeti gibi melaikelerle edilmesine ve onların müşahedesine5 ve onlardan rivayet etmesine icma'6 etmişlerdir.

1 Mesail: Meseleler. 2 Rü'yet: Görme. 3 Taife: Topluluk, grup. 4 Muhavere: Karşılıklı konuşma. 5 Müşahede: Gözlemlemek. 6 İcma': Fikir birliği.

67

Acaba hiçbir ferd melaikelerden bilbedahe görünmezse, hem bilmüşahede bir şahsın veya müteaddid eşhasın1 vücudu kat'î bilinmezse, hem onların bilbedahe, bilmüşahede vücudları hissedilmezse, hiç mümkün müdür ki: Böyle bir icma' ve ittifak devam etsin ve böyle müsbet ve vücudî bir emirde ve şuhuda istinad eden bir halde müstemirren ve tevatüren o ittifak devam etsin2.

Hem hiç mümkün müdür ki: Şu itikad-ı umumînin menşe'i, mebadi-i zaruriye ve bedihî emirler olmasın3. Hem hiç mümkün müdür ki: Hakikatsiz bir vehim4; bütün inkılâbat-ı beşeriyede, bütün akaid-i insaniyede istimrar etsin, beka bulsun5. Hem hiç mümkün müdür ki: Şu ehl-i edyanın, bu icma'-i azîmin senedi; bir hads-i kat'î olmasın, bir yakîn-i şuhudî6 olmasın. Hem hiç mümkün müdür ki: O hads-i kat'î, o yakîn-i şuhudî, hadsiz emarelerden ve o emareler, hadsiz müşahedat vakıalarından ve o müşahedat vakıaları, şeksiz ve şübhesiz mebadi-i zaruriyeye istinad etmesin. Öyle ise, şu ehl-i edyandaki bu itikadat-ı umumiyenin sebebi ve senedi, tevatür-ü manevî kuvvetini ifade eden pek çok kerrat ile melaike müşahedelerinden ve ruhanîlerin rü'yetlerinden hâsıl olan mebadi-i zaruriyedir, esasât-ı kat'iyyedir.

Hem hiç mümkün müdür, hiç makûl müdür, hiç kabil midir ki: Hayat-ı içtimaiye-i beşeriye semasının güneşleri, yıldızları, ayları hükmünde olan enbiya ve evliya, tevatür suretiyle ve icma'-ı manevî kuvveti ile ihbar ettikleri ve şehadet ettikleri melaike ve ruhaniyatın vücudları ve müşahedeleri, bir şübhe kabul etsin, bir şekke medar olsun.

Bahusus onlar şu mes'elede ehl-i ihtisastırlar. Mâlumdur ki; iki ehl-i ihtisas, binler başkasına müreccahtırlar7. Hem şu mes'elede ehl-i ispattırlar. Mâlumdur ki; iki ehl-i ispat, binler ehl-i nefy ve inkâra müreccahtırlar. Ve bilhassa kâinat semasında daim parlayan ve hiçbir vakit gurub etmeyen, âlem-i hakikatın Şemsüşşümus'u olan Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın ihbaratı ve risalet güneşi olan Zât-ı Ahmediye'nin (A.S.M.) şehadatı ve müşahedatı, hiç kabil midir ki, bir şübhe kabul etsin.

Madem tek bir ruhaniyatın vücudu, bir zamanda tahakkuk etse, şu nev'in umumen tahakkukunu gösteriyor. Ve madem şu nev'in vücudu tahakkuk ediyor.

Elbette onların suret-i tahakkukunun en ahseni, en makûlü, en makbulü; Şeriatın şerhettiği gibidir, Kur'anın gösterdiği gibidir, Sahib-i Mi'rac'ın gördüğü gibidir.

1 Müteaddid eşhas: Çok sayıda şahıslar. 2 Yani somut bir şeyin varlığından görerek bahsetmenin söz konusu olduğu bir işte, konuyla ilgili fikir birliğinin ve doğru sözlü şahitlerden oluşanların verdikleri kuvvetli haberin sürekliliğinin bozulmadan devam etmesi mümkün müdür? 3 Mebadi-i zaruriye: Zarurî başlangıçlar. (Yani şu genele yaygın ve yerleşmiş inancın kaynağı, elbette gerçek bir temele, doğru bir vakıaya dayanmalıdır.) 4 Vehim: Asılsız ve gerçek dışı düşünce. (çoğulu: evham.) 5 Asılsız ve gerçek dışı bir düşüncenin, insanlığın geçirdiği büyük değişimler içinde, insanlığa mal olmuş bir inanç olarak ve kararlı bir şekilde devam ederek herkeste yerleşmesi nasıl mümkün olabilir? 6 Yakîn-i şuhudî: Görmeye dayalı kesin bilgi. 7 Müreccahtırlar: Tercih edilirler.

68

--------------------------------İZAH METNİ--------------------------------

Meleklere iman meselesi öyle meselelerdendir ki, bir tek ferdinin gerçekliği ispatlandığında, bütün insanlık âleminde mevcut olan melek hakikatinin doğruluğu ortaya çıkar.

Meleklerin varlığı konusundaki delillerden bir tanesinin gerçekliği halinde, iddianın doğruluğu ve meleklerin varlığı ortaya çıkmış olur. Bunun aksi düşünülemez. Bir tek insanın uyanık halde gördüğü ve varlığını haber verdiği tek bir melek vakıasının doğruluğu, bütün melekleri, hatta âhiret âlemlerini ve Allah’ı zincirleme olarak ispatlar ve hakikatini gösterir.

Çünkü melekler: “Evet, biz o âlemlerin sakinleriyiz ve oralarda dolaşıyoruz ve kâinatın yaratıcısı olan Rabbinizin hakkaniyetine ve varlığına en başta bizler şahidiz” demektedirler.

69

Bununla beraber tüm geçmiş peygamberlerin aynı yöndeki haberleri, bütün âlimlerin detaylı araştırmalara dayalı ilmî delilleri ve evliyaların manevî keşifleri aynı hakikatin bilgisini vermeleri ile Allah Resulü’nün (A.S.M.) melekleri bizzat gördüğüne dair şahitliği ve Kur’ân’ın verdiği haberler, bu konuda şüpheye hiç yer bırakmaz.

Madem kâinata meleklerin manası ve hakikati hem çok lâzımdır, hem de meleklerin manasının kabulü konusunda bir fikir birliği vardır. O halde baştan beri söylediğimiz gibi kâinatın ve hayatın sahibi Allah’ın Kur’ân’ında bildirdiği ve Allah’ın doğru sözlü elçisi Hz.Muhammed’in (A.S.M.) açıkladığı ve tarif ettiği özelliklere itibar edilecek ve genel kabul görmüş bu mananın gerçek şeklini doğru olarak ortaya koyacak, ancak ilahî vahiy olacaktır.

“Meleklerin Gerçekliği” Eğitim Programı Ders Videosu (Video penceresinin açılması için linke veya resme tıklayınız)

https://youtu.be/-pAhPwWBLwM

70

--------------------------------ESERİN METNİ-------------------------------

Dördüncü Esas

Şu kâinatın mevcudâtına nazar-ı dikkat ile bakılsa görünür ki: Cüz'iyat gibi külliyatın dahi birer şahs-ı manevîsi vardır ki, birer vazife-i külliyesi görünüyor. Onda bir hizmet-i külliye görünüyor.

Meselâ: Bir çiçek, kendince bir nakş-ı san'atı gösterip, lisan-ı haliyle esma-i Fâtır'ı zikrettiği gibi;

Küre-i arz bahçesi dahi, bir çiçek hükmündedir. Gayet muntazam küllî vazife-i tesbihiyesi vardır.

Nasılki bir meyve, bir intizam içinde bir ilânatı, tesbihatı ifade ediyor.

71

Öyle de: Koca bir ağacın heyet-i umumiyesiyle gayet muntazam bir vazife-i fıtriyesi ve ubudiyeti vardır.

Nasıl bir ağaç yaprak, meyve ve çiçeklerinin kelimatı ile bir tesbihatı var.

Öyle de: Koca semavat denizi dahi, kelimatı hükmünde olan güneşler, yıldızlar ve ayları ile Fâtır-ı Zülcelaline tesbihat yapar ve Sâni'-i Zülcelaline1 hamd eder ve hâkeza...

1 Sâni'-i Zülcelal: Azamet ve haşmet sahibi sanatkâr.

72

Mevcudât-ı hariciyenin herbiri, sureten camid, şuursuz iken, gayet hayatkârane ve şuurdarane vazifeleri ve tesbihatları vardır. Elbette nasıl melaikeler bunların âlem-i melekûtta mümessilidirler, tesbihatlarını ifade ederler; bunlar dahi âlem-i mülk1 ve âlem-i şehadette o melaikelerin timsalleri, haneleri, mescidleri hükmündedirler.

Yirmidördüncü Söz'ün Dördüncü Dalında beyan edildiği gibi; şu saray-ı âlemin Sâni'-i Zülcelal'i, o saray içinde istihdam2 ettiği dört kısım amelenin birincisi: Melaike ve ruhanîlerdir. Madem nebatat ve cemadat bilmeyerek ve bir bilenin emrinde gayet mühim ücretsiz hidemattadırlar3. Ve hayvanat, bir ücret-i cüz'iye mukabilinde bilmeyerek gayet küllî maksadlara hizmet ediyorlar. Ve insan, müeccel ve muaccel4 iki ücret mukabilinde o Sâni'-i Zülcelal'in makasıdını bilerek tevfik-i hareket etmek5 ve her şeyde nefislerine de bir hisse çıkarmak ve sair hademelere nezaret etmek ile istihdam edilmeleri, bilmüşahede görünüyor. Elbette dördüncü kısım, belki en birinci kısım olan hizmetkârlar, ameleler bulunacaktır. Hem insana benzer ki, o Sâni'-i Zülcelal'in makasıd-ı külliyesini6 bilir bir ubudiyet ile tevfik-i hareket 7ederler.

1 Âlem-i mülk: Görünen, cismanî âlem. 2 İstihdam etmek: Hizmet altında çalıştırmak. 3 Hidemat: Hizmetler. 4 Müeccel ve muaccel: Ertelenmiş ve peşin. 5 Tevfik-i hareket etmek: Uygun hareket etmek. 6 Makasıd-ı külliye: Büyük maksatlar. 7 Tevfik-i hareket etmek: Uygun hareket etmek.

73

Hem insanın hilafına olarak hazz-ı nefisten ve cüz'î ücretlerden tecerrüd ederek1 yalnız Sâni'-i Zülcelal'in nazarı ile, emri ile, teveccühü ile, hesabı ile, namı ile ve kurbiyetiyle ihtisas2 ile ve intisab ile hâsıl ettikleri lezzet ve kemal ve zevk ve saadeti kâfi görüp, hâlisen muhlisen çalışıyorlar. Cinslerine göre kâinattaki mevcudâtın enva'ına göre vazife-i ibadetleri tenevvü' ediyor. Bir hükûmetin muhtelif dairelerde, muhtelif vazifedarları gibi, saltanat-ı rububiyet dairelerinde vezaif-i ubudiyeti ve tesbihatı öyle tenevvü' ediyor. Meselâ: Hazret-i Mikâil, yeryüzü tarlasında ekilen masnuat-ı İlahiyeye Cenâb-ı Hakk'ın havliyle, kuvvetiyle, hesabıyla, emriyle bir nâzır-ı umumî hükmündedir. (Tabir caizse) umum çiftçi-misal melaikelerin reisidir. Hem Fâtır-ı Zülcelal'in izniyle, emriyle, kuvvetiyle, hikmetiyle umum hayvanatın manevî çobanlarının reisi, büyük bir melek-i müekkeli vardır.

İşte madem şu mevcudât-ı hariciyenin, her birisinin üstünde, birer melek-i müekkel var olmak lâzım gelir. Tâ ki o cismin gösterdiği vezaif-i ubudiyet ve hidemat-ı tesbihiyesini3 âlem-i melekûtta temsil etsin, dergâh-ı ulûhiyete bilerek takdim etsin. Elbette Muhbir-i Sadık'ın rivayet ettiği, melaikeler hakkındaki suretler gayet münasibdir ve makûldür. Meselâ: Ferman etmiş ki: "Bazı melaikeler bulunur, kırk başı veya kırk bin başı var. Her başta kırk bin ağzı var, her bir ağızda kırk bin dil ile, kırk bin tesbihat yapar." Şu hakikat-ı hadîsiyenin bir manası var, bir de sureti var.

Manası şudur ki: Melaikenin ibadatı, hem gayet muntazamdır, mükemmeldir, hem gayet küllîdir, geniştir. Ve şu hakikatın sureti ise şudur ki: Bazı büyük mevcudât-ı cismaniye vardır ki, kırkbin baş, kırkbin tarz ile vezaif-i ubudiyeti yapar.

1 Tecerrüd ederek: Sıyrılarak. 2 Kurbiyetiyle ihtisas: Yakınlığıyla hislenme. 3 Hidemat-ı tesbihiye: Tesbih (Allah’ı zikretme) hizmetler.

74

Meselâ: Sema güneşlerle, yıldızlarla tesbihat yapar.

Zemin tek bir mahluk iken, yüzbin baş ile, her başta yüz binler ağız ile, her ağızda yüzbinler lisan ile vazife-i ubudiyeti ve tesbihat-ı Rabbâniyeyi yapıyor.

75

İşte küre-i arza müekkel melek dahi, âlem-i melekûtta şu manayı göstermek için öyle görülmek lâzımdır. Hattâ ben, mutavassıt1 bir badem ağacı gördüm ki: Kırka yakın baş hükmünde büyük dalları var. Sonra bir dalına baktım, kırka yakın dili hükmünde küçük dalları var. Sonra o küçük dalının bir diline baktım, kırk çiçek açmıştır.

O çiçeklere nazar-ı hikmetle dikkat ettim, her bir çiçek içinde kırka yakın incecik, muntazam püskülleri, renkleri ve san'atları gördüm ki; her biri Sâni'-i Zülcelal'in ayrı ayrı birer cilve-i esmasını ve birer ismini okutturuyor.

İşte hiç mümkün müdür ki, şu badem ağacının Sâni'-i Zülcelal'i ve Hakîm-i Zülcemal'i, bu camid ağaca bu kadar vazifeleri yükletsin; onun manasını bilen, ifade eden, kâinata ilân eden, dergâh-ı İlahiyeye takdim eden, ona münasib ve ruhu hükmünde bir melek-i müekkeli ona bindirmesin?

Ey arkadaş! Şuraya kadar beyanatımız, kalbi kabule ihzar etmek2 ve nefsi teslime mecbur etmek ve aklı iz'ana3 getirmek için bir mukaddeme4 idi. Eğer o mukaddemeyi bir derece fehmettin5 ise, melaikelerle görüşmek istersen hazır ol. Hem evham-ı seyyieden temizlen.

1 Mutavassıt: Ortalama, orta halli. 2 İhzar etmek: Hazırlamak. 3 İz'an: Kesin inanç. 4 Mukaddeme: Giriş. Önsöz. 5 Fehmetmek: Anlamak.

