169

Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

İlk e-book'um yayında. Keyifli okumalar...

Citation preview

Page 1: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı
Page 2: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

2

Önsöz

Elinizdeki bu kitabı 2008’de yazmaya başladım ve 2010’da

tamamlandı. Guareschi’nin “Don Camillo” serisi her zaman hoşuma

gitmiştir. Aynı karakterlerden oluşan farklı hikâyeler... Sizi sıkmaz,

yormaz. Konsantrasyonunuz bozulmadan her gece ya da iki gecede

bir tane hikâye bitirebilirsiniz.

Böylesi yazar için de iyidir (en azından benim için böyleydi).

Yaptığı tek iş yazarlık olmayan ya da başka bir ifadeyle hayatını bu

işten kazanmayan biri için her gün oturup romanını yazmaya devam

etmek, onu geliştirmeye çalışmak, onunla ilgili hayaller kurup

araştırmalar yapmak, sonunda da (Allah izin verir de görebilirse tabi)

iyi bir sonla onu tamamlamak gerçekten çok zor iş. İşte bu kitapta

Guareschi’nin yaptığı basit ama dâhice şeyi sürdürme fikrinden

ortaya çıktı; Aynı karakterlerin farklı hikâyeleri.

Kapıcı Nezih ve çevresindeki insanların hikâyeleri, her gün

hepimizin yaşadığı ya da en azından bir şekilde görüp duyduğu

hikâyeler. Her insan farklı olsa da yaşadığımız pek çok şey ortak ya

da birbirine çok benzer aslında. Bizi birbirimizden ayıran şey

verdiğimiz kararlar.

Murat Akçiçek 2010, İstanbul

Page 3: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

3

Eşim Gülnur Akçiçek’e...

Page 4: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

4

İçindekiler Kiracının Sırrı........................................................................... 5 Nezih ve Bahis Kuponu............................................................. 16 Banka Soyguncuları.................................................................. 26 Köfteci Orhan Usta.................................................................... 39 Gribal Enfeksiyon...................................................................... 50 Benim Kapıcım İşini Bilir.......................................................... 69 Oruçla Ödeşmek......................................................................... 86 Genel Secim.................................................................................. 96 Doğal Mucize............................................................................... 110 Kapıcılar Savaşı........................................................................... 129

Page 5: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

5

Kiracının Sırrı

İkinci kattaki turizm firması taşınmaya karar vermişti. Daha

uygun kiralı, arka sokaktaki bir ofise taşınacaklardı. Burası 8–10

kişinin çalıştığı bir turizm acentesi idi.

Taşınma haberini İzak bey’den öğrendiğinde buna sevindi

Nezih. Tabi sevincini belli etmedi. Sebebi şuydu; biri taşınacağı

zaman ufak bir ücret karşılığında Nezih de yardımcı oluyordu.

Burada genellikle firmalar kiracıdır. Bir firmanın taşınması bir evin

taşınmasına benzemez. Evlerde kontrol genelde evin hanımındadır.

Eşyalar bellidir ve onları taşıyacak nakliye şirketinin ameleleri de

bellidir.

Ancak bir ofisin taşınması başkadır. Orada bir hanım yoktur.

Üstelik evrakından mobilyasına envai çeşit eşya vardır ve bunların

bazılarını güvenilir biri taşımalıdır. İşte bu noktada binanın güvenilir

demirbaşı olan kapıcısı en iyi yardımcıdır.

Page 6: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

6

Tabi ufak bir ücret karşılığında. Ve tabi apartman yönetici

İzak beyin gözüne de fazla batmamak lazımdır. İşte Nezih bu konuda

oldukça tecrübelidir.

Nakliye şirketinin ekşi ekşi ter kokan ameleleri organize

olmuş, çoktan kolilenmiş eşyaları aşağıdaki kamyona yüklemeye

başlamışlardı.

Nezih de firma çalışanlarının kendisine teslim ettiği özel

eşyalardan, evraklardan, değerli eşyalardan oluşan kolileri firmanın

kendi aracına yükleyip duruyordu. Gün biterken eşyalardan çoğu

kamyona yüklenmişti bile. Nezih arada kapıcılık görevini de

yapmayı ihmal etmiyordu. Binaya gelen gideni kontrol etmek,

merdivenlerin temizliği gibi günlük işlerini yani.

Akşam olduğunda ameleler kamyon atlayıp eşyaları arka

sokaktaki yeni ofise götürmüşlerdi. Geride içi boş oluğu için daha

büyük görünen bir ofis ve birkaç parça koli kalmıştı yalnızca.

Nezih boş ofiste ilerleyip yerdeki kolilerden birini kaldırdı.

Ancak kolinin altı iyi yapıştırılmamıştı. Birden içinde ne varsa yere

dökülüverdi.

Sesi duyup gelen, kendisini azarlayacak biri var mı diye

bakındı Nezih ama ofiste o sırada kimse yoktu. Allah'tan kırılacak bir

şey koymamışlardı koliye. Ofisten biri gelsin de durumu görsün diye

az daha bekledi Nezih. Ama anlaşılan herkes yeni ofise eşyaları

yerleştirmeye gitmişti.

Boş bir koli aldı. Altını, sağlamlığını kontrol edip, yerdeki

eşyaları içine doldurmaya başladı. Kalemlik, ajandalar, dosyalar,

kırtasiye malzemeleri, süs eşyaları, hepsini dikkatlice koliye

doldurdu. O sırada ofisin çalışanları yorgun, bezgin bir halde ofise

girdiler. Kalan eşyaları almaya gelmişlerdi.

Yorgunluktan kimsenin konuşmaya mecali de hevesi de

yoktu zaten. Herkes biran önce evine gitmenin hayalindeydi.

Page 7: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

7

Nezih kutuyu aşağıdaki aracın bagajına koydu. Diğerleri de

kucaklarındaki kolilerle iniyordu.

“Başka kaldı mı?” diye sordu. Kucağındaki koliyle kolları

sarkmış bir genç kız bezgin bir tavırla cevap verdi; “Bunlar son. Bitti

hele şükür.”

Ofis çalışanları araca sıkış tepiş bindi. Ön koltukta oturan

genç bir adam başını sarkıtıp; “Nezih bey dairenin kapısını sen kapar

mısın?” diye sordu.

“Biz oradan evlere gideriz. Yarın görüşürüz.”

“Tamam, ben kapatırım. Hadi iyi akşamlar!” dedi Nezih ve

yorgun adımlarla ağır ağır merdivenleri tırmandı.

Sonunda bitmişti işte. Nezih bir yandan etrafa bakınıp

unutulan bir şey kalmış mı diye kontrol ediyor bir yandan da odaların

ışıklarını söndürüyordu. Onunda aklındaki tek şey bir an önce evine

gidip bir duş almak, sonra güzel bir çay içip bir de keyif sigarası

tüttürmekti.

Dipteki odanın ışığını söndürmek için uzanmıştı ki yerde bir

şey fark etti. Kâğıt süprüntülerinin altında kalmış, ucu görünen ufak

bir kutu.

Yorgunluktan ağrıyan beliyle yavaşça eğilip kutuyu aldı.

Ağaçtan güzel bir kutuydu bu. “Taşınırken illaki gözünden bir şeyler

kaçıyor işte insanın” diye düşündü. Kutunun içi doluydu.

“Bunu nasıl unuttular acaba?” diye düşündü. Açıp

açmamakta tereddüt etti. Sonunda merakına yenik düşüp kutuyu açtı.

Nezih gördükleri karşısında biran donup kaldı. Gözlerine

inanamıyordu. Kutu da bir düzine fotoğraf vardı. Uygunsuz vaziyette

bir grup çıplak insan. Üstelik onları tanıyordu. Az önce taşınmalarına

yardım etmişti.

Page 8: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

8

Nezih başını uzatıp koridora baktı. Dikkatli dinledi. Gelen

giden yoktu. Şimdi ne yapacaktı? Bunları kime teslim edecekti? Ya

da edecek miydi? Etmese ne yapacaktı?

Fotoğraflara bakarken bir şey fark etti Nezih. “Yan oda” diye

mırıldandı. Yandaki odaya geçti yavaşça. Burası en geniş odalardan

biriydi ve firma tarafından toplantı odası olarak kullanılıyordu.

Hepside burada çekilmişti.

Fotoğraflardaki ifadelerinden hepsinin keyfinin oldukça

yerinde olduğu belliydi. Etrafta süsler, başlarında koni şeklinde

parlak şeylerden vardı. Muhtemelen yılbaşı kutlaması gibi bir şeydi

bu.

“İyi de bu nasıl bir kutlama?” diye mırıldandı. Fotoğraflarda

3 kız ve 3 erkek vardı. Birini diğerlerinden biraz daha iyi tanıyordu.

Rafet. Az önce arabanın önüne oturan genç adam. Bu adam

müdürleriydi. Yani çalışanların başındaki adam. Diğerlerinin sadece

yüzlerini tanıyordu.

Fotoğrafların sonuncusu resmen final gibiydi. Burada artık

sadece çıplak da değillerdi. Resmen iş üstündeydiler. Hayretten ağzı

bir karış açık kalmıştı Nezihin. Hemen kutuya doldurdu fotoğrafları.

“Bunların arasında evli olan, sevgilisi olan da mı yok yahu?”

diye mırıldandı. Nezih boş dairede dolanıp duruyor, düşünmeye

çalışıyordu.

“Belki de alkollüydüler. Kendilerini kaybettiler.” diye

düşündü. Yinede bu olanaksız geliyordu. Hangi alkol bunu yaptırırdı

ki? Hem de altısına birden. Sonunda boş dairede dolaşmaktan başı

döndü. Şimdilik yapacak bir şey yoktu.

Nezih dairenin ışıklarını kapatıp kutuyla yavaşça aşağıya,

kalorifer dairesine indi. Kutuyu karanlıkta güvenli bir yere sakladı.

Apartmanın girişindeki hole çıktı. Akşam karanlığı çökmüş herkes

evine gitmişti. Nezih holdeki kapıcı masasına çöktü ve düşünmeye

Page 9: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

9

başladı. “Eğer bu kutunun sahibi onu sakladıysa, kaybettiğini

anladığında mutlaka gelir” diye düşündü.

Nakliye şirketinin amelelerine gidemeyeceğine, diğer ofis

çalışanlarına da soramayacağına göre geleceği tek yer eski ofisi,

kayıp eşyayı soracağı tek kişi de kendisiydi.

“Peki ya gelmezse?”diye düşündü. O zaman ne yapacaktı?

Firmanın patronuna mı götürüp vermeliydi? En doğrusu götürüp

polise teslim etmek gibi görünüyordu aslında.

Sonunda yorgunluktan ve stresten başı zonklamaya

başlayınca Nezih gidip yatmaya karar verdi. En güzeli, yarın dinç

kafayla düşünmekti.

Ertesi gün Nezih dinlenmişti. Sabah temizliğini yapmış, İzak

beyin sabah alışverişini de bitirmiş, bina girişindeki masasında

gazete okuyordu. Günlerden cumaydı. Hafta sonu çoğu şirket

çalışmadığından bugün en sevilen günlerden biriydi.

Turizm firması bugün kalan eşya var mı diye bakmaya

gelirdi ama Nezih, kutunun sahibinin henüz ortaya çıkmasını

beklemiyordu. Kutunun kayıp olduğunu anlaması için henüz erkendi.

Birkaç gün içinde tüm eşyalar açıldığında ve tamamen

yerleştiklerinde anlaşılacaktı durum.

“Günaydın Nezih bey!” Nezih kafasını kaldırınca firmanın

müdürü Rafet'i karşısında gördü.

“Günaydın Rafet bey.”

“Geride kalan var mı diye ofisi bir kontrol edeceğim.”

Fotoğraflardaki altılıdan biri gelmişti işte.

“Güle güle oturun. Yeni ofise yerleşebildiniz mi bari?”

“Sağ olun. Hemen hemen.” Rafet bey boş ofise çıktı. Birkaç

dakika sonrada bir şey sormadan eliyle selam vererek binadan çıktı.

Page 10: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

10

“Acaba bu mu?” Nezihin gözüne hepsi de şüpheli

görünüyordu. Hatta belki de o altı kişinin haricinde başka biri de

çekmiş olabilirdi fotoları.

Böylece Nezih günlük işleriyle uğraşıp işi zamana bıraktı.

Bu arada Ne Orhan ustaya ne karısına kimseye bundan söz etmedi.

Pazar günü hava oldukça güzeldi. Nezih apartmanın hemen

önüne sandalyesini çıkarmış gazetesini okuyor bir yandan da çayını

yudumluyordu. Birden yanında birinin durduğunu fark etti. Bu Rafet

beydi.

“Ne haber Nezih bey? Pazar keyfi mi yapıyorsun?”

“Sağ olun Rafet bey. Kendi halimde oturuyorum işte.

Hayırdır? Pazar günü ne işiniz var böyle?”

Rafet beyin gerginliği fark ediliyordu. “Bir şey soracaktım.

Ofiste hiç ufak bir kutuya rastladın mı? Taşınma esnasında bizden

biri kaybetmiş de...”

Nezih adamını bulduğunu hissediyordu.

“Hayır rastlamadım. Dün siz kontrol etmediniz mi?

“Ettim de belki sen daha önce bulup kenara ayırdıysan diye

sorayım dedim.”

Nezih böyle bir konuşmayı planlamamıştı ama şimdi

kelimeler kendiliğinden ağzından dökülüyordu işte.

“Hayırdır ne kutusu? Kiminmiş?”

“Bilmiyorum bana da öylesine söylediler. Kimin

olduğunu sormadım.” Rafet beyin canının iyice sıkıldığı yüzünden

belliydi. Bir şeyler daha söyleyip selam verip gitti.

İçinden bir ses ona susmasını söylemiş o da bu sese uymuştu.

Bu işin nereye varacağını bilmiyordu ama şimdiye dek doğru

davrandığına kanaat getirdi. Çıkarıp fotoğrafları verseydi ve herif de

kötü niyetli piç kurusunun tekiyse o zaman ne olacaktı? Belki de

bunlarla şantaj yapıyordu kadınlardan birine. Ya da hepsine.

Page 11: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

11

Yakmak geldi aklına. Sorun kökünden çözülürdü o zaman.

Kimse bir şey ispat edemez, şantaj yapamaz, kirli çamaşırlar ortadan

kalkmış olurdu. Nezih kararını vermişti. İlk fırsatta onları yakıp yok

edecekti. Yine de bunu bu güzel Pazar günü yapması şart değildi.

Nezih kararını vermiş olmanın rahatlığıyla gazetesine döndü tekrar.

Hafta her zamanki gibi başladı. Öğlene dek apartmanın

işleriyle vakit geçirdi. Öğleden sonra İzak bey onu çağırıp bazı

faturalar verdi. Son günü gelip ödenmesi gereken faturalar. Nezih

son güne bıraktığı için, bunlara bankadan otomatik ödeme talimatı

vermediği için İzak beye içten içe küfrederek yola koyuldu.

Faturaları ödeme işi oldukça uzun sürmüştü. Sonunda hepsini

halledip tekrar apartmana doğru yola koyuldu. Sigarasını içip ağır

ağır yürüyor, gelen geçene bakıyordu. Birden oldukça alımlı bir

kadın gördü ve o anda aklına fotoğraflar geldi. Bugün ilk fırsatta

onları yok etmeye karar verdi.

Binaya iyice yaklaşmıştı ki kalabalığı fark etti. Hemen

apartmanın önünde toplanmış bir kalabalık vardı. Bir de polis aracı.

Polis aracının ışıkları yanıp sönüyordu. Bir olay olmuştu besbelli.

Tam da kendi binasının önünde. Belki de apartmanla ilgiliydi ve

kapıcı ortalıkta yoktu. Midesinin büzüldüğünü hissetti Nezih ve

adımlarını sıklaştırdı.

Kalabalığın içinde tanıdık yüzler de vardı. Orhan usta,

güvenlik görevlisi Recep, binadan birkaç kiracı. Taşınan turizm

firmasından, fotoğraftaki insanlar… Ve müdürleri Rafet. Rafet onu

görmüştü ve yüzünde garip bir ifade vardı. Sonra Rafet'in yanındaki

takım elbiseli adamı fark etti. Adam Rafet'in kendisine baktığını

görmüştü ve kalabalığın içinden hızla kendisine doğru yürümeye

başladı.

“Sen buranın kapıcısı mısın?”

Page 12: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

12

“Evet, siz kimsiniz?” Tüm gözleri üzerinde hissediyordu.

Şimdi her kafadan bir ses çıkıyordu. Turizm firmasının çalışanı olan

kadınlar bağırıp sinirli sinirli bir şeyler söylüyorlardı. Tam bir

curcunaydı.

“Ben Asayiş Şube'denim. Buraya neden geldiğimizi biliyor

musunuz?” Nezih ne diyeceğini bilemiyordu. İçten içe, bunun

fotoğraflarla ilgili olduğunu hissediyordu ama şimdilik bir şey

söylememenin en iyisi olduğuna karar verdi.

“Hayır, memur bey. Hayrola?” Yalan söylediğimi anladı

diye düşündü.

“İfadenizi almak için karakola kadar gelmeniz gerekiyor.

Şuradan lütfen!” Polis kaldırımın kenarındaki aracı işaret ederken bir

eliyle de hafifçe onu yönlendiriyordu. Bu arada turizm şirketi

çalışanları da polis araçlarına bindirilmişti.

Nezih filmlerdeki gibi sorgulanacağını sanıyordu. Karanlık,

zindan gibi bir yerde, yüzüne çevrilmiş ışıklar altında. Oysa onu

geniş ve havadar bir odaya soktular. İçeride üç polis memuru,

masalarının başında çalışıyordu. Nezihi kendisini getiren sivil polisle

buraya girdi. Sivil polis onu masalardan birinin yanına oturttu.

Bilgisayarın başında ifadeyi yazacak polis hazır bekliyordu. Sivil

polis de yandaki masanın üzerine yavaşça çöktü.

“Benim adım Mesut. Asayiş Şube'denim.” Nezih sessizce

başını salladı. Üniformalı polis ağızdan çıkan her şeyi tıkır tıkır

seslerle bilgisayara yazıyordu.

“Olay şu; “Rafet bey taşınma esnasında özel bir eşyasını, bir

kutuyu kaybetmiş. Bulamayanıca ofistekilere sormuş. Onlar da buna

biraz takılmak istemişler. Sanki bulmuş da saklıyormuş gibi

yapmışlar. Şaka yapmışlar yani. Ancak Rafet bey sinirlenip

köpürünce olay ciddileşmiş. Ortam gerildikçe daha da paniklemiş ve

kutuda olanları söylemiş. Yılbaşı fotoğrafları! Sanırım bir yılbaşı

Page 13: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

13

partisinde çekilmiş uygunsuz fotoğraflar söz konusu. Diğerlerinin de

bildiği bir şey yani. Ancak diğerleri bunları imha ettiğini sanırken

aslında etmediği de ortaya çıkmış. Böylece ofiste fırtına kopmuş.

Hepsi de bunun gırtlağına sarılmış. Kısacası hepsinin de ortak bir

sırrı varmış ve diğerleri Rafet beyin fotoğrafları hala sakladığından

habersizmiş.”

“Rafet beyin dediğine, içinde özel eşyalarının olduğu kutusu

kayıpmış. Ancak içinde fotoğraf falan yokmuş. Kutuyu kaybettikten

sonra üzerine bir de diğerleri dalga geçince, onları kızdırmak için

böyle söylemiş.”

Nezih belli etmemeye çalışsa da bu bahaneye cidden şaşırdı.

Yalanı bayağı iyi düşünmüştü herif.

“Ama diğerleri farklı bir şey anlattı. Bir yılbaşı akşamı ofiste

kendi aralarında parti yapmışlar. Bu Rafet, parti sırasında gizlice

içkilerine ilaç karıştırmış. Böylece parti, toplu seks partisine

dönüşmüş. Alkolün etkisiyle şakasına yapmış bunu. Bu arada

fotoğraflar da çekmiş. Ertesi gün toplanıp konuşmuşlar ve olayı

unutmaya karar vermişler. Bu arada fotoğrafları ondan alıp imha

etmişler. Ancak anlaşılan adam da birer kopyası daha varmış. Tabi o

bunu inkâr ediyor.”

“Taşıma şirketinin işçileri ve bir de sen yardım etmişsin

taşınmaya. Sana sormuş ama görmediğini söylemişsin. Ama Rafet

ısrarla seni suçluyor. Diğerleri de ortada böyle bir kutu ve fotoğraflar

varsa öğrenmek istiyor. Şimdi bak kardeşim! İnsanlık hali. Şeytana

uyup alabilirsin. Aldıysan ve içinde böyle bir şey varsa başın büyük

dertte. Üstelik bu sapık herifi de korumuş olacaksın.

“O kutuyu sen mi aldın?” Nezih ilk kez odadaki tüm

polislerin bakışlarını üzerinde hissetti. Kendini gazete manşetlerinde

görür gibi oluyordu. “Sapık Kapıcı!”

Page 14: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

14

Rafet şerefsizi birden tüm suçu üzerine yıkıvermişti. Peki

diğerleri ne olacak? İstemeden bu herifin oyununa gelmişlerdi ve

anlatırsa hepsinin de hayatı mahvolacaktı. Anlatmazsa bu herif elini

kolunu sallaya sallaya bu işten sıyrılacaktı. Sonunda kararını verdi.

Kendisine göre en doğru olanı yapmak zorundaydı. Yavaşça

boğazını temizledi ve konuşmaya başladı.

O gün apartmanın her zamanki günlerinden biriydi. Nezih

apartmanın işleriyle koşturup durmuştu. Öğlen olmak üzereydi.

Sonunda masasına oturup bir sigara yakma fırsatı bulmuştu. Orhan

ustaya baktı. Orhan usta garson Aykut'la birlikte simit arabasının

başında hararetli hararetli bir şeyler konuşuyordu. Nezih polislere bir

şey görmediğini söylemişti. Olay da böylece kapanmıştı. Aradan bir

hafta geçmişti. İzak beye de Orhan ustaya da eşi Fatma'ya da aynı

şeyleri anlatmıştı. Yani neredeyse hiçbir şey. Sonunda konu yavaş

yavaş gündemden düşmüştü.

Nezih şişmiş olan sağ eline baktı. Hafifçe zonkluyordu eli.

Bazen çalışırken böyle kazalar olur işte. Eline sürdüğü kremin

mentol kokusunu hissetti. Derin bir iç çekip gazetedeki habere

döndü.

Bir hafta önceydi. Karakoldan döndüğü günün hemen ertesi

günüydü. Mesai saati bitmiş insanlar iş yerlerinden evlerine

dağılıyorlardı. Arka sokaktaki turizm şirketinin çalışanları da öyle.

Herkes birbirine iyi akşamlar dileyerek yoluna gidiyordu. Bunların

arasında müdür Rafet bey de vardı.

Rafet bir alt sokağa inip otoparka girdi, arabasıyla yavaş

yavaş evine yollandı. Şirinevler’de bir yerdeydi evi. Sonunda bir

apartmanın önüne park etti arabasını.

Apartmanın dış kapısı binanın yan tarafındaydı ve bir dizi

merdivenden çıkarak ulaşılıyordu. Rafet anahtarıyla kapıyı açıp

apartmana girdi ve gözden kayboldu.

Page 15: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

15

Şimdi apartmana hızlı ama temkinli adımlarla biri daha

yaklaşıyordu. Ortalık kararmaya başlamıştı artık, o yüzden uzaktan

kim olduğu belli olmuyordu. Nezih merdivenleri çıkıp binanın

girişindeki zillerde yazılı isimlere baktı bir süre. Sonra

merdivenlerden indi. Binanın yan cephesine dolanıp etrafa göz attı.

Sonra da yine temkinli adımlarla geldiği gibi oradan ayrıldı.

Ertesi akşam Rafet aynı şekilde arabasını sokağa park etti.

Binanın merdivenlerine doğru yürürken birinin sessizce yaklaştığını

fark etmedi. Başının hemen arkasına inen sert darbeyle bir anda

gözleri karardı, dizlerinin bağı çözüldü.

Nezih adamı hızla binanın daha kuytu olan yan tarafına

taşıdı. Şansına kimse onları görmemişti ya da en azından bağıran

falan olmamıştı. Rafet inliyordu. Bilinci yerindeydi hala. Nezih

adamı balkonlardan birinin altındaki kuytuluğa çekti. Rafet bir şeyler

mırıldanıyordu. Ancak Nezih tek kelime etmedi. Sonraki birkaç

dakika boyunca konuşan tek şey elindeki sopa oldu.

O gece sağ elinin ağrısından pek uyuyamadı Nezih. Yine de

sorun etmedi. Kalkıp bir ağrı kesici içip bir daha yattı. Ne olduğunu

soranlara da hatırlayamadığı bir şeyler uydurdu. Aslında gerçekten

de pek hatırlamıyordu.

Üzerine bir şey düşmüş olabilirdi. Ya da bir şeye çarpmış...

Mesela alçaktaki bir balkonun beton duvarına…

Nezih dalmış olduğunu fark edip tekrar gazetesine, okuduğu

habere döndü. Haberde, birkaç gün önce Şirinevler’de saldırıya

uğrayan bir adamdan bahsediliyordu. Adam komadan yeni çıkmıştı

ancak vücudunda çok ağır hasarlar olduğu yazıyordu.

Nezih sağ elini fazla oynatmadan gazeteyi kapattı.

Oturmaktan sıkılmıştı. Orhan ustayla Aykut’un muhabbetine

katılmak için binadan çıktı.

Page 16: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

16

Nezih ve Bahis Kuponu

Türk insanı için futbolun çok ayrı bir yeri vardır. Futbol tüm

Akdeniz ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de birçok insanın

günlük hayatının bir parçasıdır. Türkiye’nin en fazla taraftarı olan iki

takım Galatasaray ve Fenerbahçe doğal olarak en çok konuşulan iki

takımdır. Bir Galatasaray taraftarı olan Nezih de haftalık olarak

takımını TV’den takip eden ortalama bir seyirciydi.

Bunun dışında bir tutkusu daha vardı Nezih’in; iddia

oynamak. Her hafta ufak bir miktar parayla bahis oynar bazen

kazanır bazen de kaybederdi. Bu maç tahmini oyunun da fena da

sayılmazdı hani Nezih. Boş vakitlerinde günlük gazetelerin verdiği

spor ekleri onun en sevdiği ve en dikkatli takip ettiği bölümlerdi.

Sadece Türk ligi maçlarını değil İngiltere, İspanya, Almanya

liglerinin maçlarını da takip eder bazen bu liglerin maçlarına da

tahminler de bulunurdu.

Page 17: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

17

Sonbaharın bu serin günlerinde liglerde hızlanmış maçlar

gittikçe heyecanlı hale gelmeye başlamıştı. Nezih apartman

girişindeki masasında oturmuş, bir gazetenin haftalık olarak verdiği

maç tahmin ekini dikkatle inceliyordu. Yan binadaki bankanın

güvenlik görevlisi Recep kapıdan kafasını uzatıp baktığında Nezih

de elinde kalem, önündeki gazete üzerinde notlar alıyordu.

“Ne yapıyorsun Nezih? Gömülmüşsün gazeteye yine.”

“Maçlara bakıyorum. Bu hafta oranlar oldukça iyi.”

Güvenlik görevlisi Recep bir Fenerbahçe taraftarıydı. Bu

yüzden doğal olarak nezihle sık sık Fener – Galatasaray atışmaları

yaparlardı. Nezihin sözleri Recebin ilgisini çekmişti.

“Demek oranlar iyi ha? Şöyle dışarı gelsene. Beraber

bakalım. Bir yandan bankayı da gözlemiş olurum bende.”

Nezih gazeteyi ve sandalyesini alıp kapının önüne çıktı.

Gazetedeki maç listeleri içinde bazılarının yanında işaretler

koymuştu Nezih. Bunlar iyi oranları olan maçlardı. Güzel paralar

getirebilecek maçlar.

“Bu hafta sizin işiniz zor benden söylemesi.”

“Niye yahu? Kiminle oynuyoruz ki biz?”

“Antalyaspor'la oynuyorsunuz. Orandan belli baksana.

Ortada bu maç. Hem Alex falan da sakat. Antalya eli boş yollayacak

sizi. Haberiniz olsun.”

“Bizim ölümüz yeter Antalya’ya. Siz kiminle

oynuyorsunuz?”

“Biz de Konya’ya gidiyoruz.”

“İyi. Mevlana gibi sizi bir güzel döndürürler sonrada geri

yollarlar.”

Page 18: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

18

Nezih Recep’in bu işleri pek takip etmediğini biliyordu. Yine

de adamın sırf inadına, kendisini sinir etmek için böyle

konuştuğunun da farkındaydı.

“Yahu takip etmezsin, bilmezsin, yine de böyle konuşursun.

Madem anlamıyorsun hiç yorum yapma bari.”

“Anlamayacak ne var be? Siz bu sene bizden daha mı

iyisiniz? Hayır. Bizim Antalya’da ne kadar şansızımız varsa sizin de

Konya’da o kadar şansızın var işte.”

Nezih Recep’in sözlerini fazla önemsemedi. Her zamanki

gibi sırf inadına, can sıkmak için haybeye böyle konuşuyordu işte.

Nezih gazetede kendine göre 5 tane banko maç işaretlemişti. Biri de

Galatasaray'ın maçıydı. O gün öğleden sonra boş bir kupon alıp

işaretlediği maçları doldurdu ve gidip 3 lira yatırdı.

Nezih dönüşte az ötedeki lokantanın yemek taşıyan garsonu

Aykut’la birlikte Recebi Orhan ustanın yanında konuşurken gördü.

Elinde kuponlara yanlarına gitti. Muhabbet futboldu yine. Gerçi

Orhan usta pek fanatik değildi ama futbol konusunda arada ilginç

yorumları, tespitleri olurdu onunda. Nezih sohbete kulak kabarttı.

“Yabancı olsun birader. Türk milli takımıysa illa başında

Türk hoca olacak diye bir kanun mu var? Kaç ülkenin başında yerli

hoca var?” Orhan usta milli takım hocasına takmıştı yine.

“Yunanistan var. Sonra… Rusya var. Hepsi yabancı mesela.”

Elinde boş yemek tepsisiyle dikilen Aykut da Orhan ustayı

destekliyordu bu konuda.

Recep Nezihin elindeki kuponu işaret ederek;

“Eee? Oynadın mı kuponu? Kimlere oynadın?”

“Fenere beraberlik verdim.” dedi Nezih. Aslında Fenere

oynamıştı ya Recebe inat olsun diye söylemişti bunu.

“Yahu sana söylüyorum işte. Fener ne yaparsa Galatasaray

da aynısı yapabilir. İkisi de aynı bu sene.”

Page 19: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

19

“Sen gör bak. Antalya sizi öperken biz Konya’dan galibiyet

çıkarırız.”

Böylece hafta sonu geldi, maçlar oynandı. Sonuç mu?

Fenerbahçe 2–2, Galatasaray da 1–1 beraber kalmıştı. Nezihin canını

sıkan şey beraberlik değil Recebin lafına gelmek olmuştu. Gerçi

böyle şeyler arada olurdu işte. Fazla takmaya gerek yoktu. Sonuçta

futboldan hiç anlamayan biri de kafadan atıp arada böyle

tutturabilirdi arada sırada.

Pazartesi günü Recebi bankanın önünde dikilirken gördü

Nezih. Yavaşça yanına yanaştı. Pek ilgilenmiyormuş gibi konuşmaya

çalışarak;

“Hadi bildin gene. İkisi de berabere kaldı bak.”

“E dedik sana be Nezih. Bu hafta ne var? Kiminle

oynuyorlar?”

O hafta içi Türkiye kupası maçları vardı. Yani takımlar hafta

içi de maç yapacaktı. Hafta sonunda normal lig maçları vardı. Hafta

içi oynanacak kupa maçları pek de önemli maçlar değildi.

Galatasaray da Fener de ikinci ligden birer takımla oynayacaktı.

“Siz deplasmanda Tokat spor’la oynuyorsunuz. Biz de

burada Sarıyer'le oynayacağız.”

“Alır ikisi de. Fark atarlar hem de.”

İki gün sonra Galatasaray 3, Fener de 4 farklı kazanmasın

mı? Nezih birden kuşkuya kapıldı. Yoksa Recep bu işlerden anlıyor

muydu? Yok yahu! Anlasa o kadar zamandır muhabbet ediyorlardı.

Bir şeyler söyler, yorum falan yapardı. Ama Recep futbol konusunda

öyle pek yorum yapan biri de değildi ki? Yoksa adam bu işlerden

anlıyordu da Nezih mi dikkat etmemişti?

“Yok yahu, tesadüf işte” diye düşündü. Bunlar bilinmeyecek

şeyler değil ki. Adam tahmin yapıyor, tutuyor işte. Kendisi gibi ligi,

istatistikleri takip etmiyordu ki. Oysa kendisi günlük ve haftalık

Page 20: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

20

yorumları, takımlardaki sakat oyuncuları, kart cezalılarını ve daha

birçok şeyi takip ediyordu. Gerçi gündüz elinde gazeteyle

görmüyordu Recebi ama belki akşam evine gidince açıp gazetelerden

ya da Televizyondan takip ediyor da olabilirdi pekâlâ.

“Bakıyorum da sen de takip ediyormuşsun futbolu.”

“Yok yahu. Nereden? Vakit mi var sanki? Ama belli ne

olacağı.”

Nezih Recebe şöyle bir baktı. Adam gayet doğal

konuşuyordu. Hani yalan söylüyormuş ya da bir şeyleri gizliyormuş

gibi bir hali yoktu. Zaten takip ediyor, biliyor olsa her gün konuşup

duruyorlar, bunu belli ederdi. E o zaman nasıl tutturuyordu? Nezih

bir deneme daha yapmaya karar verdi. O hafta sonu hem Fener hem

de Galatasaray İstanbul’da evlerinde oynayacaktı.

“Peki, bu hafta sonu ne olur sence?”

“Kimle oynuyorlar ki?”

“Siz Kayserispor’la biz de Ankaragücü’yle oynuyoruz.”

Recep şöyle bir düşündü. Fikri sorulan insanların

ciddiyetiyle ne diyeceğini tartıyor gibiydi.

“Vallahi Kayseri bizi zorlar gibi geliyor bana. Berabere

kalabiliriz. Galatasaray yener Ankara’yı.”

“Nereden biliyorsun? Yani neye dayanarak söylüyorsun?”

“Ne bileyim Nezih? Bu işi takip eden sensin. Senin bilmen

lazım. Ben içimden geçeni söylüyorum sana.”

“Allah Allah!” diye düşündü Nezih. İçinden geçeni

söylüyormuş herif. Buna da inanıyordu açıkçası. Yani bazen bu

işlerden anlaşamasa da içinden geçen tutardı bazı adamların. Şimdi

tam iki arada bir derede kalmıştı Nezih. Kendisi o kadar takip edip

ona göre tahminde bulunurken bu adam içinden geleni söylüyordu.

Üstelik iki maçtır da biliyordu.

Page 21: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

21

Peki, şimdi ne yapacaktı? Nezihe kalsa iki maça da galibiyet

oynayacaktı. Ama Recep Kayseri bizi zorlar demişti. Berabere

kalabiliriz demişti. Fenerin ne sakat oyuncusu ne de as

oyuncularından cezalısı vardı. Adamlar tam kadro çıkacaktı sahaya.

Üstelik de kendi evlerinde, kendi seyircisi önünde oynayacaklardı.

Kayseri de iyi takımdı hani tamam ama sonuçta bu şartlarda

Fenerbahçe’den kesin galibiyet bekliyordu Nezih. Kafadan sallayan,

“içimden öyle geliyor” diyen birine mi güvenilirdi yoksa bu işleri

takip eden kendisi gibi birinin fikirlerine mi? Böylece kararını verdi

Nezih.

Fenerin Kayseriyle 0–0 berabere kalıp, Galatasaray'ında 1–0

kazandığı pazar akşamı Nezih elindeki yatan kuponu hırsla yırtarken

kendine mi kızsın Recebe mi kızsın bilemiyordu. Yine de ayırt

etmeden hem Recebe hem de kendine uzun bir süre sövüp saydı.

“Hakikaten berabere kaldı Fener.”

“E sana söyledik.”

O hafta içi Türkiye kupası maçı yoktu ama hem Fenerin hem

de Galatasaray'ın Avrupa kupası maçları vardı. Fenerin durumu pek

iyi değildi; muhtemelen gruptan bile çıkamayacaktı. UEFA kupasına

katılabilirse şanslı kabul ediliyordu. Üstelik bu hafta İngiliz devi M.

United'la hem de onların sahasında oynayacaktı. Galatasaray ise

nispeten şanslıydı. Orta sıralardan bir Alman takımıyla oynayacaktı.

Hem de İstanbul’da.

“E Recep bu hafta neler olur sence?”

“Bu hafta ne vardı?”

“Siz M.United’la oynuyorsunuz. Biz de burada Schalke’yle.”

“Bizim maç nerede?”

“Deplasmanda.”

Recep birkaç saniye bir şey söylemedi. Ne diyeceğini

düşünüyordu. Nezih dikkatle Recebi inceliyordu.

Page 22: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

22

“Sizi bilmem de bizimkiler yenilmez Manchester’a.”

“Yahu dalga mı geçiyorsun? Adamlar fark atar. Hem de

kendi sahalarında… Biz de burada oynuyoruz.”

“Ne olursa olsun. Bizimkiler yenilmez. Ama Galatasaray

yenebilir mi bilmiyorum.”

“Şimdi bana net cevap ver. Sence Galatasaray ve Fener ne

yapar?”

Recep eliyle çenesini ovuşturdu önce.

“Galatasaray yenilir. Fener berabere kalır.”

“Sen kafayı mı yedin?”

“Yahu ben fikrimi söyledim. Ne bileyim ben, müneccim

miyim?”

Nezih hışımla uzaklaştı Recebin yanından. Kafası karışmıştı.

Adam hiç mantıklı konuşmuyordu. Ama işin garibi tutuyordu

tahminleri. Nezih elinde kupon, masasında oturmuş ne yapacağına

karar vermeye çalışıyordu. İçinden geçen şey farklı, Recebin

tahminleri farklı şeyler söylüyordu.

Sonunda “Aman be ne kaybedeceğim ki?” diye söylenip

Recebin dediği gibi doldurdu kuponu. Sadece iki maç oynayıp 5 lira

da para bastı. O akşam zaten geç oynana maçların hiçbirini takip

etmeden yatıp uyudu Nezih.

Ertesi sabah biraz ilerideki gazete bayisine gitti. Gözlerine

inanamıyordu Nezih. Spor gazetelerinden biri çekip aldı. Manşet

Fenere ayrılmıştı; “Ada’dan Altın Puan” Fener 2–2 berabere

kalmıştı. Galatasaray’a ise sayfanın sol üst köşesinde ama daha

küçük yer ayrılmıştı çünkü Galatasaray yenilmişti; 1–2.

“Vay canına!” diye mırıldandı Nezih. Tahminden para

kazandığına mı sevinsin, Recebin yine haklı çıktığına mı şaşırsın

bilemiyordu. Geri dönerken bankaya da bir göz attı. Recep ortalıkta

Page 23: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

23

görünmüyordu. Binaya girip masasına oturdu. Bir kalem çıkardı ve

hesap yaptı. Sadece iki maç için 5 lira yatırıp 80 lira kazanmıştı.

“Eee Recep? Hafta sonu ne olur?”

“Hangi maçlar var?”

“Fener Ankara’ya, Cimbom Denizli’ye gidiyor.”

“Bizimkiler bu gazla yener Ankara’yı ama Galatasaray’ı

bilmem. Denizli eli boş yollar sizi.”

“Yapma yahu? Ya Beşiktaş?”

“O kiminle oynuyor?”

“Burada Antep’le oynuyor.”

“Yener Beşiktaş.”

Nezih, Recebin tavsiyesini bu sefer hiç düşünmeden

uyguladı ve 3 maça da onun dediği sonuçları oynadı. Birkaç kez eli

gidip gelse de sonunda riske girmeye karar verdi ve 50 lira yatırdı.

Eğer kazanırsa 600 küsur lira kazanacaktı. Nezih o cumartesi ve

pazar günü hop oturdu hop kalktı. Gündüz Beşiktaş zor da olsa

Antep’i yenmişti.

Akşam Fener ve Galatasaray’ın maçı başladığında Recep

heyecandan ne yapacağını bilemez haldeydi. Arka sokaktaki kahvede

en ön sırada oturmuş maçları takip ediyordu. İlk yarılar bittiğinde

Galatasaray 1–0 önde, Fener 1–0 gerideydi. Eğer biri çıksa ve “bir

gün Galatasaray’ın önde olduğuna üzüleceksin, Fener’in önde

olduğuna da sevineceksin” dese herhalde adamın kafasında bir odun

kırar yollardı. Ama işte durum buydu. Hayatında ilk kez

Galatasaray’ın önde olduğuna kızıyor, bir yandan da “Haydi Fener,

bastır oğlum diye tempo tutuyordu.

İkinci yarı Fener önce beraberlik golünü attı sonra öne geçti.

Birkaç dakika sonra üçüncü golü de atınca kuponun tutması için bir

Galatasaray’ın yenilmesi kalmıştı geriye. Maçın sonlarına doğru

Denizli beraberlik golünü atınca kendisini sevinçten zıplarken

Page 24: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

24

buluverdi Nezih. Ama içinde de bir şeyler kırılmış gibi hissetti bir

yandan. Garip bir gelgit yaşıyordu Nezih. Sonunda Denizli öne

geçtiğinde Nezih şaşkınlık, sevinç, üzüntü, utanç tüm duyguları ilke

kez bir arada yaşadığını hissetti.

“Sanki ihanet etmiş gibi hissediyorum.”

“Bilemiyorum Nezih. Bu garip bir durum tabi.” Orhan usta

ertesi gün bir yandan müşterilerine sabah simitlerini sarıyor bir

yandan da gülerek Nezihi dinliyordu.

“Takım tutmak ayrı, bahis ayrı diyeceğim ama kendi

takımına karşı bahis oynayıp kazanınca hem sevinir hem de üzülür

insan sanırım. Bilemiyorum… Böyle bir şeyi hiç yaşamadım ki. Bir

daha kendi takımının üstüne oynama sende. Başka maç mı kalmadı

sanki?”

Arka sokaktaki caminin imamı Ali hoca caminin kapısı

açıyordu. Az sonra öğle ezanını okuyacaktı. Birden yanında Nezihi

görünce şaşırdı. Nezih Cuma namazı dışında camiye pek uğramazdı

çünkü. Birden Nezihin elinde duran parayı fark etti. Nezih parayı ona

uzatmış duruyordu.

“Hayrola Nezih? Bu da ne böyle?”

“Al hocam. Camiye bağış.”

Ali hoca camiye bağış için her Cuma cemaatten para yardımı

ister, 3–5 lira kim ne verirse toplardı. Ali hoca paraya baktı. Daha

önce 645 lira veren hiç olmamıştı. Nezihi tanırdı Ali hoca. Onun

kapıcılık yaptığını da ve bu kadar para verebilecek biri olmadığını iyi

bilirdi.

“Nezih sağ ol Allah razı olsun senden ama nereden geldi bu

para?”

“Hıyarın biri para derdine düşüp takımını sattı hocam.

Oradan geldi. Ama yaramadı işte. Boğazına takıldı kaldı. Bari

caminin işine yarasın.”

Page 25: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

25

Söylediklerinden bir şey anlamasa da Nezihin bir karış

suratından daha fazla soruya gerek duymadı Ali hoca.

Nezih apartmana dönerken kendini daha iyi hissediyordu. Ne

giden 50 lira ne de kazandığı 645 lira aklındaydı şimdi.

Page 26: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

26

Banka Soyguncuları

Nezih sürekli kâbus gördüğü kötü bir gece geçiriyordu.

Yatarken de canı sıkkındı ya neye sıkkın olduğunu kendisi de

bilmiyordu. Kâbusların biri bitiyor biri başlıyordu. Bir ara koca bir

dev gördü Nezih. En az yirmi metre boyunda kel kafalı iri bir dev.

Uzak doğuluların “Mutlu Buda” heykeli dedikleri tombik, kel kafalı

heykel gibi bir şey.

Dev Taksim meydanında belirivermişti birden. Herkes

kaçışıyordu. O koca meydanda belki yüzlerce, binlerce insan varken

dev bizim Nezihi gözüne kestirmesin mi? Koca bacaklarıyla “Güm!

