1
23 yılına kadar kişi başına milli geliri 25 bin doların üzerine çıkarmaya odaklandık. Bu hedefi gerçekleştirebilmek için basit bir hesapla yıllık ortalama yüzde 9 büyüme gerekiyor. Ancak bu yıl büyümenin yüzde 2’lerde kalması, hedefin nasıl tutturulacağına ilişkin tartışmaları alevlendirdi. Bir grup “Durgunluk geçici, istikrarı koruyalım” derken, bir diğer grup büyümenin önündeki engellerin kaldırılarak gaza basılması gerektiğini savunuyor. Bunun dışında, toplumun refah düzeyini yükseltebilmek için, bu kısır tartışmanın ötesine geçilerek yeni modeller geliştirilmesi gerektiğini savunan bir grup daha var. Fakat maalesef ilk iki grubun çıkardığı gürültü, bu üçüncü grubun sesinin duyulmasını önlüyor. Oysa üçüncü gruba kulak verme ve başta büyüme hedefi olmak üzere tüm sistemi sorgulama zamanı geldi. Çünkü bugüne kadar milli gelirde sağlanacak artışın, toplumun refahını da aynı oranda yükselteceği varsayımıyla hareket ettik. Fakat 2008 krizi ve sonrasındaki gelişmeler bu varsayımın doğru olmadığını gösterdi. Kendimizi bir an bu tartışmalardan soyutlayarak, kişi başına milli geliri 25 bin doların üzerinde olan, yani bizim 2023 hedefimizi gerçekleştiren yeni ik TÜRKER BAŞ ülkeleri bir gözden geçirelim. Örneğin Dünya Bankası 2011 verilerine göre İtalya, Yunanistan, İspanya ve Suudi Arabistan’ın kişi başına milli geliri 25 bin doların üzerinde. ABD ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde kişi başına milli gelir ise 50 bin dolar civarında. Peki bu rakamlar sokaktaki insanın refahına ne ölçüde katkı sağlıyor? 2008 kriziyle birlikte piyasaların çalışması gerektiği gibi çalışmadıklarını çok net bir şekilde gördük. “Gelişmiş” olarak tanımladığımız ülkelerde dahi, insanların önemli bir kesimi yokluk çekerken, kurumlar, makineler, insanlar atıl ya da kapasitelerinin çok altında çalışıyor. Şirketler ihtiyaç duydukları yetenekleri bulamamaktan şikâyet ederken, işsizlik oranları yükseliyor. Pek çok insan sokaklarda, karavanlarda yaşarken, bir diğer grubun hiç gitmedikleri evlerin, yazlıkların sayısı gün geçtikçe artıyor. Biraz daha somutlaştırmak gerekirse; ABD’de en zengin yüzde 10, toplam servetin yüzde 70’ine sahip. En fakir yüzde 50’nin payı ise yüzde 1’in altında. Benzer durum İngiltere, hatta eşitlikçi Fransa ve Almanya da dahil olmak üzere pek çok AB ülkesi için de geçerli. Özetle 2023 için model aldığımız, gelişmiş ülkelerde toplumun yaklaşık yarısı, hiçbir şeye sahip değil ve sadece günü kurtarıyor. İspanya ve Yunanistan’da yaşananlar ise buzdağının sadece görünen kısmı. “Wall Street’i İşgal Et” olayları aslında bu kötü gidişe bir başkaldırıydı. İnsanlar “Amerika Rüyası”nın sadece bir rüyadan ibaret olduğunu haykırmak istediler. Fakat tüm kaynaklara sahip olan yüzde 1, kalan yüzde 99’un sesinin yükselmesine izin vermedi. Ayrıca gelişmeler, mevcut politik sistemin bu durumu yönetmekten son derece uzak olduğunu gösterdi. Obama ve Hollande