View
7
Download
0
Category
Preview:
Citation preview
Turkish Studies
International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
ACADEMIC JOURNAL
PROF. DR. HACI ÖMER KARPUZ ARMAĞANI SOSYAL BİLİMLER SAYISI
Turkish Studies Dergisi, üç ayda bir yayınlananuluslararasıhakemli bir dergidir. Turkish Studies Dergisi’nde yayınlanan tüm yazıların, dil, bilim ve hukukî açıdan bütün
sorumluluğu yazarlarına, yayın hakları www.turkishstudies.net’e aittir.
Yayıncının yazılı izni olmaksızın kısmen veya tamamen herhangi bir şekilde basılamaz, çoğaltılamaz. Yayın Kurulu dergiye gönderilen yazıları yayınlayıp yayınlamamakta
serbesttir. Dergiye gönderilen yazılar iade edilmez.
Dergide yer alan yazıların dijital baskı, grafik tasarım, DOI numaralarının alınması ve
uluslararası indeslere tanıtılması gibi işlemler Alko Dijital Baskı ve Grafik Tasarım şirketi
tarafından ücret karşılığında yapılmaktadır. Dergide basım kararı alınan yazıların sahipleri yazılarının tasarım, yayın ve indeks masraflarını Alko Dijital Baskı ve Grafik
Tasarım şirketine öderler.
Turkish Studies; EBSCO, DOAJ, ICAAP, Scientific Commons, MLA, ASOS, AMIR (Access to Mideast and Islamic Resources), Journal Directory, DJS (Dayang
Journal System), ULAKBİM indeksleri tarafından taranmaktadır.
ISSN: 1308-2140 V o l u m e 1 0 / 1 4 F a l l 2 0 1 5
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 10/14 Fall 2015, p. 699-718
DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.8558
ISSN: 1308-2140, ANKARA-TURKEY
KUR’AN HARFLERİNİN MAHREC VE SIFATLARINDA
MÜBALAĞA: İFRAT VE TEFRİT
Mustafa ŞEN**
ÖZET
Kur’an, ibadet dili olması hasebiyle manası kadar telaffuzu da Müslümanlar tarafından ilgi görmüştür. Yeni Müslüman olan milletler Kur’an dili Arapçanın telaffuzunun en doğrusunu yapma gayreti içerisinde olmuşlardır. Ancak bu çaba, milletlerin, bölgelerin ve kişilerin etkileşiminden dolayı her zaman isabetli olmamıştır. .Kur’an’ın fonetiğini ele alan “Tecvid” ve “Kıraat” ilminin ilk ve temel konusu olan harflerin mahrec ve sıfatları geçmişte farklı yorumlara ve uygulamalara medar olmuştur. Söz konusu yorum ve uygulama farkı günümüzde de kârîleri etkilemekte, gerek Araplar ve gerekse Arapça konuşmayan diğer milletler arasında harflerin fonetiğinde bir takım farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Buna etki eden pek çok neden arasında kaynakların yeterince kullanılamaması, modern Arapçanın, dilimizde kullanılan Arapça kökenli kelimelerin fonetiğinin ve zaman içerisinde çeşitli nedenlerle fem-i muhsinlerin edasında oluşan farklılığın etkisini sayabiliriz. Fem-i muhsinlerin tarih içerisinde ve günümüzde Arap âlemiyle Türkler arasında hatta Türklerin kendi içerisinde değişiklik arz etmesi Kur’an eğitiminde yalnızca şifahi metoda itimadın pek isabetli olmadığı olgusunu vurgulamaktadır. Özellikle son yüzyıllarda Türk karilerin ekseriyetinin söz konusu bu şifahi gelenekle yetinip temel kaynaklara pek rağbet etmemeleri bu farklılığın daha da artmasına sebep olmuştur. Bu yüzdendir ki günümüzde şifahi bilginin kitabi bilgiye uyumlu hale getirilmesi eskiye nispetle daha bir önem arz etmektedir.
Bu çalışmada tecvid disiplininin başlangıç kısmını oluşturan, harflerin mahrec ve sıfatları konusunda ifrat ve tefrite düşülen bazı hususlar ele alınmaktadır. Bu ifrat ve tefrit neticesinde Araplarla Arapça konuşmayan Müslümanlar arasında yorum farkı oluşmaktadır. Çalışmanın hedefi söz konusu yorum farkı olgusunu ve sebeplerini ortaya koymak ve Kur’an dili Arapçanın İslam medeniyetinin dili olması hasebiyle Araplarla ülkemizdeki Müslümanların Kur’an eğitiminin fonetik konusunda birleşmelerine/yakınlaşmalarına katkı sağlayacak önerilerde bulunmaktır.
Anahtar Kelimeler: Kur’an, Tilavet, Fonetik, Mahrec, Sıfat.
Bu makale Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olduğu
tespit edilmiştir. ** Yrd. Doç. Dr. ASÜ İslami İlimler Fakültesi Temel İslam Bilimleri, El-mek: mustafasen@aksaray.edu.tr
http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.8558
700 Mustafa ŞEN
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 10/14 Fall 2015
HYPERBOLISM IN CHARACTERISTICS AND ARTICULATION
POINTS OF THE QURANIC LETTERS: EXAGGERATION AND UNDERSTATEMENT
ABSTRACT
Due to the fact that the Quran is the language for worship, its articulation as well as its meaning has attracted the Muslims’ attention. Nations that have converted to Islam have been in a struggle for the most accurate articulation of Arabic, which is the language of the Quran. Nevertheless, this struggle has not always produced the intended result owing to the interaction of nations, regions and people. Characteristics and articulation points of the Quranic letters, which is the first and the fundamental component of Tajwid and Recitation sciences, which deal with the phonetics of the Quran, have been interpreted and implemented in various ways throughout history. This difference in terms of interpretation and implementation also has an influence on the qaris, thus causing differences in the articulation of letters both in Arab countries and non-Arabic speaking countries. This results from many reasons some of which are not being able to utilize the resources sufficiently, modern Arabic language, the phonetics of the words in our language that have Arabic origins and the effect of the diversity among the performances of the recitation experts (also called fem-i muhsin) that have occurred for several reasons. The variety of recitation experts in the Arabic world and the Turks and even in Turks themselves throughout history and today emphasizes the fact that using only oral method in Quran education is not so reliable. Especially in the last few centuries, most qaris confined themselves to this oral tradition and did not take an interest in the fundamental resources, thanks to which the variety increased. That is why it is more necessary compared to the past to bring oral knowledge into harmony with readings.
In this study, certain elements that constitute the beginning of the Tajwid discipline and that involve exaggeration and understatement regarding characteristics and articulation points of the letters are examined. As a result of exaggeration and understatement, there occurs a difference in interpretation between the Arabic people and non-Arabic speaking Muslims. The aim of the study is to reveal the diversity in interpretation and its reasons and to make suggestions that will contribute to the union/alliance of Arabic people and the Muslims in our country on the phonetics of Quran education, since Arabic is the language of the Quran and Islamic civilization.
STRUCTURED ABSTRACT
Languages are alive; they develop, change, lose some elements and gain certain properties. The Arabic language has also got her share of this development and change. As well as the new rules and words that have been added to the Arabic language, there have also been changes in the phonetics of the language throughout history, especially in recent times. Although this change might seem normal, even
Kur’an Harflerinin Mahrec ve Sıfatlarında Mübalağa: İfrat ve Tefrit 701
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 10/14 Fall 2015
beneficial for a language, it is not true for holy texts. Therefore, certain studies have been carried out in order to preserve the semantical and phonetical originality of the Quran.
In this respect, the fundamental resources of the study will be mentioned first. Among the first period books involving the characteristics and articulation points of the letters, “Kitabu’l-Ayn” by Halil b. Ahmed and “el-Kitab” by his disciple Sîbeveyh (ö.180/796) are the foremost ones. Much as the first book was written by Halil b. Ahmed, “el-Kitab” by Sîbeveyh is considered to be the fundamental resource on the characteristics and articulation points of the letters. Among the other important works are “er-Riâye li tecvidi’l-kırâ’e” by Mekkî b. Ebû Tâlib (ö. 437/1045), “et-Tahdîd fi’l-itkân ve’t-tecvîd” by Ebu Amr ed-Dânî (ö.444/1053), “Kitabu’l-İknâ’ fi’l-kıraâti’s-seb’a” by İbnü’l-Bâziş (ö. 540/1145), “et-Temhîd fî ilmi’t-tecvîd” and “Mukaddimetü’l-Cezerî” by İbnü’l-Cezerî (ö. 833/1429).
Among the books written in the Ottoman period, most of which were written in Ottoman Turkish, are “Karabaş Tecvidi” by Abdurrahman Karabaşî (ö. 904/1498), “Terceme-i Cezerî” by Ahmed b. Muhammed el-Mağnisî (ö. 1000/1591), Cühdü’l-mukill by Saçaklızâde el-Mar‘âşî (ö. 1145/ 1732) and “Terceme-i Dürr-i Yetîm” by Eskicizâde (ö.1243/ 1827).
The first person to give information on the characteristics and articulation points of the Quranic letters is Halil b. Ahmed. In the introduction part of his work which is considered as the first Arabic dictionary, the author informs the reader about phonetics. The method of reciting the letters that come after an accented aleph in a low note, which is involved in the “tashîh-i hurûf” (correct pronunciation of the letters) part of the tajwid discipline, belongs to Halil b. Ahmed as well. Later on, Sîbeveyh adopted and developed Halil b. Ahmed’s views. He wrote about issues related to recitation such as “ibdâl”, “i’lâl”, “teshil”, and “imâle”. İbn Cinnî (ö. 392/1002), who wrote the first distinct work on the sounds handles issues such as “ibdâl”, “imâle” and “teshil” which are related to the characteristics and articulation points of letters in his book named "Sırru sınâati'l-i'rab". Later, these letters were covered in detail by recitation and tajwid scholars, particularly by İbnu’l-Cezerîbaşta.
The harmony between the oral culture and the written materials regarding our study within the scope of the fundamental resources written in Arabic, Ottoman Turkish and Turkish will be examined. Meanwhile, contemporary works such as “el-Münir” prepared by Ahmet Şükrî and his colleagues, “el-Müyesser” and “ed-Dirâsetüssavtiyye” written by Ğânim Kaddurî Hamed and “Fonolocya’l-Kur’an” by Ahmed Rağıb Ahmed, which is a modern work on the letters, will be utilized.
Quran education, involving the pronunciation, meaning and interpretation, is the common ground for all the Muslims. The characteristics, articulation points and phonetics of the Quranic letters that underlie this education consisting of a long process have been a matter of dispute among the Muslims. The expression of “making the best of the letters” which is involved in the definition of tajwid has caused exaggeration in the practice. The expression of “making the best of the letters” which means using the characteristics of the letters in the
702 Mustafa ŞEN
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 10/14 Fall 2015
appropriate way has been given utmost importance especially by those whose native language is not Arabic. These people have developed various methods such as letter exercise and lip exercise, which refer to exaggerated recitation in order to adapt to the letters with the aim of overcoming the difficulty in pronouncing the letters that do not exist in their native language.
These methods, which are mostly based on oral teachings, have been used by recitation experts called fem-i muhsin. However, the natural Arabic gift has been negatively affected by the inclusion of various nations into the Muslim society throughout history and recitation experts with differences in phonetic knowledge have appeared. This situation has come down to Quran education centers and even to teachers.
Among other reasons that have caused the exaggeration, understatement and differences in the characteristics and articulation of Quranic letters are resources with various types of information, differences in interpretation despite using the same fundamental resources, certain changes in the phonetics of the letters due to inclusion of Arabs in other nations in the past, the influence of modern Arabic language and daily spoken language, the influence of Arabic letters transferred into Turkish language and the confusion caused by the Latinization of the Arabic language.