Güm!” diye dev adımlarla Nezihin peşine düşüvermişti dev. Nezih

korkuyla cumhuriyet caddesi boyunca Harbiye’ye doğru kaçırıyordu.

Tabanları topuklarına vururcasına koşuyor, bir an önce apartmana

varmaya çalışıyordu ama ne kadar çabalarsa çabalasın ağır

Page 27: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

27

çekimdeymiş gibi yavaş ilerliyordu. Bu arada dev gök gümbür

gümbür adımlarıyla ona hızla yaklaşıp arayı kapatıyordu.

Rüya bu ya, apartmanın önüne kadar geliyordu Nezih. İşte

Orhan usta orada, simit arabasının yanında olanları sanki görüp

duymuyormuş gibi dikiliyordu. Dev ensesinde, konuşacak vakit yok.

Nezih hızla yanına geçip apartmanın kapısına varıyordu ama birden

kapının kilitli olduğunu fark ediyordu. İttirip kaktırıyor ama kapı

açılmıyor işte. Dev “Güm! Güm!” ayak sesleriyle yaklaşıyordu.

Sonunda dev, büyüklüğünden beklenmeyecek kadar ufak elleriyle

omzundan kavrayıverdi Nezihi.

Nezih haykırarak uyandı. Karısı Aysel omzundan tutmuş onu

sakinleştirmeye çalışıyor, bir şeyler söylüyordu. Nezih omzundaki

elden kurtulup şöyle bir bakındı etrafına.

Aysel de korkmuştu tabi. “Nezih bir gürültü geliyor bir

yerden” dedi. Nezih ter içinde kalmıştı ama o nalet “Güm! Güm!”

sesini hala duyuyordu işte. Kulak kabarttı. Evet, ses gerçekten vardı

ama gecenin bu saatinde bu da neyin nesiydi? Hem de yakında

geliyordu.

“Allah, Allah!” diye söylendi. Başucundaki saate baktı.

Sabah karşı 4 civarıydı. Kalktı yataktan, daha bir dikkatle kulak

kesildi. Sanki üstlerinden geliyordu ses. Üstlerinde ne vardı?

Üstlerindeki daire birkaç aydır boştu. Aysel de enikonu uyanmış,

yatakta oturmuş, korkulu gözlerle Nezihe bakıyordu.

“Biri tamirat falan mı yapıyor diyeceğim ama bu saatte

mümkün değil” diye mırıldandı. “Ben bir dışarı bakıp geleyim” dedi.

Odadan çıkıp sırtına montunu giyerken Aysel de peşi sıra geliyordu.

“Sen burada bekle!” deyip dışarı çıktı. Gümbürtü ara ara dursa da

devam ediyordu.

Nezih dışarı, apartmanın girişine çıktı. Ses burada daha az

duyuluyordu. Demek ki arka taraftan geliyordu. Tekrar içeri girip

Page 28: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

28

arka taraftaki bahçesine dolanırken yine kısa süreliğine duruverdi

gümbürtü. Nezih arka bahçeye çıktı. Sessizce ilerleyip ağaçların

dibine kadar gitmişti ki yine başladı. O an da arkasına dönen Nezih

birden görüverdi.

Karanlıkta iki adam hemen yandaki dairenin üstünde

dikilmiş duruyordu. Burası birinci kat olduğundan apartmanın

yaklaşık 10 metre arkasına doğru taşan daireydi… Birden kafasında

şimşekler çaktı. Burası, yanlarındaki bankanın arka bölümüydü.

Adamların durduğu yer de onun düz, beton çatısıydı. Birinin elinde

koca bir balyoz vardı ve durup soluklandıktan sonra kaldırıp yere

indirmeye başlamıştı yine.

Nezih bir an olduğu yerde durup ne yapacağını düşünmeye

başladı. Seslenip bağırsa ve hırsızlar da silahlıysa ne olacak?

Seslenmeyip yavaşça geri, dairesine gidip, sonra da polisi aramak en

doğrusuydu.

Ama ya kendisini görürlerse? Buraya çıkarken şans eseri

görmemişlerdi ama ya şimdi görürlerse? Nezih düşündü. Bu arada

gümbürtü yeniden başlamıştı. Etrafına bakındı. Bir Allah'ın kulu da

duymuyordu işte.

Yapılacak başka bir şey yoktu. Bağırıp kaçırabilirdi ama

nereden kaçacaklarını bilmiyordu. En yakın yer kendi dairesinin şu

an açık olan bahçe kapısıydı. Oradan kaçarken evine girmelerini

düşünemiyordu bile. Hem üstüne de saldırabilirlerdi. Bankayı

soymayı göze alan adamlar bundan mı korkacaktı? Hayır, yine en

doğrusu görünmeden yavaşça içeri girip sonrada polisi aramaktı.

Nezih sessizce yürümeye başladı. Önünde kapıya kadar yaklaşık 15

metre vardı. Tam yolu yarılamışken adamlardan biri hareketi gördü

ve sinirli sinirli genizden gelen sesle diğerlerine bir şeyler fısıldadı.

“Gördüler” diye düşündü Nezih ve tabanları yağladı. Tam kapıya

varmıştı ki güm! diye bir ses duydu. Biri bahçeye atlamıştı.

Page 29: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

29

Korkudan kalbi duracak gibi oldu Nezihin. Bacakları karıncalandı

ama düşmedi. İçeri girip tam da kapıyı kapattığı an da kapı

gümbürtüyle sarsıldı. Kapıya yüklenen adam bir saniyeyle geç

kalmıştı. Hemen kilidi çevirdi Nezih. Kalbi deli gibi atıyor, soğuk

soğuk terliyordu.

Üçü de bahçedeydi şimdi ve fısıldaşıyordu. Arkadan

Aysel’in yarı ağlamaklı korkuyla bir şeyler söylediğini duydu.

Gözlerini kapıdan ayırmadan geri geri koridora geldi. Aysel zaten

cep telefonunu elinde tutuyordu. “Aferin kız!” diye düşündü.

Telefonla polisi ararken hızla mutfağa girip koca bir bıçak aldı.

“Yüzlerini görebildiniz mi?”

“Hayır, karanlıkta göremedim hiçbirini.” Adamlar Nezih

daha polisi ararken kirişi kırmıştı. Günün ilk ışıkları ortalığı

aydınlatırken Nezihin bahçesi de polisler ve bankanın görevlileriyle

doluydu. Bunların arasında bankanın güvenlik görevlisi Recep de

vardı. Nezih ve Recep beton çatıya çıktılar.

“Neredeyse delmişler.” Yumruk büyüklüğünde delik vardı

çatıda. Gerçekten de delmişlerdi ama genişletmeye zaman

bulamamışlardı.

“İyi de alarm falan yok mu yahu sizin bankada?”

“Var canım, olmaz mı? Çalmamış ama”

“Salak herifler.” dedi Recep, şiş gözlerle şaşkın şaşkın

bakıyordu. O da bir şey anlamamıştı. Sonunda polis işini bitirmiş,

karakolda Nezihin ifadesini alıp bırakmıştı. Nezih binaya dönerken

cebi çalmaya başladı. Arayan apartman yöneticisi İzak beydi.

“Nezih ne oldu?”

“İfade verdim İzak bey, şimdi geliyordum apartmana.”

“Yanıma uğra da ne olduğunu bir anlat bana da” Nezih en

üst kata İzak beyin yanına çıktı. Kapıyı her zaman olduğu gibi eşi

Sofi hanım açtı. Müzik setinden kısık sesle klasik müzik sesi

Page 30: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

30

geliyordu. İzak bey salonda geniş pencerelerin önünde oturmuş

sabah gazetesini okuyor bir yandan da bitki çayını içiyordu.

Gazetesini indirip bir kenara koydu. Nezihe karşısındaki kanepeyi

işaret etti. Nezih geçip rahatsızca oturdu antika kanepeye.

“Anlat bakalım ne oldu?” Nezih olanı biteni anlattı. İzak

beyin kaşları çatılmıştı.

“Bu adamlar salak mı be?”

“Ben de aynısını düşündüm. Bankanın alarmını falan

bilmiyorlar mı diye.”

“Bu işte bir bit yeniği var Nezih. Dikkatli ol. Bunlar kesin

buralardan bir yerden. Belki de bu binadan ya da bankanın içinden.

Yarın bir daha gelir bunlar, gör bak.”

“Allah korusun efendim. İnşallah gelmezler”

“Sen gözlerini dört aç yinede”

Nezih aşağı indiğinde Orhan usta, Recep, garson Aykut

kapının önünde dikilmiş hararetle konuşuyordu. Nezih kapının önüne

çıkınca etrafına sardılar hemen.

“Var mı bir gelişme?” diye sordu Recep.

“Yok yahu, ne olsun? İzak beyle konuştum. Kesin bu

çevreden birileri dedi.”

“Bak bu hiç aklıma gelmedi” dedi Orhan usta. Bu fikir ona

mantıklı gelmiş gibiydi.

“Tabi, biliyorlar demek ki arka tarafı falan. Keşif yapmışlar

adamlar” dedi Aykut. “Arkadan senin bahçeye oradan da yan tarafa

tırmanmışlar.”

Bahçenin ucundaki duvar diğer binalarla komşuydu. Oradan

yol falan geçmediğinden gelip geçen bahçeyi göremezdi. Anca

binalara girip de bu tarafı seyretmeleri gerekiyordu ki bu da dikkat

çekerdi. Demek kesin buraları, bahçeyi falan bilen biriydi hırsızlar.

Page 31: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

31

“Neyse zaten delip içeri girseler alarm çalışacakmış. Belki de

daha iyi olurdu. Adamlar yakalanırdı o zaman.”

“Doğru” dedi Recep. “Alarm çalışınca birkaç dakikada

polisler gelirdi. Gizli alarm olduğu için ses de çıkmıyor. Adamların

ruhu duymadan polisler bunları enselerdi.”

“Neyse, bir daha gelmezler inşallah.”

Böylece herkes işine döndü ama Nezih hala diken

üstündeydi. İçinden bir ses dikkatli olmasını, bu işin devam

edeceğini söylüyordu. Nezih de birkaç gün tedbirli davranmaya karar

verdi.

Banka yönetimi hemen o gün bankanın arka tarafındaki o

beton çatının üzerindeki değil kapatıp çatının etrafına da ucu sivri,

demir çubuklar yaptırdı. Nezih de bahçeye açılan kapıya koca bir

asma kilit alıp taktı. Kapının hemen yanına da şöyle ele gelir, kalın

ve sağlam bir sopa koydu.

Aradan birkaç gün geçti. Hiçbir şey olmadı. Ortalık

durulmaya başlamıştı. Etraftaki ya da o semtteki başka yerlerden de

hiç hırsızlık girişimi haberi gelmedi. Nezih yine de birkaç gün tetikte

bekledi. Dairenin bahçeye açılan kapısına kocaman bir asma kilit

alıp takmıştı. Kapının hemen yanına da şöyle sağlam bir meşe odunu

koymuştu. Gece ara ara uyanıp etrafa kulak kabartıyordu ama hiçbir

şey olmadı. Bir haftanın sonunda artık geride kalmış bir olaydı.

O gece Nezih gece aniden uyandı. Dikkat kesilip dinlemeye

başladı. Tek duyduğu karısı Yasemin’in hafif horultusuydu. Onun

dışında çıt bile çıkmıyordu bile. Biraz rahatladı ama yinede uykuya

dalamadı. Ters giden bir şey vardı sanki. Sonunda içini rahatlatmak

için kalkıp bakmaya karar verdi. Başucundaki saat gece yarısı üçü

geçtiğini gösteriyordu. O kalkınca zaten diken üstünde olan karısı da

uyandı.

“Ne oldu Nezih? Bir şey mi duydun?”

Page 32: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

32

“Yok bir şey. Sadece bir kontrol edeceğim.”

“İyi dikkat et!” dedi Aysel ve tekrar uykusuna döndü.

Nezih sırtına bir şeyler geçirip arka bahçeye açılan kapının

yanına gitti. Kilidi açtı. Duvara dayalı sopayı da alıp bahçeye çıktı.

Alışkanlıkla hemen yan taraftaki beton çatıya dikti uykulu gözlerini.

Elbette hiç kimse yoktu. Ortalık tamamen sessizdi. Hem artık beton

çatının kenarlarında, ucu sivri demir çubuklar vardı.

Ağzını açıp şöyle bir esnedi. Bahçesindeki ağaçlara baktı bir

süre. Aklına bir sigara yakmak geldi ama sonra uyku daha tatlı geldi.

Dönüp dairesin girerken son kez başını çevirip yan tarafa baktı.

O an da cılız bir ışık dalgası beton çatıdan gökyüzüne

yansıyıp geçti. Nezih önce gördüğünün gerçek mi yoksa göz

aldanması mı olduğunu anlayamadı. “Uyku sersemi hayaller mi

görüyorum şimdi?” diye düşündü.

Başı o tarafa dönük öyle kaldı bir süre. Hiçbir şey yoktu. Bir

yansımaydı belki de.

Yavaşça içeri girip terliklerini çıkardı. Yumuşak tabanlı

lastik bir ayakkabı giydi. Cep telefonunu da yanına almaya karar

verdi. Şöyle bir göz atıp emin olacaktı, hepsi bu.

Ses çıkarmadan bahçede ilerledi. Banka duvarının dibinde

durduğunda ip merdiveni görüverdi. Karanlıkta durup beton çatıdan

aşağı sarkan ip merdivene baktı bir süre. Zihni uyanmıştı artık. Olayı

anlamaya, bir açıklama bulmaya çalışıyordu.

“Ustalarındır. Ya da bankanın… Belki de hırsızlardan kalma.

Bir haftadır duruyordur burada.” Yukarı baktığında demir

çubuklardan 3 tanesinin ortalarında oyuk olduğunu fark etti.

Karanlıkta yandan görünmüyordu bu.

Nezih cep telefonunu montunun iç cebine koydu. Sopayı da

sırtına, montunun içine sokup yukarı dikkatlice tırmandı. Demir

çubukların arasındaki oyuktan çatıya çıktı. Kesilen 3 parça demir

Page 33: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

33

çatıda yerde duruyordu işte. Gözlerine inanamadı. Kapatılan delik

yeniden açılmıştı. Balyoz yerde duruyordu. Bir de deliğin etrafında

yere saçılmış, karanlıkta ne olduğunu pek seçemediği beyaz, tepsi

gibi bir şeyler vardı.

Birine eliyle dokundu. Bu kalın bir strafordu. Ortası balyoz

darbelerinden ezilmişti. “Vay canına!” diye mırıldandı. Tam o sırada

aşağıdan bir ışık yansıyıp geçti. Nezih telaşla kendisini geriye attı

ama başka bir ışık ya da hareket olmadı.

“Aşağıdalar, bu kesin.” diye düşündü. İyi de alarm ne zaman

çalacaktı? Belki de çalmıştı. Gizli alarm vardı beklide. Filmlerdeki

gibi. O zaman polislerle güvenlikçi Recep az sonra gelirlerdi.

Nezih sessizce demir çubukların arasındaki boşluktan

süzülüp, ip merdivenden aşağı indi. Bahçeden geçip kapının yanında

durdu. Bu çok garipti. Burası merkezi bir yerdi. Alarm verildiyse

Taksim’den ya da Şişli’den polisin gelmesi en fazla bir dakika

sürerdi. Ama ortalıkta ne gelen ne giden vardı. “Ulan alarm çalmadı

mı yoksa?” Birden soğuk soğuk terlediğini hissetti. Bir şeyler

yapmalıydı.

Telefonu çıkarıp Recebi aradı hemen. Recep uykulu uykulu

açtı.

“Recep benim Nezih.”

“Alo? Alo?” Nezih fısıltıyla konuşuyordu mecburen. İçinden

Recebe küfrederek sesini biraz daha duyulur bir şekilde;

“Benim ulan benim. Nezih. Beyza apartmanından. Yüksek

sesle konuşamıyorum.”

“Hayrola Nezih?” Recebin sesi birden düzelmişti, uykusu

açılmıştı adamın.

“Sanırım bankaya girdiler. Ama alarma falan çalmadı. Polis

falan da görünmüyor. Ne yapacağım şimdi?”

Page 34: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

34

“Ben hemen geliyorum” Telefondaki gürültüden Recebin

apar topar kalktığı anlaşıyordu.

“Sen gelen kadar giderlerse ne olacak?”

Şimdi Recepte olayın şokundan fısıltıyla konuşuyordu.

Nezih bir halt duyamadı.

“Duyamıyorum. Sen neden fısıldıyorsun be adam?”

“Pardon ağabey. Eğer çıkarlarsa karışma sakın. Silahlı

milahlı olabilirler. Yüzlerini iyi görmeye çalış.”

Nezih beklerken zaman sanki yavaşlamış gibiydi. Aklından

bin bir türlü şey geçiyordu ama ne yapacağını bir türlü bilemiyordu.

Hırsızların çatıya çıkmalarını bekliyordu ama ya onların hiç acelesi

yoktu ya da zaman kendisi için bir türlü geçmek bilmiyordu.

Birden telefonun melodisiyle yerinden sıçradı. Kalbinden

vurulmuş gibi olmuştu. Küfrederek telefonu kapadı hemen. Arayan

Recepti. Hemen geri aradı.

“Kapının önündeyim” Gelmişti Recep.

Nezih son kez çatıya bakıp hemen içeri girdi. Aysel de kızı

da mışıl mışıl uyuyordu. Koridordan geçip diğer kapıdan binanın

içine çıktı. Recep kapının önünde giyinmiş, belinde silah dikiliyordu.

Nezih apartmanın demir kapısını açtı.

“Polisleri aramadım. Önce bir emin olalım.”

“Lan ne emin olması. Herifler orada işte. Hatta belki de çıkıp

gittiler.”

“Tamam, sakin ol. Gidelim hadi.” Recep silahını çekti

belinden. Nezih bunu görünce işin ciddiyetini daha bir kavradı.

Birlikte Nezihin dairesinden geçip arka tarafa bahçeye çıktılar.

Ortalıkta kimse yoktu. Recep silahı iki eliyle tutmuş, gözü ilerideki

çatıda arkasında Nezihle ilerledi. Silahı kılıfına sokup merdivenden

çıktı. Nezih de peşinden tırmandı.

Page 35: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

35

Recep şöyle bir etrafına bakındı. Sonra başını delikten

dikkatle uzatıp aşağı baktı. Birkaç saniye sonra bir el feneri ışığı

aşağıda parlayınca hızla geri çekildi. Nezihin yine yüreği ağzına

geldi ama bir gürültü olmadı.

Recep deliğin yanında çömelmiş bir eliyle de üzgün bir

şekilde ağzını kapatmıştı. Recebin üzgün hali bir başkaydı şimdi. Bir

tuhaflık vardı. Recep bir elini üzgün bir şekilde sallayarak Nezihe

doğru eğildi. Fısıltıyla; “Aşağıdaki bizim müdür” dedi.

Nezih ağzı bir karış açık kalakaldı.

“Diğerini göremedim.” Nezih şaşkınlığı üzerinden atmaya

çalışarak;

“Emin misin? Benzetmiş olmayasın?” dedi.

Recep eminim der gibi üzüntüyle başını salladı. Sonra da

eliyle aşağı inelim işareti yaptı.

Aşağı inip bahçeden sessizce yürüyüp daire kapısına

vardılar. Recep kapıdan içeri girdi. Telefonunu çıkarıp polisi aradı.

Kısaca durumu söyleyip adresi verdi. Nezih bu sırada hala çatıyı

gözlüyordu. Recep dışarı çıktı. Fısıldayarak;

“Az sonra gelirler” dedi. Ama tam o sırada çatıda biri

göründü. Adamlar dışarı çıkıyordu. “İşte şimdi yandık” diye düşündü

Nezih. Polis yetişemezdi. Telaşla Recebe döndü. O da görmüştü.

“Şimdi ne yapacağız?” recep cevap vermedi bir süre. Bakmayı

sürdürüyor bir yandan da düşünüyordu. “Yakalayacağız” diye

fısıldadı. “Başka çare yok.” Nezihin eli ayağı buz kesmişti.

Çatıya delikten iki kişi daha çıktı. Üçü de koyu renk

montluydu. Bezden yapılma ufak bir çuvalı da yanlarında

çıkarmışlardı.

“Şimdi beni dinle.” Recep iri iri açılmış gözlerle Nezihe

baktı. “Ben kıpırdamayın! diye bağırıp fırlayacağım. Sen arkamda

Page 36: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

36

kal. Silah tutuyormuş gibi iki elini de doğrult” Recep iki elini

birleştirip silah tutuyormuş gibi yapıp Nezihe gösterdi.

“Çok dibimde durma ama. Biraz arka da kal. Anladın mı?

Korkutup içeride tutmamız lazım onları” Nezih başını salladı.

Çatıdakilerden en öndeki, demir parlaklığın arasından ip

merdivene yönelirken Recep de silahını çekti. Sonra fırladı.

“Kıpırdamayın! Olduğunuz yerde kalın!” Recebin sesi

gecenin sessiz karanlığında çınladı. Adamlar oldukları yerde donup

kaldı bir an. Recebin birkaç metre arkasından da Nezih iki elini silah

tutuyor gibi doğrultup fırladı.

İp merdivenin başındaki adam birden kendini aşağı attı.

Yerde yuvarlandı. Kalkıp bahçenin arkasına doğru koşmaya başladı

ama bacağını burkmuş olmalıydı çünkü sekiyordu. Diğer ikisi çatıda

panikle koşturuyor bir şeyler yapmaya çalışıyordu.

Recep durdu bir an. Hemen arkasından da Nezih. Bahçede

koşanın peşinden mi gitsin, çatıdakilere mi yönelsin karar vermeye

çalışıyordu Recep. Sonunda bahçede koşanın peşine takıldı. Nezih

bir an ne yapacağını bilemedi. Sonunda içgüdüsel olarak o da

duvarın dibine merdivenin hemen altına yöneldi. Diğer ikisini

tutmaya çalışacaktı. Görünüşü çok komikti. İki elini birleştirmiş bir

parmağını da ileri uzatmış, tabancası olmadan kovboyculuk oynayan

bir çocuk gibi görünüyordu. Arkasından, bahçeden boğuşma, itiş

kakış sesi geliyordu.

Bir an yukarıdan bir baş eğilip aşağı baktı.

Nezih bu komik halde yukarıdakiyle göz göze geldi. Bu bir

kadındı. Saçlarını arkadan bağlayıp topuz yapmış olan kadın şaşkın

bir ifadeyle aşağıya, Nezihe ve Nezihin ileri uzanmış tabanca eline

bakıyordu. Nezih ne yapacağını bilemiyordu. Gürültülerle birlikte

baş da geri çekildi. Nezih hala elini tabanca gibi tutarken arkasına

Page 37: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

37

baktı ve birden rahatladı. Polisler bahçeye doluyordu. Aralarında

Aysel de vardı.

Bu arada Recep de adamı yüz üstü yere yatırıp üzerine

oturmuş, yanında getirdiği kelepçeyi adamın ellerine takıyordu.

Polisler Nezihin yanına vardı. Biri “İçeri girdiler” diye bağırdı.

Nezih rahatladı ve sonunda ellerini indirdi.

“Demek öyle ha? Ulan kimin aklına gelirdi?” Orhan usta

hayretler içinde kalmıştı. Olan bitene, Recebin gözü karalığına,

Nezihin cesaretine inanamıyordu.

“Bankanın müdürü, karısı, karısının elektrik mühendisi olan

kardeşi. Ekibi kurmuşlar adamlar.” dedi Nezih. Bir yandan da Orhan

ustanın yanından bankanın girişinde dikilen Recebe bakıyorlardı.

Recep etrafındaki arkadaşlarına keyifli keyifli anlatıyordu

olayı.

“Elektrikçi kayınbirader alarmın şemasını çözmüş. O yüzden

iki seferde de alarm çalmamış. Ama tabi biz hesapta yoktuk.” dedi

Nezih.

“Eee! Buna ikramiye de vermişlerdir şimdi.” dedi Orhan

ustabaşıyla Recebi göstererek.

“Vermişler tabi. Vermezler mi hiç?”

“E artık yarısını da sana vermeli bence”

“Verdi zaten.”

Orhan usta Nezihe döndü. Nezih keyifle sırıtıyordu. Ne

kadar verdiğini soracak oldu, vazgeçti. Nezihin de

ödüllendirilmesine sevinmişti birden. Ona göre iyi davranış her

zaman ödüllendirilmeliydi. Tıpkı kötü davranışın her zaman

cezalandırılması gerektiği gibi…

“İyi o zaman, öğle arası bir yemek ısmarlarsın artık” dedi

yanında dikilen Nezihi dirseğiyle dürterek.

Page 38: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

38

“Sen buradan dilediğin kadar simit ye. Hepsini de benim

hesaba yaz”

Orhan usta arabadaki simitlerden birini kaldırmış Nezihin

kafasına nişan alırken, Nezih de bir yandan gülüyor bir yandan başını

eğmiş saklanmaya çalışıyordu.

Page 39: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

39

Köfteci Orhan Usta

Nezih öğlene doğru elinde alışveriş poşetleriyle yorgun argın

döndü. Sofi hanımın alışverişi bitmişti sonunda. Kapıdan girerken

Orhan ustanın arabasının başında güvenlikçi Recep, Orhan usta ve

Aykut’u gördü. Üçü de ateşli ateşli bir şeyi tartışıyor arada da gelen

geçen bakıyorlardı.

Nezih alışveriş poşetlerini en üst kata bırakıp aşağı indiğinde

üçlünün tartışmaları da sürüyordu.

“Hayrola millet kolay gelsin?”

Üçlü başıyla selam selam verip konuşmasını sürdürdü.

“Sen köfteden anlamazsın ki? Anlasan böyle konuşmazdın”

dedi Aykut. Lafı Orhan ustayaydı. Recep sırıtarak Orhan ustaya

baktı. Belli ki kızmasını ve sinirli bir cevap vermesini bekliyordu. Bu

tartılma en çok onu eğlendirmişe benziyordu.

Orhan usta yaşlı yüzü buruşmuş şekilde geçenlere baktı.

Kaygısız görünüyordu aslında. Bir şeyleri ispat etmek zorunda

Page 40: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

40

değilim havasındaydı ama içten içe de konuşulan şey her neyse bunu

takmış olduğu da belli oluyordu.

Sonunda “Sen öyle diyorsan öyledir yeğenim” deyince

Recep keyifle koyuverdi kahkahayı. Artık sesinden mi neyden

anladıysa Nezih de Orhan ustanın kızdığını anlamıştı. Orhan ustanın

kızdığını görmek hoşlarına gitmişti çünkü Orhan usta her zaman

kızan, bozaran biri değildi. O yüzden bu an hepsi için kıymetliydi.

“Niye kızdırıyorsunuz Orhan ustayı yahu?” diye sesini

yalancıktan yükselterek araya girdi Nezih. Orhan usta da

karşısındakilere koz verdiğini anlamış, daha fazla belli etmemek için

yerine oturup simit arabasının sağıyla soluyla uğraşmaya başlamıştı.

Ama bu hareket etrafındakileri daha çok eğlendirmişti.

Aykut “Köfte pişirmekten bahsediyorduk da. Meğer Orhan

usta eski köftecilerdenmiş de haberimiz yok.” dedi sırıtarak. Konu

ilgisini çekmişti Nezihin. Orhan ustanın köfteci olduğunu

bilmiyordu.

“Demek köftecilik yaptın ha Orhan usta? Hiç de söz

etmiyordun bakıyorum” dedi Nezih. Orhan usta boş vermiş bir

havadaydı. Nedense bu konuda pek konuşmaya hevesli de

görünmüyordu. “Eskiden bilirdik işte. Boş ver! Bakma bu hıyarlara

sen.”

“Yaptın mı hiç köftecilik?”diye sordu Recep.

“Yok yahu. Sadece babadan biliriz işte.”

Nezih “Demek senin peder köfteciydi ha?” diye sorunca

Orhan usta yine “Boş ver!” der gibi elini salladı. Köfte lafı birden

Nezihin aklına güzel bir fikir getirdi. Fatma yarın akşam kardeşine

ziyarete gidecekti. Yarın da haftanın son günüydü yani geç saate

kadar da dönmezdi.

Page 41: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

41

“Madem köfte lafı açtınız, yarın akşam benim bahçede bir

mangal yapalım mı? Aysel çocuklarla birlikte annesine gidecek.”

Nezihin bu teklifi sevin naralarıyla karşılandı.

“Nefis olur nefis” diye atıldı Aykut.

“Rakıları da açarız. Demleniriz bir yandan” diye Aykut da

keyifle atladı bu teklife.

Nezih Orhan ustaya baktı. Onun da yüzünde keyifli bir

gülümseme görünce sevindi. Yarın güzel bir muhabbet akşamı

olacaktı.

“Köfteler benden o zaman” dedi Nezih.

“Mezeleri de ben alırım” dedi Aykut.

“Tamam, o zaman rakılar da benden” dedi Recep. İş bölümü

yapılmıştı bile. Orhan usta sakince elini kaldırıp araya girdi;

“Köfteler benden” dedi. “Sen anlamazsın şimdi köfte etinden falan.”

“Yahu nesi var bunun. Kasaptan alıp yiyeceğiz işte.”dedi

Nezih. Orhan usta gülümsedi. Aykut anlamıştı olayı; “Hocam olmadı

şimdi. Eti alıp kendin yoğuracaksın. Değil mi Orhan usta? Yaa işte

böyle. Bunlar ne anlara köftenin etinden!” destek bekler gibi Orhan

ustaya baktı. Orhan usta Aykut’a bakmadan gülümsedi kibarca. Hala

ona birazcık bozuk olduğu belliydi.

“Anlamazlar tabi. Neyse ben hallederim o işi. Haa bir de ben

rakı içmem” dedi.

“Günah tabi. İçmez Orhan usta” diye sırıttı Recep; “Sana

kola alayım o zaman ha?”

“Şalgam” dedi Orhan usta kaşlarını kaldırıp bilgiç bir

ifadeyle.

“Şalgam mı?”

“O kadar da içen adamsınız yuh size! Köfteyle, etle rakı olur

mu yahu?” Birbirlerine baktılar. Orhan usta haklıydı tabi. Sadece

Öyle alışkanlık olduğu için rakı içilirdi genelde.

Page 42: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

42

“E ne içeceğiz peki?”diye sordu Recep.

“Ya şarap içersin, ya ayran ya da şalgam” dedi Orhan usta.

“Öyle şekerli, asitli şey içilmez ki etin yanında. Neyse, siz ne

içerseniz için bana şalgam alın.” Böylece hepsi de yarın için

sözleştiler.

Cuma akşamı mesai bitiminde Recep, Aykut ve Orhan usta

Nezihin bahçesinde toplanmış mangal keyfi başlamıştı. Nezih

bahçedeki çardağın altında duran kanepenin üzerinden örtüyü

kaldırmış, etrafı toparlayıp hazırlamıştı. Evin içinde sesi açılmış

televizyonun TRT 4 kanalından Türk halk müziği ve Türk sanat

müziği şarkıları arka arkaya çalıyordu. Recep ve Aykut mangalı

yakmaya girişmiş ama Orhan usta hemen ellerinden maşayı kapıp bu

işe el koymuştu.

Nezih bahçeye çıktığında Aykut’la Recep kanepeye oturmuş

Orhan ustayı izliyor, bira içip sohbet ediyordu. Orhan usta Nezihe

dönüp seslendi; “Soba borusu var mı buralarda?” O sırada biralarını

başlarına dikmiş olan Aykut’la Recep ağızlarındakini püskürtüp

kahkahayı koyuverdiler. Nezih de şaşırmış, gülüyordu.

“Soba borusu mu? Soba değil mangal yakacağız Orhan

usta.” dedi Nezih. Recep’le Aykut hala kendine gelememiş, boyuna

gülüyorlardı. Orhan usta biraz bozulsa da o da durumun komik

olduğunu anlayıp gülümsedi. Yalandan bağırdı Nezihe; “Yahu ufak

bir parça soba borusu var mı yok mu onu söyle sen? Biz de biliyoruz

ne yaptığımızı.”

Nezih kıkırdayarak kalorifer dairesine gidip kısa bir soba

borusu alıp geldi. Recep’le Aykut’un kahkahaları kıkırdamaya

dönmüştü artık. Orhan ustaya takılıyorlardı ama Orhan usta onlara

hiç bulaşmıyor, odun kömürlerini mangalın içine diziyordu.

Kömürleri tek tek yerleştirip ucu sivri bir tepecik yapmıştı.

“Onları yaymıyor musun? Diye sordu Recep.

Page 43: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

43

“İlk başta böyle yakılır. Daha sonra, hepsi yandıktan sonra

yayarsın.” Nezih soba borusunu Orhan ustaya uzattı. Orhan usta ufak

bir çırayı yakıp kömür tepesinin içine soktu. Hepsi de sırıtarak onu

izliyordu şimdi.

“Gazete kâğıdı ister misin?”dedi Recep.

“Hayır! Gazete kâğıdıyla mangal yakılmaz. Gazetenin külü

çok olur. Üstelik eriyip gitmez. Etin tadını bozar.” Hepsi de yavaş

yavaş Orhan ustanın bu konuda hiç de cahil olmadığını hissetmeye

başlamıştı. Bu adam bu konuda gerçekten bir şeyler biliyor gibi

görünüyordu. Nezih bir bira açıp Recep’le Aykut’un yanına oturdu.

Çıra odun kömürü tepeciği içinde tütüyor ama yanıp

yanmadığı ya da hiç kömür tutuşturduğu görülmüyordu. Sadece bir

miktar duman tütüyordu. “Bu böyle zor yanar” dedi Aykut. Orhan

usta yerdeki soba borusunu aldı ve kömür tepeciğinin üzerine

nazikçe yerleştirdi. Bu hala hepsine komik görünüyordu. Orhan usta

yaşlı bacaklarıyla yavaşça doğrulup kalktı. Gelip yanlarında ayakta

durup mangala dikti gözlerini. Birden hepsi de borudan yükselen

ince, gri dumanı fark ettiler.

Nezih anlamıştı. “Çekiş için” dedi içinden. Tabi ya. Soba

borusu duman çekişini sağlayacaktı, tıpkı sobalarda olduğu gibi. Bu

kadar basitti işte. Bu da ateşi körükleyecekti. Borudan yükselen

duman inanılmaz biçimde artmıştı şimdi. Ne kâğıt ne de başka bir

şey olmadan kolayca yanmıştı işte odunlar.

Aykut şaşkınlık içinde mırıldandı; “Yahu hakikaten işe

yaradı galiba soba borusu.” Bundan etkilenmişlerdi. Gülümsemeleri

donmuştu şimdi. Yerini biraz şaşkınlığa biraz da hayranlığa

bırakmıştı. Soba borusundan artık alevler de çıkıyordu. Orhan usta

ne övünmüş ne de bir şey söylemişti. Sadece gülümsüyordu. Yavaşça

eğilip maşayla soba borusunu alıp bir kenara attı. Artık tutuşmuş

olan odun kömürlerini maşayla nazikçe yaydı.

Page 44: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

44

“Az daha tutuşsaydı ya!”diye mırıldandı Nezih.

“Olmaz.”dedi. “Ateşi geçer sonra odunların. Yavaş yavaş

kızacaklar artık” Odun kömürleri havayı ve dumanı çeken soba

borusu olmayınca şimdi daha yavaş yanıyordu gerçekten de. Orhan

usta kanepenin yanındaki sandalyeye oturdu. Nezihe dönüp “Yok mu

bana içecek bir şeyler?” diye sordu.

Nezih Orhan ustaya buzlukta iyice soğuttuğu şalgam

suyundan bir bardak getirmişti. Orhan usta mangalın ızgarasını

bacaklarının arasında yere dik koymuş bir eliyle onu tutuyor diğer

elindeki yarısı kesilmiş soğanla da ızgarayı siliyordu. Aykut az

ötedeki masanın kenarına oturmuştu. Geniş kabın içine domates,

biber ve soğanları iri iri doğramakla meşguldü. Receple Nezih

şimdilik kendilerine yapacak iş düşmediğinden oturmuş bir yandan

bira içiyor bir yandan da Orhan ustayı izliyorlardı. Recep soğanın

nedenini anlamaya çalışıyordu.

“Benim bildiğim ızgarayı kuyruk yağıyla temizlersin. Hem

etlere de lezzeti geçer hem de ızgara yağlanınca etler yapışmaz.”

Orhan usta yarım soğanı bastıra bastıra ızgaranın demirlerini silmeyi

sürdürdü. Soğanın suları ızgara demirlerinden yere akıyordu. Başını

kaldırmadan; “Kuyruk yağı ızgarayı temizlemez canımın içi” dedi.

“E temizleyeceksen süngerle sil o zaman. Soğanla temizlik

mi olur?” Orhan ustabaşını kaldırıp Recep’in ciddi olup olmadığına

baktı. Adam ciddiydi. Orhan usta soğanı sürtmeyi bırakıp Recep’e

baktı.

Elindeki soğanı gösterip; “Soğanda doğal antibiyotik vardır.

Doğrarken gözlerin neden yanıyor sanıyorsun? Tüm mikrobu kırar

bu. Hem temizler hem de ete lezzet verir. Üstelik senin kuyruk yağın

gibi ağır bir lezzet de değil, güzel bir lezzet verir.” Sonunda köfteler

ızgaraya dizilmeye başlamıştı. Nezih, Recep’le birlikte içeriden

Page 45: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

45

rakıları, bardakları getiriyordu. Orhan usta köfteleri dizmiş, elinde

maşayla sandalyesine oturmuş izliyordu.

Sebzeleri doğrayıp bitiren Aykut kanepeye oturmuş

köftelerin pişmesini izliyordu. Köftelerden sonra pişme sırası bunlara

gelecekti. “Tüm bunları babandan mı öğrendin Orhan usta?” Orhan

usta evet manasında başını salladı. Gözlerini köftelere dikmişti ama

başka yerlere dalıp gittiği belli oluyordu. Nezih ve Recep de işlerini

bitirmiş Aykut’un yanına kanepeye dizilmişlerdi.

Orhan usta 60’ına merdiven dayamış bir emekliydi.

Simitçilik yaparak günlerini geçiriyordu. Hafta sonu hariç her gün

gelir, simitlerini, açmalarını, krem peynirlerini satıp bitirdikten sonra

da akşama dek arabasının başında oturur, etraftaki arkadaşlarıyla,

esnafla sohbet ederdi. O muhitin çalışanları onun müşterisiydi. Nihat

fırsatı olursa onunla çene çalar, bazen de fikir alırdı. Orhan usta tam

yaşının adamı denecek biriydi. Güler yüzlü, ağır, sağduyulu bir

adamdı, o yüzden çevredeki herkes onu sevdiği gibi sayardı da.

Yaşlılığın getirdiği kırışıklıklara buruş buruş olduğundan yüzü hem

gülümsüyor hem de somurtuyor gibi görünürdü. Ona Orhan “usta”

lakabını da Nezih koymuştu. Nezih kendinden büyüklere ağabey

demeyi sevmiyordu. Adıyla hitap edemeyeceği kadar da büyüktü.

Bey de fazla süslü püslü olduğundan Orhan “usta” demeye başlamış,

etraftaki herkes de bunu belleyip kullanır olmuştu.

“Benim babam Adapazarı’nın en iyi köfte ustasıydı.”dedi

gözlerini köftelerden ayırmadan. “Önceleri seyyar arabada satardı.

Meşhur oldukça işler büyüdü. İşler büyüdükçe arabayı da büyüttü.

İşinde cidden ustaydı. Etleri kendi hazırlar, yoğururdu.” Sonra sustu.

Şimdi sadece evin içinden Türk sanat müziği sesi geliyordu. Orhan

usta şalgam suyundan koca bir yudum aldı.

Page 46: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

46

“Baktı olmayacak çırak aldı yanına. İşler iyi giderken bir gün

iki zabıta çıkagelmiş. Etrafta seyyar köftecilik yapan başkaları da

vardı. Bizimkini şikâyet etmişler.”

“Ne diye?” diye sordu Nezih.

“Arabanın önüne masa, tabure atamazsın diye. İşler

büyüyünce babam da masa ve birkaç tabure atmıştı arabanın önüne.

Birilerinin kendisini kıskandığını ilk kez o zaman öğrendi babam.

Çok şaşırmıştı.”

“Kıskanmaları da normalmiş canım. Diğerleri iş

yapamamıştır artık” dedi Aykut. Orhan usta köfteleri çevirdi. Etlerin

tatlı kokusu etrafı sarmaya başlamıştı. Koku iştah açıcıydı gerçekten.

Arkasına yaslandı. Şalgamdan bir yudum daha aldı.

“Babam ticaret’ten anlamazdı. O bir zanaatkârdı.

Yetenekliydi. Rekabetmiş, kıskançlıkmış bilmezdi. Bu duruma hem

şaşırmış hem de bayağı bozulmuştu. Bir yer kiraladı. Ufak bir

dükkan. İşleri daha iyi gitmeye başladı. Zamanla daha da büyük bir

yere geçti. Dükkan her gün dolup taşıyordu. Köfte yetiştiremiyordu

bizim peder. Böylece çırak yetiştirmeye karar verdi.”

“Peki, sen?” dedi Aykut. “Seni yetiştirmedi mi?”

Orhan usta şaşırmış gibi baktı bir an ona.

“Beni mi? Hayır! İstemediğimden değil sadece benim

okumamı istedi hep. Ben de iyi öğrenciydim. Çalışkandım.

Okuyamasam olurdu belki ama…”

“Vay be çalışkandın demek?” diye atıldı Nezih.

Herkes keyifle gülümsedi. Buradakiler okuyamamış işçi

tayfasıydı. Aralarından birinin zamanında çalışkan bir öğrenci olması

şu anki durumlarıyla biraz tezattı, o yüzden de kulağa komik

geliyordu.

“Evet öyleydim. Neyse, çıraklar gelip gidiyordu işte. Ama

sonra bir gün çevre köylerden birinden bir çıkagelmiş. Yanında da

Page 47: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

47

iki sıska çocuk. Adam da bunların amcası. Çocuklar öksüz, yetim.

Her gün köyden gelip simitçilik, ayakkabı boyacılığı falan

yapıyorlarmış. Adam da sevabına bunların elinden tut demiş babama.

Babam da acıyıp almış çocukları yanına. Çocuklar gerçekten

çalışkandı. Benim yaşlarımdaydı ikisi de. Ağabey, kardeş. Babam ne

iş verse yaparlar, gıklarını da çıkarmazlardı.” Köfteleri mangaldan

alıp tabağa koymaya başladı. Pişip pişmediklerini kontrol etmeye

bile gerek duymaması Nezihin dikkatini çekmişti. Tabaktaki

köftelere dikti gözlerini. Orhan usta Nezihi görünce durumu anladı;

“Etleri tam pişmeden alacaksın” dedi.

“Neden?”

“Mangaldan aldıktan sonra da bir süre kendi sıcaklığıyla

pişmeye devam eder. Biraz soğuyup da yemeye başlayınca kadar

kurumaya başlar. Böyle tam kıvamında yersin.” Orhan usta yeni

köfteleri dizerken bir yandan masaya geçtiler. Rakılar dolduruldu;

tabi Orhan usta hariç. Açlığın aceleciliğiyle hepsi de ilk posta

köftelere saldırdılar. Tabak bittiğinde Orhan usta mangalın başına

gitti tekrar. Diğerleri masada tokluğun keyfiyle birer sigara yaktılar.

“Bunlara işi öğretiyordu bizim peder. Köfte yoğurmayı,

pişirmeyi, her şeyi öğretiyordu işte. Birkaç ay sonra babam her şeyle

uğraşmaz olmuştu artık. Sırtındaki yük de azalmaya başlayınca

sevinmişti tabi. Bir gün oğlanlar gelip biz gece burada kalabilir miyiz

demişler babama. Köye gidip gelmesi zaman alıyordu tabi. O zaman

doğru dürüst ne yol var ne araba. Babam bunlara iki döşek aldı.

Geceleri dükkanın arka tarafındaki depo gibi olan odada yatıyorlardı.

Artık işi de öğrenmişlerdi. Söylemeden her şeyi yapıyorlardı.

Temizlik, servis, pişirme… Fırtına gibiydiler.” Bir an sustu ve etleri

çevirmeye başladı. Bardağından şalgamın son yudumunu içti.

