View
208
Download
9
Category
Preview:
Citation preview
0
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İLAHİYAT ANABİLİM DALI
TASAVVUF BİLİM DALI
MEHMED NÂZIM PAŞA’NIN “İBN FÂRİZ
TERCÜMESİ VE ŞERHİ” -METİN VE İNCELEME-
Yüksek Lisans Tezi
FATİH GÜLLÜCE
Danışman: DOÇ.DR. SÜLEYMAN DERİN
İstanbul, 2008
1
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER .............................................................................................................1
ÖNSÖZ .........................................................................................................................2
KISALTMALAR ..........................................................................................................4
GİRİŞ ............................................................................................................................6
A. MEHMED NÂZIM PAŞA’NIN HAYATI VE ESERLERİ .................................6
A.1 HAYATI .............................................................................................................6
A.2 ESERLERİ ........................................................................................................ 10
B. NAZIM PAŞA VE TORUNU NAZIM HİKMET ............................................. 13
BİRİNCİ BÖLÜM ....................................................................................................... 19
İBNÜ’L-FÂRİZ’IN HAYATI, ESERLERİ VE TASAVVUFÎ DÜŞÜNCESİ .............. 19
I. HAYATI .......................................................................................................... 20
II. ESERLERİ ....................................................................................................... 22
III. TASAVVUFÎ DÜŞÜNCESİ ............................................................................. 24
A. İLÂHÎ AŞK ...................................................................................................... 26
B. MECÂZLI ANLATIM ..................................................................................... 38
C. VAHDET-İ VÜCÛD ........................................................................................ 41
D. MAKAM VE HÂL ........................................................................................... 44
E. SEYR U SÜLÛK .............................................................................................. 45
İKİNCİ BÖLÜM ......................................................................................................... 47
İBNÜ’L-FÂRİZ’IN YÂİYYE, MÎMİYYE VE RÂİYYE KASÎDELERİNİN ŞERH METNİ........................................................................................................................ 47
A. KASÎDE-İ YÂİYYE ......................................................................................... 48
B. KASÎDE-İ MÎMİYYE (HAMRİYYE) ............................................................ 119
C. KASÎDE-İ RÂİYYE ....................................................................................... 142
SONUÇ ..................................................................................................................... 147
BİBLİYOGRAFYA .................................................................................................. 148
2
ÖNSÖZ
Hamd âlemlerin yüce Rabbına, Salat u selâm ve her türlü ihtiram O’nun
sevgilisi, kulu ve Rasulü Muhammed Mustafa’ya, âl ve ashabına olsun.
Tasavvuf dünyasında, gönlünden akıp gelen taşkın ifadeleri ile tanınan İbnü’l-
Fârız’ın İlâhî aşk ve muhabbet üzerine söylediği beyitler önemli bir yer teşkil
etmektedir. Çalışmamızda, önde gelen Arap mutasavvıflarından İbnü’l-Fârız’ın
divanından “Yâiyye”, “Mîmiyye(Hamriyye)” ve “Râiyye” kasidelerini şerh eden
Mehmed Nâzım Paşa’nın “İbn Fâriz Tercümesi” adlı eserini ele almak istedik.
Matbû bir eser olan şerh İstanbul’da Şems Matbaasında h.1328/m.1910 yılında
basılmıştır. İbn Fâriz tercemesi, İbn Fâriz’in en meşhur şiirlerinden ve 151 beyitten
ibâret Kasîde-i Yâiyye’sini, 41 beyitlik Kasîde-i Mîmiyye(Hamrîyye)’yi ve Kasîde-i
Râiyye’nin 11 beytinin tercüme ve şerhini içine almaktadır. Nâzım Paşa eserini, bu
kasîdelere göre üç bölüme ayırmış ve her bölümde aynı metodu tâkib etmiştir. Kısa bir
girişten sonra, önce Arapça metni- umûmiyetle bir beyit, bâzen mânâ husûsiyetine göre
birkaç beyti- kaydettikten sonra, burada geçen kelimeleri mânâlandırmakta, kelimelerin
kökleri belirtilerek kelimeler sarf yönüyle incelenmektedir. Bunu müteâkip “Mahsûl-i
Beyt” başlıklı kısımda, beyitteki tasavvufî manayı ağdalı bir üslupla Türkçeye
çevirmiştir.
Şerhe imza atan Nâzım Paşa’nın hayatını ve eserlerini ele alarak başladığımız
çalışmamızda Nâzım Paşa’nın günümüzde tartışmalara konu olan meşhur şair Nâzım
Hikmet’in dedesi olduğu detayını incelememize dâhil ettik. Tasavvufî düşüncenin her
kesimden ilgi gördüğü çağımızda farklı bir bakış açısına vesile olacağını düşündük. Bu
mülahaza ile Nâzım Hikmet hakkındaki kitaplara, vakıflara ulaşarak dedesi Nâzım Paşa
hakkında bilgi almaya çalıştık.
3
Birinci bölümde, İbnü’l-Fârız’ın hayatı, şiirleri ve tasavvufî düşüncesini ele
aldık. Bu alanda Türkçe yayın adedinin çok az olduğunu gördük. İlâhî aşkın güçlü
şairinin Arap dünyası ve batıda elde ettiği çalışma zenginliğini dilimizde yeterince
bulamamasını bir eksiklik olarak görmekteyiz. Bu hususta dileğimiz yapılacak
çalışmalarla boşluğun giderilmesidir. İkinci bölümde ise eserin günümüz harflerine
aktardık. Ayrıca “Mahsûl-i Beyt” başlıklı kısımlarda beyitlerin Nâzım Paşa tarfından
yapılan Osmanlıca tercümesini, günümüzde kullanılan kelimelere aktararak metnin
anlaşılmasını kolaylaştırdık.
Mehmed Nâzım Paşa, Arap mutasavvıfların önde gelen şahsiyetlerinden, ilâhi
aşkın önemli ve farklı bir temsilcisi olan on üçüncü asır şairlerinden şerh etmekle
mühim bir gayret ortaya koymuştur. Mevlevî olan Nâzım Paşa, tasavvufî ifadelerinin
anlaşılması zor olan İbnü’l-Fârız’ı hayret ifadeleri ile okumuştur. Bizde bu eser
üzerinde çalışarak günümüz Türkçesi ile hakkında çok az çalışma bulunan İbnü’l-
Fârız’ı tanımak ve tanıtmak istedik. Bu hususta Nâzım Paşa’nın dilinin ağır olması ve
tasavvufî manayı kendi hisleri ile yorumlaması bizim için beyitlerde inceleme yapma
hususunda güçlük oluşturdu.
Çalışmaya katkılarından dolayı Prof. Dr. Mustafa Tahralı, Prof. Dr. Hasan
Kâmil Yılmaz ve Doç. Dr Süleyman Derin hocalarıma teşekkür eder, çalışmanın
ilgililere fayda sağlamasını dilerim.
İstanbul, 2008 Fatih GÜLLÜCE
4
KISALTMALAR A.) :Sadâret
a.g.e. :Adı geçen eser
a.g.m : Adı geçen makale
AÜİFD :Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
b. :İbn
bkz. :Bakınız
c. :Cilt
c.c. :Celle celâlühü
çev. :Çeviren
DEÜSBE :Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
DH. :Dahilîye
DİA :Türkiye Diyânet Vakfı İslam Ansiklopedisi
h. :hicrî
haz. :Hazırlayan
Hz. :Hazreti
İ. :İrâdeler
İst. :İstanbul
m. :Mîlâdî
Mad. :Madde
MKT. :Mektûbî Kalemî
MKT.MHM. :Mühimme Kalemî Evrâkı
MÜİFV :Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Vakfı
MV. :Meclîs-i Vükelâ Mazbataları
neş. :Neşriyat
5
No. :Numara
ö. :Ölümü
r.a. :Radıyallâhu anh
s. :Sayfa
s.a.v :Sallallâhu aleyhi vesellem
T.D.V. :Türkiye Diyanet Vakfı
TAL. :Taltifât
thk. :Tahkik eden
vb. :Ve benzerleri
vd. :Ve diğerleri
vr :Varak
vs. :Vesâire
yay. :Yayınları
6
GİRİŞ
A. MEHMED NÂZIM PAŞA’NIN HAYATI VE ESERLERİ
A.1 HAYATI
Mehmed Nâzım Paşa, Tanzimat devrinde yaşamış Mevlevî bir şairdir. 29
Ağustos, 1840 (1 Recep, 1265)’te Üsküdar’da Selman-Ağa mahallesinde doğan
Mehmed Nâzım, Yağlıkçı Hüseyin Ağa’nın torunlarından ve Akşehir kaymakamı iken
vefat eden Şâkir Efendi’nin oğludur.1 İlk mektep ve Rüşdiye’de okumuş, husûsî olarak
Arapça ve Farsça dersleri almıştır.2 Ayrıca Paşa’nın Fransızcası olup, bunun yanında bir
çok dil hakkında da mâlumâtı vardır.3
Mehmed Nazım 1863’te Adâlet Nezareti’nde Da‘âvî Nezâreti Evrak Odası’na4
mülâzemetle5 girmiş, bu ilk memurluğundan sonra Adliye İcrâ Cemiyeti Zabıt
Kâtipliği’nde (1871), aynı cemiyetin Baş-Mümeyyiz Muâvinliği’nde6 çalışmıştır.
1877’de Ziya Paşa’nın Adana Vâliliği sırasında ve onun isteğiyle Adana
Mektupçuluğu’na7 tayin edilmiştir. 18 Mayıs 1880’de Ziya Paşa’nın vefatı üzerine,
Adana Vâli Vekilliği yoluyla görevinden azledilip 27 Ekim, 1881’de Konya
Mektubculuğu’na getirilmiştir. Buradan sonra aynı vazifeyi Bitlis’te (1887), altı ay
sonra Halep’te (1887) ve Kastamonu’da (1891) îfâ etti.8
1 Nâzım Paşa’nın babası olarak bazı kaynaklar Çelebi Hikmet Bey’i göstermektedir. Bkz: Kemal Sülker, Nâzım Hikmet’in Gerçek Yaşamı, Yalçın yayınları, İstanbul, 1987, c.I, s.14. Ayrıca Nâzım Hikmet’in detaylı soyağacını vermiş olan Aydın Aydemir, Nâzım Paşa’nın babası olarak Çelebi Hikmet Bey’i göstermiştir. Bkz: Aydemir, Aydın, Nâzım, Griajans, Ankara, 1970, s.12-13. 2 Tansel, Fevziye Abdullah, Mehmed Nâzım Paşa, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, 1966, c.14, s. 156. 3 Canlı Tarihler, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1946, c. IV, s. 11. 4 “Adalet Bakanlığı Arşiv Müdürlüğü” 5 “Stajyer olarak” 6 “Yazı İşleri Müdürlüğü” 7 “Osmanlı devlet teşkîlâtında nezâret, vilâyet ve diğer resmî dâirelerin yazı işlerini yönetmekle görevli olan yüksek dereceli memur” bkz. İlhan AYVERDİ, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı Neşriyâtı, İstanbul, 2005, c.2, s.1989. 8 İnal, İbnülemin Mahmut Kemal, Son Asır Türk Şairleri, Dergah Yayınları, İstanbul, 1988, c. 2, s. 1144.
7
Çeşitli nedenlerle görevinden birçok defa azledilen Paşa 1892’de Umûm
Muhâcirîn Komisyonu Mektupçuluğuna getirildi. 9Komisyonun lağvedilmesi ile Mersin
mutasarrıflığına tâyin edildi (1894). Avusturya devletinin himayesinde bulunan bir
ermeninin –yasak olmasına rağmen- şehre girmesi üzerine konsolosa gösterdiği
muâmeleden dolayı teklif edilen uyarıyı yerine getirmediği için meclis-i vükelâ kararı
ile görevinden azledildi (1897). Paşa aynı yıl içinde Kayseri mutasarrıflığına tâyin
edildikten sonra sırasıyla; Diyarbakır (1903), Halep (1905), Konya (1908)10,
Sivas(1908) vilâyetlerinde vâlilik görevinde bulundu.11
Emekliye ayrılmadan evvel yaptığı son vazîfe Selânik Vâliliği’dir (1912).12 Bu
vilâyetimizin Balkan savaşı sonunda Bükreş Antlaşması ile Yunanlılar’a bırakılması
kararını duyan ve adeta isyan eden Nâzım Paşa, emekliliğini isteyerek devlet
memurluğu yapmayı kendi isteği ile bırakmıştır (1913). Emekliye ayrıldığında 73
yaşında olan Mehmet Nazım Paşa’nın, İstanbul’a döndüğünde geçkin yaşına rağmen
sağlığı yerinde idi ama omuzları biraz çökmüştü. 13
17 Aralık, 1926 günü (11 Cemâdâ 11. 1345)’da, oğlu Hikmet Bey’in
Kadıköy’deki evinde vefât eden M.Nâzım Paşa, “Üsküdar’da, Karaca-Ahmed
kabristanın İhsâniye cihetinde şâir Nedîm’in civârına” gömülmüştür.14
Mehmed Nazım Paşa’nın bir oğlu ve iki kızı olmuştur. Paşa’nın kızlarından
Mediha Hanım, Memduh Ezine ile evlenmiş, Güzide Hanım ise Albay Necip Bey’in eşi
olmuştur. Hikmet Bey’in Celile Hanım’la yapmış olduğu evlilikten üç çocuk dünyaya
gelmiştir: Nazım Hikmet, Ali İbrahim ve Sâmiye Hanım.15 Paşa’nın oğlu Hikmet Bey
9 Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivleri Daire Başkanlığı, Fon Kodu: DH. MKT., Dosya No: 87, Gömlek No: 8, Tarih: h.1311. 10 Nazım Paşa’nın bu döneminden Ebûbekir Hazım (Canlı Tarihler, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1946, c. I, s.31, 55-56; Veled Çelebi (Canlı Tarihler, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1946, c. IV, s. 10,11-13,21,31; Semih Mümtaz Suriye günlerinden (Canlı Tarihler, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1946, c. IV, s.28-30,93-95’de bahsetmişlerdir. 11 İnal, İbnülemin Mahmut Kemal, Son Asır Türk Şairleri, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1988, c. 2, s. 1145. 12 Tansel, Fevziye Abdullah, Mehmed Nâzım Paşa, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1966, c.14, s.156. 13 Sülker, Kemal, a.g.e., s.20. 14 Tansel, a.g.m., s.157. 15 Sülker, Kemal, a.g.e., c.I, s.14.
8
ise Matbuat Umum Müdürlüğü yapmış bir hariciyecidir. Daha evvel Selânik Vilâyeti
Mesâlih-i Ecnebiye Müdürlüğü’de yapan Hikmet Bey Mehmed Nâzım Paşâ’nın
talepleri üzerine İstanbul’a gelebilmiştir.16
İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal’ın, “Mavi gözlü, sarışın, orta boylu, zarif,
değerli bir şâirdi.” “Tasavvuf” gibi bazı mevkut risâlelerde de mutasavvıfâne şiirleri
vardır. Mevlevî tarîkine müntesipti. Çelebi tarafından “Destâr-ı teberrük” verildiği
esnada şu tâmiyeli târihi söylemiştir:
“Çile çıkarup hücre-i feyyâzına girdim,
Pîrim bana destâr-ı mukaddes verdi.” (m.1917/h.1336)17
Mehmed Nâzım Paşa’yı yakından tanıyan Üsküdar Selim-Ağa Kütüphanesi
Müdürü Ahmed Remzi Bey onun hakkında şunları söylemektedir: “Müstecmi’-i
mehâsin-i ahlâk idi. Civanmerd ve sahî olup her nerede bulunsa hânesine Nâzım Paşa
oteli derlerdi; bilen-bilmeyen mihmân olurdu. Zarûret-i şiire cevâz vermezdi. “Zarûrete
arz-i iftikâr eden şiir söylememeli” derdi. Her vâdide nazma kâdir bir şâir u mâhir idi.
Husûsî musâhabede letâif ve zarâife mütemâyildi. Nükteli mazmûna meftûn olurdu.”18
Nazım Paşa 1870’lerde, liberal görüşlü üç büyük şair olan Namık Kemal, Ziyâ
Paşa ve Midhat Paşa ile arkadaş olur. Radikal görüşleri nedeniyle uzun yıllarını
sürgünde geçirmek zorunda kalan bu şâirlerin aksine, Nazım Paşa ilerici bir dünya
görüşü ile başarılı bir meslek hayatını birleştirmeye muvaffak olur.19
16 Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivleri Daire Başkanlığı, Fon Kodu: DH. MKT., Dosya No: 2344, Gömlek No: 29, Tarih: h.1318./ Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivleri Daire Başkanlığı, Fon Kodu: A.)MKT.MHM, Dosya No: 637, Gömlek No: 49, Tarih: h.1322. 17 İnal, İbnü’l-Emin Mahmut Kemal , Son Asır Türk Şairleri, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1988, c. 2, s. 1146. 18 Tansel, a.g.m., s.157. 19 Saime Göksu-Edward Timms, Romantik Komünist, Doğan Kitabevi, İstanbul, 2002, s. 32.
9
Nazım Paşa Mevlevî şairlerden başka, Tevfik Fikret’in, Mehmet Emin
Yurdakul’un şiirlerini de sever ve bâzen evinde yüksek sesle okur.20
Haksızlıklara karşı duran sağlam bir karaktere sahip Nâzım Paşa’nın, haksız bir
tayin üzerine memuriyet yerine gitmemek ve bulunduğu vazifenin kaldırılması gibi
sebeplerle üç-dört defa azledildiğini görüyoruz. Mehmed Nâzım Paşa hakkında Konya
Valisi iken kötü muamelede bulunduğu iddiası ile gelen şikâyetler üzerine müfettiş
gönderilip hakkında tahkîkât yaptırılmıştır.21 Daha sonra Şûrâ-yı Devlet Mâliye Dairesi
Reisi Mecdüddîn Efendi tarafından sunulan layihâ Şûrâ-yı Devletçe tedkîk edilmiş ve
Sivas Valisi ile becâyiş edilmesine karar verilmiştir.22 Bunun üzerine ahâli’den bazıları
Nâzım Paşa’nın Konya’da kalmasını talep etsede karar değiştirilmemiştir.23 Benzer bir
hâdise Diyarbakırda’da geçmiştir.24
Mevzu ile ilgili Paşa’nın bir hatırası şöyledir: Bir gün aşîret reislerinden biri
Nazım Paşa’yı Halep Vâlisi iken ziyâfete dâvet etmiş. Paşa reisi kıramayarak âilece
dâvete iştirak etmiş. Yenilip içilip geri dönüldüğünde Paşa’nın gelini Celîle Hanım oğlu
Nazım’ın ceplerinin altın dolu olduğunu görmüş. Hemen Nâzım Paşa’ya haber etmiş.
Bu duruma öfkelenen Paşa aşiret reisini makamına çağırtmış ve kızarak:
-Al bu altınları. Rüşvet mi veriyorsun? Ayıp değil mi bu yaptığın? Konuk
çağırdın, evine vardık. Bize de kendine de yakışır mı bu tutumun?
Aşiret reisi hiç istifini bozmadan gâyet rahat cevap vermiş:
20 Fuat, Mehmet , Nazım Hikmet, Adam Yayınları, İstanbul, 2000, s. 13. 21 Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivleri Daire Başkanlığı, Fon Kodu: MV., Dosya No: 124, Gömlek No: 3, Tarih: h.1327. 22 Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivleri Daire Başkanlığı, Fon Kodu: DH. MKT., Dosya No: 2859, Gömlek No: 29, Tarih: h.1327. 23 Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivleri Daire Başkanlığı, Fon Kodu: DH. MKT., Dosya No: 2772, Gömlek No: 24, Tarih: h.1327. 24 Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivleri Daire Başkanlığı, Fon Kodu: DH. MKT., Dosya No: 852, Gömlek No: 33, Tarih: h.1322.
10
-“Paşam, telaşlanma! Sen zaten buradan gideceksin. Benim işlerim seninle
bitmez. Bizim işimiz İstanbul’ladır. O altınları rüşvet olsun diye vermedim. Çocuktur
oynasın, eğlensin diye verdim. Telaşlanma!
Nâzım Paşa şöyle karşılık verir.
- “Biz, oradan oraya sürgün ediliriz ama ne önümüzden, ne de arkamızdan
kendimize “rüşvetçi vali” dedirtmeyiz. Al şu altınları çocuğun boğazına kaçar.”25
Paşa çeşitli ödüllere de layık görülmüştür: 1881’de Rütbe-i Râbi’a tevcih,
1901’de Rumeli Beylerbeyliği pâyesine terfî olunmuştur; Halep Vilayeti Mektubcusu
iken üçüncü rütbeden Nişân-i Osmanî,26 Diyarbakır Valisi iken Birinci Rütbe Osmânî
Nişânı,27 Fransa’nın Birinci Rütbe Legion d’honeur ve Papa’nın ikinci rütbe nişanlarını
da kazanmıştır.28
A.2 ESERLERİ
M. Nâzım Paşa’nın basılı olarak yedi eseri vardır; bunlara, gazete sütunlarında
tefrika halinde kalan Hâtırâlar’ı ile Yazma Şiir Mecmuası’nı da eklersek dokuz eseri
bulunduğunu söyleyebiliriz. Basılmış eserleri, neşir târihlerine göre sırasıyla;
Muhâtaba, Ahd-i Şehr-yârî, Nizâmü’l-Hâss fî Ehli’l-İhtisâs, Kerbelâ, İbn Fâriz
Tercemesi, Esrâr-i Tevhîd ve Tercemesi ve Yek-Âvâz’dır.29 Ayrıca Umûm Muhâcirîn
Komisyonu Mektubculuğu zamanında “ Devr-i Sultân Hamîd-i Sani’ ” ismiyle bir kitap
neşretmek için izin istediğine dâir arşivlerde bilgiye rastlamaktayız.30
25 Aydemir, a.g.e., s.21-22. 26 Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivleri Daire Başkanlığı, Fon Kodu: İ.TAL., Dosya No: 10, Gömlek No: 1310 Ca 111, Tarih: h.1310. 27 Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivleri Daire Başkanlığı, Fon Kodu: İ.TAL., Dosya No: 302, Gömlek No: 1321 S 101, Tarih: h.1321. 28 Tansel, a.g.m.,, s.156. 29 Tansel, a.g.m., s.158. 30 Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivleri Daire Başkanlığı, Fon Kodu: DH.MKT., Dosya No: 197, Gömlek No: 22, Tarih: h.1311.
11
a) Muhâtaba: Muallim Nâcî’nin Takrîz yazdığı Muhâtaba, M.Nâzım Paşa’nın
Konya Mektupculuğu zamânında yazdığı bir kaç şiirini de içine almakla birlikte berâber
esas îtibâriyle mensur bir eserdir. Eserde dağ ile muhâvere çerçevesinde medeniyet
konusu tartışılmıştır. Kaynağını sezgiden alan his ve heyecanların, irfan, kâinat
hakkındaki fikirlerin manzum ifâde olunduğu eser üç defâ basılmıştır.
-Birinci Baskı, İst., Mihran Matbaası(h.1304/m.1886).
-İkinci Baskı, İst, Asır Matbaası(h.1316/m.1898).
-Üçüncü Baskı, İstanbul, Selânik Matbaası(h.1328/m.1910).31
b) Ahd-i Şehr Yârî: Nâzım Paşa bu eserini Konya vilâyeti mektupçusu iken
bastırmıştır. Eserde Abdülhamîd devrinde ilim ve ma‘rifetin inkişâfı ele alınmaktadır.
-İstanbul, Matbaa-i Ebu’z-Ziyâ, h.1304/m.1886, 32 sayfa.32
c) Nizâmü’l-Hâss fî Ehli’l-İhtisâs: Eser Ahmed er-Rifâî’ye âidiyeti tartışmalı
olan bir eserin tercümesidir ve basılmıştır.
-Nizâmü’l-Hâss fî Ehli’l-İhtisâs, Mütercimi Mehmed Nazım, İstanbul, Şems
Matbaası(h.1326-1328/m.1908-1910).33
d) Kerbelâ: İsminden de anlaşıldığı gibi Kerbelâ vak‘asının, Hazret-i
Hüseyin’in şehâdetinin mevzû alındığı bu eserde her iki tarafın da maksat ve fikirleri
tahlil edilmiştir. Bu eser müellifin sanatlı, secîli birçok cümlelerini içine alan, manzum
üç parçayı da ihtivâ eden bedîî kıymeti hâiz bir eserdir. Balkan savaşları sırasında
neşredilmiş olması da mânidardır.
-İstanbul, Şems Matbbası, (h.1327-1329/m.1909-1911). Kuşe kâğıdına
basılmıştır.34
31 Tansel, a.g.m., s.158-161. 32 Tansel, a.g.m., s.161-162. 33 Tansel, a.g.m., s.162-163.
12
e) İbn Fâriz Tercemesi: İbn Fâriz tercemesi, İbn Fâriz’in en meşhur
şiirlerinden ve 151 beyitten ibâret Kasîde-i Yâiyye’sini, 41 beyitlik Kasîde-i
Mîmiyye(Hamrîyye)’yi ve Kasîde-i Râiyye’nin 11 beytinin tercüme ve şerhini içine
almaktadır. Nâzım Paşa eserini, bu kasîdelere göre üç bölüme ayırmış ve her bölümde
aynı metodu tâkib etmiştir. Önce Arapça metni- umûmiyetle bir beyit, bâzen mânâ
husûsiyetine göre birkaç beyti- kaydettikten sonra, burada geçen kelimeleri
mânâlandırır. Bunu müteâkip “Mahsûl-i Beyt” başlıklı kısımda metni türkçeleştirerek
nesre çevirmiştir. Bu kasîdeleri seçip şerhetmesi, onun hikemî şiirlere karşı duyduğu
alâkayı gösterdiğinden kayda değer.
-İstanbul, Şems Matbaası, (h.1330/m.1912), 160 sayfa.35
f) Esrâr-ı Tevhîd Tercemesi: Esrâr-i Tevhîd, Murad Buhârî Dergâh-ı Şerîfi
post nişîni Seyyid Abdü’l-Kâdir Belhî’nin Farsça manzum eserinin tercümesidir. Esrâr-
ı Tevhîd ve Tercemesi’nin baş kısmında muhtelif başlıklar altında mesnevî şeklindeki
muhtelif Farsça manzûmeler yer alıyor. (s.3-18) Bundan sonra Esrâr-ı Tevhîd umûmî
başlıklı ve Nâzım Paşa tarafından yapılan Türkçe tercümesi gelmektedir. (s.19-28)
-İstanbul, Şems Matbaası, (h.1331/m.1913), 28 sayfa. 36
g) Yek-Âvâz: Bu eser, tasavvufî aşk şiirlerini içine alan, aruzun muhtelif
kalıpları ve gazel, murabbâ, mesnevî vb. Dîvan, nazım şekilleri ile hattâ bâzıları Garb
nazım şekilleriyle yazılmış muhtelif manzûmelerden ibâretmiş gibi gözükse de esâsen
hepsi mevzû bakımından tasavvufî-aşkî’dir.
- Edirne Selîmiye Kütüphânesi’nde eser kaydı bulunmakla berâber başka bilgi
bulunmadığını Fevziye Abdullah Tansel ilgili makalesinde kaydetmektedir.
-İstanbul, Şems Matbaası, (h.1333/m.1914), 28 sayfa.37
34 Tansel, a.g.m., s. 163. 35 Tansel, a.g.m., s. 164. 36 Tansel, a.g. m., s.164-165. 37 Tansel, a.g.m.,, s.165-166.
13
h) Bir Devrin Târihi: Bu eser müellifin hâtıralarıdır. Vefâtından sonra Bir
Devrin Târihi Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilen bu hâtırâlarda kendi hayâtına dâir
pek bilgi yoktur. Burada bâzı önemli şahsiyetlerin resmî ve husûsî hayatlarına âit
bilgiler mevcuttur.
-Cumhûriyet Gazetesi, Nu.2770, 21 Kânûnısânî, 1932 vd.38
ı) Yazma Şiir Mecmuası: Şâirin kendi el yazısı ile olan şiir mecmuası
28,5×20,5 büyüklüğünde, çok iyi cins beyaz, kalın ve kenarları sarı yaldızlı kağıda
yazılmıştır. Birinci sayfasının kaybolduğu anlaşılan eser, ikinci sayfasından îtibâren bir
Nât ile başlamaktadır. 105’inci sayfada biten mecmuanın sonunda az bir kısım eksiktir.
B. NAZIM PAŞA VE TORUNU NAZIM HİKMET
Mehmed Nazım Paşa’nın Nazım Hikmet’in dedesi olduğu ifâde edilmişti.
Nâzım Hikmet ile ilgili eselerde dedesi hakkında -az da olsa- bâzı bilgilere
rastlanmaktadır.
Paşa torununu özgürlük, mâneviyat ve sevgi gibi tasavvuf idealleriyle
tanıştırmıştı. Mevlânâ’nın günlük hayatın ardındaki derin anlama duyarlı düşünceleri,
Nâzım’ın şiirsel dürtülerini biçimlendirmiş olabilir. İlkokulu bitirdiği gün, dedesi
Nâzım’a, üzeri Farsça bir Mevlevî yazmasıyla süslenmiş, deri ciltli bir defter hediye
etmişti. Dedenin bu hediyeyi vermekteki amacı, Nâzım’ın yalnızca beğendiği şiirleri
defterine not etmesi değil, kendi şiirlerini de yazmasıydı.39
Nâzım Hikmet, şiirin ne olduğunu dedesi Mehmet Nâzım Paşa’dan öğrenmiş
ve dinlediği ilk şiirler de Nâzım Paşa’nın meclisinde okunanlar olmuştu. Dayısı
Mehmet Ali beyden şiirin ilk özelliklerini sormuş ve ilk edebi bilgilerini dedesinden ve
dayısından almıştı. Nazım Hikmete şiiri sevdiren ve Mevlevî şiirinin en güzel ürünlerini 38 Tansel, a.g.m.,, s.166. 39 Saime Göksu-Edward Timms, Romantik Komünist, Doğan Kitabevi, İstanbul, 2002, s. 34.
14
dinleten insan, Nâzım Paşa idi. 40 Hayâli zengin bir gencin Mevlevî tarikatının
etkisinden kurtulmasına imkan yoktu. Ne de olsa çevresinde olup bitenler onun tâze
rûhunda derin izler bırakıyordu.41 Şiirlerindeki aruzun âhengi, dinlediği ilk Mevlevî
şiirlerinden geliyordu. Mehmet Nazım Paşa, hürriyeti kulluğa tercih etmeyen Mevlevî
yolundandı. Sık sık Mevlânâ’nın şu şiirini söylerdi:
Tâ kâse-i doğ-ı hîş başed pîşem,
Vallahi zi engubin-i kes nendîşem,
Der ki berkî be berk-ü sâzet kûşem,
Azâdîrâ be bendeği nefrûşem,
“Kendi ayran çanağım önümde oldukça andolsun, hiç kimsenin balını
düşünmem bile. Azıksızım ama yine de senin düzenip kuşanmana çalışmaktayım. Ben
hürriyeti kulluğa satamam.”42
Mehmet Nâzım Paşa, evin bahçesinde, kendisini ziyarete gelen Üsküdar
Mevlevîhânesi mensuplarıyla sohbet eder, Mevlânâ’dan şiirler okur, tarikat konularını
tartışırlardı. Nâzım bu Mevlevîlerin çok içten konuşmalarından zevk alır, bu temiz
yüzlü, kibar insanları dinler, konuşulanları anlamaya çalışırdı.43
Necip Çelebi Oğlu Mehmed Bahaeddin Veled Çelebi, Çelebilik makamına
gelmiş olduğu (1909) için memnuniyetini belirten Mehmed Nazım Paşa, misafirlere
halvet, riyâzet ve zikir husûsundaki görüşlerini naklederek:44
-“Biz artık aşk ve cezbe ile son mutluluğa erişme demine geldik. Gerçek bir
ebediyet yolcusu olmanın verdiği rahatlıkla mûsikî, raks ve şiir bize farzolunmuştur.”
diyordu. Sonra da ekliyordu:45
40 Sülker, Kemal, Nazım Hikmet’in Gerçek Yaşamı, Yalçın Yayınları, İstanbul, 1987, c.I, s.20. 41 Sertel, M. Zekeriya, Mavi Gözlü Dev, s. 14-15. 42 Sülker, Nazım, a.g.e., c.I, s.22. 43 Sülker, a.g.e., s.20. 44 Sülker, a.g.e., s.20.
15
-“Artık bizim malı, mevkii, varlığı, hatta her şeyi terk etme zamanımız
gelmiştir. Ama sohbet bize farz, hizmet de sünnet olduğundan Şâhidî’nin
Tıraşnâme’sinin sonunu hatırlayalım:
“Gofte-i mevzûn-ı Mevlânâ Celâl,
Ey berây-ı în buved iy ehl-i hâl,
Rov tevekkul kun melerzan pavu dest,
Rırz-ı tu ber tu zî tu âşıkterest.”
Dedesi, yanında ağzı açık, bu Farsça mesnevî tarzındaki şiiri dinleyen Nâzım
Hikmet’in başını okşadı ve:
-“Ne diyor bu şiir? Dur sana anlatmaya çalışayım: Ey hâl ehli diyor,
Mevlevîlik’in kurucusu Mevlânâ Celâl’in ölçülü, vezinli sözleri bunun içindir, bunları
bildirir. Der ki Mevlânâ “hadi yürü, elin ayağın titremesin, Tanrıya dayan, senin rızkın
sana. Tanrı, senin ona âşık olduğundan daha çok âşıktır.” Anladın mı?”
Nazım Hikmet, pek bir şey anlamadığını ifâde eden bir hareket yapınca dede
Nâzım Paşa, kendisine su getirmesini söyledi. Nâzım az sonra bir tepsi üstünde büyük
bir bardak su getirdi. Ayakta bekledi. Nâzım Paşa suyu içip, bardağı Nâzım’a uzatırken
orada bulunan beş kişinin birden:
“Aşk olsuuuuun…” dediklerini duyunca bu saygılı uğultunun anlamını
soracakken dedesinin elini böğrüne koyup, “Eyvallah” dediğini gördü. Nâzım, bir şeyler
sormadan bardağı içeri götürdü.
Paşa’nın misafirleri ayrıldıktan sonra Nâzım, dedesine yaklaştı şöyle dedi:
-Dede paşa! Senin kitapların vardı değil mi? Onları okuyabilir miyim?
45 Sülker, a.g.e., s.20.
16
Nazım Paşa, tatlı tatlı güldü. Sonra da: 46
-Keşke onları da okuyabilsen… Ah-di Şehr-yarî’yi versem ağır gelir. Nizâmü’l-
hâs tercümemi versem hoşuna gitmez. Esrâr-ı Tevhîd senin için daha çok erken…
Muhataba, Yek-Âvâz…
Nazım Hikmet, dedesinin kendi eserlerinin adlarını bildiren sözlerini
bitirmesini beklemeden:
Bana müsâde dede, top vakti geldi, güneş batmak üzere.
Ve karşılığını beklemeden ayrıldı, uzaklaştı, top oynamaya gitti.47
M. Nâzım Paşa hânesinde Mevlevîlerle sohbetlerde bulunduğu başka bir zaman
başlarından geçen bir olayı şöyledir: “Nâzım Hikmet on beş yaşlarında iken evlerinin
civârında dolaştığı esnada, kendisini dedesinin Mesnevî’den Farsça beyitler okunan
meclisinin yakınındaki bahçede buluvermiş. Misafirler Mehmed Nâzım imzâsıyla
mecmuada yayınlanan bir şiirden bahsetmektedirler. Fakat Nâzım Paşa bu şiirin
kendisine âit olmadığını, kendi şiirlerinin aruzla yazıldığını, oysa bu dörtlüklerin hece
ile yazıldığını ifade etmeye çalışmaktadır. Birden bahçedeki lavanta bitkilerinin
arasından çıkan küçük Nâzım, şiirin geri kalanını okuyarak imza sahibini (kendisini)
gösterir ve misafirleri hayretler içerisinde bırakır:
“Ebede set çeken perdeyi deldim,
Aşkı içten duydum, arşa yükseldim,
İşte huzûrunda secdeye geldim,
Ben de mürîdinim işte Mevlânâ.”
46 Sülker, a.g.e., s.21. 47 Sülker, a.g.e., s.21-22.
17
Küçük Nâzım dedesinin etkisiyle tasavvufî şiirler yazmakta ve yayınlansın
diye aynı adı paylaştıkları için dedesinin imzasını kullanmaktadır.”48
Mehmed Nâzım Paşa yaşadığı dönemde halktan yana olmasını bilmiş,
yönetimin adaletsizliğini yermiş bir şâirdi. Bu yapısıyla Nâzım Hikmet’i bir hayli
etkilemişti ve ondaki bu duygu –kuvvetle muhtemeldir ki- Nâzım’a da kalıtımla
geçmişti. Mehmed Nâzım Paşa’nın Diyarbakır Vâlisi iken yazdığı şu şiir ne kadar
mânidardır.
“Zamânın germ ü serdinden zebun-ı bî karar oldum,
Cihânın bunca derdinden vakitsiz ihtiyâr oldum,
Otuz yıl mülkü seyrettim hemân fart-ı teessürle,
Sirişki halkı gördükçe hazinü eşkibar oldum,
Dolaştım bu fart-ı ibretle bu bîsahip memalikte,
Bütün halkı mehâlikte görüp zar ü nizar oldum,
Ahâli fakr ile bîtap, hükümet ise yağmager,
Harabî’yi görüp yer yer sıkıldım dilfikâr oldum,
Perîşân eylemiş halkı usul-i cevr-i istibdâd,
Duyup her kûşeden feryad, rehin-i îtibar oldum,
Mezalime yazık büldan harâb ender harâb olmuş,
Umûmen halkı aç, uryan görüp girye nisar oldum.”49
48 Nureddin,Vâlâ, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, Remzi Kitabevi, 1965, İstanbul, s. 25. 49 Sülker, a.g.e., s.23.
18
Nâzım Hikmet, hemen hemen bütün çocukluğunu Nazım Paşa’nın yanında
geçirmesine ve onun terbiyesi ile yetişmesine rağmen, ilerki yıllarda bir paşazâde
olmaktan pek de memnun olmamış, bunun acısını yaşadığını ifade etmiş50 ve paşazâde
olmaktan kurtulmak için de yapmadığını bırakmamıştır.51
50 “Sen de bilirsin ki ben / ne dedemden /miras bekledim / ne babamdan şeref, şan / Hasep, nesep, kan, soy, işinde yoğum / Çünkü ne soyu sicilli bir buldoğum / ne tecrübeli bir tavşan / Ben sadece ölen babamdan ileri / doğacak çocuğumdan geriyim / Ve bir kavganın adsız neferiyim..” (‘Bir provokatör üzerine hiciv denemeleri’ şiirinden.) 51 Sertel, a.g.e., s.14.
19
BİRİNCİ BÖLÜM
İBNÜ’L-FÂRİZ’IN HAYATI, ESERLERİ VE TASAVVUFÎ DÜŞÜNCESİ
20
I. HAYATI
İbnü’l-Fârız Kahire'de dünyaya geldi. Doğum tarihini, divânını derleyen
kızından torunu Şeyh Ali 4 Zilkade 577 (11 Mart 1182), İbn Hallikân 4 Zilkade 576 (22
Mart 1181) olarak gösterir.52 Aslen Hama’lı olduğu için Hemevî, Mısır’da doğduğu,
yaşadığı ve vefat ettiği için Mısrî nisbeleriyle anılmıştır.53 Künyesi Ebû Hafs (Ebü’l
Kasım) tam adı; Şerefüddîn Ömer b. Ali b. Mürşid es-Sa’di el-Hamevî el-Mısrî’dir.
Babası Ali b. Mürşid evinin bir depremde harap olması üzerine Hama’dan Kahire’ye
göç etmiştir. 54 Babası, mahkemede kadınların eşlerinden almaları gereken mîras ve
nafakayı tesbit işiyle uğraştığından "Fârız" diye bilindiği için İbnü’l-Fârız olarak
meşhur olmuştur.55 Daha sonra kendisine teklif edilen kadılkudatlık vazifesini kabul
etmemiş, vefatına kadar Ezher Camii’nde inzivaya çekilerek zâhidâne bir hayat yaşamış
ve ibâdetle meşgul olmuştur.56 Babası Ali b. Mürşid zâhidâne bir yaşam sürmüştür ve
İbnü'1-Fârız ilk bilgileri babasından almıştır. Ebû Muhammed İbn Asâkir'den hadis
okudu; Şâfıî fıkhı, dil ve edebiyat dersleri gördü.57
İbnü’l-Fârız genç yaşta tasavvufa yöneldi, babasından izin alarak Müstaa'zafîn
vadisindeki Mukattam dağındaki bir mescidde kendini ibadet ve tefekküre verdi. Çileli
bir hayatı tercih etmesine rağmen tasavvufta istediği noktaya gelemediğini düşünen
İbnü’l-Fârız, bir gün medreseye giderken Şeyh Bakkâl isminde melâmetî bir zât ona
fetih ve feyzin kendisine Mısır'da değil Mekke'de geleceğini, hemen oraya gitmesi
gerektiğini söyledi. İbnü’l-Fârız kısa bir tereddütün ardından itaat etti ve Mekke'ye gitti.
Mekke çevresindeki dağlarda ve çöllerde çile çıkarmaya başladı. On beş sene süren bu
çetin dönem onun rûhî hayatı üzerinde derin etkiler bıraktı. Mekke'de iken
h.628/m.1230'da Avârifü'l-Ma‘ârif müellifi Sühreverdî ile görüştü.58 Son yıllarını
Kahire'de Ezher Camii'nde vaaz ve sohbetle geçiren İbnü’l-Fârız 2 Cemâziyelevvel 52 Uludağ, Süleyman, DİA, “İbnü’l-Fârız Mad.” c.21, s.40. 53 ed-Dâye, Muhammed Rıdvân, A’lâmu’l-edebî’l-Abbâsî, Beyrut, 1987, s.110 54 eş-Şimâlî, Abduh, Dirâset fi târihi’l-felsefeti’l-Arabiyyeti’l-İslamiyye, Beyrut, 1979, s.556. 55 Bekrî, Şeyh Emîn, Mutâlaâtü’ş-Şi’ri’l-Memlûkî ve’l-Osmânî, Beyrut, 1986, s.240. 56 eş-Şimâlî, a.g.e., s.556. 57 Uludağ, a.g.m., s.40. 58 eş-Şimâlî, a.g.e., s.556.
21
632'de (23 Ocak 1235) vefât etti. Mukattam dağının eteğindeki Karâfe'de Arız diye
bilinen mescidin yanında toprağa verildi, ölüm yıl dönümünde ve cuma günleri kabri
ziyaret edilip şiirlerinin ilâhî şeklinde okunması gelenek olmuştur.59
İbnü’l-Fârız orta boylu, güzel yüzlü, kırmızıya yakın tenli, güzel giyimli hoş
sohbetli, insânî ilişkilerinde gayet olumlu, hoş sohbetli ve latîf bir insandır.60 Mısır
Eyyûbî hükümdarları Selâhaddin, el-Melikü'1-Azîz, el-Melikü'1-Âdil ve el-Melikü'l-
Kâmil dönemlerinde yaşayan İbnü’l-Fârız bunlardan saygı görmüştür. Kaynaklarda
onun ziyaretlerden hoşlanmadığı, el-Melikü'l-Kâmil’in gönderdiği 1000 altını almadığı,
hükümdarın maiyetiyle birlikte kendisini ziyarete gelmekte olduğunu haber alınca
caminin öbür kapısından çıkıp İskenderiye'ye gittiği, burada bir süre kaldıktan sonra
Kahire'ye döndüğü, hükümdarın kendisine bir türbe yaptırması teklifini de kabul
etmediği bildirilmektedir. Bu hediye ve ziyaretin sebebi ise Melik’in en fazla elli
beyitlik olarak bildiği sonu “ya harfi” ile biten kasidelere, yanında bulunan kadı’nın
İbnü’l-Fârız’a ait yüz elli beyitlik yâiyye kasîdesini okuyarak Melik’i hayrette
bırakmasıdır.61
İbnü’l-Fârız’ın tasavvufî şahsiyeti, toplumdaki konumu, insanların İbnü’l-
Fârız’a olan sevgisi onun şiirlerinin meşhur olmasının en önemli sebepleridir. Yoksa
şiirindeki sanatsal güzellik ve hârika orjinal ma’nâlar onun tasavvufî yönü olmaksızın
bir değer ifade etmeyecekti ve uzun bir süre sonra dîvanı kaybolacaktı. Ayrıca şiir
kuvvetine güç katan sebeplere onun döneminde bulunan Ebû Nüvâs, eş-Şerîfü’r-Razî,
Abbâs b. Ahnef gibi şairlerin edebî gücü de eklenebilir.62
İbnü’l-Fârız, gerek Mısır'daki Mukattam dağında gerekse Mekke civarındaki
vâdilerde münzevi bir hayat yaşamış, riyazet yapmış, defalarca erbaîne girmiş, âdetâ
dağlarla, vadilerle, buralardaki bitki ve hayvanlarla dostluk kurmuş, bunları hayatının
bir parçası haline getirmiş, şiirleriyle özdeşleştirmiştir. Yalnız başına terkedilmiş
59 Uludağ, a.g.m, s.40. 60 ed-Dâye, a.g.e., s.111. 61 Uludağ, a.g.m., s.41. 62 Bekrî, a.g.e., s.241.
22
mescidlere gidip halvet yaşamıştır. Bu tür halvetler onun rûhunu şekillendirmiştir.63
Şeyh Ali, İbnü’l-Fârız’ın zaman zaman kendinden geçip hayret ve dehşet
içinde gözlerini belli bir noktaya diktiğini, söylenenleri duymadığını, yanındakileri
görmediğini, yiyip içmediğini, uyumadığını, bu halin bazan on gün, hatta daha uzun
süre devam ettiğini anlatır ve asıl adı "Nazmü's-sülûk" olan "et-Tâiyyetü'l-kübrâ"
kasîdesini bu hal geçince söylemeye başladığını, bir defada otuz, kırk veya elli beyti
irticalen okuduğunu, eserin böyle tamamlandığını bildirir.64
II. ESERLERİ
İbnü’l-Fârız’ın divanının, en eskisi Konya Yûsuf Ağa Kütüphanesi'nde bulunan
(nu.7838) ilk üç nüshasında mevâliyyâ, “dû beyt” denilen bazı dörtlüklerle lugazların
(manzum bilmece) yanında "Tâiyye" ve "Hamriyye" kasîdelerinin de dâhil olduğu on
beş kasîde mevcuttur. Arberry gibi bazı yazarlara göre İbnü’l-Fârız’ın en önemli
kasîdesi “Tâiyye”dir.65 Daha sonra torunu Şeyh Ali tarafından derlenen nüshada ise
yirmi dört kaside bulunmaktadır. Eser daha sonra birçok defâ basılmıştır.66
Divandaki en önemli şiir daha çok "el-Kasîdetü't-tâiyye" veya "et-Tâiyyetü'1-
kübrâ" olarak bilinen kasidedir. İbnü’l-Fârız bu kasideye önce "Enfesü'l-cenân ve
nefâisü'l-cinân", ardından "Levâihu'l-cenân ve revâihu'l-cinân" adını vermiş, daha sonra
rüyada gördüğü Hz. Peygamberin işareti üzere "Nazmü's-sülûk" diye isimlendirmiştir.
