Sayın
A. H
ilal T
uzta
ş Ho
rzum
lu’n
un fo
toğr
afı k
ulla
nıla
rak
graf
ikle
ştiri
lmiş
tir.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞININ KATKILARIYLASUPPORTED BY REPUBLIC OF TURKEY MINISTRY OF CULTURE AND TOURISM
II. ULUSLARARASI SELÇUK-EFES DEVECİLİK KÜLTÜRÜ VEDEVE GÜREŞLERİ SEMPOZYUMUII.CİLT FEN VE SAĞLIK BİLİMLERİ
SECOND INTERNATIONAL SELÇUK-EPHESUS SYMPOSIUMON CULTURE OF CAMEL-DEALING AND CAMEL WRESTLING
VOLUME II NATURAL AND APPLIED SCIENCE HEALTH AND MEDICAL SCIENCE
EditörlerProf. Dr. Atakan KOÇDr. Öğretim Üyesi Hasan ERDOGAN
ISBN 978-605-88682-9-8
II. ULUSLARARASI DEVECİLİK KÜLTÜRÜ VE DEVE GÜREŞLERİ SEMPOZYUMU
18-20 OCAK 2018 SELÇUK, İZMİR
II. CİLT
FEN VE SAĞLIK BİLİMLERİ
2nd
INTERNATIONAL SYMPOSIUM ON CULTURE OF CAMEL-DEALING AND
CAMEL WRESTLING
18-20 JANUARY 2018 SELÇUK, İZMİR, TURKEY
VOLUME II
NATURAL AND APPLIED SCIENCE
HEALTH AND MEDICAL SCIENCE
ISBN
978-605-88682-9-8
ARALIK 2018
Editörler
Prof. Dr. Atakan KOÇ
Dr. Öğretim Üyesi Hasan ERDOGAN
Bu kitabın yayın hakkı Selçuk Belediyesi’ne aittir. Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz.
Yayımlanan bildiri metinlerindeki yazı, fotoğraf, harita, illüstrasyon, yazım, noktalama vb.
konularındaki tüm sorumluluklar yazarına aittir.
SELÇUK BELEDİYESİ
SELÇUK EFES KENT BELLEĞİ YAYINLARI
SEMPOZYUM ONUR KURULU
Ayhan BOYACI, Selçuk Kaymakamı.
Dr.Dahi Zeynel BAKICI, Selçuk Belediye
Başkanı.
Prof. Dr. Öcal OĞUZ, Gazi Üniversitesi,
Edebiyat Fakültesi, - UNESCO Türkiye
Milli
Komisyonu Yönetim Kurulu Başkanı.
SEMPOZYUM DÜZENLEME
KURULU
Prof. Dr. Atakan KOÇ, Adnan Menderes
Üniversitesi, Ziraat Fakültesi.
Prof. Dr. Murat HATİPOĞLU, Dokuz
Eylül Üniversitesi, Selçuk-Efes Meslek
Yüksek Okulu.
Prof. Dr. Murat SARIERLER, Adnan
Menderes Üniversitesi, Veteriner
Fakültesi.
Prof. Dr. Tufan ALTIN, Adnan Menderes
Üniversitesi, Ziraat Fakültesi.
Dr. Öğrt. Üyesi Devrim ERTÜRK, Dokuz
Eylül üniversitesi, Efes Meslek Yüksek
Okulu.
Dr. Öğrt. Üyesi Hasan ERDOĞAN, Adnan
Menderes Üniversitesi, Veteriner
Fakültesi.
Dr. Öğrt. Üyesi Hatice Kübra UYGUR,
Mardin Artuklu Üniversitesi, Edebiyat
Fakültesi.
Dr. Öğrt. Üyesi Süleyman ŞANLI, Mardin
Artuklu Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi.
Öğrt. Gör. İrfan YILDIZ, Dokuz Eylül
Üniversitesi, Selçuk-Efes Yüksekokulu.
Uzm. Özgür GÖKDEMİR, Selçuk
Belediyesi.
Mustafa YAVUZ, Selçuk-Efes Devecilik
Kültürü ve Deve Güreşleri Derneği
Başkanı.
Mustafa İBİLİ, Selçuk-Efes Devecilik
Kültürü ve Deve Güreşleri Derneği Başkan
Yardımcısı.
Muammer KALE, Selçuk-Efes Devecilik
Kültürü ve Deve Güreşleri Federasyon
Temsilcisi.
SEMPOZYUM BILIM KURULU
Prof. Dr. Atakan KOÇ, Adnan Menderes
Üniversitesi, Ziraat Fakültesi.
Prof. Dr. Bülent ULUTAŞ, Adnan
Menderes Üniversitesi, Veteriner
Fakültesi.
Prof. Dr. Vedat ÇALIŞKAN, Çanakkale
On Sekiz Mart Üniversitesi, Fen- Edebiyat
Fakültesi.
Prof. Dr. Bernard FAYE, Uluslararası
Tarım ve Gelişme İşbirliği Enstitüsü,
Fransa.
Prof. Dr. Gaukhar KONUSPAYEVA,
Al-Farabi Üniversitesi, Kazakistan.
Prof. Dr. Gülsen DEMİR, Adnan
Menderes Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi.
Prof. Dr. Murat HATİPOĞLU, Dokuz
Eylül Üniversitesi, Efes Meslek Yüksek
Okulu.
Prof. Dr. Murat SARIERLER, Adnan
Menderes Üniversitesi, Veteriner
Fakültesi.
Prof. Dr. Nilüfer KOÇAK, Dokuz Eylül
Üniversitesi, İzmir MYO, Turizm ve Otel
İşletmeciliği.
Prof. Dr. Nuh KILIÇ, Adnan Menderes
Üniversitesi, Veteriner Fakültesi.
Prof. Dr. Öcal OĞUZ, Gazi Üniversitesi,
Edebiyat Fakültesi.
Prof. Dr. Pamela BURGER, Viyana
Üniversitesi, Veteriner Fakültesi.
Avusturya.
Prof. Dr. Sumant VYAS, Ulusal Deve
Araştırma Merkezi, Hindistan.
Prof. Dr. Süleyman YÜKÇÜ, Dokuz Eylül
Üniversitesi, İktisadi İdari Bilimler
Fakültesi.
Prof. Dr. Tufan ALTIN, Adnan Menderes
Üniversitesi, Ziraat Fakültesi.
Doç. Dr. Ali SÖNMEZ, Çanakkale
Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi.
Doç. Dr. Cem KARAGÖZLÜ, Ege
Üniversitesi, Ziraat Fakültesi.
Doç. Dr. Efzeleddin ASKEROV, Ulusal
Bilimler Akademisi Folklor Enstitüsü,
Azerbaycan.
Doç. Dr. Göksen ÇEÇEN, Uludağ
Üniversitesi, Veterinerlik Fakültesi.
Doç. Dr. Mohamed Osman EISA,
Omdurman Islam Universitesi, Ziraat
Fakültesi, Sudan.
Doç. Dr. Nurgül BEĞİÇ, Çankırı
Karatekin Üniversitesi, Güzel Sanatlar
Fakültesi.
Doç. Dr. Reyhan KÖRPE, Çanakale On
Sekiz Mart Üniversitesi, Fen-Edebiyat
Fakültesi.
Doç. Dr. Semir Bechir Suheil GAOUAR,
Tlemcen Üniversitesi, Cezayir.
Dr. Öğrt. Üyesi Arif ACALOĞLU,
Yeditepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi.
Doç. Dr. Ayşegül KOYUNCU OKCA,
Pamukkale Üniversitesi, Denizli Teknik
Bilimler,Meslek Yüksekokulu.
Dr. Öğrt. Üyesi Ayşe Hilal
TUZTAŞ-HORZUMLU, Yeditepe
Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi.
Dr. Öğrt. Üyesi Babek CAVANŞİR,
Yeditepe Üniversitesi, Tarih Bölümü.
Dr. Öğrt. Üyesi Canan ÇAKIRLAR,
Groningen Üniversitesi, Arkeoloji Bölümü,
Hollanda.
Dr. Öğrt. Üyesi Devrim ERTÜRK, Dokuz
Eylül Üniversitesi, Efes Meslek Yüksek
Okulu
Dr. Öğrt. Üyesi Ebru Çiğdem
THWAITES-DİKEN, Bilgi Üniversitesi,
İletişim Fakültesi.
Dr. Öğrt. Üyesi Gürol PEHLİVAN, Celal
Bayar Üniversitesi, Fen-Edebiyat
Fakültesi.
Dr. Öğrt. Üyesi Hasan ERDOĞAN, Adnan
Menderes Üniversitesi, Veteriner
Fakültesi.
Dr. Öğrt. Üyesi Hatice Kübra UYGUR,
Mardin Artuklu Üniversitesi, Edebiyat
Fakültesi.
Dr. Öğrt. Üyesi Ghobad Asgari
JAFARABADİ, İslami Azad Üniversitesi,
Ziraat Fakültesi, İran.
Dr. Öğrt. Üyesi Süleyman ŞANLI, Mardin
Artuklu Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi.
4
FEN BİLİMLERİ BİLDİRİLERİ
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ 7
Camels in Europe: A Brief History of Camel Hybrids and Camel
Breeding in Europe over the Last 1000 Years.
Maurizio DIOLI
8
Aydin İlinde Güreş Devesi Yetiştiriciliği, Bakım-Beslemesi ve
Yetiştiricilerin Sorunları Üzerine Bir Değerlendirme.
Selda MANAV, Atakan KOÇ
12
Develerin Beslenmesi.
Hulusi AKÇAY
22
Çift Hörgüçlü (Bactrian) ve Tek Hörgüçlü (Dromedary) F1 Melezi
(Tülü) Budukların Doğum Ağırlığı ve Vücut Ölçüleri Üzerine Bir
Araştırma
Atakan KOÇ, Abdullah BÜLBÜL, Birol BİRİNCİOĞLU, Tufan ALTIN
31
Impact of Restricted Suckling on Milk Composition of Camels Under
Farming System in Sudan.
Ayman Balla MUSTAFA, Ahmed Eisa ELHAG, Abdella Ramadan
EGNADI, Khadiga Abbas A/ATTI, Abdelmoneim Mukhtar
ABUNIKHAILA
42
Deve Sütünün İçerdiği Kazein, İmmunoglobilin ve Enzimlerin Terapötik
Etkisi.
Alkan ÇAĞLI, Murat YILMAZ, Tufan ALTIN
55
İnsan Sağlığında Deve Kolostrumu, Sütü ve İdrarının Anti-Kanserojenik
Kullanımları.
Olcay BOYACAIOĞLU, Murat YILMAZ, Seda Örenay BOYACIOĞLU
66
Some Adaptive Comparisons of Camel Milk Properties in Traditional
and Classical Medicine in Iran.
Saeid ZIBAEE, Mohammadreza NORAS
74
Deve Sütünün Yoğurt Üretiminde Kullanılabilirliği Üzerine Bir
Araştırma.
Selda BUCA, Atakan KOÇ, Mehmet ÇELEBİ
87
5
Develerde Karkas ve Et Kalite Özellikleri.
Abdullah BÜLBÜL, Atakan KOÇ, Tufan ALTIN, Birol BİRİNCİOĞLU
100
A Molecular Genetics View of Iranian Camel Populations.
Ghobad Asgari JAFARABADI, Onur YILMAZ, İbrahim CEMAL, Nezih
ATA, Orhan KARACA
111
SAĞLIK BİLİMLERİ BİLDİRİLERİ
Deve Yetiştiriciliği ve Bakımı Üzerine Bir Kaç Söz: Doğrular ve
Yanlışlar
Ali BELGE
116
Türkiye’de Deve Yetiştiriciliği ve Hayvan Refahı
Aysun KOÇ
129
Tek Hörgüçlü Develerde (Camelus Dromedarıus) Candıda Türlerinin
Nested Pcr İle Araştırılması
Göksel ERBAŞ, Uğur PARIN, Şükrü KIRKAN, Serap SAVAŞAN, Hafize
Tuğba YÜKSEL
140
Common Surgical Diseases in Camelids
Murat SARIERLER, Cansu YALAR, Duygu TANER, Bülkent TEZVER
149
Ancient and Modern Hybridisation Between One- and Two-humped
Camels
Pamela A. BURGER, Sara LADO, Elmira MOHANDESAN,
Sonja VUKOVIĆ– BOGDANOVIĆ, Joris PETERS, Canan
ÇAKIRLAR
153
Güreş Develerinde Nekropsi ile Tespit Edilen Parazitler
Süleyman AYPAK, Metin PEKAĞIRBAŞ, Selin ÜNER
HACILARLIOĞLU, Ali İbrahim BAĞDATLIOĞLU
160
Tek Hörgüçlü Develerde (Camelus Dromedarıus) Kene Kökenli
Zoonotik Bakterilerin Moleküler İdentifikasyonunun Araştırılması
Uğur PARIN, Göksel ERBAŞ, Şükrü KIRKAN, Serap SAVAŞAN, Hafize
Tuğba YÜKSEL
169
6
FEN VE SAĞLIK BİLİMLERİ POSTER BİLDİRİLERİ 177
Deve Sütü: Genel özellikleri, Sağlık ve Teknolojik Açıdan Faydaları ve
Deve Sütü Ürünleri
Selda BULCA, Eda SARIKOÇ, Sezgin DİZDAR
178
Aydin Bölgesindeki Deve Doğumlari ve Yenidoğan Eğerlendirmesi:
Ön Bulgular
Güneş ERDOĞAN, Tuğra AKKUŞ, Hasan ERDOĞAN
186
Develerin Deri Lezyonlarında Dermatofit Etkenlerinin Araştırılması
Hasan ERDOĞAN, Uğur PARIN, Hafize Tuğba YÜKSEL, Kerem URAL,
Şükrü KIRKAN
188
SONUÇ 189
7
GİRİŞ
İnsanlığın gelişmesine binlerce yıldır önemli katkılar yapmış çok yönlü bir hayvan
olan ve “çölün gemisi” olarak adlandırılan deve, içinde bulunduğumuz çağda en önemli
özelliği olan taşımacılık işlevini büyük ölçüde kaybetmiş olsa da özellikle Kuzey Afrika,
Ortadoğu ve Asya ülkelerinde yaşayan insanlar için önemli hayvansal gıda kaynaklarından
birisi olmaya devam etmektedir. Develerin dünya genelinde FAO verilerine göre sayısı 30
milyona yaklaşan develerden bir milyon tona yakın et, üç milyon tondan da daha fazla süt
üretilmektedir. Deve eti üretimi 1961-2014 yılları arasında 5.7 kat artışla kanatlı (tavuk, hindi,
ördek) eti üretiminden sonra oransal olarak en fazla artış gösteren et olarak dikkatleri
çekmektedir.
Kuzey Afrika ülkeleri ve bazı Aysa kıtası ülkelerinde insanların beslenmesine önemli
katkı yapan develer, Bazı Orta Doğu ülkelerinde deve yarışları, Türkiye, Pakistan ve
Afganistan gibi ülkelerde Deve Güreşleri ile insanların sosyal yaşantılarına da katkı
yapmaktadır. Türkiye’de Batı Anadolu’da Çanakkale-Antalya arasındaki kıyı şeridinde yer
alan il ve ilçelerde her yıl Kasım-Mart ayları arasında gerçekleştirilen deve güreşi
organizasyonları ile 1960’lı yıllarda 65.000 baştan fazla varlığa sahip olan deve sayısı 1990’lı
yıllara doğru sayıları hızla azalarak 1000 baş dolaylarına kadar düşerek neredeyse yok olmaya
yüz tutmuş olsa da, Türkiye’de 200 yılı aşkın bir süredir Yörük kültürü olan Deve Güreşleri
ile devecilik kendini yeniden yaratmış ve varlığını tekrardan artarak devam ettirmeye
başlamıştır.
Selçuk/İzmir’de17-19 Kasım 2016 tarihinde ilki, 18-20 Ocak 2018’de de ikincisi
düzenlenen Uluslararası Selçuk-Efes Devecilik Kültürü ve Deve Güreşleri Sempozyumları ile
deveciliğe ve deve güreşlerine farklı bir boyut kazandırılmış, dünya genelinde devecilik
alanında çalışan bilim insanlarının dikkatlerinin Deve Güreşlerine çevirmesine katkı yapmıştır.
İlk sempozyuma ülkemizden katılan bilim insanlarının sunduğu bildirilerin neredeyse
tamamının derleme niteliğinde olmasına karşın, 18-20 Ocak 2018’de düzenlenen ikinci
sempozyumda devecilik alanındaki araştırmalara ağırlık verilmeye başlandığı dikkati çekmiş,
Uluslararası olarak Selçuk’ta düzenlenen sempozyumların sadece deveciliğe katkı yapmasının
ötesinde, bu zamana kadar çok fazla bilim insanının ilgi göstermediği bir alan olan deve
biyolojisi konusundaki bilimsel çalışmaların artmasına katkı sağlayacağı bir gerçektir.
Uluslararası olarak Selçuk’ta düzenlenen sempozyumların devam ettirilmesiyle hem yurtiçi
hem de uluslararası düzeyde devecilik ve deve araştırmalarına önemli katkılar sağlamaya
devam ederek devecilik kültürünün hem dünyaya tanıtılması ve hem de gelecek kuşaklara
aktarılması sağlanacaktır.
8
CAMELS IN EUROPE: A BRIEF HISTORY OF CAMEL HYBRIDS AND CAMEL
BREEDING IN EUROPE OVER THE LAST 1000 YEARS
MAURIZIO DIOLI1
Abstract
The article examine the presence of camels in Europe from the past to present day. It demonstrate that
in historical time the majority, if not all, of the camels present in Europe were hybrids animals
between Camelus dromedarius and Camelus bactrianus. In present day time the situation has changed
and pure dromedaries in Europe are increasingly bred and utilized as a milk producing species while
pure Bactrian camels are bred in the northern latitudes and utilized as riding animal and/or pets. The
article objectives are reached through the author personal experiences, analysis of existing pictorial
medieval references and review of refereed article and books.
The article report an analysis of the camel breeding in Europe in historical times and present day. It
reveal that in historical times camel hybrids (C. dromedarius x C. bactrianus) were the predominant
camel species in Europe while in modern day the two species are more distinct and with different uses.
Keywords: Europe, Camelus dromedarius, Camelus bactrianus, hybrids
The dromedary (Camelus dromedarius) or one humped camel or simple camel is not
a traditional European livestock species but more a species of the arid areas of Africa and
Middle East where historically was used to transport trade goods across long distances
(Bulliet 1975), as riding animal in various military operations (Southern 2007) and as an aid
in farming activities (Brogan 1954, Coro 1929).
The camel impressive qualities of strength and docility were widely appreciated
particularly by the Romans who, starting from the I century (De Grossi Mazzorin 2006, 2010)
progressively introduced the camel in various European areas of their territories. This has
been confirmed by the many camel osteological remains retrieved from a wide variety of
geographical areas in Europe (Slide 1). Starting from UK in the West, where camel teeth have
been retrieved (Page 1932, page 116), to Spain, France, Belgium, Germany, Austria, Italy,
Slovenia, Serbia, Hungary and further areas to the east although in this case the animals were
probably two-humped camels or Bactrian camels (Camelus bactrianus) (Bartosiewicz 1996,
Bartosiewicz & Dirjec 2001, Bökönyi 1974, De Grossi Mazzorin 2006, 2010, Morales-Muniz
et al 1995, Moreno-Garcia et al 2007, Page 1932, Pigière & Henrotay 2012, Tomczyk 2016,
Vukovic & Bogdanovic 2013, Vuković-Bogdanović & Blažić 2014). The detection of camel
anatomical remains in Europe is not the only proof that camels were present in Europe. From
12th century onward pictorial representation of camels begin to be seen as paintings,
sculptures or mosaics in various European churches such as in the hermitage of San Baudelio
de Berlanga, in the cloister of Tarragona cathedral in Spain or in Monreale basilica in Sicily,
Italy (Slide 2). These early images of camels are artistically drawn however they are
convincingly of a dromedary. Successive, 13th century, images of camels are more confusing,
while both species of camel: the dromedary (Camelus dromedarius) and the Bactrian camel
(Camelus bactrianus) are illustrated, only the dromedary is drawn correctly instead the
1 Riu Tajo 15 B, 03580 Alfaz del Pi, [email protected]
9
Bactrian camel is incorrectly drawn: with the two humps excessively small and very close
together (Slide 3). Such incorrect representation of the Bactrain camel continue also in the
successive 14th and 15th centuries (Slide 4).
With the progressing of time zoological drawings become more accurate and 16th
century drawings of dromedaries and Bactrian camels unequivocally indicate that medieval
Bactrian camels are not the same type of animal as the modern day Bactrian camels. This is
particularly evident in the woodcut engraving of Stör Niklas titled a “Turk with camel and a
dromedary” that shows a morphologically correctly dromedary on the side of a Bactrian
camel with the peculiar morphology: two small humps very close to each other, of an hybrid
between the two species (Slide 5, bottom left). This drawing reflect the influence of the
Ottoman Empire in the history of mediaeval Europe that culminated with the 1529 siege of
Vienna done by the Ottoman army. Ottoman Army made extensive use of hybrid camels
because of their superior loading capacity, ability to work in hilly areas and resistance to cold
humid climate (Pott 2004, Tapper 1985, Leese 1927, Burckhardt 1831, Lennep 1870).
Ottoman army use of camel hybrids is confirmed by the contemporary woodcut drawing of
Barthel Beham (Slide 5, top left) in which, among battle scenes, a standing loaded camel of
hybrid morphology is clearly visible.
Successive 17th century detailed woodcut drawings in which the Bactrian camel is
shown not with two large and separated humps but with a single "indented" large hump, a
characteristic of hybrid camels, further strengthened the hypothesis that European medieval
camels were dromedary x bactrian camel hybrids (Slide 6). The 19th and 20th centuries
drawings and sculpture again confirm the camel hybridization hypothesis. However the final
proof that the camels present in Europe in historical times had a various degree of
hybridization between dromedary and Bactrian camel may be offered by a 1936 picture of an
adult female dromedary of the famous dromedary herd kept in the Royal Estate of San
Rossore near Pisa, Italy, from 1622 up to 1944 that clearly shows the typical camel hybrid
morphology: very large elongate hump, long hairs particularly under the jaw and neck and
relatively low height at the shoulder (Dioli 2014). (Slide 7)
Hybridization between dromedary and Bactrian camels is a husbandry practice
widely used in the past and still done today (Slide 8) in many areas in Asia to obtain camels
with specific characteristics: resistance to colder wetter climate, improved milk yield, larger
baggage carrying capacity (Pott 2004, Tapper 1985). Hybrid male camels are also used in
south western Turkey in the ancient tradition of "camel wrestling" (Çakırlar & Berthon 2014,
Vedat 2010).
10
REFERENCES
Bartosiewicz L., (1996). Camels in antiquity: the Hungarian connection. Antiquity, 70:
447-453.
Bartosiewicz L., Dirjec J., (2001). Camels in antiquity: Roman Period finds from Slovenia.
Antiquity, 75, 279-285.
Bökönyi S., (1974). History of Domestic Mammals in Central and Eastern Europe, Budapest
Brogan O. ,(1954). The camel in Roman Tripolitania. Papers of the British School at Rome,
XXII: 126-131.
Bulliet, R. W., (1975). The Camel and the Wheel. Harvard University Press
Burckart, J. L., (1831). Notes on the Bedouins and Wahabys: collected during his travels in
the east / by late John Lewis Burckhardt. Vol. II, Colburn & Bentley, London.
Çakırlar, C., Berthon, R., (2014). Caravans, camel wrestling and cowrie shells: towards a
social zooarchaeology of camel hybridization in Anatolia and adjacent regions.
Anthropozoologica. 49(2): 237–252
Coro, F., (1929). Vestigia di colonie agricole romane: Gebel Nefusa. Sindacato Italiano Arti
Grafiche, Roma.
De Grossi Mazzorin, J., (2006). Cammelli nell’antichita: le presenze in Italia, in Sala
B.,Tecchiati U. (eds.), Studi di Archeozoologia in onore di Alfredo Riedel, Bolzano,
231-242.
De Grossi Mazzorin, J., (2010). Presenze di cammelli nell'Antichità in Italia e in Europa:
aggiornamenti. In: Vie degli animali, vie degli uomini. Transumanza e altri spostamenti di
animali nellʼEuropa tardoantica e medievale, Edipuglia. Atti del Secondo Seminario
Internazionale di Studi (Foggia, 7 ottobre 2006), Bari, pp. 91-106.
Dioli, M., (2014). The missing hump: a clarification on the reported two-humped stage in the
embryonic development of the dromedary (Camelus dromedarius). Journal of Camel
Practice and Research. 21 (2) : 121-125
Galik, A., Mohandesan, E., Forstenpointner, G., Scholz, U. M., Ruiz, E., Krenn, M., Burger,
P., (2015). A Sunken Ship of the Desert at the River Danube in Tulln, Austria. PLoS
ONE, 10(4).
Leese, A. S., (1927). A Treatise on the One-Humped Camel in Health and in Disease.
Stamford: Haynes & Son.
Lennep, H. J. van, (1870). Travels in Little-Known Parts of Asia Minor. London, J. Murray.
162-165.
Morales-Muñiz, A., Riquelme, J.A., Liesau von Lettow-Vorbeck, C., (1995). Dromedaries in
antiquity: Iberia and beyond. Antiquity, 69, 368-375.
Moreno Garcìa, M., Pimenta, C. M, Aldana, P. L., Pajuelo Pando A., (2007). The signature of
a Blacksmith on a dromedary Bone from Islamic Seville (Spain), Archaeofauna.
11
Page, W. (1932). The Victoria History of the Counties of England-Kent. London: St Catherine
Press, page 116.
Pigière, F., Henrotay, D., (2012). Camels in the northern provinces of the Roman Empire.
Journal of Archaeological Science, 39:1531-1539
Potts, D.T., (2004). Camel hybridization and the role of Camelus bactrianus in the Near East.
Journal Economic and Social History of the Orient . 47(2): 143–165.
Tapper, R. (1985). One hump or two? Hybrid camels and pastoral cultures. Production
pastorale et societe. 16: 55-69.
Tomczyk, W. (2016). Camels on the Northeastern Frontier of the Roman Empire. Papers
from the Institute of Archaeology, 26(1): 1–13
Vedat, Ç., (2010). Examining cultural tourism attractions for foreign visitors: The case of
camel wrestling in Selcuk Ephesus. Turizam , 14: 22–40.
Vuković-Bogdanović S., Blažić S., (2014). Camels from Roman Imperial sites in Serbia.
Anthropozoologica 49, (2): 281-295.
Vukovic, S., Bogdanovic, I., (2013). A camel skeleton from the Viminacium amphitheatre.
STARINAR, vol LXIII, 251-267.
12
AYDİN İLİNDE GÜREŞ DEVESİ YETİŞTİRİCİLİĞİ, BAKIM-BESLEMESİ VE
YETİŞTİRİCİLERİN SORUNLARI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
SELDA MANAV1
ATAKAN KOÇ2
Öz
Bu çalışmada, güreş develerinin yetiştiriciliği, bakım, besleme ve sorunları hakkında genel bir
değerlendirme yapmak amaçlanmıştır. Bu amaçla Aydın ili ve ilçelerinde, güreş devesine
sahip toplam 25 deve yetiştiricisi ile yapılan anket sonuçları değerlendirilmiştir. Birkaç
yetiştirici dışında çoğu deve yetiştiricileri hobi ve kültürel bir alışkanlık olarak devecilikle
uğraşmaktadır. Deve sahibi olmak ilde güç ve prestij göstergesi olarak görülmekle birlikte,
son dönemde gençlerin de güreş devesi yetiştiriciliği yaptığı gözlemlenmiştir. Son yıllarda iş
adamlarının da reklam amaçlı ya da bir güç ve zenginlik göstergesi olarak güreş devesi
yetiştirerek güreşlere katıldıkları belirlenmiştir. İl genelinde deve üretimi yapan sadece iki
işletme bulunmakta olup bir işletmede damızlık amacıyla bir Bactarian erkeği (Buhur)
mevcuttur. Develerin güreşlere ilk katılım yaşı, güreşlerdeki en verimli yaş aralığı ve güreşten
çekildiği yaşlar sırasıyla 7, 9-15, 17 dir. Develeri besleme ve yarışmalara hazırlama
yöntemleri yetiştiriciye göre farklılık gösterdiği belirlenmiştir. Güreş devesi yetiştirenlerin en
önemli sorunları olarak deve güreşi organizasyonu düzenlemede yaşanan sıkıntılar, deve
hastalıkları konusunda yetkin veteriner hekim eksikliği ve yasal yollarla deve temininin
sağlanabilmesi olarak sıralanabilir. Devletten beklentileri ise, develerin kayıt altına alınarak
desteklenmesi, damızlık deve materyalinin getirilerek üretiminin yurt içinden yapılması ve dış
alımın azaltılmasıdır. Yüksek fiyatlara satılan ve alınan develerin değerinde sigorta
yapılabilmesi de yetiştirici istekleri arasındadır.
Anahtar Kelimeler: Güreş devesi yetiştiriciliği, Deve Güreşi, Sürdürülebilirlik, Aydın ili
WRESTLING CAMEL REARING, MANAGEMENT, NUTRITION AND BREEDERS
PROBLEMS IN AYDIN PROVINCE
Abstract
In this survey, the aim is to evaluate rearing, management, nutrition and problems of the
wrestling camel. For this aim, the interviews done with 25 wrestling camel breeders in Aydin
Province, Turkey, were evaluated. Except for a few of breeders, most of them rear camel for
hobby and cultural practice. Besides rearing camel gives a power and prestige to the owner in
the province, it was observed that youngsters also have reared wrestling camels, recently. In
addition to this, in the last few decades some businessmen also reared wrestling camel to
joined camel wrestling organization as for an advertisement or power and wealthiness
purposes. There are only two camel breeding farms in the province and on one farm for
breeding purposes one Bactrian male (Buhur) has been reared. The age of joining the
1 Zir. Müh.,Adnan Menderes Üniversitesi,Ziraat Fakültesi,Zootekni Bölümü,09100, AYDIN / TÜRKİYE-
[email protected] 2 Prof. Dr.,Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü,09100, AYDIN / TÜRKİYE-
13
wrestling, the most suitable age range and withdrawal age from the wrestling in camel are 7,
9-15 and 17 years of age, respectively. It was determined that the nutrition and preparation
methods of camel for wrestling varies depending on the breeders. The main problems of the
wrestling camel breeders are the troubles in camel wrestling organization, lack of expert
veterinarian in camel diseases and obtaining wrestling camel in legal ways. Expectation of the
breeders from the state are the registrations of camel and supports, producing wrestling camel
in the country by importing the breeding camel and reducing the importation. One addition to
the claims of the breeders is, due to sell or buy in a high price, to insure the wrestling camels
in their marketing values.
Key words: Wrestling camel rearing, camel wrestling, sustainability, Aydin Province
GİRİŞ
Develer, diğer ruminantlardan farklı olarak uzun süre açlık ve susuzluğa
dayanabilmekte, gerektiğinde idrar yapımını azaltarak, böbrek tübuluslarından üreyi resorbe
ederek protein sentezleyebilmekte, vücut sıcaklığını gece ve gündüz sıcaklıklarına göre
değiştirebilmekte, yetersiz beslenme şartlarında hörgücünde depoladığı yağı kullanarak vücudu
için gerekli olan enerji ve suyu sağlayabilme özelliğinden dolayı çöl koşullarına iyi uyum
sağlamış bir türdür (Özbeyaz,1997).
Devler, çöl gibi zor koşullar başta olmak üzere tarih boyunca taşımacılıkta ve binek
hayvanı olarak da dünyanın birçok bölgesinde kullanılmış önemli bir türdür. Tarih boyunca
develerin taşımacılık dışında etinden sütünden, derisinden ve yününden de faydalanılmıştır
(Çoruh, 2016). Antik dönemde evcilleştirilen deve, Orta Asya’dan gelen iki hörgüçlü
(Bactrian) ve Kuzey Afrika kökenli Arabistan ve Batı Asya’da kullanılan tek hörgüçlü
develere (Dromedary), Grek-Roma dünyasında rastlamak mümkündür (Çoruh, 2016).
Fosil yakıtların kullanımının yaygınlaşmasına bağlı olarak motorlu taşıtların
taşımacılıkta kullanılmasıyla büyük ölçüde birçok alanda önemini yitiren deve günümüzde
sığır, koyun, keçi, domuz ve manda gibi çiftlik hayvanı türlerinin yetiştirilemediği kurak-yarı
kurak alanlarda yetiştiriciliğinin yaygınlaştığı, taşımacılık yanında bu bölgelerde yaşayan
insanların en önemli hayvansal gıda kaynağı konumuna geldiği görülmektedir (Koç, 2016;
Koç ve ark., 2016). Sosyal amaçlı yetiştiriciliği ön plana çıkan Türkiye’de ise deve varlığı,
büyük ölçüde sadece güreşlere bağlıdır ve deve güreşlerinin popülerleşmesiyle birlikte son
yıllarda Türkiye’deki deve sayısında da bir artış olduğu dikkati çekmektedir. Devenin sahip
olduğu taşımacılık, hayvansal gıda kaynağı gibi işlevler ortadan kalktıkça, devecilik, deve
güreşleri üzerinden kendisini yeniden üretmiş ve varlığını sürdürmüştür (Ertürk, 2016). Deve
güreşlerinin Anadolu’daki başlangıcı tam olarak bilinmemekle birlikte yaklaşık iki yüzyıl
önce göçebe obalar ve kervancılar arasındaki rekabete bağlı olarak Aydın ili İncirliova
ilçesine yakın Hıdırbeyli köyünde yapılmaya başlanıldığı belirtilmektedir (Çalışkan, 2009;
Aydın, 2011; Çulha, 2012; Anonim, 2013; Güneş, 2016). Aydın’da tarım toplumunun göçebe
ve yarı göçebe Yörük kültürünün bir parçası olarak yaklaşık 200 yıldır deve güreşlerinin
yapıldığı, Menderes Havzasında deve güreşlerinin doğuşu ile tarım kesimi için geçimlik
üründen ticari ürüne geçiş ve uzak pazarlara mal taşınması arasında bir ilişki olduğu
belirtilmektedir (Güneş, 2016). Günümüzde ise deve güreşleri Çanakkale-Antalya arasındaki
kıyı şeridinde yer alan Çanakkale, Balıkesir, İzmir, Manisa, Aydın, Muğla, Denizli ve Antalya
illeri ve ilçelerinde her yıl Kasım-Nisan ayları arasında düzenlenmektedir (Çalışkan, 2009;
14
Aydın, 2011). Develer, güreşi tertipleyenler tarafından güreşe davet edilmekte, oyunlarına,
güreş stillerine göre çatılmaktadır. Güreş günü ise bir panayır görünümü veren ve güreş sahası
olarak adlandırılan alanlarda develer 10 dak güreştirilmektedir. Güreş develeri üzerine bahis
vb gibi oyunlar oynanması ise kesinlikle söz konusu değildir (Ertürk, 2016).