Page 48: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

48

“Bir gece telefon geldi. Babam apar topar gitti. Tabi biz

uyuyorduk; hayal meyal duyuyoruz bunları. Annemle telaşlı telaşlı

konuşup fırlayıp gitti babam. Dükkanda yangın çıkmış.”

“Bak sen? Çocuklar mı çıkarmış peki?” diye atıldı Aykut.

Orhan usta cevap vermedi ama başını yavaşça hayır der gibi salladı.

“Annem, kız kardeşimle beni tekrar yatırdı. Sabah okula

gidecektik çünkü. Önemli bir şey yok dedi. Sabah okula diye çıktık

ama benim aklım dükkanda. Kız kardeşim okula ben de dükkana

gittim. Dükkana yaklaşırken baktım ki caddenin kıyısından sular

akıyor. Sanki caddeyi yıkamışlar gibi. Sonra is kokusunu almaya

başladım. Dükkanın duvarları simsiyahtı. Ben o manzarayı görünce

ağlamaya başladım.”

Orhan ustanın sesi çatallaşmıştı. Kimse ne diyeceğini

bilemiyordu. Burnunu çekti. Nezihe eliyle masadaki köfte tabağını

işaret etti. Nezih tabağı alıp Orhan ustaya uzattı. İçeride müzik

yayını bitmiş akşam haberleri başlamıştı.

“Babam karakoldan döndü. Esnaflardan birinin dükkanında

bekliyordum onu. Aldı beni eve götürdü. Tam kapıdan girerken

aklına geldi; Senin okulun yok mu oğlum? dedi. Gitmedim deyince

olmaz öyle şey deyip zorla okula yolladı. Kaçtım tabi, gitmedim

okula. Civarda köftecilik yapanlardan biriymiş. Babamı

çekemeyenlerden biri. Adam gece yarısı kafayı bulmuş iyice.

Belinde tabanca, çıkmış dükkana gitmiş. Camı kırıp içeri girmiş.

Yakacak dükkanı. Çocuklar gürültüyü duyup uyanmış. Adam

şaşırmış tabi çocukları karşısında görünce. O panikle ikisini de

vurmuş. Sonra da masa örtülerini falan tutuşturmuş. En sonunda da

kendisini vurmuş.” Köfteleri tabağa doldurup Nezihe uzattı. Sonra da

kalkıp masaya geldi.

“Cenazeleri köylerine götürüp defnettik. Hatırlıyorum da

mezarlarının başında çok az kişi vardı. İlk o zaman ağlarken gördüm

Page 49: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

49

babamı. O zaman ben de ağlamaya başladım işte. Çocukların

yalnızlığına, garipliğine, kimsesizliğine ağladık babamla.” Nezih

havanın tamamen karardığını hiç fark etmemişti. Mangalın sarı loş

ışığı etraftakilerin yüzlerinde dalgalanıyordu. Mutfaktan hala akşam

haberlerinin sesi geliyordu. Kimse köftelere uzanmıyordu artık.

“Bir daha köfte yapmadı babam. Emekliydi zaten. Kahveye

falan gidip gelerek geçirdi kalan ömrünü. Birkaç sene sonra da

uykusunda vefat etti.” Kimse sessizliği bozacak bir şey

söyleyemiyordu. Hepsinin de gözleri dolmuştu. Sonunda Nezih;

“Allah hepsine rahmet eylesin” deyince hepsi de “Âmin!” diye

mırıldandı.

“Simitçi yerine köfteci olsaymışsın şimdi bu yemeği

Hilton’da yiyor olacaktık demek ki” dedi Aykut gülerek. Komik bir

laf değildi ama birden gülümsedi Orhan usta da. O gülümseyince

diğerleri de gülümsediler.

“E neden yemiyorsunuz o zaman? Hadi soğutmayın!”

Köftelerini tekrar yemeye başladılar. İçeride yeniden Türk sanat

müziği çalmaya başlamıştı.

Page 50: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

50

Gribal Enfeksiyon

Nezih o sabah korkunç bir baş ağrısıyla uyandı. Güneş daha

yeni doğuyordu ve korkunç bir gecenin ardından artık onu uyanma

noktasına getiren şey de bu korkunç baş ağrısı olmuştu. Bazılarının

aksine Nezih hastalanınca uyuyamazdı. Boğazı yutkunurken ona

işkence çektiriyor, burnundan da nefes alamıyordu.

Bu beşinci gündü ve hastalığın geçtiği falan yoktu. Aysel

ona otlar kaynatmıştı ama hiçbiri fayda etmemişti işte. Hiç sevmese

ve karşı gelse de artık eczaneye gidip ilaç almak zorunda olduğunu

hissediyordu. Çünkü bu durumda gün boyu çalışmak tam bir

kâbustu.

Öğle arası olduğunda işler biraz hafiflemişti. İzak bey’den de

ses seda çıkmıyordu. Böylece binadan çıkıp Taksime doğru yola

koyuldu. En yakın eczane gezi parkının oralardaydı. Orhan usta

Page 51: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

51

birkaç kişiyle sohbet ediyordu. Önünden geçerken kendisine

seslendi.

“Selamsız sabahsız nereye böyle?” Nezih durup hastalıktan

boğuklaşmış sesiyle “Eczaneye” dedi. “Bir iki hap falan alacağım.

Fena üşütmüşüm.”

“İlaç olarak ne alacaksın peki?”

Kafası pek yerinde olmadığından Orhan ustanın yanında

duranların içinden garson Aykut’u fark etmemişti. Ne alacağını

bilmiyordu. Eczacı ne verirse -tabi ucuzundan- onu alacaktı işte.

“Bilmem ne alayım sence?” diye sordu.

Aykut yavaşça Nezihe yaklaştı. Şöyle etrafına bakınıp

önemli bir şey söylermiş gibi bir havaya büründü.

“Sana ben bir tavsiyede bulunayım mı?” Nezih yüzünü

buruşturdu. Tavsiye filan istemiyordu. Beş gündür duymadığı,

denemediği tavsiye kalmamıştı zaten. Artık tek istediği paraya kıyıp

sırtını modern tıbba yaslamaktı.

“Denethorin al!” diye fısıldadı Aykut sanki esrar al der gibi.

“Dena.. ne?” Recep eliyle gel! İşareti yaptı, dönüp Orhan

ustanın simit arabasına yürüdü. Nezih de peşinden gitti. Orhan usta

ilgiyle onları izliyordu. Recep bir kalem çıkarıp Orhan ustanın simit

sardığı ince parşömen kâğıtlardan bir parça yırttı. Üzerine ilacın

adını yazdı, katlayıp Nezihe uzattı. Nezih kâğıtta büyük harflerle

yazılı yazıyı okudu boğuk sesiyle; “DENETHORİN. Ne bu? Hap

mı?”

Aykut nedensiz bir şekilde keyifle sırıtıyordu. “Bu senin

ilacın işte aslanım. Seni tak diye ayağa kaldıracak. Askerdeyken

subayın biri söylemişti bana. Pek kimse bilmez bunu ha! Aslında

köpeklere veriyorlarmış.”

“Köpeklere mi?” Nezih yanlış duyduğunu sandı önce.

“Ulan sen manyak mısın?” diye söze karıştı Orhan usta.

Page 52: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

52

“Evet köpeklere. Senin gibi grip olunca veriyorlarmış. Sonra

insanlarda denemiş birileri.”

“Eee?”

Aykut çevresindekilerin ilgiyle dinlediğini görünce hafifçe

öne eğildi, sesini daha da alçalttı; “İnsanlarda diğer ilaçlardan çok

daha hızlı etki gösterdiğini fark etmişler. Ama sonra büyük ilaç

şirketleri baskı kurup bunu yasaklatmış”

“Neden?” diye sordu Nezih.

Aykut bezgin bir ifadeyle başını salladı. “Yahu anlasana! Bu

ilaç yüzünden diğer hiçbir ilacı almaz ki millet.”

“Sen de hiç mi akıl fikir yok ha Aykut?” diye çıkıştı Orhan

usta; “Köpek ilacı insana olur mu hiç? Adam senin gibi takozu

bulmuş dalga geçmiş işte.”

Yine de söyledikleri Nezihe mantıklı gelmişti. Aykut hiç de

bozulmuş gibi görünmüyordu ya da dalga geçer gibi.

“Valla ister inanın ister inanmayın kardeşim. Zorla değil ya!”

Sonra Nezihe dönerek; “Al bir tane, aç içindeki kâğıdı oku. Orada da

yazıyor. Ha köpek ha insan. Senin yediğini yiyor, içtiğini içiyor,

yattığın yerde yatıyor. Ona olan ilaç sana neden olmasın?”

“Hadi oradan yahu!” diye elini salladı Orhan usta. Görünüşe

göre buna katiyen inanmamıştı o. Nezihin kulakları uğulduyor, baş

zonkluyordu. Kağıdı katlayıp cebine koydu.

“Hadi kolay gelsin millet. En iyisi gidip biraz yatayım ben”

diyerek yanlarında ayrıldı. Arkasından gelen sesleri, geçmiş olsun

temennilerini, uyarıları zor duyuyordu. Aysel’e haber verip kendisini

yatağa bıraktı.

Korkunç bir bulantıyla uyandı Nezih. Zorlukla kalkıp

tuvalete koştu. Bir an yetişemeyeceğini ve her yere kusacağını sandı

ama son anda yetişti. Elini yüzünü yıkayıp oturma odasına geçerken

Page 53: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

53

Aysel tuvaletin kapısında onu bekliyordu. Endişeli gözlerle baktı

Nezihe.

“Nasılsın?”

Nezih olumsuz şekilde başını salladı. Oturma odasına geçti.

Küçük kızı Nimet masada oturmuş ders çalışıyordu. Endişeli gözlerle

baktı babasına. Başka çare yok diye düşündü Nezih. Eczaneye gidip

bir şeyler almalıydı.

Eczacı dükkana kapatmaya hazırlanıyordu. Son anda

yetişmişti Nezih, yoksa bu halde bir de nöbetçi eczane arayacaktı.

Eczacı orta yaşlı, sıska bir adamdı. Nezihin anlattıklarını başını ağır

ağır sallayarak dinledi. Sonunda;

“Sen çok ağır bir soğuk algınlığı geçiriyorsun.” dedi.

“İstersen bir iğne yapayım sana, daha faydalı olur. Hem de hemen

etkisini gösterir.” İğne lafı ürpertmeye yetti Nezihi. İğneden ödü

patlardı.

“Gerek yok iğneye. Sen hap, şurup falan versen yeter bana.”

Eczacı ısrar etmedi. Dönüp raflardaki ilaçlara elini uzattı. Sonunda

iki ayrı kutu çıkarıp tezgâha koydu. Nezih tam eczaneden çıkarken

aklına Aykut’un verdiği kâğıt geldi. Ne yazıyordu orada? Cebinden

kâğıdı çıkardı.

“Bir şey soracaktım. Bir arkadaşım bana şu ilaç önerdi.”

Deyip kâğıdı eczacıya uzattı. Eczacı kâğıdı alıp şöyle bir baktı.

Gülümsedi ve geri uzattı.

“Bu ilaç toplatıldı.”

“Toplatıldı mı? Neden?”

“Evcil hayvanlarda soluk algınlığı için kullanılıyordu. Sonra

duyduk ki birileri hangi akla hizmetse onu kullanmış. Garip yan

etkiler görüldüğü rapor edilince de Sağlık Bakanlığı tarafından

toplatıldı. Satışı yasak.”

“Ne gibi yan etkiler?”

Page 54: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

54

Eczacı omuz silkti. “Bilmiyorum. Şahsen hiç görmedim.

Duyduklarım bu kadar.” Sonra şüpheyle baktı bir an Nezihe. “Ne

yapacaksın ki onu? Kimden duydun bilmem ama deneme sakın böyle

şeyler”

Nezih bitkim bir şekilde eve döndü. Hapı da şurubu da

eczacının söylediği gibi düzenli olarak kullanıyordu. Ancak

apartmanın işleri arasında dinlenmeye de pek vakit bulamıyordu.

Böylece aradan üç gün geçti ancak onda düzelme yoktu hala. Üstelik

bir de öksürük peydah olmuştu. Sonunda bir gece ateşler içinde

uyandı. Gerisini hatırlamıyordu.

Gözlerini açtığında kolundaki acıyı fark etti. Serum

hortumunu görünce biran korktu. Etrafına bakınca yatak odasında

olduğunu anladı. İçeriden Aysel ve kendisini ziyarete gelen

akrabaların konuşmalarını duyuyordu. Az sonra Aysel geldi. Nezihi

uyanmış görünce başucuna oturdu.

“Nasılsın? Az daha iyi misin?” Başını evet anlamında salladı

Nezih ama hiç iyi hissetmiyordu kendisini. Karısı ne zaman bir taksi

çevirmiş, hastaneye kendisini nasıl taşımış hatırlamıyordu. Doktorlar

zatürree teşhisi koymuştu. Bir gecede hastanede kalmışlardı.

“Ne kadar tuttu?”

Aysel gülümsemeye çalıştı. “250. Ama olsun ne yapalım?

Sağlık bu.” Çoktu bu para.

“Doktor birkaç ilaç yazdı ama hepsini alamadım. Para yettiği

kadarını aldım.” Başıyla içeridekileri işaret ederek “Kimseden de

istemedim daha.” Nezih de Aysel de sevmezdi birilerinden borç

istemeyi. Öksürüğü geçmişti ama nefes almakta zorlanıyordu. O gün

akşama dek yarı uyuyarak geçti. Akşama doğru Nimetin sesiyle

uyandı. Küçük kız elindeki tabakta taşıdığı koca bir bardak ıhlamuru

yatağın yanındaki komodinin üzerine bırakıyordu. Babasının

uyandığını görünce ona yaklaştı.

Page 55: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

55

“Nasılsın babacığım? Sana nane kaynattı annem. Haydi, kalk

da iç!” Nezih zorlukla doğruldu. Kolundaki serum çıkmıştı ama iğne

yeri morarmış ve hala iğne varmış gibi batıyordu.

“İyiyim kızım. Daha iyiyim. Sen ne yapıyorsun, ödevlerini

yaptın mı?” Küçük kız tabağıyla birlikte bardağı babasına uzattı.

“Baba bugün Cuma” dedi. “Tabi ya!” diye düşündü Nezih. Cuma

akşamı da ödev mi olur. Bugünün günlerden ne olduğunu bile

unutmuştu. Naneden zorlukla bir yudum aldı. Kızı mahzun bir

şekilde onu izliyordu. Birden aklına eşi ve kızı geldi. Ya daha da

ağırlaşırsa bu hastalık ne olacaktı? Paraları da yetmezdi ki. Zaten

şimdi de yetmiyordu.

Birden karısı ve kızını ortada kalıvermiş olarak hayal etti.

Tüm vücudu ürperdi. Bir an önce buna çare bulması gerekiyordu. Bir

şekilde çare bulmalıydı.

Akşam yemeği için kalkmayı başarmış, en azından yatağın

kenarına oturmuştu. Aysel tepsiyle yemeğini getirmişti ama sadece

çorba içiyordu, diğerlerini yemek gelmiyordu içinden.

“Orhan usta, Aykut, Recep hepsi geldi bugün ziyaretine. Sen

uyuyordun o sırada. Bir şeye ihtiyacınız var mı diye sordular sağ

olsunlar.” Nezih çorbasını yavaş yavaş kaşıklıyordu.

“Bizimkilerden borç isteriz olmazsa” dedi Aysel. Nezih

cevap vermedi. Ne diyeceğini bilmiyordu. Çok takati de yoktu zaten

konuşmaya. Aysel tepsiyi içeri götürürken “Ben su getireyim de

ilaçlarını iç hemen” diye tembihledi. Nezih komodine baktı. Birkaç

kutu ilaç vardı. İkisi kendi aldığıydı. Diğerleri de Aysel’in

aldıklarıydı herhalde. Aklına Aykut geldi. Neyi ilacın adı? Demet…

Denet... Çıkaramadı. Az sonra ilaçlarını içmiş yeniden uzanmıştı.

Eczacı “tuhaf yan etkiler” gibi bir şey söylemişti. Neydi

acaba o tuhaf yan etkiler? Ne olabilirdi ki? Kullananlar ölmüş olsalar

ölmüşler denilirdi. Yani şu anki halinden daha kötü ne olabilirdi ki?

Page 56: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

56

Milletten borç alıp ilaç alacaktı ama yinede belki bir ay sürünmeye

devam edecekti.

Başını çevirip ilaçlara baktı. “Zaten şimdiden eksik

kullanıyorum. Yarım tedaviyle nasıl iyileşirim ben?” diye düşündü.

Keşke şu ilacı bulup deneyebilseydi. Şu anda kullandıklarının da ne

olduğunu bilmiyordu zaten. Bir fazla olsa ne olurdu ki?

Mesele şuydu ki ilaç zaten artık satılmıyordu. Ama belki de

Aykut da vardı. İlacı bilen oydu nasılsa. En iyisi yarın ona sormaktı.

Akşam biraz dinlenmiş olsa da hala berbat haldeydi.

Öksürük yine başlamıştı. Ayağa zor kalkmış, Aysel’in telkinlerine

aldırış etmeden zor da olsa giyinmişti. Yavaş yavaş dışarı çıktı.

Orhan ustayı eliyle binanın kapısına çağırdı. Kendisinden yaşlı olan

Orhan ustaya normalde böyle yapmazdı ama şu an da normal

durumda değildi zaten. Orhan usta da bunu bildiği için koşarak geldi

binanın girişine.

“Hayrola Nezih? Nasıl oldun? Neden kalktın yatağından?”

Nezihin pek konuşacak hali yoktu. Hemen konuya girdi.

“Orhan usta, görürsen Aykut’u bana bir yollar mısın sana

zahmet?” dedi. Orhan usta tamam deyince gerisin geri dönüp eve

girdi ve yatağına zor attı kendisini. Ama az sonra aniden bastıran

mide bulantısı onu zorla kaldırıp zar zor tuvalete yetişmeye

zorlamıştı. Tuvaletten çıktığında Aykut’u gördü. Aysel içeri almıştı.

Aykut Nezihin koluna girip yatağına kadar götürürken;

“Dinlenmeye devam et Nezih. Yavaş yavaş toparlayacaksın” diye

umut verici konuşmaya çalışmıştı.

Nezih yatağa uzanınca Aysel’e; “Şu ıhlamurdan biraz daha

kaynatır mısın? Midemin bulantısını bir o geçiriyor” dedi. Asıl amacı

Aysel’i yollamaktı. Aysel mutfağa gidince Aykut’a fısıldadı;

“Aykut, şu bahsettiğin haptan sen de var mı?” Aykut böyle

bir soruyu beklemiyordu anlaşılan. Kaşlarını çattı bir an.

Page 57: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

57

“Yok, ama gidip alayım eczaneden istersen.”

“Ulan eczanede olsa ben alırım zaten. Satışı yasaklanmış.”

“Deme yahu! Neden?” Nezih kapıya baktı. Aysel’in sesini

duymaya çalıştı. Mutfaktan ses gelince devam etti.

“Yan etkileri görülünce toplatılmış. Ne yan etkisi belli değil.

Var mı sende onu söyle?” Aykut eliyle çenesini ovuşturdu.

“Sanırım olacaktı. Hiç kullanmadım ki. Bir bakmam lazım,

duruyor mu, günü geçmiş mi geçmemiş mi…” Ancak aklına

takılmıştı Aykut’un. “Yahu neden toplatıldı acaba? Ölen falan mı

oldu ki?”

“Bilmiyorum Aykut. Umurumda da değil.” Öksürmeye

başladı Nezih. Aykut daha fazla yormamak için kalktı. Nezih

gözlerini kapamıştı. Yavaşça kapıya yöneldi Aykut.

Çıkarken arkasından Nezihin zayıf sesini işitti; “Ben zaten

ölüyorum.”

O gece Nezih öksürmekten doğru dürüst uyku uyuyamadı.

Ancak sabaha karşı öksürüğü biraz merhamete gelip yakasını

bırakınca uyuyabilmişti. Uyandığında öğlene geliyordu saat.

Aysel’in mutfaktan sesi duyuluyordu. Nezih kapıdan ona baktı.

Aysel meraklı gözlerle bir iki saniye süzdü onu. “Nasılsın? Sabaha

dek öksürüp durdun.” dedi. Nezih “Eh işte!” manasında başını

salladı. Ne kadar kötü olduğunu söylemek istemedi karısına.

Yavaşça dönüp tuvalete yöneldi.

Tam kapıyı kaparken Aysel’in sesini işitti; “Sabah Aykut

uğradı. Sana bir ilaç bıraktı. Dün istemişsin.” Nezih bir an öylece

durdu. Demek bulmuştu ilacı.

Yatak odasına dönünce komodinin yanına gitti hemen.

Yatağın kenarına oturdu. İlaç yığını arasına dikti gözlerini. İşte sarı

renkli dört drajelik bir şerit yeni ilaç. Alıp arkasına baktı. Jelatinin

Page 58: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

58

üzerindeki “Denethorin” yazısını okudu. Aysel içeriden seslendi;

“Aç karna içmen gerekiyormuş.”

Nezih haplardan birini çıkardı. Komodinin üzerindeki

sürahiden bir barak su doldurdu. Avucundaki sarı ve yuvarlak hapa

baktı. “Ben ne yapıyorum?” diye düşündü. Reçetesi bile olmayan,

kim bilir ne sebepten dolayı toplatılmış bir ilacı içiyordu. Yaklaşan

yeni bir öksürük krizi onu kendisine getirdi. Daha kötü ne olabilirdi

ki? Hapı ağzına atıp suyu başına dikti. Yatağına uzandı tekrar.

Gözleri ağır ağır kapanırken aklına gelen son düşünce “Şimdi

gerçekten hapı yuttum işte” oldu.

Nezih derinden gelen bir gürültüyle uyandı. Gözlerini

korkudan kocaman açıp etrafı dinledi. Ne olduğunu anlamaya

çalışıyordu. Hava kararmıştı. İçeriden televizyonun sesi ve

konuşmalar geliyordu ama onu korkutan ses o değildi. Farklı bir

şeydi bu. Sanki koca bir tren üzerine geliyormuş gibiydi. Ses gittikçe

artarken Nezih dişlerini sıkıp gözlerini sıkı sıkı yumdu. “Bu bir

kâbus olmalı ” diye düşündü. Sonunda ses en yüksek seviyesine

ulaşmıştı.

Artık kulakları acıyor, içgüdüsel olarak ağzını açma isteği

duyuyordu. Ağzını açınca gürültü daha çekilir oldu gerçekten.

Yaklaşık on saniye daha sürdü korkunç ses ve sonunda yavaş yavaş

azaldı, ardından tamamen bitti. Gözlerini açtı. Şimdi sadece oturma

odasından gelene televizyonun sesi ve konuşmalar duyuluyordu.

Yatakta kıpırdamadan öylece bekledi. Ter içinde kalmıştı bir

anda. Birden kendisini iyi hissettiğini fark etti. Hem de çok iyi

hissediyordu. Ne öksürme ne mide bulantısı ne de diğer hiçbir şeyi

hissetmiyordu. Bir şey dışında… Daha önce olmayan bir şey.

Kulakları feci şekilde uğulduyordu.

Yataktan kalkıp oturma odasına yürürken ne kadar acıkmış

olduğunu fark etti. Açlıktan dizleri titriyordu. İçeride baldızı ve

Page 59: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

59

kocası vardı. Kendisini ziyarete gelmişlerdi anlaşılan. Aysel’le

sohbet ediyor bir yandan da televizyon izliyorlardı. Önlerindeki

sehpalarda çay ve kuruyemişi görünce Nezih açlığını hatırladı

yeniden. Onu böyle ayakta görmek hepsini neşelendirmişti. Nezih bir

yandan Aysel’in getirdiği yemekleri iştahla yerken bir yandan da

onlarla sohbet etti. İyi görünüyordu gerçekten ama bunun ötesinde

gerçekten iyi hissediyordu kendisini. Sanki dün ölmek üzere olan

kendisi değil de bir başkasıydı. Bir tek şey vardı. Kulağındaki bir

türlü geçmeyen şu garip uğultu…

Bacanağı “İlaçlar işe yaradım demek.” dedi, bir yandan da

Nezihe keyifle bakıyordu.

“Evet sanırım. Hepsini de alamamıştık aksi gibi.”

İlaçlar. Birden Nezihin aklına hap geldi; Denethorin. Olabilir

miydi? Bu onun sonucu olabilir miydi? Eğer öyleyse bir yan etkisi

olmamıştı. En azından hayattaydı.

Aysel’e döndü. “Aykut’un şu ilaç işe yaradı sanırım.” dedi.

“Sabah onun dışında bir şey içmedim.” Aysel buna inanmaya çalışsa

da pek mantıklı bulmadığı da yüzünden anlaşılıyordu. Nezih ısrar

etmedi.

“Ne ilacı bu bacanak?” Nezih hapı üstün körü anlattı.

Allah'tan ne bacanak ne de baldızı üzerinde durmadı. Biraz sonra

Nezih kalkıp tuvalete gitti. Tam çıkarken o korkunç gürültüyü

duymaya başladı yeniden. Aynı şekilde gittikçe yükseliyordu. Nezih

iki eliyle kulaklarını tıkadı. Gözlerini sıkıca kapatmak zorunda kaldı.

Başının arka tarafı acıyordu. Yaklaşık on saniye kadar sürdü ses.

Tıpkı geçen ki gibi. Nezih kendine gelmeye çalışıyordu. Neydi bu?

Nereden geliyordu? Kendisinden başka kimse duymuyor muydu

bunu? Ses beyninden mi geliyordu acaba? Yani belki de kendi

kendine uyduruyordu. Deliriyor muydu yoksa?

Page 60: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

60

“Az önce bir gürültü duydunuz mu? Böyle tren geçiyor gibi

bir ses” İçeridekiler bön bön baktılar Nezihe.

“Ne treni Nezih?” diye sordu bacanağı. Anlaşılan kimse

duymamıştı. Çaktırmadan, lafı değiştirerek oturdu yanlarına.

Gülümsüyordu ama aklı başka yerdeydi. Sohbet ediyor, TV

seyrediyor, bir şeyler atıştırıp çay içiyordu. Ama gittikçe artan

sıklıklarda sesler duyuyordu. Az önce ki gibi değildiler Allah'tan

ama yine de duyuyordu işte. Üstelik diğerlerinin bunları

duymadıklarını da anlamıştı. Bu da ne anlama geliyordu? Kafayı

yemeye başladığının mı? Nezih içinde bir korku duydu. Belki de

ilacın yan etkisi buydu işte. Kafayı yediren sesler duymak. Ya da

belki de beynine zarar vermişti ilaç. Ancak ortada bir gerçek vardı ki

duyuyordu işte. Bir arabanın uzun uzun öfkeyle çalan kornası,

balkondaki çamaşırlarını toplayan bir kadının geğirme sesi, hatta

kavga eden bir çift kedinin ayrı ayrı tıslamaları…

Bunlar nereden geliyor bilmiyordu. Yandaki apartmandan

mı, arka sokaktan mı, şimdi arkalarında kalan binanın ana

caddesinden mi bilemiyordu. Belki de her yerden geliyordu. Belki de

hiçbir yerden.

O gece, kaç gecedir uyuyamadığı için yorgunluğun da

etkisiyle hemen daldı uykuya. Ancak gecenin bir yarısı sıçrayarak

uyandı. Öyle bir sıçramıştı ki Aysel’i de uyandırmıştı.

“Bismillah! Ne var Nezih ne oldu?”

Birisi boş bir teneke içecek kutusunu odanın içinde beton

zemine çarpmıştı. Nezih buna emindi. Etrafta kimse yoktu ama.

Karısı da telaşla yatak odasının kapalı kapısına baktı hırsız falan mı

var diye.

“Bir ses duydum sanki. Sen bir şey duydun mu?” Karısı

hayır anlamında başını salladı ama kulaklarını dikmiş pür dikkat

dinliyordu. Nezih yataktan kalktı. Koridoru ve sırayla tüm odaları

Page 61: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

61

dolaştı. Aysel de kalkmış telaşla ona bakıyordu. Nezih sonunda arka

bahçeye açılan kapının önüne geldi. Kapının hemen dışında durup

etrafa bakındı. Ne bir ses ne de bir hareket vardı. Tekrar yatağa

döndüler. Tam uzanmıştı ki birden aklına bir şey geldi. Ses diğer

taraftan yani binanın caddeye bakan tarafından gelmiş olabilir

miydi? “İyi de o tarafa bakan ne pencere ne de duvarım var benim”

diye düşündü. O yönden, çok yüksek sesli olmadıkça bir şey

duymaları hele ki bu eski ve kalın duvarlı binada imkânsızdı.

Bugüne dek ön taraftan hiçbir ses duymamışlardı. Bugüne

dek… “Kahrolası hapı kullanana dek” diye düşündü.

Yataktan fırladı. “Bir de ön tarafa bakıp geleceğim” diye

fısıldadı Aysel'e. Hırkasını sırtına giyip binanın holüne çıktı. Oradan

demir kapının ardına geldi. Dışarıya bakındı. Kaldırımlar, yollar

gecenin sessizliğine ve karanlığına bürünmüştü. Nadiren tek tük araç

geçiyor, kaldırımlardan da nadiren biri geçiyordu. Çöpçüler kaldırım

kenarlarındaki çöp poşetlerini toplamışlardı. Şimdi buralarda tek tük

fahişeler, travestiler müşteri bekliyordu.

Nezih tam geri dönerken yolun kenarındaki bir şey dikkatini

çekti. Kaldırımın hemen kenarında, ezilmiş boş bir bira kutusu vardı.

Mavi, beyaz bir Efes bira kutusu. Anahtarıyla demir kapıyı açıp

dışarı çıktı. Yaklaştı ve eğilip yakından baktı. Yanılmıyordu.

Çevresine bakındı. Başka hiçbir kutu görünmüyordu. O gece ani

seslerle uyanmaya devam etti Nezih. Tabi Aysel de… Sonunda

seslere sadece irkilerek tepki vermeye başladı. Ta ki derin uyku,

yorgun ve hastalıktan yeni kurtulmuş Nezihi tamamen kollarına

alana dek.

“Nasıl yani?

“Basbayağı işte. Tıpkı köpekler gibi. Her şeyi duyuyorum.”

Page 62: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

62

Orhan ustanın yüzünde engelleyemediği bir gülümseme,

gözlerinde de engel olamadığı bir endişe vardı. “Sen kaç tane yuttun

o haplardan?”

“Sadece bir tane.”

“Sen de hiç mi akıl fikir yok? Bilmediğin ilaç içilir mi hiç?”

Zatürree’den kurtulmak nezih için o kadar güzel bir

piyangoydu ki Orhan ustayla tartışmak bile istemiyordu. Keyfi

yerindeydi. Tek sorun duyduğu şu seslerdi. Gerçi dünden bu yana

onları kontrol etme konusunda bayağı tecrübe edinmişti ama yüksek

sesler de hala sorun yaşıyordu. İşte Taksim – Levent metrosu

geliyordu. Tren yerin kim bilir kaç metre altından geçiyor olsa da

gelişini rahatlıkla duyuyordu işte. Tren tam yaklaşıp altlarından

geçerken gözlerini kapatıp dikkatini topladı. Ses en yükse

seviyedeydi artık. Dişlerini sıktı ve sesi kendi tabiriyle “geriye itti.”

Bunu başaramasa acıyla bağırmak zorunda kalırdı herhalde.

Tren gitmişti. Gözlerini açtığında Orhan ustayı endişeyle

kendisine bakarken gördü. “iyi misin? Otur istersen şuraya!”

Gülümsedi. Konsantre olup caddenin karşısındaki birilerinin

konuşmasını zor da olsa duyabiliyordu isterse. Yani tam tersine, geri

ittiği gibi öne de getirebiliyordu sesleri. Tabi ani sesler karşısında

çaresizdi. Bu durumda tek yapabildiği korkuyla sıçrayıp küfretmek

oluyordu. O zaman da etrafındakilerin garip bakışları ve sorularıyla

uğraşması gerekiyordu. Buna bir çare bulmazsa yakında fısıltılar

başlayacak, sorular daha sık gelmeye başlayacaktı. Deli damgası

yemek istemiyordu. Ama ne yapabilirdi ki?

“İyiyim iyiyim.” Başını çevirip az ileride, apartmanın

yanındaki bankaya baktı. “Gel benimle” dedi. Orhan ustaya bir şey

demeden Nezihi izledi. Birlikte bankanın önüne geldiler. Bankanın

ön cephesi komple camdandı. İçeride işleriyle uğraşan bir sürü

müşteri ve banka çalışanı vardı. Güvenlik görevlisi Recep banka

Page 63: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

63

girişinde masasında oturuyordu. Başında da bankada çalışan memur

kadınlardan biri vardı. Kadın bir dosyayı açmış ona bakarak Receple

konuşuyordu.

“Recebi görüyor musun?” Orhan usta, başını evet anlamında

salladı. “Tamam, bekle şimdi.” Nezih dikkatini Receple yanındaki

kadına verdi. Önce bir şey olmadı. Birkaç saniye sonra bir fısıltı

duymaya başladı. Kadının sesini duyuyor ama ne dediğini

anlayamıyordu. Sonra fısıltı daha duyulur bir konuşmaya dönüşmeye

başladı. Birkaç saniye sonra sanki televizyonun sesini açmış gibi net

duymaya başladı.

Orhan usta bir Nezihe bir de yaklaşık on metre ötede

bankanın içindeki Recep ve kadına bakıyordu. Nezih konuşmaya

başladı;

“Recep bunu kaç kez söyleyeceğim?”

“Yahu bir şey söylediğin yok ki sensin. Tek yaptığın

kıvırtmak. İstemiyorsan söyle delikanlıca.”

“Üff Recep yaa! Neden anlamıyorsun? Yoruldum artık bu

işten. Böyle devam edemeyeceğim.”

“Yani artık görüşmeyelim diyorsun öyle mi?”

“Evet, öyle.” Kadın dosyayı kapatıp Recebin yanından

ayrılırken Orhan usta şaşkınlıkla Nezihe bakıyordu. Nezih de

şaşkındı çünkü böyle bir şey beklemiyordu. Bir an konuşmadan aval

aval birbirlerinin yüzlerine baktılar.

“Nezih benimle kafa mı buluyorsun?”

Nezih şaşkınlık içinde gülmeye başladı. Cidden ne

diyeceğini bilemiyordu. Az önce, bir arkadaşının muhtemelen gizli

bir gönül ilişkisini öğrenmişti.

“Orhan usta, şu sattığın simitlerin üzerine yemin ediyorum

bunlar duyduklarımdı.”

Page 64: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

64

Recep bir Orhan ustaya bir de Nezihe baktı. Orhan usta

Nezihin durumunu anlatınca önce inanamamış, şaka yaptıklarını

sanmıştı. Ancak kendisinin o kadınla aralarındaki konuşmaları da

anlatınca daha da şok oldu. Aklına dinleme cihazları geldi hemen.

Kesin masasına ondan yerleştirmişlerdi. Artık çok ucuza her yerde

satılıyordu bunlar. Sonra da kendisini böyle makaraya alıyorlardı

işte.

“İnsanları böyle dinlemeye utanmıyor musunuz? O dinleme

cihazını bir bankaya sokmak büyük suçtur. Koca koca adamlarsınız.

Kendinizden utanmanız lazım.” Şimdi şaşırma sırası Orhan ustayla

Nezihteydi. Böyle bir şey hiç akıllarına gelmemişti.

“Ne dinleme cihazı yahu? Yok, öyle bir şey. Sana olanı

anlatıyorum işte.” Recep hem öfkeden hem de sırrı ortaya çıktığı için

utançtan kıpkırmızı olmuştu. Öfkeyle salladı elini. “Hadi oradan!

Bari adam gibi yalan uydur. Karşında çocuk mu var senin?”

Nezih birden anladı. Onun yerinde kendisi olsa aynı şekilde

davranırdı. Recebin kolundan tutup bankanın ön camına sürükledi.

Ona da göstermeliydi yoksa asla inanmayacaktı. Kendisi bile

inanamıyordu zaten. Geri dönüp etrafına bakındı, eli hala Recebin

kolundaydı. Duyamayacakları kadar ileride veznede yan yana çalışan

iki genç erkek memur sohbet ediyordu. Gülümsediklerinden, hoş bir

sohbet olduğu belliydi. Recep de bir Nezihe bir onlara bakıyordu.

Nezih birkaç saniye hiçbir şey söylemeden gözlerini onlara dikip

dikkat kesildi.

“… Ne işim var lan Beşiktaş hamamında? Bilmediğin yere

gidilir mi hiç? Kayarlar orada maazallah! – Yahu git işine! Orası

benim mahallem oğlum. Gitmediğim yer değil ki! Öyle bir yer değil

orası. Cidden güzel ve temiz bir hamam. – Kese de atıyorlar mı? –

Hamam olur da kese olmaz mı oğlum? Keseyi geç, acayip güzel

masaj yapıyorlar. – İyi de çıkınca pelte gibi olacağım. Sonra taa eve

Page 65: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

65

gitmesi ölüm. Kayınvalide de bizde zaten. Geç gitmemem lazım…”

Nezih sustu. Dönüp sırıtarak Recebe baktı.

Nezih, Orhan usta ve Recep dışarıda bankanın önünde

dikiliyorlardı. Recep hala şoktaydı çünkü Nezih bunları

uyduramazdı.

“Hep o ilacın yüzünden” dedi Orhan usta. “Sen sardın

bunları bu herifin başına.”

“Yahu benim ne suçum var? İlacı benden isteyen Nezihti.”

Yardım ister gibi Nezihe dönerek; Öyle değil mi Nezih?” Nezih

“evet” anlamında başını salladı. Recebin suçu yoktu. Bunu kendisi

istemişti.

“Ama bu işten iyi para kazanabilirsin bence.” dedi Recep.

Şimdi şaşırma sırası Nezihle Orhan ustadaydı.

“Ne parası yahu?” Orhan usta pek sevmemişti bu fikri.

“Yani MİT’e filan girsen… Ne bileyim işte… Öyle değil mi?

Polisler tonla para verir sana.” Bu Nezihin hiç aklına gelmemişti.

“Ya da televizyona çıkıp şov yapsan? Şöhret olursun oğlum şöhret?”

İkisi de neşeyle kıkırdadı. Orhan usta ise hiç gülmüyordu.

Böylece Nezih eski sağlığına kavuşmuş olarak işine döndü.

Arada üçü bir araya geliyor, sadece üçünün bildiği bu sırrı eğlence

için kullanıp gülüyorlardı. Recebin lafına uyup bir şeyler

yapmadığını, sırrını sakladığını görünce Orhan usta da yumuşamıştı

biraz. Artık o da gülüyordu. Nezih artık sesleri kontrol etmeyi

öğrenmişti. Başı da ağrımıyordu artık.

Günler böyle geçip gidiyordu. Nezih tekrar apartmanın

işleriyle, temizliğiyle koşturup duruyordu. Sıcak bir Çarşamba günü

kalorifer dairesindeki eski eşyaların, ıvır zıvırın temizliğiyle dışarıya

çıkarılmasıyla geçiyordu. Yıllardır oraya konulup unutulan toz

içindeki eski döküntüler Nezihin canına okumuştu. İşe yarayan

şeyleri yaramayanlardan ayırmak, dışarı taşımak, ortalığı temizlemek

Page 66: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

66

sırılsıklam ter içinde bırakmıştı Nezihi. Tozdan burnu, boğazı

tıkanmıştı. Öğleden sonra temizlik işinin çoğunu bitirmiş ama

kendisi de bitmişti. Kalorifer dairesinin tozlu ufak penceresinden

içeri hafifçe ışık giriyordu. Demek güneş arka tarafa geçmişti, yani

vakit öğleni geçiyordu. Nezih her yanı sızlayarak eski tozlu bir ahşap

sandalyeye oturdu. Yıllardır kullanılmayan sandalye acıyla

çatırdayıp gerildi ama kırılmadı. Ne kadar da rahattı bu sandalye.

Eskiler ne kadar rahat ve güzel şeyler üretiyorlardı böyle. Rahat

sandalye de hafifçe kaykılıp bacaklarını uzattı Nezih. Sessiz ve loş

odanın keyfini çıkardı bir süre.

Gözleri ağırlaşıyordu. Biraz dinlenmeye, bir sigara keyfi

yapmaya karar verdi. Tam gömlek cebine uzanırken bir fısıltı işitti.

Dikkat kesilip etrafına bakındı. Ses dışarıdan geliyordu. Dikkatini

fısıltıya verip artık iyice öğrendiği şeyi yaptı; fısıltının sesini açtı.

“Gelemem, nasıl geleyim? Buralarda o da.” Sesi tanımıştı.

Aysel’di bu. Kiminle konuşuyordu acaba?

“Olmaz sen de gelemezsin. Dedim ya o da burada. Yarın

belki.” Garip bir ürperti duydu. Gözlerini kapadı, daha da konsantre

oldu. Bir başka ses daha vardı ama o kadar azdı ki. Evet, o sesi de

duyabiliyordu. Telefondan geliyordu diğer ses. Ama ne söylüyordu?

Sonra net bir şekilde vızıltı gibi çıkan diğer sesi de duymaya başladı.

“Kız uydur işte bir şeyler. Özledim seni diyorum.” Sırtı buz

kesiverdi birden. Kalbi deli gibi atmaya başladı. Bu nasıl bir

konuşmaydı böyle? Şaka mıydı bu?

“Yarın gelirim ben sana. Öğlen gibi bir şey uydurur çıkarım.

Tamam mı? Haydi, kapatıyorum artık işim var.” konu

Konuşma bitmişti. Nezih ağlamaklı oluverdi birden.

“Allah’ım, nasıl aldatır beni? Neden?” diye mırıldandı. Sandalyeden

kalktı. Ne yapacağını bilmiyordu. Şimdi ne yorgunluk ne de ağrı

hissediyordu. Tek hissettiği acı ve hayal kırıklığıydı. Loş dairede

Page 67: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

67

dönüp duruyordu sessiz adımlarla. Nefes almadığını hissetti bir an.

Ama garip bir şekilde bundan hiç de rahatsız değildi. Tüm vücudu

sessizce titrerken öfkeden gözlerinin kızardığını hissetti. Kaç yıllık

karısı. Çocuğunun annesi. Nasıl yapardı bunu? Sandalyeye oturdu

tekrar. Kimdi o adam? Tanıdığı birimiydi? Etraftan birimiydi? Ne

kadar zamandır… Oturamıyordu. Tekrar ayağa kalkıp loş odada

dönmeye başladı. Hayır! Bunu yanına bırakmayacaktı. Doğru

düzgün düşünemiyordu. Tek hissettiği derin bir öfke ve acıydı.

Nezih kalorifer dairesinden çıktı. Merdivenlerden çıkarken

hafif bir ses duydu. Aysel bir kat yukarıda koridorda yerleri

paspaslıyordu. Merdivenlerden uçarcasına çıktı. Aysel onu

duymamıştı. Nezih elindeki büyük bıçağa baktı. Ne zaman, nereden

aldığını bile hatırlamıyordu onu. Aysel kat koridorunda arkası dönük

yerleri paspaslıyordu. Birden geri dönüp Nezihi görünce ne

yapacağını bilemedi. Göz göze geldiler. Kadının gözleri iri iri

açılmıştı. Gülümsedi Nezihe ama Nezihin gözlerinde sadece acı

vardı.

“Ne yapıyorsun burada Nezih? Kalorifer dairesi bitti mi?”

“Beni neden aldatıyorsun?” Bu laf ağzından çıkıvermişti.

Aysel’in yüzü asıldı. Eğilip paspas işine devam etmeye

başladı. Cevap yoktu. Bu hareket, yüzünün asılması, suskunluğu…

Nezih birden öfkeden gözlerinin karardığını hissetti. Hala nefes

almıyordu. Bir adımda kadının yanına gelip bıçağı savurdu. Bıçak

kadının göğsüne girdi, kadın sessizce iki büklüm olup yavaşça yere

yığıldı.

Kadının göz aklarını gördü. Kalbi birden acıyla sıkıştı.

Ağzını açıp çığlık atmaya başladı. Hiç ses yoktu. Her şeyi duyan

Nezih kendi çığlığını duymuyordu şimdi.