750 beyitten fazla olan bu kasîde şairin bir tür manevî yolculuğunun ve rûhî miracının
tasviridir.
"Nazmü's-sülûk"ün önemli şerhleri şunlardır: 63 Sa’d Zalâm, Mecelletü’l-Ezher “İbnü’l-Fârız” makalesi, Kâhire, 1971, c.51, sayı 3, s. 707. 64 Uludağ, a.g.m, s.41. 65 Süleyman Derin, Love in Sufism Rabia to İbn al-Fârîd, İnsan publications, İstanbul, 2008, s. 203. 66 İlk olarak Ukayl ez-Zuveytinî'nin neşrettiği divan (Halep 1247) Louis Sabuncu (Beyrut 1868), Emîn el-Hûrî Cilâu’l-Gâmız adlı şerhiyle birlikte, Beyrut 1886), Abdurrahman Muhammed (Kahire 1934), Arthur Arberry (İngilizce transkripsiyon, London 1952), Kerem el-Bustânî (Beyrut 1957), Abdülmecid Tâcî Fârûkî {Arapça metin, ingilizce transkripsiyon, London 1961), Abdülhâlik Mahmûd (Kahire 1984, 1995), İbrahim es-Sâmerrâî (Ürdün 1985) ve Mehdî Muhammed Nâsirüddin (Beyrut 1990) tarafından da yayımlanmıştır. (Süleyman Uludağ, a.g.m., s.41)
23
-Dâvûd-i Kayseri, Şerhu'l-Kasîdeti't-tâ'iyye.67
-Abdürrezzâk el-Kâşânî, Keşfü Vücûhi'l-ğur fî şerhi Nazmi’d-dür (Şerh u
Dîvâni İbnü’l-Fârız'ın kenarında, Kahire 1310, 1329)
- Saîdüddin el-Fergânî, Meşâriku'd-derârî (Tahran 1398/1978) Fergânî Farsça
yazdığı bu eserini daha sonra Müntehe'l-medârik adıyla Arapça'ya çevirmiştir, İstanbul
1293.
İbnü’l-Fârız’ın ikinci Önemli şiiri "el-Kasîdetü'1-hamriyye" olarak da bilinen
"el-Kasîdetü'l-mîmiyye"dir. Bu kısa kasîdesinde şair İlâhî aşkı bâde tarzında tasvir eder.
"el-Kasîdetü'l-hamriyye"nin önemli şerhleri de şöyle sıralanabilir:
-Dâvûd-i Kayserî, Şerhu’l-Kasîdeti'l-mîmiyye (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nu.
3964; Ayasofya, nu. 4075);
-Seyyid Ali Hemedânî, Meşâribü'l-ezvâk (Tahran h.1353/m.1934 hş.)
-Abdurrahman-ı Câmî, Levâmi'u envâri'l-keşf ve'ş-şühûd ‘alâ kulûbi erbâbi'z-
zevk ve'l-cûd (Tahran, h.1360/m.1941).
-Bedreddin el-Bûrînî, el-Bahrü'1-fâiz fî şerhi Dîvâni İbni'l-Fâriz (Marsilya
(h.1269/m.1853); Kahire 1279, 1306, 1310; Bulak 1289)
-Abdülganî b. İsmail en-Nâblusî, Keşfü's-Sırrı'l-ğâmız min şerhi dîvâni İbni'l-
Fâriz (Kahire 1972). 68
- Emîn el-Hûrî'nin Cilâü'l-ğâmiz fî şerhi Dîvâni’l- Fâriz başlıklı şerhi de
neşredilmiştir (Beyrut h.1305/m.1888, 1895, 1904, 1910).
Şarkiyatçılar İbnü’l-Fârız’ın şiirlerine büyük ilgi göstermişlerdir. Başta "Tâiy-
67 Eserin mukaddimesi "Risale fî'ilmi't-taşavvuf" ismiyle bir makale halinde yayımlanmıştır. Bkz: Mehmet Bayraktar, AÜİFD, XXX 1981, s. 171 -215. 68 Bu iki şerh Reşîd b. Gâlib tarafından baş tarafına Şeyh Ali'nin metni Dîbâcetü'd-Dîvân adıyla eklenerek yayımlanmıştır (Kahire 1289). (Süleyman Uludağ, a.g.m., s.42)
24
ye" ve "Mîmiyye" kasideleri olmak üzere bazı şiirlerini veya şiirlerinden bazı parçaları
çeşitli dillere çevrilmiş ve hakkında çalışmalar yapmışlardır.69 İbnü'I-Fârız'ın bazı şi-
irleri Türkçe'ye çevrilip açıklanmıştır:
-İsmail Rusûhî Ankaravî "Tâiyye" ve "Hamriyye" kasidelerini şerhetmiştir.70
-Mehmed Nâzım da "Yâiyye", "Mîmiyye" ve "Râiyye" kasidelerini Türkçe'ye
çevirip açıklamıştır (istanbul h.1330/m.1911).
-Kemalpaşazâde Şemseddin Ahmed b. Süleyman, Şerh’u Kasîdetü’l-Hamriyye
li’l-Ferdiyye, Koca Râgıp Paşa Kütüphânesi, 39-46 vr.71
III. TASAVVUFÎ DÜŞÜNCESİ
Genellikle İbnü’l-Fârız’ın İbnü'l-Arabî gibi vahdet-i vücûda inandığı kabul
edilmiş ve şiirleri vahdet-i vücûd esas alınarak açıklanmıştır;72 ancak İbnü’l-Fârız
vahdet-i vücûda yabancıdır. Şiirleri Bâyezîd-i Bistâmî'nin sözleri ve Attâr'ın şiirleri gibi
ilâhî aşkı yansıtır. Mutlak cemâlin etkisiyle kendinden geçen şair her şeyi sevgilisi
olarak görür. Bazan fenâ halinde ikiliği kaldırarak varlığın O'ndan ibaret olduğunu
söyler, bazan da ittihaddan söz eder. Ancak bütün bunlar kozmolojik bir varlık
anlayışını ifade etmeyip manevî halin etkisiyle söylenmiş sözlerdir; bu hal içinde
sevenle sevilenin, temaşa edenle edilenin geçici olarak bir sayılmasıdır. Şathiyeleri ve
iddialı sözleri de bu halin eseridir. İbnü’l-Fârız'da ve üstadı Şeyh Bakkâl'da melâmet
neşvesi de vardır. Şeyh Bakkâl'ın kınanmak için abdest alırken yıkanan organların
sırasını değiştirmesi, İbnü’l-Fârız’ın sûfîlerin kıyafetini kullanmaması, güzel elbiseler
giymesi, sultanla görüşmek istememesi, kendisine türbe yapılması teklifini geri 69 Uludağ, a.g.m., s.42. 70 Bkz. İsmail Rusûhi Ankaravî, Makâsıd-ı Aliye fî Şerhi’t-Tâiyye, Haz. Mehmet Demirci, Ensar yay., İstanbul, 2007. Bu eserde de İbn’ül Fârız’ın hayâtı ve eserleri Süleyman Uludağ’ın DİA’da yazmış olduğu “İbnü’l-Fârız” maddesinden ihtisar edilerek yazılmıştır.s.17-18. 71 Bu eserle ilgili yapılan bir çalışma için bkz. Himmet Konur, Kemalpaşazâde’nin Kasîde-i Hamriyye Şerhi (Edisyon Kritik Tahlil), DEÜSBE, İzmir, 1992. 72 İbn Arabî ile İbnü’l-Fârız arasında hoca talebe ilişkisi olduğunu Nablûsî başta olmak üzere bir çok düşünür ifade etmiştir. Bkz: Süleyman Derin, Love in Sufism Rabia to İbn al-Fârîd, İnsan publications, İstanbul, 2008, s. 205.
25
çevirmesi onun melâmet eğilimli bir sûfî olduğunu gösterir.73
İbnü’l-Fârız’ın Tasavvufî düşüncesini onun sufî yaşantısı etkilemiştir.
Hayatının bir seyr u sülük yolculuğu olduğu da ifade edilmiştir. Bu yolculuk Mısır’da
başlamış, Mekke’ye gelmesi ile teemmül merhâlesinde devam etmiştir. Burada
tahakkuk merhâlesine kadar ulaşmış ve yolun sonunda gayetü’l-gâyeye ulaşarak, nefsin
arzularını aşmıştır. Bu da Cenâb-ı Hakk’ın dilediği kullara ihsân ettiği ilâhî fütuhâttır.74
İbnü’l-Fârız’ın şiirleri Arap edebiyatında tasavvufî şiirin en güzel
örneklerindendir. Şiirlerinde genellikle ilâhî aşkı beşerî aşk şeklinde ifade eden,
mecâzlara, kinayelere ve genel olarak edebî sanatlara geniş yer veren, “Hamriyye”
kasîdesinde şarabı ilâhî aşkın simgesi olarak tasvir eden İbnü'1-Fârız Arap şiirinde
sembolizmin önemli bir temsilcisidir. Onun coşkulu olduğu kadar hikemî şiirleri Mısır
başta olmak üzere birçok Arap ülkesinde besteli ilâhî şeklinde okunmuştur.75
İbnü'l-Fânz'ın ilâhî aşkı üstün bir sanat gücüyle ifade eden şiirleri zahir
ulemâsını rahatsız etmiş, ancak bu durum onun saygı görmesine engel olmamış,
ölümünden sonra da saygıyla anılmıştır.76
İbnü’l-Fârız’ın taraftarları ve savunucuları muhaliflerinden çoktur. Eyyûbî
sultanları, devlet adamları, âlimler ve halk kendisine saygı göstermiştir. Zekeriyyâ el-
Ensârî, İbnü’l-Fârız'a yöneltilen suçlamaların haksız olduğunu bir fetva ile bildirmiş,
İbn Hacer el-Heysemî de onu savunmuştur. Süyûtî ise onun için Kamhu'l-Muârız fî
nusreti İbni'l-Fârız adıyla bir eser yazmıştır. Mutasavvıflarla edebiyatçılar da kendisini
yüceltmişlerdir. Osmanlılar Mısır'ı ele geçirince Kur'an okutmaya başladıkları yedi mer-
kezden biri İbnü’l-Fârız’ın mescidiydi. İbnü'l-Fânz'ın şiirleri bugün de önemini ko-
rumaktadır.77
73 Uludağ, a.g.m., s.41. 74 Sa’d Zalâm, a.g.m., s.709. 75 Uludağ, a.g.m., s.42. 76 Uludağ, a.g.m., s.42. 77 Uludağ, a.g.m., s.42
26
A. İLÂHÎ AŞK
Arapça aslı “ışk” olup sözlükte şiddetli ve aşırı sevgi; bir kimsenin
kendisinisevdiğinde yok etmesi anlamına gelir.78 Lügat kitaplarında aşk kelimesinin
sözlük anlamının, aynı kökten olup "sarmaşık" anlamına gelen “aşeka” ile yakından
ilgili olduğu belirtilir. Buna göre sarmaşığın kuşattığı ağacın suyunu emmesi, onu
soldurup zayıflatması ve bazan kurutması gibi aşırı sevgi de sevenin sevdiğinden
başkasıyla ilgisini kestiği, onu sarartıp soldurduğu için bu duyguya aşk denilmiştir.79
Aşk, muhabbetin seveni kavraması, bütün vücûduna yayılması, âdeta onu
sarmaşık dalları gibi kucaklamasıdır. Aşk her durum ve hâliyle insanı Hakk’a götüren
yoldur. O, -ister süflî arzûlardan uzak- iki insan arasında duyulan mecâzî aşk olsun, ister
Allah Teâlâ ile kul arasındaki gerçek aşk derecesini bulsun, neticesi aynıdır. Hakîkate
mecâz köprüsünden ulaşıldığına göre, mecâzî aşk da kulu ergeç Mevlâ’sına
kavuşturur.80
İslâm literatürde aşk ilâhî ve beşerî olmak üzere başlıca iki anlamda
kullanılmış, ilâhî aşka genellikle "hakiki aşk", beşerî aşka da "mecâzî" veya "uzrî aşk"
denilmiştir.81 İlâhî aşk geniş ölçüde tasavvufta işlenmiştir.
Aşk kelimesinin dinî bir terim olarak kullanılmasını caiz gören sûfîlerin
dayandıkları bazı âyet ve hadisler vardır. Meselâ onlara göre, "İman edenler Allah'ı
daha şiddetle severler"82 âyetindeki "şiddetli sevgiden maksat aşktır. Diğer bir âyette
de83 müminlerin Allah'ı her şeyden çok sevmeleri gerektiği belirtilmiştir. Hz.
Muhammed(sav) Hz. Ömer(ra)'a. "Ben sana herkesten daha sevimli olmadıkça iman
etmiş olamazsın" demişti.84 Mutasavvıflar bu mânaya gelen âyet ve hadislerden Allah'a
ve resulüne âşık olmanın lüzumu mânasını çıkarmışlardır.
78 Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yay., İstanbul, 2001, s. 50. 79 Uludağ, Süleyman, Aşk mad., DİA, c.4, s.12. 80 Eraydın, Selçuk, Tasavvuf ve Tarikatlar, MÜİFV Yayınları, İstanbul, 1994, s.203. 81 Sami, Şemseddin, Kâmûs-ı Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2004, s.938. 82 Bakara 2/165 83 Tevbe 9/24 84 Buhârî, îmân, 8-9; Müslim, İmân, 67-70.
27
Başta Hallâc, Ebû Bekir eş-Siblî ve Bâ-yezîd-i Bistâmî olmak üzere bazı
mutasavvıflarda tam anlamıyla aşk hali mevcuttur. Tasavvuf tarihinde aşkı ilk defa
ıstırap ve elem şeklinde anlayan ve bu tarzda tarif eden Hallâc Kitabü’t-Tavâ-sîn'de
ilâhî aşkı pervane ve mum misaliyle anlatmıştır. Pervanenin mum ışığını görmesi
"ilme'l-yakîn", ona yaklaşıp hararetini hissetmesi "ayne'l-yakin", ateşin içinde yanıp kül
olması "hakka'l-yakin"-dir. Aşkın en son gayesi yana yakıla yok olmaktır. Aşk
kavramına ilk defa kanı karıştıran da Hallâc'dır.85 İdam edilirken elleri kesildiği zaman
yüzünü kana bulamış, sebebi sorulunca, "Aşk ile kılınacak iki rek'at namazın abdesti
kanla alınmazsa sahih olmaz" cevabını vermişti. Menkıbeye göre vücudundan akan
kanlar yere Allah kelimesini yazacak şekilde akmıştı. Hallâc'a bundan dolayı "şehîd-i
aşk" denilmiş, onun dert ve elem dolu aşk macerası bütün mutasavvıflara örnek
olmuştur.86
Tasavvufta Allah aşkını herkesin anlayacağı bir tarzda anlatmak için birtakım
benzetmeler yapılmış ve duyular âleminden misaller verilmiştir. Bunlardan en
önemlileri kadın, pervane-mum-ateş, gül-bülbül ve bade misalleridir. Baştan beri
mutasavvıflar ya konusu kadın ve beşerî aşk olan şarkı ve gazelleri ilâhî aşka
uygulamışlar veya Attâr, Abdurrahmân-ı Câmî ve İbnü’l-Fârız'da olduğu gibi ilâhî aşkı
doğrudan beşerî aşk şeklinde tasvir etmişlerdir. Bu sebeple konusu Allah aşkı olan
gazel, kaside ve mesnevilerde dilberlerin yüz, göz, kaş, yanak, zülüf, gamze, boy, işve
ve cilve gibi hoşa giden yanları, hal ve hareketleri sembolik ve mecâzî anlatım unsurları
olarak bol bol kullanılmıştır.87
Tasavvuf erbâbı aşk ile vahdet-i vücud arasında yakın bir ilişki kurmuştur.
Fahrüddîn-i Irâkî aşkı şöyle tarif eder: “Aşk kendi izzet makarriyle vahdet makamında
âşıklık ve mâşukluk taayyünlerinden münezzeh ve butûn ve zuhûr’dan âridir. Zât, isim
ve sıfatlarının yüceliklerini göstermek için âşıklık ve mâşukluk arasında kendini arz
eylemiştir. Âşık ve mâşuk isimleri peyda oldu. Talip ve matlûp sıfatları meydana çıktı.
Vacip olan varlığın dışını mimkün olan bâtına gösterdi, mümkünden aşıklık gelmeye 85 Hallâc-ı Mansûr, Kitabü’t-Tavâ-sîn (haz: Louıs Massıgnon), Paris, 1913, s.16. 86 Uludağ, a.g.m., s.12. 87 Uludağ, a.g.m., s.14
28
başladı.”88
Mutasavvıflar ilâhî aşkla ilgili duygu ve düşüncelerini daha çok teşbih ve
temsillerle anlattıklarından tasavvuf edebiyatı bir mecâzlar ve rumuzlar edebiyatı haline
gelmiştir. Bazı hallerde bir manzumenin ilâhî aşka mı, yoksa beşerî aşka mı dair
olduğunu anlamak çok zordur. Gül ve bülbül de mutasavvıfların en çok kullandıkları
misallerden biridir. Bülbül âşık, gül maşuktur. Güldeki diken aşktaki ıstırabı, bülbülün
yanık nağmeleri âşıkın feryat ve figanıdır. Pervane ve mum misali de önemlidir. Mum
ışığına âşık olan pervane bunun etrafında durmadan döner, en sonunda kendisini ateşe
atar, yanar ve böylece ateşte fâni olur. Âşık da aşk ateşinde pervane gibi yanar ve
sevgilisi uğrunda kendini feda ederek fena mertebesine ulaşır. İnsanı kendinden geçiren
ve aklı baştan alan özelliğiyle şarap da (mey, bade) aşk bahsinde mutasavvıflar
tarafından çok kullanılmış, kadeh, sâkî ve meyhane gibi şarapla ilgili kelimelere geniş
yer verilmiştir. Hatta İbnü'l-Fânz'ın konusu ilâhî aşk olan meşhur kasidesinin adı
Hamriyye'dir.89
İbnü’l-Fârız’ın şiirlerinde genellikle ilâhî aşkı beşerî aşk şeklinde ifade eden,
mecâzlara, kinayelere ve genel olarak edebî sanatlara geniş yer vermiştir. “Hamriyye”
kasîdesinde şarabı ilâhî aşkın simgesi olarak tasvir eden İbnü'1-Fârız Arap şiirinde
sembolizmin önemli bir temsilcisidir. İbnü'l-Fânz'ın ilâhî aşkı üstün bir sanat gücüyle
ifade eden şiirleri zahir ulemâsını rahatsız etmiştir.
Bir kimse İbnü’l-Fârız’in ilahi aşk paradigmasına ışık tutacak bolca meteryal
bulamaz. İbnü’l-Fârız kendinden önceki diğer tasavvuf erbabıyla aynı şekilde
“sultanu’l-âşikîn (âşıkların sultanı) Allah ile kul arasında güçlü bir aşk bağı kurmaya
çalışmıştır. Ayrıca İbnü’l-Fârız bu görüşünü Kuran’dan ve Hadislerden referanslarla
destekler. Meselâ Taiyye’sinde meşhur bir hadîs-i kudsîye telmihte bulunur. Şöyle ki:
Ebû Hureyre (r.a) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Allah Teâlâ şöyle
buyurur: Her kim beni tanıyan ve ihlâs ile bana ibâdet eden bir kuluma düşmanlık
ederse, ben de ona harb i'lân ederim. Kulum bana, kendisine farz kıldığım şeylerden 88 Fahrüddîn-i Irâkî, Parıltılar (çev: Saffet Yetkin), Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1963, s.12. 89 Uludağ, a.g.m., s. 14.
29
daha sevgili olan bir şeyle yaklaşamaz. Kulum bana nafile ibâdetlerle de yaklaşmaya
devam eder. Nihayet ben onu severim. Ben kulumu sevince de artık onun işitir kulağı,
görür gözü, tutar eli, yürür ayağı mesabesinde olurum. Diliyle de her ne isterse
muhakkak onları da kendisine ihsan ederim. Bana sığınmak isteyince de muhakkak
kulumu sığındırır, korurum. Ben yapmayı dilediğim hiçbir şey hakkında, mü 'minin
ölümü karşısındaki tereddüdüm gibi tereddüt etmedim. Fakat bunda kulum ölümden
hoşlanmıyordu, ben de kuluma acı gelen şeyi sevmiyordum "90
Bu hadis Allah ile kul arasındaki karşılıklı fıtri sevgiyi göstermek için birçok
sûfi tarafından her zaman referans gösterilmektedir. İbnü’l-Fârız benzer örnekler
sunarak yukarıda zikredilen hadisten bazı sonuçlar çıkarır. İlk olarak hadisin ilk
bölümüne dayanarak Cenab-ı Hakk’ın mahlûkatını, onların kendisini sevdiği kadar
seveceği sonucunu çıkarır. İkinci olarak, İbnü’l-Fârız Hadisin son bölümündeki “onun
işitir kulağı, görür gözü, tutar eli, yürür ayağı…” ifadesini “Vahdete götüren sevgi”
anlayışına bir dayanak olarak kabul eder. İbnü’l-Fârız’e göre bu, Allah ne zaman kulunu
severse ona vahdetin kapılarını açar manasına gelir. İbnü’l-Fârız’ın şiirlerinde geçen
birçok beyitte bu hadise telmihte bulunulmaktadır.91
İbnü’l-Fârız’ın şiirlerini incelediğimizde gizli veya açık olarak “sevgi, aşk,
heva, şevk, iştiyak ...” gibi birçok tasavvuf kavramıyla mısraların dolup taştığını
görebiliyoruz. Bu kavramların bazılarını eşanlamlı olarak kullanırken, birbirini
destekler mahiyette manayı pekiştirmek maksadıyla da kullanmıştır.92
İbnü’l-Fârız bazı şiirlerinde müfred müzekker ve müennes zamirle bazılarında
cem’i sigasıyla sevgilisine hitab etmektedir. Bazen sevgilisini Leyla olarak
isimlendirmekte, bazen Selma, bazen Suad bazen de Arap şairlerin şiirlerinde
kullanmayı sevdikleri kadın isimleriyle sevgisini ifade etmektedir. Sevgilisinden
bahsederken birçok kinaye çeşidinden faydalandığı görülmektedir. Nitekim şiirleri
90 Buhari, es-Sahih, Rikak, 38 91 Derin, a.g.e., s.207. 92 Muhammed Mustafa Hilmî, İbnü’l-Fârız ve’l-hubbü’l-İlâhî, Mısır, 1945, s.101.
30
teşbih, kinaye ve mecâzî ifadelerle doludur.93
İbnü’l-Fârız’ın sevgi, şarap ve sevgiliyle kastının ne olduğu üzerinde durulması
gereken bir husustur. İbnü’l-Fârız acaba beşeri bir aşktan, maddi içkiden mi bahsediyor?
Yoksa bunların hepsini ilahi aşka ve manevi bir şaraba rumuz ve kinaye olarak mı
kullanılmıştır? Bunun için İbnü’l-Fârız’ın hayatını ve şiirlerini incelemek
gerekmektedir. Ayrıca şiirlerini inceden inceye tahlil etmek, bütün bunlarla şiiri
arasındaki uygunluğu ve şiirlerinde kullandığı tasrîh ve ibâre, telvîh ve işâre üslupları
arasındaki münasebetleri incelemek gerekmektedir.
İbnü’l-Fârız, birçok sufi gibi eserlerinde yazdığı ifadelerin ve sırların gerçek
manalarını, tarikat hakikatlerini anlayamayacak, tarikattan olmayan ehliyetsiz
kimselerden gizlemek için kinaye ve işaretlerden istifade etmiştir. İbnü’l-Fârız’ın
Mukattam dağında bulunan Mustaz’afin vadisine seyahatiyle birlikte başlayan ve
ölünceye kadar devam eden bir tasavvufî hayatı vardır. Fakat İbnü’l-Fârız’de tecrid ve
seyahatinin öncesinde diğer insanlar gibi bir insandı. Nefsinin istekleri ve arzuları vardı.
İnsani, hayvani ve cansız güzelliklerden etkileniyordu. Şairin ilk zamanlarında diğer
insanlar gibi beşeri bir aşk hissetmesine herhangi bir mani yoktu. Daha sonra ise
mâsivadan yüz çevirerek ilahi aşka yönelmiştir. Şiirlerinde bu iki aşkın yansımaları da
vardır. Hatta beyitlerini okurken bazen “İbahîlerin” gazellerini okuyormuşsunuz gibi
hissedersiniz.94
Şair ilahî aşkını sûfilerin üslubundan etkilenerek, remiz ve tevriyeleri
kullanmak suretiyle, beşeri gazellerde (şiirlerde) ifade etmiştir. Mecâzî ve maddî şiir
çeşitleri birbirine çok benzemiş, binaenaleyh bu iki sevgi birbirine karışmıştır. Bundan
dolayı bazı gazelleri okunduğunda ilahî aşk namına bir şey anlamakta zorluk
çekilmektedir.95 Şiirde zikredilen sevgililere duyulan aşkın hakiki mi olduğu veya bu
sevgililerin ve sevgiliye söylenen aşk ifadelerinin şairin hakiki sevgiliye karşı
kıskançlığı mı olduğu veyahut da ilahi aşkının esrarını başkalarından gizlemek istemesi
93 Derin, a.g.e., s.210. 94 Muhammed Mustafa Hilmî, a.g.e., s.103. 95 Derin, a.g.e., s. 205.
31
ve ona ehil olmayanlara mani olmak için tercih ettiği bir üslup mu olduğunu
anlayamıyoruz.
İbnü’l-Fârız’ın şiirlerinde ilahi aşk ile beşeri aşkı karıştırması yaygın bir
kullanım olmuştur. İki kasidesi bundan müstesna (et-Tâiyyetü’l-kübrâ ve hamriyye). Bu
iki kaside şüphesiz tasavvufi şiirlerdir. Burada tasvir edilen aşkın ilahi aşk olduğunda
şüphe yoktur. Bu şiirlerde karşımıza çıkan hamriyye ve insanî gazelleri tasavvufî bir
tarzda tevil etmemiz kolaydır. İlahi bir yöne tevcih etmemiz de mümkündür. Özellikle
burada ima ve remiz üslubu açıktır. Şairin burada bahsettiği aşkın ilahi aşk olduğunu
anlamak çok zor değildir.96
Sultânü’l-aşıkîn İbnü’l-Fârız nâmını duyuran
İbnü’l-Fârız’ın kasidelerindeki aşkın, ilahi aşka da beşeri aşka da hamledilmesi
mümkündür. Fakat kasidelerinin şârihleri ve bu tatlı su kaynağından istifade edenler
İbnü’l-Fârız’ın divanında zikrettiği sevgili ve sevgiliye ait çeşitli tabloları (bu ister çiçek
olsun ister böcek olsun isterse kuş olsun ister ağaç olsun) İlahi isimlerin bir yansıması
oldukları düçüncesiyle İlâhi aşkın esas maksat olduğunu ifade etmişlerdir. Bu şarihler
İbnü’l-Fârız’ın şiirlerini -İbn Arabi’nin kendi şiirleri için yaptığı gibi- zahiri
manasından uzak manalara tevil etmişlerdir. Bunların başında Abdulganî en-Nâblusî
gelmektedir. Nitekim İbn Arabi İşaret üslubundan yararlanarak ilahi aşktan bahsettiği
bazı şiirler yazmış ve bu kasideleri kendisi şerh etmiştir. Bu şerh içerisinde de Sûfilerin
kullandığı îma ve kinâyeli ifadeler bulunmaktadır.
İbn Arabî Zehâirü’l-a’lak şerhu tercümâni’l-eşvâk kitabının mukaddimesinde
şöyle demektedir: “Bu bölümde zikrettiğim bütün isimlerde kinaye kullandım. “Ve külli
dârin” ifadesindeki “dâr” kelimesinden kastım “bu cüzde ilahi varidatlara kadar iman
üzerine kaldım” manasına gelir. Ve tenezzülât-ı rûhaniyye ve münâsebât-ı ulviye
manalarına gelir. Bizim bunu yapmamızın sebebi tarikatımızın yolunu belirtmektir.
Çünkü ahiret bizim için dünyadan daha hayırlıdır. Allah Teâlâ bu dîvânı okuyan
96 Muhammed Mustafa Hilmî, a.g.e., s.103.
32
kimsenin aklını yüce şahsiyetlere semavi işlerle irtibatlı ulvî himmetlere yakışmayan
şeylerden muhafaza eder. Burada ifadeyi şiir ve teşbih lisanıyla söyledim. Çünkü bu
şekildeki ibareler insanlara daha sevimli gelmekte ve böylesi kullanım için imkânlar ve
sâikler daha müsaittir. Ayrıca her zarîf edîbin ve latîf rûhanî kişilerin dili bu
şekildedir.”97
İbn Arabî burada divanında takip ettiği yolu haber vermiş ve kinayeli
kullanımın sebeplerini dile getirmiştir. Bu şekilde eserdeki ifadelerin beşerî aşk olduğu
şeklindeki birçok şüphe ve vehim ortadan kalkmıştır.
İbnü’l-Fârız’ın şiirlerindeki ifadeler ise İbn Arabî’ye göre daha kapalıdır.
Kendisi şiirlerini bizlere açıklamamıştır. Kullandığı lafızların ve ibarelerin zevk halinde
ifade edildiği dile getirilmektedir. İlâhî vâridâtın tasavvufî remiz ve imâlarla ifadesi söz
konusudur.98
İbnü’l-Fârız’ın divanında telvih ve işaret üslubunun sınırlarını aşan beyitler de
görmekteyiz. Çünkü şairin söylediği bazı şiirlerdeki sevginin hissi bir sevgi, zikretttiği
sevgilinin ise bir beşer ve mahlûk olduğunu anlıyoruz. Buradan yola çıkarak şairin bu
beyitleri henüz hissiyat ve şehevâtın bağlarından kurtulamamış olduğu bir vakitte
yazdığını söyleyebiliriz. Buralarda şairin diğer insanların gönül verdiklerine gönül
verdiği, etkilendikleri şeylerden etkilendiği ve bir kadına aşık olduğu anlaşılır. Hasis
duygulardan uzak bir Eflatuncu gibi de olsa sonuç olarak bu da beşeri sevgi ve aşktır.
Şairin şu beyitlerindeki ifadelerini buna örnek olarak verebiliriz.
�� داره� و���م� و��� ������ ��ء و��� �����اء
ر��, و واش ب(ور آ�م وم��� آ&ا ش�$� � ا�#� "�!
�� ا�/.ى 4 �8 ا���.ى ب�/7 �/�م�65�� 5.ش4 �3� �2ي و0�ء
�� ?�ن3� م�� �<( م.ام� �5� ��#4 ن>;� ب&�8 :�.ة
97 İbn Arabî, Zehâirü’l-a’lak şerhu tercümâni’l-eşvâk, Beyrut, 2000, s.9-10. 98 Muhammed Mustafa Hilmî, a.g.e., s.104.
33
�� ا���� أري ا���8 م��B وا�(م�ن :�م� وب@�� آ�� ش�ء ا�@.ا"�
“Akşam vakti buluştuğumuzda sevgilinin eviyle benim çadırımın yolu bizi orta
yerde birleştirdiğinde
Biz de mahalleden uzak ne gözetleyen ne de yalancı şahitlik yapacak kimsenin
olmadığı bir kenara çekildik.
Sevgiliye yanağımı serdim toprağın üstüne örtü olarak
Dudaklarımdaki buseler sana müjdeler verdi.
Maksadımın yüceliği sebebiyle onu kendimden bile kıskandığım için kendime
hiç müsamaham olmadı
Arzuların istediği gibi geceledik Mülk sanki benim mülküm zaman sanki
çocuğumdu.”
Bu beyitleri zahirine hamledersek şair burada nefsinin ulaştığı rûhaniyyat ve
safayı, kalp ve bedenin arzularından uzak durmakla beraber kendinden bahsetmiştir.
Bunu da güzel sevgiliyle karşılaştığında bir buse kondurmasıyla ifade etmektedir.
Ayrıca kendisinin sevgiliyle beraber olmasına da müsaade etmiyor. Fakat arzuyla
sevgiliyle birlikte geceyi geçirmeyi istiyor.99
İbnü’l-Fârız’ın şârihlerinden Hasan el-Burînî: Şeyhin sözlerinin hepsinin
hakikat kanunlarına indirgenemeyeceğini söyler. Fakat çoğu da mecâza uymayan birçok
şey görmekteyiz. Bu hususa Burini şu beyitleri delil olarak getirir.
D?و � E�;" FG2ر ی� أه�اK م3>3>� ثF�6 ا�.دف آ��
“Ben onu ince belli ve kalın böğrlü biri olarak seviyorum. O dolunay gibidir,
onun güzelliği vasıflara sığmaz.”
99 Muhammed Mustafa Hilmî, a.g.e., s.105.
34
Ve şu sözlerle delillendirir.
2 E ا @���� �2ي� L� م� أ";� م�ب@�� م<� �5 ب.د إذ
Soğukta ne güzel sabahladık yar ile birlikte
Boynuma sarılmış yanağı yanağımda100
Fakat Nâblusî bu iki beyiti bütün beyitleri açıkladığı gibi açıklar. Ve buradaki
manayı –uysa da uymasa da- ilahi hakikatlere, gizli manalara hamleder. Şarih ilk
beyitteki “mühefhef” ifadesini cemali tecellilerin Rûh-ı a’zamda tecellisi olarak ilahi
tecellilerle açıklar. “Sakiler’redif”i Nur-u Muhammedî’nin –ki orada yaratılmış ve
ondan da bütün alem yaratılmıştır- bizatihi kendisi olan Levh-i mahfuzda kalemle
yazılmış bütün alemler olarak açıklar. “Bedr”i Efendimiz’in (a.s.) “Sizler dolunaylı bir
gecede ayı gördüğünüz gibi Rabbinizi göreceksiniz.” hadisine telmihte bulunarak
ariflerin ayan beyan müşahede edecekleri kainatın karanlıkları içinde zuhur eden,
karanlık gecedeki dolunay şeklinde açıklamaktadır. Nâblusî de ikinci beyti de aynı
şekilde açıklayarak lafızlarını kinaye, ibarelerini de işaret olarak değerlendirmektedir.101
İster Nâblusî’nin olsun isterse diğer şarihlerin İbnü’l-Fârız’ın şiirlerini
tasavvufi şekilde te’vîl ederek açıklamış olmaları, İbnü’l-Fârız’ın gençlik döneminde bu
beyitlere yansıyan beşeri aşk yaşamasına mani değildir. Fakat bu sevgiden daha sonra
dönmüş, bir sebepten bu sevgiden vazgeçmiştir. Başka bir çeşit sevgiye aşka
tutulmuştur. İşte bu da Zat-ı İlahi’nin bahis mevzu edildiği bir çeşittir.102
Burini İbnü’l-Fârız’ın şiirlerinin hepsinin hakiki manasına hamledilemeyeceği
iddeasında hatalı olabilir. Hakikatlerin ve ince manalar taşıyan marifetin açılması için,
sûfilerin hakiki mikyas olarak kabul ettikleri zevk sahibi kimselerden olmadığından bazı
şiirleri zahiri manasına hamletmiştir. Nâblusî ise böyle değildir. Nâblusî şairin sufiliği
hükmüne varmış ve maddî aşk unsurlarını nazara vermesini edebi zevk için yaptığını
100 Muhammed Mustafa Hilmî, a.g.e., s.106. 101 Muhammed Mustafa Hilmî, a.g.e., s.106. 102 Derin, a.g.e., s. 208.
35
düşünmüştür. Belki de bu tür şeylerin tesirinden daha fazla etkilenmekte, lafızlarının
derinliğine daha fazla dalmakta ve manaların esrarını bu tarz kinayeli anlatımla daha iyi
ifade etmektedir. Nâblusî’nin İbnü’l-Fârız’ın şiirlerini şerhi şiirin tabiatına ve sufilerin
zevklerine pek çok kez uygun olsa da, Nâblusî’yi birçok zorlama, hatalı yoruma götüren
bazı şerhlerde uygun ve makbul değildir. Nitekim her ifadeyi kinaye her ibareyi işaret
olarak değerlendirmiştir. Her şiir ve her beyti mevzuuyla, tabiatıyla, yapısıyla,
saikleriyle ve çağrışımlarıyla, beşeri aşkla farklılıklar arzeden ilahi aşkın neşidelerinden
bir neşide olarak kabul etmiştir.103
Bununla birlikte Nâblusî’nin bu hükmü verdiği şiir ve kasideleri iki şekilde
anlamak mümkündür belki bir şekilde anlaşılması mümkün olmayanları da vardır.104
İbnü’l-Fârız’ın beşeri aşkı tasvir için bu kabil beyitler ve şiirler yazmış
olduğunu, maddi ve tarihi deliller yeterince olmasa da, söyleyebiliriz. Bu meseleyi
İbnü’l-Fârız’ın şiirlerinin beşeri ve sufi olmak üzere iki manaya da ihtimali olmasıyla
tevil edeceğiz. Ya da sadece beşeri olan tek mânâ ihtimali olacaktır. Nitekim İbnü’l-
Fârız’in kasidelerinde, aşkı tasvir ederken kullandığı lafzın inceliği ve mananın derinliği
İlâhî aşka hamledilmekte zorlanılmaktadır. Bu da akıllara birçok insanın gençlik
döneminde bşına gelebilecek olan bir hususu getirmektedir: aşk şiirlerinin beşerî aşk
düşüncesi ile yazılmış olması. İbnü’l-Fârız’ın insanın gençlik döneminde yazdığı
böylesi aşk şiirlerindeki şiir kabiliyeti, Tâiyyeyi Kübra ve sugrâsını, Hamriyye ve
Fâiyyesini yazdığı döneme ulaşmamıştır.105
İbnü’l-Fârız’ın şiirinin unsurlarını iyi tahlil edebilmemiz, yapısını
öğrenebilmemiz için ilk önce şu soruyu sormalıyız.
İbnü’l-Fârız gerçekten beşeri aşk yaşamış mıdır? Açıkçası şairin tasavvufa
girip tecerrüt etmeden önce böyle bir beşeri aşk yaşadığına dair hakkında yeterli
103 Muhammed Mustafa Hilmî, a.g.e., s.107. 104 Reşîd b. Galib İbnü’l-Fârız’in dîvanına yaptığı şerh’te Bûrînî ve Nâblusî’nin şerhlerini alt alta koyarak bu farkın anlaşılmasına imkân vermiştir. Bkz: Reşîd b. Gâlib, Şerh-i Dîvân-ı İbnü’l-Farız, h.1289/m.1872, c.1, s.22. 105 Muhammed Mustafa Hilmî, a.g.e., s.108.
36
malumatımız yoktur. Bu konuda zikredilen tek rivayet şairin bir mescidin minaresine
çıktığında bir evin damında güzel bir kadın görmüş ve kalbinde bir aşk ateşi
tutuşmuştur. Bu kadının o dönem kadılık yapan birinin karısı olduğu rivayet edilir.
İbnü’l-Fârız’ın böyle bir kadının cazibesine kapılarak diğer insanlar gibi aşık olması
tezine bir mani de yoktur.106
Bir vakit sonra İbnü’l-Fârız dönüş yaparak sevgisine layık olmayan beşere
aşkın harcanmaması gerektiğini görüyor. Aksine ondan ve bütün beşerden daha hayırlı
ve Bâki bir Zât’a aşkını çevirmesi için bir vesile oluyor. Bu şekilde aşkını Hakiki aşka
yöneltiyor ki bu da Yüce Zat’a olan aşktır. İşte İbnü’l-Fârız’ın hayatındaki değişim,
Beşeri aşktan ilahi aşka dönüş burada gerçekleşmiştir. Fani olan şeylerden yeryüzü ve
göklerde ve bu ikisi arasında ne varsa hepsinden daha hayırlı cemal ve kemal sahibi bir
Zât’a tevcih etmiştir. 107
İbnü’l-Fârız’ın Allah sevgisi-aşkı, rûhu bedenine girmeden önce aldığı, kendi
başına var olan bir haldir. Bu sevki kesble kazanılmış bir sevgi değildir. İbnü’l-Fârız’ın
aşk anlayışını tek başına mutlak ilahi aşk olarak isimlendiremeyiz. Aksine bu isim altına
giren bir başka sevgi daha vardır ki bu da Cenab-ı Hakk’ın bilinmeyi istemesi. “ أن ,"
Taiyye-i Kübrasından bazı .(bilinme aşkı, bilinme sevgisi) (Hubbu en yu’rafe) ”ی<.ف
beyitler bunu tasvir ettiği gibi Hamriye bunun özel bir nevini temsil etmektedir, teşkil
etmektedir.
İbnü’l-Fârız’ın hamriyyesini düşünerek okuyan birisinin düşüneceği ilk şey
sevginin yaratılışla alakası, varlığın sevgiden kaynaklandığıdır. Aslında bu, kutsî bir
hadisin farklı bir dille ifadesinden ibarettir:
.5�ن� ) E�5 L�O46 ا��O5 ف. �4 أن أ�"P5 ��<Oآ�4 آ�(ا م )
“Küntü kenzen mahfiyyen, fehalaktu’l-halka liya’rifûnî.” (Gizli bir hazine
106 Muhammed Mustafa Hilmî, a.g.e., s.108. 107 Muhammed Mustafa Hilmî, a.g.e., s.109.
37
idim, beni bilsinler diye mahlukatı yarattım.)108
Sufilerin bolca istifade ettikleri gibi, İbnü’l-Fârız de Hamriye kasidesinde ve
taiyye-i kübrasının bir kısım beyitlerinde Cenab-ı Hakkın bilinmeyi istemesini bu
kaside ve beyitlerine konu edinerek istifadeden geri durmamıştır. Ayrıca bu sevgi
sebebiyle varlığın ortaya çıkmasını da zikrettiğimiz kaside ve beyitlerinde bahis mevzu
etmiştir. Şüphesiz İbnü’l-Fârız ilahi aşkının her iki suretiyle de hem felsefi hem de
tasavvufi açıdan büyük değeri haiz birçok neticelere ulaşmıştır. Cenab-ı Hakka karşı
sevgisiyle: fenay-ı nefse ulaşması, sevgilinin zatıyla ittihad etmesi, bunda da bir çok
tasavvufi hazza ulaşması, felsefi tartışmaya bahis mevzu olması gibi neticelerini
sayabiliriz. Cenab-ı Hakkın bilinmeyi istemesi ise varlığın ortaya çıkması, yaratılması;
hayat ve kaynağı hususunda yeni bir görüş ortaya koymuştur. Çünkü Cenâb-ı Hakk
bilinmeyi istemesi sebebiyle kâinatı yarattığını ifade etmektedir. 109
Bu sevginin özelliklerini şu şekilde maddeleyerek özetleyebiliriz.
1- İbnü’l-Fârız’a göre sevgi varlığın kendisinden ortaya çıktığı menbadır. O
mevcudatın kendisiyle vücut kazandığı hakiki kaynaktır.
2- Bu sevgi hiçbir hususta maddi özellik taşımamaktadır. Kelimenin tam
anlamıyla rûhanidir. Suyun sâfiyetinden farklı bir sâfiyeti var. Nitekim
şiirinde bunu şu şekilde ifade eder:
ون�ر و ن�ر وروح و ج;7 ?>�ء و م�ء و�DQ و ه�ا
“Safâdır su değil, lütuftur hava değil, nûrdur nâr değil, rûhtur cisim değil.”
3- Bütün bunlarında üstünde ilahi sevgi ezelden beri varlığını devam
ettirmektedir, kadîmdir. Ve hiçbir şekille taayyün olmayan bir âlemde
ilelebed devam edecektir, bâkîdir. Sonradan meydana gelmiş olan
mükevvenât âlemlerinden farklı, kevn ve fesâdın, var oluş ve yokluğun
108 Muhammed Mustafa Hilmî, a.g.e., s.121. 109 Derin, a.g.e., s. 209.
38
etkilemediği bir bir âlemde varlığını devam ettirecektir. Bu sevginin
önceside hiçbir şey olmadığı gibi sonrasında da hiçbir şey yoktur. Zaman
ve mekânın kayıtları altına girmekten münezzehtir. Herşeyden önceliği
olduğu gibi her şeyden de sonralığı vardır.
4- Ayrıca İlahi sevgi zâtıyla kâimdir. O hiçbir şeyle kâim olmadığı halde, her
şey onunla kâimdir.110
Sonuç olarak İbnü’l-Fârız’ın şiirlerinin etrafında döndüğü bir mihver vardır ki
o da Zât-ı İlâhî’yenin mutlak güzelliği ve Zât-ı İlâhî’de münderic olarak bulunduktan
sonra südûr eden taayyün-ü evvel olması yönünden Hakikât-ı Muhammediye’nin
güzelliğidir. Nitekim şairimiz Hakikât-ı Muhammediye’nin rûhi ve maddî âsarından
bahsederken Hakk’la halk arasında vasıta olması, Hakikât-ı İlâhîye ile hakâik-i
mevcudât ve merâtib-i mevcudât arasında vasıta olması yönünden bahsetmektedir. Zât-ı
İlâhî ve Cemâl-i Mutlak’ı bu Cemâl-i Mutlak’tan sâdır olan hüsnün âsarı gibi hususlar
İbnü’l-Fârız’ın ilâhî aşkının asıl mevzuudur.