Bu çalışmada, Aydın ilinde güreş devesi sahipleri ile yapılan anketlerle güreş
develerine uygulana bakım, besleme ve deveciliğin sorunları hakkında genel bir
değerlendirme yapılması amaçlanmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Aydın ili ve ilçelerinde, güreş devesine sahip toplam 25 deve yetiştiricisi ile yapılan
anket sonuçları değerlendirilmiştir. Çalışma kapsamında Aydın ili, Umurlu, Efeler, İncirliova,
Nazilli, Bozdoğan, Yenipazar, Ortaklar ilçelerine gidilerek doğrudan deve yetiştiricileri ile
yüz yüze görüşmeler yapılmıştır. Anket kapsamında işletme sahibi ve barınaklar ile ilgili
tanımlayıcı bilgiler, işletmedeki sürü kompozisyonu, işletmelerin mera- yayla ve çoban
kullanım olanakları, develere uygulanan besleme uygulamaları, yavrulara süt verme ve
yemleme uygulamaları, işletmede bazı yetiştirme uygulamaları, deve güreşleri ve güreşlerle
ilgili uygulamalar, yaşanan genel sorunlar ve beklentileri ile ilgili tanımlayıcı sorular
yöneltilerek elde edilen bilgiler doğrultusunda anket sonuçları derlenmiştir.
BULGULAR VE TARTIŞMA
1-İşletme sahibi ve barınaklar ile ilgili bilgiler
Deve yetiştiricilerinin eğitim durumları değerlendirildiğinde 16 yetiştirici ilköğretim
mezunu, 7’si lise ve 2’si üniversite mezunudur. Genel olarak deve yetiştiricileri ya da
ailelerinin çiftçilikle de uğraştıkları, bitkisel tarım yanında aynı zamanda sığır ve manda
yetiştiriciliği yapan yetiştiricilerde mevcuttur. Son zamanlarda reklam ve prestij amaçlı
olarak esnaf, sanayici ve iş adamlarının da deve yetiştirmeye başladığı belirlenmiştir. Anket
yapılan deve sahiplerin tamamı erkek olup en genci 34 en yaşlısı ise 67 yaşındadır. Genelde
işletmelerde ailenin erkek bireylerinin deve bakım, besleme ve egzersiz gibi uygulamalarda
görev aldığı, babadan oğula doğru bir öğretinin söz konusu olduğu görülmüştür. Güreş devesi
yetiştiricilerinin bölgede “deveci” olarak adlandırıldıkları belirlenmiştir. Güreş devesi
yetiştiriciliğinin yaygın olduğu beldelerde deveciler derneğinin bulunduğu, buralarda
geçmişte ve günümüzde deve yetiştirmiş kişilerin toplandığı, ayrıca çeşitli kahvehanelerde
devecilerin gün içinde bir araya gelerek devecilik bilgi ve kültürünün paylaşımına önemli
katkı yaptıkları gözlemlenmiştir.
Ailede kaç yıldır deve yetiştiriciliği yapıldığına dair soruya deveciler deve
yetiştiriciliği ve kültürünün ailelerde köklü bir geçmişi olduğunu, sonradan güreş devesi
yetiştiriciliğine başlayanların bile dedelerinin bir dönem güreş devesi yetiştirdiklerini ya da
ilgilendiklerini bildirilmişlerdir. Deve güreşinin bölgedeki kültürel gelişimine bakıldığında ise
150 yıldır deve besleyen 1950’li yıllara kadar taşımacılıkta deve kullanan ailelerin
taşımacılığın sona ermesiyle birlikte güreş için ellerinde birkaç baş deve bıraktıklarını, deve
güreşlerinin ise taşımacılıkta kullanılan develerin boş vakitlerde kendi aralarında
güreşmesinden ortaya çıktığı rivayet edilmektedir.
15
Deve barınaklar genellikle klasik ahırlara benzeyip üstü çatılı ön tarafları brandayla
örtülü kışın kapanıp yazın açılabilen, basit yapılı, yüksek tavanlı barınaklardır. Bazı
barınakların ön taraflarında gezinme alanı mevcut olup İncirliovada bir işletmede ise buna ek
olarak mera alanları da bulunmaktadır.
2- Sürü kompozisyonu
İşletmelerde genel dağılım 1-2 baş Tülü (Bactiran x Dromedar F1 melezi) şeklinde
olup, hayvan varlığı ve üretim amaçlı olarak Aydın’daki en büyük işletme İncirliova’da
bulunan Aytekin KAYA’nın çiftçiliğidir ve toplam 38 baş deve bulunmaktadır. Yazıdere
Köyünde Cengiz YAVUZ, Umurlu’da Akın PAZARLIOĞLU ve Bozdoğan’da Özgür
SAVAŞ ise 10 başın üzerinde deveye sahip işletmeler olmakla birlikte; il içinde deve
alım-satımı yapan, deve pazar piyasasında önemli rol alan, bir nevi deve celebi olan
yetiştiricilerdir.
Anket yapılan işletmelerin yalnızca 3’ünde maya (Bactrian x Dromedar F1 melezi
dişi) bulunurken, ilde tek bir işletmede Buhur (Bctrian erkek) bulunmaktadır. Diğer dişi deve
sahipleri tarafından da bu Buhur damızlık amaçlı kullanılmaktadır.
3- İşletmelerin mera- yayla ve çoban kullanım olanakları
İncirliova ilçesinde anket yapılan, aynı zamanda Aydın’da tek deve üretimi yapan
yetiştiricinin Aydın Belediyesinden kiraladığı 200 dekar merada (Yazıdere köyünde) yaz
boyu (Haziran başı-Kasım ortasına kadar) hiçbir ek yemleme yapmadan ve başında bir çoban
bulundurmadan mera otlatması yaptırmakta birkaç günde gidip hayvanların durumu kontrol
etmektedir. Bundan başka 4 yetiştirici günlük gezdirme antrenmanıyla birlikte hayvanı
kendilerine ait meraya götürüp otlatmakta, akşam da ahıra geri getirmektedir. Bu şekilde hem
günlük antrenman hem de beslenme faaliyetini bir kısmı aynı anda tamamlanmış olmaktadır.
Bu yetiştiriciler meraya ilave ek yemleme de yapmaktadırlar.
Bunun dışındaki 20 işletmede hayvanlara entansif bakılmakta ve hayvan antrenman
dışında ahırdan çıkarılmamaktadır.
4-Develere uygulanan besleme uygulamaları
Develere yıl boyu uygulanan besleme programı, ilkbahar ve yaz dönemi beslemesi
ile sonbahar ve kış dönemi beslemesi olarak ikiye ayrılabilir. Eylül ayından itibaren azgınlık
göstermeye başlayan develer adeta kademeli olarak yemeden içmeden kesilir. Su tüketimleri
de buna paralel olarak çok düşer, bazen birkaç gün boyunca hiç su içmezler. Kışın agresif ve
sinirli olan Berseklere (Tülü erkeği) arpa ve samandan başka bir şey yedirmek çok zordur.
Yetiştiriciler bu develere arpa ve burçak ezmesinin su ve tuzla karıştırılmasıyla elde edilen
hamur toplarından (250-500 gr ağırlığında) günlük olarak 3-4 adet yedirdiklerini, hayvanların
bazen bunu dahi yememeyi reddettiklerini bildirilmişlerdir.
İlkbahar döneminde Nisan ayına gelindiğinde ise kademeli olarak azar azar yeşil yem
verilmeye başlandığı, fiğ otu, yonca otu, turp otu, karkaç diye isimlendirilen ağaç yaprakları
(yetiştiriciler bu ağaç yapraklarını, arpa ile aynı kalitede bir yem olduğunu belirtiyorlar), ılgın,
saman, diken ve günlük 15-20 adet hamur topu yemeğe başladıkları, yazın iştahı açık olan
hayvanın beslenip yağlandığı, hörgücünün büyüdüğü, su tüketimlerinin de buna paralel olarak
16
arttığı, önlerinde suyun adlibitum olarak bulundurulduğu, yemlemenin ise sabah ve akşam
olmak üzere günde 2 öğün halinde yapıldığı yetiştiriciler tarafından bildirilmiştir.
Bahar dönemi yemleme uygulamasının gebe hayvanlara da yapıldığını, doğuma 1-2
ay kala sığır süt yemi verilmeye başlandığı, laktasyondaki dişilere ise bahar dönemi
yemlemesine ilave olarak silaj ve süt yemi verildiği bildirilmiştir.
Yetiştiriciler güreşecek deveye bir gün önceki akşam yem ve su verdiklerini, sonra
da güreş bitene kadar hiçbir şey yedirmediklerini, eğer yedirirlerse hayvanın güreşine
olumsuz etki yapacağını bildirmişlerdir. Güreş bittikten sonra da yorgun düşen hayvana az
miktarda kaba yem verdiklerini, alsa yorgun hayvana su içirmediklerini, sulama işini güreşten
bir sonraki gün ılık olacak şekilde yaptıklarını belirtmişlerdir.
5- Buduklara süt verme ve yemleme uygulamaları
İlde deve sütü üretimi yapan, en büyük deve çiftliğine sahip, aynı zamanda Deve
Güreşleri Federasyonu başkanı da olan Aytekin KAYA ile yapılan görüşmede, yeni doğan
yavrunun ilk 2 gün anasının yanında kaldığını, alabildiği kadar kolostrum aldıktan sonra 2.
gün itibariyle anasından ayrıldığı ve biberonla beslendiği belirtilmiştir. Daha sonraki süreçte
ise sadece annenin sütü indirmesi ve sağım için ananın uyarılması amacıyla sağımdan önce
kısa süreli bir emzirme yapıldığı belirtilmiştir. Yavru 2-3 aylık olunca yavaş yavaş kaba yem
verilmeye başlandığı 4 aylık olduktan sonra yoğun yem de verildiği, yaklaşık 14 ay boyunca
az da olsa yavrunun anneyi emmeye devam ettiği belirtilmiştir. Burada göz ardı edilmemesi
gereken nokta görüşme yapılan bu işletmenin süt üretim amacı taşıdığıdır. Bu nedenle
emzirme süresi daha uzun süre süt alma adına uzun tutulmuş olabilir.
6- İşletmelerdeki diğer bazı yetiştirme uygulamaları
Deve yetiştiricileri, develerde ilkine gebe kalma yaşının 5 olduğunu, gebelik
süresinin ortalama 12.5 ay sürdüğünü ve yavru erkekse gebelik süresinin +15 gün daha uzun
olduğunu bildirilmişlerdir. Kış mevsiminde deveyi soğuktan koruma amaçlı olarak 5 yaşından
itibaren havutlama işlemi yapıldığı, havutun her hafta düzenli olarak çıkartılıp hayvanın
sırtının tımarlanması gerektiği, aksi takdirde yaralar oluştuğu, havutun düzgün bağlanmadığı
takdirde öne doğru kayarak ayaklarda ağırlıktan dolayı şekil bozukluğu oluşturduğu
yetiştiriciler tarafından dile getirilmiştir.
7-Sağlık koruma uygulamaları
Devecilerden yalnızca birisi develerini aşılatırken, diğer devecilerin develere
herhangi bir aşı yapılmadığı belirtilmiştir. Anket yapılan işletmelerin sadece yarısı develere
iç-dış parazit mücadelesi için belirli dönemlerde ilaç uygulaması yaptıklarını, daha çok iç
parazit mücadelesinde kullanılan Oksan, Kontil gibi ilaçları kullandıkları, ayrıca baharda
hayvanlara geleneksel bir yöntem olan ve hayvanları dış parazitlerden özellikle de sineklerden
korunma amaçlı bir uygulama olan ve zeytinyağı ve katranın kaynatılmasıyla ede edilen ve
hayvanın tüm yüzeyine sürülen “katranlama” denilen uygulamanın yapıldığını belirlenmiştir.
Aydın ilindeki yetiştiriciler, develerde en çok görülen sağlık sorunları olarak uyuz ve
mantarı göstermişler, devecilerin hastalıklara karşı atadan gelen ya da kendilerince zaman
içinde geliştirdikleri bazı tedavi ve sağlık koruma yöntemleri olduğu görülmüştür. Üşütmeye
bağlı öksürük burun akıntısı, ateş gibi semptomlar görüldüğünde, tedavi için ağızlığa Viks
17
benzeri ilaç ve karabiber konup hayvanın ağzına bağlandığı, başka bir yetiştiricinin de buna
ilave kırmızı pul biberle benzer bir tedaviyi gerçekleştirdiği bildirilmiştir.
Ayrıca ilkbahar başlarında develerin yeşil yem yemeye başladığı dönemde sıkça
görülen, kendi deyimleriyle sidik zoru dedikleri idrar yapamama, kesik kesik işeme, kanlı
işeme durumunda ise günde 10 adet Vermidon veya Gripin vererek bu sorunu tedavi
ettiklerini iddia etmişlerdir.
Sinek marazı (yumrulu deri- Lumpy Skin Disease) denen ve sivrisinek, kene ve
sokucu sineklerin mekanik bulaştırması ya da direk temas sonucu bulaşan ve koyun, keçi
çiçeği virüsü ile yakın antijenik ilişkiye sahip capripox virüsünün (Barut, 2017) hayvanı
geçici kör ettiğini belirtmişler ve bu hastalık sonucu boyunda oluşan yumruyu elle patlattıkları,
ense veya kuyruk altını dağladıklarını belirtmişlerdir.
Güreşen deveye, güreş biter bitmez Aspirin, Novalgin tarzında birer kutu ağrı kesici
ilaç vermenin devenin kas ağrılarına iyi geldiğini ve güreşten yorulan devenin daha çabuk
toparlanmasına katkı sağladığı belirtilmiştir.
Develerde görülen hastalıklarda genellikle Veteriner Hekime başvurmayan
yetiştiriciler yukarıda verilen örneklerde olduğu gibi atadan kalma ilkel tedavi yöntemleri
uygulayıp, sonuç aldıklarını, zaten Veteriner Hekime başvurduklarında da bir sonuç
alamadıklarını, deve hastalıklarında yetkin Veteriner Hekim bulma sıkıntısı çektiklerini, hatta
bir yetiştiricinin deveye diş tedavisi yaptırdıktan sonra iki devesini kaybettiğini belirtmişlerdir.
Bu anlamda, deveciler arasında Veteriner Hekimlere karşı sahada bir ön yargıdan söz etmek
mümkündür.
8-Deve güreşleri ile ilgili uygulamalar, yaşanan genel sorunlar ve beklentiler
Deveciler hayvan teminini il içindeki deve yetiştiricilerinden, Antalya, Mersin,
Muğla gibi diğer illerden ya da İran’dan illegal yolla yaptıklarını belirtmişlerdir. Ancak,
yetiştiricilerin bu noktada fazla bilgi vermek istemedikleri gözlemlenmiştir. Bunun nedeni
olarak İran üzerinden illegal yolla hayvan getiren birkaç kişinin başının kanuni mercilerle
derde girmesi olduğunu söylenebilir. İsimleri saklı kalmak kaydıyla anlattıkları işin süreçleri
şu şekildedir: Öncelikle her isteyen İran’dan hayvan getiremiyor. Bunu yapmak için karşı
tarafla bağlantı kurmak gerekiyor. İran’da büyük sürülere sahip yetiştiricilerle iletişime geçen
alıcılar, bazen karşı tarafın gönderdikleri videolardan, bazen de gidip hayvanı bizzat görerek
alım yapıyorlar. Daha sonra illegal yolla hayvanları Türkiye sokuluyor. Ödenen paraya göre
bazen sadece sınır geçirilip hayvan serbest bırakılıyor, bazen de Aydın’a kadar kapıya teslim
ediliyor. Teslim yeri ödenen paraya göre değişmekle birlikte kapıya teslim diyebileceğimiz
alımlarda fiyat ciddi anlamda artıyor. Bazen sınırı geçerken hayvanın öldüğü ya da vurulduğu
söylenip alıcıların dolandırıldığı, istenen hayvan dışında başka bir hayvanın gönderildiği
durumlar da söz konusu. Böyle zor bir süreç sonunda 2- 3 yaşlarında alınan Taylaklar üç
yaşından itibaren yürütme gibi antrenmanlara başlatılıp beş yaşında havutlansa dahi yedi
yaşından itibaren güreştirilmeye başlatıldığı belirtilmiştir. Daha erken yaşta güreştirilen
hayvanlarda ayak bozuklukları görüldüğü, 3-4 yaşlarından itibaren yürütme antrenmanlarına
başlanan hayvanlara yetiştiriciler yine antrenman mahiyetinde güreşler yaptırdıkları, bu
güreşlerin hayvanın yürütülmesinden daha faydalı antrenman olduğunu, böylelikle devenin
tecrübe kazandığı ve her devede farklı olan ve devenin şahsına özgü güreş tarzının (çengelci,
solcu, sağcı vb.) tespit edilebildiği belirtilmiştir.
18
Güreşte çekingenlik yapan veya güreşten kaçan develere cesaret vermesi için güreş
öncesinde genelde kanyak, rakı gibi alkollü içecekler içirildiği, bazı devecilerin de gizlice
cesaret verici ilaç enjeksiyonu yaptığı belirtilmiştir. Bir sezonda ortalama olarak 15-18 kez
güreşen deve, genelde hafta güreştiriliyor demektir. Güreşlerin hafta sonu genellikle de Pazar
günü olması nedeniyle 2 gün art arda da güreşmesinin performansları açısından bir
olumsuzluk yaratmayacağı yetiştiriciler tarafından dile getirilmiştir. İl dışındaki güreşlere
gidilen en uzak mesafeler olarak Çanakkale / Çan (409 km, 5-6 saat), Antalya / Kumluca (378
km, 5 saat) ve Balıkesir / Ayvalık (257 km, 3-4 saat) gibi yerler olduğu belirtilmiştir.
Mesafeye göre bir ya da iki gün önceden yola çıkan deve ve deveciler bu kadar uzun yol
gitmenin develerin güreşinde bir olumsuzluk yaratmadığını, develerin tıpkı Aydın içindeki
güreşlerdeki gibi güreştiklerini belirtmişlerdir. İl dışındaki güreşlere gidilirken, birkaç deve
için bir kamyon tutulmakta, kamyonun kasasının zeminine halı serilerek develer üzerine
yatırılıp ön ayaklarından bağlanmaktadır. Gidilen lokasyonda güreş düzenleme komitesi
tarafından gösterilen ahırlara (damlara) bağlanan develer ertesi günkü güreşe kadar
başlarındaki bir bakıcıyla burada kalırken, deveciler otellerde konaklamaktadırlar. Güreş
merkezlerine develerin transferi, araç, otel, yeme içme gibi tüm masraflar deve güreşi
organizasyon komitesince karşılanmaktadır. Ayrıca, güreş sonunda devenin durumuna göre
bir hediye ya da para ödülü verilmesi de söz konusudur. Güreşten bir gün önce yapılan ve
devecileri için yıl boyu beklenen bir eğlence kültürüne dönüşmüş olan “Halı Gecesi” ve diğer
aktiviteler yetiştiriciler için güzel bir hobi ve sosyalleşme ortamı sağlamaktadır. Yetiştiriciler
deve güreşleri sayesinde birçok ilde tanındık ve arkadaş edindiklerini belirtmişlerdir.
Türkiye’deki deve güreşlerine katılan ya da güreşte görev alan katılımcıların
neredeyse tamamı birbirini tanıdıklarını, güreşler sayesinde güzel bir camia oluştuğunu
belirtmişlerdir.
Güreşin sonucuna göre deveciler tarafından bir ceza veya ödül verilip verilmediği
sorulduğunda ise devenin kazanması durumunda deveye sevdiği yemlerden bolca verildiği,
develerini öpüp okşadıklarını, kaybetmesi durumunda bir caza vermediklerini ancak
develerini döven bazı devecilerin olduğunu duyduklarını belirtmişlerdir.
Deve güreşlerinde şu an en büyük sorununun ise organizasyonla ilgili sıkıntılar
olduğu belirtilmiş, küçük çaplı güreşlerde güreşi düzenleyen tüzel kişilikler dernekler
kanununa tabi olduğundan, güreş için zor koşullarda toplanan gelirin neredeyse yarısıyla
bağış yapmak zorunda kalındığı belirtilmiştir. Derneklerin düzenlediği küçük çaptaki
güreşlerde bugüne kadar birçok kamu yararına iş; özellikle okullara, camilere, Mehmetçik
vakfı vb. toplum ve ülke yararına bağışlar yapılmıştır. Toplanan bağışların neredeyse yarısıyla
bağış yapma zorunluluğundan dolayı derneklerce düzenlene küçük çaplı güreşlerde maddi
sorunlar ön planda olup, daha büyük güreşler özellikle belediyeler tarafından organize ve
himaye edilmekte, sponsorluk hizmeti sağlanmaktadır.
Günden güne Aydın’da deve sayısı artmakla birlikte devlet eliyle bir kayıt
tutulmadığından tam sayı vermek güç olsa da sayının 300’ün üzerinde olduğu söylenebilir.
Her geçen gün artan deve sayısına ve bazen aynı gün içerisinde farklı yerlerde 3 güreş
olmasına rağmen hala damlarda deve kalmasından şikayet eden deveciler güreşlere
çağrılmada bazı nüfuslu kişilerin etkisinde kalındığını hatta bu yüzden deveciliği dahi bırakan
kişiler olduğunu belirtmişlerdir.
19
Deveciler ayrıca çatımlarda (Çatım: develerin güreşteki oyunlarına ve cüsselerine
göre rakip olarak eşleştirilmesi) yaşanan sıkıntılardan da söz ederek bu işin Lig usulüne
dönmesini, çatımların kurayla belirlenmesini istediklerini belirtmişlerdir. Sözü geçen nüfuslu
kimselerin çatımlarda baskı yaparak önceden kararlaştırılan çatımın güreş günü sabahı
bozulabilmesi gibi durumlar da söz konuş olduğu belirtilmiştir.
Güreş müsabakalarında, güreş sürerken normalde ve federasyonun izin verdiği
şekilde devenin yanında yalnızca bir kişinin durması gerekirken yine kendi tabirleriyle
nüfuslu kişilerin develerinin başında 4-5 kişi bulunabildiğini, bunun da rakip hayvanın
performansını etkilediğini, son yıllarda federasyonun bu tip hareketleri yapanlara para cezası
uygulamasına karşın caydırıcı olmadığı belirtilmiştir.
Anket yapılan yetiştiricilerden birçoğu, develer üzerinde pratiği bulunan uzman
Veteriner Hekim bulma sıkıntısı çektiklerini belirtmiş, develeri değerinde sigorta
yapamamalarının da devecilerin bir başka talebi ve sorun olduğu belirtilmelidir. Birkaç
yetiştirici develerini yüksek değerden (200.000-500.000 TL) sigorta yaptırma talebinde
bulunmuş, fakat en fazla 10.000 TL gibi bir teminatla sigorta yapma teklifi aldıklarını
bildirmiştir.
Yetiştiricilerin tamamına yakını, büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar için uygulanan
kulak küpesi ve kayıt uygulamalarının benzerinin develere de uygulanarak, develerin kayıt
altına alınmasını talep etmişlerdir. Buna ek olarak, çeşitli desteklemelerle bu kültürün
geliştirilmesi ve hatta deve yetiştiriciliğinin yaygınlaştırılmasını istemişlerdir. Ayrıca,
yurtdışından yasal deve ithalinin yolunun açılmasını, devlet eliyle damızlık (özellikle Buhur)
getirilmesini, devlete ait deve yetiştirme çiftliklerinin oluşturulmasını talep etmişlerdir. Diğer
taraftan, devletin deve güreşlerini maddi anlamda desteklemesini, küçük güreşlerde mecbur
tutulan, gelirin yarısının bağış yapma zorunluluğunun kaldırılmasını ya da en azından oranın
düşürülmesinin yanında bu kültürün yaşatılması ve tanıtılmasının deve yetiştiricilerin genel
istekleri arasında yer aldığı vurgulanmalıdır.
SONUÇ
Deve, her ne kadar günümüzde ulaşım ve yük taşıma gibi asıl işlevlerini yitirmiş olsa
da Türkiye’de, özellikle göçebe hayatını benimsemiş Yörük kültüründen gelenler tarafından
halen yetiştirilmeye devam etmektedir. Ekonomik ve sosyal bakış açılarından
değerlendirilecek çok amaçlı bir hayvan (Koç ve ark., 2016) olan deve, Batı Anadolu’da
turizmi canlandırmak açısından önem taşımakla beraber, uzun zamandır devam eden deve
güreşi geleneğin de sürdürülmesine katkı sağlamaktadır (Atasoy ve Özbaşe, 2014). Son 20-30
yılda Ege Bölgesinde deve yetiştiriciliği ve deve kültürü, deve güreşi etkinlikleri ile hayat
bulmaktadır. Deve yetiştiriciliği ve deveciliğin sürdürülebilirliği tamamen deve güreşi
etkinliklerine bağlı olduğu söylenebilir. Son yıllarda özellikle deve sütünün tedavi edici
etkisinin öne çıkmaya başlanması bazı yetiştiricileri sosyal amaçlı güreş devesi yetiştiriciliği
yanında süt üretmek amaçlı yetiştiriciliğe da yönelmesine yol açmış, böylece güreş
develerinin yurt içerisinde de üretilmesine olanak sağlamıştır. Ancak, bu gibi bireysel
çabalarla mevcut talebin karşılanması mümkün değildir. Yurtdışına olan bağımlılığın
azaltılması ve güreş develerinin yurt içinde üretilmesini sağlamak için deve üretimi
konusunda gerekli teşviklerin ve kurumsal desteğin sağlanmasına ihtiyaç duyulduğu
vurgulanmalıdır (Ertürk, 2016).
20
Çanakkale – Antalya arasında yer alan kıyı illerimizde taşımacılık işlevini
tamamlayan develer güreş hayvanı niteliği kazanmış ve diğer hayvan güreşlerinden farklı
olarak vahşet ve kan içermemesi, hayvanların üzerine bahis oynanmaması gibi özellikleriyle
ayrılmış kültürel bir etkinlik olarak öne çıkmıştır. Yetiştiriciler bu hayvanları adeta ailelerinin
bir parçası hatta evlatları gibi bakıp beslemekte, bu işten maddi bir karşılık da
beklememektedirler.
Besleme genel hattıyla iki döneme ayrılıp bahar ve yaz döneminde hayvanlar yoğun
beslenirken, sonbahar ve kışın ise azgınlığın da etkisiyle hayvan adeta yemeden içmeden
kesilmektedir. Sahada en büyük sıkıntı olarak yetkin veteriner hekim eksikliği dile
getirilmişken, güreş organizasyonu ile ilgili aksaklıklar ve dışa bağımlılık öne çıkan diğer
sorunlardır. Deve güreşlerine uygun deve yetiştiriciliğinin ve üretiminin ülke içinde henüz
yeterince yapılamaması, organizasyonlarda yaşanan sıkıntılar deve yetiştiricilerinin en büyük
sorunları arasındadır. Deve yetiştiricilerinin ortak en büyük arzuları ise, bu kültürün
büyütülmesi, tanıtılması, devlet tarafından sahiplenilmesi ve futbol maçları gibi devecilik
federasyonunca da büyük ve yıllık organizasyonlar yapılarak ülke çapında büyük etkinlikler
ile tüm Türkiye’ye mal edilmesi yönündedir.
21
KAYNAKLAR
Anonim. Deve güreşleri (tarihçesi). Erişim adresi http://www.burhaniye.bel.tr/
detail.aspx?did=347, 2013 (Erişim tarihi: 20.03.2013)
Atasoy, F., Özbaşe, F.T. 2014. Anadolu’da deve yetiştiriciliği ve deve güreşler. Lalahan Hay.
Araşt. Enst. Derg.,2014; 54 (2) 85-90.
Aydın A.F. A Brief Introduction to the Camel Wrestling Events in Western Turkey, The
Camel Conference /School of Oriental and African Studies [SOAS], Thornhaugh Street,
London Erişim adresi: http://www.soas.ac.uk/ cam-elconference2011/file75386.pdf.2011
Barut, M.F. 2017. Sığırların Nodüler Ekzantemi, Lumpy Skin Disease (LSD) Hastalık Kartı.
Etlik Veteriner Kontrol Merkez Araştırma Enstitüsü Virolojik Teşhis Laboratuvarı, 2017.
https://vetkontrol.tarim.gov.tr/merkez/Belgeler/Lumpy %20Skin%20Disease%20LSD%20has
tal%C4%B1k%20kart%C4%B1.pdf (Erişim Tarihi: 07.12.2017).
Çalışkan V. Geography of a Hidden Cultural Heritage: Camel Wrestling in Western Anatolia,
The Journal of International Social Research, 2009; 2 (8):123-126
Çoruh, H. Reflection of Camels On the Ancient Period Cultural History. Production and
Characteristics of Camel Milk. First International Symposium On Culture Of Camel-Dealing
and Camel Wrestling 17-19 November 2016 Selçuk, Izmir, TURKEY.( Social Science p:27)
Çulha A. Kültür turizmi kapsamında destekleyici turistik ürün olarak deve güreşi festivalleri
üzerine bir alan çalışması. Journal Of Yasar University, 2012; 3(12), 1827-1852
Ertürk, D. Sempozyum giriş bildirisi. First International Symposium On Culture Of
Camel-Dealing and Camel Wrestling. Volume I. 17-19 November 2016, Selçuk, Izmir,
TURKEY, (Social Science p:15).
Güneş G. Camel Wrestling in Aydin in the historical process with their effects to social
structure. First International Symposium On Culture Of Camel-Dealing and Camel Wrestling
17-19 November 2016, Selçuk, Izmir, TURKEY (Social Science p:244).
Koç, A. Giriş. First International Symposium On Culture Of Camel-Dealing And Camel
Wrestling. Volume II. Natural and Applied Science, Health and Medical Science. Ed. Koç A,
Erdoğan H. ISBN: 978-605-88682-6-7, Selçuk Belediyesi Selçuk Efes Kent Belleği Yayınları,
17-19 Kasım 2016, Selçuk, İzmir, TURKEY.
Koç, A., Altın, T, Birincioğlu, B. Production and characteristics of camel milk. First
International Symposium On Culture Of Camel-Dealing And Camel Wrestling. Volume II.
Natural and Applied Science, Health and Medical Science. Ed. Koç A, Erdoğan H. ISBN:
978-605-88682-6-7, Selçuk Belediyesi Selçuk Efes Kent Belleği Yayınları, 17-19 Kasım
2016, Selçuk, İzmir, TURKEY.
Özbeyaz, C. Deve ve Yetiştiriciliği, Türk Veteriner Hekimliği Derneği, 1997; 9(4): 48-52.
22
DEVELERİN BESLENMESİ
HULUSİ AKÇAY1
Öz
Deve yetiştiriciliği ve devecilik kültürü ülkemizde düzenlenen deve güreşleri gibi ulusal ve
uluslararası katılımlı festivaller sayesinde günümüze kadar aktarılabilmiş, bu sayede
yaşatılabilmiş bir kültür mirasımızdır. Bu faaliyetler çerçevesinde, ne yazık ki, günümüzde
sahip olduğumuz develerin beslenmeleri konusunda bulunan güncel araştırma ve kaynak
sayısının sınırlı kaldığı söylenebilir. Hali hazırda, yapılan besleme uygulamaları
incelendiğinde, atadan-dededen gelen bilgilerin ve deneyimlerin (ki bu aktarılan deneyimler
çok önemlidir) günlük hayata aktarılarak uygulanması sonucunda besleme pratiklerinin
gerçekleştiği görülmektedir. Bu derleme, develerin beslenmeleri konusunda yürütülmüş
çalışmaların ülkemiz develerinin beslenmelerinde fikir vermesi amacıyla hazırlanmıştır. Bu
kapsamda, develerin sindirim sistemleri ve diğer ruminantlardan farklılıkları, enerji, protein,
vitamin ve mineral madde gibi besin madde gereksinimleri ile kaynak özetleri bu derleme ile
sunulmaya çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Deve yetiştiriciliği, besleme, besin madde gereksinimleri
CAMEL NUTRITION
Abstract
Camel production and its culture is one of spectacular heritage transferred up today via
national and international festivals such as “camel wrestling” in our country. Within the
framework of these activities, unfortunately, it can be said that number of current researches
and resources about camel feeding we have today is limited. At present, when up-to-date
feeding practices are examined, it is seen that existing feeding practices are taken place as a
result of applied knowledge and experiences from ancestors, which is very important. This
review is prepared for breeders in our country to give an idea about camel nutrition with
recent studies from all around the world carried out on the feeding of camels. In this context,
with recent researches, nutritional requirements of camels such as energy, protein, vitamins,
mineral and differences of digestive systems with other ruminants have been tried to be
presented in this review.
Key Words: Camel production, nutrition, nutrient requirements
GİRİŞ
Develer geçmişte özellikle yük taşımacılığında kargo hayvanı olarak güçlerinden
yararlanılan hayvanların başında yer alırken, günümüz Türkiye’sinde “deve güreşi”
festivallerinin baş aktörleri olarak sosyal etkinliklerde yerlerini almaktadırlar. Dünyadaki
yetiştiriciliğe bakıldığında, develerin taşıma dışında, et üretimi, süt üretimi, dericilik ve
turizmde önemli yer tuttuğu görülmektedir. Ülkemizdeki sosyal etkinliklere benzer, diğer
1 Öğretim Üyesi, Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Yemler ve Hayvan Besleme Anabilim Dalı,
09100 Aydın.email: [email protected]
23
ülkelerde, deve yarışları gibi farklı etkinliklerin düzenlendiği bilinen bir gerçektir. Arap
yarımadasında Bedevilerin yegane hayvanı olan deve “Yaradan’ın bir hediyesi” (Gift from
God) olarak da ifade edilmektedir (Gillespie, 2006;.Unesco, 2007). Develerin bu övgüyü
kazanmalarındaki başlıca nedenler; kötü koşullara karşı dayanıklılıkları, uzun süren susuz
koşullara direnebilmeleri, canlı ağırlıklarına göre diğer gerçek ruminantlarla kıyaslandığında
daha az yem tüketmeleri ve sıcaklık değişimlerine karşı gösterdikleri olağanüstü uyum
yetenekleri olarak sıralanabilir. Ek olarak, develerin sığırlara oranla 3 kat daha az metan
ürettiklerinden de bahsedilmektedir (Guerouali ve Laabouri, 2015). Anlaşılacağı üzere,
kanaatkar olan bu hayvanlar, değişken koşullara uyum sağlayabildikleri için, kötü beslenme
şartlarında dahi bireysel performanslarını devam ettirebilmekte ve çevreyi de daha az
kirletmektedirler. Son dönemlerde develer konusunda yapılan araştırmalara bakıldığında, bazı
çalışmaların develerden elde edilen hayvansal ürünler üzerine yoğunlaştığı görülmektedir.