İnleyerek uyandı Nezih. Hiçbir şey görmüyordu. Kör

olmuştu. Nerede olduğunu bilmiyordu. Eski ahşap sandalye acıyla

Page 68: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

68

gıcırdayınca nerede olduğunu anladı. Boynu, beli iyice tutulmuş,

terden gömleği de pantolonu da üzerine yapışmıştı. Kalbi hala deli

gibi atarken yutkundu. Boğazı tozdan tıkanmıştı. Sonra yavaş yavaş

kalorifer dairesinin karanlığına alıştı gözleri. “Şükürler olsun kör

olmamışım” diye geçirdi içinden. Açık küçük pencereden gecenin

karanlığına baktı. Kâbus o kadar gerçekçiydi ki hala kendisine

gelememişti. Yavaş yavaş derin bir rahatlık hissetti. Apartman

otomatiğini yandı birden. Birileri, muhtemelen ofislerden birinde

mesaiye kalan çalışanlardan birkaçı evlerine gidiyordu. Aralarında

konuşarak merdivenlerden iniyorlardı.

Nezih tutulmuş vücudunu yavaşça ve acıyla kaldırdı

sandalyeden. Dikkatini toplayıp konuşmalara verdi…

Anlaşılmıyordu. Konsantre olup sesi açmaya çalıştı. Üstelik ayak

sesleri ve konuşmalar da merdivenlerden gittikçe yaklaşıyordu ama

yine de ne dediklerini anlayamıyordu... Tıpkı normal insanlar gibi.

“Tıpkı eskiden olduğu gibi” diye fısıldadı. Gülümsedi. İki elini

tutulmuş beline götürüp geriye doğru esnedi.

“Sen iyi misin?” Karısı evin kapısını açmış, içeri giren

Nezih’in berbat haline endişeyle bakıyordu. Nezih gülümseyip “Boş

ver!” gibisinden elini salladı. Bir yandan banyoya yürüyor bir

yandan da üzerindeki kir ve terden kazık gibi olmuş gömleği

çıkarıyordu. “Kalorifer dairesinde uyuya kalmışım. Kâbus gördüm”

diye gömleğin altından boğuk sesle mırıldandı. Aysel “Öyle pis

yerlerde uyuya kalırsan tabi kâbus görürsün” diye azarladı

arkasından. Nezih gülümsedi.

Page 69: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

69

Benim Kapıcım İşini Bilir

Nezih o sabah oldukça öfkeliydi. Aslında sinirlenip kendisini

öfkelendiren kişi yine kendisiydi. Apartman girişindeki masasında

oturmuş faturalara bakıyordu. Kredi kartlarının ekstreleri, su, elektrik

faturaları hepsi de önünde duruyordu.

Elektrik faturasına şöyle bir bakan Nezih öfkeyle masanın

üstüne çarptı kâğıdı. Her seferinde son ödeme günlerini geçiriyordu

bunların. Her seferinde kendi kendine unutmayacağını söylüyor

ancak yine de unutuyordu. Bazen birini, ikisini ödüyor ancak

kalanları yine de unutuveriyordu.

Aysel kim bilir kaç defa kendisine bunlara otomatik ödeme

talimatı vermesini söylemişti ama her seferinde bundan kaçınmıştı

işte. Aslında Nezihin düşündüğü şey, faturalarda bir yanlışlık olup

kendilerinden fazlaca para çekileceğiydi –ki bugüne dek böyle bir

şey hiç olmamıştı- ama yine de bu konuda böyle tuhaf bir düşünceye

Page 70: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

70

saplanıp kalmıştı. Bu yüzden, her ay faturayı görüp, inceleyip normal

olduğuna karar vererek elden ödemenin, bir tuhaflık varsa da o

zaman arayıp durumu araştırmanın en mantıklısı olduğuna

inanıyordu.

Tabi bu durumda faturaların ödeme tarihlerini de böyle

unutuveriyordu işte. Unutunca da faturayı her seferinde cezalı

ödemek zorunda kalıyordu. Bu durumdan Aysel’i haberdar

etmiyordu tabi… Allah korusun! Onun diline düşmektense fazla ceza

ödemek daha makul bir cezaydı. Yani bu güne dek…

Nezih çenesini eline dayayıp kara kara düşünmeye başladı.

Geçen ay kredi kartını ödemeyi unutmuştu. Ödediğini sanıyordu

aslında. Ancak sonradan düşünüp, banka dekontunu da gidip

bulunca, o yatırdığı şeyin başka bir fatura olduğunu görüvermişti.

Gecikmeden dolayı borcun neredeyse yarısı kadar bir ceza ödemek

zorundaydı. İşin kötü yanı bu ay kızın de bir sürü masrafı olmuştu.

Yeni ayakkabı, elbise vs. almışlardı. Bir de bozulan fırın için tamirci

çağırmışlardı. Böylece ayın daha ortasına gelmeden hesaplar

karışmıştı işte.

“Para bulmam lazım” diye içinden geçirdi Nezih. “Yoksa bu

ay, ay sonunu getiremeyeceğim.” 350 TL lazımdı. Kredi kartının

aylık borcu ve gecikmeden dolayı cezayı ödeyebilmek için tam 350

TL. Peki, nereden bulacaktı bu parayı? Orhan usta’dan isteyebilirdi.

Aykut’tan ya da Recep’ten de isteyebilirdi ama Orhan usta daha

yakındı ona.

Keyifsizce bir sigara yaktı. Oldum olası kimseden borç

almaktan hoşlanmamıştı, hala da hoşlanmıyordu. O zaman ne

yapacaktı? Kapıcı parası dediğin zaten asgari ücretti ve bunu dikkatle

harcamazsa ya da kendi durumunda olduğu gibi faturalarını

zamanında ödemeyi hıyar gibi unutursa faizler, cezalarla böyle

kalırdı insan. İçinden kendi kendine olmadık küfürler edip durdu bir

Page 71: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

71

süre. Sonra kalkıp dışarı çıktı. İşte Orhan usta simitçi arabasının

başındaydı.

Uzaktan baktı bir süre. Emekli bir simitçi kendisine yardım

edebilir miydi ki? Ya onda da yoksa ne yapacaktı? “Nezih! Buraya

bak hele!” Ayakları tam isteksiz bir şekilde simit arabasına doğru

yönlenmişti ki arkasındaki sesle durdu. Tesisatçı Hilmi bina

kapısının girişinde durmuş kendisine sırıtıyordu. Göbeği küçük bir

dağ gibi yirmi santim önündeydi. Bir elinde iş çantası, binaya

girmeye hazırlanıyordu.

“Hayırdır Hilmi usta? Nasılsın?” Hilmi ustanın tombul ama

nasırlı elini sıktı. Hilmi usta her zamanki gibi küçük gözlerini kısıp

neşeyle sırıttı. “Bir dairenin tesisat sorunu varmış galiba. Buradan

aradılar. Ona bakmaya geldim. Sen de gel istersen.”

O an herhangi bir işi yoktu Nezihin. “Neden olmasın?” diye

düşündü. Biraz kafasını dağıtırdı hem. Birlikte asansöre bindiler.

“Hangi daire?”

Hilmi usta boştaki eliyle kir içindeki gömleğinin cebine

uzandı. Bir kâğıt çıkarıp baktı. “Erkan Danışmanlık. 3. kat.” Nezih

onları tanıyordu. Sessiz, sakin, aidatını zamanında ödeyen bir

firmaydı. İçeride 5 ya da 6 kişi çalışıyordu. Ne iş yaptıklarını tam

anlamasa da oldukça kibar insanlar olduğunu biliyordu.

“Vay be!” Tesisat ustası Hilmi ter içinde duvardaki borulara

bakıyordu. Küçük odacığın duvarını kırması bayağı bir zamanını

almıştı. Uzun zamandır böyle kalın duvarlı bir bina görmemişti. Su

borularıyla karşılaşınca daha da şaşırmıştı çünkü şimdiye dek

gördüğü en eski su tesisatına bakıyordu. Nezih hemen arkasında

odacığın kapısında çömelmiş bakıyordu.

“Kaç yıllık bu bina usta?”

Nezih bir düşündü. 1963’de yapılmıştı bina. Yani en azından

aşağıdaki demir kapısının hemen üzerindeki pirinç levhada öyle

Page 72: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

72

yazıyordu. “40 – 50” filan var” dedi. Hilmi usta ıslıkla hayretini

gösterdi.

Aslında şaşırmakta haklıydı çünkü bu kadar eski tesisata pek

rastlanmıyordu, bir de hiçbir bina artık bu kadar kalın duvarlı

yapılmıyordu. Artık duvarlar kâğıt gibi inceydi. Nezih, bir zamanlar

birisinin dediği “yan dairede osursalar duyuluyor” lafını hatırlayıp

gülümsedi. Evet, artık böyle binalar yapılmıyor. Tabi duvarların bu

kadar kalın oluşu, tesisat sorunları yaşandığında problem oluyordu.

Çünkü kırması hiç de kolay olmuyordu.

Hilmi ustanın kel kafasının arkasından ter damlaları aşağı

süzülüyordu. Sırtının ortası da ıslanmıştı. Adam iri çekicini

gürültüyle yere bırakıp geri döndü ve küçük odadan çıktı. Duvarın

diğer tarafına, yan taraftaki banyoya göz atmaya gitti.

Adamlar, geçen hafta banyodaki musluk ve tuvaletin

suyunun ip kadar ince aktığını görünce suların kesildiğini

düşünmüşlerdi. Ancak mutfaklarında ve dairedeki bir diğer banyoda

sular gürül gürül akıyordu. Gerçekten de her yerde sular gayet iyi

akarken banyoda çok az akıyordu. Hilmi ustanın ilk tahmini

tesisat’ta bir sızıntı olduğuydu. Banyoya tesisat bu odadaki duvardan

geçiyordu ama sızıntı görünmüyordu. Bu kötüydü çünkü bu durumda

duvarın birçok yerini kırarak su borularına bakmaları gerekiyordu.

Firma sahibi Mithat Bey arkalarında durmuş duvara

bakıyordu. “Eee? Ne yapmak gerekiyor” diye sordu.

Hilmi usta suvara şöyle bir baktı. “Vallahi, sızıntı

görünmüyor. Bu yüzden kırıp bakmak lazım. Bulana dek kırmak

gerekiyor kısacası.”

“Peki, kaça patlar bize?”

Hilmi usta banyoya yürüdü. Nezihle Mithat beyden

arkasından gittiler. Kafasını uzatıp bir de orayı gözden geçirdi.

Page 73: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

73

“Vallahi 500 liraya patlar size. İş bittikten sonra da bir sıvacı

ustası bulup tekrar duvarları sıvatacaksınız. Tabi bir de tekrar

boyanacak. Hepsi 700 civarı tutar. Benim sıvacım da boyacım da

var. Hepsini isterseniz hallederim” Mithat bey bir ıslık çaldı. Bu

kadarını Nezih de beklemiyordu.

“Çokmuş yahu! Daha ucuza çıkmaz mı bu iş?”

Başını olumsuz şekilde salladı Hilmi usta. “Daha ucuza

olmaz beyim.” Mithat Bey başını eğip bir süre düşündü. “Tamam,

ben size haber vereyim” dedi. Hilmi usta çantasını topladı. Nezih

Hilmi ustayı beklerken Mithat Bey Hilmi ustaya geldiği için bir

miktar para ödedi. Sonra ikisi daireden çıkıp aşağı indiler. Az sonra

da Hilmi usta Nezihe selam verip dükkânına doğru sallana sallana

yürüyüp gitti.

Nezih, dışarıda Orhan ustayı görünce, günlük koşturmacada

unuttuğu kart borcunu hatırlayıverdi ve yine canı sıkıldı. 350 TL…

Canı sıkkın, binanın dış kapısı önüne çektiği eski sandalyesine

oturup geleni geçeni izlemeye başladı. Az sonra binadan biri çıktı.

Bu Mithat bey’di. Elinde evrak çantası, sırtında ceketi vardı.

Muhtemelen bir toplantıya gidiyordu. Yanından geçerken eliyle

hafifçe Nezihe selam verdi. Nezih de karşılık verdi. Tam az ilerideki

ana caddeye bir taksi çevirmek için yürümeye başlamıştı ki birden

geri dönüp Nezihe baktı. “Şu ustayı çağırsak iyi olacak sanırım

Nezih. 700’e patlayacak ama ne yapalım?” dedi. Durmamıştı ama

adımlarını yavaşlatarak keyifsizce konuşmuştu. Gittikçe uzaklaşırken

Nezih seslendi; “Tamam Mithat bey. Ben konuşup çağırırım Hilmi

ustayı.” Mithat Bey bu kez geri dönmeden “tamam” gibisinden elini

tekrar salladı.

Adam taksiye binerken Nezihin aklına tekrar Mithat bey’in

ıslık çalışı geldi. 700 lirayı çok bulup ıslık çalmıştı adam. Ne kadar

Page 74: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

74

komikti. Kimi 350 lira için kimi de 700 lira için endişe ediyordu.

Herkesin endişesi kendine göreydi işte.

Şimdi Hilmi ustayı çağırması gerekiyordu. Telefonunu

çıkardı. “H” harfine basıp kayıtlı telefonları listeledi. Birden telefon

rehberindeki bir isim dikkatini çekti. Kuzeni Hasan. Şimdi telefon

numarasını görünce hatırladı; uzun süredir görüşmemişti onunla.

Hasan inşaatlarda ustalık yapıyordu. Tabi kış haricinde işleri yoğun

oluyordu adamın, nede olsa inşaat işi uzun ve karmaşık işti.

Kafasında bir kıvılcım yanıverdi birden. Hasan inşaat işinde

birçok insanla birlikte çalışıyordu. Demirci, sıvacı, duvar ustaları,

tesisatçılar. Tesisatçılar… Telefonun ekranına bakar halde

kalakaldı...

Olabilir miydi? Hasan'ın tanıdıkları belki Mithat beyin işini

daha ucuza halledebilirlerdi. İyi de bundan kendisine neydi? Neden

bu işi üzerine alacaktı ki? İçinden bir ses cevap verdi; Bu işi daha

ucuza yaparsan… Eee? Mithat beyden 700’ü alıp, bu işi 700’ün

altına kotarırsan… E’si buydu işte. Kalan para kendisinin olurdu.

Birden kalbi heyecanla kıpırdamaya başladı. Numarayı

çevirdi.

Bir iki kez çaldıktan sonra telefon açıldı. Arkadan korkunç

gürültüler geliyordu. Makinelerin, insanların ve daha kim bilir

nelerin karışık gürültüleri, gıcırtıları. Hasan bağırarak cevap verdi;

“Vay kuzen? Ne var ne yok?”

“Sağ ol Hasan! Senden ne haber kuzen? İşler yoğun galiba.”

“Sorma. Aynı koşturmaca işte. Hayrola Nezih?”

“Sana bir şey soracaktım. Bizim binadaki kiracılardan birinin

tesisat işi varda. Bana bu konuda önerebileceğin uygun fiyatlı biri

var mı?”

Page 75: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

75

“Nasıl bir şey, anlat bana.” Nezih olayı, Hilmi ustanın

anlattığı şekilde anlattı Hasan'a. Tabi Hilmi ustanın verdiği ücreti

söylemedi. Bunu sadece mal sahibi biliyor şeklinde konuştu.

“Bana tıkalı boruyu bulup değiştirecek biri lazım. Sonra

duvara tekrar sıva çekilecek. En sonda da duvar boyanacak.” Hasan

hepsini “hıı hıı” diyerek sessizce dinledi. Sonra ben seni arayacağım

deyip kapadı.

Bakalım ne çıkacak bu işten diye düşündü Nezih.

Muhtemelen yakın bir fiyat çıkacaktı. Ama aklına bir fikir gelmiş ve

peşinden koşmuştu en azından. Aradan yarım saat geçmişti ki

telefonu çaldı. Hasan'dı. “Kuzen, benim bir tesisatçım var Burada;

Ahmet usta. Gelip yapacak o.”

“Ne kadara yapacak?”

“Sen tanıdık olduğun için 150’ye yapıverecek. Tamam mı?”

Yeniden heyecanlandığını hissetti. “Peki, sıva ne olacak? Bir de boya

işi var? Onları kime yaptırabilirim?”

“Sıvayı da o yapacak merak etme. Ama senin adama söyle,

ustaya biraz çimento, biraz da kum alırsınız. Boyayı da sen yaparsın

olur biter. Boya dediğin ne ki? Boyacıya vereceği parayı sana verir

işte. Olur mu?” Olur mu? Bu soru kafasında çınlıyordu. Müthiş

olurdu hem de. “Tamam. Ben kiracıyla konuşup sana döneyim”

Nezih şöyle bir düşündü. 150’ye tesisat ve sıvayı

hallediyordu. Biraz çimento ve kum da 50 tutsa etti 200. beş kiloluk

boya yeterdi herhalde. O da hadi 100 tutsun. Bu işi 300’e mal

ediyordu. Geriye 400 lira artıyordu. Bu harikaydı işte. Nezih az sonra

Mithat beyi arayıp ustayı ayarladığını söyledi. Ahmet ustanın

telefonunu kuzeninden alıp onu da ertesi günün sabahına çağırdı.

Ertesi günün sabahı Ahmet usta gelip işe koyulmuştu, Nezih

de apartmanın günlük işlerine… Öğlene doğru apartman girişinde,

masasında oturmuş günün gazetesini okurken asansör aşağı indi.

Page 76: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

76

Asansörden çıkan, elinde kir ve pastan rengi ve şekli bozuk bir boru

parçası tutan Ahmet ustaydı. Adam elindeki boruyu Nezihin önüne

bıraktı.

“Demek buldun ha!” Boru parçasından hala sular

damlıyordu. Borunun tam orta kısmı, yani adamın eliyle tuttuğu yer

içe bükülmüştü. Borunun içi pasla tamamen tıkanmıştı. Nezih

boruyu eline alınca ağırlığına biran şaşırdı. Yine de biraz zorlasa

boruyu ikiye kırabileceğini hissetti.

“Bu boru artık toprağa karışmaya başlamış bile.” diye sırıttı

Ahmet usta.

“Etrafı daha fazla kirletmeden bunu yok et. Sence kaç yıldır

orada?” Nezih boruyu gürültüyle masaya attı. Adam boruyu alıp

malzeme çantasına attı. “Sen söyle. Bu bina kaç yıllık?”

Nezih şöyle bir düşündü. Binanın büyük dış kapısı üzerinde,

çoğu eski binada olan tarih tabelasından yoktu. Ama bildiği

kadarıyla yüzyılın başlarında inşa edilen, Ermenilerin oturduğu ilk

binalardandı burası. “Yüzyıllık vardır.”

“Belli.” Adam sırıtıp dışarı çıktı. Bir saat kadar sonra elinde

PVC bir boru, plastik bir torbada biraz çimento, ufak bir çuvalda da

ince elenmiş, sıvaya uygun bir miktar kumla geri geldi. Gün

bitmeden Boruyu yerine takıp, duvarı sıvamıştı. Tuvaletin suları

olması gerektiği gibi akıyordu sonunda. Böylece ertesi gün öğleden

sonra işin önemli kısmı tamamdı. Gerçi çimento ve kum 65 lira

tutmuştu ki bu hesap ettiğinden 15 lira fazlaydı. Ama yine de hala

karlı sayılırdı. Nezih cebinden 150 lira verip ustayı uğurlarken cep

telefonunu kaydetmeyi de unutmadı. Kim bilir birlikte daha çok işler

yapabilirlerdi.

Ertesi gün Mithat bey’e boya işini kendisinin halledeceğini

söylediğinde adam bir şey söylemedi. Onun derdi işin biran önce

bitmesiydi nede olsa. Nezih bir nalbura gidip durumu anlattığında 3

Page 77: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

77

kiloluk bir boyanın yeterli olacağını öğrenince sevindi. Üstelik boya

kendisine 35 liraya mal olmuştu ki bu hesaplarına göre 15 lira karda

olması demekti.

O gün akşama doğru dairedeki çalışanlar evlerine dönerken

Nezih’te duvarın boyama işini bitirmişti. Toparlanırken odanın

kapısında Mithat Bey durmuş onu bakıyordu. Elinde tuttuğu 50 lirayı

sessizce ona uzatmıştı. Nezih bir an ne olduğunu anlayamadı. Adam

çekinerek gülümsedi. “Bunu konuşmamıştık ama yeterli olur mu

acaba?”

“Ne için yeterli olur mu Mithat Bey?

Adam biran şaşırdı. “Boya için! Boyayı sen yapıyorsun ya!

Bunu ücretsiz yaptıramam sana. Bir boyacı yapacak sanmıştım

başta.” Adam haklıydı tabi ama Nezih bunu hiç düşünmemişti. “Bu

yeterli mi? Boya ne kadar tuttu?”

Parayı aldı. Bir şeyler söylemeye çalıştı. “Boya 35 lira tuttu

efendim. İsterseniz faturası yanımda.”

“Tabi iyi olur. Faturayı muhasebeciye verir gider gösteririz.”

Nezih, boyalı elleriyle arka cebinden kırışık faturayı çıkarırken onu

atmadığına şükretti. Ama şimdi başka bir sorun vardı.

“Faturayı muhasebeciye verir gider gösteririz. Diğerleri de

fatura verdi mi?” İşte bunu hiç düşünmemişti. Diğer faturalar…

Şimdi ne yapacaktı? Bir şeyler söylemeliydi. Bir çare bulmalıydı.

Belki de durumu itiraf etmeliydi. “Tesisatçıdan almadım efendim.”

Sözcükler ağzından dökülüvermişti işte.

Mithat Bey gözlerini dikip ona baktı. Alnında kırışıklar

belirmişti. “Faturasız olmaz biliyorsun.” Adam dönüp kendi odasına

yöneldi. Olmazdı tabi. Şimdi nereden fatura kestirecekti? Üstelik 700

TL’lik fatura. Bunu Ahmet ustaya söyleyemezdi. Hadi söyledi

diyelim, adam olsa olsa 150 liralık fatura keserdi, neden 700 liralık

kessin ki? Her şey bitmişti işte. Birine gidip 700 liralık fatura

Page 78: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

78

kestirebilirdi elbette ama bunun içinde kesen adama 126 liralık vergi

farkı ödemesi gerekecekti. Böylece bu işten kendisine hiçbir şey

kalmıyordu. Biranda keyfi kaçmıştı.

“Bir dakika!” Mithat Bey odanın kapısında elindeki kırışmış

faturaya bakıyordu hala. Nezihin yüreği hop etti. “Bu sefer ne

çıkacak bakalım?” diye düşündü. “Biz 700’e anlaşmıştık değil mi?”

“Evet, Mithat Bey.”

“Fatura kestirirsek bir de vergi ödeyeceğiz.”

Nezih bir şey söylemedi ama tabi ki öyle olacaktı.

Adam “boş ver” gibisinden elini salladı. “Fatura

kestirmeyelim. Zaten 700 ödeyeceğiz, bir de faturayla daha fazla

ödemeyelim.” Nezih sevinç, şaşkınlık ve daha birçok duygunun

karışımını hissetti içinde. Söyleyecek söz bulamıyordu. En iyisinin

susmak olduğunu hissetti. Adam önce bir zarf uzattı. “Burada 700

lira var.” Ardından elini cebine atıp 35 TL çıkarıp Nezihe verdi; “Bu

da senin boyanın parası.” Nezih sessizce teşekkür edip parayı ve

zarfı aldı.

O gece ellerindeki, yüzündeki boyaları temizleyip yatağa

girerken gün boyu yaşadıklarını düşündü. Kafasından şöyle bir hesap

yaptı; her şey 265 lira tutmuştu. Tahmininden 15 lira fazlaydı bu.

Bunun yanında Mithat Bey ona 50 lira boya işçiliği parası vermişti.

Yani 215 lira masraf yapmış ve 485 lira da para kazanmıştı. Kredi

kartının borcu olan 350 lira çıkmış 135 lirada cebinde kalmıştı.

Gülümsedi. Bu işten gerçekten karlı çıkmıştı. Hem de çoook

karlı çıkmıştı. Bu işi daha da geliştirmeye karar verdi. Neden

olmasın ki? Bir yandan kapıcı işlerine devam eder, bir yandan da bu

tür ek işler yapıp para kazanabilirdi. Her ay böyle iki iş çıksa 100 bir

yerden, 300 başka bir yerden derken iyi para kazanabilirdi. Nasıl olsa

elinin altında uygun fiyatlı çalışan Ahmet ustası vardı.

Page 79: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

79

Hilmi usta geldi aklına. İşin boya kısmını çıkardığında

adamın yaklaşık 500 lira kazandığını hesap etti. Acaba Ahmet usta

kendisinin 150 liraya yaptığı işten başkasının 500 lira aldığını bilse

kendisine aynı fiyattan iş yapmayı sürdürür müydü? Sıkıntıyla yan

döndü. Bunu bilmesi gerekmiyordu. Hem nereden bilecekti ki?

Böyle olumsuz şeyler düşünmeye gerek yoktu. Şimdi kazandığı

paranın tadını çıkarmalıydı. Böylece az sonra huzurlu bir uykuya

daldı Nezih.

Birkaç gün sonra, İstanbul’da akşama dek bulutlu ve rüzgârlı

bir hava vardı. Hem de ne rüzgâr! Yağmur bir türlü yağmamış ama

sert bir rüzgâr akşama dek ortalığı süpürüp durmuştu. Kadınların

eteklerini uçurmuş, insanların gözlerine toz doldurup elleriyle acı

içinde yüzlerini kapattırmıştı. Akşam da böyle devam etmişti.

Aysel iki kez Nezihi yemeğe çağırmış, gelmeyince sonunda

sinirli bir şekilde kapının önüne çıkıp Nezihe bakmıştı. Nezih,

delirmiş gibi esen rüzgâra rağmen kapının önünde sandalyesinde

oturuyordu. Hiç rahatsız olmuş gibi bir hali yoktu. Aslında rüzgârın

farkında bile değil gibiydi. Uzaklara dalmış, rüzgârın korunu

parlattığı sigarasını içiyordu ağır ağır.

Aysel elleriyle başındaki eşarbı uçmasın diye tutup gözlerini

kısarak Nezihe baktı; “Yemeğe gelsene Nezih! Bu rüzgârda ne

yapıyordun burada?”

Nezih dalgınlığından zorlukla kurtulup yavaşça Aysel’e

dönüp baktı. “Canım bir şey istemiyor. Siz yiyin, ben az sonra

gelirim” dedi. Aysel bir an nezihin yüzüne baktı. Adamım canının

sıkkın olduğu belliydi ama en iyisi şimdilik üstüne gitmemekti. İçeri

gelince sorardı nasılsa. Kadın bir şey demeden binaya girdi. Nezih,

Aysel’in kendisine nasıl baktığını fark etmişti. Bir şey sormadığı

içinde çok sevinmişti açıkçası. Şu an hiç konuşmak gelmiyordu

içinden. Böyle bir kadına sahip olduğu için şanslı olduğunu hissetti.

Page 80: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

80

Hem zaten ona ne diyebilirdi ki? Şu ek iş olayını zaten anlatmıştı.

Kredi kartını bu sayede ödediğini de anlatmıştı. Aysel de buna

sevinmişti tabi. Sonra? Sonrasını nasıl anlatacaktı?

Yeni bir tesisat işi çıktığını ve Ahmet ustayı aradığını…

Onun arkadan gelen müzik, eğlence sesleri arasında sarhoş ama

oldukça neşeli bir halde telefonu açtığını… Neler olduğunu

sorduğunda da “kutlama yaptıklarını” söylediğini… Neyi

kutladıklarını sorduğunda da “Altını Kutluyoruz, Altını…” cevabını

nasıl anlatacaktı? Sonra kuzeni Hasan’ı arayıp olanı biteni ondan

öğrenmişti.

Nereden bilebilirdi ki?

Nezih rüzgârın getirip suratına çarptığı toz toprağı fark

etmeden sigarasından derin bir nefes daha çekti.

Hilmi ustanın, tamamen o an içine doğan, öylesine bir

merakla kir, pas içindeki ağır tesisat borusunun içini temizlemeye

başlayacağını nasıl bilebilirdi?

Adamın, borunun içinden çıkan koyu sarı renkli çubuğu

görünce şaşırıp, bunu bir arkadaşına göstereceğini, arkadaşının da

ona “Ulan bu altına benziyor” diyeceğini, bunun üzerine bizimkinin

bir kuyumcuya gidip gerçekten borunun altın olduğunu öğreneceğini,

sonra da yaklaşık 200.000 liraya altını orada satacağını da bilemezdi.

Dahası, bunu kutlamak için arkadaşlarıyla eğlenmeye

çıkacağını (elbette tüm masraflar ondan), işte kendisinin da tam o

sırada onu arayacağını ve bu “tuhaf” haberi alacağını da bilemezdi.

Nereden bilebilirdi ki?

Aslında sadece Nezih’in değil hiç kimsenin bilmediği acıklı

bir öykü yaşanmıştı o paslı tesisat borusunun… Daha doğrusu altın

tesisat borusunun olduğu dairede. Bu öykü artık kimsenin tanımadığı

Alen İpekçiyan adlı Rum bir iş adamının öyküsüydü. Yıllar önce taa

mübadele döneminde yani 1950’li yıllarda o dairede ailesiyle

Page 81: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

81

yaşıyordu Alen bey. Ortalık karışmaya başladığında, yani Rum ve

Ermenilere yönelik saldırılar başladığında adam da doğal olarak

ailesinin ve kendi canının emniyetini düşünerek geçici bir süre

Yunanistan’a taşınmaya karar vermişti. Bu çok zor bir karardı onun

için ama çare yoktu, çünkü canları ve malları tehlikedeydi. Böyle

olunca da mecburen çok sevdikleri bu güzel ülkeyi, işini ve mallarını

bırakıp aceleyle kaçmaya karar vermişlerdi. Önce ailesini yollamıştı

Alen bey. Kendisi geride bıraktığı işini, mallarını bir şekilde

emniyete alacak ya da her şeyi satıp nakde çevirecek ve arkalarından

gelecekti.

Gerçekten de öyle yaptı adam. Ailesini yolladı. Şirketini

devretti, mallarını iyi sayılabilecek fiyatlara satıp nakde çevirdi.

Sonunda elinde bir tek evleri, Beyza apartmanındaki bu daire

kalmıştı. Ancak çocuklarının doğduğu, karısıyla ömürlerinin geçtiği

bu evi satmaya gönlü razı olmuyordu bir türlü. Üstelik bu dönemin

geçici olduğunu düşünüyor, daha doğrusu buna inanmak istiyordu.

Her şeye rağmen, kim ne derse desin burası onun da toprağıydı.

Eninde sonunda ortalık yatışacaktı. Böylece birkaç yıl içinde tekrar

geri gelebilirlerdi.

Böylece evi satmaktan vazgeçti Alen bey. Bunun yerine evi

burada kalmaya karar veren bir Ermeni dostuna kiraladı. Yurt

dışından kiracısını takip edebilirdi nasıl olsa. Sonra birden aklına bir

şey geldi. O kadar parayla yola koyulup neden tehlikeye girsindi ki?

Bunun yerine eğer parayı dairesine iyi bir şekilde saklarsa,

geldiğinde her şeye yeniden başlayabilirdi. Ya da daha akıllıcası

parayı altına çevirirdi. Böylece değerini kaybetmezdi. Üstelik o

kadar parayı saklamaktansa onların yerine bir altın külçesi saklamak

daha kolay olacaktı.

Sıcak bir sonbahar günü bomboş evde öylesine dolaşıyordu

Alen. Dışarıdan gürültüler geliyordu. Silah sesleri, bağrışmalar.

Page 82: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

82

Ortalık gittikçe tehlikeli olmaya başlamıştı artık. Yabancılara ait

dükkânların yağmalandığını, ulu orta saldırılar olduğunu duyuyordu

radyodan. Yakında yabancıların evlerine da saldırmaları an

meselesiydi. Çocuk odasının önüne gelince durup içeri baktı.

Kalorifer borusuna takıldı gözü bir an ve bir kıvılcım çaktı aklında.

Olabilir miydi acaba? Gidip alet çantasını getirdi. Büyük bir çekiç

alıp duvarı kırarak tesisat borusunu ortaya çıkardı. Aklındaki şey

olabilirmiş gibi görünüyordu. Metreyle boruyu sağından solundan

ölçüp biçti. Evet, pekâlâ olabilirdi. Ancak düşündüğü şeyi kendisi

yapmalıydı. Bu konuda kimseye güvenemezdi. Kimseye…

Böylece Alen tüm parasını sağlam bir çantaya doldurup

dikkatle evden çıktı. Aracına atlayıp Sultanahmet’e, Kapalıçarşı’ya

gitti. Kendisi gibi Rum olan kuyumcu bir ahbabının yanına gitti. Bir

kahve eşliğinde bir süre sohbet edip dertleştiler. Sonra Alen çantayı

çıkarıp masanın üstüne koydu ve ne istediğini söyledi. Kuyumcu

Alen’e hak verdi. Çantanın içindeki paralara çıkardılar. Kuyumcu

paraları saydı. Kalemini ve hesap makinesini alıp çalışmaya başladı.

Bir kâğıdın üzerine sayılar yazdı. Sonra Alen’e dönüp “Tamam”

dedi. “Paraya karşılık gelen külçeyi bugün döker yarına da hazır

ederim.”

Ertesi gün Alen kuyumcunun dükkânına gitti. Dükkânın arka

tarafındaki küçük odaya geçtiler. Adam büyük bir kasayı açıp

içinden lacivert renkli kadife bir örtüye sarılı, iri bir külçe altını iki

eliyle çıkarıp masaya koydu.

Alen çantasıyla arabaya gidene dek ter içinde kalmıştı çünkü

küçük sayılabilecek ebadına rağmen külçenin ağırlığı inanılmazdı.

Eve dönmeden önce yolda bir de nalbura uğradı ve birtakım inşaat

malzemeleri satın aldı.

Sonunda evine varmıştı. Elbette kuyumcuya planının

tamamını anlatmamıştı. Ondan sadece yanında taşıyabileceği ve

Page 83: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

83

ülkeden çıkarabileceği tek parça bir altın istemişti. Şimdi işin önemli

kısmını kendisi halletmek zorundaydı. Mutfağa geçti, kolları sıvadı.

Gaz ocağını açıp karısının düdüklü tenceresini ocağa koydu. İçine de

külçe altını bıraktı. Yaklaşık iki buçuk saat sonra altın erimiş, sarı bir

yoğurt kıvamına gelmişti. Tencereyi dikkatle tutan Alen içindeki sıvı

altını mermer tezgâhın üzerine döktü.

Altın, düdüklü tencerenin içinde erirken ortaya hiçbir koku

çıkmamıştı ancak mermer tezgâhın üzerinde soğurken çıkardığı

inanılmazdı. Yaklaşım yarım saat sonra altın dokunulabilecek kadar

soğumuştu. Bu arada Alen, çocuk odasında hummalı bir çalışma

içindeydi. Önce dairenin su vanasını kapamış, ardından nalburdan

aldığı alet edevatlardan biri olan demir testeresiyle tesisat

borusundan kol kadar bir parçayı kesip çıkarmıştı. Bu iş onu kan ter

içinde bırakmıştı. Duvardan söküp çıkardığı bakır tesisat borusuyla

mutfağa döndüğünde altında dokunulabilecek kadar soğumuştu.

Hamur kıvamındaki yarı soğumuş altını bir oklava yardımıyla

dikkatle rulo yaptı. Biraz uğraşın ardından, altın rulosunu bakır

tesisat borunun içine tıkıştırmıştı işte.

Sonunda, ağır boruyu mutfak masasının üzerine bırakıp,

kendisi de bir sandalyeye çöktü. Dışarıya kulak kabarttı. Ara sıra

göstericiler önde polisler arkalarında, cumhuriyet caddesinden

gürültülü bir kalabalığın koşuşturması duyuluyordu. Koşuşturmaca

ve stres onu yormuştu ancak işin önemli bölümünü de bitirmişti.

Şimdi oturma zamanı değildi. Masadan kalkıp bakır boruyu alarak

ufak odaya geçti. İki adet iri bağlantı somunu yardımıyla boruyu

yeniden duvarın içindeki yerine yerleştirdi. Sonra banyoya gidip

leğeni getirdi. Nalburdan aldığı üçer kiloluk ince kum ve toz

çimentoyu suyla birlikte leğende karıştırıp sıva harcını hazırladı.

Malayla duvarın kırdığı yerine bir güzel sıvadı. İş tamamdı. Bir süre

sıvanın kurumasını beklemesi gerekiyordu. Saatin kaça geldiğini

Page 84: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

84

bilmiyordu ama ortalık gitgide sessizleşiyordu ki bu da vaktin bayağı

geç olduğu anlamına geliyordu.

Alen, dinlenemeyecek kadar heyecanlıydı, bu yüzden sıvanın

kurumasını boş boş oturup beklemektense ortalığı toplayıp

temizlemeye karar verdi. Karısı evin halini görse kim bilir ne derdi?

Birden elinde çimento artıklı leğenle koridorda durdu. Karısı ve

çocukları ne yapıyordu şimdi acaba? Muhtemelen onlar da kendisini

düşünüyorlardı. Silkindi. “Neyse!” diye düşündü. Nasıl olsa çok

yakında onlara kavuşacaktı. Karısına dâhiyane planını anlatınca

tepkisi ne olacaktı acaba?

Bir ara fırsatını bulup salondaki duvar saatine baktığında

şaşkınlıkla saatin gece yarısı 2’yi geçtiğini gördü. Çocuk odasına

geçip sıvaya elini yavaşça dokundurdu. Elbette daha kurumamıştı.

Yatıp uyumayı ve boyayı da ertesi güne bırakmayı düşündü. Sonra

bundan vazgeçti. Biran önce bitirmek istiyordu işi. Ancak o zaman

içi rahat edecekti.

Boya kutusunu ve tiner kutusunu açtı. Boyayı tinerle inceltti.

Duvarı bir kat boyadı. Odanın içindeki kanepeye oturdu. Boyanın

duvara iyice sinmesi için biraz beklemeye karar verdi. Yumuşak

kanepe bir anda yorgunluğunu hatırlatıvermişti. Ama henüz

uyuyamazdı. En azından bir kat daha boyamalıydı duvarı. Ama daha

değil. Boya az daha sinmeliydi duvara. Alen gözlerini açık tutmakta

zorlanıyordu artık. Kanepeye uzanmayacaktı, uzanırsa uyuyup

kalırdı çünkü. Sadece hafifçe, hemen kalkmak üzere kanepenin yan

kısmına yaslandı. Biraz daha bekleyip ikinci katı da atınca işi

bitecekti. Ondan sonra yatak odasına gidip karısıyla paylaştığı rahat

yatağına yatardı. Az daha beklemesi gerekiyordu. Boya duvarın içine

sinip az da kuruyana dek. Az daha beklese yeterdi. Birazcık daha…

Bir hafta sonra komşuları dayanılmaz koku yüzünden artık

bekleyemeyecek duruma gelince polis çağırdılar. Apartman yönetici,

Page 85: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

85

polis memuru, çilingir, kapıcı, birkaç da komşu burunlarını tutup

içeri girdiler. Alenin şişmiş, morarmış bedeni kanepede gözlerini

kapattığı andaki konumunda yatıyordu. Çürüyen ölü vücudun üzeri

sineklerle kaplıydı. Çürüyen bedenin kokusu, açık kutusundaki

boyanın kokusuyla karışıyordu. Tiner kutusu ise elbette boştu. Alen

ne olduğunu bile anlayamadan sessizce ve huzur içinde ölmüştü.

Hiç kimse ne olup bittiğini bilememişti. “Zavallı adam!

Herhalde odanın duvarlarını boyamak istemiş ancak tinerden dolayı

kalp krizi geçirip ölmüş” dedi apartman yöneticisi komşulara.

Böylece Alenin sırrı da o gece o kanepede onunla birlikte ölüm

uykusuna dalmıştı.

Nezih sigarasının izmaritini fırlattı. Elleriyle yüzünü

ovuşturdu. Çok düşünmüştü… Hem de çok. Ama “o kahrolası altının

o kahrolası paslı borunun içinde ne aradığı” sorusunun makul bir

cevabını bir türlü bulamamıştı. İçinden bir his hiçbir zaman da

bulamayacağını söylüyordu.

Bu işte kar ettiğini düşünmüştü Nezih. Güldü. Belki de bir

yerlerde yanlış yapmıştı. Belki de hiçbir yerde yanlış falan yoktu.

Belki de sadece kaderin kendisine bahşettiği şans bu kadardı işte.

Belki de bu konuyu kapatmalı ve üzerinde daha fazla

düşünmemeliydi. Belki de apartmanın tepesine çıkıp aşağı atmalıydı

kendisini. Belki de bir daha kendi işi dışında böyle işlere hiç

girmemeliydi.

Belki de bir daha sadece kahrolası faturalarını zamanında

ödemeliydi.

Page 86: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

86

Oruçla Ödeşmek

Ramazan o yıl ağustos ayına denk geliyordu. Aslında

ağustosun sonlarına denk geliyordu ama İstanbul’da son birkaç yıldır

yazları uzun ve cehennem gibi sıcak geçiyordu. Bu sıcak eylülün

sonlarına dek hız kesmeden devam ediyordu. Nezih sıkıntıyla

elindeki gazeteyi karıştırıyor bir yandan da yaklaşan ramazanı

düşünüyordu.

“Küresel ısınma” diye söylendi kendi kendine. Güvenlikçi

Recep dönüp baktı.

“Efendim?” Kendisine söyledi sanmıştı.

“Küresel ısınma. Havalar gittikçe ısınıyor. Yandık.”

“Evet, kıyamet alameti.” İki adamda başlarını üzgünce

salladılar. Bu ramazan zor geçmese bari diye düşündü nezih. Çok

uzun zamandır ramazan yaza denk gelmiyordu. Belki 20 yıldır.

Page 87: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

87

Birden o ramazanı hatırlayıverdi. Yine böyle yaza denk

gelmiş olan, belki de 20 yıl önceki o ramazanı. Hayatında ilk ve tek

kez orucunu bozduğu o sıcak yaz ramazanını...

Okulun bahçesinde basket oynuyorlardı. O yazın sıcağında,

hem de öğlen vakti. Güneşsin en tepede olduğu o cehennem vakti

onlar basket oynuyorlardı. Ne de olsa daha çocuk sayılabilecek

yaşlardaydılar. Nezih hatırlıyordu. Basket oynayanların içinde tek

oruç tutan kendisiydi. Oruç tutan çocukların hiçbiri de basket

oynamıyor ya da kendilerini susatacak benzer bir şey yapmadan

gölge yerlerde oturuyorlardı. Yani kendisi dışında hiçbiri…

İçinde bir rahatsızlık, bir vicdan azabı duydu. Gazeteyi

indirip binanın önünden gelen geçen insanlara görmeyen gözlerle

baktı. Böyle hissetmesi yanlıştı esasında ve o da bunu farkındaydı.

Yani sonuçta o zamanlar daha çocuk sayılırdı.

Susuzluğa dayanamayan çocuk gidip su içer sonra da geri

gelip “Aaa! Unuttum ve su içtim” derdi gülümseyerek. Herkes onun

bunu bilerek yaptığını bilirdi tabi. Nezih bunu hiç yapmamıştı.

Yinede o gün… O gün istemese de bozulmuştu orucu ve bu içinde

hep bir sızı olarak kalmıştı. İşte her sene ramazan vesilesiyle

ömrünün sonuna dek yılda en az bir kez bu acı olayı hatırlamaya da

devam edecekti. Gözünde canlanıverdi yine anılar. Kan ter içinde

basket oynayan birkaç yeni yetme. Çok çekişmeli bir maç. Güneşin

ortalığı kavurduğu bir ramazan günü. Maç bittiğinde tüm çocuklar

suyu başlarına dikiyor. Biri hariç…

Birden cep telefonu çalmaya başladı ve Nezih’te

düşüncelerinden gerçek hayat dönüverdi. Arayan apartman yöneticisi

İzak bey’di. Yukarı çağırıyordu Nezihi. İçindeki can sıkıntısının

nedenini biliyordu aslında Nezih. Ramazandı sebep. 1 ay boyunca

tutulacak oruçlardı. Gerçi hepsini tutamıyordu ama yine de kendisi

tutamasa da eşi… Çevresindeki insanları, eş dost çoğu insan

Page 88: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

88

tutuyordu. Sorun oruç tutmak da değildi aslında ve Nezih de bunu

biliyordu. Yetişkin bir insandı ve akşama dek oruç tutma konusunda

genelde sıkıntı çekmiyordu. Sorun o günü tekrar yaşama

korkusuydu.