B. MECÂZLI ANLATIM
Sûfîler tasavvufî şiirde yaşadıklarını ya da anlatmak istediklerini ifâde ederken
dilin imkanlarından biri olan mecâzı ve teşbihi çok iyi bir şekilde kullanmışlardır.
Tasavvufun İslam dünyâsında sanat ve edebiyatı, asırlarca derinden etkilediği
ve onlara hayat verdiği yeterince açık bir husustur. Tasavvufî edebiyatın ayırıcı
özelliklerinden birisi “hakîkatlerin mecâz elbisesi altında” ifâde edilmesidir. Bir sûfî
şâirin dîvânı ele alındığında ilk göze çarpan husus, ondaki yoğun sembolizmdir. Bu
divanlarda hemen hiçbir lirik şiir yoktur ki onda sevgilinin kaşından, gözünden,
110 Muhammed Mustafa Hilmî, a.g.e., s.123.
39
boyundan, saçından söz edilmesin; şaraptan, sarhoşluktan, meyhaneden dem
vurulmasın; putlardan, kiliseden, tapınaktan bahis açılmasın.111
“Mecâz” bir kelimenin benzerlik, zarfiyet, sebebiyet vs. alâkalarla, vaz’
edildiğinden başka bir anlamda kullanılmasıdır. Benzetme alâkasıyla yapılan mecâzlara-
ki konumuzla ilgili olan da bu kısımdır-istiâre, bunun dışındakilere mecâz-ı mürsel
denir. İstiâre, açık ifâdeden daha ziyâde tesir gücüne sâhiptir. Bu yüzden de okuyucu ya
da dinleyicinin tasavvur ve tahayyül imkânlarını zenginleştirir.112
Buradan hareketle sûfî şairler neden böyle bir yöntem tercih etmişlerdir
sorusunu soracak olursak, bu sorunun cevâbını Mahmûd Şebüsterî şöyle îzah eder:
“Bu âlemde görünen her şey o âlem güneşinin aksi gibidir. Bu duyulan sözler,
duygularımızla duyup bildiğimiz şeylere delâlet eder. O yüzden evvelâ duyup
bildiğimiz şeyleri göstermek üzere söylenmişlerdir. Mânâ âleminin sonu yoktur. Söz
onun sonunu nereden görecek nasıl ifâde edecek? Zevkten meydana gelen mânâyı
anlatırken bir benzeriyle söyler, anlatırlar.113
Sonuç olarak, ideal bir dünyâyı düşleyen, içinde yaşadıkları fizik âlemin bütün
kavramlarını, kendi düşünceleri ve duyguları doğrultusunda yeniden mânâlandıran
kısacası yeni bir dil tesis eden mutasavvıf şâirler, mecâzî anlatım tarzını, içlerindeki
derin ve zengin duygularını sezgi ve ilhamlarını alenen söylemek istemedikleri bazı
hakîkatleri ve sırları ifâde etmek için seçmişlerdir.114
İbnü’l-Farız dîvânında mecâzî anlatım yolunu bol miktarda kullanmıştır.
Yâiyye adlı eserinde bir sürücünün develeri ile yaptığı yolculuğu mecâzî olarak
anlatmaktadır. Burada sürücüyü Allah Teâlâ’ya, hevdecli develeri ise insanlara
benzetmiştir. O kullarının boynuna ip takarak yönlendirmektedir.115 Sahradaki kum
tepeleri makamları ifade etmektedir. Tayy tepesi Makâmâtı Muhammediye’den
111 Şafak, YAKUP, Tasavvufî Şiir’de Mecâzî Anlatım Üzerine, Yedi İklim, İst., 1995, sy.10, s.59. 112 Şafak, a.g.e., s.10. 113 Mahmûd Şebüsterî, Gülşen-i Râz, Haz. Abdülbaki Gölpınarlı, İst.1944, s.61-62. 114 Şafak, a.g.e., s. 14. 115 Reşîd b. Gâlib, Şerh-i Dîvân-ı İbnü’l-Farız, Kahire, h.1289, c.1, s.20.
40
kinayedir. Müellif dersini aldığı üstadı olan Muhiddîn İbn Arabî’nin makamına
ulaşmayı istemektedir. Hâtem-i Tâî, İbn Arabî’nin dedesi olması hasebiyle ona atıf
vardır.116
Başka bir yerde keşfen gördüğü makâmâtı hilale benzetiyor. Zira hilalin nuru
güneşten istifade edilerek elde edilmiştir. Hilalin kendi nuru yoktur. O sadece bir
aynadır. Göneşin nuru onda tecelli eder. Hayatın sönmesi “Hiç şüphe yok ki sen de
öleceksin, onlar da ölecekler.” Ayeti nazara alınarak ölüme işaret olarak zikredilmiştir.
Salik de kendisinde hayat-ı ilâhîyenin zuhuru itibariyle ölüye benzetilmiştir.117
Hamriyye adlı eserinde ise yoğun olarak işlediği mecâzî bir anlatım vardır.
“Şeribna” ifadesiyle şiirine başlayan İbnü’l Fârîz biz derken seyru sulukte yol alan
salikleri kastetmektedir. “Ale zikril Habib” ile mahbub olarak Hak Tealâ’yı işaret
etmektedir. Allah(c.c.)’ı zikretmesi ise gafletle gelen nisyandan ve hicab perdesinin
araya girmesinden sonra onu hatırlamasıdır.118 Bazen de zikirden murad edilen lisanla
veya kalple olan zikirdir. Fasık ayyaşların âdetindendir ki onlar içerken saz ve eğlence
eşliğinde, türlü çeşitli müzikler dinlerler. Ve hal değiştirirler, seyru suluk yapanların
adedi ise vucud mertebelerini değiştirmek ve keremi ilahiyi keşfetmekten ibarettir.
Müellifin nazarına sevgiliyi hatırlamak ve ondan bahsetmek eğlence vesilelerinin en
güzelidir. “Müdameten” kelimesinden kasıt sarhoş olarak aklın gitmesidir. Bu müdamet
kelimesi ile oluşan mana ise Esmay-ı İlahiyenin asarını şuhuddan naşi, oluşan,
Muhabbet-i İlâhiyedir. “Sekirna” sarhoş olduk demesinden kasıt lezzet ve zevk ile
kendimizden geçtik demektir. Üzüm yaratılmadan önce demesi, bahsetmiş olduğu
sarhoşluk hali Hazreti İlmi İlâhî de kevn u mekan yaratılmadan önce bulunması
demektir.119
Başka bir beyitte “Bedir” lafzıyla insân-ı kâmil, âlim-i muhakkik, ilmiyle âmil
insana işaret etmiştir ki sözlükte bedir dolunay demektir. Tamamiyetinden ötürü de bu
116 Reşîd b. Gâlib, a.g.e., s.20. 117 Reşîd b. Gâlib, a.g.e., s.24. 118 Derin, a.g.e., s. 214. 119 Reşîd b. Gâlib, a.g.e., c.2, s.174.
41
ifade kullanılmıştır. İnsânı kâmil ise Hakk Teâlâ’nın tecellî nuru ile dolu kimseye
denir.120
C. VAHDET-İ VÜCÛD
Tasavvufî düşüncenin ana ve temel konusu diyebileceğimiz “vahdet-i vücûd”
meselesini derinlemesine ele almaktan ziyâde genel hatlarıyla belirlemeye çalışacağız.
Ayrıca İbnü’l-Fârıd’ın bu düşünce sistemi ile irtibâtını görmeyi deneyeceğiz.
Tasavvufî düşüncede bir bilme, Allah’tan başka varlık olmadığını idrâk ve
şuuruna sahip olmak, vahdet-i şuhûtta sâlikin her şeyi bir görmesi geçicidir. Birlik
bligide değil görmededir. Vahdet-i vucûtta ise birlik bilgidedir. Yani sâlik gerçek
varlığın bir tane olduğunu bunun da Hakk’ın varlığından ibâret bulunduğunu, Hak ve
O’nun tecellîlerinden başka hiçbir şeyin hakîkî varlığı bulunmadığını bilir.121
Vahdet-i vücûdun ilk izleri daha önceki sûfîlerde görünse de İbn Arabî’nin bu
düşünceyi sistemleştirmiş122 ve kendi talebesi Sareddin Konevî tarafından bu düşünce
güçlü bir şekilde temsil edilmiştir. Ayrıca konumuzun merkez şahsiyeti İbnü’l-Fârıd
(ö.632/1224) aynı yıllarda Mısır ve Filistin bölgesinde bu fikri savunmuştur. Konevî
(ö.632/1224) ile çağdaş olan Mevlânâ (ö. 672/1273) ve hemen aynı asırda yaşamış
Yunus Emre “vahdet-i vücûd” düşüncesini türk tasavvufunda en güçlü şekilde temsil
etmişlerdir.123
Vahdet-i vücûd, varlığın birliği demektir. Sûfîlere göre bizâtihî kâim olan
vücûd birdir, o da Hak Teâlâ’nın vücûdudur. Bu vücûd vâcib, kadîm ve ezelîdir.
Taaddüd, tecezzî, tebeddül ve taksim kabul etmez. Onun şekli, sûreti, haddi yoktur.
Buna vücûd-ı mutlak yâhut vücûd-ı baht da denir ki sırf ve hâlis vücûd demektir.Vücûd-
120 Reşîd b. Gâlib, a.g.e., c.2, s.175. 121 Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yay., İstanbul, 2001, s. 364. 122 Kara, Mustafa, Tasavvuf ve Tarikatlar Târihi, Dergah Yay., İst.,1985, s.319. 123 Yılmaz, H.Kâmil, Anahatlarıyla Tasavvuf, Ensar Neş., İst. 1997. s.292.
42
ı mutlak ıtlâk-ı hakîkî ile mutlaktır. Yâni bütün kayıtlardan hatta ıtlak kaydından bile
münezzehtir.124
Vahdet-i vücûdu tanımlayan mutasavvıflar şerî deliller getirerek bazı âyetlere
konuyu dayandırmaktadırlar. Buna misâl olarak şu âyetleri zikredebiliriz:
“Biz insana şah damarından daha yakınız.”125 “Her nerede olursanız O sizinle
berâberdir.”126
Mutasavvıfların bir kısmına göre bu, zâti yakınlık ve zâti beraberliktir. Sıfat,
zâtından ayrı düşünülemez. Müfessirlerin bu yakınlık ve beraberliği ilmî yakınlık ve
berâberlik olarak ifadeleri zât hakkındaki idrâksizliğimizdendir.127
Vahdet-i vücûd varlık mertebeleri ile doğrudan alakâlı bir düşünce olması128
sebebiyle varlık mertebelerine de temas edilmesi gerekir. Vücûd çeşitli mertebelere
tenezzül sûretiyle tecellî etmektedir. Tecellînin zuhûru meyl iledir. Buradan hareketle
“beşli” ya da “yedili” olarak tasnif edilen vücûd mertebelerini sıralamak konunun
vuzûhu açısından önem ifâde eder.
1.Lâ-taayyün (ıtlâk ve Zât-ı baht) 2.Taayyün-i evvel (birinci taayyün)
3.Taayyün-i sânî (ikinci taayyün) 4.Mertebe-i ervâh (âlem-i melekût-âlem-i ervâh)
5.Mertebe-i Misâl (Misâl âlemi) 6.Mertebe-i Şehâdet (Şehâdet âlemi, Maddî âlem)
7.Mertebe-i İnsan (İnsân-ı Kâmil)129
Genellikle İbnü’l-Fârız’ın İbnü'l-Arabî gibi vahdet-i vücûda inandığı kabul
edilmiş ve şiirleri vahdet-i vücûd esas alınarak açıklanmıştır; ancak İbnü’l-Fârız vahdet-
i vücûda yabancıdır. Şiirleri Bâyezîd-i Bistâmî'nin sözleri ve Attâr'ın şiirleri gibi ilâhî
124 Ertuğrul, İsmail Fenni, Vahdet-i Vücûd ve İbn Arabî, Haz. Mustafa Kara, İnsan Yay., İst.1991., s.9. 125 Kaf, 50/16. 126 Hadîd, 57/4. 127 Eraydın, a.g.e., (Âyetlerden ve hâdislerden konu ile ilgili getirilen diğer misâller için bakılabilir.) s.213. 128 Konuk, A. Avni, Füsûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi (Haz. Mustafa Tahralı-Selçuk Eraydın), MÜİFV Yay., 3. Bsk., İst. 1999, c.I., s.47. 129 Eraydın, a.g.e., s. 222.
43
aşkı yansıtır. Mutlak cemâlin etkisiyle kendinden geçen şair her şeyi sevgilisi olarak gö-
rür. Bazan fena halinde ikiliği kaldırarak varlığın O'ndan ibaret olduğunu söyler, bazan
da ittihaddan söz eder. Ancak bütün bunlar kozmolojik bir varlık anlayışını ifade
etmeyip manevî halin etkisiyle söylenmiş sözlerdir; bu hal içinde sevenle sevilenin,
temaşa edenle edilenin geçici olarak bir sayılmasıdır. Şathiyeleri ve iddialı sözleri de bu
halin eseridir.130
İbnü’l-Fârız vücudu şu şekilde ifade eder:“Kendinde yok olarak tıpkı katlanan
elbisenin açıldığında katlı yerlerin izinde olduğu gibi ademin bir vücudu vardır. Tıpkı
serap gibidir. Gören onu su zanneder fakat yaklaşınca hiçbir şey bulamaz.”131
Keşfen gördüğü makamâtı hilale benzeterek vücud ve varlık ile ilgili şunları
ifade eder: “Zira hilalin nuru güneşten istifade edilerek elde edilmiştir. Hilalin kendi
nuru yoktur. O sadece bir aynadır. Güneşin nuru onda tecelli eder. Dünya güneşle ay
arasına girdiğinden aya tam olarak güneş ışınları yansımaz. Ay yükselerek dünyanı
perde olmasından kurtulunca güneşten alamadığı ışıkları almaya başlar. Ve o sırada
dolunay olur. Cenabı Hakkın kendisi üzerinde tecelli etmesini varlığını Allah’ın
varlığına bağlamaktadır. Vücud kendi ile ortaya çıksa da hakikatte Allah’ındır.
Vücudun olduğuna veya olmadığına dair bir delil yoktur. Kendisine isabet eden beladan
-ki o beladan kasıtta tekâlif-i şer’iyyedir- şikayetini ise eninle anlatır.132
Cenâb-ı Hâkk’ın varlığı ile diğer varlıkları yan yana getirince diğerleri fenâya
mahkumdur. Ve O’nun yanında başkası varlık iddia edemez. “Bu sevgiliye halimi ne
zaman ben şikayet etsem lisân-ı hâlimle değil lisanı kâlimle yapsam bu halim daha kötü
oluyor. Çünkü şekva kişinin kendi vücudunu isbatından ibarettir. Fakat o yanında
birinin ısbat-ı vücud yapmasını kıskanıyor.” “Ben kendimde fani olmakla bir vâhid-i
ehadın vücudunda sübut buldum.” 133
130 Uludağ, Süleyman, İbnü’l-Fârız mad., DİA, c.21 , s. 41. 131 Reşîd b. Gâlib, a.g.e., c.1, s.22. 132 Reşîd b. Gâlib, a.g.e., c.I, s.24. 133 Reşîd b. Gâlib, a.g.e., c.1, s.34.
44
Mevcudattaki her şey aşk şarabından içmiş ve ondan gölgeler suretinde varlık
zuhura gelmiştir. Ve O’nun hitabı “kün fe ye kün” dür. Her hareket ve duruş onunla
olur. Varlıkların ayakta durmasını o sağlar. Kim bu işareti anlarsa artık ibarelere
bakmaya ihtiyacı kalmaz. Ehli zevk varakalarda sayfalarda yazılı manaları anlarlar ve
insanların kalplerinden geçen sırlara aşina olurlar. Zât-ı İlâhi vucudîdir, nûranîdir,
ezelîdir, ebedîdir.134
D. MAKAM VE HÂL
Makam; menzil, merhale, konak, mertebe manalarına gelir. Sâlikin gösterdiği
faaliyetle ulaştığı, sıkıntılara katlanarak azimli bir şekilde gerçekleştirdiği merhaledir.135
Her makamın başlangıç ve bitiş noktaları vardır. Bu iki arada sâlikte birçok hâller vuku
bulur. Her makama ait bir ilim ve her hâle ait bir işaret mevcuttur.136
Hâl, şimdiki zaman, oluş, bulunuş, durum mânâlarına gelir. Istılahta ise kulun
mânevî bir terbiyeden sonra, kazandığı güzel hasletlerin onda yerleşip istikrâr bularak,
her hâliyle belli olmasıdır. Hâlin meydana gelişi, kulun irâdesi dışındadır.137
Bulunduğu makamın gereklerini tam olarak yerine getirmemiş bir sâlik üstteki
makama yükselemez. Söz gelişi, tevekkülü olmayan bir insan, teslim makamına
ulaşamaz. Bu ve benzeri şeylere makamlar denilmiştir, çünkü; Makam, içerdiği hâli tam
olarak kazanabilmek için nefsin yerleştiği yer demektir. Bu içerikler neftse ortaya
çıktıklarında ise, hâller diye isimlendirilmişlerdir, çünkü onlar başkalaşır ve değişir.138
İbnü’l-Fârız bir beyitinde keşfen gördüğü makamâtı hilale benzetmiştir. Zira
hilalin nuru güneşten istifade edilerek elde edilmiştir. Hilalin kendi nuru yoktur. O
sadece bir aynadır. Güneşin nuru onda tecelli eder. Dünya güneşle ay arasına
girdiğinden aya tam olarak güneş ışınları yansımaz. Ay yükselerek dünyanı perde
134 Reşîd b. Gâlib, a.g.e. c.II, s.175. 135 Uludağ, a.g.e., s.232. 136 Eraydın, a.g.e., s.152. 137 Eraydın, a.g.e., s.187. 138 Kâşânî, Abdürrezzak, Tasavvuf Sözlüğü, İz Yayıncılık, İstanbul, 2004, s.529.
45
olmasından kurtulunca güneşten alamadığı ışıkları almaya başlar. Ve o sırada dolunay
olur. Cenabı Hakk’ın kendisi üzerinde tecellî etmesi ile varlığını Allah’ın varlığına
bağlamaktadır. Vücud kendi ile ortaya çıksa da hakikatte Allah’ındır. Vücudun
olduğuna veya olmadığına dair bir delil ise yoktur.139
İbnü’l-Fârız Yaiyye adlı eserinde makamlarda yolculuk yapar. Bunu bir deve
sürüsü ve başındaki sürücüye benzeterek, şeyh ile müridin seyr u sülûkteki münasebeti
gibi görür. Kum tepeleri kadar çok olan makamlar Makamât-ı Muhammediye’nin
makamlarıdır. Bu seyahat esnasında bir çok makamlardan hallerden geçer. Misâl olarak
şunları zikredebiliriz: Hayret, sabır, mücahede, mihnet.140
E. SEYR U SÜLÛK
Seyr lugatte; yürüme, yolculuk, gezme, bakma temâşâ etme ma’nâlarına gelir.
Sülûk ise; bir yola girme, bir yol tutma, husûsî bir yol sınıfa guruba katılma ma’nâlarına
gelir.141 Tasavvufî ıstılahta Hakk’a ermek için bir rehberin öncülüğünde ve denetiminde
şıkılan ma’nevî ve rûhî yolculuk anlamlarına gelir. Seyr sülûkun gayesi sâlikin kişisel
arzu ve isteklerini yok edip tam anlamıyla kendisini ilâhî irâdenin hâkimiyeti altına
sokmasıyla kâmil insan mertebesine yükselmesidir.142
İbnü’l Arabî’ye göre sâlik, makamlara hâliyle yükselen kimsedir. Tasavvuf
ehline göre sülûk, Allah Teâlâ’ya ulaşmaya (vusûl) kabiliyet kazanmak için güzel ahlâk
sahibi olmaya çalışmaktan ibarettir. 143
Bursalı İsmail Hakkı sülûk için “Sofiyye Istılâhı”nda: “Cehilden ilme, kötü
huylardan güzel huylara, kendi varlığından geçerek Hakk’ın varlığına doğru harekettir”
der. Başka bir deyişle; “Yârin, yani Hakk’ın tecellisi için kalbi ağyar ile meşgul
139 Reşîd b. Gâlib, a.g.e., c.I, s.23. 140 Reşîd b. Gâlib, a.g.e., c.I, s.20. 141 Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi, Ankara, 2005, s. 947,970. 142 Uludağ, a.g.e., s. 312. 143 Eraydın, a.g.e., s. 317.
46
etmekten sakınmaktır. Hülâsa alelâde seyahatler bile insana nasıl birçok şeyler gösterir
ve öğretirse, mânevî seyr u sülûk de öyledir. Nefisten Hakk’a doğru, menâzil ve merâtib
katedildikçe, kesretin hicâbı, yani örtüsü kalkıp, vahdetin yüzü görünür.” İbnü’l-Fârız
bir beyitinde seyr u sülûk için şöyle der: “İlm-i yakinden yola çıkar, ayne’l yakine varır,
oradan da Hakk’a göçerim.144
İbnü’l-Fârız eserinde sürücü ile beraber seyahat eden ve kum tepelerini birer
birer aşan insanları bir şeyhin rehberliğinde seyr u sülûk yapan kişilere benzetmiştir.
Burada sürücü Allah Teâlâ’ya, hevdecli develer ise insanlara benzetilmiştir. O kullarını
boynuna ip takarak yönlendirmektedir. Ulaşacakları yer ise Tayy tepesidir. Tayy tepesi
Makamât-ı Muhammediye’den kinayedir ve kum tepelerinden çok mertebeleri vardır.145
Tasavvufa giren kişinin bir şeyhe bağlılığı esastır. Seyr u sülûk de bir şeyhin
rehberliğinde yapılır. Şeyh müridin bütün özelliklerini bildiği için şahsına ait bir yol
izler. Şeyh-mürid ilişkisi, baba-evlad ilişkisi gibidir. Çünkü peygamberlerde
ümmetlerine “baba” mesabesindedirler. Bu yolun terbiye sistemi sîret-i nebeviye ile
âhenklidir. Gaye o örneğe benzemektir.146
İbnü’l Farız ile dersini aldığı üstadı olan Muhiddîn İbn Arabî arasındaki ilişki
seyr u sülûk yapan bir müridin şeyhi ile olan ilişkisine benzer. Nitekim Müellif İbn
Arabî’nin makamına ulaşmayı istemektedir. Ulaşılacak bir hedef olarak gösterilen Tayy
tepesinde, İbn Arabî’nin dedesi olan Hatemi Tayyî’ye atıf vardır.147
144 İz Mahir, Tasavvuf, Kitabevi, İstanbul, 1990, 181. 145 Reşîd b. Gâlib, a.g.e., c.I, s.20. 146 Yıldırım, Ahmet,Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, T.D.V., Ankara, 2000, s.189. 147 Reşîd b. Gâlib, a.g.e., c.I, s.20.
47
İKİNCİ BÖLÜM
İBNÜ’L-FÂRİZ’IN YÂİYYE, MÎMİYYE VE RÂİYYE KASÎDELERİNİN ŞERH METNİ
48
A. KASÎDE-İ YÂİYYE
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Ba‘de edâ-yı mâ vecebe ‘aleynâ
İbn Fâriz hazretleri ki, kümmelîn-i ümmet ve büleğā-yı Arab arasında gāyet
azîm bir mevki‘-i ârifâne ihrâz ve kadr-i refî‘-i kâmilânesini eser-i belîğ-i ma‘rifet-
perverânesiyle ibrâz eden eâzımdandır.
Ummân-ı edeb ve irfân olan lisân-ı Arab’da sınâyi’-i şi‘riyyece insicâm,
ibârece iş‘âr-ı âşıkānesine fâik âsâr-ı şi‘riyye olsa bile edeble irfânı mezc ve tevhîd
etmek kudret-i hârikānesi müşârünileyhin mahsûsâtındandır.
Şerh etmek istediğimiz kasîdelerde gösterdiği kudret-i ârifâne her ma‘nâsıyla
erbâb-ı zevki müstağrak-ı emvâc-ı vecd eder.
Bu kasâid-i belîğanın her beyti birer mecmûa-yı irfân olduğundan idrâkimin
yetişebildiği mertebe icmâ‘-ı ma’nâsına çalıştımsa da Hazret-i nâzım’ın maksad-ı
âlîsine yaklaşmak bile müyesser olmadığını i‘tirâf ederim.
Mehmed Nâzım [3]
Nâzım hazretleri cezebât-ı aşk ile bâdiye-nişîn-i uzlet olarak kâinâta şöyle bir
nazar-ı ma‘rifet-perverâne imâle eylediği sırada önünden geçmekte ve hevdecli develeri
sürmekte olan bir şahs-ı mefrûzu muhâtab ederek:
�0 2����ئL ا��X<�ن یQ�ى ا�
�� آ/��ن 0� م�<�� .\ج
(Lئ��) Sevk masdarından ism-i fâildir, “sürücü” ma’nâsına. ( >Xنا� ) (E��>X)’nin
cem‘îdir. (E��>X) “Deve hevdeci”ne denir. (ى�Qی) Fi‘l-i muzâri‘dir. “Merâhil kat‘ etmek”
49
ma’nâsına olan (�0) masdarından müştaktır. (2ب�),( اب�2 )’nın cem‘i olup “sahrâlar”
ma’nâsınadır. (�0) kezâlik “kat‘-ı mesâfe etmek” ma’nâsına masdardır. (7>�م) if‘âl
bâbından ism-i fâil olup “in‘âm edici” ma’nâsınadır. (ج\. ) ef‘îl bâbından emr-i hâzır
olub “meyl u urûc et” demektir. (ن�� ) in cem’îdir. (�0)آ/�,tepe” ma’nâsına olan (“ (آ/
meşhûr bir kabîle ismidir ki, sehâ ile meşhur olan “Hâtem-i Tâî” o kabîledendir.
Mahsûl-i Beyt: Ey sâik, katâr-ı bâdiye-i aşk u hevâ, mecma‘-ı ser-firâzân-ı
hüsn [4] ü cemâl olan Tay kabîlesinin tepelerine doğru meyl ve urûc edersen.
[Ey aşk ve hevâ çölünün kervanını güden sürücü! Güzelliğin ve cemâlin
toplandığı Tay kabilesinin tepelerine doğru çıkarsan..]
\� ان م.ر �وب&ات ا��\�_
"� عب#�a م� .ی, اG�( ت
bir nev‘-i (ش�_) Benî Yerbû‘ kabîlesine mahsûs bir mahal ismidir ve (ذات ا��\�_)
ot olup orada kesretle bulunması sebeb-i tesmiye olmuştur. (م.رت) mürûr masdarından
fi‘l-i mâzî muhâtabadır. (�") Evlâd-ı ‘Arab’dan bir kabîle ismidir ve “kabîle” ma’nâsına
isimdir. (,ی. ) Arab’ın tasğîri olup “Arabcık” demektir. ( )Gعا� ) Tâif’in cihet-i
yemîninde bir karye ismi olup inhinâlı vâdiye alem olmuştur. (�"),(E�#�) masdarından
emr-i hâzırdır. “Selâm et, tahiyye eyle” demektir.
Mahsûl-i Beyt: Ve (_�\�ذات ا�) denilen mahall-i ferah-fezâda bast-ı bisât-ı
necdet ve celâlet eden Benî Yerbû’ kabîlesi içinden geçersen. [5]
[Ve ferahlık veren (_�\�ذات ا�) denilen yerde yiğitlik ve büyüklük ortaya koyan
Benî Yerbû’ kabîlesi içinden geçersen…]
ذآ.ى 2�ه7 .و��DcQ واج
�73c ان یd�.وا Q>� ا��
50
(DQ��) Tefe‘ül bâbından fi‘l-i muzâri‘in emr-i hâzırıdır. “Lutf eyle” ma’nâsına;
masdarından fi‘l-i mâzînin emr-i hâzırıdır. “İcrâ eyle” demektir. (F (اج.ا) ,(وأج.))
hurûf-ı me‘ânîden harf-i tereccîdir. (وا.dی�) fi’l-i muzâri‘ cem‘-i muhâtab olup “nazar
edeler” demektir. (DQ ) “meyl etmek” ma’nâsına masdardır.
Mahsûl-i Beyt: Nazar-ı merhametlerini celb etmesi me’mûl olan nâm-ı vefâ
encâmımı tezkîr lütufkârlığını dirîg etme.
[Merhametini celb etmesi ümit edilen, adı vefâ olan akıbetimi hatırlatma
lütfunu esirgeme.]
�#� F� �.آ4 ا�7B�5 c,ce ش
�cم� E� �ق 5�م�c�ا� Kب.ا
(F�), (ل��) masdarından emr-i hâzırdır, “söyle” demek. (4آ.�) fi‘l-i mâzî nefs-i
mütekellim-i vahdedir. (,eا�) “4>��” gibi “4��?”den sıfat-ı müşebbehe, “‘âşık”
ma’nâsına isimdir. (_� ;ın müfredidir. [6] “Cisim ve şahıs ve hayâl” ma’nâsına”أش��ح“ (ش
”vecd ve sürûr“ (ش�ق) .yunmak” ma’nâsına fi‘l-i mâzî olup “yundu” demektir“ (ب.ا)
ma’nâsına masdardır. (�5) “zıll ve gölge” ma’nâsına isimdir. “Zıll” sabahtan zevâle,
“fey” zevâlden gurûba kadar olan gölgeye ıtlak olunur.
Mahsûl-i Beyt: Mehbit-i tecelliyâtı peyderpey olan, cism-i fenâ-nümâsı
sâyesiz bir şecere-i nûr olan âşık-ı gam-hârı bâdiye-peymâ-yı uzlet olduğu halde terk
eylediğini söyle.
[Hakk’ın nûrunun peyderpey indiği fâni cismi, aşk ile kederlenmiş ve
korumasız bir nûr ağacı olduğu halde çölde terk eylediğini söyle.]
�ئ2 ح آ�� � ��5��
�0 .�cب<2 ا�� Eح 5� ب.دی
51
(�5��) “gizli” ma’nâsına olan (�<�), (2ئ� ) “hastayı ziyaret etmek” ma’nasına
olan (Kد�� ) masdarlarından ism-i fâildirler. (ح ), ( ح�� ) masdarından fi’l-i mâzî olup
“zâhir ve âşikâr oldu” ma’nâsınadır. (ب.دى) “hırka” ma’nâsına “ب.دة”nin tesniyesidir.
masdar olup, “bükmek” ma’nasına masdar olan (�0)’ın mukabili olup “bükülmüş (ن�.)
olan şeyi açmak” ma’nâsınadır.
Mahsûl-i Beyt: Cism-i nizârı, bürde-i refû-dârın her zâire nihân olan
bükümleri [7] gibi lühûk-ı nazar kābil olmayacak mertebede kesb-i nehâfet ettiğini dahî
söyle.
[Zayıf cismi, sarılmış olduğu örtüsünün altında her hasta ziyaretçisine
gizlendiği gibi bükümlerinin göze çarpmayacak mertebede incelik kazandığını dahi
söyle.]
E� ���ذا \.ijا� D?ر و�?
��ء � �� i�#�م ا�Bوا�
,masdar (و?D) .ef‘âl-i nâkısadan fi’l-i mâzî olup “oldu” ma’nâsınadır (?�ر)
(.�) masdar-ı semâîdir. “Zarar” ma’nâsına ise de burada “ta‘ab ve meşakkat”
makāmında kullanılmıştır. (ء�� ) “hüzün ve meşakkat” ma’nâsına, (�") “bedîhî ve
vâzıh” ma’nâsına masdardır. (��) “mübhem ve muhtasar olan lakırdı”ya denir.
Mahsûl-i Beyt: Zâtî olan evsâf-ı durr ve anâ sebebiyle en bedîhî sözleri bile
delîl-i hayât olmayacak derecede mübhem ve muhtasar olduğunu dahî söyle.
[Zâtî olan meşakkat ve zahmet sıfatları sebebiyle en açık sözleri bile hayat
emâresi olmayacak derecede kapalı ve muhtasar olduğunu dahi söyle.]
Ec أن �8\ �c�آ3�ل ا�
� cىأنP@� 7� E�� ��
52
(ش8) .mehtâbın birinci ve üçüncü geceki tulû’larına [8] ıtlâk olunur (ه�ل)
“şüphe ve irtiyâb” ma’nâsına masdardır. (ان) “İnlemek” ma’nâsına olan (ان��)
masdarından fi’l-i mâzîdir. (�� ) “göz ve çeşm” ma’nâsınadır. İkinci (E�� ) “zât ve şahıs”
ma’nâsınadır. (ىP@�) tefe’ul bâbından fi’l-i muzârîdir, “amd ve kasd” ma’nâsınadır.
Mahsûl-i Beyt: Cism-i nâtüvânî, ru’yeti sâbit olmayan hilâl-i şekke
döndüğünü ve dert çeker, sûz-i firkatten için için inlemesi mesmû’ olmasa vücûd-ı fenâ-
âlûdunu görmek mümkün olmayacağını dahî söyle.
[Zayıf cisminin, görüldüğü kesin olmayan hilâle döndüğünü, dert çekmekten
ve ayrılığın acısından için için inlemesi duyulmasa, fâni vücudunu görmenin mümkün
olmayacağını dahî söyle.]
�م/F م;��ب "��ة م/
?�ر �5 "�\7B م�;�ب "�
(F/م) “nazîr ve şebîh” ma’nâsına, (ب�� ”gidermek” ma’nâsına olan “selb“ (م;
masdarından ism-i mef’ûldür. (ب�;� (�;,) ısırmak, sokmak” ma’nâsına olan“ (م
masdarından ism-i mef’ûldür. (�") “yılan ve su’bân” demektir.
Mahsûl-i Beyt: Tarîk-i mahabbette zahme-i melsûb-i mâr ile meslûbü’l-hayât
bir garîb nâtuvân bulunduğunu dahî söyle. [9]
[Muhabbet yolunda yılanın sokması ile yaralanmasıyla hayâttan sıyrılmış, bir
garîb zayıf bulunduğunu dahî söyle.]
���c�ى 0. ��5� ج�د انم;
c�� l6;ف ان ی.cQء ا��ن ��
(F���ل) dökmek” ma’nâsına olan“ (م;� ) “bu’dن�ىmasdarından ism-i fâildir. ( (ا
ve firak” ma’nâsına masdardır. (0.ف) “göz ve çeşm” demektir. (د�ج) “sehâ ve
civânmerdî” ma’nâsına olan (د�ج) masdarından fi’l-i mâzîdir. (��) “cûd”un aksi “buhl”
53
ma’nâsına fi’l-i mâzîdir. (ف.Qء ا��ن), (ء�ن) “sukût” ma’nâsına masdardır. Cem’i (اء�ان)
gelir. (ف.Qا�) Bir kevkeb ismidir ki, Araplar arasında (2� �� ا ) ta’bîr olunur. “Göz ve
çeşm” ma’nâsına olan (0.ف) lügatından isti‘âre olunmuştur. (l6;ی) “düşmek” ma’nâsına
olan (ط�6�)’dan fi’l-i muzâri’dir. (��) “kaht-ı matar” ma’nâsına masdardır.
Mahsûl-i Beyt: Nev’ü’t-tarf adem-i sukûtunda inzâl-i matarda ne mertebe
mümsik ve bahîl ise te’sîr-i firâk ile isbâl-i dumû’ eden çeşm-i girye bârı o derece cevâd
ve bâzil olduğunu ifhâm et. (Bu terkîbin insicâmına nazaran nev’ü’t-tarfın sukûtu
Araplar arasında yağmur zuhûruna alâmet addolunmakta olduğu anlaşılıyor. )[10]
[Nev’ü’t-tarf yıldızının kaymaması yağmurun yağmasına ne derece engeller ve
cimri davranırsa ayrılığın tesiri ile ağlayan gözün gözyaşlarının o derece cömert ve bol
olduğunu anlat.]
ب�� أه��E :.ی�� ن�ز"�
�� E<Q>ن 7� ی�ا و0 �� و
(اهF) .zarf-ı mekândır, Fârisî’de “meyân” Türkçe’de “orta” ma’nâsına gelir (ب��)
ism-i cins olup burada “âile” ma’nâsınadır. (,ی.:) sıfat-ı müşebbehe olup
“gurbetlenmiş” ma’nâsına, (زح�ن) “bu’d” ma’nâsına olan (ح)ن) masdarından ism-i fâildir.
meyl” ma’nâsına olan (DQ“ (ی<DQ) .vatanın cem’îdir (او0�ن)) masdarından fi’l-i
muzârî-i gāibdir. (��) masdar olup “meyl ve ikbâl ve intizâr” ma’nâsınadır.
Mahsûl-i Beyt: Ehl u ıyâli arasında garîb ve bîkes, âğūş-ı vatanda elem-i bu’d
ve hicr ile mahrûm-ı her emel ve heves olduğunu dahî söyle.
[Ailesi içerisinde garîb ve kimsesiz, vatan içerisinde gurbet ve uzaklığın elemi
ile her türlü emel ve heveslerinden mahrûm olduğunu dahî söyle.]
7B� �.ا ? 7�� ج�م#� ان
�7B� ج�ن#� 7� ی@Pى و
54
’dan ism-i fâildir. [11] “Hevâsına tâbi(ج��ح) Sabûr” vezninde isim olan“ (ج�م_)
olup nush ile men’i kābil olmayan kimse”ye denir. (7��) “Mihnetli ve meşakkatli bir iş
teklif etmek” ma’nâsına olan (م��) masdarından fi’l-i mâzî-i meçhûldür. (_ن�ج) “meyl”
ma’nâsına olan (_ج�) masdarından ism-i fâildir. (ىP@ی) “tevakkuf” ma’nâsına olan (ن�P�)
masdarından fi’l-i muzâri‘ ğāibdir.
Mahsûl-i Beyt: Âlâm-ı aşkın envâ-ı meşâkkına sâbir ve şâhid-i dilsûz aşka
mütehâlikâne mâil bir âşık-ı deryâ dil olduğunu dahî ifhâm et.
[Aşkın elemlerinin türlü türlü meşakkatlerine sabırlı ve gönülsüz şâhit olarak
aşka can atarcasına yönelen gönül deryâsının aşığı olduğunu dahî anlat.]
E� ن�آ �ش_ م�Bن�. ا�
�F� ا��c�ى 0�� _�Bى ا��0
Mübtın“ (آ�ش_) .masdarından fi’l-i mâzîdir (ن�.) işâa” ma’nâsına olan“ (ن�.)
olmak” ya’ni “adâveti ızmâr etmek” ma’nâsına olan (_�آ) masdarından ism-i fâildir.
insanın“ (ا�B�_) .bükmek” ma’nâsına gelen (�0) masdarından ism-i fâildir“ (0�وى)
böğrüne ârız olan ağrı” ma’nâsına isim olup dâğ ile tedâvî olunur. (F���), (F��)’in
tasgîridir. (ىPن) “bu’d ve firak” ma’nâsına, (�0) “bükmek” ma’nâsına mef’ûl-i mutlaktır.
[12]
Mahsûl-i Beyt: A’sâbını dest-i bî-emânına alan, elem-i firkatle tâb û tüvânı
münkatı’ olduğunu görünce rakîb-i mübtınin ızhâr-ı adâvet ettiğini dahî söyle.
[Güvenilmez eline sinirlerini alan kimsenin, firkat elemiyle güç ve kudretinin
kesildiğini görünce, gizli rakîbinin düşmanlığını ortaya koyduğunu dahî söyle.]
K.� �5 ه�اآ7 رمj�ن
ی�j6� م� ب�� ا"��ء و �0
55
(�j6ی�) infiâl bâbından “bitmek ve tükenmek” ma’nâsına olan (ء�j6ان)
masdarından fi’l-i muzâri’dir. (ء�ا"�) if’âl bâbından masdar olup “diriltmek” ma’nâsına
ise de burada bi’l-isti‘âre “geceyi uykusuzlukla geçirmek” demektir. (�0) “açlık”
ma’nâsına olan (ى�0)’nin masdarıdır.
Mahsûl-i Beyt: Derd-i tâkat-sûz aşk ile mürûr eden müddet-i hayâtının eyyâm-
ı ramazân gibi uykusuzlukla, açlıkla rehîn-i inkızâ olacağını dahî söyle.
[Güç yetirilemeyecek aşk derdiyle geçen hayat müddetinin ramazân günleri
gibi uykusuzlukla, açlıkla sona ereceğini dahî söyle.]
�>7B?�دی� ش��� 2e�ا 0
جc2 م�@�ح ا�� رؤی� و رى
(ش�ق) .masdarından [13] ism-i fâildir (?2ى) susuzluk” ma’nâsına olan“ (?�دی�)
masdardır. (2ا?) uzûbet-i mâ’ ile meşhûr olan bir kuyu ismidir. (D�0) “rü’yâda görülen
hayaller”. (2ج) “sa’y ve ictihâd” ma’nâsına masdardır. (ح�@� )ا�@��حiftiâl bâbından ( (م
masdarının ism-i fâili olup “atşân ve susuz” ma’nâsınadır. (�رؤی) ma’lûm, (رى) “suya
kanmak” ma’nâsına masdardır.
Mahsûl-i Beyt: (2ا?) denilen ve uzûbet-i mâ’ ile ma’rûf olan bi’r-i meşhûra
hücûm eden atşân gibi hayâl-i yâre mütehâlikâne arz u iştiyâk etmekte olduğunu dahî
söyle.
,denilen ve tatlı suyu ile bilinen meşhûr kuyuya hücûmeden susuzlar gibi (?2ا)]
yârin hayâline ölümüne arzu ve iştiyâk etmekte olduğunu dahî söyle.]
K.أم E��ا �ئ.ا 5� م�"
� r�#�ئ. و ا��.ء �5 ا��"
rücû” ma’nâsına olan“ ("�ئ.) hayret” masdarından ism-i fâildir. İkinci“ ("�ئ.)
�) .masdarından kezâlik ism-i fâildir ("�ر)) “acz ve hayret” ma’nâsına isimdir.
56
Mahsûl-i Beyt: Hâl-i acz iştimâlinin neye müncer olacağında mütehayyir ve
melûl olduğu hâlde terk eylediğini dahî söyle. Ma’lûmdur ki, mihnet insanı dûçâr-ı
hayret eder. [14]
[Acz hâlinin kapsamının hangi neticelere götüreceğini hayret içerisinde ve
şaşkın olarak terk eylediğini dahî söyle. Ma’lûmdur ki, sıkıntı insanı hayrete düşürür.]
�� B5�ی\� م� أ�� أ �� ا��
ن�ل �� یE��s ���� وآPى
(�� nin’(ا��) tabîb” ma’nâsına olan“ (ا��) .hüzün ve elem” ma’nâsına isimdir“ (ا
cem’îdir. (ل�ن), (Fن�) masdarından fi’l-i mâzîdir, “nâil oldu” ma’nâsına, (E��sی), (��:ا)
masdarından fi‘l-i muzâri’dir.
Mahsûl-i Beyt: Devâ nâ-pezîr olan dertlerinden etıbbânın izhâr-ı acz
eylediklerini dahî söyle. Kābil-i dermân olmayan o dertleri ta’rîf ve ta’dât edersem sen
de mütehayyir olursun.
[Dermânsız dertlerinden hekimlerin acziyetlerini ortaya koyduklarını dahî
söyle. Dermânsız o dertleri ta’rîf edip sayarsam sen dahî hayrete düşersin.]
E;م a.� ر�Bان �رائ�
"&ر ا�@D��>c 5� �<.یD رى
if‘âl bâbından “bildiğini (انB�ر) .re’y” masdarından ism-i fâildir“ (رائ��)
söylememek” ma’nâsına olmak üzere masdardır. (.�) “mazarrat” ma’nâsına masdardır.
�D و ) sakınmak ve korunmak” ma’nâsına [15] masdardır. (D��>�) tef‘îl bâbından“ ("&ر)
tب���) ma’nâsına masdardır. (رى) mahbûbe-i ma’rûfenin ismidir.
Mahsûl-i Beyt: Şâhid-i dil-i âşûbu, ta’rîf ve teşhîre vesile olur korkusuyla
çektiği ızdırâbı, ettiği âh û enîni ketm ve ihfâ etmekte olduğunu dahî söyle.
57
[Kalbi meftûn eden şâhidi, i’tiraf ve teşhîre neden olur korkusuyla, çektiği
ızdırâbı ve inlemelerini gizlemekte olduğunu dahî söyle. ]
� X�ه. م� Eى أروی&cوا�
��� زى � E�0� ی(وی�ب
(Eاروی) “nakl-i kelâm” ma’nâsına olan (4روای) masdarından fi’l-i muzâri’ nefs-i
mütekellimdir. (Eوی)ی) “ketm” ma’nâsına olan (زى) masdarından fi’l-i muzâri’dir. (زى)
“burada saklamak” ma’nâsına masdardır.
Mahsûl-i Beyt: Her ne rivâyet edersen ahvâl-i zâhiriyesinden ibâret olduğunu,
bâtınından henüz haberdâr olmadığını dahî söyle. [16]
[Her ne söylersen söyle görünen hâlinden ibâret olduğunu, içinden henüz
haberdâr olmadığını dahî söyle. ]
ی� اهF� ا��د\ أنB�� �c.و
ن� آ3� ب<2 .5�ن� 5@�
(Fاه�), (Fاه)’in musağğarıdır. (ود) “mahabbet” ma’nâsına masdardır. (وا.B��)
İnkâr masdarından fi’l-i muzâri’, cem’-i müzekker, muhâtabdır. (F3آ) kırk yaşını
tecâvüz etmeye ve sakalında beyaz görünmeye başladığı zamana ıtlak olunur. Sıfat-ı
müşebbehedir, masdarı (4��3آ) gelir. (�@5) “yiğit” ma’nâsına olan (�@5)’nin musağğarıdır.
Mahsûl-i Beyt: Yâ üheyli’l-vüdd! Şâb bir yiğitcik olduğumu pekâlâ bilirsiniz.
Vakitsiz gelen kühûlet sizi taaccübe dûçâr etse bile bu vukûfu nasıl inkâr etmek
istiyorsunuz.
