27

Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Magrib Enstitü yeni yapılacak anayasaya ilişkin görüşlerini derlediği raporunu 2011 yılında yayımladı. Magrib Enstitü raporuna egemenlik kavramını inceleyerek başlıyor ve toplumda yaşayan bireylerin her birinin ayrı ayrı egemenlikte pay sahibi olduklarını bu yüzden de iktidarın meşruiyetinin kendi içinden değil ama yönetilenlerin rızasından geldiğini belirtiyor. Raporda aynı zamanda, egemenlik kavramına bağlı olarak yeni anaysa ile yeni bir kimlik inşasının gerçekleştirilmesi gerektiği ifade ediyor. Magrib Enstitü, yeni anayasadaki yeni kimlik inşasının, kapsayıcı olmayan, dışlayıcı, dayatmacı ve baskıcı ''Türk Milleti'' ,''Türk'' kimliği tanımları anayasadan çıkartılarak yerine etnik unsurlara gönderme yapmayan ama direkt hak ve özgürlükleri kapsamı içerisine alan 'yurttaş'' , ''halk'' ya da 'Türkiye Halkı''tanımı/tanımlarının getirilmesi yoluyla oluşturulması gerektiğini ifade ediyor. Aynı şekilde bu yeni kimlik inşasının hayata geçirilebilmesi açısından, milliyetçilik ve Atatürk milliyetçiliği gibi kavramların anayasa dışına çıkartılması diğer yandan ise ayrımcılığın ve ötekileştirmenin önlenmesine dair göndermelerin bulunduğu metinlerin anayasaya eklenmesi gerektiğinin de altı çiziliyor. Anadil tartışmalarına da değinilen raporda kısaca anadil konusundaki ve kimliksel aidiyetler konusunda ki sorunlara getirilebilecek en iyi çözümün federal sistem olacağı ifade ediliyor ve şöyle söyleniyor: “Federalizmin yaşam bulmadığı bir anayasal düzenleme ne kimliksel sorunların çözümüne katkıda bulunabilecek ne anadilde özgürlüğe getirilen yasaklamalara çözüm sağlanabilecek ne de uzun süreçli ortak bir metin olabilecektir”. Laiklik din ve vicdan özgürlüğü konusunun da ele alındığı raporda, bu konuda öncelikle atılması gereken adımın sorunlarına çözüm bulunmasını engelleyen “değişmesi teklif dahi edilemez” maddelerin anayasadan çıkartılması olduğu belirtiliyor. Mağrip Enstitü’nün raporunda aynı zamanda yeni anaysa yazılırken “ ‘insan hakları’ gibi tamamen modern ve Batı merkezli tanımlamalarla gündeme gelen ve yine Batı’lı insanın haklarını gözeten yapay bir savunudan ziyade Kuran’da yüzyıllardan beri dile getirilen ilkeleri yeniden düşünmek ve günümüz hukuk sürecine dahil etmek” gerektiği de savunuyor. Raporda son olarak “devlet otoritesinin dinsel inançlar üzerindeki baskısının ve yanlılığının en önemli sembolü ve uygulayıcısı olan Diyanet İşleri Başkanlığı yeni yapılacak anayasa metninden çıkarılmalı ve lağvedilmelidir” deniyor ve devletin tüm inanç sistemleri karşısında tarafsız olarak tanımlanması ve bunun sonucu olarak da tüm inanç sistemlerinin ibadethanelerinin yerel yönetimler tarafından sübvanse edilmesi öneriliyor, aynı zamanda zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi eğitiminin

Citation preview

Page 1: Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri
Page 2: Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri

2 | Magrib Enstitüsü 2011 Anayasa Raporu

MAGRiB ENSTiTÜ

ANAYASA

RAPORU

2011

www.magrib.org | [email protected]

Katılımcılar

Ayşenur Bulut Derya Doğu Mahmut islam Bilir Murat Karaman Olcayto Tan Haskol Ozan Yardımoğlu Teşekkür

Bu çalışma 17 Ekim’de faaliyete başlayan ve tamamen enstitü içindeki gönüllülerden oluşturulan Magrib Enstitüsü Anayasa Çalışması Komisyonu tarafından kaleme alınmıştır. Böyle kritik bir siyasi gündem maddesinde bizi yalnız bırakmayarak bu çalışmaya emek veren bütün dostlarımıza teşekkürlerimizi sunarız.

Page 3: Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri

Magrib Enstitüsü 2011 Anayasa Raporu | 3

İçindekiler

ÖNSÖZ ........................................................................................................... 4

1-)Egemenlik Kavramı Üzerine ...................................................................... 6

1-1)Egemenliğin Kısa Tarihçesi ................................................................. 6

1-2)Anayasa Tartışmları Işığında Egemenlik ............................................. 7

1-3)Yeni Anayasa İçin Egemenlik Kavramı ................................................ 8

2-)Kuruluş Felsefesi Ve Temel Değerler Üzerine ......................................... 10

2-1)Yeni Bir Kimlik İnşası ........................................................................ 10

2-2)Desantralizasyon Problemi .............................................................. 11

2-3)Anadil Problemi ve Kimlik ................................................................ 14

3-)Laiklik, Din Ve Vicdan Özgürlüğü Üzerine ............................................... 17

3-1)Hukuğun Teolojik Çerçevede Tahlili ................................................. 17

3-2)Laiklik Kavramı ................................................................................. 18

3-3) Başörtüsü Problemi ......................................................................... 23

3-4) Din Eğitimi Özelinde Laiklik ............................................................. 24

SONUÇ ........................................................................................................ 27

Page 4: Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri

ÖNSÖZ

Gerek uluslararası, gerek ulusal bazda dönüşen konjonktür ya da daha kaba bir ifade ile “zamanın ruhu” Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana gerçekleştirdiği tarihsel yolculuğunda onu en kritik dönemeçlerden birine taşımıştır. Yeni teknolojilerle birlikte bilginin kontrolsüz bir biçimde yayılması, ulaşım ve haberleşme olanakları ya da özetle küreselleşmenin siyasal sonuçları diyebileceğimiz yeni değişkenler tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de merkez örgütleri ve bunun üst yapısı diyebileceğimiz rasyonalist-kurucu ideolojiyi zayıflatmıştır. Buna bağlı olarak Türkiye özelinde yakın tarihin en önemli olaylarından biri olan 28 Şubat’tan bu güne devam eden sivilleşme mücadelesi toplumun ve doğal olarak devletin her alanına nüfuz etmiş ve nihayet bütün bu sosyolojik denklem Cumhuriyet tarihinde eşi benzerine rastlanmamış bir siyasi iktidarı beraberinde getirmiştir.

Türk toplumunun bu bağlamda hemen her kesiminin ve siyasi geleneğinin söyleminin daha demokratik-sivil, bireysel hak ve özgürlükleri baz alan bir çizgiye doğru kaydığını söylemek zannediyorum gerçekçi bir tespit olacaktır.

Bütün bu olumlu gelişmeler sosyal bilimlerin doğası gereği yeni bakış açılarını, politik kampları ve problemleri de beraberinde getirmiştir. Bunlardan en önemlisi de toplumdaki zihniyet değişiminin aynı hızla devletin (merkez örgütün) siyasa çıktılarına yansımadığı gerçeğidir. Bu mevcut hükümete bir eleştiriden ziyade durum tespitidir. Bu tespitin en belirleyici argümanı ise altyapıdaki dönüşüme rağmen mevcut anayasanın halen kurucu felsefenin (neredeyse metin birebir korunarak) aynı temel değerleri içerdiği gerçeğidir.

Siyasetin, ekonominin bir fonksiyonu ya da sonucu olduğu gerçeğini baz alarak günden güne büyüyen ve giderek entegre olan Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomilerin özellikle kültürel bağlarının olduğu kendi coğrafyalarında “uluslarüstü” sistemler kurması bir ruh hali, ya da arzudan ziyade gerçekçi bir zorunluluktur. Bunun gerçekleşmesi için tarih sahnesinde 200 yıldan fazla düşünsel bir geçmişi olmayan “milliyet”, “ulus” gibi suni kimlikler üzerine bir sistem bina etmek yerine, bu toprakların tüm halklarını kendi egemenlik alanının bir unsuru olarak gören bir zihniyete doğru adım atmak zaruridir. Elimizdeki bu tarihi fırsatta AKP hükümetinin

Page 5: Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri

Magrib Enstitüsü 2011 Anayasa Raporu | 5

güç ve sorumluluğun denkliği ilkesine paralel olarak anayasa özelinde atacağı “somut” adımlar bu yeni algının, yeni jenerasyonun ve hatta belki bir gün Türkiye Cumhuriyeti’nin yerini alacak yeni büyük konfederasyonun temellerini oluşturacaktır.

