47
1 Sağlık Dergisi Bil. Uz. Hatice Kutsal KALBE AÇILAN KOZMETİK PENCERE HAMİLELİKTE ÇATLAMAYIN MEME KANSERİNDEN KORUNMAK İÇİN YAZ İSHALLERİNE DİKKAT Sayı :

Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

1

S a ğ l ı k D e r g i s i

Bil. Uz. Hatice Kutsal

KALBE AÇILANKOZMETİK PENCERE

HAMİLELİKTEÇATLAMAYIN

MEME KANSERİNDENKORUNMAK İÇİN

YAZ İSHALLERİNEDİKKAT

Sayı :

Page 2: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

www.sanko.edu.tr

Bilimde, eğitimde ve sağlık hizmetinde fark yaratacağız

Türkiye’nin en büyük özel hastanesinden, uluslararası başarıları hedeflemiş bir ekiple, modern dünya standartlarında eğitim anlayışıyla, hayatımızı güvenle emanet edeceğimiz sağlık profesyonelleri yetiştirmek için yola çıktık.

SANKO ÜNİVERSİTESİ

Page 3: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

Zirve Üniversitesi’nde ilk ve acil yardım programı açıldı

Klima kullanırken dikkat!

Türkiye’nin acı gerçeği çocuk gelinler

Gözlervücudunuzun aynasıdır

Diyabetik ayak yaralarında yeni tedavi yöntemi

Daha az uyumak mümkün mü?Uykudan fedakarlık sağlığı bozuyor

“GDO’lu besinler sağlımız için ciddi risk oluşturuyor”

Narkoz Sağlık Dergisi İstanbul’da

Başarılı bir iletişim için…

İkizlere sağlıklı yaşam

HKÜ; İKA destekli proje ile sağlık eğitimi altyapısını geliştirecek

GAÜN Tıp Fakültesi’nin müthiş kadrosu göz kamaştırıyor

Güzelleştiniz!... Peki ya sonrası ?

“Tüp bebek tedavileri doğadaki şansı ikiye katlıyor”

Şeker çocuklar hem diyabetle yaşamayı,hem de dans etmeyi öğrenecek

GAÜN Tıp Fakültesi Çukurova birincisi

Özel Sani Konukoğlu Hastanesi organ nakliyle umut oluyor

Ayak sağlığına dikkat edin ağrılardan kurtulun

9

12

15

16

18

22

26

30

31

34

37

38

42

46

48

52

53

56

58

Kalbe AçılanKozmetik Pencere

MADDEBAĞIMLILIĞI

Uyku ApnesiÖlüme Sebep Olabilir

Bir Damla SuServet Sayılacak

41 76 86 20

Alzheimer Riskiniz İçinDoktora ErkenGitmeyi “UNUTMAYIN!”

Yaz İshallerineDİKKAT!

Ağız KokusuEvlilikleriBile Etkileyebiliyor

50 18 80 44

54

28

Bakan Müezzinoğlu: “Türkiye sadece sağlığı tüketendeğil, sağlıkta yarışan ülke olacak”

GGC’den sağlık protokolü

Çocuğunuz TV İzlerken Dikkat Edin

İktidarsızlık tedavisinde yeni çözüm : EDSWT

Uyku apnesi ölüme sebep olabilir

ISO 9001:2008 belgeli tek devlet okulu

2020 yılında plastik çöp olmayacak

Uzm. Dr. Mahmut Sertpolat Uyarıyor

Astımlı Çocuk Klimadan Uzak Dursun !

Türkiye’de ilk kez sinuview endoscopetekniği ile sinüzit tedavisi TAMMED’de

Çağa Bilgi ve Değer Katan Nesiller İçin Deva Eğitim Modeli

23 yıl sonra kaybettiği gözü sağlıklı bir görünümüne kavuştu

MB holding’den Aydın’a 34 mw’lik jeotermal enerji santrali yatırımı

Çocuğunuzun dişleri için vicdan azabı çekmeyin! Bu önlemleri alın!

Baba - çocuk ilişkisinin boyutunu cinsiyet belirliyor

“El yıkamak temizlik ve hijyenin olmazsa olmazıdır”

Lösemide hedefe yönelik tedaviler

Meme kanserinden korunmak için kozmetikle seviyeli ilişki

Yılda 342 milyon reçete yazılıyor, kronik hastalıklar artıyor!

İçindekiler INDEX İçindekiler INDEX59

60

62

63

64

66

68

69

70

71

72

73

74

75

78

82

84

85

NÜFUSUN %63’ÜDİYABETİNFARKINDA DEĞİL!

10

33

74

Page 4: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

İMTİYAZ SAHİBİ VE SORUMLUYAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ

Mezine SIRAKAYA

GENEL YAYIN YÖNETMENİ

Pelin KAPLAN

EDİTÖR

Deniz YEMİŞENLİOĞLU

DİZGİ TASARIM

Atakan CEHRİ

HALKLA İLİŞKİLER

Batuhan CEHRİ

HUKUK DANIŞMANI

Av. Yaşar SAĞLAMAv. M. Yılmaz ÇELİK

Av. M. Buğra AYBERK

YAYIN KURULU

Dr. Cengiz BAYRAMOpr.Dr. Barış DEMİRİZ

Dr. Ulaş YANIKProf.Dr. Hakkı KAZAZ

YÖNETİM YERİ

Narkoz Haber GazetesiBalıklı Durağı Karşısı

Balıklı İş MerkeziKat: 3 No: 6

BASKI

İncilipınar Mah. 36006 Nolu Cd. No: 21Ekip İş Merkezi Altı

Şehitkamil / Gaziantep

Telefon: 0 (342) 215 04 00e-posta: [email protected]

Dergide yayınlanan tüm reklam tasarım vehaber metinleri Başak Ajans’a aittir.. İzinsiz

alıntı yapılıp çoğaltılamaz.Dergide yer alan köşe

yazılarından, köşe yazarları sorumludur.

[email protected]@mynet.comwww.narkozgazetesi.com

Sayı: 5 Yıl: 1Yerel Süreli Yayın

Narkoz Haber Gazetesiücretsiz ekidir.

0 539 247 96 180 342 232 42 43

s a ğ l ı k

a j a n s

Türkiye’de uyuşturucu madde kulla-nımı giderek artarken, yaş sınırının da giderek düşmesi hepimizi ürkütüyor. Emniyet ve Jandarma konuyla ilgili sürekli operasyonlar ve çalışmalar yapıyor. Peki uyuşturucu maddeyle mücadele etmek sadece polis ve jandarmanın görevi mi acaba? Polis ve Jandarma ile bu işlerin çözüleme-yeceğini böyle önemli bir sorunun bilimsel yönden ciddi bir şekilde ele alınması gerektiğini artık görmemiz gerekir diye düşünüyorum. Emniyet Genel Müdürlüğü Türkiye Uyuşturu-cu ve Uyuşturucu Bağımlılığı Merkezi tarafından hazırlanan rapor gerçek-ten ürpertici. Raporda, uyuşturucu madde kullanımı yaşının 10’a kadar düştüğü ibaresi insanın kanını don-duruyor. Türkiye genelinde 83 bin uyuşturucu olayı yaşandığı, 130 bin şüphelinin yakalanarak haklarında idari işlem uygulandığı ancak bir türlü uyuşturucu ticaretinin önüne geçi-lemediği vurgusu yapılıyor. Özellikle uyuşturucu madde almaya yarayan malzemelerin satışının serbest ol-ması, gençlerin bu alışkanlığa sürük-lenmesinde önemli bir etken olduğu görülüyor. Geçtiğimiz yıl özellikle Diyarbakır’ın Lice ilçesinde gün aşırı kenevir imha operasyonları yapılır-ken bu yıl operasyonun baş harfini bile duyamaz olduk. Bahar aylarının başlamasıyla birlikte Lice’de yaşanan terör olayları, yol kesmeler, yolların kazılarak trafiğe kapatılması, askeri personelin kaçırılması gibi olaylar sonrasında kenevir imha operas-yonlarının yapılamaması kafamızda bazı soru işaretlerinin oluşmasına neden oluyor! Bu kaos ortamı neden Lice’de yaratılıyor ve kargaşa ortamı kimlerin ekmeğine yağ sürüyor? Uzmanlar uyuşturucu alışkanlığını arkadaş baskısı, merak ve çaresizlik olarak nitelendiriyor. Özellikle son

günlerde yaşanan Bonzai vakaları en sonunda Sağlık Bakanlığını da harekete geçirdi. Sağlık Bakanlığın-dan yapılan açıklamada, uyuşturucu ile mücadelede kurumlar arasındaki koordinasyonun daha hızlı ve etkin bir şekilde sağlanması ve bu mü-cadelede tüm toplum katmanlarına nüfuz edilerek kısa sürede başarılı sonuçlar alınabilmesi için yeni bir üst kurul oluşturulduğu belirtildi. Adalet, Aile ve Sosyal Politikalar, Gençlik ve Spor, İçişleri, Milli Eğitim, Çalışma ve Sosyal Güvenlik ile Sağlık Ba-kanlarının yer aldığı Uyuşturucuyla Mücadele Üst Kurulunun, Türkiye’nin uyuşturucuyla mücadelesinde yeni bir sayfa açacağına inanmak istiyo-rum. Ülkemiz ve gelecek nesillerimiz adına hayati derecede önemli bir başlık olan uyuşturucuyla mücadele konusunda başta anneler ve babalar olmak üzere toplumun tüm bireyle-rinin daha duyarlı olması gerektiğini bir kez daha hatırlatmak istiyorum herkese sağlıklı, mutlu ve huzurlu günler diliyorum.

Ülkemizve

Geleceğimiz İçin...

Mezine SIRAKAYA

Page 5: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k8 9

stanbul’da düzenlenen if-tar yemeği, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nu ve sağlık ve sosyal hizmet çalışanlarını bir araya ge-

tirdi. Burada sağlık personeline hitap eden Müezzinoğlu, AK Parti iktidarı döneminde sağlık alanında yaşanan değişimlerden bahsetti. Türkiye’de yaşayan nüfusun yüzde 75’inin en çok memnun olduğu alanın sağlık alanında olduğunu söyleyen Müezzinoğlu, sağ-lık alanın diğer alanlardan daha zor ol-duğunu da kaydetti. Sağlık sektörün-de yapılan çalışmalar hakkında bilgiler de veren Sağlık Bakanı Mehmet Mü-ezzinoğlu, önümüzdeki 3 yıl içerisinde 40 bin yatak kapasiteli fiziki alanların vatandaşların hizmetine gireceği-ni söyledi. Bakan Müezzinoğlu bu yıl içerisinde çalışmalarına başlanacak olan 2 önemli proje hakkında açıkla-ma yaptı. Projeleri, Türkiye’nin sağ-lıktaki geleceğine yön verecek olan çalışmalar olarak nitelendiren Müezzi-noğlu, konuşmasına şöyle devam etti; “Bu çalışmalardan bir tanesi de sağlık enstitüleridir. Kanser enstitüsü, Gele-neksel Tamamlayıcı Tıp Enstitüsü, Bi-yoteknoloji Enstitüsü ve Anne Çocuk Ergen Sağlığı Enstitüsü, Akreditasyon Enstitüsü, Kronik Hastalıklar Enstitü-sü ile Türkiye artık sağlığı tüketen de-ğil, sağlık alanında bilimsel üretimleri ile hem kendi insanına hizmet edecek hem de dünya tıp alanındaki yarışta bende varım diyecek. İlaç sanayisi, tıbbi teknoloji ve bilimsel Ar-Ge’de Türkiye önümüzdeki 5 yılda çok daha farklı bir noktaya gelecek. İkinci adım

ise Türkiye Sağlık Bilimleri Üniversite-si’ni Sağlık Bakanlığı olarak bu yıl için-de inşallah kuracağız.”

“TÜTÜNLE MÜCADELE ETTİĞİMİZ GİBİ BONZAİ İLE DE

MÜCADELE EDECEĞİZ”

Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, gençler arasında kullanımı artan ve ölüme neden olan bonzai adlı uyuştu-rucu maddeyle mücadele konusunda yöneltilen soruları da yanıtladı. Ko-ruyucu ve önleyici tedbirlere ağırlık vereceklerini açıklayan Müezzinoğlu, devlet olarak, milletin evlatlarını istis-mar edenlere teslim etmeyeceklerini söyledi. Bakan Müezzinoğlu, hafta başında 6 Bakanın bonzai ile müca-dele konusunda mini zirve gerçekleş-tirdiklerini belirterek, “Bütün değer-lendirmeleri yapacağız ama bundan

sonraki süreçte gerek yasal gerek fiili uygulama gerekse fiziki mekan çalış-malarını tamamlayacağız. Öncelikli çalışmalarımız koruyucu ve önleyici tedbirleri daha güçlü hale getirmek olacak. Biz tütün, alkol ve uyuşturucu ile mücadele ettik. Bu üçü de nesillerin geleceği açısından önemli. Güçlü mü-cadeleyi sigarada nasıl başardıysak diğer konularda da milletçe başarılı olmalıyız. Bu nedenle milletimizin, an-nelerin, babaların bu konularda daha çok duyarlı olması ve bu anlamda da okuryazarlık ve sağlık bilincini daha iyi noktaya taşımamız gerekiyor. Toplum olarak tüm bireyleriyle güçlü iletişim kurmak ve onları sosyal yaşamda daha güçlü noktalara taşımalıyız. Hü-kümet, yerel yönetim ve sivil toplum örgütleri olarak elbirliği ile tütünle na-sıl mücadele çıkarttıysak bununla da çıkartacağız” dedi.

Sağlık-Sen tarafından düzenlenen iftar programına katılan Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu “Türkiye sadece sağlığı tüketen

değil, sağlıkta yarışan ülke olacak” dedi.

Bakan Müezzinoğlu: “Türkiye Sadece Sağlığı Tüketen Değil, Sağlıkta Yarışan Ülke Olacak”

İMehmet Müezzinoğlu

Sağlık Bakanı

Tel : 0 342 323 66 66 (Pbx)Fax : 0 342 323 59 59AYINTAP OTOMOTİV Adres: Mücahitler Mah. Gazimuhtarpaşa Bul. 9 Nolu Cad.No:30

Şehitkamil / GAZİANTEP

Page 6: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k10 11

safeleri yakalamış bir ülkeyiz. Özellikle savunma sanayinde yakaladığımız performansla bizim tıbbi teknolojinin de birbirine paralel alanları var.

“SAĞLIK ENSTİTÜLERİ KURUYORUZ”

“Türkiye Sağlık Enstitüleri’ni kuruyo-ruz. İlk aşamada 6 tane kuruyoruz. Bunlardan bir tanesi Kanser Enstitüsü, bir tanesi Biyoteknoloji Enstitüsü. Biz tıp teknolojisinde dünyanın ürettikleri-ni tüketen değil, dünyanın ürettiklerini Türkiye’nin de üretebildiği bir ülke olma iddiasındayız. O nedenle sağlık ensti-tülerini, bunun dışında Kronik Hasta-lıklar Enstitüsü’nü, Anne, Yeni Doğan ve Genç Sağlığı Enstitüsü, Geleneksel Tıp ve Tamamlayıcı Enstitüsü ve Sağ-lık Akreditasyon Enstitüsü şeklinde 6 tane sağlık enstitüsünün yasa tasarısı Genel Kurul’a geldi. Perşembe günü görüşmelere başladık. Muhtemelen Eylül, Ekim gibi kanunumuzu çıkarta-cağız. Gaziantep son dönemde güçlü bir vizyon yakaladı. 200 bin Suriyeliyi misafir ettiğinden dolayı Gaziantep Valisi Erdal Ata’ya ve Gaziantep halkı-na teşekkür ediyorum” dedi.

MÜEZZİNOĞLU BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİNİN ÇALIŞMALARI

HAKKINDA BİLGİ ALDI

Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğ-lu, Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’i makamında ziyaret etti. Başkan Şahin, Bakan Müezzinoğlu’na Gaziantep Büyükşe-hir Belediyesi bünyesinde yürütülen çalışmalar hakkında bilgi verdi. Aynı zamanda yerel seçimlerde zaferle çıkan Şahin’i tebrik etti. Uyuşturucu-nun yaygın ve büyük bir risk aldığına değinen Müezzinoğlu, şunları söyledi: “Her yaş grubu ile ilgili bizim projeler geliştirmemiz gerekiyor. Bir taraftan nüfusumuz yaşlanıyor, yaşlı nüfus ile ilgili projeler, genç nüfusumuz güç-lü ama genç nüfusun taşıdığı riskler var. Uyuşturucu yaygın bir risk haline geldi. Şimdi bunu yalnız İçişleri Ba-kanlığı, uyuşturucuya alışmış, bunu Sağlık Bakanlığı tedavi etsin. Tamam, biz tedavi ettik, ertesi gün yine bu evladımız veya bu vatandaşımız yine kendi koşullarına dönüyorsa, o kendi koşullarında da yine bir kör düğümün içine giriyorsa bunları kırmamız lazım. Bunu kırabileceğimiz en güçlü alan-

lardan bir tanesi de yerel yönetimler ve yerel dinamiklerle kuracağımız ortak ilişkiler. Geliştireceğimiz ortak projelerdir. Uyuşturucu konusuyla ilgili önümüzdeki günlerde diğer ba-kanlıklarla ortak çalışmalar yürüte-ceğiz. Önümüzdeki hafta İçişleri Ba-kanımız, Milli Eğitim Bakanımız, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımız ile bir-likte tekrar değerlendireceğiz. Bu ko-nuda en güçlü paydaşlarımızdan biri de yerel yönetimler olacaktır. Yoğun bir çalışmayı başlatacağız. Zaten şu anda İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakan-lığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bir teyakkuz içinde ama masaya yatı-rıp yeni yol haritaları ve yeni projeler geliştirmemiz kanaatindeyim” diye konuştu. Ziyaretlerini tamamlayan Müezzinoğlu ŞKM’de kamu ve özel hastane sağlık çalışanları ile buluştu. Basına kapalı gerçekleştirilen toplan-tıda sağlık çalışanlarının sorunlarını dinleyen Müezzinoğlu Gaziantep’te bulunan bazı özel hastanelerin si-temleri karşısında şaşırdığı gelen bilgiler arasında. ŞKM’de gerçekleş-tirilen toplantıda sağlık çalışanlarının sorunlarına çözüm aranarak öneri-lerde masaya yatırıldı.

ağlık Bakanı Mehmet Mü-ezzinoğlu Gaziantep vali-si Erdal Ata’yı ziyaretinde yaptığı açıklamada Türkiye Sağlık Enstitülerinin kuru-

lacağını ve ilk etapta 6 enstitü açılaca-ğını söyledi. Türkiye’nin sağlık hizmet-leri sunumunda dünya standartlarını yakaladıklarını aktaran Müezzinoğlu,

tıbbi teknolojiye ve ilaca 16 milyar har-candığını söyledi. “Türkiye 77 milyon nüfusuna sağlık hizmetleri sağlama hususunda dünya standartlarını ya-kaladı. Dünyanın en gelişmiş ülke ör-nekleri ile kıyaslanabilecek noktaları yakaladı ama biz sağlık hizmetinin sunumunu daha iyi noktaya taşırken, diğer taraftan da sağlık tüketicisi bir

ülkeyiz. 16 milyar ilaca para harcıyoruz. Tıbbi teknolojiye para harcıyoruz. Bu milletin imkânları daha çok dışarıdan ithal ederek oluşuyor. Türkiye Sağlık Enstitüleri’ni kurarak AR-GE yoğun-luğunu ve belirli alanlarda ilacını ürete-bilen belirli alanlarda tıbbi teknolojide söz sahibi olan bir ülke olmak iddiasın-da olmalıyız. Sanayisinde belirli me-

Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu:“ UYUŞTURUCU KONUSUNDA

YEREL YÖNETİMLERLE ÇALIŞACAĞIZ”

Bir dizi temaslarda ve ziyaretlerde bulunmak üzere Gaziantep’e gelen Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Gaziantep Valisi Erdal Ata’yı ve

Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’i ziyaret ettikten sonra ŞKM’de sağlık çalışanları ile bir araya geldi.

S

Page 7: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

13

rotokol ile Gazeteciler Ce-miyeti üyelerinin eş ve çocuklarının Özel Primer Hastanesi’nden alacakları sağlık hizmetlerine ulaş-

maları konusunda kolaylaştırıcı prosö-dürler oluşturuldu. Gaziantep Gazete-ciler Cemiyeti adına Başkan İbrahim Ay ile Özel Primer Hastanesi adına Genel Müdürü Mehmet Nihat Okuducu ara-sında imzalanan protolle Gaziantep Gazeteciler Cemiyeti yönetim kurulu ve üyeler katıldı. İmza töreni sonrasın-da düzenlenen kokteylde ise, imza-lanan protokülün değerlendirmesi ve fikiralış-verişi yapıldı.

Gazetecilere HizmetVermekten Gurur Duyacağız

İmza töreninde konuşan Özel Primer Hastanesi Genel Müdürü Okuducu,

hastane olarak tüm sosyal projelere destek vermeye çalıştıklarını söyledi.Gaziantep’te birçok kamu kuruluşu ile-benzer protoköller yaptıklarına dikkat-çeken Okuducu, ‘’Bugün ise Gaziantep Gazeteciler Cemiyeti ile sağlık hizmet-lerinin sağlanmasında kolaylaştırma rotokolü imzaladık.Basın çalışanları gertçekten önemli bir görev yapıyor.Çokdeğerli ve önemsediğimiz bir top-lulukla güzel bir anlaşmaya imza attık.Gaziantep’ehizmet edenlere hizmet vereceğimiz için büyük gurur ve mut-luluk duyuyoruz.

Meslektaşlarımızın Sosyal Yaşamını Kolaylaştırmaya Gayret Ediyoruz

GGC Başkanı İbrahim Ay isegöreve geldikleri gün basın mensuplarının sosyal yaşantısına katkı sağlayacakları sözünü verdiklerini hatırlatarak, “Özel

Primer Hastanesi ile yaptığımız sağlık protokolü bu anlamda bir başlangıç sa-yılır. Bu anlaşma ile cemiyetimiz üyesi olan basın mensubu arkadaşlarımız, eşleri ve çocuklarıyla Primer Hasta-nesi’nde avantajlı olarak sağlık hizmeti alabileceklerdir.Önümüzdeki günler-de de siz değerli meslektaşlarımızın sosyal yaşansıtına kolaylık sağlayacak farklı projelere imzaatacağız.Bu an-lamda en önemli projelerimizden birisi toplu konutprojesidir.Bu konuda ça-lılşmalarımız devametmektedir.Proje şuanda bakanlıkta imza aşamasında.Önümüzdeki günlerde bununmüjdesi-ni sizlerevereceğiz.Bu vesile ile şahsım ve meslektaşlarım adına Primer Has-tanesi Yönetim Kurulu Başkanı Bilal Çeker ve HastaneYönetimine teşek-kür ederim. Bu protokolün de bütün meslektaşlarıma hayırlı olmasını dile-rim’’ diye konuştu.

Gaziantep Gazeteciler Cemiyeti (GGC) ile Özel Primer Hastanesi arasında sağlık hizmetlerinin sağlanmasında

kolaylaştırma protokolü imzalandı.

GGC’denSağlık Protokolü

P

Page 8: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k14 15

nsanların ekranlarda gördüğü sahneler-den etkilendikleri-ni belirten Anadolu Sağlık Merkezi Ço-

cuk ve Ergen Psikiyatristi Dr. Zafer Atasoy, “Ancak çocuklar ve ergenler ekranda gördük-lerinden daha belirgin şekilde etkileniyor” dedi. Araştırmalar kişilerin, özellikle çocukların gör-dükleri olayları yaşamlarından parçalarla birleştirdiklerini bu-nun da TV’de izledikleri görün-tülere kendilerini kaptırmalarına neden olduğunu gösteriyor. Bu durum her yaştan kişi için ge-çerliyken ergenler ve çocuklar çok daha fazla etkileniyor. Bu yaş grubunun TV seyretme alışkanlıklarının ve seyrettikle-ri içeriğin çok önemli olduğunu belirten Anadolu Sağlık Merkezi Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Dr. Zafer Atasoy, “Büyüme çağın-daki çocuk gençlerin kendile-rini izledikleri dizi ve filmlerdeki karakterlerle örtüştürerek ka-falarındaki sorulara yanıt bul-maya çalıştıklarını gözlemliyo-ruz” dedi. TV’de izlenen şiddet sahnelerinin bıraktığı etkilere değinen Dr. Atasoy, “Şiddet gö-rüntülerine hiçbir zaman tepki-siz kalınmıyor. Kişilerin ekranda

izledikleri şiddet, ölüm, çatışma gibi öğelerden etkilenip bunların farkında olmadan duygularına yön verdiği, araştırmalar sonucu açık bir şekilde görülüyor” diye konuştu.

TV’deki şiddet zarar verebilir

Şiddet görüntülerinin çocuk ve gençlerin kişiliklerinde ile-ride büyük zararlar verebile-ceğinin altını çizen Dr. Atasoy; “Çocuklarda olaylar ya da konu her ne ise duygusal katılım üst düzeyde gerçekleşir. Çocuk-larınızla izlediğiniz şiddeti ser-gileyen programlarla onlara bir yandan şiddeti özendirmiş olu-yorsunuz” uyarısında bulundu. Araştırmalara göre aynı şiddet olayının TV’de tekrar tekrar gösterilmesinin çocuk ve genç bireylerde erişkinlere göre daha fazla iz bıraktığını söyleyen Dr. Atasoy, “Bu yaş grubu şiddet-ten iki şekilde etkileniyor; İlki şiddet görüntüleri izlendiğinde mağdurun çektiği acıyı yoğun bir şekilde hissederler, bu da ki-şiye mağdurunki kadar olmasa bile acı ve ızdırap verir. İkincisi ise; şiddeti sergileyen kişinin yarattığı duyguyu benimsemek ve bundan keyif almaktır ” dedi.

Çocuklar artık sokağa çıkıp oyun oynamak yerine evde oturup televizyon seyretmeyi tercih ederken uzmanlar TV’deki şiddet görüntülerinin çocukları ve gençleri olumsuz

etkileyebileceğini belirtiyor.

Çocuğunuzİzlerken Dikkat Edin

Tvİ

Dr. Zafer AtasoyAnadolu Sağlık Merkezi

Çocuk ve Ergen Psikiyatristi

Page 9: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k

EDSWT NEDİR?

EDSWT vücut dışından uygula-nan düşük yoğunluklu akustik şok dalgaları ile yapılan tedavi yöntemidir.

NE İŞE YARAR?

Sertleşme sorunu (Erektil Dis-fonksiyon)olan hastalar için ilk defa İlaçsız, Ağrısız, Yan Etkisiz ve Kalıcı Çözüm sunan tedavi yöntemidir.

NE ZAMANDAN BERİ KULLANILMAKTADIR?

Son 10 yıldır iskemik kalp has-talığı tedavisinde kullanılan bu teknoloji, ED1000 cihazı ile son 3 yıldır sertleşme problemi te-davisinde de dünyada binlerce hastada başarılı şekilde kullanıl-maya başlanmıştır.

NEDEN ED1000?

ED1000, EDSWT teknolojisin-de dünyadaki Altın Standart’dır. EDSWT ile ilgili tıp literatüründe bulunan tüm bilimsel çalışmalar ED1000 kullanılarak yapılmıştır.

ED1000 TEDAVİSİNİN ETKİ MEKANİZMASI NEDİR?

Vücudun doğal iyileştir-me mekanizmalarından

Kök Hücrelerini harekete geçirmektedir. Damar oluşturan Kök Hücrele-

rinin aktive edilmesiy-le yeni damar oluşumu

uyarılmaktadır (Neoen-dotelizasyon ve Anjioge-

nez). Yeni damar oluşumu ile artan penis kanlanması so-

nucu vücudun doğal sertleşme sistemi yeniden eski normal ha-line geri dönmektedir.

ED1000 TEDAVİSİ NASIL YAPILMAKTADIR?

6 seanslık tedaviler halinde ya-pılmaktadır. Tedavi sırasında pe-nis ve penis köküne düşük yo-ğunluklu ultrasonik ses dalgaları

verilmektedir.

ED1000 TEDAVİSİ NEDEN SEANSLAR HALİNDE YAPILMAKTADIR?

ED1000 tedavisinin seanslar halinde yapılmasının nedeni, tedavi mekanizması ile ilgilidir. Düşük Yoğunluklu Akustik Şok Dalgalarının etkisi ile Kök Hüc-re Tutulumu sonucu yeni damar oluşumunun sağlanması süre gerektiren ve yavaş gelişen vü-cudun kendi doğal iyileştirme mekanizmasıdır. ED1000 teda-visi bu nedenlerden dolayı 6’lı seanslar halinde yapılmaktadır.

ED1000 TEDAVİSİ NE KADAR BAŞARILIDIR?

Damarsal nedenli tüm Sert-leşme Problemlerine etkilidir. Damarsal nedenli sertleşme problemi tüm hastaların yakla-şık %70’ini oluşturmaktadır ve bunlar arasında en büyük grup Şeker Hastaları ve Koroner Da-mar Hastalarıdır. Ayrıca, prostat ameliyatı öncesinde ve sonra-sında da ED1000 tedavisi başarılı sonuçlar vermektedir. Hafif ve Orta grup hastalar-da 6-12 seans ED1000 te-davisi ile başarı %80’nin, Ağır hastalarda 12-24 seans ED1000 tedavisi ile başa-rı %60’ın üzerindedir. Diğer bir anlatımla, Hafif ve Orta grup hastalarda 6-12 seanslık te-davi ile her 4 hastanın 3’ünde, Ağır hastalarda ise 12-24 se-anslık tedavi ile her 4 hastanın 2’sinde ED1000 tedavisi ba-şarılı sonuç vermektedir. 6-12 seans ED1000 tedavisi ile Hafif ve Orta grup hastalar ilaç kul-lanımından kurtulmakta veya çok düşük doz ilaç ile mutlu bir cinsel yaşama dönmektedirler. 12 -24 seans ED1000 tedavisi ise daha önce ilaçlara dahi cevap vermeyen Ağır hastaları ilaca cevap verir hale getirmekte ve yeniden sürdürülebilir mutlu bir cinsel yaşama dönmeye imkan vermektedir.

İktidarsızlıktedavisindeyeni çözüm :

EDSWT

NE KADAR UYGULANMAKTADIR?

ED1000 tedavisinin yan etki-si olmaması nedeniyle seans sayısında bir sınırlama yoktur. İlave olarak yapılan her 6 se-ans tedavinin başarısını daha da yükseltmektedir.

GÜVENLİ MİDİR? YAN ETKİLERİ VAR MIDIR?

ED1000 tedavisi tamamen güvenlidir. Hiçbir müdahale ve girişim yoktur. İlaç kulla-nımı yoktur. Tedavi sırasında ve sonrasında bugüne kadar bildirilen bir yan etkisi bu-lunmamaktadır. Her seans sonrasında hastalar bekle-meksizin günlük hayatlarına dönmektedir. Günlük hayat-larında herhangi bir kısıtlama yoktur.

TEDAVİ SEANSI VE SONRASI AĞRILI MIDIR? SEDASYON, YATIŞTIRICI VEYA TEDAVİ ÖNCESİ HERHANGİ BİR HAZIRLIK GEREKLİ MİDİR? TEDAVİ SIRASINDA NE HİSSEDİLMEKTEDİR?