Deve sütünün daha az alerjik özellik göstermesine vurgu yapılan bu çalışmalar dikkat
çekicidir (El-Agamy et al., 2009; Ehlayel et al, 2011; Monti et al., 2015; Boughellout et al,
2016). Hayvanlardan elde edilen bu tip eşsiz ürünlerin daha çok üretilebilmeleri için, bireysel
olarak daha iyi beslenmeleri gerekmektedir. Ne var ki, güçlü ve kanaatkar bir karakter
sergileyen develerin beslenmelerine ilişkin çok fazla ya da bir başka anlatımla çok detaylı
güncel bilgileri bulabileceğimiz kaynak sayısı sınırlı kalmaktadır. Bu sebeple, ülkemizde,
atadan-dededen gelen bilgi birikimlerimizle beslenen develerin daha iyi beslenmeleri
konusunda farklı kaynakları da araştırıp, bu konudaki deneyimlerimizi daha da
zenginleştirmek, küçük te olsa bir katkı sağlamak amacıyla bu derleme hazırlanmıştır.
DEVELERİN SİNDİRİM SİSTEMİ
Wilson, 1989 erişkin develerin mide bölümlerini koyunun mide bölümleriyle
karşılaştırarak verdiği aşağıdaki şekillerden de anlaşılacağı üzere, devenin temel olarak midesi
3 bölümde incelenebilir. Rumen glandular ve glandular olmayan iki bölümden oluşur ve
glandular bölüm develerde diğer ruminantlardaki omasumun fonksiyonlarını yerine getirdiği
anlaşılmaktadır. Develer, herbivor ve ruminant olarak kabul edilse de, dört bölmeli
midelerinin bulunmamasından dolayı pseudoruminant olarak da anılmaktadırlar. Khan et al.,
2003, Camelidae’ların geviş getiren hayvanlar olduklarını ancak boynuzlarının olmaması ve
tırnak yapılarının farklı olmasından dolayı ruminantia olarak sınıflandırılmakdıklarını ifade
etmektedir.
24
a) Ruminant midesi, b)Deve midesi (Lechner-Doll, 1995).
Yukarıdaki şekillerden de anlaşılacağı üzere develer rumenlerini, gerçek ruminantlar
gibi kullanabilmektedirler. Bu anlamda anaerobik fermentasyon ve oluşan metabolitler
hayvanların enerji ve protein gereksinimlerini karşılamada önemli bir yer tutmaktadır. Khan
et al, 2003, develerin bağırsaklarının gerçek ruminantlar ile büyük benzerlik gösterdiğini
bildirmektedir. Rumen içerisinde yemlerin kalış süreleri ise gerçek ruminantlardan biraz daha
uzun sürede gerçekleşmekte ve tüketilen yemlerin partikül boyutları daha da ince hale
gelinceye kadar ön midede kalmaktadır. Bu sebeple, develerin midelerindeki kontraksiyonlar
gerçek ruminantlara kıyasla daha güçlü olduğu görülmektedir.
DEVELERİN BESLENMESİ
Yeni doğan dromedary yavrular genellikle ortalama 35 kg canlı ağırlıkta olmakla
birlikte bu yetiştirildiği bölge ve genotiplere göre geniş bir varyasyon (27-39 kg)
göstermektedir (Kadim et al., 2008). Doğan yavrularda mortalite oranının yüksek seyrettiği
aşağıdaki çalışmalarda görülmektedir. Farah et al., 2007, Somali’de, 1 aylık yaştan küçük
deve yavrularında mortalitenin % 73.2’sinin diyare kökenli olduğunu bildirmektedir.
Dubai’de yürütülen diğer bir çalışmada, Juhasz ve Nagy, 2015, buzağı mortalite
oranının %35-40’lara kadar ulaştığını bildirmişlerdir. Yürüttükleri çalışmalarında 7 yıllık
sürede gerçekleşen 2551 doğumda 6 aylık yaştan küçük 342 buzağının çeşitli nedenlerle
öldüğünü, mortalitenin %13.4 olarak gerçekleştiğini belirlemişlerdir. Araştırıcılar, tıpkı
erişkin develerde olduğu gibi, buzağılarda da hastalıkların klinik semptomlarının dışarıdan
çok zor anlaşıldığını ifade etmektedirler. Diğer türlerde, genel olarak, yeni doğan yavrular için
25
kritik periyod doğum sonrası 1 ay olarak kabul edilirken, deve yavrularında 4 aylık yaştan
sonra bile orta ve şiddetli respiratory problemler, nasal akıntılar (% 1-68) ve ekto-parazitlerin
görüldüğünü bildirmektedirler. Buduklarda 1 aylık yaştan sonra, yorgunlukla seyreden,
bazen de ateşli (% 13-51), diyare (% 2-13), konstipasyon (% 1-6) ve nerolojik problemler (%
0-45) sıklıkla görülen sorunlar olarak ifade edilmektedir. Sürüye dışarıdan hayvan girmesiyle
birlikte saçkıran şeklinde deride lezyonlar ve uyuz enfeksiyonları % 60-90’lara ulaşmıştır.
Düzenli aşılamalar ile bu oran % 5’lerin altına inmiştir. Aşağıdaki tabloda yıllara bağlı
doğumlar ve ölüm oranları verilmiştir.
Kaynak: Juhasz ve Nagy, 2015.
2009 yılında beyaz kas hastalığı nedeniyle meydana gelen kayıpların Vitamin E ve
Selenyum takviyesi ile giderildiği bildirilmektedir. 2011 yılında, gastrik ülser vakalarındaki
artış dikkat çekici bulunmuş, buzağılar dahil tüm hayvanların TMR (Toplam Karışım
Rasyonu) ile beslendikleri ve partikül boyutunun düşmesiyle birlikte bu sorunların ortaya
çıktığı ifade edilmektedir (Juhasz ve Nagy, 2015).
Abdoun et al, 2015, buduklarda görülen yüksek mortalite oranının çözümüne yönelik
yürüttükleri çalışmalarında, sıcak stresi altındaki budukların yemlerine ilave edilen organik Cr
ile, plazma kortizol seviyesi ve nötrofil : lenfosit oranının (N:L) düştüğünü, böylece de,
selülar ve humoral immün tepkilerin arttığını bildirmişlerdir.
Noor et al, 2015, Kenya’da yürüttükleri çalışmada, kurak sezonda develerin, akasya
tohumları (13.7 % CP; 14.9 MJ/kg DM) ve mısır temeline dayalı (11 % CP; 16.6 MJ/kg DM)
ek yemleme ile kontrol grubuna (sadece kaba yem) göre sırasıyla %26 ve %50 daha fazla süt
ürettiklerini ve canlı ağırlıklarının da mısır temeline dayalı rasyonlarda daha iyi
gözlemlendiğini bildirmişlerdir (P<0.05).
Gupta et al, 2015, değişik protein ve enerji seviyelerinde düzenledikleri rasyonlarla
besledikleri dromedary develerde yürüttükleri metabolik çalışmada, %16.49 ham protein ve %
70.71 TDN içeren karma yem ile birlikte baklagillerin kaba yem olarak tercih edildiği (bu
çalışmada yer fıstığı samanı kullanılmış) rasyonların yem tüketimi ve sindirilebilirlik
açısından daha uygun olabileceği sonucuna varmışlardır.
Chaudhary ve Tiwari, 2015, yük taşımada kullanılan develerde kış mevsiminde
yürüttükleri çalışmalarında, yine yer fıstığı samanına ilave olarak verilen konsantre yemin %
26
65-70 TDN yerine, % 75 TDN içermesinin, develerin bireysel performanslarını (hız, güç vb)
arttırdığını ve yaptıkları işe bağlı stresi de ciddi oranda azalttığını bildirmektedirler.
Çalışmada, develerin kuru madde tüketimleri 91.27 ile 103.51 g/kg CA0.75
olarak
gerçekleşmiştir.
Deve sütündeki C vitamini düzeyinin araştırıldığı bir çalışmada, deve sütünün inek
sütüne kıyasla 2 kat daha fazla C vitamini içerdiği ifade edilmektedir (Konuspayeva et al,
2011). Aynı çalışmada, mevsimsel değişimler de incelenmiş en yüksek düzeyin yaz aylarında
üretilen sütte ve en düşük düzeyin de bahar mevsiminde tespit edildiği bildirilmektedir.
Bactrian’dan elde edilen sütün (169 ± 110 mg/L), dromedarydan elde edilen (146 ±
93 mg/L) süte göre daha fazla vitamin C içerdiği bildirilmiştir. Çalışmada, kolostrum vitamin
C içeriğinin normal süte göre daha düşük seviyelerde tespit edilmesi dikkat çekicidir. Bu
bulgulardan yeni doğan yavruların daha dikkatli ve özenli beslenmeleri gerektiği sonucu
çıkarılabilir.
Tunus’ta Hammadi et al, 2001 tarafından yürütülen bir çalışmada, dişi dromedary
develerin gebeliklerinin son 3 ayında 4 kg/g ve post-partum 3 ay boyunca ilave 5 kg/g ek
konsantre yem verilmesinin hem anaların bireysel performanslarını, hem de doğan yavruların
canlı ağırlıkları ile büyüme gelişmelerini ciddi anlamda etkilediğini bildirmektedir.
Mısır’da Mohamed et al, 2015 tarafından yürütülen bir diğer çalışmada, büyümekte
olan develerin rasyonlarına maya ve Zinc-basitrasinin büyüme, gelişme, yemden yararlanma
üzerine etkilerine bakılmış, bazal rasyona 5 g/gün ilave edilen maya kültürünün 2 g/gün
eklenen Zn-basitrasine göre canlı ağırlık, günlük canlı ağırlık artışı ve yemden yararlanma
üzerine ciddi farklılık oluşturduğu belirlenmiştir.
Develerin günlük besin madde gereksinimleri (Wardeh, 2004).
27
Gebe develerin besin madde gereksinimleri (Wardeh,2004).
Süt veren develerin besin madde gereksinimleri (Wardeh, 2004).
Sıcak koşullarda develerin yaşama payı gereksinimleri
Ca
nlı Ağ, kg
Ku
ru madde
kg, % CA
M
J/d
Sindi
rilebilir
Protein, g
C
a, g
P
, g
Vit
amin A
IU * 1000
10
0
2.2
5
2
0.75 195
1
0 7 6
15
0 2.9
2
6.69 244
1
2 9 8
20
0 2.5
2
3.14 144 8 7 9
25
0
2.9
6
2
7.36 169
1
0 9 11
30
0
3.3
9
3
1.38 195
1
2
1
0 13
35
0 3.8
3
5.23 218
1
4
1
1 15
40 4.2 3 241 1 1 17
28
0 8.91 7 3
45
0
4.5
9
4
2.51 264
1
8
1
4 19
50
0
4.9
7
4
6.02 285
2
0
1
5 21
55
0
5.3
4
4
9.41 307
2
1
1
6 23
60
0 5.7
5
2.76 327
2
2
1
7 26
Kaynak: The Arab Centre For The Studies of Arid Zones and Dry Lands 1990 &
Unoversity of Saskatchewan, http://www.netcam.com.au/~acra/sundry/nutrition.htm
Erişim:04.01.2018)
Develerin beslenmelerinde yukarıda verilen tablolar referans alınarak günlük
rasyonları, yemleme programları fizyolojik durumlarına göre ve değişen çevre koşullarına
göre düzenlenebilir.
SONUÇ
Deve yetiştiriciliği, ülkemizde düzenlenen “deve güreşleri” gibi sosyal etkinlikler ile
gün geçtikçe daha ilgi çekici hale gelmektedir. Yukarıda özetlenmeye çalışılan, dünyada
develerin yetiştiriciliğinde ve beslenmelerinde yaşanan sorunların çözümüne yönelik
yürütülen çalışmalar, develerin diğer ruminantlar gibi beslenebileceğini bize göstermektedir.
Ne var ki, kanaatkar olarak bilinen develerin beslenmelerinde oluşabilecek sorunların
dışarıdan gözlem yoluyla hızlı bir şekilde fark edilmeleri biraz güçtür. Bu nedenle
hayvanlarda görülen önemsemediğimiz yorgunluk belirtileri bile önemli bir indikatör olabilir.
Diğer yandan, yeni doğan yavrularda görülen yüksek mortalite tüm dünyada başta gelen
önemli sorunlardan biri olarak kabul edilebilir. Bu amaçla, hem yeni doğan yavruların
beslenmeleri hem de analarının gebelikleri boyunca ve sonrasında iyi beslenmeleri önemlidir
ve yürütülen çalışmalarda doğum öncesi ve sonrası 3 aylık ek beslemenin canlı ağırlık ve
bireysel performansları ne derecede etkilediği ifade edilmiştir. Sonuç olarak, yeni doğan
budukların yaşamlarının ilk gününden itibaren iyi beslenmeleri, daha üretken, daha verimli,
daha sağlıklı deve popülasyonuna sahip olmak için en temel uygulama olacaktır.
29
KAYNAKLAR
Abdoun K.A., Samara E. M., Okab A. B., Al-Haidary A. A., 2015. Modulation Of Immune
Response In Heat-Stressed Camel Calves By Dietary Chromium-Yeast Supplementation.
Prooceedings of 4th Conference of Isocard. “Silk Road Camel: The Camelids, Main Stakes
for Sustainable Development.” pp.276-277, June 8-12, Almathy, Kazakhstan.
Boughellout H., Choiset Y., Rabesona H., Chobert JM., Haertlé T., Zidoune M.N., 2016.
Camel's milk: A new source of proteins for children with cow's milk allergy? Revue francaise
d'allergologie, 56(4): 344-348.
Chaudhary J.L., Tiwari G.S., 2015. Synergic Effect Of Feeding Different Levels Of Dietary
Energy On Nutrient Utilization, Draught Performance And Physiological Reactions Of Indian
Camels During Winter Season. Prooceedings of 4th Conference of Isocard. “Silk Road Camel:
The Camelids, Main Stakes for Sustainable Development.” pp.289-291, June 8-12, Almathy,
Kazakhstan.
Ehlayel M. S.,Hazeima K. A., Al-Mesaifri F., Bener A., 2011. Camel milk: An alternative for
cow's milk allergy in children. Allergy and Asthma Proceedings, 32 (3):255-258.
El-Agamy E.I., Nawar M., Shamsia S.M., Awad S., Haenlein G.F.W., 2009. Are camel milk
proteins convenient to the nutrition of cow milk allergic children? Small Ruminant Research
82 : 1–6.
Gillespie F., 2006. Discovering Qatar. Sponsored by RasGas Company Limited.
Guerouali A., Laabouri F. Z., 2015. Estimates Of Methane Emission From The Camel
(Camelius Dromedarius) Compared To Dairy Cattle (Bos Taurus). Prooceedings of 4th
Conference of Isocard. “Silk Road Camel: The Camelids, Main Stakes for Sustainable
Development.” pp.294-296, June 8-12, Almathy, Kazakhstan.
Gupta L., Tiwari G.S., Garg R., 2015. Effect Of Feeding Different Levels Of Protein Or
Energy On Nutrient Utilization In Dromedary Camels. Prooceedings of 4th Conference of
Isocard. “Silk Road Camel: The Camelids, Main Stakes for Sustainable Development.”
pp.296-298, June 8-12, Almathy, Kazakhstan.
Hammadi M., Khorchani T., Khaldi G., Majdoub A., Abdouli H., Slimane N., Portetelle D.,
Renaville R., 2001. Effect of diet supplementation on growth and reproductionin camels
under arid range conditions. Biotechnol. Agron. Soc. Environ. 5 (2), 69–72.
Juhasz J., Nagy P., 2015. Neonatal Management, Pre-And Postnatal Losses In Dromedary
Camels Under Intensive Management. Prooceedings of 4th Conference of Isocard. “Silk Road
Camel: The Camelids, Main Stakes for Sustainable Development.” pp.300-302, June 8-12,
Almathy, Kazakhstan.
Kadim, I.T., Mahgoub, O, Purchas R.W., 2008. A review of the growth, and of the carcass
and meat quality characteristics of the one-humped camel (Camelus dromedaries). Meat
Science 80 : 555–569.
Khan B B, Iqbal A ve Riaz M., 2003. Production and Management of Camels. Department
of Livestock Management University of Agriculture Faisalabad 2003.
30
Konuspayeva G., B. Faye, G. Loiseau , 2011. Variability of vitamin C content in camel milk
from Kazakhstan Journal of Camelid Science 4:63–69. http://www.isocard.org.
Lechner-Doll, M. von Engelhardt, W. Abbas, A.M. Mousa, H.M. Luciano, L. and Reale, E.
1995. Particularities in forestomach anatomy, physiology and biochemistry of camelids
compared to ruminants. In: Elevage et alimentation du dromadaire–Camel production and
nutrition. Options méditerranéennes, Serie B:Etudes et Recherches. 13. 19–32. Ed. J.L.
Tisserand. CIHEAM, Paris.
Mohamed M.I, Maareck Y.A., Abdel-Magid S S., Awadalla I.M., 2009. Feed intake,
digestibility, rumen fermentation and growth performance of camels fed diets supplemented
with a yeast culture or zinc bacitracin. Animal Feed Science and Technology (149) 341–345.
Monti G., A Bua, M Rubino, A M Mahdi, G.A. Mazza, R Miniero, 2015.Camel milk in
children with cow milk allergy: Is it time for more investigations and less skepticism?
Digestive and Liver Disease , Volume 47 , e265
Noor, I. M., Bebe B. O., Guliye A. Y., 2015. Effects Of Feed Supplementation On The
Performance Of Lactating Camels Browsing On Natural Forages In Isiolo County, Kenya
Prooceedings of 4th Conference of Isocard. “Silk Road Camel: The Camelids, Main Stakes
for Sustainable Development.” pp.303-305, June 8-12, Almathy, Kazakhstan.
Unesco, 2007. The Camel from Tradition to Modern Times. Unesco DOHA. July, 2007.
Wardeh M F, 2004. The nutrient requirements of the dromedary camel. J Camel Sci. 1: 37-45.
Wilson R.T, 1989. The nutrient requirements of the dromedary camel In : Tisseran d J.-L.
(ed.). Séminaire sur la digestion, la nutrition et l'alimentation du dromadaire. Zaragoza:
CIHEAM, 1989. p.171 -179
31
ÇİFT HÖRGÜÇLÜ (BACTRİAN) VE TEK HÖRGÜÇLÜ (DROMEDAR) F1 MELEZİ
(TÜLÜ) BUDUKLARIN DOĞUM AĞIRLIĞI VE VÜCUT ÖLÇÜLERİ ÜZERİNE BİR
ARAŞTIRMA
ATAKAN KOÇ1, ABDULLAH BÜLBÜL
2, BİROL BİRİNCİOĞLU
3, TUFAN ALTIN
4
Öz
Çiftlik hayvanlarında doğum ağırlığı ve doğumdaki vücut ölçüleri üzerine çok sayıda faktör etki
yapmaktadır. Bu çalışmada Aydın ilinde üç farklı deve işletmesinde 2017 kış mevsiminde doğan 8 baş
Bactrian x Dromedar F1 melezi budukların doğum ağırlığı ve vücut ölçülerinin (cidago yüksekliği
(CY), sağrı yüksekliği (SY), sırt (hörgüç) yüksekliği, sırt (hörgüç) çevresi, vücut uzunluğu, boyun
uzunluğu, göğüs çevresi, omuz genişliği, ön bacak uzunluğu, arka sağrı genişliği ve kuyruk uzunluğu)
belirlenmesi amaçlanmıştır. Vücut ölçüleri ve doğum ağılığı arasındaki korelasyonların
belirlenmesinin yanında stepwise-regresyon yöntemi ile doğum ağırlığını vücut ölçülerinden tahminde
eşitlikler geliştirilmiştir. Budukların doğum ağırlığı 28-51 kg arasında değişmiş, ortalama 36.33±2.61
kg, doğum ağırlığı ile göğüs çevresi arasındaki korelasyon (r=0.91) bulunmuş, göğüs çevresi ve omuz
genişliği ölçülerini birlikte kullanarak doğum ağırlığının tahmin edilebileceği (R2=97.92)
belirlenmiştir. Vücut ölçülerinden yararlanarak güreş develerinin daha erken bir dönemde seçilmesi
konusunda çeşitli araştırmalar yapılmalıdır.
Anahtar kelimeler: Bactrian x Dromedar F1, doğum ağırlığı, vücut ölçüleri, korelasyon, stepwise
regresyon
A RESEARCH ON BIRTH WEIGHT AND BODY MEASUREMENTS OF BACTRIAN X
DROMEDARY F1 CALVES
Abstract
Many factors have effects on birth weight and body measurements of livestock animals. In this study,
birth weight and body measurements (wither height (WH), rump height (RH), abdominal height (AH),
abdomen girth (AG), body length (BL), neck length (NL), heart girth (HRG), shoulder width (SH),
arm length (AL), rump width (RRW), tail length (TL)) of 8 heads Bactrian x Dromedary F1 calves
born in winter in 2017 were determined. Besides the determination of correlation coefficient between
birth weight and body measurement, the development of equations about the estimation of birth
weight from body measurements. The birth weight of calves varies from 28 kg to 51 kg and the mean
was 36.33±2.61 kg, the correlation coefficient between birth weight and heart girth is (r=0.91), by
using the measures of hearth girth and shoulder width together, birth weight can be determined
(R2=97.92). By selecting the wrestling camel at a younger age from using body measurements some
researches need to be conducted.
Key words: Bactrian x Dromedary F1, birth weight, body measurements, correlation, stepwise
regression
1 Prof. Dr., Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, 09100, AYDIN / TÜRKİYE,
[email protected] 2 Zir. Müh.,Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, 09100, AYDIN / TÜRKİYE
3 Öğr. Gör., Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, 09100, AYDIN/ TÜRKİYE
4 Prof. Dr.,Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, 09100, AYDIN / TÜRKİYE
32
GİRİŞ
Dünyanın birçok ülkesinden farklı olarak Türkiye’de deve yetiştiriciliği daha çok
güreş devesi yetiştiriciliğine yöneliktir. Bu anlamda Türkiye’nin batısında yer alan ve
Çanakkale-Antalya illeri arasında kalan ve ağırlıklı olarak da kıyıda yer alan iller, ilçeler ve
hatta bazı köylerde kışın deve güreşi organizasyonları düzenlenmekte ve bölgede yaşayan
insanların önemli bir sosyal aktiviteleri arasında yer almaktadır. Güreş develeri Buhur olarak
adlandırılan çift hörgüçlü (Bactrian) erkeği ve tek hörgüçlü (Dromedar) dişisinin
melezlemesinden elde edilen ve tülü olarak adlandırılan F1 melezi erkeklerin
güreştirilmesiyle gerçekleştirilmektedir. Yetiştiricilerle yapılan görüşmelerde erkekler kadar
olmasa da tülü dişilerinin de güreştirildiğini belirtmişlerdir.
Motorlu taşıtların gelişmesi sonucunda taşımacılık işlevini önemli ölçüde kaybeden
develerin Türkiye’deki sayısı 1960’lı yıllarda 60.000 baş düzeyinden hızla azalarak TÜİK
verilerine göre 1.000 başlar düzeyine inmiş, deve güreşlerinin popülerliğinin artmasına bağlı
olarak özellikle son yıllarda deve sayısında belirgin bir artıştan söz etmek mümkündür. Deve
ürünlerinden deve sütünün astım, bazı kanserler, diyabet ve otizm gibi birçok hastalığın
tedavisine iyi geldiğine yönelik inanışlar da gelecekte daha da popüler olan deve güreşlerinin
etkisiyle birlikte Türkiye’de deve sayısının artacağına işaret etmektedir.
Çiftlik hayvanlarının değişik dönemlerdeki canlı ağırlığı ve vücut ölçüleri
hayvanların değerini belirlemede önemli bir işleve sahiptir. Hayvanların değişik dönemlerdeki
canlı ağırlıkları ve vücut ölçülerinin bilinmesi aynı ırktan ya da farklı ırktan hayvanlar
arasındaki farklılığı, büyüme ve gelişmelerini, istenilen verim yönüne uygun hayvanların
belirlenmesini, geç dönemde tespit edilen özellikler varsa erken dönemde görülen bazı
özelliklerle ilişkisini belirleme ve zaman içerisinde hayvanların özelliklerinde bir değişim
olup olmadığını belirlemede önemli olduğu vurgulanmıştır (Taşkın, 2004).
Çiftlik hayvanlarının doğumdaki ağırlık ve vücut ölçüleri türe ve tür içerisinde ait
olduğu ırkın ortalama ergin canlı ağırlıklarıyla orantılı olarak değişim göstermektedir. Doğum
ağırlığı ve doğumda yavrunun sahip olduğu vücut ölçüleri doğumun kolaylığıyla ilişkili
olduğundan dolayı hem yavru hem de anası için hayati öneme sahiptir.
Hayvanlarda doğum ağırlığı ve doğumdaki vücut ölçüleri üzerine genetik faktörlerin
yanında ana yaşı ya da laktasyon sayısı, besleme ve sağlık durumu, cinsiyet ve mevsimin
etkili olduğu bildirilerek, develerde doğum ağırlığının kalıtım derecesinin diğer etçi türlere
göre daha yüksek olduğu bildirilmiş ve yüksek doğum ağırlığına sahip olan budukların aynı
zamanda yüksek yaşama gücüne de sahip oldukları ve et üretim potansiyellerinin de daha
yüksek olduğu vurgulanmıştır (Kadim ve Mahgoub, 2014). Hansard ve Berry (1969)’ye atfen
Kadim ve Mahgoub (2014) hayvanların doğum ağırlığında görülen varyasyonda ananın (%20),
fötüsün (%17), laktasyon sırasının (%7), beslemenin (%6), cinsiyetin (%2) ve ananın yaşının
(%1) oranında önemli payının olduğunu vurgulamışlardır.
Doğum ağırlığı ve yavrunun doğumdaki vücut ölçüleri üzerine ananın direkt
etkisi %50 oranındayken, anadan kaynaklı maternal genetik etkiden de söz edilmektedir.
Burada yavrunun doğum ağırlığı ve doğumdaki vücut ölçülerinde maternal uterin etkinin de
önemli bir payının olduğu vurgulanmalıdır (Menissier ve Frish, 1992; Koç, 2017). Develerde
ikizlik oranının oldukça düşük olduğu, develerin genellikle tek doğum yaptıkları bildirilmiş
(Koç ve ark., 2016) ve çiftlik hayvanlarında olduğu gibi develerde de et üretiminin temelini
yavrunun doğum ağırlığının oluşturduğu ifade edilerek doğum ağırlığı yüksek olan budukların
33
aynı zamanda sütten kesim ağırlıklarının ve ergin canlı ağırlıklarının da yüksek olacağı
belirtilmiştir (Kadim ve Mahgoub, 2014).
Develerde fetüsün büyümesinin sığıra benzer olduğu belirtilerek develerde doğum
ağırlığı bakımından varyasyonun oldukça yüksek olduğu dile getirilmiş ve 26.3 kg ile 52.1 kg
arasında değiştiği ifade edilmiştir. Diğer çiftlik hayvanı türlerine benzer olarak develerde de
dişilerin doğum ağırlığının erkeklerden daha düşük olarak gerçekleştiği vurgulanmıştır
(Kadim ve Mahgoub, 2014; Koç ve ark., 2016).
Gebeliğin son dönemlerinde ananın yetersiz besleme, fetüsün ağırlık artışında
düşüşlere neden olurken, yetersiz besleme şiddetine bağlı olarak fetüsün ölümü ve düşükler de
görülebilir (Kadim ve Mahgoub, 2014). Bu anlamda doğum mevsimi, gebeliğin sonlarındaki
devenin iyi beslenerek fetüs gelişiminin iyi olması ve doğum sonrasında ananın iyi beslenip
yeterli süt üreterek yavrusunun hayatta kalmasını sağlamsı ve gelişme hızının yüksek olması
açısından büyük bir öneme sahipken, sahibine tatmin edici miktarda süt üretebilmesi
açısından da doğum mevsiminin önemli olduğu vurgulanmalıdır.
Mutairi (1999) ana yaşının buduk doğum ağırlığı üzerine etkisinin önemli
olduğunu belirterek, ilk doğumunu yapan develerin diğer yaşlı develere göre doğum
ağırlığı daha düşük olan yavrular doğurduklarını, ilk doğumunu yapan genç develerin canlı
ağırlığının düşük olmasının yavru doğum ağırlığının da düşük olmasına neden olduğunu
belirtmiş ve ana yaşı ile buduk doğum ağırlığı arasındaki korelasyonu 0.87 olarak
hesaplamıştır. Ayrıca, doğum öncesinde ananın vücut ağırlığı ile buduk doğum ağırlığı
arasında da pozitif bir korelasyon bulunduğu belirtilerek, kalıtsal faktörler dışında coğrafi
bölgenin de buduk doğum ağırlığı üzerinde etkili olduğu ifade edilmiştir (Kadim ve Mahgoub,
2014). Tunus ve Kenya’da develerde doğum ağırlığının sırasıyla 25.8 ve 30.9 kg gibi
daha düşük olduğu belirtilirken, Sudan develerinde 30-40 kg, Somali ve Tunus’ta 27
kg, Hindistan’da 39 kg olduğunu belirtilmiştir (Kadim ve Mahgoub, 2014).
Etiyopya’da buduklarda ölüm oranının %14.9-20.3 gibi yüksek oranda gerçekleştiği
belirtilerek, deve yavrularında görülen bu yüksek ölüm oranının yetersiz bakım-besleme
faktörlerine bağlı olduğu ifade edilmiştir (Megersa et al. 2008’i atfen Kadim ve Mahgoub,
2014).
Yagil (1985), dişi buduklarda doğum ağırlığının dişilerde 37.2 kg ve erkeklerde 38.2
kg, aralarındaki farkın ise önemsiz bulunduğunu belirtirken, Sudan deve yavrularında
erkelerin doğum ağırlığının 39±0.31 kg ile dişilerden (36 ± 0.34 kg) daha ağır bulunduğu
bildirilmiş (Bakheit et al., 2009), Harmas et al. (1990) ise dişi ve erkek buduklarda
doğum ağırlığı üzerine cinsiyetin etkisinin önemli olduğunu belirterek erkeklerde doğum
ağırlığını 35±0.95 kg, dişilerde ise 34.05±0.46 kg bulunduğunu ifade etmiştir. Mutairi
(1999) erkek ve dişi buduklarda ortalama doğum ağırlığını sırasıyla 37.45 ± 0.55 kg ve
37.27 ± 0.41 kg bulmuştur.
Yeni doğan yavru buduk doğumdan birkaç saat sonra ayağa kalkabilirken (Koç ve
ark., 2016), yetiştirme sistemine bağlı olarak 5 yaşına kadar anasına yakın olarak büyüdüğü
ifade edilmiştir (Kadim ve Mahgoub, 2014). Çizelge 1’de farklı bölgelerde yetiştirilen tek
hörgüçlü develerde doğum ağırlığı ortalamaları verilmiştir. Çizelge 1’de de görülebileceği
gibi 10 farklı araştırmadan elde edilen sonuçlarda tek hörgüçlü develerde doğum ağırlığının
27.0 kg ile 42.3 kg arasında değiştiği belirlenmiştir.
34
Bu çalışmada Aydın ilinde üç farklı işletme 2017 yılı kış döneminde doğan budukların doğum
ağırlıklarının ve vücut ölçülerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Çizelge 1. Farklı bölgelerde yetiştirilen Dromedar develerde doğum ağırlığı (Kadim ve
Mahgoub, 2014)
Ülke n Doğum Ağırlığı, kg Kaynak
Hindistan 525 37.3-41.0 Bhargava et al. (1965); NRCC (1990)
Pakistan ?? 42.3 Khan et al. (2003)
Tunus 29 35±6 (erkek)
32±5 (dişi)
Kamoun (1995)
Tunus 22 27.0-28.4 Hammadi et al. (2001)
Libya 158 35.95±0.46 (erkek)
34.05±0.46 (dişi)
Harmas et al. (1990)
S. Arabistan 32 39.94±0.61 (erkek)
37.77±0.53 (dişi)
Mutairi (1999)
Sudan 49 39.0 ± 0.31 (erkek)
36.0 ± 0.34 (dişi)
Bakheit et al. (2009)
Sudan 20 32.5–35 El-Amin (1979)
Kenya 22 27.8 Wilson (1998)
Avustralya 61 30-40 Camel Newsletter (1997)
GEREÇ VE YÖNTEM
Bu çalışmanın hayvan materyalini Aydın ilinde ikisi İncirliova ilçesi, birisi de
Ortaklar’da bulunan üç deve işletmesinde 04.1.2017-13.04.2017 tarihleri arasında doğan bir
başı dişi, 7 başı erkek toplam 8 baş buduk oluşturmuştur.
Budukların doğum sonrasında ilk 24 saat içerisinde vücut ağırlığı ve vücudun değişik
bölgelerinden alınan vücut ölçüleri alınmıştır. Doğum ağırlığı işletmelerde dijital teraziler
aracılığı ile belirlenirken, vücut ölçüleri sığırların dış görünüşe göre değerlendirilmesinde
kullanılan ve su terazili bir ölçü metresi yardımıyla belirlenmiştir.
Buduklardan alınan vücut ölçüleri cidago yüksekliği, sağrı yüksekliği, sırt (hörgüç)
yüksekliği, sırt (hörgüç) çevresi, vücut uzunluğu, boyun uzunluğu, göğüs çevresi, omuz
genişliği, ön bacak uzunluğu, arka sağrı genişliği ve kuyruk uzunluğundan oluşmaktadır
(Lawrence ve Fowler, 1997; Koyuncu ve ark., 2002; Taşkın, 2004; Chniter et al., 2009;
Abdallah ve Faye, 2012; Osman et al., 2015; Koç, 2016).