76

İşte Kur'an âlemi kapıları açıktır. İşte Kur'an cenneti "müfettehat-ül ebvab"dır1; gir bak. Melaikeyi o Cennet-i Kur'aniye içinde güzel bir surette gör. Her bir âyet-i Tenzil, birer menzildir. İşte şu menzillerden bak:

را * والنازعات والمرسالت عرفا * فالعاصفات عصفا * والناشرات نشرا * فالفارقات ف رقا * فالملقيات ذك قا * فالمدب هرات امرا * ت ن زل المل غرقا ابقات سب ابات سبحا * فالس كة والروح ئ * والناشطات نشطا * والس

مرون ها مالئكة غالظ شداد ال ي عصون الله ما امرهم و ي فعل ون ما ي و 2 فيها باذن ربهم علي

Hem dinle: 3 سبحانه بل عباد مكرمون * ال يسبقونه بالقول وهم بامره ي عملون senalarını

işit. Eğer cinnîlerle görüşmek istersen: 4 قل اوحى ال انه استمع ن فر من النه surlu sureye gir,

onları gör, dinle ne diyorlar? Onlardan ibret al. Bak, diyorlar ki: عنا ق رانا عجبا * ي هدى انا س 5 ال الرشد فامنا به ولن نشرك برب هنا احدا

1 Müfettehat-ül ebvab: Kapıları açık. 2 “Yemin olsun peş peşe gönderilen meleklere; ve rüzgâr gibi esip her tarafa yayılanlara; ve bulutları yeryüzüne dağıtanlara; ve hak ile bâtılı ayıranlara; ve peygamberlere vahiy getirenlere.” Mürselât Sûresi, 77:1-5. “Yemin olsun kâfirin ruhunu tâ derinliklerinden şiddetle söküp alanlara; ve mü’minin ruhunu kolaylıkla alanlara; ve suda yüzercesine gökten inenlere; ve Allah’ın emrini yerine getirmek için yarışanlara; ve emrolundukları işi tanzim ve tedbir edenlere.” Nâziât Sûresi, 79:1-5. “Melekler ve Cebrâil o gecede Rablerinin izniyle yeryüzüne iner.” Kadir Sûresi, 97:4. “O ateşin başında, Allah’ın emrine karşı gelmeyen ve verilen emri yerine getiren haşîn ve şiddetli melekler vardır.” Tahrim Sûresi, 66:6. 3 “O, evlât edinmekten ve her türlü kusurdan münezzehtir. Melekler ise, Allah’ın ikramda bulunduğu kullardır. Allah emretmedikçe bir söz söylemezler; ancak Onun emriyle hareket ederler.” Enbiyâ Sûresi, 21:26-27. 4 “De ki: Cinlerden bir topluluğun Kur’ân’ı dinledikleri bana vahyolundu.” Cin Sûresi, 72:1. 5 “Biz, doğru yola ileten harikulâde bir Kur’ân dinledik ve ona iman ettik. Biz Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız.” Cin Sûresi, 72:1-2.

77

-------------------------------İZAH METNİ--------------------------------

Müthiş Bir Ekosistemde Paylaşılan Roller

Müthiş bir ekosistemin içindeki düzeni korumak ve işleyişi bozmamak için hassas adımlar atarak çalışan milyonlarca canlı türü, trilyonlarca canlı organizma ve onların genel dengeye hizmet eden büyük vazifeleri.. Hudutları tam olarak tayin edilememiş devasa bir alanda işleyen kompleks sistemlerin içindeki dev galaksiler,

78

Hayran Bırakan Yıldızlar,

Sayısız Gök Cismi..

79

Her biri üstlendikleri vazifelerin manevî dilleriyle Allah’ı tesbih edip zikrediyorlar, yani O’dan haber veriyorlar ve O’na delil oluyorlar ve manen O’na ibadet ediyorlar. Cansızların ve bitkilerin şuursuz olarak bilmeden yerine getirdikleri bu vazifelerde görmüş oldukları hizmetler ücretsizdir. Yalnız hayvanlar, şuurları işin içine girmediği halde kendilerine mahsus küçük ücretler karşılığında çalıştırılırlar. İnsan ise ücretini hem bu dünyada hem âhirette alacak şekilde, ilahî maksatlara (bilinçli bir tarzda) uygun hareket edebilen diğer bir türdür.

80

İnsan türünün iki boyutlu hizmeti var. Birisi ibadetle ilgili ve âhirete yönelik. Bunun için kastî bir niyet gerekiyor. Dünyaya yönelik olan diğer hizmeti ise dünyada çalışan diğer hizmetkârlara nezaret etmek, dünya sergisindeki ilahî sanatların ve nimetlerin tanzim ve teşhir edilmesini sağlamak.

Bu ikinci boyuttaki hizmetinde ilahî vazifeyi temsil etme niyeti ile Allah namına hizmette bulunduğu takdirde o hizmetleri manevî bir ibadet sayılıyor; fakat iman beraberliğinde bir anlam ifade eden o kastî niyet olmadığı takdirde ise, saati gösteren fakat saatin kaç olduğundan haberi olmadan işleyen şuursuz bir saat gibi bilmeden ilahî maksatlara hizmet ediyor.

Kâfirlerin dünya misafirhanesinin imarındaki ve ilahî nimetlerin dağıtılıp güzel bir surette servis edilmesindeki hizmetleri gibi. Elbette ücretleri de sadece bu dünya hayatıyla sınırlı kalıyor.

Bu durumda nefsanî, fiziksel haz ve lezzetler noktasında o hizmetlerden şahıslarına da bir pay çıkarmadan, sadece o azametli yaratıcıya bağlanmanın ve O’nun adına işlemenin ve hizmet etmenin manevî hazzı ve mutluluğuyla yetinerek, tamamen O’nun emri ve izni dairesinde kalarak, belirlenen vazifeleri yerine getiren dördüncü bir tür olarak meleklerin mevcudiyetleri, kesinlikle gerekli olacaktır.

81

O melekler, gördüğümüz âlemdeki canlı ve cansız her şeyin şuursuz ve manevî olan ibadetlerini, göremediğimiz maneviyat âleminin ve kâinatın tabakalarında şuurlu ve gerçek manada ifade ve ilan edeceklerdir.

Hem burada ibadetlerini temsil ettikleri cismanî varlıklarla o meleklerin bir irtibatı elbette bulunacaktır.

Eser metninde de ifade edildiği gibi, görünen âlemdeki canlı ve cansız fiziksel varlıklar ve mekânlar, âdeta o meleklerin bir evi, bir mescidi ve fiziksel olarak göründükleri yerler hükmündedirler. Elbette onlar, o meleklerdir demiyoruz. Fakat birbirleriyle böyle bir ilişkileri vardır diyoruz. Yani denilse ki, bir melek vazifesini nerede yapar? Elbette ibadetini temsil ettiği cansız unsur veya canlı ferdi veya canlı türü üzerinde ve onun işgal ettiği mekânda yapar. Bunu diyoruz. Elbette o unsur mesela bir yıldız ise, o melekle birlikte hareket halindedir. Melek suretlerinin ise, temsil ettikleri çeşitli unsurların bu âlemdeki şekillerine benzer olarak belirlenmesi hikmeten uygun olacaktır.

Bu nedenle eser metninde de ifade edildiği gibi, meleklere dair ilk bakışta abartı veya gerçek olamayacak kadar acaip görünen hadis rivayetleri bu manayı aydınlatmakta ve bahsi geçen hakikata uygun düşmektedirler. Dünyayı temsil eden meleğin yaratılmış milyonlarca hatta trilyonlarca mahlûkatın sayıları adedince tesbih ve ibadetlerini temsil etmek için çokluktan kinaye olarak adedi kırk bin olarak bildirilen başlı, her bir başı kırk bin ağızlı, her bir ağzı kırk bin dilli, her bir diliyle kırk bin tesbihat yapan bir tarzda ve surette, perde arkasındaki gayb âleminde görünmesi, olmayacak bir iş değildir.

82

İnsan ne kadar acaiptir. Bu kadar çok sayıdaki canlı türünün harika bir şekilde yaratılmasını ve idare edilmesini görür ve buna şaşırmadan sıradan görür de, bu mahlukâtın işleyiş ve idare kanunlarını ve manevî ibadetlerini temsil etmekle görevlendirilmiş melek hakikatini dar aklına sığdıramayıp inkâra yeltenir. Kanaatimizce cehalet, ancak bu kadar olur.

Her bir canlıya binlerce hikmetleri, gayeleri, harika sanatları ve mükemmel yapılışları takan hikmetli ve azametli yaratıcının; elbette bu manalı faaliyetleri şuurlu bir şekilde ifade edecek ve kâinat tabakalarına yaratıcısı namına ilan edecek, ilahî dergâha takdim edecek ve nezaret ettiği unsurların, kanunların ve canlıların işleyiş kaidelerinin perde arkasındaki ruhları derecesinde bulunan temsilci melekleri onlarda çalıştırması, gerçekten çok mümkün ve gerekli görünüyor.

[29.Söz’ün ruhun ebedî olduğuna, kıyamete, dünyanın ölümüne ve âhiret hayatına dair olan ikinci maksadı buraya alınamamıştır. Fakat meleklere dair olan delillerin aynıları, ruhun ölümden sonra hayatta kalmaya devam ettiğine ve ruhlar âleminin varlığına da

aynen delildir.

Ayrıca kitabımızın Beşinci Hakikat’i olan Âhirete İman esasının ele alındığı Onuncu Söz, ruhun ebedîliğini ve âhiretin geleceğini en mükemmel surette ispatlamaktadır.]

“Müthiş Bir Ekosistemde Paylaşılan Roller” Eğitim Programı Ders Videosu

(Video penceresinin açılması için linke veya resme tıklayınız) https://youtu.be/G1XE9srVQMQ

83

Harika üsluplu ve şiir tadındaki Onuncu Söz’ü, izah metinleri eşliğinde okuyabileceğiniz kitabımız “Prova Sahnesi”nin detaylı tanıtım bilgilerini ve kitabı okumak ve indirmek için http://www.kesifyolculuklari.com internet sitemizin “Küçük metin kitaplar” bölümünü ziyaret edebilirsiniz.

84

Bu bölüm, “Olağanüstü Bir Hazinenin Keşif Yolculuğu: Risale-i Nur İzah Metinleri” isimli kitap çalışmamızın son sözü olup; Risale-i Nur okumak ve derslerine katılmakla ilgili çok çarpıcı tespitler içerdiğinden buraya alınmıştır.

Yolculuğunuz Daha Yeni Başlıyor!

Kitabımızın başında sizleri kendi iç dünyamızda çıktığımız zihinsel bir yolculuğa davet etmiştik ve bizimle birlikte gelmenizi istemiştik. Aslında hiç bitmeyecek bir yolculuğun başlangıcıydı bu. Şimdi bulunduğumuz noktada kıymetli hazinelerle dolu bir adaya adımımızı atmış gibi görebiliriz kendimizi. Hazinenin yerini bulduk, cevherlerini gördük. Fakat hepsini değil. Belki sadece küçük bir bölümünü.. Bu noktadan sonra yolculuk da, keşif de daha yeni başlıyor ve siz kendi hayat serüveninizin –eğer kıymetini takdir ederseniz- bir ömür boyu sürecek ve hiç bitmeyecek en heyecanlı macerası içinde yaşama ayrıcalığına sahip olacaksınız. Keşfedeceğiniz anlamlı güzellikler ve keyfedeceğiniz manevî zevkler hiç bitmeyecek.

İman denilen manevî hazinenin içindeki bu keşif yolculuğumuza nasıl ve nerede devam edeceğimizi soracak olursanız, bunun cevabını iki şekilde vermek isteriz:

1-Elbette Risale-i Nur Külliyatı’nın bir ömür boyu okunmaya lâyık ve her seferinde farklı mana derinlikleri yakalanan ve manevî gıda hükmündeki iman hakikatlerinin içinde..

2-Risale-i Nur’daki iman ilminin herkese açık ve herkesin talebe olduğu hocasız bir üniversite şeklinde ders verildiği ve gönüllü ilim taliplilerinden oluşan ve dünya sathına yayılmış büyük manevî amfisinde, teoriyle hayat pratiğini birlikte sunan ve Risale-i Nur derslerinin icra edildiği sohbet mekânlarında..

İmana dair bilgilerin bir defa bilinse ve bir-iki defa düşünülse kâfi gelen diğer ilimlere benzemediğini ve ilimlerin şahı, padişahı ve esasının iman ilmi olduğundan daha önce bahsetmiştik. İmana dair hakikatler ekmek gibi, su gibi her vakit düşünmeye ihtiyaç duyulan meselelerdir. Bir defa anladım, yeter denilemez. Risale-i Nur’un Barla Lahikası’ndaki bir mektupta bu hakikatle ilgili şöyle bir bölüm var: “Hem mütefekkirâne o çeşit sohbet-i imaniye, zemin yüzünün bir manevî ziyneti ve medar-ı şerefi olduğuna işareten biri demiş: Semâvât zemine gıpta eder ki, zeminde hâlisen lillâh sohbet ve zikir ve tefekkür için, bir-iki adam, bir-iki nefes, yani bir-iki dakika beraber otururlar, kendi Sâni-i Zülcelâlinin çok güzel âsâr-ı rahmetini ve çok hikmetli ve süslü âsâr-ı san’atını birbirine göstererek Sânilerini sevip sevdirirler, düşünüp düşündürürler.”

İslam dininin temelinde ilim öğrenmek ve öğretmek vardır. Aslında insanın akıl planında başlayıp tarih boyunca devam edegelen manevî seyahati de hep bir şeyleri öğrenme ve bilmeye çalışma çabasından ibarettir. Bu nedenle dinimizde ilim öğretmeye, öğretmeye ve ilmi yaymaya çok özel bir önem verilmiştir. Bu manayı çarpıcı bir biçimde teyit eden bir hadis rivayeti şöyle:

85

“Allah kıyamet günü bir takım toplulukları yüzleri nurlu ve inciden minberler üzerinde diriltecek, halk onlara imrenecek. Hâlbuki bu kimseler ne peygamber, ne de şehittirler!” Resulullah böyle söyleyince bir bedevi: “Ya Resulullah, onların vasıflarını bize söyle, onları tanıyalım” dedi. Resulallah şöyle cevap verdi: “Onlar değişik kabilelerden, muhtelif beldelerden oldukları halde Allah için birbirlerini seven ve Allah’ı anmak üzere bir araya gelen kimselerdir.”1

Risale-i Nur dersi veya sohbeti nedir? Esasen bizim “ders” diye kastettiğimiz şey, Kur’ân’ın her bir hakikati ve manasıdır. İçinde bulunduğumuz asrın anlayışına ve idrakine uygun biçimde yorumlanmış ve en önemli ve ihtiyaç duyulan manevî ilaçlar hükmündeki Kur’ânî reçetelerin insanlığın istifadesine sunulmasından ibaret olan Risale-i Nur eserlerinin bir bölümünün okunması ve izah edilmesidir. İnsanlar bu sohbet ve ders ortamlarına gönüllü olarak bir araya gelirler ve Kur’ân’ın bu asra bakan hakikatlerini öğrenmeye ve anlamaya çalışırlar. Menfaat ilişkisine dayanmayan, sadece ve sadece Allah rızasını kazanmak, ilim ve irfan sahibi olmak için bir araya gelen ve öğrendiklerini yaşantı haline getirmeye çabalayan insanların bulunduğu ve başkaca hesapların olmadığı, nadide, nezih ve zamanımızda benzerine çok zor rastlanan ortamlardır bu yerler.

Şöyle bir düşünce akla gelebilir: “Hidayet etmek, doğru yola ulaştırmak Allah’ın elindedir. O halde böyle araya perde olacak şeylere ne gerek var?”

Cevap: Perde dediğiniz şey, belki parlak bir aynadır. O halde aynayı kırmak demek, aynada görünen güneşe karşı bir hürmetsizlik ve o aynadan alınacak güneşin feyzinden mahrum kalmak manasını içinde taşır. Bizler hepimiz maddî sebepler âleminde yaşıyoruz. Allah her şeyi bir takım sebep ve vesilelerle hayatımıza dâhil ediyor.