ED1000 tedavisi sırası ve son-rasında ağrı yoktur, bugüne kadar bildirilmemiştir. Sedas-yon, yatıştırıcı veya tedavi ön-cesi bir hazırlığa gerek yoktur. Tedavi sonrası bir kısıtlamaya gerek yoktur. Bazı hastalar tedavi sırasında hafif karın-calanma hissi duyduklarını ve seans sonunda bu hissin kay-bolduğunu belirtmişlerdir.

TEDAVİ SEANSI NE KADAR SÜRMEKTEDİR?

Her tedavi seansı yaklaşık 25 dakika sürmektedir.

TEDAVİ NEREDE YAPILMAKTADIR? HASTA MAHREMİYETİ VE GİZLİLİĞİ NASIL SAĞLANMAKTADIR? HASTANEDE YATIŞ GEREKLİ MİDİR?

ED1000 tedavisi, kliniklerinde ve hastanelerde yapılmak-

tadır. Hasta ismi ve bilgileri tamamen gizli tutulmaktadır. Sadece tedavi veren doktor ve teknisyen eşliğinde özel bir odada, hasta mahremiye-tine azami özen gösterilerek yapılmaktadır. Hastanede yatmayı gerektiren bir tedavi değildir.

TEDAVİ BAŞARISI İLK DEFA NE ZAMAN HİSSEDİLİR? ETKİ NE KADAR SÜRMEKTEDİR?

Tedavinin etkisinin hisse-dilmesi, son ED1000 sean-sı bitiminden 1 ay sonradır. Dünyada 2012 yılında klinik kullanıma giren ED1000 ile yapılan klinik çalışmalarda ED1000 tedavisi ile kazanılan başarının 2 sene devam ettiği gösterilmiştir, daha uzun süre kalıcı etkiyi gösteren bilimsel çalışmalar halen devam et-mektedir.

İLERİDE TEDAVİYİ TEKRARLAMAK GEREKİR Mİ?

ED1000 tedavisinin yan etki-si olmaması nedeniyle seans sayısında bir sınırlama yok-tur. İlave olarak yapılan her 6 seanslık tedavi başarıyı daha da yükseltmektedir. İleride 6 seanslık tedavinin tekrar edil-mesi tedavinin kalıcı etkisini daha da artırmaktadır.

PENİS BOYUTLARINAETKİSİ VAR MIDIR?

ED1000 tedavisi ile penis ka-lınlığının 5mm ve üzerinde artış göstermesi hastalarda sık olarak gözlenen bir du-rumdur. Bunun nedeni yeni damar oluşumudur.

BAŞKAKULLANIMALANI VAR MIDIR?

Bunun yanında ED1000 ile Kronik Prostatit hastalarında %50 başarı elde edilmiştir. Kronik Prostatit tedavisinde de yerini zaman içerisinde alacaktır.

Op.Dr. Cihanser YurtsevenÖzel Kemal Bayındır Hastanesi Üroloji Uzmanı

17

Page 10: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

Ağız Kokusu EvlilikleriBile Etkileyebiliyor

Kötü ağız kokusu yani tıbbi adı

ile Halitozis’in, toplumun geneline

yayılan bir sorun olduğuna dikkati çeken ve her dört

kişiden birinin ağız kokusu problemi

yaşadığına değinen Hospitadent

Yönetim Kurulu Üyesi Dt.

Selçuk Özbölük, “Önemsenmeyen

ağız kokusu, sinüs ve akciğer kaynaklı

enfeksiyonlar, şeker hastalığı,

böbrek yetmezliği, karaciğer

yetmezliği, metabolizma bozuklukları,

bademcik iltihabı ve diş eti

rahatsızlıkları gibi hastalıkların habercisi olabilir.

ireylerin özgüvenlerini kaybetmelerine de neden olan ağız kokusu problemi-nin tedavisine bir an önce başlanması gerekir” dedi.

Ağız boşluğunda yaşayan bakterilerin artıkları olan sülfürlü bileşiklerin ağız kokusunu oluşturduğunu söyleyen

Özbölük, “Belli hastalıkların habercisi olduğu gibi ağız ve diş sağlığına ge-reken önemin verilmemesinden de kaynaklanabilen ağız kokusu, sosyal hayatta bireylerin özgüvenlerini kay-betmelerine neden olup evlilikleri bile etkileyebiliyor. Toplumun geneline ya-yılan bir sorun olan ağız kokusu her

dört kişiden birinde görülüyor” diye konuştu.Özbölük “Ağız kokusuna sebep olan problem teşhis edilmeli ve sebebe yönelik tedavi uygulanmalıdır. Ağız kokusunu önlemek için kokuya neden olan yiyecek ve içeceklerden kaçın-malıdır” dedi.

Ağızdaki tüm diş çürükleri, kırık dolgu veya kron-köprü tedavi edilmeli, gömük, sorunlu dişler çekilmelidir.

Diş ve diş eti hastalıkları ağız kokusunun en önemli nedenlerinden olduğundan ağız muayene-si ve bakımı için diş hekimi düzenli olarak ziyaret edilmelidir.

Protez, dolgu, diş köprüleri aralarına kaçan ve ora-da kalan yiyecekler kötü kokuya sebep olur. Her gece protezleri çıkarmak ve temizlemek, sabah tekrar takmak gerekir.

Bakteri plakları ve yiyecek artıklarını temizlemek için dişlerinizi günde en az iki defa fırçalamak ve her gün diş ipi kullanmak esastır.

Ağız kokusunun nedenlerinden biri de dildeki tabakalaşmadır. Bakteri tabakaları ve yiyecek atıkları dilin arka tarafında birikir, kısa süre de bak-terilerin yaşamasına elverişli bir duruma gelirler. Bu nedenle dilimizi fırçalamayı alışkanlık haline getirmemiz gerekmektedir.

Tükürük ağız kokusu ile savaşmanın en iyi yol-larından biri olduğundan sakız çiğnemek ağız kokusunu azaltmaktadır. Şekersiz sakız çiğne-mek tükürük salgımızı arttırarak ağız temizliğine yardımcı olur.

Ağız kuruluğundan dolayı ağız kokusu olur. Ağız kuruluğuna sebebiyet vermemek için mutlaka bol bol su içilmelidir. Su içeriği olan meyve ve sebze-ler (domates, pırasa, çilek, karpuz) tüketilmelidir. Maydanoz nefesimizi doğal olarak temizlemede etkilidir. Kahve taneleri, limon kabukları ağız koku-sunu gidermektedir.

Sigaranın ağız kokusuna neden olduğu aşikardır. Sigara kullanımını azaltmamız gerekmektedir.

Ağız kokusundan kurtulmanın yolları:Hospitadent Yönetim Kurulu Üyesi Dt. Selçuk Özbölük, ağız kokusundan korunmak için uygulanacak yöntemleri şöyle sıraladı:

B

19s a ğ l ı k s a ğ l ı k18

Page 11: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k20 21

onukseven; yaşayan kadar eşinin de yaşam kalitesini ve verimini düşüren hatta hastayı ölüme kadar götü-rebilen uyku apnesendro-

mu , uyku sorunları içinde en çok rast-lanan ve doktora başvurma nedeni olan uykusuzluk olduğunu belirterek, horlama ve uykuda solunumun dur-ması olarak tanımlanan “apnesend-romu”, uykuyla uğraşan bilim adam-larınca ölüme götüren ciddi sonuçları nedeniyle daha çok önemsenmekte-dir dedi.

Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Opr.Dr.Ali Konukseven;

uyku non-REM ve REMevrelerinden oluşur

Uykunun yarısını oluşturan NREM evre-1 ve 2’nin işlevleri halen bilin-memektedir. NREM evre 3-4 uykusu (derin uyku) ise fiziksel dinlenmeyi sağlar. Çocuklarda büyüme hormonu

özellikle derin uyku döneminde salınır. Erişkinlerde ise hücre yenilenmesini ve organizmanın onarımını hızlandırır. NREM evre 3-4’te kişiyi uyandırmak zordur. Uyku sırasında vücut ısısın-da düşme özellikle NREM uykusunda oluşur. Bu dönemde kalp hızı, solunum sayısı azalır ve düzenli hale gelir.

REM uykusu ise ruhsal dinlenme, hafıza ve öğrenme sürecinde rol

oynamaktadır

Rüyalar en çok REM döneminde gö-rülür ve kişi uyandırıldığında rüyası-nı en ince detayına kadar anlatabilir. Otonom sinir sisteminin aktive olması nedeniyle REM döneminde kalp hızı, solunum sayısı, kan basıncı artar ve düzensizleşir. Yaşlılarda uyku sırasın-da sık sık uyanmalar ve dış uyaranlara artan duyarlılık mevcuttur. Uykunun efektifliği azalır. Gündüz uyuklamalar sıktır.

Normal uyku süresi kişinin kendini iyi hissettiği uyku süresidir

Uyku süreleri genetik faktörlerin etkisi ile kişiden kişiye değişmek-tedir” diye konuştu. Horlama çok yaygın bir semptom .Populasyonun yüzde 40’ında görülür. Horlama uyku sırasında, gündüz sorun oluşturma-yan farinks mekaniklerin değişmesi sonucu ortaya çıkar. Anatomik ne-denlere (büyük tonsil, geniz eti ,çeşitli sebeplerle oluşan burunda tıkanıklık ,küçük dil ve yumuşak damakta sark-ma vs .) aşırı kilo, alkol alımı ve kulla-nılan ilaçlara bağlı olabilir. Üst solunum yolunun daralması solunum işinin art-masına neden olur. Bu da uykunun tekrarlanan parçalanmasına, yetersiz

uykuya, gündüz bilinçsel fonksiyon-ların bozulmasına yol açar. Hastalık tedavi edilmeden, tek başına tedavi edilmesi klinik olarak yanlış sonuçlara neden olur. Tüm hastalıklar dışlandık-tan sonra habituel horlamanın teda-visi yapılabilir. Horlama tedavisi :İyi bir adale tonusu kazanmak için sportif bir yaşam biçimi seçilmeli.

Horlayan kişiler uyku ilaçları, sakinleştirici ve antihistaminik

denilen alerji ilaçlarını uykudan önce almamalı

Uykudan 4 saat önce alkol almaktan sakınmalı. Uykudan 3 saat önce ağır yemekten sakınmalı. Aşırı yorgun-luktan sakınmalı. Uykuda sırt üstü yatmak yerine yana yatmak tercih edilmeli. Eski bir öneri olarak pijama sırtına tenis topu dikmek hala faydalı bir metottur. Böylelikle sırt üstü uyu-maya engel olunur. Yatağınızın baş tarafı daha yukarıda olacak şekilde tüm yatağınız yaklaşık olarak 10 cm bir tarafa doğru çeviriniz. Bu amaçla yatağınız bir tarafı altına bir tuğla yer-leştirmek amacınıza uygun olacaktır

Evde horlamayan kişilerin sizden önce uykuya geçmeleri için onlara

süre tanıyın

Horlamanın neden olduğu en önemli hastalık, uykuda solunumun durması olarak tanımlanan “uyku apnesend-romu”dur. Bu hastalığın belirtileri sa-bahları baş ağrısıyla uyanma, yatak-tan kalkmak istememe, unutkanlık, konsantrasyon bozukluğu, sosyal, ai-levi, cinsel ve iş sorunlarıdır. Çok fazla bilinmeyen apne, trafik kazası riskini 7-8 kat artırıp, iş kazalarına neden

Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Opr.Dr.Ali Konukseven; uyku apnesinin ölüme sebep olabilecek ciddi bir hastalık olduğunu söyledi.

Uyku ApnesiÖlüme Sebep Olabilir

olmakta ve toplumdan topluma de-ğişmekle birlikte yüzde 1-4 sıklıkta görülmektedir. Şeker hastalığı sıklı-ğının yüzde 3, astım sıklığının yakla-şık yüzde 5 olduğunu düşünürsek ne kadar önemli bir sorunla karşı karşıya olduğumuz biraz daha netleşebilir.” Horlamanın tehlikeli sonuçları Olabilir. Uykuda solunum durması bozuklu-ğunun kardiyovasküler (sistemik hipe-tansiyon, iskemik kalp hastalığı, sol ve sağ kalp yetmezliği, ani ölüm), nörolojik (serebrovasküler hastalık, gündüz aşırı uyku hali, sabah baş ağrısı), psikiyatrik

(karar verme yeteneğinde azalma, ha-fıza zayıflaması, unutkanlık, kişilik ve davranış değişikliği), endokrin (lipido azalması, empotans), gastrointestinal (reflü), hematolojik (sekonderpoliste-mi), sosyoekonomik sonuçları mev-cuttur. Aynı zamanda yaşam süresini azalttığı bildirilmiştir. Yıllık ölüm oranı yüzde 2-3 olarak bildirilmiştir. Uyku apnesendromu tanısı, klinik şüphe sonrasında yapılan değerlendirme sonucunda ‘polisomnografi’ denilen tüm gece boyunca beyin aktivitesinin ve solunumsal olayların kaydedildiği

‘uyku testi’ ile konur. Hafif olgularda kilo verme, üst havayolunun tıkayı-cı anatomik engellerinden kurtulma (KBB operasyonları), ağız içi araç gibi tedaviler önerilmektedir. Ağır olguların tedavisi ise CPAP (sürekli pozitif ba-sınçlı hava veren cihaz) adı verilen üst havayolunun açık kalmasını sağlayan cihaz ile yapılmaktadır. Tedaviye ce-vap dramatiktir; uyku kalitesi normale döner, horlama, nefes durmaları, gün-düz uykululuk ortadan kalkar, insanlar normal yaşantılarına yeniden hem de en kısa zamanda dönmektedir.”

KOpr.Dr.Ali Konukseven

Kulak Burun BoğazHastalıkları Uzmanı

Page 12: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k22 23

9001:2008 Kalite Yönetim Sistem Belgeli eğitim kurumudur. Okulumuz-da çalışanların Kalite sistem gereği gö-rev tanımların nettir.Temizlik ve hijye-ne verdiğimiz önem sayesinde beyaz bayrak ödülüne layık görüldük. Okul olarak sosyal projelere de imza atmayı ilke edindik. 160 kişilik konferans salo-numuzda sürekli olarak etkinlikler dü-zenliyoruz. Anestezi, Hemşirelik, Acil Sağlık Hizmetleri, Biyokimya, Radyo-loji, Anatomi, Biyoloji, Fizik-Kimya ve Bilgisayar laboratuarlarında öğrenci-lerimiz en iyi eğitimi en doğru şekilde alıyorlar. Okulumuz akıllı tahta desteği

ile birlikte öğrencilerin donanımlı bir hastane ortamında mesleki eğitim-lerini tamamlayabilecekleri laboratu-arlara sahip.Fatih Projesi ilede Tüm sı-nıflarımız akıllı tahta ile donatıldığında başarımıza önemli bir katkı sağlaya-caktır.Okulumuzda ayrıca spor, kül-tür ve sanat programları her zaman ön planda tutulmakta “sanat altın bir bileziktir” sözü gaye edinilmektedir. Bizim eğitim ve öğretimde temel fel-sefemiz öğrencilerimizi sağlık hizmet-lerinde ve sosyal yaşamlarında nite-likli, empati duyguları yüksek bireyler olarak yetiştirmektir.

BİNBAŞI DÜNDAR TAŞER SAĞLIK MESLEK LİSESİ MEZUNU OLMAK

AYRICALIKTIR

Binbaşı Dündar Taşer Anadolu Sağlık Meslek Lisesi diplomasının öğrenciler için çok iyi bir CV olduğuna da dikkat çeken okul müdürü Hatice Kutsal; öğ-rencilerin diplomalarını onur ve gururla taşımalarını istedi. Mezun olan öğren-cilerine önerilerde bulunan Kutsal öğ-rencilerin her zaman ahlaki değerleri ön planda tutmalarını istedi. “Empati duygunuzu her zaman üst seviyede

inbaşı Dündar Taşer Ana-dolu Sağlık Meslek Lisesi öğrencileri bu yıl ŞKM’de düzenlenen yemin töre-ni ile mezun oldu. Binbaşı

Dündar Taşer Mesleki ve teknik Ana-dolu Lisesi, kaliteli eğitim kadrosuyla gençlerin hedeflerini üst düzeyle-re taşımaya devam ediyor. Binbaşı Dündar Taşer Anadolu Sağlık Meslek Lisesi Müdürü Hatice Kutsal; eğitim ve öğretimde temel felsefelerinin öğ-rencileri sağlık hizmetlerinde ve sos-yal yaşamlarında nitelikli, empati duyguları yüksek birer birey olarak

yetiştirmek olduğunu söyledi. Bin-başı Dündar Taşer Anadolu Sağlık Meslek Lisesi Müdürü Hatice Kutsal, 2000 yılında Açılan okulumuzun Yeni bir binada tam donanımlı bir Eğitim ortamını Gaziantep’e kazandırmanın onurunu taşıdığını belirterek sürekli değişen ve gelişen sağlık dünyasında özveriyle çalışıp, mesleki disiplin ve sevgiyle birlikte başarıyı hedefledik-lerini söyledi. Kutsal; “Hastaların en çok beklediği şey şefkattir. Hasta olan insanlar en iyi tedaviyi, en iyi hastane-de ve en şefkatli ellerden almak ister. Biz şefkatli elleri yetiştirmek için 2000

yılından bugüne özveriyle çalışıyoruz. Bizim eğitimdeki temel felsefemiz öğ-rencilerimize öğrenmeyi öğretmek ve iyi bir iletişim becerisi kazandırmak-tır. Öğrenmeyi bilen, iletişim beceri-sine sahip kişi hem kendini hem de mesleğini geliştirmeyi öğrenir. Sağ-lık hizmetleri bir ekip işidir ve bu ekip içerisinde herkesin bilgili, iyi bir eğitim becerisine sahip olması şarttır.

Gaziantep te ISO 9001:2008 BELGELİ TEK DEVLET OKULU

Okulumuz Gaziantep’te ilk ve tek ISO

ISO 9001:2008 BELGELİTEK DEVLET OKULU

“Binbaşı Dündar Taşer Anadolu Sağlık Meslek Lisesi”

Kutsal, sağlık sektörünün bel kemiği olan Anestezi Teknisyeni, acil tıp teknisyeni ve hemşirelik alanında 168 sağlık bireyini daha sektöre kazandırmanın mutluluğunu yaşıyor.

B

“24 yıllık deneyim”

Hatice KutsalBinbaşı Dündar TaşerAnadolu Sağlık Meslek Lisesi Müdürü

Page 13: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k24 25

tutun. Kapıdan gelen hiç bir hasta ve yakınının size gülerek gelmeyeceğini bilin. Size gelen insanlar ıstırabı olan, bedeni rahatsız olan insanlardır. Gelen insanlara sizler sevginizi gösterin. Biz-ler işimiz gereği, Kızılcık şerbeti içece-ğiz ama gülümsemeye devam edece-ğiz, çünkü biz insana hizmet ediyoruz. “Halka hizmet hakka hizmettir” sözü-nü hiçbir zaman unutmayın.

SAĞALIK SEKTÖRÜNDEİSTİHDAMDA LİDERİZ

Özel Hastaneler öğrencilerimiz henüz mezun olmadan, Mayıs ayı içerisinde iş sözleşmesi yapmak istiyor.Mes-leki anlamda tam donanımlı bir okul-da yetiştikleri için oryantasyona bile tabi tutulmadan direkt hastanelerde çok rahat çalışabiliyorlar. Hastaneler Çalışanlarına Hastane performans çalışmaları kapsamında Mesleki ye-terlilik ölçümü yapıyorlar ve bizim öğ-rencilerimiz üniversite mezunları ile aynı Ölçüme tabi olmalarına rağmen 90 ve üzeri puan alıyorlar.Dolayısıy-la bizim öğrencilerimiz sektörde ön-celikli olarak tercih ediliyor. Hastane yöneticileri zaman, zaman bizi ziyaret ederek, neden öğrencilerinizi bizim hastanemize yönlendirmiyorsunuz diye sitemde bulunuyorlar. Mezun olan öğrencilerimizin büyük bir kısmı KPSS’de başarılı oluyor.Bugün LYS ve YGS sonuçlarına baktığınızda akade-mik derslerimiz olmamasına rağmen

başarı olarak birçok Anadolu Lise-si’nin de üzerindeyiz.

SAĞLIK MESLEK LİSESİ MEZUNLARI BİR ADIM ÖNDE OLACAK

Önümüzdeki yıldan itibaren okulları-mızın formatı değişiyor. Sağlık Meslek Lisesi mezunu bir hemşirenin görev tanımında hastanın tedavisini yapar, bakımını yapar ifadesi varken yeni dönemde hemşire yardımcısı / Ebe yardımcısı unvanını alacakları için sa-dece hastanın genel, fiziksel bakımını yapabilecekler. Yani hastaya pozisyon verme, yatağını çarşafını düzeltme, diş fırçalama, saçını tarama gibi gö-revleri olacak ve bunlarda hemşire nezaretinde yapılabilecek. Bundan sonra bizim okulumuzdan mezun olan öğrenci hemşire gibi serum takama-yacak, iğne yapamayacak, sadece sa-atinde hastaya oral yoldan ilacını ve-recek ve hastaya bakım yapabilecek. Mevcut ve geçmiş dönemde mezun olan öğrencilerimizin ise özlük hak-ları devam edecek. Bu öğrencilerimiz 4 yıllık lisans programını okuduktan sonra hemşirelik yetkisini, unvanını alabilecekler. Bu lisans programlarına öğrencilerimizin nasıl gideceğine dair bakanlığımızın YÖK’le muhtemelen bir çalışması vardır. Öğrencilerimiz bu lisans okullarına ek puan alarak gide-cekleri için normal lise mezunlarından bir adım daha şanslı olacaklar. Bizde artık önümüzdeki dönemden itibaren

sistemden dolayı akademik başarıyı arttırmaya çalışacağız ve üniversite-ye daha çok öğrenci gönderen okul olmak için çaba sarf edeceğiz.

BEŞ YILDIZLI OTEL KONFORUNDA HİZMET VERİYORUZ

Ben yöneticilik yaptığım dönemler iti-bariyle hiçbir zaman “yok” kelimesine inanmadım ve Hep imkansızı ba-şarmayı ilke edindim.Devletimiz çok güçlü ve istenildiği anda her konuda bize yardımcı oluyor. 2014-2015 Eği-tim Öğretim Yılında 132 kişilik Öğrenci pansiyonumuz hizmete girecek.Öğ-rencilerimize çift kişilik odalar da beş yıldızlı otel konforu sağlayacağız. Bin-başı Dündar Taşer Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi olarak ciddi anlamda tercih edilen bir okuluz. Hastanelerde yapılan uygulamalarda bizim öğren-cilerimiz Mesleki becerileri ile hemen fark ediliyor ve “siz Binbaşı Dündar Taşer Anadolu Sağlık Meslek Lisesi” mezunu musunuz gibi sözler bizi mut-lu ediyor. Davranışları ile hitabı ile insanı vasıfları ile bizim öğrencilerimiz her or-tamda çok rahat bir şekilde ayırt edile-biliyor. Biz burada devletimizin gücünü, devlet imkânlarının da yeterli olduğunu göstermeye ve anlatmaya çalışıyoruz. Birileri bizi özel okula benzettiğinde Çok üzülüyorum.Devlet okulları özel okullara değil, özel okullar devlet okul-larına benzetilmelidir diye düşünüyo-rum.

uriyeli mültecilerin sınır il-lerimize gelmesiyle birlik-te Sağlık Bakanlığı çocuk felcine karşı önlem amaçlı aşı kampanyası başlatmış-

tı. Konuya ilişkin yazılı açıklama yapan Sağlık Bakanlığı çocuk felci hastalığına karşı sınır illerinde başlatılan kampan-yanın devam ettiğini açıkladı.

Sağlık Bakanlığından yapılan yazılı açıklama şöyle;

“Çocuk Felci (poliomyelit) hastalığı, bu hastalıkla ilgili virüsün sebep olduğu ve hastalığa yakalanan bazı çocuklarda kalıcı felce yol açabilen bir hastalıktır. Hastalık etkeni virüs su ve besinlerle ağız yoluyla alınmaktadır. Hastalıktan korunmada en etkili yöntem aşılan-maktır. 1988 yılında 41.Dünya Sağlık Asamblesinde dünyadan çocuk felci hastalığının ve etkeni virüsün yok edil-mesi kararı alınmıştır. Bu karar doğrul-tusunda başlatılan Eradikasyon Prog-ramı kapsamında yapılan aşılamalar sayesinde 1988 yılında 125 ülkede 350

bin çocuk felci hastası varken 2012 yılında sadece üç ülkede (Afganistan, Pakistan, Nijerya) bölgesel düzeyde 223 vaka görülmüştür. 2013 yılında ise, görülen vaka sayısı 404’dür. 2014 yılı başından 20 Mayıs tarihine kadar ise 82 vaka saptanmıştır. Ülkemizde 1963 yılından beri çocukluk döneminde çocuk felci aşısı uygulanmaktadır. Son çocuk felci vakamız 1998 yılında görül-müştür. Ülkemiz 2002 yılında Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesinde yer alan 53 ülke ile birlikte çocuk felcinden arındırılmış ülke sertifikası almıştır. 16 yıldan beri çocuk felci vakamız bulun-mamaktadır. Komşularımızda yıllar sonra Ekim 2013 ve Mart 2014 tarih-lerinde Çocuk felci vakaları görülmesi üzerine, DSÖ tarafından bu durum aşı ile önlenebilir bulaşıcı hastalıkların ya-yılımı açısından bir “halk sağlığı acili” olarak değerlendirilmekte ve bölgedeki diğer ülkelerde tedbir alınması gerektiği ifade edilmektedir. Bunun üzerine sınır hareketlerinin ve mültecilerin yoğun ol-duğu, toplam 17 ilimizde yaşayan 5 yaş altı çocuklarımız, aynı zamanda diğer

illerimizde bulunan mülteci çocuklar, Bilim Kurulumuzca alınan tavsiye ka-rarları doğrultusunda iki tur halinde kapı kapı dolaşılarak, merkezi yerlerde ve alışveriş merkezlerinde istasyonlar kurularak ulaşılamayan tek bir çocuk kalmamasına özen gösterilerek Çocuk Felci Aşısı ile aşılanmışlardır. Yapılan değerlendirme çalışmalarında, İstanbul ilimizin hem iç hem de dış göç alması ve çocuk felcinin yaygın görüldüğü ül-kelerden giriş-çıkışlara maruz kalması, koruyucu aşılama çalışması yapılması-nı gündeme getirmiştir. Bu kapsamda belirlenen bölgelerdeki 5 yaş altındaki tüm çocuklar birer doz ağızdan çocuk felci aşısı damlatılarak aşılanacaklardır. Aşı faaliyetlerimiz iki tur halinde yapıla-caktır. Uygulamanın ilk turu 5 Haziran (Bugün) 2014 Perşembe günü başla-tılmıştır. Güneydoğu illerimizde sınır kapılarından bölgeye giriş-çıkış yapan-lara yaş sınırı gözetilmeksizin aşı uygu-laması sürdürülmektedir. Okul aşıları da dâhil olmak üzere her türlü rutin aşı-lama çalışması da aksatılmadan devam ettirilmektedir.”

Uzun yıllardır ülkemizde

görülmeyen çocuk felci hastalığı

Suriyeli mültecilerin ülkemize girişiyle birlikte yeniden gündeme geldi.

Çocuk FelciHakkında!

ÇocukFelci

Hakkında

S

Page 14: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k26 27

unanistan Plastik Sanayi-cileri Derneği’nin ev sahip-liğinde yapılan toplantıda PAGDER Plastik Sanayici-leri Derneği’ni Proje Uzma-

nı Günay Erdoğan temsil etti.

“Plastik atıklar ve çevre” konusunun öncelikli gündem maddesi olduğu toplantıda,Avrupa’nın plastikatıklarla ilgili hedefleri PlasticsEurope yetkilisi L. Knox-Peeble tarafından paylaşıldı. L. Knox-Peeble,2012 yılında Avru-pa’daki plastik atıkların yüzde 36’sı-nınenerji geri kazanımında, yüzde 26’sınıngeri dönüşümde kullanıldığını aktarırken atıkların yüzde 38’inin de toprağa gömüldüğünü belirtti. Pe-eble tarafından verilen bilgiye göre, 2020 yılı itibariyle toprağa gömüle-cek plastik atık miktarlarının sıfırlan-masına yönelik Avrupa Birliği (AB) mevzuat değişikliğiyılsonuna kadar tamamlanacak. Böylece 2020 hedefi doğrultusunda, her yıl 9,6 milyon ton plastik atığın, yani 9 milyar Euro’luk değerin toprağa gömülmesinin önüne geçilecek. Plastics Europe, toprağa

gömülmeyen plastik atıkların yüzde 40’ının geri dönüşümde, sürdürülebilir şekildegeri dönüşümü sağlanamayan yüzde 60’ının ise enerji geri kazanı-mında kullanılacağını öngörüyor.

Zorlayıcı hedefin referansı Almanya

Paylaşılan bilgilere göre, günümüzde-yedi AB ülkesi ile beraber Norveç ve İsviçre, tüketici sonrası plastik atıkla-rın yüzde 10’unu; diğer 11 üye devlet ise hala plastik atıklarının yüzde 60’ını toprağa gömüyor.Yetkililer, 9,6 milyon ton plastik atığın her yıl toprağa gö-müldüğü bilgisi göz önüne alındığın-da 2020 hedefini ‘zorlayıcı’ olduğunu kabul etmekle birlikte imkansız olma-dığını düşünüyor ve referans olarak Almanya’yı gösteriyor. 5 yıl gibi kısa bir sürede bu oranı yüzde 1’in altına indirmeyi başaran Almanya, hedefin ulaşılabilir olduğunukanıtlıyor.

Temiz deniz için AB direktifi güncellenmeli

Akdeniz Danışma Kurulu toplantısı-

nın katılımcılarından Hırvat Ekonomi OdasıTemsilcisiG. Pehnec Pavlovic ise, konuşmasında denizlerdeki çöplere, atıklara dikkat çekti. Denizlerdeki çöp-lerin yüzde 80’inin karalardan denizle-re ulaştığı, yüzde 20’sinin ise gemiler tarafından illegal olarak denizlere bıra-kıldığı bilgisini paylaşan Pavlovic, ilgili AB direktifinin, geri dönüştürülebilir ve yüksek kalorili plastik atıkların topra-ğa gömülmesinin önüne geçilmesini sağlayacak şekilde güncellenmesinin deniz kirliliği sorununun çözümüne yönelik en önemli adımlardan biri ola-cağına dikkat çekti.

Toplantıya katılanWaste Free Oceans (WFO)Türkiye, Afrika ve Orta Doğu Başkanı Yavuz Eroğlu ise toplantıda “Türkiye sahillerindeki deniz çöplerinin yüzde 53’ü Türkiye’ye ait değildir. Di-ğer ülkelerden Türkiye’ye gelmekte-dirler. Özellikle Suriye’deki savaşın da etkisiyle yüklü miktarda deniz çöpü sahillerimize ulaşmaktadır” dedi ve sınır tanımayan deniz kirliliğine karşı küresel hareket edilmesi gerektiğine vurgu yaptı.

yılında plastikçöp olmayacak

2020

Plastik üreticilerinin Avrupa’daki çatı kuruluşu olan PlasticsEurope’un Akdeniz Danışma Kurulu Toplantısı,Atina’da gerçekleştirildi.