seçim kampanyalarını gelir eşitliğini sağlamak üzerine kurmuş olsalar da, şu ana kadar hiçbir ilerleme sağlayamadılar. Şimdi geleneksel bakış açısının bir uzantısı olarak “zenginlere ihtiyacımız olduğunu”, “yatırım için sermayenin yukarıda birikmesi gerektiğini” düşünebilirsiniz. Evet, bu görüş bir zamanlar doğruydu. Fakat günümüzde reel sektördeki daralma ve offshore hesapların cazibesi bu durumu değiştirdi. Büyük şirketler artık istihdam yaratmıyor. Ek istihdam için yeni girişimlere, yani sermayenin tabana yayılmasına ihtiyaç var. Fakat mevcut sistem buna izin vermiyor. Temel sorun da bu. Ayrıca bu sorun, dünya ekonomisini tehdit edecek bir boyuta ulaşmış durumda. Örneğin OECD, 2008 yılında “Eşitsizlik Artıyor” başlıklı raporda gelir dağılımındaki bozulmaya dikkat çekerken, 2011 Aralık ayında yayınlanan “Parçalandık, Eşitsizlik Niçin Durmuyor?” başlıklı rapordaki istatistikler, işlerin kontrolden çıkmak üzere olduğunu ortaya koyuyor. Aslında tablo oldukça net: 2000’li yıllarda bozulan gelir dağılımı sonrasında, orta ve alt gelir grubunun durumu borçlanarak dengelemeye çalışması 2008 krizine yol açtı. Krizle birlikte üst gelir grubu servetini beşe katlarken, insanlar işlerini, evlerini kaybetti. Şimdi alttakilerin işsizlik, aşırı borç yükü gibi nedenlerle harcama yapamaması, zaten sorunlu olan reel sektörün daha da daralmasına yol açıyor. Yani fasit bir döngü söz konusu. Öyle bir noktaya geldik ki, IMF ekonomistleri dahi sürdürülebilir büyüme için gelir eşitliğinin sağlanması gerektiğini kabul etti. Türkiye ise, ABD ile birlikte gelir eşitsizliğinin en yüksek olduğu beş ülkeden biri konumunda. Bununla birlikte son yıllarda gelir dağılımı konusunda olumlu bir eğilim söz konusuydu. Gelir eşitsizliğini ölçmek için kullanılan Gini Katsayısı 2006’da 0.428 iken, 2010’da 0.402’ye kadar düşmüştü. İşin ilginç tarafı bu olumlu gelişme kimsenin dikkatini çekmedi. Hükümet kanadı dahi sağlanan iyileşmeyi, çok cılız bir şekilde dile getirildi. Çünkü ekonomik büyümeye o kadar takıldık ki, başka hiçbir şey göremiyoruz. Ancak 2023’de varlık içinde yokluk çeken bir ülke olmamak için, en az milli gelirdeki artış kadar, bu artışın nasıl dağıldığını da dikkate almamız gerek. Çünkü bugün olduğu gibi 2023’te de sokaktaki insan, ekonominin ne kadar büyüdüğünden çok, kendi cebine ne kadar para girdiği ile ilgilenecek. Yine bugün olduğu gibi 2023’te de üst gelir grubunun sahip olduğu ev, araba sayısının iki hatta üç kat artması, toplumun refahına hiçbir katkı sağlamayacak. BAŞ; Profesör, Yeni İK Danışmanlık Grubu Yönetici Ortağı 2023 hedeflerine ulaşmak için en az milli gelirdeki artış kadar, bu artışın nasıl dağıldığını da dikkate almamız gerek. VARLIK IÇINDE YOKLUK ÇEKMEMEK IÇIN OPTİMİST HAZİRAN 2013 26 OPTİMİST HAZİRAN 2013 27 Bugün olduğu gibi 2023’te de sokaktaki insan, ekonominin ne kadar büyüdüğünden çok, kendi cebine ne kadar para girdiği ile ilgilenecek. 20