[Ey sevgi çocuğu! Genç bir yiğitçik olduğumu pekâlâ bilirsiniz. Vakitsiz gelen
yaşlılık sizi hayrete düşürse bile bu durumu nasıl inkâr etmek istiyorsunuz! ]
و ه�ى اs��دة �.ى �دة
58
�, ا��c�, ا�� ا��c�ب ا "�Gی
vücûdu nerm ve latîf olan (:�دK) .aşk ve mahabbet” ma’nâsına isimdir“ (ه�ى)
mahbûbeye ıtlâk olunur isimdir. (ى.� ) [17] “müddet-i hayât” ma’nâsına olan (.� )’ün
fethalısıdır. Bu kelimenin meftûh ve mazmûm olması câizdir. (ى�ی) mütekellim
ilâvesiyle “ömrüme kasem ederim” ma’nâsınadır. (,�Gی) Celb masdarından fi’l-i muzâri‘
gāibdir. (,ش�) “ihtiyarlık” ma’nâsına masdardır. (ب�ش) “gençlik” ma’nâsına olan (ب�� (ش
masdarından sıfat-ı müşebbehedir. (�"ا) “esmer” ma’nâsına olan (ى�ا")’nın
musağğarıdır.
Mahsûl-i Beyt: Hayatıma kasem ederim ki, mahbûbe-i nerm-tenin te’sîr-i
mahabbeti ihtiyarlaması âdeten zamâna muhtâc olan esmerü’l-levn şâibleri bile pek
çabuk dûçâr-ı şeyb ediyor.
[Hayatıma yemin ederim ki, sevimli yumuşak teninin muhabbetinin te’sîri,
ihtiyarlaması âdeten zamana ihtiyaç duyan esmer tenli gençleri bile pek çabuk yaşlılığa
dûçâr ediyor. ]
�� أآ;��� ا��c�ق آ��eن
�� م آ�eل ن�ا 5< ,;B�
(,eن) “taab” ma’nâsına masdardır. (,;اآ) “gidermek” ma’nâsına olan (ب�اآ;)
masdarından fi’l-i mâzîdir.
Mahsûl-i Beyt: Ef‘âli nasb eden lâm gibi aşk u hevâ beni de giriftâr-ı taab ve
anâ etti. [18]
[Fiilleri nasb eden lâm gibi aşk ve hevâ da beni zahmet ve sıkıntıya giriftâr
etti.]
و م@� أش8 ج.ا"� ب��#��
زی2 ب���Bc�ى ا3��� اG�.ح آ�
59
.vakit ve zaman ma‘nâsını mutazammın olmak üzere hurûf-ı meânîdendir (م@�)
(�Bاش) şekvâ ve masdarlarından nefs-i mütekellimdir. (ج.اح) “yâre” ma’nâsına olan
masdarından (زی�دة) ,(زی2) .in cem’îdir. (��") “kalp ve gönül” ma’nâsına isimdir’(ج.ح)
fi’l-i mâzî olan (زاد)’nin meçhûlüdür. (آ�) “dâğ” denilen ve “âteşle açılan yâre”
ma’nâsına isimdir.
Mahsûl-i Beyt: Ne vakit kalbimdeki yârelerden şikâyet edersem tahattur-ı hicr
ve firâk gibi ma’sûmiyet-i aşka münâfî olan ahvâl ile mahrûm-ı neşve-i mahabbet
olurum. Bu hâtıra-i cân-hırâş cerîha-i kalbe yeniden dağlar açar.
[Ne vakit kalbimdeki yâralardan şikâyet edersem ayrılık ve firâkı hatırlamak
gibi aşkın ma’sûmiyetine ters hallerle muhabbet neşvesinden mahrûm olurum. Bu yürek
dağlayan hâtıralar kalbin yâralarını tekrar açar. ]
�3�� �� آ�ت �� ";�دى
�<c2اه� أ�7� ا��B\ آ�
(�� ) “göz” ma’nâsına, (د�;") “hâsid”in cem’îdir. (ت�آ) [19] “dâğlamak”
ma’nâsına olan (آ�) masdarından fi’l-i mâzîdir. (2ا>�) “tecâvüz” ma’nâsına masdardır.
.yine “dâğ” ma’nâsınadır (آ�)
Mahsûl-i Beyt: Ayn-ı hussâd ile dâg-dâr olan kalb-i hazîn bir taraftan da
tecâvüzât-ı rakîbânesi mahvolası rakîbin elem-i rekābetiyle bîzâr oluyor.
[Hasetçilerin gözleri ile çok hüzünlü olan kalp, bir taraftan da rekâbetkârâne
hücumları mahvolası rakîbin rekabetiyle rahatsız oluyor. ]
���� 5� ا�#.ب أد � ب�G
و 3�� م;@�;� 5� ا�#,\ آ�
(F� .cebîn ve zaîf” ma’nâsınadır“ (م;@�;Şecî’” ma’nâsına ism-i fâildir. (F“ (ب�
60
Mahsûl-i Beyt: Şâyân-ı taaccübdür ki, harb u vegāda şecî’ ve dilîr olan
merdân, kâr-zâr-ı mukābele-i aşk u hevâda cebîn ve zaîf oluyorlar.
[Hayret edilecek bir şeydir ki, savaş ve harplerde cesur ve yürekli yiğitler, aşk
ve sevginin karşılaştığı savaş meydanında korkak ve zayıf oluyorlar. ]
��<@7 أو رأی@7 أ�2ا Fه
��X ة او�م3 u#� Kد�?
(7@>��) “işitmek” ma’nâsına olan (ع���) masdarından cem’-i [20] müzekker
muhâtabtır. (7@رأی) “görmek” ma’nâsına olan (4رؤی) masdarından cem’-i müzekker
muhâtabtır. (2� ) “avlamak” ma’nâsına olan (2�?)?�دarslan” ma’nâsına isimdir. (“ (ا
masdarından fi’l-i mâzîdir. (ة�م3) “yabân öküzü, bakar-ı vahşî” ma’nâsına isimdir. (��X)
“ceylan” ma’nâsına olan (��X)’nın musağğarıdır.
Mahsûl-i Beyt: Gazanfer-i şecâat ve şehâmet olan merdân-ı aşkın dâm-ı lihâz-ı
mehât û gazâle giriftâr olduğu mesmû‘ ve manzûrunuz oldu mu?
[Cesaret ve yiğitliğin arslanı olan aşk yiğitlerinin, yaban öküzü ve ceylan
tuzağına düştüğünü görüp duyduğunuz oldu mu? ]
�73 ش73 ا6��م أش�ى و ش�ى
�73 أ�#�7BX أ"��ى ش�
(73�) “ok” ma’nâsınadır. Cem’-i sihâm gelir. (73ش) “necdet ve şecâat”
ma’nâsına olan şehâmet masdarından sıfat-ı müşebbehedir. (ى�اش) “el ve ayak ve etrâf-ı
beden ve maktel olmayan a’zâ” ma’nâlarına olan, (�@5) vezninde (ى�ش)’nin if‘âl
bâbınadan fi‘l-i mâzîsidir. (ى�ش), (��:) Vezninde “kebap ve büryân” ma’nasına, (ظ�ا�#)
“lahza”nın cem‘îdir. (��"ا) “kalp ve fuâd” ma’nâsına isimdir. (ش�), (ى�ش)’nın mef‘ûl-i
mutlakı ve “yâ”ya kalb olunmasından masdarıdır. [21]
61
Mahsûl-i Beyt: En şecî‘ bir kavmin sehm-i şehâmeti çok def‘a vâsıl-ı hedef
olmayarak mûcib-i katl olmayan a‘zâya tesâdüf eder. Sehm-i elhâzınız ise aslâ tehâlüf
etmiyor.
[En cesur bir kavmin en pervâsız oku çok defa asıl hedefe ulaşmayarak,
öldürücü olmayan bir a’zâya tesâdüf eder. Gözlerinizin bakışları ise asla hedeften
şaşmıyor. ]
Ec<2رى آeب ��wا x�و
��ل م��� "��r �5 ذا ا�3�ى
(xو�) “koymak” ma’nâsına olan (xو�) masdarından fi‘l-i mâzîdir. (�� (ا
“tabîb” ma’nâsına isimdir. (2ر?) “göğüs” ma’nâsına, cem‘-i (2ور?) gelir. (Dآ) “el
ayası, avuç içi” ma’nâsına isimdir. (E��") İsm-i masdar olup burada “çare ve imkân”
ma’nâsınadır.
Mahsûl-i Beyt: Tabîb-i hâzık-i aşk kābil-i iltiyâm olan kalb-i alîlime dest-i
şifâ-perverini vaz‘ ile; ba‘d-ezîn bu derde çâre ve tedbîr muhâldir dedi.
[Aşkın mâhir hekîmi, iyleşmesi mümkün yâralı kalbime şifâ veren elini
koymakla, bundan sonra bu derde çâre ve tedbîr imkânsızdır dedi. ]
أىi شy م�.د".ا ش�ى
�c��ى "�� "��ئ� أىi ش�� [22]
(".ا) .masdarından ism-i fâildir (اب.اد) soğutmak” ma’nâsına olan“ (م�.د)
“harâret” ma’nâsınadır.(��") bir şeyin içi ve lebi ma’nâsına isimdir. (ء��"), (��"ا) gibi
“kalp” ma’nâsınadır.
Mahsûl-i Beyt: Kalbimi ibrâd ve kâffe-i a‘zâmı âteş-i cihân-sûz-ı aşk ile Sûzân
eden şu mübrid harâret ne olsa gerek?
62
[Kalbimi dondurup cihânı dahî yakan aşkın ateşiyle, bütün a’zâlarımı yakan şu
dondurucu harâret ne olsa gerek? ]
7Bن�76 اج>��6�� م�
دوى و ب�<;�ل ا�/�c�ی� ��
(76�) “maraz ve hastalık” ma’nâsına isimdir. (ن�اج>) “göz kapağı” ma’nâsına
olan (�<ج)’in cem’îdir. (ل�م<;) “bal” ma’nâsına olan “F; ” kelimesinden ism-i mef‘ûl
olup “ballanmış” ma’nâsındadır. (�ی�ث�) “çenenin alt ve üst taraflarındaki dişler”
ma’nâsına olan (Eث��)’nin cem’îdir.
Mahsûl-i Beyt: Çeşm-i bîmârınızın bîmârı oldum. Münferid devâ-yı âcil rîk-ı
halâvet-bahşâ-yı esnânınızdadır. [23]
[Benim hastalığım sizin gözlerinizin hastalığıdır. Bu derdin tek âcil devâsı tatlı
ağız suyunuzu bahşeden dişlerinizdedir. ]
��اQ2ون� وام أو 2ون� أو
,\ ��ی� ا�#,\ دی� ا�#"7B د
masdarından cem‘-i (ای<�د) şer ile va‘d-ı tahfîf” ma’nâsına olan“ (او 2وا)
müzekker muhâtabdır. (2و ), (2 ��ا) .masdarından cem‘-i müzekkerdir (وQام) “baştan
savmak, tekâsül etmek” ma’nâsına olan (E� den cem‘-i müzekkerdir. Biri “hâ”nın’(م��0
zammı diğeri kesri ile iki (,")’lerin merfû‘u “mahabbet” meksûru “mahbûb”
ma’nâsınadır. (��) “mümâtale ve avk ve te’hîr” ma’nâsına isimdir.
Mahsûl-i Beyt: Va‘d ve va‘îdiniz, her ikisini de infâz etmiyorsunuz. Hakkınız
var, şerîat-ı aşkın her hükmü, deyn-i mahabbeti îfâda mümâtaleyi emr eder.
[Mükâfât ve cezanız, her ikisinide yerine getirmiyorsunuz. Hakkınız var, aşkın
kanununun her hükmü, muhabbet borcunun ödenmesinde geciktirmeyi emreder. ]
xرج �ی;z 7B�� �"cا��
63
�: L�>�دى و آ&اك ا�م� رش
(xرج) “dönmek” ma’nâsına olan (ع�رج) masdarından fi‘l-i [24] mâzîdir,
“döndü” demektir. (�" ) “levm ve takrî‘” ma’nâsına olan (P#�) masdarından ism-i
fâildir. (|یz) “ye’s” masdarından ism-i fâildir. (د�رش) “akıl ve zekâ ve idrâk” ma’nâsına
ism-i masdardır. (�:) “sersemlik ve dirayetsizlik” ma’nâsına isimdir.
Mahsûl-i Beyt: Rakîb-i kec-nazar akıl ve şuûrumdan me’yûs olarak levmde
ısrâr etmez oldu. Bilmiyor ki, âşıktaki akıl ve reşâd veleh ve hayretten ibârettir.
[Bakışları çarpık rakîb, akıl ve şuûrumdan ümitsiz olarak levm etmez oldu.
Bilmiyor ki âşıktaki akıl ve rüşd sersemlik ve hayretten ibârettir. ]
7B� آ�� �� E���>أب
&E� �5 أذن� � 7�?
(�� ) “göz” ma’nâsına, cem‘i (ن�� ) gelir. (�� ) “körlük, samem, sağırlık”
ma’nâsına masdarlardır. (ل& ) “rakîb” ve ( اذن ) “kulak” ma’nâsına olup cem‘i (اذان) gelir.
Mahsûl-i Beyt: Haydi ben bu levm ve takrî‘i duymamak için sağırlığı ihtiyâr
edeyim, cemâl-i tahammül-sûzunuza bakmak nasıl müşkil olduğunu görmeyen rakîbin
gözleri kör mü olmuş? [25]
[Haydi, ben bu levm ve azarı duymamak için sağırlığı seçeyim. Tahammülsüz
güzelliğinize bakmanın nasıl zor olduğunu görmeyen rakîbin gözleri kör mü olmuş? ]
E�أو7� ی E�& � �3iا��
��ل ا��ei_ زى� Eوج �زاوی
Aslı (�3ی�) olan (Eی�) “men‘” ma’nâsına olan (�3ن) masdarından fi‘l-i muzâri‘dir.
,yüzünü buruşturmak“ (زاوى) .nin cem’îdir’(نE) akıl ve rüşd” ma’nâsına olan“ (ن�3)
ubûset ve zişt-revlik” ma’nâsına olan “zeyy” masdarından ism-i fâildir. (_eن) “nasîhat”
ma’nâsına masdardır.
64
Mahsûl-i Beyt: Nasâyih-i merdüm-firîbânesine kulak asan yok, rakîb ise
muttasıl söylenir. Rikābında erbâb-ı nühâdan olduğu halde istiskālleri, adem-i kabûlleri
anlamakta irâe-i belâhet ediyor.
[İnsanı aldatan öğütlere kulak asan yok. Rakîb ise durmadan söylenir.
Arkasında akıl sahipleri olduğu halde, hafife alma ve kabul etmemelerini anlamakta
ahmaklık gösteriyorlar. ]
E� cFX ی23ى �� ه2ى �5 ز
ا?cF��s� �s آ7 ی3&ى و
(FX) “sâra” ma’nâsına olup istimrârı mütezammındır. (ی23ى) hediye vermek”
ma’nâsına (اه2ى) masdarından fi‘l-i muzâri‘dir. (ه2ا) “hidâyet” ma’nâsına masdardır.
(7 zann-ı bâtıl” ma’nâsına masdardır. [26] (F�) “dalâlet” masdarından fi‘l-i“ (ز
mâzîdir. (ی3&ى), (ن�ه&ی) masdarından fi‘l-i muzâri‘dir.
(�s?ا) “işitmek” ma’nâsına olan (�s?ا) masdarından nefs-i mütekellimdir. (�:)
“azgın ve gümrâh olmak” ma’nâsına masdardır.
Mahsûl-i Beyt: Garibi şurası ki, bu nasîhatlerle zu‘m-ı bâtılınca bana rehber-i
tarîk-i hüdâ olmak ister. Birçok hezeyânlar etti, hiç birini dinlemedim.
[Garib olan şu ki, bu nasîhatlerle bâtıl iddialarla bana doğru yolu gösterecek
rehber olmak isterler. Birçok hezeyânlar etti, hiç birini dinlemedim. ]
��� � �ء 0�عو��� ی<&ل
�e ه�ى �5 ا�<&ل أ �e م�
&ل) levm-i rakîb” ma’nâsına olan“ (ی<&ل)) masdarından fi‘l-i muzâri‘dir. ء)�(���
“nisvânın alt dudağında biraz esmerlik olmak” ma’nâsına gelen ve sıfat-ı müşebbehe
olan (أ���)’in müennesidir. ( �ع0 ) “inkıyâd ve itâat” ma’nâsına masdardır. (�e (ا
“isyân” masdarından ism-i tafdîldir. (�e ) isyân ile meşhûr Arabda bir kabîle ismidir.
65
Mahsûl-i Beyt: Hiç düşünmüyor ki, leb-i lemyâ-i cânâna bi-t-tav‘ münkād ve
Usâ kabîle[27]sinin isyândaki ısrârı kadar sâhib-i inâd olan bir âşık-ı cân-fedâya
levmler, serzenişler nasıl müessir olabilir?
[Hiç düşünmüyor ki, leb-i lemyâ-i cânâna (kadınların alt dudağında biraz
esmerlik olma ma’nâsına gelir) isteyerek itaat eden ve Usâ kabîlesinin isyandaki ısrarı
kadar inatçı olan bir cânını fedâ eden âşığa levmler, serzenişler nasıl müessir olabilir? ]
��? .G#�2�ى ا �c�? Eم��
��? .G" �� c7 دلBب
(,?) “âşık” ma’nâsına sıfat-ı müşebbehedir. (.G") “men‘ ve hacr” ma’nâsına
masdardır. Burada Mekke-i Mükerreme’de er-Rahme’nin tahtında Hicr-i İsmâîl nâmıyla
ma‘rûf bir mahal ismidir ki; orada vâki‘ olan muâhade kat‘iyyen kābil-i naks değildir.
(��?) “meyl ve tealluk” ma’nâsına masdardır. (دل) “delâlet” masdarından fi‘l-i mâzîdir.
(.G") “akıl” ma’nâsına olmak üzere isimdir. (��?) “çocuk” ma’nâsına olan (��?)’nin
musaggarıdır.
Mahsûl-i Beyt: Hiffet-i aklına delâlet eden hayâlât-ı tıflânesine bakmaz da,
Hicr-i İsmâîl’de mün‘akid olmak hasebiyle nakzı kābil-i imkân olmayan muâhede-i
mahabbeti bozmak ister. [28]
[Aklın hafifliğini gösteren çocuksu hayallerine bakmazda, Hicr-i
İsmâil(Mekke-i Mükerreme’de er-Rahme’nin altında Hicr-i İsmâîl adıyla bilinen bir yer
ismidir)’de vâki olması sebebiyle bozulma imkânı olmayan muhabbet anlaşmasını
bozmak ister. ]
��? � �ذ�� rcری& ة
ه� ب� 5@$4 ه�i ب� ب�
�زل)) “levm edici rakîb” ma’nâsına ism-i fâildir. (ة��?) “âşık” ma’nâsına olan
(,?) masdarından ism-i masdar olup “âşüftegî” ma’nâsına (Eری& ) diyâr-ı Yemen’de
66
aşk ve iffetle meşhûr (Kر& ) kabîlesinin “yâ”sı ile nisbetlenmişidir. (4$@5) ef‘âl-i
nâkısadan olup (ذال) ma’nâsına, (ه� ب� ب�) meçhûlü’n-neseb olanlara ıtlâk olunur.
Mahsûl-i Beyt: Meçhûliyet-i nesebini tahattur etmez de muâşaka-i ismetâne ile
meşhûr olan ( & یEر ) kabîlesine mahsûs âşüftelikten beni men‘ etmeye kalkar.
[Nesebinin meçhûliyetini hatırlamazda, tertemiz aşklarıyla meşhûr olan ( & یEر )
kabîlesine mahsûs âşüftelikten beni men’ etmeye kalkar. ]
ذاب4 ا�.iوح اش@���� �35 ب<2
��.c� ن>�د اc2�مx أج.ى
.masdarından fi‘l-i [29] mâzî müennestir (ذوب) erimek” ma’nâsına olan“ (ذاب4)
”ziyâde akmak“ (اج.ى) .feth-i nûn ile “bitmek tükenmek” ma’nâsına masdardır (ن>�د)
ma’nâsına ism-i tafdîldir. (K.� ) “gözyaşı” ma’nâsına isim olup göze dahî vasıf olur.
Burada “iki göz” ma’nâsınadır.
Mahsûl-i Beyt: Muttasıl rîzân olan girye-i hûn-în artık cereyândan kesildi.
Şimdi gözlerimden âteş-i iştiyâk ile müzâb olan seyyâle-i rûh-ı revân cârî oluyor.
[Aralıksız dökülen kanlı gözyaşlarım artık akmaz oldu. Şimdi gözlerimden
iştiyâkın ateşi ile eriyip gitmiş olan rûhum su gibi akıyor. ]
�B���ا c��� م� أج2ى ا�35
�� م�ء 35� ا"2ى م��@�
nef‘ ve“ (اج2ى) .hibe” masdarından emr-i hâzır, cem‘-i müzekkerdir“ (ه��ا)
fâide” ma’nâsına olan (اج2اء) masdarından fi‘l-i mâzîdir. ( Eم�� ) “maksat ve arzu”
ma’nâsına isimdir.
Mahsûl-i Beyt: Seyelân-ı rûh-ı müzâbe de bitecek gözlerimde. Kudret bana
inkızâ etmeksizin bana bir ayn-ı mâ’ bağışlayınız. Cereyân-ı dumu‘dan duyduğum
lezâiz-i ma‘neviyyeden mahrûm olmayım. [30]
67
[Eriyip gitmiş olan rûhumun su gibi akışı bitecek gözlerimde. Kudretim
bitmeden bana bir ayn-ı mâ’ bağışlayın. Gözyaşlarımın akışınından duyduğum ma’nevî
lezzetlerden mahrûm olmayayım. ]
أو "�� ��ل وم� ا�@�ره�
�� ان �.وا ذاك ب3� م��{
(��") “kalp” ma’nâsınadır. (ل��) “tesliyet” masdarından ism-i fâildir. (ر�ا�@),
göz ile görmek, akıl ile“ (�.و) .masdarından fi‘l-i muzâri‘ nefs-i mütekellimdir (ا�@��ر)
re’y ve zann etmek” ma’nâsına olan (4رؤی) masdarından fi‘l-i muzâri‘dir. (م�), (م�4)
gibi masdardır.
Mahsûl-i Beyt: Veyâhut adem-i ihtiyârıma bakmayarak kābil-i tesliyet bir kalb
veriniz de, iki arzumun birisiyle olsun beni minnetdâr ediniz.
[Veyâhut kudretsizliğime bakmayarak teselliye kabil bir kalb veriniz de, iki
arzumun birisiyle olsun beni minnetdâr ediniz. ]
بF أ��$�ا �5 ا3��ى أو أ";��ا
آiF ش�ء ";� م7B� 2�ى
masdarından emr-i hâzır, cem‘-i (ا��ئfenâlık” ma’nâsına olan (4“ (ا��$�ا)
müzekker muhâtabdır. (ا�ا";�) “iyilik etmek” ma’nâsına olan (ن�ا";) masdarından emr-i
hâzır, cem‘-i müzekker muhâtabdır.
Mahsûl-i Beyt: Ondan sonra ise ister tîb-i visâl ile gönlümü mâl-â-mâl [31]
sürûr ediniz, ister isâet-i firâk ile mahzûn ve mükedder eyleyiniz. İrâde-i ma‘şûkānenize
muallâk olan vasl ve firâkın her ikisi benim için siyyândır.
[Ondan sonra ise ister visâlin güzel kokusu ile gönlümü sürûrla dopdolu ediniz.
İster ayrılığın kötülüğü ile mahzûn ve mükedder eyleyiniz. Âşık olunan irâdenize bağlı
bulunan vasl ve firâkın her ikisi benim için eşittir. ]
68
��رو\ح ا6��, ب&آ. ا���#
��<� ی� أ�� 2� K2 وأ
.masdarından emr-i hâzırdır (�.وی_) rahatlandırmak” ma’nâsına olan“ (روح)
Mekke-i Mükerreme’de bir vâdînin ismidir.(2 .masdarından emr-i hâzırdır (ا �دK) ,(ا
.nin musaggarıdır’(ا��) kardeş” ma’nâsına olan“ (ا��)
Mahsûl-i Beyt: Kardeşçiğim, yâd-ı nâmı eyyâm-ı mâzînin birçok lezâizini
muhtir olan (��#م�) nâm mahallin zikriyle kalbimi tervîh et.
[Kardeşciğim, adının anılması geçmiş günlerin birçok lezzetlerini hatırlatan
[.isimli yerin zikriyle kalbimi rahatlat (م�#��)
اش2 ب��7 ا cء c���� آ&او
�" Eی�أ" �ب� � � آ2ا وا
masdarından emr-i hâzırdır. (����) “çadır (ش2) terennüm” ma’nâsına olan“ (اش2)
kurmak” ma’nâsına olan (7�O�) masdarından fi‘l-i [32] cem‘-i müennestir. (آ2ى) “semâ”
vezninde Mekke-i mükerreme’de bir dere ismidir. Arabî’de iki dağ arasındaki boğaza
”toplamak ve cem‘ etmek“ (ا"�ى) .İ‘tinâ masdarından emr-i hâzırdır (أ �) .denilir (آ2ا)
ma’nâsına olan (�") masdarından fi‘l-i muzâri‘ nefs-i mütekellimdir.
Mahsûl-i Beyt: Ba‘z-ı kere de (آ2ى) mevkiini hayme-gâh eden benât-ı Arab’ın
isimleriyle terennüm ederek şu perîşânî-i hâlimle cem‘ ve arz eylediğim îstid‘â’-yı
mahzunâneme atf-ı nigâh eyleyiniz.
[Ba’zı kere de (آ2ى) mevkiine çadır kurulacak yer edinen Arab kızlarının
isimlerini terennüm ederek şu perîşân hâlimle toplayıp arz ettiğim hüzünlü dilekçeme
bakıveriniz. ]
ن<7 م� زم(م ش�د م#;�
O� ن�وا زم(م ج�ب#;&
69
uzaktan gelen savt ve“ (زم(م) ,ef‘âl-i medhiyyeden “ne güzel” ma’nâsına (ن<7)
sadâ” ma’nâsına olan (Eم)زم) masdarından fi‘l-i mâzîdir. (د�ش) “terenüm edici”
ma’nâsına ism-i fâildir. (ن�;") “güzel” ma’nâsına sıfat-ı müşebbehe olan (�;")’in
cem’îdir. (وا&O�) “ittihâz” masdarından cem‘-i müzekker gāibdir. (م)زم) bi’r-i şerîf-i
zemzem, (ج�) “suyun içtimâ‘ ettiği mahal”e denilir. [33]
Mahsûl-i Beyt: Zira bi’r-i şerîf-i zemzemi çeşme-sâr ittihâz eden hûb-rûların
evsâf-ı dil-ârâlarına dair terennüm eden şâdî-i muhsinin zemzemesi pek müessirdir.
[Zira şerefli zemzem kuyusunu bol çeşmeli bir yer edinen güzel yüzlülerin
gönül okşayan sıfatlarına dair güzel na’me okuyan kişinin nağmeleri pek müessirdir. ]
a~5 \Fب زوی4 م� آ�و ج�
2e� E�ا رج�ل ا��Gi, زى
(زوی4) .ism-i hâs olup “bir mahallin çevresi ve havliyesi” ma’nâsınadır (ج��ب)
“cem‘ etmek” ma’nâsına olan (زى) masdarından fi‘l-i mâzî, binâ-yı meçhûl müfred
müennes gāibdir. ( 5~ ) “iki dağ beynindeki tarîk-i vâsi‘”a denir, ism-i hâstır. (ل�رج)
“racül”ün cem’îdir. (,Gن) “asil” ma’nâsına sıfat-ı müşebbehe olan (,�Gن)’in cem’îdir.
Mahsûl-i Beyt: Bir sürü asil develere süvâr olan merdân, aşkın sahrâ ve
vâdilerinden fevc fevc gelip içtima‘ ettikleri bu mübarek havliyenin kudsiyetine kasem
ederim ki; [34]
[Bir sürü asil develere süvâri olan yiğitler, aşkın sahrâ ve vâdilerinden fevc
fevc gelip toplandıkları bu mübarek alanın kudsiyetine yemin ederim ki; ]
�F ا��x6c و��" � واد\را
��� � �ض K���
70
.in ifti‘âl bâbına naklolunmuşudur’(درع) zırh” ma’nâsına olan“ (دراع)
“Zırhlanmak” ma’nâsınadır. (F�") “libas” ma’nâsına olan (E�")’nin cem’îdir. (x6ن) “toz ve
gubâr” ma’nâsına isimdir. (��� ) “işaret, alâmet” ma’nâsına olan (7� )’in tesniyesidir.
Mahsûl-i Beyt: Alem âlem arası sevgili vatanıma ivaz olan o mübarek
havliyenin gubârından mütehassıl hulel-i kudsiyeden ittihâz ettiğim zırha kasem ederim
ki;
[Alem âlem arası sevgili vatanıma karşılık olan o mübârek alanın tozundan
oluşan giysiden aldığım zırha yemin ederim ki. ]
واج@�x ا��F�c 5� جx� وم�
م.c 5� م.a ب�5P�ء ا�ش�
(م.) .maksat, arzu” ma’nâsına isimdir“ (ش�F) .ifti‘âl bâbından masdardır (اج@��ع)
“geçmek” ma’nâsına olan (م.ور) masdarından fi‘l-i mâzîdir. (.م) Mekke-i
Mükerreme’de (ان.#X.م) denilen mahallin [35] ismidir. (ء�ا�5) “sâye ve gölge”
ma’nâsına olan (�5)’in cem’îdir. (اش�) “yeni yetişmiş hurma fidanı” ma’nâsına gelen
.ın musaggarıdır. “Fidancıklar” demektir’(اش�ء) ın cem‘i olan’(اش�ة)
Mahsûl-i Beyt: Mehbit-ı tecelliyât-ı sübhâniye olan Müzdelife’de içtimâ‘ eden
makāsıdıma ve Merr-i Zahrân’da hurma fidancıklarının latîf gölgeleri altında mürûr
eden eyyâma kasem ederim ki;
[Tecelliyât-ı Sübhâniye’nin indiği yer olan Müzdelife’de toplanan
maksatlarıma ve Merr-i Zahrân’da hurma fidancıklarının latîf gölgeleri altında geçen
günlere yemin ederim ki; ]
�3@s\� 2�ى ا���� ب ����
ن i���ا ب>�واه���K وا
71
”maksat ve arzu“ (م��) .denilen mahaldir (م��) Mekke-i Mükerreme’de (م��)
ma’nâsına olan (Eم��)’nin cem’îdir. (4s� teblîğ” masdarından binâ-yı meçhul, nefs-i“ (ب
mütekellimdir. (ا�� (��) ��) “buhl ve imsâk” ma‘nasına olan�اehl”in tasğîridir. (“ (اه�
masdarından cem‘-i müzekkerdir. (�5) “rücû‘ ve avdet” ma’nâsına masdardır.
Mahsûl-i Beyt: Yegâne maksûd-u kalb-i hazîn olan Minâ’nın sâkinân-ı kirâmı
her [36] ne kadar rücû‘ ve avdetimi talepte buhl ederlerse dahî mâliş-geh-i cebîn-i
âşıkān olan âsitân-ı bülend-eyvânlarına rû-mâl olmaktan başka ümniyyem yoktur.
[Tek maksadı hüzünlü bir kalp olan Minâ’nın kıymetli sâkinleri, her ne kadar
gidip gelme talebime cimrilik etseler de, âşıkların yüz ve alın sürdükleri yer olan
avlunun yüce eşiğine yüz sürmekten başka arzum yoktur. ]
م�& او�#4 �.ى ا��c�م وب�
�@c� ی4� ب�ن�ت ��ا"� "
�6c7� ی.ق �� م�(ل ب<2 ا��
و م;@#;� م� ب<2 م�
masdarından (ایj�ح) açmak, zâhir ve âşikâr etmek” ma’nâsına olan“ (او�4#)
fi‘l-i mâzî, nefs-i mütekellimdir. (4ی��ب) “mübâyenet” masdarından fi‘l-i mâzî, nefs-i
mütekellimdir. (ت�ن�ب) “söğüt ağacı” ma’nâsına olan (Eن�ب)’nin cem’îdir. (�"ا��) bir
memleketin etrâfında olan şenliğe, binalara alem olan (E�"��)’nin cem’îdir. (�@�")
Arabânın yaz ve kış ikāmet ettikleri mahalle alem olan (E�")’nin tesniyesidir. (ی.ق)
“berrak ve sâf” ma’nâsına olan (روق) masdarından fi‘l-i muzâri‘dir. (�6ن) Mekke-i
Mükerreme’de bir mahal ismidir. (م�) teşdîd ile, mahbûbe-i mefrûza ismidir. [37]
Mahsûl-i Beyt: Sayf ve şitâsından başka başka mütelezziz olduğum vatandaki
o latîf söğüt ağaçlarından mehcûr oldum. Şimdi, Şâm’ın kasvet-engîz kurâsında
bulunuyorum. Bu halde dahî “Nekā”dan başka hiçbir yer gözüme görünmez ve “meyy”
denilen mahbûbe-i cihân-ârâdan gayrı câzibe-i aşk kalbimi cezb etmez oldu.
72
[Yaz ve kışında farklı farklı lezzet aldığım vatandaki o latîf söğüt ağaçlarını
terk ettim. Şimdi, Şâm’ın kasvetli köylerinde bulunuyorum. Bu halde dahî “Nekā”dan
başka hiçbir yer gözüme görünmez ve “meyy” denilen cihânı süsleyen sevgiliden başka
aşkın câzibesi kalbimi cezp etmez oldu. ]
Kz واش��� j��"� وج33�
��i��� �&ی�ك ا��� ��Xو
�FB مE� وا �#�ظ ��5
��.B��B.ة وا0. ب�م�
(�"��) “�Q ”, susuzluk ma’nâsına olan (�#�) masdarından ism-i fâildir. (���)
“esmer dudak” ma’nâsına olan (���)’nin musaggarı olup burada mecâz-ı mürsel tarîkiyle
“tükrük” ma’nâsına gelmiştir. (ة.B�) “mestlik, sarhoşluk” ma’nâsına olup (��.B�)
tesniyesidir. [38]
Mahsûl-i Beyt: O mahbûbe-i âlem-bahânın gönlümü envâr-ı aşk ile firûzân
eden vech-i münevveri, hararet-i atş ile sûzân eyleyen leb-i lemeyâ-yı bî-misâlidir.
Lehâz-ı nigâhı ise her nazarda neşve-i diğerle tarab-efzâ olarak kalbimi sekrân ve
heyemân eyler.
[O dünya güzeli sevgilinin gönlümü aşkın nurlarıyla mes’ûd eden nurlu yüzü,
susuzluk ateşiyle yakan emsalsiz leb-i lemyâsıdır(kadınların alt dudağında biraz
esmerlik olma ma’nâsına gelir). Göz ucuyla bakışı her nazarda başka bir neşve ile
kalbimi sarhoş ve şaşkın eder. ]
ی#E ا�.cاح ان@�4وأرى م� ر
رىوE� م� وE� ی<�� ا�
görmek ve bilmek” ma’nâsına müşterek olan ru’yet masdarından fi‘l-i“ (ارى)
muzâri‘ nefs-i mütekellimdir. (_ری) “koku” ma’nâsına isimdir. (راح) “şarâb” ma’nâsına
73
isimdir. (4�@ان) ism-i masdar olan (ة�ن�)’nin ifti‘âl bâbından fi‘l-i mâzî, müfred,
müennes gāibidir. (ارى) “‘asel” gibi bal ma’nâsına olan (ارى)’nin musaggarıdır. Türkçe
bal arısına “arı” denilmesi bundan alınmış demek olacak.
Mahsûl-i Beyt: Şarâbtaki neşve-i hayât-efzâ o mahbûbe-i kâinat-fedânın leb-i
Îsa deminden aldığı nükhet-i revân-bahşâdandır. Baldaki halâvet-i [39] mahsûsa ise leb-
i dil-cûsunun uzûbet-i zâika tırâzına mütehassirâne tezellül ve iftikār eyler.
[Şaraptaki hayat artıran neşve kâinatın fedâ olduğu sevgilinin ]
>6�ر ا��u#c م3�� اب2اذوا�
�.و و "�� cم�� �وا�#�
(��") “kalp” ma’nâsına isimdir. (و.� ) Amr ibn-ül-Âmirî Sanâdîd-i Kureyş’ten
olup Hendek vak‘asında kemâl-i gurûr ile esedullah-il-gālib Alî ibn-i Ebî Tâlib,
kerreme’l-lâhü vecheh, hazretlerine mukābil meydân-ı mübârezeye çıkarak iki nefer
refîkiyle zahm-ı ciğer-şikâf Zülfikār ile âzim-i dâr-ül-bevâr olmuşlardır. (��") Hüyey
İbnü’l-Ahtab Hayberî ve İsrâilî olup Harun aleyh-is-selâm neslindendir. Zevcât-ı
mutahharâttan (E<��") hazretlerinin pederidir. Bu dahi darbe-i Zülfikār-ı Haydâr-ı Kerrâr
ile vak‘a-i Hayber’de maktûl olmuştur.
Mahsûl-i Beyt: O mahbûbe-i âlem-ârânın nigâh-ı ser-tîzi Zülfikār-ı Haydâr-ı
Kerrâr ve kalb-i zaîf ve nâ-tûvânım ise Amr ve Hüyey gibi katîl-i kâr-zârdır. [40]
[O âlemi süsleyen sevgilinin bakışları Haydâr-ı Kerrâr’ın Zülfikârı gibi keskin
benim zayıf ve kuvvetsiz kalbim ise Amr ve Hüyey gibi savaş maktülüdür. ]
أن#�4 ج;�� ن#� e�.ه�
�@c� مE� "��� 35� أب3� "
(4� ,) masdarında fi‘l-i mâzîن#�لza‘f ve nâtuvânî” ma’nâsına olan (“ (ان#
müennes gāibdir. (.e�) “mûmiyân” ma’nâsına isimdir. (�3اب) “hüsn ve revnâk”
74
ma’nâsına olan (�3ب) masdarından ism-i tafdîldir. (���") “zînet” ma’nâsına olan (E��")
masdarından ism-i fâildir. (�@�") “hulleler” demektir.
Mahsûl-i Beyt: O mahbûbe-i bî-hemâl cism-i nâtuvânımı mûmiyân-ı latîfine
benzetti. Bu müşâbehet benim için dâreyndeki hulel-i müzeyyenenin ebhâ ve ahsenidir.
[O eşsiz sevgili benim zayıf bedenimi beli kıl kadar ince güzele benzetti. Bu
benzerlik benim için iki dünyadaki süslü giysilerin en eşsiz ve güzelidir.]
ان �/��j65 4c, 5� ن6�
��X م/�. ب2ر دج� 5.ع
(4�/�) “eğilmek, meyl eylemek” ma’nâsına olan (��/�) masdarından fi‘l-i mâzî,
müfred müennes gāibdir. (,�j�) “uzun ve ince değneğe” [41] ve “yeni yetişmiş fidan”a
denir. (�6ن) “sahrâ ve vâdi” ma’nâsına olup cem‘i (ء�ان6) gelir. (.�/م) “meyve vermek”
ma’nâsına olan “ismâr” masdarından ism-i fâildir. (ب2ر) mehtâbın on beşinci gecesindeki
tamâm-ı ru’yeti. (دج�) “kuraklık, zulmet” ma’nâsına, cem‘i (Eدج�) gelir. (5.ع) başın her
tarafındaki saça ıtlak olunur isimdir. Zülüf ve kâkül gibi bir kısma mahsûs değildir.
(��X) gendüm-gûn, buğday renkli olanlara alem olan (ء���X)’ın musaggarıdır.
Mahsûl-i Beyt: O mahbûbe-i dil-firîb sahrâ-yı melâhatta seyr û hirâm edince
bir dilber-i gendüm-gûnun siyah saçına benzeyen leyl-i muzlimde meyvesi bedr-i tâm
bir fidân-ı latîf-endâma teşbîh olunur.
[O gönül aldatan sevgili güzellik sahrasında edâlı yürürken, bir buğday tenli
dilberin siyah saçına benzeyen karanlık gecede, meyvesi dolunay olan bir latîf endamlı
fidana benzer. ]
�@G34 مc��� 4cواذا و�
�4c ?�رت ا ���ب 5�G� أو
75
�) masdarından fi‘l-i���dönmek ve ta‘kîb eylemek” ma’nâsına olan (“ (و�4 ���4)
mâzîdir. (EG3م) “rûh” ma’nâsına alem olmuştur. (4�G�) “zuhur ve bürûz” ma’nâsına olan
“tecelli” masdarından fi‘l-i mâzîdir. [42] (ب�� .akıl” ma’nâsına olan(,�)’ün cem’îdir“ (ا�
(�5) “gasb ve yağma olunan emvâl” ma’nâsına isimdir.
Mahsûl-i Beyt: O mahbûbe-i rûh-perver istiğnâ ve i‘râz edince rûhum hayalini
ta‘kîb eder. Lütuf ve tecellî ederse akıl ve şuûrum yağmaya gider. Gariptir ki, vasl ve
firâkın her birinde başka başka elem var.
[O rûha cân veren sevgili, istiğna edip yüz çevirdiğinde rûhum hayalini takip
eder. Lütuf ve tecellî ederse akıl ve şuûrum yağmaya gider. Gariptir ki, vasl ve firâkın
her birinde başka başka elem var. ]
�<� وأب� ی/�� ا c ی�
� أب� �� ";3�� آ��&آ. ی@
.masdarından fi‘l-i mâzîdir (اب�) imtinâ‘ ve adem-i rızâ” ma’nâsına olan“ (ب�)
(����) ittibâ‘ ve iktidâ” ma’nâsına olan“ (ی@�) masdarından fi‘l-i muzâri‘dir. (ذآ.) burada
Kur’ân-ı Azîmü’ş-şâna isim olmuştur. (�� okumak, kırâat etmek” ma’nâsına olan“ (ی@
) .masdarından fi‘l-i muzâri‘ binâ-i meçhûldür (��وت) ب�ا ) sahâbe-i kiramdan Übeyy ibn-
i Ka‘b Hazretleri’nin ismidir. Müşârun ileyh kurrâ-i seb‘adandır. Enes ibn-i Malik
Hazretleri’nin rivâyetine göre; Cenâb-ı Fahru’l-Âlemîn sallallahü teâlâ aleyhi ve alâ
âlihi ve sellem hazretleri vahy-i ilâhî ile müşârun ileyh Übeyy’e (�B7 ی�) sûre-i şerîfesini
kırâat buyurmuşlardır. Kurrâ-i seb‘a [43] hazerâtı Kur’ân-ı Kerîm’in yedi vecihle
kırâatının cevâzına dâir olan ilm-i şerîfin müessisleridir.
Mahsûl-i Beyt: O mahbûbe-i gurûr-âverin hüsn ve bahâda Yûsuf aleyhis-
selâm’a sırr-ı pür âverde-i tevâzu‘ olması, menba-ı esrâr-ı Kur’ân Peygamber-i zî-şân
Efendimiz Hazretleri’nin Übeyy’e sûre-i Kur’ân kırâat buyurmasına benzer.
76
[O gurur veren sevgili, güzellik ve zarîflik timsâli Yûsuf aleyhis-selâm’dan
tevâzu’nun bütün sırlarını almıştır ki, Kur’ân’ın sırlarının menba-ı, Peygamber-i Zî-şân
Efendimiz Hazretleri’nin Übeyy’e Kur’ân sûrelerini kırâat buyurmasına benzer. ]
rd6ی � �.cت ا ���ر 0�
ان �.اءت آ.ؤی� 5� آ.ى
(.�) “yukarıdan aşağı düşmek, sukût etmek” ma’nâsına olan (ور.�)
masdarından fi‘l-i mâzîdir. (ر�ا��) “kamer”in cem’îdir. (ع�0) “inkıyâd” ma’nâsına
masdardır. (rd6ی) “uyanıklık” ma’nâsına ism-i masdardır. (اءت.�) “rivâyet” masdarından
ve tefâ‘ul bâbından fi‘l-i mâzîdir. (آ.ى) “nevm, uyku” ma’nâsına isimdir.
Mahsûl-i Beyt: Yûsuf aleyh-is-selâm kevâkibe mescûd olduğunu rü’yâda
görmüştü. O mahbûbe-i bî-misâl tecellî-sâz-ı âlem-i imkân olunca nice [44] bin
kamerler hâl-i bîdârî ve hakîkîde mecbûr-ı sukût ve sücûd oldular.
[Yûsuf aleyh-is-selâm yıldızların kendisine secde ettiğini rü’yâda görmüştü. O
benzersiz sevgili imkân âleminde tecellî edince nice [44] bin aylar uyanık ve hakîkî
hâlde düşmeye ve secdeye mecbûr oldular. ]
7B" �2 مB� �2 أم�B� 7�
�73� ی� ب�� e6�� ا�.iؤی�
(2B�) ef‘âl-i mukarebeden (د�آ)’nin fi‘l-i muzâri‘idir. (2B�) “hile ve hud‘a”
ma’nâsına olan (2آ�) masdarından fi‘l-i muzâri‘, binâ-yı meçhûldür. (�e6�) “ahvâl-i
mâziye ve hâliyeyi hikâye etmek” ma’nâsına masdar olan (Ee�)’nın fi‘l-i muzâri‘idir.
Mahsûl-i Beyt: Yûsuf aleyh-is-selâm kendine kevâkibin sücûdunu rü’yâda
görüp de peder-i büzürg-vârı Ya‘kûb aleyh-is-selâma arz ettikte keyd-i ihvân
mütâlaasıyla rü’yânın kimseye hikâye olunmamasını emretmişti. O mahbûbe-i bî-
hemâle vakı‘ olan sücûd-ı hakîkî nihân ve âşikâr olsa da keydden baîddir.