Avrupalı plastik üreti-cilerinin çatı kuruluşu olan PlasticsEurope, Akdeniz Danışma Ku-rulu toplantısında çevre temizliği konusunu ma-saya yatırdı ve sanayici-lerin bu konudaki eylem ve hedeflerini paylaştı.

2012 yılında plastik atıklarının yüzde 36’sını enerji geri kazanımında, yüzde 26’sını geri dönü-şümde kullanan, yüzde 38’ini ise toprağa gö-men Avrupa’nın hedefi

büyük! Buna göre, 2020 yılında toprağa gömülen plastik atık kalmayacak! Böylece her yıl 9,6 mil-yon ton plastik atık yani 9 milyar Euro’luk değer kazanılacak.

Almanya’yı örnek alan PlasticsEurope’a göre hedef ‘zorlayıcı’görün-se de ‘ulaşılabilir’. Çünkü Almanya5 yıl gibi kısa bir sürede toprağa gö-mülen plastik oranını yüzde 1’in altına indire-bilmiş.

Denizlere en çoksigara ve filtreleri, yi-yecek ambalajları, plastik içecek şişe-leri, plastik poşetler, kapaklar, tabak/çanak/çatal/kaşık/bıçak,pipetler, cam içecek şişeleri, teneke içecek ku-tuları ve kağıt poşetler atılıyor. 2012 yılında Uluslararası Kıyı Temizleme Fu-arı’nda yapılan bu sıralama çok daha zararlı olabilecek vegün geçtikçe sağ-lık açısından daha da endişe verici bir hal alan balıkçılık ağları gibi 5-0,01 mm boyutlarındaki mikro-plastikleri içer-memektedir.

Deniz çöplerinin yüzde 80’inin kara, yüzde 20’sinin deniz kaynaklı olduğu düşünülmektedir.

Her yıl 6,4 milyon ton çöp, gemiler ta-rafından denizlere bırakılmaktadır.

Her yıl kentlerde yaşayan insanlar ta-rafından 1,3 milyon ton belediyesel katı atık üretilmektedir. Bu rakam 2025 yı-lında iki katına çıkacaktır.

Tüm deniz atıklarının yüzde 70’inin sudan daha ağır olduğu tahmin edil-mektedir. Dolayısıyla atıkların yüzde 70’i deniz dibine çökmekte; yüzde 15’i sahillere vurmakta; yüzde 15’i ise açık denizlere ulaşmaktadır.

Okyanuslarda milkare başına 46.000 parça yüzen plastik atık düşmekte-dir. Yani okyanusların her 55 m2’sinde bir, yüzen bir plastik atığa rastlamak mümkündür.

Rakamlarla deniz kirliliği!

Y

Page 15: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k28 29

anko Holding Onursal Baş-kanı ve Sanko Üniversitesi Mütevelli Heyet Başka-nı Abdulkadir Konukoğlu, ‘’Sağlık alanında ihtisasla-

şan Sanko Üniversitesi’nin Gaziantep’i tıp hizmetleri ve eğitimi yönünden daha yukarı taşıyacağını’’ belirtti. San-ko Üniversitesi’nin 2014-2015 eği-

tim-öğretim dönemin-de öğrenci kabulüne

başlayacak olması dolayısıyla Grand Otel’de verilen iftar yemeğinin ardından dü-

zenlenen top-lantıda Abdul-kadir Konukoğlu,

yerel ve yaygın

basın

mensupları, ajans ve televizyon temsilcileriyle bir araya gelerek, üni-versiteyi tanıttı. Sosyal sorumluluk bilincinden hareketle, Türkiye’de sa-dece sağlık alanında faaliyet göste-recek güçlü bir üniversite kurmanın mutluluğunu yaşadıklarını ifade eden Konukoğlu, şunları söyledi: ‘’Burada bizim ana amacımız Gaziantep’i tıp hizmetleri ve eğitimi yönünden bir çıta daha yukarı çıkarabilmek. Sembol bir yükseköğretim kurumu olması-nı hedeflediğimiz Sanko Üniversitesi, üst düzey sağlık eğitiminin yanı sıra özgün bilimsel araştırmalar yapacak ve nitelikli sağlık hizmeti verecek. Tür-kiye’de İstanbul, Ankara ve İzmir hariç 4 üniversite olan tek şehiriz. Gazian-tep nasıl sanayide lider, nasıl ihracat-ta liderse üniversitelerde de liderliğini koruyor. Türkiye’nin tek çatı altında en büyük özel hastanesi olan Özel Sani Konukoğlu Hastanemiz, üniversiteyle birleştiği zaman bu bölgeye daha iyi

hizmet edecek. Daha gü-zel hocalarımız yetişe-

cek. Araştırmalara daha çok ağırlık vereceğiz.’’

‘’GAYEMİZ PARA KAZANMAK

DEĞİL’’

‘’Bizim gaye-miz para ka-

zanmak değil. Parayı zaten sanayiden kazanıyoruz’’ diyerek hastane ve üni-versiteyi kurarken sosyal sorumluluk görevlerini yerine getirdiklerine vur-gu yapan Konukoğlu, şu anda çevre illerden ve bölgeden birçok hastanın Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’ne geldiğine dikkati çekti. Üniversitenin eğitim kadrosunun, alanında ulus-lararası deneyim ve başarılara sahip akademisyenlerden oluştuğunu an-latan Konukoğlu, ‘’Gaziantep’in yanı sıra başka illerden buraya okumaya gelenler olacaktır. Burada iyi eğitim alacaklar. Sizlere ve torunlarınıza, iyi bir tıp üniversitesi olarak Gaziantep’e yarar getireceğine inanıyorum’’ dedi. Gazetecilerin sorularını da yanıtlayan Konukoğlu, şu anki üniversite binası-nın öğrencilerin tüm ihtiyaçlarını kar-şıladığını, önümüzdeki yıllarda daha iyisini yapacaklarını belirtirken, ‘’Za-man zaman duyuyorum; ‘sizin üniver-sitenin yanında arsa aldım’ diyorlar. Ne arsa aldık ne arsanın yerini belirledik. Çok adamı dolandırıyorlar’’ diyerek, arsa alanlara kandırılmamaları için uyarıda bulundu. ‘’Şehirde her alanda sizlerden bir şey yapılması bekleniyor. Aile olarak bu durum üzerinizde baskı yaratıyor mu?’’ şeklinde bir soru üze-rine, Sanko Ailesi olarak Gaziantep’i çok sevdiklerini belirten Konukoğlu, ‘’Üstümüzde bir yük yok. Gurur du-yuyoruz. Çünkü biz bu memleketin

S

çocuğuz. Bu memlekette kazanıyoruz bu memlekette harcıyoruz. Bu bizim sorumluluklarımız. İnsanın doğduğu yere hizmet etmesi gerekir’’ sözle-rine yer verdi.

DÜNYA STANDARTLARINDAEĞİTİM VE HİZMET…

Sanko Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Sınav da konuşmasında, me-deniyetler beşiği Gaziantep’te yeni bir üniversite kurmanın sevincini yaşadıklarını paylaşarak, ‘’Hayalimiz; üniversitemizi Gazi şehrimizin itiba-rın layık, bölgemizin en iyi üniver-sitesi ve tıp bilimleri merkezi haline getirmek’’ sözleri ile iddiasını ortaya

koydu. Tıp bilimleri alanında dün-ya standartlarında bilim üretmek, eğitim vermek ve hizmet sunmak istediklerini, bu amaçla deneyimli akademisyenleri bir araya getirdik-lerini anlatan Prof. Dr. Sınav, ‘’insana faydaya’’ odaklandıklarını, tüm güç-leriyle çalışarak başarılı olacaklarını ifade etti. Tıp bilimleri alanında Tür-kiye’nin ilk tematik üniversitesi olan Sanko Üniversitesi’ne 2014-2015 eğitim öğretim döneminde ilk kez öğrenci alacaklarını anımsatan Prof. Dr. Sınav, Tıp Fakültesine 10’u yaban-cı uyruklu 60, Sağlık Bilimleri Fakül-tesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Hemşirelik, Beslenme ve Diyetetik bölümlerine 60’ar olmak üzere top-

lam 180 öğrenci alınacağını bildirdi. Eğitim-öğretim ücreti muafiyetinin İlk 1000’den gelen öğrencilere yüzde 100, 1001-3000 aralığından gelenle-re yüzde 75, 3001-5000 Aralığından gelenlere yüzde 50 olacağını, şehit ve gazi çocuklarına ilk 3 tercihinde Sanko Üniversitesi’ni seçmeleri ha-linde ise yüzde 50 indirim uygula-nacağını kaydeden Prof. Dr. Sınav, harçlıklara ilişkin şu bilgileri verdi: “Yılda 8 ay olmak üzere, ilk 100’en gelenlere ayda 2.000, 101-500 di-limindekilere 1.750, 501-1000’den gelenlere 1.500, 1001-2000 dilimin-dekilere 750, 2001-3000’den gelen-lere 375 ve 3001-5000 diliminden gelenlere ise ayda 250 TL harçlık ve-rilecek.” Fiziki anlamda üniversite-nin hiçbir eksiğinin olmadığının altını çizen Prof. Dr. Sınav, 3 blok olarak hazırlanan öğrenci evlerinin barınma sorununa yüksek standartlı çözüm olacağını bildirdi. Toplantıda, Sanko Holding Yönetim Kurulu Başkanvekili Adil Sani Konukoğlu, Mütevelli Heyet Üyeleri Gürkan Tural ve İhsan Akyol, Sanko Üniversitesi Rektör Yardımcı-sı Prof. Dr. Güner Dağlı, Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Salih Murat Akkın, Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nalan Akbayrak, Sanko Üniver-sitesi Genel Sekreteri Dr. Yusuf Ziya Yıldırım ve Sani Konukoğlu Vakfı Ge-nel Sekreteri Naci Boran da yer aldı.

“Nitelikli SağlıkHizmeti Vereceğiz”Sanko Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı Konukoğlu: ‘’Ana amacımız; Gaziantep’i tıp hizmetleri ve eğitimi yönünden bir

çıta daha yukarı çıkarabilmek ‘’Sembol bir yükseköğretim kurulu olmasını hedeflediğimiz Sanko Üniversitesi, üst

düzey sağlık eğitiminin yanı sıra özgün bilimsel araştırmalar yapacak ve nitelikli sağlık hizmeti verecek’’

Page 16: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

Klima Filtreleri Düzenli Temizlenmeli

En çok anne ve babalar klimaları ça-lıştırırken endişe ediyor. Çocuğunda astım, alerjik nezle ve egzama gibi

alerjik hastalığı olan aileler ise klima-dan daha da korkuyor. Astım, alerjik nezle ve göz alerjisi olan çocuklarda klima zararlı olabildiği gibi faydalı da olabilir. Özellikle polen alerjisi olan ço-cuklar için yararlı etkileri olabilir. Çün-kü polen döneminde pencerenin ka-palı tutulması, otomobilde pencerenin açılmaması polen alerjisinden korur. Hepa filtreli klimalar ile polenlerin ev içine ve otomobil içine girmesini en-gelleyebilir ve polenlerden koruyabilir. Ancak klima filtreleri belirli aralıklarla temizlenmeli veya kendi kendini te-mizleme özelliği olanlar tercih edilme-lidir. Aksi takdirde klimada oluşan aşırı nem nedeniyle klima içinde küf ve ev tozu akarları birikecek, oda içine bu alerjenler girecektir. Bu da astımlı ve alerjik nezleli çocukların hastalıklarının alevlenmesine neden olacaktır.

Alerjik Nezle VarsaKlimadan Uzak Durun

Astımlı ve alerjik nezleli çocukların kli-ma altında kalmamaları gerekir. Aksi takdirde aşırı soğuk hava akciğerlerde zedelenmelere neden olarak düzel-meyen öksürüklere neden olabilir. Ay-rıca zatüre hastalığına eğilimli olan as-tımlı çocuklar ve sinüzite eğilimli olan

alerjik nezleli çocuklar çok daha kolay zatüre ve sinüzite yakalanabilir. Klima içinde Legionella pneumophila mik-robu olma eğilimi vardır. Bu sebepten klima temizliği önemlidir.

Klima Altında Uyumayın

Klima, egzamalı çocuklarda hava-yı serinlettiği için faydalı olabilir. Eg-zamalı çocukların ciltlerinde aşırı su kaybı olduğu için kurudur. Bu nedenle çok sıcak hava ve terleme kaşıntıyı daha da artırır. Ancak çok da abartıp klima altında da uyumamak gerekir. Egzamalı çocuklarda ev tozu alerjisi gelişme olasılığı çok yüksektir. Kli-ma içinde küf alerjenleri ve ev tozu akarları birikmeye eğilimli olduğu için klima temizliği yine çok önemlidir. So-nuç olarak klimalar doğru bir şekilde kullanılırsa alerjik hastalıklarda faydalı olabilirken yanlış kullanımlar sonucu zararlı olabilir. Özellikle alerjik hastalıklı çocukları olanların ve kendinde alerji olanların klima seçiminde hepa po-len filtresi olan ve mikroplardan kendi kendine temizleme yapabilen özelliği olan klimaların seçilmesi çok önemli-dir. Ayrıca klima altında çok kalmamak da akciğerlerde oluşacak kalıcı hasar-ların da önüne geçecektir.

Sıcaklar günden güne artıyor. Sıcak havalardan bunalanlar, kendini klimalı ortamlara atıyor ama klimalar ne kadar doğru kullanılıyor? Klima çarpar mı? Zararları var mı? Özellikle astımlı ve alerjik nezleli çocukların klima altında

kalmaması gerektiğini söyleyen Liv Hospital Çocuk Alerji ve Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Akçay “Aşırı soğuk hava akciğerlerde zedelenme yapıp düzelmeyen öksürüklere neden olabilir” diyor. Doç. Dr. Ahmet Akçay klimaların

çocuk sağlığı üzerindeki etkisini anlattı.

Astımlı ÇocukKlimadan Uzak Dursun!

Doç. Dr. Ahmet AkçayLiv Hospital Çocuk Alerji veGöğüs Hastalıkları Uzmanı

YAZ MEVSİMİ HASTALIKLARI E KORUNMA YOLLARI;

Yazın gerek çocuklarda gerekse ye-tişkinlerde en sık görülen sorunların başında ishal geliyor. Bulantı, kus-ma, ishal ve bazen de yüksek ateş ile ortaya çıkan, ağız yoluyla bulaşan bazı mikroplar, gastroenterit denilen hastalıklara neden oluyor. Bu mik-roplar yaz sıcaklarında hızla ürüyor, mikrop sayısı arttıkça hastalık yap-ma riski de yükseliyor. Deniz-havuz suyunu yutmak ve mikrop taşıyan sinekler yaz hastalıklarının orta-ya çıkmasında önemli rol oynuyor. Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Mahmut Sertpolat tifo, gastroen-terit, dizanteri, kolera, hepatit gibi hastalıklara yol açan mikroplardan korunmak için alınabilecek önlemleri anlattı. Dr. Sertpolat, “Kabuğu soyu-labilen gıdaların kabuklarını soyarak, soyulmayanlarda ise iyice yıkayarak yemek; çiğ veya az pişmiş et yeme-mek, çiğ süt içmemek; genel temiz-lik kurallarına uymak, yemeklerden önce ve sonra, tuvaletten sonra el

yıkamak; sineklerden korunmak yaz aylarında dikkat edilmesi gereken noktaların başında geliyor” dedi.

TAVUK DÖNER, SALAMVE SOSİSE DİKKAT!

Risk faktörü olabilecek gıdalara da değinen Dr. Sertpolat, “Fıstık, ce-viz gibi yağlı gıdalar ile küf toksinle-ri üreyebilen mısır ve pirinç dikkatli tüketilmeli. Pastörize edilmemiş süt içilmemeli, bu sütten peynir yapılma-malı. Elde hazırlanan ve iç sıcaklıkları zararlı mikropların ölmesini sağlaya-cak kadar yükselmeyen ızgara köf-teden, havasız ortamda mikropların toksin üretme riski olması nedeniyle bütün olarak çevrilmiş tavuktan, va-kumlu paketi açılıp kısa sürede tü-ketilmeyen sosis ve salamdan uzak durulmalı. Sütlaç, kazandibi, muhal-lebi, dondurma gibi sütlü tatlılar da hazırlandıktan sonra soğutucuda tutulmazsa tehlikeli olabilecek gı-dalar. Çiğ yumurtadan yapılan ma-yonez; marul, salata, maydanoz gibi sebzeler de iyi yıkanmadığında riskli

olabiliyor” diye konuştu. En güvenilir yiyeceğin yoğurt olduğunu vurgula-yan Dr. Sertpolat, “Izgara ete kıyasla tencerede pişen et yemekleri, sebze yemekleri, sarma ve dolma gibi zey-tinyağlı yemekler yaz aylarında daha güvenilirdir” dedi.

İSHAL VE KUSMADANELER YAPILMALI?

Dr. Mahmut Sertpolat, “İshal ve kus-ma, sıvı ve elektrolit kaybına sebep olur. Ev koşullarında kusma ve mide bulantısı nedeniyle kaybedilen sıvı ve elektrolitler ağızdan yerine kona-mıyorsa veya ateş yükselmişse, he-men bir sağlık kuruluşuna başvurul-ması gerekiyor. “Hemen ishal kesici ilaçlar (antidiyaretikler) kullanmak kesinlikle doğru değil. Ateş, ishal ve kusma ile vücuttaki zararlı etken-ler atılır. O nedenle ilk başlarda ishali kesmemek gerekir. Hastada kay-bedilen sıvı ve elektrolitleri dengele-mek için serumla takviye yapıyoruz. Eğer etken bir bakteri ise antibiyotik tedavisi yapılıyor” bilgisini verdi.

Özel Kemal Bayındır HastanesiEnfeksiyon Hastalıkları Uzmanı

Uzm. Dr. MahmutSertpolatUyarıyor

Dr. Mahmut SertpolatEnfeksiyon Hastalıkları Uzmanı

s a ğ l ı k s a ğ l ı k30 31

Page 17: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k32 33

Türk kanalında canlı yayımlanan Ece Ka-raboncuk’un sun-

duğu ‘’Eğitim ve Başarı’’ programına katılan Prof. Dr. Sınav, Sanko Üniver-sitesi’nin fakülte ve bölümlerini, burs ve konaklama olanaklarını, akademik kadro olarak yapmak istediklerini ve Gaziantep’te öğrenci olmanın avan-tajlarını anlattı. Üniversitenin temelini sosyal sorumluluk bilincinin oluştur-duğunu vurgulayan Prof. Dr. Sınav, Sanko Holding’in kurucusu rahmet-li Sani Konukoğlu’nun 1993 yılında hastanenin temelini attığını ve bugün Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nin Türkiye’nin en büyük özel hastanesi olduğunu söyledi. ‘’Amacımız tıp eği-timinde bir üste taşımak’’ diyen Prof. Dr. Ahmet Sınav, uluslararası başarılar hedefleyen, geleceğin kaliteli sağlık profesyonellerini yetiştirmek istedik-lerini belirtti. Sanko Üniversitesi bün-yesinde Tıp Fakültesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Diş Hekimliği Fakültesi, Sağ-lık Bilimleri Enstitüsü ve Fen Bilimleri Enstitüsü bulunduğunu anlatan Prof. Dr. Sınav, bu yıl Tıp Fakültesine, Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik, Beslen-me ve Diyetetik, Fizik Tedavi ve Reha-bilitasyon bölümlerine 60’ar öğrenci alınacağını ifade etti.

‘’EZBER ANLAYIŞI YOK’’

Öğrencilerin, sadece bilgiyi değil ‘’bil-giyi kullanmayı ve yeni bilgiler üret-meyi’’ de öğreneceklerini belirten Prof. Dr. Sınav, Sanko Üniversite-si’nde eğitim sistemine ilişkin şunları

kaydetti: ‘’Bizim eğitimimizde ezber anlayışı yok. Daha birinci sınıftan öğ-renciyi hastaneye sokmayı düşünü-yoruz. Yeni bir eğitim anlayışı ve son teknolojileri kullanarak öğrendikleri bilgileri daha ilk yıldan itibaren, Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde yapa-cakları uygulamalarla pekiştirecekler. Öğrenci o bilgiyi nerede kullanacağını görerek öğrenecek.’’Sağlık bilimleri alanında dünya standartlarında bilim üretmek, eğitim vermek ve sağlık hizmeti sunmak için başarılı aka-demisyenleri bir araya getirdiklerini vurgulayan Prof. Dr. Sınav, ‘’Hoca-larımızın büyük çoğunluğu Türk, ya-bancı hocalarımız da olacak. Hatta Amerika’dan bile Türk hocaları getir-meyi planlıyoruz. Şu anda anlaşma-ları yaptık. Kuruluş bütçemizde bunun için çok önemli kaynak ayırdık’’ diye

konuştu. ‘’Gaziantep yaşaması ve alışması kolay bir şehirdir. Öğrenciyi sever’’ sözleriyle tanımlayan Prof. Dr. Sınav, Sanko Üniversitesi’nin şehrin tam merkezinde, tüm sosyal-kültürel olanaklara yürüme mesafesinde bu-lunduğuna işaret etti. Prof. Dr. Sınav, güvenliğinden konforuna kadar hiçbir şeyden ödün vermeden öğrenci evleri hazırladıklarına da vurgu yaptı. Sunu-cunun, ‘’Hayalinizdeki üniversite nasıl bir üniversite, bunu kurduk diyebilir misiniz?’’ şeklindeki sorusuna karşılık Prof. Dr. Sınav, ‘’Kurmaya çalışıyoruz. İdeal bir üniversiteye ulaşmak en az 10 yıl sürer. Mütevelli Heyet Başkanımız Sayın Abdulkadir Konukoğlu’nun gü-zel bir sözü var: ‘Ortadoğu bölgesinde başı ağrıyanın ilk aklına Sanko Üniver-sitesi gelsin’ diyor. Bizim böyle vizyo-numuz var’’ yanıtını verdi.

Sanko Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Sınav, tıp bilimleri alanında tematik üniversite olan Sanko Üniversitesi’nde ezbere dayalı bir eğitim sistemi olmayacağını belirterek, ‘’Daha birinci sınıftan öğrenciyi hastaneye sokmaya düşünüyoruz’’ dedi.

‘’TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK ÖZEL HASTANESİ’NDE UYGULAMALI

EĞİTİM VERECEĞİZ’’

CNN

İPEKYOLU PERDERHER GEÇEN GÜN

BÜYÜYOR

Başkan : Vedat CERGİBOZAN

Telefon : 0 342 251 47 86Faks : 0 342 251 48 69Email : [email protected] : Onur Mah. 45 Nolu Cad. No: 40 Şahinbey Gaziantep

TÜRKİYE PERAKENDECİLER FEDERASYONUİPEKYOLU PERAKENDECİLER DERNEĞİ

TÜRKİYE PERAKENDECİLER FEDERASYONU

Page 18: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k34 35

inüs insan baş kısmında ve yüzünde içi hava dolu boşluklardır. İnsan vücut ağırlığının sekizde birini oluşturan baş kısmında

dördü sağda ve dördü solda olmak üzere toplam sekiz tane sinüs dedi-ğimiz boşluklar vardır.Bu boşluklar burun içine küçük delikler ile bağlantı halindedir. Bu boşluklar ince bir zar-la örtülü olup bu zarın üzerinde zamk kıvamında mukus ve silia dediğimiz tüycükler vardır. Mukus ortamdaki toz ve baklerileri tutup silialarda sa-niyede 6 kez titreterek tutulan bu toz ve bakterilerin sinüs içinden atılması-nı sağlar. İçi hava dolu boşluklar olan bu sinüslerin önemli görevleri vardır. İnsan vücut ağırlığının sekizde biri-ni oluşturan başın ağırlığını hafifletir. Koku ve tat duyusunu güçlendirir. Solunan havayı nemlendirir. Konuş-

ma esnasında rezonansı sağlayarak kişiye ait ses karekterinin oluşumuna yardımcı olur. Başa gelecek darbelere karşı beyni ve gözü korur. Eğer sinüs denilen havalı boşlukların burun içine açılan deliklerinde bir tıkanıklık olursa sinüs içindeki salgılar dışarı atılamayıp sinüs içinde birikir ve biriken bu sal-gı bakterilerin üremesi için uygun bir ortam oluşturur.Oluşan bu hastalığa artık sinüzit denilmektedir.

SİNUVİEW ENDOSCOPE teknolojisi işte tam bu noktada cerrahlara yardımcı olabilecek yöntemdir

Nihayetinde burun tıkanıklığı,baş ağ-rısı,geniz akıntısı,ateş,yorgunluk,-keyifsizlik,boğaz ağrısı,ses kısıklığı vb...şikayetlere yol açar. Tedavide amaç sinüslerin buruna açıldığı tıkalı olan deliklerin açılıp sinüslerin ha-

valanmasını sağlamaktır.Bunda da ilk aşama ilaç tedavisi ve çevresel etkenlerin ortadan kaldırılmasıdır.Bu şekilde yeterli şifa sağlanmayan kronik sinüzitli hastalarda ikinci aşa-ma cerrahi tedavidir. Cerrahi tedavi altında birçok yöntem geliştirilmiştir. Cerrahi tedavide ki amaç tıkalı olan sinüs deliğini açmak bunu yaparken de sağlam dokuya saygılı olup müm-kün olduğunca hastalıklı dokunun ortadan kaldırılması olmalıdır. SİNU-VİEW ENDOSCOPE teknolojisi işte tam bu noktada cerrahlara yardımcı olabilecek yöntemdir. Bir nevi balon sinoplasti yönteminin geliştirilmiş halidir ancak ikisi arasında çok önemli bir fark vardır o da özel üretilmiş olan sinuview teleskop ile tıkalı sinüs ka-nalının monitörden görülüp güvenli ve etkili bir müdahale imkanı sağla-masıdır.

Türkiye’de her yıl ortalama 40 milyon kişi sinüzite yakalanmaktadır.Amerika’da en sık karşılaşılan hastalıktır. Sinüzitin ne olduğunu ve tedavisini anlayabilmemiz için

öncelikle sinüsün ne anlama geldiğini ve fonksiyonlarını bilmemiz gerekir.

Türkiye’de İlk kez Sinuview Endoscope tekniği ile Sinüzit Tedavisi

TAMMED’de

SİNUVİEW ENDOSCOPE teknolojisi yöntemiyle;

Direkt görüş sağladığından güvenilir ve etkilidir.Komplikasyon ihtimali yok denecek kadar azdır.

Kanama yok denecek kadar azdır.

Bu operasyonların hastaya verdiği en büyük sıkıntı olan tamponagerek olmadığından ameliyat sonrası hasta konforu mükemmeldir.

Sağlam dokuya saygı duyulduğundan minimal invaziv bir cerrahi olduğundan hastanede yatmaya gerek duyulmaz 5-6 saat sonra hasta gündelik hayatına dönebilmektedir.

S

Op.Dr. Ufuk TekbaşTam-Med HastanesiKulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı

Page 19: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k36 37

u nedenle Gaziantep’in eğitim-öğretim konusun-da yakın ve uzak modern-leşme hedeflerine destek vermek için yola çıktık.

Özel Deva Okullarında okuyan öğren-ciler için, geleceği şekillendirirken ge-rekli olan bilgi ve tecrübeyi edinebile-cekleri bir eğitim ortamı hayal ederek okulumuzun temellerini attık.” dedi. Öğrencilerin kapasitelerini en iyi şe-kilde kullanabileceği özgün bir model oluşturduklarını belirten Bektaşoğlu, “İçinde bulunduğumuz bilgi ve tekno-loji çağında bireylerin ve toplumların ihtiyaçlarının farklılaştığını be nedenle Özel Deva Okullarında anasınıfından liseye, öğrenciyi merkez alan ve onun sahip olduğu özellikleriyle gelişebile-cek bir eğitim yapısı kurgulamaya ça-lışıyoruz. Esas olarak aldığımız, MEB’in temel müfredatıdır. Bunun yanı sıra güçlü bir ölçme ve değerlendirme ve ar-ge birimi oluşturduk.” diye konuş-tu. Ayrıca Bektaşoğlu, “DEM ile ulusal ve uluslararası bilgi birikimini disiplin-ler üstü temalarla keşfederken, etkili iletişim kurabilme, eleştirel ve yaratıcı düşünebilme becerileri kazandırma, sosyal sorumluluk bilincinin önemini kavrayıp anlamlı eylemlerde bulunan öğrenciler yetiştirmeyi hedefliyoruz. Biz, düşünme becerileri güçlü, kişi-sel nitelikleri yüksek, yeteneklerinin farkında ve birden fazla yabancı dil konuşabilen, kendini gerçekleştirme çabasını yitirmeyen bireyler istiyoruz ve dünya dilleri öğrenme becerilerini

ustalıklı geliştirme odaklı çoklu dil öğ-retim programımız ile öğrencilerimizi geleceğin global dünyasına entegre etmeyi amaçlıyoruz. “dedi.

Özel eğitim olanakları

Üstün yetenekli çocuklara yönelik uy-gulanan eğitim programları hakkında bilgi veren ve bu çocukların normal sınıflarda eğitim almaları durumunda akademik potansiyellerinin gerisinde kaldıklarına dikkat çeken Bektaşoğlu,” 4. sınıftan itibaren üstün zekalı çocuk-lara eğitim öğretim verebilmek için eğitim programları hazırladık. Her eği-tim kurumu anaokulundan liseye ka-dar MEB programına paralel bir prog-ram geliştirmek ister. Biz bunu İnsan gelişiminin her aşamasının farklı oldu-ğunu, her bireyin benzersiz olduğunu ve kendisini ileriye götürecek zorluk seviyesine göre öğrenmesi gerekti-ğinin bilinciyle tasarlayıp Üstün Zekalı Öğrencilerimize yönelik bölümümüzü kuruyoruz.’ ifadelerini kullandı.

Fen ve Teknoloji Lisesi

Bektaşoğlu, açıklamasını şöyle ta-mamladı: “2014Eylül ayında hizme-te girecek olan okulumuzun 25.000 m2lik kapalı alanı bulunan kampüsle-rinde, 1000 kişilik konferans salonu, fitness ve olimpik yüzme havuzuna sahip, ileri teknoloji ile donatılı okulu-muzda ana sınıfımızdan başlayarak liseye kadar öğrencilerimizin bilim

adına yapacakları çalışmaların sergi-leneceği Bilim Merkezimizin yanı sıra, hayal dünyalarında yapmayı planla-dıkları icatlarını gerçekleştirebilecek-leri atölyelerimiz var. Ayrıca, müzikle yakından ilgilenen öğrencilerimizin kendi demolarını hazırlayabilecekleri stüdyomuz bulunmaktadır. Amacımız akademik olarak öğrencilerin bilgiyle yüklenmesi değil, onlara yaşayarak uygulayarak bilginin kalıcılığını sağ-lamaktır. Fen ve Teknoloji Lisemizde okuyacak öğrencilerimize sağlayaca-ğımız olanaklarla geleceğin tıp ve bilim insanlarını yetiştirmeyi amaçlıyoruz.”