The most appropriate way of eliminating/reducing these differences in the recitation of the Quran is to bring the oral culture into harmony with written materials through the utilization of fundamental resources. In this respect, it will be helpful to conduct collaborative studies with the Arabic countries and benefit from the “Mevlana Exchange Program”, which involves the student and academic staff exchange with countries that are not members of the EU.
Keywords: Quran, Recitation, Phonetics, Characteristics, Articulation
GİRİŞ
Diller canlıdırlar; gelişirler, değişirler, bazı unsurlarını kaybeder, yeni bir takım özellikler kazanırlar. Arapça da bu gelişim ve değişimden nasibini almıştır. Arap diline yeni kurallar ve
kelimeler eklenmenin yanı sıra tarihi süreç içinde ve özellikle de son dönemde dilin fonetiğinde bir
takım değişimler olmuştur. Bu değişim bir dil için normal hatta faydalı görülse bile Kutsal metinler için aynı durum söz konusu değildir. Bu nedenle ilk dönemlerden itibaren Kur’an’ın semantik ve
fonetik açıdan orijinalliğinin korunması maksadıylabir takım çalışmalar yapılmıştır.
Bu bağlamda öncelikle çalışma ile ilgili temel kaynaklardan bahsedelim. Harflerin mahrec
ve sıfatlarını içeren ilk dönem kitaplar arasında Halil b. Ahmed’in (ö.175/791) “Kitabu’l-Ayn”ıve talebesi Sibeveyh’in (ö.180/796) “el-Kitab”ı başta gelmektedir. Her ne kadar ilk yazılı kitap Halil
b. Ahmed’inolsa da harflerin mahrec ve sıfatları konusunda genellikle temel kaynak olarak
Sibeveyh’in “el-Kitab”ı verilmektedir. Daha sonra Mekkî b. Ebû Tâlib’in (ö. 437/1045)“er-Riâye li tecvidi’l-kırâe”si, Ebu Amr ed-Dânî’nin (ö.444/1053) “et-Tahdîd fi’l-itkân ve’t-tecvîd”i, İbnü’l-
Bâziş’in (ö. 540/1145) “Kitabu’l-İknâ’ fi’l-kıraâti’s-seb’a”sı, İbnü’l-Cezerî’nin (ö. 833/1429) “et-
Temhîd fî ilmi’t-tecvîd” ve “Mukaddimetü’l-Cezerî” adlı eserleri sayılabilir.
Kur’an Harflerinin Mahrec ve Sıfatlarında Mübalağa: İfrat ve Tefrit 703
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 10/14 Fall 2015
Osmanlı döneminde yazılan ve çoğu Osmanlıca olan kitaplar arasında ise, Abdurrahman
Karabaşî’nin (ö. 904/1498) “Karabaş Tecvidi”, Ahmed b. Muhammed el-Mağnisî’nin (ö. 1000/1591) “Terceme-i Cezerî”si, Saçaklızâde el-Mar‘âşî’nin(ö. 1145/ 1732) “Cühdü’l-mukill”i ve
Eskicizâde’nin (ö.1243/ 1827) “Terceme-i Dürr-i Yetîm”i sayılabilir.
Kur’an harflerinin mahrec ve sıfatlarıyla ilgili ilk bilgileri veren Halil b. Ahmed’dir. Müellif ilk Arapça sözlük olarak kabul edilen eserinin mukaddimesinde sesbilim ile ilgili düzenli
bilgiler vermektedir. Günümüzde tecvid disiplininin tashîh-i hurûf kısmı içerisinde yer alan ve
mahrec belirleme yöntemi olarak kullanılan harekeli bir eliften sonra harflerin sakin olarak okunması metodu da Halil b. Ahmed’e aittir. Daha sonra Sîbeveyh, Halil b. Ahmed’in görüşlerini
aynen almış ve geliştirmiştir. O ibdâl, i’lâl, teshil, imâle gibi daha çok kıraatleri ilgilendiren
konularda da bilgi vermiştir. Seslerle ilgili ilk müstakil eser veren İbn Cinnî (ö. 392/1002) "Sırru
sınâati'l-i'rab" adlı kitabında harflerin mahrecleri sıfatları, harflerin fonetiğiyle ilgili ibdâl, imâle, teshil gibi konuları ele almaktadır. Daha sonra da bu harfler ayrıntılı bir şekilde İbnu’l-Cezerî başta
olmak üzere kırâat ve tecvid âlimleri tarafından ele alınmıştır.
Söz konusu kişiler tarafından günümüze kadar telif edilmiş olan Arapça, Osmanlıca ve Türkçe temel kaynaklar çerçevesinde çalışmamızla ilgili şifahi kültürün yazılı malzemeye uyumu
irdelenecektir.1 Bu arada Ahmet Şükrî ve arkadaşlarının hazırladığı “el-Münir”, Ğânim Kaddurî
Hamed’in telif ettiği “el-Müyesser”, “ed-Dirâsetüssavtiyye”ve harfler üzerinde modern bir çalışma olan Ahmed Rağıb Ahmed’in “Fonolocya’l-Kur’an” gibi günümüz eserlerinden de istifade
edilecektir.
I. Harflerin Mahreclerinde Mübalağa
Sözlükte “çıkış yeri” anlamına gelen mahrec (el-Cevherî, 1987, s. 309; İbn Manzûr, 1992,
II. c, s.249.) kelimesi ıstılahta harflerin çıkış bölgesi manasındadır (ed-Dânî, 1988, s. 104; el-Husarî, 1999, s.49. Bu mevzuda dilbilimciler ve kıraat alimlerifarklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu
farklılıklar bazen farklı isimlendirmeden bazen de harflerin çıkış bölgeleriningenel ya da ayrıntılı zikredilmesinden kaynaklanmaktadır. (ed-Dânî, 1988, s.104-106;Yüksel, 2007, s.139;Aldin, 2011,
s.31). Mahrecler genel olarak beş ana bölgeden çıkarılmaktadır: "Halk/boğaz", "lisan/dil",
"şefeteyn/dudak", "hayşûm/geniz" ve "cevf/ağız-boğaz boşluğu".2 Bu beş ana bölgede de ayrıntılı
bilgiverenler bu sayıyı on dört, on beş ve on yedi olarak belirtmişlerdir. (İbnu’l-Cezerî, 2010, I, 198-199; Acemî, 1981, s.63-64; el-Husarî, 1999, s.50-53;Ayrıntılı bilgi için Bk. Karaçam, 2008, s.
190-191).
Harfler ve mahrecleri konusunda ilk olarak bilgi veren dilbilimci Halil b. Ahmed ile kıraat
ilminde otorite kabul edilen İbnu’l-Cezerî başta olmak üzere çoğunluğun görüşü mahreclerin on
1 Bu konuda İbnu’l-Cezerî’nin kırâat konulu eserinin mütercimlerinden Mağnisî (ö. 1000/1591) özetle şöyle demektedir: Tâlib-i ilm tecvidi kamil bir üstadın ağzından öğrenmelidir, sadece tecvid kitaplarından öğrenmekle çok kez mahrecleri tam çıkaramaz. Kitaplara neden ihtiyaç var dersen, bilki, sahabe zamanından bu ana kadar silsile uzadı, şeyhlerin çoğunun edasına tahrifler ârız oldu. Zamanımızda rivayeti dirayete uygun olan şeylerin ağzından alıp mahrecleri ve sıfatları ince hatalardan arındıranlar az kaldı. Üzerimize vaciptir ki zamanımız şeyhlerinin edâlarına tamamıyla itimat etmeyiz. Güvenilir ulemanın yazdıkları tecvid kitaplarından edamızı hıfz ve zabt için ve gelecekleri irşad için koydukları kurallara bakıp şeyhlerimizden işittiklerimizi onlara kıyas ve arz ederiz. Eğer hocalarımızdan aldıklarımız onlara uyuyorsa haktır, uymuyorsa hak olan kitaplardır, yazılanlardır. Kitabın mefhumunu kendi edasına uydurmak batıldır,
mevzûdur, büyük hatadır, Allah’a sığınırız. İmam Ebu Muhammed Mekki Kur’an okuyucuların tecvidi bilmede bazısı bazısından efdaldir. Zira bazısı hem şeyhin ağzından almış ve hem de kaidesini bilmesi sebebiyle edanın doğrusunu eğrisinden seçer, çıkarır. Üstad-ı kamil ancak budur. Bazıları da ancak üstadın ağzından taklit ile öğrenmiş bunun edası oldukça zayıftır, tez gider ve tez bozulur. Zira temel üzerine bina etmedi ve kaidesiyle öğrenmedi”, dedi. Bk. el-Mağnisî, , t.y., s. 145. 2 Ağız ve boğaz boşluğundaki havanın hiçbir mahrec mahalline temas etmeden çıkmasından dolayı cevf mahrecine mukadder, diğerlerine ise muhakkak denmiştir. (Bk. Acemî, 1981, s. 61.)
704 Mustafa ŞEN
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 10/14 Fall 2015
yedi tane olduğu yönündedir (İbnu’l-Cezerî, 2008, s.127;Aldin, 2011, s.31). Çalışmanın amacı telaffuzda mübalağa olduğu için harflerin tamamının mahrecleriyle ilgili meselelere ve tartışmalara
girmek istemiyoruz. Örnek olarak verilen yedi, sekiz ve onikinci mahreclerden çıkan harflerle
iktifa edilecektir.
İlk olarak yedinci mahrecden çıkancîm]ج[ , şîn ]ش[ve yâ ]3]يharflerini ele alalım. Daha
önce de geçtiği gibi harflerin mahrecleriyle ilgili bilgileri ilk olarak Halil b. Ahmed’in “Kitabu’l-
‘ayn adlı eserinde görmekteyiz. Ona göre yedinci mahrec harflerişecriyye harfi olarak
isimlendirdiği cîm ]ج[, şîn ]ش[ve dâd [ض] harfleridir. (Ğânim Kaddûrî, 2003, s.173-174).
Buradaki şecriyye kelimesine diş eti (Arslan, 1993,VIII, 396), ağız boşluğu (Mekkî b. Ebi Talib,
1973, s.314), çene (İbn Faris, 1979, III, 247) ve ağzın arka tarafı (İbn Manzur, 1992, I, 13) gibi anlamlar verilmiştir. Bu anlamlardan en isabetlisi sonuncusudur; çünkü Halil b. Ahmed harflerin
çıkmaya başladığı yeri mahrec bölgesi ismi olarak belirlemiştir. Halil b. Ahmedyâ [ي] harfini diğermed harfleriyle birlikte cevf/boğaz boşluğu harfleri olarak kabul eder. Ancak onun bu görüşü
başta öğrencisi Sîbeveh olmak üzere dilbilimciler ve kırâatâlimleri tarafından kabul görmemiştir.
Gelenekteki genel kanaat, dil ortası ile üst damak ortası olan yedinci mahrecden sırası ilecîm [ج] ,
şîn [ش] ve yâ [ي] harfleri çıkar (İbnu’l-Cezerî, 2010, I, s.200). Şîn [ش] harfinin önce olduğunu
söyleyenler de vardır (İbn Hâleveyh, 1401, s.73; Mekkî, 1973, s.149; Aliyyülkârî, 2012, s.16).
Modern dilcilere göre ise yâ [ي] öncedir (Ğânim, 2003, s.173), mahrecleri de sert damaktır
(Ğânim, 2009, s.47). Aslında bu durum yeni değil çok eskilere dayanmaktadır (Mağnisî, t.y., s.102). Modern Arapçada da vâv [و] ve yâ [ي] harekeli de olsa mahrecleri med harflerinin mahreci olan cevf/boğaz boşluğudur (Enis, t.y., s.45; Aldin, t.y., s.38).