Varlık İçinde Yokluk Çekmemek İçin (Optimist Dergi Haziran 2012)

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Varlık İçinde Yokluk Çekmemek İçin (Optimist Dergi Haziran 2012)

23 yılına kadar kişi başına milli geliri 25 bin doların üzerine çıkarmaya odaklandık.

Bu hedefi gerçekleştirebilmek için basit bir hesapla yıllık ortalama yüzde 9 büyüme gerekiyor. Ancak bu yıl büyümenin yüzde 2’lerde kalması, hedefin nasıl tutturulacağına ilişkin tartışmaları alevlendirdi. Bir grup “Durgunluk geçici, istikrarı koruyalım” derken, bir diğer grup büyümenin önündeki engellerin kaldırılarak gaza basılması gerektiğini savunuyor. Bunun dışında, toplumun refah düzeyini yükseltebilmek için, bu kısır tartışmanın ötesine geçilerek yeni modeller geliştirilmesi gerektiğini savunan bir grup daha var. Fakat maalesef ilk iki grubun çıkardığı gürültü, bu üçüncü grubun sesinin duyulmasını önlüyor.

Oysa üçüncü gruba kulak verme ve başta büyüme hedefi olmak üzere tüm sistemi sorgulama zamanı geldi. Çünkü bugüne kadar milli gelirde sağlanacak artışın, toplumun refahını da aynı oranda yükselteceği varsayımıyla hareket ettik. Fakat 2008 krizi ve sonrasındaki gelişmeler bu varsayımın doğru olmadığını gösterdi.

Kendimizi bir an bu tartışmalardan soyutlayarak, kişi başına milli geliri 25 bin doların üzerinde olan, yani bizim 2023 hedefimizi gerçekleştiren

y e n i i k

T Ü R K E R B A Ş

ülkeleri bir gözden geçirelim. Örneğin Dünya Bankası 2011 verilerine göre İtalya, Yunanistan, İspanya ve Suudi Arabistan’ın kişi başına milli geliri 25 bin doların üzerinde. ABD ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde kişi başına milli gelir ise 50 bin dolar civarında.

Peki bu rakamlar sokaktaki insanın refahına ne ölçüde katkı sağlıyor?

2008 kriziyle birlikte piyasaların çalışması gerektiği gibi çalışmadıklarını çok net bir şekilde gördük. “Gelişmiş” olarak tanımladığımız ülkelerde dahi, insanların önemli bir kesimi yokluk çekerken, kurumlar, makineler, insanlar atıl ya da kapasitelerinin çok altında çalışıyor. Şirketler ihtiyaç duydukları yetenekleri bulamamaktan şikâyet ederken, işsizlik oranları yükseliyor. Pek çok insan sokaklarda, karavanlarda yaşarken, bir diğer grubun hiç gitmedikleri evlerin, yazlıkların sayısı gün geçtikçe artıyor. Biraz daha somutlaştırmak gerekirse; ABD’de en zengin yüzde 10, toplam servetin yüzde 70’ine sahip. En fakir yüzde 50’nin payı ise yüzde 1’in altında. Benzer durum İngiltere, hatta eşitlikçi Fransa ve Almanya da dahil olmak üzere pek çok AB ülkesi için de geçerli. Özetle 2023 için model aldığımız, gelişmiş ülkelerde toplumun yaklaşık yarısı, hiçbir şeye sahip değil ve sadece günü kurtarıyor. İspanya ve Yunanistan’da yaşananlar ise buzdağının sadece görünen kısmı.

“Wall Street’i İşgal Et” olayları aslında bu kötü gidişe bir

başkaldırıydı. İnsanlar “Amerika Rüyası”nın sadece bir rüyadan ibaret olduğunu haykırmak istediler. Fakat tüm kaynaklara sahip olan yüzde 1, kalan yüzde 99’un sesinin yükselmesine izin vermedi. Ayrıca gelişmeler, mevcut politik sistemin bu durumu yönetmekten son derece uzak olduğunu gösterdi. Obama ve Hollande seçim kampanyalarını gelir eşitliğini sağlamak üzerine kurmuş

olsalar da, şu ana kadar hiçbir ilerleme sağlayamadılar.