Gökten zembille inmiyor yediğimiz nimetler. Şimdi “Rızkı doğrudan doğruya Allah’tan bilmek lazımdır ve rızkı veren yalnız Allah’tır” diyerek, Allah’ın bir perde ve vesile ederek ve onun eliyle gönderdiği vasıtaları önemsemesek, mesela bir elma ağacının Allah namına takdim ettiği elmayı yemesek veya “Rızkı nasıl olsa Allah veriyor!” diyerek o elmayı kaldırıp yere atsak, bu nasıl bir uygunsuz davranış olur? Acaba Allah’a karşı büyük bir hürmetsizliği ve açlıktan ölmeyi göze almak gibi bir cahil cesaretini ifade etmez mi?

Çünkü o rızık, o ağacın eliyle size gönderiliyor! O ağaç vasıtasıyla gelen elmaya hürmet etmek demek, Allah’a hürmet etmek demektir. Bir padişahın bir memuruyla gönderdiği hediyeye ve ona aracılık eden memuruna elbette hürmet edilir ve onlara önem vermemek veya kötü muamele etmek, padişaha karşı saygısızlık ve hakaret manasını içinde taşır. İşte aynen böyle de, hidayeti veren elbette Allah’tır. Fakat Allah hesabına seveceğiniz ve Allah’a götüren ve Allah’ı anlatan arkadaşlar ve peygamberlerin manevî varisi olan ve ilim yayan âlimler, hakikati anlatan kitaplar gibi birçok vesile, belki de perde arkasında Allah’ın sizi hidayete ulaşmanız için gönderdiği ve cennete gitmenize vesile olması için karşınıza kasten çıkardığı aracı memurlarıdır. Nereden biliyoruz ki böyle olmadığını?

1 Taberâni. (Hadis kitabı)

86

Bu vesilelere hürmet etmek ve onları önemsemek demek, Allah’ın bunlar aracılığıyla gönderdiği hidayet ve iman nurunu önemsemek manasına gelmez mi? İslamiyette hakkı, hakikati anlatmaya ve ilmi yaymaya, öğrenmeye ve öğretmeye çok önem verilmiştir. Bu, eşyanın tabiatına uygun bir gerçekliktir. “Bir Kur’ân ve peygamber gelmiş, başka aracılara, vesilelere ve araya başkalarının ve başka şeylerin girmesine ne gerek var?” diyen, Allah’ın rızkımızı gökten aracısız göndermesini talep etmiyorsa ve o nimetten istifade etme akıllığını tercih ediyorsa ve o nimete Allah namına hürmet etmekte kusur etmiyorsa, bunu manevî nimetlerin vesileleri için de düşünmeli ve dikkat etmeli.

Risale-i Nur’un bizim için ifade ettiği manayı daha iyi anlamak için, bu konuda sahip olduğumuz gerçekçi yaklaşımızı başta hadislerle teyit edelim. Peygamberimiz demiş ki: "Allah, her yüz senede bir dinini yenileyecek âlimler gönderir." "Kendi zamanının din yenileyicisini tanımadan ölen, cehalet ölümü üzerine ölmüş olur." "Âlimler, peygamberlerin varisleridir.” “Benim ümmetimin âlimleri, yahudilere gönderilen peygamberler gibidirler.”

Öncelikle yukarıdaki hadislerin manaları tamamen mantıklı görünüyor. Çünkü Allah'ın indirdiği dini ve inananlarını başıboş bırakması ve bu âlimlerle inananlarını takviye etmemesi, yaşanan zamanın şartlarına, anlayışına göre ve ilmî, medenî gelişimlerin karşısında, yeni izah ve yorum tarzlarıyla dinini yenilememesi rahmet ve hikmetine zıttır.

Yeni bir din getirmek değil, çünkü insanlığın en son döneminde artık bir başka dine ve peygambere ihtiyaç bırakmayacak ve kıyamete kadarki dönemde insanlığın ihtiyacına cevap verecek gelişmişlikteki bir mükemmel din ve son peygamber zaten gönderilmiştir. Ancak, dinin mükemmelliğini turfanda olarak yeniden ortaya koyacak, insanlığın maddî manevî gelişimini göze alacak ve bizlere Kur’ân ve peygamberin temel esaslarıyla takdim ettiği dini, çağın ihtiyaçlarına ve anlayışına göre yeniden yorumlayacak ve taze bir şekilde sunacak bir hizmet lazımdır. İşte hadisin beyanıyla bu önemli hizmeti, müceddid (din yenileyicisi) tabir edilen seçkin âlimler üstlenecektir.

Kur’ân bir eczahanedir, o asrın hastalıklarına deva olacak ilaçları o eczaneden alıp insanlığa takdim edecek manevî doktorlar da, işte bu âlimlerdir diye tasavvur edebiliriz. İşte kanaatimizce Bediüzzaman Said Nursi de böyle bir âlimdir. Kanaate itiraz edilmez. Hele bu kanaat, milyonlarca insanın bu eserlerle hayatlarını değiştirmeleriyle tasdik edilmişse. Said Nursi'nin davası, iman davasıdır. Kaleme aldığı Risale-i Nur eserlerinde, iman hakikatlarının tüm delilleriyle ortaya koyularak anlatılması ile bilinçli bir inanan olmamız ve yaşamın anlamını bulmamız hedeflenmiştir. Risale-i Nur, doğrudan doğruya Kur’ân’dan ilham alınarak yazılmış olduğu için, başka müelliflerin kendi şahsî fikirlerine veya başka kitaplara dayanarak yazdıkları eserlerle kıyas edilemez. Eski zamanlarda İslamî ve imanî ilimler, medreselerde ortalama 15 yıl süren bir tahsil neticesinde ve meşakkatlerle ancak elde edilebilirdi. Risale-i Nur’un, iman ilmini çok kısa bir zamanda ve mükemmel manada elde etmeyi netice veren bir yol açtığı ve yeni bir Kur’ânî metot keşfettiği ile ilgili Bediüzzaman’ın bazı ifadeleri:

87

“Bir zaman gelecek, on beş sene değil, bir sene bile ilm-i îman dersini alacak medreseler ele geçmeyecek. İşte o zamanda müştaklara on beş senelik dersi on beş haftada ellere verebilecek Kur’anî bir tefsir çıkacak ve Said onun hizmetinde bulunacak.” “Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile bazı hakâik-ı îmaniyeye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle, kırk dakikada o hakâika çıkılacak bir yol bulunsa; o yola karşı lâkayd kalmak elbette kâr-ı akıl değil...” "Bir sene bu Risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan; bu zamanın mühim, hakikatlı bir âlimi olabilir.” (Bu ifade ile elbette imanî bilgiler noktasındaki ilmî hâkimiyet kastedilmektedir. Diğer İslamî ve fennî ilimler bu kaydın dışındadır.)

Esasen Risale-i Nur’un okunmasının önemini ve akıl ile kalbi birleştiren iman dersleriyle eski zaman medreselerinin ve tarikatlerinin faydasını çok kısa zamanlarda verebilen Risale-i Nur derslerinin yapıldığı ve pratiğe dökülmüş bir hayat tarzı olarak yaşandığı mekânlara, ortamlara gitmenin faydalarını ve lüzumunu hakkıyla anlatmak için küçük bir kitap büyüklüğünde sayfalarca yazı yazmak gerekir. Buna imkânımız bulunmadığından “arif olana işaret kâfidir” deyip burada imkân dâhilinde paylaşabildiğimiz kadarla yetiniyoruz.

Bununla beraber şunları da söylemeden geçemeyeceğiz. İslamiyet tek başına yaşanan bir din değildir. Dünya algımızı tamamen ve kökünden değiştiren hakikatlere inanan ve bu hakikatleri hayatının en merkezî yerine koyan bir insanın, aynı duygu ve düşünceleri paylaşan, yani aynı dili konuşan insanlara olan ihtiyacı muhakkaktır. Etrafımızdaki insanlara baktığımızda dünyadan ve dünyevî şeylerden başka bir şey düşünmeyen ve konuşmayan, fâni dünyanın geçici istek ve meşguliyetlerinden başka hiçbir şey ilgi alanına girmeyen sayısız insan görüyoruz. Toplum hayatı o kadar enteresandır ki, sürekli hastane ortamında bulunursanız, size sanki herkes hastaymış gibi gelecektir. Hâlbuki normal çalışma ortamınızda ise, sanki kimse hastalanmıyor, ölmüyor; dünya sürekli ve kalıcı bir şekilde, olduğu yerde durmaya devam ediyor gibi bir görüntü sizi aldatacaktır.

İşte aynen bunun gibi etrafınızda namaz kılmayan, tek derdi dünya olan ve bu dünyaya gönderilme gayesinin ne olduğuyla ilgilenmeyen çok sayıdaki insanla sürekli zaman geçirmek, sanki dünyada ebedî hayat için ciddî çalışan ve iman hakikatlerinin farkında olan ve hizmetinde çalışan kimse yokmuş gibi görünecektir. Fakat gerçek bu değil! İşte bunun böyle olmadığını, ancak bu hakikatleri yaşayan ve hisseden insanların bir araya geldikleri yerlere giderek anlayabilirsiniz ve o zaman görürsünüz ki, dünyada aklı başında ve ebedî hayatı için ciddî çalışan ve gayret eden ne kadar çok insan varmış! İçine girdiğiniz, suyunda yıkandığınız ve akıntısına kapıldığınız nehri siz seçiyorsunuz. Biz ne kadar bu hakikatlerin farkında olsak bile, yalnız başımıza kaldığımız müddetçe tüm kuvvetiyle dünyaya çekip götürmeye çalışan toplum ve şu zamanın tehlikeli vaziyeti bizi çok zorlayacak ve belki mağlub edecektir. Bir manevî desteğe ve enerji kaynağına, bir dayanak noktasına ve motivasyona ihtiyacımız var.

Âdeta yerde, güneşin harareti karşısındaki bir su damlasının tüm çabasına karşı ilerlemesi ve buharlaşıp yok olmaktan kurtulması nasıl zorsa; fitnesinden ve manevî tahribatından tüm peygamberlerin ümmetlerini sakındırdıkları ahirzamanın dehşetli vaziyeti karşısında bizler aynen öyleyiz.

88

Hâlbuki aynı hakikate inanan ve hayatlarında bunları yaşamaya gayret eden insanlarla birlikte olmak ve kendimizi bir akarsuyun içine atmak ve onun kuvvetinden yararlanarak akıp gitmek bambaşkadır. Böyle bir manevî gücü terk etmek ise aklî değildir. Hem ayet ve hadisler de hep topluluk (İslamî tabiriyle cemaat) içinde bulunmamızı şiddetle teşvik ve tavsiye ediyor.

Nasıl ki bir sınava evde de hazırlanabilirsiniz ama bunun yerine evdeki keyfini kaçırmak pahasına ve üstüne para vererek dershane ortamına gidilmesinin, bunun için özel zaman ayırılmasının sırrı, işte yukarıda ifade ettiğimiz akarsu misaliyle aynı manadır. O dershane ortamı içinde, kendiniz gibi aynı sınava çalışan insanları görür ve motive olursunuz. İşin aslında, özellikle sözel derslerde zamandan kaybetmemek için dershaneye gitmek, çok da anlamlı değildir. Fakat o dershanenin itici gücü ve şevkinizi kamçılayan, tembellikten mecburen uzaklaştıran manevî atmosferi ve motive edici etkisi yok mu! Sırf o sisteme dâhil olmak ve bu manevî güce sahip olmak için çoğu insan paraya kıyar, bu iş için özel zaman ayırır ve o dershaneye giderler. İşte dünya denilen imtihan yurdundaki en büyük sınavın en dehşetli manilerinin bulunduğu bir dönemde ve İslamı yaşamanın en zor olduğu bir devirdeyiz. Tek başımıza kalarak kendimizi nasıl kolayca muhafaza edebiliriz?

Açıkçası böyle bir ortamda yardım almak ve büyük bir manevî kuvvetin koruyucu dairesi içine girip işi kolaylaştırmak, çok akılcı ve pratik görünüyor ve manevî bir dershane ortamı içine girmemizi lüzumlu kılıyor. Risale-i Nur’un okunduğu ve bu maksatla bir araya gelen insanların bulunduğu mekânlara bizzat Bediüzzaman tarafından “dershane” isminin verilmesi çok anlamlıdır. Meselemizi teyit eden bazı hadisleri de paylaşalım sizinle: “Cemaatte rahmet, ayrılıkta azap vardır.”1 “Şeytan bir kişiye yakın iki kişiden uzaktır” “Allah’ın yardımı cemaatle birlikte olanlaradır.” “Allah’ın rahmet ve kudret eli cemaat üzerinedir” “Kim iman selameti ile ölüp, cennetin tam ortasında olmak istiyorsa, cemaata yapışsın.” Bu hadislerde geçen cemaat kavramıyla kastedilen, elbette ilk planda tüm İslam cemaatı ve bütün müminler demektir. İslamiyette inananların kardeşliği esastır. Fakat nasıl ki bir orduda tek tip bir askerlik yoktur, herkes ihtiyaca göre çeşitli görevler üstlenmiştir ve farklı bölümlere ayrılarak uzmanlaşmışlardır. Hem nasıl ki bir toplumda tek tip insan yoktur, sosyal hayatın ihtiyaçlarına göre özelleşmiş kurumlar ve topluluklar bulunur.

İşte aynen bunun gibi Risale-i Nur okumak ve ders mekânlarına gitmek de, iman hizmeti bölümünde uzmanlaşmış bir eseri ve o eseri okuyup Kur’ân’a talebe olup hizmet edenlerin bir araya gelmeleri gibi güzel bir manayı ifade eder ve Resul-u Ekrem (A.S.M.) zamanındaki sahabelerin, iman hakikatlerini yayarak İslama ettikleri hizmet tarzının bu zamanda bir numunesidir denilebilir. Risale-i Nur talebesi ise, Risale-i Nur’u okuyanlara ve bu eserlere Kur’ân namına sahip çıkan ve gönül verenlere verilen bir isimdir ve Risale-i Nur mesleği ise Bediüzzaman’ın tabiriyle cadde-i kübra-yı Kur’âniyedir. Yani Risale-i Nur mesleği ve bu eserlerle ortaya çıkan iman hizmeti, Kur’ân ve iman yolunu gösteren geniş bir cadde, doğru bir rehberdir.

1 Müsned-i Ahmed, 4:278.

89

Yoksa başka hususî bir yol, tarikat veya meslek, meşrep vs. değildir. Doğrudan doğruya İslamiyeti ders verir, İslamiyeti gösterir. Risale-i Nur’un geniş dairesi içinde bütün İslam ümmeti dâhildir.

Şöyle denilebilir: “Risale-i Nur okumak veya bu eserleri okuyan insanlarla bir araya gelmek şart mıdır?”

Cevabımız şudur: Elbette değildir. Hem hakikatin metotları ve cennete götüren yollar çok ve çeşitlidir. Fakat böyle manevî bir kazancı ve faydayı ve hususen içinde bulunduğumuz zamanın şartları içinde en kestirme, hızlı ve kolay bir Kur’ânî metot olarak hakikate ulaştırmakta büyük başarı elde etmiş ve kendini milyonların hayatını değiştirmekle ispatlamış bir hakikat rehberini elde etmekten vazgeçmek, çok akıllıca bir iş de olmasa gerektir. Cemaatle namaz kılmak da şart değildir, ama cemaat namazı ferdî namazdan yirmi beş veya yirmi yedi kat daha sevaplıdır. İslamiyette sürekli bir arada olmaya büyük bir teşvik vardır. Bediüzzaman’ın bir “şirket-i maneviye” tabiri vardır. İman ve Kur’an hizmetinde bir araya gelenler manevî bir şirket teşkil ederler. Ticaret sahasında elbette kişinin bir şirkete ortak olması şart değildir. Ancak bu zamanda ferdî sermaye ile edinilecek kârlar, şirketleşen büyük firmalar karşısında nasıl çok cılız kalır ve rekabet gücünü büyük ölçüde kaybederse, ferdî gayretlerle yapılan ibadetler veya hizmetler de, bir araya gelinerek cemaat halinde yapılan gayretler yanında öyle güçsüz kalırlar. Böyle manevî bir gücü kim bu zamanda yanında bulundurmak istemez ki? Hem cemaat halinde yapılan dersler ve bir araya gelmek sayesinde, fertlerin güzel ahlak ve seciyeleri birbirine yansır. Ayrıca ders mütalaasında daha fazla feyiz ve zevk alırlar, birbirlerini tamamlarlar.