Bu harfleri bahse konuetmemizin nedeni, telaffuzları esnasında harflerin mahrecinde son
derece mübalağa edilmesindendir. Söz konusu harflerin çıkışları esnasında çenenin alacağı durumla ilgili kaynaklarda hiçbir veri olmamasına rağmen günümüzde bu harflerin mahreci öğretilirken alt
çenenin biraz ileri itilmesi söylenmektedir. Diğer bazı İslam ülkelerinin müşahedesinden anlaşıldığı
kadarıyla ülkemize özgü gibi görünen bu uygulamada çene ileri itilirken dil olabildiğince geri kıvrılmaktadır. Bu haliyle telaffuz esnasında ağzın/yüzün tabii şekli bozulmuş olmakta ve tecvid
âlimlerinin uyardığı tekellüf/te‘assüf oluşmaktadır. Ortaya çıkan ses de doğrusu kulağa pek hoş
gelmemektedir. Kanaatimizce söz konusu harflerin mahreclerinin birinin diğerine öncelenmesi çok
önemli değildir. Çeneyi ileri itmeden ve dili zorlamadan harfleri mahreclerinden çıkarmaya çalışmak en isabetlisidir.
İkinci olarak sekizinci mahrecden çıkan, telaffuzu en zor harf olan (İbnu’l-Cezerî, 1985, s.106) ve başka dillerde bulunmayan dâd’ı [ض] ele alacağız. Bu özelliğinden ve Arap
olmayanların bu harfi çıkarmada son derece zorlanmalarından dolayı Arapçaya “lügatü’t-dâd”
denmiştir (İbnu’l-Cezerî, 1985, s. s.84). Halil b. Ahmed bunu cîm [ج] , şîn [ش] ile birlikte el-
hurufu’ş-şecriyye/ağız boşluğu harflerinden saymıştır (el-Ferâhîdî, t.y., I, 58). Daha sonra Sîbeveyh pek çok konuda hocasının görüşlerini almakla birlikte dâd [ض] harfi konusundaki görüşünü
benimsememiştir. Ona göre lisan/dil harflerinden olan dâd [ض] harfinin mahreci اول حافة اللسان/dil
yanının evveli ile karşısındakiاضراس/azı dişlerdir (Sîbveyh,1988, IV, 433). Bu tarif genel kabul görmekle birlikte tarihi süreç içerisinde farklı görüşler ortaya çıkmıştır.Tarifteki اول/önce kelimesi
aynen el-Müberrid (ö.285/898) (el-Müberred, t.y., I, 193), İbn Cinnî (İbn Cinnî, 2000, s.21), ed-
Dânî (ed-Dânî,1988, s.105), ez-Zemahşerî (ö. 538/1144) (ez-Zemahşeri, 1993, s.546; ez-
Zemahşerî, 1986, IV, 713), er-Râzî(ö. 606/1210) (er-Razi, t.y.,I, 69), İbnu’l-Cezerî (İbnu’l-Cezerî,
3Elif ile med yapılan murakkak/ince harflerin ‘â’ şeklinde latinize edilmesi uygulamada bu harflerin ‘a-e’ arası veya ‘a’ya yakın bir sesle okunması gerektiği gibi bir algı oluşturmaktadır. Genel uygulamanın dışına çıkmamak için böyle yazmayı tercih ettik. Ancak daha isabetli bir düzenlemenin getirilmesinin bu yanlış algı ve etkiyi azaltacağı kanaatini taşımaktayız.
Kur’an Harflerinin Mahrec ve Sıfatlarında Mübalağa: İfrat ve Tefrit 705
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 10/14 Fall 2015
1985, s. 130) ve Ebû Şâme (ö. 665/1267) (Ebu Şâme, 1891, s.745) tarafından kullanılırken daha
sonraki tabirlerde geçmemektedir (İbn Bâziş, t.y., s.60; İbn Aşûr,t.y., s. 30,161).
Osmanlı döneminde yazılan Arapça ve Osmanlıca kaynaklardaki dâd [ض] harfinin mahreci
ile ilgili bilgiler verilirken اول /önce kelimesi pek zikredilmemiştir.4 Bunun nedenlerinden biri dâd [ض] harfinin telaffuzunda dilin bütün kenarının (lâm mahreci de dahil) görev alması olsa gerektir.
Dil kenarının ilk bölümü/ ول حافة اللسانأ hafif baskı, ikinci bölümü/آخرحافة اللسان hafif temas
bölgesidir (Şükrî, 2003, s.52,53). Bununla birlikte harfin mahreci istitâle5 sıfatının da icra edildiği bu ilk bölge kabul edilmiştir.
Buradaki evvel kelimesi dil yanının dil ucuna yakın kısmı,6 harfin mahrecinin dildeki
başlangıç kısmı (Arslan, 1993,VIII, 396) ve azı dişlere karşılık gelen dil yanı gibi farklı şekillerde algılanmıştır. Bu anlamaların en isabetlisi beş azı dişe karşılık gelen kısımdır ki bu da قصىأ الحافة ile
دنيأ الحافة arası tabir edilen dil kökünden lam mahrecine kadar olan bölgedir (Şükrî, 2003, s.51).
Zaten harfdeki, sesin mahrecde uzaması (Aliyyülkârî, 2012, s.126; el-Mer’âşî, 2008, s.160) anlamına gelen istitâle sıfatı da bu anlayışı desteklemektedir. Nitekim istitâlenin tarifinde ول أمن
خره آحافة اللسان الي diye geçer ki bu da dâd’ın [ض] mahrec bölgesidir (Ğânim, 2009, s.47).
Dad harfinde bulunan İstitale/sesin mahrecde uzaması sıfatı şiddete/sesin tamamen
hapsolması, tefeşşi/sesin yayılması sıfatı da havanın tamamen hapsolması olan kuvvetli itbaka
engeldir. Dolayısıyla İtbak sıfatında mübalağa edilirse -ki bu dil damağa iyice yapışacak demektir-
o zaman dil mahrecinden uzaklaşır, dil ucuna baskı yapılır ve ta mahrecine kayar (el-Mer’âşî, 2003, s.22.) Harfinin mahreci dil yanı (حافة اللسان) ile üst azı dişlerdir(اضراس) ki bunu şu şekilde gösterebiliriz:
Yukarıdaki şekilde de görüldüğü gibi قصىأالحافة ile أدنىالحافة aksa’l-hâfe ile edne’l-hâfe arası
dâd [ض] mahreci mahallidir. Zaten dil yanının değeceği/ yakınlaşacağı adras/azı dişler de bu bölgede bulunur. أدنىالحافة / edne’l-hâfe ile منتهى الحافة / muntehe’l-hâfe arası da ل /lâm mahrecidir.
İlk kaynaklarda kullanılan ول حافة اللسانأ evvelu hâfeti’l-lisan iki bölüme ayırdığımız dil yanının
boğaz köküne yakın olan kısmıdır. Mer’âşî buradaki اول/ evvel kelimesini şöyle tarif eder: “ ول أEvvelü’l-hâfe/dil yanının evveli boğazı takip eden, yâ الحافة ]ى[ mahrecinden biraz sonra olan dil ortasına karşılık gelen kısımdır. Son kısmı ise ağzın dış tarafından tavahin/öğütücü dişlerin sonuna
kadar olan kısımdır.” (el-Mer’aşî, 2008, s.130). Ülkemizde söz konusu harfin telaffuzunda dilin ucu ya da uca yakın kısmının azı dişlere değmesi gibi bir uygulama/öğretim vardır. Böyle bir tanım
ne Arapça kaynaklarla ne de Türkçe kaynaklarla uyum sağlamaktadır. Böyle bir durumda dil
zorunlu olarak geri kıvrılacak ve tekellüf/zorlama oluşacaktır.
Modern Arapçada ise kolaylaştırmak için olsa gerek dâd [ض] harfinin mahreci tâ ]ط[ ,dâl
[د] ve te [ت] ile birlikte dil ucu ile usûlü’s-senâye’l-ulyâ/üst ön dişlerin dibi (Enis, t.y., s.51; Ğânim,
4 Aşaşıdaki eserlerde “اول” kelimesi yoktur: Taşköprüzade, t.y., s.17; Veliyüddin, t.y., s.36; Mağnisî, t.y., s.103; Birgivî, t.y., s.3; Halid el-Ezherî, , t.y, s. s.5 ;Eskici Zâde, t.y., s. 4. Şu eserde ise vardır: Muhammed Es’ad, , t.y, s. 4. 5 Sesin mahrecde uzaması. 6 Bu anlayış pek kitaplarda yer almasa da özellikle ülkemizdeki uygulama bu yöndedir.
706 Mustafa ŞEN
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 10/14 Fall 2015
2003, s.199; Ğânim, el-Müyesser, 2009, s.66) ya da lesse/diş eti olarak kabul edilmektedir (Ahmed Muhtar, 1997, s.113-117). Bu şekilde mahreci değişen dâd [ض] harfinin sıfatları, dolayısıyla da
sesi de değişmekte ve mahrec ve sıfat yakınlığı olan harflerle karışmaktadır. Mesele “sıfatlar”
başlığı altında ele alınacağı için burada detaya girmiyoruz.
II. Harflerin Sıfatlarında Mübalağa
Sıfat kelimesi lügatte, nişan ve alâmet anlamına gelir (ez-Zemahşerî, 1998, II, 338; İbn Manzur, 1992, III, 329). Terim olarak mahreclerinden çıkışı esnasında harfin cehr, hems, rihvet, şiddet vb. şekillerde ortaya çıkan özellikleridir. Başka bir ifade ile sıfat; bir harfin sahip olduğu ve
kendisini başka bir harften ayırmayı sağlayan vasıflardır (Taşköprüzâde, t.y., s.87). Sıfatların, mahrecleri bir olan harfleri birbirinden ayırma, farklı mahrecde olanların telaffuzunu güzel yapma ve idğam yapılıp yapılamayacağını anlamak için harflerin kuvvetli ve zayıf olanlarını bilme gibi
faydaları vardır (Acemî,1981, s.77). Harflerin mahrecleri konusunda olduğu gibi sıfatları konusunda da farklı görüşler bulunmakla birlikte İbnu’l-Cezerî’nin ondört sıfat görüşü genel kabul
görmüştür. Sıfatları açısından kuvvet,7 zıtlık,8 lazimî ve ârizî9 olmaları yönünden çeşitli şekillerde
kategorize edilen harflerin,sadece bir kısım sıfatları bahse konu edilecektir.
1. Lâzimî Sıfatlar
Cehr, hems, rihvet, şiddet, isti’lâ gibi harften ayrılması mümkün olmayan sıfatlardır.
1.1. Şiddet/Rihvet/Beyyine
Sözlükte güç kuvvet anlamına gelen şiddet sıfatı (er-Razî, 1988, s.332) ıstılahta harfi sükün ile telaffuz ederken mahrece itimadın kuvvetli olmasından dolayı sesin hapsolmasıdır (Sîbeveyh,
1988, IV,434; İbnu’l-Cezerî, 2010, I, 202). Sîbeveyh’in “mahrece tam dayanma” ifadesi modern
dilcilere göre ses tellerinin birbirine tam yaklaşmasıdır. Her ne kadar bu tarifte harfin sakin olmasından bahsedilse de aslında şiddet sıfatı her zaman vardır, ancak harfin sakin olması halinde
daha fazladır (El-Husarî, 1999, s. 84). Hapsolan/sıkışan sesin birden bırakılmasıyla ses, tabii olarak
şiddetli çıkar. Şiddet harfleri şunlardır: أ ب ت ج د ط ق ك
Sesin hapsolunup birden bırakılmasıyla tabii olarak kuvvetli çıkan söz konusu harflerdeki şiddet sıfatı, kelime anlamı dikkate alınarak harflerin olabildiğince sert okunması şeklinde
anlaşılmıştır. Bu bağlamda aslında anadili Arapça olmayanların dillerinde olmayan Arap harflerini
daha iyi öğrenebilmeleri için geliştirilmiş olan “talim” metodu normal bir okuyuştan ziyade mübalağalı bir okuyuştur. Bu mübalağalı okuyuşun amacı dili harflere alıştırmaktır (İbnu’l-Cezerî,
2010, I, s.327). Ancak, ülkemizde bazı kesimlerde söz konusu okuyuşun tecvidli Kur’an okuyuşu
olarak sunulduğu görülmektedir. Nihat Temel, İstanbul tavrını Anadolu yakasında Üsküdar
okuyuşu, Avrupa yakasında ise mutedil ve ifrat okuyuşu olmak üzere üç tarza ayırır. İfrat okuyuşunda harflerin mahrec ve sıfatlarının tam yapıldığı sert bir okuyuş olduğu ifade edilir ki bu
7 Cehr, Şiddet, İsti’lâ, Itbâk, İsmât, Safir, Kalkale, Inhırâf, Tekrîr, Tefeşşî, İstitâle, Ğunne. el-Mer’âşî bu sıfatlar arasında da kuvvet yönünden farklar bulunduğunu, Kalkale'nin en kuvvetli sıfat olduğunu, Şiddet’in, Cehr’ den daha kuvvetli olduğunu, bunların her ikisinin’de Tefeşşî ve Safîr’den daha kuvvetli olduğunu, Itbâk’ın da İsti’lâ dan daha kuvvetli olduğunu zikrediyor. b) Zayıf sıfatlar: Hems, Rihvet, Beyniyye, İstifâle, İnfitâh, İzlâk, Lîn, Hafâ. 8 Mütezâd (birbirine zıt olan) sıfatlar: İki sıfatın bir harfte ictimâı mümkün değilse, bu sıfatlara mütezât sıfatlar denir.