Page 6: Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri

6 | Magrib Enstitüsü 2011 Anayasa Raporu

1-)Egemenlik Kavramı Üzerine

Sosyal bilimlerde birçok kavramda olduğu gibi egemenlik kavramında da büyük bir tanımlama sorunu mevcuttur. Kavramın soyutluğu ve farklı anlam yüklemelerine açık oluşu, kavramı tartışmalı hale getirmektedir. En genel anlamıyla egemenlik; ülke toprakları üzerinde siyasi yönetim yetkisini kullanma hakkıdır. Daha geniş anlamda bir tanım yapacak olursak; Egemenlik: 1.hâkimiyet: söz geçirebilme, istediğini yaptırabilme gücü. 2. Ulusal veya uluslararası düzeyde siyasal karar alma ve bu kararları uygulama yetkisinin, herhangi bir birey, grup veya kuruma değil, sadece devlete ait olması.

Soyut ve ideolojik bir kavram olan egemenliği yeni anayasa süreciyle ilintili olarak okuyabilmek için tarihi arka planına bakmak gerekli görünmektedir.

1-1)Egemenliğin Kısa Tarihçesi

Ortaçağ Avrupa’sının büyük bir bölümünde, kaynağını kralla vassalları veya vassallarla diğer yerel güç odakları arasındaki sözleşmelerden alan feodal ilişkiler egemendi. Bunun yanı sıra, çeşitli derecelerde bağımsız olan şehirler, köy birlikleri, federasyonlar, ortak yönetim alanları vb. mevcuttu. Ayrıca bazı yönleriyle krala bağlı, bazı yönlerden tamamen bağımsız olan Kilise de önemli bir siyasi güçtü.

Modern krallıkların ortaya çıkmasıyla birlikte, devleti devlet yapan temel hak ve yetkilerin tanımlanması sorunu ortaya çıktı. Fransız hukukçu Jean Bodin (1530-1596) modern egemenlik kuramının kurucusu sayılır. 1576'da yayımladığı “Lessixlivres de la République” (Devlet'e Dair Altı Kitap) adlı eserde Bodin egemenliği "Devlet'in mutlak ve kalıcı gücü" olarak tanımladı. "Mutlak", egemenliğin bölünemeyeceği ve paylaşılamayacağı anlamındaydı (ancak bu mutlaklık sadece kamu hakları alanındaydı ve bireyin özel haklarına tecavüz edemiyordu). "Kalıcı" olması ise bu gücün hükümdarın ölümü ile sona ermediği ve bireylerden bağımsız olduğunu gösteriyordu. Egemenlik belirtilerinin bir bölümünü hükümdar şahsen kullanabilir, bir bölümünü memurlarına ve kurumlara kullandırabilirdi. Ancak egemenliğin kendisi devredilemezdi.

17. yüzyılda Holandalı hukukçu Hugo Grotius (1583-1645) modern devletler hukukunun ilkelerini egemenlik kavramıyla temellendirdi. 1648

Page 7: Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri

Magrib Enstitüsü 2011 Anayasa Raporu | 7

Westfalya Barışı ile egemen devletlerin hukuki eşitliği ilkesi modern Avrupa devletler sisteminin temeli olarak benimsendi. 17. ve 18. yüzyıllarda Hobbes, Locke, Montesquieu, Rousseau gibi düşünürler egemenlik hakkının felsefi ve analitik temelleri üzerinde günümüze dek etkili olan düşünceler ürettiler.

Charles de Montesquieu (1689-1755), 1745'te yayımladığı EspritdesLois (Kanunların Ruhu) adlı eserinde, egemenliğin üç uygulama alanını birbirinden ayırarak, yasama, yürütme ve yargı erklerinin dengelenmesinin önemine değindi. 1789'da kabul edilen ABD Anayasası, Montesquieu'nün görüşlerinin etkisiyle, yasama, yürütme ve yargının mükemmel denge içinde olacağı bir Devlet düzeni tasarladı.

1-2)Anayasa Tartışmları Işığında Egemenlik

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda egemenlik kavramı; “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” şeklinde ifade edilmektedir. Tartışmaların başladığı nokta ise kayıtsız şartsız halka ait olan bu egemenliği halk nasıl kullanacaktır? Bireyler iktidarda nasıl söz sahibi olacaktır?

Cumhuriyetin temel projelerinden birisi olan ulus yaratma idealine koşut olarak anayasalar da ulus egemenliğini referans almışlardır. Devlet, vatandaşlarını homojen bir topluluk olarak görmek istemekte ve bunu sağlamak adına şiddet kullanmaktan çekinmemektedir. Ulus devletin kıyasıya sorgulandığı, kimlik tanımlamalarının olabildiğine farklılaştığı günümüzde ulus egemenliği, temsili demokrasi ile birlikte sorunlar teşkil etmektedir. Bunların başında yukarıda da belirtilen kimlik meselesidir. Birbirinden oldukça ayrışmış olan bireysel farklılıkları göz önünde bulundurmayan ulus egemenliği mantığı toplumdaki “öteki”ler için ciddi sorunlar oluşturmakta, onları sistemin dışına itmektedir. Yeni anayasadan en temel beklentinin kapsayıcılık olduğu düşünüldüğünde bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç olduğu açıkça görülecektir. Yasama, yürütme ve yargının bireylerin rızalarına uygun olarak; bireysel hakları güvence altına alması, anayasanın meşruluğunun ve hukuk düzeninin sağlanması ancak demokratik bir egemenlikle mümkündür.

Meşruiyet ve güç, egemenliğin iki sacayağını oluşturmaktadır. Her iki kavram da Türk siyasal yaşamında reel politiğe şiddet olarak yansımıştır. Egemenlik her zaman otoriter biçimde algılanmış – özellikle tek parti döneminde- halka istediğini dayatma anlayışı üzerine bina edilmiştir.

Page 8: Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri

8 | Magrib Enstitüsü 2011 Anayasa Raporu

Kaynağını halktan aldığını iddia eden ancak halka tepeden bakmayı alışkanlık haline getirmiş bu anlayış yeni anayasada yer almamalıdır. Bununla kast edilen maddesel bazda bir değişiklik değil, bir zihniyet değişikliğidir. Bu noktada söylenmesi gereken bir diğer önemli nokta ise anayasaya rengini veren değerin herhangi bir ideoloji olmaması gerektiğidir. Egemenliğin doğrudan doğruya halktan, yani insanlardan kaynakladığı fikri üzerine inşa edilmiş demokratik bir halk egemenliği anlayışı ülkedeki birçok krizin –özellikle de Kürt sorunu üzerinden kimlik sorunlarının- çözümüne katkı sağlayacaktır. Çünkü mecvut sistemi okuduğumuzda karşımıza çıkan tablo; belirli kesimlerin sisteme ortak olamadığı, dışlandığı, fikirlerinin değersiz görüldüğü bir sistemdir. Böyle bir tabloda devlet, vatandaşlarıyla bütünleşemez. Hoşnutsuz kesimler üretir ve çatışma doğurur. Ülkemizde yaklaşık 30 yıldan bu yana süren çatışmanın bu bilgiler ışığında okunması çözüm adına sağlıklı analizler yapmamıza yardımcı olacaktır.