Lise yıllarımda bir hakikat arayışına girdiğimi hatırlıyorum. Öyle ki yaklaşık iki sene boyunca elime geçen çok sayı ve çeşitlilikte dinî kitabı elde edip, derin sorgulamalara ve arayışa girmiş ve bu arayışın sonucunda oluşan kanaatle namaza başlamış ve inandıklarımı insanlara anlatmaya bile (kendi çapımda) başlamıştım. Bunun öncesinde popüler bilim ve kişisel gelişim konusunda da pek çok kitap elimden geçmişti. Hatta bu dönemde Bediüzzaman’ın hayatını okumuş ve bu İslam âlimine hayran kalmıştım. Fakat eserlerini henüz bilmiyordum. Bir Cuma namazı çıkışında çok sıcak bir şekilde tanımadığım birinin “Allah kabul etsin!” diyerek yanıma yaklaşarak benimle teklifsizce tanışması ve fizik bölümünde okuduğunu ve üniversiteli arkadaşlarla biraraya gelerek Bediüzzaman Said Nursi’nin kitaplarını okuduklarını ifade etmesi hemen cazip gelmişti bana. Tereddütsüzce: “Ben zaten bu zâtı tanıyorum, hayatını okumuştum ve hayran kalmıştım, elbette gidelim” demiştim ve böylece bambaşka bir manevî âlemin ve tarifsiz bir deneyimin kapıları bana açılmıştı.

Hayatımın en güzel yıllarıydı o yıllar. Şimdi hasretle yadediyorum. Beni Risale-i Nur’la ve aynı hakikate gönül vermiş insanlarla tanıştıran o güzel insandan Allah razı olsun. Tek başına çabalamaya bedel, aynı hakikate inanmış insanlarla aynı ortamı paylaşmanın nasıl da bir dünya cenneti olduğunu yaşayarak gördüm. Sanki zaman ve boyut atlamış gibiydim. Dışarı çıktığınızda dünya sanki bir başka dönüyordu ve başka yerlere doğru akıyor gibi görünüyordu.

90

Fakat Risale-i Nur’un “dershanesi”nden içeri girdiğinizde, dünyanın tüm olumsuzluklarından soyutlanmış oluyorsunuz ve toplum hayatının tüm çirkinliklerini, akıp giden anlamsız koşuşturmacayı, hiç bitmeyen bir geçim derdini dışarıda bırakıyorsunuz ve görüyorsunuz ki, ebedî bir hakikate kendini vakfetmiş, fedakâr insanlar da varmış bu hayatta.

Daha önce hiç tanışmamış olduğunuz halde, menfaatsiz ve hesapsız bir şekilde, sırf Allah için tebessüm edip, hatırınızı soran ve kırk yıllık dostunuzmuş gibi sizi sarılıp kucaklayan insanlar ve samimî kardeşler görüyorsunuz karşınızda ve gerçekten dünyanız değişiyor. Faziletlerini ve güzel hasletlerini model alacağınız, İslamı gerçek anlamda yaşamaya ve iman hakikatlerini insanlığa mal etmeye çabalayan, insanların ebedî hayatlarının saadet ve selameti için hiç bir maddî ve manevî fedakârlıktan kaçınmayan gönüllüler, manevî kahramanlar ve insana hayretle “Böyle insanlar bu zamanda da var mıymış?” dedirten etkileyici insanlar giriyor hayatınıza.

Mana itibariyle nakledeceğimiz şu mealde bir hadis rivayetine rastlamıştım: Allah Resulü (A.S.M.) bir gün şöyle buyurdular: “Dünyada gezerken cennet bahçelerini ziyaret ediniz ve oraya uğradığınız zaman gıdalanınız.” Bunun üzerine sahabiler sorarlar: “Ey Allah’ın resulü! Dünyada cennet bahçeleri mi vardır? (veya neresidir)” Şöyle cevap verdi: “Cennet bahçeleri Allah’ın anıldığı (Kur’ân ve ilim öğretilen) ilim meclisleridir.”1

İşte o dönemlerde bu rivayetin manasını tüm ruhumla hissediyor ve canlı olarak yaşıyordum. Risale-i Nur sohbetlerinde peygamber devrinin ilim halkalarının, asr-ı saadetin kokusunu alıyorsunuz ve cennetin manevî zevkini bu dünyada da tattıran eşine rastlanmaz bir âleme giriyorsunuz. Anlıyorsunuz ki, dünya gördüğünüzden ibaret değil ve kanaatiniz geliyor ki, eğer kıyamet kopmuyorsa, bu insanların yeryüzünde bulunmalarının payı çok büyük ve böyle olduğunu en derinden ve tüm kalbinizle hissediyorsunuz. Bu abartı bir iddia değil, çünkü bu mekânlarda dünyanın kurulmasına sebep teşkil eden ve kâinatta en büyük hakikat olan iman hakikatleri en saf şekliyle anlatılıyor.

Kitabımızın son bölümlerinde, bulunduğunuz her yerden 24 saat Risale-i Nur okuma ve dinleme imkânı bulabileceğiniz kaynakları ve Risale-i Nur sohbetlerine, derslerine katılabileceğiniz yerleri belirttik. İman hazinesinin keşfinde ve hayat denilen yolculukta sizi yalnız bırakmayacak güzel arkadaşlar kazanmanıza yardımcı olmak istedik böylece.

1 Tirmizi, Daavât 82

91

Kişisel Yolculuğunuzda Rehberlik Edecek Yol Arkadaşlarınız

Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı

“Olağanüstü Bir Hazinenin Keşif Yolculuğu: Risale-i Nur İzah Metinleri” kitap çalışmamızın içeriği üzerine bina edilen ve görsel destekli bir eğitim programı mahiyetinde sistematik bir şekilde sunulan “Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı”zın ve Risale-i Nur İzah Metinleri çalışmalarımızın takdim edildiği videoyu izlemenizi tavsiye ediyoruz. Bu takdim videosunda ele alınan konular: Risale-i Nur eserlerinin ve bu eserlerin üzerinde yapılacak çok yönlü çalışmaların önemi. Kitap çalışmamızın ve eğitim programımızın içeriğinin, toplum olarak muhtaç olduğumuz zihinsel dönüşüme katkısının incelenmesi. Çalışma içeriğinin ve eğitim programının içerik ve sistematiğinin anlatımı. Çalışmanın hangi şartlarda ortaya çıktığı ve bilimsel yaklaşımları karşılaştırmalı olarak ele alma ve bilimsel bilgilerden yararlanma tarz ve üslübunun anlatımı. Bir alttaki 5 dk.lık kısa takdimi de izlemenizi muhakkak tavsiye ve arzu ediyoruz.

Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı Takdim Videosu

(Video penceresinin açılması için linke veya resme tıklayınız) https://youtu.be/fz0TJvILl3w

Risale i Nur'u İlan ve Takdim Etmek (Kısa Eğitim Programı Takdim Videosu)

https://youtu.be/49kEV4uqqlg

92

Risale-i Nur İzah Metinleri Kitap Çalışmalarımız

İndirme Adresi: https://yadi.sk/d/cs2sRKj_czB2J

93

Metin Kitaplar

94

(Bu kitaplara en yukarıda adreslerini verdiğimiz Yandex indirme sitesinden ve

Google Books ile Google Play E-Kitap bölümünden ulaşabilirsiniz.)

95

(Bu kitaplara en yukarıda adreslerini verdiğimiz Yandex indirme sitesinden ve

Google Books ile Google Play E-Kitap bölümünden ulaşabilirsiniz.)

96

Görsel/İnteraktif Kitap Çalışmalarımız

Kendi alanında dünya çapında bir ilk olan, etkileşimli görsellerin kullanıldığı bu

muazzam çalışmada, “Tabiat Risalesi Açılımları Görsel/İnteraktif Versiyon”da toplam 446 görsel ve 42 video ve “Kayıp Ada Görsel/İnteraktif Versiyon”da toplam 168 görsel ve 13 video kullanıldı. Konu anlatımlı şemalar, metin vurguları ve etkileyici resimlerden oluşan görseller, daha önce sunulan Risale-i Nur Eğitim Programı seminerlerimizin sunumlarından titizlikle alındı, geliştirildi ve kitap metni içine entegre edildi.

Neden Görsel/İnteraktif Kitap?

Yazılı olarak kaleme alınmış hakikatleri, sözlü ve görsel bir şekilde okumanız ve izlemeniz (kitap çalışmamızda olmayan ilave izahlarla) daha iyi anlama ve hissetme imkânı sunuyor. Böylece sadece akılla anlaşılmayan ve aslında “hissedilen hakikatler” olan iman ilmini anlamakta ve “farklı mana açılımları”na kapı açmakta, en verimli bir metodu takip etmiş oluyorsunuz. Bu pekiştirme yöntemiyle (Allah’ın izniyle) Risale-i Nur’u ve kainatı anlamak noktasında en üst düzeyde bir istifadenin gerçekleşeceğine kuvvetle inanıyoruz.

97

Keşif Yolculukları İnternet Sitemiz

Tüm çalışmalarımızın bir araya toplandığı ve eğitim programı duyurularımızın

yayınlandığı Keşif Yolculukları internet sitemize yukardaki her iki adresten ulaşabilirsiniz.

Çok renkli ve zengin bir içeriğe sahip sitemiz üzerinden,

* Hakikat arayışında çok ciddî bir kaynak olma mahiyetini taşıyan ve hem kendiniz için, yazılı olan hakikatleri, sözlü ve görsel bir şekilde izleyerek daha iyi anlama imkânı sunan, hem de etrafınızdaki insanları bu hakikatlerden haberdar etmek için, elinizde kuvvetli bir hizmet aracı olan YouTube VİDEO KANALIMIZA,

* "OLAĞANÜSTÜ BİR HAZİNENİN KEŞİF YOLCULUĞU: RİSALE-İ NUR İZAH METİNLERİ" isimli kitap çalışmamıza ve diğer E-Kitaplarımıza,

* Seminer metinlerine, videolarına ve Powerpoint sunumlarına ulaşabilir, görüntüleyebilir ve indirebilirsiniz.

98

Tavsiye Edilen İnternet Siteleri

www.nurmektebi.net İstanbul’da bulunan ve Türkiye çapında çok sayıda gence sosyal medya ile ulaşan, mekânlarıyla, sohbetleriyle, hizmetleriyle sıradışı bir derneğin, “Nur Mektebi”nin internet sitesi. İstanbul’daysanız çaylarını içmeye mutlaka gitmenizi tavsiye ediyoruz.

www.sozlerkosku.com İzmir’de faaliyette bulunan ve yüzbinlerce gencin kalbini fetheden Sözler köşkü Derneği’nin internet sitesi. Sitede çok sayıda video ve mp3 içeriği bulunmakta. İzmir’deyseniz bu mekâna mutlaka uğrayın.

www.cinaralti.org Ankara’da bulunan Çınaraltı İlim Kültür Derneği’nin internet sitesi. Çok kısa sürede yüzbinlere hitap etmeyi başaran yeni bir gençlik akımı. Risale-i Nur’daki Kur’ânî hakikatleri herkese duyurmak yolunda her türlü çabayı ve modern vasıtaları kullanan bu güzel mekâna Ankara’daysanız uğramanızı tavsiye ederiz.

http://ugurakkafa.com İstanbul’da ikamet eden ve Nur mektebi Derneği’nde sunduğu Risale-i Nur dersleriyle milyonları etkileyen Uğur Akkafa’nın hararetle tavsiye edeceğimiz internet sitesi. Sitede şu an iki yüze yakın sunum videosu bulunuyor.

www.feyyaz.org Çok sayıda Türkçe ve yabancı dilde İslamî ve Risale-i Nur’la ilgili sitenin yapımcılığını üstlenen Feyyaz Bilim ve Gelişim Derneği, nurpenceresi.com, sorularlarisale.com, sorularlaislamiyet.com ve seyrangah.tv isimli siteleri kendi bünyesinde yayınlamaktadır.

www.nurpenceresi.com Risale-i Nur ile ilgili siteler içinde içerik zenginliği yönünden üst sıralarda yer alan bu sitede neler yok ki? Türkçe ve İngilizce sesli ve görüntülü Risale-i Nur dersleri ve bu dersleri konulara, şahıslara ve risalelere göre sıralama imkânı, bilgisayar ve cep telefonları için programlar ve daha birçok şey sizi bekliyor.

www.sorularlarisale.com Risale-i Nur üzerine hazırlanmış en kapsamlı sitelerden biri. Sitede Risale-i Nur’u kelimelerin sözlük anlamlarıyla beraber okuyabiliyor, okuduğunuz risale ile ilgili soru ve cevaplara ulaşabiliyor, konuyla ilgili sohbet videolarını görebiliyorsunuz. Ayrıca cümle ve kavram açıklamaları, makaleler, kaynak eserler, görüntülü ve sesli dersler, metin tahlilleri gibi çok zengin bir içerik sizi bekliyor.

http://seyrangah.tv Risale-i Nur’dan yararlanılarak hazırlanmış ve iman hakikatlerine dair yüksek çözünürlüklü ve animasyonlu çok sayıda video içeriğinin, metinleri ile beraber sunulduğu rengârenk bir site.

www.allahaiman.com seyrangah.tv sitesine alternatif olarak kullanılabilecek, yine Feyyaz Bilişim tarafından hazırlanmış güzel bir site.

www.sorularlaevrim.com Evrim teorisinin temelleri, hayatın ve insanın kökeni, evrim teorisi ile ilgili sorular ve cevaplar, çarpıcı videolar.

www.bediuzzamansaidnursi.org Bediüzzaman Said Nursi hakkındaki sorular, hayatı ve mücadelesi üzerine hazırlanmış güzel bir site.

99

www.sorularlaislamiyet.com İslam dini ile ilgili her türlü soru ve cevabı bulabileceğiniz bir site.

www.zaferdergisi.com Yıllardır renkli görünümü ve zengin içeriği, câzip üslubu, usta yazarlarıyla gönülleri fetheden, iman hakikatlerini neşreden Zafer Dergisi’nin internet sayfası.

www.onurwebtv.com Risale-i Nur sohbetleri ve ilgi çekici programlar yayınlayan bir internet televizyonu.

www.risalehaber.com Risale-i Nur eksenli haber sitesi.

www.risaleajans.com Risale-i Nur eksenli haber sitesi.

İşitme Engelliler İçin Risale-i Nur Sohbetleri: Bu sohbetlerin bir bölümünü www.nurpenceresi.com adresinde bulabilirsiniz.

http://risaleakademi.org Risale-i Nur üzerine akademik araştırmalar, faaliyetler, seminerler ve sempozyumlara imza atan Risale Akademi’nin internet sitesi.

www.risaleonline.com Dini içerikli soru-cevap bölümü ve makaleler içeren; Kur’ân, Cevşen ve Risale-i Nur okuyabileceğiniz bölümlerle dolu renkli bir site.