Mütezâd sıfatlar 15 tanedir. Hems-Cehr, Rihvet-Şiddet, Beyniyye-İsti’lâ-İstifâle, Itbâk-İnfitâh, Ismât-İzlâk,. b) Gayr-ı Mütezâd (birbirine zıt olmayan) sıfatlar: Biri birine zıt olmayan ve bir harfte beraberce bulunması câiz olan sıfatlardır. Bu sıfatlar 8 tanedir.Kalkale, Safir, Tefeşşî, İstitâle, Tekrîr, Lîn, İnhirâf, Ğunne. 9 Yukarıdaki zıddı olan olmayan sıfatlar sıfatı lazime, Tefhîm , Terkîk, İdğâm, İhfâ, İzhâr, İklâb, Medd, Vakıf, Sekte, Hareke ve Sükûn ise sfatı arızayı oluşturmaktadır. Bu türlü sıfatların harfin zatından ayrılması mümkündür. Çünkü sıfat-ı ârızaların, harften ayrılması hâlinde harf denilen şey ortadan kalkıp yok olmaz. Bunun tağyîrine de lahn-ı hafî denir. Çünkü harfin aslını değiştirip bozmaktır.
Kur’an Harflerinin Mahrec ve Sıfatlarında Mübalağa: İfrat ve Tefrit 707
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 10/14 Fall 2015
günümüzde talim okuyuşu olarak bilinen ve son derece mübalağalı olan bir Kur’an tilavetidir.
Üsküdar ağzında da özellikle ötrelerin ‘ü’ şeklinde okunması dikkat çekicidir (Temel, 2012, s.180,181). Halbuki harflerin sıfatında mübalağa/tekellüf yapmamaya kıraat alimleri de dikkat
çekmişlerdir. Örneğin İbnu’l-Cezerî “Tayyibe”sinde tecvidi “harflerin sıfatları yönünden hakkını
ve müstehakkını vermek” diye tarif ettikten sonra zorlamadan ve abartmadan latif bir şekilde olması gerektiğini bildirir.10
Rihvet lügatte yumuşak, gevrek anlamında (ez-Zemahşerî, 1998I, 345; er-Razî, 1988,
s.239; İbn Manzur, 1992, XIV, 314) olup şiddetin zıddıdır. İlk kaynaklarda yapılan tarife göre rihvet, harfleri sükun ile okurken mahrece itimadın/baskı zayıf olmasından dolayı aradaki
boşluktan sesin akmasına denir (Mağnisî, t.y., s. 111 ; el-Huseynî, t.y., s. 6). Aslında sesin akması nefesin akmasını zorunlu kılar, ses kapanırsa nefes de kapanır, sese nefes de dahildir. Zira bazı
kıraat âlimleri rihveti ses ve nefesin akması şeklinde tanımlamışlardır (Mağnisî, t.y., s. 112). Örneğin dâd [ض] ve /ğayn [غ] da savt akar nefes akmaz demelerinin manası ses tam nefes zayıf
akar demektir (Mağnisî, t.y., s.112-113). Rihvet sıfatına sahip olan harfler şunlardır: ث ح خ ذ ز س ش ض ظ غ ف وه ي
Burada rihvet harflerinden sadece dâd [ض] harfini ele alacağız. Bu harfin mahreci daha önce geçmişti. Arapçanın enzor harfi olan dâd’ın [ض] hem mahrecinde hem de sıfatlarında hata
yapılmaktadır. Bu hata özellikle mahrec ve sıfat yakınlığı olan harflerle karıştırılması şeklindedir
ve yeni de değildir. Araplara mahsus olmasından ve de telaffuzunun güçlüğünden dolayı bu harf, ظ
.(ile karıştırılmıştır (Mekkî, 1973, s.184; İbnu’l-Cezerî, 2010, I, 219; el-Husarî, 1999, s.60ط,ل,ذ,زغ Burada dâd’ın [ض] , diğer harflere benzetilmesi pek yaygın olmadığından dolayı sadece zâ [ظ] ve /
tâ [ط] ile olan karışıklığı ele alınacaktır.
Söz konusu harfe mahrec ve sıfatları yönünden en yakın olan harf / zâ’ [ظ] dır. Tekvîr 81/
24. Âyetteki بضنين / bidanîn kelimesinin Abdullah b. Mes‘ud (ö. 32/652) mushafında zâ [ظ] ile
Übey b. Ka‘b (ö.29/649) mushafında ise dâd [ض] ile yazılmış olması (ez-Zemahşeri, 1986 IV, 713; ibn Âşûr. t.y., 30/161) ve Hz. Ömer’in (ö.23/643) günlük kullanımda bu iki harfi karıştıran bir
kişiyi uyarması (Bk. el-Hanbelî, t.y., s.9,10) bu meselenin sahabe dönemine kadar uzandığını göstermektedir.
İbnu’l-Cezerîbeytindedâd [ض] harfinin mahrec farklılığı ve istitale sıfatından dolayı
zâ [ظ] ile karıştırılmaması gerektiğini bildirir (İbnu’l-Cezerî, 2001, s.14). Aliyyülkarî(ö.1014/1605)
de Osmanlı topraklarında okunan dâd’ın [ض] tam birzâ [ظ] olduğunu söylemektedir (Debreli, t.y.,
s.9). Benzer bir ifade Tefsiru’l-menâr”da da geçmektedir (Reşid Rıza, t.y., I, 83). Türklerin tamamının böyle okumadığı diğer tecvid kitaplarındaki ifadelerden anlaşılmakla birlikte
günümüzdeki uygulama da dikkate alındığında dâd [ض] harfini asırlardır mahrec ve sıfatlarına en
uygun Türklerin okuduğu görüşünü (Arslan, 1993, VIII, 397) kabul etmek zordur.
Ülkemizde okunan dâd [ض] harfi çoğunlukla zâ’ya [ظ] benzemektedir. Bunun yeni bir
durum olmadığı, Osmanlı döneminde de yaygın olduğu daha önce de geçmişti. Araplar bile kendi
dillerine özgü olan bu harfi doğru telaffuz etmekte zorlanmaktadırlar ki diğer milletlerin bu harfte zorlanması gayet tabiidir. Diğer yandan Arapçanın ibadet dili olması hasebiyle Müslüman olan
milletler o dilin telaffuzunu doğru bir şekilde okuma gayreti içerisinde olmuşlardır. Ancak bu çaba,
milletlerin, bölgelerin ve kişilerin etkileşiminden dolayı her zaman isabetli olmamıştır.11
َوهَُو إِْعطَاُء الُحُروِف َحقَّهَا ... ِمْن ِصفَةٍ لهَاَ َوُمْستََحقَّهَا10
تََكلُِّف ... بِاللُّْطِف فِى النُّطْقِ باِلَ تََعسُّفِ ُمَكمَّالً ِمْن َغيِْرَما İbnu’l-Cezerî, 2010, s.36; Ayrıca Bkz. Birgivî, t.y., s. 25. 11 Tefsiru’l-Menâr’da Arapların, Türkler gibi yabancı milletlerin dad harfini za harfi gibi okumalarından kaçalım derken onu tâ’ya [ط] çevirdikleri ifade edilir. Bk. Reşid Rıza, t.y., I, 83.
708 Mustafa ŞEN
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 10/14 Fall 2015
Dâd [ض] harfinin ülkemize özgü bir telaffuzu vardır. Bunun nedeni harfin mahrec ve
sıfatlarında yapılan yanlışlıklardır. Mahrecdeki yanlışlığa daha önce temas ettik. Dâd [ض] harfinin sıfatları yönünden daha çok zâ [ظ] harfine yakın olması onun bu harf ile karışık okunmasındaki en
büyük etkendir (Mekkî, 1973, s. 220). Nitekim Araplar bazı kelimeleri hem dâd [ض] hem de zâ
[ظ] ile söylerlerdi (Reşid Rıza,t.y., I, 84). Bu yüzdendir ki bu iki harfin farkıyla ilgili daha ilk dönemlerden itibaren eserler telif edilmiştir (el-Hanbelî, t.y., s.11-24). Bu eserlerde de üzerinde
durulan en önemli nokta dâd [ض] harfindeki istitâle sıfatıdır. Zaten dâd [ض] harfinin sıfatlar
yönünden zâ’dan [ظ] tek farkı bu sıfattır. Ülkemizde yapılan tariflerde dâd’ın [ض] bu sıfatı anlatılarak uygulama örnekleri verilmektedir. Ancak, mahrec yanlış/eksik olunca istitâle sıfatı da
tam isabetli yapılamamaktadır. Çünkü istitâle sıfatının mahalli dâd’ın [ض] mahrec bölgesi olan azı
dişlere karşılık gelen dil kenarıdır. Ses ve nefesi (derecesi az )bu bölgede bir elif miktarına yakın
bir süre uzamalıdır (et-Tebrizî, t.y., s.62). Ülkemizdeki uygulamada ise ses daha çok bir noktada uzamaktadır. Hattı zatında rihvet sıfatı da harfin mahrecinin uzamasıdır (Sîbeveyh, 1988, IV, 434).
Dolayısıyla mahreci daha geniş olan dâd’ın [ض] rihveti ile Zâ’nın [ظ] rihveti bir değildir.
Tarihi süreç içerisinde Arap olmayan unsurların Müslüman olmaları ve ibadet dili Arapçayı
doğru telaffuz gayretleri neticesinde Kur’an harflerinin telaffuzunda farklılıklar ortaya çıkmaya
başlamıştır. Bu farklılığın en önemli nedeni telaffuzunda zorlandıkları harfi anadillerindeki harflere
benzeterek okuma çabalarıdır. Bazı harflerdeki bu değişimin ilk adresi olarak Mısır işaret edilmektedir. Günümüzde yaygın olan dâd’ın [ض] tâ ]ط[ şeklinde şiddet sıfatıyla okunması da ilk
defa Mısır’da görülmüş (Debreli, Abdülkerîm, t.y.,s. 9), diğer beldelere de buradan yayılmıştır. el-Mağnisî (ö. 1000/1591) yaşadığı dönemde dâd [ض ] harfinin telaffuzu ile ilgili bize şu bilgileri
aktarır:
“Buhara’da Şark beldelerinde ve Dağıstan’da okunan dâd’ın [ض] mahreci doğrudur. Sesi biraz zâ’ya [ظ] benzer. Ancak Arabistan’da, Batı beldelerinde ve Rum’da okunan dâd [ض] tâ’yı [ط] mühmeledir12 ki, dil ucuyla üst ön dişlerin diplerinden çıkar. Dillerinin kenarını bir miktar adrasa
değdirirler. Fakat aynı zamanda ucunu usul-ü senayaya13 dayarlar. Ucunu kavi, kenarını zayıf
dayarlar. Mahrec, harfin sesinin çıktığı yerdir. Gevşek basılan yerden ses çıkmaz. Biz 15 sene Dadı adrastan çıkarırız zanniyle okuduk. Daha sonra hocalarımız bizi uyardı. Bize talim ettirdi.