Deva Okulları kendisine özgü, Deva Eğitim Modeli (DEM) sistemi ile yenilikçi bir eğitim için kapılarını açacak. Deva Okulları Genel Müdürü Savaş Bektaşoğlu, “Gaziantep sosyal, kültürel ve ekonomik potansiyeli ile Güneydoğu Anadolu

bölgesinin parlayan yıldızıdır.

Çağa Bilgi ve Değer Katan Nesiller İçin Deva Eğitim Modeli

B

Savaş BektaşoğluDeva Okulları Genel Müdürü

Page 20: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k38 39

getirdik. Başarılı geçen bu operas-yon sonrasında, Taliha Hanım’a darbe sonucu siyah renge dönüşen sol gö-zünü yapay iris takarak sağ gözü gibi açık kahverengi yapabileceğimizi de paylaştık. Kendisine yaptığımız yapay iris operasyonuyla siyah olan gözüne sağlıklı gözüyle birebir aynı renkte açık kahverengi bir göz bebeği taktık.”

“HEM ESTETİK HEM SAĞLIK SORUNLARINA ÇÖZÜM GETİRDİK”

Opr. Dr. Akçay, bu operasyonu Taliha Hanım’a yapmalarının iki nedeni oldu-ğunu bildirdi ve şu açıklamalarda bu-lundu: “Öncelikle hastamızın estetik kaygılarını gidererek, darbe alan gö-zünü sağlıklı gözüyle aynı renge gel-mesini sağladık. Ayrıca hastanın göz bebeği, fonksiyonlarını yerine getire-miyordu. Operasyon sayesinde gözü aşırı ışık reaksiyonlarından da koru-duk. Göz bebeği sayesinde dışarıdan gelen ışınlar retinaya düzgün bir süz-me halinde düşer.

Göz bebeği yoksa gözün her tarafına ışık çarpar ve hasta gözünü kısmak zorunda kalır. Ancak göz bebeğiniz sağlamsa ışık sadece ortadan girer, görme merkezinin üzerine düşer ve net bir görme sağlarsınız ve ışıktan rahatsız olmazsınız. Taliha Hanım’a gerçekleştirdiğimiz bu operasyonla hastamızın gözünün hem estetik ola-rak iyileşmesini sağladık hem de gözü aşırı ışık reaksiyonlarından da koruya-rak sağlık sorunlarını gidermiş olduk.”

AVRUPA’DA EN FAZLA YAPAY İRİS AMELİYATI TÜRKİYE’DE YAPILIYOR

Opr. Dr. Levent Akçay, yapay iris ope-rasyonunu 22’nci kez gerçekleştirdi-ğini söyledi. Avrupa’da bu rakamlara ulaşabilen az sayıda ülke olduğunu aktaran Opr. Dr. Akçay, Hollanda, Avustralya, İngiltere gibi birçok ülke-de bu operasyonların yapılamadığını ancak Türkiye’nin göz sağlığı alanında oldukça ilerlediğini ve uzun yıllardır bu operasyonların başarıyla gerçekleş-tirildiğini ifade etti. Opr. Dr. Akçay, bu operasyon için öncelikle sağlam gözün fotoğraflarını dijital olarak çektiklerini ve yurt dışındaki merkeze gönderdik-lerini bildirdi. Bu merkezde yapay irisin kişiye özel olarak 2-3 ay içinde üretil-diğini ve sonrasında 20-25 dakikalık bir operasyonla da göze yerleştirildi-

ğini belirtti.

TRAFİK VE İŞ KAZALARI SONRASI YAPAY İRİS

Yapay iris operasyonlarını Türkiye’de en çok trafik ve iş kazaları sonrasında uyguladıklarını belirten Opr. Dr. Akçay, bu kazalar sırasında gözüne darbe gelmiş ve göz bebeği yırtılmış hasta-lara çok sık rastladıklarını ve bu has-talara yapay iris takarak hem görme duyularını geri kazandırdıklarını hem de estetik açıdan sağlıklı bir göz görü-nümüne kavuşturduklarını belirtti.

Opr. Dr. Akçay, yapay irisi yapabilmek için öncelikle renk seçmenin gerek-tiğini söyleyerek, “Hastanın bir gözü bozuk bir gözü sağlamsa hastaya sağlam gözüyle aynı renkte yapay iris takmak gerekir. Ancak bazen iki gözün de göz bebeğinin olmadığı va-kalara rastlayabiliyoruz. Bu hastalara istedikleri renkte göz bebeği takı-yoruz.” Opr. Dr. Akçay, halk arasında göz nakli diye bilinen keratoplasti yani kornea tabakasını değiştirme operas-yonlarında da yapay iris uygulaması yaptıklarını belirterek, aynı anda hem korneayı hem de göz bebeğini değiş-tirebildiklerinin altını çizdi.

23 YIL SONRA KAYBETTİĞİ GÖZÜ SAĞLIKLI BİR

GÖRÜNÜMÜNE KAVUŞTUÇocukken sol gözüne kapı kolu çarpan ve bu darbe sonucu gözü yırtılarak görmez

hale gelen Hollanda vatandaşı Taliha Gül’e yapay göz bebeği takıldı. Dünyagöz Altunizade’den Opr. Dr. Levent Akçay tarafından gerçekleştirilen operasyonla

hastanın sağlıklı gözü ile yapay iris takılan gözü dışarıdan bakıldığında birbirinden ayırt edilemeyecek kadar sağlıklı bir görünüme kavuştu.

Hollandalı Hastanın Gözüne Yapay İris Takıldı

yaşında ve 3 çocuk anne-si Taliha Gül, sol gözüne 15 yaşında aldığı darbe sonu-

cu bu gözündeki görme fonksiyonunu kaybetti. Bu darbeyle birlikte göz be-beği de parçalanan Taliha Gül’ün gözü zamanla küçülmeye ve içeriye doğru çökmeye başladı. Darbenin etkisiyle Taliha Gül’ün açık kahverengi olan göz

rengi de siyaha döndü.

DÜNYADA GÖZ RESTERASYONU VE YAPAY İRİS AMELİYATI YAPILAN İLK

HASTA

Opr. Dr. Levent Akçay, dünyada ilk kez aynı hastaya hem göz resterasyonu hem de yapay iris ameliyatı yapıldı-

ğını söyleyerek operasyonla ilgili şu bilgileri verdi: “Taliha Gül, 2011 yılında bize ilk geldiğinde gözü içeriye doğru çöküktü. Kalçasından yağ alarak has-tanın göz büyüklüğünü restore et-mek için göz yükseltmesi operasyonu yaptık. Başarılı şekilde gerçekleşen bu operasyon sayesinde Taliha Hanım’ın gözünü anatomik olarak öne doğru

38

Opr. Dr. Levent Akçay

Üç çocuk annesi Taliha Gül, gözündeki çöküntüden rahat-sız olduğunu ve öncelikle göz

yükseltmesi operasyonu olarak bu sorundan kurtulmak için

Hollanda’da doktorlara gittiğini söyledi. Hollanda’da bu operasyo-

nu yapacak hekim bulamadığını sonrasında yaptığı araştırmalarla Dünyagöz hastanesinden Opr. Dr. Levent Akçay’a ulaştığını belirtti. Çukur olan sol gözünün yüksel-tilmesi operasyonu sonrasında

gözlerinin birbirinden farklı renkte olmasından da rahatsızlık duy-

duğunu ve yapay iris operasyonu olmak istediğini belirten Taliha

Gül şunları söyledi: “Sol gözümün farklı bir renkte olmasından ve göz bebeğimdeki beyazlıktan

dolayı insanlar genellikle hep sol gözüme bakıyorlardı ve bun-

dan çok rahatsız oluyordum. Bu operasyonla insanların yüzüne daha güvenle bakabileceğim. Ayrıca bugüne kadar fotoğraf

çektirmekten hiç hoşlanmıyor-dum. Bundan sonra istediğim gibi fotoğraf çektirebileceğim için çok

mutluyum.”

Page 21: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k40 41

alp ameliyatlarından sonra iz kalma korkusu, hasta-lar için ameliyatta hayatını kaybetmek kadar önemli bir stres haline gelmiştir.

Kalp ameliyatlarında; “minimal inva-ziv” adı verilen “pencere ameliyatı” veya “küçük kesi” yöntemi diye ta-nımladığımız 5cm’lik kesi ile yapılan yeni operasyon tekniği, hastaları koz-metik açıdan rahatlatan ve memnun eden bir yöntem olarak gelişmektedir. Bu nedenle, biz hastalarımıza “kalbini-ze giden kozmetik yol” olarak tanım-lamaktayız. Küçük kesi yöntemiyle kalp ameliyatlarında iz kalma korku-suna artık son verilmiştir. Kozmetik kazancın yanı sıra, hastaların ope-rasyon sonrası ağrılarının azalması, hastaneden taburcu olma sürelerinin kısalması, nekahat döneminin 6 haf-tadan 2 haftaya inmesi gibi pek çok artı getirmektedir. Bu yöntem ile halk arasında “iman tahtası” olarak anılan sternum kemiğinin, tamamı kesilme-den meme altı 5-6 cm’lik kesi ile ya da kemiğin üst ucunda 5cm’lik kesi ile

açık kalp operasyonlarını yapmak ar-tık olası hale gelmiştir. Bu yöntemle, kalp kapağı ameliyatları, kalp delikleri-nin kapatılması, kalp tümörleri ve ko-roner bypas işlemleri gerçekleştirile-bilmektedir. Az kan kaybı, daha düşük enfeksiyon riski, cerrahi travma ve acının azalması, kozmetik güzellik ki hastaların çoğu kendi yara yerini gör-

mez, ameliyat sonrası istediği pozis-yonda yatabilme, hastaneden taburcu olunca araba kullanabilme, hastanede daha kısa yatış ve hayata erken üret-ken birey olarak dönme, cinsel hayatın sınırlanmaması gibi pek çek avantajı ile “kalbe giden kozmetik delik” kalp cerrahı ile hastası arasında kurulan kozmetik bir köprü olmuştur.0 342 252 11 11

Araban Yolu Üzeri (OFM) Karşısı

Karakız Köpek Barınağı’ndakiDostlarımız Sizleri Bekliyor

7 Gün24 Saat

YardımaMuhtaç

Canlılara ElUzatıyoruz

Kalbe AçılanKozmetik Pencere

Son yıllarda tıpta teknolojinin ileri derecede gelişmesi, ameliyat süreci ve sonrasında hastaların konforunu artırmaya ve kozmetik anlamda insanları tatmin

etmeye başlamıştır.

K

Prof.Dr. Hakkı KazazÖzel Primer Hastanesi

Page 22: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k42 43

Menderes Geothermal Elektrik ÜretimA.Ş. DORA 3 Jeotermal Santrali’ni hizmete açtı.

MB HOLDİNG’DEN AYDIN’A 34 MW’LIK JEOTERMAL

ENERJİ SANTRALİ YATIRIMI Türkiye’nin ilk özel jeotermal enerji santralini 2006 yılında kuran MB Holding; 34 MW (Megavat) kurulu güçte hizmet verecek 3. jeotermal enerji santrali Dora-3’ü

Aydın’da devreye aldı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız tarafından açılan, Menderes Geothermal Elektrik Üretim A.Ş.’nin 100 milyon dolarlık yatırımla

yaptığı Dora-3 Jeotermal Elektrik Santrali ile MB Holding’in toplam kurulu jeotermal elektrik gücü Aydın’da 54 MWe yükseldi.

ora-3’ün açılış töreni sı-rasında 2015 yılı sonunda devreye alınması planla-nan 17 MWe kurulu güçte olacak Dora-4’ün de temel

atma töreni gerçekleştirildi. İnşaat, tekstil, enerji, hazır beton, perlit ve seracılık alanlarında faaliyet gösteren, Türkiye’nin ilk özel jeotermal enerji santralini kuran MB Holding-Mende-res Geothermal Elektrik Üretim A.Ş. tarafından yapılan Dora-3 Jeotermal Elektrik Santrali açılış töreni, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıl-dız’ın himayelerinde Aydın’da ger-çekleştirildi. Törende konuşma yapan MB Holding Yönetim Kurulu Başkanı Muharrem Balat, ‘’Aydın’da yaptırı-lan Türkiye’nin ilk jeotermal elektrik santrali olan 8,5 megavat kurulu gü-cündeki DORA-1’in ve 11,5 megavat kurulu gücündeki DORA-2 santrali-nin ardından bugün 34 megavat gü-cünde DORA-3’ü açıyoruz. DORA-1

projesinde yılda 32.000 ton, DORA-2 projesinde 45.000 ton, DORA-3 pro-jesinde ise 110.000 ton karbondiok-sit emisyon azaltımı sağlanmaktadır. DORA-4 projesinin işletmeye girmesi ile Aydın Sanayisinin ihtiyaç duyduğu elektrik enerjisi tüketiminin tamamı DORA tesislerinden sağlanmış ola-caktır. DORA tesislerinden üretilen elektrik enerjisi vasıtasıyla yılda yak-laşık 35.000.000.-USD mertebesin-de doğalgaz ve/veya petrol ürünü karşılığı döviz harcanmamış olacak-tır” dedi. Balat, Aydın’da 54 MWe je-otermal enerji güçlerini yeni yatırımla daha da arttıracaklarını ve 2015 yılı sonunda devreye alınması planlanan Dora-4 enerji santrali ile Menderes Geothermal A.Ş.’nin toplam ener-ji üretim kapasitesinin 71 MW’a ka-dar çıkacağını, şirket bünyesindeki jeotermal tesislerden 2015 yılı sonu itibarı ile yılda 700 milyon kw/saat elektrik enerjisi üretileceğini sözle-

rine ekledi. Menderes Geothermal Elektrik Üretim A.Ş.’nin hedefi Dora-4 ve Dora-5 projeleri ile jeotermal ya-tırımlarını büyüterek Türkiye’nin do-ğal enerji kaynaklarından maksimum faydayı sağlayabilmek istediklerini belirten Balat, şöyle konuştu: “Bilindi-ği üzere Jeotermal enerji yerli, temiz, yenilenebilir ve sürdürülebilir bir enerji kaynağıdır. Yerli kaynaklarımızı daha fazla değerlendirmemiz lazım. Bu manada her bir megavata yerli kay-nak olarak değer veriyoruz. Kullanımı rahat, güvenilir ve çevre dostu olan bu kaynak sayesinde santrallerimiz, yılda doğalgaza harcanması gereken (32 Milyon USD) dövizi ülkemize ka-zandırmaktadır. Şu anda Türkiye’de toplam jeotermal santral kurulu gücü 241,7 MWe’a ulaşmıştır. Bu miktar 2015’te Türkiye toplamında 500 MWe, 2020’de ise 1000 MWe’a kadar çıka-caktır. Bu yatırımlar ülkemiz için çok önemli tesislerdir.“

D

Page 23: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k44 45

aziantep Medical Park Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Gönül BAKIR, Akut Gast-roenteritler (İSHAL) hak-

kında çeşitli bilgiler vererek aileleri neler yapılması gerektiği konusunda uyardı.İshal, barsak işleyişindeki; mik-tarın, su içeriğinin ve sıklığın artışı du-rumudur. İshal, ciddi bir sağlık sorunu olabilir. Hafif seyirli ishaller birkaç gün içinde geçebilir, ancak klinik tablonun ağırolması durumunda, ciddi olarak dehidrasyona (vücuttaki aşırı su kay-bı) ve beslenme sorunlarına neden olabileceğini dile getirdi. Uz. Dr. Gönül BAKIR, İshale bağlı ağır klinik tabloda, sıklıkla su ve mineral kaybına neden olduğunuve beslenme durumunun iyi olmamasıhalinde ishal ve ishale bağlı ölüm riskini arttırdığını vurguladı.

İSHAL NEDİR?

İshal, dışkılama sayısında artışla bera-

Yaz İshallerineDİKKAT!

Gelişmekte olan ülkelerde barsak enfeksiyonları, önemli bir halk sağlığı sorunudur. Dünyada bir yılda yaklaşık 3-4 milyar kişi ishale yakalanmakta ve çoğunluğu çocukların oluşturduğu 5-6 milyon kişi ishal nedeni ile ölmektedir.

ber, dışkının şekilsiz, sulu bir hal alması olarak tarif edilir. İshalde barsak hare-ketleri artar, normal süreden daha sık aralıklarla dışkılama olur. İshalin en sık nedeni ağız yoluyla alınan mikroplar-dır, ancak başta antibiyotikler olmak üzere çeşitli ilaçlar, çeşitli mide-bar-sak hastalıkları, gıda alerjisi, stres gibi duygusal durumlar da ishale sebep olabilir. Mikrobik ishallerde çeşitli vi-rüsler, bakteriler veya parazitler etken olabilir. Bu mikroplar sıklıkla, kirli sula-rın içilmesi veya bu sularla bulaşmış, iyi temizlenmemiş gıdaların tüketilmesi ile veya bozuk gıdalarla vücuda girer-ler ve dışkı ile dışarı atılırlar. Bu dışkı-ların bulaştığı tüm maddeler (bazen oyuncaklar bile) ishalin bulaşmasında etken olabilirler, bazen salgınlar ya-parlar.Uz. Dr. Gönül BAKIR, en önemli korunma yönteminin, ellerin sık sık yı-kanması, yiyeceklerin, içme sularının ve ortamın temizliğine dikkat edilmesi olduğunu dile getirdi.

İshal nasıl oluşur ve belirtileri nelerdir?

vAğızdan alınan mikroplar vücuda gir-dikten sonra, bir kısmı barsak duva-rında iltihap oluşturarak hem barsak hareketlerini arttırır, hem de barsağa su ve iltihabi hücrelerin geçişine ne-den olur; bir kısmı da barsakta iltihap yapmadan, salgıladıkları toksin deni-len zehirli maddelerin etkisi ile su ve tuz geçişini arttırarak ishale neden olur. En önemli belirti, dışkılama sayı-sının artması, dışkı kıvamı ve içeriğinin değişmesidir. Dışkı bazen çok bol ve sulu, bazen de yumuşak kıvamlı ama mukuslu ve kanlıdır. Kanlı ishallere di-zanteri denir. İshallere kusma ve ateş eşlik edebilir, dehidratasyon gelişebilir.

Dehidratasyon nedir?

Dehidratasyon, vücuttan su-sıvı kay-bı olmasıdır, bebekler ve küçük ço-cuklarda daha sık görülür. İshal, kus-ma ve ateş sonucu gelişen sıvı kaybı vücudun elektrolit (tuz ve mineral) dengesini de bozabilir. Hafif dehidra-tasyon geliştiğini gösteren belirti has-tanın susamış olmasıdır. Vücuttan su kaybı arttıkça dudak ve ağız kurulu-ğu, uykuya eğilim, nabızda hızlanma, el ve ayaklarda soğukluk, derin veya hızlı solunum, idrar miktarında azalma olabilir. Ağır dehidratasyonda bunla-ra ek olarak dalgınlık, kan basıncında

düşme, idrar çıkarmama ve şok gö-rülebilir.

Akut gastroenterit nasıl bulaşır?

Bulaşmada mevsimlerin de önemi vardır. Sıcak iklimlerde, yaz ayların-da bağırsak enfeksiyonları daha sık görülmektedir. Çoğunlukla mikroplu suların içilmesi veya kirli sularla yıkan-mış meyve ve sebzelerin yenilmesiyle ortaya çıkar. Bazen insanlar ishal olup bu mikropları dışkıları ile çevreye ya-yabilir. Dışkıyla bulaşmış ellerin ağza götürülmesi sonucu da ishal olabilir. Her zaman kullanılan suların sağlıklı olup olmadığını bilmek mümkün olmaz. Doğada, özellikle insan ve hayvan dış-kılarıyla kirlenmiş sularda yaşayan, ishal nedeni olabilecek çeşitli mikroplar bu-lunmaktadır. Bunlar genellikle durgun sularda, kanalizasyonun karıştığı sular-da, iyi klorlanmamış içme ve kullanma sularında, özellikle yaz aylarında uzun süre Canlı kalarak çoğalırlar. Bu suların içilmesi veya böyle sularla bulaşmış, sıcak ortamda beklemiş gıdaların, örneğin çiğ sebzelerle hazır-lanmış salataların ve meyve-lerin tüketilmesi

Akut gastroenterit tedavisi nasıldır?

Akut gastroenteritle-rin çoğu kendiliğinden düzelir. Tedavi genellik-le destekleyici tedavidir. Ateş varsa ateş düşürü-cü ilaçlar kullanılabilir. İshal kesici ve kusmayı önleyici ilaçlar kullanılmamalıdır. Bazı gastroenteritlerin tedavisi için antibiyotik tedavisi veya antipa-raziter tedavi gerekir. Etkenden bağımsız olarak ishal tedavisi-nin temel prensipleri hastanın sıvı ve elektrolit dengesinin korunması ve beslenmesinin sürdürülmesidir. Bebeklerde ve küçük çocuklarda birkaç saat içerisinde vücuttan aşı-rı sıvı kaybı olabilir. İshal ve kusma ile kaybedilen sıvı ve elektrolitler mümkünse ağız yoluyla yerine konma-lıdır. Hafif veya orta derece-de dehidratasyon bulguları olan çocuklara belirli oran-larda şeker ve tuz içeren sıvı (oral rehidratasyon

sıvısı) ağızdan verilmelidir. Şeker-tuz karışımı hazır paketlerde bulunur ve önerilen miktarda temiz su içinde karış-tırıldıktan sonra belirli bir süre içerisinde hastaya içirilir. Ağır dehidratasyonda veya ağızdan sıvı tedavisinin uygulana-madığı durumlarda hastanede damar-dan sıvı tedavisinin uygulanması gere-kir. Temiz su temini, suların klorlanması, atık sistemlerini de kapsayan sağlıklı alt yapı oluşturulması, içme ve kullanma suyunun temizliğine dikkat edilmesi, gıda hijyenine yönelik önlemlerin alın-ması, gıdaların pişirilmesi ve saklanması konusunda titizlik gösterilmesi, besin-lerin kontaminasyonunun engellenme-si belli başlı genel korunma yöntem-leridir. Ayrıca kişisel hijyen kurallarına dikkat etmeliyiz, el yıkama alışkanlığını çocuklarımıza mutlaka kazandırmalı-yız. Sebze ve meyveleri iyi yıkamalıyız. Açıkta satılan gıdaları tüketmemeliyiz. İçme ve kullanma sularının temiz o l - m a s ı n a

dikkat e t -

me-l i -yiz.

G

Dr. Gönül BAKIRGaziantep Medical Park Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı

Page 24: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k46 47

eki bir aile çocuğuna ağız ve diş bakımı alışkanlığı kazandırmak için nele-ri bilmeli , uygulamalı ve uygulatmalıdır? İşte bu

soruyu Diş Hekimi Şule Dülger’e sor-duk... “İlk başta dişsel gereksinim-

leri belirlemek ve dahada önemlisi çocukta diş hekimi sevgisi oluştur-mak için, diş problemi olsun olma-sın çocuk iki yaşında diş hekimiyle tanıştırılmalıdır. İlk randevu sadece tanışma,ısındırma ve oyun içerikli olmalıdır. 7 yaşında bir kızım var. Adı

Nehir. Nehirle 7 senedir; benden an-nelik bilincini,ondan çocuk oyunculu-ğunu alıp sevgiyle harmanlayıp eği-tim alışverişi yapıyoruz. Her konuda ona fikir mirası bırakmaya çalışırken, o da bende yeni ufuklar açıyor. Bu alışveriş sevgiyle böyle devam eder-ken anladım ki en büyük eğitici güç: “Model Olma... “

Diş bakımı eğitiminde de böyle. Çocuğunuzun diş fırçalama alışkanlığı kazanması için sizi diş fırçalarken görmesi gerekir

Hatta bunu iki yaşından itibaren bir-likte yapmanız, beraber diş fırça-larken bunu oyuna dönüştürmeniz, onu bu konuda motive edecektir. Bu oyunlardan biri; birbirinizin dişini fırçalamak olabilir. Bir diğeri ise ses çıkaran bir oyuncağıyla diş fırçala-ma süresini yönetmek olabilir. Çün-kü etkin fırçalamada en önemli konu YETERLİ SÜREde diş temizliği ya-pılmasıdır. İki yaşında bu şekilde diş fırçalamaya başlayan bir çocuk emin olun bunu ömür boyu bir alışkanlık haline getirecektir. Genelde şöyle bir kanı vardır: “Süt dişleri önemli değil. Nasıl olsa değişecek.” Süt dişlerinin çocukta konuşma, yeme ve görü-nüm yanında en büyük önemi as-lında daimi dişlere sürme rehberliği yapmasıdır. Bir süt dişi vaktinden önce çekilirse, diğer dişlerin o böl-geye hareketlenmesiyle boşlukta daralma olur. Yerine gelecek daimi

Bazı çocuklar görürüz inci gibi dişleri var, bazılarının ise çene yapısı bile daha iki yaşında bozulmuştur. “Peki bunda çocuğun suçu ne?” dedik ve işin uzmanından

vicdan azabı çekmemeniz için önemli bilgiler aldık...

Çocuğunuzun Dişleri İçinVicdan Azabı Çekmeyin!

Bu Önlemleri Alın!

dişler bu boşluğa sığmaz. Ve bu or-todontik tedavi dediğimiz tel teda-visi gereksinimini doğurur. Bir diğer yanılgı da 6 yaşında süt dişlerinin en arkasında çıkan daimi dişlerin de de-ğişecek sanılmasıdır. Oysa o dişler ağızda ömür boyu kalacak 1. azı diş-lerdir ve bakımının çok iyi yapılması gerekir. Diş hekimi tarafından gerekli görüldüğünde koruyucu yüzeysel FLOR ve eğer üstü gıda birikimine neden olacak kıvrımlı yapıya sahipse FİSSÜR ÖRTÜCÜ dediğimiz yüzeysel dolgularla korunmalıdır. Klinikte en çok rastladığım çocuklar erken yaşta ön dişleri çürümüş, erimiş veya abse yapmış çocuklar oluyor malesef. Bu çürüklerin bir adı var: “Biberon Çü-rükleri”. İsminden de tahmin edebi-leceğiniz gibi bu çürüklerin en büyük nedeni uyku saatinde bebeğin, bibe-ronla şekerli süt ve benzeri sıvılarla

beslenmesi.

Özellikle çocuk bubiberonla uyuyup kalıyorsadişlerin çürümesi kaçınılmaz

Çünkü çürük oluşturan bakteriler şe-keri çok sever. Bu nedenle biberon kullanımı 1 yaşla sınırlanmalı, uykuya geçmeden önce biberonla beslenmeli ve bundan sonra ağız temizlenmelidir. Peki çocuk biberonsuz uyumuyorsa...Bu sorunu ben de kızımda yaşadım. Böyle bir durumda en azından ayrı bir biberonla su vererek ağzın suyla temizlenmesini sağlayabilirsiniz. Bir diğer değinilmesi gereken konu ise damak ve diş yapısını bozan ve orto-dontik tedavi ihtiyacı doğuran parmak emme alışkanlığı ve 2 yaşından sonra emzik kullanımıdır. Çocuğunuzda par-mak emme eğilimi görüyorsanız daha

iyi bir seçenek olarak emziğe yönlen-dirmelisiniz. Çünkü emziği bıraktırmak daha kolaydır. Bir anne olarak, anne karnındaki güvenli ortamdan çıkan bebek; emzik kullanırsa, yeni hayata daha huzurla adapte olur diye düşü-nüyorum. Bir diş hekimi olaraksa 2 ya-şında bu zevki bıraktırmanızı öneririm. Çünkü bundan sonra damakta defor-masyon oluşacaktır. Özetle çocuğu-nuzda diş bakımı ile ilgili sağlam temel-ler oluşturmak istiyorsanız, öncelikle her konuda olduğu gibi bu konuda da kendiniz iyi bir model olmalı, ağız ve diş bakımınıza özen göstermelisiniz. Ben şöyle yapıyorum: Ona “montunu giy üşürsün”, “yemek ye acıkırsın”, “koşma düşersin”, “dişini fırçala,çürü-mesin”demiyorum. “Bedeninin değe-rini bil. Çünkü sen herkes gibi bir mu-cizesin diyorum.” Dolayısıyla bedene yapılan bu hizmet iş olmaktan çıkıyor.

Diş Hekimi Şule Dülger’e soru sormak için: [email protected] adresine mail atabilirsiniz.

PŞule DülgerDiş Hekimi

Page 25: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k48 49

Baba hem korur hem kollar. Destek-leyicidir. Güven verir. Akıl danışılan, örnek oluşturan ve kural koyan kişidir. Öyle ki babanın varlığı çocuğun duy-gusal gelişimindeki en önemli etken-lerdendir.

Babalarımızla ilişkimizi sorguladığımız bu dönemde; kız ve erkek çocuklarla

baba ilişkisinde ne gibi farklılıklar vardır? Baba hem erkekler hem de

kızlar için ne ifade eder?

DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden Uzman Psikolog Dilek Doğu, “Çocu-ğun zihnindeki ideal baba, yaşamın her

devresinde değişir ve gelişir. Bunlar; otoriter-baskıcı baba, izin verici, tutar-lı-tutarsız, ilgisiz veya demokratik tu-tum şeklinde olabilir” diyor. Baba figü-rünü, erkek ve kız çocuklardaki tutum farklılıkları nedeniyle ayrı ayrı irdele-mek gerektiğine değinen Doğu, erkek çocuklarla babaları arasındaki çatış-maya dikkat çekiyor. Baba-oğul ilişki-sinin psikolojisini edebiyatla bile keş-fetmek mümkün diyen Doğu, “Babalar ve oğullar arasındaki çatışma, antik ve çağdaş edebiyatın temel konularından ve sorunlarından biri olmuştur. Edebi-yatta, korkulan ve alt edilmesi gereken bir otorite ve benzemekten ölesiye

korkulan bir örnek olarak ‘baba’ imge-sine başvurulur. Özellikle baba-oğul ilişkisindeki psikolojik olay ve olgulara, dünya ve Türk Edebiyatı’nda sıklıkla rastlanır” diyor. Türk Edebiyatı’nda da sancılı baba-oğul ilişkilerine yer veril-diğini anlatan Doğu, “Namık Kemal’den Mehmet Akif’e, İlhan Berk’ten Ece Ay-han’a ve Cevat Şakir’e kadar edebi-yatımızın önemli isimlerinin baba-oğul ilişkisini ele aldıklarını görürüz. İlginçtir ki, çoğu öykü yazarın kendi yaşamı ile de ilintilidir. Gelenekçi - modern, doğu - batı gibi karşıtlıklar etrafında şekil-lenen bu baba-oğul ilişkisinin temel özelliği; kopuk, gergin ve çelişkili bir

Baba - Çocuk İlişkisininBoyutunu

Cinsiyet Belirliyor

Kuşkusuz baba figürü tüm kültürlerde güven ve otorite anlamına geliyor. Ancak babaların kız çocuklarına sergiledikleri tutumlarla erkek çocuklarına olan davranışları ciddi olarak değişiyor. Bir ilişki modeli sakinlik ve sükûnet

üzerine kurulurken diğeri ciddi çatışmalara sahne oluyor. Peki, bu durum neden kaynaklanıyor? Bu sorunun yanıtını DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden Uzman

Psikolog Dilek Doğu verdi”

karakter çatışması olarak sürmesidir” diyor.