77
[Yûsuf aleyh-is-selâm kendine yıldızların secdesini rü’yâda görüp de yüce
pederi Ya‘kûb aleyh-is-selâm’a arz ettiğinde kardeşlerinin tuzağı düşüncesiyle rü’yânın
kimseye hikâye olunmamasını emretmişti. O eşsiz sevgiliye yapılan hakîkî secdeleri
gizli ya da açıkta olsa hîleden uzaktır. ]
ش><B5 �G" 4�ن4 اذ ب2ت
�@G" �5 �@cG" �c�e���[45] ب
(ب2ت) .masdarından fi‘l-i mâzîdir (ش>x) çift olmak” ma’nâsına olan“ (ش><4)
“zuhûr ve bürûz” ma’nâsına olan (ب2و) masdarından fi‘l-i mâzîdir. (��eم) burada
“secdegâh” ma’nâsınadır. (�@G") “hac etmek” ma’nâsına olan (~") masdarının
tesniyesidir.
Mahsûl-i Beyt: Mihrâb-ı kudsiyân olan hüsn-i kâinât namaz-ı secdegâhımda
tecellî edince Ka‘be visâlinde iki hac etmiş oldum. Birine ihtiyâr eylediğim meşâkk-ı
sefer, diğerine mazhar olduğum tecelliyât-ı rûh-perver gibi hüccetim var.
[Kudsîlerin mihrâbı olan kâinâtın güzelliği namazda secde ettiğim yerde tecellî
edince Ka’be’ye ulaşmakla iki hac etmiş oldum. Birinci hacca tahammül ettiğim sefer
meşakkati, diğerine mazhar olduğum rûhu kuşatan tecellîler gibi delilim var. ]
4��� ���3� اwن أ?5
�@�� ذاك م�� وه� أر�� �
(���masdarından nefs-i mütekellimdir. (4 (?�ت) ,(ا?��) kabl masdarından fi‘l-i
mâzîdir. (ار��), (�ر�) masdarından ism-i tafdîldir. (�@���) “iki kıble” ma’nâsına…
Mahsûl-i Beyt: Mihrâb-ı ebrûsuna tevcîh-i vech ibâdet-i ıztırârî olduğunu [46]
söyledim, kabul etti. Kıblegâh-ı âbidîn olan cemâl-i bî-misâli sûrî ve ma‘nevî
kıblelerimin en kıymetlisi oldu.
78
[Sevgilinin kaşlarına yüzünü çevirmek ıztırârî ibâdet olduğunu söyledim, kabul
etti. Âbidlerin kıblegâhı olan eşsiz ve sûrî güzelliği, ma‘nevî kıblelerimin en kıymetlisi
oldu. ]
�� أن :�.ه� ��� 4� آ#
�� ذا ا�.iش� Eأی E�.dن
(4� ��) .) masdarından fi‘l-i mâzîdirآ#sürmelenmek” ma’nâsına olan (F“ (آ#)
“körlük” ma’nâsına ism-i masdardır. (Eای) “zecr ve men‘” ma‘nâsını mutazammın olup
burada (�� )’ninرش�) “ceylân” ma’nâsına olan (رش�ma’nâsınadır. ( (انe.ف
musaggarıdır.
Mahsûl-i Beyt: Ey gazâl-i bî-hemtâ, benden insırâf et! O mahbûbe-i cihân-
fedâdan başkasına bakan gözlerim âmâ ile iktihâl etsin.
[Ey eşsiz ceylan, benden yüz çevir! O uğruna cihân fedâ edilecek sevgiliden
başkasına gözlerim bakarsa gözlerim körlükle sürmelensin. ]
rc4ج��2�ى رب�ه� أم#
�@cم� ج� �3@�G 4� أم "
giyâh ve“ [47] (ام#�nin cem’îdir. (4’(رب�K) yüksek tepe” ma’nâsına olan“ (رب�)
miyâh kahtı, fıkdânî-i kuvve-i inbâtiye” ma’nâsına olan (ل�و ام# F#م) masdarlarından
fi‘l-i mâzîdir. (4�") “tatlı ve şirin” ma’nâsına olan (��") masdarından fi‘l-i mâzîdir.
(4�G ), (F�G>�) masdarından nefs-i mütekellimdir. (�@ج�) “iki cennet” ma’nâsınadır.
Mahsûl-i Beyt: O mahbûbe-i bî-hemtânın sâye-endâz olduğu yerler feyz-i
nâmiye-i kudretle ser-sebz tarâvet olsa da olmasa da indimde cennet gibidir. ( ف�و��� �
âyet-i kerîmesiyle mübeşşer olan ebrâr-ı ümmet arasında bana iki cennetin (م6�م ربE ج�@�ن
biri dünyada verildi.
79
[O eşsiz sevgili gölgenin olduğu yerlerde kudretin bereketli feyzi ile yeşil ve
taze olsa da olmasa da benim yanımda cennet gibidir. (ن�ج�@ Eم رب�ف م6�و��� �) âyet-i
kerîmesiyle müjdelenmiş olan ümmetin hayırlıları arasında bana iki cennetin biri
dünyada verildi. ]
.�" �5 4�� آ<.وس ج
?x� ?�<�ء و دی��ج ��ى
.وس)) “gelin” ma’nâsına isimdir. (4�� zuhur ve bürûz” ma’nâsına olan“ (ج
�.) .masdarından fi‘l-i mâzîdir (ج��ت)"), (K.�") müfredinin cem’îdir. (ج�� ”kumaş“ (دی
ma’nâsına Farisî olan (�� .nın muarrebidir’(دی
Mahsûl-i Beyt: Nev-arûs-ı hacle-gâh-ı hüsn ü ân olan o mahbûbe-i bî-hemâl
sanâ [48] mahsûlü olan o latîf çarşafla cilve-ger olursa zabt-ı nazar nasıl kabil olur.
[Yeni gelinin odasının en güzel ânı olan, o eşsiz sevgilinin mahsûlü o latîf
çarşafla sana cilve yaparsa, gözlerini ondan almak nasıl kabil olur. ]
2ر 5� ��2ىدار ��2 7� ی
�: L� أنEc م� ی��ء 3�� ی
(2��) “bekā ve istimrâr” ma’nâsına olan (د���) gibi masdardır. (ی2ر) “tahattur
emek” ma’nâsına olan (دور) masdarından fi‘l-i muzâri‘dir. (2��) “beled” vezninde “kalp,
fuâd, bâl” ma’nâsına isimdir. (Pی�) “bu‘d” ma’nâsına olan (ىPن) masdarından fi‘l-i
muzâri‘dir. (L� .6�) masdarından fi‘l-i muzâri‘dir�mülâkāt etmek” ma’nâsına olan (“ (ی
(�:) “haybet ve hüsrân” ma’nâsına masdardır.
Mahsûl-i Beyt: O mahbûbe-i dil-âşûbun sâye-endâz olduğu tepeler bana dâr-
ül-huld oldu. Orada bulundukça dil-âzürde-i hicr ve firâk olmak hatırıma bile gelmez.
Dâhil-i halvet-sarây-ı hulûd olan uşşâk için vuslat ve firkatin ne hükmü olabilir. [49]
80
[O kalbi meftûn eden sevgilinin gölgesini saldığı tepeler bana sonsuzluk diyârı
oldu. Orada bulundukça ayrılık ve gurbetten dolayı kalbi kırık olmak hatırıma bile
gelmez. Hükümdârın husûsi odasında ebedî kalan âşıklar için vuslat ve ayrılığın ne
hükmü olabilir. ]
أىi م� وا�5 "(ی�� "(ن3�
�.c �� روcح �.ى �.i أى
masdarından fi‘l-i (م�ا5�ت) vâsıl ve mülâkî olmak” ma’nâsına olan“ (وا�5)
mâzîdir. (ی�)") hüzün masdarından ism-i fâildir. Burada “harîm-i beyt havli”
ma’nâsınadır. (.�) “sürûr” masdarından fi‘l-i mâzîdir. (روح) “safâ ve rahat” ma’nâsına
fi‘l-i mâzîdir. ( �. ) fethateyn ile “kalp” ma’nâsına isim olduğu gibi ikinci (.�) dahî “iç
ve lüb” ma’nâsına kezâlik isimdir.
Mahsûl-i Beyt: O mahbûbe-i cihân-ârânın harîm-i beytine mahzûn giren
mesrûr olur diyorum da, o mahremiyete kābil ve müstaid olmadığımdan dolayı bu kîl u
kālin ferah-ı kalbe asla te’sîri olmuyor.
[O cihânı süsleyen sevgili evinin hâremine mahzûn giren mesrûr olur diyorum
da, o mahremiyete kābil ve hazır olmadığımdan dolayı bu boş sözlerin kalbin ferahına
asla te’sîri olmuyor. ]
م� أن;3�ب$| "� ب4�2
أو م� ?�ح ا�<�� :� rو"� [50]
değişmek” ma’nâsına“ (ب4�2) .nin mukābilidir’(ن<7) ef‘âl-i zemmden olup (ب$|)
olan (F���) masdarından fi‘l-i mâzîdir. (|ان) “istînâsı” ma’nâsına masdardır. (4�"و)
“ins”in zıddı olup, masdardır.
Mahsul-i Beyt: Hezâr teessüf ki, ünsiyet vahşete, safâ-yı ıyş hüsrân ve haybete
mübeddel oldu.
81
[Binler teessüf ki, ünsiyet vahşete, rahat yaşam hüsrâna va bozulmaya
dönüştü.]
ا�>�ئ4 وا .xG�"�! ی
";.�� أ�l6 "(ن� 5� ی2ى
(xG�.ی) “ric‘at etmek” ma’nâsına olan (ع�Gار�) masdarından fi‘l-i muzâri‘dir.
ا�masdarından ism-i fâildir. ( l6 (5�ت) zâyi‘ olmak, elden çıkmak” ma’nâsına olan“ (5�ئ4)
”bir kabahat edip veyâhut bir hal ile müteessir olup da ellerini yüzüne tutmak“ (�5 ی2ى
ma’nâsına cümle-i Arabiyyedir.
Mahsûl-i Beyt: Ba‘d-ezîn kemâl-i tahassürle ellerimi yüzüme tutmalıyım. Zîrâ
fevt olan rücû‘ etmez. [51]
[Bundan sonra kemâl-i hasretimle ellerimi yüzüme tutmalıyım. Zîrâ geçip
giden bir şey geri dönmez. ]
�� ��>� � "�� م.� ��
2و�� ���� �.بx ب@��
(F��) “meyk ettirmek” ma’nâsına olan (E��م) masdarından fi‘l-i muzâri‘dir. (��")
“mahmî ve mahfûz mahal” ma’nâsınadır. (x� hayme-gâh, ikâmet-gâh” ma’nâsına“ (م.�
ism-i mekândır. (K2و ) “cihet ve taraf” ma’nâsına isimdir. (xرب) “mekân ve mesken”
ma’nâsınadır. (���) memleket ismidir.
Mahsûl-i Beyt: Beni artık hayme-gâhım olan (����) nâm mevki‘-i mübârekten
(��") denilen mahalle meyl ettirmeyiniz.
[Beni artık çadırımı kurduğum yer olan (����) isimli mübârek mevki’den (��")
denilen yere meyl ettirmeyiniz. ]
82
��ن��� ���ن�ت �.ا�5
�����ن ا�#, �3�5 ��>�
��ن�ت)�) “arzu ve maksûd” ma’nâsına olan (Eن���)’nin cem’îdir. (ت�ن�ب) yaprakları
söğüde müşâbih ve tohumu ba‘zı ilele nâfi‘ bir ağaçtır. İsm-i Türkîsi (sorgun) ağacıdır.
(xا�.�) “murâzaa” [52] iki kişinin meme emmekteki iştiraki ma’nâsına… (ن���) “süt”
ma’nâsına olan (���)’in cem’îdir. (��) “müsâvî” ma’nâsına olan (ى��) masdarının
muharrefidir.
Mahsûl-i Beyt: Zîrâ en büyük emelim nihân-ı gülşen-i hüsn ü ân olan o
mahbûbe-i bî-hemâl ile murâzaa-i libân mahabbet ettiğimiz o latîf mevki‘de imrâr-ı
hayat etmektir.
[Zîrâ en büyük gayem gizli gül bahçesindeki en güzel ân olan, o eşsiz sevgili
ile süt emip birlikte muhabbet ettiğimiz o latîf yerde hayatıma devam etmektir. ]
�" D�O�وا F��� م� م� م
ف 6��E�� و أن�c ذاك وى
(F� (م;D�" 2G) ,bir mevzi‘ ismidir. (D�") (م�melâlet” ma’nâsına masdardır. (F“ (م
“hayf” kāmûs kavlince “cevr ve zulüm” ma’nâsına ise de lisanımızda “bir şeyin
ziyâında tessüf” makamında isti’mâl olunur. Burada dahi öyle isti’mâl olunmuştur.
Mahsûl-i Beyt: Bugünkü melâl ü kelâl “Melel” denilen mahall-i kasvet-
bahşâdandır. Hayf ki, ba‘d-ezîn Mescid-i Hayf’ın safâ-yı ma‘nevîsiyle zevk-yâb olmak
kābil olmayacak. [53]
[Bugünkü yorgunluk (F� denilen kasvet verici yerdendir. Yazıklar olsun ki (م
bundan sonra Mescid-i Hayf’ın ma’nevî neş’esiyle zevk etmek mümkün olmayacak. ]
.e5� م ��>Q� �نi2��5� ب
�5 .e5� م �ب� �j5 ��3�
83
dünyanın cem’îdir. (��>Q� ) tama‘ masdarından fi‘l-i muzâri‘dir. Nehy-i (دن�)
hâzırdır. (ف.eم) “dönmek, insirâf etmek” ma’nâsına masdar-ı mîmîdir.
Mahsûl-i Beyt: Zevkinde, melâlinde ganîmet bildiğim “Hayf” ve “Melel”
mevki‘lerinden insirâf için dünyâların lezâizi beni ıtmâ‘ edemez.
[Zevkinde, sıkıntısında ganîmet bildiğim “Hayf” ve “Melel” mevki‘lerinden
ayrılmak için dünyâların lezzetleri beni hırslandıramaz. ]
�� �� �.ى أی� ����ت 5
ج���ت ا6��� و�.ى أی�
4� ب73 ?��ی.ىآ آ4�
��" 73�5 E@�� �م c.[54] م
birbirine mülâsık eşcâr-ı (����ت) .masdarından fi‘l-i muzâri‘dir (رؤی4) ,(�.ى)
kesîresi olan ve Fârisî’de “Hıyâbân” denilen mahalle isim olmak üzere (E��<�) vezninde
(E����)’nin cem’îdir. (���) mescid-i Kubâ, (ائ��.�) “tefâ‘ul” bâbından cem‘-i müennes
gāibedir. “Göründüler” demektir. (ج���ت) cemîlenin cem’îdir. (���) “libas” ma’nâsına
olan (���)’nın musaggarıdır. (ی.ى), (راى) masdarından fi‘l-i muzâri‘dir (.م) “merâret” gibi
masdardır. (4�� ), (ت�م��) masdarından nefs-i mütekellimdir. (��") “tatlı” ma’nâsına
olan “hulv”ün musaggarıdır.
Mahsûl-i Beyt: Ey rakîb-i kec-bîn! Sana lezzet-i aşk nasîb olsa da Kubâ
mevki-i mübârekinin eşcâr-ı latîfesine ve kabâ-yı nazar-rubâ-i nâzenînâne ile arz-ı
endâm eden mahbûbelerin hirâm-ı dil-âşûbuna imâle-i nazar iştiyâk etmiş olsan bendeki
merâret-i hicr û firâkı pek tatlı görürdün.
[Ey şaşı rakîb! Sana aşk lezzeti nasîb olsa da mübârek Kubâ mevki’inin latîf
ağaçlarına ve nazarları üzerine çeken nârin kaftan ile arz-ı endâm eden sevgililere, kalbi
84
meftûn eden bir bakış atmayı arzu etsen, bendeki ayrılık ve gurbetin acısını pek tatlı
görürdün. ]
5�رح م� �&ع &ل م;�<�
�8 ا�.اء زى@� ,� و � ا�6
”ateşle [55] “yakmak, dağlamak (�&ع) .masdarından emr-i hâzırdır (اراح) ,(ارح)
ma’nâsına isimdir. (x�;م) “sem‘” masdarından “kulak” ma’nâsına ism-i âlettir.
Mahsûl-i Beyt: Ey rakîb-i bî-idrâk! Artık beni rahat bırak. Dâg-ı düşnâm ile
gûş-ı hûşumu yakma. “Râ”yı “zâ”ya kalb ile fuâd-ı gam-ı mu‘tâdımdan âlâmı izâhe et.
[Ey idrâksiz rakîb! Artık beni rahat bırak. Sövüp saymalarının yanık yarası ile
aklımın kulağını yakma. “Râ”yı “zâ”ya çevirmekle gönlümün alışılagelmiş gamından
acılarını götür. ]
8� ��� F� �3ب �ب�ا6�
ج�ء م��� وان~ م� ب2 r ج�
�2ه� � واد �� :�. د
��i;ه&ا ا� Eب ��� ن<7 م� أ
(F�) tahliye masdarından emr-i hâzır olup “terk et, bırak” ma’nâsınadır. (F�)
“hullet” gibi masdar ise de burada sıfat-ı müşebbehedir. (�م��) “kizb ve iftira” ma’nâsına
masdardır. (~ون), (�Gان) masdarından necât, emr-i hâzırdır. (E yeni, hâdis olan sonra“ (ب2
yapılan şeyler”e denilir.
Mahsûl-i Beyt: Ey mübâhât-ı kâzibâne ile müştehir olan (ج�) kabilesine [56]
mahsus bid‘atten necât istersen müsemmâsına müstehak olmadığın esâmî ve elkāb ile
mübâhât eyleme. O mahbûbe-i âlem-fedânın abd-i rıkkı olduğumu i‘lân edecek bir isim
ile çağırılırsam işte o zaman iktisâb-ı ulviyyet etmiş olurum.
85
[Ey yalancı övünme ile meşhur olan (ج�) kabilesine mahsus bid’atten
kurtulmak istersen, adlandırılmayı hak etmediğin isimlerle ve lakaplarla övünme. O
uğruna âlem fedâ edilecek sevgilinin kulu kölesi olduğumu i’lan edecek isim ile
çağrılsam işte o zaman bir yücelik kazanmış olurum. ]
B� 2اان� � 2>� �6" �3�
�� Kا� ��. ". 7� ی�, د
(2>�) ef‘âl-i nâkısadan olup “iâde, rücu‘” ma’nâsına fi‘l-i mâzî olan (د� )’nin
fi‘l-i muzârî‘ muhâtabıdır. “Burada olursun” ma’nâsınadır. (.") esirin zıdd-ı
mukābilidir. (,�7 ی�) “halt ve mezc” ma’nâsına olan (ب�آ/) vezninde (ب�ش�) masdarından
fi‘l-i muzâri‘ müfred, müzekker, gāibdir. (��) “cahd ve inkâr” ma’nâsına isimdir.
Mahsûl-i Beyt: O mahbûbe-i dil-firîbe ubûdiyyet-i sahîha iktisâbına çalış ki,
hayru’l-ahrâr olasın. Da‘vâ-yı ubûdiyyeti cahd û inkâr ile mezc û halt etme. Zira şerâi‘-i
aşkın her kelimesi tesliyet-i mutlakayı emr eder. [57]
[O gönül aldatan sevgiliye gerçek kulluğa çalış ki, hayırlıların en hayırlısı
olasın. Kulluk da’vâsını bile bile inkâr ederek katıp karıştırma. Zira aşkın kanûnunun
her kelimesi mutlak teselli vermeyi emr eder. ]
�#� cأن� �ت رو"� ذآ.ه��
ر � ا�@c�ق �&آ.ى ه�c ه�
”rücû‘ etmek ve dönmek“ (�#�ر) .rızık ve gıda” ma’nâsına isimdir“ (��ت)
ma’nâsına masdardır. (ق��) “sür‘atle meyl ve ikbâl” ma’nâsınadır.
Mahsûl-i Beyt: O mahbûbe-i âlem-pahânın yâd-ı nâmı gıdâ-yı rûhundur. Ey
kalb! Seni eşvâk-ı gûnâ-gûn ile mehbit-ı envâr-ı vecd eden ezkâr-ı tarab-fezâsından bir
an hâlî olma.
86
[O kıymeti âlemlere bedel sevgilinin adının anılması rûhun gıdâsıdır. Ey kalb!
Seni türlü türlü şevklerle, nûrunun inmesiyle seni vecde getiren, içine ferahlık veren
zikrinden bir ân uzak kalma.]
�;4 أن;� ب��/��ی� ���3�
آiF م� 5� ا�#�\ أ�.ى 5� ی2ى
masdarından fi‘l-i muzâri‘ nefs-i (ن;��ن) unutmak” ma’nâsına“ (ان;�)
mütekellimdir. (�ی�ث�) inişli ve yokuşlu tarîkin ve sa‘bü’l-mürûr cibâlin ismi olan (Eث��)
müfredinin cem’îdir. (�") “aşîret ve kabîle” ma’nâsına olup cem‘i (��"ا) gelir. (ى.� (ا
esîrin cem’îdir. [58]
Mahsul-i Beyt: Kabîle-i mahabbette ne kadar üserâ-yı aşk var ise kâffesinin
dest-i bî-emânında zebûn olduğuna dâir bir dağ başında vâki‘ olan mübâhât-ı
ma‘şûkānesini hâlâ unutmadım.
[Muhabbet kabîlesinde ne kadar aşkın esirleri varsa tamamının güvenilmez
elinde zayıf düştüğüne dâir bir dağ başında vaki’ olan sevilen övünmesini hâlâ
unutmadım. ]
�.ا أن>O@;73 م��73;
Gن F4ه �@j�أن>;73 م� �
(F�) suâl masdarından emr-i hâzırdır. (ا.�O@;م) istihbâr masdarından ism-i
fâildir. (|<ان), (4� masdarından ism-i tafdîldir. Burada “reîs-i kabîle” ma’nâsına (ن>�
isti‘mâl olunmuştur. (4Gن), (ت�Gن) masdarından fi‘l-i mâzîdir. (|<ان) nefsin cem‘i, (�@j��)
“uç” ma’nâsına olan “kabza”nın tesniyesidir.
Mahsûl-i Beyt: İhtizâz-âver-i kalb-i rakîk û sıddîk olan sadâ-yı muhrikānesiyle
bağırarak kabîle-i mahabbetin rüesâ-yı aşk-peymâsına sorunuz ki, kabza-i nerîmân-
pesend-i ma‘şûkānemden nasıl halâs olacaklar? Zemînindeki hitâb-ı itâb-âmîzi sımâh-ı
âşıkānemden henüz çıkmadı. [59]
87
[ İnce ve dosdoğru kalbi titreten yakıcı sesle bağırarak, muhbabbet kabîlesinin
aşk takdir eden reislerine sorunuz ki, sevdiğim seçilmiş yiğitlerin başında olmaktan
nasıl kurtulacaklar. Yerindeki azarla karışık sözler âşık kulağımdan henüz çıkmadı.]
5��j6� م� ب�� ��QO وا�.��
دن "�م� E� ا�� �j5 أو ا
Ma‘lûm olan (و �2ر �j�) ma’nâsınadır. (4O�) “rıza” mukābili olup “gücenmek,
hiddet ve gadab etmek” ma’nâsına masdardır. (�eا�) “bu‘d” ma’nâsına olan (�eا�)
masdarından fi‘l-i muzâri‘, nefs-i mütekellimdir. (�j�) “mâte” yani “öldü” ma’nâsına
fi‘l-i mâzîdir. (ادن) “yakınlık, kurbiyet” ma’nâsına olan (�دن) masdarından if‘âl bâbında
nefs-i mütekellimdir. (�") hayat masdarının sıfat-ı müşebbehesidir.
Mahsûl-i Beyt: “Kazâ ve kader, gazab ve rızâmın mâbeynindedir. Kimi ib‘âd
edersem ifnâ, kimi takrîb eyler isem ihyâ ederim.” Hutbe-i kāhirânesiyle kabîleyi ser-
be-zânûyu haşyet eylediği zamanın dehşeti hâlâ kalbimden zâil olmadı.
[“Kazâ ve kader, hiddet ve rızâmın arasındadır. Kimi uzaklaştırırsam
yokederim, kimi yakınlaştırırsam ona hayat veririm.” Kahreden ifadesiyle kederden başı
dizlerine düşmüş kabîleyi korkuttuğu zamanın dehşeti hâlâ kalbimden gitmedi.]
�ى �5�c2دع ا� ,QO�0, ا��
[60] ب��.i�� �.�� ا�� و?F ر��
(,0��) “talep ve arzu” ma’nâsına olan (,Q�) masdarından ism-i fâildir. (,Q�)
“şiddet ve emr-i azîm” ma’nâsına isimdir. (دع) “bırak, terk” ma’nâsına emr-i hâzırdır.
Masdarı Araptan mesmû‘ değildir. (ر��) “nusha ve efsûn” ma’nâsına olan (Eر��)’nin
cem’îdir. (��.�) terakkî ve intisârın sülâsîden (�ر��) gelen masdarından fi‘l-i muzârî‘
muhâtabdır.
88
Mahsûl-i Beyt: Tarîk-i aşkta terk-i da‘vâdan başka çâre yoktur. Rukye ve
efsun ile o mahbûbe-i cihân-ârâya muvâsalat mümkün olmaz. Akıl ve hûştan geçmeli de
ondan sonra tâlib-i visâl olmalı.
[Aşk yolunda bu davanın terkinden başka çare yoktur. Büyü ve sihir ile o cihânı
süsleyen sevgiliye ulaşmak mümkün olmaz. Akıl ve fikirden geçmeli de ondan sonra
ona varmaya tâlib olmalı.]
7 نe#� وان�ح م<�5� وا:@ر
��ى 3����� ش$4 ان 3��ى 5
âfiyet masdarından mufâale (م<��5) .git” ma’nâsına emr-i hâzırdır“ (رح)
bâbından ism-i mef‘ûldür. (7�@s ”) “nasihatنganîmet masdarından emr-i hâzırdır. (_e (وا
ma’nâsına masdarıdır. (4$ش) “irâde ve arzu etmek” ma’nâsına olan (4$��م) masdarından
fi‘l-i mâzî, muhâtabdır. (ى�3�) “aşk ve mahabbet” ma’nâsına olan (ى�ه) masdarından
[61] fi‘l-i muzârî‘, müfred, müzekker, muhâtabdır.(ى�� belâ ve musîbet” ma’nâsına“ (ب
isimdir. (�3�) “hazırlanmış” ma’nâsına emr-i hâzırdır. Esâsen tasrîf olunmamıştır.
Mahsûl-i Beyt: Selâmet ve âfiyetle git, nush-ı vefâ-perverânemle muğtenim ol.
Murâdın âşık olmaksa belâ-yı mahabbete hazırlan.
[Emniyet ve esenlik içerisinde git, vefâlı nâsihatlerimi ganîmet bilen ol.
Dileğin âşık olmaksa muhabbetin belâsına hazırlan.]
ب� ج>�ن ان وب;76 ه4�
و?>� ب(ی� وب(ىزان3�
(76�) “maraz ve ibtilâ” ma’nâsına masdardır. (4ه�) “beht ve hayrânî” ma’nâsına
olan (ن�ه��) masdarından fi‘l-i mâzî, nefs-i mütekellimdir. (زان) zînet gibi masdardır.
.şekil ve hey’et” ma’nâsına isimdir“ (زى)
89
Mahsûl-i Beyt: Uyûn-ı mahmûrunu tezyîn eden ârıza-i sukm beni heyemân ve
hayrân etti. Gamze-i dil-âşûbuna tahammül her âşıkın kârı değildir.
[Mahmûr gözlerini zînetlendiren hastalık beni hayrân etti. Kalbi meftûn edenin
süzgün bakışlarına tahammül her âşıkın kârı değildir. ]
E��م F�� آF�@� 7 م� �
�" Fم� آ ��� [62] 5�د 5� "
(F�@�) “maktûl” ma’nâsına sıfat-ı müşebbehedir. (F���) kabîlenin muhaffefidir.
.kısas” ma’nâsına isimdir. (�") burada kabîle ve aşîret ma’nâsınadır“ (5�د)
Mahsûl-i Beyt: Aşk yolunda ifnâ-yı hayat edenlerin demi hederdir. Kabîle-i
aşkın her fırkasından tîg-i ser-tîz mahabbetimizle maktûl olanlar için kısas yoktur.
[Aşk yolunda hayatı yok sayanların kanı boşa gider. Aşk kabîlesinin her
kısmından keskin kılıcımız olan muhabbetimizle öldürülenler için kısas yoktur. ]
��cjا� F�� ب�ب و?�� ا�;c�م م�
�� مE� �� م� دم�" 4� 7� �
��م)) “mevt” ma’nâsına isimdir. (F��) “yol” ma’nâsına olan (F���)’in cem’îdir.
(���) “hüzün ve meşakkat ve za‘f ve maraz” ma’nâsına isimdir. (4دم) devam
masdarından fi‘l-i mâzî muhâtabdır. (���) “dühûl ve nüzûl” ma’nâsına olan (ا���)
masdarının kāide-i idgāma uğramış fi‘l-i muzâri‘ muhâtabıdır.
Mahsûl-i Beyt: Şehr-i hakîkate vüsûl, tarîk-i hüzün ve meşakkatten geçmeye
ve bâbü’s-selâm fenâya dühûl etmeye mütevakkıftır. Mâ-dâmına âlâyık-ı kevniyyeden
hazzın vardır, emin ol ki o kapıdan henüz geçmedin. [63]
[Hakîkat şehrine ulaşmak, üzüntü ve sıkıntı yolundan geçmeye ve emniyet
kapısından yokluğa girmeye bağlıdır. Mademki var olmaya arzun vardır, emin ol ki o
kapıdan henüz geçmedin. ]
90
�6� ( ا� � 4��s@� 5�ن ا
�" |<cل ا��&� 5��� و?�� ب
(4��s@� () .istiğnâ masdarından fi‘l-i mâzî muhâtabdır (ا) “izzet” ma’nâsına
masdardır. (�6ب) Fenâ mukābili olup isimdir. (ب&ل) “sarf, ibzâl” ma’nâsına masdardır. (�")
“meyl ve ikbâl” ma’nâsına isimdir.
Mahsûl- Beyt: İzzet-i bekādan, lezzet-i dünyâdan istiğnâya azmin var ise
mehbit-ı envâr-ı bekā-yı hakîkî olan visâlime bezl-i nefs etmeye azm et.
[İçinde bulunduğun kıymetli hâlin devamından, dünyanın lezzetinden uzak
durmaya azmin var ise, tecellî eden nûrlarıma hakîkî ve ebedî bir kavuşma için nefsinle
gayret etmeye azm et. ]
�5 8Q;4 رو"� ان �.ى ب��
�4 5.أی� أن �.ى �3j��
(l;ب) “inbisât ve inşirâh” ma’nâsına masdardır. (���) “almak, kabz etmek”
ma’nâsına masdardır. (4� ) “yaşamak” ma’nâsına olan (�� ) masdarından nefs-i
mütekellimdir. (ى.�), (راى) masdarından fi‘l-i muzâri‘, müfred, müennes, muhâtabdır.
[64]
Mahsûl-i Beyt: Tahsîl-i rızâ ve inbisâtın kabz-ı rûhuma mevkûf ise beni o lutf-
ı hayât-bahşınla ihyâ et. Bana âid kâffe-i ârâ re’y-i selîm-i ma‘şûkānen içinde
müstehlektir.
[Rızânın tahsili ve ferahlık, sıkıntı içindeki rûhuma bağlı ise beni o hayat veren
lutfunla ihyâ et. Bana ait bütün süsler, âşıkların doğru düşünceleri içinde tüketilmiştir. ]
��� 2>� أىi �<&ی, ��ى ا�
م8� &ب "�c&ا م� ب<2 أى
91
.elem vermek, azâb çektirmek” ma’nâsına tef‘îl bâbından masdardır“ (�<&ی,)
�&ا)") ef‘âl-i medhtendir. “Ne güzel” demektir.
Mahsûl- Beyt: Azâb-ı bu‘d ve firâkından başka her türlü âlâmın halâvet-bahş
zâika-i iştiyâktır. Uzûbet-i visâl ile şîrîn-kâm olan kalb-i müştâk âzürde-i telahhi-i azâb
olmaz.
[Uzaklığın ve ayrılığın azâbından başka her türlü acıların tatlılık veren aşk
zevkleridir. Kavuşmanın lezzeti ile tadı damağında kalmış arzulu kalp, kırılıp acı
çekerek azâp duymaz. ]
�� ج�ى@� r��ان ��� را
5� ا3��ى ";�� أO@5�را أن ���
(���) “talep ve arzu” ma’nâsına olan (4$��م) masdarından [65] fi‘l-i muzârî‘,
müfred, müennes, muhâtabdır. (Eرا��) (�ر�) masdarından ism-i fâil, müennestir. (ى�ج)
“şiddet-i aşk” ma’nâsına ism-i hâzırdır. (��;") “kifâyet” ma’nâsına isim-fiil olup tasrif
olunmamıştır.
Mahsûl-i Beyt: Şiddet-i hüzün ve iştiyâk katîl-i kâr-zâr-ı aşk olmayı istilzâm
ediyorsa âlem-i aşk ve mahabbette bana bu iftihâr kâfîdir.
[Şiddetli üzüntü ve arzu aşk savaşında öldürülmeyi gerektiriyorsa aşk ve
muhabbet âleminde bununla övünmek bana yeter. ]
��;" ��� 8� م� رأت م/
و آ�/�� ب8 ?�� 7� �.ى
( أتر ) ru‘yet masdarından fi‘l-i mâzî, müfred, müennes, gāibedir. (F/م) “nazîr ve
akrân” ma’nâsına masdardır. (ى.�) ru‘yet masdarından müfred, müennes, muhâtabdır.
Mahsûl-i Beyt: Dîde-i hakikat-bînim hüsn ve bahâda mislinizi nasıl
görmediysem, insâf ediniz ki, siz de benim gibi âşık-ı sâdık görmediniz. [66]
92
[Doğruyu gören gözümle, güzellik ve kıymette denginizi nasıl görmediysem,
insâf ediniz ki siz de benim gibi sâdık âşık görmediniz. ]
ن;, ا�.ب 5� ش.ع ا3��ى
ب���� م� ن;, م� أب�ى
( .ع ا�3�ىش ) “şerîat-ı aşk” demektir. (ى�اب) “vâlide ve peder” ma’nâsınadır.
Mahsûl-i Beyt: Şerîat-ı aşk hükmünce o mahbûbe-i âlem-bahâ ile
beynimizdeki irtibât neseb-i eb ve ümme müteallik neseblerden akrebdir.
[Aşkın kanunu gereğince o âlem değerindeki sevgili ile aramızdaki irtibat anne
baba bağı ile oluşan akrabalıktan daha yakındır. ]
هB&ا ا�<�L ر����K و م�
یP��. أن P�م.ى ��. م.ى
(.��Pی) “Bir emre imtisâl etmek” ma’nâsına olan (ر�ائ@�) masdarından fi‘l-i
muzârî‘, müfred, müzekker, gāibdir. (.مP�) emr masdarından fi‘l-i muzârî‘, müfred,
müennes, muhâtabadır. (م.ى) “insan, beşer, âdem” ma’nâsına olan (م.ء)’in
musaggarıdır. [67]
Mahsûl-i Beyt: Bezm-i gerden-dâde-i mutâvaat olduğumuz hükm-i münîf-i
aşk işte böyledir. Şerâyi‘-i aşkın emrine imtisâl edenler hayru’n-nâs olur.
[Boyun eğip itaat ettiğimiz meclisin büyük hükmü aşk işte böyledir. Aşkın
kanununun emirlerine uyanlar insanların en hayırlısı olurlar. ]
4�� ش<.ى هF آ>� م� 2� ج.ى
�@�م& ج.ى م� 2� آ>� م� م6
93
cereyân masdarından fi‘l-i mâzî (ج.ى) .kifâyet masdarından fi‘l-i mâzîdir (آ>�)
ise de vukû‘ bulmuş ahvâl-i mâziyyeye delâlet etmek için (ر�?) ma’nâsına isti‘mâl
olunmuştur. Lisân-ı Türkî’de (ج.ى�م) denilen dahî bu i‘tibâr iledir. (ج.ى) kezâlik
cereyân masdarından fi‘l-i mâzîdir, “aktı” ma’nâsına…
Mahsûl-i Beyt: Acabâ mâcerâ-yı mahabbetin ifhâmına çeşmânımdan cereyân
eden dumû’-ı hasret kâfî midir?
[Acaba muhabbet macerasının anlaşılmasına, gözlerimden akan hasret
gözyaşları yeterli midir? ]
�� و�� أن � "�آ��
�� � زه. � 8� c2� [68] روض �
hikâyet masdarından ism-i fâil olup burada müşâbehet ma’nâsına ("�آ�)
isti‘mâl olunmuştur. (و��) Mevsim-i rebî‘den evvel yağan yağmura ıtlâk olunur. (2�)
“yanak” ma’nâsına isim ise de burada “su terâküm etmiş olan bir çukurun çevresi ve
kenârı” ma’nâsına isti‘mâl olunmuştur. (روض) “suyun biriktiği çukur” ma‘nâsna
isimdir. (8��) “ağlamak” ma’nâsına olan (�Bب) masdarından fi‘l-i muzârî‘dir. Burada
“yağmur nüzûlü” ma‘nâsında kullanılmıştır. (.زه) “çiçek” ma’nâsına isim olup cem‘i
��) .gelir (ازه�ر)�) “gülmek ve ferahlık” ma’nâsına gelen (ی�) ve )�(ب� masdarlarından
kāide-i idgāma uğramış fi‘l-i muzârî‘, müfred, müennes, gāibedir.
Mahsûl-i Beyt: Katarât-ı dumû‘-ı hasret, ebr-i rebî‘-i tarâvetle muattar bir
ravza-i dil-ârâda handân olan ezhârın uyûnundan dökülen sirişk-i tarab-nümâya benzer.
[Hasretin gözyaşı damlaları bahar bulutları tazeliğinde güzel kokulu bir gönül
süsleyen bahçede gülen çiçeklerin gözlerinden dökülen sevinç gözyaşlarına benzer. ]
��d 2� ب.ى ا 7d ش��� أ
و�5� ج;�� "�ش� أ?s.ى
94
masdarından fi‘l-i [69] (ب.ى) yontmak ve izâle etmek” ma’nâsına olan“ (ب.ى)
mâzîdir. (7d kemik” ma’nâsına olan (7d“ (ا)’ın cem’îdir. (م�d ) dahî gelir. (��5) “fânî
olmak” ma’nâsına olan (��5) masdarından fi‘l-i mâzîdir. (�ش�") istisnâ için hurûf-ı
meânîdendir. (ى.s?ا) “iki sağîrler” demek olup kalp ve lisâna alem olmuştur.
Mahsûl-i Beyt: Tîg-i ser-tîz şevk-i izâmımı yonttu. Te‘sîr-i tahammül-sûz-ı
aşk vücûd-ı fenâ-âlûdumu büsbütün ifnâ etti. Lillâhi’l-hamd, sûziş-i mahâbbetle sûzân
olacak kalbe, şekvâ-yı elem-i aşka cesâreti olmayan lisâna henüz mâlikim.
[Keskin kılıç şevkimin kemiklerini yonttu. Tahammül edilemeyen aşk yokluğa
karışmış varlığımı büsbütün yok etti. Allah’a hamd olsun ki henüz, muhabbetin
yakmasıyla yanacak bir kalbe ve aşkın acısından şikâyet etmeye cesareti olmayan bir
dile sahibim. ]
ش�5<� ا�@c�"�2 5� ب�6�ه��
آ�ن 2� ا�#, � :�. ی2ى
(x5�ش) şefâat masdarından ism-i fâildir. (��6ب), ( ��ب6 ) gibi ma‘nen ve harfen
masdardır. (ی2ى) “iki el” ma’nâsına ise de bi’l-istiâre burada “re’y ve irâde”
ma’nâsınadır. Lisân-ı Türkîde “bu işte fâlanın da eli var” denildiği gibi.
Mahsûl-i Beyt: Lehü’l-hamd, bunların inde’l-hubb bekā ve hayâtına eltâf-ı
vâcibü’l-vücûd-ı şâfi‘ münferid oldu. [70]
[Allah’a hamd olsun, bunların sevgi ile devamı ve varlığı, sadece şefaat sahibi
Vâcibü’l-Vücûd’un lütufları ile oldu. ]
Eئ� دون.� و 8�5�� آ
� 8� و "d� م8� �����
(�5��) “tedârik ve ikmâl etmek ve terk ve ibtâl olunan bir şeyi yeniden vücûda
getirmek” ma’nâsına masdardır. (ب.ء) “şifâ ve sıhhat” ma’nâsına isimdir. (�����)
95
“teselli” ma’nâsına ism-i masdardır. (u") burada “nasîb” ma’nâsınadır. (� ) “ta‘b ve
meşakkat” ma’nâsına isimdir.
Mahsûl-i Beyt: Tesliyet-i derûna mütevakkıf olan şifâ-yı kalbin telâfîsi
müstahildir. Artık tebeyyün ediyor ki, senden nasîbim ta‘b ve meşakkatten başka bir şey
olmayacak.
[Gönlü teselliye bağlı olan kalbin şifâsının telafîsi imkânsızdır. Artık
anlaşılıyor ki, senden nasîbim yorgunluk ve sıkıntıdan başka bir şet olmayacak. ]
2ى ب��D�Q أن (cت م����
2ى�� �5 �3� � ن� .e�
(2 ��) müsâade masdarından emr-i hâzırdır. (D�0) menâmda mer’î olan eşbâh
ve hayâlât. (ت) ) izz ve izzet masdarından fi‘l-i mâzî, muhâtab, müfred, müennes,
gāibedir. (.e�) “kısalık ve eksiklik” [71] ma’nâsına ism-i masdardır. (Fن�) “vüsûl
bulmak, nâil olmak” ma’nâsına masdardır. (2ى ��) kolun bileğinden dirseğe kadar olan
mahalline ıtlâk olunan (2 ��)’in tesniyesidir.
Mahsûl-i Beyt: Hayâl-i mütehassirâne müsâid-i teyessür, izz-i visâl ise de, o
şerefe sâid-i kāsır arzu yetişmiyor.
[Hasret çeken hayâle kolaylıkla müsâade eden, kavuşmanın kıymeti ise de, o
şerefli arzuya kısa kolum yetişmiyor. ]
��ه.ش�م م� ��م بQ.ف
�� �_ بP�#�ظ ie0�>8 ا�
berkin inşirâkına bakmak” ma’nâsına müsta‘meldir. Arabda “şimşeğe“ (ش�م)
bak” demek için (ق.���م) .isti‘mâl olunur (ش�م ا�) “kast ve talep” ma’nâsına olan (م��)
masdarından fi‘l-i mâzîdir. (.ه��) “uykusuz” ma’nâsına (.3�) masdarından ism-i fâildir.
(�� ) “Kör” ma’nâsına sıfat-ı müşebbehe olan (�� .nın musaggarıdır’(ا
96
Mahsûl-i Beyt: Uykusuzlukla bî-tâb olan gözlerle berk-i hayâlinize imâle-i
nazar arzusu, a‘mânın envâr-ı subhu görmek istemesi gibidir. [72]
[Uykusuzlukla yorgun düşen gözlerle hayâlinizin şimşeğine bakma arzusu, kör
olanın sabahın ışıklarını görmek istemesi gibidir. ]
�Bر 7� ی�ج _eی@7 ن�0 ��
E�5 ی�م� یPل 0�� ی�ل 0�
,bükmek” ma’nâsına olan (�0) masdarından fi‘l-i mâzî, cem‘-i“ (0�ی@7)
müzekker, muhâtabdır. Burada “terk” ma’nâsınadır. (ر�ج) “komşu” ma’nâsına… (لPی)
“terk” ma’nâsına olan (ل�ی) masdarından fi‘l-i muzârî‘dir. (ل�ی) harf-i nidâ, (ال) “ehl ve
ıyâl” ma’nâsınadır. (�0) ismindeki kabîleye muhâtab olmuştur.
Mahsûl-i Beyt: Ey Âl-i Tayy! Câr-ı muhtereminizin redd-i nesâyıhına meyyâl
olduğunuz farz olunsa neşr-i nesâyih etmekteki mu‘tâd ma‘rûfunuza muhâlif olur. Siz
bu misillû kusurlardan vârestesiniz.
[Ey Tayy kabîlesi! Saygı değer komşunuzun nasihatlerini reddetmeye yakın
olduğunuz farz edilse, nasihâtın yayılması hususunda şimdiye kadar ki bilginize ters
olur. Siz böylesi kusurlardan uzaksınız. ]
-5�ج�<�ا �� ه��� ان c.5ق ال
�e� ا�ن� �� ب�ب �� دcه. ش�
) toplamak” ma’nâsına olan“ (اج�<�ا) �xج ) masdarından emr-i hâzır, cem‘-i
müzekker, muhâtabdır. (5.ق) tefrîk masdarından fi‘l-i mâzî, [73] müfred, müzekker,
gāibdir. (Fش�) “teşettüt ve tefrika” ma’nâsına isimdir. Bu kelimenin ezdâddan olduğu ve
) ma’nâsına da isti‘mâl olunduğu (ج�<�4) �lم#�l ا��# ) nâm lügat kitâbında mündericdir.
,masdarından fi‘l-i mâzî, cem‘-i (ب���ن4) firkat ve cüdâlık” ma’nâsına olan“ (ب�ن�)
müzekker, gāibdir. Bu kelimenin dahî ezdâddan olup “firkat ve vuslat” ma’nâsına da
97
isti‘mâl olunduğunu kāmûs yazıyor. (�e�) “bu‘d” ma’nâsına olan (�e�)’nın
musaggarıdır.
Mahsûl-i Beyt: Mûcib-i tesliyet-i kalb-i hazîn olan dilberân-ı serv-endâm baîd
ve müteferrik oldular. Tâli‘-i nâsâz ahvâl-i müteşettite-i âşıkānemi onlar gibi müteferrik
ve perîşân eyledi. Hâtır-ı nâ-şâda himmet yok mu?
[Teselliyi gerektiren üzüntülü kalbi olan selvi boylu sevgililer uzak ve ayrı
kaldılar. Uygunsuz tâlih perîşân olan aşkımın hâlini, onlar gibi ayrı ayrı ve perîşân etti.