Kimlik ve egemenlik üzerine son olarak söylenmesi gereken şey, yeni anayasada yer alacak halk egemenliği anlayışının bireylerin egemenliğe sahiplik hissedeceği olacaktır. Anayasamızda yer aldığını ifade ettiğimiz ulus egemenliği anlayışın muhtevasından söz etmek meselenin önemini kavramamıza yardımcı olacaktır. Ulus sözcüğünde halkın ötesinde bir atıf vardır. Sık sık kullanılan “milli irade” milleti oluşturan bireylerden ayrı ve onların üzerindedir. Kavramın soyutluğu ve tanımlanmasındaki güçlükler de göz önüne alındığında iktidarlarca keyfi biçimde kullanılmasının önünde herhangi bir engel görünmemektedir. Bu anlayışla yönetilen ülkelerde meclis; çoğunluğu elde edenlerin diktatöryasına kayabilir. Oysa anayasalara tarihsel olarak biçilen rol, azınlığın çoğunluk karşısında, bireyin devlet karşısında korunmasıdır. Ulus egemenliği anlayışı görünüşte demokratiktir ancak gerek kavramsal düzeyde gerekse reel politikte yapılacak kısa bir gözlem kavramın her türlü hükümet sisteminin meşruluğunu açıklamaya hizmet edebilecek bir doktrin olduğunu gösterecektir.

1-3)Yeni Anayasa İçin Egemenlik Kavramı

Yukarıda ifade edilmeye çalışılan olumsuzluklardan ötürü yeni anayasada hem maddelerle hem de zihniyet olarak halk egemenliği yer almalıdır. Halk egemenliği anlayışında egemenlik, bireylerden ayrı, manevi bir varlığa değil, doğrudan doğruya toplumu oluşturan bireylere ait

Page 9: Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri

Magrib Enstitüsü 2011 Anayasa Raporu | 9

bulunmaktadır. Bireylerin her biri ayrı ayrı egemenlikte pay sahibidir. Yani iktidar meşruiyetini kendi içinde değil, yönetilenlerin rızasından alır.

Yukarıda ifade edilen zihniyet dönüşümün yanı sıra, yeni anayasa için somut öneriler de ortaya koymak gerekmektedir. Bu noktada 1982 anayasasının 6. Maddesi’yle düzenlenen “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türk Milleti, egemenliğini, Anayasa’nın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır.” şeklindeki anlayıştan vazgeçilmeli 1958 Fransa Anayasa’sının 3. Maddesinde olduğu gibi “Egemenlik, bunu temsilcileri ve referandum yoluyla kullanan halka aittir.” şeklinde ifade edilmelidir.

Halk egemenliğinin kurumsallaşmış biçimleri olan halk girişimi, halk vetosu, halk oylaması da yeni anayasada yer almalıdır. Bu anlayış ülkedeki birçok sorunun çözümü adına büyük bir adım olacaktır.

Page 10: Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri

10 | Magrib Enstitüsü 2011 Anayasa Raporu

2-)Kuruluş Felsefesi Ve Temel Değerler Üzerine

Çağdaşlarının paralelinde Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş temelini oluşturan ulus devlet modeli çağdaşlarının ürettiği ulus devlet modellerinin aksine kendini güncellemeyi gerçekleştirememiş ve üniter saplantılar içerisinde sorunlar yumağının odağı haline gelmiştir. Ulus devlet modellerinin kendilerini bütünüyle tasfiye etmediği gerçeğiyle birlikte 1923 kuruluş mitinin bugün o dönemdeki model aldığı ülkeler ile aynı paralellikte bir yönetsel değişimi yaşayamadığını da görebiliriz. Türkiye'deki ulus devlet ve milliyetçilik başlıklarını desantrilizasyon ve üniter modeller kıyaslaması kapsamında değerlendirmek konunun daha sağlam dayanaklar içerisinde ele alınmasında yararlı olacaktır.

2-1)Yeni Bir Kimlik İnşası

Tarihsel süreç ele alındığında Fransız Devrimi ile başlayan ve imparatorlukların ulus-devletlere bölünmesini izleyen periyodlarda Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanması sürecinin son halkası da Türk ulus-devletinin yaşama geçirilmesi olmuştur. Türk ulus-devleti ve Türk modernleşmesi dönemsel olarak çağdaş bir yaklaşım izlemiş ve dönemin ulusçu unsurlarını kurulan yeni devlet organizasyonunda yaşama geçirmiştir. Dönemin ulusçuluk uygulamaları yalnızca Türkiye Cumhuriyeti'nin diğer ulus-devlet modellerinin de insanlık üzerinde yaşattığı travmaların temelini meydana getirmiştir. Milliyetçilik ideolojisi üzerinden çizilen kimlik tanımı toplumun kimliksel aidiyetlerinin ve bireysel özgürlüklerinin sınırlarını katı bir şekilde sınırlandırmanın, yoksaymanın ve yasaklamanın yanısıra bu çizilen sınırlandırmanın ruhuna uygun olarak da özgürleştirici değil güvenlik düşüncesinin öncelikli olduğu bir anayasayı yaşama geçirmiştir.

Toplumun aidiyetlerini ayrım gerçekleştirmeksizin tek ortak bir noktada buluşturabilen bir kimlik tanımının anayasada yeralmaması ve bu tanımlamanın yerine Türk kimliği dayatması ve zorunluluğunun doğal bir sonuç gibi sunulduğu ve diğer kimliklerin yasaklandığı mevcut kimlik tanımının yerine aidiyetsel ortaklığı sağlayacak ve özgürleştirici bir işlev sunacak yeni bir kimlik tanımı öncelikli ihtiyaç olarak anayasa değişikliği gündeminde yerini korumaktadır.

Page 11: Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri

Magrib Enstitüsü 2011 Anayasa Raporu | 11

Anayasada geçen kapsayıcı olmayan, dışlayıcı, dayatmacı ve baskıcı ''Türk Milleti'' ,''Türk'' kimliği tanımları anayasadan çıkarılmalı yerine etnik unsurlara gönderme yapan değil direkt hak ve özgürlükleri kapsamı içerisine alan 'yurttaş'' , ''halk'' ya da 'Türkiye Halkı''tanımı/tanımları uygulamaya konulmalıdır Örneğin 7. maddedeki ''Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi'nindir'' ibaresi ''Yasama yetkisi Türkiye Halkı adına Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin'dir '' şeklinde değiştirilmelidir. Türk, Kürt, Laz, Arap vb. etnik kimlik tanımları anayasa dışında tutulmalı hatta ilerleyen süreçte Türkler’in yaşadığı coğrafya anlamına gelen Türkiye kavramı yerine coğrafi aidiyeti ön plana çıkaracak ''Anadolu Halkı'' kavramının yaşam bulmasını sağlayabilecek bir olanak da yeni anayasadaki yerini almaldır.

Anayasada ulus devletin ve milliyetçiliğin en büyük referansı olarak gösterilen Atatürk ilke ve inkilaplarına olan gönderme anayasa dışına çıkarılmalı; milliyetçilik, Atatürk milliyetçiliği gibi kavramlar anayasadan çıkarılmakla birlikte ayrımcılığın ve ötekileştirmenin önlenmesine dair göndermelerin bulunduğu özgürleştirici metinler anayasadaki yerlerini almalıdırlar. Atatürk ilkeleri olarak algı kapsamında tutulan laiklik, cumhuriyetçilik kavramları seküler milliyetçiliğin anayasadaki uygulama noktası ve garantörü durumundan çıkarılıp bireylerin özgürlüklerinin garantörü olarak yeni anayasadaki yeni tanımlamalarıyla yeniden düzenlenmelidir.

2-2)Desantralizasyon Problemi

Türkiye Cumhuriyeti yakın tarihinde yürürlüğe girmiş tüm anayasaların kabulünden bu güne kadar üzerinde yapılan değişikliklere rağmen, kurucu doktrinin sert çekirdeğinde ciddi bir değişim yaşanmadığını görmekteyiz.

Bu süreçteki iyileştirme çabaları yeni dünyanın siyasi konjonktürüne, hakları birey üzerinden tanımlayan bir çerçevede yapılmaya çalışılsada halen yürürlükte olan 82-Gerekçeli Anayasası’ndaki en büyük problem bu bahsi geçen sert çekirdeğin, yani temel ilkelerin dokunulmaz, dönüştürülemez bir algıyla devletin varoluş felsefesinde yer almasıdır.