100

Bulunduğunuz Her Yerden 24 Saat

Risale-i Nur Okuma ve Dinleme İmkânı

İnternet üzerinde Risale-i Nur ile ilgili çok sayıda site ve okuma programı var. Biz rahat ve hızlı istifade edebileceğiniz bazılarını paylaştık. Artık Risale-i Nur’u okumamak ve anlamamak için gerçekten hiç mazeret kalmadığını düşünüyoruz.

İnternet Siteleri:

www.erisale.com İnternet üzerinden Risale-i Nur’u en rahat şekilde okuyabileceğiniz ve kelimelerin üzerine tıkladığınızda sözlük anlamları görünen Risale-i Nur okuma sitesi, Türkçe ve İngilizce.

www.sorularlarisale.com Risale-i Nur üzerine hazırlanmış en kapsamlı sitelerden biri. Sitede Risale-i Nur’u kelimelerin sözlük anlamlarıyla beraber okuyabiliyor, okuduğunuz risale ile ilgili soru ve cevaplara ulaşabiliyor, konuyla ilgili sohbet videolarını görebiliyorsunuz. Ayrıca cümle ve kavram açıklamaları, makaleler, kaynak eserler, görüntülü ve sesli dersler, metin tahlilleri gibi çok zengin bir içerik sizi bekliyor.

www.nurpenceresi/dinle Nur Penceresi sitesinin ana sayfasındaki “Sesliler” bölümünden “Risale-i Nur Külliyatı”nı seçerek sesli Risale-i Nur dinleyebilirsiniz.

Bilgisayar Programları:

www.nurnet.org/risale-i-nur-indir Adreste bilgisayar için hazırlanmış Risale-i Nur okuma programlarını toplu olarak bulacaksınız. (Pdf, Word, E-pub formatında dosyalar da ayrıca var.)

Mobil Programlar:

www.nurnet.org/risale-i-nur-indir Cep telefonunuzdan veya tabletinizden Risale-i Nur okumak için Android, Java, Blackberry, Windows Mobile, E-Pub, Pdf gibi değişik formatlarda ve işletim sistemlerinde hazırlanan değişik programları birarada bulacaksınız.

Google Play Store Android Market: Android cihazlarınız için program indirebileceğiniz bu yerde, tavsiye edebileceğimiz iki adet ücretsiz program var: “Risale-i Nur Okuma” ve “Risale-i Nur Kütüphanesi”. Arama bölümüne isimlerini yazarak rahatça bulup indirebilirsiniz. Her iki programda kaldığınız yerden devam etme ve kelimenin üstüne uzun bastığınızda sözlük karşılığı gösterme gibi çok güzel özellikler var. Bu iki programa ilave olarak üçüncü ve harika bir programı daha size hararetle tavsiye edeceğiz. Minik bir ücret karşılığında yükleyebileceğiniz bu programı programlar bölündeki arama kısmına “Risale-i Nur Nesil Digital” yazarak ulaşabilirsiniz. Bu programın diğerlerinden ayrılan güzel tarafı, Arapça ibarelerin meallerine ve bilinmeyen kelimelere tek dokunmayla, okuma sayfası kapanmadan ulaşabilmeniz ve manası verilmiş kelimelerin farklı renkte görünmesi.

101

Yukarıdaki “Risale-i Nur Okuma” programına ses dosyalarını indirerek sesli kitap özelliğini de kullanabilirsiniz veya “Risale-i Nur Dinle” veya “Mp3 Risale-i Nur” gibi programları da Google Play Store’da aratarak da Risale-i Nur’u sesli olarak dinleme imkânı bulabilirsiniz.

Google Play Kitaplar: Burada da Risale-i Nur’la ilgili indirebileceğiniz çok sayıda ücretli ve ücretsiz kitap var. Arama bölümüne “Risale-i Nur” yazmanız yeterli olacaktır.

Risale-i Nur Sohbet ve Derslerine Katılabileceğiniz Yerler

Risale-i Nur dersleri ve sohbetleri için ‘Tavsiye Edilen İnternet Siteleri’ bölümünde ilk üç sırada İstanbul, İzmir ve Ankara için tavsiye edebileceğimiz ve gidebileceğiniz yerlerin internet sitelerine yer verdik. Sitelerin iletişim bölümünden adres ve telefon bilgilerine ulaşarak Risale-i Nur sohbet ve derslerine katılabilirsiniz. Fakat elbette ki, Risale-i Nur sohbet ve derslerine katılabileceğiniz yerler, yukarda belirttiğimiz üç yerle sınırlı değildir. Türkiye’nin her şehrinde ve binlerce yerde bu sohbet ve dersler, tam bir gönüllülük esasına dayalı olarak, sürekli olarak yapılmaktadır ve böylelikle tüm vatan sathı, iman ilminin talim edildiği bir dershane hükmüne gelmektedir. Sosyal konumlara ve yaş gruplarına özel olarak şekillenmiş ders gruplarının mevcudiyetinden de sizi haberdar etmiş olalım. Bulunduğunuz yerdeki ders ve sohbetlere katılmak için, yukarıda adresini verdiğimiz Feyyaz Derneği’nin ana sayfasında bulunan bilgi formunu doldurmanız, bulunduğunuz yere en yakın Risale-i Nur derslerine sizi yönlendirilmeniz için yeterli olacaktır. Eğer yine de ihtiyaç olursa, daha aşağıda yer alan “Kitap Yazarının İletişim Adresleri” bölümündeki adreslerden bizimle de iletişime geçebilirsiniz.

www.feyyaz.org sitesinin ana sayfasında duyurusu bulunan bilgi formunun linki de şöyle:

http://www.feyyaz.org/icerik/bulundugunuz-bolgedeki-risale-i-nur-derslerine-katilmak-ister-misiniz

102

103

Keşif Yolculukları Video Kanalımız

Gerçeğin arayışında hayalî ve zihinsel bir keşif yolculuğuna çıktığımız YouTube video kanalımızda çok sayıda video içeriği bulunmaktadır. Videoların içeriği “Tabiat Risalesi Açılımları” isimli seminerlerimizden alınan videolar ile bir Haşir Risalesi izahı olan “İmtiyazlı Gezegen” seminerimizin videosu, katıldığımız akademik eğitim faaliyetlerinde yaptığımız sunumlar ve “Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı”mızın ders videolarından oluşmaktadır. Risale-i Nur izah metinlerinin Tabiat Risalesi’ne ait bölümünün tamamı, “Tabiat Risalesi Açılımları” ismi altında ve etkileyici görseller eşliğinde sunulan ve yarı belgesel tadındaki yedi adet seminerle işlendi ve paylaşıma açıldı. Kitabımızın diğer bölümleri de bahsi geçen eğitim programımız ile işlendikçe kanala eklenmektedir.

YouTube Video Kanalımızın İnternet Adresi:

http://www.youtube.com/c/EdizSözüer

Kanalımıza ulaşmak için, yukarıdaki adresi yazmanıza gerek olmadan http://www.youtube.com internet adresinin arama bölümüne “Ediz Sözüer” veya “Tabiat Risalesi Açılımları” yazmanız yeterli olacaktır.

Hakikat arayışında çok ciddî bir kaynak olma mahiyetini taşıyan video kanalımız, hem kendiniz için bu kitapta yazılı olan hakikatleri, sözlü ve görsel bir şekilde izleyerek daha iyi anlama imkânı sunuyor, hem de etrafınızdaki insanları bu hakikatlerden haberdar etmek için, elinizde kuvvetli bir hizmet aracı oluyor.

“Tabiat Risalesi Açılımları”na ait video içeriklerinin listesi:

1-Tabiat Nedir? (2 Dak.)

2-Tabiat Kanunları Nedir? (5 Dak.)

3-Akıllı Tasarım, Tesadüf ve Maddî Sebepler (6 Dak.)

4-Büyük Patlamaya Farklı Bir Bakış (7 Dak.)

5-Sinek Mucizesi (12 Dak.)

6-Göz Mucizesi (4 Dak.)

7-Canlı Oluşumu ve Maddi Sebepler (6 Dak.)

8-Tek Bir Merkezden Canlı Üretimi (18 Dak.)

9-Bin Kubbeli Saray-İndirgenemez Komplekslik Kavramı (10 Dak.)

10-Fantastik Bir Bilim Kurgu Öyküsü (30 Dak.)

11-Bir Protein Molekülünün Oluşma İhtimali (17 Dak.)

12-Çoklu Evrenler ve Her şeyin Teorisi (22 Dak.)

104

13-Allah'a Doğru Taraftan Bakmak (13 Dak.)

14-Cosmos Okyanusunda Islanmak (30 Dak.)

15-Eşya Üstündeki Tasarım İmzası (19 Dak.)

16-Fantastik Bilgi Depoları: Beyin ve Dna (15 Dak.)

17-Gerçek Tevhid İnancı (9 Dak.)

18-İç İçe Geçmiş Sarmal Düzen (18 Dak.)

19-Kalıp Olmadan Üretim Olmaz!(Canlı Üretimi Alternatifleri) (37 Dak.)

20-Kuantum Evren ve Çekim Yasası (36 Dak.)

21-Sema Denizinde Bir Uzay Gemisi: Dünyamız (27 Dak.)

22-Her Şey İlahî Kudretle Nasıl Meydana Geliyor? (20 Dak.)

23-Her Şeyin Açıklaması Madde Parçacıklarının Hareketi Mi? (16 Dak.)

24-Büyük Tasarım ve Her Şeyin Teorisi (42 Dak.)

25-İmanî Meselelere Doğru Taraftan Bakmak (Tabiat Risalesi Açılımlarına Giriş) Seminer Videosu (1 saat)

26-Tabiat Risalesi Açılımları 1 (Varoluş Üzerine Düşüncelerle Fantastik Bir Bilim Kurgu Öyküsü) Seminer Videosu (1 saat)

27-Tabiat Risalesi Açılımları 1 (Varoluş Üzerine Düşüncelerle Fantastik Bir Bilim Kurgu Öyküsü) (Geniş Versiyon) Seminer Videosu (1,5 saat)

28-Tabiat Risalesi Açılımları 2 (Kâinatın Varoluşu Üzerine Şaşırtıcı Keşifler) Seminer Videosu (1,5 saat)

29-Tabiat Risalesi Açılımları 3 (Eşyanın Sebeplerle Ve Kendi Kendine Oluşumunun İmkânsız Senaryoları) Seminer Videosu (1,5 saat)

30-Tabiat Risalesi Açılımları 4 (Mucizeler Diyarına Yolculuk) Seminer Videosu (2 saat)

31-Tabiat Risalesi Açılımları 5 (Tabiat Kanunları Ve Kuantum Evren) Seminer Videosu (2 saat)

32-Tabiat Risalesi Açılımları 6 (Büyük Tasarım Ve Her Şeyin Teorisi) Seminer Videosu (2 saat)

33-İmtiyazlı Gezegen Seminer Videosu (40 Dak.)

105

Seminer Metinleri, Sunumları ve Videoları

“Tabiat Risalesi Açılımları” ve “İmtiyazlı Gezegen” seminerlerimizin ve “Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı”mızın metinlerini, Powerpoint sunum dosyalarını ve seminer videolarının tamamını, etrafınızdaki insanlarla birlikte bu sunumları tekrar canlandırabilmeniz, birlikte okuyabilmeniz veya seyredebilmeniz için tamamen açık bir kaynak olarak sizlerle paylaştığımız ayrı bir depolama yerinden bahsetmek istiyoruz. Böylelikle YouTube haricinde yandexdisk üzerinden de seminer videolarımızı seyredebilecek veya toplu olarak indirebileceksiniz.

Yandex disk üzerine yüklediğimiz bu dosyaları, çok kolay bir şekilde ister tek tek, ister toplu olarak tamamını bir zip arşivi olarak indirebileceksiniz veya isterseniz siteye yüklenen metin, sunum ve videoları indirmeden açıp görüntüleyebileceksiniz. Seminer Metinleri, Sunumları ve Videolarının yüklendiği internet adresi: https://yadi.sk/d/09r41tL9ecYUA

Bu adresteki “RİSALE-İ NUR ÇALIŞMALARI” isimli klasörün içine girdiğinizde karşınıza çıkan “Risale-i Nur Eğitim Programı” klasörünün üzerine tıkladığınızda sağ tarafta görünen “Arşiv olarak indir”e tıkladığınızda, yüklenen tüm dosya ve klasörleri toplu olarak tek seferde indirme imkânınız var. Burada “2.Bölüm-İman Hazinesinin Delilleri” klasörünün içinde yer alan “1.Hakikat-Allah'a İman (Tabiat Risalesi)” klasörü içinde bahsettiğimiz “Tabiat Risalesi Açılımları” seminerlerimizin bütün dosyaları mevcut. “İmtiyazlı Gezegen” seminerini de “5.Hakikat-Ahirete İman” klasörü içinde bulabilirsiniz. Ayrıca siz de bir yandex disk üyesiyseniz (üye değilseniz hemen ücretsiz üye olabilirsiniz) “Yandex.Disk’ime kaydet”e tıklayarak tüm dosyaların kısa bir sürede kendi yandex diskiniz üzerinde görünmesini sağlayabiliyorsunuz. Diğer bir seçeneğiniz de şu: Klasörler içinde ve yüklü dosyalar arasında sanki bilgisayarınızda dolaşıyormuş gibi, istediğiniz herhangi bir dosyaya tıklayarak açmak, görüntülemek veya indirmek.

İndirdiğiniz Powerpoint sunumlarını düzgün bir şekilde görüntüleyebilmek için 2014 Office ve üzeri sürümü kullanmanız gerekiyor.

Seminer metinleri içinse şöyle bir notumuz var: Eğer bu metinleri sunumlarla birlikte bulunduğunuz yerde tekrar sunmak istiyorsanız, şunu bilmeniz işinizi kolaylaştıracaktır. Seminer metinleri içinde koyu puntoyla ve altı çizili olarak belirtilen yerler, powerpoint slaydını değiştireceğiniz veya videoyu oynatacağınız noktaları belirtiyor.

Tüm bunlardan sonra siz de eğer isterseniz kendi “Tabiat Risalesi Açılımları” seminerinizi veya “Risale-i Nur Eğitim Programı”nızı sunabilirsiniz. Buna kesinlikle müsaade ediyoruz ve hatta bunu sizden istiyoruz! Bununla birlikte elbette kaynağınızı belirtirseniz, memnuniyet duyarız.

106

Kitap çalışmamız Üzerine Bina Edilen Diğer Risale-i Nur Çalışmalarımız

Not: Aşağıda bahsi geçen Risale-i Nur Eğitim Programımızın ve Akademik Eğitim Faaliyetlerimizin videoları yukarıda adresi verilmiş olan video kanalımızda yayınlanmaktadır. Ayrıca sunumların metinleri ve powerpoint dosyaları ise https://yadi.sk/d/09r41tL9ecYUA adresinde yandexdisk üzerine yüklenmektedir. Bu adresteki “RİSALE-İ NUR ÇALIŞMALARI” isimli klasörün içine girdiğinizde karşınıza çıkan “Risale-i Nur Eğitim Programı” klasörünün içinde bölümlere ayrılmış olarak sunulduğunu göreceksiniz. Aynı adreste bulunan Risale-i Nur çalışmalarımızla ilgili diğer içerikler, yine konularına göre klasörlere ayrılmış ve kullanıma açılmıştır. Video kanalımıza eklenen Tabiat Risalesi Açılımları seminer videolarının haricinde, kitap çalışmamız içeriğindeki iman derslerinin tamamını baştan başlamak suretiyle, görsel destekli bir eğitim programı mahiyetinde “Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı” altında sunmaya başladık. Bu eğitim programının derslerini, Ankara Yazarlar Birliği’nde ayda birkez olmak üzere cumartesileri Allah kısmet ederse vermeye devam edeceğiz.