Cidago yüksekliği: Sırt omurunun en yüksek noktasının (Processus spinalis) yerden
yüksekliği,
Sağrı yüksekliği: Sağrının (sacrum) en yüksek noktasının (Tuber coxae’ları
birleştiren hat) yerden yüksekliği,
Sırt (hörgüç) yüksekliği: Son sırt omuru diken çıkıntısının yerden yüksekliği,
Sırt (hörgüç) çevresi: Son sırt omuru diken çıkıntısının karın altından alınan çevresi,
Vücut uzunluğu: Omuz ucu (Tuberculum majus humeri) ile oturak yumrusu (Tuber
ischci) arasındaki mesafe,
35
Boyun uzunluğu: Başın alt kısmı ile göğüs arasındaki mesafe,
Göğüs çevresi: Göğüs kemiğinin ön ayakların arkasından sırt ve karın altından
ölçülen çevresi,
Omuz genişliği: İki omuz ucu arası mesafe,
Ön bacak uzunluğu: Humerus kemiğinin skapula ile birleştiği noktasının yerden
yüksekliği,
Arka sağrı genişliği: Oturak yumruları (Tuber ischi’ler) arasındaki mesafe,
Kuyruk uzunluğu: Kuyruğun vücuda bağlandığı nokta ile ucu arasındaki mesafedir.
Doğan yavruların dördünün babası Deli Budur, üçünün babası Cafer Buhur, birisinin
babası ise belirlenememiştir. Ayrıca, işletmeciler doğan üç yavruya ait gebelik süresi ve
doğum ağırlıklarını 372 gün (28 kg), 392 gün (40.5 kg) ve 399 gün (39.5 kg) olarak
bildirmişler, diğerlerine ait gebelik süresi develerin çiftleşme tarihi kaydı tutulmadığından
belirlenememiştir.
Doğan 8 baş buduğun doğum ağırlığı ve vücut ölçülerine ait tanımlayıcı istatistikler
belirlendikten sonra, özellikler arasındaki korelasyon katsayıları hesaplanmıştır. Ayrıca,
stepwise-regresyon yöntemi kullanılarak vücut ölçülerinden canlı (doğum) ağırlığı tahmin
etmeye yönelik eşitlikler geliştirilmiştir. Verilerin analizinde Minitab 13.0 paket
programından yararlanılmıştır.
BULGULAR VE TARTIŞMA
Doğum ağırlığı ve vücut ölçüleri alınan 8 baş buduğa ait tanımlayıcı istatistikler
Çizelge 2’de verilmiştir. Bactrian x Dromedar F1 melezi budukların doğum ağırlığı 28 ile 51
kg arasında değişmiş, ortalaması 36.13±2.61 kg olarak hesaplanmıştır. Budukların cidago,
sağrı, sırt (hörgüç) yükseklikleri sırasıyla 102.38±2.21 cm, 99.06±2.55 cm ve 103.13±2.14 cm;
sırt (hörgüç) ve göğüs çevreleri sırasıyla 77.00±3.01 cm ve 78.38±2.15 cm, vücut, boyun, ön
bacak ve kuyruk uzunlukları sırasıyla 59.38±1.22 cm, 35.63±1.34 cm, 83.44±2.62 cm ve
30.63±0.93, ve omuz ve ark sağrı genişlikleri sırasıyla 11.63±0.93 cm ve 8.63±0.46 cm olarak
hesaplanmıştır (Çizelge 2).
Bu çalışmada Bactrian x Dromedar F1 melezi buduklar için bulunan 28-51 kg
arasında değişen doğum ağırlıkları Kadim ve Mahgoub (2014)’ın dünyanın değişik
ülkelerinde yetiştirilen develer için bildirdiği doğum ağırlıklarıyla karşılaştırıldığında, Somali,
Tunus ve Kenya develerinde bildirilen Doğum Ağırlığından daha yüksekken, Hindistan,
Pakistan, Libya, S.Arabistan, Sudan ve Avustralya develerinde bildirilen doğum ağırlığı
değerlerine benzerdir.
Doğum ağırlığı özelliği üzerine ırk, ana yaşı, gebelik dönemindeki besleme ve sağlık
durumu, cinsiyet ve mevsimsel faktörlerin etkili olduğu düşünülecek olursa, yapılan
çalışmalarda develerde doğum ağırlığının dünya genelinde 26.3 kg ile 52.1 kg (Merkt et al.,
1990) arasında değişmesinin kabul edilebilir olduğu belirtilmelidir.
Yine bu çalışmada Bactrian x Dromedar F1 melezi buduklar için bulunan doğum
ağırlığı (36.33±2.61 kg) ortalaması Harmas et al. (1990), Mutairi (1999), Bakheit et al.
(2009)’un bildirdikleri doğum ağırlığı ortalaması ile benzerdir.
36
Çizelge 2. Budukların Doğum Ağırlığı ve Vücut Ölçülerine ait tanımlayıcı istatistikler
n Ort. En düşük En yüksek
Doğum Ağırlığı, kg 8 36.33±2.61 28 51
Cidago Yüksekliği, cm 8 102.38±2.21 92 114
Sağrı Yüksekliği, cm 8 99.06±2.55 87.5 110
Sırt (Hörgüç) Yüksekliği,
cm
8 103.13±2.14 94 114
Sırt (Hörgüç) Çevresi, cm 8 77.00±3.01 60 88
Vücut Uzunluğu, cm 8 59.38±1.22 54 64
Boyun Uzunluğu, cm 8 35.63±1.34 31 42
Göğüs Çevresi, cm 8 78.38±2.15 72 91
Omuz Genişliği, cm 8 11.63±0.93 8 15
Ön Bacak Uzunluğu, cm 8 83.44±2.62 69 91
Arka Sağrı Genişliği, cm 8 8.63±0.46 8 10
Kuyruk Uzunluğu, cm 8 30.63±0.93 26 35
Budukların doğum ağırlığını tahmin için geliştirilen eşitlikler Çizelge 3’de verilmiştir.
Diğer çiftlik hayvanlarında olduğu (Koç ve Akman, 2007) gibi develerde de canlı ağırlığı
tahminde göğüs çevresi öne çıkan bir özellik olduğu söylenebilir (Çizelge 3; Eşitlik 1) ve bu
eşitliğe göre budukların göğüs çevresi kullanılarak doğum ağırlıklarını %82.15 (R2=82.15)
doğruluk oranı ile tahmin etmek olasıdır.
İkinci adımda ise doğum ağırlığında açıklanan varyasyonu göğüs çevresine ilave
olarak omuz genişliği kullanılarak %97.92 (R2=97.92) oranında açıklamak mümkündür.
Üçüncü adımda ise doğum ağırlığını tahminde göğüs çevresi ve omuz genişliğine ilave olarak
arka sağrı genişliği kullanılarak doğum ağırlığındaki varyasyonu %98.9 (R2=98.90) gibi
oldukça yüksek olasılıkla belirlenebileceği görülmüştür.
Çizelge 3. Doğum Ağırlığını tahmin için vücut ölçülerinden yararlanılarak Stepwise
regresyon yöntemiyle geliştirilmiş eşitlikler
Eşitlik R2
1 =-49.94+1.10*GÇ 82.15
2 =-66.32+1.53*GÇ-1.5*OG 97.92
3 =-71.46+1.56*GÇ-1.77*OG+1.02*ASG 98.90
GÇ: Göğüs çevresi, OG: Omuz genişliği, ASG: Arka sağrı genişliği
Göğüs çevresine ilave olarak omuz genişliği ve arka sağrı genişliğinin
Stepwise-regresyon yöntemine göre önerilmesi develerde canlı ağırlığı tahminde, en azından
buduklarda doğum ağırlığında elde edildiği kadarıyla, hayvanların boyları ya da
uzunluklarının değil genişliklerinin daha fazla belirleyici oluğu şeklinde değerlendirilebilir.
Göğüs çevresi gibi, omuz genişliği ve arka sağrı genişliği de kolayca alınabilecek
ölçümler olduğu düşünüldüğünde budukları tartmak için kantarı olmayan işletmelerin bu
ölçümleri kullanarak hayvanların doğum ağırlıklarını tahmin etmek mümkün olacaktır.
37
Bu çalışmada elde edilen tahmin oranına benzer olarak Koç ve Akman (2007) besi
sığırlarında yapılan bir çalışmada göğüs çevresini tek başına kullanılarak %84.63 oranında
canlı ağırlığın tahmin edilebileceğini bildirmişlerdir.
Budukların doğum ağırlığı ile bazı vücut ölçüleri arasındaki fenotipik korelasyonlar
Çizelge 4’de verilmiştir. Doğum ağırlığını tahminde öne çıkan bir vücut ölçüsü olan göğüs
çevresi ile doğum ağırlığı arasındaki korelasyon katsayısı 0.91 bulunmuşken, doğum
ağırlığının hörgüç yüksekliği, cidago yüksekliği, ön bacak uzunluğu ve sağrı yüksekliği ile
olan korelasyonu sırasıyla 0.84, 0.78, 0.74 ve 0.72 bulunmuştur. Doğum ağırlığı ile arasındaki
en düşük korelasyona sahip özellik arka sağrı genişliğidir (r=0.16).
38
Çizelge 4. Budukların Doğum Ağırlığı ve Vücut Ölçüleri arasındaki korelasyonlar
DA CY SY HY HÇ VU BU GÇ OG ÖBU ASG
CY 0,78*
SY 0,72* 0,83*
HY 0,84** 0,85** 0,98**
HÇ 0,56 0,39 0,09 0,26
VU 0,63 0,65 0,40 0,47 0,49
BU 0,60 0,76* 0,82* 0,80* -0,04 0,54
GÇ 0,91** 0,83* 0,68 0,78* 0,38 0,69 0,79*
OG 0,31 0,48 0,38 0,36 -0,24 0,35 0,81* 0,67
ÖBU 0,74* 0,66 0,63 0,69* 0,52 0,52 0,26 0,52 -0,18
ASG 0,16 0,35 0,62 0,53 -0,30 0,13 0,81* 0,33 0,62 -0,15
KU 0,41 0,32 0,44 0,44 0,30 0,62 0,17 0,18 -0,32 0,72* -0,05
*: P<0.05’e göre önemli, **: P<0.01’e göre önemli. DA: Doğum ağırlığı, CY: Cidago yüksekliği, SY: Sağrı yüksekliği, HY: Hörgüç
yüksekliği, HÇ: Hörgüç çevresi, VU: Vücut uzunluğu, BU: Boyun uzunluğu, GÇ: Göğüs çevresi, OG: Omuz genişliği, ÖBU: Ön bacak
uzunluğu, ASG: Arka sağrı genişliği
39
SONUÇ
Baktrian x Dromedar F1 melezi buduklarda doğum ağırlığı ve vücut ölçüleri
üzerine yapılan bu çalışmada genel olarak doğum ağırlığının geniş bir varyasyona
(28-51 kg) sahip olduğu söylenebilir. Bu geniş varyasyonda bakım ve besleme
şartlarının yanında melezlemede kullanılan develerin ait olduğu ırkların ergin
büyüklüklerinin de önemli bir rolü olduğu belirtilmelidir.
Doğan budukların yetiştirilme amacına bağlı olarak yapılacak besleme
genotiplerinin etkisiyle birlikte büyüme hızlarının belirlenmesinde etkili olacaklardır.
Türkiye gibi yoğun olarak güreş devesi olarak yetiştirilen develerin büyüme hızlarının
yüksek ya da düşük olmasından çok doğan özellikle de erkek devenin iyi bir güreşçi
olup olmayacağının daha fazla önem taşıdığı söylenebilir. Bu anlamda güreştirilen
develerin cüssesi ve ön bacak uzunluğu gibi bazı vücut ölçülerinin güreş sırasında
önemli olduğu düşünüldüğü zaman ergin hayvanların vücut ölçüleri ve ağırlıklarıyla
doğumdaki ağırlık ve vücut ölçüleri arasındaki ilişkilerin belirlenmesi bir güreşçi erkek
devenin daha doğduğunda iyi bir güreş devesi olup olmayacağının anlaşılmasını
sağlayacağı söylenebilir.
Doğan buduğun ağırlığını bilmek isteyen ancak kantarı bulunmayan
yetiştiriciler için diğer çiftlik hayvanı türlerinde olduğu gibi develerde de öne çıkan
vücut ölçüsünün göğüs çevresi olduğu, omuz genişliğini de ölçerek budukların doğum
ağırlıklarını düşük bir sapmayla belirlemelerinin mümkün olduğu söylenebilir. Ancak,
bu çalışmada kullanılan veri sayısının oldukça az olması daha fazla sayıda doğum
ağırlığı ve doğumdaki vücut ölçülerinin belirlenerek benzer yöntemle eşitliklerin
geliştirilmesinin daha uygun olacağı vurgulanmalıdır.
40
KAYNAKLAR
Abdallah HR, Faye B. Phenotypic classification of Saudi Arabian camel (Camelus
dromedarius) by their body measurements. Emir. J. Food Agric. 2012; 24 (3): 272-280.
Bakheit SA, Faye B, Nikheila AM, Majid AM. The impact of farming system on
sudanese camel calves growth rate. The 2nd Conference of the International Society of
Camelid Research and Development. Djerba, Tunisia, 12–14 March, 2009, p. 81.
Chniter M, Hammadi M, Khorchani T, Krit R, Cherni MS, Ben Hamouda B. Body
measurements in Maghrebi camel types (Camelus dromedarius) in the Southern Tunisia.
The Second Conference of the International Society of Camelid Research and
Development. Djerba, Tunisia: 12th-14thMarch, 2009.
Harmas S, Shareha A, Biala A, Abu-shawachi H. Investigation on growth measures
of Magrib camel (Camelus dromedrius), 1990; Camel Newsletter 7, 82 (abstract).
Kadim IT, Mahgoub O. Camel Body Growth. Camel Meat and Meat Products / edited
by Kadim IT, Mahgoub O, Faye B, Farouk MM. CAB International. 2014
Koç A, Akman N. Siyah-Alaca Tosunların Değişik Dönemlerdeki Vücut Ölçüleri ve
Vücut Ölçülerinden Canlı Ağırlığın Tahmini. ADÜ Ziraat Fakültesi Dergisi. 2007;
4(1-2):21-25
Koç A, Altın T, Birincioğlu B. 2016. Reproductive chaaracteristics and fertility in camel.
I. Uluslararası Selçuk-Efes Devecilik Kültürü ve Deve Güreşleri Sempozyumu. II. Cilt.
Fen ve Sağlık Bilimleri Bildirileri Kitabı. Ed. Koç A, Erdoğan H. ISBN:
978-605-88682-6-7, Selçuk Belediyesi Selçuk Efes Kent Belleği Yayınları, 17-19
Kasım, 2016.
Koç A. Büyükbaş Hayvan Yetiştiriciliği Ders Notları. ADÜ Ziraat Fak. Zootekni Böl.,
AYDIN, 2017.
Koç A. Çiftlik Hayvanlarında Dış Görünüşe Değerlendirme Ders Notları. ADÜ Ziraat
Fak. Zootekni Böl., AYDIN, 2016.
Koyuncu M, Tuncel E, Duru S. Büyükbaş Hayvan Yetiştirme (Uygulama). Uludağ Üniv.
Ziraat Fak. Uygulama Kılavuzu No:10, 2002.
Lawrence TLJ, Fowler VR. Growth of Farm Animals. Chapter 10: Measuring Growth.
CAB INTERNATIONAL 198 Madison Avenue New York, NY, 10016-4341, USA,
1997.
Menissier F, Frish JE. Genetic Improvement of Beef Cows.
World animal science. C, Production-system approach ; 5. Beef cattle production / edited
by R. Jarrige and C. Béranger. Elsevier Science Publishers, P.O. Box 211, Amsterdam.
41
In USA and Canada, Elsevier Science Publishing Co. Inc., P.O. Box 882, Madison
Square Station, New York, NY 10159, USA, 1992.
Merkt H, Rath D, Musa B, El-Nagger MA. Reproduction in camels. A review. FAO
Animal Production and Health Paper, Food and Agriculture Organization of the United
Nations, Rome, 1990.
Mutairi, SE. Evaluation of Saudi camel calves’ performance under an improved man-
agement system. Proceedings of the International Workshop on the Camel Calf.
Ouarzazate, Morocco, 24–26 October, 1999, pp. 219–222.
Osman AM, Abu Kashwa SM, Elobied AA, Ali AS, Ibrahim MT, Salih MM. Body
Measurements of Five Types of Sudanese Camel Breed in Gadarif State. Sudan Journal
of Science and Technology. 2015; 16(1):76-81
Taşkın T. Tarımsal Uygulamalar: Hayvansal Üretim Uygulamaları. Ed: M. Kaymakçı,
Ç. Koçak. E.Ü. Z.F. Yayın No: 552, 2004.
Yagil R. The Desert Camel Comparative Physiological Adaptation. Vol. 5. Verlag
Karger, Basel. 1985.
42
IMPACT OF RESTRICTED SUCKLING ON MILK COMPOSITION OF
CAMELS UNDER FARMING SYSTEM IN SUDAN
AYMAN BALLA MUSTAFA1, AHMED EISA ELHAG
2 ,
ABDELLA RAMADAN EGNADI3, KHADIGA ABBAS A/ATTI
4,
ABDELMONEIM MUKHTAR ABUNIKHAILA5
Abstract
The objective of this study was to elucidate the impact of restricted suckling and some
husbandry practices on milk constituents of camel under farming system during four months
postpartum. Eight lactating she-camel and eight calve have been selected immediately after
calving and assigned to two equal groups under semi-intensive system in farm of Khartoum
University Camel Research Centre. In group (G1) all calves were allowed to suckling freely
from birth to 30th days postpartum. Afterward, calves were used to stimulate milk letdown for
each of the she-camel's teat for a few seconds before milking procedure. The residual of milk in
the udder quarters to be left consumed by the calf immediately after complete hand milking for
three months. While in group (G2) the calves was freely suckling up to 80th days postpartum.
Afterward calves may be used to stimulate milk letdown by sucking each of the she-camel's
teats for a few seconds before milking procedure milk and the residual milk in the other
quarters, left to be consumed by the calf. In addition the calves were remaining with their dams
all day light. Collection of milk samples started in the second week of postpartum and continued
biweekly interval up to end of 4th month postpartum. Major fat, protein, lactose, solid non-fat
(SNF) and density percentages were determined biweekly for 16 weeks postpartum by
automatic milk analyzer device (lactoscan Model-90, Europe). The result revealed there is
significant difference of fat, lactose and density content where also lack difference of protein
and solid non-fat between two groups was found. Otherwise, the significant increase of the
levels of fat, lactose, protein and solid non-fat was recorded with advance of lactation stage,
beside fluctuation of density percentage among whole period of experiment. The study
concluded that camels restricted from suckling by calf were produced milk, which contained
high level of fat and solid non-fat compared to free suckling camels. Further researches are
requiring to investigate the effect of restricted suckling and early weaning on physiological
process of lactating camels.
1 Department of Therapeutical Nutrition, Faculty of Nursing and Health Sciences, Misurata University,
Libya 2 Department of Preventive Medicine and Clinical Studies, Faculty of Veterinary Sciences, University of
Gadarif, P. O. Box. 449,Postal Code 32211 Al Gadarif State, Sudan, [email protected] 3 Department of Therapeutical Nutrition, Faculty of Nursing and Health Sciences, Misurata University,
Libya 4 Department of Animal Nutrition, Faculty of Animal Production, University of Khartoum, P. O. BOX:
133, Postal 11111 Khartoum North, Sudan 5 Department of Dairy Production, Faculty of Animal Production, University of Khartoum, P. O. BOX:
133, Postal 11111 Khartoum North, Sudan
43
Keywords: Dromedary, Milk Composition, Postpartum, Restricted Suckling, Semi-intensive.
INTRODUCTION
Camels are important milk producers in arid lands and camel milk is an
essential food for livelihood of people and it may be the only milk available in places
where other milking animals cannot be maintained. In pastoral conditions, milk is
always consumed either fresh or in varying degrees of sourness, in the raw state without
heat treatment, (Abdelrahman et al., 2006). A lot of information is still to be generated
about camel milk as a source of food (Iqbal and Khan, 2001). Camel milk is a complex
mixture of fat, protein, lactose, minerals, and vitamins and miscellaneous constituents
dispersed in water. Wide variation in constituents of camel milk is attributed to some
factors such as parity, season and physiological stage. The data of physiological change
of the main components of camel milk are very scarce (Konuspayeva et al., 2009).
Camel milk composition was found to be less stable than other species such as bovine
milk. However, variations observed in camel milk composition could be attributed to
several factors such as analytical measurement procedures, geographical locations,
feeding conditions and samples being taken from different breeds, in addition to other
factors including stage of lactation, age, and calving number (Khaskheli et al., 2005).
Milk protein, fat, lactose and ash contents were all affected by season.
Therefore, protein, fat and ash contents were higher during hot summer (May - July)
and decreased during winter (Oct. - Jan). However, lactose contents an opposite trend,
being higher during the rainy season and decreased during the summer seasons in Sudan
(Bakhiet et al., 2008). In Saudi Arabia, Abdelgadir et al., (2013) they demonstrated that,
no significant effect of parity, gestation length or calf birth weight on milk constituents.
Sohail (1983) analysed camel milk and found 86.94% moisture, 3.67% protein,
5.78% lactose, 0.66% ash and fat 5.76% (1st month), 6.59% (3rd month) and 6.08% in
6th month. He further found that camel milk is rich (58.2 mg/kg) with vitamin C and
compares favorably with cow and goat milk. Sawaya et al. (1984) reported 11.7% total
solids, 3.0% protein, 3.6% fat and 0.13% acidity in camel milk. Morton (1984) observed
that composition of camel milk is similar to the cow and goat milk. Results of camel
milk analyses by Knoess et al. (1986) showed a substantial variation in fat percentage
(2.1 to 4.7%), while protein varied between 2.20 and 2.59% and lactose between 4.59
and 5.33%. Khanna (1986) reported 12.39 to 14.30% total solids, 3.5 to 5.5% fat and
2.0 to 5.5% protein in camel milk. Abu-Lehia (1987) analysed milk samples of Najdi
camels for a period of 3 months during winter/spring seasons and stated that total solids,
total protein, casein, fat, lactose, titratable acidity and ash contents were found to be
11.29 ± 0.57, 2.78± 0.12, 1.90 ± 0.13,3.13 ± 0.15, 4.67 ± 0.01, 0.15 ± 0.01 and 0.80 ±
0.03% respectively. The fat content of Dromedary camel milk is between 1.2 and 6.4%
(Konuspayeva et al., 2009). A strong positive correlation was found between fat and
44
protein contents (Haddadin et al., 2008).This study is aimed to elucidate the impact of
some husbandry practices and parity order on milk constituents of camel milk under
farming system.
MATERIALS AND METHODS
Experimental animal
Eight lactating she-camels, eight calves and one matured male camels have
been chosen from mixed herd of camel. They were clinically healthy; Criteria adopted
for selection of dam was similarity in body weight, age and breed order. The ages of
she-camels were used in experiment was ranged from 6 to 17 years, where average
mean of dam body weight was 396.57 ± 458.62 kg for experiment.
Restricted suckling of calves
Eight lactating she-camel and eight calves have been selected and divided into
two groups (G1) and (G2) when matured male camel (Al Fahal) was separated. Each of
the experimental selected she-camel was identified by a plastic tag with a numerical
number fixed on ear.
Group one (G1): all calves were allowed to suckling freely from birth to 30th
days postpartum. Afterward, calves were used to stimulate milk letdown for each of the
she-camel's teat for a few seconds before milking procedure. The residual of milk in the
udder quarters to be left consumed by the calf immediately after complete hand milking.
After 60th
days all four quarters of the udder to be milked completely and just calves
used for milk "letdown" stimulation with suckling for few seconds then calves return to
restricted in pen that near to their dams. While in group two (G2) the calves was freely
suckling up to 75th
– 80th
days postpartum. Afterward calves may be used to stimulate
milk letdown by sucking each of the she-camel's teats for a few seconds before milking
procedure milk and the residual milk in the other quarters, to be left consumed by the
calf. In addition to calves were remaining with their dam all day light and separated
during the night hours. Restricted of suckling was applied by traditional restricted
method (Shemal) adopted by herders. All experimental animals were herded in closed
pen and set free 5 hrs during day light (9:00 am – 2:00 pm) for grazing and browsing
outdoor then return to pen at afternoon. The dams were supplemented with ration feed,
which includes 2 kg/d/h of concentrates in addition to roughages such as sorghum
stoves. Water source was available daily, health care and parasites control practiced
sometimes. In this system the animal are brought to browsing on irrigated schemes on
limited area around the farm, that distance approximately 700-1200 km from farm site
where, they selected preferable plant by themselves from available range.
Milk samples collection
In first experiment, samples of milk were collected in sterile glass bottle (40
ml). The collection of samples was started in 14th
day postpartum and continued
45
biweekly interval up to 4th
month postpartum. Hand milking was practiced twice a day,
where the first milking at time 8:00 am morning and second milking at time 4:00 pm at
afternoon. These samples were delivered to dairy lab in Faculty of animal production,
University of Khartoum within 24 hrs for laboratory analysis.
Mastitis accidence and calve mortality
During experiments, one case of mastitis and internal parasites has been
regestred, whereas one case of calve sudden death at two months age has been recorded
also. Whenever, the dams in this case must be discarded from experiments.
Laboratory Analysis of milk composition
Major fat, protein, lactose, solid non-fat (SNF) and density percentages were
determined biweekly for 16 weeks postpartum by automatic milk analyzer device
(lactoscan Model-90, Europe).
Statistical analysis
All data were subjected to General Linear Model (GLM) using statistix
version-8 software programme; variations of means regarding treatments and weeks
were calculated. Least Significant Differences (LSD) Test used for means separations.
RESULTS
Effect of restricted and free suckling on milk composition is demonstrated in
tables (4.1), (4.2), (4.3), (4.4), (4.5) and figure (4.1).
The results presented in table (4.1) elucidated the fat contents of camel milk for
G1 and G2 during experimental periods, the fat content was attained a peak value
(7.99±0.69%) during 10th
and 12th
week postpartum for G1 as (P˂0.01) compared to G2.
Fluctuation of fat contents during 16 weeks after calving for G2, these ranged
(2.52±0.60% - 4.2567±0.69%) rather than regular increased with advanced of lactation
for G1 up to week 12 then declined in week 14 and 16. Overall, higher value of fat
content significantly (P˂0.05) of milk produced by G1 as compared to G2 (4.95±0.25%
vs 3.53±0.22%) regarding four months postpartum as indicated in Figure (4.1).
In table (4.2), the results showed the average of lactose content of camel milk
for 4 months postpartum of G1 and G2. Obviously, there is no difference (P˃0.05) of
lactose content among weeks till 4 months after calving but its value increased
gradually with ongoing lactation. In figure (4.1) showed higher value of lactose (P˂0.05)
was recorded for milk produced by G2 as compared to G1 (4.96±0.24 % vs
4.88±0.29 %) overall experiment periods.
The results presented in table (4.3) indicated protein content (%) of milk for
groups of restricted and unrestricted suckling during experimental period. Lack
difference (P˃0.05) of protein content between two groups for 16 weeks after calving
was observed. Protein level was raised slightly with advance in lactation period
especially for G2 as compared to that of G1.
46
In table (4.4) the results elucidated the solid non fat content (SNF) of milk
produced by G1 and G2 during experiment period. The difference not significantly
(P˃0.05) between G1 and G2 group among SNF content for 16 weeks postpartum but
increased SNF content coincided with advanced in lactation stage till end of experiment.
Moreover, SNF content of milk produced during first 6 weeks postpartum was lower
(P˂0.05) than frequencies, these were ranged (8.63± 0.13 - 8.67± 0.14% VS 9.13± 0.15
- 9.55± 0.15%).
The results presented in table (4.5) showed the density of milk for G1 and G2.
The significant (P˂0.05) difference of density between two groups was recorded in 10th
and 12th
week after calving. The density of milk was fluctuated during experiment
period. Otherwise, the density of milk produced by G2 was significantly higher value
(P˂0.05) than that of G1as showed in Figure (4.1).
47
Table 4.1. Variations (Mean±Se) of fat content (%) of milk during experiment period (2nd
-16th
week postpartum) under semi-intensive
system.
Treat
ment
2nd
week 4th
week 6th
week 8th
week 10th
week
12th
week
14th
week 16th
week Overall
G1 1.83±0.6
9 f
2.52±0.6
9 ef
5.04±0.6
9bc
3.48±0.6
9cdef
7.99±0.6
9a
7.99±0.6
9a
4.59±0.6
9 bcd
6.17±0.69
ab
4.95±0.
25A
G2 3.53±0.6
0cdef
3.05±0.6
0def
4.08±0.5
4cde
2.52±0.6
0ef
3.02±0.6
9def
3.73±0.6
0cde
4.07±0.6
0cde
4.26±0.69
bcde
3.53±0.
21B
Overal
l
2.68±0.4
5 C
2.78±0.4
5 C
4.56±0.4
B
3.0±0.45
C
5.50±0.4
9AB
5.86±0.4
5A
4.33±0.4
5B
5.22±0.49
AB
4.24±1.
85
Different letters in same column indicates significant difference (P˂0.05)
Table 4.2. Variations (Mean±Se) of Lactose content (%) of milk during experiment period (2nd
-16th
week postpartum) under
semi-intensive system.
Treat
ment
2nd
week 4th
week 6th
week 8th
week
10th
week 12th
week 14th
week
16th
week
Overall
G1 4.38±0.1
1d
4.95±0.1
1 ab
4.46±0.
91 cd
5.06±0.
11 a
4.71±0.1
1 bcd
4.71±0.1
1 bcd
5.07±0.1
1 a
5±0.11
ab
4.78±0.2
9 B
G2 4.83±0.1
0 ab
4.96±0.1
0ab
4.72±0.0
9 bc
5.11±0.
10 a
4.96±0.1
1 ab
4.96±0.1
0 ab
4.97±0.1
0 ab
5.14±0.1
1a
4.96±0.2
4 A
Overal
l
4.61±0.0
8
4.96±0.0
8
4.58±0.1 5.08±0.
08
4.84±0.0
8
4.84±0.0
8
5.02±0.0
8
5.0717±
0.08
4.875±0.
2
Different letters in same column indicates significant difference (P˂0.05)
48
Table 4.3. Variations (Mean±Se) of Protein content (%) of camel milk during experiment period (2nd
week -16th
weeks postpartum) under
semi-intensive system.
Treat
ment
2nd
week
4th
week
6th
week 8th
week 10th
week
12th
week
14th
week
16th
week
Overall
G1 3.2±0.0
9c
3.54±0.
09b
3.31±0.0
896c
3.66±0.0
8ab
3.6±0.09
ab
3.6±0.08
96ab
3.72±0.0
8a
3.73±0.
09a
3.55±0.
03A
G2 3.57±0.
08 b
3.58±0.
08 b
3.44±0.0
74c
3.65±0.0
8 ab
3.57±0.0
9 b
3.6±0.09
ab
3.63±0.0
8 ab
3.75±0.
09 a
3.
6±0.03
A
Overal
l
3.38±0.
06C
3.56±0.
05 B
3.37±0.0
5
C
3.66±0.0
6AB
3.58±0.0
6 AB
3.6±0.06
AB
3.67±0.0
6 AB
3.74±0.
06A
3.6±0.0
3
Different letters in same column indicates significant difference (P˂0.05)
Table 4.4. Variations (Mean±Se) of SNF content (%) of camel milk during experiment period (2nd
week -16th
weeks postpartum) under
semi-intensive system.
Treat
ment
2nd
week
4th
week
6th
week
8th
week
10th
week
12th
week
14th
week
16th
week
Overall
G1 8.31±0.
22b
9.2±0.22
a
8.42±0.22
b
9.45±0.
22 a
9.02±0.2
2 a
9.02±0.2
2 a
9.52±0.2
2 a
9.46±0.
22 a
9.05±0.
08A
G2 9.02±0.
20 a
9.24±0.2
0a
8.84±0.17
b
9.49±0.
2 a
9.24±0.2
2 a
9.27±0.2
a
9.33±0.2
a
9.64±0.
22a
9.26±0.
07A
49
Overal
l
8.67±0.
14B
9.22±0.1
4 A
8.63±0.13
B
9.47±0.
14 A
9.13±0.1
5A
9.15±0.1
4A
9.4±0.14
A
9.55±0.
15A
9.15±0.
48
Different letters in same column indicates significant difference (P˂0.05)
Table 4. 5. Variations (Mean±Se) of density (%) of camel milk during experiment period (2nd
week -16th
week postpartum) under semi-intensive
system.
Treatm
ent
2nd
week
4th
week 6th
week
8th
week 10th
week
12th
week
14th
week
16th
week
Overall
G1 30.2±0.8b 33.2±0.8
a
28.7±0.8
b
33.59±0.
8a
29.36±0.
83b
29.36±0.
83 b
33.26±0.
83a
32.08±0.
83a
31.2±0.3
B
G2 31.94±0.7
252b
33.06±0.
73a
30.95±0.
65b
34.29±0.
73a
33.06±0.
84a
32.78±0.
72a
32.7±0.7
252a
33.84±0.
8a
32.83±0.
26A
Overall 31.09±0.5
4B
33.13±0.
54A
29.83±0.
5
B
33.94±0.
55A
31.21±0.
59 B
31.07±0.
5 B
32.97±0.
55 A
32.96±0.
59 A
32.03±1.
96
Different letters in same column indicates significant difference (P˂0.05)
50
Figure (4.1) Variations of average means (%) of milk components of camel milk under
semi-intensive system.
DISCUSSION
In current research study, the average mean of milk constituents of camel
raised under semi-intensive system were 4.24±1.85, 4.875±0.2, 3.6±0.03, 9.15±0.48 and
32.03±1.96 for fat, lactose, protein, solid non fat and density content respectively. These
findings are similar to data reported by Wafa et al; (2014), Riyadh et al; (2012),
Hassabo (2010), Konuspayeva et al; (2009), Sietov (2005) and Indra et al; (2003).
Whereas, it looks higher than findings reported by Shuiep et al., (2008), Bakhiet et al;
(2008) and Khaskeli et al; (2005).
In this study, we observed that fat, lactose and protein trend to increase with
advance of lactation, and this is agreed with finding reported by Bakhiet et al; (2008),
who observed that fat, protein and lactose increased with advance of first lactation. Also
according to other authers, Shaeriha (1986) Shuiep et al., (2008), abdelgadir et al;
(2013), they stated that the milk components were elevated during first stage of lactation.
Whereas, high values of fat content was observed during 4 months postpartum in this
study, which is in agreement with previous finding of (Igbal et al 2001; Raghvendar et al
2004; Riek and Gerken 2006; Zeleke 2007). Wide variation in gross of milk constituents
of camel regarding dams allowed to ongoing suckling by claves and another's restricted
suckling in our study may be attributed to physiological process according to Sambraus,
(1995) who suggested that the duration of suckling and the vigor of butting or extracting
milk by the calf from the gland can influence the strength of milk ejection reflex and
affect milk secretion independently of suckling frequency. The results of our study
revealed that high value of fat content and low value of lactose, protein and solid non fat
51
of milk produced by camel, those restricted from suckling by claves. These results are in
agreement with finding of Martinez (1989) who reported that negative correlation
between fat content from one hand and protein and lactose contents on other hand. The
variation of fat content of milk between groups indirectly related to milk yield as
reported by Khaskheli et al; (2005) and Bakhiet et al; (2008) they reported that in dry
season camels produced high diluted amount of milk with low fat. Whereas, in free
suckling condition the amount of milk that suckled by calves not be estimated.