Dilimizin kenarını adrasa değdiremedik. Tam birsene çalıştık, yine aciz kaldık. Hocamız bize
dilimizin kenarını üst adras ile alt adras arasına sıkıştırıp ısırmamızı emretti. Dilim yara oldu.
Sonra dilimi mahrecine varınca ısıramaz oldum. Mahrecinin hakkı da zaten ısırmamaktır. Şüphesiz bildim ki 15 sene okuduğumuz dâd [ض] dil ucundan çıkar, tâ’yı [ط] mühmele imiş. Çünkü dil ucu boşta kaldıkta elbette dilin kenarı ile adrasın arasında menfez kalıp dâd’ın [ض] savti akar. Kapanması muhaldir. Zira kapanması ancak dil ucu ile damak arasında olur. Bu isetâ [ط] mahrecidir. Bu Tay-ı şedide Mısır’dan zuhur edip etrafı âleme hatta Harameyn’e ve Rûm’a
yayılmıştır. Nâzım şöyle demiştir: Onu, mahreci dışında tâ’yı [ط] mühmele gibi çıkarıyorlar. . Mısırlıların çoğu ve bazı garplılar böyle okur. Yani dil ucundan usulü’s-senaye’l ulyâya14 kadardır. Mısırlıların dâd [ض] mahreci tâ [ط] mahrecidir.Nâzım zamanında ve ozamandan günümüze kadar dâd’ı [ض] , tâ [ط] ile değiştirdiler.” (Mağnisî, t.y. , s.103-105).
Daha önce geçtiği üzeredâd [ض] harfi, kolaylık olsun diye mahreci değiştiği gibi sıfatı da
değişmiş, modern Arapçada da şiddet sıfatıyla okunur olmuştur Ğânim, t.y., IV, 200). Dâd [ض] modern Arapçada dil ucunun üst ön dişlerin köklerine/diş etlerine değdirilmesiyle çıkar. Modern
dilciler fonetikle ilgili çalışmalarında ilk dönem tecvid kitaplarını dikkate almamışlar Ğânim, 2003,
12 Buradaki tâ ]ط[ harfi, modern Arapçada mechur/tonsuz/ ötümsüz diye ifade edilen ve Türkçedeki “d” harfinin, Arapçada da dâl [د] harfinin kalını olan tâ [ط] harfidir. 13 Ön dişler. 14 Üst ön dişler.
Kur’an Harflerinin Mahrec ve Sıfatlarında Mübalağa: İfrat ve Tefrit 709
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 10/14 Fall 2015
s.13), klasik kitapların “Mısırlılar ve bazı Ehl-i Garb’ın dâd [ض] harfini tâ [ط] gibi çıkarıyorlar.”
(Mağnisî, t.y., s. 104). “Fatiha suresinde وال الضالين kelimesindeki dâd’ı [ض] kelimesindeki الصراط en kalın harf olan tâ’dan [ط] daha kalın okuyanlar var, onların kıraati taklitten ibarettir.”
(Mağnisî, t.y., s. 104), şeklindeki uyarılarını da görmezden gelmişlerdir.
Bu durum günümüzde Kur’an tilavetini de olumsuz yönde etkilemiş, çoğunluğu Arap
dünyasından olmak üzere ülkemizden de bir gurup zâ [ ظ] harfine benzetmemek için dâd [ض]
harfini şiddet sıfatıyla yani tâ [ط] harfiyle okumaktadırlar. Bu takdirde rihvet sıfatının yanı sıra dâd [ض] harfine mahsus olan istitâle sıfatı da tamamen kaybolmaktadır. Ayrıca harfin lazimî sıfatının
kaybolması/değişmesi namazı ifsad edecek lahn-i celi/büyük hata olarak kabul edilmektedir.15
Dâd’ın [ض] telaffuzunda dil yan dişlere fazla bastırılır ve ses çok çıkarsa zâ’ya [ ظ] ; az çıkarsa tâ’ya [ط] benzer. Dil temas bölgesi dediğimizlâm [ل] mahrecine özellikle ön dişlere fazla basılırsa
rihvet sıfatı gider ses hapsolur dâtâ [ط] gibi çıkar, hatta bazen يقبضن / yaqbizn kelimesinde olduğu
gibi kalkale olur (et-Tebrizî, t.y., s.642).
Velhasıl günümüzde modern dilciler, Arap kârîlerin ekseriyeti ve Türk kârîlerin bir kısmı
dâd ]ض[ harfini dâl [د ] harfinin kalını olarak tâ [ط] şeklinde okurken, Türklerin ekseriyeti zâ [ظ]
gibi okumaktadırlar. Burada şunu da ilave etmek yerinde olur. Dâd ]ض[ harfinin zâ [ظ] harfine benzemesi tâ [ط] harfine benzemesinden daha az yanlıştır. Mahreci ve istitâle sıfatıyla diğer
harflerden ayrılan dâd’ın ]ض[ bir başka harfe benzemesi onun yanlış telaffuz edildiğini gösterir.
Dâd’ın ]ض[ zâ [ظ] da dahil hiçbir harfle idğam yapılmaması onun mahrecinin ve dolayısıyla
sesinin diğer harflerden farklı olduğunu gösterir (ez-Zemahşerî, 1993, s.551). Ayrıca Sibeveyh’in
dâd’da ]ض[ itbak sıfatı olmayaydı kelam olmazdı sözü de (Sîbeveyh, 1988, IV, 436) bunu desteklemektedir.
Lügatte tevessut, itidal anlamlarına gelen beyniyye ise harf telaffuz edilirken sesin ne
tamamen akması ne de tamamen hapsolmasıdır (Acemî, 1981, s.81). Harfleri ر, ع, ل, م, نdır. Özellikle Arap okuyuculardan نعبد/ne‘budu, يدع اليتيم/ yedu‘u’l-yetîm gibi yerlerde ayn’ın ]ع[sesini tamamen hapsederek okuyanlar vardır. Halbukiayn ]ع[ harfi hâ [ح] mahrecine kadar sarkar (ez-
Zemahşerî, 1993, s.547; Mağnisî, t.y., s.114). Arapların eskiye dayanan bu okuyuş tarzına
Osmanlıca kaynaklarda da temas edilmiştir (Mağnisî, t.y., s. 114). Ülkemizde ise özellikle lâm ]ل[ ve ra ]ر[ harfinin bu sıfatına dikkat edilmemekte ve rihvetli okunmakta, hatta bazen daha da
mübalağa yapılmaktadır.
1.2. Cehr/ Hems
Sözlükte ilan, izhar gibi anlamları olan cehrsıfatı harfin mahrecden çıkarken ses tellerinin tam kapanıp nefesin akmamasına denir.Cehrin zıddı olan hems ise harf mahrecinden çıkarken ses
tellerinin tam kapanmayıp nefesin akmasına denir (Sîbeveyh, 1988, IV, 434; Eskici Zâde, t.y., s.8;
Mağnisî, t.y., s.110; el-Huseynî, t.y., s.6; Şükrî, 2003, s.69). Çağdaş dilcilere göre “cehr” ve “hems” sıfatlarıyla ses tellerinin titreyip titrememesi kastedilir. Onlara göre mechûr ses, kendisiyle
ses tellerinin titreştiği, mehmûs ses ise kendisiyle ses tellerinin titreşmeyip, telaffuzu esnasında bir
çınlama veya renîn / yankı duyulmayan seslerdir (Enîs, t.y., s. 20) ت ث ح خ س ش ص ف ك ه harfleri
hems, diğer harfler ise cehr harfleridir.
Burada ele alacağımız hem şiddet hem de cehr harfi olan tâ [ط] ve kâf [ق] ile şiddet ve
hems sıfatını haiz te ]ت[ harfidir. İlk iki harfi seçmemizin nedeni bu harflerin modern Arapçada
hemsli okunmasıdır (Aldin, 2001, s. 59; Enis, t.y., s.22.) Hem eski dilbilimciler hem de kıraat alimleri bu iki harfi cehr sıfatıyla okumuşlardır. Örneğin Halil b. Ahmeddâl ]د[tanın
15 İbnu’l-Cezerî Fatiha suresindeki الضالين kelimesini الظالين şeklinde okumanın mana değiştiği için namazı bozacağı kanaatindedir. Çünkü,الظالين devam edenler demektir. Bk.İbnu’l-Cezerî, 1999, s. 130.
710 Mustafa ŞEN
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 10/14 Fall 2015
yumuşağı/incesi derken (el-Ferâhîdî, t.y., I, 53), Sîbeveyh tâ [ط] hafinin itbâkı / kalınlığı giderse
dâl]د[olur demektedir (Sîbeveyh, 1988, IV, 475). İbnu’l-Cezerî(ö. 833/1429)’nin “Tâ [ط] harfi incelirse dâl [د] olur Araplar öyle okur, Diyar-ı Rûm te’yi]ت[kalını okur ki bu yanlıştır” ifadesinden modern Arapçanın da kabul ettiği bazı harflerdeki değişikliklerin Arap olmayan unsurların etkisiyle olduğu gerçeğini vurgulamaktadır. Osmanlı döneminde yazılan tecvid kitaplarındaki ifadeler de
İbnu’l-Cezerî’yi desteklemektedir: “Tâ’nın [ط] itbâkı gittiğindedâl ]د[olursa tâ [ط] sahihtir; te ]ت[olursa kalın te’dir]ت[,fasittir. Şimdi Rum’da okunan tâ [ط] budur. Dâl’de ]د[infitâh / incelik
olmayaydı tâ [ط] olurdu.” (Debreli, t.y. , s.10). “ tâ [ط] harfinde isti‘la, itbak ve tefhim sıfatı
olmasaydı dâl ]د[lurdu. Dâl ]د[ile te ]ت[ farkı hems sıfatıdır.” (el-Mer’âşî, 2008, s.166).
Tâ [ط] harfinin hemsli okunuşu çok eskilere dayanırken kâf ]ق[ harfinin hemsli okunuşu son zamanlardadır. Dolayısıyla Kur’an telaffuzundakâf ]ق[ harfinin hemsli okunuşu pek yer
almazken tâ [ط] harfinin hemsli okunuşu oldukça yaygındır. Modern Arapçanın da etkisiyle İslam
ülkelerinin tamamında söz konusu harfin hemsli/te nin kalını okunuşu ağırlık kazanmıştır.
Günümüzde ülkemizdeki arap dili araştırmacıları da bu durumu kabullenmektedir (İşler, 2001, s.3).16 Ülkemizde öğrenciler tâ ]ط[ harfini Arapça eğitiminde hems sıfatıyla; Kur’an eğitiminde ise
cehr sıfatıyla öğrenmek gibi bir ikileme maruz kalmaktadırlar. Üstelik bu durumun sebebi de öğrencilere yeterince izah edilememektedir.
Ülkemizde genelde çoğu harfler baskılı/sert okunmakla birlikte, iki kuvvet sıfatını haiz
olan tâ [ط] vekâf ]ق[ harflerinin fonetiğinin tabii selikanın çok ötesinde mübalağalı bir şekilde telaffuz edildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Burada okuyucunun/okuyanın ilk aklına gelen şey iki
kuvvet sıfatını haiz olan harflerin iki kat sert okunmasıdır. Bu anlayış günümüzde kitaplara pek
yansımasa da gerek resmi ve gerekse gayri resmi kurumlardaki eğitim/öğretim bu yöndedir.