Babalar, oğullarını olduğu gibi kabul etmekte zorlanıyor…

Baba - oğul arasındaki çatışmaların, çekişmelerin her kültürde ve her de-virde var olduğuna dikkat çeken Doğu, “Babalar, genellikle oğulları ile özdeşim yaparlar ve onları kendileri gibi algılar-lar. Bu nedenle çocuklarının kendilerin-den çok daha üstün, başarılı, yetenekli ve neredeyse mükemmel olmalarını beklerler. Gerçek oğullarla, idealize et-tikleri oğullar örtüşmez. Bu yüzden de onların başarısızlıkları, olumsuz davranışları, hataları, kötü alışkanlık-ları, babaları çok öfkelendirir, baskın ve otoriter tutumlarını saldırgan yönlerini

ortaya çıkarır” diyor. Babaların oğulla-rını olduğu gibi kabul etmekte zorlan-dığını oysa bu tutumun yanlış olduğu-nu anlatan Doğu, “Çocuk her şeyden önce bir bireydir ve birey olduğu için de yaşı kaç olursa olsun saygıyı hak eder. Evlatların büyümelerine izin vermek, bağlı ancak bağımsız bir yetişkin olma sürecinde olduklarını kabul etmek ve can kulağı ile dinlemek gerekir. Empati kurmak, arkadaşı olmaya çalışmamak, kaliteli zaman geçirmek, isteklerine sı-nır koymak, fiziksel ve duygusal ceza-lar vermekten kaçınmak ve koşulsuz sevgi vermek ilişkinin sağlığı açısından çok önemlidir” diyor.

Babalar ve kızları…

Baba - kız ilişkisinin ise bambaş-

ka geliştiğini anlatan Doğu, özellikle 4 - 5 yaş civarında kızlar, babalarını anneleriyle paylaşmak istemeyebi-lir ve kıskanabilirler. Bu bir süreçtir ve kızların anneyi bir rakip değil de bir idol olarak görmesiyle sona erer diyor. Kızların eş seçimlerinde, ku-racakları aile yaşamında baba ile iliş-kilerinin etkisinin büyük olduğunu anlatan Doğu, “Ancak kızlar fiziksel veya davranışsal açıdan babalarına benzeyen erkekler kadar tamamen farklı özellikleri taşıyan erkeklere de yönlenebilmektedir. Kızların ilişkile-ri geldikleri aileden çokça izler taşır. Baba figürü, her yaşta ve kültürde, kız veya erkek, her çocuk için güven, destek, güç, saygı, düzen-disiplin ve sınır dinamikleri taşıyan çok önemli varlıktır” dedi.

Dilek DoğuDBE Davranış BilimleriEnstitüsü Uzman Psikolog

Page 26: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

51

altepe Üniversitesi ve Ana-dolu Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencileri, Tür-kiye’de diyabet konusunda farkındalığı artırmak ama-

cıyla bir sosyal sorumluluk projesini hayata geçirdi. Diyabetten korunma yollarını ve tedavinin önemini anlatan yaklaşık 60 posterden oluşan “Biz Ya-nınızdayız” adlı proje, 23 Mayıs – 30 Mayıs tarihleri arasında Anadolu Üni-versitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’n-

de sergilendi. Üniversite öğrencilerinin diyabete bakış açılarını yaratıcılıkları ile birleştirerek topluma ‘Biz Yanınızda-yız’ mesajı verdikleri projeye, Maltepe Üniversitesi, Anadolu Üniversitesi’nin yanısıra Türkiye Diyabet Vakfı, Türk Diyabet Cemiyeti, Türkiye Endokri-noloji ve Metabolizma Derneği, Çocuk Endokrinolojisi ve Diyabet Derneği, Diyabet Hemşireleri Derneği, Diyabet Diyetisyenleri Derneği, Diyabetle Ya-şam Derneği ve Lilly İlaç destek oldu.

Eskişehir Anadolu Üniversitesi kam-püsünde düzenlenen açılış törenin-de, projede emeği geçen öğrencilere teşekkür belgelerini sunan Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nezih Orhon projeyi, toplumda diyabet farkındalık düzeyi en düşük kesim olan gençlerin attığı önemli bir adım olarak değerlendirdi. Projeyi gönüllü katılımlarıyla başlatan Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencilerine teşekkür eden Orhon,

Maltepe Üniversitesi ve Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencilerinin diyabete dikkat çekmek amacıyla hazırladığı “Biz Yanınızdayız” adlı poster sergisi,

Eskişehir Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’nde açıldı.

NÜFUSUN %63’ÜDİYABETİNFARKINDA DEĞİL!

diyabetin etkin tedavisi için farkın-dalığı artırmak amacıyla başlatılan ve Anadolu Üniversitesi İletişim Fakül-tesi’nin de katılımyla hızla genişleyen bu proje aracılığıyla hastalıkla müca-dele konusunda daha geniş kesimlere ulaşmayı hedeflediklerini vurguladı. Orhon, “Sergide verilmek istenen mesajların, gençlerin enerjisi ve yara-tıcılığı sayesinde etkili bir iletişim aracı olacağına inanıyoruz” diye konuştu. Lilly’nin diyabet alanındaki çalışmalara 90 yıl önce ilk insülini tıbbın hizmetine sunarak başladığını ve o tarihten bu yana hastalığın etkin tedavisi için ça-lıştıklarını belirten Lilly İlaç Kurumsal İlişkiler Direktörü Nurgün Örgen Özel-çi de “Diyabetle mücadele, diyabet alanında çalışan tüm tarafların deste-ği ve uzun soluklu katkılarıyla başarı sağlanabilecek bir konudur. ‘Biz Yanı-nızdayız’ projesine diyabetle ilgili ça-lışan hemen hemen tüm sivil toplum örgütlerinin destek olması bu nedenle son derece önemlidir ve çok değerli bir destektir. Bu projeyle hastalık yöneti-minin önemini bir kez daha vurgulama imkanı bulduğumuz için mutluyuz” diye konuştu.

Türkiye’de nüfusun %63’üdiyabetin farkında değil

Hızlı sosyal ve kültürel değişimler,

nüfusun yaşlanması, kentleşme oranındaki artış, fiziksel aktiviteler-de azalma, sağlıksız yaşam tarzı ve davranış biçimleri gibi nedenlerden ortaya çıkan diyabetli hasta sayısı her geçen gün artıyor. Uluslarara-sı Diyabet Federasyonu’nun Kasım 2013 tarihinde açıkladığı verilere göre bugün dünyada 382 milyon di-yabetli hasta bulunmaktadır. 25 yıl-da bu sayının 592 milyonu geçeceği tahmin edilmektdir. Bugün 382 mil-yon diyabetlinin büyük çoğunluğu 40 ila 59 yaşları arasındadır ve % 80’i, düşük ve orta gelirli ülkelerde yaşamaktadır. 2010 yılında açıkla-nan “Türkiye Diyabet Epidemiyolojisi Çalışması II” (TURDEP II) sonuçlarına göre Türk erişkin toplumunda 90’la-rın sonunda yüzde 7.2 olan diya-bet görülme sıklığının yüzde 13.7’ye yükseldiği gözlenmiştir. Çalışmada ayrıca yedi milyon kişinin diyabet ve komplikasyonlarından etkilendiği ancak sadece 4.3 milyon kişinin tanı aldığı açıklanmıştır. Dünya Sağlık Örgütü’nün verileri Türkiye’de diya-betin artış hızının dünya ve Avrupa genelinin üzerinde olduğunu ortaya koymaktadır. Diyabet ülkemizde en sık rastlanan ilk beş hastalık arasın-da yer alırken her üç diyabetliden biri hastalığının farkında değildir. Türkiye Diyabet Vakfı’nın Kasım 2013 yılında

açıkladığı Diyabet Farkındalık Araş-tırması (DİFA) Türkiye’de nüfusun yüzde 63’ünün diyabetin farkında olmadığını göstermiştir. Araştırma sonuçlarına göre nüfusun yüzde 65’i de diyabete neden olan faktörler ko-nusunda yanlış bilgiye sahiptir.

“Biz Yanınızdayız” DiyabetPosterleri Sergisi

Maltepe Üniversitesi İletişim Fakül-tesi öğrencilerinin gönüllü katılımıyla ilk kez 30 Kasım 2013 tarihinde “10 Şeker Yönetmen Aranıyor” Diyabet Kısa Film Yarışması’nın Gala Gecesi için hazırlanan ve diyabet konusun-da farkındalığı artırmayı hedefleyen poster çalışması, Anadolu Üniversi-tesi İletişim Fakültesi öğrencilerinin de gönüllü desteğiyle genişleyerek diyabet konulu 60 posterlik büyük bir projeye dönüştü. Sağlıklı bes-lenme, diyabetin komplikasyonları ve hastalığa ilişkin çeşitli mesajların paylaşıldığı posterler, 2014 yılı bo-yunca farklı kongrelerde ve halka açık platformlarda sergilenecek. Projenin danışmanlığını Anadolu Üniversite-si’nden Doç.Dr.Sibel Onursoy, Doç.Dr.Ayhan Yılmaz, Öğr. Grv. Erdem Çetintaş; Maltepe Üniversitesi’nden ise Doç. Dr Osman Ürper ve Öğr.Grv. Adem Yücel yürüttü.

M

Prof. Dr. Nezih OrhonAnadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Dekanı

s a ğ l ı k s a ğ l ı k50

Page 27: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

emik iliğinde kanı üreten ana hücrelerin çekirdeklerinde meydana gelen değişiklik-ler sebebiyle akyuvarların denetlenemez bir şekilde

çoğalmasıyla ortaya çıkan bir grup has-talığa adını veren lösemi, akut ve kronik olarak ikiye ayrılıyor. Daha çok çocuklar-da görülen akut lösemiler kansızlık, en-feksiyona yatkınlık, mikrobik hastalıklar ve ateş, diş eti kanaması, burun kana-ması ve ciltte morarmalar gibi değişen derecelerde kanama belirtileri ile ortaya çıkabilir. Belirtileri arasında ciltte sık sık çürükler oluşması veya kesik oluştuğun-da kanamanın güçlükle durdurulması gibi sorunların da yer aldığı lösemi ile ilgili bilgi veren Anadolu Sağlık Merkezi Onkolojik Bilimler Bölümü’nden Prof. Dr. Necdet Üskent, “Hastada kilo kaybı, ateş ve ter-lemeler de görülür. Lenf düğümlerinde şişlikler tespit edilir, karında da dalak ve karaciğer büyümesine bağlı şişkinlik hissi oluşur. Hastalığın erken dönemlerinde-ki halsizlik, kemik ve eklemlerde ağrılar gibi belirtiler ise nezle gibi sık rastlanan hastalık şikayetleriyle paralellik gösterir. Bu nedenle şikayetler gözden kaçabilir” dedi. Kesin nedeni bilinmeyen löseminin çevresel ve genetik faktörlere bağlı ola-rak gelişebildiğini anlatan Prof. Dr. Üs-kent, bunların yanında petrokimyasalla-rın, radyasyonun, kanserojen maddelerin ve bazı virüslerin hastalığın nedenleri arasında yer alabileceğini söyledi. Hasta-lığın ilk doktor muayenesinde karaciğer, dalak veya cilde yakın lenf bezlerinde büyüme saptanması ile belirlendiğini dile getiren Prof. Dr. Üskent, “Kan testlerinin yanı sıra kemik iliğinden alınan örnekle-rin incelenmesiyle gerçekleştirilen ‘ke-mik iliği biyopsisi’ hastalığın teşhisinde

önemli bir basamaktır. Teşhis için gerekli görülmesi durumunda omurilik aralığın-dan uygulanan bir iğne ile beyin omurilik sıvısından örnek de alınabilir” dedi.

Bazı Lösemi Tiplerinde“Hedefe yönelik tedaviler” nakile gerek bırakmıyor

Lösemi tedavisinin hastalığın tipine ve hastanın ihtiyaçlarına göre farklılık gös-terdiğini dile getiren Prof. Dr. Üskent, “Tedaviyi hastalığın yaygınlığının yanı sıra hastanın yaşı ve genel sağlık duru-mu da etkiler. Lösemi hastalarının bü-yük çoğunluğu kemoterapi tedavisi gö-rür. Kemoterapi tedavisinde tek bir ilaç kullanılabileceği gibi birden fazla ilaçtan oluşan kombinasyon da uygulanabilir” diye konuştu. Son yıllarda lösemiyi oluş-turan moleküler bozukluğa yönelik ilaç-ların da kullanıldığına değinen Prof. Dr. Üskent bunlara “hedefe yönelik tedavi-ler” denildiğini belirtti. Daha çok kronik myeloid lösemide (KML) kullanılan bu ilaçlar ile bu lösemi tipinde organ nakli gereğinin hemen hemen tamamen or-tadan kalktığını belirten Prof. Dr. Üskent “Lösemi tedavisinde radyoterapi gibi ışın tedavisi de uygulanabilir. Daha çok beyi-ni tutan lösemilerde kullanılan bu tedavi yönteminde yüksek enerjili ışınlar kan-serli hücrelere yönlendirilerek hücrelerin büyümesi engellenir” dedi. Hastalığın bir başka tedavi yolunun da kemik iliği nakli olduğunu belirten Prof. Dr. Üskent “Kemik iliği naklinde, lösemiye yol açan kemik iliği yüksek doz ilaç veya ışınla or-tadan kaldırılarak yerine sağlıklı bir kemik iliği dokusu konur. Sağlıklı kemik iliği bir vericiden alınabildiği gibi bazı hastalarda ise kendi kemik iliği de kullanılabilmekte-dir” diye konuştu.

slahiye Sosyal Hizmetler Merkezi Konferans salo-nunda düzenlenen konfe-ransa; Gaziantep Üniver-sitesi Toplumsal Duyarlılık

Projeleri Koordinatörü Simge Akbaş, Bedriye Özekin’in, İslahiye Sosyal Hizmetler Merkezi Müdürü Duygu Yücel, İslahiye Meslek Yüksekokulu akademik ve idari personeli ve çok sayıda öğrenci katıldı. GAÜN İslahiye Meslek Yüksekokulu Toplumsal Du-yarlılık Projeleri kapsamında, İşletme Yönetimi birinci sınıf öğrencilerine uygulanan proje ile ilgili olarak Proje Danışmanı Bilal Erdoğan, öğrencile-re ve vatandaşlara sağlıklı yaşamda temizlik ve hijyen konusu anlatılarak temizlik ve hijyen bilincinin verilmeye

çalışıldığını söyledi. Projeyi uygulama-ya koyan İslahiye Meslek Yüksekokulu yetkililerine teşekkür eden Toplumsal Duyarlılık Projeleri Koordinatörü Sim-ge Akbaş, Toplumsal Duyarlılık Pro-jeleri hakkında bilgi vererek kısa bir tanıtım filmi sundu. Temizlik ve hijyen konusuna çok dikkat edilmesi gerek-tiğini belirten Proje Danışmanı Bilal Erdoğan, “Her daim elimizin temiz ol-ması gerekir.

Dinimiz Bize TemizOlmamızı Emrediyor

Fen ve din ilimleri de bizlere temiz ol-mamızı, yaratıcının bize emanet ettiği vücudumuzu iyi korumamızı istiyor. Kaldıki sağlıklı yaşam için önce buna

inanmalıyız” diye konuştu. Yaşamı-mızı düzenleyen bazı temel kuralların bilinerek uygulanması, sağlığımızın korunmasını ve diğer bireylerle pay-laştığımız yaşamı kolaylaştırdığını söyleyen Erdoğan,“Bu kurallardan en başta temizlik, sağlıklı beslenme, ça-lışma, egzersiz, spor, düzenli yaşam, sigara, alkol, uyarıcı ve uyuşturucu maddelerden uzak durma, kazalardan korunma, sorunlarla başa çıkmada doğru ve uygun yöntemler kullan-malı ve mutlaka her bireyin bir hedefi olmalıdır” diye konuştu. Konferansın sonrasında, Toplumsal Duyarlılık Mer-kezi Koordinatörlüğü Yetkilisi Bedriye Özekin tarafından Proje Danışmanı Bilal Erdoğan’a teşekkür belgesi veril-di. Öğrencilerle hatıra fotoğrafı çekildi.

Gaziantep Üniversitesi (GAÜN) İslahiye Meslek Yüksekokulu Toplumsal Duyarlılık Projeleri kapsamında, “Sağlıklı Yaşamda Temizlik ve Hijyen”

adlı konferans düzenlendi.

“El YıkamakTemizlik ve HijyeninOlmazsa Olmazıdır”

İ

Anadolu Sağlık Merkezi Onkolojik Bilimler Bölümü’nden Prof. Dr. Necdet Üskent 30 Mayıs Lösemi Haftası kapsamında hastalık ile ilgili bilgi verdi. Prof. Üskent,

lösemide hedefe yönelik tedavilerin yüz güldürdüğüne dikkat çekti.

Lösemidehedefe yönelik tedaviler

K

Prof. Dr. Necdet Üskent

s a ğ l ı k s a ğ l ı k 5352

Page 28: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k54 55

luşan çatlaklar doğumla birlikte gelen stresi katla-yarak annenin psikolojisini etkileyebilir. Aynaya bak-tığınızda pürüzsüz bir cilt

istiyor musunuz? Estetik Dermatolog Yardımcı Doçent Dr. Melisa Eczacı-başı’nın uyguladığı tedaviyle var olan çatlaklardan anestezi veya cerrahi yöntemlere başvurmadan kurtulabi-lirsiniz.

Uzun bir süreç olan hamilelikte çe-kilen acılar, doğumla birlikte kuca-ğa alınan minik bebek sayesinde bir anda unutuluveriyor. Ancak ne kadar büyük bir haz verse de bir kadının en hassas dönemlerinden biri olan ha-milelikte ani kilo alıp verme sadece fi-ziksel değil psikolojik hasarlara da ne-den olabiliyor. Çevremizde çok sayıda kadın, fiziğindeki değişimlere uyum sağlayamıyor ve eski haline dönebil-

mek için büyük bir çaba gösterirken büyük stres yaşıyor.

Deri altına karbondioksit gazı Artık oluşan çatlaklar ve fiziki deği-şimler gelişen tıp ve tedavi yöntemleri

sayesinde geri dönülemez olmaktan çıktı. Konusunda uzman olan ünlü Es-tetik Dermatolog Yardımcı Doçent Dr. Melisa Eczacıbaşı, birçok farklı yön-temle çatlaklardan kurtulabileceklerini belirtti. “Karboksiterapi” adlı yöntem-

Çocuk her kadının

hayalidir, ancak hem

hamilelik süresinde

hem de doğum

sonrasında yaşanan

aşırı kilo alıp verme kadının

fiziğini baştan aşağı

değiştirebilir.

HamilelikteÇatlamayın

Estetik açıdan çok can sıkıcı olan çatlaklara yönelik tedavi-lerden önce bu cilt deformeleri-nin önlenmesi de mümkündür.

Öncelikle kadınlar hızlı ve çok sık kilo alıp vermekten kaçın-malıdır.

Cildin esnekliğini yükseltmek için düzenli spor ve esneme ha-reketleri yapılmalıdır.

Ayrıca gün içinde çok fazla su içmek, duş alırken peeling yap-mak da büyük yarar sağlıyor. Güneşte çok fazla kalınmamalı ve sebze ile meyve ağırlıklı be-sinler tüketilmelidir.

Doğal yöntemlerin dışında yağların ve losyonların da çat-lak oluşabilecek bölgelere sü-rülmesi, belirli aralıklarla masaj uygulanması büyük önem teş-kil eder.

Karın, göğüs ve bacakları es-nemeye alıştırmak gerekli.

Cildinizi hafifçe kızarıncaya kadar minik uyarıcı çimdiklerle yoğurabilirsiniz.

Soğuk-sıcak su ile şok duş, düzenli egzersiz cilt ve kasla-rın oksijenle beslenmesi, hüc-relerin güçlenmesi açısından önemli.

Dengeli beslenmek ve bol su içmek cildin sağlıklı bir yapıya sahip olmasında ve kendini ko-rumasında önemli

Özellikle hamilelik döne-minde vücudun hızla büyüyen bölgelerini cilt bakım kremle-riyle beslemek hem cildi din-lendiriyor, hem de çatlakların oluşmasını engellemede yar-dımcı oluyor.

de,derinin altına karbondioksit gazının enjekte edildiğini belirten Dr. Eczacı-başı, bu sayede bölgedeki damarlar-da genişleme ve bölgeye giden kan akışında hızlanma yaşandığını söyle-di. Düzenli tedaviyle istenilen sonuca ulaşılabildiğinin altını çizen Dr. Melisa Eczacıbaşı’ya göre, ayrıca derinin en üst tabakasının kaldırılmasını içeren dermabrazyon ile lazer yöntemleriyle de hamilelik sonrasında istenmeyen çatlaklardan uzak durulabilir.

Fransız yöntemiyle elveda

Uzman Dr. Melisa Eczacıbaşı’na göre, başvurulacak farklı uygulamaların yanı sıra kılcal damarlarda kanlanma artışı sağlayan “mezoterapi” de yan tedavi olarak tercih edilebilir. Temelleri ilk kez Fransa’da 1952’de atılan mezoterapi-nin, bugün 16 farklı ülkede milyonlarca hastaya uygulandığını belirten Dr. Me-lisa Eczacıbaşı, “Mezoterapi dünyada yararını kanıtlamış çok önemli bir yön-temdir” dedi. Bu yöntemle orta deriye 4 ila 6 milimetre uçlu iğnelerle uygun ilacın enjekte edildiğini belirten Dr.

Melisa Eczacıbaşı, “Seri şekilde iğne-lerin çarpma etkileriyle bağışıklık sis-temini harekete geçiriyoruz. Böylece kılcal damarlar ve kanlanma artışıyla bölgede çatlaklar azalıyor” dedi.

Ortalama 3. seanstan sonra sonuç-lara ulaştıran yöntemin herhangi bir yan etki içermediğine işaret eden Dr. Eczacıbaşı, cerrahi yöntemler gibi anestezi gerektirmemesi nedeniyle de günlük aktivitelere engel teşkil et-mediğinin altını çizdi. Mezoterapi te-davisi ortalama 8-10 seans sürerken günde sadece 15 dakika ayırmanız yeterlidir. Dr. Eczacıbaşı, mezotera-piyle hem çatlakların önlendiğini hem de gebelikten sonra yaşanan sarkma problemlerinin de önüne geçileceğini söyledi.

Peki neden çatlıyoruz?

Her kadının hayali pürüzsüz bir cilt, estetik bir vücut.Ancak çeşitli etken-lerle cilt sağlığını kaybedebiliyor ve cilt dokusuzayıf düşebiliyor. Cilt dokusu zayıf düştüğünde ise ortaya çıkan so-

runlardan biri de cilt çatlakları oluyor. Çatlaklar, cildin aşırı gerilmesi sonucu derideki elastik dokunun kırılması ile oluşuyor.. En çok, karın, kalça, baldır-lar ve göğüslerde görülen çatlakların oluşumuna önemli kilo değişimleri, hamilelik gibi durumlar neden oluyor. Cilt yapımız çatlakların oluşma olası-lığında çok etkili. Çok açık renkli ciltler çatlak oluşumuna daha yatkın. Melisa Eczacıbaşı, çatlakların oluşum nede-nini şöyle sıralıyor:

“Cilt, üst üste sıralanmış 3 katman-dan oluşmakta: Epidermis, derm ve hipoderm. Derm, gerçek bir yorganı andırıyor. İçerdiği lifler sayesinde, cil-din temel çatısını oluşturuyor. Demet şeklindeki kolajen lifleri, cildin daya-nıklılığını, diriliğini ve yapısal bütünlü-ğünü sağlıyor. Daha ince olan elastin lifleri, kolajen lifleriyle birlikte gerçek bir ağ oluşturuyor ve cildin elastiki-yetinde önemli bir rol oynuyor. Eğer kolajen ağları düzensizleşir ve elastik lifler koparsa, cildi sıkılaştıran tüm yapı yıkılıyor ve cilt, yaraya benzer çizgili bir hal alıyor, çatlaklar oluşuyor.”

O

Çatlamamak için

Yardımcı Doç. Dr. Melisa EczacıbaşıEstetik Dermatolog

Page 29: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

azı araştırmaların, koz-metik ürünlerde bulunan kimyasalların kanser geli-şimini tetikleyebileceğine dikkat çektiğini söyleyen,

Liv Hospital Meme Cerrahi Prof. Dr. Levhi Akın “Meme kanserinde erken tanı ancak düzenli kontrol ile mümkün. Ayrıca dünyada ve ülkemizde milyon-larca kadının kullandığı bazı kozmetik ürünlerin içinde yer alan kimyasallar, vücutta östrojen ve diğer hormonları engelleyerek ya da onları taklit ederek hormonal dengeyi bozabilir. Bu yüz-den kozmetik ürünlerle mesafeli bir ilişki kurmak çok önemli” diyor. Prof. Dr. Akın meme kanseri tedavisinde dikkat edilmesi gerekenleri anlattı.

Kozmetik memekanseri ilişkisi var mı?

Araştırmalar bazı kimyasalların insan-larda kanser gelişimine katkıda bulu-nabileceğini düşündürüyor. Bu kim-yasalların birçoğu vücuttaki östrojen ve diğer hormonları engelleyerek ya da onları taklit ederek vücudun hor-monal dengesini bozabilir. Kozmetik ve kişisel bakım ürünleri çeşitli bi-leşimlerden oluşmalarına rağmen,

meme kanseri ile bağlantıları araş-tırılan kimyasallar; birçok kozmetik üründe koruyucu olarak sıklıkla kul-lanılan parabenler (makyaj, nemlen-diriciler, saç bakım ürünleri ve tıraş kremleri/jelleri) ve oje, saç spreyin-deki renkleri tutmak ve kırılganlığı azaltmak için sıklıkla kullanılan, ayrıca birçok kişisel bakım ve temizlik ürü-nü kokularının içinde bulunan ftalat-lar’dır.

Meme kanserindekontrol yaşı ne olmalı?

Klinik meme muayenelerinin başlan-gıç yaşının 30 yaş olması öneriliyor. Yüksek risk altında olanlarda mua-yene başlangıç yaşı 20’dir. Mamog-rafi için tarama yaşının 40 olması, 40 yaşından başlayarak, her yıl ma-mografi çektirilmesi gerekir. Meme veya yumurtalık kanseri açısından güçlü bir aile öyküsü veya geçmiş-te göğse uygulanan bir ışın tedavisi gibi yüksek risk faktörleri varsa, yıllık mamografiler 30 yaş civarında başla-yabilir. Mamografi taramalarında ta-kip gerektirecek bulgu saptanmayan kişilere her yıl yerine iki yılda bir ma-mografi çekilmesini önerenler de var.

Meme Kanserinden

Korunmak İçin Kozmetikle

Seviyeli İlişki

Kilo fazlalığı

Uygunsuz diyet

Egzersiz yapmamak

Fazla alkol tüketimi

Tütün kullanımı

Menopoz sonrası hor-mon kullanımı

Doğum kontrol hapı kullanımı

Gece ışığa maruz kalma

D-vitamini eksikliği

Stres ve anksiyete, olarak örneklenebilir.

Kendi kendine düzenli meme

muayenesi, yıllık klinik meme muayenesi,

yıllık mamografi ve gerekirse

ultrasonografi taramaları, fazla

kilolardan kurtulmak, uygun ve sağlıklı bir diyet, düzenli

egzersizler, fazla alkol tüketmemek, kesinlikle

tütün kullanmamak, stresten uzak sakin bir yaşam kurmak, menopoz sonrası

hormon kullanmamak ve doğum kontrol hapı

kullanmak dışında korunma yöntemlerini

tercih etmek meme kanserini önleyebilmek

için en iyi seçenekler olacaktır.

Meme kanseri görülme

yaşı gittikçe küçülüyor. Bu yüzden uzmanlar

klinik meme muayenelerinin

başlangıç yaşının 30 olmasını öneriyor.

B

Meme Kanserinde Kontrol Edilebilecek Risk Faktörleri

Prof. Dr. Levhi AkınLiv Hospital Meme Cerrahi

s a ğ l ı k s a ğ l ı k 57

Page 30: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k58 59

Genel Kuru-lu’nda artan kızamık ve

bulaşıcı hastalık vakaları ile aşı-lama konularında bir konuşma yapan Şeker, tüm dünyada ko-ruyucu hekimliğin ücretsiz ya-pıldığını, aşının parayla satıldığı üçüncü dünya ülkesinin bile bu-lunmadığını kaydederek, bunun devletin yapması gereken bir görev olduğunu söyledi. Kronik hastalıkların arttığına dikkat çeken Şeker, “diyabet, kronik obstrüktif akciğer hastalığı de-diğimiz astım hastalıkları artı-yorsa ve 30 yıl öncesinin has-talığı olan tüberküloz yeniden görülmeye başlamışsa ve sınır güvenliğini sağlayamadığınız için bugün çocuklarımıza tekrar kızamık aşısına başlamışsanız burada bir yanlışınız var de-mektir” diye konuştu.

HASTALIKLAR YENİDEN HORTLADI

Sağlık Bakanlığına Şubat 2012’den günümüze kadar kı-zamık vakası görülen iller ve vaka sayılarını, Suriyeliler de görülen kızamık, verem vakaları ile bunların kaçının aşılandığına ilişkin soru önergesi verdiğini hatırlatan Şeker, “Bakanlığın verdiği cevaba göre; 8 Temmuz 2013 tarihi itibariyle 67 ilden toplam 6 bin 731 kızamık va-kası tespit edilmiş. İlk sıralarda Şanlıurfa ve Gaziantep ve İs-tanbul var. Bakanlık İstanbul’u görünce Avrupa kaynaklı diyor, ancak konunun Avrupa ile ilgisi

yok. Suriyelilerin en çok yaşa-dığı, sınır güvenliğinin olmadığı, kapının-sınırın yol geçen hanına döndüğü yerlerde kızamık va-kaları artıyor. Suriye’den gelen insanlara yeterli sağlık hizmeti veremedik, aşılayamadık, ne-rede oturduklarını, ne iş yap-tıklarını bilemedik, dolayısıyla şehirlerimizde kızamık vakaları arttı.” dedi.

2,5 MİLYON SURİYELİ

AFAD’ın kayıtlarında olan ve kamplarda kalan Suriyelinin 5 katının şehirlerimizde yaşadı-ğını ifade eden Şeker, sadece Gaziantep’te 400 bin sığınma-cının olduğunu, İstanbul’da 200 bin İzmir’de ise 150 bin kişinin olduğunu belirterek, toplamda 2.5 milyona yakın Suriyelinin bulunduğunu kaydetti. İktidarın muhalefetin uyarılarını ciddiye almadığını, siyasi eleştiriler ola-rak gördüğü ifade eden Şeker, “Gaziantep’te ekonomik-sos-yal anlamda ne zararlar verdiği-ni çok dile getirdim. Silah yüklü araçların nasıl yüklenip gittiğini, yakalandığında içinde nelerin olduğunu, bunları kimlerin gö-türdüğünü, kimlere teslim etti-ğini ve nerede patlatıldığını hep söyledik. Şimdi de ülkemize dışardan hastalık ithal ettik. Ve ithal ettiğimiz bu hastalık ileride çocuklarımızın sakat kalmasına neden olacak. Bu çocuklarımız ile ilgili gerekli çalışmanın yapıl-ması için bir araştırma komis-yonu kurulmasına ben de tara-fım” diye konuştu.