CONCLUSION
The composition of camel milk varies with quality and availability of feed as
well as husbandry practices differences. Camel milk is important source of diet
especially for rural and civil societies in dry regions of Sudan. However, interventions
to improve the production practices through better hygiene and medical diagnosis of
camels and their milk is needed.
52
REFERENCES
Abdelgadir,W. S., Ahmed, T. K., & Dirar, H. A., 2013. The traditional fermented milk
products of the Sudan. International Journal of Food Microbiology, (44): 1-13.
Abdelrahman, Y. M., Eisa, M. O., Mustafa, A. B. and Salih A. M., 2011. Constraints of
Camel pastoralists in Gadaref State, Eastern Sudan, Research opinion of animal and
veterinary sciences, vol. (3):174-177.
Abu-Lehia, I.H. 1987. Composition of camel milk. Milchwissenschaft, 42 (6): 368-371.
Bakheit, S. A., Majid, A. M. A., & Nikhala, A. M., 2008. Camels (Camelus
dromedarius) under pastoral systems in North Kordofan, Sudan: seasonal and parity
effects on milk composition. Journal of Camelid Sciences, 1, 32-36.
Haddadin, M. S. Y., Gammoh, S. I., & Robinson, R. K. 2008. Seasonal variations in the
chemical composition of camel milk in Jordan. Journal of Dairy Research, 75, 8-12.
Hassabo A. A. 2010. Effect of feeding system on milk yield of camel kept around the
urban area in Sudan during summer. In: International Camel Symposium, 7-10 June
2010, Held in Garissa, Kenya.
Igbal, A., Gill, R. A. and Younas M. 2001. Milk composition of Pakistani camel
(Camelus dromedarius) kept under station /farmers conditions. Emir. J. Agric. Sci.
13:7-10.
Indra, P., Magatch, A. and Batsoour, L. 2003. Mongol Bactrian camel [Mongol Temet],
Mongolia State University of Agriculture Publishing, Oulaan-Bator, Mongolia,
Iqbal, A., and Khan, B. B., 2001. Feeding behavior of camel: review. Pak. J. Agri. Sci.
38, 3-4.
Khanna, N. D. 1986. Camel as a milch animal. Indian Farming, 36(5): 39-40.
Khaskheli, M., Arain, M. A., Chaudhry, S., Soomro, A. H., and Qureshi, T. A. 2005.
Physico-chemical quality of camel milk. Journal of Agriculture and Social Sciences, 2,
164-166.
Knoess, K.H., AJ. Makhudum, M. Rafiq and M. Hafeez, 1986. Milk production
potential of the dromedary with special reference to the province of Punjab, Pakistan.
World Anim. Rev. 57: 11-21, FAO, Rome.
Konuspayeva, G., Faye, B., and Loiseau, G. 2009a. The composition of camel milk: a
meta-analysis of the literature data. Journal of Food Composition and Analysis, 22,
95-101.
53
Konuspayeva G., Faye B., Loiseau G., Ivashehenko A., Meldebkova A., Davletov S.,
2009b. Physiological change in camel milk composition, 1- Effect of lactation stage,
Trop. Animal Health Prod. 42: 495- 499.
Magjeed, N. A., 2005. Corrective effect of milk camel on some cancer biomarkers in
blood of rats intoxicated with aflatoxin B1. Journal of the Saudi Chemical Society, 9,
253-263.
Martinez D., 1989. Note on the production of camel milk in the peri-urban sector in
Mauritania. Revue Elev. Med. Vet. Pays Trop. 42: 115-116.
Morton, R.H. 1984. Camels for meat and milk production in Sub-Sahara Africa. J.
Dairy Sci. (67): 1548-1553.
Raghvendar S., Shukla S. K., Sahani M. S. and Bhakat C., 2004. Chemical and physico
chemical properties of camel milk at different stages of lactation: In: International
conference on saving the camel and people's livelihoods building a multi-stakeholder
platform for the conservation of the camel in Rajasthan 23-25 November 2004. Sadri,
Rajasthan, India.
Riek A. and Gerken M. 2006 Changes in Llama (Lama glama) milk composition during
lactation. Journal of Dairy Science. Volume (89): pp. 3484-3493.
http://www.ncbi.nlm.nih.gov/entrez/query.fcgi?cmd=retrieve&db=pubmed&list_uids=1
6899683&dopt=Abstract
Riyadh, S. A., Faris, F. A., Elsyed, I., Mohammed, A. A., Ahmed, S., and Moez, A.
2012. Effects of production system, breed, parity, and stage of lactation on milk
composition of dromedary camels of Saudi Arabia. Journal of Animal and Veterinary
Advances, 11: 141-147.
Sambraus, H.H., 1995. Quantitative information on camel's suckling. 1. Anim. Breed.
Genetics, 112(5-6): 469-479.
Sawaya, W. N., Khalil, J. K., Al-Shalhat, A., and Al-Mohammad, H. 1984. Chemical
composition and nutritional quality of camel milk. Journal of Food Science, 49:
744-747.
Seitov, Z. S., 2005. Koumis and Shubat. Dauir (in Russian). Kosmos Publ. Almaty,
Kazakhastan.
Sheriha, A. M. 1986. Composition of Libyan camel milk. Australian J. Dairy
Technology, 41(1):33-35.
Shuiep, E. S., El Zubeir, I. E. M., El Owni, O. A. O., & Musa, H. H. 2008. Influence of
season and management on composition of raw camel (Camelus dromedarius) milk in
Khartoum state, Sudan. Tropical and Subtropical Agroecosystems, (8) 101-106.
54
Sohail, M. A., 1983. The role of the Arabian camel (Camelus dromedarius) in animal
production. World. Rev. Anim. Prod. 19(3): 38-40.
Vyas S., Pareek P. K., Purohit G. N., and Sahani M. S., 2001. Management practices for
augmenting rut in male Camelus dromedarius. Veterinary Practitioner2:(2): 132-134.
Retrieved April 1, 2010, from http://openmed.nic.in/864/01/ mpracrut1. DOC.
Wafa I. A. B., and El-Zubeir I. E. M., 2014. Impact of husbandry, stages of lactation
and parity number on milk yield and chemical composition of dromedary camel milk.
Emir. J. Food Agric. 26 (4): 333-341.
Zeleke, Z. M. 2007. Non-genetic factors affecting milk yield and milk composition of
traditionally managed camels (Camelus dromedarius) in Eastern Ethiopia. Livestock
Research for Rural Development 19 (6). Available at www.irrd.org/irrd19/6/zeleke
19085.htm.
55
DEVE SÜTÜNÜN İÇERDİĞİ KAZEİN, İMMUNOGLOBİLİN VE
ENZİMLERİN TERAPÖTİK ETKİSİ
ALKAN ÇAĞLI1, MURAT YILMAZ
2 ,TUFAN ALTIN
3
Öz
Son yıllarda, deve sütüne karşı ilginin artığı görülmektedir. Deve sütünün anne sütüne yakın bir
üst olduğu bilinmektedir. Özellikle lipit ve protein kompozisyonu bakımından benzerlik
göstermektedir. Besinsel önemi yanında, deve sütünün insan sağlığı için terapötik etkileri de söz
konusudur. Düşük β-kazein oranı ve β-laktoglobulin bulunmaması gıda alerjilerini tedavi eder.
Bebeklerin veya çocukların beslenmesi açısından alternatif bir gıda olarak görülmektedir. Deve
sütü bağışıklık sistemini güçlendirdiği ve hastalıklara karşı koruyucu etki sağladığı bildirilmiştir.
Özellikle Immunoglobulin’ler ile bağışıklık sisteminin güçlü olmasını sağlamaktadır. Yapılan
çalışmalarda yüksek laktoferrin, lizozim ve laktoperoksidaz düzeyleri ile de antibakteriyel,
antiviral ve antitümör özelliği gösterdikleri bildirilmiştir. Buna ek olarak antikanserojen,
antimikrobiyal ve antioksidan etkide gösterirler. Deve sütünde bulunan kazein, immunoglobulin,
laktoferrin proteinleri ve lizozim, laktoperoksidaz enzimleri terapötik etkileri yönünden büyük
öneme sahiptir. Deve sütünün tedavi edici etkileri insanların daha fazla dikkatini çekmektedir.
Bu nedenle birçok bilimsel araştırmaya konu olmuştur. Deve sütünün, insan sağlığı açısından
kullanımı ve bazı hastalıklara karşı koruma ya da tedavi edici yönü bakımından özerinde
araştırmaların artırılması gereken önemli bir hayvansal ürün olarak görülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Deve sütü, terapötik etki, Immunoglobulin, laktoferrin, laktoperoksidaz
antikanserojen
THE THERAPEUTIC EFFECT OF CASEIN, IMMUNOGLOBULIN AND ENZYMES
CONTAINED IN CAMEL MILK
Abstract
In recent years, the interest in camel milk has been observed to have increased. Camel milk is
known to be akin to human mother milk. They contain similarities particularly in lipid and
protein compositions. Beside its nutritional importance, the therapeutic effects of camel milk on
human health are also significant. It treats nutritional allergies sucessfully owing to its low
β-casein rate and the absence of β-lactoglobulin. It is seen as an alternative food for the nutrition
of babies and children. Camel milk has been reported to strengthen the immune system and to
provide a protective effect against diseases. It contributes to the immune system to be strong
with particularly its immunoglobulins. It has been reported in the studies conducted that it
1 Yüksek Lisans Öğrencisi, Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü, Aydın-
Türkiye, [email protected] 2 Doç.Dr., Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü, Aydın- Türkiye,
[email protected] 3 Prof.Dr., Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü,
Aydın- Türkiye, [email protected]
56
displays antibacterial, antiviral and antitumor properties with its high lactoferrin, lysozyme
and lactoperoxidase levels. In addition, they have anticarcinogenic, antimicrobial and
antioxidant characteristics. The casein, immunoglobulin, lactoferrin proteins and lysozyme,
lactoperoxidase enzymes existing in the camel milk possess great significance for their
therapeutic effects. The therapeutic effects of the camel milk are attracting people more and
more. For this reason it has been the subject of many scientific studies. Camel milk is regarded
as a significant animal product that should be consumed with regard to human health and that
the researches on it should be increased due to its properties to resist to or to treat some
diseases.
Key words: Camel milk, therapeutic effect, Immunoglobulin, lactoferrin, lactoperoxidase
anticarcinogen
GİRİŞ
Deve, sütü için ilk evcilleştirilen hayvandır (Levy ve ark 2013). Develer su
yetersizliği bulunan sıcak, sert iklimlerde, kısıtlı kaynakları kullanmaya çok uygun
canlılardır (Yagil 1982). Yük taşıma, ulaşım ve sporun yanı sıra, develer, süt ve et
sağlayarak, insan beslenmesinde ve ekonomik anlamda katkı sağlamaktadır (Buillet,
1975; Higgins, 1984). Bununla birlikte, Ortadoğu'da bazı ülkeler yiyecek arzı
bakımından kendine yeterli olmaya çalışmakta ve sahip oldukları geniş, kurak
bölgelerden develerin daha fazla faydalanmaları yönünde çalışmalar yapılmaktadır
(Al-Haddad & Robinson, 2003;Haddadin, 2001).
Devenin et verimi yanında süt verimi de önemlidir. Günlük süt verimleri yaş ve
ırka bağlı olarak 3 ile 40 litre arasında değişiklik göstermektedir (Yagil 2000). Deve
sütünün kimyasal bileşimi ve besin içeriği ile ilgili yapılan çalışmada, % 11.7 toplam
kuru madde, % 3.0 protein, % 3.6 yağ, % 0.8 kül, % 4.4 laktoz, % 0.13 asitlik ve 6.5 pH
değerlerine sahip olduğu, inek sütüne göre Na, K, Zn, Fe, Cu, Mn, niasin ve vitamin C
seviyeleri daha yüksek ve tiamin, riboflavin, folasin, vitamin B12, pantotenik asit,
vitamin A, lisin ve triptofan daha düşük olduğu bildirilmiştir (Sawaya 1984).
Memelilerin sütü, laktoperoksidaz / tiosiyanat / hidrojen peroksit sistemi (LPS),
laktoferrinler, lizozim, immünoglobülinler ve serbest yağ asitleri de dahil olmak üzere
doğal engelleme sistemleri ile mikrobik kontaminasyonlara karşı farklı derecelerde
korunduklarını belirtilmiştir (El Agamy ve ark. 1992; Kappeler ve ark. 1999). Sütte
bulunan bu antimikrobiyal sistemlerin her birinin konsantrasyonu ve etkinliği hayvan
türlerine ve laktasyon aşamasına bağlı olduğu söylenmektedir (El Agamy 1992). Deve
sütünün inek sütünden daha güçlü bir inhibitör sistemi olduğu bildirilmektedir (El
Agamy 1992). Sığır, koyun ve keçi popülasyonlarının hayat bulamadığı kurak ve çöl
bölgelerde deve hayatta kaldığı ve süt üretmeye devam ettiği bilinmektedir (Yagil
2000).
57
Bu derlemede deve sütündeki kazein ve immunoglobulin proteinleri, doğal
antimikrobiyal sistemlerden laktoferrin, laktoperoksidaz ve lizozim yönünden
karşılaştırılması ve terapötik etkileri incelenmiştir.
KAZEİN
Sütün esas proteini olarak bilinen kazeinler, sütün asit ile muamelesinden sonra
çökmeyen kısım olduğunu ve dört farklı doğal kazeinden (α-s1, α-s2, β-, ve κ-) oluştuğu
bildirmiştir (Ginger ve Grigor 1999). Bu proteinler 6. kromozomda yer alan 250 kb’lik
genomik bölgede bulunan bir gen kümesi tarafından kodlandlanmaktadır (Mercier ve
Vilotte, 1993).
Deve sütü kazeini proteolize çok hassas olup değişik biyolojik aktivitelere
sahip peptitler üretebileceği belirtmiştir (Semen ve Altıntaş, 2016). Tüketici sağlığı
üzerinde olumlu etkileri olan bu peptitlerin biyolojik aktiviteleri, mide ve bağırsağın
proteolitik enzimleri tarafından etkilenmemektedir (Jrad ve ark. 2014). Bu peptitlerin
deve sütünün terapötik etkisinde de önemi olduğu düşünülmektedir (El-Agamy 1983).
Deve sütü β-kazeinin düşük oranı ve β-laktoglobulin içermemesi ile hipoallerjenik etki
gösterdiği bildirilmiştir (Al-Alawi ve ark 2011; El-Agamy 2009). Deve ve inek sütü
sırasıyla% 65 ve % 39 beta-kazein, % 5 ve % 14 oranında κ-kazein içerir (Wernery,
2007). Sırasıyla deve ve inek sütüne ait β-laktalbümen konsantrasyonu 3.5mg / ml ve
1.2mg / ml'dir (Wernery, 2007). Tek hörgüçlü deve sütü kazein yüzdesi % 2.90-3.02
iken çift hörgüçlü deve sütü kazein yüzdesi % 0,89 olarak tespit edilmiştir (Saygılı ve
ark. 2017).
İMMUNOGLOBULİNLER
İmmunoglobulinler kimyasal, fiziksel ve immünolojik açıdan incelendiğinde
aralarında, karbonhidrat miktarları, elektroforez hızları, molekül ağırlıkları, amino asit
yapıları, taşıdıkları H(=ağır) polipeptid zinciri tipi gibi özellikler bakımında farklılıklar
bulunmuştur (Çulha 2014). Bu farklılıklara göre sırasıyla g (gamma) H zinciri, μ (mü)
H zinciri, a (alfa) H zinciri, d (delta) H zinciri, e (epsilon) H zinciri olmak üzere IgG,
IgM, IgA, IgD, IgE olarak adlandırılmıştır (Çulha 2014). IgG kandaki ana antikordur
(Çulha 2014). IgA vücut girişlerini korumak için vücut sıvılarında yoğunlaşmıştır
(Çulha 2014). IgM en büyük antikordur kandaki bakteriler üzerine etkili
antikorlardandır. (Çulha 2014). IgD membrana bağlı kalır ve hücre aktivasyonunu
düzenler (Çulha 2014). IgE kanda eser miktarda bulunmuş olduğunu belirtmiştir (Çulha
2014). IgG moleküllerinin disülfid bağlarındaki farklılıklar nedeniyle ve 4 alt grup
altında toplandığı bildirilmiştir (Elgert, 2009). IgG1'de 2, IgG2'de 4, IgG3'de 15 ve
IgG4'te 2 disülfid bağı bulunmaktadır (Elgert, 2009). Tüm IgG'lerin %65'i IgG1 olduğu
belirtilmiştir (Elgert, 2009). IgG2 %23'ünü, IgG3 %8'ini, IgG4 ise %4'ünü
oluşturmaktadır (Elgert, 2009).
Plazma hücreleri tarafından sentezlenen tüm immünglobulinlerde (Ig G, A, M
ve D) olduğu gibi IgE molekülü de iki ağır ve iki hafif zincirden oluştuğu bildirilmiştir
58
(Arslan ve ark. 2017). Ağır zincir epsilon olarak belirtilmiş (Arslan ve ark. 2017). IgE
monomerinin yapısı diğer immünglobulinlerle karşılaştırıldığında dört sabit bölgeden
oluştuğundan molekül ağırlığı 190 kDa olup IgG (150 kDa)’ye göre daha fazladır
(Arslan ve ark. 2017). Epsilon bölgesinde bazofil ve mast hücrelerinin bağlanabilmesi
için reseptörler içeren alanlar olduğu bildirilmiştir (Arslan ve ark. 2017). IgE
konsantrasyonunun IgG ile karşılaştırıldığında serumdaki düzeyi oldukça düşük olarak
görülmüştür (Arslan ve ark. 2017). Serumdaki serbest IgE’nin yarı ömrü 2 gün kadar
olup mast hücrelerine bağlı olanların ise iki haftaya kadar uzadığı belirtilmiş (Arslan ve
ark. 2017).
Deve sütü benzersiz bir immünolojik sisteme sahiptir (El-Hatmi ve ark. 2007).
Deve sütüne özgü immünoglobülin (Ig) IgG2 ve IgG3 alt sınıflarının hafif zincirlerden
yoksun olduğu ve sadece 45 ve 42 kg mol-1 ağır zincirlere sahip olduğu belirtmiştir
(El-Agamy ve ark. 2009). (El-Hatmi ve arkadaşları 2007), deve sütünün IgG içeriği için
0.79 mg mL-1 değerini vermiştir. Buna ek olarak, deve sütüne ait İmmünoglobulin G
seviyesi, keçi, inek, koyun, manda ve insan sütü arasında en yüksek düzeydedir
(El-Agamy ve ark. 2009). Deve sütündeki İmmünoglobülinlerin, enfeksiyonlara karşı
yüksek bir savunma kapasitesine sahiptir (Abdel Gader ve ark. 2016). Deve
immünoglobulinleri, insan antikorlarının yapamadığı doku ve hücrelere nüfuz ettiği ve
azalmış boyutu (insan antikorlarının onda biri) nedeniyle bağırsaktan kolaylıkla genel
sirkülasyona emilebileceği belirtilmiştir (Abdel Gader ve ark. 2016).
LAKTOFERRİN
Laktoferrinin iki temel rolü öne sürülmüştür: antibakteriyel etkisi ve demir
metabolizmasındaki rolü (Levay ve ark. 1995). Laktoferrinin anti bakteriyel etkisi iyi
bilinmektedir (Levay ve ark. 1995). Anti bakteriyel mekanizma, demirin dolaşıma
katılarak vücuttan atılma kapasitesin etkiler ve böylelikle bakterilerin büyümeleri için
gerekli olan demiri bağlayarak bakterilerin yok olmasını sağlar (Levay ve ark. 1995).
Laktoferrin, demir metabolizmasının yanı sıra hücre savunma mekanizmasında da rol
oynamaktadır (Levay ve ark. 1995). Buradaki rolü bakteriyostatik ajan olmasına ek
olarak bakteri öldürücü etkisi ve mantar, virüs gibi diğer mikropların çoğalmasını
engelleyebilme özelliği ile sağlanmaktadır (Levay ve ark. 1995).
Laktoferrin, insan ve hayvanlara bulaşan RNA ve DNA virüslerinin birçoğuna
karşı antiviral aktiviteye sahiptir (Gonzalez-Chavez ve ark. 2009). Ayrıca, adenovirüsler
ve enterovirüsler gibi kılıfsız virüslere karşı da aynı etkiyi göstermektedir
(Gonzalez-Chavez ve ark. 2009).
Laktoferrin bir antibiyotik gibi davranmaktadır (Aimutis ve ark. 2004).
Laktoferrin diş çürümesi etmeni Streptococcus mutans ve diğer birçok gram pozitif ve
negatif bakterilere örneğin E. coli, Salmonella Typhimurium, Shigella dysenteriae,
Listeria monocytogenes, Bacillus stearothermophilus ve Bacillus subtilis’e karşı
antimikrobiyal etkiye sahiptir (Aimutis ve ark. 2004).
59
Laktoferrinin kemik gelişimini iyileştirme özelliğine sahip olduğu da ortaya
konulmuştur (Cornish ve ark. 2006). Bu etkisini, osteobalstların (kemik oluşturan
hücreler) gelişimini teşvik ve osteoaklastları (kemiği bağlayan hücreler) inhibe ederek
gösterdiği belirlenmiştir (Cornish ve ark. 2006). Araştırıcılar osteoaporosisin
önlenmesinde ve tedavisinde laktoferrinin kullanılabileceğini bildirmişlerdir (Cornish
ve ark. 2006).
Antikanser etkisi de olduğu bilinen laktoferrin, kanser hastaların da sitokin
üretimini düzenleme yeteneğine sahiptir (Meyer ve ark. 2002). Aynı zamanda in vitro
koşullarda tümör gelişimini önleyebildiği ve apaptoza (programlı hücre ölümü) sebep
olabildiği öne sürülmektedir (Meyer ve ark. 2002).
Deve sütü laktoferrini ile yapılan bir çalışmada, HCV (Hepatit C Virüsü)
replikasyonunu 8 günde inhibe ettiği belirlenmiştir (El-Fakharany ve ark. 2008). Deve
sütünün (0.22 mg.mL-1) Laktoferrin içeriğinin keçi, koyun, manda ve inek sütünde
bulunan Laktoferrin içeriğinden önemli derecede daha yüksek olduğu belirlenmiştir
(Abbas ve ark. 2013). Develerde sütteki laktoferrin oranı (2.3 mg.mL-1), doğumundan 2
gün sonra en yüksek düzeyde ulaşmaktadır (El-Hatmi ve ark. 2007). Lactoferrin, deve
sütünün yüksek konsantrasyonlu koruyucu proteinler arasında yer aldığını ve böylece
patojenlere karşı da koruma sağladığı bildirilmiştir (Habib ve ark. 2013).
LİZOZİM
Biyolojik rolleri ile ilgili olarak, lizozimlerin yaygın olarak kabul gören
fonksiyonu, antibakteriyel savunmaya katkıları olmakla birlikte, bazı lizozimlerin (farklı
tiplere ait) sindirim enzimleri olarak işlev gördüğü bildirilmektedir (Vasavada ve
Cousin 2005). Lizozimin 3 temel fonksiyonu olduğunu; 1) Gram pozitif bakterilerde
bakteriyal hücre peptidoglikanlarını ve polisakkaritleri parçalayan direk enzimatik etki,
2) peptidoglikan muramildipeptide ayrılıp ve immün uyarısı yaratıldığında indirek bir
enzimatik etki, 3) pozitif yüklü lizozim bakteriyel hücre membranlarındaki negatif
yüklü grupları nötralize etme etkisi olduğunu belirtilmiştir (Vasavada ve Cousin 2005).
Lizozim, yumurta gibi gıda muhafazasında ve özellikle peynirde antimikrobiyal olarak
başarıyla kullanılmakta olduğu bildirilmiştir (Benkerroum ve ark. 2008). Lizozim genel
olarak Clostridium botulinum, Clostridium thermosaccharolyticum, Clostridium
tyrobutyricum, Bacillus stearothermophilus, Bacillus cereus, Micrococcus lysodeikticus,
Listeria monocytogenes gibi gram pozitif bakteriler üzerinde etkili olduğu, ancak kalın
peptidoglikan dış zara sahip gram negatif bakteriler üzerinde etkili olmadığı
belirtilmiştir (Davidson ve ark. 2002).
Memeli sütlerindeki lizozim derişimi laktasyon dönemi ve türe göre farklılık
gösterdiği, deve ve inek sütü lizozimleri arasında antijenik benzerlik olmadığı gibi
yapıları da farklıdır (El-Agamy ve ark. 2000). Deve sütü lizozim içeriği değişik
kaynaklarda 228, 288 ve 500 μg/100 ml olarak bildirilmiştir (El-Agamy ve ark. 2000).
Deve sütünün inek, manda, koyun ve keçi sütünden daha yüksek, insan, eşek ve kısrak
60
sütünden daha düşük düzeyde lizozim içerdiği (El-Agamy ve ark. 2009). Deve ve inek
kolostrumu normal sütten daha yüksek miktarda lizozim içerdiğini bildirilmiştir
(El-Agamy ve ark. 2009).
LAKTOPEROKSİDAZ
Laktoperoksidaz, hayvan yaşına ve hayvanın türüne göre değişmekle birlikte
10–30 μg/ml konsantrasyonlarında sütte ve peynir altı suyunda bulunmaktadır
(Vasavada ve Cousin 2005). Bu enzim, sığır ve insan sütünün normal bir bileşeni
olduğu ve bu güne kadar test edilmiş tüm memeli sütlerinde bulunduğu belirtilmiştir
(Seifu ve ark. 2005). Laktoperoksidaz esas olarak Escherichia coli, Salmonella ve
Pseudomonas gibi gram negatif bakteriler üzerinde bakterisidal aktiviteye sahiptir (Gul
ve ark. 2015). Laktoperoksidaz, vücudun bağışıklığı olmayan asit ve proteolitik
sindirime dirençli olan konukçu bakteriler üzerinde bakterisidal aktiviteyle vücut
savunma sistemine yardımcı olduğu ve aynı zamanda anti-tümör etki gösterdiği
bildirilmiştir (Mullaicharam ve ark. 2014).
Laktoperoksidaz, hidrojen peroksit varlığında tükrükte bulunan tiyosiyanatın
oksidasyonunu katalize ettiği ve hem gram-pozitif hem de gram-negatif bakterileri
öldüren hipotiosiyanatı oluşturmaktadır (Muruz ve ark. 2017). Peroksidaz enzimleri
oksidatif mekanizmalarla bakterileri öldürmektedir ( Muruz ve ark. 2017; Barbour ve
ark. 1984). Laktoperoksidaz anne sütündeki immunoglobilin dışı koruyucu proteindir,
meme bezinde mikrobiyal invazyonu da önlemekte olduğu belirtilmiştir (Muruz ve ark.
2017; Barbour ve ark. 1984). Laktoperoksidaz hidrojen peroksidaz ve tiyosiyanat ile
reaksiyona girerek streptokok enfeksiyonlarından korumaktadır (Muruz ve ark. 2017;
Barbour ve ark., 1984). Deve sütünün laktoperoksidaz oranı, 2,23 u/ml olarak
bildirilmiştir (Singh ve ark. 2006). Deve sütünü 37˚C'de 18-20 saate kadar muhafaza
etmede etkili olduğu belirtilmiştir (Singh ve ark. 2006).
SONUÇ
Deve sütü, anti-bakteriyel ve anti-viral özelliklere sahip birçok enzim içerdiği
için patojen mikroorganizmaların büyümesini önleme yeteneğine sahiptir (Benkerroum
ve ark. 2004). Deve sütünün, bu mikroorganizmalara karşı antimikrobiyal aktivitesi,
sütün içerdiği immünoglobülinler, hidrojen peroksit, laktoferrin, lizozim ve
laktoperoksidaz gibi antimikrobiyal ajanların varlığına bağlı olduğu ve antimikrobiyal
bu ajanlar Gram negatif ve Gram pozitif bakterilere karşı etkilidir (Benkerroum ve ark.
2004). Bunlara ek olarak deve sütü laktoferrini, Salmonella typhimurium'un üremesini,
demir üreterek ve büyümesi için imkânsız kılarak inhibe ettiği bildirilmiştir (El-Agamy
ve ark. 1998).
Yapılan bir çalışmada, insan memesinin in vitro bir modelini, Michigan Kanser
Vakfı-7 (MCF7) kanser hücrelerini ve insan hepatom (HepG2) kanser hücrelerini
kullanarak, insan kan hücrelerinin büyümesi üzerindeki deve sütünün etkisini ve gerçek
61
mekanizmasını incelenmiştir (Hesham ve ark. 2012). Sonuçlar, deve sütünün caspase-3
mRNA ve aktivite seviyelerinin yanı sıra her iki hücre hattındaki ölüm reseptörlerinin
başlatılması yoluyla MCF7 ve HepG2 hücrelerinin büyümesini önemli ölçüde
sınırladığını ortaya koymuştur (Hesham ve ark. 2012). Bu bulgular, moleküler
mekanizmaları ortaya koyması ve çeşitli sağlık sorunlarının tedavisinde deve sütünün
başarılı bir şekilde kullanılmasının tarihsel kanıtı olarak tanımlanabilmesi açısından
insan sağlığının korunması ve hastalıkların tedavisi açısından önemli olacağı
belirtilmiştir (Hesham ve ark. 2012).
Son yıllarda deve sütü ile ilgili yapılan ve yapılmakta olan çalışmalar nedeniyle,
tüketicilerin deve sütüne talebin daha da artacağı kesindir. Yukarıda verilen literatürler
eşiğinde deve sütünün, bazı açılardan, en çok tüketilen sığır sütü dahil diğer hayvan
türlerinin sütlerinden farklı olduğu, çeşitli bilim insanları tarafınca saptanmıştır.
Özellikle antikanserojen, antiviral, antimikrobiyal ve antioksidan özelliklere sahip
olduğu. İmmunoglobilin, lizozim, laktoferrin ve laktoperoksidaz içeriği biyolojik ve
terapötik etkileri yönünden önemli olduğu görülmektedir. Bu nedenlerle deve sütü
üzerine daha fazla bilimsel çalışmalar yapılarak özellikle insan sağlığı açısından
önemliliği ve tedavi amaçlı kullanılabilirliği yönünde ciddi çalışmalar yapılması
önemlidir.
62
KAYNAKLAR
Abbas S, Ashraf H, Nazir A, Sarfraz L. Physico-Chemical Analysis and Composition
of Camel Milk. International Research 2: 85-98.
Abdel Gader A.G.M., Alhaider A.A. The unique medicinal properties of camel products:
A review of the scientific evidence. Journal of taibah university medical sciences, 2016;
11: 98-103.
Aimutis, R.W. 2004. Bioactive properties of milk proteins with particular focus on
anticariogenesis. The Journal of Nutrition 20: 989-995.
Arslan, Ş., Çalışkaner, A.Z., Yüksek Serum İmmünglobulin E Düzeyi Her Zaman
Allerjiye Bağlı Değildir: Etiyolojik Değerlendirmede İpuçları. Asthma Allergy
Immunol, 2017; 15:1-8.
Barbour EK, Nabbut NH, Frerichs WM, and Al-Kakhi HM .Inhibition of pathogenic
bacteria by camel’s milk: Relation to whey lysozyme and stage of lactation. J. Food
Prot.,1998; 47:838–840.
Benkerroum, N., M. Mekkaoui, N. Bennani, and H. Kamal. Antimicrobial activity of
camel’s milk against pathogenic strains of Escherichia coli and Listeria monocytogene.
Int. J. Dairy Technol, 2004;57:39-43.
Benkerroum, N. Antimicrobial activity of lysozyme with special relevance to milk.
African J. Biotechnol, 2008; 7(25):4856-4867.
Cornish, J., Palmano, K., Callon, K.E., Watson, M., Lin, J.M., Valenti, P., Naot, D.,
Grey, A.B., Reid, I.R. Lactoferrin and bone; structure–activity relationships.
Biochemistry of Cell Biology,2006;84: 297- 302.
Çulha, S., 2014. İmmunoglobulin G Saflaştırılması için Lizin Baskılanmış Seçici
Kriyojellerin Hazırlanması. Hacettepe Üniversitesi.
Davidson P. M., Juneja V.K., ve Branen J.K., ‘’Antimicrobial Agents’’, In Branen, A.L.,
Davidson, P. M.,Salminen, S. And Thorngate III, J.H., ed.Food Additives (second
eddition, Rev,Sed and Expanded), Chapter 20, (2002).
El-Agamy, E.I. Studies on camel’s milk. M. Sc. Thesis, Alexandria University, Egypt
(1983).
El Agamy E I, Ruppanner R, Ismail A,Champagne C P and Assaf R Antimicrobial and
antiviral activity of camel milk protective proteins. Journal of Dairy Research, 1992; 59,
169–175.
Higgins N The Camel: Health and Diseases. Baillier Tinall London, (1984).
63
El-Agamy, E. I. Biological activity of protective proteins of camel milk against
pathogenic and non-pathogenic bacteria and viruses. Ph.D. Thesis, Alexandria
University, Alexandria, Egypt, (1998).
El-Agamy, EI and Nawar, MA Nutritive and immunological values of camel milk: A
comparative study with milk of other species. In: Proc. 2nd International Camelid
Conference: Agroeconomics of Camelid Farming, Almaty, Kazakhstan,2000; 8–12
September.
El-Agamy EI, Nawar M, Shamsia SM, Awad S, Haenlein GFW. Are camel milk
proteins convenient to the nutrition of cowmilk allergic children?; Small Ruminant
Research, 2009; 82 1–6
El-Agamy EI, Nawar M, Shamsia SM, Awad S, George FW et al. Are camel milk
proteins convenient to the nutrition of cow milk allergic children? Small Rum Res,2009;
82: 1-6.
Elgert, K. D., Understanding The Immune System, Immunology, 2.Baskı, Wiley-
Blackwell Publishers, 2009.
El-Fakharany E.M, Tabll A. El-Wahab AA, Haroun B.M, Redwan E. Potential Activity
of Camel MilkAmylase and Lactoferrin against Hepatitis C Virus Infectivity in HepG2
and Lymphocytes; Hepatitis Monthly, 2008,8 (2): 101-109
El-Hatmi H, Girardet JM, Gaillard JL, Yahyaouia MH, Attiac H. Characterisation of
whey proteins of camel (Camelus dromedarius) milk and colostrum. Small Rumin Res.,
2007; 70: 267–271.