Bu kitap elinize geçtiğinizde eğitim programımız eğer halen devam ediyorsa güncel eğitim programını, yer ve saat bilgisini “Kitap Yazarının İletişim Adresleri” bölümünde verdiğimiz facebook sayfamızda veya www.kesifyolculuklari.com internet sitemizde bulabilir ve programa katılabilirsiniz. Facebook ve Youtube internet sitelerimizde videolarını, metinlerini ve powerpoint sunumlarını yayınladığımız bu çalışmalar, yazılı olarak kaleme alınmış hakikatleri, sözlü ve görsel bir şekilde izleyerek daha iyi anlama imkânı sunuyor. Kitap çalışmamızı okuyan veya görsel ve interaktif bir kitap mahiyetinde olan eğitim programımızı, bizzat katılarak ya da internet üzerinden videolarını izleyerek tamamlayan biri Risale-i Nur Külliyatı'nın önemli bir bölümünü elde etmiş ve bu eserlerin ders verdiği yüksek iman ilmini tahsil etmede ciddî bir adım atmış oluyor.

Risale-i Nur çalışmalarımızla ilgili katıldığımız bazı akademik eğitim faaliyetleri ise şöyledir:

* Risale Akademi tarafından düzenlenen Risale-i Nur İzah Çalıştayı’nın sekreteryasını üstlenerek, “Risale-i Nur İzah Çalışmalarında Gerçekçi ve İhtiyaca Hitap Eden, Katılımcı ve Esnek Model Yaklaşımı” üst başlığı ile bir tebliğ metni sunduk.

* Ulegder (Uluslararası Eğitim Gönüllüleri Derneği) Ankara şubesinde düzenlenen Eğitim Müzakerelerinin bir parçası olarak “Medresetüzzehra Eğitim Yaklaşımı ve Bilim Felsefesi Üzerine Değerlendirmeler” isimli bir sunum verdik.

* Uluslararası Eğitim Gönüllüleri Derneği’nin düzenlediği “Müfredat ve Yayıncılıkta Müsbet Örnekler” isimli eğitim toplantısında “Bilimsel Bilginin Gerçek Kıymetini Belirleyen Unsurun Sorgulanması” isimli bir sunum gerçekleştirdik.

107

Kitap Yazarının İletişim Adresleri

Herhangi bir konuda bize ulaşma istek ve ihtiyacınız olursa, [email protected] mail adresimize mesaj gönderebilirsiniz. Ayrıca iki adet Facebook profilimiz var. Birisi kişisel profilimiz olan “facebook.com/ediz.sozuer” adresi, diğeri “Ediz Sözüer-resmi sayfa” isimli resmi sayfamız. Facebook üzerinde arama bölümüne “Ediz Sözüer” veya “Ediz Sözüer-resmi sayfa” yazarak, bu sayfalara ulaşabilirsiniz. Çalışmalarımızın yayınlandığı Facebook Resmi Sayfamıza sitenin veya internet sitenizin arama bölümüne “Ediz Sözüer-resmi sayfa” yazarak ulaşabilirsiniz ve facebook’a üye olmasanız da resmi sayfamızdaki tüm paylaşımları görebilirsiniz. Ayrıca Facebook profilimizi eklemeniz ve resmi sayfamızı beğenmeniz, paylaşım ve etkinliklerimizden haberdar olabilmeniz açısından gerekli ve faydalı olacaktır. Diğer taraftan sayfalarımızda yayınlanan içerikleri paylaşarak, iman hakikatlerini etrafımızdaki insanlara ulaştırmak için, bize yardımcı olmanızı arzu ederiz.

سبحانك ال علم لنا اال ما علمت نا انك انت العليم الكيم

اللهم صله و سلهم على من ارسلته رحة للعالمني و على اله و صحبه و سلهم امني

ميع ان نسينا او اخطانا * رب نا ال تزغ ق لوب نا ب عد اذ هدي ت نا * رب نا ت قبل منا انك ا رب نا ال تواخذنا نت السنا انك انت الت واب الرحيم 1 العليم * و تب علي

1 "Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Sensin." Bakara Sûresi, 2:32. Allahım! Âlemlere rahmet olarak gönderdiğin zâta ve bütün âl ve ashabına salât ve selâm et. Âmin. "Ey Rabbimiz! Eğer unutur veya hata edersek bizi onunla hesaba çekme." Bakara Sûresi, 2:286. "Ey Rabbimiz! Bizi hidayete eriştirdikten sonra kalblerimizi tekrar sapıklığa meylettirme." Âl-i İmrân Sûresi, 3:8. "Ey Rabbimiz! Bu hizmetimizi kabul buyur. Muhakkak ki Sen herşeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla bilensin." Bakara Sûresi, 2:127. "Tevbemizi de kabul et. Şüphesiz ki Sen tevbeleri çokça kabul edersin ve rahmetin herşeyi kuşatmıştır." Bakara Sûresi, 2:128.

108

KAVRAMLAR SÖZLÜĞÜ

Abd olmak: Kul olmak. Abes: Faydasız, gayesiz, anlamsız ve boş iş. Abesiyet: Faydasızlık, gayesizlik. Anlamsızlık. A'da: Düşman. Adavet: Düşmanlık. Adem: Yokluk. Âher: Diğer, başka. Ahkâm: Hükümler. Ahsen-i takvim: Kur'ânî bir tabirdir. En güzel suret, şekil, kıvam anlamına gelir. Ahval: Haller. Akide: İnanç usülü. Aktar-ı âlem: Kâinatın her tarafı. Akval: Sözler (kaviller). A'lâ-yı illiyyîn: En yüksek derece. Âlât: Aletler. Âlem-i ervah: Ruhlar âlemi Âlem-i gayb: Görünmeyen (manevî) âlem. (Âhiret âlemi.) Âlem-i melekût ve ervah: Görünmeyen mânâ ve ruhlar âlemi. Âlem-i mülk: Görünen, cismanî âlem. Âlem-i şehadet: Görünen (maddî) âlem. Âlî: Büyük, yüksek. Amel: Davranış. İş. Fiil. Anasır: Unsurlar, elementler(karbon, azot gibi) Ârızî: Varlığı kendisinden kaynaklanmayan. Başkasının varlığına bağlı olan. Âsâr: Eserler. Asfiya: Hem veli hem âlim olan büyük zâtlar. Atalet: Tembellik. Avam: (Tahsili olmayan) Halk. Avam lisanı: (Tahsili olmayan) halk dili. Âyât-ı beyyinat: (Kur’ân’ın) açık ayetleri. Âyât-ı tekviniye: Kâinattaki varoluşla, yaratılışla ilgili deliller, ayetler. Âyine: Ayna. Âyinedar: Ayna vazifesini gören. Bahr: Deniz. Bahir: Açık. Bâki: Devamlı, ebedî. Basîrane: Görerek. Basiret: Bir hakikatı kalbiyle hissedip anlama ve kavrama. Bedi’: Eşsiz. Harika.

109

Beka: Devamlılık. Bekasız: Devamsız. Geçici. Belâgat: Uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı güzel söz söyleme san'atı. Beliğ: Belagâtçı. Söz sanatında usta. Beliyyat: Belalar. Benî-âdem (benî-beşer): İnsanoğlu. İnsanlık. (Âdem, Beşer: İnsan.) Berahin: Deliller. (bürhanlar) Beşaret: Müjde. Beşer: İnsan. Bîkarar: Kararsız. Bilbedahe: Kesinlikle, bedahetle. Bilmüşahede: Gözle görüldüğü gibi.. Bostan-ı cinan: Cennet bahçeleri. Bürhan: Delil. Câmi': Kapsamlı, çok yönlü. Câmiiyet: Kapsamlılık. Camid: Cansız. Celal: Büyüklük, azamet, haşmet. Celil: Nihayetsiz derecede azamet, haşmet, heybet ve ihtişam sahibi olmayı ifade eden Allah’ın ismidir. Celb etmek: Çekmek. Cemâdat: Cansız varlıklar. Cemal: Güzellik. Cemil: Bütün güzelliklerin kaynağı ve sonsuz derecede güzel olmayı ifade eden Allah’ın ismidir. Cenâb-ı Hak: Bu tabir, hakkın kaynağı ve hakikatin kendisi olan Allah’ın yüksekliğini, büyüklüğünü ve O’na hürmeti ifade etmek için kullanılmaktadır. Cenah: Kanat. Cevelan: Dolaşma. Gezme. Cihet: Yön, açı. Cilve: Yansıma. Görüntü. (Bu tabir, ilahî isimlerin sahip oldukları özelliklerin ve o özelliklerin gerektirdiği fiil ve icraatlerin, kâinat üzerindeki canlı ve cansız mevcut herşeyde, eserleri vasıtasıyla kendini göstermesi anlamında kullanılır. Âdeta Allah’ı ezelî bir güneş misalinde düşünürsek, ilahî isimlerinin cilveleri de, o güneşin parıltı ve yansımaları gibidir denilebilir.) Cûd u seha: Cûd ve seha. Bu her iki kelime de cömertliği ifade ediyor. Cüz'-i ihtiyarî: İnsanın eline verilmiş olan isteme ve tercih etme gücü. İrade. Çare-i necat: Kurtuluş çaresi. Çendan: Gerçi. Daire-i mümkinat: Mümkün olan ihtimaller dairesi. (Kâinatta yaratılmış her şeyin varlığı bir ihtimale dayanır. Var olma ve var olmama ihtimali, dışarıdan bir müdahale ve irade olmazsa ikisi de eşittir. Varlığını yokluğuna tercih edecek ve kudretiyle meydana çıkaracak bir yaratıcıya muhtaç olan, canlı-cansız her tür eşya “imkânat” olarak isimlendirilir. Yokluğu düşünülemeyen Allah’ın varlığı ise, var olması zorunluluk

110

derecesinde olan bir varlık mertebesini ifade eder ve “Vâcib-ül Vücud” olarak isimlendirilir) Dakik: İnce. Dâr-ı mücazat: Ceza yeri. Dâr-ı mükâfat: Mükâfat (ödül) mekânı. Dalâlet: Hak yolun dışına çıkmak. Defter-i kebir (defter-i ekber): Büyük defter. Dehalet etmek: Sığınmak (dâhil olmak). Dekaik: İncelikler. Delail: Deliller. Delalet: Alamet, işaret, delil olma, gösterme. Dellal(lık): İlancı(lık). Derc etmek: Yerleştirmek. Derd-i maişet: Geçim derdi. Dereke: Aşağı seviye (derecenin zıddı). Deruhde etmek: Üzerine almak. Desise: Hile. Dessas: Hilekâr. Aldatıcı. Dest-i kudret: Kudret eli. Divane olmak: Deli olmak. Aklını kaybetmek. Ebleh: Ahmak. Ecell: Daha haşmetli (celil). Ecmel: Daha güzel. Ecnas: Cinsler. Ecram-ı ulviye: Yüksek(teki) kitleler(yıldızlar). Ecsam-ı seyyare: Seyyar (gök) cisimler(i). Eda-i ferâiz: Farzları yapmak. Edip: Edebiyatçı. Ednâ: Basit, aşağı. Ef'al: Fiiller. Efkâr: Fikirler. Ehadiyet: Her bir şeyde, her şeyi yaratan Allah’ın çoğu isimlerinin görünmesi, tecelli etmesidir. Güneşin ışığının bütün zemin yüzünü kaplaması, vahidiyete misaldir. Her bir şeffat şeyde ve su damlacıklarında, güneşin ışığı, ısısı ve ışığındaki yedi rengi bulunması ehadiyete misaldir. Her bir şeyde, özellikle canlılarda ve bilhassa her insanda Allah’ın çoğu isimlerinin görünmesi, ehadiyeti gösterir. Yine her bir insanın temel vücut azalarındaki benzerlik, vahidiyeti; her bir insanın parmak uçları, göz retinası gibi detaylarda benzersiz olması ehadiyeti gösterir. Ehl-i ihtisas: Sahasında uzman olan kişiler. Ehl-i marifet: Allah’ı tanıma ve bilme yolunda ilerleyenler. Ehl-i tahkik: Araştırmacı. Ehl-i velayet: Allah’a dost ve yakın olma yolunda ilerleyenler. Ekmel: En mükemmel, kusursuz. Elzem: Çok lüzumlu. Emârât: Emareler, işaretler, göstergeler.

111

Emirler: İşler, oluşlar. Emr-i (Kün Feyekün): Mealine kısaca “Ol emri” denilebilir. “(Allah bir şeyin olmasını murad ettiği zaman, O sadece) ‘Ol’ der, o da oluverir.” Bakara Sûresi, 2:117 Emr-i nisbî: Başka bir şeye nispeten var olduğu kabul edilen kavram. (Örnek olarak doğu, batı. Yukarı, aşağı gibi) Enaniyet: İnsanın benlik duygusu. Gurur. Enbiya: Peygamberler (nebiler). Enzar: Nazarlar, bakışlar. Erkân: Esaslar. Temel unsurlar. Erzak: Gıda. (Rızık kökünden gelen bir kelime) Esbab: Sebepler. Esfel-i safilîn: En düşük seviye. Esma: İsimler. Eşmel: Daha Kapsamlı, şümüllü. Etvar: Tavırlar. Evamir: Emirler. Evliya: Veliler, Allah dostları. Evsaf: Vasıflar, sıfatlar, özellikler. Evsaf-ı celal ve cemal: Azamet ve güzellik vasıfları, sıfatları, özellikleri. Ezcümle: Bu konuyla ilgili olarak (bu cümleden olarak). Fahr etmek: Gururlanmak, övünmek. Farz-ı muhal olarak: Mümkün olmayan bir şeyi bir an için mümkün olarak düşünme, farz etme, varsayma. Fâtır: Yaratıcı. (yoktan yaratmayı ifade eden “Hâlık”tan farklı olarak, modelsiz ve kalıpsız olarak tasarım ve plan, programlama yapma manalarını da kapsar. Fehim: Anlayış. Fehmetmek: Anlamak. Fena: Yok olmak. (fâni kelimesiyle aynı kökten) Ferâiz: Farzlar. Ferş: Yeryüzü. Fısk ve sefahet: Günah ve gayr-ı meşru eğlenceler. Fıtrat: Yaratılış. Firak: Ayrılık. Firak ve zeval sillesi: Ayrılık ve yok olma tokadı. Gayat: Gayeler. Gayret: Çabalama manasından farklı olarak, eser metninde birçok yerde ‘mukaddes değerlere saldırılma anında uyanan hiddet ve koruma duygusu’ anlamında kullanılmıştır. Herkesçe malumdur ki, şeref ve haysiyet, en mukaddes değerlerdendir. Hacet: İhtiyaç. Hads: Sezgi. Hafî: Gizli. Hakaik: Hakikatler. Hakaik-i kudsiye: Mukaddes, ilahî hakikatler. Hakîm: Hikmetle, yani bir gayeye, faydaya ve manaya yönelik olarak, yerli yerinde iş yapan.