“Hadi eyvallah” deyip bankaya yöneldi Recep. Nezihte

yukarı İzak beyin yanına çıktı.

Sonunda ramazan başlamış, ilk bir haftası geçivermişti bile.

Nezih Orhan ustanın simit arabasının yanında oturmuş laflıyordu.

“Eee ne zaman beraber iftar yapacağız?"

“Yapalım bir akşam hakikaten. Arkada benim bahçede

hazırlarız.” dedi Nezih.

“Garson Recep’i, piyangocu Aykut’u, kim varsa çağırırız."

“Olur, iyi fikir. Yarın akşama çağırayım ben herkesi."

Böylece ertesi akşama iftar için etraftaki eşe dosta haber vermeye

başladılar. Orhan usta ve diğerleri ısrar etse de Nezih yardım

tekliflerini kibarca reddetti. Bu iftarı kendisi verecekti, o yüzden

yemeklerde kendisindendi. Aysel’e yarın akşama iftar yemeği

vereceğini, ona göre hazırlık yapmasını söyleyip alışveriş için bir

miktar da para verdi. İftar yemeği vermek büyük sevaptır diye

bilinir, o yüzden ramazanda kimse vereceği yemeğin maliyetini

düşünüp endişelenmez. Nezihte sevaba gireceği mutluydu açıkçası.

Bu yüzden Aysel’de ses çıkarmamıştı Nezihe. O gün hem Nezih hem

de Orhan usta gördükleri tüm eşe dosta haber verdiler. Gelebilecek

herkes teşekkür edip söz verdi.

Ertesi akşam iftar vaktine yakın Aysel hazırlıkları bitirmek

üzereydi. Arkadaki bahçeye iki uzun masa çekmişler, üzerine örtüleri

serip sandalye çıkarmışlardı. Binadaki ofislerde çalışan ve Nezihin

ahbaplık kurduğu birkaç kişi de davetliydi. Aysel tüm gün uğraşmış,

dört beş çeşit yemeği hazır etmişti.

Page 89: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

89

Önce “Tut şunları kollarım yandı vallahi” diye kollarında

sıcak pidelerle Recep çıkageldi. Recep biraz ötedeki Bereket

lokantasında çalışıyordu. Daha çok dışarıdan yemek siparişi

geldiğinde onları tepsiyle yemekleri getirip götürüyordu. Nezih

binanın kapısı önünde dikiliyor iftarı bekliyordu o sıra.

“Yahu ne zahmet ettin. Ben gidip alıp gelecektim fırından.”

“Ne gerek var canım. Lokantadan kaptım geldim ben. Dün

patrona söylemiştim ben iftara davetliyim diye. İzin istemiştim. O da

tamam demişti. Şimdi çıkarken “pideleri buradan götür Recep”

demez mi? Ramazan bereketi işte. Herkes sevap peşinde.”

Nezih pideleri gidip bırakıp geldiğinde Orhan ustan kapının

önünde Receple sohbet ediyordu. Elinde koca bir kutu vardı.

“Bu ne Orhan usta?”

“Tatlı aldım. Güllaç. Ramazan da güllaç yenir.”

“Yahu ne gerek vardı. Ne zahmet ettin.” Nezih bu seferde

tatlıları bırakmaya gitti.

Döndüğünde bu sefer kapının önünde muhabbet edenler 4

kişi olmuştu. Güvenlikçi Recep ayakları dibinde bir poşetle,

piyangocu Aykut da bir elinde kutuyla dikiliyor hep beraber Orhan

ustanın anlattığın bir şeyi dinliyorlardı.

“Yahu bunlar nedir?”

“E susadık akşama kadar. Ramazanda rakı içecek halimiz

yok ya. Kola aldım buz gibi, içeriz işte.” diyen Recep poşeti Nezihin

bir eline tutuşturuverdi. Piyangocu Aykut da elim boş gitmeyeyim

diye pastanenin birinden güllaç almıştı. Artık iftar vakti de iyice

yaklaştığından hep beraber içeri Nezihin evinden arka bahçeye

geçtiler.

Aysel, Nezihin ellerindekileri görünce “misafire alışveriş mi

yaptırdın?” diye önce bir güzel kızdı. Nezih durumu anlatınca da

gidip hem “hoş geldiniz” dedi hem de hepsine teşekkür edip hafifçe

Page 90: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

90

de sitem etti. Sonunda ezan okundu ve hep beraber iftarlarını

yaptılar. Yemekler, tatlılar, çay derken sonunda hepsinin karnı da 3

aylık hamile gibi şişmiş kalmıştı.

Ertesi gün Nezih, Aysel’in direktifleri ve alışveriş listesi

doğrultusunda apartman işlerinden fırsat buldukça alışveriş yapmaya

başladı. Önce sabah ilk iş olarak İzak bey’in mektuplarını, günlük

gazete ve sabah alışverişini yapıp geldi.

Aksi gibi o gün de apartmanda korkunç bir yoğunluk vardı.

Önce dairelerden birinde tuvalet tıkandı. Nezih belediye görevlilerini

beklerken gidip bir kısım alışverişini tamamladı. İşte Nezihin

gününün nasıl geçeceği de daha sabahtan belli olmuş oldu. Bir

yandan apartmanın işleri ve alışveriş koşturması diğer yandan oruçlu

olması derken öğlene doğru Nezihin pili tükenmeye başlamıştı bile.

Güneş şemsiyesi altında oturan Orhan usta, tam önünden

geçen Nezihin yüzünden anlayıvermişti durumu.

“Hayırdır Nezih! Rengin solmuş. İyi misin?”

Nezihin onu pek duyacak duysa da cevap verecek ne hali ne

de zamanı vardı. Yorgun bir sesle cevap verdi;

“Hiç sorma. Apartmanın tüm aksilikleri bugünü seçmiş. Bir

yandan da alışveriş yapmaya çalışıyorum.”

“Yardım edeyim mi? Alışverişi ben yapayım istersen.”

Nezih uzaklaşmıştı bile.

“Boş ver! Sende işinden kalma. Ben hepsini hallederim.

Yine de sağ ol!”

Öğleden sonra alışverişin büyük kısmı bitmiş, apartmanın

işleri ise bir türlü bitmemişti. Arada Aysel telefon açıp yanlış ya da

eksik aldığı şeyleri söyleyip Nezihi bir güzel fırçalıyor, bir an önce

alınması gereken şeyleri yazdırıyordu. Nezih belediye binasında

apartman vergisi kuyruğundaydı. Bir elinde vergi makbuzu diğer

Page 91: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

91

elinde alışverişi listesi öylece dikiliyor, sıranın kendisine gelmesini

bekliyordu.

“Yürüsene birader! Hala dikiliyorsun.” Birinin uyarısıyla

uyandı Nezih. Dalıp gitmişti. Önündeki sıra boşalmış sıra kendisine

gelmişti de haberi yoktu. Ödemeyi yapıp apartmanın birkaç sokak

arkasındaki markete doğru gidiyordu. Gidiyordu ama kendisini çok

halsiz hissediyor, ölü gibi yürüyordu.

Saatine baktı. 3’ü geçiyordu. Yaklaşık 4 saat vardı daha.

Tam marketin önüne gelmişti ki olan oldu ve Nezihin gözleri

kararıverdi.

“Tamam, birader sakin ol. Başın döndü herhalde.” Genç bir

adam başında dikilmiş hafifçe yanağına tokat atarak uyandırmaya

çalışıyordu.

“Tansiyonum düştü sanırım” diye mırıldandı Nezih. Başında

bir sürü tanımadığı insanın kellesi durmuş yukarıdan kendisine

bakıyordu. Yüzü ve gömleğinin önü ıslaktı ama susuzluktan içi hala

yanıyordu. Demek sadece yüzünü yıkamışlardı.

“Az suç içirin adama da kendisine gelsin” diye seslendi

kadının biri.

“Hayır, olmaz” dese de sesi başındaki kalabalığın

gürültüsünde kaynadı. Başında çömelmiş duran genç adam elindeki

plastik su şişesini nezihin ağzına yaklaştırınca sanki zehir

içireceklermiş gibi birden doğrulup yerinden fırlayıverdi Nezih.

Başındaki insanlar ne olduğunu anlamamış hep bir ağızdan

konuşuyor, onu sakinleştirmeye, bir kenara oturtmaya çalışıyordu.

Sonunda herkesi iyi olduğuna ikna eden Nezih

ayaklanmadan evvel elinde su şişesiyle kaldırımın kenarında bir süre

dinlendi. Ancak tam kalkarken tekrar başı dönünce ilk defa içinde bir

telaş kıpırtısı oldu. “Sakin ol oğlum. Orucunu yine bozmak sorunda

Page 92: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

92

kalmayacaksın.” Elindeki su şişesine özlemle baktı. “Hayır. Tekrar

olmasına izin veremem.”

Böylece bir süre daha kalkmaya çalışıp başı döndüğünde

yığılır gibi yere oturarak orada öylece kalakaldı Nezih. Susuzluktan

ağzı kurumuştu. “Günah yok. Hastaysan bozabilirsin orucu. Niye

kendine eziyet edesin ki?” diye mırıldandı. Aslında bu durumda

orucu bozabileceğini biliyordu ama yine de bunu yapamıyordu işte.

Çocukluğunda, basket sahasında olan şeyin acısı bir ömür boyu

sırtındayken buna bir ikincisini eklemeye hiç niyeti yoktu.

“İçsene!”

Çocuğun biri kendisine su şişesini uzatıyor. Nezih ismini

hatırlamıyor çocuğun, aradan çok zaman geçmiş. Plastik su şişesini

nereden bulduklarını da hatırlamıyor. Güneş en tepede cehennemi

sıcağını üstlerine salıyor. O kadar güneşli bir gün ki her yer

apaydınlık.

“Olmaz, orucum ben.”

Bu cevabı verdiğini de iyi hatırlıyor. Sonra neler olduğunu

yine hatırlamıyor ama hayır demiş olsa da ikna olmaya çok yakın.

Arkadaşları da bunu sezmiş olmalı. Az önceki basket maçından

dolayı yorulmuş ve ter içinde. Güneş acımasızca tepelerinde

dikilirken potaların altındaki biraz gölge alana yürüyorlar.

Susuzluk çok can yakıcı. Ama daha da can acıtıcı olan şey

arkadaşlarınız su şişesini başlarına dikerken sizin bunu yapamıyor

oluşunuz.

“Sadece ağzımı çalkalayacağım.”

Sadece ağzını çalkalıyor. Yutmuyor suyu. Bu bile o kadar

güzel ki. Ama yetmiyor tabi. Kendini zor tutuyor ve tükürüyor ağız

dolusu suyu. Bu onu rahatlatmaktan ziyade suya özlemini daha da

artırıyor. Bir daha dikiyor şişeyi başına. Gözlerini kısarak bakıyor

Page 93: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

93

parlak, cehennemi güneşe. Yanakları suyla dolu ve gırtlağına doğru

ilerliyorlar. “Hayır” diyor içinde bir şey, bir yer. “Yapma!”

Yanındaki arkadaşı elini uzatıp şişenin yumuşak, plastik

gövdesini sıktığında yapmamaya karar vermişti. Ama bazen sizin

verdiğiniz kararın tek başına bir anlamı olmaz. Sular Nezihin ağzına,

gırtlağına dolarken son anda geri çekilip başını eğdi Nezih. Deli gibi

öksürürken arkadaşlarının kahkahalarını duyuyordu. Suyun tadı…

Yine de eşsizdi.

Nezih uzun süredir bu olayı düşünmemişti. Arada

ramazanlarda gelirdi aklına ve içini sızlatır sonra da yine ramazanla

geçerdi. “Ya tansiyon ya da kan şekeri” diye düşündü. “Ve bu her

neyse orucumu bozmam gerekiyor. Bir şeyler yemem, içmem lazım.

Yolsa yerimden bile kalkamayacağım.”

Aksi gibi bu akşam iftara bir sürü arkadaşı davetliydi ve bir

an önce kalkıp alışveriş yapıp malzemeleri Aysel’e yetiştirmesi

gerekiyordu ama düşerken kâğıdı falan da kaybetmişti. Üstelik

yerinden kalkacak takati de yoktu.

Susuzluk… Boğazı yanıyordu susuzluktan. Elindeki küçük,

plastik su şişesine baktı. “Sadece ağzımı ıslatayım” diye geçirdi

içinden. İnsanın zaafları karşısındaki acizliği dikkat çekicidir. En

güçlü insan bile zaafları karşısında kundaktaki bebek kadar

çaresizdir. Hele susuzluk gibi bir temel ihtiyaç söz konusu olursa. O

zaman doğru bildiği her şeyi unutuverir insan. Nezih şişeyi başına

dikti ve suyu yanaklarına doldurdu. Serinliği müthişti. Ağzını

çalkalayıp tükürdü. Yetmemişti… Zaten hiç yeterli olmazdı.

Susuzluğu daha da arttı. Tıpkı o günkü gibi…

Dayanamayacağını anladı Nezih. Bir karar vermeliydi.

Telefonunu çıkardı.

“Orhan usta Adliyenin arkasındaki çimen sokaktayım. Acil

buraya gelebilir misin?”

Page 94: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

94

“Hayrola nezih, bir şey mi oldu?”

“Tansiyonum düştü sanırım. Kaldırımda oturuyorum şu an.”

Nezih etrafına bakındı. İnsanlarda iftar telaşını

görebiliyordu. Sanki herkes işini biran önce bitirip evine gitmek ister

gibiydi. Sofralarına oturup oruçlarını açmak, yemeklerini yemek,

sularını içmek… Sularını… Nezih tekrar elindeki şişeye baktı.

Sonunda kalkıp ana yolun kenarından eve doğru yürümeye başladı.

Büyük ihtimalle Orhan usta da bu yoldan gelirdi nasılsa. Sonunda

tüm vücuduna yeniden bir halsizlik çöktü. Bir apartmanın giriş

merdivenlerine çöktü. Su şişesi elindeydi hala.

“Ağzımı az daha ıslatayım. Bundan bir şey olmaz” dedi ve

şişeyi tekrar başına dikti. Ağzına doldurduğu suyun tadı eşsizdi.

“Neden yatmayayım ki?” diye düşündü sonra. “Sonuçta daha sonra

telafi ederim olur biter.”

Beyni bir yandan basket sahasındaki o güne gidiyor, bir

yandan elindeki suyu içmesini söylüyordu. Aklı ve kalbi farklı şeyler

söylese de sonunda yine daha öncede olduğu gibi galip gelen aklı

oldu.

Ağzına doldurduğu suyu tam yutmak üzereyken yanı başında

bir ses “Nezih sen ne yapıyorsun?” diye bağırıverdi. Tabi Nezih de o

an refleksle tüm suyu önündeki kaldırıma püskürttü.

Orhan usta iri iri gözlerle ona bakıyordu. “Yahu o kadar kötü

müsün? Yani çok hastaysan bozabilirsin tabi.”

“Bende öyle yapacaktım zaten” diye sinirli sinirli karşılık

verdi Nezih.

“Tamam, kızma canım. Sadece şaşırdım bir an. Çok

kötüysen iç tabi. Hatta istersen hastaneye gidelim ha?”

Nezih saatine baktı. İftara sadece iki saat kalmıştı. Orhan

usta’nın da yardımıyla yavaşça doğrulup kalktı.

Page 95: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

95

“Bir zamanlar birileri yüzünden sona anda günaha girmiştim.

Şimdi de birileri yüzünden son anda günahtan kurtuldum.”

“Nasıl yani?”

“Boş ver önemli değil. Böylelikle ödeşmiş oluyorum işte.”

Orhan usta hiçbir şey anlamamıştı. “Oruç başına mı vurdu

acaba?” diye bir an Nezihin yüzüne dikkatle baktı. Tek gördüğü

yorgun ama huzurlu bir yüzdü. Bu da içini rahatlatmaya yetti.

Page 96: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

96

Genel Seçim

Günlerden cumaydı ve Nezih merdivenlerin sabah

temizliğini bitirmiş binanın önüne sandalyesini çıkarıp bir bardak

çay eşliğinde gazetesini okumaya hazırlanıyordu. Dışarıdan gelen

müthiş gürültüyle biran dondu kaldı. Ses güçlü bir hoparlörden

geliyordu. Elinde gazeteyle dışarı fırladı. Üstü hoparlörle dolu ve

siyasi partilerden birinin bayraklarıyla süslenmiş büyük bir minibüs,

kulak yırtan bir şarkı çalarak caddede ilerliyordu. İnsanlar kâh

kaldırımda durup kâh bir yandan yürüyerek geçen minibüse

bakıyordu. Kimi gülümseyerek minibüse el sallıyor, kimi öfkeyle

yüzünü buruşturup ters ters bakıyordu. “Vay canına” diye düşündü

Nezih. Seçim zamanı yaklaşmıştı işte.

Orhan usta’da dönüp yoldan geçen minibüse baktı bir süre.

Minibüs geçip gitmişti ki bu kez de yolun karşı tarafından bir başka

partinin başka renklerle süslenmiş ama yine üstü hoparlörle kaplı ve

Page 97: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

97

yine bangır bangır parti şarkısı çalarak gelen başka bir minibüs

göründü. Bu seferkinin içinde insanlar da vardı ve minibüsün

camlarından ellerindeki bayrakları sallıyorlardı. Nezih Orhan ustanın

yanına gitti.

“Seçim zamanı geliyor ha?” dedi Orhan ustabaşıyla

minibüsü işaret ederek.

“Evet, yine aynı gürültü, patırtı” dedi Nezih, aklına

seçimlerden sonra sokakların hali geldi biran ve yüzünü buruşturdu.

Seçimlerden sonra sokaklar bayraklar, broşürler, binaların duvarları

da destek isteyen afişlerle çöplüğe dönerdi. Harcanan o kadar para

Nezih’e her zaman fuzuli masraf gibi görünürdü. Yani onca para

başka bir şeye harcansa daha faydalı olmaz mıydı?

Nezih tam bunları düşünürken burnunun ucuna uzatılan bir

şeyle yerinden zıpladı. Biri kız iki oğlandan oluşan bir grup genç

hemen yanlarında duruyordu. Gençlerin üstlerinde aynı turuncu renk

t-shirt ve ellerinde de tomarla turuncu renk broşür vardı. Genç kız

tüm sevimliliğiyle gülümseyerek broşürü tekrar uzattı. “Partimizin

gençlik kolları olarak sizi yarın ki mitingimize davet etmek

istiyoruz” dedi.

Nezih broşürü alıp ne demesi gerektiğini düşünürken gençler

çoktan uzaklaşmıştı bile. Anlaşılan bir cevap beklemiyorlardı. Orhan

usta da bunu görmüştü. “Artık devir hız devri” dedi bir yandan

gülmeye devam ederek. “Eskiden tek tek konuşur, oy için ikna

etmeye çalışırlardı. Şimdi kimsenin buna vakti yok.”

“Benim gibi kapıcıyla niye konuşsunlar ki?”

Orhan usta Nezihe döndü, yüzü ciddiydi şimdi. “Olur, mu

hiç? Asıl hepsinin hedefi senin gibi ya da benim gibiler. Asgari

ücretliler, emekliler…” Eh haklıydı ya. Her siyasi partinin ilk hedefi

daima alt tabaka olmuştu. Hoş, şimdiye dek henüz hiçbiri alt

tabakanın durumuna çözüm bulamamıştı ya... Hangi parti, hangi

Page 98: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

98

görüş ya da kim olursa olsun bir şey değişmiyordu işte. Dünyanın

düzeni böyleydi.

Nezih herhangi bir siyasi görüşe yakın biri değildi, hiçbir

zaman da olmamıştı. Ona göre tüm siyasetçiler hırsızdı. Bir süre sol

partilere oy vermişti. Ve ne kadar hırsız olduklarını görmüştü. Sonra

sağ partilere oy vermişti. Onların daha da hırsız olduğunu ağzı bir

karış açık izlemişti. Böylece Nezih bir karar vermişti. Her seçimde

sırayla oy verecekti. Birinde sağ partiye oy verdiyse sonrakinde bir

sol partiye oy verecekti. Böylece kimseye bağlı kalmıyor kimseyi

ayırt etmiyor, kendince herkese şans vermiş oluyordu. Son seçimde

sağ partiye oy vermişti ve şimdi sıra soldaydı. Tabi bu fikrini

kimseye kabul ettiremiyordu o da ayrı mesele.

“Bu sene sıra kimde? Orhan usta birden Nezih’in seçim

stratejisini hatırlamıştı.

“Sol partide.” Nezih Orhan usta’nın kıs kıs güldüğünü fark

etti. Nedenini biliyordu. Sağ partiye oy verecekler Nezih’e bayağı

veryansın edeceklerdi. Sol partiye oy verenler de öyle. “Aman, boş

ver” dedi Nezih.

“Yarın ki mitinge gidelim mi ha ne dersin?” Bu teklif

Nezih’i şaşırttı. Orhan ustanın daha önce bir siyasi parti mitingine

gittiğini ne duymuş ne de görmüştü. Orhan usta onun şaşkınlığını

fark etmişti. “Ne var canım? Sonuçta herkesi dinlemek lazım. Hem

zaten Taksim Meydanı şurası.” Aslında Nezih de uzun zamandır

siyasi parti mitinglerine gitmemişti, bu fena fikir gibi gelmedi ona.

“İyi de benim oyum belli zaten. Sol partiye vereceğim. O

yüzden onların mitingine gitmeme ne gerek var? Belki daha sonra bir

sağ partinin mitingine gidebilirim.”

“Sen gel. Bana eşlik etmiş olursun en azından. Hem ben

daha kararımı vermedim.” Orhan usta’da siyasi görüşünü belli

etmeyenlerdendi. Soran olursa “ekmek partisi” der geçerdi. Bunca

Page 99: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

99

yıllık arkadaşlıkları vardı ve Nezih hala onun siyasi görüşünü

bilmezdi. Gerçi zaten bu konuda bir şey demedikten sonra

karşısındakinin siyasi görüşü zerre kadar umurunda olmazdı Nezihin.

Bu işlerden pek anlamasa da, bu konuların dostlukları bitiren

şeylerden olduğunu biliyordu.

Ertesi sabah erkenden kalmış, apartmanın temizliğini bitirip

binanın önüne çıkmıştı. Orhan usta henüz ortalarda görünmüyordu.

Sandalyesine oturan Nezih bir yandan çayını yudumlarken bir

yandan da Taksim tarafından gelen sesleri dinliyordu. Bazı meşhur

şarkılar, sözleri partiye göre değiştirilmiş halde bangır bangır

çalınıyordu. Günlerden cumartesi olduğu için ortalık nispeten

sakindi. Taksime giden yollar araç trafiğine kapalıydı, bu da ortalığın

daha sakin olmasını sağlamıştı. Mitinge giden insanlar, normalde

araçlara ait olan geniş caddede keyifle yürüyordu.

Sonunda Orhan usta geldi ve iki ahbap kaldırımdan değil de

diğerleri gibi caddenin ortasından yürüyerek ağır ağır meydana

doğru yola koyuldu. Meydanın girişleri polisler tarafından

tutulmuştu. Güvenlik nedeniyle sıkı bir üst baş araması vardı.

Aramadan geçip meydana doğru yürümeye devam ettiler. Otobüs

duraklarının olduğu yere dev bir stant kurulmuştu ve müzik yayını

oradan geliyordu. Meydana yaklaştıkça müziğin sesi de kalabalık da

artıyordu. Sonunda kalabalık, yürünmeyecek kadar yoğunlaşınca

müsait bir yer bulup dikilmeye başladılar. Orhan usta, hemen

yanlarından geçen bir simitçiden iki simit aldı. Bir yandan simitlerini

yerken bir yandan da etraftaki kalabalığa bakıyorlardı. Nezih, Orhan

ustaya baktı. Yüzünün ifadesini görmek ve ne düşündüğünü anlamak

istiyordu ancak Orhan usta’nın yüzünden duygularını anlamak güçtü

doğrusu. Sonra birden birisi arkadan sertçe çarptı Nezih’e. Nezih’in

simidi elinden fırlayıp yere düştü. Nezih arkasını döndüğünde,

çarpan adam pardon diyerek eliyle selam verip kalabalığın içinde

Page 100: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

100

ilerlemeye devam etti. Orhan usta da kalabalıktan rahatsız olmaya

başlamıştı açıkçası ancak yapılabilecek bir şey de yoktu.

Sonra sesler yükselmeye ve meydan dalgalanmaya başladı.

Sol partinin genel başkanı, küçük bir otobüsün üstünde meydana

varmıştı. Otobüsün üstündeki insanlar kâh ellerini kâh partinin

bayrağını sallıyordu. Başkan ve ekibi dakikalar sonra güç bela

meydandaki sahneye ulaşmayı başarmışlardı.

Partinin başkanı mikrofonu eline alır almaz birden var

gücüyle “Selam size ülkenin aydınlık insanları” diye haykırdı. İşte

bu, meydandaki insanları coşturmaya yetmişti. İnsanlar ellerini

kaldırıp coşkuyla haykırmaya, ellerindeki bayrakları sallamaya

başladılar. İşte ne olduysa o an oldu. Nezih’in diğer yanında dikilen

bir adam elindeki koca bayrağı kaldırıp sallamaya başladı ancak

adam biraz fazla coşkuluydu ve dirseği bir anda Nezih’in suratında

patladı. Nezih acı içinde yere düşerken Orhan usta önce farkına

varmadı. Neden sonra, yerde debelenen bir şeyi fark etti ve Nezih’in

kalabalığın bacakları altında kıvrandığını gördü. Başkaları da bunu

fark etmişti ki hemen eğilip onu yerden kaldırdılar. Nezih bir eliyle

gözünün altını tutuyordu. “Neyin var Nezih?” diye haykırdı Orhan

usta ama mikrofon başındaki başkanın coşkulu konuşması, halkın

coşkulu karşılıkları yüzünden kendi sesini bile zor duyuyordu. Onu

yerden kaldıranlar tekrar tüm ilgilerini başkanlarına vermişlerdi.

Nezih elini çektiğinde gözünün altında fındık büyüklüğünde

mor bir şişlik gördü Orhan usta. Böyle olmayacaktı. Adam, oy

verdiği partinin mitinginde ruhunu teslim etmeden önce onu buran

götürmek gerekiyordu. Orhan usta yarı sersemlemiş Nezih’in koluna

girip kalabalığı yararak meydandan çıkmak için zorlu bir yürüyüşe

başladı.

“Bunlar delirmiş!” diye haykırdı Nezih. Sonunda şişliye

giden cumhuriyet caddesine çıkmayı başarmışlardı. Kalabalığın ve

Page 101: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

101

hoparlörün sesi şimdi daha az rahatsız edici geliyordu kulaklarına.

Polis kordonundaki birkaç polis merakla onlara bakıyordu. Onların

endişesi de bir olayın çıkmış olma ihtimaliydi. Amirlerinden birinin

işaretiyle polislerden ikisi yanlarına geldiler. Biri Nezih’i eliyle işaret

ederek “Neler oluyor iyi misiniz?” diye sordu.

“Sadece küçük bir kaza memur bey. Sorun değil” dedi Orhan

usta. Nezih de elini gözünden çekerek iyi olduğunu göstermek istedi

ancak polis onun yüzündeki morluğu görünce kaşlarını çattı.

Nezih’in elinden tutup yüzüne yakında bakarak “Emin misiniz?

Kavga mı oldu?” diye sordu.

“Birinin dirseği yanlışlıkla yüzüme geldi, hepsi bu memur

bey” dedi Nezih. Memurlar ikna olmuştu sonunda. Orhan usta’da

kalabalıktan, gürültüden fena hırpalanmıştı hani. Gömleği terden

sırılsıklamdı ve nefes nefeseydi. Polisler hala arkalarından bakarken

iki ahbap sendeleyerek sonunda oradan tamamen uzaklaştılar.

“Oh olsun sana! Sen daha oy ver o solculara. Bir

öldürmedikleri kalmış seni ama cidden oh olsun.” Recep Nezih’in

halini görünce hem keyiflenmiş hem de kızmıştı. Sağ partinin açık

savunucusu olan Recep için, her seferinde başka partiye oy verme

fikriyle sol partiye oy verme eşit derecede korkunç fikirlerdi.

“O Allahsız komünistlerden daha ne beklenirdi ki?” Recep,

elinde servis tepsisiyle yanında dikilen Aykut’a aldırış etmeden

bilerek böyle konuşmuştu. Onun sol partiye oy verdiğini biliyordu

ama bugün dalaşma günüydü işte.

“Hop! Ağır ol biraz hocam. Ben Allahsız mıyım şimdi?”

“Orasını bilemem artık.”

“Ulan cenneti sahiplenmişsiniz. Vatanı sahiplenmişsiniz.

Herkes kötü, bir tek siz iyi. Bu nasıl iştir be? Sadece dini değil her

şeyi sömürüyorsunuz siz.” Aykut sinirden kıpkırmızı olmuştu. Recep

hırsla sigarasını yere atıp Aykut’a döndü.

Page 102: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

102

“Ulan emekçi işçi dersiniz git bak belediyeye. Bir iş için 5

işçi var. Hepsi de akşama dek üç gram çalışıp bir ton yatıyor. Sizin

emekçi adaletiniz bu işte” Aykut’la Recep şimdi burun burunaydı.

Orhan ustayla Nezih kıs kıs gülerek ikisini izliyordu. Bu ikisi her

seçim böyleydi işte. Seçimden bir süre sonra hepsi unutulur,

siyasetin lafı bile açılmazdı ya o da ayrı mesele.

“Ulan Allah, kitap dersiniz nerede hırsızlık, yolsuzluk

altından hep siz çıkarsınız. Ölsem sağ partiye oy vermem.”

“Emekçi geçinen adamlarınıza bak, hepsi medya devi, hepsi

milyarder. Hani lan sizin sermaye düşmanlığınız. Beni kesseler sol

partiye oy vermem.”

“Hepiniz yontulmamış vahşilersiniz”

“Ulan mitingde adamı nerede öldürüyordunuz. Biz de asla

böyle bir şey olmaz.”

“Ne alakası var? Aynısı sizde de olabilirdi?”

“Kıçımdaki donuma kadar bahse girerim hiçbir şey olmaz.”

“Tamam varım. Gitsin o zaman Nezih. Bakalım sizinkinde

ne olacak?” Birden ikisi de Nezihe döndü. Nezih “hayır” diyecek

oldu ama adamların yüzündeki ifadeyi görünce vazgeçti. İyi bakalım

diye düşündü. Bu cumartesi de sağcıların mitingine gideriz. Onun

için hava hoştu. Böylece Recep’le Aykut’un girdikleri iddia biraz

daha makul bir hale dönüştürüldü, sonuçta Recep’in kıçındaki donu

kim ne yapsın? Eğer nezih bu mitingde de aynı şeyleri yaşarsa Recep

sol partiye oy verecekti. Yok, yaşamazsa Aykut sağ partiye. Tabi

başkası olsa güvenmeleri zor olurdu ama söz konusu olan her

seçimde iki partiye de sırayla oy veren birisi olunca Recep de Aykut

da Nezihe güvenebilirdi.

“Bana bak! Yanlışlıkla ayağına falan basabilirler ya da omuz

atabilirler. Bunlar normaldir. Babanın tarlasında gezinmiyorsun,

miting meydanı orası. Böyle şeyleri büyütmeye gerek yok değil mi?”

Page 103: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

103

Aykut da Recep de Nezihe güvenmesine güveniyorlardı. “Bana bak!

Ayağına falan basabilirler ya da omuz atabilirler. Ayıdır bunların

hepsi. Böyle bir şey olursa söyleyeceksin unutma!” Ama yine de

ikisi de tavsiyelerde bulunmayı ihmal etmiyorlardı.

Böylece Cuma gelip çattı. Nezih’in yapacağı şey basitti.

Yine Taksim meydanına ama bu kez sağ partinin mitingine gidecek,

izleyip dönecek ve başına bir şey gelip gelmediğini söyleyecekti. Bu

komik iddia bir anda herkesin diline düşmüştü. Şimdi herkes kimin

rakip partiye oy vermek zorunda kalacağını konuşup tahminde

bulunuyor hatta yeni iddialar ortaya çıkıyordu. Nezih için hava hoştu

aslında. Sağ partinin de mitingini görmüş olacaktı.

Nezih o gün Orhan ustanın yanında dikilirken Aykut’la

Recep çıkageldiler. Bir şey yumurtlayacakları gelişlerinden belliydi

zaten. “Orhan usta’da seninle gelsin” dedi Aykut. Recep de başıyla

onayladı.

“O niye?” diye sordu Orhan usta ama aslında anlamıştı tabi.

Bir şey olur da Nezih söylemezse Orhan usta gözlemci olacaktı.

Orhan usta’nın liberal olduğunu bildikleri için ondan iyi hakem

düşünülemezdi elbette. Bu fikir Nezihin de hoşuna gitti. Birinin

yanında gelmesi -ki Orhan usta gibi sevdiği, saydığı biri daha da

iyiydi- doğrusu iyi olurdu.

Orhan usta gülüp başını sallayarak “Hayır!” dedi. Bu cevap

herkesi şaşırtmıştı doğrusu. Nezih’in aklına gelen ilk şey adamın

cumartesi sabahı bir işi olduğu onun için hayır dediğiydi. “Bu iş

yorucu bir iş” dedi Orhan usta.

“Salakça bir iddia için güneşin alnında ayakla dikilip,

ezilme, ayağına basılma, suratına darbe alma gibi sayısız tehlikesi

olan bir iş.” Nezih de diğerleri gibi şaşkınlıkla dinliyordu Orhan

ustayı ama sonunda niyetini anladı.

Page 104: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

104

“Üstelik aç ve susuz bir halde öyle mi?” Gülüp başını tekrar

salladı Orhan usta. “Hiç niyetim yok. Ne benim ne de Nezih’in.”

Sonra Nezih’e bakıp göz kırptı.

Aykut’la Recep durumu anlamıştı elbette. İstemeye istemeye

ellerini ceplerine attılar. Pazarlık sert ama bir o kadar da komikti. Bir

ara Recep de Aykut da vazgeçecek oldular. “Siz bilirsiniz” dedi

Orhan usta umurunda olmayan bir edayla. “Recep’in sol partiye oy

verirken yüzündeki ifadeyi görmek isterdim doğrusu.” Recep’in

suratı karışırken Aykut’un gözleri ışıldadı birden. Bu sefer Recep’e

dönen Orhan usta “Ya da Aykut muhafazakârlara oy verirken onun

yanında dikilip Allah'a şükretmek unutulmaz bir anı olurdu

herhalde.” Bu kez Recebin yüzünde koca bir gülümseme belirdi.

Böylece pazarlık 80 TL’ ya bağlandı. Nezih inanamıyordu. Bu

paraya krallar gibi bir öğle yemeği yiyebilirlerdi. İşte bu, tüm

yorgunluklarına da itilip kakılmalarına da değerdi. Orhan usta parayı

Nezihe uzattı. Nezih cüzdanına yerleştirdi. Bir ara cüzdanın şeffaf

kimlik kısmında duran seçmen kartına baktı Nezih. Bu seçim

oldukça renkli geçiyordu doğrusu.

Cumartesi sabahı iki adam apartmanın önünde buluştular.

Tıpkı geçen sefer olduğu gibi Taksim meydanından müzik sesleri ve

marşlar duyuluyordu. Tabi bu seferkiler daha milliyetçi tonlardaydı.

Cumhuriyet caddesi yine trafiği kapalıydı ve ikili yine herkes gibi

caddenin ortasından yürümenin o tuhaf zevkini yaşayarak Taksime

doğru keyifle ilerlediler. Meydan bu kez sağ partili taraftarlarca

doldurulmuştu. Polislerin kimlik ve aramalarından geçip meydanda

durabilecekleri uygun bir yer aramaya başladılar. Henüz parti

başkanının gelmesine vakit vardı ama meydan şimdiden hınca hınç

dolmuştu bile. Önce meydandaki metro istasyonunun oraya gittiler.

Her şey oldukça yolunda gidiyordu aslında. İstasyonun duvarlarına

yaslanıp konuşma alanında sahne alan müzisyen ve grupları

Page 105: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

105

dinlemeye başladılar. Sonra birden bir el Orhan ustanın burnuna bir

şey uzattı. Bu küçük plastik şişede satılan sulardandı. Orhan usta

gürültüde sesini duyuramayacağı için elleri ve başıyla almayacağım

işareti yaptı. Suyu uzatan esmer genç, kan ter içinde kalmıştı ve

yorgunluktan gözleri yuvalarından fırlayacak gibi bakıyordu. Çocuk

“bedava” diye bağırdı ve Orhan usta’da ikramı geri çevirmedi.

Çocuk Nezih’e de bir tane uzattı ve koli bitene dek böyle devam etti.

Nezih etrafına bakınca onun gibi bir sürü gencin su dağıttığını gördü.

İşte bu harikaydı. Orhan ustayla gülümseyerek sularını içtiler.

Orhan usta Nezih’in kulağına eğilip “iyice kalabalık olmadan

sahneye yanaşalım, daha iyi görürüz” dedi.

“Daha iyi görüp ne yapacaksın? Sonra annesinden mi

isteyeceksin?” Orhan usta gürültülü bir kahkaha koyuverdi. Az sonra

bizim ikili kalabalığı yavaş yavaş yararak sahneye doğru ilerlemeye

başlamıştı. Nezih öne geçti. Daha genç olduğu için kalabalığı

yarması daha kolay oluyordu. Kalabalıkta kimisi getirdiği bir bayrağı

sallıyor, kimi şarkılara eşlik ediyor kimi de sadece izliyordu. Tek

başına gelen, arkadaşlarıyla gelen hatta sevgilisi ya da eşi ve

çocuğuyla gelenler bile vardı. Sonunda güç bela sahnenin önüne

yanaştılar. Birkaç dakika geçmişti ki kalabalık dalgalanmaya başladı.

Takım elbiseli genç bir partili sahnede heyecanla koşturup

mikrofonun başına geçti. “İşte büyük başkanımız...” demesiyle

kalabalık da sevinçle bağırmaya başladı, bu yüzden adamın lafının

devamı duyulmadı ama partinin başkanının meydana geldiği belliydi.

Başkanın otobüsü meydana giriş yapmış sahneye yan

tarafından yanaşıyordu. Kalabalık coşkuyla otobüsün önüne atlıyor,

korumalar ve polisler de otobüse yol açmaya çalışıyorlardı. Bu sırada

Orhan ustayla Nezih de kalabalığın dalgalanmaları içinde oradan

oraya savruluyorlardı. İkisi de partinin sıkı taraftarı olmadığından

diğerleri gibi bu işten keyif almıyorlardı elbette. Yine de ses

Page 106: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

106

çıkarmaları söz konusu olmadığından sessizce katlandılar bu itiş

kakışa. Sonunda başkan kürsüye çıkıp halkı selamladı ve

konuşmasına başladı. Adamın hitabı taraftarlarını bir coşturuyor bir

sakinleştiriyordu.

Sonunda Orhan usta Nezih’in koluna dokundu. Nezih ter

içinde kalmış Orhan ustaya baktı. Adamın gözleri kızarmıştı ve

maraton koşmuş gibi bir hali vardı. Nezih kendisinin de pek farklı

durumda olmadığını tahmin etti. İkisi önlü arkalı kalabalığın yan

tarafına doğru yöneldiler. Partinin başkanı yine vites düşürmüş,

kalabalığı sakin dinleme moduna çevirmişti. Nezih, işte bu iyi fırsat

diye geçirdi içinden. Bu sayede kalabalığın arasından rahatça

ilerliyorlardı.

Tam cumhuriyet caddesi tarafına yaklaşmışlardı ki adamın

sesi yeniden yükselmeye başladı. Kalabalık da başkanın güdümlü

sorularına hep bir ağızdan “Eveeet!” ya da “Hayır!” diye karşılık

veriyordu. Orhan usta omzu üzerinden kısa bir bakış attı arka tarafa.

O da sezmişti anlaşılan. Sonunda başkan vitesi yine “kudurun”a

çevirdi. Kalabalık da öyle yaptı. İnsanlar kollarını kaldırmış

bağırıyor, alkışlıyor, zıplıyor, ellerindeki bin bir türlü şeyi sallıyor,

dalgalanıyordu. Nezih, önünde ilerlemeye çalışan Orhan ustaya

baktı. Adam, Indiana Jones filmindeki tepesine çöken mağaradan

sendeleyerek kaçmaya çalışan filmin kahramanına benziyordu aynı.

Muhtemelen kendisi de aynı haldeydi tabi. Nezihe birden komik bu

halleri. Bir yandan nefes almaya ve kendine yol açmaya çalışırken

bir yandan gülmek hiç de hoş ve kolay bir şey değildi tabi. Böylece

ayağı birine takılıp sendeleyince, normalde kendini kolayca

toparlayabilecekken bu kez yapamadı ve un çuvalı gibi yığılıverdi

yere.

Kalabalık önce anlamadı olanı biteni. Sonra birisi, üzerine

bastığı şeyi tuhaf ama bir “insan kafasına” benzetti. Eğilip baktığında

Page 107: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

107

dehşetle öyle olduğunu fark etti ve geri sıçradı. Yanındakiler de fark

etti tabi. Hemen eğilip Nezih’i yerden kaldırdılar. Orhan usta

olanların farkında değildi ve ilerlemeye devam ediyordu. Nezih’in

ilginç bir şekilde hiç canı yanmamıştı ama. Belki olayın şokundandı.

Sonra birden kendisini yerden kaldıran onlarca el onu yukarıya

kaldırıverdi. Nezih şimdi insanların başları üzerinde elden ele

taşınıyordu. Sırt üstü vaziyette yatan Nezih başını kaldırıp ileri

baktığında Orhan ustayı göremedi. Bir şeyler söylemek istedi.

Bağırmaya çalıştı. Ama gürültünün arasında sesini duyuramadı.

Sonra bunun ne kadar müthiş bir şey olduğunu fark etti. Kalabalık

onu elleri üzerinde taşıyarak ilerletiyordu. Tıpkı çakıllı bir yamaçtan

kıçının üzerinde kayarak inmek gibiydi. Nezih şimdi keyifle

gülüyordu. Başını arkaya atıp bu işin devam etmesine izin verdi.

Birkaç saniye sonra onu yere indirdiler. Kalabalıktan çıkmış olan

Orhan usta onu görmüş, gelmesini beklemişti. Nezih yere inince

heyecanla yanına koşup koluna girdi. Birkaç kişi yanlarında durup

Nezih’in iyi olup olmadığını sordu. Nezih başını “iyiyim” diye

sallayınca da tekrar kalabalığın içine döndüler. Orhan usta bir şey

demeden Nezih’i kalabalıktan çıkardı.

Az daha yürüdükten sonra metronun Taksim gezi parkının

metro çıkışındaki çimenliğin kenarında, duvarın dibinde mola

verdiler.

“Şimdi nasılsın?” diye endişeyle sordu Orhan usta. Nezih

eğilmiş derin derin soluk alıyordu. Birden içgüdüyle elini arka

cebine attı. Cüzdanı gitmişti.

Herhalde gürültü olmasa, Nezih’in öfke dolu küfürleri

meydandan bile duyulurdu. “Hangi şerefsiz evladı… Onu bir elime

geçirirsem…” öfkeyle tıkandı, söyleyecek söz, edecek küfür

kalmamıştı artık. Orhan usta yorgunluk ve üzüntüyle bir şeyler

söylemeye çalışıyor, polislerin yanına gitmekten söz edip duruyordu.

Page 108: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

108

Nezih gözlerini kapadı. Derin derin nefes almaya çalıştı. Şu başına

gelenlere inanamıyordu. Birden içinden gülmek geldi. Bu karşı

konulamaz bir dürtüydü ve aniden gülmeye başlayınca Orhan usta

biran endişeyle ona baktı. Sonra o da gülmeye başladı. Şimdi ikisi de

katılmış halde sessiz sessiz sarsıla sarsıla gülüyordu. Orhan ustanın

gözlerinden yaşlar geliyordu. Nezih pancar gibi kızarmıştı.

Yanlarından gelen geçen insanlar bu tuhaf ikiliye bakıyor ve hızla

geçip gidiyorlardı.