Hems sıfatına sahip olan te’nin ]ت[ ise ülkemize özgü telaffuzunda hems sıfatında
mübalağa edilmektedir. Bu mübalağa neticesinde harfte rihvet sıfatı ortaya çıkar. Hâlbuki te ]ت[
harfi şiddet harflerindendir. Bu yüzdendir ki İbnu’l-Cezerîde te ]ت[ harfindeki şiddet sıfatının
korunmasına vurgu yapmaktadır (İbnu’l-Cezerî, t.y, s.14). Arapların bir kısmı da söz konusu harfin hems sıfatında tefrîte düşer. Bu durumda te ]ت[ harfi, hemsin/nefesin akması cehre/nefesin
akmaması dönüşmesiyle lazımî sıfatlardan birini kaybederek dâl ]د[ harfi gibi telaffuz edilmiş olur
(Ahmed Rağib, t.y., s.190).
1.3.Kalkale
Sözlük anlamı şiddetli ses (el-Ferâhîdî, t.y., V, 26), sarsmak, hareketlendirmek (Ebu
Bekr,t.y., s.549) olan kalkale ıstılahta sesi ya da mahreci tahrik etmek demektir (İbnu’l-Cezerî, 2010, I, 203). Bu şekildeki bir tahrikle çıkan haricî/kuvvetli sese kalkale denir (Acemî, 1981, s.84;
Ğânim, 2009, s.64). Kalkale ‘Tonlama/vurgu ya benzer zaid ses (Mekkî, 1973, s.124), hareke gibi,
öncesinin harekesine uygun harekeye benzer bir ses’ diye de tarif edilmiştir (Ebû Şâme, 1891, s.755). Cehr ve şiddet sıfatlarının birleşmesi sonucu ses ve nefes kesilir ve tekellüf ortaya çıkar,
harf de sakin olunca çok zayıf kalır, sıfatları kaybolur.Bu yüzden sesi yada mahreci tahrik etmekle
harfin sıfatının hakkı verilmiş olur (Sîbeveyh, 1988, IV, 174 ; Eskici Zâde, t.y., s. 8). Kalkalenin
yapılışında sakin harfin önceki harfin harekesine uygun olarak okunup okunmaması ihtilaflı bir meseledir, konumuzu doğrudan ilgilendirmediği için ayrıntıya girmeden görüşleri vermekle
yetinelim:
16 İşler söz konusu makalesinde kullandığı modern Arapça kaynaklar müvacehesinde imam Hatip ve Kur’an Kurslarında tâ [ط] harfinin dâl [د ] harfinin kalını olarak Dâ şeklinde yanlış öğretildiğinden bahsetmektedir. Hâlbuki gerek Arap dili uzmanı gerek kıraat âlimi olsun bütün kadîm ulema tâ [ط] harfini mechur – dâl’ın [د ] kalını gibi- kabul etmişlerdir. Diğer diller gibi süreç içerisinde değişime uğrayan Arap dili fonetiğinin bu günkü durumu kabul edilebilir. Ancak değişime ve gelişmeye açık olmayan Kur’an dili Arapça için bu durum kabul edilebilir değildir.
Kur’an Harflerinin Mahrec ve Sıfatlarında Mübalağa: İfrat ve Tefrit 711
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 10/14 Fall 2015
- Kalkalenin hiçbir harekeye benzememesi.
- Kalkalenin sonrasına uyum sağlaması (Acemî, 1981, s.85, 88). Bu durum pek kabul görmemiştir).
- Kalkalenin fetha gibi okunması (es-Semnudî, 2003, s.27).
- Kalkalenin öncesine uyum sağlaması (Mağnisî, t.y., s.119; el-Mer’âşî, 2008, s.70). Tercih edilen ve cumhurun görüşü budur, ülkemizde de böyle okunur. Araplar ise böyle kabul
etmelerine rağmen fethaya benzeterek okurlar (Şükri, 2003, s. 80).
Kalkale harfleri cehr ve şiddet sıfatını haiz olan harflerdir ki bunlar da ب ج د ط ق harfleridir. Bu şartlara göre hemzenin de kalkale harfi olması gerekir. Ancak, alimler bu durumda
çıkan sesin pek hoş olmadığı, kusma sesine benzediği gerekçesiyle hemzeyi kalkale harflerinden
saymamışlardır (Mağnisî, t.y., s.119; İbnu’l-Cezerî, 2010, I, 203). Hemzeye modern Arapçada ne
hems ne de cehr sıfatı verilemeyeceği görüşünde olanlar da vardır (Ahmed Rağib, t.y., s.78; Ğânim, 2009, s.58). Te ]ت[ ve kef’i [ك] de kalkale harflerinden sayanlar olsa da pek kabul
görmemiştir (Ahmed Rağib, t.y., s.129). Bunun yanı sıra daha önce geçtiği gibi modern Arapçada
kâf ]ق[ ve tâ [ط] cehrini kaybetmiş, dolayısıyla kalkale şartını yitirmiştir (Aldin, 2011, s. 59; Enis, t.y., s.22). Burada konumuzu ilgilendiren husus kalkalede yapılan ifrat/mübalağadır.
Her ne kadar ilgili harflerde, harekeli olmaları durumunda zayıf da olsa kalkale yapılması
gerektiğini söyleyenler varsa da (el-Mer’âşî, 2008, s. 68; Acemî, 1981, s.85) tekellüfe yol açtığı
için pek kabul görmemiştir. Dolayısıyla kalkale olabilmesi için harflerin sakin olmaları gerekir. Klasik kaynaklarda kalkalenin vasl ve vakf olmak üzere iki türünden bahsedilir ve vakf halindeki
kalkalenin vasl halindekinden daha belirgin olduğu belirtilir (Mekkî, 1973, s.103; İbnu’l-Cezerî, 2010, C.I, s.219,134). Bazı muâsır tecvid alimleriise bunu üç kısma ayırmaktadırlar: Şedde üzerine vakıfta kübra/büyük; şeddesiz harf üzerinde vakıfta vusta/orta; sakin harfte vasıl yapıldığında ise
suğra/küçük olur (Acemî, 1981, s.186; Şükri, 2003, s.135; Ğânim, 2009, s.64).
Ülkemizde Kur’an tilavetinde yapılan kalkalenin Arap aleminde yapılan kalkaleden biraz
sert olduğu bir gerçektir. Bizde kalkalenin mertebeleri pek öğretilmezken Arap aleminde
günümüzde yazılan hemen her kitapta bu durum mevcuttur. Vakf halinde yapılan kalkale aynı
şiddette kelime ortasında kalkale sert/mübalağalı yapıldığında ister istemez sekte durumu ortaya çıkmaktadır. Nitekim bizdeki zaten var olan sert okuyuşa birde kalkale sıfatı eklenince ilgili
harflerde –özellikle kâf ]ق[ ve tâ [ط] harfinde- mübalağa edilerek sekteli okunmaktadır. Bu arada
şunu da söylemek yerinde olur. Araplara göre telaffuzumuzdaki en abartılı harfler dâd ]ض[,kâf ]ق[ ve tâ’dır [ط] . Dâd ]ض[ harfiyle ilgili değerlendirmelerimiz daha önce ifade edildi. kâf ]ق[ ve tâ [ط]
nın bu mübalağalı durumu da kendisini en çok kalkale sıfatında göstermektedir. Netice olarak kâf
harfleri kalkaleli okunurken abartılı bir şekilde tabiîArap selikasının dışına çıkıldığını]ق[
söyleyebiliriz.Nitekim bu duruma eski kaynaklarımız da dikkat çekmiştir (Mağnisî, t.y., s.119; Eskici Zâde, t.y., s. 41. Debreli, t.y., s. 41). Burada göze çarpan diğer bir husus da ülkemizde
kalkale harflerinin harekeli iken sakin ve vakf halindeki kalkalenin şiddeti gibi okunmasının yaygın oluşudur.
2. Ârizî Sıfatlar
2.1.Tefhîm/Terkîk
Lügatte büyütmek, kalınlaştırmak, şişmanlaştırmak anlamlarına gelen tefhîm ıstılahta harfi, mahrecini sesiyle doldurmak suretiyle kalın okumak anlamındadır. Terkîk de bunun tam zıddı
olarak sözlükte zayıflatmak, ıstılahta ise sesi mahrecde küçültmek suretiyle ince
712 Mustafa ŞEN
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 10/14 Fall 2015
okumaktır.17Tefhîmin müradifi teğlîz olmakla birlikte râ ]ر[ harfinin kalınlaştırılmasında tefhim,
lâm [ ل] harfinin kalınlaştırılmasını ifade için ise teğlîz teriminin/sıfatının kullanımı yaygındır (ed-Dabba’, 1999, s.30; Âsım, 1988, s.103). Tefhîm-terkîk bakımından harfler sürekli kalın okunanlar,
sürekli ince okunanlar ve duruma göre ince ya da kalın okunanlar diye üç kısma ayrılırlar. Mutlak olarak kalın harfler huruf-u isti‘la diye bilinen خص ضغط قظ harfleridir. Elif ]ا[ ve râ [ر] ,duruma göre
ince ya da kalın okunur. Bunların dışındaki harfler ise daima ince okunur. Burada çalışmamızı
ilgilendiren hususkimi harflerin durumları ve özellikleri dikkate alınmayarak kalınlık ve inceliğinde
mübalağa edilmesidir.
Harflerin tefhimi, sahip oldukları kuvvetli ve zayıf sıfatlara göre farklılık arz etmektedir.
Burada üç durum göze çarpmaktadır:
Birincisi: Bunlar içerisinden en kuvvetli sıfat olan itbâk18 sıfatını haiz olan ص ض ط ظ
harfleri en kalın harfler olarak kabul edilmektedir (Mekkî, 1973, s.122,123). Harflerin kalınlığı dil köküyle alakalıdır. İsti‘lâ19 harfleri söylenirken dil kökü yukarı kalkar. İtbak20 sıfatı ise dilin
tamamen yukarı kalkıp tabak şeklini alması ve sesin üst damağa çarpması sonucu kuvvetli ve kalın
bir sesin çıkmasını sağlar (İbn Cinnî, 2000, s.61). Dolayısıyla ğayn [غ ] ve hâ [ خ] harfleri boğaz harfleri olduğu için dil köküyle doğrudan bağlantılı değillerdir. Böylece kalınlıkları diğer kalınharfler derecesinde değildir. Nitekim bir kısım alimler bu harfleri bizatihi değil nisbî/mecazî
kalın harfler olarak kabul etmişlerdir (el-Husarî, 1999, s.92).
İkincisi: Temel kaynakların neredeyse tamamında bu harflerin kuvvetlilik dereceleri şöyle sıralanmıştır ki, buna tefhim/kalınlık durumu da diyebiliriz: ط ص ض ظ ق غ خ (Mekkî, 1973,
s.122,123; el-Mer’âşî, 2008, s.154; Suad Abdulhamid, 2009, s.143).
Üçüncüsü: İsti‘la harflerinin kalınlığı sürekli aynı olmayıp, kendi ya da önceki harfin harekesine göre değişiklik arz etmektedir. Bunu en kalından aşağıya doğru şöyle sıralayabiliriz:
- Harfin harekesi fetha, sonrasında elif olursa: طاق , ضاق
- Harfin harekesi fetha, sonrasında elif olmazsa:,ظَلم َغرق
- Harfin harekesi zamme olursa: قُتل, ُغفر
- Harfin harekesi kesra olursa: قِيل, ِطباقا
- Harf sakin olursa:إِطعام , يُطلب , يَغفر (İbnu’l-Cezerî, 1985, s. 128).
Bu durumda yine yukarıda olduğu gibi önceki harekeye bakılarak derecelendirme yapılır. Özellikle ülkemizde bu harflerin tefhiminde mübalağa yapıldığı görülmektedir. Bu mübalağa
neticesinde tabii selika dışında kulağa hoş gelmeyen bir ses çıkmaktadır. Nitekim خ, غ ve ق harfleri
fethalı okunurken kalınlığında mübalağa yapıldığında zamme ile fetha arası bir ses çıkar.Elif ]ا[ ve
râ [ ر] harfleri duruma göre ince yada kalın okunurken, diğer harfler ise her halükarda ince okunurlar. Medsiz ince harflerin okunuşunda beldemizde herhangi bir problem gözlenmezken Arap
ülkelerinde özellikle kalın harften önce gelen bazı mürakkak/ince harflerin tefhim ile okunduğu
müşahede edilmektedir.