Şimdi geleneksel bakış açısının bir uzantısı olarak “zenginlere ihtiyacımız olduğunu”, “yatırım için

sermayenin yukarıda birikmesi

gerektiğini” düşünebilirsiniz. Evet, bu

görüş bir zamanlar doğruydu. Fakat günümüzde reel sektördeki daralma ve offshore hesapların cazibesi bu durumu değiştirdi. Büyük şirketler artık istihdam yaratmıyor. Ek istihdam için yeni girişimlere, yani sermayenin tabana yayılmasına ihtiyaç var. Fakat mevcut sistem buna izin vermiyor. Temel sorun da bu.

Ayrıca bu sorun, dünya ekonomisini tehdit edecek bir boyuta ulaşmış durumda. Örneğin OECD, 2008 yılında “Eşitsizlik Artıyor” başlıklı raporda gelir dağılımındaki bozulmaya dikkat çekerken, 2011 Aralık ayında yayınlanan “Parçalandık, Eşitsizlik Niçin Durmuyor?” başlıklı rapordaki istatistikler, işlerin kontrolden çıkmak üzere olduğunu ortaya koyuyor.

Aslında tablo oldukça net: 2000’li yıllarda bozulan gelir dağılımı

sonrasında, orta ve alt gelir grubunun durumu borçlanarak dengelemeye çalışması 2008 krizine yol açtı. Krizle birlikte üst gelir grubu servetini beşe katlarken, insanlar işlerini, evlerini kaybetti. Şimdi alttakilerin işsizlik, aşırı borç yükü gibi nedenlerle harcama yapamaması, zaten sorunlu olan reel sektörün daha da daralmasına yol açıyor. Yani fasit bir döngü söz konusu. Öyle bir noktaya geldik ki, IMF ekonomistleri dahi sürdürülebilir büyüme için gelir eşitliğinin sağlanması gerektiğini kabul etti.

Türkiye ise, ABD ile birlikte gelir eşitsizliğinin en yüksek olduğu beş ülkeden biri konumunda. Bununla birlikte son yıllarda gelir dağılımı konusunda olumlu bir eğilim söz konusuydu. Gelir eşitsizliğini ölçmek için kullanılan Gini Katsayısı 2006’da 0.428 iken, 2010’da 0.402’ye kadar düşmüştü. İşin ilginç tarafı bu olumlu gelişme kimsenin dikkatini çekmedi. Hükümet kanadı dahi sağlanan iyileşmeyi, çok cılız bir şekilde dile getirildi. Çünkü ekonomik büyümeye o kadar takıldık ki, başka hiçbir şey göremiyoruz. Ancak 2023’de varlık içinde yokluk çeken bir ülke olmamak için, en az milli gelirdeki artış kadar, bu artışın nasıl dağıldığını da dikkate almamız gerek. Çünkü bugün olduğu gibi 2023’te de sokaktaki insan, ekonominin ne kadar büyüdüğünden çok, kendi cebine ne kadar para girdiği ile ilgilenecek. Yine bugün olduğu gibi 2023’te de üst gelir grubunun sahip olduğu ev, araba sayısının iki hatta üç kat artması, toplumun refahına hiçbir katkı sağlamayacak.

BAŞ; Profesör, Yeni İK Danışmanlık Grubu Yönetici Ortağı

2023 hedeflerine ulaşmak için en az milli gelirdeki artış kadar, bu artışın nasıl dağıldığını da dikkate almamız gerek.

VARLIK IÇINDE YOKLUK ÇEKMEMEK IÇIN

OPTİMİSTHAZİRAN 2013 26 OPTİMİSTHAZİRAN 2013 27

Bugün olduğu gibi 2023’te de

sokaktaki insan, ekonominin ne kadar büyüdüğünden çok,

kendi cebine ne kadar para girdiği

ile ilgilenecek.

20