Anayasalar her şeyden evvel hukuki değil siyasi metinlerdir. Bu iddiaya dayanarak yapılacak yeni bir anayasanın önceliği kuruluş felsefesindeki değerleri muhafaza etmek değil bu değerlerin en azından

Page 12: Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri

12 | Magrib Enstitüsü 2011 Anayasa Raporu

orta ve uzun vade de siyasi problemleri ne ölçüde doğurduğu ya da çözdüğü olmalıdır. Bu elbette kör bir pragmatizmle Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi tarihinden bağımsız ya da halkın temel değerlerinden/taleplerinden kopuk ele alınamaz.

Atatürk ilke ve inkilaplarının temel değer olarak ele alındığı 1924 anayasasından bu güne kadar (1924 anayasasında bu isimle anılmasada) bu temel değerlerde herhangi bir değişiklik yapılmadığını görüyoruz, ki anayasanın siyasete tam olarak eklemlendiği nokta metnin ilerleyen safhalarında tanımlanan seçilme yaşı, seyahat özgürlüğü vb. gibi “olağan” detayalardan ziyade bu kısımdır.

Sağduyuyla ortak makul bir kabule göre dünyanın alt yapısı, yani üretim ilişkileri ve fonksiyonları merkez-çevre ilişkisi , ulaşım, vb gibi kavramlar bu son 87 yılda(1924 anayasasından beri) defalarca köklü değişiklikler yaşamış olmasına rağmen, bunun doğal bir sonucu olan ve siyasi çıktıları koordine eden anayasa gibi belirleyici bir unsur bahsi geçen köklü değişikliğe uğramamıştır.

1924 anayasasından bu güne kadar muhafaza edilen Atatürk ilke ve İnkilapları her şeyden evvel modern döneme ilişkin, bu günkü altyapıyı öngöremeyen(daha doğrusu öngörmesi olanaksız olan) temel değerleri içerir. Pek çok sorunun temelini oluşturan bu bakış açısı anayasadan topyekün çıkartılması yasama iktidarını elinde bulunduranların önceliği olmalıdır.

Örneğin Türkiye’nin de-santralizasyon problemiyle anayasanın kesiştiği nokta milliyetçilik ilkesidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti (bürokrasisi-bürokratik eliti), dünyada merkezi yönetimlerin iflas etmesinin ardından (kabaca fordizm, merkezi planlama yada bürokrasi) daha gevşek federatif bir yapıya dönüşmek için çaba harcamışsa da özellikle doğudaki Kürt sorununa bağlı bölünme paranoyası, bu anlamda atılan her adımda kamuoyunun siyasi karar mercileri üzerinde daha santral- merkezi ya da anayasadaki tanımıyla üniter bir yapıyı muhafaza etme eğilimine sürüklemiştir.

Bu süreçte problemin diğer tarafında çevre olarak tanımlayabileceğimiz kürtler ya da daha geniş bir tanımla “milliyetçilik” ilkesiyle bina edilmeye çalışılan “homojen” Türk kimliğini reddedenler ise talepler ötelendikçe radikalleşerek silahlanma yoluna gitmişlerdir.

Page 13: Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri

Magrib Enstitüsü 2011 Anayasa Raporu | 13

Burada anlatılmak istenen süreçte kimin haklı olduğu ya da siyasi bir tercih ortaya koyarak taraf seçmeye çalışmak değil problemin kökenine ve çözümüne odaklanarak anayasanın değiştirilmesi gibi tarihi bir fırsatta temel ilkelerin aslında göründüğünden daha fazla mevcut problemleri ve kısır döngüleri beslediğidir.

Desantralizasyon meselesinde elimizdeki politik kısır döngü kabaca şudur;

1-)Merkez desantral politikalar uygulamak ister.

2-)Radikal milliyetçi gruplar her iki etnik köken üzerinde de kamuoyu oluşturur. Türk tarafı için bu mevcut “Türk” Devletinin bölünmesi demektir. Kürt tarafı için özellikle silahlı grupların meşruiyetinin ve amacının kaybı demektir. Ayrıca meseleyi çözenin Merkez olması , yapısı gereği çevre konumlanan kürt siyasetininde mevcut statükosunun kaybı demektir.

3-) Yerel grupların amacıyla bağdaşmayan bu tip bir çözüm tarafların gerilimi tırmandırarak merkez üzerinde baskı kurmasıyla sonuçlanır ve merkezin kendi siyasi grubu içindeki mevcut hizipleri çözülme aşamasına gelir.

3-)Merkez de-santral politikaları mevcut siyasi iktidarını sürdürebilmek için “bir şekilde” öteler. Bu da çevredeki grupların varlık amacını sürdürebilmesi anlamına gelir ve ilk aşamaya geri dönülür.

Buradaki “merkez”in biraz muğlak bir tanım olması nedeniyle detaylandırmakta fayda vardır. Salt lineer tahlili aşırı bulmakla beraber formüle edilmeye çalışılan merkez tanımı, Türk siyasi tarihinde 28 Şubat öncesi ve sivil iktidarın nispeten tehdit altında bulunduğu sonrasına referans veren bir olgudan ziyade, içinde bulunduğumuz bu politik kampların zayıfladığı yeni bir merkez tanımı olarak ele alınmaktadır. Yani merkez kabaca mevcut iktidarın içinde ve dışında, devletin kritik noktalarında nüfuz sahibi olan farklı kimliklerdeki iktidar sahiplerine referans verir. Bu kimselerin bir kısmı devlet geleneği özelinde muhafazakardır. Dünyadaki bu bireyci yeni trende mesafeli ve uygulama alanında katıdırlar. Üniter devlet ve olabildiğince kültürel bir tanım olarak homojen bir “türk” kimliği doğru yoldur. Bu merkez tanımı içindeki kuvvetli hiziplerden biridir. Bizim tanımımızda bahsi geçen, desantral politikalar

Page 14: Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri

14 | Magrib Enstitüsü 2011 Anayasa Raporu

uygulamak isteyen hizip ise analizde daha güçlü ve merkez içinde bir “merkez” olarak kabul edilmiştir. Bunun en büyük kanıtıda somut pratik sonuçların genellikle desantral eğilimler yönünde olmasıdır. Örneğin Ak Parti’nin yakın dönemde kanun hükmünde kararname ile çıkardığı Kamu Yönetimi Reformu’na konu olan iç kontrol sistemleri vb. gibi uygulamalar bu reformun ana amacının desantralizasyon olduğunu ortaya koyar. Şayet mevcut siyasi iktidarın içindeki merkeziyetçi grupların daha güçlü olduğu kabul edilseydi nedensel bir tahlille bu yasanın çıkmaması gerekirdi.

Yani desantralizasyon, yeni teknolojilerin ve kompleks iş süreçlerinin getirdiği merkez-çevre ilişkisini verimli hale getirmek için pratik bir zorunlulukken, anayasadaki kimliksiz yurttaşlık bağının önünü tıkayan milliyetçilik bu zorunlu reformu felç eden bir unsurdur. Diğer bütün değişkenlerden bağımsız ele alırsak anayasanın bu kısır döngüye katkısı “milliyetçiliğin” bir ilke olarak kuruluş felsefesinde yer almasıdır. Her iki tip tanımlada (etnik ya da kültürel) günümüzde bu unsur Türkiye Cumhuriyetnin pek çok vatandaşı tarafından kabul görmeyen bir unsurdur ve bireysel hakların ihlali niteliğindedir.

2-3)Anadil Problemi ve Kimlik

Milliyetçilik uygulamalarının yarattığı en ciddi yaptırımlar içerisinde ele alabileceğimiz ''Ana Dil'' konusu yeni anayasada önemle ve yerelden yönetim mantığı paralelinde ele alınması gereken en öncelikli başlıklar arasındadır. Türkçe dışındaki dillerin kamu erki tarafından yok sayılıp yasaklandığı, suç unsuru sayıldığı ve hizmet kapsamı dışında tutulduğu yaptırım ve düzenlemeler ortadan kaldırılmalı ve yeni anayasa bireyin en temel hak ve özgürlükleri arasında yeralan anadilde eğitim, anadilde kamu hizmeti, nadilde yayın vs. gibi özgürlüklerin yaşama geçiricisi olmak zorundadır. Ortak ve resmi dilin Türkçe olarak korunmasının yanısıra, kamunun yerel yönetimler aracılığıyla bölgesel ihtiyaçlara yönelik iki hatta üç dilli yaşamın önündeki engeller yeni anayasada kaldırılmalıdır. Anadilde eğitimin önündeki engellerin ortadan kaldırılması gereken yeni anayasada yerel yönetimler ile sağlanacak eğitim hizmetinde, bölgesel ihtiyaçlara göre bölgenin dilsel ihtiyaçları baz alınarak, resmi dil dışındaki dillerde de eğitim yapılabilmesine olanak sağlanmalıdır. Türkçe dışındaki dillerde de eğitim yapılmasına olanak sağlayacak düzenlemelerde resmi dil Türkçe'nin toplumun ortak iletişim aracı kapsamında öğretilmesine önem verilmelidir. Televizyon, radyo, gazete, kitap basım-yayım, siyasi propaganda, reklam vs.