CHP Gaziantep Milletvekili Dr. Mehmet Şeker, Sağlık

Bakanlığı’nın sadece reçete yazan bir hekim ordusu

yarattığını belirterek, “Yılda 342 milyon reçete yazılıyor

ve kronik hastalıklar artıyor” dedi. Koruyucu

hekimliğe gereken önemin verilmediğini, 30-40 yıl öncesinin hastalığı olan tüberkülozun bile yine

gündeme geldiğini söyledi.

Yılda 342 MilyonReçete Yazılıyor,

Kronik Hastalıklar Artıyor!TBMM

u yıl ilk öğrencilerini ala-cak olan İlk ve Acil Yar-dım Programı’nın puanları, tercih eden öğrencilerin puan durumuna göre be-

lirlenmiş olacak. Yüzde 100, yüzde 50 ve yüzde 25 burs seçeneklerinin de olduğu bölümde ücretli okumak da mümkün. Zirve Üniversitesi İlk ve Acil Yardım Teknikerliği Ön Lisans Prog-ramı’nı başarı ile bitirenler öğrenciler, ÖSYM tarafından açılan Dikey Geçiş sınavında başarılı oldukları takdir-de Sağlık Eğitimi, Sağlık Memurluğu, Hemşirelik, Hemşirelik ve Sağlık Hiz-metleri lisans programına dikey geçiş yapabilecekler. Mezun olan öğrenci-ler ayrıca Meslek Yüksekokulları ve Açık Öğretim Ön lisans Mezunlarının lisans öğrenimine devamları hakkında yönetmelik hükümlerinden yararla-narak alanlarında kontenjan açıldığı

takdirde Dikey Geçiş Sınavı (DGS) ile lisans programlarına kayıt hakkı ka-zanabilirler. Mezun olan öğrenciler “Acil Yardım ve Afet Yönetimi, Hemşi-relik, Hemşirelik ve Sağlık Hizmetleri” bölümlerine Dikey Geçiş Sınavı ile ge-çebilmektedirler.

Neden İlk ve Acil Yardım?

Bu programın amacı bedence sağlıklı ve güçlü, çabuk ve doğru karar vere-bilen, ellerini ve parmaklarını ustalıkla kullanabilen, dikkatli, soğukkanlı ve sorumluluk duygusu güçlü, başka-ları ile iyi iletişim kurabilen, hastanın durumunu ve çevresini inceleyerek, yakınlarından bilgi alarak sorununu belirleyen, durumuna göre hasta-ya ilk yardım tekniklerini uygulayan, hastanın güvenli bir biçimde ambu-lansa yerleştirilmesi için gerektiğinde

polis veya itfaiyenin yardımını sağla-yan, yolda hastaya acil bakım hizmeti veren, hastayı bir sağlık kuruluşuna teslim eden, oradaki ilgililere hastanın durumu hakkında bilgi veren, hasta-nelerin acil servis bölümünde ilk yar-dım görevi yapan, gerektiğinde am-bulans sürücülüğü de yapan nitelikli tekniker yetiştirmektir. Zirve Üniver-sitesi İlk ve Acil Yardım Programı’ndan mezun olan öğrenciler, aldıkları eğitim doğrultusunda kaza, yangın gibi fela-ketler sonucunda yaralananlarla; kalp krizi, felç, solunum yetersizliği gibi nedenlerle acil yardım ihtiyacı bulu-nan hasta veya yaralılara yardım eden sağlık meslek mensubu kişiler ola-caktır. Ayrıca ilk yardım ve acil bakım uygulayan; kurtarma, temel ve ileri yaşam desteği uygulamalarını yapan sağlık merkezlerine hastaların ulaş-masını sağlayan sağlık çalışanlarıdır.

Zirve Üniversitesi’ndeİlk ve Acil YardımProgramı Açıldı

2009 yılında kurulan Zirve Üniversitesi, yeni açılan bölüm ve fakülteleriyle büyümeye devam ediyor.

B

Dr. Mehmet ŞekerCHP Gaziantep

Milletvekili

Page 31: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

60

v tipi split klimaların, mekandaki havayı alıp sıcaklığını düşürerek tekrar ortama verdiğini belirten Prof. Dr. Nu-

man Numanoğlu, “Bu tip klimalar dışarıdan temiz hava almaz. Dışa-rıdan temiz hava alan bazı model-leri vardır ve tüketicilerin bunları tercih etmesi sağlıklı olur” diye konuştu.

BAKTERİ VE KÜF TAŞIR

Merkezi klimalar, çoklu mekanlar-daki ortamlardan emilen havanın merkez ünitede ısısının ve neminin değiştirilerek kanallar vasıtasıyla tekrar ortama gönderilmesi veya merkezde soğutulan suyun me-kanlardaki ünitelere gönderilerek orada ısısını bıraktıktan sonra so-ğutma kulelerinde tekrar soğu-tulması prensibiyle çalışırlar. Bu tarz ürünlerde kanallar boyunca, üfleme ağızlarındaki filtrelerde ve suyun açıkta soğutulduğu böl-gelerde nemlenme ve açık orta-ma maruz kalınma gibi sebeplerle bakteri, küf vs. gibi istenmeyen ajanların ortama taşınması muh-temeldir. Ayrıca plazma filtras-

yon sistemine sahip klimalarda, yüksek gerilim yardımıyla si-

gara, kötü koku, bazı bak-teriler gibi istenmeyen

ajanları parçalayarak havanın temizlen-

mesi sağlanmak-tadır. Bireysel klimalar, ortam havasını soğut-mak üzere emer-lerken havanın

içindeki nemi de alarak dışarı bir ortama

tahliye ederler. Fazla nem alınması bazı rahatsızlıkları tetikle-yebilir. Yeni nesil bireysel klimalar-da nem oranını konfor şartlarında

Klima Kullanırken Dikkat!

Evde, ofiste, otomobilde ve kamuya açık birçok alanda kullanılan klimalar, sunduğu konforun yanı sıra ölümcül riskleri de beraberinde taşıyor. Özellikle ev tipi split klimaların ortamdaki havayı kullandığına dikkat çeken TOBB ETÜ Hastanesi göğüs hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Numan Numanoğlu, ortam dışından temiz hava taşıyan klimaların tercih edilmesi gerektiğini söyledi.

E

tutmak için gerektiğinde soğutma gücünü ayarlayan fonksiyonlar vardır.

SAĞLIKLI OLAN BURUN SOLUNUMU

Klimanın üflediği soğuk hava ile burun içinde konka adını verdiğimiz yapı-lar şişerler ve burun tıkanıklığına yol açarlar. Sağlık için ideal olan burun so-lunumu yerine ağız solunumu yapmak çeşitli boğaz ve alt solunum yolu prob-lemlerine yol açabilir.

YÜZ FELCİNE NEDEN OLABİLİR

Alerjik nezleli ve astımlı hastalar kli-malı ortama girdiklerinde, yani ani ısı ve nem değişimine maruz kaldıkla-rında, hasta olmayan bireylere oran-la daha fazla burun tıkanıklığı, bu-run akıntısı veya gözlerde yanma ve kaşıntı gibi belirtiler gösterebilirler. Kronik sinüzitli hastalarda da benzer mekanizmalarla belirtilerde artma gö-rülebilir. Klima havasına direkt maruz kalan kişilerde; yüz felci, kas tutulması ve ağrılar oluşabilir.

KLİMA ATEŞİ

Hastalık, mikroplarla kirlenmiş klima veya nemlendirme sistemlerine ma-

ruz kalındıktan birkaç saat sonra baş-lar. Belirtilerin ortaya çıkması 12 saati de bulabilir. Şikayetler genellikle hafta başında veya tatil dönüş günlerinde görülür. Uzun bir süre kullanılmayan klimalar ilk çalıştığında su depoları ya da filtrelerinde aşırı çoğalan alerjenler nedeniyle belirtiler daha fazladır. Has-talarda ateş, titreme, kas ve eklem ağrıları, yorgunluk, halsizlik gibi gribi hatırlatan şikayetler vardır. İşyerine geldikten birkaç saat sonra başlayan belirtiler, akşama doğru şiddetlenir ve gece eve döndükten sonra de-vam eder. Hastaların çoğu ortamdan uzaklaşınca 24-48 saat içinde tama-men düzelir. Eğer klima ve nemlen-diricilerin yaydığı alerjenlere bağlı bu durum uzun süre devam ederse, ak-ciğer hastalığı kronikleşebilir.

LEJYONER HASTALIĞI

Hastalığın grip benzeri tabloyla ka-rakterli Pontiac ateşi ve ciddi zatür-reyle seyreden iki formu vardır. Bu hastalık ilk kez,1976 senesinde Pen-silvanya lejyonerlerinin yaptıkları bir toplantıda bulunan kişilerde görül-müş ve toplantı salonundaki hava-landırma sisteminden kaynaklandığı anlaşılmıştır. Hastalığa neden olan,

Legionella Pneumophilia denen bir bakteridir. Bu bakteri, klimaların filt-re sistemlerinde, uygun nem ve ısıda kolonize olmakta ve buradan ortam havasına dağılmaktadır. Sıklıkla otel ve hastanelerden kaynaklanan sal-gınlar yapar, ancak tek tek vakalar da nadir değildir. İnsandan insana bulaş-tığı görülmemiştir. Dolayısıyla, büyük otel ve iş yerlerinde çalışanlar, hava-landırma işçileri ve sağlık personeli riskli gruplardır. Bakteri; şeker has-taları, alkolikler, yaşlılar ve bebekler, kortizon tedavisi altında olanlar, ke-moterapi görenler, böbrek yetersizli-ği ve kronik akciğer hastalıklarına sa-hip kişilerde ve sigara içenlerde daha kolay hastalık oluşturur. Hastalarda, yaygın kas ağrıları, baş ağrısı, hal-sizlik, ateş, huzursuzluk vardır. İlk iki günde yoğun olmak üzere kuru ök-sürük görülür. Bulantı, kusma, ishal, karın ağrısı gibi sindirim sistemi bul-guları olabilir. Hastaların %20’sinde sinir sistemi bulguları, ajitasyon, kon-santrasyon bozuklukları hatta koma görülebilir. Bu yakınmalarla başka kliniklerde tedavi edilen hastalarda akciğer filmi çekilince pnomoni tanı-sı konur. Uygun zamanda ve dozda kullanılan antibiyotiklerle hastalığın iyileşmesi tamdır.

KLİMAYA KARŞIALINMASI GEREKEN TEDBİRLER

Klima alırken dışarıdan aldığı temiz havayı ortama taşıyanlar tercih edilmelidir.

Havanın doğrudan vücudunuza gelmemesi için klimaların ayarlanabilen

kanatçıklarından yararlanabilirsiniz.

Klimaların her yıl teknik ve dezenfeksiyon bakımı yapılmalıdır.

Klimaların iç ünitelerinde bulunan filtrelerin sık sık temizlenmesi gerekir. Ev ve bazı

kullanım alanlarında ilkbahar ve sonbahar aylarında yılda 2 defa olmak üzere; ofis ve işyerleri gibi kalabalık ortamlarda ise 3 ayda bir filtrelerin temizlenmesi veya

değiştirilmesi gerekir.

Toplu taşıma araçları ve otomobillerde dışarıdan temiz hava alınan seçenek

tercih edilmeli, aynı havanın aracın içinde kullanılmaması gereklidir.

Prof. Dr. Numan Numanoğlu

s a ğ l ı k s a ğ l ı k 61

Page 32: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k62 63

lk yaşlanma belirtileri göz ve çevresinde ön planda gözlemlenir. Superplast Estetik Merkezi ‘nden Es-tetik Plastik ve Rekons-

trüktif Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Cihangir Toraman, bu bozuklukların düzeltilme-sinde her yaş grubunda ve her has-tada kişiye özel tedavi planının oldu-ğunu söylüyor. Yüzdeki yaşlanmayı gösteren değişiklikler ilk önceleri kaz ayakları, alın çizgilerinde belirginleşme, göz kapaklarında torbalanmalar ardın-dan alt ve üst göz kapağı ve kaşlarda düşme olarak öne çıkıyor. Superplast Estetik Merkezi’nden Estetik Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Op.Dr.

Cihangir Toraman, Bu bozuklukların düzeltilmesinde Botox, Hyaluronik asit gibi çok uzun zamandır kullanılan araç-lar dışında dünyaca kabul edilmiş ve FDA onaylı cihazlar sayesinde kişinin ihtiyacına göre yapılan uygulamalarda çok başarılı sonuçlar elde edildiğini be-lirtiyor. Örneğin 30-40‘lı yaşlarında bir hanımda ciltte sarkmalar ve cilt kalite-sinde bozulma çok fazla değildir, bu yaş grubunda cilde kandan elde edilen PRP adı verilen kök hücre enjeksiyonuy-la beraber tek bir seans lazer ve göz çevresine botoks uygulanması genç ve taze bir görünüm için yeterli olacaktır. Bunun yanı sıra gerektiğinde “ışık dol-gusu” da kırışıklıkları açmak için teda-

viye eklenir. Op. Dr. Cihangir Toraman, göz çevresindeki kırışıklık oluşumunu hızlandıran olumsuz etkenlere karşı şunları öneriyor;” Göz çevresine ba-kım kremleri kullanın. Gözlerinizi kıs-manıza neden olan mimikleri mümkün olduğunca kullanmayın, hatta bunu görmek için ayna karşısında deneme yapabilirsiniz. Işıktan rahatsız oluyor-sanız mutlaka gözlük kullanın. Uyku ve beslenme düzeninize dikkat edin.TV, bilgisayar, notebook ve akıllı tele-fonlar gibi ışın yayan aletlere fazla bak-maktan kaçının. Haftada bir kez zaman ayırıp göz çevresine bakım yapmalı ve cildinize uygun dinlendirici maskeler uygulamalısınız.

GözlerVücudunuzun

AynasıdırYüzde yaşlanma çok dinamik bir süreç. Bunun sonucu olarak yüzde her yaş dönemine özgü, farklı bölgelerde

değişiklikler ortaya çıkmaktadır.

İ

Op. Dr. Cihangir ToramanSuperplast Estetik Merkezi Estetik

Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı

dıyaman’da tarım ilacı içip ardından av tüfeğini karnı-na ateşleyerek intihar ettiği öne sürülen Fatma Koçak’ın, annesi ve üvey kardeşi ta-

rafından öldürüldüğü ortaya çıktı. 16 yaşındaki Koçak ailesinin zoruyla ev-lendirildiği için evden kaçmış daha sonra polis tarafından annesine teslim edil-mişti. Türkiye’deki acı tabloyu gözler önüne seren olayı değerlendiren Zirve Üniversitesi Aile ve Kadın Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi Mü-

dürü Yrd. Doç. Dr. Derya Keskinci, Türki-ye’de çocuk gelin oranının yüzde 30-35 oranında olduğuna dikkat çekti. Erken yaşta evliliklerin önlenmesinin ancak bütüncül bir yaklaşımla sağlanabilece-ğini belirten Keskinci: “Kanuni düzenle-melerin gözden geçirilmesi gerekmekle birlikte, bu tek başına sorunun çözümü için yeterli değildir. Zorunlu eğitim ya-şının yükseltilmesi ve kız çocuklarının okula gönderilmesi sağlanmalıdır. Din adamları ve toplumdaki kanaat önder-lerinin mücadele içine çekilmesi ve on-

ların erken yaştaki evliliklerin sakınca-larını topluma anlatmasının sağlanması gerekir. Böylelikle , sorun hakkında top-lumsal duyarlılık arttırılarak, dayatılan geleneksel anlayışın değişmesi sağla-nabilir.” diye konuştu. Keskinci: “Top-lumsal cinsiyet eşitsizliğinin dayattığı rol dağılımı, kız çocuklarına değer veril-memesi, katı geleneksel yapı ve ailenin sosyo-ekonomik yönden zayıf olması; Türkiye’de kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmelerine sebep olmaktadır.” değerlendirmesinde bulundu.

Zirve Üniversitesi

Aile ve Kadın Çalışmaları

Araştırma ve Uygulama

Merkezi Müdürü Yrd.

Doç. Dr. Derya Keskinci,

Türkiye’de çocuk gelin

oranının yüzde 30-35

oranında olduğuna

dikkat çekti.

A

Türkiye’nin Acı Gerçeği

ÇOCUK GELİNLER

Yrd.Doç. Dr. Derya KeskinciZirve Üniversitesi Aile ve Kadın ÇalışmalarıAraştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü

Page 33: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k

iyabetik ayak yaralarında yeni tedavi yöntemleri hak-kında bilgi veren Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metaboliz-

ma Hastalıkları Bilim Dalı Öğretim Üye-si Prof. Dr. Mustafa Araz, gelişmekte olan ülkelerde diyabetik ayak yaraları-na bağlı ayak kesilme oranlarının daha fazla olduğunu ve diyabetik ayak yaralı hastalarda ölüm riskinin 2.5 kat arttığı-nı açıkladı. Diyabetik ayak yaralarında yeni tedavi yöntemleri hakkında bilgi veren Gaziantep Üniversitesi Tıp Fa-kültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı Öğretim Üye-si Prof. Dr. Mustafa Araz, gelişmekte olan ülkelerde diyabetik ayak yaralarına bağlı ayak kesilme oranlarının daha faz-la olduğunu ve dünyada diyabetik ayak yaralarına bağlı ölüm riskinin 2.5 kat arttığını açıkladı. Diyabet, uzun vadede komplikasyon olarak adlandırılan ciddi organ hasarlarına yol açan bir hastalık.

Organ hasarlarından nöropati (sinir ha-sarı) ve periferik (bacak) damar has-talığı diyabetik ayak yaralarına neden oluyor. Diyabetik hastalarda ayaklarda sinir hasarı ve bacak atar damarların-daki daralma veya tıkanma, ayaklarda infeksiyon, yara ve kangren gelişimini kolaylaştırıyor. Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Meta-bolizma Hastalıkları Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Araz, yaptıkları araştırmalara göre Gaziantep’te diya-bet rahatsızlığı olan üç hastadan iki-sinde sinir hasarının mevcut olduğunu belirtti.

Diyabet Ciddi OrganHasarlarına Yol Açan Bir Hastalıktır

Araz, diyabetik ayak yaralarının, trav-ma dışı ayak kesilmelerinin en önemli nedeni olduğunu da söyledi. Diyabetik ayak nedeniyle amputasyon yapılan hastaların %85’inde bacakta önem-

li bir kanlanma sorunu olmadığının da belirten Araz, sinir hasarı nedeniyle hastaların ayaklarında his kaybının ol-duğunu, hastada hissedilme yen ve fark edilmeyen yaraların oluştuğunu belirtti. Ayakta veya parmaklarda kesi, sıyrık, çatlak, kızarıklıkların diyabetik ayağın başlangıç belirtileri olabileceğini de ekledi. Uzun vadede komplikasyon olarak adlandırılan Diyabet, ciddi organ hasarlarına yol açan bir hastalık. Organ hasarlarından nöropati (sinir hasarı) ve periferik (bacak) damar hastalığı di-yabetik ayak yaralarına neden oluyor. Diyabetik hastalarda ayaklarda sinir hasarı ve bacak atar damarlarındaki daralma veya tıkanma, ayaklarda in-feksiyon, yara ve kangren gelişimini ko-laylaştırıyor. Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metaboliz-ma Hastalıkları Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Araz, yaptıkları araş-tırmalara göre Gaziantep’te diyabetik rahatsızlığı olan üç hastadan ikisinde

sinir hasarının mevcut olduğunu belirt-ti. Araz, diyabetik ayak, travma dışı ayak kesilmelerinin en önemli nedeni olduğu-nu da söyledi. Diyabetik ayak nedeniyle amputasyon yapılan hastaların %85’inde bacakta önemli bir kanlanma sorunu ol-madığının da belirten Araz, sinir hasarı nedeniyle hastaların ayaklarında his kay-bının olduğunu, hastada hissedilmeyen ve far k edilmeyen yaraların oluştuğunu be-lirtti. Ayakta veya parmaklarda kesi, sıyrık, çatlak, kızarıklık diyabetik ayağın başlan-gıç belirtileri olabileceğini de ekledi.

Gelişmekte olan ülkelerdeayak kesilme oranı daha yüksek

Gelişmiş ülkelerde dahi her 6 diyabetik hastadan birinde hayatı boyunca diyabe-tik ayak gelişme riski olduğunu söyleyen Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi En-dokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Araz bu oranın gelişmekte olan ülkelerde daha da yüksek olduğunu belirtti. Trav-ma dışı ayak ampütasyonlarının (kesilme) ikisinden birinin diyabetik ayağa bağlı ol-duğunu söyleyen Araz , “Her yıl dünyada 1 milyondan fazla kişi diyabetik ayak nede-niyle ayağını veya bacağını kaybetmek-tedir. Diyabetik ayaklı bir hastanın has-tanede yatış süresi %50 daha uzundur. Diyabetik ayaklı hastalarda ölüm riski 2.5 kat artmıştır” dedi.

Diyabetik ayakla ilgili yeni tedavi yöntemleri hayat kurtarıyor

Yara bakımı, uygun antibiyotik tedavisi, ayağı basınçtan koruma ve kan şekerini kontrolü klasik tedavi esaslarını oluştu-ruyor. Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Araz, son yıllarda uygulanan yaraya sü-rekli negatif basınç uygulayan ve vakum destekli tedaviler, kimyasal yara temizliği yapan yara örtüleri ve hiperbarik oksijen tedavisinin uygun vakalarda yara kapan-masını ve ülser iyileşmesini hızlandırabil-diğini söyledi. Araz ayrıca, yakın zamanda ülkemizde de kullanılmaya başlanan, yara içine enjeksiyon şeklinde uygulanan epi-dermal büyüme faktörü tedavisinin doku kaybı belirgin olan diyabetik ayak yarala-rında en etkili tedavilerden biri olduğunu belirtti. Bu tedavi yöntemiyle birçok has-tanın diyabete bağlı ayak yaralarını tedavi ettiklerini belirten Araz, şu anda bu tedavi ile birçok hasta sağlıklı bir şekilde hayatla-rına devam ediyor dedi.

Prof. Dr. Mustafa Araz, diyabetik ayak yaralarında yeni tedavi yöntemlerini ve diyabetik ayak yaralarının risklerini anlattı.

DİYABETİK AYAK RİSK FAKTÖRLERİ VEHASTALARDA DİYABETİK AYAK RİSKİNİ YÜKSELTEN NEDENLER:

•Kemik çıkıntıları gibi ayak şekil bozuklukları•Uygunsuz ayakkabı ve çorap giyme•Nasır•Yanlış tırnak kesimi•Ayak kuruluğu•Ayak bakımı ve temizliğine dikkat etmeyenler•Ayak mantarları•Çıplak ayakla yürüme•Yanıklar•Sigara•Yüksek kan şekeri, kolesterol, tansiyon düzeyleri

DİYABETİK AYAKTAN KORUNMAKİÇİN DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER:

•Ayak ve parmak araları günlük kontrol edilmeli•Ayaklar günlük olarak yıkanmalı, özellikle parmak araları kurulanmalı•Cilt kuruluğunu önlemek için nemlendirici krem sürülmeli (örneğin vaze-lin)•Pamuk veya yün çorap giymeli•Uygun ayakkabı giymeli ve özellikle ayakkabı giyerken yabancı bir mad-deye karşı içi incelenmeli•Tırnaklar düzgün kesilmeli•Nasırlar ve ayak mantarları tedavi edilmeli

Diyabetik Ayak

Yaralarında Yeni

Tedavi Yöntemi

D

Prof. Dr. Mustafa ArazGaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi

Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı Öğretim Üyesi

64

Page 34: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k66 67

zun uyuyanlar, çalışmak için daha çok zamana ih-tiyacı olanlar, çoğunlukla uyku sürelerini kısaltmak arzusunda. Ancak, uyku

süresini belli bir oranın ötesinde kısalt-mak mümkün değil. Yapılan deneyler gösteriyor ki az uykuyla yetinmek sağlığımızı bozuyor. Uykuyu yeterin-ce uyumamak başta hafıza ve öğren-me mizi kötü etkiliyor, vücudumuzu hastalıklara daha açık hale getiriyor. Uykunun, yemek yemek, su içmek ve nefes almak gibi vücudumuz için vazgeçilmez bir zorunluluk olduğunu vurgulayan Türk Uyku Tıbbı Derneği (TUTD) Başkanı Prof.Dr. Murat Ak-su’nun verdiği bilgiye göre uyku süre-leri genetik faktörlerin etkisiyle kişi-den kişiye değişmekle birlikte bu süre 4 - 11 saat arasında farklılık gösteriyor. Genetik geçişin varlığını gösteren en iyi kanıt ise tek yumurta ikizlerinin uyku sürelerinin birbirler¬inin tama-men aynı olması.

Sağlıklı olmanını ön koşulu; uyku

Doğuştan itibaren belirlenmiş olan bu süreyi belli limitler dışında değiştirme-nin mümkün olmadığını belirten Prof. Dr. Aksu, şunları söylüyor: “Uyku, ha-yatımızda feragat edilmemesi gere-ken bir dönemdir. Sağlıklı olmanın ön koşullarından biri sağlıklı uyumaktır. Bu nedenle bebeklikten itibaren uyku hiçbir yaşta boşa geçirilen bir dönem olarak görülmemelidir. Uyku süresini kısaltmak zorunda kaldığımızda uyku

yoksunluğu sonucu görülen isten-meyen belirtilerle karşılaşmaktayız. Yetersiz uykunun kısa vadedeki en belirgin sonucu, hafızamızın ve öğren-me kapasitemizin kötü etkilenmesi, öğrenme güçlüğü çekilmesi ve has-talıklara daha açık hale gelinmesidir. Üniversite öğrencileri ile yapılan bir çalışmada, kısa bir zaman diliminde uyku süresinin kısaltılması mümkün olmamış, deneklerde ertesi gün yor-gunluk, halsizlik, konsantrasyon güç-lüğü ve hafıza bozuklukları gibi şika-yetler saptanmış. Deneye katılanlar, uygunsuz zamanlarda uyku ihtiyaç-larına yenilip, uyuya kalmışlardır. Kısa-cası uykudan feragat edip daha iyi öğ-

renemezsiniz. Kalıcı belleğin oluşması için uyku şart.”

Uykusuz kalmanın sonuçları ; zamanı bilememe, hayal görme, kekeleme...

Uyku, yemek yemek, su içmek, nefes almak gibi organizma için vazgeçilmez bir zorunluluk. Aç ve susuz yaşamak nasıl mümkün değilse, uyumadan da yaşamak mümkün değil. Kişilerin uzun süre uykusuz bırakıldığı deney-lerin genellikle 3 - 4 gün sürebildiği-ne , istem dışı olarak kısa süreli olarak uyuya kaldıklarını söyleyen Prof. Dr. Murat Aksu, sözlerini şöyle sürdürdü:“Uykusuz geçen süre uzadığında

Hayatımızın yaklaşık üçte birini uyuyarak geçiriyoruz. Gerçekten bu kadar uzun süre uyumak zorunda mıyız? Çevremizde seyrek de olsa çok daha kısa süre uyuyanlara da

rastlıyoruz. Peki uykumuzu kısaltmak mümkün mü?

Daha Az Uyumak Mümkün Mü?Uykudan Fedakarlık

Sağlığı Bozuyor

uyku ataklarının daha sık ve uzun süreli olduğu gö-rülmektedir. Uyku yok-sunluğu deneylerinde, 3 gün sonunda gerginlik, sinirlilik, zamanı bilememe, hayal görme, kekeleme, konuşulanları anlayama-ma gibi belirtiler ortaya çıkmaktadır. Daha sonra ellerde titreme, vücutta yanma ve ağrılar, görme bozuklukları olmaktadır. Bugüne kadar insanlarda yapılabilmiş, en uzun süreli uykusuzluk deneyi 11 gün ile Amerikalı bir üniversite öğrencisinde gerçekleş-tirilmiştir. Denek olan öğ-renci, gerçekle ilişkisinin bozulduğu görüldükten sonra, psikoza benzer bir klinik tabloya girerken uy-kusuzluk deneyi sonlan-dırılmıştır. Benzeri hayvan deneyleri ise türlere göre değişik süreler sonunda ölümle sonuçlanmıştır.”

Türk toplumunun yüzde 75’i sekiz saat uyuyor

Türkiye’de yapılan araştır-

malarda, toplumun büyük çoğunluğunun yaklaşık yüzde 75’nin 7 - 8 saat süreyle uyuma alışkanlı-ğına sahip olduğunun or-taya çıktığını anlatan Prof. Dr.Murat Aksu, şu bilgileri veriyor: “Napoleon, Chur-chil gibi pek çok ünlünün kısa uyku süreleriyle bi-linmektedir. Ama kısa bir süre uyuduğu halde er-tesi gün fonksiyonlarında değişiklik olmayanların sayısı çok fazla değildir. Türkiye’de, toplumun sa-dece yüzde 10’unun, 6 saatin altında bir uyku ile hayatını sürdürdüğünü bi-linmektedir. Kısa uyuyan-lardan bahsederken hafta içi 6 saat uyuyup , hafta sonunda uyku sürelerini 8 - 10 saate uzatarak uyku-larını telafi edenleri değer-lendirme dışında bırakmak gerekir. 8 saatten daha uzun süre uyuyanlara, kısa süre uyuyanlara oranla toplumda biraz daha sık rastlanmakta, bunların oranı yüzde 15’e kadar yükselmektedir. “

U

Prof.Dr. Murat AksuTürk Uyku Tıbbı Derneği (TUTD) Başkanı

Page 35: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k68 69

stanbul Kongre Merke-zinde düzenlenen, yurtiçi ve yurt dışından yaklaşık 10 bin ziyaretçinin katıldı-ğı İstanbul Medikal Turizm

Fuarına katılan “Narkoz Sağlık Der-gisi”yoğun ilgi gördü. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının desteği ve Türk Hava Yollarının sponsorluğuyla açılan İstanbul Medikal Turizm Fu-arı, dünya sağlık turizminin profes-yonellerini İstanbul’da buluşturdu. Fuara, Türkiye’nin farklı şehirlerin-den devlet ve üniversite hastane-leri, özel hastaneler, termal tesisler, spa merkezleri, kaplıcalar, göz, ağız ve diş sağlığı merkezleri, sağlık ku-ruluşları, sigorta şirketleri, sektörel dernek ve kurumlar ile medya or-ganları katılırken Gaziantep’ten fua-ra katılan Narkoz Sağlık Dergisi fua-rın ilgi odağı oldu. Yaklaşık 1 yıl önce yayın hayatına başlayan ve 5.sayı-sı okuyucularıyla buluşan Narkoz Sağlık Dergisi fuarda bulunmanın yanı sıra fuarda medya sponsoru olmanın da haklı gururunu yaşadı. Narkoz Sağlık Dergisi İmtiyaz Sahi-bi Mezine Sırakaya; yurt içi ve yurt

dışından yaklaşık 10 bin ziyaretçi-nin katıldığı fuarda olmaktan dolayı mutlu olduklarını belirterek yaklaşık 1 yıl önce yayın hayatına başlayan Narkoz Sağlık Dergisi olarak ikinci kez fuara katıldıklarını belirterek fu-arların kendileri ve Gaziantep için bir şans olduğunu söyledi. Sırakaya; “ İstanbul’da 11-13 Haziran 2014 tarih-lerinde düzenlenen Medikal Turizm Fuarı bizim için ve Gaziantep için çok önemliydi. Sağlık Turizminin bölgesel anlamda temsilcisi konumunda olan Gaziantep’i böyle güzide bir fuarda temsil etmek bizi gururlandırdı. Nar-koz Sağlık Dergisi olarak kalitemiz-den ödün vermeden büyük düşün-düğümüzü her alanda gösteriyoruz. Yayın hayatına başladığımız bir yıllık süreç içerisinde katıldığımız ikinci fuarda da çok olumlu tepkiler aldık.Fuarda yurtiçinden, Birleşik Arap Emirlikleri, Bulgaristan, Hollanda, İsveç, Kosova, Libya, Ürdün, Yemen, Irak, Cezayir, İran ve Kırgızistan’dan çok ciddi bir katılım gerçekleşti. Ka-tılımcılar ile bire bir görüşerek Nar-koz Sağlık Dergisini ve aynı zaman-da Gaziantep’i anlattık. Gaziantep’in

sağlık sektöründe son yıllarda yap-mış olduğu atılımdan bahsederek, Gaziantep ile Türkiye’de ve ilerleyen dönemlerde de yurt dışında köprü görevi oluşturacak bir yayın organı ihtiyacının Narkoz Sağlık Dergisi ile giderileceğini anlattık.