Tasalı gönle yardım eden yok mu? ]
م� ب�دى zل م� آ�ن
أودى ا��� ب! ا3��ى اذ ذاك
ehl ve akārib” ma’nâsına“ (zل) .maksat ve merâm” ma’nâsına isimdir“ (ود)
isimdir. (م�) mahbûbe-i mefrûzanın ismidir. (!ب) “neşr ve işâa” ma’nâsına masdardır.
iki“ (ا���) .masdarından ism-i tafdîldir (ود) helâk ve telef” ma’nâsına olan“ (اودى)
elemler” demektir. [74]
Mahsûl-i Beyt: Derd-i aşkı ifşâ ve izhâr etmek istemem, zirâ ketm-i aşktan
çektiğim azâb-ı derûn bana kâfîdir.
[Aşk derdini duyurmak ve açığa vurmak istemem, zirâ aşkı gizlemekten
çektiğim gönül azabı bana yeterli gelmektedir. ]
E�� �.iآ7 2�ى م� أ
2�م� � دم� xدم .�:
(�� �2م) .) “gözyaşı” ma’nâsına isimdirدمi‘lân masdarından fi‘l-i mâzîdir. (x (ا)
bir çiçek ismidir. (دم�) “kan” ma’nâsına olan (دم)’in musaggarıdır.
Mahsûl-i Beyt: Sırr-ı aşkınızı hamr ile meşhûr olan ve “andem” denilen çiçeğe
yek-zebân girye-i hûn-în ifşâ ederse ona karışmam.
98
[Kanlı gözyaşlaından ibaret olan aşk sırrınızı, şarabıyla meşhur olan ve
“andem” denilen çiçek ağız birliği ederek ifşâ ederse ona karışamam. ]
-4� أ�>� م� 2�يم3d. م� آ
م "2ی! ?�نE م�� 0�
(.3dم) izhâr masdarından ism-i fâildir. (�<ا�) ihfâ masdarından [75] nefs-i
mütekellimdir. (ن�?) “sakınmak ve hıfz etmek” ma’nâsına olan (4ن��?) masdarından
fi‘l-i mâzîdir. (�0) bir kabîle ismidir.
Mahsûl-i Beyt: Tayy Kabîlesi’nden siyâneti bana tevdî‘ olunan ba‘z-ı esrâr-ı
kadîmeyi bile gālibâ dumû‘-ı hasret izhâr edecek.
[Tayy Kabîlesi’nden korunması için bana verilen bazı eski sırları bile galiba
hasret gözyaşları açığa çıkaracak. ]
�.ة 5� �.ة � ج>�ن�
ب� أن G�.ى ا�<� واش��
(.� ) “gözyaşı” ma’nâsına isimdir. (ى.G�), (ن�ج.ی) masdarından fi‘l-i
muzârî‘dir. (�>��<�) ,(ا) masdarından ism-i tafdîldir. (وأش�) “rakîb ve ağyâr” ma’nâsına
olan (واش�)’nin tesniyesidir.
Mahsûl-i Beyt: Garîbdir ki, gözlerimde icrâ eyledikleri dumû‘-ı hasretle ifşâ-yı
hâl-i râz ederek bana rekābet ediyorlar.
[Garîbdir ki, gözlerimden akan hasret gözyaşları, sırlı hâli açığa çıkararak bana
rekābet ediyor. ]
-آ�د �� أدم<� ا�@s>. ال
c��B� � م 7Bi�" �<Oی E [76]
99
gizlemek” ma’nâsına“ (یO>�) .karîb” ma’nâsına ef‘âl-i mukārabedendir“ (آ�د)
olan (�<�) masdarından fi‘l-i muzârî‘dir. (�B� .iki melek” demektir“ (م
Masûl-i Beyt: Dumû‘-ı cârî mûcib-i işâat olmasa esrâr-ı mahâbbetiniz nâzır-ı
her hâlim olan melekeynimden dahî hafî olmak ihtimâli baîd değil idi.
[Akan gözyaşları duyurmayı gerektirmeseydi, muhabbetinizin sırlarını her
hâlimi gören iki meleğimden gizlemek dahî uzak bir ihtimal değildi. ]
4�B"وداد أ F� ?�رم� "
���ى مE� ی2 ا نe�ف ��ب�
�kâzi‘ gibi “kesici” ma’nâsına ism-i fâildir. (F (?�رم)") “ip, resen” ma’nâsına
isimdir. (وداد) “mahabbet ve meveddet” ma’nâsına masdardır. (4�B") “takviye ve tahkim
ettirmek” ma’nâsına olan (م�B"ا) masdarından fi‘l-i mâzî, müfred, müennes, gāibedir.
.ipi bükmek” ma’nâsına mef‘ûl-i mutlaktır“ (��ى)
Mahsûl-i Beyt: Ey yed-i insâf ile bükülüp takviye ve tahkîm edilmiş olan habl-
i metîni mahabbeti kat‘ eden bî-merhametler! [77]
[Ey insâf sahibi olmakla bükülerek desteklenmiş ve güçlendirilmiş olan sağlam
ipi,148 muhabbeti kesen merhametsizler. ]
أ�.ى "iF" 7B� cF أوا
� E�روى ود اوا�� م ��
ru’yet masdarından fi‘l-i muzârî‘, müfred, müzekker, muhâtab ise de bu (�.ى)
kelime meçhûl sîgasına nakl olunursa zan ve tahmîn ma’nâsına isti‘mâl olunur. (F"),
.masdarından fi‘l-i mâzîdir. (F") “çözmek ve halletmek” ma’nâsına masdardır ("�ل)
duvâra yâ bir mahalle bir kazık kakıp ve bir uzun ip yağlayıp yere (��م�س) ,(اوا��)
gömdükten sonra iki ucunu halka tarzında edip havan bağlanan şeye ıtlâk olunan
148 Burada sağlam ipten kasıt İslâm dînidir.
100
(Eا��)’nin cem’îdir diyor. (روان�) Kāmûs kavlince “bükülme”… (ء�آ;) veznine âhiri
hemze ile olacaktır. “Devenin yükünü bağlamak için isti‘mâl olunan ip” ma’nâsına
isimdir. (اوا��), (ت�ا��م) masdarından nefs-i mütekellimdir. Hazret-i nâzım bu beyitte
ma‘nâdan ziyâde mürâât-ı nazîre riâyet buyurmuştur.
Mahsûl-i Beyt: Metâib-i gûnâ-gûnunu çektiğim mahabbetin hall-i ukdesi size
helâl mi oldu zannediyorsunuz. [78]
[Türlü türlü meşakkatini çektiğim muhabbetin düğümünü çözmek size helâl mi
oldu zannediyorsunuz. ]
c�� .G3�وا cارىc2ب<2ى ا�
��.Gج�<@7 ب<2 دارى ه
.me’vâ ve mesken” ma’nâsına isimdir“ (دار) .uzak” ma’nâsına masdardır“ (ب<2)
(.Gه) “firâk” ma’nâsına müsta‘mel olup lûgavîsi “kalben veyâ mekânen bir şey’i bir
şahsı terk etmek, mehcûr-u ülfet ve iltifât eylemek” demektir. (.Gه) “bir mekândan
diğer mekâna intikāl etmek” ma’nâsına isimdir.
Mahsûl-i Beyt: Müddet-i ömrümde iki def‘a renc-i hicretle muazzeb
olmuştum. Hicr-i dârî ve kalbî ile beni mehcûr-ı iltifât eden cefânız o azaplara sayhan
fâik oldu.
[Ömrüm boyunca iki defa gurbet sıkıntısı ile çok eziyet çekmiştim. Evimden ve
kalbimden ayrılmakla beni terk edilmiş vaziyete koyan cefânız o azapları geçti. ]
ب�اهG.آ7 ان آ�ن "@�� �.
م�(�� 5���<2 أ��ى "��@�
(7@") burada “müekked-i mutlak” ma’nâsına isimdir. (�ب.�), (6.ب�) masdarından
emr-i hâzır, cem‘-i, müzekker, muhâtabdır. (ى�ا�;), (ء��) masdarından ism-i tafdîldir.
(�@��") “iki hâlet” demektir. [79]
101
Mahsûl-i Beyt: Mutlakā bana hicrânınızı çekmek muktezâ ise bâri size karîb
bir menzilde bulunmaklığıma müsâade ediniz. Zirâ hem hicrin hem bu‘dun azâbını
çekmek sahîhan müşkildir.
[Kesinlikle bana hicrânınızı çekmek gerekiyorsa, bâri size yakın bir mekânda
bulunmama müsâade ediniz. Zirâ hem ayrılığın hem uzaklığın azâbını çekmek gerçekte
çok zordur. ]
ی� ذوى ا�<�د ذوى �د ودا
دى م7B� ب<2 أن أیx� ذى
�د) .sahip” ma’nâsına isimdir“ (ذوى)) “birr ve ihsân” ma’nâsına isimdir. (ذوى)
“kurumak, solmak” ma’nâsına olan (ء�ذؤی) masdarından fi‘l-i mâzîdir. (د� ) “ağaç dalı,
gusn” ma’nâsınadır. (xای�) “eşcârın yeşillenmesi” ma’nâsına olan (ع�ای�) masdarından
fi‘l-i mâzîdir. (ذى) mef‘ûl-u mutlak olup “kurudu, soldu” ma‘nâsını ifade eder.
Mahsûl-i Beyt: Ebr-i nîsân iltifâtınızla ser-sebzî tarâvet olan derd-i mahabbet
solmaya ve kurumaya yüz tuttu. Zevi’l-in‘âm olan gül-rûhların seciyye-i âşık-ı
perverîsine münâsib olan bu mudur? [80]
[Nisan bulutu gibi gönül almanızla yeşillik ve tazelik kazanan muhabbet derdi
solmaya ve kurumaya yüz tuttu. Nimet sahipleri, gül rûhluların aşk besleyen tabiatlarına
münasip olan bu mudur? ]
��B�>�4� ا� 23آ7 وه�� آ-
ت و 23ى آ6��, zد 0�
(23 ) “ahd ve mîsâk” ma’nâsına masdardır. (وه�) “za‘f ve şeyb” ma’nâsına
masdardır. (ت��B� ) “örümcek” denilen bir hayvandır. (,���) “kuyu ve bi’r” ma’nâsına
isimdir. (دz) “kuvvet ve kudret” ma’nâsına olan (ای2اء) masdarından fi‘l-i mâzîdir. (�0)
burada “ta‘mîr” ma’nâsına isimdir.
102
Mahsûl-i Beyt: Tarîk-i mahabbetteki ahdiniz vehn ve za‘fta beyt-i ankebûta ve
benim o yoldaki ahd u mîsâkım bi’r-i sengîne benzer.
[Muhabbet yolundaki sözünüz, kuvvetsiz ve zayıf örümcek yuvasına ve benim
o yolda ki sözüm ve yemin]im ise taş kuyuya benzer. ]
ی� ا?�#�ب� ���دى ب����
و��<2 ب���� 7� ی6� 0�
(���دى) imtidâd etti” ma’nâsına olan“ (���دا) .ashâbın musaggarıdır (ا?�#�ب�)
masdarından fi‘l-i mâzîdir. (ب��) “firkat” ma’nâsına olan (4ن�ب��) gibi masdardır. (�j6ی)
“kazâ ve kader” [81] ma’nâsına olan “kazâ” masdarının fi‘l-i muzârî‘, meçhûlüdür. (�0)
“izâle” ma’nâsına isimdir.
Mahsûl-i Beyt: Ey halîl-i gâm-güsârlarım! Bu‘d ve firkat temâdî etti. Bu elîm
vaktin inkızâsı müyesser olmayacak mı?
[Ey gâm ve kederi defeden dostlarım! Uzaklık ve ayrılık devam etti. Bu acı
zamanın sona ermesi kolay olmayacak mı? ]
��ceرواح ا��ا رو"� ب���
�.ی�ه� ی<�د ا4��� "�5
��ا)� ) “latîfe-gû, ya‘nî muhâtabını eğlendirmek” ma’nâsına olan (F��>�)
masdarından emr-i hâzır, cem‘-i, müzekker, muhâtabdır. (ارواح) “bâd-ı rüzgâr”
ma’nâsına olan (_ری)’in cem’îdir. (ح�اری), (ح�ری) dahî gelir. (��?) cânib-i şarktan hübûb
eden latîf rüzgâra alem olmuştur. (�ری) râyihası gāyet latîf olan kokulara ıtlâk olunur
isimdir.
Mahsûl-i Beyt: Letâif-i tesliyet-perverâne ve râyiha-i latîfesi meyyite ifâza-i
hayât eden riyâh-ı sabâ ile kalb-i münkesir ve nâtuvânı tefrîh ediniz. [82]
103
[Latifeleri teselli veren ve hoş kokusu ölüye hayat veren “sabâ” rüzgârı ile kırık
ve zayıf kalbi ferahlandırınız. ]
�.ت 2Gن c.� وم@� م�
c� �. م� وام� � .ت
(2Gن .�) Necid’de bir memleket ismidir. (ت.� ) “ubûr” masdarından fi‘l-i mâzî,
müfred, müennes, gāibedir. (ت.� ) “bir maksadı ifâde etmek” ma’nâsına gelen (.��>�)
masdarından fi‘l-i mâzî, müfred, müennes, gāibedir. (.�) “hafî ve gizli” ma’nâsına
masdar olup (م�) ve (ام�) mahbûbe-i mefrûza isimleridir.
Mahsûl-i Beyt: O riyâh-ı latîfe “Sırr-ı Necid” denilen mahalden ubûr etmiş ise
elbette mahbûbe-i dil-âşûbumdan birçok haberler getirmiş olacaktır.
[O hoş koku “Sırr-ı Necid” denilen yerden geçmiş ise elbette kalbi meftûn eden
sevgilimden birçok haberler getirmiş olacaktır. ]
م� "2ی/� ب#2ی! آ7 �.ت
���.cت ���� م� ن�5
yeniden hâsıl“ ("2ی!) .kelâm” ma’nâsına olup burada ism-i cinstir“ ("2ی!)
olmak” ma’nâsına olan (2وث") masdarından sıfat-ı [83] müşebbehedir. (ت.�)
“gizlettirmek” ma’nâsına olan (ار.� ,masdarından fi‘l-i mâzî, müfred, müennes (ا
gāibedir. (�� .in musaggarıdır’(ن�haber” ma’nâsına olan (P“ (ن
Mahsûl-i Beyt: Riyâhtan haber aldığım beyhûde zannolunmasın, cihânı seyr
eden ervâh-ı sabâ bir nebî-i zîşâna dahî iblâğ-ı peyâm etmişti. Nâzım hazretleri Sûre-i
Yûsuf’taki (D� .âyet-i celîlesini telmîh buyururlar 149(ان� ج2 ری_ ی�
149 Yûsuf ….
104
[Rüzgârlardan haber aldığım boş yere zannedilmesin, cihânı seyreden sabâ
rüzgârı bir “Nebî-i Zîşâna” dahî haber ulaştırmıştı. İbnü’l-Fârız Hazretleri Yûsuf
sûresindeki “Ben muhakkak Yûsuf’(as)un kokusunu alıyorum” âyet-i celîlesine imâlı
olarak işaret ediyorlar. ]
��� 4Gه ��? cاى �� اى ?
i�ك ا��ا م� أی� ذی.#�&ى
�B�ن ا�5#4 ری�ذاك أن ?
�� و�#.cش4 ب#�ذان آ
�& �.وى و �.وى ذا ?2ى5
[84] و "2ی/� � 5@�ة ا�#� "�
(��?) “aşk ve mahabbet” ma’nâsına… (4Gه) “tahrîk etmek, şevke getirmek,
mahabbet-i kalbiyeyi diriltmek” ma’nâsına olan (ن�Gه�) masdarından müfred, müzekker,
muhâtabdır. (ش&ى) “koku” ma’nâsına olan (ش&ى)’nin musaggarıdır. (4#5�?) musâfaha
masdarından müfred, müennes, muhâtabadır. (ن�ری) “suya kanmak” ma’nâsına olan (رى)
masdarından sıfat-ı müşebbehedir. (آ�) “yeşil ot, çimen” ma’nâsına isimdir.(4ش.#�)
“tırmalatmak” ma’nâsına olan (ش.#�) masdarından fi‘l-i muzârî‘, müfred, müennes,
muhâtabadır. (ذان�ج) nilüfer denilen çiçeğin ismidir.(�� vâdînin iki cihetine ıtlâk (آ
olunur isimdir. (وى.�) “suya kandırmak” ma’nâsına olan (اروا) masdarından fi‘l-i
muzârî‘, müfred, müennes, muhâtabadır. (2ى?) “atş ve harâret” ma’nâsına isimdir. (ة�@�)
“yiğit” ma’nâsına olan (�@�)’nın müennesidir. (�") “kabîle” ma’nâsına, (�") “vâkî‘ ve
âşikâr” ma’nâsınadır.
Mahsûl-i Beyt: Ey kalb-i şerar-bârı garip bir sevdâ-yı tahammül-sûz ile
teheyyüc eden sabâ! Bu latîf râyihâ sana nereden geliyor? Gālibâ ebr-i Nisân ile reyyân
olan o mutarrâ çimenlerle musâfaha ve o ferâh-fezâ vâdîlerin iki cânibindeki nilüferlerle
mümâreşe ederek bu mezîyet-i âşık-firîbe nâil oluyorsun. Her hübûbunda bir hâssiyyet-i
105
feyzâ feyz var. Bir def‘a[85]sında dil-teşne-i zülâl-i visâl olan atşânı reyyân ve bir def‘a
da nev-nihâlân-ı ravzâ-i kabîle-i “Hayy” olan dilberân-ı sîm-endâmdan îsâl-i mevâîd
visâl ederek uşşâkı mesrûr ve handân ediyorsun.
[Ey kalbi kıvılcım saçan, garip tahammülsüz bir sevdâ ile heyecanlanan “sabâ
rüzgârı”! Bu hoş koku sana nereden geliyor? Galiba Nisân bulutu ile suya kanmış olan o
taze çimenlerle musâfaha ve o ferâhlık veren vâdîlerin iki yanındaki nilüferlerle
mümâreşe ederek bu âşık aldatma özelliğini elde ediyorsun. Her esinti de bir feyz ile
dolu tesir var. Bir defasında gönlü sevgiliye susamış susuzların, sevgiliye kavuşmakla
leziz bir su içmiş gibi hayat veren tadı bularak suya kanmış olmaları ve bir defasında da
“Hayy” kabîlesinin bahçesindeki taze fidanlar gibi, gümüş bedenli güzelleri sözlerin
yerine ulaşmasıyla âşıkları mesrûr ve sevinçli ediyorsun. ]
��ئF ال �5 ��c<ش �م ����ئ-
دcمx �� ش4$ :�� � ش>@�
( ��Fئ ) suâl masdarından ism-i fâildir. (Dش) “za‘f ve nâtuvânî” ma’nâsınadır.
Kelime müdgam olup masdarı (�<ش) gelir. (Fئ��) “akmak” ma’nâsına olan (ن���)
masdarından ism-i fâildir. (��:) “hadd-i zâtında kâfî olmak” ma’nâsına masdardır. ( ��>@�ا
��s@� )’ninش>) “dudak” ma’nâsına olan (Eش>@�kelimeleri bundan müştaktır. ( (و ا
tesniyesidir.
Mahsûl-i Beyt: Ey sâil, maksad, seyelân-ı dumû‘-ı hasretle zâr u zebûn olan
cism-i nâtuvânımdan ahz-ı ma‘lûmât ise beyân-ı hâl-i zâre cereyân eden dumû‘-ı firkat
kâfîdir. Başka külfete ne hâcet! [86]
[Ey soru soran, maksad, hasretten gözyaşı akıtıp güçsüz düşen zayıf
bedenimden bilgi almak ise beyân edilen hâllere akıtılan ayrılık gözyaşları yeterlidir.
Başka külfete ne gerek var. ]
4������ أ� @, 7� �<@, و
106
�� اهF ا�#�� رؤیr رىو "
(,@ ) bir mahbûbe-i mefrûza ismidir. (,@>�) “serzeniş” etmek ma’nâsına
masdar olan (ب�@ )’ın if‘âl bâbına nakl olunmuş ve if‘âl bâbının hemzesiyle izâle
ma‘nâsını takınmış ve (ب�@ ,vezninde gelmiş olan masdarın fi‘l-i muzârî‘, müfred (ا
müennes, gāibesidir. (����) mahbûbe-i mefrûza ismidir. (4��� ”teslîm ve îsâl etmek“ (ا
ma’nâsına olan (م�� masdarından fi‘l-i mâzî, müennes, gāibedir. (��") himâyet (ا
masdarından fi‘l-i mâzîdir. (��") “hudud ve sınırı mahmî ve mahfûz olan mahal”
ma’nâsına isimdir. (رى) mahbûbe-i mefrûza ismidir.
Mahsûl-i Beyt: (,@ ) beni itâb ve hitâbdan vazgeçiremedi. (����) bedenimi her
türlü mühâlike teslîm etti. (رى)’in ru’yeti rakîbin himâyet-i rakîbânesiyle kābil olamadı.
[ (,@ ) beni ikaz ve konuşmaktan ferâgat ettirmedi. (����) cism-i zârı her türlü
mühâlike teslîm etti. (رى)’in görünmesi rakîbin rekabet içerisinde korumasıyla kābil
olamadı. ]
4�� وا�@c� ی<�� 3�� ا��2ر
��ة رو"� و م��� و "�� [87]
��ء) züll ve hudû‘” ma’nâsına olan“ (ی<��)) masdarından fi‘l-i muzârî‘, müfred,
müzekker, gāibdir. (4��) “esâret” ma’nâsına (���) masdarından müfred, müennes,
gāibedir. (ة�� ) isim olup esirliğe ve fermân-berliğe ıtlâk olunur. burada “kahr ve istîlâ”
ma’nâsınadır.
Mahsûl-i Beyt: O kadar garip görülmesin! Malımı ve rûhumu kahren ve
cebren esîr ve fermân-ber eden o mahbûbe-i cihân-ârâ, bedr-i tâmları hurşîd-i cemâline
züll ve hudû‘a mecbûr eden bir nâdire-i rûzgârdır.
[O kadar garip görülmesin! Malımı ve rûhumu, zorla esîr eden ve emreden o
cihânı süsleyen sevgili, dolunayları güneş gibi cemâline boyun eğip eğilmeye mecbûr
eden bir nâdir rûzgârdır. ]
107
2ت م�c� آ�ب2ت م� ?2ه�
آ�2ى "�D ?2ى واG�>� رى
2ت)) avdet masdarından nefs-i mütekellimdir. Burada “hasret” ma’nâsınadır.
(مB�بK2) bir iş zımnında renc ve zahmet çekmek” ma’nâsına masdar olan“ (آ�ب2ت)
mükâbede masdarından fi‘l-i mâzî, müfred, müennes, gāibedir. (2� ciğer ve kalp ve“ (آ
yürek” ma’nâsına isimdir. (D��) “mülâzemet etmek, ahd ü peymân etmek” ma’nâsına
isimdir. (2ى?) “susuzluk, atş ma’nâsına” masdardır. (رى) “suya kanmış” ma’nâsına olan
ın muhaffefidir. [88]’(ری�ن)
Mahsûl-i Beyt: Ciğerim te’sîr-i lehîb-i firkatle atşân, mülâzım-ı atş olan
gözlerim dumû‘-ı hasretle reyyândır.
[Ciğerim ayrılığın alevi tesiriyle susuz, susuzların suya kanmaları için gereken
gözlerimin hasretle akıttığı gözyaşlarıdır. ]
واج2ا م�& ج>� ب.�<3�
�E 5� ا6��, آ�� ن�X.ى م� �
�,) .nikāb” ma’nâsına isimdir“ (ب.�x) .vücûd masdarından ism-i fâildir (واج2)�)
“bir kelimeyi taklîb etmek, aksine çevirmek” masdardır. (x�.ب)’un kalbi akrep olacağını
gösterir. (آ�) eyzân, (.X�ن) burada “gözbebeği” ma’nâsınadır.
Mahsûl-i Beyt: Cemâl-i kâinât-sûzu bürka’-nûmayı setr ve ihfâ olalıdan beri
bürka‘ın aksi olan akrep kalb-i şerar-nâki dâg-dâr ediyor.
[Kâinâtı yakan güzelliğini örttüğü ve gizlediğinden beri, örtüsünün aksi olan
akrep şerlilerin kalbini yaralıyor. ]
و ��� ب���<, ش<, ج�2ى
ب<2ه7 ��ن و ?�.ى آ�ء آ�
108
”kabîle-i azîme“ [89] (ش<,) .su cereyân eden dere” ma’nâsına isimdir“ (ش<,)
ma’nâsına ism-i hâs olup cem‘i (,>ش) gelir. (E� (ج�kelimesi bundan müştaktır. (2 (ش<
“kuvvet ve kudret” ma’nâsına ism-i masdardır. (ن��) hıyânet masdarından fi‘l-i mâzî,
müfred, müzekker, gāibdir. (آ�) te’kîd için mef‘ûl-ü mutlaktır.
Mahsûl-i Beyt: Berrâk suları latîf bir sadâ ile cârî olan o müferreh derenin
etrâfına rekz-i hiyâm eden bir kabîle-i azîme ile mukārenet bana mûcib-i kuvvet ve
salâbet olmuştu. Vaktâ ki, firkat ve mübâadet müteayyin oldu. İşte bu hâle geldim.
[Temiz suları hoş bir sesle akıtan o ferahlık veren derenin çevresine çadır kuran
bir büyük kabîle ile yakınlık bana kuvvet ve güç verdi. Ne zaman ki, ayrılık ve uzaklık
ortaya çıktı işte bu hâle geldim. ]
�>4 ن�ر ج�ى "��>��"
�4 دون� ��O�ذاك ا �6�
(4<�") “yemîn etmek” ma’nâsına olan (D�") masdarından müfred, müennes,
gāibedir. (ى�ج) “şiddet-i aşk”, (D��") “mülâzemet-i ahd ü peymân etmek” ma’nâsına
olan (D�") masdarının mufâale bâbına naklolunmuş mâzîsidir. (4��) “sönmek muntafî
olmak” ma’nâsına olan (�@��) masdarından fi‘l-i mâzî, müfred, müennes, gāibedir. (���)
“çadır” ma’nâsına olan (ت���)’ın musaggarıdır. Cem‘i (E�� gelir. [90] (ا�
Mahsûl-i Beyt: Mülâzim-i kalb-i âteş-bâr olan nâr-ı lehîb-i aşk o mahbûbe-i
dil-âşûbun hayme-i latîfine mülâkî olmadıkça muntafî olmayacağına yemîn etti.
[Tutkun ateş saçan kalbin alevli aşk ateşi, o gönlü meftûn eden sevgilinin hoş
çadırına kavuşmadıkça sönmeyeceğine yemîn etti. ]
�| "�ج� ا��4� "�ج� ��
�8 ��امB� ان أ��ى ا�� ر"
�� ودى بG>� 2� دم� Fب
109
� 2�م� �� آ�4 أ�<� را:
(|� ) alışkın deveye ıtlâk olunur isimdir. (ج��") “hac ediciler” ma’nâsına olan
("�ج�) .yı müdgamı tahfîf için hazf olunmuş muhaffefidir-(ی�) ın nûnu izâfet ve’("�ج��)
müfredinin cem’îdir. (�Bام), (��B��) masdarıdan fi‘l-i muzârî‘, nefs-i mütekellimdir.
.ilticâ” ma’nâsına olan (��) masdarından fi‘l-i muzârî‘, nefs-i mütekellimdir“ (ا��ى)
(F"ر) “deve palanı” ma’nâsına isimdir. (دم�) “kan” ma’nâsına olan (دم)’in fi‘l-i mâzî,
müfred, müzekker, gāibidir. (�>��<�) ,(ا) masdarından fi‘l-i muzârî‘, nefs-i
mütekellimdir. Burada “seyr ve hareket” ma’nâsınadır. (,:را) rağbet masdarıdan ism-i
fâildir. (4� �) kelimesi [91] (ر:) harf-i cerriyle isti‘mâl olunursa “sadâ ârz” ma‘nâsını
ifâde eder. Burada o ma‘nâya müsta‘meldir.
Mahsûl-i Beyt: Ey beyt-i bî-adîl-i Rabb-i Celîl’i hac edenlerin bahtiyâr devesi!
Kuvvet-i bedene mâlik olsam ayaklarımla değil, şu kanlı, yaşlı gözlerimle sa‘y ederek
refâkatini ihtiyâr eyler idim.
[Ey âdil Rabb-i Celîl’in evini hac edenlerin bahtiyâr devesi! Bedenimin kuvveti
olsa ayaklarımla değil, şu kanlı, yaşlı gözlerimle çalışarak seninle olmayı tercih
ederdim. ]
� -�(ت ب���;<� ا�&ى ا�<2ت
� K و �ویE� 8 دون�
,masdarından fi‘l-i mâzî, müfred, müennes (5�ز) necât” ma’nâsına olan“ (5(ت)
muhâtabadır. (�>;م) “yürümek” ma’nâsına olan (�>� .masdarının ism-i mekânıdır (ا
.masdarından fi‘l-i mâzî, nefs-i mütekellimdir (ا�<�د) oturmak” ma’nâsına olan“ (ا�<2ت)
Burada “geri kalmak” ma‘nasınadır. (وى� ) “sevk” ma’nâsına gelen (ى� ) masdarından
ism-i fâildir. (� ) “devr ve seyr etmek” ma’nâsına masdardır.
Mahsûl-i Beyt: Ey bahtiyâr deve! Ben seninle refâkatten mahrûmum. Sen fevz
ve necât buldun. Hezâr hayf ki, seni sevk eden o mahbûbe-i dil-firîb dahî o mahalleri
bensiz seyr ve devr ediyor. [92]
110
[Ey bahtiyâr deve! Ben seninle beraber olmaktan mahrûmum. Sen selâmet ve
kurtuluşa erdin. Ne yazık ki, seni sevk eden o gönül aldatan sevgili dahî, o yerleri
bensiz seyediyor ve dönüyor. ]
-م� 5���� ال��ء ب� ان 5����
�0 c�c;ا� E��4 ا��4 م� ج�
(y�) kāide (��) masdarının fi‘l-i mâzî binâ-yı meçhûl olmak lâzım gelirse de
( Eوج )’in “muvâcehe”den me’hûz olması gibi bu kelime dahî (تP;م)’ten me’hûzdur. (ت�ا5)
masdarından fi‘l-i mâzî, müfred, müzekker, gāibdir. (���5) fitne masdarından ism-i fâil,
cem‘-i müzekker sâlimdir. Mâ-ba‘dına muzâf olarak izâfet için (ن�ن) sâkıt olmuştur.
(4��) iki dağ arasındaki boşluğa, meydanlığa ıtlâk olunur isimdir. Cem‘i (ت�� ve (ا�
��ت)�) gelir. (4� ) masdarındanج�بburada “kat‘-ı mesâfe etmek” ma’nâsına olan ( (ج
fi‘l-i mâzî, nefs-i mütekellimdir. (��) “çöl ve ova” ma’nâsına isimdir. (�0) eyzan.
Mahsûl-i Beyt: Zümrüd-fâm iki latîf dağ arasında meskûn olan efsûn-gerân-ı
mahabbet için kat‘ ettiğim bu kadar mesâfe-i baîde mûcib-i telâki olmazsa ne sû-i tâli‘.
[93]
[Zümrüt renkli, iki hoş dağ arasında oturan muhabbet büyücüleri için gittiğim
bu kadar uzak mesafeli yol, ulaşmayı netice vermezse ne kötü talih. ]
-"��.ى م� "��.ى م.م�ك ب�
ر �� ش�دى j��ء �@��
(.X�") “men‘ etmek, mahrûm kılmak” ma’nâsına masdar olan (.d")’den ism-i
fâildir. (.��"), (ر�j") masdarından ism-i fâil, cem‘-i müzekker sâlim ise de izâfet için
.masdarından ism-i mekândır ”رم�“ etmek” ma’nâsına olan“ ”م.م�“ .sakıt olmuştur ”ن�ن“
.masdarından ism-i fâildir ”ب2وا“ zuhûr ve bürûz” ma’nâsına olan“ ”ب�دى“
111
Mahsûl-i Beyt: Ey bahtiyar devesinin remy-i ahmâl edeceğin mahalde mevcûd
olanlardan mahrûmiyetim ihtiyârî olmayıp âsâr-ı kazâ ve kadere mağlup ve zebûn
olduğumdandır.
[Bâhtiyar devenin yükünü atacağım yerde bulunanlardan mahrûm kalışım
isteyerek olmayıp kazâ eseri ve kadere mağlup olup zayıf düştüğümdendir. ]
- ب.ى ج&ب ا��.ى ج;8� واع
4j� م� ج2ب ا��.ى وا��Pcى ب�
,den fi‘l-i mâzî, müfred”ب.ى“ za‘f ve nühûlet” ma’nâsına masdar olan“ ”ب.ى“
müzekker, gāibdir. (ج&ب) “çekmek, cezb etmek” [94] ma’nâsına masdardır. (ب.ى) “deve
yüzüne takılan halka”, (Eزم.�) ma’nâsına isim olan (K.ب)’nin cem’îdir. ( ا @4jو ) “bedel
ve ivaz vermek” ma’nâsına olan (ی��>�) masdarından fi‘l-i mâzî, müfred, müennes,
muhâtabadır. (ج2ب) “kiyâh ve miyâhın kahtı” ma’nâsına isimdir. (ب.ى) “arzlar, topraklar,
tarlalar” ma’nâsına isimdir. (ى�ن) “bu‘d” ma’nâsına isimdir. (ب�) “semiz ve dolu olmak,
lahm u şahm sahibi olmak” ma’nâsına isimdir.
Mahsûl-i Beyt: Ey bahtiyâr deve, cezb-i inân cismini âzürde ve zebûn etmesin.
Kaht-ı giyâh u miyâhtan meşakkat çekme. Bu‘d-ı râhtan müteavviz-i lahm u şahm ol.
[Ey bahtiyâr deve, dizginini çekmek, cismini yaralayıp zayıf düşürmesin.
Bitkilerin ve suların kıtlığından sıkıntı çekme. Yolun uzaklığına bedel semiz ve dolu
ol.]
D�Oطء 5>� ا��ا� �<c<�
�Q� 7� �5اد .�: �� 4���
(�<<�) “tahfîf” masdarından emr-i hâzır, müfred, müennes, muhâtabadır. (ء�و0)
“ayakla basmak” ma‘nasına masdardır. (D��) Minâ’daki Mescid-i Hayf murad
olunmuştur. (4��) selâmet masdarından fi‘l-i muzârî‘, müfred, müennes, muhâtabadır.
112
(�Q�) kezâlik, “basmak” ma’nâsına olan (E0و) masdarından fi‘l-i muzârî‘, müfred,
müennes, muhâtabadır. [95]
Mahsûl-i Beyt: Ey bahtiyâr deve, selâmetle Mescid-i Hayf’a vâsıl olursan
kemâl-i ihtiyât ile pây-endâz ol ki, her hatvede kalb-i hazînime bir dâğ açarsın.
[Ey bahtiyâr deve, selâmetle Mescid-i Hayf’a ulaşırsan son derece sakınarak
ayağını at ki, her adımında hüzünlü kalbime bir yara açarsın. ]
�ء ا�#��.Gب ,� آ�ن �� �
�� ��ع م�� هE� F رد
(���ع) ,(��ع) .kumlu mahallin ismine alem olmuştur. (��") eyzân (ج. �ء)
masdarından fi‘l-i mâzîdir.
Mahsûl-i Beyt: O mahbûbe-i kâinât-fedâya mesken olan (��#ء ا�� ‘de zâyî’(ج.
olan kalbin iâdesi aceb mümkün olur mu?
[O uğruna kâinât fedâ edilecek sevgiliye mesken olan (��#ء ا�� de zarar’(ج.
gören kalbin iâdesi acaba mümkün olur mu? ]
7B7 ن�2انB�2ش�ان ث�� ن
� i� E� �G.ائ� ��
23وا بQ#�ء واد�57��ى
[96] 35� م� ب�� آ2اء و آ2ى
,masdarından fi‘l-i mâzî, müfred (ث���) men‘ etmek” ma’nâsına olan“ (ث��)
müzekkerdir. (ش2ت�ن) “talep” ma’nâsına olan (K2ش�م�) masdarından nefs-i mütekellimdir.
�G.اء) .sormak, suâl etmek” ma’nâsına masdardır“ (ن�2ان)) “ehibbâ ve ehillâ”
ma’nâsınadır. Müfredi, (.�G�) gelir. (� ) “acz ve ta‘b” ma’nâsına isimdir. (� ) lisanda
“lüknet, rekâket olmak” ma’nâsına isimdir. (23وا 23) ,(ا) masdarından cem‘-i
113
müzekkerdir. Burada “taharrî” ma’nâsınadır. (ء�#Qب) Medîne-i Münevvere’de bir dere
ismidir. (آ2ا) ve ( ىآ2 ) Mekke-i Mükerreme’de iki dağ isimleridir. (آ2ا) mevki‘en bir
boğaz teşkîl eden dağa ıtlâk olunur.
Mahsûl-i Beyt: Ey ehillâ! Kalb-i mahzûnu arayıp sormadınız. Lisânınızda
lüknet mi var? Aramak lütufkârlığında bulunursanız (�#Qب)’da vâdi-i (7��) denilen o latîf
sahrânın ezhâr-ı gûnâ-gûniyle müzeyyen olan nazar-rübâ tepelerinin arasında
bulursunuz.
[Ey Ehilla ! Mahzun kalbi arayıp sormadınız. Dilinizde kekemelik mi var?
Arama lütfunda bulunursanız (�#Qب)’da vâdi-i (7��) denilen o hoş sahrânın türlü türlü
çiçekleriyle donatılmış göz alan tepelerinin arasında bulursunuz. ]
ی� �6� ا� 6�6� ب���c�ى
[97] ور � ثc7 5.ی6� م� ��ى
(�6�) “suvarmak” ma’nâsına masdar olan (��6�) masdarından fi‘l-i mâzîdir.
(L�6 ) Mekke-i Mükerreme ile Medîne-i Münevvere arasında bir vâdi ismidir. (ى��)
“bükülmek, sarılmak” ma’nâsına masdar olup cem‘i (اء��) ve (Eی�ا�) gelir. Burada ism-i
mef‘ûl ma’nâsına isti‘mâl olunmuş ve “çölde ince kumların rüzgârın tazyîkiyle büklüm
büklüm olarak havaya doğru çıkması” ma’nâsına gelmiştir. (� riâyet masdarından (ر
fi‘l-i mâzîdir. “Hıfz ve himâyet” ma’nâsına isti‘mâl olunmuştur. ( ى�� ) İmâmü’l-
Mürselîn Efendimiz Hazretlerinin altıncı batında ecdâd-ı izâmından olan ( , اب���ى اب� :��
3�. ) murâd olunmuştur.
Mahsûl-i Beyt: Reml-i rakîki bükülerek havaya çıkan o nazar-rubâ (L�6 )
Vadîsini Cenâb-ı Hakk ebr-i rahmetiyle iskā ve orada şeref-mukîm olan ( ى�� ) kabîlesini
hıfz ve himâyet-i sübhâniyesiyle her ârızadan masûn buyursun.
[Çölde rüzgârın tazyîkiyle büklüm büklüm olarak havaya doğru çıkan ince
kumların, göz alan “akîk vâdi”sini, Cenâb-ı Hakk rahmet bulutuyla sulasın ve orada
114
oturmakla oraya şeref veren “lüey” kabîlesini himâyet-i sübhâniyesi ile her ârızadan
korusun. ]
�>4و اوی6�ت ب�ا�د
E�5 [98] آ�ن4 را"@� 5� را"@�
�>vakt”in cem‘i olan “evkāt”ın musaggarıdır. (4“ (اوی6�ت)�), (4<���) masdarından
fi‘l-i mâzî, müfred, müennes, gāibedir. (�@"را) “el ayası” ma’nâsına olan (E"را)’nın
tesniyesidir.
Mahsûl-i Beyt: O vâdîde geçen evkāt-ı latîfenin yâdıyla her zaman mütelezziz
olurum. Zirâ şimdi zâyi‘ olan ser-rişte-i râhat ve huzur o zaman elimde idi.
[O vâdide geçen hoş zamanları anmaktan her zaman çok lezzet alırım. Zirâ
şimdi kaybolan rahat ve huzur ipinin ucu o zaman elimdeydi. ]
�� م<23 م� 23 اج>�ن�
�� ج�K2 م� 26 ازه�ر "
”ahd masdarından ism-i mekândır. Burada “mahal-i muhteziz ve ma’hûd (م<23)
ma’nâsına kullanılmıştır. (23 ) “yağmur” ma’nâsına isimdir. (2ج�) “ense, unk” ma’nâsına
isimdir. ( 26 ) “gerdanlık” ma’nâsına isimdir. (ر�ازه) “çiçek” ma’nâsına olan (.زه)’in
cem’îdir. (��") “müzeyyenât” ma’nâsına olan (E��") ve (F") masdarlarının musaggarıdır.
[99]
Mahsûl-i Beyt: O vâdîye sâye-endâz olan nihâlân-ı hüsn ü ân çeşmân-ı girye-
bârımdan nâmiye-dâr olan ezhâr-ı latîfe ile müzeyyen bir gerdânlıkla arz-ı cemâl
ederlerdi.
[O vâdiye gölge olan fidanlar gözlerimden yaşlar akıttığım hoş zamnlarda hoş
çiçeklerle donanmış bir gerdânlıkla güzelliğini ortaya koyardı. ]
Eب xمc2در ا��آ7 :2ی. :
115
�� "�ج �.ىوه�E :�. أأ
.dağ aralarında sel sularından birikmiş ufak göl” ma’nâsına isimdir“ (:2ی.)
”sahip“ (او��) .masdarından fi‘l-i mâzîdir (مs�درK) terk” ma’nâsına gelen“ (:�در)
ma’nâsına isimdir. Müfredi min gayr-ı lafz-ı (ذو) gelir. (ج�") “hâcet” müfredinin
cem’îdir. (رى) “suya kanmak” ma’nâsına masdardır.
Mahsûl-i Beyt: Dâimü’l-cereyân olan dumû‘-ı hasret ve iştiyâktan koca bir
nehir bile teşekkül etti. Vâdi-i mahabbet-i atşânını ervâya elbette kifâyet edecektir.
[100]
[Daima akan, hasret ve aşk gözyaşlarından koca bir nehir bile oluştu.
Muhabbet vâdisinin susuzluğunu elbette dindirecektir. ]
5/.ائ� م� ث.اK آ�ن ��
�د �� >c.ت E�5 وج�@�
”arz ve yeryüzü“ (ث.ا) .servet ve ğınâ” ma’nâsına ism-i masdardır“ (ث.اء)
ma’nâsına isimdir. (د� ) avdet masdarından fi‘l-i mâzîdir. (ت.< ) “bir nesneyi toprağa
sürmek, bulamak” ma’nâsına olan (.�<>�) masdarından nefs-i mütekellimdir. (�@وج�)
“yanak” ma’nâsına olan (Eوج�)’nin tesniyesidir.
Mahsûl-i Beyt: Âh o vâdînin şeref-i ziyâreti avdet etse de toprağına ferş-i
cebîn-i iştiyâk eylesem.
[Âh o vâdiyi ziyaret etme şerefi geri gelse de toprağına iştiyâkla alnımı
sersem.]
"� رب<�c ا�#�� ربx ا�#��
بPب� ج�.��� E�5 وب�
(�") tahiyye masdarından emr-i hâzırdır. ( ا�#��رب<� ) vakt-i [101] rebî‘deki
yağmura ıtlâk olunur. Buradaki (ى) nisbet içindir. (��") “yağmur” ma’nâsına isimdir. ( xرب
116
”�") “utanmak ve hicâb etmek�mevkî‘ ve menzil” ma’nâsına isimdir.(“ (ربx) ,(ا�#��
ma’nâsına masdardır. (.ج�) “komşu” ma’nâsına olan (ر�ج)’ın cem’îdir. (ج�.ان) dahi gelir.
.lisân-ı Arabda duâ makamına isti‘mâl olunur (ب�)
Mahsûl-i Beyt: Ey fasl-ı rebî‘in ebr-i seyyârı! Makarr-ı hayâ ve ismet olan o
mübarek vâdîdeki cîrân-ı vefâ-unvânımıza tahiyyât-ı mahsûsamızı ve eyyâm-ı firâkın
temâdî eylediğini iblâğ ve ifhâm et.
[Ey bahar mevsiminin gezinen bulutu! Hayâ ve günahsızlığın karar kıldığı yer
olan o mübârek vâdideki vefâlı komşularımıza, husûsî tahiyyâtımızı ve ayrılık
günlerinin devam ettiğini bildir ve anlat. ]
E�X �5 �� .م �� اى
أ�>� اذ ?�ر "d� مE� أى
(K.م) mürûr masdarından fi‘l-i mâzîdir. (FX) “gölge, sâye” ma’nâsına isimdir.
İkinci (اى) tekrâr içindir.
Mahsûl-i Beyt: Hani o vâdînin eşcâr-ı latîfesi sâyesinde mürûr eden
eyyâm-ı [102] îş u tarab, ne oldu? O zamânın zevk-i revan-efzâsı yerine tessüfler,
hasretler mi kāim olacak?
[Hani o vâdînin hoş ağaçları sâyesinde geçen sevinçle yaşanan günler ne oldu?
O zamânın artarak geçen zevklerinin yerine tessüfler, hasretler mi kalacak? ]
� دةأى ���ل ا��?F هF م�
�F� ��ل ا�e, أى>c@وم� ا�
(�����), (F��)’in cem’îdir. (F��>�) “avutmak ve eklemek” ma’nâsına masdardır.
(,?) “âşık” ma’nâsına sıfat-ı müşebbehedir.
117
Mahsûl-i Beyt: Leyâli-i visâlin avdeti kābil mi? Zavallı âşık, mâzîyi zikr ve
yâd ile mütesellî olmaktan, dil-âşüftesini avutmaktan, kendi kendini aldatmaktan başka
ne yapsın!