Page 15: Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri

Magrib Enstitüsü 2011 Anayasa Raporu | 15

gibi alanlarda anadilin kullanımı kapsamındaki yasaklamaların ortadan kaldırılacağı yeni anayasada resmi dil Türkçe dışındaki dillerinde de yaşamın tüm alanlarında özgürce kullanılabilmesine olanak sağlanmalıdır.

Dil ve kimlik alanlarındaki özgürleştirici değişimin üniter sistemin terkedilip federal sistemin yaşama geçirilmediği bir yönetsel modelde gerçekleşmesini düşünmek çok da mantıklı görülmemektedir. Anayasada somut olarak tanımlanmamasına karşın demokratik işleyişteki en büyük sorun olarak varolan ve yasal düzenlemelerle ortadan kaldırılmaya çalışılan ''Askeri Vesayet''tanımlamasının yanında kavram olarak anayasanın ilgili maddesinde yeralan idari vesayet kavramını görmeden, eleştirmeden ve bu düzenlemeyi anayasal kapsam dışına çıkarmadan özgürleştirici bir anayasadan bahsetmek pek de gerçekçi gözükmemektedir. İdari vesayet kavramı yeni anayasadan çıkarılmalı, federal sistemin yaşam bulmasıyla birlikte merkezin yerel üzerindeki egemen etkisi minimize edilmelidir. Gerek anadilde eğitim konusunda, gerek kimliksel aidiyetlerin ortak noktalarda yaşam bulabilmesinde, gerekse kaynakların verimli ve daha demokratik kullanılabilmesi adına yeni anayasanın çözüm anahtarı federal sistemdir. Federalizmin yaşam bulmadığı bir anayasal düzenleme ne kimliksel sorunların çözümüne katkıda bulunabilecek ne anadilde özgürlüğe getirilen yasaklamalara çözüm sağlanabilecek ne de uzun süreçli ortak bir metin olabilecektir.

Federalizm, Anadilde Özgürlük, Kimlik gibi sorunların salt Kürt Meselesi kapsamında ele alınması ise milliyetçi bir bakış açısından kurtulunamadığının kanıtı olmakla birlikte getirmesi olası yeni düzenlemelerin de kalıcı bir ortak toplumsal metni meydana getiremeyeceği de şimdiden işaretlerini verebilmektedir. Türk kimliği yerine ortak Türkiye Halkı kimliği, anadilde özgürlük, federalizm ve yerelden demokrasi sadece Kürt Meselesini ilgilendiren değil ülkenin bütün yurttaşlarına daha fazla demokrasi sağlayabilecek başlıklardır. Ancak desantralizasyon temelli çözüm önerilerinin reddi yeni anayasayı Kürt Ulusal Hareketi ile Türk Devleti arasındaki mücadelede konjonkturel bir geçici yasal metinden daha öteye taşıyamayacaktır. Gelişmiş ekonomilerin örnek alındığı yönetsel bakış açısı gelişmiş ekonomilerin gelişmiş demokrasilerini de model almanın dışında bir seçeneğe sahip değildir. Anayasa sorununun desantrilizasyon ile çözümü sorunların yeni anayasa ile çözümünde miladı gerçekleştirecek ve sorunların yerelden daha demokratik ve ivedi çözümü ise ülkenin gündemindeki genel ve yoğun

Page 16: Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri

16 | Magrib Enstitüsü 2011 Anayasa Raporu

krizleri, savaşları, tıkanıklıkları da devre dışı hale getirecek ve demokratikleşme düzeyinin ve yaşam kalitesinin artışına da ciddi katkıda bulunacaktır. Sorunların ve uzlaşılamayan konuları merkezden idari vesayet ile çözme ısrarının sürdürülmesi ve idari vesayetin yeni anayasada yeralması, desantrilizasyonun reddi sadece anayasanın kapağında yazan 1982 tarihinin 2012 tarihine dönüşümüne katkıda bulunabilir.

Page 17: Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri

Magrib Enstitüsü 2011 Anayasa Raporu | 17

3-)Laiklik, Din Ve Vicdan Özgürlüğü Üzerine

3-1)Hukuğun Teolojik Çerçevede Tahlili

Hukukun statükocu bağlamdan çıkarılıp hayattaki problemleri çözücü ve mevcut gelişmelere cevap vermesini öngören akışkanlığı tıkamak yerine dinamik olup mevcut sorunlara çözüm sunması ve beşeri içtihattan ibaret olması hasebiyle kutsal kabul edilip değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerin anayasadan çıkarılması gerekmektedir. Bu hukuk devleti anlayışına hukuk yapma mantığına ve adalet ve özgürlüklerin teminat altına alınmasına aykırı bir durum olmakla beraber herhangi beşeri bir düşünceyi kutsallaştırdığından tehlikelidir.

Bu anlamda

-Rıza’ya dayalı toplumsal mutabakat– ki devlet olma ve kanun yapma mantığında zaruri ilkelerdendir

-Çoğunluğun hakkını gözetip azınlıkları ihmal eden değil azınlıklar için de adil çözümler sunabilen ve ---onların da kendi hukuk anlayışlarını yürütmelerine izin vererek hukukta çoğunluğun sağlanabilmesi

-İstişare odaklı karar alma süreci

-Kendini Tanrı’nın vekili addeden her türlü siyasal öneriyi devletin dini ibaresinde yer alması sakıncalıdır, bunun bu şekilde anayasada yer alması kendisini Tanrı’nın vekili gören bir sınıf ortaya çıkacaktır.

-Bununla birlikte bir hukuk devleti olmanın referanslarını Kuran’dan almaya yönelik bir iddiayı şu şekilde temellendirebiliriz: Kuran’da yer alan temel hukuk ilkeleri ve adalet, eşitlik, özgürlük gibi ilkelerin anayasa gibi tamamen siyasal bir işleme ilham kaynağı olmasının hiçbir sakıncası yoktur. İnsanı bir toplumsal varlık olarak yaratan Allah’ın insanı gerek kişisel gerek toplumsal yönüyle terbiye etme ve bir arada yaşama kültürünü oluşturması ile devlet kurma ve sosyo-ekonomiyi sağlayacak her türlü gerekli ilkeyi de bünyesinde barındırmaktadır. Bu anlamda “insan hakları” gibi tamamen modern ve Batı merkezli tanımlamalarla gündeme gelen ve yine Batı’nın insanının haklarını gözeten yapay bir savunudan ziyade Kuran’da yüzyıllardan beri dile getirilen ilkeleri yeniden düşünmek ve günümüz hukuk sürecine dahil etmek gerekmektedir.

Page 18: Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri

18 | Magrib Enstitüsü 2011 Anayasa Raporu

3-2)Laiklik Kavramı

1924 Anayasasının 1937 değişikliğiyle yaşamımıza giren Laiklik ilkesi, laiklik uygulamasının uluslararası literatürdeki algıyla başlangıcının değil, yoz ve dayatmacı bir algının uygulamaların sonuç ve gerekçelerinin dayanağı durumunda kalmıştır.

Devletin kamu yönetiminde dinsel metinleri referans almaması, dini kurum ve makamları devlet otoritesi dışına itmesi, medeni hukuk ile kadın-erkek eşitliği, yurttaşlık gibi kavramları kamu uygulamalarına katması gibi laikliğin bürokratik yönünü fazlasıyla edinen TC Anayasası, kavramın bireyin dinsel ve inançsal özgürlüğü açısında ise bir sapma göstermiş ve Laikliği esas almak, korumak ve yaşama geçirmek gerekçesi adı altında dayatmacı bir uugulamayı başat kılmıştır.