112

Hakk: Bu meşhur kelime bâtılın zıddı olup “doğru, gerçek, her sâbit ve doğru olan şey, adalet, hakikate uygunluk” gibi muhtelif mana karşılıkları olan kapsamlı bir kavramdır. Allah’ın bir ismi olarak kullanıldığında ise “varlığında şüpheye yer olmayan ve değişmeyen nihaî hakikat, sözü doğru olan, yarattıklarını adalet ve hikmete uygun yaratan ve her hakkın sahibi olan” gibi manaları ifade eder. Hâlât: Haller. Halâvet: Tatlılık, hoşluk. Hâlık: Yaratıcı. Hâlî: Boş. (Diğer manası: Fiilî.) Halk etmek: Yaratmak. Haps-i münferid: Tek başına, ferd olarak girilen hapis. Hasâret: Zarar. Hasene: İyilik, sevap. Hasenat: İyilikler. Sevaplı işler. Hâsiyet: Özellik, hususiyet. Hâşâ sümme hâşâ: Asla, katîyyen olmaz! Haşir: “Toplamak” manasında olan bu kelime, kıyametten sonra bütün insanların diriltilerek mahşer meydanında toplanmalarını ifade eder ve genel olarak “diriliş” kelimesiyle eş anlamda kullanılır. Haşiye: Dipnot. İslamî edebiyat kültüründe sayfa yanlarına ve altlarına yazılan ‘açıklamalı notlar’. Hâtem, Turra, Sikke: Damga, mühür. Havas: Duyu organlarını veya duyu ve hisleri ifade eder. Havf etmek: Korkmak. Hayat-ı içtimaiye: Sosyal hayat. Haysiyet: Şeref, itibar. Hazain-i rahmet: Rahmet hazineleri. Helaket: Mahvolma. Heybet: Korkuyla beraber hürmet ve saygı uyandıran haşmet. Heyet-i mecmuasıyla: Bütünündeki durum ve genel yapı itibariyle. Hidayet: Allah’ın insanların kalbine ilham ettiği hak yolu arama hissi ve arzusu. Hidemat: Hizmetler. Hilaf-ı akıl: Akla zıt (akla muhalif). Hilkat: Yaratılış. Hodgâm: Bencil. Hulf: Sözünden dönme. Hulf-ül va’d: Verdiği sözden dönme. Hums: Beşte bir. Huruf(at): Harf(ler). Hüccet: Delil. Hüceyre: Hücre. Hüceyrât: Hücreler. Hükema: Filozoflar, felsefeciler. (Önceki asırlardaki kullanım tarzında pozitif bilimlerle ilgilenenler de bu isimle anılırlardı. Risale-i Nur’da da genellikle bu manada kullanılmaktadır.)

113

Hüsn (hüsün): Güzel. (Hüsn-ü sanat: sanatın güzelliği) Hüsn-ü zan: Güzel fikir. Ittıla: Haberi olmak. Malumatı bulunmak. İaşe etmek: Beslemek. Geçimini temin etmek. Yaşatmak. İbad: Kullar. İbka etmek: Devam ettirmek. (Beka ve bâki kelimesiyle aynı kökten) İ'caz: Mucizelik. İcma: Fikir birliği. İçtima: Bir araya gelme. Toplanma. İdame etmek: Devam ettirmek. Îfa etmek: Yerine getirmek. İftikar: Fakirliğini (ihtiyaç sahibi olduğunu) göstermek. İfsad etmek: Bozmak. İhsan: İkram etme, lütufta bulunma, nimetlendirme. İhata etmek: İçine almak, kapsamak. (İhata: Kapsayıcılık). İhbar(ât): Haber verme(ler). İhsas etmek: Hissettirmek. İhtifal(ât): Merasim(ler), tören(ler). İhtilaf: Anlaşmazlık, uyuşmazlık. (Bazen birbirine zıt ve birbirinden farklı olmayı da ifade etmek için kullanılır.) İhtilat: Karışıklık. İhtimam etmek: Özen göstermek. İhtiram: Hürmet. Saygı. İhtiyar: İrade, tercih hürriyeti. İhya etmek: Diriltmek, hayat vermek. İhzar etmek: Hazırlamak. İktida etmek: Tâbi olmak ve uymak. İktiza etmek: Gerektirmek. İllet-i tâmme: Bir şeyin meydana gelmesi için gerekli tüm sebeplerin bir araya gelmesi. İlmelyakîn, aynelyakîn, hakkalyakîn: Bir meseleyi kesin olarak bilmenin bilgiye, görmeye ve bizzat yaşamaya dayalı muhtelif mertebeleri. İman-ı Billah: Allah’a iman. İmate: Öldürme. İmtina: İmkânsızlık. İmtisal etmek: (Emre) uymak, emri yerine getirmek. İn'am: Nimetlendirme. İnbisat: Açılma. İnkılâb etme: Dönüşme. İnkıyad etmek: İtaat etmek. İnkişaf: Gelişme. İntihab etmek: Seçmek. İntisab: Bağlılık, bağlanma. İntişar: Yayılmak. İntizar: Bekleme. İrtikâb etmek: Bir işi işlemek, yapmak.

114

İs'af etmek: Yerine getirmek. İsnad etmek: Dayandırmak. İstib'ad: Akıldan uzak ve imkânsız görmek. İstidad: Kabiliyet, yetenek. İstiğfar: Allah’tan af dileme. İstihdam etme: Hizmet ettirme, çalıştırılma. İstihsan: Beğenmek, takdir etmek. İstimal etmek: Kullanmak. İstimdad: Yardım, meded etmek. İstinad: Dayanmak. İşârât: İşaretler. İşhad: Şahid olunmak (görünmek). İşret etmek: İçki içmek. İtminan: Tatmin olma. İttiba etmek: Tâbi olmak, uymak. İttihad etmek: Birleşmek. İttihaz etmek: Edinmek, kabul etmek. İzale etmek: Gidermek. İz'an: Kesin inanç. İzhar: Göstermek, açığa çıkarmak, zâhir etmek. İzzet: Büyüklük ve şeref. (Âziz olanın sahip olduğu sıfat.) Kabil: Olabilir, mümkün. Kahir: Üstün. Kalen: Sözlü olarak. Kamer: Ay. Kasır: Saray. Katarat: Damlalar (katreler). Katre: Damla. Kavanin: Kanunlar. Kavanin-i itibari: Maddî vücudu olmayan kanunlar. Kelâmullah: Allah’ın sözü, kelâmı. Kemal sahibi olmak: Mükemmellik basamaklarının bir derecesinde olmak. Kemalât: Mükemmellikler. (diğer bir manası olgun ve yüksek kişilik özellikleri.) Kemal-i hikmet: Hikmetinin mükemmelliği. (Kemal kelimesi, başına geldiği kelimenin çokluğunu ve mükemmelliğini ifade eder.) Kemal-i ihtiram: Mükemmel (tam) hürmet (saygı). Kemal-i iman: Mükemmel iman. Kerem: Cömertçe ikram. Kesb: Bu kelime eser metninde birçok yerde insanın çalışması, kazanması ve işlemesi manasında kullanılmıştır. Yani kendi iradesiyle tercih ederek yaptığı fiiller kastedilmektedir. Kesret: Çokluk. Kesretli: Çok. Kinaye: Bir meseleyi üstü kapalı olarak ifade etme.

115

Kitab-ı kebir-i kâinat: Kâinat denilen büyük kitap. Bu tabir Risale-i Nur’da çok kullanılır. Kur’ân nasıl Allah’ın varlığına delil olan ayetlerden oluşur, öyle de büyük bir kitaba benzetilen kâinat da âdeta cisimleşmiş, somutlaşmış ve ayetlerle yazılmış diğer bir kitaptır (ayet, delil manasına gelen bir kelimedir) ve insanın dikkatle incelemesi ve manalarını anlayarak okuması için yaratılmıştır. Kubuh: Çirkinlik. Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan: İfade ve beyanı mucizeli olan Kur’an. Kuvve-i hâfıza: Hafıza duygusu, fonksiyonu. Kübra: Büyük. Küfran: İyilik kıymeti bilmemek, nankörlük. Küfür ve dalâlet: Hak yolun dışına çıkmayı dalâlet, hak yolu inkâr etmeyi de küfür kelimesi ifade eder. Küfür kelime olarak "örtmek" demektir. Dinî literatürde ise Hz. Peygamber'i Allah'tan getirdiği şeylerde yalanlayıp, onun getirdiği kesinlikle sabit dinî esaslardan bir veya birkaçını inkâr etmek anlamına gelir. Küre-i arz: Yerküre, dünya. Latif: İnce, incelikli. (Diğer bir manası: hoş ve güzel) Lehviyat: Gayr-ı meşru eğlenceler. Lem’a: Parıltı. Lemaat: Parıltılar. (lem’alar) Letaif: Latifeler, duygular. (Latife kelimesi aynı zamanda güzel ve hoş (latif) şey, esprili ve nükteli söz ve incelik anlamlarında da kullanılır.) Levazımât: Gerekli olan şeyler. Libas: Elbise. Lisan-ı hal: Hal dili. (Yani sözlü olmasa bile davranış, vaziyet ve duruşla, beden diliyle ifade edilen, sessiz olduğu halde verilmek istenen mesajı sözlü dilden daha etkili aktaran ifade tarzı) Lisan-ı kal: Konuşma dili. Sözlü ifade. Maânî: Manalar. Maasi: Günahlar. Maddiyyun: Maddeci felsefe taraftarları. Mâfîhâ: İçindekiler. Mahfî: Gizli. Mahir: Maharetli, becerikli. Mahkeme-i kübra: Büyük mahkeme. Mahşer-i acaib: Hayret verici hadiselerin ortaya çıktığı yer. Maişet: Geçim. (Diğer bir manası: Beslenme. İaşe olunma.) Makarr-ı saltanat: Saltanat merkezi. Makasıd-ı âliye: Yüksek maksatlar. Mâlik: Bir mülke veya bir şeye sahip olan. Marziyat: Bir kimsenin arzuları veya razı olduğu (hoşnut olduğu) davranışlar. Masiyet: Günah. Mastar: Kaynak. Maslahat: Fayda. Gaye. Masnu(at): Sanatlı yaratılan(lar). Marifetullah: Allah'ı tanıma ilmi.

116

Matlub(at): İstenen(ler), maksat(lar). Mat'umat: Yiyecekler (taamlar). Mazhar olmak: Sahip olmak, bir şeye erişmek, nail olma, şereflenmek. (Mazharın ikinci anlamı, bir şeyin göründüğü, zâhir olduğu yerdir.) Mazhariyet: Kendinde göstermek. Mazi: Geçmiş zaman. Mebadi-i zaruriye: Zarurî başlangıçlar. (Örn: Genele yaygın ve yerleşmiş bir inancın kaynağı, elbette bir mebadi-i zaruriye yani gerçek bir temele, doğru bir ilk vakıaya dayanmalıdır.) Mebzuliyet: Çokluk, bolluk. Mecma-ı ekber: Çok büyük bir toplanma yeri. (Mecma: Toplanma yeri.) Medar: Sebep, vesile, kaynak. (Diğer bir manası: Bir şeyin etrafında döneceği nokta, merkez) Medh (veya medih): Methedilmek, övülmek. Mehasin: Güzellikler. Melaike: Melekler. Menşe: Kaynak. Esas. Merâtib: Mertebeler. Mesaib: Musibetler. Mesail: Meseleler. Mesalih: Faydalar. (maslahatlar) Mescid-i kebir: Büyük mescit. Mes'ul: Sorumlu. Mes’uliyet: Sorumluluk. Meşher: Teşhir yeri, sergileme mekânı. (meşher-i a'zam: büyük sergi) Meşhud: Görünen. Şahid olunan. Meşiet-i Rabbâniye: İlahî (Rabbanî) irade. Meş'um: Uğursuz. Mevadd-ı hayatiye: Hayat için gerekli maddeler. Mevcud(at): Varlık(lar). Mevcut olan her şey. Mevt: Ölüm. Mevzun: Ölçülü. Uyumlu. Ahenkli. (vezinli) Meyelan: Meyletme. Bir şeye veya bir işe yönelme. Me'yusane: Ümitsizce. Me'yusiyet: Ümitsizlik. Mezkûr: Zikredilen. Bahsi geçen. Mezraa: Tarla. Mikyas: Ölçek. Mir'at: Ayna. Mîrî: Devlete ait. Misal-i musaggar: Küçültülmüş örnek, numune. Mistar: Cetvel. Mizan: Ölçü. Tartı. Terazi. Mizan-ı mahsus: Belirli (hususî, özel) bir ölçü. Muallâk(ta): Boşlukta kalmak.

117

Muallim: Öğretmen. (talim edici) Muannid: İnatçı. Muaraza: Karşı çıkma (sözle mücadele). Muarrif: Tarif edici. Muavenet: Yardım. Mu’cizat: Mucizeler. Mu'cizat-ı bahire: Açık mucizeler. Muhakkik: Araştırmacı, tahkik edici. Muhal(at): İmkânsız, imkânsızlık(lar). Muhaliyet: İmkânsızlık. Muhasebe-i a'mal: Amellerin (yapılan işlerin, davranışların) değerlendirilmesi, hesaba çekilmesi. Muhbir-i sadık: Doğru haber veren, ihbar eden. Muhit: Etrafını içine alan, kuşatan. Kapsamlı. İhata eden. Muhkem: Sağlam. Muhterem: Saygı duyulan (ihtiram edilen). Mukabele etmek: Karşılık vermek. (diğer manası: karşılaştırmak) Mukabil: Karşılık. Mukadder: Takdir edilmiş. Mukaddime: Giriş. Başlangıç. Mukarrer: Yerleşmiş, kararlaştırılmış. Mukim: İkamet eden. Muktezası: Gereği. (Kelimenin kökü iktiza etmekten geliyor.) Murassa(at): Süs(ler). Musaddak: Tasdik edilmiş, onaylanmış. Musahhar etme: Emrinde çalıştırma, hizmetkâr etme, büyü gibi tesir altına alma. Musanna: Sanatlı. Mutasarrıf: İdare eden. (Tasarruf eden) Mutavassıt: Ortalama, orta halli. Muti: İtaat eden. Muvazzaf: Vazifeli. Muztar kalmak: Mecbur kalmak. Mübaşeret: Temas. Mücahede (mücahedat): Mücadele (mücadeleler). Mücazat: Ceza. Müdakkik: İnceden inceye araştıran, tetkik eden. Müekkel: Görevli olan, vekil tayin edilmiş. Müheyya: Hazır. Mükellef: Mükemmel şekilde hazırlanmış. Diğer manası: Bir şeyi yapmaya mecbur ve vazifeli olan. Üzerine teklif (vazife) yüklenmiş. (yükümlü) Mükerrem: Şerefli. Mülhid: Dinsiz. Mümkinat: Mümkün olan ihtimaller. Mümteni: İmkânsız. Münafî: Zıt. Ters.

118

Münakkaş: Nakışlı, süslü. Münazara: Tartışma. Münezzeh olma: Herhangi bir kusurun kendisinde bulunmasından uzak ve temiz olmak. Münkir: İnkârcı. Mürşid: Doğru yolu gösteren rehber. İrşad eden. Mürur-u zaman: Zamanın geçmesi. Müsavi: Eşit. Birbirine denk. Dengede. Müsbit: İspat edici. Müsebbeb(at): Sebeple meydana çıkan(lar), netice(ler). Müskir: İçecek. Müstakbel: Gelecek zaman. Müstakim: İstikametli. Müstekar: Kararlılık kazanmış, sabit. Müstemir: Yerleşik. Süreklilik (istimrar) kazanmış. Müşahede: Gözlemlemek. Müşerref: Şerefli. Üstün. Seçkin. Müştak: İştiyaklı, arzulu. Müştemilât: İçindekiler. Mütalâa: İnceleme. Mütalâacı: İnceleyici. Mütalâagâh: İnceleme ve araştırma yeri. Müteaddid: Çok sayıda. Taaddüd etmiş olan. Mütefekkirane: Tefekkür ederek, Allah’ı düşünerek. Mütefennin: Fen tahsil eden. Bilim adamı. Mütegayyir: Değişen. Tegayyür eden. Mütehayyir: Hayret eden. Mütemadiyen: Sürekli olarak. Devamlı. Mütemerrid: İnatçı (temerrüd eden). Mütesanid: Birbirine destekçi. Müteveccih: Yönelik. Müteveccihen: Yönelerek. Müttefikan: İttifakla. Hep birlikte. Müvazene: Denge. (Diğer bir manası: karşılaştırma) Müzeyyen(at): Süslenmiş şey(ler). Nâfi: Faydalı. Nâfî: İnkâr eden (nefy eden). Nâkıs: Eksik. Nakkaş: Nakış işleme ustası. Namzed: Aday. Nâs: İnsanlar. Nazar: Göz, bakış. Nazarî: Teorik. Nazirsiz: Benzersiz. Nebat(at): Bitki(ler).