Ginger, M.R., Grigor,. M.R. Comparative aspects of milk caseins. Comp. Biochem.
Phys. B., 1999; 124: 133- 145.
Gonzalez-Chavez S., Arevalo-Gallegos S. ve Rascon-Cruz Q., ‘’Lactoferrin: Structure,
Function and Applications’’, International Journal of Antimicrobial Agents, 2009; 33:
301.e1–301.e8
Gul W, Farooq N, Anees D, Khan U, Rehan F. Camel Milk: A Boon to Mankind. Int J
Res Stud Biosci (IJRSB),2018; 3: 23-29.
Habib HM, Ibrahim WH, Schneider-Stock R, Hassan HM. Camel milk lactoferrin
reduces the proliferation of colorectal cancer cells and exerts antioxidant and DNA
damage inhibitory activities. Food Chem, 2013; 141: 148-152.
Hesham, M. K., Z. H. Maayah, A. R. Abd-Allah, A. O. S. El- Kadi and A. A. Alhaider.
Camel Milk Triggers Apoptotic Signaling Pathways in Human Hepatoma HepG2 and
Breast CancerMCF7 Cell Lines through Transcriptional Mechanism. J. Biomed.
Biotechnol, 2012, 10: 1155-1162.
64
Jrad Z, Girardet JM, Adt I., Oulahal N, Degraeve P, Khorchani T, El-Hatmi H.
''Antioxidant activity of camel milk casein before and after in vitro simulated enzymatic
digestion.'' Mljekarstvo,2014; 64 (4); 287-294.
Kappeler S, Farah Z and Puhan Z. ''Alternative splicing of lactophorin mRNA from
lactating mammary gland of the camel (Camelus dromedarius).Journal of Dairy Science,
1999; 82 2084–2093.
Levay P. ve Viljoen M., ‘’Lactoferrın: A General Revıew’’, Haematologica,1995; 80:
252-267.
Levy A, Steiner L and Yagil R. Camel Milk: Disease Control and Dietary Laws. Journal
of Health Science, 2013; 1: 48-53.
Mercier, J.C., Vilotte, J.L. Structure and function of milk protein genes. J. Dairy Sci.,
1993; 76: 3079- 3098.
Mullaicharam, World J Pharm Sci., 2014; 2: 237-242 11. http://www. FAO.Org/
DOCREP/ 003/ X6528/ EX6528E00.Htm. 12. Christie WW, Clapperton JL Structures
Of The Triglycerides Of Cow‘S Milk, Fortified Milk (Including Infant Formula) And
Human Milk. J Soc Dairy.
Muruz, H., Garipoğlu, A.V. Manda Buzağı (Malak) ve Düvelerinin Beslenmesi.
Turkiye Klinikleri J Anim Nutr&Nutr Dis-Special Topics ,2017;3(2):98-107.
Saygılı, D., Karagözlü, C. Deve sütü ve diyabet tedavisindeki önemi. Akademik Gıda,
2017; 15(2) 204-210.
Sawaya, W. N., Khalıl, J. K., Al‐Shalhat, A., Al‐Mohammad, H. Chemical Composition
and Nutritional Quality of Camel Milk. Journal of Food Science,1984; 49(3): 744-747.
Singh R, Ghorui SK and Sahani MS. Camel milk: Properties and processing potential.
In :Sahani, M.S. The Indian camel. NRCC, Bikaner. 2006, Pp. 59-73.
Seifu E., Buys E., ve Donkin E., ‘’Significance of The Lactoperoxidase System in the
Dairy İndustry and Its Potential Applications: A Review’’, Trends in Food Science &
Technology, 2005 16: 137–154.
Semen, Z., Altıntaş, A., 2016. Biological and Therapeutic Effects of Dietary Camel
Milk. https://www.researchgate.net/publication/295800808.
Vasavada P., ve Cousin M., ‘’Dairy Science and Technology ‘’, Handbook, Volumes 13.
John Wiley & Sons, 978-1-56081-078-0. Edited by: Hui, Y.H, (2005).
Wernery U. Camel milk –new observations. In T.K. Gahlot. Proceedings of the
International Camel Conference, CVAS, Bikaner. (2007). Pp. 200-204.
65
Yagil, R Camels and camel milk Animal production and health report. Rome, Italy:
FAO. (1982).
Yagil, R., Lactation in the desert camel(caelusdromedarius), in : Selected topics on
camelids, Eds: Gahlot TK, The camelid publishers, Bikaber, İndia , 2000.Pp. 61-73.
66
İNSAN SAĞLIĞINDA DEVE KOLOSTRUMU, SÜTÜ VE İDRARININ
ANTİ-KANSEROJENİK KULLANIMLARI
OLCAY BOYACIOGLU1, MURAT YILMAZ
2, SEDA ORENAY BOYACIOGLU
3
Öz
Deve kolostrum ve idrar örneklerinin antik çağlardan beri alternatif tedavi amaçlı
kullanılmasına rağmen bu ürünlerin terapötik faydalarının keşfi yakın zamanda bilim
adamlarının ilgisini çekebilmiştir. Deve sütü sahip olduğu kazein, laktoferrin, lizozim,
immunoglobulin (Ig), insülin ve insülin-benzeri protein gibi proteinler, esansiyel yağ asitleri
(ω-3, ω-6), Fe, Mg ve Cu gibi mineraller, C vitamini ve niyasin gibi vitaminler ile benzersiz bir
bileşime sahipken, deve kolostrumu ise yüksek enzim, protein ve vitamin içeriğiyle, deve idrarı
da yüksek mineral ve biyoaktif bileşen içeriği ve bazik oluşu ile sağlıkta kullanım alanı
bulmuştur. Yapılan laboratuvar ve sınırlı klinik çalışmalardan elde edilen önemli kanıtlar bu
ürünlerin bazılarının diyabet, kanser, gıda alerjisi, otizm, kardiyovasküler hastalıklar, viral
hepatit ve bir dizi diğer viral, bakteriyel ve paraziter enfeksiyonlar gibi çeşitli klinik koşulların
tedavisinde etkili olduğunu göstermiştir. Özellikle deve sütünün laktoferrin, lizozim, Ig’ler ve C
vitamini içeriği biyolojik ve terapötik etkileri ile merkezi bir öneme sahiptir. Bu ürünlerin kolon
kanseri, insan glioma hücreleri, akciğer kanseri, hepatoselüler karsinoma ve lösemik hücrelerde
anti-kanserojenik ve sitotoksik etkileri sınırlı sayıda çalışmalar sonucunda saptanmıştır. Ancak
bu çalışmaların azlığı, alternatif kullanımlardan daha ileri gidememesi, sağlık alanındaki
kullanımlarının tam olarak doğrulanamaması, farklı popülasyonları yansıtmamasından dolayı
halen bu konuda literatürde büyük bir boşluk bulunmaktadır. Bu derlemede deve sütü,
kolostrumu ve idrarının insan sağlığında kullanımı ve özellikle bu ürünlerin anti-kanserojenik
özellikleri yönünden yapılan çalışmalar özetlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Deve sütü, deve idrarı, deve kolostrumu, insan sağlığı, anti-kanserojenik
etki
ANTI-CARCINOGENIC USES OF CAMEL COLOSTRUM, MILK AND URINE IN
HUMAN HEALTH
Abstract
Camel milk, colostrum, and urine samples have been used for alternative treatment since ancient
times, but recently the discovery of the therapeutic benefits of these products has attracted the
attention of scientists. While camel milk has unique combination with proteins such as casein,
lactoferrin, lysozyme, immunoglobulin (Ig), insulin, and insulin-like protein, essential fatty
1 Asst. Prof. Dr., Department of Food Engineering, Faculty of Engineering, Adnan Menderes University,
Aydin, Turkey 2 Assoc. Prof. Dr. Department of Animal Science, Faculty of Agriculture, Adnan Menderes University
Aydin, Turkey, [email protected] 3 Asst. Prof. Dr., Department of Medical Genetics, Faculty of Medicine, Adnan Menderes University
Aydin, Turkey
67
acids (ω-3, ω-6), minerals such as Fe, Mg, and Cu, and vitamins such as vitamin C and niacin;
camel colostrum has high levels of enzyme, protein, and vitamin content; camel urine has high
mineral and bioactive content with alkaline nature, which makes them suitable for use in the
field of health. Significant evidence from laboratory studies and limited clinical trials has shown
that some of these products are effective in the treatment of various clinical conditions such as
diabetes, cancer, food allergies, autism, cardiovascular diseases, viral hepatitis, and a range of
other viral, bacterial, and parasitic infections. In particular, the content of lactoferrin, lysozyme,
Ig, and vitamin C of camel milk has a centralized importance with its biological and therapeutic
effects. The anti-carcinogenic and cytotoxic effects of these products on colon cancer, human
glioma cells, lung cancer, hepatocellular carcinoma, and leukemic cells have been identified as a
result of limited studies. However, due to the lack of sufficient studies, the inability to go further
than alternative uses, to validate the precise effect of their use in the health field, and to reflect
the results in different populations, there is still a great gap in the literature. In this review, we
have summarized the studies on the use of camel milk, colostrum, and urine in human health
and in particular anti-carcinogenic properties of these products.
Key words: Camel milk, camel urine, camel colostrum, human health, anti-cancerogenic effect
GİRİŞ
Deve, yüzyıllardır kurak bölgelerde yaşayan toplumlar için yalnızca taşımayı
sağlayan ekonomik bir hayvan değil, aynı zamanda iyi bir süt ve et kaynağı olması
sebebi ile de önemli bir yere sahip olmuştur (1). Tek hörgüçlü deve, sıcaklığın ve
kuraklığın, diğer ev memelilerinin hayatta kalmalarına uygun olmayan iklim
koşullarında hayatta kalan ve çoğalan benzersiz bir hayvandır. Asya ve Afrika'daki çöl
sakinleri için deve, bir gıda kaynağı ve ulaşım aracı olarak günlük yaşam için hayati
önemini korumaya devam etmektedir. Deve sütü ve idrarı, eski çağlardan beri çeşitli
hastalıklar için ilaç olarak kullanılmaktayken deve kolostrumunun kullanım alanı azdır
(1,2). Kendine özgü bileşimi ile öne çıkan deve sütü ve idrarına ilişkin çalışmalar, insan
sağlığını destekleyici yönde verdiği sonuçlar ile hız kazanmaktadır (2).
Deve sütü
Devenin ırkı, laktasyon periyodu, yem çeşidi, geçirdiği hastalık, su tüketimi
gibi etmenler deve sütünün içeriğini değiştirmektedir. Deve türüne göre süt bileşimi de
farklılık gösteren bir deve sütünün ortalama kuru maddesi % 13.4`tür. Bu kuru
maddenin % 4.5 yağ, % 4.5 laktoz, % 3.4 protein, % 0.8 vitamin ve mineraller olmak
üzere diğer maddelerdir (3) Besinsel önemi yanında, deve sütünün insan sağlığı için de
yararları mevcuttur (4-7). Deve sütü sahip olduğu kazein, laktoferrin, lizozim,
immunoglobulin (Ig), insülin ve insülin-benzeri protein gibi proteinler, esansiyel yağ
asitleri (ω-3, ω-6), Fe, Mg ve Cu gibi mineraller, C vitamini ve niyasin gibi vitaminler
ile benzersiz bir bileşime sahiptir (8). İçerdiği yüksek doymamış yağ asitleri ile
beslenmeye ve özellikle de beyin sağlığına katkı sağlar (5). Deve sütü Ig’leri (IgG)
bağışıklık sisteminin etkinliğini artırır, zengin insulin düzeyi ile geleneksel diyabet
68
tedavisinde kullanılır. Deve sütünün içerdiği laktoferrinden dolayı, antibakteriyel,
antiviral ve anti-kanserojenik özellikleri vardır (5). Deve sütü koroner kalp hastalığını
azaltmada yardımcı olur, enfeksiyonlarda, tüberküloz, kanser ve mide-bağırsak
yangıları vb. hastalıklarda iyileştirici rol oynar (8). Deve sütü çocuklarda ciddi gıda
alerjilerini sağaltır ve bağışıklık sistemini ıslah eder (5). Deve sütü anti-kanserojen,
hipoallerjenik, anti-diyabetik, anti-oksidan ve karaciğer, böbrek vb doku koruyucu
özellikler gösterir. Laktoferrin, lizozim, Ig’ler ve C vitamini içeriği biyolojik ve
terapötik etkileri ile büyük bir öneme sahiptir (9). Deve sütünün hastalıkların
tedavisinde kullanımı yeni olmayıp, eski çağlardan beri bilinmekte ve belirli hastalıklar
için bir alternatif tedavi olarak Arap yarımadasında kullanılmaktadır (5). Deve sütü
diğer ruminant sütlerine oranla daha az kazomorfin içerir ki, bu peptit bağırsak
mortalitesini yavaşlatarak laktozun laktaza daha fazla maruz kalmasına neden olarak
intoleransın oluşmasına engel olur. Ayrıca, deve sütünün diyabete bağlı böbrek
bozukluklarına karşı koruyucu etkileri de söz konusudur (8). Anti-genotoksik ve
anti-sitotoksik etkilerine ek olarak, besin değeri ve insan sağlığı üzerindeki olumlu
etkileri deve sütünü günümüzde ilgi duyulan bir konu haline getirmiştir (10).
Deve idrarı
Deve idrarı en çok Arap ülkelerinde kullanıma sahip olup, daha çok içilerek
tüketilmektedir. Sudan’da diş hastalıklarında, saç şampuanı olarak ve çeşitli sağlık
sorunlarında deve idrarı kullanım alanı bulmaktadır. Bu ürünlerde %88 dişi deve
idrarı, %12 erkek deve idrarının kullanımı tercih edilmektedir. Arap yarımadasındaki
halkın %28’i deve idrarını deve sütü ile birlikte içmekte, %72’si sade kullanmaktadır
(11). Deve idrarı insan idrarından 10 kat daha fazla mineral içerir. İnsan idrarı asidik
özellikteyken, deve idrarı bazik özellik gösterir. Devenin yediği çöl bitkilerden dolayı
idrarında çeşitli biyoaktif maddeler ihtiva eder (12). Deve idrarındaki üre güçlü bir
antibakteriyel ve antifungal etki gösterir (13). Develerin tükettiği çöl bitkilerinin de aynı
zamanda bakteri maya ve mantarlara karşı etkili olduğu gösterilmiştir (11). Deve idrarı
kronik yaraların iyileşmesini teşvik eder. Deve idrarı aspirine benzer etki ile
prostaglandin etki yolu ile ayrıca clopidogrel’e benzer arachidonic asit adenozin
difosfata inhibe ederek tromboagregan etki gösterir. Diğer idrar türleri ise
tromboagregan etki göstermemiştir (14). Deve idrarırın yara iyileşmesinde de önemli
katkısı vardır. Deneysel olarak farelerde meydana getirilen karaciğer sirozunda deve
idrarının iyileştirici etkisi görülmüştür (15).
Deve kolostrumu
Süt vermeye başlayan memenin ilk ürünü kolostrumdur. Doğumdan sonraki
5-7 gün içerisinde salgılanır. Sarımtırak-kahverengimsi ya da kırmızımtırak renge,
anormal bir kokuya ve tuzlumsu acı bir tada sahiptir. Özgül ağırlığı 1.079 gr/ml
civarında olup, normal sütten daha fazladır. Mikroskop altında yapısında kolostrum
cisimcikleri, epitel hücreleri ve bazı parçacıklar görülür. Kolostrum özellikleri açısından
69
kana benzerlik gösterdiğinden, plasentar dönemde kanla beslenen yavrunun süt ile
beslenme dönemine uyumlu geçişi sağlanır. Kolostrumun zaman ilerledikçe sürekli
değişen bir bileşime sahiptir. Normal sütle karşılaştırıldığında kuru madde, kazein,
albumin, globulin ve mineral maddelerce zengin fakat yağ ve şekerce fakirdir. Deve
kolostrumu özellikle globulin gibi protein bileşiklerince çok zengindir. Bunlardan
immunoglobulinler bağışıklık kazandırma özelliğinde olduklarından yavrunun dış
etkilere ve hastalıklara karşı direnç kazanmasını sağlarlar. Kolostrumdaki bağışıklık
maddelerinin miktarı annenin laktasyon sayısına büyük ölçüde bağlılık gösterir.
Bunlardan yararlanma, ruminantın yaşı ilerledikçe hızlı bir biçimde azalma gösterir.
Deve kolostrumu magnezyum tuzları ile katalaz, peroksidaz, amilaz ve lipaz gibi
enzimler açısından zengindir. Vitamin ve antikor miktarları oldukça yüksektir. Özellikle
A vitamini normal sütteki miktarın 20 katına çıkabilmektedir (16).
Deve sütü, idrarı ve kolostrumunun anti-kanserojenik kullanımları
Bir dizi in vitro deneylerde Khorshid vd. araştırma grubu, liyofilize edilmiş
deve idrarının deney hayvanlarına enjekte edilen tümör hücrelerinin büyümesini
durdurduğunu ve hepatoselüler karsinom (HEPG2), kolon kanseride (HCT-116) dahil
olmak üzere, insan glioma (U251) hücreleri, akciğer kanseri hücreleri ve lösemik
hücrelerde sitotoksik olduğu ve anti-anjiyogenik etkiye sahip olabileceğini
belirtmişlerdir (17-19). Deve idrarının bir diğer etkisi, bir dizi deneyde hem deve
idrarının hem de sütünün kendi başına sıçanın sünger implant anjiyogenez modelinde
inflamatuar anjiyogenezini inhibe ettikleri gösterilmiştir (20,21). Deve idrarının
anti-kanserojenik etkisi için daha fazla destek, Alhaider vd.'nin diğer bir çalışmasından
gelmektedir. Deve idrarının, kanserli karaciğer hücrelerinde Cyp1a1'i kodlayan genin
ekspresyonunda belirgin bir inhibisyona neden olduğu gösterilmiştir (22). Bugüne kadar,
deve sütü veya idrarı içindeki anti-kanserojenik içerik belirlenememiştir ancak
fonksiyonel protein laktoferrinin olası bir aday olduğuna inanılmaktadır. İlginç bir
şekilde, kolorektal kanserli hastalarda yapılan çalışmalar, laktoferrinin kemoterapi ile
birlikte verilmesinin, tek başına kemoterapiden daha iyi prognoza neden olduğunu ve
laktoferrinin insan hastalarda adenomatöz kolorektal poliplerin büyümesini engellediği
bulunmuştur (23,24). Bu araştırmalara paralel olarak gösterilmiştir ki laktoferrin kanser
hücrelerinin proliferasyonunun inhibisyonunu ve bunun ardından apoptozu
indükleyerek kanser hücrelerine karşı doğrudan sitotoksik olmasını sağlamaktadır.
Gözden geçirilen laktoferrin eylemleri üzerine laboratuvar ve klinik araştırmalardan
elde edilen ayrıntılı deliller, laktoferrinin yutulmasının tümör büyümesinin
inhibisyonuyla sonuçlandığını ve hem anti-anjiyogenik hem de sitotoksik etkilerle
tümör hücrelerinin metastazının durmasına ve apoptozu indüklediğine dikkat çekmiştir
(25).
Deve sütü Arap ülkelerinde halen Hepatit C hastaları ile kanser hastalarının
tedavisinde alternatif tıp yöntemi olarak kullanılmaktadır (26). Kanser hücre kültürleri
70
üzerinde deve sütü ile yapılan çalışmalardan umut vaad eden sonuçlar elde edilmiştir
(27,28). Deve sütünün ratlarda hepatoselüler karsinoma tedavisinde faydalı etkileri
rapor edilmiştir. Deve sütünün karsinojenik bir kimyasal
2,3,7,8-tetraklorodibenzo-p-dioksin ile muamele edilen Hepa 1c1c7 hücrelerinde
Cyp1a1 gen ekspresyonunu mRNA ve protein düzeyinde bloke edildiği bildirilmiştir
(29). Deve sütünün insan HepG2 (hepatosellüler karsinoma) ve insan MCF7 (meme
adenokarsinoma) hücre hatlarının apoptotik yolaklar karşısında hayatta kalma ve
proliferasyon yeteneklerini inhibe ettiği tespit edilmiştir. Deve sütü inek sütünün aksine,
HepG2 ve MCF7 hücre hatlarının proliferasyonunu kaspaz-3 mRNA aktivasyonu
yoluyla önemli ölçüde engellemiş ve her iki hücre hattında da ölüm reseptörlerini
uyarmıştır. Ayrıca, deve sütü oksidatif stres belirteçlerinin ekspresyonunu,
Hem-oksijenaz-1 ve reaktif oksijen türlerinin üretimini arttırdığı rapor edilmiştir (30).
Deve sütü laktoferrinin kolorektal kanser hücrelerinin (HCT-116) proliferasyonunu
azalttığı, antioksidan etkinlikte olduğu ve DNA hasarını önlediği tespit edilmiştir (31).
Fibrosarkom fare modelinde deve sütü fosfolipit lipozomları içerisine yerleştirilmiş
etoposidin anti-kanserojenik özelliğinin diğer etopositlerden daha etkin olduğu
gözlenmiştir (32). Diğer taraftan deve sütünün farelerde pro-anjiogenik down
regülasyon yoluyla inflamatuar anjiogenezi inhibe edeceği bildirilmiştir (33). Deve
sütünün sisplatin ile birlikte kullanıldığı ratlarda, polikromatik mikronükleuslu eritrosit
frekansında anlamlı düşüş ile mitotik endekste artış bildirilmiştir (34). Dolayısıyla, bu
bulguları deve laktoferrini yada direkt deve sütü ve idrarını kullanarak doğrulamak için
daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır.
Deve kolostrumunun literatürde anti-kanserojenik etkilerine dair bir bilgi
bulunmamasına rağmen yüksek enzim, protein ve vitamin içeriğinden dolayı
anti-kanserojenik etkilere sahip olduğu düşünülmektedir.
71
KAYNAKLAR
Yagil R. Camels and camel milk. FAO Animal production and health paper. 1982.
Rome, Italy, p.69.
Malik A., Al-Senaidy A, Jankun ES, Jankun, J. A study of the anti-diabetic agents of
camel milk. International Journal of Molecular Medicine 2012; 30: 585-592.
Yerlikaya O, Saygılı D, Karagözlü C. Deve Sütü: Bileşimi, Sağlık Üzerine Etkileri,
Deve Sütü Ürünleri. 1. Uluslararası Selçuk-Efes Devecilik Kültürü ve Deve Güreşleri
Sempozyumu. 17-19 Kasım, Selçuk-İzmir.
Gizachew A, Teha J, Tadesse B. Review on Medicinal and Nutritional Values of Camel
Milk. Nature and Science. 2014;12 (12):35-40.
Mullaicharam AR. A review on medicinal properties of camel milk. World J Pharm Sci.
2014; 2:237-242.
Yagil R, Van Creveld C. Medicinal use of camel milk. Fact or fancy? 2nd International
Camelid Conference on Agroeconomics of Camelids. 2000; Almaty-Kazakhstan.
Mal G, Suchitra Sena D, Jain VK, Sahani M.S. Therapeutic Value of Camel Milk as a
Nutri onal Suplement for Multi ple Drug Resistant (MDR) Tuberculosis parents. Israel J
Vet Med. 2001;61(3/4): 88-91
Korish AA, Arafah MM. Camel milk ameliorates steatohepa s, insulin resistance and
lipid peroxida on in experimental non-alcoholic fa y liver disease. BMC
Complementary and Alterna Medicine. 2013;13:264.
El-Agamy EI. Camel Milk; Handbook of Milk of Non- Bovine Mammals. New York:
Wiley-Blackwell, 2008; p.372-400.
Hassan, NS, Emam, MA. Protective efect of Camel Milk and Ginkgo biloba Extract
Against Alloxan- Induced Diabetes in Rats. J Diabetes Metab 2012; 3:10.
Salwa ME, Khogali Samia HA, Baragop AEA, Elhassen AM. Preliminary
Pharmacological Investigation on Camel Urine (Camelus dromendarious) Research
Opinions in Animal and Veterinary Sciences. ROAVS 2011;1(6):379-381.
Al-Yousef N, Gaafar A, Al-Otabi B, Al-Jammaz I, Al-Hussein K, Aboussekhra A.
Camel Urine Components Display Anti-Cancer Properties in Vitro. Journal of
Ethnopharmacology. 2012;143,819-25.
Al-Bashan M. In Vitro Assessment Of The Antimicrobial Activity And Biochemical
Properties of Camel’s Urine Against Some Human Pathogenic Microbes. Middle-East
Journal of Scientific Research 2011;7(6): 947-58.
72
Al-yahya A, Alhaider A. Characterization Of Inhibitory Activity Of Camel Urine On
Human Platelet Function. Jornual of Taibah University Medical Sciences
2016;11(1):26-31.
Al-Neyadi S, Al-Jaberi R, Hammed R, Shafarin J. Adeghate E. The Effect Of Camel
Urine On İslet Morphology And CCL4-Induced Liver Cirrhosis In Rat. BMC
Proceedings. 2011; 4-5.
http://cv.ankara.edu.tr/duzenleme/kisisel/dosyalar/06012015013030.pdf. Erişim
Tarihi:02.12.2017
Khorshid FA, Moshref SS. In vitro anticancer agent, I e tissue Culture study of human
lung cancer cells A549 II e tissue Culture study of mice leukemia cells L1210. Internat J
Cancer Res 2006;2(4):330e344.
Khorshid FA. Preclinical evaluation of PM 701 in experimental animals. Intern J
Pharmacol 2008;4(6):443e451.
Alghamdi Z, Khorshid K. Cytotoxicity of the urine of different camel breeds on the
proliferation of lung cancer cells, A549. J Natur Sci Res. 2012;2(5):9e16.
Alhaider AA, Abdel Gader AGM, Saraswati S. Camel milk inhibits inflammatory
angiogenesis in mice, downregulating proangiogenic and proinflammatory cytokines.
APMIS.2014;122:599e607.
Alhaider AA, Abel Gader AG., Almeshal N, Saraswati S. Camel urine inhibits
inflammatory angiogenesis in murine sponge implant angiogenesis model. Biomed
Aging Pathology 2014;4(1):9e16.
Alhaider AA, El Gendy MA, Korashy HM, El-Kadji AO. Camel urine inhibits the
cytochrome P450 1a1 gene expression through an AhR-dependent mechanism in Hepa
1c1c7 cell line. J Ethnopharmacol. 2011;133(1):184e190.
Kozu T, Iinuma G, Ohashi Y, Saito Y, Akasu T, Saito D, Alexander DB, Ligo M,
Kakizoe T, Tsuda H. Effect of orally administered bovine lactoferrin on the growth of
adenomatous colorectal polyps in a randomized, placebo- controlled clinical trial.
Cancer Prev Res (Phila) 2009;2:975e983.
Tarek M, El-Sissy AE, El-Saeed GK, Koura MS. Study on the therapeutic benefit on
lactoferrin in patients with colorectal cancer receiving chemotherapy. Intern Sch Res.
2014:1-10.
Gibbons JA, Kanwar RK, Kanwar JR. Lactoferrin and cancer in different cancer models.
Front Biosci Sch Ed. 2011; 3:1080e 1088.
73
El-Agamy E.I. Biological ac vity of protec ve proteins of camel milk against pathogenic
and nonpathogenic bacteria and viruses. Ph.D. Thesis, Alexandria University, Egypt,
1989.
Almahdy O, EL-Fakharany EM, EL-Dabaa E, Ng TB, Redwan EM. Redwan EM.
Examina on of the ac vity of camel milk casein against hepa s C virus (genotype- 4a)
and its apoptotic potential in hepatoma and Hela cell lines. Hepat Mon 2011;11:724–30
El Miniawy HMF, Ahmed KA, Tony MA, Mansour SA, Khaab, MMS Camel milk
inhibits murine hepa c carcinogenesis, ini ated by diethylnitrosamine and promoted by
phenobarbitone; Interna onal Journal of Veterinary Science and Medicine. 2014; 2:
136– 141.
Korashy H, El Gendy M, Alhaider A and El-Kadi A Camel Milk Modulates the
Expression of Aryl Hydrocarbon Receptor-Regulated Genes, Cyp1a1, Nqo1, and Gsta1,
in murine hapatoma Hepa 1c1c7 Cells; Hindawi Publishing Corpora on Journal of
Biomedicine and Biotechnology Volume. (2012a).
Korashy H, Maayah Z, Abd-Allah A, El-Kadi A, Alhaider A Camel Milk Triggers
Apoptotic Signaling Pathways in Human Hepatoma HepG2 and Breast Cancer MCF7
Cell Lines through Transcriptional Mechanism; Hindawi Publishing Corpora on Journal
of Biomedicine and Biotechnology Volume (2012b).
Habib M., Ibrahim W., Schneider-Stock R., Hassan H. Camel milk lactoferrin reduces
the prolifera on of colorectal cancer cells and exerts an oxidant and DNA damage
inhibitory activites. Food Chemistry 2013;141:148–152.
Maswadeh H, Aljarbou A, Alorainy M, Alsharidah M, Khan M. (2015). Etoposide
Incorporated into Camel Milk Phospholipids Liposomes Shows Increased Activity
against Fibrosarcoma in a Mouse Model; Hindawi Publishing Corpora on BioMed
Research International Volume, 2015.
Alhaider AA, Abdel Gader AGM, Almeshaal N, Saraswa S. Camel milk inhibits in
ammatory angiogenesis via downregulation of proangiogenic and proin ammatory
cytokines in mice. APMIS 2014; 122: 599–607
Salwa MQ, Lina AF. Antigenotoxic and anticytotoxic effect of camel milk in mice
treated with cisplatin. Saudi J Biol Sci. 2010;17(2):159-66.
74
SOME ADAPTIVE COMPARISONS OF CAMEL MILK PROPERTIES IN
TRADITIONAL AND CLASSICAL MEDICINE IN IRAN
SAEID ZIBAEE1
MOHAMMADREZA NORAS2
Abstract
Introduction: Iranian traditional medicine includes all the theoretical and practical sciences
applied in diagnosis, prevention, and treatment of diseases. In this science, focus on nutrition
is one of the major principles of prevention and treatment. In the references on Iranian
traditional medicine, camel’s milk has been represented as the one having numerous nutritious
and medical properties. The milk is considered have medicinal characteristics as well. In this
study, the nutritive and therapeutic effects of camel’s milk have been examined from the view
point of Iranian traditional medicine and we are going to explain some adaptive comparisons of
camel milk properties in traditional Iranian medicine and classical medicine.
Materials and Methods: the present study is a qualitative one, which was carried out, based on
certain criteria, through purposeful search of certain keywords in the written references of
Iranian traditional medicine and classical medicine.
Results: Numerous pharmacological functions Eliminate dryness (Moister), Cleaner (jaali),
dissolvent (moallel), Equalizer (monzej), tonic, as well as removal of blockage or obstruction
(opener), reduction of deep and firm swellings, and detoxification in the liver, it has also been
known to be compatible with the body.
Therapeutic effects of camel’s milk on patients suffering from liver, kidney, bladder, spleen,
stomach and intestines, uterus, skin, lungs, and brain diseases have been mentioned. camel’s
milk have many bioactives such as Lysozymes, Immunoglobulin’s, Lactoferrin,
Lactoperoxidase, Peptydoglycon recognition protein (PGRP), N-acetyl-
Gase). Reported that camel milk possesses antibacterial and antiviral activities (hepatitis C and
B), therapy for autoimmune disease, treatment of autism, therapy for Milk allergies, Beneficial
effects for restriction of diabetes mellitus, anti-hypertensive, anti-carcinogenic, powerful
antioxidant property.
Conclusion: Animal resources, such as camel’s milk and its various products, have nutritive and
therapeutic effects. Camel milk has been used medicinally for centuries by people. Traditional
medicine findings, in some cases, such as the use of camel milk for the treatment of jaundice
and therapy for breathlessness have conforms to classical medicine.
Keywords: Camel’s Milk، Iranian Traditional Medicine, Adaptive Comparisons.
1 Assoc. Prof. Dr., Razi Vaccine and Serum Research Institute, Agricultural Research Education and
Extension Organization (AREEO) Mashhad , Chairman of the Board, Iranian National Scientific Camel
Society,Iran 2 Assist. Prof. Dr.,School of Iranian Traditional Medicine and Complementary Medicine
Mashhad University Medical of Sciences Mashhad, Iran. Razi Vaccine and Serum Research Institute
Ahmad Abad Ave , Mashhad, Iran , P.O.Box: 91735-148, [email protected]
75
DEVE SÜTÜNÜN TEDAVI AMAÇLI ÖZELLIKLERININ İRAN GELENEKSEL
TIBBINDA VE KLASIK TIPTAKI BAZI BENZERLIKLERININ GÖRECELI
KARŞILAŞTIRILMASI
Giriş:
İran geleneksel tıp kaynaklarına göre deve sütünün birçok besin ve ilaç özellikleri
bulunmaktadır. Ayrıca bu süt türü için birçok ilaç özelliği de düşünülmektedir. Bu makalede
deve sütünün tedavi edici ve ilaç özellikleri İran geleneksel ve klasik tıbbı bakış açılarıyla
açıklanıp kıyaslanmıştır.
Malzeme ve Yöntemler:
Bu çalışma; özel anahtar kelimeleri güvenilir geleneksel ve klasik tıp kaynaklarında amaçlı
arama yoluyla tanımlanmış kriterlere göre yapılmış bir nitelik çalışmasıdır.
Sonuçlar:
Deve sütünün geleneksel tıp kaynaklarına göre; nemlendirici (nem), temizleyici (parlatıcı),
çözücü (solvent), dengeleyici (müshil), sert ve derin ödemleri giderici (ödem giderici solvent),
karaciğer detoksifikasyonu gibi birçok ilaç özelliği bulunmaktadır ve ayrıca vücuda uygun
olarak bilinmektedir. Modern tıp açısından ise deve sütünün ilaç özellikleri; karaciğer, böbrek,
mesane, dalak, mide, bağırsak, idrar yolu, cilt, akciğer ve beyin ile ilgili hastalıklardan
rahatsızlık yaşayan hastalar üzerinde etkili olduğu belirtilmiştir. Deve sütü; Lizozim,
İmmunoglobülin, Lactoperoxidase, reaktif proteinler, Peptidoglikan ve N-Acetyl Beta
Galactosidase gibi birçok biyoaktif içerir. Deve sütünün anti bakteriyel ve anti virüs (Hepatit B
ve C) özellikleri, otoimmun hastalıklar, otizm ve gıda alerjilerinin tedavisinde ilaç özelliği,
diyabet hastalığını hafifletme, kansere karşı koruma ve güçlü antioksidan özelliğinin bulunduğu
rapor edilmiştir.