Diyanet İşleri Başkanlığı adı altındaki laik bir devlet düzeninde olmaması gereken kuruluş ile devlet, kavram ile çelişen bir şekilde yurttaşlarının dinsel ve inançsal özgürlüklerini kontrol altına almayı, yönlendirmeyi, inançlararası taraf olmayı hatta şekillendirdiği ve desteklediği inanç sistemi dışındaki inanç sistemlerine saldırmayı görev bilmiştir.İnanç sistemleri başlığını açmak gerekirse devlet İslam dininin Alevi mezhebini bir inanç sistemi olarak görmemiş, asimile çalışmalarını bu inanç sisteminin yokedilmesi deforme edilmesi amacıyla seferber etmiş, Aleviliği salt bir kültürel öge noktasına indirgemeyi hedef seçmiştir. Alevilik üzerine uygulamaları insan hakları ihlallerine kadar uzanan devletin sünniliğe bakış açısı ise kendi şekillendirdiği ve tanımladığı bir sünniliğin dışındaki kutsal metine dayanan inanç biçimlerini kendi tanımladığı şekle sokmak üzerine olmuş, bu şekillendirmenin dışında kalan geniş kitleler de Alevi inancındaki bireylerin paralelindeki uygulamalara maruz bırakılmıştır. Hristiyan ve Musevi unsurlar Lozan'dan kazanılan haklar üzerine kurulu cemaatsel özgürlüklerini dönemsel olarak yaşayabilmişlerse de, devlet hukuki olarak ortadan tamamen kaldıramadığı ya da kısmen hak ihlallerine uğrattığı bu inanç sistemlerini siyasi operasyonlarla ve kitleleri mobilize ederek sayıca azaltmayı ya da bir başka deyişle neslini kurutmayı, kaçırmayı başarmıştır.

Devlet otoritesinin dinsel inançlar üzerindeki baskısının ve yanlılığının en önemli sembolü ve uygulayıcısı olan diyanet işleri başkanlığı yeni yapılacak anayasa metninden çıkarılmalı ve lağvedilmelidir. Devletin

Page 19: Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri

Magrib Enstitüsü 2011 Anayasa Raporu | 19

inanç sistemleri üzerindeki yanlılığı ve baskısı ortadan kaldırılmalı, din ve inanç sistemlerinin düzenlenmesinin devletin görevleri arasında olmadığı yeniden düzenlenecek laiklik maddesi içeriğinde ısrarla vurgulanmalıdır. Devletin dinler, mezhepler ve inançlar üzerindeki düzenleyiciliğinin, kontrolünün ve yanlılığının ortadan kaldırılmasıyla hangi meskenin ibadethane hangisinin ibadethane olmadığı gibi gereksiz tartışmaların da sona erdirileceği ortadadır. Cemevinin ya da caminin ya da kilisenin ibadethane olup olmaması gibi gündemlerin gereksizleşeceği, bireylerin ibadethane olarak gördüğü meskenlerin ibadethane olarak kabul edilmesinin de önünü açacağı açıkça ortadadır. Kamu otoritesinin maaşlı din adamları aracılığıyla özellikle kırsal bölgelerde oluşturduğu kamusal erkin ve kontrolün de mevcut Diyanet İşleri Başkanlığı'nın lağvedilmesiyle ve din adamlarının devlet görevlisi sıfatından arındırılmasıyla ortadan kalkacağı ya da en azından azalacağı açıkça ortadadır.

Gerçekte kamu otoritesinin tüm baskıcı uygulamalarına karşın yine de birçoğu yaşam bulabilen dinsel cemaatlerin bir realite ve özgürlük olarak algılanması ve 1925 yılında çıkarılan Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılmasına İlişkin Kanun ile ortaya çıkan düzenlemeler yeni anayasada yer bulmamalı ve yerine konulacak maddelerde dinsel cemaatlerin özgürlüklerinin dayanağı anayasal güvence altına alınmalıdır. Devletin yanlı ve merkeziyetçi uygulamaları laiklik ilkesi kapsamında inançlar ve inançsal özgürlükler üzerinden kaldırılmalı, ibadethanelerin ve cemaatlerin din görevlileri ve dinsel önderleri konusunda devlet karar mekanizması olmaktan çıkarılmalı ve yanlılık meydana getirmemelidir. Devletin tarafsızlığı içerisinde tüm inanç sistemlerinin ibadethanelerinin sübvansiye edilmesi dinsel açıdan değil sosyal devlet ilkesi içerisinde değerlendirilmeli, sübvansiyonlar tarafsızlık ilkesi içerisinde cami, cemevi, sinagog, kilise vs. ayrımı gözetilmeksizin yerel yönetimler tarafından sağlanmalıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın lağvedilmesi ve devletin dini yaşam üzerindeki düzenlemelerinin ortadan kaldırılmasıyla oluşacak yeni sistemde özel olarak devlet dairesi konumundaki camileri ele almak gerekirse, Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı camiler Diyanet İşleri Başkanlığı'nın olmadığı yeni anayasa ile yeni kurulacak ya da mevcutta varolan vakıflara devredilmeli ve vakıflar aracılığıyla ibadethanelerin işlerliği sürdürülürken ekonomik gereksinmeleri de sosyal politikalar kapsamında yerel yönetimler tarafından desteklenmelidir.

Page 20: Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri

20 | Magrib Enstitüsü 2011 Anayasa Raporu

Camilerdeki din görevlilerinin kamu görevlisi olmamasıyla ve yerel yönetimler tarafından sübvansiye edilecek diğer ibadethanelerinin de kapsamında olduğu üzere özgür din görevlilerinin meydana gelmesiyle mevcut resmi ibadethaneler de devlet dairesi kapsamından ve devletin propaganda aygıtı olmaktan çıkıp hür ve din dışı meselelerden kurtulmuş ibadethanelere dönüşmesi kaçınılmazdır. Anayasa kapsamında olmaksızın sivil insiyatiflerle oluşturulacak Alevi-Bektaşi federasyonları benzeri sivil dinsel oluşumlar da Diyanet İşleri Başkanlığı'nın lağvedilmesi sonucunda tek bilgi ve koordinasyon merkezini bu kurum olarak gören bireylerin dünyasındaki oluşabilecek bir boşluğu gidermek adına faydalı olacak, mevcut kurumun ortadan kalkmasıyla işin uzmanı olan üniversitelerdeki ilahiyat fakültelerinin de önemi bir kat daha artacaktır.

VI. Din ve vicdan hürriyeti

MADDE 24- Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî âyin ve törenler serbesttir. Kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.

Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır. Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.

Anayasanın 24. Maddesi’nin yerine mevcut maddedeki din ve vicdan hürriyetindeki kısıtlamalar ve 14. Madde’yle meydana getirilen devlet suistimaline açık baskıcı ve yaptırımcı metinler anayasadan çıkarılmalıdır. Bireyin din ve vicdan özgürlüğü başlığıyla çelişen zorunlu din kültürü dersi uygulaması anayasadan çıkarılmalı, din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinin seçmeli ders olarak okutulabilmesine dair düzenleme anayasaca değil ilgili yasalarca belirlenmelidir. Din ve inanç özgürlüğünün sınırlarının çizildiği, din ve inanç özgürlüğü üzerindeki kamu otoritesini tarif eden mevcut 24.