Bir ara Orhan usta güçlükle “İyi de... Neden... Neden

gülüyoruz biz?” diye sormayı başardı. Nezih bunun üzerine yine

katıla katıla gülmeye başladı. Sonra güçlükle elleriyle bir şeyler

anlatmaya çalıştı. Konuşacak halde olmadığı için elleriyle anlatmaya

çalışıyordu ama Orhan usta bir şey anlamadı.

“Cüzdan...” diyebildi Nezih. Kıkırdamaların arasında “Ne

olmuş cüzdana?” diye sordu Orhan usta. Nezih gözlerini ona dikip

büyük bir güçlükle gülmesini kontrol altına almaya çalıştı “İçinde...

Receplerin parasıyla... Seçmen kartı vardı” İkisi bu kez elleri

karnında Gezi parkının duvarı dibinde yere çöktüler. Orhan usta

öleceğini düşünüyordu, gülmekten ölecekti. Buna emindi işte. Başını

kaldırdığında Nezih’in kusmaya başladığını gördü.

Az sonra ikisi de az ötelerindeki parkın çimlerinde sırt üstü

uzanmış yatıyordu. İki adam boş gözlerle tepelerinde hareketsiz

duran bulutlara, arada geçen martılara konuşmadan bakıyorlardı.

Nezih parasını cüzdanda değil cebinde taşıyan tiplerdendi. Cüzdanda

sadece bir tane kredi kartı, bir de ehliyeti vardı. Kredi kartını da

telefonla hemen iptal etmişlerdi.

“Ee ne olacak şimdi?” diye sordu Orhan usta. Nezih cevap

vermedi. Sonra “Bilmiyorum” dedi. Orhan ustabaşını çevirip “Bu

sene kime oy vereceksin?” diye sordu. Biliyordu aslında sıranın

kimde olduğunu, Nezih’in kime oy vereceğini. Ama yine de birden

Page 109: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

109

içinden tekrar sormak gelmişti. Nezih gözlerini kırpmadan

gökyüzüne bakarken gülümsedi. “Hiçbirine.”

Page 110: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

110

Doğal Mucizesi

Sıcak bir ağustos günü daha geride kalmıştı. Nezih yorucu

bir iş gününün ardından yorgun, ter içinde eve gelmişti. Karnı da

oldukça acımıştı. Aysel mutfakta akşam yemeğini hazırlarken

mutfaktaki küçük televizyondan akşam haberlerinin sesi

duyuluyordu. Nezih önce soğuk bir duş alıp terinden kirinden

arınmaya karar verdi. Duştan çıktığında Aysel ona seslendi ve

yemeğin hazır olduğunu söyledi.

Az sonra Nezih ve küçük kızıyla karısı her zamanki gibi bir

akşam yemeğinde daha masalarındaki yerlerini almışlardı. Nezih

yine her zamanki gibi bir yandan televizyondaki haberleri izlerken

bir yandan da karısı ve çocuğuyla laflayıp çorbasını kaşıklıyordu.

Sonra Aysel yine her zamanki gibi, çorbadan sonraki yemeklerini

servis etmek için kalktı.

Nezih televizyondan iki bakanın meclisteki kavgasını

izlerken ekmeğinden bir parça böldü ve masadaki salatanın suyuna

Page 111: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

111

bandırarak ağzına attı. Meclisteki şu koca adamların herkesin gözü

önünde mahalle karıları gibi kavga etmelerine bir türlü aklı

ermiyordu. Salatadan bir kaşık aldı. Tadı muhteşemdi. Herhalde

bayağı bir acıkmış olmalıyım diye düşündü. Domatesin biberin ve

salatalığın tadı muhteşemdi doğrusu. Aslında bu adamları seçenlerde

yani vatandaştaydı kabahat.

Kızı annesine okuldaki bir olayı anlatırken Nezih de Aysel'in

önüne koyduğu tabağa kısa bir bakış attı. Taze fasulye. Nezih yemek

seçen biri değildi ve bu özelliğinden de gurur duyardı. Bakanların

kavgasını etraftaki milletvekilleri ayırmaya çalışırken bir tanesi

yanlışlıkla yumruğu burnunun ortasına yiyiverdi. Nezih keyifle

güldü. Bu halleri gerçekten komikti. Çatalıyla fasulyeden bir lokma

aldı. Kumandayla başka kanalı açtı. Ve birden durdu.

Fasulye muhteşemdi.

Bunu açıklayacak tek kelime buydu; muhteşem. Fasulyenin

o kendine özgü tadını tüm iliklerinde hissediyordu adeta. Bu da

neydi böyle?

“Aysel?”

“Efendim Nezih?”

Nezih şaşkınlıkla önündeki tabağa bakıyordu. “Bu fasulye

muhteşem olmuş. Ne var bunun içinde?”

Aysel gülümsedi. Ne olduğunu anlamıştı. “Bunlar bizim

fasulyeler” dedi. Bizim fasulyeler mi? Bu da ne demek ki?

Aysel Nezih’in anlamadığını fark etti. “Canım bizim

bahçedeki fasulyeler işte”

Bizim bahçedeki fasulyeler mi? Birden Nezih’in gözü önüne,

dört ay öncesi ve küçük saksılarla domates çekirdeği

büyüklüğündeki tohumlar geldi...

Nisan ayı tüm kararsızlığıyla sürüyordu. Hava bir yağmurlu

bir güneşli oluyordu hatta bazen kar havasını bile hissediyorlardı.

Page 112: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

112

Yine de artık havalar oldukça ısınmıştı. Bu yüzden apartmanın

kombisinin petekleri ısıtma fonksiyonunu kapatmışlardı. İzak bey,

cihazın boş yere çalışıp durmasını gereksiz bulmuştu. Evet, havalar

hala serin hatta soğuk sayılırdı ama kışı da geride bırakmışlardı. “Bu

saatten sonra üşüyen kazak giyip öyle çalışır” demişti. Tabi kendi

evinde elektrikli ısıtıcısı yine açıktı ya o ayrı mesele.

Nezih o gün işlerini halletmiş, akşam da Orhan usta gidene

kadar kapıda birkaç arkadaş laflamışlardı. Sonra eve girip üstünü

başını değiştirmişti ki Aysel'i mutfakta yere gazete kâğıtlarını sermiş,

üzerinde bir şeylerle uğraşırken görmüştü. Yerde boş yoğurt kapları

ve büyük sarı bir toprak poşeti vardı. Bir diğeri de içi boşaltılıp

buruşturulmuş halde bir kenardaydı. Aysel'i öyle yere diz çökmüş

görünce önce bir şey olduğunu sandı. Bir mutfak kazası. Aysel'in boş

yoğurt kaplarının içini toprak doldurduğunu görünce içi rahatlamıştı.

“Hayrola Aysel?” dediğinde kadın kısa bir bakış atıp

gülümsemiş “Sağ ol, hoş geldin” demişti. Saksılar ya da yoğurt

kapları toprakla doluydu ve Aysel parmaklarıyla hafifçe üstlerine

bastırıp toprağı sıkıştırıyordu. İşi bitince kabı alıp bir kenara koydu

ve “bir domates daha” dedi.

“Domates mi ektin buna? İyi de bunda büyür mü?”

“Tabi. Bizim kızın ders kitabında gördüm geçen gün.”

“Ders kitabında domates dikmeyi mi anlatıyorlar?”

Aysel sarsıla sarsıla kıs kıs gülmeye başladı. Onun böyle

gülmesi Nezih’in oldum olası hoşuna giderdi. O da güldü ama komik

olan neydi anlamamıştı.

“Bahçe ekonomisi diye bir dersleri var. Orada bitki, sebze

yetiştiriciliğini yazmışlar. Bir de güzel yazmışlar Nezih sorma!

Böyle resimler de çizmişler yanlarına. Çok hoşuma gitti. Dedim ki

bir deneyeyim ben de.”

Page 113: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

113

Aysel boş bir yoğurt kabı daha aldı. Çömelmekten bacakları

acıyınca Nezih de oturdu yere. “Önce bunu biraz toprakla

dolduruyorsun.” Sarı renkli toprak poşetinden eliyle bir kaç avuç

toprağı kaba koydu. “Sonra tohumları atıyorsun ama hepsini değil ve

aralıklarla.” Şimdi avuç içi büyüklüğünde zarf kadar ince bir kâğıdı

almıştı. Kâğıdın üzerinde kırmızı, tombul domateslerle dolu bir

domates salkımı resmi basılıydı.

“İyi de bunlar bahçe de yetişmez mi?” Aysel güldü. Bu işi

iyice araştırıp öğrendiği belliydi. “Evet, ama önce fide olmaları

lazım.” Kâğıttan avucuna domates çekirdeği büyüklüğünde siyah

tohumlar döküldü. Hepsi 10–15 kadardı. Aysel tohumlardan ikisini

yuvarlak yoğurt kabının iki uzak köşesine bıraktı. Gerisini kâğıt

ambalajın içine geri koydu.

“Şimdi tekrar torf ekliyoruz?”

“Ne ekliyoruz?”

“Torf. Bir çeşit gübreli, yumuşak toprak bu.” Aysel saksının

ağzına dek torfu dökerek tohumların üzerini kapattı, sonra da az

önceki gibi parmaklarıyla hafifçe toprağı sıkıştırdı. Saksıyı

diğerlerinin yanına koydu. Önceden hazırladığı bir sürahi suyu

yavaşça üzerlerine dökerek ilk sulamalarını yapmış oldu.

Nezih gülerek ayağa kalktı. “Demek domates yetiştireceksin

ha? Hadi bakalım.” Aysel yerdeki diğer kâğıt ambalajları göstererek

“Sadece domates değil. Bu salatalık, bu biber, şuradaki maydanoz, şu

fasulye, kabak...” Nezih şaşkınlıkla Aysel'e baktı. Anlaşılan bu işi

bayağı heves etmişti. Yine de bunların yetişmesi bir hayalden ibaret

gibiydi.

“Bunlara kaç para verdin sen?” En merak ettiği şey de bu

hevesin kaça patladığıydı.

“Tanesi 1,5 lira.” dedi Aysel yeni bir kap alırken.

Page 114: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

114

“Nasıl yani. Zarftaki her biri mi? Kutusu mu?” Aysel

Nezih’e bakıp güldü. “Tabi ki zarfı.”

İyi. En azından ucuz diye düşündü. Böylece bu konuda

endişe edecek bir şey kalmamıştı. Toprakla, toprak işleriyle pek işi

olan biri değildi Nezih. Bitkilerden ve topraktan anlamazdı. Bir süre

sonra da saksıları tamamen unutmuştu bizimki.

Günler geçip giderken mutfaktaki saksılar Nezih’in ilgisi

dışında öylece duruyorlardı. Bir ara onları görür gibi olmuştu yine.

İnce birer filiz halinde çıkmışlardı saksıdan. Bir çimenden daha uzun

ve güçlü görünmüyorlardı. Sonra ise hayatın koşturmacası içinde

hala mutfakta durup durmadıklarını bile hatırlamaz oldu.

Sonra gerçekten de görmedi onları Nezih. İşin aslı, bu sırada

Aysel’in onları daha iyi güneş almaları için arka bahçeye çıkarıp,

yere, duvarın dibine koymasıydı. Nezih birkaç kez, bahçeye bir şey

almak için çıktığında, duvarın dibinde büyüyüp boy atmış bazı

bitkiler görmüştü ama onları Aysel’in saksıda yetişen çiçekli bitkileri

sanmıştı. Sonraki bahçeye çıkışında duvarın dibindeki saksılar boştu.

O da bitkilere ne olduğunu hiç merak etmemişti. İşin aslı, fideler

iyice büyüyünce, Aysel onları saksıdan alıp bahçenin güneş alan bir

yerinde toprağa dikmişti, sonuçta artık toprakta yetişebilecek güce

ulaşmışlardı.

Bizim fasulyeler. Bizim bahçedeki fasulyeler. Buna

inanamıyordu. Dayanamayıp yerinden kalktı. Mutfak penceresinden

arka bahçeye baktı. Bahçenin ilerisinde, ekili alanı görünce gözlerine

inanamadı. Bir metre boyunda tahta sırıklar vardı ve etrafında da

dolanmış yukarı çıkan... Fasulyeler. Sırıkların dibindeki toprak,

çeşitli yeşil bitkilerden, yapraklardan görünmüyordu. Dayanamadı.

Kapıyı açtı. Kapının önündeki terliği giyip bahçeye çıktı.

Page 115: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

115

“Nereye gidiyorsun?” diye gülerek arkasından seslendi

Aysel. Sonra kızıyla ikisi de gülüşerek Nezih’in arkasından bahçeye

çıktılar.

Nezih yere çömeldi. Sırıkların arasındaki fasulyelere baktı.

Sonra yerdeki daha kısa boylu, koyu yeşil yapraklı fidelere elini

uzattı. Yaprakların arasındaki yeşil bir biberi fark edip ona dokundu.

Yaprakların arası olgunlaşmaya başlamış biberlerle doluydu. Daha

kısa boylu, toprağa yakın büyümüş başkaları dikkatini çekti. Elini

uzatıp, bakalım bunların arasında ne var diyerek yaprakları araladı.

Kızarmaya başlamış salkım domatesler. Gülümsedi. İrili ufaklı o

kadar çok domates vardı ki burada. Hemen yan taraflarında yine

toprağa yakın, daha seyrek yapraklı başka bitki grubu vardı. Merakla

onlara yaklaştı. Yaprakların dibindeki şeyler salatalıktı. Birden

burnuna gelen inanılmaz kokuları fark etmeye başladı. En son ne

zaman bu kadar doğal, taze bir koku almadığını düşündü. Derin bir

nefes aldı. “Harika kokuyor değil mi?” diye sordu Aysel. Sonra

uzanıp henüz tam kızarmamış bir domatesi kopardı. Nezihe uzattı ve

“koklasana” dedi.

Nezih domatesi aldı. “Bir domates nasıl kokabilir ki” diye

düşünürken birden zihninin durduğunu hissetti. O koku. Onu tarif

etmek imkânsızdı. Acı ve ekşi karışımı, sert, canlandırıcı, insana

gözlerini kapattıran o muhteşem koku. Birden domatesin, “gerçek

domatesin” nasıl koktuğunu unutmuş olduğunu anladı. Bu kokuyu

herhalde en son çocukken koklamıştı. Artık domatesler böyle

kokmuyordu. “Vay canına” dedi ve büyülenmiş gibi Aysel’e baktı.

“Bütün bunları nasıl yaptın?”

“Tohumları saksıya ekmiştim ya! Bunlar onlar işte”

Nezih elindeki domatese bakarken gülümsemesi dondu

yüzünde. “İyi de bunu erken kopardın. Ölüp gidecek şimdi. Hay

Allah!”

Page 116: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

116

Aysel uzanıp domatesi aldı. “Hayır, canım ölmeyecek.

Çünkü onu da turşu yapacağız.” Aysel eliyle arka tarafı daire

kapısını işaret etti. Tahta dolabın içinde cam kavanozlar, içlerine

girecek turşuluk sebzeleri bekliyorlardı. “Böylece kışın da bu

güzellikleri yemeye devam edeceğiz.”

Turşu. Tabi ya.

“Bayılırım!” Recep gözlerini kapamış, o an sanki dünyanın

en lezzetli turşusuyla sevişiyor gibi bir hali vardı.

“Evde yapılan turşu. İşte en lezzetlisi odur.” Orhan usta’da

Recep’e hak veriyordu. Nezih dün akşam yediği yemeği ve bahçede

gördüklerini anlatınca hepsi de özledikleri şeyleri hatırlayıvermişti

birden.

“Aysel’in onlarla uğraştığından haberim bile yoktu.”

“Çok da dinlendirir toprak işleri. Bütün elektriğini,

yorgunluğunu alır götürür” dedi Recep.

Orhan usta söz ister gibi parmağını kaldırdı. “Reçel!”

“Eveeeet.” Diyen Recep yine gözlerini kapatmış, yine

sevişme moduna geçmişti. “Ev yapımı çilek reçeli. İşte o ömrü bile

uzatır adamım.”

Nezih şaşkındı. Meğer bu iş apayrı bir dünyaymış. Gittikçe

bu işten hoşlanmaya başlıyordu. O akşam eve girince ilk işi bahçeye

çıkmak oldu. Domatesler, biberler, fasulyeler, salatalıklar büyümeye

devam ediyordu. Pek anlamasa da yine de aralarında çömelip dolaştı.

Yaprakların arasına baktı. Olgunlaşan bir kaç tanesini kopardı.

Zamanın nasıl geçtiğini ancak hava kararmaya başlayınca fark etti.

Çömeldiği yerden bitkilere baktı. Koku inanılmazdı. Ellerine baktı.

Sonra ellerini kokladı. Domates yapraklarının, salatalıkların kokusu

ellerine sinmişti. Ve bu koku gerçekten inanılmazdı. Kendini çok iyi

hissetti. Dinlemiş ve rahatlamış. Aysel mutfak penceresinden onu

Page 117: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

117

yemeğe çağırdı. Yavaşça kalkıp içeriye girerken bu işle ilgilenmenin

belki de sandığı kadar zor olmadığını düşündü.

“Bence çilek de ekmeliyiz” dedi. “Böylece reçelini de

yapabiliriz.” Aysel şaşırmış bir halde ona baktı. Eşini tanırdı. Onun

toprak işlerinden anlamayan, bu işlerle pek ilgisi olmayan biri

olduğunu en iyi o bilirdi. Nezih’in şimdi bu ilgisi ilginçti gerçekten.

“Komposto da yapabiliriz” dedi kızı Nimet. Komposto. Tabi

ya. Kendi bahçelerindeki meyvelerden komposto!

“Haklısın tatlım” dedi gülerek. “Yarın ilk iş gidip çilek

tohumu alacağım. Nereden almıştın onları Aysel?”

Aysel olumsuz bir şekilde başını salladı. “Ne yazık ki

mümkün değil bu” dedi gülümseyerek.

Ertesi gün lunapark hayali kuran bir çocuk, olumsuz yanıt

alınca ne hissederse onu hissetti Nezih de. “Nasıl yani? Nedenmiş o?

Aysel, Nezih’in boşalan tabağını almak için uzandı. “Çünkü

geç kaldın canım” dedi.

“Neye geç kalmışım?”

“Mevsimi geçti Nezihçiğim. Hepsinin bir mevsimi var ve

mevsiminde ekersen olur.” Mevsiminde ekmek. Yeni bir şey daha...

“Peki, şimdi ne ekebiliriz?”

Aysel bir an kaşlarını çatıp düşündü. Kalkıp yemek

tenceresini masaya getirdi. “Aslında çok şey var ama tam

bilmiyorum. Araştırmak lazım. Ben sadece fasulye, domates falan

yani bahçedekilere bakmıştım. Ama yüzlerce şey olabilir. Kışın bile

bir şeyler ekiyorlar. Turp, havuç gibi şeyler olabilir” Kışın bile

toprağa bir şey ekip alma fikri müthişti. Bu toprak ana nasıl bir şeydi

ki yaz, kış ürün veriyordu? Üstelik ne kadar şanslıydılar ki İstanbul

gibi bir büyük şehirde yaşayıp bir şeyler ekebilecekleri bir bahçeye

sahiptiler. Çoğu insanın hayalini kurup ta sahip olamadığı bir şeydi

bu.

Page 118: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

118

“Bizim kullanabileceğimiz bir bahçemiz var ve onu hiç

kullanmıyoruz” dedi Nezih dalgın bir şekilde.

“Evet, baba, bahçeye her şeyi ekebiliriz” dedi Nimet. Her

şeyi ekebilirlerdi gerçekten de. Üstelik onlara dadanacak sincap falan

da olmazdı burada.

“Hem daha ucuza gelir” dedi Aysel, yemeğine karabiber

ekerken. Doğruydu. Yani neredeyse her gün yedikleri sebzeye,

meyveye para vermemek bir başka müthiş fikirdi. Sonra aklına daha

da müthişi geldi. Onları satabilirlerdi de. Keyifle gülümsedi Nezih.

Artık yeni bir alışkanlığı vardı Nezih’in; toprakla uğraşmak.

Gün ne kadar yorucu, stresli geçerse geçsin, canını sıkan nasıl bir

olay olursa olsun, gün batmadan önce bahçede geçirdiği vakit tüm

yorgunluğu, stresi alıp götürüyordu. Bazen gün içinde yorulmadığı

kadar bahçede yoruluyordu. Toprağı belliyor, tohum atıyor,

çapalıyor, ayrık otları yoluyor, yaprakları temizliyor, toprağı suluyor,

bunları yaparken bazen cidden kan, ter içinde kalıyordu. Ama tuhaftı

ki bahçede ne kadar yorulursa gece de o kadar huzurlu uyuyordu.

Rüyasında bahçeye dadanan tavşanlarla boğuşuyordu Nezih.

Ya da fasulye topluyordu. Sabah da oldukça dinç uyanıyordu. Bu

halini Orhan usta da fark etmişti.

“Yüzüne can gelmiş senin” dedi Nezih’e bakıp

gülümseyerek. Sonra ciddileşti birden.

“Len, sen kilo mu verdin?” Nezih elleriyle göbeğini yokladı.

Öyle mi olmuştu gerçekten? Hiç farkında değildi ama sanırım

gerçekten birkaç kilo vermişti. Üstelik iştahı falan da yerindeydi.

“Toprakla uğraşmaktan herhalde” dedi o da gülümseyerek.

“Bu işi sevdin anlaşılan.”

“Evet, sanırım öyle. Oysa toprakla hiç aram yoktur. Ya da

öyle sanıyordum.”

Page 119: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

119

“Yaa, toprak öyledir işte. Çeker adamı kendine” Toprak

adamı çekiyordu gerçekten. Gönüllü köle olarak kendisine

çalıştırtıyordu adamı. Ama doğrusu karşılığını da ödüyordu. Hem de

her şekilde.

“Yahu, insan bir şeyler getirir bahçesinden. Biz de görürdük

şu bahçenin nimetlerini.” Bu Nezih’in hiç aklına gelmemişti. Ayıp

etmişti doğrusu. “Tamam tamam. Getiririm merak etme. Gör

bakalım nasıl lezzetliymiş bizim bahçenin mahsulü.

Ertesi gün öğleden sonra kucağında büyük bir plastik kap

çıkageldi Nezih. İçi bahçeden toplayıp yıkadığı domates ve

salatalıkla doluydu. Bankadan kafasını uzatıp Recep’i kaş göz

işaretiyle çağırdı. Orhan usta keyifle sırıtıyordu. Recep telefonla

Aykut'a da haber vermişti. Az sonra dört kafadar sebzelere tuz ekip

mideye indiriyordu.

Aykut, “gerçek domatesin tadını unutmuşuz be!” dedi,

ağzının kenarlarından akan domates suyuna aldırmadan. Recep’te bir

salatalığı büyük bir gürültüyle yerken başını sallayarak onayladı.

Orhan usta da çakısıyla bir domatesi ikiye bölmüş içine tuz ekiyordu.

Yarım domatesi Ağzına götürüp şapırdatarak suyunu emmeye

başladı. Sonra birden yüzünü buruşturup başını sallamaya başladı.

Gören dilini ısırdı falan sanırdı. Ama aslında zevkten kendinden

geçmek üzereydi. “Domatesin o acı tadını özlemişim gerçekten” diye

mırıldandı.

Nezih, arkadaşlarının beğenmelerine sevinmişti. Akşam

olanları Aysel'e anlattı. Aysel asıl Nezih’in bu işten hoşlanmasına

sevinmişti. Nezih şimdi reçellerden, kompostodan, turşudan, bunları

satmaktan bahsediyordu. Nezih artık akşam eve gelir gelmez

doğrudan bahçeye çıkıyor, bitkilerle ilgileniyordu. Gün içinde de ara

sıra bahçeye çıkıp bakıyordu ama asıl akşamları ilgileniyordu

bahçeyle.

Page 120: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

120

Aysel, Nezih’in şu “satış” lafından pek hoşlanmamıştı aslına.

Kocasını tanıyordu. Ne zaman böyle bir ek işe kalkışsa mutlaka eline

yüzüne bulaştırıyordu Nezih. Allah bazı insanları tüccar olarak

yaratmamıştı, bu kesindi. Onlardan biri de kocasıydı. Gerçi tanıdığını

sandığı kocasının sonradan toprağa merak salacağını söyleseler buna

güler geçerdi ya... Demek ki içinde varmış diye düşündü.

Nezih yine bir akşam işten eve gelmiş ve doğruca arka

bahçeye çıkmıştı. Aysel o sırada evin içinde bir şeylerle uğraşıyordu.

Karısına seslenip geldiğini haber verdi. O gün cidden yorucu bir

gündü ve toprakla, bitkilerle biraz ilgilenip kafasını dağıtmak için

can atıyordu. Bahçeye çıkıp bitkilerin yanına gittiğinde bir şey fark

etti. Domateslerin ve marulların yaprakları solgun görünüyordu. Az

ötedeki kabaklara baktı. Onların da yaprakları sararmıştı. Bu işe canı

sıkıldı. Aysel'e seslendi. Aysel mutfakta yemek hazırlıyordu. Kadın

ellerini silip kapıya çıktı. “Ne var Nezih?”

“Bunlara bugün su vermedin mi?”

“Sabah verdim hepsine” E o zaman niye böyleydi bunlar?

Belki de suları az gelmişti.

“Yaprakları solgun görünüyor” diye seslendi Nezih. Aysel

bahçeye çıkıp yanına geldi.

“Belki de az geldi suları” dedi Nezih. Aysel onun yanından

eğilip bitkilere şöyle bir baktı. “Ya da belki de çok verdik” dedi. Çok

vermek mi? Bahçeyi sabah ve akşam olmak üzere günde iki kez

suluyorlardı. Üstelik birbirlerinden habersiz üst üste su

vermiyorlardı.

Günde iki kez sulamak yetmiyor muydu acaba? Yoksa fazla

mı geliyordu? Denemekten başka çare yoktu. “Günde bir kez

sulayalım istersen” dedi Aysel. “En azından bir deneyelim.” İhtiyaç

duydukları suyu topraktan ya da İstanbul’un nemli havasından

alabilirlerdi pekâlâ. Sonuçta burası kurak bir toprak parçası

Page 121: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

121

sayılmazdı. Bu oldukça mantıklı geliyordu kulağa. Böylece bahçeyi

günde bir kez sulamaya başladılar. İlk başta bir değişiklik olmadı.

Bitkiler hala baygın haldeydi. Nezih birkaç gün sonra bir öğle arası

bahçeye çıktı. Gördüğü manzara onu şok etti. Yapraklar sararıp

kurumaya ve dökülmeye başlamıştı. İçinden küfretti. Az sonra Aysel

de gelmişti. “Sanırım su yetersiz geliyor” dedi kadın. En iyisi suyu

artırmak gibi görünüyordu. Böylece günde iki kez bolca sulamaya

başladılar.

Birkaç gün sonra yine bir öğle arası evin içinden geçip

bahçeye çıktı Nezih. Bitkiler kendilerine gelmiş görünüyorlardı.

Yapraklar tekrar canlanıp yeşillenmeye başlamıştı. Aysel'i çağırıp

başarılarını birlikte izlediler. Bu keratalar çok sudan hoşlanıyorlardı

işte ve bunu bir doktorun hastasındaki rahatsızlığı tespit etmesi gibi

tespit etmişlerdi. İkisi de neşeyle işine döndü.

Birkaç gün sonra bir akşamüzeri Nezih bahçeye çıktı. Aysel

de o sırada bahçedeydi. Her zamanki gibi olgunlaşmış meyve ve

sebzeleri toplamaya çıkmıştı. Yalnız bu kez topladığı ürünleri

koyduğu plastik selesi boştu. Herhalde yeni başladı toplamaya diye

düşündü Nezih. Yanına gittiğinde Aysel’in yüzü asıktı. Kadın

yaprakların arasında boğuşuyor, aralarda kalmış sebze var mı diye

bakınıp duruyordu. Sebzeler azalmış gibiydi gerçekten. Oysa

yemyeşil ve büyümüş göründükleri kesindi.

“Neden hiç sebze yok?” diye sordu Nezih. Aysel durup

düşünceli bir şekilde sebzelere baktı. Hiç bir fikri yoktu. Başta güzel

güzel ürün veriyorlardı ancak şimdi yemyeşil ve büyümüş halde

olmalarına rağmen meyve vermiyorlardı. Bir yerlerde bir yanlışlık

vardı ama ne?

Orhan usta her zamanki gibi simit arabasının başındaydı.

Yanında Recep de vardı. Adam kâh gelen müşterilere simit satıyor

kâh Recep’le laflıyordu. Nezih selam verip yanaştı yanlarına.

Page 122: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

122

“Hayrola Nezih, artık tarladan bir şey getirmez oldun.” dedi

Orhan usta. Diğerleri de gülüştü. “Ne o kışa mı stok yapıyorsun

yoksa?” diye takıldı Recep.

“Artık ürün vermiyor bitkiler” dedi Nezih. Sonra da çıkarıp

bir sigara yaktı. İşte bu ilginç bir haberdi. “Nasıl yani?” diye sordu

Recep. “Ürün veren bitki sonradan üründen neden kesilsin ki?”

“Ah bir bilsem?” dedi Nezih.

“Suyunu falan veriyor musun?” diye sordu Orhan usta.

Elbette veriyordu. “Belki de az veriyorsun ondan büyümüyorlar.”

Nezih durumu anlattı. Az su verişini, sonra da çok su verişini,

hepsini anlattı. O sırada elinde yemek servisi yaptığı büyük tepsiyle

Aykut da geldi yanlarına. “Hayrola millet, ne kaynatıyorsunuz

böyle?” Sonra Nezih’e dönüp “Çiftlik ağası sevgili Nezih! Artık

meyve, sebze getirmez oldun bize” diye o da takıldı.

Ancak nezih’i yüzünden adamın keyifsiz olduğunu anladı

hemen. “Hayrola yahu? Bir şey mi oldu? Biri mi öldü?” Üç adam da

kara kara düşünüyordu. Sonunda “Bitkiler artık sebze vermez olmuş”

diye durumu Aykut’a açıkladı Orhan usta. “Suyunu azaltmış,

artırmış ama değişen bir şey olmamış” diye de ekledi.

“Peki, gübre verdin mi?”

Birden üçü de başlarını kaldırıp Aykut’a baktı. Gübre mi?

Bu Nezih’in hiç aklına gelmemişti.

“Yahu sen saksıda çiçek yetiştirmiyorsun. Bahçede, toprakta

koskoca sebzeler yetiştiriyorsun. Gübresiz dayanabilir mi hiç o

bitkiler?” Aykut’un bu işlerden anladığını hiçbiri de bilmiyordu

doğrusu ama sözleri mantıklıydı gerçekten.

“İyi de şehrin ortasında nereden gübre bulacak bu adam?”

diye sordu Orhan usta.

Page 123: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

123

“Senin yakınlarda danaların falan varsa boklarını toplayıp

kurutalım da gübre yapalım.” dedi Recep imalı bir şekilde. Aykut

Recep’e kaşlarını çatıp tepsiyi vuracak gibi havaya kaldırdı.

“Hiçbir yerden bulamıyorsan apartman boşluğunda güvercin

de mi yok?” diye hırladı Aykut. Ne demek istediğini başta anlamadı

Nezih. Güvercin pisliği. Tabi ya! Peki ya güvercin pisliği gübre olur

muydu ki?

“Ne diyorsun sen? Hem de en iyisidir güvercin pisliği” dedi

Aykut. Tamam diye düşündü Nezih. Yapılacak şey güvercin pisliği

toplamak. Yalnız kendi apartmanlarının apartman boşluğunda

güvercin yaşamıyordu. O yüzden diğer apartmanlara bakması

gerekiyordu.

Böylece güvercin pisliği arama çalışmaları başladı. Hepsi de

bir yandan etraftaki irili ufakları apartmanları araştırıyor,

kapıcılarına, hizmetlilerine soruyor ve apartman boşluğunda

güvercin yaşayan binaları tespit etmeye çalışıyorlardı. Buldukları

binaya da Nezih elinde bir çuvalla gidiyor ve toplayabildiği kadarını

toplayıp çıkıyordu. Sonra da çuvaldaki gübreyi götürüp bahçesindeki

bitkilerin toprağına döküyordu.

Çevredeki binalar bitmiş ama Nezih’in topladığı gübre yarım

çuvalı geçmemişti. Etrafta artık eskisi kadar güvercin yaşamadığını

da ilke kez o zaman fark etti. Oysa eskiden ne kadar çoklardı.

Mecburen çapı genişletti Nezih. Daha geniş bir çevredeki binaları

dolaşmaya başladı. Tabi böyle olunca tanıdığı insanlar da azalıyordu.

O yüzden bazıları ona direk “Hayır!” diyerek binadan içeri bile

sokmuyordu. Aradan geçen bir hafta ve zahmetli aramalar sonunda

Nezih bahçesindeki ekili alanın toprağını yeterince örtecek kadar

gübre toplamayı başarmıştı.

Sonuçlar müthişti. Gübre ekildikten bir hafta kadar sonra

meyve ve sebzeler yeniden tomurcuklanmaya ve büyümeye

Page 124: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

124

başladılar. Hem de ne büyüme... Artık daha hızlı ve daha iri

büyüyorlardı. Ama asıl ilginci tatlarıydı. Tatları kelimenin tam

anlamıyla “muhteşem”di. Öyle ki, ilk çıkan sebze ve meyveler bile

bunların yanında marketlerdeki hormonlu sebzeler gibi kalıyorlardı.

Bir dışkının bir meyve ya da sebzenin tadını bu kadar

güzelleştireceği kimin aklına gelirdi?

Böylece Nezih’in bahçesi tekrar o müthiş havasını

yakalayıverdi. Nezih de bu güzelliklerden istifade etmesi için

büyüyen sebze ve meyveleri yine eş, dostla paylaşmaya başladı. Bu

küçük sebzelik hem Aysel’in hem de Nezih’in huzur ve dinlenme

kaynağı olmuştu artık. Pazar günleri sebzelerle daha rahat ilgileniyor

onların yanında oturup piknik bile yapıyorlardı.

Yine bir hafta içi akşamüstü Aysel, bahçeden gelen kuş

seslerini dinleyerek mutfakta yemek yapıyordu. Kuş sesleri bir süre

sonra artınca ilgisini çekti. Bahçe kapısını açar açmaz birkaç kuş

sesten ürküp uçuşuverdi. Yalnız bir sorun vardı. Kuşlar, sebze

bahçesinden yükselmişti. Aysel bahçeye çıkıp ekili yere gitti.

Sebzelere bakmaya başladı. Evet, korktuğu gibiydi. Birkaç domates

kuşlar tarafından gagalanmıştı. Canı sıkıldı. Hemen elleriyle

yaprakları eşeleyip başka sebzelere de baktı. Salatalıklarda, su

kabaklarında hatta biberlerde bile kuşların izi vardı. İşin acı tarafı,

bir sebzeyi birkaç yerinden gagalayıp bırakmış olmalarıydı. Yemeği

bol bulup israf etmiş gibiydiler.

Bir süre sonra Nezih eve geldiğinde onu bahçeye götürüp

olanı biteni gösterdi. Kuşları her zaman seven Nezih birden onlara

karşı öfke duydu içinde. Buralarda sincap, tilki yok diye seviniyordu

ama onlar yoksa da kuşlar vardı işte. Eliyle alnında biriken terleri

silip düşünmeye çalıştı. Bu işte bir çare bulmalıydı.

Page 125: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

125

O akşam Nezih bir yandan yemeğini yerken bir yandan da

düşünüyordu. “Bir korkuluk yapalım o zaman” dedi Aysel. Bu iyi

fikirdi. Tabi işe yararsa.

“Neden yaramasın canım?” Kızları Nimet bir yandan

yemeğini yerken bir yandan bu konuşmayı dinliyordu.

“Yahu, korkuluk köyde, tarlada işe yarar. Orada fazla insan

görmüyorlar. Bunlar şehirli kuş İnsana alışık.” Aysel birden gülmeye

başladı. Nimet de gülüyordu. Nezih neden güldüklerini anlamadı

önce. “Şehirli kuş” diye bağırdı Nimet kahkaha atarken.

“Sanırım haklısın” dedi Aysel. “Hareket etmediğini görünce

yavaş yavaş yaklaşırlar bunlar. Şehirli kuş...” yine gülmeye başladı.

Nezih de güldü.

“Korkuluk işe yaramazsa başka ne yapacağız? Belki üzerine

yanıp sönen ışıklar asmalıyız.” Bu fena fikir değildi. Üzerinde yanıp

sönen ışıkları olan bir korkuluk tam bir şehirli korkuluğuydu işte.

Tabi o zaman ne kadar elektrik gelirdi kim bilir?

Ertesi gün öğleden sonra işler biraz hafiflemişti. Nezih

kapının önünde Orhan ustayla oturmuş laflıyordu. Orhan ustanın o

gün pek müşterisi yoktu, o da simit arabasını apartmanın kapısının

önüne çekmişti.

“Demek kuşlar dadandı senin tarlaya ha!” Orhan usta bu

işlerden herhangi bir şehirli kadar anlıyordu o yüzden pek bir fikir

gelmiyordu aklına. Onun da verebileceği tek öneri bir korkuluk

olmuştu. Sonra içeriden Aysel göründü. Elinde bir demlik çay vardı.

“Oh be, işte bu iyi oldu” dedi Nezih. Çayı görünce iki adamda

sevinmişti. Aysel gidip bir tepsiyle çay bardakları ve şekeri getirdi.

“Bence korkuluk pek işe yaramaz” dedi Orhan usta. O da

aynı şeyi düşünmüştü. Bunlar insana alışık şehirli kuşlardı. Blöfü

kısa sürede göreceklerdi. Aysel hepsine birer bardak çay uzattı.

Kendisi de bir tane alıp kapının önündeki tabureye oturdu.

Page 126: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

126

“Belki kızın kitabında bir şeyler vardı” dedi Aysel. İki adam

da ona baktı. “Sebze yetiştirme konusunu Nimetin kitabında

görmüştüm” dedi. Olabilir miydi? Nezih heyecanla kalkıp içeri

koştu. Az sonra elinde kitap dışarıdaydı. Aysel kitabı Nezih’ten alıp

sayfaları çevirmeye başladı. İki adam da heyecanla Aysel'in çevirdiği

sayfalara bakıyordu. “İşte” dedi Aysel parmağıyla bir sayfayı işaret

ederek. Sayfada bahçede sebze ve bitki yetiştiriciliği üzerine şekiller

ve fotoğraflar da vardı. Aysel satırları okumaya başladı. Sonra öteki

sayfayı çevirdi. Yan sayfaya geçti. Sonra diğer sayfayı açtı. Yoktu

işte. Kahrolası şehirli kuşları kaçıracak bilgi bir çocuğun okul

kitabında ne arardı zaten. “İşte burada!” dedi Aysel. İki adamla

heyecanla sayfaya eğildi. Aysel okumaya başladı.

“Sebzeleri ve bitkileri yabani hayvanlardan korumak için

korkuluk etkili bir yöntemdir.” İki adam da homurdanarak

doğruldular. Ama Aysel devam etti. “Ancak daha küçük alanlarda

yapılan ekim işleri için alanın etrafına ve üzerine plastikten bir sera

inşa edebilirsiniz.” Tabi ya. Sera. İyi de sera inşa etmek kim bilir

kaça patlardı. “Buna paramız yetmez” dedi Nezih. Ümitsizliğe

kapılmaya başlamıştı artık. Başını sallayıp doğruldu. Caddeden gelen

geçene bakıp çayından bir yudum aldı. Orhan usta da kalkıp kendi

sandalyesine oturdu. O da düşünüyordu ama onun da aklına bir şey

gelmiyordu. Nezih başını kaldırıp yukarıda uçuşan kuşlara baktı.

Kahrolası kuşlar diye düşündü. Aslında onların bir suçu yoktu. Onlar

sadece kuş gibi davranıyordu işte. Kuşlara kızmak ona birden aptalca

göründü. Hala başını kaldırmış gökyüzünde süzülen kuşlara

bakarken birden bir şey fark etti. Çok hafif, göz ucuyla bir şey gördü.

Tepesindeki binanın katlarından birinden, bir camdan görünüp

kaybolmuştu. Olduğu yerden kaldırımın ortasına doğru yürümeye

başladı. Başı hala yukarıdaydı. Aysel’le Orhan usta şaşkınlıkla

Page 127: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

127

Nezih’e baktı. Sonra ikisi de başlarını kaldırıp yukarı baktılar ama

bir şey anlamadılar.

Nezih kaldırım ortasındayken şimdi daha net görebiliyordu.

Bir tül perde... Dairenin birinden, açık bir pencereden uçuşan bir tül

perde… İşte buydu. Nezih şaşkınlıkla kendisine bakan Orhan ustayla

Aysel'e gülümsedi.

O akşam Aysel bohçaları dolapları açtı, kullanmadığı eski tül

perdelerini aradı. Sonunda iki tane buldu. Ertesi gün öğle arasında

Nezih, marangozun birinden beş adet her biri iki buçuk metrelik sırık

aldı. Akşam eve döndüğünde yanında yardımcı olarak Recep’le

Orhan usta da gelmişlerdi.

Aysel onlara naneli limonata hazırlarken üç adam işe

koyuldular. Seranın dört köşesinde sırıkları düzgünce yere gömdüler.

Beşinciyi de diğerlerine göre biraz daha yüksekte kalacak şekilde

seranın tam ortasına diktiler. Yalnız bir sorun vardı. Aysel’in verdiği

iki tül perde yetmiyordu. Tül perdeler seranın etrafını kapatıyordu

ama üstü açık kalıyordu. Üste örterlerse de yanlar açık kalıyordu.

Üste örtmeye karar verdiler. Yan taraflar için Nezih mecburen gidip

tül perde satın alacaktı artık.

Limonatalarını içerlerken Recep “Tül perde kaç para acaba?”

diye sordu. Hiçbiri bilmiyordu. Hepsi de Aysel’e baktı. Aysel

kararsız bir şekilde başını salladı.

“Tül perde almayalı uzun zaman oldu, o yüzden bilmiyorum.

Ama kalitesine göre, işlemesine göre değişir sanırım” dedi. Üç adam

da onaylar şekilde başlarını salladı. “O zaman en ucuzu neredeyse ki

muhtemelen Aksaray’da falan olur, gidip oradan alacaksın” dedi

Orhan usta.

“Tül perde şart mı?” diye sordu Recep. Bir yandan da

limonatasının kalanını içip ağzını keyifle şapırdatıyordu. Biranda

hepsi ona baktı. Önce anlamadılar ne demek istediğini.

Page 128: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

128

“Tabi ya” diye düşündü Nezih. “Güneşlik de olur”

“İyi de güneşlik kalın gelmez mi?” diye sordu Aysel. “Güneş

nasıl girecek içeriye?” Güneşlik perdesi kuşları engellediği gibi ışığı

da engellerdi tabi.

“Hepsinden önce biz de güneşlik perde var mı?” diye sordu

Nezih.

“Evet, bir yerlerde iki üç tane vardı” dedi Aysel.

“Yanlara takarız” dedi Orhan usta. “Üstte tül perde kalsın.

Güneşliği yanlara takarız. Zaten yanlardan ne kadar güneş geliyor

ki? Öğleden sonra tepeden geliyor asıl güneş.” Bu olabilirdi işte.

Böylece Aysel bohçaları karıştırmaya gitti. Az sonra

kollarında üç tane rengi solmuş, beyaz güneşlikle çıkıp geldi. Üç

adam Aysel’in de yardımıyla tekrar işe koyuldular. Seranın dört

yanındaki kazıkların arasına ip gerdiler. Ardından perdeleri bu ipe

geçirdiler. Yarım saat sonra her şey hazırdı. Sera bu haliyle, eski

filmlerdeki sahra hastaneleri gibi görünüyordu.

“Vay be!” dedi Orhan usta. Nezih merakla ona baktı. “Şu

bahçenin işi de hiç bitmiyormuş arkadaş. Baksana amma badireler

atlattınız” Gerçekten de bir şeyler yetiştirmek hiç de göründüğü

kadar kolay değildi ama bu keyif de verilen emekle orantılıydı işte.

Yetiştirdikleri sebzelerin lezzetini, onu paylaştığı insanların

yüzlerindeki mutluluğu düşündü Nezih. Buna değerdi doğrusu.

Kesinlikle değerdi.