17 Kıraat alimleri ‘tefhim’ kelimesini râ ]ر[için, aynı anlama gelen tağliz kelimesini de lâm ]ل[için kullanmışlardır. Bk. Acemî, 1981, s.111. 18 Dilin damağa tabak şekilinde yaklaşması. 19 Çağdaş dilcilere göre istila ile tefhim aynı anlamdadır. Bk. Abdülaziz Ahmed, t.y.,s.91. 20 Çağdaş alimler bu İtbaka tefhim derler. Nitekim ‘tefhim’ dilin arkasının yumuşak damağa doğru biraz kalkması ve boğazın gerisine doğru hareket etmesidir. Dilin yukarıya hareket etmesinden dolayı ‘itbak’; geriye doğru hareket etmesinden dolayı da ‘tehlik’ denmiştir. Ahmet Muhtar Ömer, 1997, s.325-326.
Kur’an Harflerinin Mahrec ve Sıfatlarında Mübalağa: İfrat ve Tefrit 713
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 10/14 Fall 2015
Tefhîm/terkîk konusunda ülkemizde en dikkat çekici durum med harflerinin okunuşudur.
ince harfden sonra gelip ince okunması gereken elifin durumudur.21Bütün temel kaynaklarda elif’in mutlak olarak murakkak / ince ya da mufehham / kalın olmadığı, öncesindeki harfe tabi olduğu ]ا[
yani mufehham bir harfden sonra gelmişse kalın, murekkak bir harfden sonra ise ince okunması
gerektiği bilgisi mevcuttur (İbnu’l-Cezerî, 2010, I, 203; Aliyyülkârî, 2012, s.38; Suad Abdulhamid, 2009, s.146). Diğer med harflerindenyâ’nın ]ي[ her halükarda ince okunması söylenirken vâv [و]
ile ilgili Mer‘aşînin “Cühdü’l-mukil adlı eserinden başka bir yerde herhangi bir değerlendirme
yoktur. Mer‘âşî harf-i med olan vâv [و] ve yâ’nın]ي[ öncesine tabi olmadığını bildirdikten sonra, “Allah bilir ya belki de doğru olan med harfi olan vavın kalın harften sonra kalın okunmasıdır”der
(el-Mer’âşî, 2008, s.154). Esasen Arapçada ‘ı’ ve ‘ü’ sesi yoktur. Bu durumda harflerin kalınlık ve inceliğine göre ‘i-ı’, ‘ü-u’ seslerinin telaffuzuyla ilgili tartışmalara mahal olmadığı açıktır. Nitekim
modern dilciler zammenin kalın harften etkilenmediği görüşündedirler.22 Bu yüzden kalın harflerin
sesini verdikten sonra hemen harekeye (özellikle kesrede)ve arkasından med harfine harfin
kalınlığı karıştırılmadan geçilmelidir. İnce harfleri zamme ile telaffuz ederken de önce harfin inceliği belirgin bir şekilde verilmeli arkasından zammeye geçilmelidir. Aksi takdirde harf kalın
okunmuş olur.
Anadili Arapça olmayan Müslümanların Kur’an tilavetinde med harfi elif ]ا[ ile ilgili kurala pek riayet etmedikleri görülmektedir. Bizdeki uygulamada/öğretimde genel olarak med harfi elif’in
her daim kalın okunacağı gibi bir algı vardır. Örneğin çalıştığım fakültedeki öğrenciler arasında ]ا[
bu oran yaklaşık % 90 civarındadır. Ülkemizde tashih-i hurûf eğitimi verilen merkezlerin bir kısmında bu elif tam ince okunurken diğer bir kısmında ise ‘e-a’ arası bir sesle okutulmaktadır.
Dolayısıyla bir grubun okuyuşu kulağa biraz kalın gelirken diğer bir grubun okuyuşu ise biraz
ince/imaleye yakın gelmektedir. Kanaatimiz ve müşahedemiz ‘e-a’ arası bir ses tanımlamasının
doğru olmadığı yönündedir. Çünkü elif ]ا[ bu sesle okunduğunda dil kökü az da olsa damağa doğru yükselmektedir. Halbukiistifâle sıfatını haiz olan harflerde dil kökü aşağıda kalmalıdır. Türkçede
tek bir ‘e’ sesi olmadığı için elif’e ‘e’ sesi verilir demek de maksadı tam ifade edememektedir.
Türkçede açık, orta ve kapalı olmak üzere üç tane ‘e’ sesi vardır. Ağız biraz kapalı, dudaklar yanlara doğru esneyerek söylenen kapalı ‘e’ler daha çok tecvid ilmindeki imaleye benzemektedir.
Ağız yukarı-aşağı yönünde açık olarak söylen açık‘e’ler ise Arap dilindeki fethayadaha çok
benzemektedir. Zaten fetha da açmak anlamındadır. Elif, mahrecinin cevf/ağız ve boğaz boşluğu
olması hasebiyle de bol hava destekli olur ki bu da onun tok bir ses olarak çıkmasını sağlar. Ancak bu durum onun kalınlığı anlamına gelmez. İbnu’l-Cezerî’nin mukaddimesinde sadece ince
okunmasına dikkat çekmesi o dönemde de bu durumun problem teşkil ettiğini göstermektedir
(İbnu’l-Cezerî, t.y., s.12).
Ğunnenin23 tefhîmi günümüzde Kur’an tilavetinde Araplarla aramızdaki en bariz farklardan
birisini teşkil etmektedir. Ülkemizde her zaman ince okunan ğunne Arap aleminde kendisinden
sonra gelen kalın harfe hazırlık olması için kalınlaştırılır. Bu mevzu ile ilgili temel kaynaklarda her hangi bir bilgi mevcut değildir. Bu bilgiye ilk olarak es-Semnûdî’nin Leâli’l-beyân adlı eserinde
rastlamaktayız (es-Semnûdî, 2003, s.47).
Arap dünyasında yazılan bazı tecvid kitaplarında ğunnenin tefhîminin her zaman aynı olmadığı, ğunneden sonra isti’la-itbak harfi geldiğinde en kalın, isti’la-infitah harfi geldiğinde daha
az kalın, harf meksur olduğunda ise biraz daha az kalın okunduğu ifade edilmektedir (Suad
21 Med harflerinden elif öncesine bağlı olarak kalın/ince okunur. Yâ ]ي[ ve vâv ]و[ her zaman ince okunur. Dolayısıyle zamme ve kesrenin kendisinden önceki harfe göre incelip kalınlaşması diye bir ifade mevcut değildir. Esasen Arapçada ‘ı’ ve ‘ü’ sesi yoktur. Bu durumda harflerin kalınlık ve inceliğine göre ‘i-ı’, ‘ü-u’ seslerinin telaffuzuyla ilgili tartışmalara mahal olmadığı açıktır. 22 Zamme kalın harflerden etkilenmez (Enîs, t.y., s.43.) 23Genizden gelen ses.
714 Mustafa ŞEN
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 10/14 Fall 2015
Abdulhamid, 2009, s. 110). Zaten sıfat olan ğunnenin tekrar tefhimle sıfatlanması, yakın zamana
kadar kaynaklarda yer almaması ve tamamen ictihâdî olarak ortaya atılması gibi problemleri olan bu mesele konumuzu doğrudan ilgilendirmediği için ayrıntıya girmiyoruz. Ancak şukadarını da
söyleyelim ki yukarıda da değindiğimiz gibi kalın harfe bir hazırlık olsun diye okunan müfehham
ğunnede mübalağa etmemek yani kalın harf gibi kalınlaştırmamak gerekir.
Harflerin tefhim ve terkîkında günümüz Arap ülkelerinde yaygın olan birtakım hatalar
vardır. Bunlardan birisi kalın harften önce gelen fethalı ince harfi kalın okuma alışkanlığıdır.
Günlük kullanımda çokça yaygın olan bir kullanımın Kur’an tilavetine etkisi olsa gerektir. Yine günlük kullanımda özellikle kelime başlarında bulunan fethalı elifin kalınlaştırılması da kârîleri
etkilemiştir.ارض ,أكبر kelimelerinin bazı Arap kârîlerince telaffuzunda bu durum açık bir şekilde
görülmektedir.
Netice olarak Arap dilinin telaffuzunda kendine has bir kalınlık ve inceliği vardır. Bu kalınlık ve inceliğin de dereceleri mevcuttur. Temel kaynaklara dayalı olarak tespit edebildiğimiz
kadarıyla Kur’an’ın bu orijinal fonetiğinin günlük kullanımlardan, ictihadî yorumlardan ve tabii
selîkaya uygun olmayan okuyuşlardan uzak tutmak en isabetli yol olsa gerektir.
SONUÇ
Telaffuzu, manası ve yorumuyla Kur’an eğitimi bütün Müslümanların ortak paydasıdır.
Uzun bir süreci kapsayan bu eğitimin temelini oluşturan Kur’an harfleri Müslümanlar arasında mahrec, sıfat ve eda/fonetik keyfiyetleriyle ihtilaf konusu olmuştur. Tecvid ilminin tanımında olan
“harflerin hakkını ve müstehakkını vermek” tabiri uygulamada tekellüfe ve mübalağaya yol
açmıştır. Harflerin lazımî sıfatlarını tam yapmak anlamına gelen “harflerin hakkını verme” tabirine
özellikle anadili Arapça olmayanlar büyük önem atfetmişler ve dillerinde olmayan harflerin telaffuzundaki güçlüğü yenmek için normal okuyuştan ziyade dili harflere alıştırma maksatlı
mübalağalı okuyuş olan harf talimi ve dudak talimi gibi değişik metotlar geliştirmişlerdir.
Çoğunlukla şifahi öğretiye dayanan bu metotlar ‘fem-i muhsin’ diye isimlendirilen ehil hocalar tarafından kullanılmıştır. Ancak tarihi süreç içerisinde farklı milletlerin Müslüman
toplumuna dahil olmasıyla tabii Arap selikası olumsuz etkilenmiş, bölgelere göre farklı
edaya/fonetik sahip fem-i muhsinler ortaya çıkmıştır. Günümüzde ise bu durum Kur’an eğitimi
verilen merkezlere hatta hocalara kadar indirgenmiştir.
Kur’an harflerinin mahrec ve sıfatlarındaki ifrat, tefrit ve farklılıkları doğuran sebepler
arasında yukarıdakilere ek olarak kaynaklarda farklı bilgilerin olması, aynı temel kaynakların
kullanılmasıyla birlikte bazı yorum farklılıklarının oluşması, tarih içerisinde Arapların farklı milletlere karışması sonucu harflerin fonetiğinde bir takım değişikliklerin meydana gelmesi,
modern Arapçanın, günlük konuşmanın etkisi, Türkçeleşmiş Arapça kelimelerinin etkisi ve
Arapçanın latinize edilmesindeki karışıklık gibi nedenleri de sayabiliriz.
Kur’an tilavetindeki bu farklılıkları gidermenin/azaltmanın en sağlam yolu temel
kaynaklara inmek suretiyle şifahi kültürü yazılı malzemeye uyumlu hale getirmektir. Bu bağlamda
Arap ülkeleriyle ortak çalışmalar yapmak ve Avrupa Birliği dışında kalan ülkelerdeki Üniversiteler
arası öğrenci ve öğretim elemanı değişimini ifade eden “Mevlana Değişim Programı”ndan yeterince istifade etmek de faydadan hali olmayacaktır.
Kur’an Harflerinin Mahrec ve Sıfatlarında Mübalağa: İfrat ve Tefrit 715
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 10/14 Fall 2015
KAYNAKÇA
Abdülaziz Ahmed, İlmü’t-tecvidi’l-Kur’âniyyi fi davi’d-dirâseti’s-savtiyyeti’l-hadise, t.y.