Page 21: Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri

Magrib Enstitüsü 2011 Anayasa Raporu | 21

Madde’nin yerine, din ve vicdan hürriyetininin anayasal güvencesini ortaya koyan, dinsel özgürlüklerin en temel realitesi olan cemaatsel özgürlükleri de garanti altına alan, inançlar arasında devletin taraf olamayacağını, ayrım gözetemeyeceğini de açıkça vurgulayan maddeler yeni anayasadaki yerini dinsel ve inançsal özgürlüklerin garantisi olarak almalıdır. Devlet otoritesinin kendini tanımlayıcı çizgisinin yerine diğer maddelerde de olması gerektiği üzere Laiklik, Din ve Vicdan Hürriyeti başlıkları altında bireyin özgürlüğünün tanımlanması getirilmelidir. Din ve vicdan hürriyetine karşı oluşabilecek Diyanet İşleri Başkanlığı'nın olmadığı yeni sistemin özgürlüksel dayanağı adına kamu görevlilerinin dinsel yaşama müdahalesinin engelleneceği maddeler anayasada mutlaka yer almalıdır. Anayasal düzenin kendi varlığını koruyucu dayanağını ise din ve vicdan özgürlüğü, düşünce özgürlüğü vs. gibi maddeler içerisinde değil bununla ilgili oluşturulucak bireysel hak ve özgürlüklerin korunması ve bu yönde anayasal düzenin teminatı ve korunması kapsamındaki maddelerde yerini almalıdır. Din ve Vicdan Hürriyeti ile Anayasal Düzenin Korunması başlıklarının karşıt iki başlık gibi ortaya konulduğu 1982 anayasasının aksine iki başlığın tek, bütün ve birbirini tamamlayıcı özellikleri yeni anayasada özellikle vurgulanmalıdır.

Madde 136: Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.

Laiklik ilkesinin değil laisist uygulamaların anayasadaki sembolü olan 'Laiklik' ilkesi de kaldırılması gereken 136. Madde’deki ironik metni de gözönünde bulundurarak anayasa içerisinde bireysel ve hak ve özgürlüklerin inançsal kapsamı içerisinde tanımlanarak yenilenerek yerini almalıdır. Kısaca Laiklik, Din ve Vicdan Özgürlüğü başlığını maddeler halinde özetlemek gerekirse yeni anayasanın özgürlükçü bir anayasa olması için:

1) Tanımı net olarak yapılmayan Laisizm anlamında değerlendirilerek anayasada yer alan Laiklik maddesi anayasadan kaldırılması gereken Atatürk ilkeleri kapsamı dışında bireysel, dinsel ve inançsal özgürlüklerin teminatı olarak ele alınarak, devletin dinler ve inançlar arasındaki tarafsızlığı, dinsel yaşama müdahalesizliği vurgulanarak, devletin dinsel ilkelere ve dinsel-mezhepsel taraflılığa ve dinsel referanslara göre yönetilemeyeceğinin de belirtilmesiyle yeniden tanımlanmalıdır.

Page 22: Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri

22 | Magrib Enstitüsü 2011 Anayasa Raporu

2) Devletin yeniden tanımlanacak Laiklik ilkesi kapsamında dinler, mezhepler, inançlar arasında taraf olmasının mümkün olmadığı yeni metinde Diyanet İşler Başkanlığı anayasadan çıkarılmalı ve lağvedilmelidir.

3) 24. Madde’de yer alan zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi eğitimi anayasadan çıkarılmalı, seçmeli din kültürü ve ahlak bilgisi öğretimi olanağı yasalarca sunulmalıdır.

4) Diyanet İşleri Başkanlığı'nın lağvedilmesi sonucunda camilerin kurulacak ya da varolan vakıflara devriyle işlerliğinin sürdürülmesinin sağlanacağı anayasal düzenlemeler yaşama geçirilmelidir.

5) Anayasal düzenin korunmasına ilişkin tedbirler din ve vicdan özgürlüğü, düşünce özgürlüğü içerisindeki kısıtlayıcı tanımlamalar ile değil, anayasal düzenin korunması ve bireysel hak ve özgürlüklerin teminatı adı altında ayrı bir başlıkta tanımlanmalıdır.

6) Diyanet İşleri Başkanlığı'nın lağvedilmesi sonucunda kamu otoritesinin din ve inanç özgürlüğüne ilişkin müdahelesini önleyici düzenlemeler anayasadaki yerini almalıdır.

7) Diyanet İşleri Başkanlığı’nın lağvedilmesiyle vakıflara devredilen camiler ve camiler dışında kamu organlarınca bugüne kadar yok sayılan, kapsam dışında tutulan ibadethaneler de sosyal politikalar kapsamında yerel yönetimler tarafından sübvansiye edilmelidir.

8) Din görevlilerinin devlet memuru olması uygulamasına Laiklik ilkesi esasınca son verilmeli, vakıflar tarafından işlerliği sürüdürülecek ibadethanelerin din görevlisi ihtiyacının da yerel yönetimler tarafından sağlanacak sübvansiyonlarla vakıflar tarafından karşılanmasını sağlayacak düzenlemeler yeni anayasa tarafından yaşama geçirilmelidir.

9) Devletin dinsel yaşama müdahelesinin ve dinsel yaşamı düzenleyici yetkisinin tamamen ortadan kaldırılacağı, bir realite olan dinsel cemaatlerin özgürlüğünün teminat altına alınacağı anayasal düzenlemeler yeni anayasada yer almalıdır Kamu erkinin denetleyici, yaptırımcı, düzenleyici, müdahaleci değil tarafsız, özgürleştirici ve destekleyici uygulamalarıyla yaşama geçireceği yeni anayasadaki Din ve Vicdan Hürriyeti başlıkları gerçek anlamda laik bir devletin ve özgür bir ülkenin teminatı olabilecektir.

Page 23: Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri

Magrib Enstitüsü 2011 Anayasa Raporu | 23

3-3) Başörtüsü Problemi

Devlet organları ve idari makamları, bütün işlemlerinde ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır'.

'Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi' başlıklı 42. Maddesi’ne ise 'Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez. Bu hakkın kullanımının sınırları kanunla belirlenir ' şeklinde yeni bir fıkra ekleniyor.

Yukarıdaki maddeler Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün başörtüsünün yükseköğretimde serbest kılınmasıyla ilgili yukarıdaki ifadelere ek olarak başörtüsünün artık yıllardır süren temelsiz bir yasak ve zulüm olduğunun beyanı ile bu yasağın kaldırılması yeni anayasaca güvence altına alınması zaruridir.

Sadece yükseköğrenimde hizmet alanlara yani öğrencilere yönelik yasağın kaldırıldığı şeklinde bilgi ve bazı haberler tamamen yasağın kaldırıldığını göstermemekle birlikte oyalayıcı, “somut” olmayan bir tavır olarak algılanmaktadır.

İlköğretim dahil eğitim öğretimin her alanında başörtüsü ve benzeri kılık kıyafet yasakları kaldırılmalı, en temel haklardan biri olan eğitim hakkının engellenmesi durdurulmalıdır. İlköğretim çağında bir çocuğun sürgün hayatı yaşayarak eğitimini sağlamak için devlet eliyle bir zulme maruz bırakılması kabul edilemez. Bunun gibi pek çok zulmün ve keyfi yasakçılığın sona ermesi hayati bir meseledir.

Hizmet alan eğitim ve öğretim hakkından yararlanan kesimlerce serbest bırakılması konuşulan başörtüsünün her türlü sektörlerde de ayrım gözetilmeden hizmet verenlerce de serbesiyete kavuşuturlması gerekmektedir.

Başörtüsü yasağının kimi kesimlerce sadece insan hakları ihlali ve anti demokratik bir uygulama görmenin dışında İslam dininin bir emrine aykırı olduğu gerekçesiyle de itirazlar getirilmektedir ve bu itiraz haklıdır. Bu yönüyle hem bir insan hakkı ihlali hem de bir dinin emrine karşı durmak şeklinde devleti iki yönlü eleştiriye tabi tutma hakkını sivil düşünceye vermektedir. Başörtüsünün ayrıca cinsiyet ayrımcılığı bağlamında da bir hak ihlalidir.

Page 24: Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri

24 | Magrib Enstitüsü 2011 Anayasa Raporu

3-4) Din Eğitimi Özelinde Laiklik

Türkiye’nin eğitim ve aynı zamanda din alanındaki büyük sorunlarından biri de din eğitiminin içeriği ve nasıl yapıldığı yahut nasıl yapılacağı ile ilgili mevzuattır. Türkiye’de din eğitiminin Diyanet’ten daha fazla hayati bir mesele olduğunu ve gündemin merkezinde olduğunu düşünürsek din eğitimi uygulamalarına ilişkin en adil çözümün sunulmasına yönelik talebi hararetle dile getirmek gerekmektedir. Türkiye’de din eğitimi uygulamaları Sünni-İslam anlayışına yönelik Atatürk İlke ve İnkilaplarına bağlı bir formatta yapılagelmiş ve zorunlu ders kapsamında anayasaya girmiştir. Mezkur 24. anayasa maddesi şu şekildedir:

“...Din ve ahlak eğitim ve öğretimi devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültür ve ahlak öğretimi ilk ve orta öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışında din eğitimi ve öğretimi anacak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcilerinin isteğine bağlıdır.”