Tartışma:
Deve sütü ve onun çeşitli mamulleri besin ve ilaç özelliklerine sahiptir. Deve sütü eski
günlerden beri insanlar tarafından kullanılmış ve geleneksel tıp araştırmalarına göre sarılık ve
akciğer rahatsızlıkları üzerinde olumlu etkileri bulunmaktadır. Bu konu günümüzde klasik tıp
tarafından da kabul edilmiştir.
Anahtar kelimeler: Deve sütü, İran geleneksel tıbbı, göreceli karşılaştırma
INTRODUCTION
The use of traditional medicine (TM) and complementary and alternative
medicine (CAM) has increased significantly over the past few years. However, as well
as to the many an advantage there are also risks associated with the different types of
TM/CAM. Although consumers today have widespread access to various TM/CAM
treatments and therapies, they often do not have enough knowledge on what to check
when using TM/CAM in order to avoid unessential harm (WHO,2004). The
pharmacological treatment of disease began long ago with the use of herbs (Schulz et
al., 2001). Does traditional medicine equate to the use of herbal medicine? Traditional
medicine (TM) This includes diverse health practices, approaches, knowledge and
76
beliefs incorporating plant-, animal- and/or mineral-based medicines, spiritual therapies,
manual techniques and exercises applied singularly or in combination to maintain
well-being, as well as to treat, diagnose or prevent illness (WHO,2002). Based on the
foundations of thinking belonging to the traditional divisions: Traditional Chinese
medicine, Japanese systems of traditional healing, Ayurveda is a medical system
primarily practiced in India, traditional herbal medicines into Europe, the USA and
other developed countries (WHO, b,2002) and Iranian Traditional Medicine.
Milk and milk products have been familiar foods since the old days, and the
volume of reduction is increasing with the passage of time. Recently, the functions of
useful trace components in milk have attracted attention. Besides the basic functions of
“nutrition” and “taste”, food has a third function of “body regulation” (Tomita,2000). In
the references on Iranian traditional medicine, camel’s milk has been represented as the
one having numerous nutritious and medical properties. The milk is considered have
medicinal characteristics as well. In this article, the nutritive and therapeutic effects of
camel’s milk have been inspected from the view point of Iranian traditional medicine
and we are going to explain some adaptive comparisons of camel milk properties in
traditional Iranian medicine and classical medicine.
Camel’s milk is the center of scientists’ attention all through the world due to
its nutritive and therapeutic properties and its significant similarity to human milk. It is
white, opaque, and a little saltier than cow milk (FAO,2018). Years ago, Camel milk in
Iran is mostly consumed by their calves and rarely used as a drug for treatment, but in
recent years, the use of camel milk for nutritive and therapeutic attribute has grown.
2- Objectives:
This study aims at extracting, assessing and analyzing such information,
according to texts on Iranian traditional medicine in camel milk and explains Some
adaptive comparisons of camel milk properties in traditional and classical medicine in
Iran. Information about traditional medicine was extracted from: "Al-Qanun fit-tib",
"AksirAzam", "Teb e Akbari","Makhzan -ol- Advieh","QarabadinKbir" and other
authentic books; then, it was classified based on the type of study and clinical
applications.
MATERIALS AND METHODS
The study was a qualitative library research aimed at investigating the texts on
Iranian traditional medicine, some published articles on camel milk in recent years and
based on our experiences and studies. In additional, literature search was done within
electronic databases including: PubMed, Scopus, Cochrane library, Google Scholar,
SID, Iranmedex and Magiran.
77
RESULTS
Camel’s milk in Iranian traditional medicine resources: Camel’s milk (in the
Makhzan -ol- Advieh book called laban al-leghah) contains three components, namely
fat, cheese and water, and is thinner in comparison to other animals’ milk (Aghili
Khorasani ; Bavardaran Institute ,2004). It is endowed with a warm and dry nature and a
rather salty taste. It has a good nutritional value especially for children and the elderly
,It has an appetizing property.
Its pharmacological functions include: Eliminate dryness (Moister), Cleaner
(jaali), dissolvent (moallel), Diuretic (Moder Bool) ,Equalizer (monzej), tonic, as well
as removal of blockage or obstruction (opener), reduction of deep and firm swellings,
and detoxification in the liver, it has also been known to be compatible with the body
(Avicenna H; Alaalami Beirut library Press 2005. Aksir Azam;
Tehran-iran,2004).Moreover, So we can divide this kind perspective into the following:
1- The Multiple nutritive impression 2-The therapeutic applications
have been mentioned for
Medicinal value of camel milk, according to modern perspective base on the
nutritive and therapeutic effects of camel’s milk.
Chemical composition of camel milk: Camel’s milk has generally an opaque
white color and has a
faint sweetish odor and sharp taste; sometimes, it can be salty (Abbas et al.
2013)., Generally ,the average amount of components of camel milk is protein 3.4%; fat
3.5%; lactose 4.4%; ash 0.79%, while water covers 87% (Al-Haj and Al- Kamal 2010).
Camel milk has high concentration of calcium and iron, the low pH of the milk allows
increase absorption from the duodenum. It also contains higher amount of zinc. The role
of zinc in the development and maintenance of normally functioning immune system
has been well established (Hansen et al., 1982).
Camel milk has a lot of vitamins from different groups: fat and water-soluble,
such as vitamin A, E, D, and B, and especially vitamin C (Abbas,2013. Shamsia,2009).
The concentration of vitamin C in camel milk is two to three times higher as
compared to cow’s milk (Stahl et al. 2006). The low pH due to higher concentration of
vitamin C stabilizes the milk and therefore it can be kept for relatively longer periods
without cream layer formation. The availability of relatively higher amount of vitamin
C in camel milk is of significant relevance from the nutritional point of view, as it exerts
powerful antioxidant activity (Mal et al.2007). Vitamin C in camel milk has antioxidant
and tissue repair protection activities (Escott-Stump 2008) Vitamin C is necessary in the
body for the production of collagen, a protein that aids in the growth of cells and blood
vessels and gives skin its firmness and strength. Collagen is found in the skin and joints.
By increasing the production of collagen, vitamin C strengthens the structural support
and resiliency of skin and helps repair. Short chain fatty acids in camel milk are low, but
78
the long chain fatty acids are high in content. The amount of linoleic acid and
unsaturated fatty acids in camel milk is also high, which is important for nutrition
(Konuspayeva et al 2009. Yagil).Camel milk has cosmetic effects due to the presence of
α-hydroxyl acids which are known to plump and smoothies the skin. α-Hydroxyl acids
help to shed the outer horny layer of dead cells on the skin (epidermis) by helping to
break down sugars, which are used to hold skin cells together. This helps in revealing
new cells, which are more elastic and clear. α- Hydroxyl acids help to eliminate
wrinkles and age spots and relieve dryness, as they make the outer layer of the skin
thinner and support the lower layer of the dermis by makingit thick. In addition,
liposome occurring in camel milk is applicable for a potential cosmetic ingredient to
improve antiaging effect (Choi et al. 2013).
Therapeutic effects of camel’s milk:
camel’s milk have many bioactives such as Lysozymes, Immunoglobulin,
Lactoferrin(LF), Lactoperoxidase, Peptydoglycon recognition protein (PGRP),
N-acetyl- glucosaminidase (NA Gase). Reported that camel milk possesses
antibacterial and antiviral activities (hepatitis C and B), therapy for autoimmune
disease, treatment of autism, therapy for Milk allergies, Beneficial effects for restriction
of diabetes mellitus, anti-hypertensive, anti-carcinogenic, powerful antioxidant
property.
Lactoperoxidase have many properties such as: anti bactericidal activity,
anti-tumor activity, 3-and it has a close relation (71%) to human thyroid peroxidase,
which is involved in iodination and coupling in the formation of the thyroid.Lactoferrin
(Lf), the main iron-binding protein of milk, has biological activities. It is potential of
camel milk lactoferrin for its ability to inhibit the proliferation of the colon cancer cell
line, DNA damage and its antioxidant Antibacterial, Regulation of iron transport
,Promotion of cell growth, Stimulation of immunity, Inhibition of free radicals
activities( Isui et al, 2011).
camel milk contains two main groups (Caseins and Whey proteins and
relatively higher amount immune protein and insulin (Abbas et al., 2013, Gul et al.,
2015).There are 4 main casein fractions, as α s1 -, α s2, β -, and κ.Cow milk contains a
high percentage of α s –CN and camel milk is similar to human milk contains a high
percentage of β –CN. , β - CN is more sensitive to peptic hydrolysis than α s – C and
αs-CN slowly hydrolyze than β-CN. Camel milk has more digestibility and lower
incidence of allergy in the gut of infants (El-Agamy et al., 2009).
Antimicrobial and immunological activities Camel milk contains various
protective proteins [lactoferrin,
lactoperoxidase, N-acetyl-§-glucosaminidase (NAGase), PGRP, Igs and
lysozyme] which exert antibacterial, antiviral, antifungal and antiparasitic activity,
immunological properties, growth promotion activity and anti-tumour activity (Amany
79
et al.2005; Conesa et al. 2008; Mona et al. 2010; Gizachew et al.2015). There is a
traditional belief in the Middle East that regular consumption of camel milk helps in the
prevention and control of diabetes. Recently, it has been reported that camel milk can
have such properties: (i) insulin in camel milk possesses special properties that make
absorption into circulation easier than insulin from other sources or causes resistance to
proteolysis; (ii) camel insulin is encapsulated in lipid vesicles that makes possible its
passage through the stomach and entry into the circulation.However, we cannot exclude
the possibility that insulin in camel milk is present in nanoparticles capable of
transporting this hormone into the bloodstream. However, much more probable is that
camel milk contains ‘insulin-like’ small molecule substances that mimic insulin
interaction with its receptor (Ajamaluddin et al. 2012).Vitamin C is an antioxidant that
slows the rate of free-radical damage which causes skin dryness and wrinkles .
Furthermore, camel milk has a higher amount of ironchelating protein known as
lactoferrin. This protein removes free iron from joints of arthritic patients and thereby
improves their welfare (Panwar et al. 2015).Therapeutic effects of Camel milk were
assessed in some clinical trials, case reports, and in vivo/ in vitro studies.
Table 1: Some adaptive comparisons of camel milk properties with the multiple
nutritive of traditional and classical medicine
Variables Traditional medicine Classical medicine
Teeth Facilitating teeth
growth
Various minerals such as Na, K,
Ca, P, Mg, Fe, Zn, Cu and
vitamins. high concentration of
calcium and iron, the low pH of the
milk.
Eyes Improving vision or
reinforcing the
eyesight
High levels of vitamins C, A, B2
and E (acidic pH) and is very rich
in magnesium and zinc
Skin Skin beauty, eczema Lactoferrin (antioxidant and
anti-inflammatory), vitamins C,
Zinc and magnesium significantly
enhances the antioxidant defense of
vitamin C protect Collagen is found
in the skin liposome improve
anti-aging effect.
Vitamin C is necessary in for the
production of collagen keeping the
skin beautiful used to treat skin
disorders such as dermatitis, Acne,
80
Psoriasis and Eczema
General
functions
Sexual desire
enhancer, body
restoration and
nutritive supplement,
diuretic and purgative
effect, appetizing, and
menstrual facilitator
All of and higher content of long
chain fatty acid (C-14
to C-18) and lower content of short
chain fatty acid (C-4 to
C-14). body regulation
Camel milk can be used in metabolic and autoimmune diseases, hepatitis, Rota
viral diarrhea, tuberculosis, cancer, diabetes, liver cirrhosis, rickets, autism, and Crohn’s
disease (Levy,2013. Agrawal,2013).LF probably interferes with adsorption of HCV to
the target cells. LF can prevent adsorption to target cells by the fact that it binds to the
envelope proteins of HCV E1 and E2(Van der Strate et al,2001).Tsubota et al,2008
found that Lactoferrin could be potentially useful for the treatment of oxidative
stress-induced liver diseases.
Table 2: Some adaptive comparisons of camel milk properties with the therapeutic
effects of traditional and classical medicine
The therapeutic effects
of camel’s milk
according to traditional
medicine
Some adaptive comparisons of camel
milk properties with modern medicine
Brain Depression, phobia Lactoferrin, vitamins C, Zinc and
magnesium significantly enhances the
antioxidant defense. Various minerals,
and nanobody (Ig G) immune
protection.
heart Depression Antihypertensive (ACE-inhibitory),
vitamins and Various minerals,
hypolipidemic effects, higher content
of long chain fatty acid (C-14 to C-18)
and lower content of short chain fatty
acid (C-4 to C-14).
Liver Liver pain,
dystemperament of the
liver, treating liver
obstructions, estesgha
(Dropsy)
Lactoferrin, and nanobody (Ig G)
immune protection. antiviral effects
[hepatitis C virus [HCV] and [HBV],
CMV, herpes simplex virus-1 and
HIV, (the virus responsible for AIDS)
Lungs Cough, hemoptysis,
tuberculosis, asthma
high percentage of β –CN,
Lactoferrin (antioxidant and
81
anti-inflammatory), nanobody (Ig G)
blocking of FCɛR-I in mastocyte and
basophil and eosinophil
Kidneys
and
bladder
Renal weakness and
atrophy, bladder ulcers
and cystitis
Lactoferrin (antioxidant
and anti-inflammatory), nanobody (Ig
G) blocking of FCɛR-I in mastocyte
and basophil and eosinophil
Spleen Swelling and
obstruction of the spleen
Lactoferrin, vitamins C, Zinc and
magnesium significantly enhances the
antioxidant defense
knee
pain
Swelling and
obstruction
Lactoferrin (antioxidant and
anti-inflammatory), nanobody (Ig G)
blocking of. Collagen is found in the
skin and joints and artilage. Vitamin C
is necessary in for the production of
collagen
DISCUSSION
Complementary and Alternative Medicine (CAM) therapies have become
increasingly in populations (Noras,2014). Iranian Traditional Medicine (ITM) is one of
the oldest traditional medicines with more than 1000 years of history. Dietary
consideration is the first step in ITM-based treatments (Emtiazy et al,2012).Camel’s
milk has been used for centuries as a medicinal drink in Middle Eastern, Asian, and
African cultures (Reuven ,2013. Levy et al ,2013).
By comparing traditional medicine and classical medicine, we find that there is
a large correlation between the findings of the old scientists and what has been achieved
in the laboratory today.
In texts on Iranian traditional medicine, camel’s milk has been reported to be
thinner with less fat and cheese components in comparison to cow’s milk and its
temperament camel milk is hot and dry and also possesses some bitterness and acridity
(Noras,2014. Aghili Khorasani; Tehran-iran, 2005. Heravi; Tehran-iran, 2004). In new
studies showed camel milk has a high vitamin and mineral content and immunoglobulin
content (Abbas et al. 2013).Moreover, some general and specific effects are mentioned.
Its specific effects include the ones on liver, kidneys, bladder, stomach and intestines,
spleen, and skin while its general effects are named as food, energy booster, body
moisturizer, diuretic and menstrual facilitator, and sexual desire enhancer. Its various
applications for liver, kidneys, and bladder in the references confirm its particular effect
on these organs. Based on the findings of classic medicine camel milk is the most
functional natural liquid that could play an important role in diabetes, Crohn's disease,
82
food and milk allergies, autism, cancer, diarrhea, peptic ulcers, skin, hepatitis diseases
(Agrawal et al,2011. Agrawal et al, 2009).Camel’s milk is an excellent source of
well-balanced nutrients and also exhibits a range of biological activities that influence
digestion, metabolic responses to absorbed nutrients, growth and development of organs
and resistance to diseases. Camel’s milk has been customarily used in Iran and other
countries to cure multiple diseases. It contains important proteins and peptides, which
have nutritive, functional and biological properties. In some regions, people believe that
it is highly nourishing and deeply affects the growth of infants; hence it is applied in
their nutrition. In Iranian traditional medicine, consuming milk as a whole has a
significant role in treatment. In "Al-Qanun fit-tib", camel’s milk is introduced as the
most compatible one with mother’s milk(Zibaee et Al,2008 . Ehlayel et al,2011.
Avicenna H; Alaalami Beirut library Press 2005).Given the emphasis placed on Iranian
traditional medicine and the findings of classical medicine, if necessary, it can be good
alternative for mother’s milk to feed infants and children and It can be used to control
and treat certain diseases.
83
REFERENCES
Abbas S, Hifsa A, Aalia N, Lubna S. Physico-chemical analysis and composition of
camel milk. International Research 2013;2(2):85-98.
Aghili Khorasani MH. ” Makhzan -ol- Advieh”. Tehran-iran: Bavardaran Institute; 2004.
p 1073
Aghili Khorasani MH. “Qarabadin Kbir”. Tehran-iran: University of Medical Sciences;
2005.
Agrawal RP, Dogra R, Mohta N, Tiwari R, Singhal S, Sultania S. Beneficial effect of
camel milk in diabetic nephropathy. Acta bio-medica: Atenei Parmensis
2009;80(2):131-4.
Agrawal RP, Jain S, Shah S, Chopra A, Agarwal V. Effect of camel milk on glycemic
control and insulin requirement in patients with type 1 diabetes: 2-years randomized
controlled trial. European journal of clinical nutrition 2011;65(9):1048-52.
Agrawal RP, Tantia P, Jain S, Agrawal R, Agrawal V. Camel milk: a possible boon for
type 1 diabetic patients. Cellular and molecular biology (Noisy-le-Grand, France)
2013;59(1):99-107.
Ajamaluddin.A study of the anti-diabetic agents of camel milk." International journal of
molecular medicine 30.3 (2012): 585-592.
Ali Khan, Mohammad Sadeq,. “Makhazeno-Al- Thalim “. Delhi: Farooqi press 1988.
Amany, S., Mahmoud, A. and Ahmed, M. Anti-schistosomal activity of colostral and
mature camel milk on Schistosomamansoni infected mice. Asia Pac J ClinNutr. 14
(4):432–438, 2005.
Arzani, Hakim Mohammad Akbar, “Teb e Akbari”. Tehran-Iran2008. 736 p.
Avicenna H. ” Al-Qanun fit-tib”[The Canon of Medicine] Beirut , Lebanon: Alaalami
Beirut library Press 2005.
Choi SK, Park KD, Kim DA, Lee DW, Kim YJ (2013) Preparation of Camel Milk
Liposome and Its Anti-Aging Effects. Journal of the Society of Cosmetic Scientists of
Korea 40:155-161
Conesa. C., Sanchez, L., Rota, C., Perez, M., Calvo, M. and Farnaud, S.Isolation of
lactoferrin from milk of different species: Calorimetric and antimicrobial studies. Comp
BiochemPhysiol; 150:131–9, 2008.
Ehlayel M, Bener A, Abu Hazeima K, Al-Mesaifri F. Camel milk is a safer choice than
goat milk for feeding children with cow milk allergy. ISRN allergy 2011;2011:391641.
84
El-Agamy, E. I., M. Nawar, S. M. Shamsia, S. Awad and G. F. W. Haenlein. (2009).
Are camel milk proteins convenient to the nutrition of cow milk allergic children.
SmallRum. Re82: 1-6
EM EL-F, Abedelbaky N, Haroun BM, Sánchez L, Redwan NA, Redwan EM.
Anti-infectivity of camel polyclonal antibodies against hepatitis C virus in Huh7.5
hepatoma. Virology journal 2012;9:201.
Emtiazy M, Keshavarz M, Khodadoost M, Kamalinejad M, Gooshahgir S, Bajestani HS,
et al. Relation between body humors and hypercholesterolemia: An Iranian traditional
medicine perspective based on the teaching of Avicenna. Iranian Red Crescent Medical
Journal 2012;14(3):133.
Gizachew, Ayele, Jabir Teha, TadesseBirhanu,(2015) ,Ethiopia Nekemte. "Review on
Medicinal and Nutritional
Values of Camel Milk."
Heravi AMMiA. “Kitab Al-Abnija al haqaiq al-Adwiya”("Rozat ol-ons wa manfa 'ar
on-nafs"). first Edition ed. Tehran-iran: University of Medical Sciences; 2004.
Hansen (2013).Statistical year book.Food and Agriculture Organization of the United
Nations, Rome, Italy, 2013.
Isui Abril García-Montoya 1, Tania Siqueiros Cendón 1, Sigifredo Arévalo-Gallegos 1,
Quintín Rascón-Cruz. (2011). Lactoferrin a multiple bioactive protein: An overview
Biochimical et biophysica Acta .
Jarjani HSI. ” Khoffi-e Alaei”. Tehran-iran: Ettelaat; 1998.
Konuspayeva, G., B. Faye and G. Loiseau. The composition of camel milk: a
meta-analysis of the literature data. J. Food Compos. Anal, 2009; 22: 95-101.
Levy A, Steiner L, Yagil R. Camel milk: disease control and dietary laws. Journal of
Health Science 2013;1(1):48-53.
Mal, G., D. Suchitra Sena and M.S. Sahani (2007). Changes in chemical and
macro-minerals content of dromedary milk during lactation. J. Camel Prac. and Res.,
14(2): 195-197
Mo'men H. " Tohfat-ul-mo'menin" Tehran-iran: Nashr-e Shahr; 2011 2011. 6. M AK. ”
Aksir Azam”. Tehran-iran: Institute of Medicine Studies and Islamic medicine press;
2004.
Mona, E., Ragia, O., Abeer, A. and Mosa, T. Biochemical Effects of Fermented Camel
Milk on Diarrhea in Rats.New York Science Journal; 3(5), 2010.
85
Noras MR, Kiani MA. Viewpoints of Traditional Iranian Medicine (TIM) about
Etiology of Pediatric Constipation. International Journal of Pediatrics 2014;2(1):89-92.
Noras MR, Yousefi M, Kiani MA. Complementary and Alternative Medicine (CAM)
Use in Pediatric Disease: A Short Review. International Journal of Pediatrics
2013;1(2):45-9.
Panwar, Rohit, et al. "Camel milk: Natural medicine-Boon to dairy industry."(2015)
Razi, Muhammad ibn Zakariyya, “Khawi, S al-ashya” (Properties of Things).
Qom-iran1999.
Reuven Y. Comparative Alternative Medicinal (CAM) Properties in Camel Milk for
Treatment of Epidemic Diseases,journal of Agricultural Science and Technology
A3(2013):575-580.
Shamsia SM. Nutritional and therapeutic properties of camel and human milks.
International Journal of Genetics and Molecular Biology , 2009;1 (2): 52-8
Schulz, V., Hänsel, R. & Tyler, V.E. (2001) Rational Phytotherapy. A Physician’s
Guide to Herbal Medicine, 4th Ed., Berlin, Springer-Verlag
Stahl, T., H.I. Sallman, R. Duehlmeier and U. Wernery (2006). Selected vitamins and
fatty acid patterns in dromedary milk and colostrum. J. Camel Prac. and Res., 13(1):
53-57.
Tomita, M. New Technologies and their Application in the Milk Industry. Asian-Aus. J.
Anim. Sci. 13 Supplement July 2000 A: 376-382
Van der Strate, B. W. A., L. Beljaars, G. Molema, M. C. Harmsen, and D. K. F. Meijer.
2001. Antiviral activities of lactoferrin. (Review) Antiviral Res. 52:225–239.
WHO Traditional Medicine Strategy 2002-2005. Geneva, WHO,a, 2002 (document
reference WHO/EDM/TRM/2002.1)
WHO Traditional Medicine Strategy 2002-2005. Geneva, WHO,a, 2002 (document
reference WHO/EDM/TRM/2002.1)
WHO,a. Guidelines on Developing Consumer Information on Proper Use of
Traditional, Complementary and Alternative Medicine. ISBN 92 4 159170 6. January
2004 World Health Organization. (NLM classification: WB 890)
WHO,b. IARC Monographs On The Evaluation Of Carcinogenic Risks To Humans,
Volume 82 Some Traditional Herbal Medicines, Some Mycotoxins, Naphthalene And
Styrene, 2002 Iarcpress Lyon France.
86
Yagil R. Camels and camel milk book, Food and Agriculture Organization of the United
Nations, 17-18,Available from:
http://afghanag.ucdavis.edu/c_livestock/camels/Man_Live_Camel_Milk_FAO.pdf
Zibaee,S. Hosseini, MH. Yousefi, M. Taghipour, A. Ali Kiani, M.Noras,MR.
Nutritional and Therapeutic Characteristics of Camel Milk in Children: A Systematic
Review. Electronic Physician (ISSN: 2008-5842). November 2015, Volume: 7, Issue: 7,
Pages: 1523-1528.
87
DEVE SÜTÜNÜN YOĞURT ÜRETİMİNDE KULLANILABİLİRLİĞİ
ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA
SELDA BULCA1,ATAKAN KOÇ
2, MEHMET ÇELEBİ
3
Öz
Aydın ilinde geleneksel deve güreşlerinden esinlenilerek deve yetiştiriciliği yapan çiftliklerin
sayısının artması ile deve sütü üretiminde de artış meydana gelmiştir. Sığır sütüyle
karşılaştırıldığında deve sütünün kimyasal bileşiminde bazı farklılıklar bulunmaktadır.
Bunlardan birisi deve sütünde bulunan β-kazein oranının sığır sütüne oranla daha düşük
olmasıdır. Ayrıca deve sütünde β-laktoglobulin bulunmaması veya çok az olması deve sütünün
hipoallerjenik özellikte olmasını sağlamaktadır.
Birçok çalışmada deve sütünde yüksek oranda lizozim, laktoperoksidaz, laktoferrin ve
imunoglobulinler gibi inhibitör maddelerin bulunmakta ve bu maddeler yoğurt üretimini
olumsuz yönde etkilemektedir.
Bu çalışmada yukarıda belirtilen bu inhibitör maddelerin çoğunun protein yapısında olması ısıl
işlemle bu maddelerin denatüre olmalarını sağlamaktadır. Bu nedenle bu çalışmada ilk olarak
deve sütlerine 2 farklı ısıl işlem (90°Cde 20 dkk ve 95°C de 20 dkk) uygulanmış ve
fermentasyon süresince deve sütünden yoğurt üretiminde pH ve SH tespit edilmiştir. 90°C de 20
dakika ısıl işlem görmüş deve sütünden yoğurt üretiminde sütte pH ve SH sırasıyla 4,86 ve 35,2
iken 95°C de 20 dkk ısıtılmış sütte pH ve SH'ın sırasıyla 4,66 ve 38,8 olduğu saptanmıştır.
Burada 95°C de 20 dakika ısıl işleme tabi tutulan deve sütünde bu protein yapısındaki
enzimlerin (bileşiklerin) 90ºC de 20 dakika ısıtılan süte göre daha fazla denatüre olmasıyla ilgili
olduğu düşünülmektedir. Ancak, pH'nın düşmesi ve SH'ın yükselmesine rağmen fermentasyon
süresince kültürlenmiş deve sütünün viskozitesinde herhangi bir artış meydana gelmemiştir.
Bundan dolayı bir sonraki çalışmada starter kültürü konsantrasyonu %3-%10 arasında ve
sıcaklık ise 66-94ºC de 20 dakika arasında ayarlanmış değişkenler üzerinden 13 adet çalışma
planlanmıştır. Bu 13 adet ısıl işlem ve starter kültürü varyasyonuna rağmen deve sütlerinin
viskozitesinde önemli bir değişiklik saptanamamıştır. Bir sonraki çalışmada hedef deve
sütünden yoğurt üretiminde fermentasyon süresince yoğurt bakterilerinin ne kadarının canlı
kaldığı ve deve sütünde bulunan antimikrobiyel maddelerin (lizozim, laktoferrin,
laktoperoksidaz, immunoglobulinler) ısıl işlem sonrası konsantrasyonlarının tespit edilmesi
olacaktır.
Anahtar kelimeler: Deve sütü, yoğurt üretimi, ısı stabilitesi, viskozite, pH
1 Dr. Öğr. Üyesi., Adnan Menderes Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü,
09100, AYDIN / TÜRKİYE, [email protected] 2 Prof. Dr., Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, 09100, AYDIN /
TÜRKİYE, [email protected] 3 Uzman, Adnan Menderes Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü, 09100,
AYDIN / TÜRKİYE
88
A RESEARCH ON USABILITY OF CAMEL MILK IN THE PRODUCTION OF
YOGHURT
Abstract
An increase in the number of camel farms inspired by traditional camel wrestling in the
province of Aydın has also increased the production of camel milk. Compared to cattle milk,
there are some differences in the chemical composition of the camel's milk. One of them is that
the ratio of β-casein in the camel's milk is lower than that of cattle milk. In addition, the absence
or very small amount of β-lactoglobulin in the camel's milk ensures the hypoallergenic
characteristics of camel milk.
In many studies, it has been shown that the camel milk contains the inhibitory substances such
as lysozyme, lactoperoxidase, lactoferrin and immunoglobulins that affects yoghurt production,
negatively.
In this study, the inhibitory substances mentioned above are in the protein structure, which
allows them to be tampered with by heat treatment. In this study, it is applied 2 different heat
treatments to camel milk (at 90°C and 95°C / 20 minutes) and during the fermentation, pH and
SH values were detected during fermentation of starter culture inoculated milk. During
fermentation of at 90°C for 20 minutes heat treated milk the pH and SH values were found to be
4.86 and 35.2, at 95°C 20 minutes heated camel milk pH and SH values were 4.66 and 38.8,
respectively. The reason for this is thought to be related to the fact that the compounds, which
have of protein structure in the camel milk column more denaturated at 95°C 20 minutes than at
90°C 20 minutes. It was also observed that despite the decrease in pH and the increase in SH,
there was no increase in the viscosity of the camel milk during fermentation. Therefore, in the
next study 13 studies were planned in that the starter culture concentration is varied between 3%
and 10%, while the temperature is varied between 66-94ºC for 20 minutes (over the
experimental design study variables using design expert 10 program).
It was found that no significant changes in the viscosity of the camel milk was observed. The
aim of the next study is to determine how many of the yoghurt bacteria stay alive during the
fermentation of yoghurt production and the determination of the concentrations of the
antimicrobial substances (lysozyme, lactoferrin, lactoperoxidase, immunoglobulins) the
after-heat treatment of the camel milk.
Key words: Camel milk, yogurt production, heat stability, viscosity, pH
GİRİŞ
İnsan beslenmesinde çok önemli bir yere sahip olan yoğurt üretiminde
ülkemizde genel olarak sığır sütü kullanılmaktadır. Ancak son yıllarda süt ve süt
ürünleri üretiminde sığır sütünden başka alternatif ve fonksiyonel özelikleri olan süt
kaynaklarına olan talep artış göstermiştir. Çoğu çocuk, yaşlı ve immun sistemi zayıf
olan kişilerde özellikle fonksiyonel süt ürünlerinin tüketimi önem kazanmıştır.
Aydın ilinde geleneksel deve güreşlerinden esinlenilerek deve yetiştiriciliği
yapan çiftliklerin sayısının artması deve sütü üretimini de popüler hale getirmiştir. Sığır
sütüyle karşılaştırıldığında deve sütünün kimyasal bileşimi bazı farklılıklar
göstermektedir.
89
Bu zamana kadar yapılan çalışmalarda deve sütünden yoğurt üretimini
etkileyen en önemli faktörlerden birisinin deve sütünde bulunan doğal inhibitör
maddelerin konsantrasyonunun (Laktoperoksidaz, tiyosiyanat, hidrojen peroksid
laktoferrin, lizozim, immunoglobulinler, ve serbest yağ asitleri miktarının) sığır veya
koyun sütüne oranla daha yüksek olmasıyla ilgili olduğu düşünülmektedir. Aşağıda
Tablo 1 de El-Agamy et al. (1997) tarafından yapılan araştırmada deve sütünde bulunan
bu maddelerin konsantrasyonları karşılaştırılmıştır. Buna göre öncelikle deve sütünde
bulunan IG konsantrasyonu anne sütünde bulunan IG konsantrasyonundan daha yüksek
olmakla beraber anne sütü daha yüksek miktarda lizozim ve laktoferrin içermektedir.
Tablo 1. Deve sütü ve sığır sütünde bulunan antimikrobiyel maddelerin konsantrasyonu
(El-Agamy ve ark., 1997)
Birçok bilimsel çalışmada gösterildiği gibi protein tabiatında ve antimikrobiyel
etkiye sahip olan maddelerin fermente süt üretimi özellikle yoğurt, probiyotikli süt ve
dondurma üretiminde etkili olduğu açıklanmıştır.
Deve sütünün fermente süt ürünleri probiyotikli süt ve dondurma
üretiminde kullanılması
Deve sütü tüm dünyada çoğunlukla yöresel deve sütü ürünlerine işlenerek
tüketilmektedir. İçme sütü olarak, üretildiği yöredeki halk tarafından tüketilirken, deve
sütünden peynir ve yoğurt üretimi denemeleri de yapılmaktadır.
Deve sütünden üretilen yoğurtlarda görülen gevşek ve yumuşak yapıyı
iyileştirebilmek için günümüzde stabilizör kullanımı yaygınlaşmıştır (Kavas, 2015).
Hashim ve ark. (2009) tarafından yapılan bir çalışmada deve sütünden yoğurt üretimini
araştırmak için süte %0,75 oranında sodyum aljinat ve %0,075 oranında kalsiyum
klörür ilave edilmiş ve bu şekilde deve sütünden üretilen yoğurtların sığır sütüyle
üretilen yoğurda benzer özellikler gösterdiği bildirilmiştir. Ancak, pH’sı 6,7 olan deve
sütünün yoğurt üretimi sırasında asitliğinin düşmesi ve koagule olması için 48 saat veya
30°C de 7 gün sürdüğü belirtilmiştir. Bunun nedeni olarak deve sütünün sığır veya
manda sütüne göre yüksek oranda antimikrobiyel özellik gösteren lizozim, laktoferrin
ve immunoglobulinlerden kaynaklandığını saptamışlardır (Haddadin ve ark., 2008).
Antimicrobial factor Camel milk Human milk
Mean values ±SD
Immunoglobulins
(mg/ml) 1.54 ± 0.032 1.14 ± 0.055
Lactoferrin(mg/ml) 0.24 ± 0.035 1.95 ± 0.050
Lysozyme(mg/ml) 0.06 ± 0.02 0.65 ± 0.045
90
Ürün reolojisisinin iyileştirilebilmesi durumunda, fermente deve süt ürünlerinin
pazarlanabilir olabileceği de belirtilmiştir (Muliro ve ark., 2013).