Acemî, Abdülfettah, Hidayetü’l-kârî ilâ tecvîdi kelami’l-Bârî, es-Suudiyye, 1981.
Ahmed Muhtar Ömer, Dirâsâtü’s-savti’l-lüğaviyyi, Âlemü’l-Kütüb, 1997.
Ahmed Rağib Ahmed, Fonolocya’l-Kur’an, t.y.
Aldin Asım Mustafiç, el-Hurufü’l-Arabiyye beyne’l-kudemâi ve’l-muhdesîn, Kahire, 2011.
Aliyyülkârî, Ebü'l Hasen Nureddin Ali b. Sultan Muhammed, el-Minehu’l-Fikriyye, Thk. Üsâme
Atâyâ, Şam: Daru’l-Ğavsânî, 2012.
Arslan, Ahmet Turan, “Dad”, DİA, İstanbul, 1993,VIII.
Âsım, Muhammed, el-Vâdıh fî Akkâmi’t-Tecvid, Ürdün: Daru’n-Nefais, 1988.
el-Birgivî, Muhammed Ali, Dürr-iYetîm, (Tecvîd Risaleleri),İstanbul: Âsitâne, t.y.
Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail, Sahîhu’l-Buhârî, İstanbul: Çağrı Yayınları, 1982.
el-Cevherî, Ebu Nasr İsmail, es-Sıhâh: Tacü’l-lüğa ve Sıhahü’l-Arabiyye,Thk. Ahmed Abdulğafur
Attar, Beyrut: Daru’l-İlm, 1987.
el-Cüreyşî, Muhammed Mekkî Nasr, Nihâyetü’l-kavli’l-müfîd fî ilmi’t-tecvîd, Thk. Tahâ Abdurraûf Sa’d, I. Baskı, Mektebeü’s-Safâ, 1999.
ed-Dânî, EbûAmr, Osman b.Said, et-Tahdîd fi’l-itkân ve’t-tecvîd, Thk. Ğânim Kaddûrî Hamed,
Bağdat: Mektebetü Dari’l-Enbar, 1988.
ed-Dabba’, Ali Muhammed, el-İdâetü fi beyan-i usuli’l-kırâeti, el-Mektebetü’l-Ezheriyye, 1999.
Debreli, Hoca Abdülkerîm, Mizânü’l-hurûf ve şifâül-ebdân (Tecvîd Risaleleri),İstanbul: Âsitâne,
t.y.
Ebu Bekr er-Râzî, Zeynüddin Abdullah, Muhtaru’s-sıhâh, Thk. Yusuf eş-Şeyh Muhammed, Beyrut: el-Mektebetü’l-Asriyye, t.y.
Ebu Şâme, Abdurrahman b. İsmail, İbrâzu'l-meânî min Hirzi'l-emânî, Kahire: Daru’l-Kütübi’l-
İlmiyye, 1891.
Eskici Zâde, Seyyid Ali b. Hüseyn, Terceme-i Dürr-i Yetîm (Tecvîd Risaleleri), İstanbul: Âsitâne,
t.y.
Ezherî, Muhammed b. Ahmed, Ebu Mansur, Meâni’l- kırâât, Suud: Merkezü’l-Buhûs, 1991.
el-Ferâhîdî, Halil b. Ahmed, , Kitabu’l-Ayn, Thk. Mehdi el-Mahzumîİbrahim es-Semerrâî, Mektebetü’l-Hilal, t.y.
Fîrûzâbâdî, Mecdüddin Ebu Tahir Muhammed b. Yakub, Besâiru zevit-temyîz fî letâifi Kitabi’l-
Azîz, Thk. Muhammed Ali en-Neccar, Kahire: Lecnetü İhyai’t-Türasi’l-İslamiyyi, 1992.
Ğânim Kaddûrî Hamed, el-Müyesser fî ilmi’t-tecvîd, Cidde: Merkezü’d-Dirasâti ve’l-Ma‘lûmati’l-
Kur’aniyye, 2009.
-ed-Dirâsâtü’s-savtiyye inde ulemâi’t-tecvîd, Amman: Dâru Ammâr, 2003.
Halid el-Ezherî, el-Havâşi’l-ezheriyye fî halli elfâzi’l-Mukaddimeti’l-Cezeriyye (Tecvîd Risaleleri),
Âsitâne, İstanbul.
716 Mustafa ŞEN
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 10/14 Fall 2015
el-Husarî, Mahmûd Halîl, Ahkâm-u kırâeti’l-Kur’âni’l-Kerîm, el-Mektebetü’l-Mekkîyye,1999.
İbn Aşûr, F, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, Tunus: ed-Daru’t-Tunisiyye, t.y.
İbn Bâziş, Ebu Cafer Ahmed b.Ali, el-İknâ’ fi’l-kıraâti’s-seb’, Thk. Abdulmecid Kaddâd, Dimeşk:
Daru’l-Fikr, t.y.
İbnu’l-Cezerî, Şemsüddin Ebu’l-Hayr, en-Neşr fi’l-kırââti’l-aşr, Thk. Ali Muhammed ed-Dabbâ’, el-Matbaatü’t-Ticariyyeti’l-Kübrâ, t.y.
-et-Temhîd fî ilmi’t-tecvîd, Thk. Ali Hüseyin el-Bevvâb, Riyad: Mektebetü’l-Mearif, I. Baskı, 1985.
-Müncidü’l-mukri’in ve mürşidü’t-tâlibîn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1999.
İbn Cinnî, Ebu’l-Feth Osman, Sırru sınâati’l-i’râb, Beyrut:Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye, 2000.
İbn Manzur, Ebû’l-Fadl Cemalüddîn Muhammed b Mukerrem, Lisanü’l-Arab, Beyrut, 1992.
Enis, İbrahim, el-Esvâtü’l-lügaviyye, Mısr: Mektebetü’n-Nehda, t.y.
İşler, Emrullah, “Türklerin Arapçanın Ünsüzlerinde Karşılaştıkları Sorunlar ve Çözüm Önerileri”, Ekev Akademi Dergisi, Erzurum, c.III, sy. 2, Güz, 2001,s.243-255.
el-Hanbelî, İzzuddin Abdurrâzık, Dürretü’l-kârî li’l-fark beyne’d-dâdi ve’z-zâ fi’l-Kur’ani’l-Kerim,
Thk. Muhammed b. Salih el-Berrâk, Riyad: Dâru İbni’l-Cevzi, t.y.
Karabaşî, Abdurrahman, Karabaş Tecvîdi (Tecvîd Risaleleri),İstanbul: Âsitâne, t.y.
Karaçam, İsmail, Kur’an-ı Kerim’in Faziletleri ve Okunma Kaideleri, İstanbul: İfav Yayınları,
2008.
Kılıç, Celalettin, Tecvîd İlmi, Ankara: Kalkan Matbaacılık, 2012.
el-Mağnisi, Ahmed b. Muhammed, Tercüme-i İbnu’l-Cezerî (Tecvîd Risaleleri),İstanbul: Âsitâne,
t.y.
el-Mer‘âşî, Muhammed b. Ebî Bekr Saçaklızade, Cühdü’l-mukıl, Thk. Salim Kadduri el-Hamed, Amman, 2008
-Keyfiyyetü edâi’d-dâd, Thk. Hatem Salih ed-Dâmin, Dimaşk: Daru’l-Beşair, 2003
Mekkî b. Ebi Talib, - er-Ri‘âye li-tecvîdi'l-kırâ'e, s.314, Dımaşk: Daru'l-Kütübi'l-Arabiyye, 1393/ 1973.
-ef-Keşf an vücîhi’l-kırâeti's-seb' , I, 57, Thk. Muhyiddin Ramazan, Beyrut: Müessesetü'r-Risale,
1981.
Muhammed Es’ad el-Huseynî, el-Virdül-müfid fî şerhi’t-tecvîd (Tecvîd Risaleleri),İstanbul: Âsitâne, t.y.
el-Müberred, Muhammed b. Yezid, el-Muktedab,Thk.,Muhammed Abdulhâlık Azîme,
Beyrut:Âlemü’l-Kütüb, t.y.
er-Razi, Fahruddin, Mefâtîhu’l-ğayb, Beyrut: Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, t.y.
Reşid Rıza, Muhammed, Tefsiru’l-menâr, el-Heyetü’l-Mısriyye, t.y.
es-Semnûdî, Said Yusuf, Riyazâtü’l-lisan: Şerhu Telhisi leâlii’l-beyan fi tecvidi’l-Kur’an, Kahire: Mektebetü’s-Sünne, 2003.
Sîbeveyh, Amr b. Osman, el-Kitab, thk., Abdüsselam Muhammed Harun, Kahire:Mektebetü’l-
Hancî, , 1988.
Kur’an Harflerinin Mahrec ve Sıfatlarında Mübalağa: İfrat ve Tefrit 717
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 10/14 Fall 2015
Suad Abdulhamid, Teysîru’r-Rahman, Dâru’t-Takvâ, 2009.
es-Suyûtî, Celalüddin Abdurrahman b. Ebi Bekr, ed-Dürru’l-mensûr fi’t-te’vîl bi’l-me’sûr.Yy, ts.
Şaban Efendi, Tecvîdü Şaban Efendi (Tecvîd Risaleleri),İstanbul: Âsitâne, t.y.
eş-Şâtıbî, el-Kasım Ebû Muhammed, Hırzü’l-emânî ve vechü’t-tehânî, Thk. Muhammed Temim
Ze’bî, Mektebetü Dâru’l-Hedyi, 2005.
Şükrî, Ahmed Halid ve diğerleri, el-Münîr fî ahkami’t-tecvîd, Amman: Cem’iyyetü’l-Muhafezati
ale’l-Kur’ani’l-Kerim, 2003.
Taşköprüzade, Ahmed b. Mustafa, Şerh-i Cezerî, (Tecvîd Risaleleri),İstanbul: Âsitâne,
Turgut, Ali, Tefsir Usulü ve Kaynakları, İstanbul: İfav Yayınları, 1991.
Temel, Nihat, Kur’an Tilavetinde İstanbul Tavrı, Üsküdar Ağzı ve Ali Üsküdarlı, İstanbul: Üsküdar
Belediyesi, 2012.
Veliyüddin Muhammed b. Abdillah et-Tebrizî, Tecvid-i Edâiyye (Tecvîd Risaleleri), İstanbul: Âsitâne, t.y.
Yahya b. Ali, Zâhiratü’l-meddi fi’l-edâi’l-Kur’aniyyi, Medine: Camiatü’l-İslamiyye, 2003.
Yüksel, Ahmet, İlk Dönem Arap Dilcilerinde Fonetik Çalışmalar: el-Halîl b. Ahmed el-Ferâhidî Örneği, OMÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı, 24, 2007, s.133-149.
ez-Zemahşeri, Mahmud b. Ömer, el-Mufassal, Beyrut: Mektebetü’l-Hilal, 1993.
- el-Keşşaf an hakaiki ğavamizi’t-tenzil ve uyuni’l-ekavil fi vücuhi’t-tenzil, Beyrut: Daru’l-Kitabi’l-Arabî, 1986, IV, 713.
- Esâsü’l-belâğa, Thk. Muhammed Basil, Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut, 1998.
Citation Information/Kaynakça Bilgisi
Şen, M., (2015). “Kur’an Harflerinin Mahrec ve Sıfatlarında Mübalağa: İfrat ve Tefrit /
Hypebolism In Characteristics and Articulation Points of Quranic Letters: Exaggeration
and Understatement”, TURKISH STUDIES -International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic-, ISSN: 1308-2140, (Prof. Dr. H. Ömer Karpuz
Armağanı), Volume 10/14 Fall 2015, ANKARA/TURKEY, www.turkishstudies.net, DOI
Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.8558, p. 699-718.
718 Mustafa ŞEN
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 10/14 Fall 2015
Recommended