Din eğitiminin ilkokul 4. sınıftan itibaren ortaöğretim son sınıfa kadar okullarda haftalık bir ders şeklinde okutuluyor olmasına yönelik itirazları şu şekilde dile getirebiliriz: Mevcut din kültürü ve ahlak bilgisi kitapları incelendiğinde sadece Sünni-islam merkezli bir anlayışın kısır bir şekilde ele alındığı görülmektedir. Asgari ilmihal bilgilerinin yer aldığı söz konusu ders kitaplarında din sadece ilmihal boyuta ve fetva dinine indirgenmiştir. Oysa ki dinin egemenlik, adalet, iktisat, siyaset, özgürlük gibi bir dizi iddiası bulunmaktadır. Bir dinin içindeki tek bir mezhebinin vurgulandığı böylesi bir öğreti zamanla özellikle Alevi kesim tarafından din özgürlüğüne aykırı diyerek eleştirilmeye başlanmıştır. Ayrıca din kültürü ve ahlak kitaplarında mevcut ağırlığın yine bir insanı daha ahlaklı kılmaya yönelik ahlaki terbiye bilgilerinin ağırlığı ile iyi vatandaş olmaya yönelik dersler de mevcuttur. Atatürk ilke ve inkilaplarının çerçevesini belirlediği bu din eğitimi anlayışı adil görünmemektedir. Çünkü bir din, kendi va’z ettiği ilke ve prensiplerle anlatılmalıdır ve referans tamamen buna yönelik olmalıdır. Aslında Türkiye’deki din eğitimi uygulamalarının devletin tek tip vatandaş yetiştirme ideolojisindeki eğitim anlayışına hizmet etmekte, tek dini anlayış dayatmasında bulunmaktadır. Tevhidi Tedrisat kanunu buna hizmet etmektedir. Oysa İslam dini mevcut verileri sayesinde dindeki çoğulculuğu öngörmekte ve bunun için uygulayıcılarına rahat bir zemin sunmaktadır. Ancak devlet diğer kurumlar gibi din kurumunu da

Page 25: Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri

Magrib Enstitüsü 2011 Anayasa Raporu | 25

denetlemek ve yönetmek istediğinde devletin meşruiyetini onaylayacak bir din eğitimi yürütülmektedir.

Devlet, varoluşu gereği tüm kadro ve kurumlara yönelik denetleyici ve gözetleyici talebini hissettirir. Ancak din gibi bir kurumun işleyişini devlet eline teslim etmenin devletin dinileşmesinden ziyade dinin devletleşmesi karmaşasına dönüşmesi kaçınılmazdır. Nitekim yakın siyasi tarihimiz bu durumu doğrular niteliktedir. Ancak bununla birlikte din kurumunun mahiyeti ve işlerliğini devletten alıp kime nasıl verileceği ile ilgili hayati bir tartışma da ortadadır. Toplumsal bir asayiş problemine kapı aralamadan, farklıları bölücülük zeminine taşımadan birlikte ve bir arada yaşamanın imkanlarını sağlayabildiğimiz bir din eğitimi anlayışı geliştirmek zorundayız. Teklif edilen önerilerden biri olan dini eğitimin içeriğinin değiştirilmesi ve bu derslerin tamamen bilgilendirmeye yönelik ve ahlaki terbiyeyi salık veren bir müfredata dönüştürülmesi ve böylece her din hakkında “öğretici“ bir içeriğe kavuşturulmasına da temkinliyiz. Böyle bir çabanın da genel kültür artırmaktan öteye gidemeyeceğini bunun “dinler tarihi” kapsamında olduğunu din eğitiminin ise seçmeli veya isteğe bağlı şekilde gönüllüleri tarafından seçilen ve gönüllülerini daha bilgili ve dindar yapacak bir boyuta taşınması gerektiğini düşünüyoruz. Bu anlamda, halk olarak din eğitimi talebinde daha cesur ve farklılıkları riske değil fırsata dönüştürecek bir düşünceye sahip olmalıyız. Bunun bir cesaret işi olduğunu, mevcut durumu olduğundan daha müşkül gösteren şeyin devletin iktidar meşruiyetini kaybedeceği endişesi olduğunu bilmeliyiz. Ancak tekrarlamakta fayda gördüğümüz husus şu ki devletin mümkün olduğunca elini çektiği din eğitiminin cemaatlerin keyfiliğine bırakılamayacak kadar da hayati olduğudur.

AB’ye uyum kapsamında din eğitimde farklı uygulamalar da konuşulmaktadır. Bu bağlamda aşağıdaki madde önemlidir:

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 1. Protokol Madde 2 şöyledir:“Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet, eğitim ve öğretim alanında yükleneceği görevlerin yerine getirilmesinde, ana ve babanın bu eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılması haklarına saygı gösterir.”

Herhangi bir dinin veya mezhebi öğrenimini dayatmaya yönelik müfredat din özgürlüğüne aykırıdır ve bu madde ayrıca din eğitimini aileye

Page 26: Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri

26 | Magrib Enstitüsü 2011 Anayasa Raporu

bırakan bir yaklaşımı da öngörmektedir. Kısaca toplumsal birlik ve beraberlik ile ulusal bütünlük hedefini önceleyen Atatürk ilke ve inkilaplarına bağlı, tek tip bir din anlayışını öngörerek adil olmayan ve zaten içeriği gereği bir hayli yetersiz olan okullardaki din eğitiminin bu haliyle yürürlükte kalıp zorunlu olması sakıncalıdır. Kişilerin isteğe bağlı bir şekilde çocuklarını istedikleri din eğitimi verebilecek bir özgürlük alanı açılmalı. İmam hatip okulları bu anlamda bir dönem kapatılmasına yönelik tartışılmaların gündeme geldiği bir okuldur, çünkü devletin ortaya koyduğu tek tip din eğtimi anlayışı yıkılmaya başlamış imam hatip okulları örgün olmakla birlikte alternatif olmaları özelliği ile olumlu sonuçlara imza atmasının devlet erkini tedirgin etmiştir. Oysa ki imam hatip modeli bugün pek çok İslam ülkesi tarafından incelenmeye alınmış ve model olarak uygulanmaya başlanmıştır. Nitekim Lozan anlaşması bağlamında azınlıkların din okulları vardır. Benzer imkanın Müslümanlar için de olup olmayacağı düşünülebilir.

Page 27: Magrib Enstitü Anayasa Görüşleri

Magrib Enstitüsü 2011 Anayasa Raporu | 27

SONUÇ

Görüldüğü üzere yakın Türkiye siyasi tarihindeki her kritik problemin ucundaki ipi çektiğimizde önümüze er ya da geç mevcut anayasa ve onun ortaya koyduğu bağlayıcı unsurlar gelir. Artık ne “yeni dünya”nın getirdiği siyasi konjonktür ne de Türkiye jeopolitiği özelinde 1900’lerin yönetim felsefesini baz alan bir metin sürdürülebilir değildir.

Reel politik bir çerçeveden bakarsak; bu çalışma da genel olarak eleştiri getirilen ve değiştirilmesi arzu edilen kurucu felsefenin temel değerleri aslında toplumsal bazda artık gerekli karşılığı bulmuştur. Yani Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşları hangi kesimden olursa olsun bireysel hak ve özgürlükleri baz alan sivil bir anayasaya geçmiş dönemlere nispeten daha olumlu bakmaktadır ve böyle bir genel çerçeveyi hak etmektedir.

Uzun vadede özellikle kendi coğrafyasında uluslarüstü ekonomik-siyasi entegrasyonların zeminini hazırlayacak, çağa uygun yeni değerleri baz alan bir anayasa Türkiye Cumhuriyeti’nin ve mevcut siyasi erkin önceliği olmalıdır.

www.magrib.org