“Narkoz Sağlık Dergisi İstanbul Medikal Turizm Fuarında”

Narkoz SağlıkDergisi İstanbul’da

İ

irve Üniversitesi Sağlık Bi-limleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Bes-lenme Uzmanı Funda Esin; GDO denilen şeyin çeşitli

teknikler kullanılarak bir canlıdaki ge-netik özelliklerin, benzer özellikler taşımayan canlıya aktarılması ve o canlının gen diziliminin değiştirilmesi yada kendi doğasında bulunmayan bir özellik kazandırılması olduğunu söy-ledi. Fakılı, “GDO teknolojisiyle, çok daha fazla ürün elde edilmesi ve besin değerlerinin artırılması hedefleniyor. Besinlerin genlerine bu şekilde müda-hale edilerek lezzet, besleyicilik ya da dayanıklılık gibi özellikleri geliştirilmek isteniyor. Bu şekildekifaydalı olacağı düşünülebilir ancak GDO’lu besinlerin

tüketimi geniş zaman diliminde insan sağlığını ciddi şekilde olumsuz etkile-yebiliyor.” dedi.

Yetersiz Denetimler Halkın Sağlığını Tehlikeye Atıyor

Birçok ülkede bu ürünlerin doğaya sa-lınımları konusunda sıkı bir kontrol sis-temi uygulandığını ve gıdaların bu tür ürünlerden yapılmaları yada içerisinde GDO bulundurmaları durumunda ürün etiketlerinde beyan edilme zorunlu-luğu olduğunu ifade eden Fakılı, Tür-kiye’de iseGDO’lu ürünlerin üretimine izin verilmediğini açıkladı. GDO’nun Türkiye’de yasal olmamasına rağmen yetersiz denetimler nedeniylegay-rı meşru yollarla 800’e yakın GDO’lu

ürünün yetiştirildiğini belirtti.

Günlük Hayatımızda Tükettiğimiz Birçok Ürün GDO’lu

Üretimi sırasında GDO kullanılmış pek çok ürün olduğuna vurgu yapan Fakı-lı, “ Ülkemizde özellikle mısır, patates, domates, pirinç, soya, buğday, kabak, balkabağı, ayçiçeği, yer fıstığı, bazı ba-lık türleri, kolza, kasava, papaya, muz, ahududu, çilke, kiraz,ananas, biber, kavun, karpuz, kanola gibi günlük ha-yatımızda kullandığımız pek çok gıda ürününde GDObulunmaktadır.” dedi. Hangi besinlerde GDO bulunup bu-lunmadığını besinin dış görünüşünden anlamaya imkan olmadığını ve bu yüz-den gıdaları mevsiminde tüketmeye özen göstermek gerektiğine de deği-nen Fakılı, mevsimi dışında yetiştirilen sebze ve meyvelerde doğal olmayan zorlama yöntemlerin kullanıldığını söyledi.

“GDO’lu BesinlerSağlımız İçin

Ciddi Risk Oluşturuyor”Zirve Üniversitesi Sağlık

Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik

Bölümü Beslenme Uzmanı Funda Esin Fakılı

GDO içeren besinlerle değerlendirmelerde

bulundu.

ZFunda Esin

Zirve Üniversitesi Sağlık Bilimleri FakültesiBeslenme ve Diyetetik Bölümü Beslenme Uzmanı

Page 36: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

71s a ğ l ı k s a ğ l ı k

ünevver -Halil Okuyucu çif-ti’nin 27 hafta olarak doğan ikiz bebekleri erken doğum ve solunum sıkıntısı nede-niyle Özel Kemal Bayındır

Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesine yatırıldı. 1130 gr doğan Mus-tafa Çağlar Okuyucu 50 günlük Yenido-ğan Yoğun Bakım Ünitesi’ndeki tedavi

sonrasında 1900 gr olarak taburcu edil-di. Hüseyin Rüzgar Okuyucu ise 980 gr doğarken 80 günlük Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi’ndeki tedavi sonrasında 2010 gr olarak taburcu edildi. Münev-ver -Halil Okuyucu çifti “Dr. KAYIK’ın, ikizlerinin tedavisinde bilgi ve sabrını en üst seviyede tutarak; sarf ettiği emek ve özveriden dolayı ömür boyu ailece

minnettar olduklarını söyledi. Çift aile olarak 80 gün boyunca hastane yöne-timinden, doktorlarından , hemşire ve çalışanlardan çok memnun olduklarını ifade ederek, bundan böyle kendimizi Özel Kemal Bayındır Hastanesi’nin bir ferdi olarak kabul ediyoruz. Bu büyük camiayı görüp, tanıdığımız için ayrıca mutlu olduklarını söylediler.

Yenidoğan ikiz bebekler uzun süren yaşam mücadelesi sonunda Özel Kemal BAYINDIR Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Uz.Dr. Bülent KAYIK ile Yenidoğan Yoğun Bakım ekibinin titiz çalışmaları ile sağlıklı yaşama döndü.

İkizlere Sağlıklı Yaşam

MYerinde ve zamanında kulla-nılan her cümlenin hayatımıza katmış olduğu değişikliklere tanık olmuşuzdur. Mülakat-larda bu durumun gerçeği gören ve hayatımızı etkileyen kelimeler olduğunu ömrümüz boyunca unutamayız. “Bize ne katabilirsin” sorusuna verece-ğimiz cevabın bizi nerelere ta-şıyabileceğini hiç düşündünüz mü? Doğru ve yerinde iletişim kurmak adına önce insanları anlamak ve onlarla aynı dili konuşmak gerekir. Bu kurgu-yu kuramadığımız sürece hep bir şeyler eksik olarak ilerleye-cektir. Kişiye saygı gösterir ve bunu karşıya pozitif anlamda yansıtabilirsek ilişkilerimize ve iletişimimize doğru yerden başlamış oluruz. İletişime vo-leybol maçı oynar gibi bakmak lazım. Karşı taraftan çok sert gelen bir smaç yada servisi önce yumuşatmak lazım ki sonra sayı yapa bilelim. Bizim 2 pas daha yapma hakkımız olduğunu unutmamamız lazım. Biz karşı tarafa aynı sertlikle cevap veriyor olursak ya top dışarı çıkar yada topu karşı tarafa vermiş oluruz. Sağlıklı iletişim kurabilmek için iki pas hakkımız daha olduğunu unutmadan önce topu yumu-şatmamız lazım. Karşı tarafın size güvenmesi , ya da sizin içinde bulunduğunuz durum ile ilgili onu motive etmesi gere-kebilir. Karşılıklı güven, moti-

vasyon ve iş birliği içerisinde olmak önemlidir. Çünkü güven ve motivasyonunun düşük olduğu iletişimde savunma mekanizmaları devreye girer ve ikna etme telkin etme ve kendimizi ifade etme anlamın-da zorlanmaya başlarız. Aksi takdirde kolay olan karşılıklı iletişimi frekans uyumsuzluğu nedeni ile içinden çıkılmaz bir hale sokabiliriz. Aynı duyguların paylaşıldığı aynı dilin konuşul-du ortamda kişilerin orta yolu bulamamaları adına hiçbir ibare olmamalı diye düşünüyorum. Ama bazen bir tebessüm bile her şeyin sonuçlanmasına neden olur. Özellikle bizim gibi Sağlık iletişimi yapan kurum çalışanlarının iletişim anlamında ağzından çıkan her kelimenin aslında kurum kültürü ve kurumunun vizyon ve misyonunu gösterdiğini bilmesi işimizin hiç te kolay olmadığını ve omuzlarımızdaki yükün ne kadar ağır oldu-ğunu göstermektedir . Her şeyin bir merhaba kelimesi ile başladığını ve bu kelimenin yeni dostluklar ve yeni ufuklar açtığını, insanların isteklerinin ne istediğini anladığımız sürece her zaman başarlı bir iletişim örneği sergileneceğini unut-mamamız gerekli. Kültür, eği-tim, statü kavramlarının geri planda tutulması yada gör-mezlikten gelinmesi başarılı bir iletişimin olmazsa olmazıdır.

BAŞARILIBİR İLETİŞİM İÇİN…

“Dünyayı yönetenler; kalem, mürekkep ve kağıttır” demiş J.Hovel. 21.yüzyılın ilk çeyreğin de buna

iletişiminde gücünü ekleyebiliriz diye düşünüyorum.

Ayhan ULUMedical Park Kurumsalİletişim Pazarlama Müdürü

70

Page 37: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k72 73

“2014 Yılı Proje Teklif Çağrısı-Sosyal Gelişme Pilot Uygulamaları-Mali Des-tek Programı” kapsamında destekle-nen “Hemşirelik Simülasyon Labora-tuarının Kurulması ve Sağlık Mesleki Eğitim Altyapısının Geliştirilmesi” baş-lıklı Projenin Sözleşmesi, HKÜ Rektörü Prof. Dr. Tamer Yılmaz ile İKA Genel Sekreteri Sayın Bülent Özkan tarafın-dan 22.05.2014 tarihinde imzalandı. HKÜ Rektörü Prof. Dr. Tamer Yılmaz; “Hemşirelik Simülasyon Laboratuarı sayesinde, HKÜ Sağlık Bilimleri Yük-sekokulu’nda öğrenim gören Hem-şirelik, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon ve Beslenme ve Diyetetik Bölümleri

öğrencilerinin yanısıra, Gaziantep’teki bazı Sağlık Meslek Lisesi öğrencileri ve İl Sağlık Müdürlüğü’ne bağlı ola-rak çeşitli Sağlık Kurumlarında görev yapan Sağlık Personelinin uygulamalı eğitim imkânlarını artırarak, daha ni-telikli yetişmelerini hedeflemekteyiz. Proje kapsamında bölgemizde ilk kez, HKÜ Sağlık Bilimleri Yüksekokulu bün-yesinde ‘Hemşirelik Uygulama Bece-rileri Simülasyon Laboratuarı’ kuru-larak, sağlık bakım profesyonellerinin mezuniyet öncesi ve sonrası uygula-malı eğitimlerinin verimliliği ve etkinliği artırılacaktır. Bilgisayar destekli simü-lasyon uygulamaları sayesinde öğren-

cilere interaktif eğitim verilerek, anın-da geribildirim alınacak, öğrencilerin karar verme ve uygulama becerileri-nin geliştirilmesi sağlanacaktır” dedi. İpekyolu Kalkınma Ajansı Genel Sek-reteri Bülent Özkan ise; “Bölgedeki mesleki eğitim altyapısının iyileştiril-mesinin hedeflendiği Sosyal Gelişme Pilot Uygulamaları Mali Destek Prog-ramı kapsamında desteklenen proje ile, bölgede öğrenim gören sağlık per-sonelinin niteliklerinin geliştirileceği” açıklamalarına yer verdi. Simülasyon Laboratuarının 2014 yılı sonuna kadar tamamlanarak eğitimde kullanılmaya başlanması hedefleniyor.

Hasan Kalyoncu Üniversitesi (HKÜ) tarafından Gaziantep’te sağlık personeli eğitim kalitesinin artırılmasına yönelik olarak hazırlanan ve İpekyolu Kalkınma Ajansı

desteği almaya hak kazanan Projenin Sözleşmesi imzalandı.

HKÜ; İKA Destekli Proje ileSağlık Eğitimi

Altyapısını Geliştirecek

GAÜN Tıp Fakültesi’nin MüthişKadrosu Göz Kamaştırıyor

Çeyrek asırlık geçmişi ve müthiş bir akademik kadrosuyla kalitesini her geçen gün artıran Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, yeni modern binasıyla 2014 – 2015 eğitim öğretim yılında öğrencilerini eğitmeye devam edecek.

1987 yılında kurulan ve 2001 – 2002 Eğitim Öğretim Yılı’ndan itibaren entegre sisteme geçilen GAÜN Tıp Fakültesi, 107 profesör, 63 doçent, 37 yardımcı doçent, 321 araş-tırma görevlisi olmak üze-re 528 öğretim elemanı ile, Türkçe Tıp Programı’nda kayıtlı 872 ve İngilizce Tıp Programı’ndaki 201 olmak üzere bin 73 öğrencisini kaliteli bir şekilde eğitme-ye devam ediyor. Önü-müzdeki yıl öğrencilerin hizmetine sunulacak olan yeni dekanlık binasında, 224 kişilik 3 ve 120 kişilik 6 amfinin yanı sıra, 40’ar kişilik 10 modül sınıfta dersler verilecek. Bu binadaki, 3 laboratuvar ile okuma salonu da öğren-cilere modern bir eğitim imkânı sağlayacak. GAÜN Tıp Fakültesi’nin Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nin ölçme ve değerlendirme kurumu URAP’ın verilerine görü Türkiye’deki üni-versiteler arasında ilk 10 sırada yer aldığını belirten Dekan Prof. Dr. Levent Elbeyli, “Fakültemizin öğretim üye ve öğrenci-

leri 2010 yılından itibaren 82 toplumsal duyarlılık projesini gerçekleştirdi. Üniversitemiz öğrenci-leri, bölge üniversiteleri arasında düzenlenen Tıp Fakülteleri Yarışıyor Ya-rışması’nda birinciliği ka-zandı. Fakültemiz mezunu öğrencilerimiz, Türkiye’nin saygın araştırma ve uygulama hastanelerin-de hizmet vermektedir. Dâhili Tıp Bilimleri Bölümü 39, Cerrahi Tıp Bölümü 15 ve Temel Tıp Bilimleri ise 11 ana bilim dalıyla hizmet vermektedir. Fakültemizi tercih eden öğrencileri-mize fakültemizin kendi bursunun yanı sıra, Op. Dr. Ersin Arslan bursundan da yararlanmaktadır. Temel amacı mesleki ve bilimsel yönden yeterli ve sağlam karakterli öğrenciler ye-tiştirmek olan Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, çağdaş medeniyet sevi-yesine ulaşmak ve onunla yarışmak için Atatürk ilkelerini rehber edinmiş bir fakülte olma özelliğini, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da sürdüre-cektir.”

Page 38: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

uperplast Estetik Mer-kezi’nden Estetik Plastik Rekonsrüktif Cerrahi Uz-manı Op.Dr. Hüseyin Gü-ner , güzelleşme kaygısıyla

herhangi bir işlem yaptırmadan önce işin uzmanı olan isimlere kulak verme-nizi öneriyor. Op.Dr. Hüseyin Güner, formda ve güzel kalmak için yapılacak operasyonlar sonrasında dikkat edi-lecek püf noktalarının altını çizdi. Bu-run estetiği ameliyatları ile yüz ve gıdı germe işleminden sonra 3-4 gün so-ğuk kompres tedavisi uygundur. Yağ alma işlemleri sonrasında yağ atılımını hızlandırmak için bol su içmek ve C vi-tamini alımını artırmak gerekir. Ayrıca ödem atıcı krem veya haplar alınabilir. Göz operasyonlarından sonra ise gece yatarken 2 hafta boyunca flaster ya-pıştırılarak şişmenin önüne geçilebilir. Karın germe – Liposuction sonrası korse ve varis çorabı kullanılabilir. Saç ekimi sonrası tenisçi bandajı kullanı-labilir. Genel olarak herhangi bir ope-rasyon sonrası 5-7 gün sonra dolaşımı hızlandıran masaj yapılabilir . Özellikle ılık su içinde masaj tedavileri önerilir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta çok sıcak suyun tehlikeli olabi-leceği. Su sıcak olursa kanama ve ya-nığa sebep olabilir. Tüm operasyonlar-da bölgesel dolaşımı hızlandırmak için nazik masaj yapılabilir.

Yaş ilerledikçe cildimizde sarkmalar ve deformasyonlar meydana gelir, çünkü yaşlanmak hayatın gerçeklerinden biri. Fazla

yağlardan, küçük ya da büyük göğüslerden, yüzdeki kırışıklıklar ve sarkmalardan dolayı ilk akla gelen çözüm, Estetikte

uzmanlaşmış cerrahların kapısını çalmak.

Güzelleştiniz!...Peki Ya Sonrası?

Süp bebek tedavisinin başarı şansı, yaşa göre değişiyor. 30 yaşın altındaki hasta-lar için bu oran yüzde 60’a çıkarken, 35 yaş civarında

yüzde 40’a , 40’lı yaşlarda ise yüzde 15’e düşüyor. Ancak bu oranlar teda-viyi yalnızca bir kez deneyenler için geçerli. Toplam oranlara bakıldığında ise tedaviyi 4 kez yaptıranlarda başa-rı oranı yüzde 90’ın üzerine çıkıyor. İlk siklusta yüzde 50 olan başarı oranı, bir yılda yapılan 4 siklus sonrasında yüzde 90’a çıkıyor. Eurofertil Tüp Bebek Mer-kezleri Medikal Direktörü Dr. Hakan Özörnek, doğada bir ayda yüzde 25 olan gebelik oranını tüp bebek teda-vileriyle ikiye katlayarak yüzde 50’ye

çıkardıklarını belirtiyor. Dr. Hakan Özörnek, “Aslında tıptaki tedavilerle hastalıklar en fazla eski haline döndü-rülüyor. Oysa kısırlık tedavilerinde ba-şarı yüzde 100’e çıksın isteniyor. Bizler ise doğada yüzde 25 olan şansı yüzde 50’ye katlıyoruz” diye konuştu.

Sabırlı olmak sonuca ulaştırıyor

Hasta açısından her tedavide en önemli unsurun umut ve hasta ile yakınınlarının iyileşmeye duydukları inanç olduğunu vurgulayan Dr. Hakan Özörnek, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Tüp bebekte diğer hastalıklardan farklı olarak buna bir de sabır ekleme-miz lazım. Kadının ve erkeğin içinde

bulunduğu duruma göre tedaviyi bir-den fazla kez tekrarlamamız gereke-biliyor. Sabırlı olduğunuzda sonuçta çocuğunuzu kucağınıza alabiliyor-sunuz. Ama maalesef 4 kez deneyen çift sayısı çok az. Halbuki bir deneme süreci yaklaşık 15 gün sürüyor. Hasta-nın yılmadan tedaviye devam etmesi, vazgeçmemesi en önemli nokta. Son yıllarda tüp bebek tedavilerinde tek-noloji çok hızlı gelişiyor. Bir yandan günlük yaşama daha uygun tedaviler ortaya çıkarken diğer taraftan başarı ihtimalinin artırılması üzerinde de çalı-şılıyor. Halen devam eden araştırmalar gösteriyor ki; 17 – 18 yıl sonra dünyada yüzde 100 başarılı tedavi uygulayan klinikler olacak. “

Bilindiği gibi tüp bebek tedavilerinde başarı, kimi zaman uzun soluklu bir süreçten sonra geliyor . Ancak tedaviden alınan sonuç, sanıldığı kadar uzun sürmüyor. Bir tedaviden 15 günde yanıt alınabiliyor. Önemli olan ise başarısızlıkla sonuçlanan

denemelerde bir sonrakine umutlu ve sabırla hazırlanabilmek.

1.Adım: Yumurta gelişimi 12 gün

2.Adım: Yumurta toplama

3.Adım: Döllenme 3 – 5 gün

4.Adım: Embriyo transferi günü

5.Adım: Transferden 12 gün sonra gebelik testi

Tüp bebek ajandası(5 adımda tüp bebek)

“Tüp Bebek TedavileriDoğadaki Şansıİkiye Katlıyor”

T

Op.Dr. Hüseyin GünerSuperplast Estetik Merkezi Estetik Plastik Rekonsrüktif Cerrahi Uzmanı

s a ğ l ı k s a ğ l ı k 7574

Page 39: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k76 77

apılan araştırmalara göre, içme suyunun yüzde 43’ü musluklara ulaşmadan kayboluyor. En fazla kayıp yüzde 56,7 ile Güneydoğu

Anadolu Bölgesi’nde yaşanırken, bu bölgeyi yüzde 56,1 ile Doğu Karadeniz Bölgesi izliyor. Kayıp ve kaçak sular konusunda çö-zümler üretmek amacıyla 28-29 Ağustos tarihlerinde İstanbul’da Su Kayıp ve Kaçakları Forumu düzenle-necek. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürü Prof. Dr. Cu-mali Kınacı: “Bir yılda kaybolan 2 mil-yar metreküp suyun şebekelerde hiç su kaybı olmayacağı varsayıldığında, Türkiye’nin 157 günlük içme-kullan-ma suyu ihtiyacını karşılayabileceğinin görülmekte olduğunu söyledi. 8 Mayıs 2014 tarihinde yürürlüğe giren İçme Suyu Temin ve Dağıtım Sistemlerin-

deki Su Kayıplarının Kontrolü Yönet-meliği ile su idareleri ve belediyelerin su kayıp oranlarını belirlenen yıllar içerisinde yüzde 25 düzeyine indir-meleri hedefleniyor. Yeni su kaynağı arayışına başlamadan önce, mevcut şebekedeki su kayıplarının azaltılması ile ilgili çalışmalara öncelik verilmesi ise büyük önem arz ediyor.

İklim DeğişimleriÖnemli Boyutlara Ulaştı

Dünya ülkelerinin ortak sorunu olan küresel ısınma her geçen gün etkile-rini daha fazla hissettiriyor. Hava du-rumlarının mevsim normalleri dışın-da seyretmesi, iklim değişikliğinin ne denli önemli boyutlara ulaştığını gözler önüne seriyor. Özellikle son yıllarda birçok ülkede yaşanan su sıkıntıları, iklim değişikliği konusunda ülkelerin bir takım çözümler üretmesini zorunlu kılıyor. Buna karşın ülkemizde yapılan araştırmalar, içme suyunun yüzde 43 gibi büyük oranının musluklara ulaş-madan kaybolduğunu gösteriyor. Bir damla suyun servet sayılacağı günle-re yaklaşırken, iklim değişikliği ve ek-sik altyapılar nedeniyle yaşanan su sı-kıntılarına dikkati çekmek, su yönetim politikalarını tartışmak, kayıp ve kaçak

sular konusunda çözümler üretmek amacıyla 28-29 Ağustos tarihlerin-de İstanbul’da Su Kayıp ve Kaçakları Forumu düzenlenecek. Forum Orga-nizasyon Kurulu Başkanı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürü Prof. Dr. Cumali Kınacı, Dünya Bankası tarafından 2009 yılında ya-yımlanan bir rapora göre 21. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa ve Orta Asya Bölgesinde ekstrem iklim olaylarına en çok maruz kalacak 3. ülkenin Türki-ye olacağının altını çizdi.Bu kapsamda Bakanlık olarak çok ciddi çalışmalar içinde olduklarını belirten Kınacı, ilk ele aldıkları konulardan birinin su kaynak-larının korunmasına yönelik olduğunu kaydetti.

Su temin ve dağıtım sistemi düzenlenmeli

Gelişmiş ülkelerde yüzde 10-20’lerde olan su kayıp ve kaçaklarının, ülke-mizde çok yüksek oranlarda oldu-ğunu belirten Kınacı, şunları söyledi: “İçme-kullanma suyu şebekelerinde yaşanan kayıp-kaçakların kuraklık üzerinde doğrudan bir etkisi olma-makla birlikte, kuraklığın su kaynak-larımız üzerinde yarattığı baskılar dolayısıyla bir etkileşim söz konusu.

Bir damla suyun servet sayılacağı günler yaklaşıyor

Bir Damla SuServet Sayılacak

Bu kapsamda, 8 Mayıs 2014 tarihin-de yürürlüğe giren İçme Suyu Temin ve Dağıtım Sistemlerindeki Su Ka-yıplarının Kontrolü Yönetmeliğimizin amacı da su kaynaklarının korunması ve verimliliğin arttırılması doğrultu-sunda, içme-kullanma suyunun et-kin kullanılması ve israfının önlenmesi için içme-kullanma suyu temin ve dağıtım sistemlerindeki su kayıpları-nın kontrolüne ilişkin usûl ve esasları düzenlemek. Nüfus ve gelir düzeyinin yükselmesi ile birlikte artmakta olan içme-kullanma suyu taleplerinin kar-şılanmasına yönelik çözümlerin bu-lunmasında, yeni su kaynağı arayışına başlamadan önce, mevcut şebeke-deki su kayıplarının azaltılması ile ilgili çalışmalara öncelik verilmesi büyük önem arz ediyor.”

2 milyar metreküp su kayıp

Prof. Dr. Cumali Kınacı, TÜİK verilerine göre, ülkemizde 2012 yılında belediye-ler tarafından içme ve kullanma suyu şebekesi ile dağıtılmak üzere 4,9 mil-yar metreküp su çekildiğini, ancak bu suyun 2 milyar metreküpten fazlasının nihai kullanıcıya ulaşmadan kayboldu-ğuna işaret ederek, “Yüzde 43’e teka-bül eden bu kayıp oranı, gelişmiş ülke-lerdeki yüzde 10-20’lik kayıp oranları düşünüldüğünde oldukça yüksek se-viyededir. TÜİK 2012 yılı verilerine göre içme-kullanma suyu şebeke-lerindeki en yüksek kayıp oranlarının yüzde 56,7 ile Güneydoğu Anadolu ve yüzde 56,1 ile Doğu Karadeniz Bölge-leri’nde (İBB-1 - Türkiye İstatistiki Böl-ge Birimleri Sınıflandırmasına göre 12 Bölge arasından), en düşük kayıpların

ise yüzde 33,3 ile Doğu Marmara ve yüzde 38,7 ile İstanbul Bölgeleri’nde olduğu görülmekte” dedi. Kınacı, İçme Suyu Temin ve Dağıtım Sistemlerin-deki Su Kayıplarının Kontrolü Yönet-meliği ile mevcut su kayıplarının taki-bine dair envanter oluşturulması için yıllık raporlama yükümlülüğü getiril-diğini bildirerek, yıllık raporların idare-ler tarafından hazırlanarak Genel Mü-dürlüklerine ulaştırılmasının ardından, önümüzdeki yıl itibariyle envanter çalışmaları yapılacağını ve kayıp-ka-çak miktarlarının da hangi unsurlardan kaynaklandığının daha net şekilde be-lirleneceğini kaydetti.

Su Kayıpları KontrolEdilmeli ve İzlenmeli

Ülkemizde bu denli yüksek su kayıpla-rının kabul edilebilir seviyelere çekile-bilmesi için altyapı yatırımları ile kontrol ve izleme sistemlerine ağırlık verilme-si gerektiğine işaret eden Kınacı, şöyle devam etti: “Bu Yönetmelik ile bu hu-suslar düzenlenmiş; içme-kullanma suyu temin ve dağıtım sistemlerinin yönetimine dair sürekli debi ve hacim ölçüm cihazları, şebekenin sayısallaş-tırılarak sürekli izleme ve kontrolünün sağlanması ve bu doğrultuda gerekli teknolojik altyapının oluşturulması, tekniğine uygun onarım ve yenile-me çalışmaları ile bunun için gerekli teknik kapasitenin oluşturulması gibi esaslar belirlenmiştir. Bu gibi alt yapı çalışmaları hâlihazırda ve uzun yıllardır özellikle birçok Büyükşehir Belediye-mizin Su İdarelerince yürütülmekte-dir. Bu bölgelerimizdeki kayıp-kaçak oranlarının diğer bölgelerimize kıyasla

oldukça düşük seviyelerde seyret-mesi, bu illerimizde yapılan söz ko-nusu alt yapı çalışmalarının etkinliğini ortaya koymaktadır. Ülkemizde kişi başına günlük su tüketimi (küçük sa-nayi tüketimi ile su iletim ve dağıtım sistemindeki su kayıpları dahil) orta-lama 170 lt/kişi gün olarak kabul edil-diğinde ve bir yılda kaybolan 2 milyar metreküp suyun şebekelerde hiç su kaybı olmayacağı varsayıldığında Tür-kiye’nin en az 157 günlük içme-kul-lanma suyu ihtiyacını karşılayabilece-ği görülmektedir.”

Su kayıplarında hedef yüzde 25

Bu kapsamda bakanlık olarak İstan-bul’da gerçekleştirilecek olan Su Ka-yıp ve Kaçakları Forumu’nun özellik-le kayıp ve kaçak suların önlenmesi konusunda etkili çözümler sunaca-ğının altını çizen Kınacı, “Söz konusu yönetmelik ile su idareleri ve beledi-yelerin su kayıp oranlarını belirlenen yıllar içerisinde yüzde 25 düzeyine indirmeleri hedefleniyor. Gerçekleşti-rilecek altyapı ve izleme faaliyetleriy-le birlikte, suda yaşanan kayıp ve ka-çakların önlenmesi konusunda etkin çalışmalar üretiliyor. Küresel ısınmaya bağlı iklim değişiklikleri nedeniyle son derece değerli olan suyun temini ve tüketimiyle ilgili çok sayıda konunun irdeleneceği Su Kayıp ve Kaçakları Forumu, birçok sektör açısından bir fırsat niteliğinde olacak. Belediyeler ve su idareleri başta olmak üzere, bu forumla birlikte çok sayıda kurum ve kuruluşun yanı sıra tüm dünya gene-line de önemli katkılar sağlanacağına inanıyorum” diye konuştu.Y

Prof. Dr. Cumali KınacıOrman ve Su İşleri BakanlığıSu Yönetimi Genel Müdürü

Page 40: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

79

stanbul Üniversitesi Ço-cuk Sağlığı Enstitüsü ve İstanbul Tıp Fakültesi Ço-cuk Endokrinolojisi Bilim Dalı ile Çocuk ve Adolesan

Diyabetikler Derneği tarafından ger-çekleştirilen ve Aygaz’ın 10 yıldır des-tek verdiği projede bu sene de 100’den fazla çocuk diyabetle yaşamayı öğre-

niyor. Kampın bu yılki sürpriz etkinliği, çocukların sergileyeceği dans göste-risi olacak. İstanbul, 10 Temmuz 2014 - Aygaz’ın desteğiyle, Çocuk ve Ado-lesan Diyabetikler Derneği tarafından düzenlenen Diyabetik Çocuklar Kampı, Türkiye’nin şeker çocuklarını 22. kez bir araya getiriyor. Kamp, diyabetik çocuklara kendi kendilerine yeterek

yaşamayı öğretirken, eğlenmelerini ve yeni dostluklar kurmalarını sağlıyor. 8-18 yaş arasındaki diyabetik çocuk-ları buluşturan kamp, diyabetle mutlu yaşamanın mümkün olduğunu gös-termek, diyabetik çocuklar arasında güçlü bir bağ kurmak ve kendilerine güven duymalarını sağlamak amacıyla gerçekleştiriliyor. Kampta her yıl, ço-

ŞEKER ÇOCUKLAR HEM DİYABETLE YAŞAMAYI, HEM

DE DANS ETMEYİ ÖĞRENECEK

Aygaz’ın desteğiyle düzenlenen Diyabetik Çocuklar Kampı, Türkiye’nin şeker çocuklarını 22. kez bir araya getiriyor. 12 Temmuz’a kadar devam edecek olan kamp, Türkiye’nin diyabetik çocuklara yönelik ilk sağlık kamplarından biri olma özelliğini taşıyor.

cuk diyabetinde uzman profesörler, doçent ve uzman doktorların yanı sıra, hemşireler, diyet uzmanları, psikolog-lar, psikiyatristler ve spor eğitmenleri gönüllü olarak görev yapıyor.