Page 129: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

129

Kapıcılar Savaşı

Kasım ayı tüm soğukluğuyla kapıya dayanmıştı. Kaloriferler

yanmaya başlamış, yazlıklar kaldırılmış kışlıklar gardıroplarda yerini

almıştı. “Kombiyi bir kontrol ettirmemiz lazım İzak bey” demişti

Nezih.

Geçen yıl kış biterken, her sene olduğu gibi kombiyi

petekleri ısıtma ayarından sadece musluk sularını ısıtma ayarına

getirmişlerdi. Kışa girerken kombi yine tam randıman çalışmaya

başlayacaktı ama önce iyi bir bakımdan geçmesi iyi olurdu.

Maazallah bir arıza çıksa tüm apartman kışın ortasında kalorifersiz

kalabilirdi. İşin diğer boyutu, böyle bir şey olursa uğraşacak kişinin

yine nezih olmasıydı. O yüzden işi sıkı tutup kışa girmeden bakımın

yaptırılması önemliydi.

İzak bey yüzünü limon yemiş gibi buruşturdu. Ne zaman

para işi söz konusu olsa böyle yapardı zaten. Bakım demek para

demekti ama tabi yapılması da gerekiyordu.

Page 130: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

130

“En uygun kime yaptırabiliriz? diye sordu yaşlı İzak.

“Garantisi yok muydu bizim kombinin?” Nezih, ciddi olup

olmadığını anlamak için İzak beyin yüzüne baktı. Garanti süresinin

iki yıl önce dolduğunu o da iyi biliyordu ama yine de soruyordu işte.

Zengin ve pinti insanların ve şu çocukça umutlarını anlamak çok

zordu.

“Garanti süresi biteli iki yıl oldu ya İzak bey!”

“Öyle ya…” Şeker isteyen bir çocuğun aldığı olumsuz

yanıtla yüzünde oluşan hayal kırıklığına benzer bir ifade oluştu İzak

bey’in yüzünde de.

“Ben biri araştırayım. Ürünün kendi servisi kaç para

isteyecek bakalım.” Böylece İzak bey’in yanından ayrılıp işine

döndü bitirdi Nezih. En üst kattan başladığı yerleri paspaslama işini

apartmanın giriş holünde bitirdi. Ellerini beline götürüp tutulan belini

açmak için yavaşça doğrulurken bina kapısından dışarıdaki günlük

koşturmacayı izledi.

Recep sol tarafta, bankanın giriş kapısının önde caddeye

yakın durmuş sigarasını içiyor, bir yandan da bankaya giren çıkanları

izliyordu. Orhan usta sağ tarafta kaldırım kenarında simit arabasının

başında durmuş bir müşteriyle sohbet ediyordu.

Nezih su kovasını ve paspası alıp holün sol tarafındaki kazan

dairesi kapısından içeri girdi. Kirli su dolu kovayı bir köşedeki su

giderine boşalttı, paspası temizleyip kazan dairesinin yanı başındaki

kombinin yanına geldi. Kombinin üzerinde, servisin telefon numarası

yazılı olan bir etiket yapıştırılmıştı. Etiket zamanla tozun, kirin

içinde aşınıp silikleşmişti ama Nezih yine de numarayı okuyup bir

kâğıt parçasına yazmayı başardı.

Az sonra tekrar binanın holüne çıkmıştı. Canı bir sigara

çekti. Günün koşturmacası başlamadan bir sigara içemeye karar

verdi. Demir kapının ardından dışarı baktığında az önce Orhan

Page 131: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

131

ustanın yanında dikilip onunla sohbet eden adamın şimdi de

Recep’in yanında dikildiğini fark etti. İki adam eski dost gibi birer

sigara tüttürerek ve birbirlerine gülümseyerek keyifle sohbet

ediyorlardı. “Bir zamanlar buralarda yaşamış eski bir arkadaşlarıdır

belki de” diye düşündü Nezih.

Dışarı çıktı. Recep’le adama şöyle bir bakıp Orhan ustanın

yanına gitti. Orhan usta onu gülümseyerek karşıladı. “Ooo Nezih ne

haber?”

“İyidir, senden ne haber?” Sigarasını yakarken başını çevirip

Receple adama baktı. Orhan usta bunu fark etmişti. Gülümseyerek

“Bak ne kapıcılar var görüyor musun?” Başıyla sol tarafta birkaç sıra

ilerideki binayı gösterip “Gervin apartmanının yeni kapıcıymış”

dedi. “Etraftaki esnaflara, dükkânlara falan kendisini tanıtıyor.

Medeni adammış. Sevdim onu.” Nezih Orhan ustaya baktı. Orhan

usta adamdan hoşlanmıştı gerçekten. Kendini tanıtan bir kapıcı. Ne

medenice bir davranış ama… Kendisi burada çalışmaya başlayalı ne

kadar olmuştu? Üç seneyi biraz geçiyordu. İşe başladığında böyle bir

şey yaptığını hatırlamıyordu. Gerçi zamanla herkesle tanışmıştı

ama... O zamanla, yavaş yavaş insanlarla tanışıp kaynaşan biriydi.

Zamanla ısınan biriydi.

Sigarasından derin bir nefes çekip tekrar adama baktı. Ufak

tefek, esmer mi esmer bir adamdı yeni kapıcı. Recep’le el sıkışıp

gülümseyerek yanında ayrıldı. Recep’te adamdan hoşlanmışa

benziyordu. Adamın arkasından el sallıyordu. Adam şimdi bankanın

yanındaki ufak büfeye yönelmişti. Recep gülümseyerek kendilerine

doğru döndü. Orhan ustayla Nezihin baktığını görünce onlara doğru

sallana sallana yürümeye başladı.

“Şu Mehmet var ya…” dedi geriye dönüp büfenin girişinde

dükkân sahibinin elini sıkan yeni kapıcıyı başıyla işaret ederek. “Çok

Page 132: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

132

muhabbet bir adama benziyor.” Muhabbet bir adam! Bir kapıcı için

ne olmazsa olmaz bir özellik ama.

“Seninle tanıştı mı?” diye sordu Orhan usta.

“Hayır, henüz o şerefe nail olamadık.” Orhan usta Nezihin

yüzüne sırıtarak baktı. “Ne o? Medeni bir meslektaşın olduğuna

sevinmedin galiba?” Nezih, Orhan ustanın sinir bozucu sırıtmasına

aldırmamaya çalıştı. “Medeni insanları severim canım. Nereden

çıkardın bunu.” Kapıcı Mehmet büfeden çıkmış, yanındaki binaya

giriyordu. Recep adamı başıyla gösterip “Bak diğer apartmana

giriyor. Sırayla buradaki herkesle tanışıp kendini tanıtıyor” dedi.

Sonra kaşlarını çattı. Bir şeyi hatırlamıştı sanki “Sizin apartmana

niye girmedi peki? Allah Allah! Sırayla herkes uğruyor, size niye

uğramadı?” Bu Nezihin de dikkatini çekmişti şimdi. Ne diyebilirdi

ki? Kendisi yukarıdayken uğramış, kimseyi göremeyince de sonra

uğramaya karar vermişti herhalde.

“İyi işte. Etrafta bir meslektaşın daha olması güzel. Allah

kolaylık versin, ne diyelim?” dedi. Kapıcı Mehmet ilerideki binadan

çıkmış, gerisin geri Nezihlerin olduğu tarafa geliyordu. Şimdi

kendisiyle tanışırdı herhalde. Kapkara bıyıklı, kalın kapkara kaşlı,

ufak tefek ama sağlam yapılı birine benziyordu adam. Önlerinden

geçerken Nezih gülümseyerek adama baktı. Adam binanı önünden

yavaşlamadan yürüdü, eliyle üçlüye bir selam verip gülümseyerek

önlerinden geçti. Üçü de başlarıyla selam vererek karşılık verdiler.

Adam az sonra Gervin apartmanının büyük kapısından süzülüp

içeriye girdi. Nezih bozulmuştu.

Recep selam ikisine de selam verip bankaya geri döndü. Bu

tuhaftı işte. Belki de kendisi kuruntu yapıyordu. Adam herkesle

tanışıp kendisiyle niye tanışmasın ki? Sonuçta meslektaşlardı. İkisi

de ekmeğinin peşinde, gariban birer kapıcıydı nihayetinde. Yalnız bu

durum Orhan ustanın da dikkatini çekmişti. Orhan usta kollarını

Page 133: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

133

simitçi arabasının üzerine yaslayıp adamın çalıştığı binaya doğru

dalgın dalgın baktı. “Nezih, bu adam seninle tanışmadı. Farkında

mısın?” Nezih ne diyeceğini bilemedi. Gerçekte ne diyebilirdi ki

zaten?

“Evet, benim de dikkatimi çekti. Ben yukarıdayken içeri

giripte göremedi belki de.” Orhan ustabaşını salladı. “Hayır. İçeri

falan girmedi. Aslında sırayla tüm binalara uğradı ama sizinkini

atlayıp doğrudan Recebin yanına gitti.” Orhan ustanın gözlerinin

etrafında kırışıklıklar belirmişti. Ne zaman bir şeyde bir tuhaflık

sezse hep böyle olurdu. Orhan ustaya bakarken “Bunun farkında mı

acaba?” diye geçirdi içinden Nezih.

“Çok tuhaf” diye kendi kendine mırıldandı Orhan usta. Sonra

aniden başını Nezihe çevirdi. “Neden böyle bir şey yapsın ki?” Nezih

“Nereden bileyim?” gibisinden abartılı bir şekilde kaşlarını kaldırdı.

Nezih öğle vakti geldiğinde dairesine inip yemeğini yedi.

Ardından hole çıktı. Masasına oturup kombi servisini aradı. Bu arada

kiracılar, müşteriler derken bir sürü insan da bina girip çıkıyordu.

Nezih bir yandan telefonla konuşurken bir yandan da not alıyordu.

Arada da giren çıkanı yan gözle kontrol etmeye çalışıyordu. Sonunda

telefonda yetkili biriyle görüşmeye başladı. Sıkı bir pazarlık

oluyordu. Nezih bakım fiyatını az da olsa düşürmeyi başarmıştı.

Verilen son fiyat 350 TL’ydi. Telefona dalınca yanında dikilen

adamı da fark etmemişti tabi. Başını kaldırdı. Başında dikilen adam,

muhitin yeni kapıcısı Mehmet’ti. Adam kibarca gülümseyerek

kendisine bakıyor, eliyle ve yüz mimikleriyle “Acele etme! Rahatça

görüşmeni bitir” demeye çalışıyordu. Nezih kısa bir süre sonra

görüşmesini bitirip ayağa kalktı.

Elini uzattı; “Merhaba. Sen Gervin apartmanının yeni

kapıcısı olmalısın” dedi. Adam içtenlikle ve gülümseyerek elini sıktı.

Page 134: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

134

“Merhaba kardeş. Evet, benim adım Mehmet. Çok memnun oldum.”

Ben de Nezih. Hoş geldin, hayırlı olsun.”

“Mahalledeki insanlarla tanışıyordum da. Sabah buraya da

uğradım ama ortalıkta göremedim seni. Herhalde işi vardır diyip

sonra uğramaya karar verdim bende.”

Demek uğramıştı. Boş yere günahını almıştı adamın işte.

Orhan ustanın gözünden kaçmıştı büyük ihtimalle. “Nereden gelirsin

kardeş? Memleket neresi?”

“Anamız, atamız Çanakkaleli ama ben doğma büyüme

buralıyım. Sarıyer’de bir apartmanda çalıştım en son. Şimdi de

buradayız işte. Sen kaç senedir buradasın?”

“Ben çok küçükken gelmişim İstanbul’a. Biz aslen…”

“Yok, bu binaya demek istedim”

“Ha… Şey, dört seneye yakın oluyor.” Adam gülümseyerek

başını salladı. Bu gülümsemede bir şey Nezihi rahatsız etmeye

başlamıştı. “Burada büyümüşsün. Onu söylüyordun demin.”

“Ha evet. Buralı sayılırız biz de.” İki adam da ayakta durmuş

birbirine gülümsüyordu. Kısa süreli bir sessizlik oldu. “Peki, o

zaman komşu. Bana müsaade” Mehmet elini uzattı.

“Artık komşuyuz. Bir ihtiyacın olursa ben buralardayım. Ne

zaman istersen uğra.”

Nezih, kapının dışındaki kabalığı seyretti bir süre. Bir

tuhaflık vardı adamda ama ne olduğunu çözememişti Nezih. Mehmet

Orhan usta’nın yanından geçerken önce selam vermiş sonrada

ayaküstü keyifli bir sohbete başlamıştı. Herkesle oldukça iyi anlaşan

adamın kendisine karşı soğukluğu garibine gitmişti. Aslında soğuk

da değil de… Bir tuhaftı işte. Neyse diye düşündü Nezih. Belki de

buranın yenisi olarak tecrübeli bir meslektaş görünce biraz çekingen

davranıyor olabilirdi adam. Diğerleriyle daha yakın olması da yine

bu sebeptendi beklide. Nezih tekrar işine döndü. Akşama dek bir

Page 135: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

135

sürü işle vakit geçip gitti. Akşam doğru işler biraz hafifleyince önce

İzak bey’e çıkıp kombi bakımı için aldığı fiyatların yazılı olduğu

kâğıdı verdi. Ardından laflamak için Orhan ustanın yanına çıktı.

Yapacağı bir işi hatırlamış gibi “Haydi kolay gelsin size”

deyip ayrıldı Mehmet. Nezih arkasından bir süre baktı.

“Demek tanıştınız sonunda” dedi Orhan usta. “Evet, geçen

gün geldi. O gün uğramış ama kimseyi göremeyince sonra gelirim

diye gitmiş. Öyle söyledi” dedi Nezih. Orhan ustaya bakıyor ve bir

karşılık bekliyordu. Belki de “Yok yahu, öyle olsa görürdüm onu”

demesini falan bekliyordu.

“Allah Allah! Binaya girdiğini hiç görmedin ben” dedi

Orhan usta.” “Gözümden kaçtı demek.”

Nezih ertesi gün erkenden uyanıp güne her zamanki rutin

işleriyle başladı. Öğlene doğru yani İzak bey uyanıp kahvaltısını ve

günlük gazetesini okuyup bitirdikten sonra kombinin bakımıyla ilgili

yaptığı telefon görüşmelerini ve aldığı fiyatları söylemek üzere

yukarı çıkmaya karar vermişti. O saate kadar da apartmanın işleriyle

uğraşacaktı.

Bir ara binanın Orhan ustayla Recep’e selam vermek ve

biraz dinlenmek üzere dışarıya çıktı. Recep ortalıkta görünmüyordu.

Orhan usta ise ufak arabanın başında simit satıp müşterileriyle çene

çalmakla meşguldü. Sağ tarafta, 50 metre kadar ileride Mehmet’i

gördü biran. Adam, kapının önünde biriyle konuşuyordu. Nezihle

göz göze geldiler. Mehmet elini kaldırıp selam verdi. Nezih de

karşılık verdi. İyi bir adama benziyordu aslında Mehmet.

Etrafındakilere selam veren kaç kişi kalmıştı ki artık? Nezih yavaş

yavaş adama ısınmaya başladığını fark etti. Etrafta birçok meslektaşı

vardı aslında. Ama işin doğrusu, kendisi gibi etrafıyla iletişim içinde

olan, çevredeki komşuyla, esnafla iyi ilişkiler kurabilen kapıcı pek

fazla yoktu. Çoğu kendi kabuğuna çekilmiş yaşıyordu. Tüm hayatları

Page 136: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

136

apartmanın işleriyle uğraşmaktı. Oysa Mehmet kendisine

benziyordu. Bu güzeldi. Alışılmadık bir şeydi ama güzeldi.

Gülümsedi Nezih. Mehmet, monotonlaşmaya başlayan hayatına renk

katabilirdi. Tüm mahalleye yeni bir soluk getirebilirdi. Derdinden

anlayabilecek, ne çektiğini bilebilecek yeni bir dost kazanabileceğini

fark etti Nezih. Arada ona işlerinde yardım eder, sıkıştığında

yardıma koşar, tabi Mehmet de aynısını onun için yaparsa işleri daha

kolaylaşırdı. Bu ikisi içinde güzel bir fırsat demekti.

Nezih yeni komşusu ve meslektaşına bir hoş geldin ziyareti

yapmaya karar verdi. Böyle yeni bir ortamda bu onu ne kadar

sevindirirdi kim bilir… Nezih kapıdan çıkıp Gervin apartmanına

yöneldi. Orhan ustanın önünden geçti ama o sırada müşterisiyle

sohbet eden Orhan usta onu görmedi. Gervin apartmanı Beyza

apartmanına çok benziyordu. Zaten o civardaki binaların mimarisi

aşağı yukarı aynıydı. Kapıdan içeri girdi. Mehmet ortalıkta

görünmüyordu. Onun evli mi bekâr mı olduğunu bile bilmiyordu.

Holdeki kapıcı dairesinin kapısını gördü. Kapıyı çalıp çalmamak

konusunda biran kararsız kaldı. Evli miydi acaba? Sonunda kapıyı

çaldı. Az sonra genç, başörtülü bir kadın kapıyı açtı.

“Merhaba abla. Ben yandaki Beyza apartmanının kapıcısı

Nezih. Siz Mehmet’in eşi misiniz?”

Kadının yüz ifadesi, Nezih sanki “Merhaba sizi soymaya ve

tecavüz etmeye geldim” demiş gibi, garip bir şekilde birden

değişiverdi. Bu duruma şaşıran Nezih biran diyeceğini bilemedi.

“Şey, ben hoş geldiniz demek istemiştim. Bir şeye ihtiyacınız olursa

çekinmeden gelebilirsiniz. Eşim Aysel genelde evdedir. Yani bir

sıkıntınız falan olursa demek istedim.”

Kadın kendini toparlamaya çalışır gibiydi. Zoraki bir

gülümsemeyle; “Sağ olun Memnun oldum” dedi. Kısa bir sessizlik

oldu.

Page 137: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

137

“Mehmet yok galiba” dedi Nezih.

Kadın konunun değişmesine sevinmiş gibiydi. “Dışarıdaydı

ama… Gelir birazdan”dedi.

“Peki bacım. Kolay gelsin.” Nezih apartmanın önünde

dikilip etrafına bakındı ama Mehmet ortalıkta yoktu. Birden aklına

geldi. Gidip temizlik malzemesi alması gerekiyordu. Dün bunu

unutmaması gerektiğini kendi kendine hatırlatıp durmuştu. Hazır

dışarı çıkmışken markete kadar gidip bu işi halledebilirdi. Zaten

öğlen olmak üzereydi. Nezih kaldırımda ağır ağır yürüyerek

marketin yolunu tuttu. Yakınlarda birçok market vardı ama canı

biraz da yürümek istediğinden Pangaltı’ndaki ufak Migros’a kadar

gitmeye karar verdi. Nezih bir yandan yürürken bir yandan da

rastladığı arkadaşlarına selam veriyor, tanıdığı esnaf dükkânlarına da

kısa süreliğine selam vermek için uğruyordu. Hal hatır sorma işini

yeni gelen birinden öğrenecek değildi ya. Böylece markete vardı.

Alışverişini tamamladı. Dönüşte de başka arkadaşlarıyla selamlaşıp,

dükkânda müşteri olduğu için uğramadığı esnaflara uğrayıp

merhabalaşarak apartmanın yolunu tuttu.

Apartmana vardığında öğle vakti de çoktan gelmişti. İnsanlar

öğle yemeği için ya da öğle tatilinde işlerini yapmak için sokaklara

çıkıyordu. Deterjanı eve bırakıp öğle yemeğini yiyebilirdi. Sonra da

üstüne bir keyif sigarası yakar ardından da İzak beye uğrayıp şu

kombinin bakım fiyatını konuşurdu.

Nezih yemeğini yedikten sonra dairesinden binanın holüne

çıktı. Birden aklına üçüncü kattaki avukatlık bürosunda çalışan

Necmi adındaki zayıf, fırlama çocuğa uğramak geldi. Geçen kapı

önünde bayağı bir maç muhabbeti yapmışlardı. Belki çocuğun birkaç

iyi tüyosu olabilirdi. Ondan sonra dışarı çıkıp sigarasını içebilirdi

rahatça. Böylece Nezih, genç avukatın yanına çıkıp onunla ayaküstü,

birkaç dakikalığına haftanın maçlarını tartıştı. Bir kâğıda, oynamaya

Page 138: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

138

karar verdiği maçların kodlarını ve skor tahminlerini yazıp cebine

koydu. Daireden çıkarken, yürüyerek mi yoksa asansörle mi aşağı

ineceğine karar vermeye çalışıyordu. Sonunda asansörün düğmesine

bastı. Binanın katlarında, kapı önlerinde ve merdivenlerde öğle

yemeğinden dönenlerin ayak sesleri ve konuşmaları yankılanıyordu.

Öğle saatleri hep böyle olurdu zaten. İşe tekrar dönmeden önce biraz

lak lak etmek, patronların dedikodusunu yapmak, biraz maç

muhabbeti… Günün stresini biraz olsun atmak için bunlardan iyisi

yoktur.

Birden, o konuşmaların içinden bir tanesinde geçen bir iki

söz Nezih’in dikkatini çekti.

Kombi. Bakım.

Nezih durup dikkat kesildi. Asansör yukarı katlardan

çağrılmış olmalı ki aniden yukarı fırladı. Asansörün vızıltısı

yüzünden bir süre duyduklarından bir şey anlamadı. Asansör iki kat

yukarıda durdu. Sesler de tekrar anlaşılır oldu. Bir konuşmada yukarı

katlardan birinden geliyordu. “Ben konuşurum merak etmeyin

efendim.”

Karşısındaki anlaşılmaz bir mırıltıyla bir şeyler söyledi.

Diğeri cevap verdi; “Hayır, hayır. Benim kuzenimdir kendisi. Merak

etmeyin siz.” Bu ses tanıdık geliyordu Nezihe ama bir türlü kim

olduğunu çıkaramadı. Mırıltıyla konuşan yine bir şeyler söyledi.

Mırıldanan İzak bey miydi? Olabilir miydi? Peki diğeri kimdi?

“Tamam, İzak bey. Ben haber veririm size” Asansörün

kapısı açıldı. Nezih dikkat kesilmiş kıpırdamadan öylece bekliyordu.

Asansör inmeye başladı. Birkaç saniye sonra, duvarlarının üst kısmı

camdan olduğu için içindekileri görebildiğiniz eski, ahşap asansör

yukarıda belirdi. Asansör tam önünden geçerken, Mehmet'le göz

göze geldi Nezih.

Page 139: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

139

İkisi de o kadar şaşırmıştı ki biran birbirlerine ne selam

verebildiler ne de bir şey söyleyebildiler. Bir saniye sonra asansör alt

kata inmişti bile.

Nezih kelimenin tam manasıyla afallamıştı. Mehmet İzak

bey’le ne konuşmuş olabilirdi ki? Yan binanın kapıcısı kendi

yöneticisiyle neden bir şey konuşsun ki? Bu işte pis bir koku

seziyordu Nezih ama ne olduğunu düşünemeyecek kadar şok

olmuştu. En iyisi dışarı çıkıp bir hava almaktı.

Kapının önüne sandalyesini çekip etrafına bakındı. Günlük

koşturmaca, klasik bir öğleden sonra mesai günü devam ediyordu.

“Kombi” kelimesini kendisi mi uydurmuştu? Belki de başka bir şey

duymuş ama kafasında kombi meselesi olduğu için öyle anlamıştı.

Mesela ne demiş olabilirlerdi? Kom… Kombiye benzer bir kelime de

aklına gelmiyordu ki... Zombi! Hah evet. Aferin sana diye düşündü

Nezih. Yan apartmanın kapıcısıyla İzak bey durmuşlar zombiler

hakkında sohbet ediyorlardır. “Koli!” Belki de duyduğu kelime

koliydi.

Neden olmasındı? İzak beyin taşınacak kolileri vardı

herhalde. Mehmet de ona yeğeni ya da kuzeni her ne karın ağrısıysa

onu önerdi. Olay buydu işte.

Hem Mehmet binanın kombi meselesini nereden öğrenecekti

ki? Bu işi İzak bey’le konuştuktan sonra kimseye anlatmamıştı.

Nezih o sırada kaldırımda simit arabasının başında birkaç kişiyle

çene çalan Orhan ustayı gördü. Tabi ya. Bir tek Orhan ustaya

söylemiş olabilirdi. O da çenesini tutamayıp bu herife anlatmıştı

olayı. Birden canı sıkıldı Nezihin. Böyle olmayacaktı bu iş. En iyisi

kaynağından öğrenmekti olanı biteni. Asansöre koştu. İzak beyin

dairesine çıktı.

Page 140: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

140

Kapıyı İzak bey açtı. “Merhaba İzak bey. Ben şeyi sormak

için gelmiştim… Kombinin bakım olayını... Acaba karar verebildiniz

mi?”

İzak bey eliyle çenesini ovalayıp düşünmeye başladı.

Sonunda hatırlayıp “Hah tamam! Şu kâğıt” dedi Nezihin verdiği,

üzerinde fiyat yazılı kâğıdı kastederek.

“Kaç demişti Servis?”

“350’ye inmişlerdi en son”

İzak bey bir kez daha çenesini ovalayıp düşünmeye başladı.

Evet, kesinlikle konuşmuşlardı. O iblis Mehmet nasıl öğrendiyse

öğrenmiş, sonrada daha uygun bir fiyat alıp İzak bey’e söylemişti.

Bu kesindi. İzak bey şimdi hayır diyecek, işi Mehmet’e yaptıracaktı.

Nezih böyle olacağına her şeyi üzerine bahse girmeye hazırdı.

“Tamam. Oraya yaptıralım” dediğinde Nezih önce

anlayamadı. “Efendim?”

“Tamam dedim evladım. Fiyat aldığın yere yaptıralım.

Gelsinler hafta sonu.” İzak bey içeri girmişti ama Nezih hala kapıda

sersem sersem dikiliyordu. Aşağıya binanın holüne indi. Adam

tamam demişti. Kendi kendine neler kurmuştu oysa. Orhan ustaya

baktı kapının ardından. İyi de o zaman bu Mehmet ne konuşmuştu

İzak beyle? En iyisi şu meseleyi Orhan ustayla bir konuşmaktı.

Orhan usta arabanın üzerine kollarını dayamış, yarısını

katladığı gazeteyi okuyordu. Nezihi görünce balını kaldırdı; “Nasıl

gidiyor Nezih?” Sonra Nezihin suratındaki asık ifadeyi gördü.

“Hayrola? Bir şey mi oldu?”

“Orhan usta sana bir şey soracağım ama bana dürüstçe cevap

ver?” Orhan usta şaşkın bir halde kaşlarını çattı.

“Şu kapıcı Mehmet’e bizim binanın kombi meselesi

hakkında bir şey söyledin mi?”

Page 141: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

141

Orhan usta kaşlarını çatıp Nezihin sorduğu şeyi anlamaya

çalıştı bir an?

“Sizin binanın kombi meselesi de nedir?” Nezih Orhan

ustanın gözlerine baktı ve o an bir şeyi hatırlayıverdi. Orhan ustayla

bu konuda hiçbir şey konuşmamışlardı ki. En iyisi olanı biteni

anlatmaktı. Öyle de yaptı. Orhan usta kolları önündeki simit

arabasının üstüne dayalı, başını kaldırım tarafında yürüyen

kalabalığa çevirip kısa bir süre düşüncelere daldı. Sonra başını

Nezihe çevirdi; “O sırada merdivenlerde başka kimse yok muydu?”

Nezih hatırlamaya çalıştı. Vardı. Hem de birçok insan vardı.

“Peki, içinde “kombi” lafı geçen konuşmanın Mehmet’le

İzak’dan geldiğine emin misin?”

Değildi. Yani o an öyle gelmişti ama düşününce o sırada bir

sürü insan merdivenlerde konuşup duruyordu. Başkaları arasında,

şirketlerden birinin iki çalışanı arasında içinde “kombi” lafı geçen bir

konuşmayı duymuş olması ihtimali daha fazlaydı aslında.

“Hayır, emin değilim.”

Orhan usta gözlerini kısmış, eliyle çenesini ovuşturup

düşünüyordu. “Diyelim bu konuşma başkaları arasında oldu. Bu yine

de bir gerçeği değiştirmiyor. Mehmet’le İzak ne konuşmuş

olabilirler?” Öyle ya ikisi de birbirinin dengi adamlar değiller.

Mehmet tanışıp kendini tanıtmak için mi uğramıştı İzak bey’e?

Neden böyle bir şey yapsın ki? Yani bir kapıcı olarak oldukça sosyal,

dışa dönük birisi olduğunu göstermişti ama yan binanın apartman

yöneticisiyle tanışmak biraz tuhaf kaçmıyor muydu? Sonraki adım

mahalle muhtarı ardından da belediye başkanıyla tanışmak olacaktı

herhalde. Bu işte bir bit yeniği olduğu açıktı ama hala ne olduğu belli

değildi.

“En azından senin korktuğun gibi kombi meselesi değilmiş

konuştukları şey. Zaten İzak bey’in sen varken gidipte yan binanın

Page 142: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

142

kapıcısına iş yaptıracağını düşünüyor musun? Yani adam cimri

olabilir ama o kadar de değil.” Orhan usta haklıydı. Şimdilik en iyisi

bekleyip görmekti.

Sonraki gün olağan koşturmalarla aparman işleriyle geçti.

Herkes işinde gücündeydi. Nezih işinden fırsat buldukça dışarı

çıkıyor, çevredeki eş dostla takılıp sohbet ediyordu. Bu arada

Mehmet ortalıkta görünmüyordu. Nezih, Recep’e onu sorduğunda o

da görmediğini söylemişti. Herhalde yoğundu işleri. Tanışma faslı

bittiğine göre etrafındakiler yerine biraz işine odaklanması daha iyi

bir fikirdi zaten. Nezih, adamın ortalıkta görünmeyişine için için

sevindiğini fark etti. Adama bir türlü ısınamamıştı işte, olay buydu.

Nezih akşama doğru kapıcı masasında oturmuş gazetenin

İddia ekini inceliyor, hangi maça ne kadar oran verildiğini dikkatle

gözden geçiriyordu. Cep telefonu çaldı. Arayan İzak bey’di.

“Hayırdır inşallah!” diyerek yerinden kalktı. Herhalde ertesi gün için

ona talimat verecek ya da bir yerlere falan yollayacaktı. Asansöre

binip İzak bey’in katına çıktı. İzak bey kapıya geldi.

“Şu kombi için kaç para istemişlerdi geçen?” Nezih bir

terslik olduğunu hissetti. İçinde kötü bir his vardı. “350 demişlerdi

İzak bey.”

“Bak ne diyeceğim? Şu Mehmet var ya. Hani yan

apartmanın yeni kapıcısı. Onun bir tanıdığı varmış bu işleri yapan. O

200’e yaparım ben demiş.” Nezih başından aşağı kaynar sular

dökülmüş gibi oldu biran. Aklı karıştı, ne diyeceğini bilemedi.

Demek olay buydu işte. Tahmin ettiği gibiydi.

“İyi de bizim kombi işini nereden duymuş o İzak bey?” İzak

bey gözlerini Nezihinkilere dikip baktı boş boş. Acaba ileri mi gittim

diye düşündü Nezih. Ama sert çıkmamıştı ki adama. Güzelce

sormuştu işte. Hem bu binanın kapıcısı olarak buna hakkı yok

Page 143: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

143

muydu?

“Nereden mi duymuş? Sen söylemedin mi?” İşte

beklemediği bir şey daha.

“Hayır, efendim, ben söylemedim.”

“O zaman gerçekten nereden duydu bu adam?” İki adam da

kapının önünde birbirlerine boş gözlerle baktılar bir an. Sonra

omuzlarını silkti İzak bey; “Her neyse. Sonuçta bize iyi bir fiyat

buldu ya önemli olan bu. Sen iletişime geçersin onunla.”

Kapıyı kapatmak üzereyken aklına bir şey gelmişti, durdu;

“Sevdim bu herifi. Bence biraz taktik öğrenmelisin ondan Nezih.”

Göz kırpıp kapıyı kapattı İzak bey.

Nezih aşağı inerken sinirden kıpkırmızıydı. Biraz taktik

öğrenmelisin ondan. Sevdim bu herifi. Sen iletişime geçersin.

Sevdim bu herifi. İzak bey’in sözleri durmadan kafasında yankılanıp

duruyor, beyninin içine adeta çiviler çakıyordu. Öfkeden asansöre

bile binmeyi unutmuş, taa aşağıya dek paldır küldür yürüyerek

inmişti. Madem sevmişti o herifi gidip onunla iş yapsaydı ya! Hoş,

yapıyordu ya işte. Bunu da görmüştü sonunda. Ah şu yılan

Mehmet… Onu şu an eline bir geçirse taze ekmeği ikiye böler gibi

ortadan ikiye ayırabilirdi. Öfkeyle dışarı fırladı. Gözleri Mehmet’i

arıyordu. O an hiçbir şey umurunda değildi. O kalleş, sonradan

görme, sinsi herifi bulup onunla konuşmak, sonrada bir bahane

uydurup adamın burnunu yamyassı etmek istiyordu.

Binanın önünde bir sağa bir sola bakınıyor, kendi kendine

dönüp duruyordu. Etrafta bir sürü insan vardı ama gözü o sırada

kimseyi görmüyordu Nezih’in. O yüzden Orhan usta birden

burnunun dibinde beliriverince şaşırıp bir adım geri sıçradı. Orhan

usta ona soru soran gözlerle bakıyordu.

Page 144: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

144

“Hayrola evlat? İyi misin?” Nezih bu cevaba ne diyeceğini

bilemedi biran. İyiyim deyip başından savmak istedi Orhan ustayı.

Aslında iyi değildi. Yakınından bile geçmiyordu. Ama kimseyle

konuşacak halde de değildi. O yüzden iyiyim bile diyemedi. Orhan

usta anlamıştı bir terslik olduğunu. Koluna yapıştı birden Nezihin.

Daha bir şey demesine fırsat bırakmadan onu tutup binanın içine

soktu. Nezih sesini çıkarmadan kendisini sürükleyen Orhan ustayla

binaya girdi. Omuzlarından tutup oturttu Nezihi masasına.

“Deli gibi kendi etrafında dönüp bir şeyler mırıldanıp

duruyordun. Ne oldu anlat bakayım?” Nezih sinirden ağzını açıp bir

şey söyleyemedi bir türlü. Orhan usta masanın üzerindeki pet şişeye

uzanıp kapağını açtı. Nezihin burnuna doğru uzattı. “İç şundan bir

yudum.” Nezih hayır diyecek oldu, Orhan usta bu sefer emretti; “İç!”

Nezih öfkeden titreyen eliyle şişeyi başına dikip içti. Derin

bir nefes aldı. Tuhaf bir şekilde şimdi biraz daha iyi hissediyordu

kendini. Olanı biteni anlattı Orhan ustaya. Orhan usta tepesinde

sessizce durup dinledi. Sonra Nezihe sırtını dönüp bina kapısının

büyük camından dışarıyı seyretmeye başladı.

“Gidip güzelce konuş onunla.” Orhan usta bunu bakkaldan

bir ekmek almasını tavsiye eder gibi söylemişti. Nezih Orhan ustaya

baktı ama yüzünü göremiyordu. “İzak bey’in söylediği şeyi yap.

Onunla konuş ve şu tamircisini getirmesini söyle.” Durdu, yavaşça

başını Nezihe doğru çevirdi. “Ha! Teşekkür etmeyi de unutma!”

“Teşekkür etmek mi? Neden? İşimi elimden almaya çalıştığı

için mi?” Orhan usta Nezihe döndü. Yüzünde hafif bir gülümseme

vardı. “Daha iyi bir fiyat bulup sana yardımcı olduğu için ona

teşekkür et. Onun sayesinde patronun çok mutlu oldu ve senin de

sırtından büyük bir yük kalktı.”

Page 145: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

145

Nezih dikkatle Orhan ustaya bakıyor ne dediğini anlamaya

çalışıyordu. Orhan usta gülümsüyordu ama bu anlamlı bir

gülümsemeydi. Sadece ne anlama geldiğini…

“Seni büyük bir dertten kurtardığını söyle ona.” Nezih

anlamaya başlamıştı. Orhan ustayla birlikte gülümsemeye başladı.

“Gerçekten çok sağ ol dostum.” Nezih büyük bir irade örneği

gösterip içindeki öfkeyi bir kenara atmaya çalışıyordu ve şu ana dek

büyük oranda başarmıştı da. Mehmet’in elini sıkarken yüzünde koca

bir gülümseme vardı. “Sen olmasan yanmıştım ben.” Kapıcı Mehmet

de sırıtıyordu ama ne olduğunu bir türlü anlayamadığı belliydi. Ağzı

sırıtırken gözlerinde kocaman birer soru işareti vardı. “Sayende

büyük bir yükten kurtuldum. Ne büyük iyilik ettin bana bir bilsen!

İzak bey’den bir de teşekkür aldım üstüne üstlük... O adamın bana en

son ne zaman teşekkür ettiğini bile hatırlamıyorum.”

Kapıcı Mehmet büyük bir güçlükle şaşkınlığı üzerinden atıp

konuşmaya çalıştı. “Şey, buna sevindim doğrusu.” Adamın sesi

memnuniyetle “Allah seni üst üste on kere kahretsin, emi!” arası bir

tonda çıkıyordu. Nezih sonunda adamın elini bıraktı ve hafifçe geri

çekildi. Üzerindeki şık kazağın iki yakasından tutup hafifçe

sündürerek öne çekti. Gözlerini irice açıp “Sabri Özeeel” dedi. Adam

Nezihin üzerindeki pahalı olduğu her halinden belli kazağa baktı.

“Bana kazaklarından birini verdi.” dedi Nezih sırıtarak. “İşte benim

işini bile kapıcım dedi bana, inanabiliyor musun?” Mehmet

gerçekten inanamıyordu. “Senin sayende dostum. Tekrar

teşekkürler.” Nezih yavaşça uzaklaşmaya başlamıştı bile. Yürümeye

devam ederken geri dönüp seslendi; “Bu arada senin kombiciyi yarın

bekliyoruz.”

Nezih kazak için Mahmut bey’e teşekkür etti. Üçüncü kattaki

danışmanlık şirketinin sahibi olan Mahmut bey gerçekten anlayışlı

Page 146: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

146

ve iyi bir insandı. Kazağını ödünç verme konusunda Nezih’e hiç

sorun çıkarmamıştı.

Ertesi gün kombiye bakım yapacak olan adam tek başına

geldi. Yanında Mehmet yoktu. Esmer ve bir dal kadar zayıf bir

adamdı tamirci. Mehmet’in asık suratlı kuzenini bekleyen Nezih

biraz şaşırmıştı. Mehmet’le nasıl bir yakınlığı olduğunu bilmiyordu

ama adam oldukça neşeli ve kibar biriydi. Sanki havadan,

beklemediği bir iş kapmış gibi mutlu bir hali vardı.

Nezih adamın başında duruyor, havadan sudan sohbet

ediyorlardı. Bir ara Nezih lafı döndürüp dolaştırıp “Şu bizim

Mehmet’le akrabaydınız siz değil mi? Kuzendiniz sanırım…” dedi.

Adam İngiliz anahtarıyla önündeki boruyu sıkarken şöyle bir dönüp

baktı. “Yok be usta. Onu da nereden çıkardın? Beni telefonla arayana

dek tanışmıyorduk bile.” İşte bu cevap ilginçti.

“Demek kuzen falan değiller” dedi Orhan usta. Nezih, simit

arabasının yanında dikilmiş Orhan ustayla mesaiden çıkan insanlara

bakıyorlardı. Nezih’in bir gözü de Mehmet’i arıyordu ama onu

bugün hiç görmemişti.

“Bugün hiç görünmedi. Tamirci de tek başına geldi. Sen

gördün mü hiç?”

Başını iki yana salladı Orhan usta. “Sabah bir kere görür gibi

oldum. Kucağında bir karton kutuyla binaya giriyordu. Sonra hiç

görmedim.” Nezihe baktı. “Adamı şok etmişsin anlaşılan” Nezih

gülümsedi. Dünkü neşeli konuşmasını ve Mehmet’in suratındaki

ifadeyi hatırladı.

“Belki gözü senin yerinde” dedi Orhan usta. “Tabi gözü

neden senin yerinde olsun o da ayrı bir soru.” Bir an durdu, sonra

kaşlarını kaldırıp Nezihe baktı. “Sana çok mu maaş veriyorlar

yoksa?” Nezih şaşırdı bu soruya. “Tabi ne demezsin. Dolar olarak

Page 147: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

147

alıyorum hem. Şaka mı yapıyorsun Orhan usta? Asgari maaş ve

sigorta dışında bir kapıcıya ne verecekler?”

Orhan usta arabanın yanındaki sandalyeye çöktü. “O zaman

yerinde neden gözü olsun ki? Belki de sadece piçliğine böyle

yapıyor. Bilirsin. Bazı insanlar böyledir işte.” Orhan usta haklı

olabilirdi. Bazı insanlar doğuştan böyleydi gerçekten. Yine de

Mehmet’e iyi bir ders vermişti. Artık başkalarının işine burnunu

sokmazdı herhalde. Bugün utancından hiç görünmemişti zaten.

Nezih, Orhan ustaya selam verip ayrıldı. O akşam keyifli ve rahat bir

uyku çekti.

Nezih ertesi gün oldukça yoğun bir gün geçiriyordu.

Belediyeye gidip binanı çöp vergisini yatırmak için uzun süre

kuyrukta beklemiş sonra da bir evrak eksik diye eli boş çıkmış geri

gelmişti. Binanın temizliğine ancak öğleden sonra başlamıştı ki bu

kez de üçüncü kattaki daireden aradılar. Burayı birkaç yıldır orta

büyüklükte bir dergi kullanıyordu. Derginin sekreteri panikle

Nezih’e hemen gelmesini söylemişti. Nezih aklından bin türlü şey

geçirerek asansöre atladığı gibi yukarı çıktı.

Sekreter kız, üstü başı ve saçları sırılsıklam açtı kapıyı. Islak

sıçana dönmüştü zavallı. Meğer içeride önemli bir müşteriyle

oldukça kritik bir toplantı başlamış iki saat kadar önce. Tam anlaşma

noktasına gelmişler ki müşterinin tuvalet ihtiyacı gelivermiş. Adam

ellerini yıkarken sen tut musluğu çevirir çevirmez elinde kalsın.

Adamcağız sırılsıklam olmuş tabi. Bir yandan yayın yönetmeni, yazı

işleri müdürü, bir yandan sekreter kız musluğu zapt etmeye

çalışmışlar ama nafile. Adamı bir odaya alıp üstünü başını

kurulamaya çalışırken kızın aklına Nezihi aramak gelmiş en

sonunda.

Nezih gülmemek için kendini zor tutarak banyoya yöneldi

hemen. Banyo musluğu Düden şelalesi gibi su fışkırtıyordu

Page 148: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

148

gerçekten. Nezih dışarı koştu hemen. Daire girişindeki su saatinin

vanasını kapattı. Su da hemen kesiliverdi tabi. İçeriye girdi tekrar.

Kız, Nezih’in ne yaptığını anlamıştı. Gözlerini devirerek

“Bak hiç aklıma gelmedi bu” dedi. Nezih gülümsedi. “Olur, böyle

şeyler. İnsan telaşlıyken bazı şeyler aklından çıkıverir.” Az sonra

gerekli alet edevatını getirip musluğunu kırık mekanizmasını

çıkarmıştı bile. Yalnız yenisinin gidip getirilmesi gerekiyordu. Kırık

mekanizmayı kıza uzattı. “Bunun değiştirilmesi lazım. Birini

gönderip aldırabilir misiniz?”

“Şu an benden başka kimse yok burada. Ne Şoför İsmet ne

de aşçı Aylin abla.” Kız ağlamaklı bir ifadeyle baktı Nezihe. “Peki,

tamam ben alırım. Yalnız ben gelene dek sakın vanayı açtırmayın

kimseye.”

Nezih, elinde kırık mekanizmayla çıkmak üzereydi ki kız

birden arkasından seslendi. “Bir dakika Nezih bey.” Nezih sönüp

bakınca kızın son anda bir şey hatırlamış gibi ellerini sallayarak

koridorun bir kenarındaki odalardan birine daldığını gördü.

“Buralarda olacaktı sanki.”

Nezih kızın peşinden odaya girdi. Burası bir çeşit depo gibi

kullanılan bir odaydı. Kız hemen önündeki metal bir rafı karıştırıp

plastik şeffaf jelâtinli bir şeyi çekip çıkardı. “Bunlar iş görür mü?”