[Buluşma gecelerinin geri dönmesi mümkün mü? Zavallı âşık, geçmişi
hatırlamakla teselli olmaktan, gönlünün meftûnluğunu avutmaktan, kendi kendini
aldatmaktan başka ne yapsın! ]
وبPى ا�Q.ق أرج� رج<3�
رب�c� أ��j وم� أدرى بPى
.recâ” masdarından nefs-i [103] mütekellimdir“ (ارج�) .tarîk”in cem’îdir“ (0.ق)
(xرج) “dönmek” ma’nâsına masdardır. (�jا�) “ölmek, vefât etmek” ma’nâsına (ء�j�)
masdarından nefs-i mütekellimdir. (ادرى) “bilmek” ma’nâsına olan (4درای) masdarından
nefs-i mütekellimdir.
Mahsûl-i Beyt: Ömrüm inkızâ ediyor. Leyâli-i visâlin rücû‘u hangi tarîk-i recâ
ile mümkün olabileceğini hâlâ bilmiyorum.
[Ömrüm sona eriyor. Buluşma gecelerinin geri dönmesinin hangi ümit yoluyla
mümkün olabileceğini hâlâ bilmiyorum. ]
"�.�� ب�� j��ء ج�.��
م� ورائ� وه�ى ب�� ی2ى
komşu” ma‘nasına olan“ (ج�.ة) .ecel, müddet” ma’nâsına isimdir“ (�j�ء)
) .arka” ma’nâsına isimdir“ (وراء) .ın cem’îdir’(ج�ر) �ىه ) ““zamm”ile kazılmış çukur”
ma’nâsına isim olup burada “müşkül ve sa‘b” ma’nâsına isti‘mâl olmuştur.
Mahsûl-i Beyt: Ey cîrân-ı vefâ-şiârım! Hayret-i muhassane içinde
bulunduğumu garip [104] görmeyiniz. Arkamdan şehsüvâr-ı mevt ta‘kîb etmekte
olduğu halde pîş-i râhımda dahî envâ-ı mehâlik müteayyin oldu.
118
[Ey vefâlı komşularım! Kuvvetli hayret içinde bulunduğumu garip görmeyiniz.
Arkamdan iyi bir binici olan ölüm beni takip etmekte olduğu halde önümdeki yolda
dahî çeşitli tehlikeler ortaya çıktı. ]
ا�<�. ��� � وان@�j6ذه,
ب�0� اذ 7� أ5( م7B� ب��
,masdarından fi‘l-i mâzî, müfred (ذه�ب) gitmek” ma’nâsına olan“ (ذه,)
müzekker, gāibdir. (�j6ان) “tükenmek, bitmek” ma’nâsına olan (ء�j6ان) masdarından
fi‘l-i mâzîdir. ()5ز) ,(ا�(5 masdarından nefs-i mütekellimdir.
Mahsûl-i Beyt: İnsaf ediniz. İltifât-ı rûh-bahşâ-yı ma‘şûkānenize mazhariyet
mümkün olmayacaksa hayatım zâyî‘ olmuş ve butlan ile inkızâ etmiş olacak.
[İnsaf ediniz. Âşık olduğum can bağışlayan iltifâtınıza mazhariyet mümkün
olmayacaksa, hayatım ziyân olmuş ve beyhûde sona ermiş olacak. ]
:�. م� أو�4� م� 26ى و
�e� �م �ث "6�>� @.ة ا�� [105]
masdarından nefs-i (ای�ء) masdarında şebîh olan (ا Q�vezin, ma‘nâda ( (او��4)
mütekellim, meçhûldür. ( و) “mahabbet, ubûdiyyet” ma’nâsına masdardır. (ة.@ ) “evlâd
ü ıyâl, akārib ü hîşân” ma’nâsına isimdir. (�e�) eyzan.
Mahsûl-i Beyt: Lillâh-il-hamd, südde-i sidre-peymâsı melâz-ı mücrimîn olan
ıtret-i mukaddese-i hayru’l-vârîye intisab ile i‘lân-ı fahr eden kalb-i zaîf ü nâtuvân,
sermâye-i necât-ı dâreyn olan o irtibât-ı âşıkānenin bâis-i ğufrân ve sebeb-i merâhim-i
olacağını ümîd ile mütesellî ve mesrûrdur. [106]
[ Allah’a hamd olsun, en yüksek makamının kapısı, günahkârların sığınacak
yeri olan, mukaddes hayırlı nesle dâhil olmakla gururlanan zayıf kalbim, iki dünyada
119
kurtuluş sermâyesi olarak, bağışlanma ve merhametin sebebi Nebî-yi Zîşân(sav)
olacağını, ona olan aşkı ile ümit etmekte, teselli olmakta ve mutluluk duymaktadır. ]
B. KASÎDE-İ MÎMİYYE (HAMRİYYE)
İşbu kasîde-i mübâreke (Eی.��) nâmıyla müştehirdir. [107]
rمz2م ,���� ذآ. ا�# ش.ب��
�L اB�.مOان ی F��B.ن� ب3� م� �
Mahsûl-i Beyt: Bintü’l-ineb, mütevârî-i sitre-i hafâ, kâinât-ı âlem-i amâda
rehîn-i ihtifâ iken cür‘a-keş-i şerâb-u aşk olarak sekrân olduk.
[Üzümün kızı, gizli örtü ardında saklanan, kör âlem rehîn edilerek gizlenmiş
iken aşk şarabından bir yudum çekerek sarhoş olduk. ]
Müfredât ve İ‘râb: (�ش.ب�) dördüncü bâbdan mâzî, cem-i, mütekellim sîgasıdır.
(,����,) terkîbinde (ذآ. ا�#") fa‘îl, bi-ma‘na’l-mef‘ûl olarak “mahbûb” ma’nâsınadır.
“Zikr”den murad; ya zikr-i lisânî veyâ zikr-i kalbî ve cenânîdir. Her ikisi de akvâ-yı
esbâb-ı tarabdan olduğu için burada zikrolunmuştur. (Eم2ام) zamm-ı mîm ile, hamrın
esmâsından olarak müptelâ olan kimse kolaylıkla bekāyı alamayıp devâm ettiğinden
“müdâme” müdâm dahî tesmiye [108] olunmuştur. Burada murâd; ma‘rifet-i ilâhiyye,
âsâr ve esmâ-i cemâliyeyi şuhûddan neş’et eden şarâb-ı mahabbet-i rabbâniyedir ki
katresinin zevki cemî‘-i a‘yân-ı kevniyeden gaybet ve sekri mûcib olur. (�ن.B�) “tarab-
nâk ve neşve-yâb olmak” ma’nâsına olan “sekr”den cem‘, mütekellim olarak lezzeten
ve taraben; cemî‘-i “mâ-sivâ-yı mahbûbdan gaybûbet ettik” demektir. ( L�Oان ی F�م� �
”üzüm“ (آ.م) .alâ tarîki’t-tenâzu‘ “şeribnâ” ve “sekirnâ” fiillerine mütealliktir (ا�B.م
ma’nâsına… ve burada vücûd-ı mümkinâttan kinâyedir ki, “şarâb-ı aşk-ı ilâhîyi nûş
120
etmek ve onunla neşve-yâb olmak, âlem-i ezelde ve Hazret-i ilm-i ilâhîde olarak her
mevcûdun zuhûrundan mukaddemdir” demektir.
3�� ا��2ر آPس وه� ش�| ی2ی.ه�
7G2و اذا م(ج4 ن� ه�ل وآ7 ی
Mahsûl-i Beyt: Kâse-i ser-şârî bedr-i tâm, sâkîsi hilâl-i mâh-ı tâbân olan
müdâm safâ, encâm-ı teşvîr-i harârette hem câzibe-i şems rahşândır; germâ-germ ihtilât
oldukça envâ-ı nücûm dırahşân olur. [109]
[Dolunay gibi dolu kâse, kadehi sunan parlak ayın hilâli olan devamlı safâ
içinde akıbeti içine alan harârette hem parlak güneşin câzibesidir. kızışıp ısındıkça
biribirine karışan yıldızların çeşitleri parlar. ]
Müfredât: (�3�) şibih cümle olarak aşağıki (س�آ) kelimesinden mukaddem
hâldir ve zi’l-hâl nekre olduğu için hâl tekaddüm etmiştir ve (�3� سP2ر آ� takdîrinde (ا�
bulunmuştur. (�ه) zamîr-i müennesi “müd’âme”ye râci‘dir. “el-bedr” mübteda, “kü’s”
haberidir. “Müd’âme’nin bedr-i tâm kâsesidir” demektir. (ب2ر) “tekâmül eden kamer”
demek olup burada “ma‘rifet-i ilâhî ile mâlâmâl olan insân-ı kâmil ve mürşid-i ârif ü
âmil” demektir. ("�ل �ی2ی.ه), (.ی2ی) idâreden muzârî ve (�ه) zamîri onun mef‘ûl-ü bihi ve
müd’âmeye râci‘dir. “Hilâl” kelimesi de fi‘l-i mezkûrun fâilidir. (2و� edât-ı (آ7) ,(آ7 ی
teksîr ve (2و�) ,(ی ب2وا -ی�2و -ب2ا )’den muzârî‘, müfred, gāib olarak (.3dی) ma’nâsına ve
aşağıki “necm” onun fâilidir. (اذا) “vakit” ma’nâsına ve mahall-i nasbda olarak (2و� (ی
fi‘linin mef‘ûl-ü fîhi. (4ج)م) “bir şey’i tefrîk kābil olmayacak derecede diğer şeye
katmak” ma’nâsına olan (ج)م)’den mâzî, meçhûl ve nâib-i fâili olan müd’âmeye râcî‘
zamîr-i müennes ile cümle-i fi‘liyye olarak (اذا)’nın muzâfun ileyhidir. “Ma‘rifet-i
ledünniye müd‘âmesi medârik-i şer‘iyye ve dîniyye ile mezc olunursa zalâm-ı cehl ve
evhâmda mütehayyir ve sergerdân olanlara birçok nücûm-ı ihtidâ ve envâr-ı hüdâ zâhir
ve nümâyân olur” demektir. [110]
و�� ش&اه� م�اه@2ی4 �#�ن3�
121
���ه� م� e��ره� ا��ه7 و��
Mahsûl-i Beyt: Rayiha-i revân-efzâsı ta‘tîr-i meşâmm etmese mecma‘-ı neşve-
dârân-ı aşk olan meyhânesini bulmak; envâr-ı âfitâb-sûzu ziyâ-bahş-ı uyûn olmasa
vücûdunu vehm ile tasavvur etmek mümkün olamaz.
[Giderek artan kokusu burna güzel koku vermese de neşveli âşıkların
meyhanesini bulmak; güzel yüzün nûrları, ışık veren gözleri olmasa varlığını kuruntuyla
göz önüne getirmek mümkün olamaz. ]
Müfredât: ( ��) harf-i imtinâ‘, (ش&ا) “rayiha-i tayyibe” ma’nâsına mübteda ve
haberi mahzûf “د�ج�م” kelimesidir. Burada ve aşağıdaki (�ه) zamîr-i müennesleri
müd’âme-i mezkûreye râci‘dir. (4اه@2ی�م)’deki “mâ” nâfiye ve “ihtedeyte” cümle-i
fi‘liyyesi “levlâ”nın cevâbıdır. (ن�") “mey-kede ve beytü’l-hamr” ma’nâsına olarak
“ihtedeyte” fi‘linin mef‘ûl-ün bihîdir. (���) elif-i maksûre ile “nûr ve ziyâ” ma’nâsınadır.
( 73وه� ) “mâ tesavvera” fi‘l-i menfîsinin fâilidir. Mısrâ-ı sâniin i‘râbı bi-aynihi mısrâ-ı
evvelin i‘râbı gibidir. [111]
rش�ا�2ه. :�. "� �م3� L� و�7 ی
نc ">�ه� 5� ?2ور ا��3i� آ@7آ�
Mahsûl-i Beyt: Hayf ki, dehrin mahal-i ihlâs olan envâ-ı zehârifi rahîk-i aşkın
neşve-i hayât-bahşâsından bakıyye-i hayât-ı muhtezır kadar bir zevk bırakmış. O da
sudûr-ı erbâb-ı nühâdaki ser-mektûm kabîlinden…
[Yazık ki, zamanın ihlas mahalli olan çeşitli süsleri aşk şarabının hayat veren
neşvesinden sekerattaki kimsenin kalan ömrü kadar bir zevk bırakmış. O da akıl sahibi
kimselerin içinde saklanmış şeyler kabilinden... ]
Müfredât: (L� ibkā” masdarından muzâri‘, müfred, gāib ve “lem” ile“ (�7 ی
meczûmdur ve (�3م�)’deki zamir müd’âmeye râci‘ olarak mef‘ûl-ü bih, (.ا�2ه) kelimesi
fâildir. “Dehr”, “zamân-ı tavîl” ma’nâsına olarak burada kulûb-ı gāfileyi şuhûd-u
tecelliyât-ı ilâhiyyeden şâğile olan zehârif-i diniyye ve hevesât-ı nefsiyyedir. (Eش��")
122
“marîz ve cerîhte kalan bakıyye-i rûh” demektir. (�<�) “ızhâr ve ketm” ma’nâsına
ezdâddandır ve zamîri müd’âmeye veya heşâşeye râci‘dir. (�3ن) zamm-ı nûn ile “akıl”
ma’nâsına olan (E�3ن)’nin cem’îdir ve muzâf mahzûf olarak (�32ور او�� ا��?)
takdîrindedir. (7@آ) “setr ve ihfâ” demektir. [112]
E� P5ن ذآ.ت �5 ا�#� ا?�_ اه
�73� و اث7 ن��وى و �ر
Mahsûl-i Beyt: Bir kabîle-i safâ-mu‘tâd arasında zikr-i neşve bünyâdı yâd
olunsa bî-âr û günâh neşve-mend-i sabûh-i sabâh olurlardı.
[Bir kabile mutad eğlence arasında asıl neşe yâd edilse ne âr ne günah olmadan
sabah içilmiş bir şarabın tesiriyle neşeli olurlardı. ]
Müfredât: (ذآ.ت) mâzî-i meçhûl ve nâib-i fâili olan zamîr müd’âmeye râci‘dir.
sabâha dâhil“ (ا?�_) .fi‘linin mef‘ûl-ü fîhidir (ذآ.ت) kabîle” ma’nâsına olarak“ (�5 ا�#�)
olmak” ma’nâsına olan (ح�� feth-i nûn ile (ن��وى) …onun fâili (اه�tan mâzî, (E’(ا?
“sekrân” vezin ma‘nâsında olan (ان�ن�)’ın cem‘i olarak (_� .fi‘linin mef‘ûlüdür (ا?
(_�) ,(ا? نآ� ) ma’nâsına fi‘l-i nâkıs olursa (وى�ن� E� onun isim ve haberi olmak üzere (اه
hal olunur. (773 و اث�� gibi. “ ” ismi ile beraber tekrar ( "�ل و ��ة) ,( �ر
olunduğundan dört vecih câiz olarak burada kafiye ve veznin icâbı (.Bرض و ب�5 ) âyet-
i kerîmesi gibi “âr”, “ism” kelimelerinin merfû‘ okunmasıdır. [113]
2ت�e� ن�ء ا�2ن�وم� ب�� ا"�
7� و�7 ی�L م3�� 5� اr6�6#� ا ا
Mahsûl-i Beyt: Mînâ-yı kulûb-i ehl-i aşkta suûd-nümâ-yı cûş-ı hurûş olunca
âteş-zen-i hâşâk fark olur. Hakîkatte isminden başka birşey kalmaz.
[Aşk ehlinin kalplerinin içine çoşkunluklar yükseliş gösterince çer çöpün
içindeki ateş fark edilir. Hakîkatte ise isminden başka birşey kalmaz. ]
123
Müfredat: (ن�ء ا�2ن�م� ب�� ا"�) aşağıki (2ت �e�) fi‘linin mef‘ûl-ü bihidir. (��"ا)
“iç” ma’nâsına olan (��") lafzının cem‘i, (ن�دن) kelimesi “küp” ma’nâsına olan (دن)
lafzının cem’îdir. (ن�ء دن�ا"�) kulûb-i insândan istiâr bi’l-kinâyedir. (2ت �e�),
(2 �e�)’den mâzî, münnes olarak “şeyen fe-şeyen irtifâ edip kalktı” demektir ve fâili
müd’âmeye râci‘ zamîr-i müennestir. (L� ,‘den, dördüncü bâbdan muzâri’(ی��6 - ب�6) ,(�7 ی
meczûm ve ma‘tûftur ve (7� .müstesnâ-i müferrağ olarak onun fâilidir (ا ا
�� ��0. ام.ئ وان Q�.ت ی�م�
وار�#F اi73� ا��م4 بE ا5�.اح [114]
Mahsûl-i Beyt: Dil-teşne-i râh-ı irfân olan bir mest-i dil-figâr hâtıra-i hayât-
efzâsıyla zevk-yâb olsa ilelebet mukîm-i dârü’s-selâm ferah ve sürûr olurdu.
[Kalp devamlı irfan yolunun taliplisi olsa yüreği yaralı bir mest kimse hayat
bahşeden zevke erse devamlı barış, ferah ve sürûr diyarında kalır. ]
Müfredât: (ت.Q�), (ر�Q�)’dan mâzî, müennes ve fâili müd’âmeye râci‘ zamîr-
i müennestir ve evvelindeki (ان) şartiyyedir. (�م�ی), (ام.ى) kelimelerinin tenkîri ( .�� ن�.ة
onun (ا 5.اح) .den mâzî-i müennes‘(ا��مE) ,(ا��م4) .gibi ifâdeyi ta‘mîm içindir (م� ج.ادة
fâili ve cümlesi cevâb-ı şarttır. (Eب)’deki zamîr (.0��)’a râci‘dir. (73ا� F#ار�), ( E� F#ار�
.cümlesine ma‘tûftur (ا��م4 یE ا�t) takdîrinde mef‘ûlü mahzûf ve cümlesi (ا�73
�� نd. ا�2�م�ن �@7 ان�ئ3�و
7@O�ذ8� ا �ه7 م� دون3.B���
Mahsûl-i Beyt: Pîrâye-i eydî nedîmân-ı lâhût olan mînâ-yı rahîk-i aşkın [115]
hatm-i neşve îsârına uzaktan bir nazar edenler fi’l-hâl sekrân ve heymân olurlar.
[Ellerimin süsüne baksa yiğitler aşkın şarabının şişesi olan gerçek neşe
ikramına uzaktan bir nazar edenler hemen sarhoşolup kendinden geçerler. ]
124
Müfredât: (��) şartiyye, (ن�ا��2م) zamm-ı nûn ile (7ن2ی)’in cem‘i ve (.dن) fi‘linin
fâili ve (�3ئ�7 ان@�) terkîb-i izâfîsi mef‘ûl-i bihidir ve âhirindeki zamir müd’âmeye râci‘dir.
gelir. Bir kabın mahtûm ve mührlü olması (اوان�) ve (أن�E) kap” demektir ki, cem‘i“ (ان�ء)
içindeki şeyin kadri âlî ve kıymeti ğālî olduğuna delâlet eder. (7ه.B� )’de “lâm”
cevâbiyye, (.B� den’(ذ�8 ا�7@O) takdîrinde aşağıki (م@G�وزا) ,(م� دون3�) ,dan mâzî’(ا�B�ر) ,(ا
hâl ve âhirindeki zamîr müd’âmeye râci‘ ve muzâf mahzûf olarak (Eم� دون ش.ب ذ�8 ا��2ام)
takdîrindedir. (7@Oذ�8 ا�), (.B� .fi‘linin fâili olarak cümlesi cevâb-ı şarttır (ا
O�ا م3�� ث.ى ��. م4�و�� ن>
7�;Gوح وان@<� ا�i.ا� E��دت ا�>�
Mahsûl-i Beyt: Revân-bahş-ı kâlbüd-i kâinât olan reşehât-ı rahîk-i aşk [116]
kabr-i meyyite reşş edilse cism-i meyyit revân-pezîr-i civânî olurdu.
[Can bağışlayan kâinatın bedeni olan aşk şarabının damlaları, ölünün kabrine
serpilse ölünün bedenine rûhu geri döner, cimside dirilir. ]
Müfredât: (ا�O<ن) “reşş etmek ve saçmak” ma’nâsına olan (t<ن)’dan mâzî,
cem‘-i müzekker ve fâili olan (واو) beyit-i sâbıktaki (ن�ن2م)’a, (�3م�)’daki zamîr de
müd’âmeye râci‘dir. (ث.ى) “toprak” ma’nâsına olarak (ا�O<ن) fi‘linin mef‘ûl-ü bihi ve
ten murâd müstağrak-ı şehevât-ı fâniye olan erbâb-ı gaflettir. Nitekim bir şâir bu’(م�4)
bâbda demiştir: ( ان�� ا���4 م�4 ا "��ء ��| م� م�ت 5��@.اح ب��4 ) ve Hazret-i Nâzım Kuddise
Sırrûhu Kasîde-i Hemziyye’sinin matlaında buyurmuştur: ( ا.#�ارج ا��;�7 �.ى م� ا�(وراء
e’(م�4) deki zamîr’(ا��E) ya cevâb, ve’(�� ن>O�ا) cümlesi (�<�دت ا��E ا�.وح) .(5�"�� م�4 ا "��ء
râci‘dir. (7;Gان@<� ا�) cümlesi de ( �t<�دت ا� ) cümlesine ma‘tûftur. Cismin intiâşı letâfet ve
tarâvet ve sükûn ve hareket gibi levâzım-ı hayâtın onda zuhûru demektir.
و�� 0."�ا 5� 5�ء "�ئl آ.م3�
76i;ا� E�ر�و2� اش>� �> ��� [117]
125
Mahsûl-i Beyt: Bâğ-zâr-ı aşkta tarâvet-yâb olan kermin fey-i cidârı gayr-ı
kābil-i iltiyâm illetlerle ma‘lül olanlara sâye-sâz olsa ilelebet vâreste-i eskām ve âlâm
olurlar.
[Aşkın bağında taze bulunan üzümün duvarının eğik olması birbirlerine
bağlanması mümkün olmayan illetlerle ma’lül olanlara kapalı olsa ilelebet her türlü
hastalık ve acıdan kurtulurlar. ]
Müfredât: (ا�0." ��) cümle-i şartiyye, fâili (ن�ن2م)’a râci‘ (واو)’dır. (�5ء) “zıll ve
gölge” ma’nâsına… (lئ�") “duvar” demektir. İhâta etmesi bâis-i tesmiyedir. (آ.م) “üzüm
bağı” ma’nâsınadır. (�<اش) “şifâsı zâil olmak veyâ mevte müşrif ve karîb olmak”
ma’nâsına olan (ء�اش>)’dan mâzî ve fâili (F�� )’e râci‘ zamîrdir. İkinci ma‘nâya göre
mef‘ûlü mahzûf olarak (ت�ا�� �� ��)’in cevâbı, (76��), (>�ر�E ا�takdîrindedir. (t (اش.ف )
“kurb” vezninde “illet” ma’nâsınadır. Muhassinât-ı bedî‘iyyeden (�5 �5ء)’de cinâs, ( ���
.de ibhâm-ı tezâdd san‘atları vardır’(و�2 اش>�
و�� �.ب�ا م� "�ن3� م6<2ا م��
7B� [118] ویLQ� م� ذآ.ى م&ا�@3� ا�
Mahsûl-i Beyt: Rahîk-i aşkın mukārenet-i kuvvet-bahşâsı yıllarca harekete
muktedir olamayan bir muk‘ada müyesser olsa fi’l-hâl kudret-yâb-ı meşy ve hareket; ve
ebkemler feyz-i nutk ile hikmet-nisâr-ı belâgat ve fesâhat olurdu.
[Aşk şarabının kuvvet veren yakınlığı yıllarca harekete muktedir olamayan bir
kötürüme kolaylık olsa hemen yürüyüp hareket edebilen dilsizler nutk konuşma ve
hikmetli fasîh ve beliğ bir şekilde konuşabilirler. ]
Müfredât: (ا�ب.� ��) “takrîb”den mâzî ve (ن�ن2ی�)’a râci‘ (واو) fâili olarak cümle-i
şartiyyedir. (م�), ( �ا�.ب ) fi‘linin sılası, (ن�") “beytü’l-hamr ve mey-gede”dir. (2>6م),
den ism-i mef‘ûl olarak ve kötürüm illetine müptelâ olup da kıyâm ve meşyden’(ا�<�د)
aczinden dâimâ ku‘ûd etmekte bulunan marîzdir. (��م) fi‘l-i mâzî ve muk‘ada râci‘ fâil
zamîriyle cümlesi cevâb-ı şarttır. (ذآ.ى) elif-i maksûre ile “zikir” ma’nâsına masdar.
126
(Eم&ا�) “tatmak” ma’nâsına masdar-ı mîmî. (�3ن�"), (�م&ا�3) zamîrleri müd’âmeye râci‘,
(7B� .) fi‘linin fâilidirی�)’in cem‘i olarak (LQاب(7B ,(ا�
�46 5� ا��c.ق ان>�س 0 �3�و�� �
[119] و5� اs�.ب م(آ�م �<�دE� ا��7
Mahsûl-i Beyt: Râyiha-i kâinât-şümûlü cihet-i şarkiyyede nükhet-fezâ-yı
intişâr olsa garpta müptelâ-yı illet-i zükām olanların kuvve-i şâmmesi meclis-i
müsebbihîn-i melâikede münteşir-i fevâyih-i odu istişmâm edecek kadar mütezâyid
olurdu.
[Kâinatı kapsayan kokusu, doğuda her tarafa yayılsa batı da nezle hastalığına
tutulanların koklama duyuları, tesbih eden meleklerin meclisinde ateşin yayılan
kokusunu koklayacak kadar çok olur. ]
Müfredât: ( 6� 4 ) “misk ve anber gibi tîb-i lizk edip yapışmak” ma’nâsına olan
(L� )’dan dördüncü bâbdan mâzî, müennestir. (س�ان>), (|<ن) kelimesinin cem‘i ve burada
“revâyih” ma’nâsına olarak (46� ) fi‘linin fâilidir. (م�آ)م) ,(م�(زآ illetine müptelâ olarak
kuvve-i şâmmesine halel gelen kimsedir. (د�>�) “ avdet”ten mâzî ve (7ش) kuvve-i şâmme
ve “koklamak” ma’nâsına olarak onun fâili ve cümlesi cevâbiyedir. (E�)’deki zamîr
(Eم�آ)م)’a râci‘dir.
�3� آiD م|P4 م� آ�j� ��و
K2 ا���7G�� F�� �5 cF� و�5 ی [120]
Mahsûl-i Beyt: Kâse-i ser-şârını takbîl ile münevver olan dest-i niyâz bir
katre-i nûr-efşânıyla rengîn olsa leyâli-i zulmette şeh-râh-ı irfâna necm-i hüdâ ve hem-
pâye-i mu‘cize-i yed-i beyzâ olurdu.
[Lebâleb dolu kâsesini öpmekle münevver olan niyâz eli bir damla nûr renkli
olsa karanlık gecelerde irfân yoluna hüdâ yıldızı ve hemde yed-i beyzâ mucizesi ile
müşerref olurdu. ]
127
Müfredât: (4�j�) “telvîn etmek ve boyamak” ma’nâsına olan (,�jO�)’den
mâzî, meçhûl ve nâib-i fâili aşağıki (|م Dآ) terkîb-i izâfîsidir ve burada “nûr
müd’âmenin işrâkından hâsıl olan şuâ’ ile izâe ve tenvîr” murâddır. (F�) “hidâyet”in
zıddı ve “yol azgınlığı” ma’nâsına olan (ل��)’den mâzî ve fâili (م )’a râci‘ zamîr
olarak cümlesi cevâb-ı şarttır. (2�5 ی) şibih cümlesi haber ve (7Gا��) kelimesi mübtedadır.
�� اآE� :2ا �.ا 4�� و�� ج
7ieا� x�;� �3�ا وم� راوو.�eب
Mahsûl-i Beyt: Tecellî-i basîret-efzâsı mâder-zâde olan a‘mâlara incilâ-bahş-ı
[121] ibtisâr olsa fi’l-hâl pîrâmen-i arşa muallak levâih-i şuûnu görür ve hilkaten
sâmiadan mahrûm olanlar gulgul-ü mînâsının sadâ-yı irfân intimâsıyla teşnîf-i mesâmi‘-
i îkān etse tehlîlât-ı ker û beyânı istimâ‘ edecek kadar semî‘ olurlardı.
[Basîret artıran tecellîsi anadan doğma körlere can ve gönülden görme
bahşedilerek gözü açılmış olsa hemen aşkın çevresine asılmış işlerin levhâlarını görür
ve yaratılıştan sağır olanlar şarap şişesinin şıkırtısını irfânın sesinin gelmesi ile süslü
sesleribilse sağırın tehlillerini duyacak kadar işiten olur. ]
Müfredât: (4����izhâr etmek” ma’nâsına olan (r“ (جG�)’den mâzî, meçhûl ve
zamîri müd’âmeye râci‘dir. (Eاآ�) “anadan doğma kimse”. (2ا:)¸ (ر�?) ma’nâsına fi‘l-i
nâkıs ve ismi (Eاآ�)’e râci‘ zamîr ve haberi (ا.�eب) ile cümle olarak cevâb-ı şarttır. ( وم�
3�راوو� ) muzâfın hazfiyle (�3ت راو��م� ?) takdîrinde olarak aşağıki (x�;�) fi‘linin mef‘ûl-
ü bihidir. (راووق) “musaffâ’ ve süzgü” ma’nâsınadır. (7?), (7?ا)’ın cem‘i ve “sağırlar”
demek olup (x�;�) fi‘linin fâilidir.
و�� انc رآ�� ی��� �.ب ار3��
7i;ا� K.� ��� ع�;� و5� ا�.آ, م
128
Mahsûl-i Beyt: Meykede-i feyz-bahşâsının turâb-ı tâbnâkına rûmâl olmak
üzere [122] bâdiye-peymâ olan kāfile-i harâbât meslû’-u dendân-ı mâr olsa dahî
müteessir-i zehr-i âb-ı ızdırâb olmaz.
[Feyz veren meyhânenin parlak topraklarına yüz süren olmak üzere çölde
dolaşan garibân kafilede yılanın dişi soksa dahî zehirin tesiri olmayacaktır. ]
Müfredât: (,رآ) “râkibler” ma’nâsına isim-i cem‘. (ا�ی��), (2وe�) ma’nâsına
mâzî, cem‘-i müzekker, gāib, (اب.�) “tâ”nın zammiyle “toprak” ma’nâsına, ( ,و�5 ا�.آ
mübteda ve “akrep (م�;�ع) haber-i mukaddem (�5 ا�.آ,) ,hâliyye (واو) ibâresinde (م�;�ع
ve yılan sokmak” ma’nâsına olan (x;�)’dan ism-i mef‘ûldür. (K.� ���)’da (م ) cevâbiye
.fi‘linin fâilidir (�.) ,(ا�;7) ,a râci‘ ve mef‘ûl-i bih’(م�;�ع) ,(ه�) mâzî, menfî ve (م� �.)
�� �3�� و�� ر�7 ا�.cا�� ".وف ا
7�c.ا� Kب ج� اب.أ�eم ��� ج
Mahsûl-i Beyt: Bir merd-i füsûn-kâr mecmûa-i hezâr esrârının bir harf-i hired-
bahşâsını pîşâni-i mecnûn-ı mutbika nakş eylese müfessir-i ahkâm-ı ümmü’l-kitâb-ı aşk
olan o nakş-ı şifâ-bahş ile nâil-i akl-ı selîm olurdu. [123]
[Bir mert büyücü bin bir sırları toplasa akıl veren bir harfi tamamen mecnûn bir
kişinin alnına nakşetse aşkın ana kitabının hükümlerini müfessiri olan o şifâ veren nakış
ile akl-ı selim sahibi olur. ]
Müfredât: (7� )’dan ism-i fâilر�� ی.�� ر���), (را��ma’nâsına mâzî, ( (آ@,) ,(ر
olarak onun fâili ve “rukye ve efsûn okuyan” demektir. (�3�� mef‘ûl olarak (".وف ا
âhirindeki zamîr müd’âmeye râci‘dir. (��� cephenin her iki tarafında” denir ki, ikisine“ (ج
birden “cebînân” ta‘bîr olunur. Burada mücerret “cephe ve alın” ma’nâsınadır. (ب�eم),
(Eب�ا?) masdarından ism-i mef‘ûl olarak “cin tutan kimse” demektir. (ج�) zamm-ı cîm
ile fi‘l-i meçhûl olarak “mecnûn olan” demektir. Bu fi‘lin ma‘lûmu müsta‘mel değildir.
dan mâzî ve âhirindeki zamîr’(اب.اء) hasta ve mecrûhu iyi etmek” ma’nâsına olan“ (اب.أ)
.onun fâilidir (ا�.�a râci‘ olarak mef‘ûlü ve (7’(مe�ب)
129
�3�� 5�ق ا��اء اG��� �� ر7� ا
�B. م��� 7�c.ا ذ8� ا����#4 ا�
Mahsûl-i Beyt: Nâm-ı nâmî-i şehâmeti bir muasker-i muzafferin livâ-ı
muallâsına ser-nâme-i ihtişâm olsa şüc‘ân-ı gazanfer-nişânı vâreste-i havf-ı memât ve
muhakkar-ı cevher-i hayât olurlardı. [124]
[Onun yüce ismi bir muzaffer ordunun asılmış sancağının başına ihtişam
levhası olsa cesur aslanların nişânı ölüm korkusu olmayan ve hayatın aslını küçük
görmüş olurlardı. ]
Müfredât: (��Gاء ا��ق ��5) aşağıki (7ر�) fi‘l-i meçhûlünün mef‘ûl-i bihidir. (اء��)
“sancak”, (ج��) “asker”, (�3�� .) müd‘âmeye râci‘dirه�fi‘linin nâib-i fâilidir ve ( (ر�7) ,(ا
(.B� )’da (م ) cevabiyedir. (.B� ism-i mevsûl olarak onun (م�) ,dan mâzî’(ا�B�ر) ,(ا
mef‘ûl-ü bihi, (اء�� .fi‘linin fâilidir (ا�), (.Bذ�8 ا�.�)’in sılasıdır. (7م�şibih cümlesi ( (�#4 ا�
.zarûret için maksûrdur (��ا)
3�&\ب ا��ق ا��2cام� 3�5@2ى
(م E� �ا�<(م م Lی.Q� �3ب
Mahsûl-i Beyt: Bezm-i germâ-germinde taallüm-i âdâb-ı irfân eden nüdemâ-yı
aşkın seciyât-ı kâmilânelerini tehzîb ve azîmet-i insâniyeden mahrum olanları azm-i
mahsûs-ı cihân-pesendâne ile tarîk-i Hakk’a ihdâ eder.
[Kızışma meclisinde irfan adabını öğrenen nedimleri aşkın kâmil özelliklerini
kazanan ve insanlık azimetinden mahrum olanlarıherkesin beğendiği Hakk yoluna
hidayet eder. ]
Müfredât: (3&ب�) “tarh-ı zevâid ile ıslâh” ma’nâsına olan ve (,3&ی�)’den
muzâri‘, müennes ve fâili müd’âmeye râci‘, müennestir. (ا��ق ا��2ام�) dahî mef‘ûlüdür.
.kelimesinin cem’îdir (ن2م�ن) musâhib [125] ve hem-zem-i şerâb” ma’nâsına olan“ (ن2ام�)
�B.ان)) ile (رى�B�) gibi… (3�5@2ى) kelimesinde (�5) sebebiyyedir. (ی3@2ى) “hidâyeti kabul
130
etmek ve doğru yola gitmek” demek olan (اه@2ا)’dan muzâri‘, (�3ب) da zamîr, müd’âmeye
râci‘ olarak onun mef‘ûl-ü bihi, (7d>ا� Lی.Qا�) diğer mef‘ûlü, (م�) dahî ism-i mevsûl
olarak (ی3@2ى) fi‘linin fâilidir. ( ) nâfiye ve (E�) haber-i mukaddem ve (م) ) mübteda
olarak cümlesi mevsûlün sılasıdır.
E<د آ�G�م م� �7 ی<.ف ا.Bوی
7�" E� �م u�s�2� ا 7� وی#
Mahsûl-i Beyt: Tabâyi‘-i beşeriyeyi tahvîle kudret-yâb olan kudret-i
terbiyetkârânesi dest-i buhl-peyvesti, cûd ve sehâ bilmeyenleri kerîm ve bâzil ve hilm
ile âşinâ olmayanları inde’l-gāzab halîm ve deryâ-dil eyler.
[Beşer tabiatlarının değişimine gücü yeten terbiye edebilen cimri eli, cömertlik
bilmeyenleri kerîmlik cömertlik ve hilmle tanışmayanları gazab anında halîm ve geniş
kalpli eyler. ]
Müfredât: (م.Bی), (آ.م)’den muzâri‘ ve (م�) onun fâili olarak bu cümle ( 3�5@2ى
tا� E� م�) cümlesine ma‘tûftur. [126] (E<د آ�G7 ی<.ف ا��) cümlesi ism-i mevsûl olan (م�)
kelimesinin sılasıdır ve (7��7) ,(ی#")’den muzâri‘ ve (u�s2 ا�� ) onun mef‘ûl-ü fîhi ve (u�:),
(,j:) ma’nâsınadır ve (م�) mevsûle fâildir. (7�" E�) cümlesi de (7�") cümlesi de ( E�
(م) gibi olarak sıla vâki‘ bulmuştur.
ا6��م �/7 25ام3� و�� ن�ل 25م
7/c� P�آ;�E م<�� ش��ئ�3� ا�
Mahsûl-i Beyt: Mînâ-yı cihân-nümâsının fidâm-ı neşve-bârını telsîm şerefini
ihrâz eden girân-cânlar şemâil-i âliesinin te’sîr-i zarâfetiyle her mehâsini hâmil insân-ı
kâmil olurlar.
131
Müfredât: (ل�ن), (Fن�)’den mâzî, (25م), (|�5) vezninde “sakîl ve gabîyy ve belîd”
ma’nâsına olup onun fâili, (7/�) “takbîl” ma’nâsına olarak mef‘ûl-i bihi, (25ام) kesr-i fâ ile
“şerâb kabının örtüsü” demektir. Âhirindeki zamîr-i müennes müdâmeye râci‘dir.
(E� ) “kesb ettirmek, kazandırmak” ma’nâsına [127] olanاآ;,) cevâbiyedir. ( مde (’( آ;
,e râci‘ gāib zamîri’(25م ا�6�م) masdarından ve iki mef‘ûle müteaddîdir. Birincisi (اآ;�ب)
ikincisi (�3� .kelimesi de fi‘l-i mezkûrun fâilidir (ا��/terkîb-i izâfîsidir. (7 (م<�� ش��ئ
(�3� ,deki zamîr-i müennes müd’âmeye râci‘ olup onun şemâil-i kerîmesi, rikkat’(ش��ئ
letâfet, hüsnü’l-huluk, lütuf, tevâzu‘ gibi mekârim-i celîledir.
ی6���ن �� ?>3� 5�ن4 ب�?>3�
7� 2�ى ب�و?�35� Fاج .���
Mahsûl-i Beyt: Reşhât-ı rûh-efzâsı eczâ-yı kâinâta nefh-i hayât eden rahîk-i
aşkın evsâf-ı âliyesinden haberdârsın, tavsîf et dediler. Bâis-i şa‘şa‘a-i zuhûr olan evsâf-
ı mübeccelesine vukûfumu tahdîs-i ni‘met olarak i‘tirâf eyle.
Müfredât: (ن���ی6) muzâri‘, cem‘-i, müzekker olup fâili tâlibîn-i rahîk-i aşka
râci‘ olan (واو) zamîridir. (��), (ن���ی6) fi‘linin mef‘ûl-ü bihidir. (�3<?), (Deی D?و)’den
emr-i [128] hâzır olarak cümlesi makûl-i kaval ve âhirindeki zamîr müd’âmeye râci‘dir.
��.) ,mübteda (ان4) ,5) ta‘lîliye�deki (’(5�ن4)�) onun haberi, )�3<?�(ب, (.���) kelimesinin
mukaddem mef‘ûlüdür. (Fاج) harf-i tasdîk, (2ى� ) şibih cümlesi mukaddem haber, (7� )
onun mübtedası, (�35�?و�ب), (7� ) kelimesinin mef‘ûl-ü bihi, zamîrler müd‘âmeye râci’dir.
م�ء وDQ� و ه�اء?>�ء و
ون�ر و ن�ر وروح و ج;7
Mahsûl-i Beyt: Safveti, küdûret-i mâ’dan; letâfeti, kesâfet-i havâdan; nûr-ı
şa‘şa‘ânîsi harâret-i nârdan; rûh-ı mücerredi, vâhime-i cismden müberrâdır dedim.
Müfredât:(ء�<?), (ت�<?)’ten olarak mübtedayı mahzûfun (ء�وه� ?>)
takdîrindedir. Zamîr-i mahzûf müd’âmeye râci‘dir. (ء�و م), (ء�<?) üzerine ma‘tûf olarak
132
cümlelerinin (و�DQ و ه�اء رن�ر و ن�ر وروح و ج;7) .takdîrindedir (��| 3�5� آ;�r5 ا���ء)
i‘râb ve takdîri de böyledir. (اء�ه) kelimesi memdûd olarak [129] zarûret-i vezn için
veyâ kırâat-ı hemze üzerine maksûr vâki‘ olmuştur. Çünkü maksûr olarak (ى�ه)
“mahabbet” ma’nâsınadır.
c26�م آcF ا�B�ئ��ت "2ی/3�
7� 2�ی�� و شFB ه��ك و ر
Mahsûl-i Beyt: Kâinât, sûret-nümâ-yı taayyün olmamış ve heyûlâ-yı âlem
şekil ve resme girmemiş iken cihân, cihân-ı nikât ve meânîyi hâmil olan zikr-i hikmet-
pîrâsı sebk-i zâtî ile sâbık ve kadîm idi.
Müfredât: (26م�), (46��) ma’nâsına olan (26م�)’den mâzî, (ت�ئ��Bا� Fآ) terkîb-i izâfî
olarak mef‘ûl-ü bihi, (�3/2ی") fâili ve zamîri müd’âmeye râci‘dir. Burada tekaddümden
murâd zamânî olamayıp zâtîdir. Çünkü zamân dahî kâinât cümlesindendir. (�2ی��),
.âlem-i ezele işârettir (ه��ك) .eser” ma’nâsınadır“ (ر�misâl”, (7“ (شFB) .den hâldir’("2ی/3�)
(7���73 و اثibâresinin i‘râbı mâ-sebakte (7 (و شFB و ر .ibâresinin i‘râbı gibidir (و �ر
[130]
4r�B ب3� ا ش��ء ثc7 �#و��م
735 E� م� Fآ � 4�G@"ا �ب3
Mahsûl-i Beyt: Rahîk-i aşk sebeb-i kıyâm-ı eşyâdır. Müstelzim-i hafâ olan
şiddet-i zuhûru, berter-i fehm ve idrâk olan hikmet-i zuhûru lâ yüfhemâne perde-i hicâb
olmuştur.
Müfredât: (4م��), (4@� ‘) zamîri müd’âmeye râciب3�ve (4��>�) ma’nâsına, ( (ث
mef‘ûl-ü bih ve (ء�اش�) onun fâilidir ki eşyânın zâtında vücûdu yoğiken -(E�Oن)’nin
ta vücûdu gibi- sübût ve teayyünü vücûd-u ilm-i ilahî iledir. Felihâzâ âyet-i’(ن�اة)
celîlede; (م�ا�#� ا��6) ve ed‘iye-i me’sûrede; (�3�5 ات و رض وم��73 �8 ا�#�2 ان4 ��7 ا�;�� (ا�
vârid olmuştur. (7ث), (�ث)’nın zammıyla harf ve atıf ve fethiyle mekâna mevzû‘ ism-i
133
işâret olarak hazret-i kayyûmiyyete ve ezele işarettir. Burada her ikisi de câizdir.
(4�G@"ت) ,(ا.@@� )’daki zamîr yaب3�ma’nâsına ve zamîr-i fâil müd’âmeye râci‘dir. ( (ا
müd’âmeye veyâ hikmete veyâhud eşyâya râci‘dir. (Fآ � ) [131] (4�G@"ا) fi‘linin
mef‘ûl-i bihi ve (م�) muzâfun ileyh, (735 E� ) şibih cümle ve mevsûle sıla olarak
nefisleriyle şuhûd-u Rab’den mahcûb olan erbâb-ı gaflete işarettir.
وه�م4 ب3� رو"� ب#�! ���زج�
O� دا و ج.م�ج.ما�# E��
Mahsûl-i Beyt: Rûhum rahîk-i aşk ile o mertebe imtizâc ve ittihâd etmiştir ki
biri diğerinin âyine-i hestî-nümâsıdır. Bu ittihâd-ı mutlak bir cirmin diğer cirme hulûlü
kabîlinden zannolunmasın.
Müfredât: (4م�ه), (�م�و ه� �م ی7�3 ه���ه)’den mâzî, müennes olarak “mahabbet
etti ve âşık oldu” demektir. (�3ب) onun mef‘ûlü ve zamîr müd’âmeye râci‘, (�"رو)
kelimesi de fâildir. (�زج���) “ihtilât” ma’nâsına olan (زج���)’den mâzî, tesniye olarak fâili
olan elif-i müd’âme rûha râci’dir. (دا�ا�#) ya (زج���)’ün müd’âme ile rûha nisbetinden
temyîz veyâ mef‘ûl-i mutlaktır. (و ج.م)’de [132] (واو) hâliye, ( ) nâfiye, (ج.م) mübteda
ve (ج.م E��O�) cümle-i fi‘liyyesi onun haberi ve zamîr-i müzekker mübtedâya râci‘dir. Bir
cirmin diğer cirme tahallül ve hulûlü olmayarak müd’âme ile “rûhum imtizâc ve ittihâd
etti” demektir. Çünkü hakîkatte mevcûd olmayan eşyâ-i ma‘dûmenin vücûdu hak ile
ittihâdı, ma‘dûmü’l-ayn olan nahle ve şecerin, mevcûd olan nevât ve bezerin de vücûdu
ve onunla ittihâdı gibi olduğundan hulûl ve ittihâd-ı hakîkîyi îcâb etmez.