Modern dans ve müzikle diyabet eğitimi yapılacak

‘Diyabetik Çocuklar Kampı’nın bu yılki sürpriz etkinliği, çocukların eğitim-ler sonunda sergileyecekleri modern dans gösterisi olacak. Daha önceki yıllarda “havacılık, tiyatro, dans ve ralli eğitimi” alan “şeker çocuklara”, bu yıl Mavi Dans Bale ve Dans Kursu eğit-menleri tarafından modern dans eğiti-mi veriliyor. Çocuklar, Mavi Dans Bale ve Dans Kursu’nun kurucusu Ayda Zorlu’nun eğitmenliğinde aldıkları dans eğitimin ardından, 11 Temmuz Cuma akşamı bir gösteri sergileyecekler.

Türkiye’nin en eski sağlık kamplarından biri

Kampta çocuklara, hipo ve hiperglise-

mi nedenleri, klinik bulguları, alınacak önlemler, kan ve idrarda glikoz keton bakılması, insülin tipleri, etki özellikleri, enjeksiyon teknikleri, spor ve egzer-siz yapma alışkanlığı, diyabette bes-lenme özellikleri ve düzeni, diyabetin komplikasyonları anlatılıyor. Diyabette takip kriterleri ve izlemenin önemi ko-nusunda uygulamalı ve teorik bilgilen-dirmeler yapılıyor. Çocuklar bir yandan yoğun bir şekilde bilgileri alırken bir yandan da yeni arkadaşlıklar gelişti-riyor. Daha önceki senelerde kampa katılanlar, artık ‘ağabey’ ve ‘abla’ ola-rak katılabiliyor. İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabi-lim Dalı, Çocuk Endokrinolojisi Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Çocuk Sağlığı Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Rüveyde Bundak, 10 yıldır projeye destek ve-ren Aygaz’ın Türkiye’nin en eski sağlık kamplarından biri olan Diyabetik Ço-cuklar Kampı’nın bir parçası olmaktan büyük mutluluk duyduklarını bildirdi. Aynı zamanda kampın 22 yıllık müdü-rü olan Prof. Dr. Rüveyde Bundak, bu tarz kampların çocukların psikososyal

gelişimlerinin yanı sıra diyabetli olarak yaşam konusundaki bilgi eksikliklerini de giderdiğini aktardı. Kampın en bü-yük ihtiyacının finansman olduğunu vurgulayan Bundak, Aygaz sayesinde hareket özgürlüğü kazandıklarına de-ğinerek, Türkiye’deki diğer kuruluşla-ra da bu tür projelere destek vermesi çağrısında bulundu.

Rakamlarla Şeker Çocuklar Kampı

22 yıldır aynı uzman ekibin görev yap-tığı ve herkesin gönüllü olarak çalıştığı kampta çocuk diyabetinde uzman üç profesör, bir uzman doktor, iki asistan doktor, dört hemşire, üç diyet uzma-nı, bir psikolog, bir psikiyatrist ve iki spor eğitmeni bulunuyor. Birçok sağlık kampı için örnek teşkil eden Diyabe-tik Çocuklar Kampı, 22 yılda yaklaşık 2.000 çocuğu konuk etti. Kampa An-talya, Diyarbakır ve Edirne gibi Türki-ye’nin başka şehirlerinden ve Azer-baycan’dan katılan doktor, hemşire ve diyetisyenler kendi bölgelerinde ve ülkelerinde benzer kamplar kurdular.

İ

s a ğ l ı k s a ğ l ı k78

Page 41: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k80 81

ünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı son açıklamaya göre, ortalama yaşam sü-resinin 64’ten 70 yıla çık-ması, daha çok ileri yaş-

larda görülen Alzheimer hastalığının sıklığını da artırmış durumda. 65 yaş sonrasında her 100 kişiden 8’inde Alz-heimer hastalığı görülüyor ve 65 yaş-tan sonra her 10 yılda bir bu oran daha da artıyor. Hastalığın belirtilerinin net olarak ortaya çıkması beyinde deği-şikliklerin başlamasından sonra 15-20 yılı bulurken, geç tanı sebebiyle tam bir iyileşme sağlanamıyor. Güncel ilaç tedavileri ise şimdilik hastalığın seyrini yavaşlatmada etkili. Ancak işin sevin-dirici bir yönü var! Genç yaşlarda MCI (Minimal Kognitif Bozukluk - Minimal Cognitive Impairment) evresinde tanı konduğunda, Alzheimer riskine karşı “koruyucu” bir tedavi süreciyle başa-rılı sonuçlar alınabiliyor...

HAFİF UNUTKANLIKLAR BAŞLADIĞINDA...

Bugün Alzheimer ile ilgili bütün bilim-sel çalışmalar erken tanı koymak üze-rine odaklanmış durumda. Anadolu Sağlık Merkezi Nöroloji Uzmanı Dr. Hale Alpsan Gökmen, hafif unutkan-lıkların başladığı genç yaşlarda MCI ta-nısının önemine dikkat çekerek şunları söylüyor: “MCI tanısı almış hastaların hepsinin ilerleyen yıllarda Alzheimer

olacağını söylemek doğru değil. Ancak ileride Alzheimer’a dönüşmemesi açı-sından hastayı takip etmek şart. Eğer bütün risk faktörlerini ortadan kaldı-rırsak o kişinin Alzheimer olma riskini de önleyebiliriz.”

MCI TANISI NASIL KONUYOR?

Unutkanlık şikayetiyle nöroloji uzma-nına başvuran hastaların öncelikle dik-katini ve hafızasını ölçmeye yönelik bir dizi test aşaması mevcut. Test sonuç-larının değerlendirilmesiyle, bulgular ışığında hastaya MCI tanısı konabiliyor. Test sürecinde üç sözcük (mavi, şahin, lale) uygulaması en klasik yöntemler-den biri. Uygulamada üç sözcük has-taya söylendikten sonra birkaç dikkat testi yapılıyor. Ardından üç sözcüğün ne olduğu sorularak hastadan hatırla-ması bekleniyor. “Uyguladığımız bazı tetkikler bize sorunun, tiroid bezinin iyi çalışmamasından ya da B vitamini eksikliğinden kaynaklandığını göste-rebilir” diyen Dr. Gökmen, o eksiklikler yerine koyulduğunda unutkanlığın da düzelebildiğine dikkat çekiyor. Bazen tanı koymada yardımcı olmak ama-cıyla kandan numune alarak uygula-nan ApoE geninde E4 polimorfizmi ise bir başka test. Ancak Dr. Gökmen “Bu testi bir tanı koymak için değil, sadece kişinin ileriki yaşamında bu hastalıkla karşılaşma olasılığının yüzdesini gör-mek için kullanıyoruz” diyor. Hastalı-

ğın ilerlediğini düşünüp ilaç tedavisini kesmenin doğru bir yaklaşım olmadı-ğını savunan Dr. Gökmen, özellikle ba-kımın en zor olduğu son evrede hasta yakınlarının daha rahat etmesi için de tedavinin sürdürülmesi gerektiğini sa-vunuyor. Yeni bir tedavi seçeneği ola-rak yürütülen aşı çalışmalarından ise yüz güldüren sonuçlar alabilmek için henüz çok erken...

Bunama (demans) sorununun en çok görülen tipi olan ve daha çok yaşlılık döneminde karşılaştığımız Alzheimer’da geç tanı, hasta ve hasta yakınları için

çok zorlu bir süreci de beraberinde getiriyor. Oysa hafif unutkanlıkların başladığı dönemde gecikmeden doktora başvurup ileride ortaya çıkabilecek olası bir

Alzheimer’dan korunmak mümkün.

Alzheimer Riskiniz İçinDoktora Erken Gitmeyi

“UNUTMAYIN!”

ALZHEİMER, TİP 3 DİYABET Mİ?

Bilimsel çevreler son günlerde Alz-heimer’ın diyabetle ilişkisini de sor-gulamayı sürdürüyor. Alzheimer için yıllardır diyabet, kolesterol, hipertan-siyon ve egzersiz azlığının risk olduğu biliniyordu. Ancak Dr. Gökmen, Alz-heimer’ın diyabet ile ortak bir hasta-lık mekanizmasına sahip olduğunun ortaya çıkmasının henüz çok yeni bir gelişme olduğunun altını çiziyor. Bu nedenle bazı bilim insanları Alzhei-mer’ı şimdiden Tip 3 diyabet olarak ilan etmiş durumda. Bilinen diyabeti olan hastaların Alzheimer hastalığı-na yakalanma oranı diğer kişilere göre iki kat daha fazla. Dolayısıyla, insülin direnci başlamış kişilerde tanı koyabil-mek, bu yeni gelişmeyle birlikte artık daha da önemli hale gelmiş durumda.

İŞ HAYATINDAKİ UNUTKANLIKLARIMIZINSEBEBİ NEDİR?

Son yıllarda yoğun iş temposu içinde çalışanların en önemli sorunlarından biri de unutkanlık. Dr. Gökmen, genç yaşlarda daha çok dikkat bozukluğu, yoğun çalışma temposu ve stres gibi faktörlerle dikkatin dağıldığını ve bu-nun da küçük unutkanlıklara neden olduğunu söylüyor. Dr. Gökmen’in verdiği bilgilere göre, gençlerde görü-len unutkanlık daha ziyade dikkat bo-zukluğundan kaynaklanıyor. Bunun sebebi olarak da stres, depresyon ya da konsantrasyon azlığı gösteriliyor.

AKTİVİTE LİSTESİ

Uzmanlar, Alzheimer için sosyal aktivitelerin ve hobilerin önemine işaret ediyor. Hasta için olduğu kadar özellikle hasta yakınları için de zor geçen bu

süreçte Dr. Hale Alpsan Gökmen’in hasta yakınlarına bazı önerileri var...

Hastanız için haftalık aktivite listeleri hazırlayın. Böylece onun hayatın içinde daha fazla kalmasını sağlayabilirsiniz.

Bir hobi edinmesine yardımcı olun.

Arkadaşlarıyla buluşacağı organizasyonlara katılmasını sağlayın. Dost sohbet-leri hafızasını canlı tutacaktır.

Bulmaca çözmek eğlencelidir. Mutlaka bu konuda teşvik edici davranın. Bu sa-yımızdaki bulmacadan başlayabilirsiniz.

Eğer bir el işi, örgü merakı varsa; hazır kış gelmişken ona rengarenk iplikler alın.

Ona alacağınız hediyelerde, zihnini canlı tutacak alternatiflere yönelin. Örneğin, bulmaca kitabı, hobisi için malzeme, küçük bir hafta sonu gezisi...

İleri dönemde bir hastanın bakımını üstlendiyseniz mutlaka destek grupların-dan yardım alın…

Dr. Hale Alpsan GökmenAnadolu Sağlık Merkezi Nöroloji Uzmanı

D

Page 42: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k82 83

ukurova Üniversitesi Kongre Merkezi’nde dü-zenlenen ve Mersin Üni-versitesi, Mustafa Kemal Üniversitesi, Sütçü İmam

Üniversitesi, Gaziantep Üniversitesi ve Çukurova Üniversitesi Tıp Fakülte-si’ni temsilen 5’er öğrenciden oluşan ekip yarıştı. Yarışmada, Gaziantep Üniversitesi yarışmada Tıp Fakültesi, 3. Sınıf öğrencisi İsmet Gamze Kut-luay, 4. Sınıf öğrencileri Tevfik Demir, Yusuf Arslanhan ve Salih Tünbekici ile 5. Sınıf öğrencisi Taylan Metin ile mücadele etti. Yarışma sonucunda Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi birinciliği kazanırken, Kahramanmaraş

Sütçü İmam Üniversitesi ikinci, Adana Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi üçüncü, Hatay Mustafa Kemal Üni-versitesi Tıp Fakültesi dördüncü, Mer-sin Üniversitesi ise beşinci oldu. Dekan Yardımcısı Profesör Dr. Ecir Ali Çak-mak yönetiminde gittikleri Adana’daki yarışmada birincilik ipini göğüsleyen öğrencilerini kutlayan Gaziantep Üni-versitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Levent Elbeyli, “Gaziantep Üniversi-tesi her alanda kazandığı başarılar-la adını Türkiye’ye sıkça duyuran bir üniversitedir. Fakültemiz öğrencileri, bölge üniversiteleri arasında yapılan bu mesleki yarışmada birincilik kaza-narak, üniversitemizin başarılarına bir

yenisini daha eklemiştir. Öğrencileri-mizi ve onların başarısının mimarı olan eğitim kadromuzu yürekten kutluyo-rum” dedi. Gaziantep Üniversitesi’nin mühendislik başta olmak üzere birçok bilim dalında bir referans üniversite olmanın gururunu yaşadığını belirten Rektör Prof. Dr. Yavuz Coşkun ise, “Kaliteli büyümeyi kendisine ilke edi-nin GAÜN, sağlıkta TBMM’nin protokol imzaladığı 6. Üniversite olmanın onu-runu yaşamaktadır. Öğrencilerimizin bu yarışmadaki başarıları, aldıkları eğitimin kalitesinin görülmesi açısın-dan önemlidir. Kendilerini ve hocalarını yürekten kutluyor, başarılarının deva-mını diliyorum” diye konuştu.

Çukurova Üniversitesi tarafından düzenlenen Çukurova Tıp Fakülteleri Yarışıyor

Yarışması’nda Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi birinciliği kazandı.

GAÜN Tıp FakültesiÇukurova birincisi

Ç

Page 43: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)
Page 44: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k86 87

Ünlü Psikoterapist Çağatay Öztürk, madde bağımlılığının son dönem ol-dukça arttığını belirterek, ‘Ben, oyun-cular arasında daha yaygındır düşün-cesini kabul etmiyorum’ dedi. Öztürk, ‘Oyuncular göz önünde olduğu için bu durumu onlara daha fazla mal ediyo-ruz. Bu, sanatçılara yapılmış çok bü-yük bir haksızlıktır,’ diye konuştu. Her meslek grubunda madde kullanımı-nın olduğunu, hatta kullanımın orta-okul yaşına kadar indiğini ifade eden Çağatay Öztürk, ‘Oyuncuların her yaptıkları çok çabuk duyulduğu için, sanki oyuncular daha fazla madde

kullanıyormuş gibi algılanıyor. Mesela oyuncular arasında çok fazla namaz kılan da var, ruhsal gelişime kendile-rini adamış kişiler de var. Uyuşturu-cu kullanan oyuncu yok ya da çok az demiyorum, her sektörden var. Bana gelenler arasında doktor da, bankacı da, hukukçu da, ev kadını da var’ açık-lamasını yaptı.

SOSYAL İÇİÇİLİK DİYE POPÜLERİST BİR TERİM YAYILDI

Öztürk, Türkiye’de belli grup uyuş-turucular hakkında bir takım yanlış

düşünceler olduğuna dikkat çekti. Öztürk; “Falanca uyuşturucu zarar vermiyor, o uyuşturucu ötekinden daha zararsız, bu bağımlılık yapmıyor, deniliyor. Örneğin; sizin vücudunuz her gün 2 kadeh alkol istiyor ve siz bunu alıyorsanız siz alkol bağımlısı-sınız. Kişi haftada 2 gün esrar içiyor, “istediğim zaman bırakırım” diyor. 20 yıldır bırakmamış ve devam ediyor. Sadece oyuncular arasında değil, ge-nel olarak sosyal içicilik diye popüle-rist bir terim yayıldı,”diye konuştu.

TÜRK BASINI, AVRUPA BASININDAN DAHA DUYARLI

Basın mensuplarının oyuncular ile il-gili yaptıkları haberlerden dolayı suç-lanması yerine Devlet politikası ola-rak madde bağımlılığının zararlarının anlatılması gerektiğinin altını çizen Öztürk, sözlerine şöyle devam etti; ‘Türkiye’deki basının özellikle son 5 yıldır, Avrupa’daki basından çok daha sorumlu davrandığını düşünüyorum. Son yapılan 40 kişilik operasyon-da bana gelen bir takım ünlüler var. Özellikle basını ya da birini hedef ala-rak suçlamayı doğru bulmuyorum. Basın günün sonunda işini yapıyor. Türkiye’de önemli dizilerin başrol oyuncularının da içinde olduğu bir operasyon yapılmışsa, bu haberi yan-sıtmayla alakalı basının olduğu yer, olması gerektiği yerdir.”

Hal böyle olunca kamuoyunda sanatçıların ekseriyetinin uyuşturucuyla olan imtihanı baştan kaybettiği algısı yerleşti. Peki gerçek bu kadar vahim miydi? AMATEM’in kurucusu Psikiyatrist Prof. Dr. Mansur Beyazyürek, sanat camiasının ünlü Psikoterapisti Çağatay Öztürk, Psikiyatrist Yard. Doç. Dr. Serdar Nurmedov ve Psikiyatri Uzmanı Dr. Hakan Erkaya ile sanatçıların madde bağımlılığı meselesini masaya yatırdık. Dört uzman; şu konularda birleşti:

1) Maddeyi sadece sanatçıların kullandığı düşüncesi çok büyük haksızlık.2) Oyuncular, gözönünde bulunduğu için madde kullanımı kendilerine mal ediliyor.

3) Mahremiyetleri olmadığı için duyulacak korkusuyla tedavi merkezlerine bile başvuramıyorlar.4) Bağımlılık, sanatçı değil insan sorunu olduğu için devlet politikası olarak ele alınmalı.

MADDE BAĞIMLILIĞIMadde bağımlılığı, bir insanlık sorunu olsa da geçmişten bugüne adeta sanatçıların üzerine yapıştı. Sanat dünyasından ünlülerin isimleri zaman zaman uyuşturucu ile yan yana geldi. Bu nedenle cezaeviyle tanışanlar bile oldu. Daha da vahimi, bazıları

madde bağımlılığı nedeniyle erkenden aramızdan ayrıldı.

‘ÇOCUKLUĞUNDA TRAVMA YAŞAYAN OYUNCULAR DAHA

MEYİLLİ’

Çocukluğunda tramva yaşayan oyun-cuların madde kullanımına daha meyilli olduklarının altını çizen Öztürk, ‘Ço-cukluk döneminde yaşanılan bir takım duygusal boşluklar ilerleyen zaman içerisinde doldurulamayınca, en ufak bir boşlukta uyuşturucuya yönelebi-liyorlar,” dedi.

‘HASTALARIMA ASLA, ‘UYUŞTURUCUYU BIRAK’

DEMİYORUM’

Madde bağımlılığı şikâyeti ile gelen hastalarına asla “uyuşturucuyu bıra-kın” demediğini belirten Öztürk, ‘Önce onlara “ne yapıyorsun, ne içiyorsun, bana bunları söyle” diyorum. Zaten ilk başta “sen maddeyi bırakmalısın” diyen uzmanlara da bir daha gitmiyor-lar. Problem uyuşturucu kullanması değil, uyuşturucuya iten sebepler. Onları ortadan kaldırmadığınız sürece “uyuşturucuyu bırakman lazım, tera-piye o zaman devam edelim” demek doğru bir yol değil. Bir şeyler için gelip anlatıp, sonra uyuşturucu problemi-ni konuşup, bilinçaltındaki meseleleri çözdükten sonra maddeleri kullan-mayı bırakıyorlar. Direkt uyuşturu-cuyu bıraktırmaya yönelik bir yöntem izlemiyorum. Bilinçaltında onu yaptı-ran şeylerin üzerine gidiyorum’ açık-lamasını yaptı.

SANATÇININ ÖRNEK OLMA DURUMU ABARTILIYOR

“Oyuncunun hangi noktada topluma örnek olması gerektiği konusu bizim toplumuzda biraz abartılıyor” diyen Öztürk, sözlerine şöyle devam etti;‘ Sanatçının topluma karşı sorumluluğu var, ama sınırlarının çok iyi bilinme-si gerekiyor. Oyuncu 24 saat tama-men iyi obje olmak durumunda değil. Onun da kendine ait bir takım inişleri, çıkışları olabilir. Uyuşturucu insanlı-ğın problemi. Sanatçı; “Evet ben bunu kullandım, şu anda da tedavi olacağım” şeklinde yaklaşım sergilerse bunun toplum üzerinde olumlu etki yarataca-ğını düşünüyorum. Ekran önündekiler ne olursa olsun popüler insanlar, nü-fus sahibi insanlar. Onların bile bu ka-dar zayıf noktaları olduğunu görmek, özdeşim açısından ayrıcalık ve yakın-

lık yaratacağı, bu konuda problemleri olanları tedaviye teşvik edeceği dü-şüncesindeyim.

TÜRKİYE’DE ETİK KURALLAR ÇİĞNENİYOR’

Madde kullanan ünlülerin diğer in-sanlara göre çok rahat tedavi olama-dıklarını da sözlerine ekleyen Öztürk, ‘Türkiye’de bu konuda etik kurallar çiğneniyor’ açıklamasını yaptı. Öztürk, yurtdışında kişilerin tedavilerini dışa-rıya sızdırmanın suç olduğunu vur-gulayarak, ‘Türkiye’de bazı doktorlar kendileri de o isimle anılsın diye basına haber veriyorlar. Bu da tedavi sürecini baltalıyor’ dedi.

PROF. DR. MANSUR BEYAZYÜREK: BAĞIMLILIK OYUNCU HASTALIĞI

DEĞİL, BEYİN HASTALIĞIDIR

İnsan ile ilgili yapılan araştırmaların hiç-bir konunun bağımlılık kadar önemli ol-madığını gösterdiğini belirten Prof. Dr. Mansur Beyazyürek, ‘Doktorlar olarak bağımlılığı çözersek tüm ruhsal hasta-lıkları çözeriz’ dedi. Basında yer alan oyuncuların mad-de kullanımı ile ilgili haberleri doğru bulmadığını ifade eden Prof. Beyaz-yürek: ‘Oyuncular ile ilgili bu kadar sansasyonel haber yapılmasını yanlış buluyorum. Oyuncuların göz önünde olmalarından dolayı madde kullanımı kendilerine mal ediliyor. Oysa ki ba-ğımlılık oyuncu hastalığı değil, bir beyin hastalığıdır. Bugün bir muhasebeci, bir doktor, bir avukat da madde bağımlısı

olabilir,’ açıklamasını yaptı.

ÇOK SANATÇI DOSTUM VAR, HİÇBİRİ BAĞIMLI DEĞİL

Medya’nın bağımlılıkla ilgili haber ya-parken yanında bir de uzman görü-şüne yer vermesi gerektiğini belirten Prof. Beyazyürek, ‘Oyuncuların madde kullanımı ile ilgili bu kadar karalanmasını ve madde kullanımının doğru bir mesaj gibi yansıtılmasını basının eksiği olarak görüyorum. Madde kullanımının para ile reklamı yapılsa inanın bu kadar gü-zel yapılamaz. Ben 35 yıldır bu mesleği yapıyorum. Sanat camiasından önemli yerlere gelmiş bir sürü dostum var, ama hiçbiri madde bağımlısı değil’ dedi.

BAĞIMLILIK HER SINIFTAN İNSANDA GÖRÜLEBİLİR

Madde bağımlılığının 12 yaşa kadar düştüğünü anımsatan Prof. Beyazyü-rek sözlerini şöyle sürdürdü; ‘Madde kullanımına çoğu genç ergenlik dö-neminde başlıyor. Ailelerin de bunu fark etmesi zaman alıyor. Hatta bazı aileler fark edemiyor. Çünkü ergenlik dönemindeki belirtiler ile madde kul-lanımı belirtileri neredeyse aynı. Bunun engellenmesinde devlete, eğitimciye, aileye, polise, din adamlarına kısacası herkese iş düşüyor. Şu unutulmamalı ki hangi meslekten, ekonomik sınıftan, mezhepten olursa olsun her sınıf aynı şekilde madde bağımlılığı tehdidi altın-dadır. Hiçbir sınıf kendini “bizde olmaz” diye ayırt edemez.’

Psikoterapist Çağatay Öztürk

Prof. Dr. Mansur Beyazyürek

Page 45: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

s a ğ l ı k s a ğ l ı k88 89

PSİKİYATRİ UZMANI DR. HAKAN ERKAYA: TEK ÇÖZÜM; MADDEYE

ULAŞIM ENGELLENMELİ

Psikiyatri Uzmanı Dr. Hakan Erkaya madde bağımlılığının oyunculara mal

edilmesinin doğru olmadığını belir-terek, ‘Madde bağımlılığının ortadan kalkması için maddeye ulaşımın tama-men engellenmesi gerekiyor. Madde kullanımı serbest bırakılan ülkelerde bunu uyuşturucu trafiğini kontrol et-

mek amacıyla yapıyorlar,’ dedi. Ba-ğımlılığın bir beyin hastalığı olduğunu belirten Erkaya, sözlerine şöyle de-vam etti; ‘Madde bağımlılığı oyunculuk mesleğinin üzerine yapışmış. Bu kadar değerli bir meslek böyle yıpratılma-malı. Bu konuda medyaya çok iş düşü-yor. Çünkü bağımlılık ömür boyu süren bir hastalıktır. Tedavi olduktan sonra bir daha başlanılmaması için kişinin yaşam tarzını değiştirmesi gerekir. Bir çeşit hayatla yapılan kısa devre-dir. Hayatımızdaki her şeyin bağımlılık yapma olasılığı var. Önemli olan bunu nasıl yönettiğimizdir ”dedi.

‘TEDAVİ MERKEZLERİ YETERSİZ’

Erkaya, Türkiye’deki tedavi merkez-lerinin sayısının çok az olduğunu ifade ederek, ‘Olan merkezlerde de kapasite yetmiyor. O yüzden kişilerin madde-ye ulaşımını engellemek gerekiyor. Bu konuda da Türkiye’de koruyucu he-kimliğin daha çok gelişmesi lazım’ diye konuştu. www.filmstudiodd.com

‘MADDE KULLANIMI HAFIZAYI BOZUYOR’

Madde bağımlılığı ile ilgili olarak Baş-bakanlık’a bağlı bir araştırma ensti-tüsü kurulması gerektiğini savunan Prof. Beyazyürek, ‘Madde kullanan oyuncuların ileriki zamanlarda ref-lekslerinin azalacağını, ezber güçlüğü çekeceklerini, hafızaları ile ilgili sıkıntı yaşayacaklarını ve performanslarının düşeceğini’ açıkladı.

YARD. DOÇ. DR. SERDAR NURMEDOV: OYUNCULAR BU

ÇARKIN GÖRÜNEN YÜZÜ

Özel NP İSTANBUL Hastanesi’n-den Yard. Doç. Dr. Serdar Nurme-dov, madde bağımlılığı hakkında çok önemli açıklamalar yaptı. Nurmedov: “Madde bağımlılığı göz önünde ol-malarından dolayı oyunculara mal ediliyor, oysa oyuncular bu çarkın sadece görünen yüzü’ dedi.

‘OYUNCU HASTALIĞI DEĞİL GENETİK YATKINLIK’

Nurmedov, madde bağımlılığının

oyuncu hastalığı değil, genetik yat-kınlık olduğunu belirterek, esrarın diğer bütün uyuşturuculara geçiş maddesi olduğunu söyledi. Bağımlılı-ğın bir beyin hastalığı olduğunu açık-layan Nurmedov, oyuncuların madde kullanımı ile çok fazla yara aldığını da anımsatarak: ‘Kullanan kişiler oyuncu oldukları için değil, yatkınlığı olduğu için kullanıyorlar. Madde kullanımını ve bağımlılığını tansiyon hastasının yatkınlığı gibi görmek lazım,’ dedi.

‘TÜRKİYE’DE BAĞIMLILIKLA MÜCADELE POLİTİKASI YOK’

Nurmedov, Türkiye’de bağımlılıkla mücadele politikası olmadığının al-tını çizerek, ’Türkiye’de bağımlılık ile uğraşan psikologlar, emniyet men-supları, sosyologlar ve diğer bü-tün kurumların ortak bir çatısı yok. Bağımlılıkla mücadele kanunu yok. Madde bağımlılığı ile baş edebilme-miz için önce bunların olması gerek-li’ dedi. Nurmedov, madde kullanan oyuncuların tedavi olmak istedikle-rinde afişe olmadan gidebilecekle-ri herhangi bir yerlerinin olmadığını söyleyerek: ‘Oyuncuların tedavi ol-ması bile çok zor. Bir hastaneye git-mek istiyorlar, arkalarında bir sürü kamera var. Tedavi olmak isteyen ünlüler tedavi bile olamıyorlar, mah-remiyetleri yok, biraz rahat bırakıl-malılar’ dedi.

Yard. Doç. Dr. Serdar Nurmedov

UZMANLARDAN ÖNEMLİ TESPİTLER

Eski kuşak oyunculara nazaran yeni oyuncular daha çok madde

kullanıyor.

Erkeklerde madde kullanımı kadınlara göre daha fazla.

Şizofreni de, bağımlılıkta beyin hastalığıdır.

Uyuşturucu engellenmesi zor bir sektör.

Bağımlılık ömür boyu süren bir hastalıktır.

Uyuşturucu en yaygın İstanbul’da kullanılıyor.

Algı değişikliği yaptığı için maddeler cazip geliyor.

Kimi insanın maddeye yatkınlığı var, bunun oyunculukla ilgisi yok.

Doğduğunda genetik yatkınlığı olan her insan, uzak durmazsa

bir gün uyuşturucu kullanacak ve bağımlısı olacaktır. Oyuncu star olarak değil, insan olarak madde kullanıyor. Basın bu şekilde yer

verirse oyuncular bağımlılık damgasından kurtulur.

Psikiyatri UzmanıDr. Hakan Erkaya

Page 46: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)

Tel : 0 342 323 90 00 (Pbx)Fax : 0 342 323 92 90

Adres: Mücahitler Mah. Gazimuhtarpaşa Bul. 9 Nolu Cad.No:30Şehitkamil / GAZİANTEP

AYINTAP OTOMOTİV TURİZM TAŞ. SAN. VE TİC. LTD.ŞTİ

www.ayintapotomotiv.com

Page 47: Narkoz Sağlık Dergisi (Sayı 5)