Kızın uzattığı şeye baktı Nezih. “Acil Tesisat Seti” Birkaç conta, bir

musluk başlığı, mekanizma ve buna benzer tesisat parçaları kabın

içindeki yuvalarında duruyordu. Nezih ilk kez böyle bir set

görüyordu. Gerçekten kim akıl ettiyse iyi düşünmüştü doğrusu.

“İşte bu harika” dedi Nezih. “Kim akıl edip aldıysa helal

olsun ona.”

Kız gülümsedi. “Aslında bunu yan binanın kapıcısı Mehmet

bey verdi.”

Page 149: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

149

Nezih bir an dondu kaldı. Kızın söylediği şeyi anlamaya

çalıştı. “Pardon kim dediniz?”

“Hani şu yeni kapıcı var ya? Yan binanın. Geçen gün o

uğradı. Elinde bunlardan vardı. Her daireye birer tane dağıttı.

Yeğeninden almış bunları. Fazlamıymış neymiş, öyle bir şeyler

söylemişti. Para da almadı. Ne iyi bir adam değil mi?” Nezih

duyduklarını hazmetmeye çalışıyordu. Zoraki gülümsedi. “Evet,

gerçekten müthiş biri.”

Nezih, İngiliz anahtarıyla mekanizmayı oldukça kolay ve

sertçe sıktı çünkü onu sıkarken Mehmet’in gırtlağını sıktığını hayal

ediyordu.

“Vay canına!” dedi keyifle Orhan usta. “Demek tüm

dairelere dağıtmış ha! Helal olsun be adama.” Gevrek gevrek

gülmeye başlamıştı ki Nezih’in yüzündeki ifadeyi görünce

gülümsemeyi kesti. Hafifçe öksürdü. “Yani, adam gerçekten

tuhafmış.”

“Yöneticiyi tavlayamayınca kiracılara oynamaya başladı”

Elindeki eski mekanizmayı hırsla yere fırlattı Nezih. Metal parça

kaldırımda tıngırdayarak zıplarken gelen geçen birkaç kişi şüpheyle

baktılar. Orhan usta gidip yerdeki eski metali aldı. Elinde bir süre

evirip çevirirken bir şeyler düşünüyordu. Sonunda simit arabasının

yanındaki küçük plastik çöp kutusuna attı. “Sanırım onunla konuşma

zamanı geldi. Ne dersin Nezih?” Nezih Orhan ustaya baktı. Şimdi

artık oldukça ciddi görünüyordu Orhan usta. “İki yetişkin insansınız.

Karşına alıp onunla konuşmalısın.” Nezih ne diyeceğini bilemedi.

“Neyden çekiniyorsun?”

Nezihin bir şeyden çekindiği yoktu. Sadece böyle içten

pazarlıklı bir insanla neyi nasıl konuşacağını bilemiyordu. “Bir

şeyden çekinmiyorum. Ne konuşacağım ki hem?”

Page 150: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

150

Orhan usta omuzlarını silkti. “Neden böyle davrandığını sor.

Bir sebebi olmak zorunda.”

“Ya bir sebebi yoksa? Yani ya gerçekten bir şey

söylemezse?”

Orhan usta dikkatle baktı Nezihe. “Kimi söyler kimisi de

söylemez ama her zaman her şeyin bir sebebi vardır.” Nezih

kararsızdı ama başka bir çare de görünmüyordu.

“ilk adımı at. Olgunluk göster. Derdi neymiş sor. Ama sakın

öfkelenme.” Orhan usta işaret parmağını Nezihin yüzüne doğru

kaldırıp salladı. “Sakın öfkelenme!”

Nezih gün boyu bunu düşündü. Bu sinir harbinin sonu

yokmuş gibi görünüyordu gerçekten. Evet, en iyisi konuşmaktı. Ne

olacağını düşünüyor, adamın vereceği cevapları, tepkileri kestirmeye

çalışıyordu. Aslında her şey olabilirdi. Onunla konuşmasını hayal

ederken bile içinde öfkenin kabardığını hissediyordu. Ama sakin

olmalıydı. Orhan usta haklıydı. Sinirlenmek her şeyi berbat ederdi.

Böylece öğleden sonra işlerini bitirip Mehmet’i gözlemeye

başladı. Orhan usta’da bakınıyordu. Mehmet’i görürse haber

verecekti. O gün akşama dek ikisi de birer kez gördüler Mehmet’i.

Nezih hemen koşup adamı yakalamaya çalıştı ama ikisinde de

adamın boş anını denk getiremedi. İlkinde Orhan usta cepten arayıp

acele etmesini söylemiş, Nezih’te binadan fırlayıp yan binaya

yönelmişti. Orhan ustanın başında bir iki ahbabı vardı o sırada.

Nezih kaldırımda yanında geçerken adam başını kaldırıp bakmış,

sonrada iki elinin avucunu yere doğru çevirip “sakin ol” işareti

yapmıştı. Nezih tam binanın giriş kapısına gelmişti ki, Mehmet’i

apartman sakinlerinden bir kadınla konuşurken görmüştü. Kadın

elindeki bir kâğıdı sallayarak heyecanlı heyecanlı bir şey anlatıyor

arada da soru soruyor, Mehmet’in cevabını tam dinlemeden yeniden

Page 151: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

151

lafa girip konuşuyordu. Bunun pek doğru bir zaman olmadığını

düşünen Nezih geri dönmüştü.

Birkaç saat sonra, kapının önünde sandalyesini çıkarmış

otururken Mehmet’i yine gördü. Adam binadan çıkıp kendisinden

tarafa yürümeye başlamıştı. Nezih yerinden fırlamıştı ki adam birden

durup geriye bakmıştı. Binanın girişinden kafasını uzatan bir adam

onu çağırıyordu. Mehmet koştura koştura geri dönüp binaya girmişti

tekrar. O gün bir daha onu göremedi.

Ertesi sabah yorucu başlamıştı. Kiracılardan birinin

taşınırken geride bıraktığı, bir daha da tenezzül edip almaya

gelmediği bir sürü malzemenin kalorifer dairesine taşınması

gerekiyordu. Karton kutulara doldurulmuş bir sürü ıvır zıvır. İzak

bey onları bir süre orada alıkoymasını, sahibi yine gelmezse hepsini

çöpe atmasını söylemişti. Nezih önce yükleyebildiği kadar koliyi

asansöre yükledi. Zemin kata inince, kalorifer dairesine yakın bir

yere istifledi. Böyle iki tur daha çıkıp indikten sonra tüm kolileri

aşağı taşımıştı. Sonra bunları kalorifer dairesinin boş ve karanlık bir

köşesine yığmaya başladı. Oflaya puflaya, teker teker taşıdı hepsini

de. İşi bitince yorgun argın bir köşeye çöktü. Loş ışıkta etrafta

uçuşup süzülen tozları seyretti bir süre. Oflaya puflaya kalkıp

binanın giriş katına çıktı. Birden Mehmet'le karşılaşıverdi.

Adamın kucağında koca bir plastik kavanoz vardı. İkisi de

şaşırmış halde kalakaldılar. Adamın kucağındaki bir peynir

kavanozuydu ve tam o sırada merdivenlerden yukarı çıkıyordu.

Adamın koca bir kavanoz peyniri kime getirdiğini merak etti bir an.

“Hayrola Mehmet?” dedi. Adam bir şeyler söylemeye çalıştı.

Kucağındaki peynir kavanozuna bakıp sırıttı. Başını kaldırıp

merdivenlerin tepesindeki asansöre yardım istercesine baktı. Sırıtıp

tekrar Nezihe baktı. Bir şey diyemedi. “Kime o peynir?”

Page 152: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

152

“Şey, sizin üçüncü kattaki Cihan bey benden tulum peynir

istemişti de. Ben de…”

“Senin derdin ne?” İstemese de sesi biraz sert çıkmıştı.

Adam bir şey diyemedi. Artık sırıtmıyordu. Ne diyeceğini bilemiyor

gibiydi. “Dert mi? Bir derdim yok.”

“Neden bu apartmanla bu kadar ilgileniyorsun? Neden benim

işime burnunu sokuyorsun?” Adam kendini savunmaya çalışır gibi

“Senin işine neden burnumu sokayım ki?” dedi ama daha çok

yaramazlık ederken yakalanmış küçük bir çocuğa benziyordu.

“Benim yöneticimle konuşup penim işime burnunu

sokuyorsun. Benim apartmanımdaki kiracılarla muhatap oluyorsun.

Kendi apartmanındakilerle ilgilenmek yerine benimkilerle

ilgileniyorsun. Amacın nedir senin birader?”

Mehmet başını eğip kucağındaki peynire baktı bir süre.

Nezih adamın kendisine bir şey söylemesini, cevap vermesini,

bağırıp çağırmasını falan bekliyordu ama onun yerine Mehmet

birden eğilip yere çömeldi ve peynir kavanozunu yere bıraktı. Sonra

tekrar doğruldu. Şimdi ikisi de elleri boş, kavgaya hazırlanan iki

adam gibi sertçe birbirlerine bakıyorlardı. Sahte kibarlık bitmişti

sonunda. Artık herkesin eteğindeki taşları dökmeye zamanıydı.

“Senin işini istiyorum” dedi birden Mehmet. Nezih şaşırdı.

Bunu bekliyor, bunu tahmin ediyordu ama yine de duyduğunda

şaşırmıştı işte.

“İyi de benim işimi neden isteyesin ki? Hemen yandaki

binada çalışıyorsun. Senden ne farkım var sanıyorsun?” Adam bir an

cevap vermeden baktı Nezihe. “Bir apartman bir maaş, iki apartman

iki maaş.” Bu cevap beklenmedikti işte ve Nezihin bunu hazmetmesi

birkaç saniye sürdü. Bu kadar basitti işte. Yine de adam bunu sanki

son derece sıradan bir şeymiş gibi öylesine söyleyivermişti, asıl

sarsıcı olan da buydu.

Page 153: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

153

“İyi de ne de ben? Neden burası?” Nezihin ağzından

güçlükle, adeta fısıldar gibi döküldü kelimeler. Mehmet başını öne

eğmiş arsız bir ifadeyle sırıtıyordu. Ellerini çaresizce iki yana salladı.

“Üzgünüm. Hayat zor ve sadece iyi olan kazanır.” Tencereden

taşmak üzere olan kaynar su gibi öfkenin alnına doğru yükseldiğini

hissetti Nezih. Elleri hafifçe titriyordu. Adamın üstüne atlayıp

atlamamak konusunda farkında olmadan bir savaş veriyordu Nezih.

Bilinçaltında verdiği bir savaştı bu. Mehmet hissetmişti. Ya da

gözlerinden anlamıştı. Belki de ellerinin titremesini fark etmişti ama

bir şekilde hissetmişti bunu. Bir başka beklenmedik şey yaptı adam.

Hafifçe ama aniden adeta bir kedi gibi yaklaşıverdi Nezihe.

Aralarında iki karış ya vardı ya yoktu. Yüzü tuhaf bir ifadeyle kırış

kırıştı; “Hadi vur bana!”

Nezih ne yapacağını bilemedi. Adam korkmuyor, kaçmıyor

ya da saldırmıyordu. Diklenmiyordu bile. “Vursana!” diye fısıldadı

adam. Ne yapmaya çalıştığını anlayamıyordu Nezih.

“Ne oldu yemedi mi?” Nezih adamı omuzlarından sertçe itti.

Mehmet hafifçe geriye savruldu. İşte başlıyordu. Adam bir kedi gibi

fırlayıp Nezih’in burnunun dibinde duruverdi. Nezih ani bir refleksle

yumruklarını kaldırdı ve gelecek darbeyi savuşturmaya hazırlandı

ama adam yumruk falan sallamıyor sadece burnunun dibinde

dikiliyordu. “Hadi! Korktun mu yoksa?” diye fısıldadı adam. İşte o

anda anladı Nezih. Adamın derdi kıran kırana bir kavga değildi. Beni

kışkırtmaya çalışıyor diye düşündü Nezih. Bunu birden bire fark

edivermişti. Tek isteği kendisini kışkırtmak ve ona vurmasını

sağlamaktı. Adamın hinliği dehşete düşürmüştü Nezihi. Atılıp

yakasına yapıştı. “Defol git buradan!” diye fısıldadı ve adamı tuttuğu

gibi kapıya sürükleyip dışarı savurdu.

O sırada binanın önünden geçen bir kadın tiz bir çığlık atıp

geriye sıçradı. Onun hemen ardından gelen genç bir adam da olduğu

Page 154: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

154

yerde durup bir an baktıktan sonra yolunu hızla caddeye doğru

çevirip yürümeye devam etti. Kaldırımda yürüyen insanlar kâh

durmuş bakıyor kâh hızla yoluna devam ederken kaçamak bakışlar

atıyorlardı. Mehmet yattığı yerden başını kaldırıp etrafına bakındı.

Tanıdık bir yüz aradı. Bilerek ağırdan alıyor gibiydi. O halini

görecek ve kendisine acıyacak tanıdık bir yüz bulmak ister gibi

etrafına bakınıyordu. Nezih kapıda durmuş ne yapacağını bilemeden

Mehmet’e bakıyordu. Mehmet sonunda abartılı bir yavaşlıkla yerden

doğruldu. Aslında hiç darbe almamış olmasına rağmen vücudunun

sol kısmına sanki top mermisi girmiş gibi o tarafını tutup iki büklüm

yürüyerek uzaklaşmaya başladı. O sırada Orhan usta koşup geldi. Bir

Mehmet’e bir Nezih’e bakıyor ne yapacağını ya da ne söyleyeceğini

bilemiyordu. Sonunda Nezih’e yaklaştı. Soru soran gözlerle baktı

Nezih’e. Nezih soluk soluğaydı. Gözlerini Orhan ustaya dikti ve

başını olumsuz manada salladı. Ona bir şey yapmamıştı. Hem de

hiçbir şey.

Nezih günün kalanında apartmanın işleriyle uğraşmış ama

kafasını bir türlü işlere verememişti. Mehmet’in peynir kavanozunu

alıp bir kenara koymuştu, gelip alsın götürsün diye. Ama tabi gelen

olmamıştı. Akşam olmak üzereydi. İnsanlar mesai bitip evlerine

dönmeye başlayınca cadde yeniden hareketlenmişti. Dışarı çıktı.

Orhan usta simitlerin çoğunu satmış kalan birkaç tane için

müşterileri gözlüyordu. Ayaklarını sürüyerek gelen Nezihe baktı.

Nezih ne diyeceğini bilemeden geleni geçeni seyretti bir süre.

“Ne yaptın, dövdün mü adamı?” diye sordu Orhan usta.

“Hayır, tabi ki dövmedim. Sadece ittim.” dedi Nezih

şaşkınlıkla. Başından geçenleri herkesin bildiğini varsayarak

konuşmuştu ama tabiî ki olan biteni kimse görmemişti ve dolayısıyla

kimsede bilemezdi. Orhan usta’nın yüzü asıktı yinede. Gözlerini

Page 155: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

155

kaçırıyordu. Sanki Nezih suçluymuş, yanlış bir şey yapmış da o da

bundan utanıyormuş gibi bir hali vardı.

“O öyle söylemiyor ama” dedi gözlerini kaçırarak. Demek

adam gelip olanı biteni anlatmıştı.

“Ne söyledi peki?”

“Sana peynir getirmiş. Hediye olarak. Sen de direk adamın

üzerine çullanmışsın. Dediği buydu adamın.” Nezih kulaklarına

inanamadı. “Bana mı?”

Orhan usta sonunda başını çevirip Nezihe baktı. “Evet ya

sana.” Ama Nezih’in cevap verme tarzından işin içinde bir şey

olduğunu fark etmişti.

“Adam peyniri kiracılardan birine getirmiş Orhan usta.

Kendi söyledi. Üstelik ben onunla konuşmaya çalıştım. Ama beni

kışkırtan oydu.”

“Nasıl yani?” Orhan usta şimdi dikkat kesilmişti. Nezih olanı

biteni anlattığında adamın yüzündeki değişim inanılmazdı.

Şaşkınlıktan ağzı açık kalmıştı. “Vay anasına be!” diye fısıldadı

Orhan usta. “Bu herif şeytan kadar kurnaz biri” dedi başını

sallayarak.

Ertesi gün öğle yemeğinden sonra şöyle bir hava almak için

dışarı çıktı Nezih. Birden Mehmet’i gördü. Bankanın önünde Recep

ve birkaç kişiyle daha muhabbet ediyordu. Başı eğik, ölü gibi bir hali

vardı. Arkası dönük olduğu için Nezih’i fark etmedi ama Recep’le

diğerleri fark etmişti. Onların baktığını görünce Mehmet arkasına

dönüp Nezih’e baktı. Nezih gördüklerine inanamadı. Adamın sol

gözü morarmış, dudağının kenarında da bir yara bandı vardı. “Yok,

daha neler!” diye düşündü. Sağ tarafa baktı. Orhan usta birkaç

müşterisine simit sarıyordu.

Nezih adamlara doğru yürümeye başladı. Bunu gören

Mehmet adamların yanından ayrılıp kaldırımın uzağından yürüyerek

Page 156: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

156

kendi binasına doğru yöneldi. Bir an arkasından seslenip çağırmak

istedi adamı. Sonra vazgeçti. Receple etrafındakilerin yanına gitti.

Hepsi de ayıplar bir ifadeyle gözlerini dikmiş bakıyordu.

“Size ne anlattı o herif?” diye sordu. İçindeki öfkeyi kontrol

etmeye çalışıyordu.

“Ayıp be yahu!” dedi Recep. Diğerleri de başlarını salladı.

“Ne istersin garipten. Üstelik senin meslektaşın bir de.”

“Size ne anlattı bilmiyorum ama hepsi yalan. Adam açgözlü

şeytanın biri.”

“O yüzden mi dövdün adamı” dedi bir tanesi.

“Ben dövmedim onu.” Sesi yüksek çıkmıştı. Bu hataydı

biliyordu ama kendisini tutamamıştı işte.” Diğer tarafta Orhan usta

konuşmayı duymuştu. Başını çevirip onlara baktı.

“Nezih, adamın hali ortada işte. Bir de dövsen ne olurdu

acaba?” diye sitem etti Recep. Orhan usta yanlarına gelmişti.

“Gördün mü Orhan usta?” diye uzaklaşan Mehmet’i gösterdi Recep.

Orhan ustabaşını çevirip binaya girmek üzere olan Mehmet’e baktı

biran.

“Adam herkese karşı iyi birisi. Nezih’e de iyi niyetini

göstermek için peynir getirmiş. Oysa Nezih’in yaptığı şeye bak.”

diye devam etti Recep. Orhan usta Recep’e baktı bir süre. Orhan

usta birden Mehmet’in binasını işaret ederek “Recep bu adamı ne

kadardır tanıyorsun?” diye sordu. Recep şöyle bir düşündü. “Sanırım

2 hafta kadar oldu.”

“Peki, Nezih’i ne kadardır tanıyorsun?” Recep lafın nereye

geleceğini anlamıştı. “4 yıl” dedi.

“Peki, senin tanıdığın Nezih, böyle bir şeyi yapacak adam

mı?” Bu soruya hiçbiri cevap vermedi. “Hepinize söylüyorum,

kulaklarınızı açıp dikkatle dinleyin.” Nezihe döndü. “Sen de Nezih.”

Şimdi hepsi dönüp tek kelime etmeden Orhan ustaya bakıyordu. “Bu

Page 157: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

157

adam bir üçkâğıtçı ve istediği şey Nezih’in işini elinden almak. Peki,

bu durumda ne yapacaksınız? Kendi işiyle yetinmeyip başkasının

ekmeğine göz koyan o adama mı güveneceksiniz?” Kimse bir cevap

vermedi. Sonunda Recep “Peki o zaman ne yapacağız?” diye sordu.

İşte asıl önemli olan buydu. Bu durumda ne yapabilirlerdi? Orhan

ustaya göre yapılacak tekbir şey vardı. O da bunu dikkatle ve yavaş

yavaş anlattı.

Ertesi gün Mehmet yüzü bandajlı, gözünde makyajla yaptığı

morlukla binanın önünü temizliyordu. Her şey planladığı gibi

gidiyordu. Herkes ona inanmış, Nezih denen o köpeğe kimin akıllı

olduğunu göstermişti. Keyifle gülümseyip yerleri süpürmeye devam

etti. Hele dünkü manzara… Arkadaşlarının ve o Orhan denilen yaşlı

herifin Nezih’i fırçalamalarını kapı arkasından gizlice ve keyifle

izlemişti. Her şey yolundaydı. Artık herkes Nezih’e karşı yavaş

yavaş kendisinin yanında yer alıyordu. Çok yakında herifin işine son

verirlerdi. O zaman onun işini kapacaktı. Bu da iki maaş anlamına

geliyordu. Mehmet fırçayı binanın içine götürüp kapının arkasına

bıraktı. Su kovasını ve paspası aldı. Binanın girişini paspaslamaya

başladı.

İşin zor kısmı Nezih’i devreden çıkarmaktı. Onu bir

yollatınca diğerlerini halletmek kolay olacaktı. Gerçi binaların sayısı

artınca işi de artacaktı. Aynı anda birkaç binaya kapıcılık yapmak hiç

de kolay olmayacaktı ama bir kez işleri almaya başlayınca gerisi

kolaydı. Önce karısı Nurcan’ı yollardı birine. Nasılsa ona para

verecek değildi. Birden durdu. “Nurcan!” Ses yoktu. Sinirlendi.

Nerede bu kalın kafalı kadın diye düşündü. Tekrar seslendi. Cevap

alamayınca sinirlendi. Üç gün dövmeyince böyle oluyordu işte.

Paspası kenara fırlatıp bodrum katına inen merdivenlerin yarısına

kadar indi. “Nurcan!” karısı korkuyla açtı dairenin kapısını.

Page 158: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

158

Öfkeyle ama yine de sesini alçaltıp çıkıştı. “Neden

duymuyorsun aptal kadın?”

“Musluk açıktı bey. Ondan duy…” Sözü yarım kaldı.

Mehmet birkaç adımda yanına gelip kadının kapıdan uzattığı yüzüne

sertçe bir tokat attı. Kadının başı yana savrulurken başındaki tülbent

perde gibi uçuştu. “Merdivenleri paspasla hemen.” Parmağıyla

yukarıyı işaret eden Mehmet’in gözleri çakmak çakmaktı. Bu kadına

güvenip de ikinci binayı nasıl alacaktı bilemiyordu. Kadın korkuyla

koşar adım merdivenleri tırmandı. Mehmet cebinden sigarayı

çıkarırken yavaş yavaş merdivenleri tırmandı. Binanın holüne

çıktığında karısı kovayı ve paspası almış çoktan yerleri silmeye

başlamıştı. Kız kardeşi varken neden bu kadını aldığını kendi

kendine sordu. Etraftaki binaları aldıkça aklı başında ama ucuza iş

yapacak birilerini bulması gerekecekti. Birden karşısında Recebi

gördü. Yüzüne kocaman bir gülücük yerleştirdi. “Vay canına.

Nasılsın Recep?”

Recep gülümseyerek baktı ona. “Ne olsun be Mehmet, iş güç

işte. Sen nasılsın?”

“Koşturmaca işte.” Arkasında, merdivenleri silerek yukarı

çıkan karısını işaret ederek “Ben de bizim hanıma yardım

ediyordum.” İkisi de biran konuşmadı. Recep’in yüzünde hafif bir

sıkıntı işareti vardı ama Mehmet sebebini anlayamadı.

“Bak. Bizim Nezih iyi biridir. O yüzden umarım aranız

düzelir.” Mehmet ne diyeceğini bilemedi, en doğru şey

gülümsemekmiş gibi geldi ona. O da sadece bunu yaptı. Recep

diyecek başka bir şey bulamadı, sıkıntıyla kıpırdandı. Sonra kapıya

yöneldi. Tam çıkıyordu ki aniden bir şey hatırlamış gibi durdu. Gizli

bir şey yapıyormuş gibi tedirgin bir şekilde etrafına bakındı.

Mehmet’e yaklaştı.

Page 159: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

159

“Şey, bana tereyağı getirebilir misin? Şöyle iyi kalite

tereyağına hasret kaldım resmen. Buralardan güvenip alamazsın ki

tereyağını. Sen sizin köyden getirtirsin diye düşündüm. Şöyle bir kilo

yeter.” Mehmet birden keyfi yerine geldi. “Tabi, hem de kralını

getiririm sana. Hiç merak etme.”

“Tamam, o zaman görüşürüz.” Recep çıkıp gittiğinde

Mehmet şimdi zoraki değil gerçekten gülümsüyordu. İşler gittikçe

iyiye gidiyordu.

Birkaç gün sonra Mehmet elinde tere yağ dolu plastik bir

saklama kabıyla binadan çıktı. Beyza apartmanının önünden

geçerken hususi olarak yavaşladı ama Nezih ortalıklarda

görünmüyordu. Bankaya girip Recep’i işaretle dışarıya çağırdı. Kabı

teslim edip parasını Recep’ten alırken Nezih’in onları görmesi için

neler vermezdi. İki gün sonra çöpleri bina dışına çıkarırken

tanımadığı bir kadın yanına geldi Mehmet’in. Kadın Beyza

apartmanında bir firmada çalışıyordu ve kendisinden köy peyniri

istedi. Mehmet bunu zevkle yapacaktı.

Kadının sipariş ettiği halis keçi sütünden yapılmış köy

peyniri çoktan gelmişti Mehmet’e ama o sabahtan beri peyniri

götürmemişti. Mehmet bir şeyi daha doğrusu birini bekliyordu.

Sabah binadan çıkıp hala dönmemiş olan Nezih’i. Sonunda öğlende

doğru Nezih’in binaya girdiğini görünce heyecanlandı. Zaman

gelmişti. İçinde peynir olan plastik kabı alıp çıktı. Nezih içeride

oturmuş gazete okuyordu. Sırıtarak girdi binaya. Peynir kabını iyice

görünsün diye göğsüne kadar kaldırmıştı.

Nezih başını kaldırıp onu görünce suratındaki ifade

değişiverdi birden. Mehmet gülümseyerek yanından geçti.

“Nereye gidiyorsun?” diye seslendi arkasından Nezih.

Mehmet sırıtarak döndü. “Yukarıdaki bir bayana peynir getirdim de.

Sen de ister misin? Merak etme, sana kapıcı indirimi de yaparım.”

Page 160: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

160

Nezih’in saldırmasını bekledi Mehmet. Tek istediği buydu. Ama

onun yerine hışımla dışarı çıktı Nezih. Mehmet şaşırmıştı. Olsun bu

da iyiydi.

Mehmet’in işleri gittikçe açılıyordu. Neredeyse tüm sokak

Mehmet’in köyden getirttiği ürünleri alırken Mehmet’te bu işten iyi

para kazanıyordu. Bazen hususi Nezih’in önünde durup cebinden

çıkardığı paraları sayıyor ya da o binanın önünde otururken

müşterileriyle onun biraz ötesinde, pazarlık edip sipariş alıyordu.

Nezih bunlara sinir olduğunu gizlemiyordu ama henüz Mehmet’in

beklediği ve istediği şeyi yapmamış, onun üzerine çullanmamıştı. Ah

bir kere herkesin içinde bunu yapsaydı… İşte o zaman o hıyarın işi

bitecekti.

Gerçi sebebini anlayamadığı bir gariplik seziyordu ama

çözememişti bir türlü. Daha önce hiç bu kadar kolay ve hızlı bir

şekilde artmamıştı müşterileri. Şimdi ise siparişler arka arkaya

geliyordu. En iyisi boş verip işine bakmaktı. Sonuçta keyfi

yerindeydi Mehmet’in. Müşterileri de gelirleri de hızla artıyordu ya

önemli olan oydu. O gün hava güneşli ve açıktı. Mehmet

apartmandaki işlerini bitirince şöyle bir dışarı çıkmaya karar verdi.

Orhan usta kaldırımda, her zamanki yerinde durmuş simit satıyor,

gelen geçenle sohbet ediyordu. Yanına gidip selam verdi. “İşler nasıl

Mehmet?” diye sordu Orhan usta. Kastettiği şey kapıcılık değildi

elbette. O da keyifli görünüyordu.

Mehmet de gülümsedi. “Sağ ol Orhan usta. Ekmeğimizi

çıkarmaya çalışıyoruz işte.”

“Müşterileri çoğaltmışsın diye duydum.” Ünüm yayılıyor

diye düşündü Mehmet ve gülerek başını sallamakla yetindi.

“Bak aklıma ne geldi. Aykut’u tanıyorsun değil mi?”

Mehmet herkesle olduğu gibi az ilerideki lokantada garsonluk yapan

Page 161: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

161

Aykut’la da tanışmış, birkaç kez de ayaküstü sohbet etmişti. “Evet

tanıyorum. Hayrola?”

“Onların lokanta kahvaltı da veriyor her sabah. Neden onlara

tereyağını sen getirmiyorsun? Hem daha çok kazanırsın hem de iyice

düzene girer senin şu iş.” Mehmet kalp atışlarının hızlandığını

hissetti. Bu resmen piyango vurmasından farksızdı. O an aklında

binlerce düşünce birbirine girmiş şekilde geçmeye başlamıştı. İşleri

büyütmesi, daha çok para, kendi dükkânı hatta belki de kendi

markasını oluşturması, kahrolası kapıcılıktan kurtulup gerçek bir

zengin olma… Sonra birden kendine geldi. Orhan usta’nın son

sözüne dikkatini veremediği için kaçırmıştı. “Pardon, anlamadım”

dedi heyecanının belli etmemeye çalışarak.

“Ne dersin diye sordum. Becerebilir misin?” Yaşlı herif şaka

yapıyor olmalıydı. Öyle bir becerirdi ki. “Elbette beceririm. Sen işin

o kısmını merak etme.”

“Aykut’a söyleyeyim, seni bulsun. Gerisini aranızda

konuşursunuz artık.”

Mehmet eve dönerken hala inanamıyordu. Bu resmen

piyangoydu. Çevredeki paralı züppelere tek tek yağ, peynir satmak

ayrı şeydi, bir lokantayla düzenli iş yapmak ayrı şey. Aslında Orhan

usta gördüğü kadarıyla Nezih’in bir numaralı dostuydu. Ondan böyle

bir kıyak gerçekten şaşırtıcıydı. Belki de Nezih’e yardım etmek için

böyle yapmıştı. Onun işini elinden almasın diye. Güldü. Bunun işe

yarayacağını sanıyorsa gerçekten çok saftı şu yaşlı adam. İsterse

tereyağı kralı olsun, o Nezih denen herifin işini bitirecekti, hiçbir şey

buna engel olamazdı.

“Haftada iki kilo tereyağı gidiyor bizim lokantada” dedi

Aykut. Aslında lokantanın sahibi o değildi ama bu tür satın alma

işlerini patronu ona bırakmıştı.

“Peki, kaça alıyorsunuz?”

Page 162: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

162

“Normalde beş kiloluk tenekelerle alıyoruz. Tenekesine 100

TL veriyoruz.” Kilosu 20 TL’ ya geliyordu demek. Mehmet

sevincini belli etmemeye çalıştı. O, köyden kargo masrafı dâhil

kilosu 7 TL’ dan getirtiyordu. Mahalleliye de genelde 10’den

satıyordu. Yani 15’den bile satsa ciddi kardaydı. “Size 15’den

getirtirim. Ne dersin?” El sıkıştılar. Bu iş tamamdı. Artık düzenli bir

müşterisi de olmuştu. Bu işi zamanla oturtup sonra da diğer

lokantalara atlardı. O gece sevinçten zor uyudu Mehmet. Ertesi gün

de ilk iş köye telefon edip yağı hazırlatmak oldu. Birkaç gün sonra

ilk teslimatını yapıp parasını aldığında kendini yenilmez

hissediyordu.

Gece hava ılık ve sessizdi. Kaldırımda ara sıra geçen

sarhoşlardan ve fahişelerden başka kimse yoktu. Nezih yavaş yavaş

yürüyor, bir yandan da sigarasını içiyordu. Az sonra kapalı bir

dükkânın önünde durdu. Burası ufak bir esnaf lokantasıydı. İçerisi

karanlıktı. Kafasını uzatıp karanlık dükkânın içine baktı. İçeride gri

bir gölge belirdi birden. Gölge karanlığın içinde hareketlenip kilitli

kapıya yaklaştı. Kilit şıkırtısı duyuldu ve gölge kapıyı açıp kenara

çekildi. Nezih karanlıkta dikkatle içeri girdi. Kilit şıkırtısı duydu

arkasından ama dönüp bakmadı. Masaların ilerisinde hafif bir ışık

mutfak kapısının yerini belli ediyordu. Oraya yöneldiğinde Aykut’un

ayakkabı sesi de peşinden geliyordu.

Mutfağa girince bulaşık deterjanı ve sirke kokusu çarptı

yüzüne. İçerisi temiz ve sessizdi. Tek ses, tepedeki florasanın

vızıltısıydı.

Krom tencerelerin ve temizlenmiş boş mutfak tezgâhlarının

ortasında Orhan usta ve Recep sessizce ayakta dikiliyordu. Nezih ve

Aykut yanlarına geldiler. Dört kişi bir şey söylemeden birbirlerine

baktılar. Orhan usta söyleyeceklerini vurgulamak ister gibi iki elini

de yavaşça havaya kaldırdı.

Page 163: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

163

“Buraya neden geldiğimizi biliyorsunuz.” Üç adamında

yüzlerine baktı. “Bu işte yer almak istemiyorsanız sorun değil.

Sadece çenenizi kapalı tutun yeter.” Aykut endişeli görünüyordu.

Haklıydı da. İşler planlandığı gibi gitmezse başı derde girmeye en

yakın aday o olacaktı.

Aykut Recep’e baktı. “Bir şey olmayacak değil mi?

Eminsin.” Recep kendinden emin başını salladı. “Hiç merak etmeyin.

Sadece biraz kıvranacaklar o kadar.”

Nezih bir şeyler söyleme ihtiyacı duydu. Sonuçta tüm

bunların nedeni kendisiydi. Boğazını temizledi. Başlar ona döndü.

“Bir sorun çıkarsa bile sana patlamasına izin vermem ben. Tüm

sorumluluk benim.”

Orhan usta bir adım öne çıkıp Nezih’e yaklaştı. Şimdi üçü de

Orhan ustaya bakıyordu. Gözlerini Nezih’e dikip bir iki saniye bir

şey demeden baktı. “Bunun seninle ilgisi yok” dedi. “Bu adam için

yoldaki çakıllardan birisin sen. Hırsları için herkesi harcayabilecek

biri o. Sen sadece sıradaki çakıl taşısın.” Kimse bir yorum yapmadı.

Orhan usta dönüp elini Aykut’a uzattı. “İşimize bakalım” dedi.

Aykut cebinden bir tüp ilaç çıkardı. Orhan usta geniş, temiz tezgâhın

başına geçip bir kesme tahtası aldı. Bir satır aldı eline. Hapları kesme

tahtası üzerinde ezip toz haline getirmeye başladı. Aykut’ta Orhan

usta’nın yanına geçmişti. Haplar ezildikçe o da onları bir tabağın

içine boşaltıyordu. Nezih’le Recep yapacak başka bir şey

olmadığından onları seyrettiler. Sonunda Aykut tabağı alıp ikisine

dönüp baktı. Aykut elini uzatırken Nezih önce davrandı ve tabağı

aldı. Sanayi tipi koca buzdolabının önünde çömelip kapağını açtı ve

tereyağı tenekesini çıkardı. Bunu daha önce planlamamışlardı ama

kaderin cilvesi işte, işin son kısmı ona düşmüştü. Tenekenin

yarısından biraz fazlası doluydu. Tabağın içindeki tozu tenekeye

boşaltırken Recep’te koca bir servis kaşığını ona uzattı. Az sonra toz

Page 164: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

164

yağla karışmış, yağ tenekesi, buzluktaki yerine dönmüştü. Dört adam

sessizce mutfaktan çıkarken tek ses, tepedeki florasanın vızıltısıydı.

Ertesi gün Mehmet için koşturmacayla dolu geçmişti. Bir

yandan apartmandaki işler bir yandan siparişler derken oradan oraya

koşup durmuştu. Akşam yemeğini yemiş, televizyon karşısında

sigarasını içiyor, bir yandan da işleri büyütmenin hayallerini

kuruyordu. Nezih gidince oraya kendisi, bu binaya da karısı

bakacaktı. Ama bu işler içinde bir depo gibi bir yer bulmalıydı.

Birden kapı çalınca şaşırdı. Mutfaktaki su sesi de aniden durdu.

Buralarda yeniydiler ve kapıları pek sık çalmazdı. Herhalde yönetici

falan olmalıydı. Kapıda polisleri görünce şaşırdı biraz ama çok da

endişe etmedi. Aklına gelen ilk şey apartmanda bir olay olduğuydu.

Böyle şeyler olurdu. Karı-koca kavgası, komşuların kavgası ya da

gürültü yüzünden birbirlerini şikâyet etmeler… Tabi bu durumlarda

polisler önce kapıcıya uğrarlardı. Kimin nerede oturduğunu, binada

olanı biteni en iyi kapıcılar bilirdi çünkü.

“Mehmet Gerendi sen misin?” Biri ince, kara kuru ve asık

suratlı ama oldukça genç bir polisti. Diğeri bir balkon kadar geniş

göbeği olan orta yaşlardaydı. Soruyu soran göbekli olandı.

“Evet benim. Hayırdır memur bey?”

“Bizimle emniyete gelmen gerekiyor. Hakkında şikâyet var.”

Polis bunu söylerken bir kâğıdı ona uzattı. Mehmet küçük bir şok

geçiriyordu. Kâğıdı aldı. Karısı hemen yanında bir şeyler

geveliyordu. Kâğıtta anlamadığı bir sürü şey yazıyordu ama onca

cümle içinde kendi adını, adresini hemen fark etti. Az sonra üzerinde

pijaması, sırtında bir ceketle polis arabasına biniyordu.

Hava kapalı ve oldukça rüzgârlıydı. Her an yağmur

bekleniyordu. Bir yağsa ortalık rahatlayacak, toz duman yatışacaktı.

Nezih Orhan ustanın yanına geldi. Orhan usta önündeki simit

arabasına yaslanmış Gervin apartmanına bakıyordu. Apartmanın

Page 165: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

165

önünde bir kamyonet duruyordu. Birkaç amele kamyonete eşya

yüklüyorlardı. Birden binadan Mehmet çıktı. Battaniyeye sarılı bir

komodini kamyonete taşıyordu o da. Kendisini izleyen Orhan ustayla

Nezihi görmemişti. Komodini aracın kasasındaki adama uzattı.

Tekrar binaya girecekken durdu ve ikisine doğru dönüp baktı.

İfadesiz, görmeyen gözlerle bakıyordu. Yavaşça yürüyüp binaya

girdi.

Nezih bir şey sormak için Orhan ustaya baktı. Orhan usta

anladı, daha Nezih bir şey sormadan “Sorun yok” dedi. “Merak

etme.” Orhan usta durdu, eşya taşıyanlara baktı bir süre, sonra tekrar

konuşmaya başladı.

“Aykut son anda korkmuş” dedi. “Sabah kahvaltıya

gelenlere yağı vermekten vazgeçmiş. Sonra tuhaf bir şey olmuş.”

durup gülümseyerek Nezihe baktı. Sonra tekrar adamlara döndü.

O sabah Aykut’un patronu yani lokantanın sahibi ki adam

genelde evinde kahvaltı yapardı, yanında iki arkadaşıyla girmiş

lokantaya. Yani o gün kahvaltıyı orada yapacağı tutmuş işte adamın.

Aykut’ta nasıl olduysa, birden içinden gelmiş, tereyağını onların

önüne koymuştu. Sonra, beklendiği gibi adam öğlene doğru tuvalete

koşmuştu. Tabi Aykut bir gözü patronunda, bir elinde de telefon

hazır bekliyordu. Hemen ambulans çağırmıştı Aykut. Elbette

arkadaşları da fenalaşmıştı ama Orhan usta’nın da dediği gibi merak

edecek bir şey yoktu. Bu arada onlar da o çevrenin esnaflarıydı

zaten. Onları da aynı hastaneye kaldırmışlardı. Mideleri yıkandıktan

sonra doktor onlara ne yediklerini sormuş, Aykut’ta onların yerine

konuşmuş ve kahvaltıdan, özellikle de tereyağından bahsetmişti.

Olay böylece açığa çıkmıştı. Aykut’un patronu akşama doğru

kendine gelince ilk iş olarak telefona sarılıp Mehmet’i polise şikâyet

etmişti tabi. Polisler akşam Mehmet’i karakola almışlardı ve Mehmet

bütün geceyi nezarethanede geçirmişti. Ertesi gün hastaneden çıkan

Page 166: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

166

adam, iki arkadaşı ve Aykut’la beraber emniyete ifade vermeye

gitmişti.

“Peki, patronu Aykut’a kızmamış mı?” diye sordu Nezih.

Sonuçta yağı satın alması için Aykut’a izin veren oydu.

Neden kızsındı ki? Karakolda adamdan davacı olduğunu söylemişti

patronu. Mehmet korkudan konuşamıyordu tabi. Sonra birden

komiser mideleri yeni yıkandığı için yüzleri sapsarı haldeki üç

adama dönüp o kritik soruyu sormuştu. “Faturanız var mı?”

Elbette satın aldıkları tereyağının faturası yoktu. Zaten

Mehmet nasıl fatura kesecekti ki? Komiser de o zaman dava açsalar

bile şansları olmadığını söyledi. Tabi bunu duyunca Mehmet gözden

kaçmayacak derecede rahatlamıştı. Komiser, yine de aralarını

bulmak için Mehmet’e dönüp adamların hastane masraflarını

ödemesini, meselenin de burada kapatılmasını teklif etmişti. Ancak

Mehmet son kozunu oynama karar vermişti anlaşılan. Az önce dava

ihtimalinin ortadan kalktığını duyunca cesaretlenmişti sonuçta. Bu

işte bir suçu olmadığını, o yüzden kimsenin hastane masrafını

ödemeyeceğini kibar ama kesin bir dille ifade etti.

Bunun üzerine komiser, oturduğu yerde rahatı yerinde olup

ta yine de kalkmak zorunda olan romatizmalı, siyatikli ve de isteksiz

bir adamın tavrıyla yüzünü ekşitip yavaşça yerinden kalkmış,

sallanarak Mehmet’e yaklaşıp tam önünde durmuştu. Sonra nasıl

olduğunu kimsenin anlamadığı bir şekilde, şöyle desteklisinden sağlı

sollu iki tokat patlatıvermişti Mehmet’e. Adam boş çuval gibi

savrulup yere kapaklanmıştı. Bir polis Mehmet’i yerden

kaldırdığında komiser hala Mehmet’in önünde dikiliyordu.

Gülümseyerek şöyle demişti komiser; “Sana dava açamazlar

evlat. Ama istersen bu gece de seni burada misafir ederiz. Bu sefer

ne kadar misafirperver olduğumuzu da gösteririz sana. Sabah

giderken de halk sağlığını tehditten sana bir kamu davası açar hem

Page 167: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

167

de eli boş göndermemiş oluruz seni.” Böylece Mehmet adamların

hastane masrafını ödemeyi kabul etmişti.

Eve döndüğünde bir başka kötü sürpriz bekliyordu

Mehmet’i. Olanı biteni öğrenen apartman yöneticisi Mehmet’i kapı

önüne koyuvermişti. İşte olan biten buydu.

Mehmet’le karısı kamyonetin önüne binerken amelelerden

biri kamyonetin kasasının kapağını kapattı. Kamyonet binanın

önünden ayrılırken Nezih’le Orhan usta arkasından baktılar bir süre.

Sonunda yağmur yağmaya başladı.

SON

Page 168: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı

168

Sonsöz

Nezih’in ve dostlarının hikâyelerini beğendiniz mi bilmiyorum ama

ben yazarken çok eğlendim. Çok güldüğüm yerler olduğu kadar

üzüldüğüm ya da gerildiğim yerler de oldu. Siz de beğendiğiniz (ve

de tabi beğenmediğiz) yerleri benimle paylaşırsanız mutlu olurum;

[email protected]

jokers Chronicles

facebook.com/murat.akcicek

twitter.com/makcicek

Page 169: Bir Kapıcının Sıradan Hayatı