119

Nefer: Emir altındaki er. Nefs-i emmare: Kur’âni bir kavramdır. İnsanı daima kötülüğe teşvik eden nefis, bir boyutuyla insanın hayvanî yönü. Nefy(Nefiy): İnkâr. Neş'et etmek: Doğmak, kaynaklanmak. Neşv ü nema: Uyanıp açılma. Nev': Tür. Nezaret etmek: Gözetmek. Nısf: Yarı. Nişane-i tasdik: Doğrulama belgesi. Nukuş: Nakışlar. Nüzul-i vahiy: Vahyin inişi. Nübüvvet: Peygamberlik. Nüzhetgâh: Gezinti yeri. Pereştiş etmek: Taparcasına sevmek. Raiyet: Halk, vatandaş. Bir saltanatın, idarenin hükmü altında bulunanlar. Râsih: Sağlam. Ref’ olmak: Kalkmak. Resul: Kendisine kitap inmiş peygamber. Revnakdar: Parlak. Risalet: Peygamberlik. Rububiyet: Allah’ın Rab olması, her şeyi idare etmesi. Rububiyet-i âmme: Allah’ın her tarafı kapsayan, geniş ve umumî idare ve hâkimiyetini ve kâinat çapında hükmeden bir Rab olmasını ifade eden bir tabir. Ruhaniyat: Ruhanî –ruh taşıyan- varlıklar. Bu tabiri en genel anlamında anlamak gerekiyor. Işıktan, ateşten, karanlıktan, havadan ve hatta kelimelerden yaratılan ve mahiyetleri hakkında çok fazla bilgi sahibi olmadığımız ruhanî varlıklar, cinler, şeytanlar ve vefat etmiş insanların ruhları bu tabir içinde yer bulabilirler. Rûy-i zemin: Yeryüzü. Rüçhâniyet: Üstünlük. Saadet-i uzma: Çok büyük bir mutluluk. Sâdık: Doğru. Salât: Namaz. Salavat: Peygamberimize Allah’ın rahmet etmesi için dua etmek. Böyle bir duanın sırrı şudur: Peygamberimizin bütün ümmetinin akıbetiyle ve saadetleriyle yakından ilgili olması nedeniyle, sayısız ümmetinin hadsiz günahlarının affedilmesi ve ebedî saadete kavuşmaları maksadıyla şefaat edebilmesi (Allah’ın izniyle affedilmeleri için vesile olabilmesi) için, ümmetinin sayısız dualarına ihtiyacı vardır. Sa’y: Çalışma. Sayha: Sesleniş. Keskin ses. Çığlık. (Melek İsrafil’in Sur denilen borusundan çıkan sesle ölülerin diriltilmesine işarettir.) Sâni: Sanatkâr, yaratıcı. Sarraf: Bir şeyin kıymetini anlayıp, ona değer takdir eden. Sefahet: Gayr-ı meşru eğlenceler.

120

Sefih: Zevk ve eğlenceye düşkün, israfçı, iradesiz, faydayı zarardan ayırt edemeyen, beyinsiz gibi anlamlara gelen bu kelimenin, metinde Allah’tan kinaye olarak kullanıldığı yerlerde “sadistçe ve düşüncesizce eğlenen” manasında kullanılmıştır. Çünkü âhireti getirmeyen bir Allah –hâşâ- bu sıfatlara sahip olmalıdır. Sefine: Gemi. Sehavet: Cömertlik. Sekene: Bir mekânda yaşayan, sakin. Selb etmek: Ortadan kaldırmak. Semavat ve arz: Gökler ve yer. (Arz tabiriyle bazen dünyamız, bazen görünen kâinat yani maddî âlem kastedilir. Semavat tabiriyle de bazen dünyanın haricindeki maddî âlem, bazen de maneviyat âlemleri, yani ebedî âhiret âlemleri kastedilir. Metin akışına göre mana vermek gerekir.) Semavî: İlahî. Semere: Netice, meyve. Semerât: Semereler, meyveler, neticeler. Sena etmek: Övmek. Sergüzeşt-i hayat: Hayat macerası. Sermedî: Daimî, ebedî. Sermediyet: Ebediyet. Seyrangâh: Seyir yeri. Seyyarat: Yıldızlar (gök cisimleri). Seyyid: Efendi. Seyyie ve hasene: Kur'ânî tabirlerdir. Kötülük ve iyilik, günah ve sevap anlamındadırlar. Sıdk: Doğruluk. Sikke: Mühür. Sille: Tokat. Sirkat: Hırsızlık. Sofestaî: Eski Yunan'da yaşamış bir felsefî akımın mensuplarına verilen bir isimdir. Sofistler olarak da isimlendirilen bu kişilerin görüşlerinin temelinde doğru bilgi diye bir şeyin olmadığı iddiası bulunur. Bu noktadan yola çıkarak, maddenin varlığını dahi inkâr etmeye kadar gitmişlerdir. Her şeyin vücudunu ve kendilerinin vücudunu bile inkâr etmişlerdir. Sudûr etmek: Kaynaklanmak. Suhulet: Kolaylık. Sukut etmek: Düşmek, kıymetini kaybetmek. Suubet: Zorluk. Sübut: Sabit olma. Sürur: Sevinç. Şâkir: Şükreden. Şakird: Talebe, öğrenci. Şecere-i bâkiye: Ölümsüz ağaç. Şehadet etmek: Şahitlik. Şekavet-i ebediye: Mutluluğu sonsuza kadar kaybetme ve ebedî hüsran. Şems: Güneş. Şe'n: Temel özellik. (Sıfatlara kaynaklık eden kişilik özellikleri.)

121

Şerait-i hayatiye: Hayat şartları. Şerh: İzah, açıklama. Bir şeyin doğru manasını açarak ve genişleterek ortaya koymak. Şeriat: İlahî kanun. Bu kavramın terim manası, din ile eş anlamdadır. İnsanların davranışlarını düzenleyen ibadet ve ahlak kuralları yanında inanç esaslarını da içerir. Ayrıca sosyal ve siyasî hayata temas eden ana prensipler de içinde dâhildir. “Şeriat, yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir.” (Risale-i Nur, Divan-ı Harb-i Örfî) Siyasetle ilgisi ancak yüzde bir oranında kalan ve daha çok evrensel manada insanî, hukukî, imanî, ahlakî ana prensipleri ortaya koymaktan ibaret olan şeriat, manası doğru bilinmeyen veya su-i istimal edilen bir kavram olmuştur. Şimendifer: Tren. Şuaat: Işık huzmeleri. Işınlar. (şualar) Şuhud: Görülme. Görmek. (Şahid olmak). Şuûnât: İşler, fiiller, faaliyetler, haller, vaziyetler. (şe’nler) Taaddüd: Çok sayıda (müteaddid) olma. Taam: Yiyecek. Tabakat: Tabakalar. Tabiiyyun: Tabiatçı felsefe taraftarları. Tahakkuk etmek: Ortaya çıkmak. Gerçekleşmek. Taharri: Arama. Tahavvül: Başkalaşma. Değişme. Şekilden şekile, halden hale girme. (Çoğulu:Tahavvülât) Tahayyül etmek: Hayalde canlandırmak, fikir kurmak. Tahkik(ât): Araştırma(lar), inceleme(ler). Tahkir: Hakaret. Tahvil: Başka bir hale dönüşme. Taife: Topluluk, grup. Takdis etmek: Mukaddes sayma. Allah’ı her türlü çirkinlik ve kusurdan uzak görme. Takva: Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uymak. Talim(gâh): Eğitim (yeri). Taltif: İltifatta (lütufta, ikramda) bulunma. Tarihçe-i hayat: Hayat hikâyesi. Târik-üs salât: Namazı terk eden. Tarz-ı teşkilat: Yapılış yöntemi. Tasarruf etmek: Kullanmak. İdare etmek. Tasrih etmek: Açıkça ortaya koymak. Tayyedilen: Atlanan. Tazammun etmek: İçinde bulundurmak. Tazib: Azap verme. Tebdil etmek: Değiştirmek. Tebaiyet etmek: Uymak, tabî olmak. Tebeddül etmek: Değişmek, başka bir şekle girmek. (Tebeddülât: Değişimler.) Tecelli: Görünme. Eser metninde çoğu yerde, Allah’ın kudret, sanat ve güzel isimlerinin kâinat ve insan üzerinde eserlerinin görünmesi manasında kullanılmıştır. (çoğulu: tecelliyât) Tecdid-i biat etmek: Verilen sözü, bağlılığı yenilemek.

122

Tedbir etme: İdare etme. Te'dib: Edepsizleri edeplendirme (cezalandırma). Tedvir etmek: İdare etmek. Teessüf: Üzülmek (esef etmek). Tegayyür: Değişme. Te'hir etmek: Ertelemek. Tekebbür: Kibirlenmek. Tekemmül etmek: Mükemmelleşmek. Tekmil etmek: Mükemmelleştirmek. Tamamlamak. Tekzib etme: Yalanlama. Yalancılıkla itham etme. Telahuk-u efkâr: Fikirlerin birikimi, üst üste eklenmesi. Telakki etmek: Bir fikri şahsî anlayışın doğrultusunda kabul etmek. Telezzüz etmek: Lezzet almak. Temaşa etmek: Seyretmek. Temaşa: Seyir. Temaşagâh: Seyir yeri. Temerrüd etmek: İnat etmek. Tenevvü: Çeşitlilik. Tenezzüh: Eğlenmek maksadıyla yapılan gezinti. Tenvir etmek: Aydınlatmak (nurlandırmak). Terakki: İlerleme, yükselme. Tereşşuh(at): Sızıntı(lar). Terhisat: Görevin sona ermesi ile serbest kalma manasındaki terhis kelimesinin çoğulu. Terk-i kebâir: Büyük günahları tek etmek. Terkib etmek: Bir araya getirmek. Tersim edilmek: Resmedilmek. Tesanüd: Dayanışma. Teshilât: Kolaylaştırmanın çoğulu. Teshir: Emrinde çalıştırma, hizmetkâr etme, büyü gibi tesir altına alma. Tesmiye etmek: İsimlendirmek. Teşekkül etmek: Oluşmak. Teşhir etmek: Sergilemek. Teşkil etmek: Oluşmak. Teşkilat, teşekkülat: Oluşum. Tevafuk: Birbirine uygunluk. Denk gelme hali. (İslamî bir terim olarak tesadüfün yerine kullanılması tercih edilen bu kelime, hadiselerde hakikî manada tesadüfün bulunmadığını ifade eder.) Tevakkuf etmek: Durmak. Duraklamak. Tevatür: Kuvvetli haber. (yalan üzerine birleşmelerine imkân verilmeyen çok sayıdaki doğru sözlü, güvenilir kişinin aynı olayı nakletmesi.) Tevdi etmek: Emanet etmek. Teveccüh etmek: Yönelmek. Tevehhüm etmek: Zannetmek. Tevekkeltü alâllah: Allah’a tevekkül ettim, O’na dayanıp güvendim. Tevfik: Muvaffakiyet, başarı. (ikinci manası: uygun, muvafık.)

123

Tevfik etmek: İki meseleyi birbiriyle uyumlu hale getirmek, bağdaştırmak. Tevfik-i hareket etmek: Uygun hareket etmek. Teyid etmek: Onaylamak. Doğrulamak. Tezahür etmek: Görünmek, ortaya çıkmak, zâhir olmak. Tezellül: Zillete düşmek. Aşağılık bir iş yapmak. Tezyif: Hakaret, küçük düşürmek, aşağılama. Tezyin(at): Süsleme(ler), zinet(ler). Tılsım-ı muğlâk: Kapalı (açılması, anlaşılması zor olan) sır. Tilavet etmek: Okumak. Tilmiz: Talebe, öğrenci. Tiryak: İlaç. Tuğyan: Zulüm ve küfürde (inkârda) çok ileri gitme. Turra, Sikke: Mühür. Ubudiyet: Kulluk yapmak, abd olmak. Ukûl: Akıllar. Ulema: Âlimler. Uluhiyet: İlahlık. Ülfet: Alışkanlık. Ümmi(yet): Okuryazar olmamak. Umûr: İşler. Ünsiyet: Dostluk ve teselli bulmak. Üss-ül esas: Temel esas. Vâcib-ül Vücud: Var olması zorunlu, yokluğu düşünülemeyen, var olmak için hiçbir şeye ihtiyacı olmayan varlık, yani Allah demektir. Vahdaniyet, vahidiyet: Mevcut her şey birinindir ve birinin icadıdır demektir. Vahdet: Birlik. Vâhid: Bir. Vâlide: Anne. Vâridat: Gelirler. Temin edilmesi gerekli şeyler. Vâzıh: Açık. Vecih: Yön, açı. Vech-i i'caz: Mucizelik yönü. Vehim (vehm): Zan. Gerçek dışı düşünce ve evhamlar. Vezaif: Vazifeler. Vukuat: Meydana gelen (vaki olan, vukua gelen) olaylar. Vücub: Zorunluluk, vacip olma. Vücud-u haricî: Dış dünyada somut bir varlık. Vüs’at: Genişlik, çap. Yakîn: Kesin bilgi. Yakînen: Kesin olarak. Yaver-i Ekrem: Emirleri yerine ulaştırmakla görevli yüksek rütbeli emir subayı. Peygamberimize işarettir. Zabit: Rütbeli asker. Subay. Zâhir: Açık. Zâhiren: Görünüşte.

124

Zâhirî: Yüzeysel, görünüşte. Zâil: Geçici, yok olup giden. Zât: Şahıs. Kişi.

Zemzeme: Nağme. Zerrat: Zerreler, madde parçacıkları. (atomlar gibi) Zerre: Çok küçük parçacık. (maddenin molekül, element, nötron, proton, kuark, takyon gibi atom ve atom altı düzeyindeki parçacıkları) Zeval: Yok olma (son bulma). Zîhayat: Canlı, hayat sahibi. (‘zi’ ve ‘zevil’ eki, sahiplik ekidir. Zişuur, zevil’idrak, zifikir, ziruh vs.) Zikir ve tesbih: İkisi de Allah’ı anmak, yad etmek manasındaki bu kavramlardan tesbih, Allah’ın kusursuzluğunu dile getirmek ve ilan etmek manasıyla “Sübhanallah” demeyi de içine alır. Ayrıca Kur’ân’ın kâinat tarifinde yaratılmış her şeyin, hal ve beden dilleriyle sürekli Allah’ı zikir ve tesbih ettiği haber verilir. Bu tabirle, her şeyin sanatlı yaratılışlarının ve üstlendikleri vazifelerin manevî diliyle Allah adına hareket etmeleri kastedilir. Zillet: Eziklik. Aşağılık. Zelil olma. Zîşuur sekeneler: Şuurlu sakinler. (bir mekânda yaşayan bilinçli varlıklar) Ziya: Işık. Zuhur etmek: Ortaya çıkmak. (Zâhir olmak). Zulmet: Karanlık. Zulümât: Karanlıklar.