O5�. و آ.م وzدم �� اب
iام �3iوآ.م و ��. و�� ام
Mahsûl-i Beyt: Mükevvenât, sûret-nümâ-yı taayyün olmamış ve hilkat-i ebu’l-
beşer miyân-ı mâ’ ve tînde mündemiç bulunmuşken rahîk-i aşk şeref-bahşâ-yı mînâ-yı
amâ ve âlem-i imkân cevelân-gâh-ı ademe pûyân olduğu o anda dahî füyûzât-ı
ebediyesi mülk-i kadîm-i lâhûta şa‘şa‘a-pîrâ idi.
134
Müfredât: (.��) mübteda ve haberi mahzûf (د�ج�م) kelime[133]sidir. (واو)
edât-ı atıf, ( ) edât-ı nefy, (آ.م), (.��) üzerine ma‘tûf olarak (د�ج�آ.م م ) demektir. ( أدم
,hâliye (واو) de’(و��) .cümlesi onun haberidir (�� اب) ,mübteda (أدم) hâliye (واو) de’(�� اب
(��) şibih cümle olarak aşağıdaki (ام) kelimesinden hâldir. (�3ام) mübteda ve zamîri
müd’âmeye râci‘, ( ما ) de onun haberidir.
xب�� r6�6#�ا�وان� 5� ا DQ�و
�DQ ا��<�ن� وا��<�ن� ب3� 7���
Mahsûl-i Beyt: Taayyünât-ı kevniyye bahr-i muhît-i ilm-i ezelînin emvâcı
mesâbesinde ise de ondaki bedâyi‘-i fıtrat bahrin tecelli-i gûnâgûnuna tâbi‘dir. Kulûb-i
ehl-i îkān bu tecellîden neşve-mend-i irfân oldukça her hatvede bir cihân ma‘nâya pay-
endâz-ı i‘tilâ olurlar.
Müfredât: (ا وان� DQ�) mübteda, (xب��) haberdir. (اوان�) “kap” ma’nâsına olan
(Eأن�)’nin cem‘i, (E6�6#�5 ا�), (xب��) kelimesinin mef‘ûl-i fîhi olarak “hakîkat-i emr-i
İlâhî’de” demektir. (ن��ا��< DQ�), (xب��) kelimesinin mef‘ûl-i bihi, (ن��م<), (��>م)’nın
cem’îdir, [134] ve (ن��ا��<) mübteda, (����) cümle-i fi‘liyyesi onun haberi, (�3ب) kelimesi
(�3�) takdîrinde olarak (ی; ���� )’nun mef‘ûl-i mukaddemi ve âhirindeki zamîr letâfet-i
te’vîlî ile (DQ�)’a râci‘, (����), (ء�ن� �ی�� �ن�)’dan muzâri‘ olarak “arş” demektir.
و2� وx� ا�@>.یL وا�iFB وا"2
5�روا"�� ��. و اش��"�� آ.م
Mahsûl-i Beyt: Hakîkatte şey’-i vâhid iken tefrika-i taayyünle bir iftirâk-ı
mevhûm vücûd bulmuş, rahîk-i aşk rûh-ı kâinât, kürûmu nakış-bend-i ecsâm olmuş.
Müfredât: (2�) edât-ı tahkîk, (xو�), (ع�و�)’dan mâzî, (Lا�@>.ی) onun fâilidir. ( FBوا�
cümle-i (اروا"�� ��.) .ten hâldir’(ا�@>.یL) ,hâliye olarak cümle-i ismiyye (واو) te’(وا"2
ismiyyesindeki (ء�5) tefrîk, vâkii tafsîl ve beyân içindir. (ارواح), (روح)’un, (ح���,) ,(اش�)
vezninde ve “şahıs ve cirim” ma’nâsına olan (_� kelimesinin cem’îdir. [135] (ش
135
�F و � �3��ب<2 ب<2ه� و �
�E� ا ب<�د 35� 3�� �@7� و�
Mahsûl-i Beyt: Rahîk-i aşk için ba‘d ve gabl, mekân ve zamân mütesavver
değildir. mümkinâta göre zamân ve mekân, ba‘d ve gabl mütesavver ise elbette rahîk-i
aşkın her mukaddemde muahhar, her muahharda mukaddem olması lâbüddür.
Müfredât: (F��) evvel, (2>ب) sonra ma’nâsına zarf-ı zamân olup (�3���) şibih
cümlesi mukaddem haber, (F��) muahhar mübtede’dir. (�ب<2 ب<2ه) terkîb-i izâfî ve şibih
cümle olarak haber-i mukaddem ve mübtede’i mahzûftur ki, (2>ب �ب<2 ب<2ه ) takdîrindedir
ve zamîrler müd’âmeye râci’dir. (r����) masâdır-ı mec‘ûle’den ve mübtedâ, (د�ا ب<)
“sonra” ma’nâsına olan (2>ب) kelimesinin cem‘i ve muzâfun ileyhidir. (�35) zamîri
(E����)’e râci‘dir ve mübteda-i sânî sükûn-ı (�ه) iledir. (�3�) aşağıki (7@") kelimesine
müte‘allik ve zamîri müd’âmeye râci‘dir. (7@�) “vâcib” ma’nâsına olarak (�35)’nin
haberi ve bu cümle-i ismiyye de (د�ا ب< r����)’ın haberidir. [136]
�E آ�ن م� ��� و e. ا�2�ىe.�ه
� ا��@7 و 23 اب��� ب<2ه� و�3
Mahsûl-i Beyt: Rahîk-i aşk kâinât vücûd-pezîr olmazdan mukaddem meyhâne-
i ezelde ta‘sîr olunmuştu. Ahd-i ebu’l-beşerde cilve-nümâ-yı taayyün olarak hükm-i
mîsâk-ı ezelî zâhir oldu. Bahr-i zehhâr-ı hakîkat ise evvel ve âhir o dürr-i yetîmi şeref-
güşvâre-i illiyyîn etmiştir.
Müfredât: (.e ) “dehr ve zamân”, (م2ى) “gāyet” ma’nâsına olarak ( �e
zamân-ı tavîlden ibâret ve (ا "�! م�@�3) mübtda, halk-ı âlemden bed’ ile (ا��2ى
mübteda vâki‘ olmuştur. (E��� ) fi‘l-i nâkısın haberi veآ�نşibih cümlesi aşağıki ( (م� �
âhirindeki müzekker zamîri (.e )’a râci‘dir. (�ه.e ) da (ن�آ)’nin ismi olarak bu cümle-
i fi‘liyye mübtedâsının haberi ve ikinci (�e ) kelimesi ya “zamân” ma’nâsına isim
veyâ “üzüm gibi bir şey’i şarâb için sıkmak” ma’nâsına masdar ve âhirindeki zamîr
müd’âmeye zâmir râci‘ olarak müd’âmenin zamânı veyâ “onun üzümünün asr-ı takdîri
136
halk-ı zamândan mukaddem idi” [137] demektir ve (�23 اب�� ) mübteda ve mâ-ba‘di haber
olarak Âdem ‘aleyhisselâm’ın zamânı veyâ ondan ve zürriyyetinden alınan ahd ü mîsâk
demektir ve (�3�) şibih cümlesi mukaddem haber ve zamîri müd’âmeye râci‘, (7�@ا��),
insanda (ی@7) .nın zamm ve fethiyle yetîmlik ma’nâsına ve mübteda muahhardır’(ب�)
pederin ve hayvanda mâderin fikdâniyledir.
>3�م#��� �23ى ا���د "�� ��?
7dcوا�� ./cم73� ا�� �5�#;� 3�5
Mahsûl-i Beyt: Mehâsin-i âlem-şümûlünü tavsîf etmek isteyen her nâsir ve
nâzım evsâf-ı âliyesine lâyık elfâz ve ta‘birât bulabilmek için yine kudret-i hidâyet-
kârânesine müftekırdir.
Müfredât: (�� takdîrinde ve (ه&K م#���) haber ve mübtedâsı mahzûf olarak (م#�
kasîdede bulunan cemî‘-i evsâf-ı müdâmeye işârettir. (23ى�) “lütuf ile delâlet” ma’nâsına
olan (4ه2ای)’ten muzâri‘ ve fâili (�� in’(م#���) e râci‘ zamîr ile beraber cümle olarak’(م#�
sıfatıdır. ( ���د"��ا in mef‘ûl-i bihi’(م�د"��) �) de [138]�3<?�fi‘linin mef‘ûl-i bihi, ( (م3@2ى) ,(
ve zamîr müd’âmeye râci‘dir. (�;#�5) muzâri‘, (�3�5) onun mef‘ûl-i fîhi ve zamîr ya
(�� L" �5) ا��2أمL" �5 �;#�5) yâhud (r ا��;�"�e veyâ müd’âmeye râci‘ olarak (’(م#�
takdîrindedir. (73م�) mef‘ûl-i bih ve zamîr (��"د�م)’e râci‘dir. (./ا��), (�;#ی) fi‘linin fâili,
(7dا��) ona ma‘tûftur.
ویQ.ب م� �7 ی2ره� 2� ذآ.ه�
���@�ق ن<7 آ��c� ذآ.ت ن<7
Mahsûl-i Beyt: (7>ن) ismiyle müsemmâ olan ma‘şûka-i hasnâya kulaktan âşık
olanlar zikr-i nâmıyla nasıl tarab-nâk olurlarsa, rahîk-i aşkın neşve-i lezâiz-efzâsından
bigāne olanlar dahî zikr-i nâm-ı neşve encâmıyla sermest ve raksân olurlar.
Müfredât: (ب.Qی) “neşât ve sürûr” ma’nâsına olan (0.ب)’dan dördüncü
bâbdan muzâri‘, (م�) ism-i mevsûl olarak fâili ve bu cümle (tا� �ی#;� 3�5) cümlesine
137
ma‘tûftur ki, mâ-vecebehû vasfına hidâyetten iki şey hâsıl olmuş olur ki, biri hüsn-i
nazm [139] ve nesr, diğeri zikrinde neşât ve tarab. (�7 ی2ره�) cümlesi mevsûle sıla, ( 2�
(ن<7) de’(آ��@�ق ن<7) .nun mef‘ûl-i fîhi ve zamîrler müd’âmeye râci’dir’(یQ.ب) ,(ذآ.ه�
zamm-ı mîm ile nisâ-i Arab’dan bir hasnânın ismidir ki, Nâzım kuddise sırrûhu Kasîde-i
Lâmiyye’sinde zikir buyurmuştur. (ة.dب� �� – اذا ا�<2ت م�<7 2>�ى و اج��4 ج�F �5 ا�<2ت )
�cو ان� cث7 آ��ا ش.ب4 ا����و�
ش.ب4 ا�@c� �5 �.آ3� 2�ى ا�ث7
Mahsûl-i Beyt: Şurbu günâh ve hüsrândır diyenlere, terk-i şurbu indimde
gāye-i hizlândır dedim.
Müfredât: (ا����) mâzî, cem‘-i müzekker ve fâili olan (واو) hakîkat-ı
müd’âmeden bî-şuûr erbâb-ı gaflet ve gurûrdan kinâyedir. (7ش.ب4 ا ث), (ش.ب4) cümle-i
fi‘liyyesi mekûl, kālû. (7ا ث) [140] “zenb ve günâh” ma’nâsına olarak (4ش.ب) fi‘linin
mef‘ûl-i bihidir. Takdîr, (7ج, ا ث�ی �ش.ب4 م) olmak lâzım iken şurbun isme taalluku
mübâlağa kasdına mebnîdir. (آ�) “hâşâ” ma’nâsına harf-i red‘ ve zecrdir. (�ان�) edât-ı
hasr olarak terk-i şurbun da ism ve günah olduğunu te’kîdi mukayyeddir. (�@ا�) mevsûlü
müd’âme-i hakîkatten kinâye ve (4ش.ب) fi‘linin mef‘ûl-i bihi, (�3�5 �.آ) şibih cümlesi
haber-i mukaddem, (7ا ث) mübteda ve cümlesi mevsûlün sılasıdır.
ه�P� ��هF ا�2\ی. آ7 �B.وا ب3�
وم� ش.ب� م3�� و73c�B� ه�i�ا
Mahsûl-i Beyt: Aşk olsun künc-i harâbâtı tecellî-gâh eden erbâb-ı zevke! Ki
rahîk-i aşkın zevkiyle değil, tasavvur ve tevehhümüyle mest ü hayrân olmuşlardır.
Müfredât: (�ه��), (ه���), (F�>5) vezninde “suhûletle hazm olunan taâm ve şerâb-ı
hoşgüvâr”a denir ki, ekl ve şürb edenin vücûduna nâfi‘ olmakla tehniye’ ve tebrîke
şâyân olduğu mûcib-i tesmiyedir ve mensû [141] biyeti alâ kavl-i mültezem el-ihtimâr
138
âmilinden hâl-i müekkede olmak üzere alınıp burada (�$ه�� Eدام ش.ب) takdîrinde, kāle’ş-
şâir: (E� (آF ه��$� و م.ی$� آ
-ma‘bed-i nasârâdır. Hamr ve sekr ile münâsebeti olmakla erbâb (دی.) ,(اهF ا�2ی.)
ı mahabbet eş‘ârında çok zikr olunur. (7آ) edât-ı teksîr ve temyîzi mahzûf olarak (آ7 م.ة)
takdîrinde ve aşağıdaki (وا.B�) fi‘line mef‘ûl-i mutlak olmak üzere mahallen
mensûbdur. (وا.B�) ve (ا�ش.ب �م)’daki (واو) zamîrleri ( .اهF دی )’e, (�3ب), (�م�3)’daki zamîr-i
müennesler müd’âmeye râci‘ olup (ا�ش.ب �م) cümlesi (وا.B�)’nun fâilinden hâldir. (73�Bو�),
(�B�) edât-ı istidrâk, (7ه), (.دی Fاه)’e râci‘ olarak onun ismi, (ا�ه�) cümle-i fi‘liyyesi de
haberi olarak “şürbu azm ü kasd ettiler” demektir.
��P�ن F� و 2�ى م3�� ن��ة �
7d>�ا �� م<� اب2ا ی��6 وان ب
Mahsûl-i Beyt: Neşve-i rahîk-i aşk neş’etimden evvel bende mevcûd idi. [142]
Üstühânım âlûde-i hâk olduğunda dahî o neşve-i rûh-efzâ benden infikāk etmeyecektir.
Müfredât: (2ى� ) haber-i mukaddem, (ة�ن�) mebâdî’-i sekrde hâsıl olan “neşât
ve sürûr” ma’nâsına olarak mübteda ve (�3م�)’deki zamîr müd’âmeye râci‘ olarak (ة�ن�)
kelimesinden hâldir. (��P�ن F��) terkîb-i izâfîsi şibih cümle olarak (ة�ن�)’nin sıfatıdır.
”taze hayat bulmak ve mertebe-i tufûliyetten irtikā ile evâil-i şebâba dâhil olmak“ (ن�Pة)
ma‘nâlarınadır. (�>م) şibih cümlesi aşağıki (�6� fi‘line müte‘allik ve onun fâilinden (ی
hâldir. (اب2ا) dahî öyledir. (�6� (واو) de’(و ان ب��) .)’ye râci‘ zamîrdirن��muzâri‘ ve fâili (K (ی
hâliye, (ان) şartiyye olarak (�� den ve dördüncü’(ب��) çürümek” ma’nâsına olan“ (ب
bâbdan mâzî, (7d>ا�) onun fâili ve cümle-i (�6� )ن�Pة) ile (ن��ةnın fâilnden hâldir. (’(ی
beyninde muhassinât-ı bedîiyyeden cinâs-ı lâhik, (�6ب) ile (�� beyninde tıbâk san‘atı (ب
vardır.
�8� ب3� ?.5� وان ش$4 م(ج3�
7�dا� �ه ,���7 ا�#X � 8�2>5 [143]
139
Mahsûl-i Beyt: Şurb-ı rahîk-i aşka sâf ve hâlis olduğu halde müdâvemet et!
Temâzüc ve ihtilâtını arzû edince rîk-i şifâ-bahş-ı mahbûbdan başka bir şey karıştırırsan
zulüm etmiş olursun.
Müfredât: (8�� ) isim fi‘l olarak “temessük ve devâm et” demektir. (�3ب),
(8�� )’nin mef‘ûl-i bihi ve zamîr müd’âmeye râci‘dir. ( ?�5. zamîrinden hâl olarak (ب3�) ,(
“bilâ mezc-i şey ve hâlisan” demektir. (4$ان ش) cümle-i şartiyye, (�3ج)م) mef‘ûl-i bih ve
zamîr müd’âmeye râci‘dir. (y��ب �ج3)ان ش$4 م) takdîrinde, (ج)م) “birşeyle karıştırmak”
ma’nâsınadır. (8�2>5), “adl ve i‘râz” ma’nâsına olarak mübteda, (,���7 ا�#X � ) onun
mef‘ûl-i bihi ve (,��" 7�X) mahbûbun retk-i esnânıdır. (7�dا� �7) ,(ه�X) “adâlet”in zıttı ve
“bir şey’i mevzi‘inin gayrıya vaz‘ etmek” ma’nâsına olarak cümle-i ismiyye, (8�2>5)
haberi ve bu cümle-i kîrî ise cevâb-ı şarttır. Şerâb-ı aşkın (ف.?) olması vücûd-ı
Hakk’tan mâ-adânın izmihlâl ve fenâsıyla yalnız Hakk’ı yine Hakk ile görmekten ve
mezc olunması vücûd-ı Hakk’ı merâyâ-yı kâinâtta müşâhade etmekten, (,��" 7�X) ise
mazhar-ı âsâr-ı cemâliye ve mir’ât-ı tecelliyât-ı kemâliyye olan nûr-ı Muhammedî’den
kinâyedir. Beyitte (ف.?) [144] ile (ج)م) beyninde san‘at-ı tıbâk, (7�X) ile (7�X) beyninde
cinâs-ı muharref, “i‘râz” ma’nâsına olan (2ل ) ile (7�X) arasında ibhâm-ı tezât san‘atları
vardır.
�3� ب3�G@� 25ون3B� �5 ا�#�ن وا
�� ن7s ا �#�ن 35� ب3� �:
Mahsûl-i Beyt: Meşrik-i envâr-ı irfân olan mey-gede-i dil-âşûbuna toplanan
mutrıbân-ı âşkın tecellî-i hayat-bahşâ ve nağamât-ı rûh-efzâsını ganîmet-i ‘uzmâ
bilmelidir.
Müfredât: (8دون) “haz” ma’nâsına isim-fi‘l, (�ه) müd’âmeye râci‘dir. (ن��5 ا�#),
�3� بnin mef‘ûl-i bihidir. (E’(دون8) mevzi‘-i müd’âme” ma’nâsına ve“ ("�ن)G@� (ا�@�G) ,(وا
“cilve talebi” ma’nâsına olup, (K�� harekât-ı sülüsesiyle “gelini müzeyyen olarak ?… (ج
damâda arz eylemek” ma’nâsınadır. (Eب) (�G@� )’a râci‘dir ve"�نya müteallik ve zamîr (’(ا
bunda müd’âmeyi arûs-ı ra‘nâya teşbîh ile istihâre vardır. (ن��5 ا�# Eة ا��2أم�� (ا0�, ج
140
takdîrindedir. [145] (ن�7 ا �#sن �� ), (7sن �� ) şibih cümle olarak (�3�G@� nin zamîrinden’(ا
hâldir. (7sن) fethateynle (E�sن)’nin cem’îdir. (ن�ا�#) “icrâ-yı mükâfât ile çıkarılan savt”
ma’nâsına olan (�#�)k kelimesinin cem’îdir, (ن�#�) dahî gelir. (7sن) kelimesinin (ن�ا�#)’a
izâfeti beyâniyedir. (�35) iskân-ı (ء�ه) ile müd’âmeye râci‘ ve mübteda, (�3ب) şibih cümle
olarak aşağıki (7�:)’den hâldir ve zamîri (7sن)’a râci‘dir. (7�:) “ganîmet” ma’nâsınadır.
(7� 7s���ب rا��2أم) demektir. (ن�ا�#) ile (ن�ا�#) beyninde cinâs-ı tâm, (7�:) ile (7sن) beyninde
cinâs-ı ma‘lûb vardır.
x���ب �م�4� وا73� یB� ��5
�7s� ا�i7sآ&8� �7 ی;B� مx ا
Mahsûl-i Beyt: Nağam ile gamın ictimâ‘ı muhâl olduğu gibi rahîk-i aşk ile de
hümûm u gumûm hiçbir vakit birleşmez.
Müfredât: (4�B� ��5)’te (�5) fi’liyle, (4�B��B�ن) ,(م� )’dan mâzî, menfî ve fâili
olan zamîr-i müennes müd’âmeye râci‘dir. [146] ve bu beyit beyit-i sâbıka leff ü neşr
tarîkiyle ta‘lîl makāmındadır. (73ا�) “gam” ma’nâsına olarak (4�B�) fi‘line mef‘ûl-i
meah, vâki‘ olmak üzere mensûb ve evvelindeki (واو) edât-ı maiyyettir. (73� (ا�
kelimesinde ref‘ ile zamîr-i müstetir üzerine atıf olunmak zaîftir. Çünkü atfın sıhhati
(ی�م� ب���x) .kavl-i şerîfi gibi bir zamîr-i muttasıl te‘kîd vâcibdir (ا��B ان4 و زوج8)
kelimeleri (4�B�) fi‘linin mef‘ûl-i fîh-i zamânî ve mekânîsi olarak tenkîrleri ifâde-i
ta‘mîm içindir. (7sا�� xم), (�B;7 ی�) fi‘linin mef‘ûlü (7sا�) onun fâilidir. Mısra‘-ı evvel-i
beyt-i sâbıktaki (ن��5 ا�# �3B25ون) cümlesine, mısra‘-ı sânî (ن�7 ا �#sن �� Eب �3�G@� (وا
cümlesine ta‘lîldir. (7sن) ile (7:)beyninde cinâs-ı mutarref vardır.
�� .� rو5� �B.ة م3�� و��
7B#�و8� ا �ئ<�2ا 0� �.ى ا�c2ه.
Mahsûl-i Beyt: Feyz-i mestîsinin velev ânî bir neşvesiyle zevk-yâb olursan
kâinât-ı abd-ı tâbi gibi fermân-ber ve mevcûdâtı ve mevcûdâtı emrine musahhar
görürsün. [147]
141
Müfredât: (ة.B��B.ة) .edât-ı ta‘lîldir (و�5 Fج ) demektir. (ة.B�), (.B�)’den
binâ-yı merre olarak, “bir kere sarhoş olmak” demektir. (�3م�) şibih cümle olarak
(K.B�)’nin sıfatı ve zamîri müd’âmeye râci‘dir. (�و�)’de (واو) edât-ı atıf veyâ hâliyedir.
(��) kelimesi vasliyye olarak medhûlünün nakîz-i hükme evlâ olduğu müfîddir. ( .�
r ��) “kadr-i sâatihî” ma’nâsına olarak zarfiyyet üzere mensûbdur. ( ة.B;ن�8 ا��ن4 ه�آ �و�
@r Eوا����5 �2ر ) takdîrindedir. (ى.�), (رؤی4)’ten muzâri‘dir.
�� �� 5� ا�2ن�� ��� �ش ?�" �5
ی4� �B.ا ب3� 5�E� ا�#(م وم� �7
Mahsûl-i Beyt: Rahîk-i aşk ile mest ü hayrân olmayan âkiller için ıyş ü
safâdan behre yoktur. ayn-ı hayât olan neşve-i bekā-bahşâsıyla terk-i hayât-ı müsteâr
edemeyenler dahî sâhib-i hazm olmayanlardır.
Müfredât: (�� �5), (�� ) burada “hayatta lezzet ve ni‘met” veyâ mücerred
“hayât” ma’nâsına olarak ( )’nın ismidir. (��5 ا�2ن�) [148] şibih cümlesi haberidir. (م�)
mevsûledir. (ش� .) kelimesinin sılasıdırم�) ma’nâsına fi‘l-i mâzî ve cümlesi (ب(�6 ,(
(�� �ش) ,(?�")’nin fâili olan zamîr-i müstekarrdan haldir.)4(م� �7 ی�’te (م�) şartiyye,
ten mâzî ve zamîri mevsûle râci‘ ve’(5�ت) ,(5�ت) .fi‘linin fâilinden hâldir (�7 ی�4) ,(�B.ا)
mef‘ûl-i bihtir. (م)#ا�) “re’y-i sedîd ve avâkib-i umûra nazar ve ihtiyât” ma’nâsına olarak
(E��5) fi‘linin fâili ve cümlesi cevâb-ı şarttır.
K.� �8 م� ��ع ���5 E;<ن ��
73� و��| E� 3�5� نe�, و
Mahsûl-i Beyt: Hevâ-yı nefse uyup da rahîk-i aşkın neşve-i revân-bahşından
bî-nasîb olanlar beyhûde zâyi‘ olan ömürlerine ömürleri oldukça ağlamalıdırlar.
Müfredât ve İ‘râb: (E;<ن �� ) aşağıki (8���5) fi‘linin mukaddem mef‘ûlüdür.
(8���) .5) şart-ı mahzûfa cevâbdır�) masdarından emr-i gāibdir. Evvelindeki (بB�ء5), ( آ�ن4 اذا
�مr م�?�r5 ب3���8 ا ا��8 ا��2��Gف ا��و?r 5E;<ن �� 8��� ) takdîrindedir. (م�) ism-i mevsûl [149]
142
olarak (8���) fi‘linin fâili, (K.� )واو)’de (و��|cümle-i fi‘liyyesi onun sılasıdır. ( (��ع
hâliye, (|��) ef‘âl-i nâkısadan olarak (E�) şibih cümlesi mukaddem haberi, (,�eن)
kelimesi de ismidir. (�3م�)’da zamîr müd’âmeye râci‘ ve şibih cümle olarak (,�eن)
kelimesinden hâldir ve (73�)’de te’kîd-i nefy için (73�), (,�eن) üzerine ma‘tûftur. [150]
C. KASÎDE-İ RÂİYYE
زدن� ب>.ط ا�#, i�#� 8�5.ا
وار"7 "�� ب�d� ه�اك �;<.ا
Müfredât ve İ‘râb: ( دن�ز ) hitâbı şâhid-i hakîkiyedir. (5.ط), (�5)’nın fethi ve
nın sükûnuyla “bir şeyde ifrât etmek ve haddi tecâvüz eylemek” ma’nâsına ism-i’(را)
masdardır. (8�5) âtîdeki (ا�#�.ا) kelimesine müteallik ve masdarın ma‘mûlü zarf olduğu
için üzerine takdîmi câizdir. (ا.�#�), (زدن�)’den temyîze ma‘nâda fâildir. ( 8�5 زد �#�.ى
e��"), (�takdîrindedir. ( (ب;�, 5.ط "�) vezninde, “a‘zâ-i dâhilî”ye denir. Burada “kalb”
ma’nâsınadır. (�d�) “âteşe veyâ onun alevi”ne denir. (ى�ه) “aşk ve mahabbet”
ma’nâsınadır. ( >�.; ) tefe‘ul bâbından fi‘l-i mâzî olarak “âteş alevlenmek” ma’nâsınadır.
Âhirindeki elif, fethanın işbâıyla hâsıl olan elif-i ıtlâktır.
Hülâsa-i Ma‘nâ: Fart-ı mahabbetle veleh ve hayretim müzdâd olsun! Yalnız,
lehîb-i [151] dil-sûz-ı aşkınla sûzân olan kalb-i âteş-feşânıma merhamet et!
�@8 ان اراك "6�6$�rواذا
��_ و F>G� ج�اب� �� �.ى�5
Müfredât ve İ‘râb: (اذا) zamân-ı müstakbel için zarftır. (ارى), (رؤی4)’ten
muzâri‘, mütekellim ve (ان)-i masdariyye ile ism-i müfred hükmünde ve mevzû‘-ı
nasbda olarak (4�$�) fi‘linin mef‘ûl-i lehidir. ( 6�6"r fi‘linin mef‘ûl-i mutlak-ı (اراك) ,(
143
mecâzîsidir. (_���5), (4"���) masdarından emr-i hâzır ve evvelindeki (�5), (اذا)’ya
cevâbdır.
Hülâsa-i Ma‘nâ: Ru‘yet-i hakîkiyye taleb-i âşkānesinde bulunduğumdan
dolayı merhamet-i âşık-nevâzânenize ilticâ ediyorum. (ان�.� ��) cevâbıyla
me’yûsiyetime elbette merhamtiniz kāil olmaz.
ی� ��, ان4 و 2��� 5� ج73
�.ا 5#�ذر ان L�j� و �>G.ا?
Müfredât ve İ‘râb: (,��) kelimesinin (�ب)’sı muzâfun ileyh olan [152] mahzûf
ı mütekellime delâlet etmek üzere meksûr ve fikre-i gayr-ı maksûd olduğundan-(ی�ء)
mazmûm okunması câizdir. (���2 )-ıی�ءkelimesi iki mefûle müteaddî, mef‘ûl-i evveli ( (و
mütekellim ve mefûl-i sânîsi (ا.�?) kelimesidir. (73�5 ج) beyit-i evvelde vâki‘ (8�5 �#�.ا)
gibi masdarın ma‘mûl-i zarfî üzerine tekaddüm etmesi kabîlindendir. (ذر�") mufâale
bâbından emirdir. (L�j� ان), (م�) lafzının hazfiyle (L�j� م�) takdîrinde, (ا.G<�) izhâr-ı
şeâmet ve melâmet ma’nâsına olan (ت.G�) kelimesinden muzâri‘, muhâtab ve
âhirindeki elif ıtlâk içindir.
Hülâsa-i Ma‘nâ: Ey kalb-i hâim! Sen şâhid-i hakîkînin aşk ve mahabbet-i dil-
sûzundaki âlâm-ı tâkat-güzâre karşı va‘d-ı sabr ve metânet eylemiştin. Sakın zucret-i
melâlet gösterme! Kitmân-ı mahabbette emîn, incâz-ı va‘dinde metîn ol!
Eة 4�5 ب�ا�#� �ام ه.sا� cان
�� 8i6#5 ان ���ت و �<&را?
Müfredât ve İ‘râb: (ام.:) “bir şeye hırs ve düşkünlük ve fart-ı aşk ve
mahabbet-i dâime” ma’nâsınadır. (�ه) kelimesi zamîr-i [153] fasl olarak müsned ve
müsnedün ileyhin ta‘rîfinden müstefâd olan hasr-ı müekkeddir ki, (ام.sت ا ا���" )
ma‘nâsını müfîddir. (4�?) “şok” ma’nâsına olan (rب��?) kelimesinden sıfat-ı müşebbehe
olarak “âşık” demektir. (4م) fi‘linin fâilinden hâl olmak üzere mansûbdur. (86#5)’deki
144
(�5) taklîliyedir. (ت�ان ��)’deki (ت�م)’ten murâd ârifînin (����� ان F� ile beyân (م��� �
ettikleri mevt-i ihtiyârîdir. (ر&>�) muzâri‘, meçhûl ve elif ıtlâk içindir.
Hülâsa-i Ma‘nâ: Hayât bir devâm-ı aşk ve garâmdır. Âşık-ı ma‘şûk-fedâ isen
aşkta imâte-i nefs ederek nâil-i hayât-ı câvidânî ol! Âşıka lâyık olan ölmek ve ma‘zûr
görülektir.
�� وم����c&ی� c26�م�ا � F�
ب<2ى و م� ا�#� ��شG�ن� ی.ى
�� �&وا وب� ا5@2وا و�� ا��<�ا
��ب@� ب�� ا��راوc2#�ث�eا ب [154]
Müfredât ve İ‘râb: (م� ب<2ى), (�#م� ا�) mevsûl ve sıla olarak (ا�ا�&ی� �26م)
üzerine ma‘tûf ve (�#ب<2ى و��� ا� ��� F�) takdîrindedir. ( �#�ا ma’nâsına fi‘l-i (?�ر) \(
nâkıs olarak ismi (م�) kelimesine râci‘, zamîr-i müstetir haberi, (ی.ى) cümle-i fi‘liyyedir.
fi‘linin (ی.ى) kelimesinin cem‘i ve (ش�G) vezin ve ma‘nâsında olarak (ا"(ان) ,(اشG�ن)
mukaddem mef‘ûl-i lehidir ve evvelindeki (م ) âmili olan (ب.ى) kelimesinin kelimesinin
amelini takviye içindir. (ی.ى), (رؤی4)’ten muzâri‘, gāibdir.
Hülâsa-i Ma‘nâ: Ey iktisâb-ı hayât-ı ebediye eden kalb-i hâim! Eslâf ve ahlâfa
ve hâlet-i aşkın tecelliyâtını görmekte olan muâsırîn-i zevi’l-insâfa söyle ki; ahz ve
telakkîsi lâzım olan ders-i aşk ve mahabbeti benden alsınlar, yalnız bana iktidâ
eylesinler ve ancak beni dinlesinler. Beyne’l-halâik benim ehâdîs-i şevk ve sevdâmı
söylesinler.
����� و26� ���ت مx ا�#��, و م
�.� ارقi م� ا��;�7 اذا �.ى [155]
��3@�cة ام.dح 0.5� ن�واب
<.و5� وآ4� مcB�.ا2s5وت م
145
Müfredât ve İ‘râb: (ت��� 26�)’de bi-(م ), mukadder kasem mukaddere cevabdır
ve (�ب���)’deki (واو) hâliye, (�ب���) aşağıki (.�) kelimesinin haber-i mukaddemidir. ( 26� وا�
��ت مx ا�#��, �� "��@E وج�د �. ب���� و ارق�) takdîrindedir. (ر�4) ,(ارق)’ten ism-i tafdîl ve (.�)
kelimesinin sıfatı, (7�� ) “gāyet hoş veن;�kelimesinin mef‘ûl-i bihidir. (7 (ارق) ,(م� ا�@;
letâfetle esen rüzgâr”a denir. (ى.��.ى) ,) “vakit” ma’nâsınaاذاda (’(اذا ) “gece yol
gitmek” ma’nâsına olan (4ای.�)’ten mâzî, müfred, gāibdir. Rikkati geceye tahsîsi
nesîmin ziyâde letâfeti evâhir-i leyl ve vakt-i seherdeki hubûbunda olduğu içindir.
(اب�"E) memnû‘ olan bir şey‘i mübâh kılmak” ma’nâsına olan“ (اب�ح)
masdarından fi‘l-i mâzîdir. (0.ف) “ayn ve bâhide” ma’nâsına olarak mef‘ûl-i sânîsidir.
(�3@� ,):2وت) kelimesinin sıfatıdır. (نd.ةcümle-i fi‘liyyesi mevki‘-i nasbda olarak ( (ام
den ism-i mef‘ûl ve “gayr-ı ma‘rûf’(���B.) ,(م�B.) .ma’nâsına nefs-i mütekellimdir (?.ت)
ve kemnâm” ma’nâsınadır. [156]
Hülâsa-i Ma‘nâ: Yemîn ederim ki; o mahbûb-ı dil-ârâm ile aramızda vakt-i
seherde hubûb eden nesîm-i ferâh-fezâdan daha refîk bir sır mütecellî iken halvet-i
cihân-kıymette bulunduk. Hayf ki; gözlerim kudret-i müşâhadeden mahrûm idi. Cemâl-i
âlem-ârâsına hicâb olan arzû-yı ru’yet makrûn-ı müsâade ve merhamet olunca bilinmez
bir âşık-ı kemnâm iken mar‘ûf-ı cihân oldum.
E��و ج E��25ه�4 ب�� ج�
�.اOم �� و:z2 �;�ن ا�#�ل
Müfredât ve İ‘râb: (4�ده) “hayret ve esbâb-ı şuûrun ihtilâtı” ma’nâsına olan
( ه�4د ) kelimesinden mâzî, meçhûlün mütekellimi… (2ا:), (ر�?) ma’nâsına fi‘l-i mâzî,
�.ا) ,nin ismi’(:2ا) istiâre-i bi’l-kinâye olarak (�;�ن ا�#�ل)Oم) kelimesi de haberi, (�� )
lafzı da (ا.�Oم) lafzının mukaddem mef‘ûl-i bihidir.
Hülâsa-i Ma‘nâ: O nazra-i mestâne, mahbûb-ı hakîkînin cemâl ve celâli ve
tecelliyât-ı [157] kemâli arasında beni medhûş ve bî-hoş etti. Artık lisân-ı kālim bî-
mecâl oldu, lisân-ı hâlim tazarru‘ ve ibtihâl ve beyit-i âtî ile ihbâr-ı mâ fi’l-bâl etmekte
idi.
146
�� وج5E3�در �#�8X 5� م#�
zرc�eم E�5 �;#�ا x���6 ج��
Müfredât ve İ‘râb: (ادر) “döndürmek” ma’nâsına olan (Kادار)’den emr-i
hâzırdır. (ظ�#�) ve (Ed"م�) “ayn-ı basîret ve em‘ân-ı dikkatle bir şey’in hakikātine nazar
etmek”tir, (ادر) fi‘linin mef‘ûl-i lehidir. (�6� ,‘6�)’dan ve bâb-ı râbi‘den ve muzâri�ء( ,(�
muhâtab, cemî‘, (�;#ا�) onun mef‘ûl-i evveli, (را�eم) mef‘ûl-i sânîsidir. (E�5) kelimesi
de (را�eم) lafzının mukaddem mef‘ûl-i fîhidir.
Hülâsa-i Ma‘nâ: Ey âşık-ı sâdık! Mahbûb-ı hakîkîni mehâsin-i vechine imâle-i
nigâh-ı intibâh et ki, kâffe-i dekāik-i hüsnü onda musavver ve hüsn ü ân-ı cemî‘-i
cihâniyânı cemâl-i mutlaka mazhar görürsün.
Nazm
�E ز�D مE�2>G آ�;�� از �DQ �2 و ?��"E�2� 4 آ�� وز
�L ��ب�ن اى ب� ��. از ";� م�2�6Qل م�آ��ازه. �5.0 ج� E [158]
�� انc آcF ا�#;� یF�B ?�رة
�.اBو م �� ورأK آ�ن م3
Müredât ve İ‘râb: (��) şartiyye olarak fi‘l-i mahzûfa dâhildir, (5.ض ��)
takdîrindedir. (رة�?) kelimesi temyîziyet üzerine mensûb ve ma‘nen (F�Bی) kelimesinin
fâili olarak (Eر��? F�Bی) takdîrindedir. (Kرا) kelimesinin fâil zamîri hüsn-i musavvere ve
mef‘ûl zamîri mahbûba râci‘dir. (�� .kelimesinin cevâbıdır (��) ,(آ�ن م3
Hülâsa-i Ma‘nâ: Cihânın bütün hüsn ü ânı sûret-pezîr-i kemâl olsa da şâhid-i
hakîkînin vech-i âlem-tâbını görse lisân hayretten bilâ-ihtiyâr “Allahu Ekber” feryâd-ı
vâlihânesi mesmû‘ olurdu.
��2 ا�<����� و �.ة �� ا�<����� 8���" K�Gن�� ب�Bا� � 8�" L�".ب .B;ا� �73 ارز���ا�
��� وا�#�2 � رب ا��� ا��. �#�ن رب8 رب ا�<(ة �� یe>�ن و��م ��<�ب���
147
SONUÇ
Çalışmamızda, önde gelen Arap mutasavvıflarından İbnü’l-Farız’ın divanından
“Yaiyye(Hamriyye)”, “Mimiyye” ve “Raiyye” kasidelerini şerh eden Mehmed Nâzım
Paşa’nın “İbn-i Fârız Tercümesi” adlı eserini ele almış olduk. İbnü’l-Fârız’ın İlâhî aşk
ve muhabbet üzerine söylediği beyitleri günümüz Türkçesine kazandırarak böylelikle
yeni araştırmalara kolaylık sağladık. Aynı zamanda eserdeki tasavvufi incelikleri ifade
ederek, genel bir bilgi sahibi olduk.
İlk olarak elimizdeki eserin yazarı olan Mehmed Nazım Paşa’nın hayatını,
eserlerini ve güncel olması hasebiyle torunu Nazım Hikmet’le ilgili hatıralarını ele
aldık. İkinci olarak dîvan sahibi İbnü’l-Fârız’ın hayatına ve tasavvufî yönününe genel
bir bakış yaptık. Eserde üzerinde sıkça durulan tasavvufî kavramları inceledik.
Abdulganî en-Nâblusî’nin çalışmalarını ve Mahmûd Mustafa Hilmi’nin ilâhî aşk
üzerine yazmış olduğu eserini inceleyerek İbnü’l-Fârız’ı anlamya çalıştık. Son olarakta
eserin günümüz harflerine çevirisini yaptık.
Sonuç olarak tasavvufun en temel konularından biri olan “ilâhî aşk” konusunu
bu vadinin emsalsiz temsilcilerinden İbnü’l-Fârız’ın beyitlerinde en güzel şekliyle
görme imkanı bulduk. İlâhî aşk ve mezacî aşkın bu denli iç içe geçtiği bir eserde
tasavvufi derinliğin, ifade güzelliği ile buluşması yüzyılları aşkın bir ses oluşturmuş.
Eser üzerine çalışırken İbnü’l-Fârız üzerine Türkçemizde yapılan çalışmaların
ne denli az olduğunu fark ettik. Arap âleminde benzetmelerindeki keskinliğe rağmen,
tanınmış ve önde gelen bir mutasavvıf olan İbnü’l-Fârız batı dünyasında da ciddi yer
sahibidir. Fakat ülkemizde bu konuda yapılacak araştırmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Temennimiz bu gayretlerin artmasıdır.
148
BİBLİYOGRAFYA Ankaravî, İsmail Rusûhi, Makâsıd-ı Aliye fî Şerhi’t-Tâiyye, Haz. Mehmet
Demirci, Ensar yay., İstanbul 2007.
Aydemir, Aydın, Nâzım, Griajans, Ankara, 1970.
Ayverdi, İlhan, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı Neşriyâtı, İstanbul,
2005.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivleri Daire
Başkanlığı.
Bayraktar, Mehmet, Risale fî'ilmi't-taşavvuf, AÜİFD, XXX 1981.
Bekrî, Şeyh Emîn, Mutâlaâtü’ş-Şi’ri’l-Memlûkî ve’l-Osmânî, Beyrut, 1986.
Canlı Tarihler, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1946.
Derin, Süleyman, Love in Sufism Rabia to İbn al-Fârîd, İnsan publications,
İstanbul 2008
Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi,
Ankara, 2005.
ed-Dâye, Muhammed Rıdvân, A’lâmu’l-edebî’l-Abbâsî, Beyrut, 1987.
Eraydın, Selçuk, Tasavvuf ve Tarikatlar, MÜİFV Yayınları, İstanbul 1994.
Ertuğrul, İsmail Fenni, Vahdet-i Vücûd ve İbn Arabî, Haz. Mustafa Kara,
İnsan Yayınları, İstanbul, 1991.
eş-Şimâlî, Abduh, Dirâset fi târihi’l-felsefeti’l-Arabiyyeti’l-İslamiyye, Beyrut,
1979.
149
Fahrüddîn-i Irâkî, Parıltılar (çev: Saffet Yetkin), Milli Eğitim Bakanlığı
Yayınları, Ankara, 1963.
Fuat, Mehmet, Nazım Hikmet, Adam Yayınları, İstanbul 2000.
Göksu, Saime -Edward Timms, Romantik Komünist, Doğan Kitabevi, İstanbul,
2002.
Hallâc-ı Mansûr, Kitabü’t-Tavâ-sîn (haz: Louıs Massıgnon), Paris, 1913.
Hilmî, Mahmûd Mustafa, İbnü’l-Fârız ve’l-hubbü’l-İlâhî, Mısır, 1945.
İbn Arabî, Zehâirü’l-a’lak şerhu tercümâni’l-eşvâk, Beyrut, 2000.
İnal, İbnülemin Mahmut Kemal, Son Asır Türk Şairleri, Dergâh Yayınları,
İstanbul 1988.
İz, Mahir, Tasavvuf, Kitabevi, İstanbul 1990.
Kara, Mustafa, Tasavvuf ve Tarikatlar Târihi, Dergah Yay., İstanbul 1985.
Kâşânî, Abdürrezzak, Tasavvuf Sözlüğü, İz Yayıncılık, İstanbul, 2004.
Konuk, A. Avni, Füsûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi, Haz. Mustafa Tahralı-
Selçuk Eraydın, MÜİFV Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 1999.
Konur, Himmet, Kemalpaşazâde’nin Kasîde-i Hamriyye Şerhi (Edisyon Kritik
Tahlil), DEÜSBE, İzmir 1992.
Kübra, Necmüddin, Tasavvufî Hayat, Haz. Mustafa Kara, Dergah yay.,
İstanbul 1980.
Mahmûd Şebüsterî, Gülşen-i Râz, Haz. Abdülbaki Gölpınarlı, İstanbul 1944.
Rüşeyd b. Gâlib, Şerh-i Dîvân-ı İbnü’l Fariz, Kahire H.1289
150
Sa’d Zalâm, Mecelletü’l-Ezher dergisi, “İbnü’l-Fârız” makalesi, Kâhire,
1971, c.51, sayı 3.
Sami, Şemseddin, Kâmûs-ı Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2004.
Sertel, M. Zekeriya, Mavi Gözlü Dev, Ant Yayınları, İstanbul 1969.
Sülker, Kemal, Nâzım Hikmet’in Gerçek Yaşamı, Yalçın Yayınları, İstanbul
1987.
Şafak, YAKUP, “Tasavvufî Şiir’de Mecâzî Anlatım Üzerine”, Yedi İklim,
İstanbul 1995.
Tansel, Fevziye Abdullah, Mehmed Nâzım Paşa, Ankara Üniversitesi İlâhiyat
Fakültesi Dergisi, 1966.
Uludağ, Süleyman, “Aşk”, DİA, IV.
_______, “İbnü’l-Fârız”, DİA, XXI.
_______, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yay., İstanbul, 2001.
Vâlâ, Nureddin, , Bu Dünyadan Nâzım Geçti, Remzi Kitabevi, İstanbul 1965.
Yıldırım, Ahmet, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları,
T.D.V, Ankara 2000.
Yılmaz, H.Kâmil, Anahatlarıyla Tasavvuf, Ensar Neşriyat, İstanbul 1997.
Recommended