Kavas (2015) yapmış olduğu bir çalışmada Camelus dromedarius türü deve
sütünden yoğurt üretiminde farklı hidrokolloidlerin deniz rezenesi melasıyla beraber
kullanımını araştırmışlardır. Bunun için %3 oranında serum protein izolatını yine %3
oranında deniz rezenesi melasıyla, %0,1 kapa-karagenan veya %3 deniz börülcesi
melası, %0,05 ksantan gam kullanmışlardır. Yoğurt örneklerinde fizikokimyasal
özelllikler, tekstürel, renk ve duyusal özellikler depolamanın 1., 5., 10. ve 15.
günlerinde analiz edilmesiyle beraber depolama boyunca bütün örneklerde yoğurtta
asitlik artışına bağlı olarak sertlik ve viskozitenin arttığı gözlemlenmiştir. Depolamanın
1. günü viskozite ve pıhtı sertliğinin fazla olmasından dolayı serum ayrılmasının çok az
olduğu tespit edilmiştir. Kapa karegenan ilave edilen yoğurtlarda fiziko-kimyasal,
tekstürel ve duyusal analizlerin diğer örneklere göre daha iyi olduğu sonucuna
varılmıştır.
Najeeb ve ark. (2015) araştırmalarında deve sütünden yoğurt üretiminde çeşitli
stabilizatörlerin kullanımının yoğurdun tekstürel özellikleri üzerine olan etkilerini
incelemişlerdir. Stabilizör olarak karboksimetilsellüloz, pektin, akasya gamı, aljinat
kullanılmış ve kullanılan stabilizörlerin deve sütünden üretilen yoğurtların sığır
sütünden üretilmiş yoğurtların konsistenziyle karşılaştırıldığında yoğurt yapısı üzerine
çok fazla etkide bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Shimaa ve ark. (2016) tarafından yapılan bir başka çalışmada deve sütü ile
koyun sütü farklı oranlarda karıştırılarak ve 2 farklı starter kültürü kullanılarak yoğurt
üretilmiştir. Bunun için sadece deve sütü (A grubu), %60 deve sütü + %40 koyun sütü
(B grubu) ve %40 deve sütü + %60 koyun sütü (C grubu) hazırlanırken, bu sütler
YC-X11 termofilik yoğurt kültürü ve CH-1 termofilik yoğurt kültürleriyle
kültürlenmiştir. 63°C de 30 dakikalık ısıl işlemin ardından 43°C’ye soğutulduktan sonra
starter kültürleri ilave edilmiştir. Sonuçlar değerlendirildiğinde deve-koyun sütü
karışımıyla üretilen yoğurtlarda toplam kuru madde, yağ ve protein konsantrasyonları
yüksek iken, sadece deve sütünden üretilen yoğurtlarda yukarıdaki veriler daha düşük
bulunmuştur. Yoğurtlarda konsistenz karşılaştırıldığında en yüksek konsistenz C grubu
sütten elde edilen yoğurtta saptanırken, 2. sırayı B grubu ve 3. sırayı da A grubu süt
almıştır.
Önemli bir diğer süt ürünü de yoğurt dondurmasıdır. Dondurulmuş yoğurt
dondurmanın istenilen tadı ile yoğurdun fonksiyonel ve biyoaktif özellikleri kombine
edilerek üretilen bir üründür. Bu tip yoğurdun asitliği normal yoğurda göre daha düşük
olmakla beraber yoğurt bakterilerinin fermentasyonuyla son üründe titrasyon
asitliğinin %0,15 - %0,3 olması istenmektedir (Marshal ve Arbuckle 1996). Titrasyon
asitliği Lactobacillus delbrueckii ssp. bulgaricus, Streptococcus thermophilus veya
91
dondurma miksine ilave edilen probiyotik bakterilerin metabolik aktivitesi sonucunda
oluşmaktadır.
Probiyotik bakteriler gün geçtikçe çok kullanılan ve insan sağlığına olan
olumlu etkileri örneğin laktozun sindiriminin artırılması, antikanserojenik aktivite,
intestinal patojenlerin öldürülmesi, bebeklerde alerjinin hafifletilmesi ve önlenmesi,
solunum yolları enfeksiyonlarının önlenmesi, kandaki kolesterolü düşürücü etki,
kabızlığı düzenleyici ve kolonda hassasiyet gibi olumlu etkiler sağlamasından dolayı
önemli bir yere sahiptir (Davidson ve ark., 2000; De Vrese ve Schrezenmeir, 2008).
Al-Saleh ve ark. (2011) tarafından probiyotik kültür içeren deve sütünden
üretilen dondurulmuş yoğurtların sığır sütünden üretilen yoğurtların fiziko-kimyasal
özelliklerini karşılaştırmak amacıyla bir çalışma yapılmıştır. Bu çalışmada, deve
sütünden üretilen dondurulmuş probiyotik yoğurtların viskozitesinin sığır sütünden
üretilen yoğurtlara göre daha önemli (P < 0.05) olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca, deve
sütünden elde edilen dondurulmuş yoğurtlarda yağ deformasyonunun sığır sütünden
üretilen ürüne göre daha az olduğu belirlenirken deve sütünden üretilen dondurulmuş
yoğurtların erime süresinin sığır sütünden üretilen yoğurda göre daha yüksek olduğu
saptanmıştır.
Bornaz ve ark. (2009) ve Al Haj ve Al Kanhal (2010) çalışmalarında deve
sütünde doğal olarak bulunan antimikrobiyel özelliğe sahip laktoferrinin mikrobiyel
starter kültürünün aktivitesini geciktirdiğini ve hatta pıhtı oluşumunu engellediğini
bildirmişlerdir. Ayrıca deve sütünün fermentasyon öncesinde 100°C de 30 dakikalık ısıl
işleme tabi tutulması yoğurt tekstürünü iyileştirici özellik göstermediği de
saptamışlardır (El-Agamy, 2000).
Yoğurdun yanında deve sütünden fermente süt içecekleri de üretilmiştir. Bu
konuda Moneim ve ark. (2006) Sudan’ın geleneksel deve sütü fermente (maya-laktik
asit) ürünü olan Garrisin kimyasal ve mikrobiyolojik özelliklerini araştırmışlardır.
Kimyasal analizlerde pH, titrasyon asitliği ve aynı zamanda etanol miktarı da tespit
edilmiştir. Laktik asit bakterilerinin (LAB) 100 farklı suşu, 20 farklı garris örneğinden
izole edilmiştir. Seçilen izolatlar laktozu fermente etme kabiliyetlerine göre
sınıflandırılmıştır. Garris örneklerinin mikroflorasına hakim olan LAB suşlarının başlıca;
Lactococcus (% 12), Enterococcus (% 10), Leuconostoc (% 4) ve Lactobacillusdan (%
74) oluştuğu saptanmıştır. Örneklerin fermentasyon sonrası ortalama pH değerleri de
4.42 olarak belirlenmiştir. Tüm örneklerde etanol konsantrasyonunun ve maya sayısının
da yüksek olduğu tespit edilmiştir.
Başka bir fermente deve sütü de Afrika’da, güney ve batı Kazakistan’da ve
Asya’da üretilmekle olan shubattır. Bu ürünün üretimi çok eskilere dayanmaktadır.
Shubat’ın üretimi için deve sütünün mikrobiyolojik ve fizikokimyasal özelliklerinin
tespiti oldukça önemlidir. Shubat fermantasyonu sırasında sadece laktik asit değil ayrıca
alkol ve karbondioksit gazı da oluşmaktadır. Fermantasyon sırasında B1 vitamininin
92
miktarı değişkenlik gösterirken, B2 vitaminin iki kat arttığı ve en fazla miktarda olan C
vitamini konsantrasyonun ise korunduğu saptanmıştır. Kimyasal özelliği ve
sindirilebilirliği açısından Shubat, besleyici değeri yüksek olan bir üründür. Sindirim
organlarının, ülser, gastrit, peptik ülser ve karaciğer kronik hastalıklarının tedavisinde
oldukça etkilidir (Serikbayeva ve ark., 2005). Özellikle ülser hastaları için mide
enzimlerinin normale dönmesini sağlar.
Shubat üretiminde Lactobasiller, streptokoklar ve mayalar yer alır. İnkübasyon
öncesi deve sütünün 85°C’de 5 dakika pastörize edilmesi gerekmektedir (Yagil, 1982).
Bazı yerlerde Lactobacillus casei, Streptococcus thermophilus ve laktozu fermente eden
mayalar kullanılır.
Sudan’da üretilen bir çeşit yoğurt olan zabadi genellikle manda, keçi ve sığır
sütü karışımından üretilmekle birlikte zaman zaman deve sütü ile karıştırılarak
üretilmektedir. Yine Kenya’da deve sütü ile suusac isimli bir fermente süt ürünü de
üretilmektedir.
GEREÇ VE YÖNTEM
1. Yoğurt üretiminde kullanılan çiğ deve sütünün tedariki
Deve sütleri Aydın İli İncirliova İlçesi’nde bulunan bir deve çiftliğinden temin
edilmiştir.
2. Sütün fiziksel ve kimyasal özelliklerinin belirlenmesi
Kuru madde Tayini: Belirli bir miktar süt sıcaklığı değişmeyinceye kadar kurutulur.
Kurutulduktan sonra ağırlık kuru madenin ağırlığıdır.
Kül tayini: Atomik Absorpsiyon cihazları kullanılarak standart yöntemler ile
yapılacaktır.
Çiğ sütte SH ölçümü: Fenolfitaleyn kullanarak 100 ml sütü nötralize edecek 0.25 N
NaOH çözeltisinin ml cinsinden miktarının belirlenmesi esasına dayanır.
3. Çiğ sütte ve yoğurtta pH ölçümü
pH ölçümü için kullanılacak olan pH metre kullanım öncesi pH’sı farklı olan puffer
çözeltileriyle kalibre edilir. Ardından pH metre ürünün içine daldırılarak pH’nın sabit
hale gelmesi beklenir.
4. Sütte ve yoğurtta asitliğin Soxhelet Henkel (SH) yöntemiyle tespiti
Analizin yapılışı: Bir erlenmeyere 25 ml süt konur üzerine %1 lik fenolftalein
çözeltisinden 1 ml ilave edilir ve 0.25 N NaOH çözeltisiyle değişmez hafif pembe renk
meydana gelinceye kadar titre edilir. Sarf edilen 0.25 N NaOH miktarı 4 ile çarpılarak
SH asitlik derecesi bulunur
Yoğurtta asitlik tespiti (SH): Analizin yapılışı: İyi karıştırılmış numuneden 10 g bir
beher içine tartılır üzerine 90 ml saf su ilave edilir. 1 ml fenolftalein eklenir. Standard
0,25 N ile hafif pembe renk oluşuncaya kadar titre edilir. Harcanan NaOH miktarı 10 ile
çarpılarak yoğurdun SH cinsinden asitliği bulunur.
93
6. Yağ: Gerber Yöntemi (Anonymous 1989)
7. Toplam Azot: Mikro Kjeldahl yöntemi (Anonymous 1977)
8. NCN: Mikro Kjeldahl yöntemi (Anonymous 1977)
9. Yoğurt üretiminde kullanılacak kültür ve yoğurt üretim şeması
Bu çalışmada 2 farklı formda kültür kullanılması planlanmaktadır. Deve
sütlerinde yağsız kuru madde miktarını %12'ye çıkarmak için yağsız süttozu (Alfa
Kimya, İzmir) kullanılacaktır. Şekil 1’de görüldüğü gibi yoğurt üretiminde kullanılan
süte 90°C’de 15 dakika ısıl işlem uygulanmış ve ısıl işlem sonrası süt 42°C'ye
soğutulduktan sonra ve ilk starter kültürü olarak Chr. Hansen’s Laboratorium Denmark
A/S’nin İzmir temsilciliğinden tedarik edilen YC 350 nolu yoğurt starter kültür
ilavesiyle 42°C’de pH 4.6’ya gelinceye kadar inkübasyona bırakılarak ve inkübasyon
sonrası soğutularak 4°C’de depolanmıştır.
10. Viskozite tayini
Kültürlenmiş deve sütü örneklerinde viskozite Fungilab Expert V301002
cihazıyla tespit edilmiştir.
BULGULAR VE TARTIŞMA
Birçok bilimsel çalışmada da gösterildiği gibi antimikrobiyel etkiye sahip olan
lizozim, laktoperoksidaz ve imunoglobulinler protein yapısındadır. Bu durumda
yoğurda işlenecek sütün ısıtılmasıyla bu maddelerin denatüre olmasını takiben sütün
antibakteriyel özelliğinde azalma beklenmektedir. Bu nedenle ilk olarak çalışmamızda
deve sütlerine 2 farklı ısıl işlem (90°Cde 20 dkk ve 95°C de 20 dkk) uygulanmış ve
fermentasyon süresince pH 4,7 ye ulaşana kadar deve sütünde pH ve SH değerleri
aşağıdaki Tablo 2 de verilmiştir.
Tablo 2’de görüldüğü gibi deve sütleri 90°C de ve 95°C de 20'şer dakika
ısıtıldıktan sonra 42°C'ye soğutulmuş ve kültür ilave edilerek 6 saat boyunca pH ve SH
değerleri saptanmıştır. Tablo 1’de görüldüğü gibi sütün ısıl işlem öncesi pH’sı 6,6 dır.
Fermentasyonun 3. saatinden itibaren 90°C de 20 dkk ısıtılmış sütte pH ve SH 5,8; 19,2
iken 95°C de 20 dkk ısıtılmış sütte pH ve SH 5,37; 25,2 olarak tespit edilmiştir. Toplam
6 saatlik fermentasyon sonucunda 90°C de 20 dkk ısıtılmış sütte pH ve SH 4,86; 35,2
iken 95°C de 20 dkk ısıtılmış sütte pH ve SH 4,66; 38,8 olarak saptanmıştır. Bu
sonuçlara göre antibakteriyel etkiye sahip yukarıda belirtilen enzimlerin 95°C de
denatüre olması nedeniyle antibakteriyel etkinin azaldığı sonucu çıkarılabilmektedir.
94
Tablo 2. Farklı derecelerde ısıl işlem uygulanmış deve sütlerinden yoğurt üretiminde pH
ve SH değişimi
Zaman
(saat)
90°C/ 20
dkk ısıl
işlem de pH
değişimi
90°C 20 dkk
ısıl işlem
sonrası SH
değişimi
95°C de 20
dkk ısıl işlem
sonrası pH
değişimi
95°C de 20
dkk ısıl işlem
sonrası SH
değişimi
0(çiğ
süt) 6,6 11,6 6,6 12,8
1 6,15 11,6 6,12 12,8
2 6,06 13,3 5,97 16,8
3 5,8 19,2 5,37 25,2
4 5,31 28,4 4,95 32,8
5 5,02 31,2 4,8 35,6
6 4,86 35,2 4,66 38,8
Bu ön denemeler sonrasında 6 saatlik fermentasyon süresinde sütte viskozite
değişikliği olup olmadığı bir sonraki araştırma basamağı olmuştur.
Bu sonuçlardan yola çıkılarak design expert 10 (32bit) programı kullanılarak
experimental design çalışması yapılmış ve ısıl işlem sıcaklığı 70-94°C arasında, starter
kültürü konsantrasyonunda %3-10 arasında kombine edilerek aşağıdaki değişkenler
üzerinden 13 adet çalışma planlanmıştır. Tablo 3 de bu plan verilmiştir.
Bu çalışmada amaç starter kültürü konsantrasyonunun ve uygulanacak
sıcaklığın sütün pH’sını 4,’ ye getirebilmek için viskozite ve zamanın ne kadar
değişeceği konusudur. Kültür konsantrasyonunu %3-10 arasında değiştirmedeki amaç
fazla kültür ilavesinin viskozite artışına özelikle yoğurt pıhtısı oluşumuna etkide
bulunup bulunmayacağının tespit edilmesidir.
95
Tablo 3: Sıcaklık ve starter kültür konsantrasyonunun viskozite üzerine olan etkilerinin
tespiti amacıyla hazırlanmış deney planı
Standard sıra Deney sırası
Starter kültür kons
(%) Sıcaklık (°C)
10 1 6 80
2 2 9 70
1 3 3 70
13 4 6 80
4 5 9 90
6 6 10 80
12 7 6 80
7 8 6 66
11 9 6 80
9 10 6 80
5 11 2 80
8 12 6 94
3 13 3 90
Deve sütünün fermentasyonu sonucunda pıhtı oluşmaması yani yoğurt
pıhtısının oluşmaması nedeniyle tekstür profil analizi tespiti yapılamamıştır.
Belirtilen analizler yapılmadan pastörize sığır sütünden yoğurt üretimi
sırasında viskozite değişimi analiz edilmiş ve sonuçlar Tablo 4’de sunulmuştur. Tabloda
görüldüğü üzere inek sütü kullanılarak yapılan denemede ilk viskozite artışı 150 dakika
sonrasında olmuş ve 210 dakika (3,5 saat) sonra pH 4.7 ye düşmüş ve viskozite 25237
mPa.s ye ulaşmıştır.
Tablo 4: Pastörize inek sütünde fermentasyon zamanına bağlı olarak viskozite ve pH
değişimi
Zaman (dkk) viskozite (mPa.s) pH
0 1372,6 6,5
30 1405 6,24
60 1439,9 6,09
90 1497,8 5,94
120 1516,4 5,59
150 2656 5,24
180 9891 4,95
210 25237 4,7
96
Tablo 5 de viskozite ve pH değerleri deve sütüne 80°C de 20 dakika ısıl işlem
uygulanmış ve %6 starter kültürü ilavesiyle fermentasyon sırasında takip edilmiştir.
Tabloda da görüldüğü gibi pH nın 4,7 ye düşmesi için 380 dakika geçmiş olmasına
rağmen viskozitede önemli herhangi bir yükselme söz konusu olmamıştır.
Tablo 6’da da görüldüğü gibi 70°C de 20 dakika ısıl işlem görmüş deve sütüne
%3 starter kültürü ilavesi sonrası viskozite ve pH değişimi takip edilmiştir. Tabloda da
görüldüğü gibi süt pHsının 4,7 ye ulaşabilmesi için 430 dakika geçmiş olması gereklidir.
Tablo 5’deki sonuçlara benzer şekilde sütün viskozitesinde önemli bir değişiklik
görülmemiştir.
Bu 2 sonuca göre 80°C de 20dkk, %6 starter kültürü ilavesiyle yapılan çalışma
ve 70°C de %3 starter kültürü ilavesiyle yapılmış çalışmalarda pH düşüşü iki çalışma
birbirleriyle karşılaştırıldığında fermentasyon süresi 50 dakika gecikmeyle sağlanmış
ancak viskoziteler arasında herhangi önemli bir fark tespit edilememiştir. Bu da asitliğin
gelişmesine rağmen deve sütünde viskozite artışı olmamıştır.
Tablo 5: 80°C de 20 dakika ısıl işlem uygulanmış deve sütüne 42°C de %6 starter kültür
ilavesi edilmiş ve fermentasyon süresince viskozite ve pH kontrolü
Zaman (dkk) viskozite (mPa/s) pH
0 1221 6,5
30 1195 6
90 1210 5,86
120 1210 5,82
150 1223 5,72
180 1223 5,69
210 1180 5,48
240 1231 5,32
270 1216 5,17
300 1189 4,97
330 1195 4,9
360 1177 4,86
380 1216 4,7
97
Tablo 6: 70°C de 20 dakika ısıl işlem görmüş deve sütüne %3 starter kültürü ilavesi
sonrası viskozite ve pH değişimi
Zaman (dakika) viskozite (mPa.s) pH
0 1176 6,5
30 1206 6,3
90 1231 6,2
120 1249 6,03
150 1199 5,9
180 1223 5,87
210 1184 5,8
240 1208 5,74
270 1247 5,5
300 1207 5,25
330 1230 4,99
360 1225 4,94
390 1140 4,85
430 1256 4,7
SONUÇ
Yapılan çalışmalar sonucunda deve sütünden yoğurt üretiminde kültürlenmiş
deve sütünde pH'nın düşmesine rağmen viskozite artışında önemli bir değişme
görülmemiştir. Bu nedenle yoğurt üretiminde üretimi etkileyen antimikrobiyel etkiye
sahip inhibitörlerin bulunması dışında istenilen koagulasyonun sağlanamamasının
temelinde deve sütünde bulunan kazein misellerinin çapının daha büyük olması, β-kazein
konsantrasyonunun inek sütüne göre daha az veya hiç bulunmaması benzer şekilde
β-Laktoglobulin fraksiyonunun hiç bulunmaması gibi süt bileşimine bağlı etmenler de
göz önünde bulundurulmalıdır.
98
KAYNAKLAR
Al Haj, O. A., Al Kanhal, H. A. (2010): Compositional, technological and nutritional
aspects of dromedary camel milk, International Dairy Journal, 20(12): 811-821
Al-Saleh, A. A., Metwalli, A. M., İsmail, E. A. (2011): Physicochemical properties of
probiotic frozen yoghurt made from camel milk, International Journal of Dairy
Technology, 64: 557-562
Bornaz, S., Sahli, A., Attalah, A., Attia, H. (2009): Physicochemical characteristics and
renneting properties of camels milk: A comparison with goats', ewes' and cows' milks,
International Journal of Dairy Technology, 62(4): 505-513
Davidson R H, Duncan S E, Hackney C R, Eigel W N and Boling J W. (2000):
Probiotic culture survival and implications in fermented frozen yoghurt characteristics.
Journal of Dairy Science 83: 666–673
De Vrese M., Schrezenmeir J (2008): Probiotics, prebiotics, and synbiotics. In: Food
Biotechnology: Advances in Biochemical Engineering ⁄ Biotechnology. Vol 111, pp.
1–66. Stahl U,Donalies UE,Nevoigt E (Eds). Verlag Berlin Heidelberg: Springer
El-Agamy, E. I. (2000): Effect of heat treatment on camel milk proteins with respect to
antimicrobial factors: a comparison with cows’ and buffalo milk proteins. Food
Chemistry, 68: 227-232
Haddadin MS, Gammoh SI, Robinson RK (2008): Seasonal variations in the chemical
composition of camel milk in Jordan. J. Dairy Res. 75: 8-12
Hashim, I. B., Khalil, A.H., Habib, H. (2009): Quality and acceptability of a set-type
yogurt made from camel milk, 92 (3): 857–862
Kavas, N. (2015): Yoghurt production from camel milk (Camelus Dromedaries) milk
fortified with samphire molasses and different colloids, Mljekarstvo, 66(1): 34-37
Marshal R T and Arbuckle W S (1996): Ice Cream, 5th edn. New York: Chapman and
hall
Moneim, A.E.H., Sulieman, A., Adam, I., El-Awad, A., (2006): Chemical and
Microbiological Quality of Garris, Sudanese Fermented Camel’s Milk Product
International Journal of Food Science & Technology, 41 (3): 321–328
Muliro PS, Shalo PL, Kutima PM. (2013). Optimization of camel milk coagulum
formation and consumer preference. Afr. J. Food Sci. Technol. 8: 176-181
Najeeb S. Al-Zoreky, Mutlag M. Al-Otaibi (2015). Suitability of camel milk for making
yoghurt. Food Sci. Biotechnol. 24: 601-606
Serikbayeva, A., Konuspaveya, G., Faye, B., LoIsaeu, G., Narmuratova M., (2005):
Probiotic Properties of a Sour-Milk Product: Shubat from the Camel Milk,
Desertification Combat and Food Safety, B. Faye and P. Esenov (Eds.) IOS Press
99
Shimaa A., Ibrahem, I.,.El Zubeir, E.M. (2016): Processing, composition and sensory
characteristic of yoghurt madefrom camel milk and camel–sheep milk mixtures, Small
Ruminant Research 136: 109–112
Yagil R (1982): Camels and camel milk. FAO Animal Production and Health. Paper No.
26. Food and Agriculture Organization, Rome, Italy
100
DEVELERDE KARKAS VE ET KALİTE ÖZELLİKLERİ
ABDULLAH BÜLBÜL1, ATAKAN KOÇ
2,
TUFAN ALTIN3, BİROL BİRİNCİOĞLU
4
Öz
Ülkelerin veya bölgelerin fiziksel ve doğal koşulları yanında toplumların kültürel yapısı da
yetiştirilecek hayvan türünü belirlemede etkilidir. Dünya deve varlığı 2014 yılında 1961 yılına
göre 2.15 kat artmışken, Afrika kıtasında artış 2.73 kattır. Kanatlı etinden sonra deve eti üretimi
dünyada oransal olarak en fazla artış gösteren ettir. Ülkelere göre değişmekle birlikte dünya
genelinde develerde kasaplık güç oranı %11.3, yıllık kesilen deve sayısı 3.13 milyon baş, deve
eti üretimi 703,407 tondur. Develerde karkas ağırlığı kesim canlı ağırlığına bağlı olarak 125-400
kg, karkas randımanı ise %47.7-61.5 arasında değişmektedir. Kolesterol miktarı düşük olan deve
eti kalite özellikleri genç yaşta kesildiğinde sığır eti ile benzer özelliklerine sahiptir. Bu
derlemede deve eti üretimi, karkas ve et kalite özellikleri üzerinde durulmuştur.
Anahtar kelimeler: Et üretimi, kasaplık güç, karkas ağırlığı, et kalitesi
CARCASS AND MEAT QUALITY CHARACTERISTICS OF CAMEL
Abstract
Beside the physical and natural conditions of countries or regions, cultural structure of the
societies have also effects on reared animal species. As the world camel population increased
about 2.15-fold from 1961 to 2014, increase in Africa is 2.73-fold. Proportionately, camel meat
production is the most increased meat in the world, after the poultry meat production.
Slaughtering rate, as varies countries, in the camel population in the world is 11.3%, the number
of slaughtered camel is 3.13 m heads and camel meat production is 703,407 tons. Camel
carcass weight, depending on the slaughtering weight, varies between 125 and 400 kg, and
dressing percentage varies from 47.5% to 61.5%. The quality characteristics of camel meat,
with low cholesterol content, are similar to beef quality characteristics, especially if they were
slaughtered at a younger age. In this review, camel meat production, carcass and meat quality
characteristics of camel are discussed.
Key words: Meat production, slaughtering rate, carcass weight, meat quality
1 Zir. Müh., Adnan Menderes Üniv., Ziraat Fak., Zootekni Bölümü, 9100, AYDIN
2 Prof. Dr., Adnan Menderes Üniv., Ziraat Fak., Zootekni Bölümü, 9100, AYDIN
TURKEY,, [email protected] 3 Prof. Dr., Adnan Menderes Üniv., Ziraat Fak., Zootekni Bölümü, 9100, AYDIN
TURKEY, [email protected] 4 Prof. Dr., Adnan Menderes Üniv., Ziraat Fak., Zootekni Bölümü, 9100, AYDIN
TURKEY, [email protected]
101
GİRİŞ
Dünya nüfusu arttıkça ve dünya genelinde yetersiz beslenen insanlar
düşünüldüğünde hayvansal proteine olan talep her geçen gün artmaktadır. Dini inanç,
coğrafi ve iklim şartları ve ekonomik durum insanların tercihlerini etkilemede önemli
rol oynayan unsurlardır. Dünya toplam et üretimi 314.45 milyon tondur (FAO, 2017).
Bu üretimin %36.67’si domuz, %35.91’i kanatlı ve %20.57’si sığırlardan elde
edilmektedir (Şekil 1). Develerin dünya et üretimine katkısı ise 703 bin ton üretimle
yalnızca %0.22 dir (İnce ve Önal, 2017).
Çok yönlü bir hayvan olan deve, süt, et, yün, taşımacılık, turizm, yarış ve güreş
gibi çok farklı amaçlar için yetiştirilmektedir. Diğer evcil hayvanlarla
karşılaştırıldığında klasik bir et kaynağı olarak kabul edilmemesine karşın, iri vücut
yapısı ve yağsız et üretmesi önemli avantaj sağlamaktadır. Son yıllarda devenin
anatomisi, fizyoloji ve hastalıklar gibi konularda bilimsel yayınlar azda olsa artarken,
develerin karkas ve et kalite özelliklerinin çok az ilgi gördüğü bu alanda yapılan çalışma
sayısının yeterli olmadığı da bir gerçektir.
Deve eti üretimi dünya toplam et üretimi içerisinde düşük bir orana sahip
olmasına karşın 2014-1961 arasında kanatlılardan (tavuk, ördek ve hindi) sonra en
yüksek artış 5.7 kat ile deve eti üretiminde gerçekleşmiştir. Dünyada kesilen deve sayısı
ve deve eti üretim miktarına yönelik istatistiklerin yetersiz olması (Faye, 2014)
üretiminin bildirilenden daha yüksek olduğunu göstermektedir (İnce ve Önal, 2017;
Bülbül, 2017).
Şekil 1. Dünyada değişik türlere ait et üretim miktarları (bin ton)
102
Develerde “kasaplık güç” oranı 2014 yılı verilerine göre Asya kıtası için %16.2
olarak bildirilmişken, Afrika ve Avrupa için sırasıyla %10.4 ve %9.8, dünya genelinde
ise %11.3 dolayındadır (FAO, 2017). Ülkelere göre önemli değişiklik göstermekle
birlikte özellikle Mısır, Kuveyt ve Suudi Arabistan’da kasaplık güç oranının %70’lerin
üzerinde bulunması (Şekil 2) bu ülkelerin diğer ülkelerden önemli miktarda canlı deve
ithal ederek kesim yaptığının göstergesidir (Bülbül, 2017). Kesilen deve sayısının 3.13
milyon baş olduğu ve 703,407 ton deve eti üretildiği düşünüldüğünde, develerde ortalama
karkas ağırlığının 224.8 kg olduğu hesaplanabilir (Şekil 1). Dünya genelinde üretilen
deve etinin %80.39’u Afrika’da %19.59’u Asya’da, %0.02’si de Avrupa’da üretilmiştir.
Şekil 2. Devede kasaplık güç oranının ülkelere göre değişimi
Devenin toplam et üretimine düşük katkısına karşın, son yıllarda sığır, koyun
ve at etinden daha fazla büyüme oranına sahip olmuştur. Deve eti üretimi 1961 yılında
123,306 tonken 1990’lı yıllardan sonra özellikle Afrika kıtasındaki üretim artışından
dolayı deve eti üretiminin önemli yükseliş gösterdiği belirlenmiştir. Deve eti üretimi
1961-2014 arasında Afrika kıtasında 8.12 kat, Asya kıtasında 2.57 kat artmıştır.
Dünya genelinde deve eti üretimi süt üretiminin bir yan ürünü olarak
değerlendirilebilirken, diğer çiftlik hayvanlarına benzer olarak entansif deve besi
işletmeleri henüz yaygınlaşmamış, daha çok geleneksel üretim yapan ekstansif
işletmelerden sağlanmaktadır. Ancak, Faye (2014) Tunus’ta deve yavrularının 250 kg
canlı ağırlığa ulaşana kadar büyütülüp kesildiğini, gelecekte gelişim gösterecek
alanlardan birisinin de deve eti pazarının olacağını ifade etmiştir. Swatland (2014) ise 36
aylık yaştan küçük develerin etlerine talebin yüksek, karkastaki derecelendirmenin ise
subjektif unsurlardan objektif unsurlara kaydığını belirtmiştir.
103
Develerde Kesim ve Karkas Özellikleri
Deve etinin tüketimi az olmasından dolayı kesim yapan tesisler sınırlıdır ve
develerin kesimi de oldukça zordur. Çoğu deve insana alışık olmasına rağmen,
hayvanların yüklenmesi, nakli, kesim öncesi ve sonrası işlemler olmak üzere tüm
yöntemler için deneyim gerekir.
Develer nakil sonrasında sakin bir şekilde mezbahaya yönlendirilmeli ve
kesimden önce et kalitesini etkileyeceğinden stres azaltılıp dinlenmesi sağlanmalıdır.
Develere kesim için taşınmasından 12-24 saat önce verilen yemin kesilmesi, rumendeki
potansiyel patojenlerin ve dışkı bakterilerinin büyümesini engelleyecektir, ancak su
içmesine imkan tanınması kesimde kanamayı arttırarak parlak, renkli, yağsız karkas
elde edilmesini sağlar ve derinin yüzülmesini kolaylaştırır. Develerde kesim için en
yaygın yöntemin çömeltildikten sonra diz ekleminden ön bacakları birbirine bağlanarak
başın bir tarafa yatırılıp kesilmesidir.
Geleneksel olarak, kesim öncesinde tek hörgüçlü develere bayıltma işlemi
uygulanmaz. Ancak, büyükbaş hayvanları kesim öncesinde bayıltmada kullanılan
mekanik ve elektriksel bayıltma yöntemleri develerde de kullanılabilir. Bayıltmanın
amacı hayvanı etkisiz hale getirmek, boyundaki ana kan damarını keserek kan akışının
hızlı bir şekilde gerçekleşmesini sağlamaktır. Kesilen hayvanlar kesim ve kan kaybı
sonucunda acı hissine sahip olurlar, eğer bayıltılmazlar ise acı, korku, panik ve nefes
alma sırasında kanın akciğerlere kaçması gibi diğer etkiler görülebilir (Kadim et al.,
2014).
Diğer türlerde olduğu gibi deve karkas özellikleri de yaşa, cinsiyete, ırka, sağlık
ve besleme durumuna göre değişmektedir. Deve eti kısmen sığır etinin tadına ve besleyici
değerine benzer olmasının yanında yağ ve Vit-E oranı düşüktür (Swatland, 2014). Diğer
çiftlik hayvanı türlerine göre deve karkası üzerine yapılan çalışmaların oldukça sınırlı
olduğu belirtilmelidir. Tek hörgüçlü develerin karkas konformasyonu diğer türlerden bazı
açılardan farklılık gösterdiği belirtilmektedir (Kadim ve Mahgoub, 2014). Sırtındaki
hörgüç dışında, butta bulunan kaslarının sınırlı olması da deve karkasının diğer et
hayvanlarından olan önemli farklılıklarından birisidir. İyi konformasyona sahip
karkasların daha yüksek satılabilir ete sahip olacağı açıktır ve toplam satılabilir et (biftek,
göğüs, fileto, yağsız, kıyma), iyi konformasyona sahip karkaslarda daha yüksektir.
Kadim et al. (2008) Dromedary develerinde karkas ağırlığının 68.0 kg ile 393.7
kg arasında değiştiğini, İran develerinde karkas ağırlığının 300-400 kg gibi oldukça
yüksek olduğunu ifade etmişlerken, Kadim ve Mahgoub (2014) develerde karkas
ağırlığının 125-400 kg, 15-50 aylık yaşlar arasındaki erkek develerde 150-343 kg
arasında değiştiğini bildirmişlerdir. Diğer taraftan, kıtalara göre kesilen deve sayısı ve
üretilen deve eti rakamları üzerinden deve karkas ağırlığının Asya, Afrika ve Avrupa’da
sırasıyla 202.3kg, 231.1 kg ve 241.4 kg olduğu belirlenmiştir (FAO, 2017).
104
Cinsiyet, kondisyon ve ırka göre değişim gösteren karks randımanı
Dromedarlerde %47.4 ile %63.8 arasında, erkeklerde dişilerden daha yüksek, esas olarak
yağdan oluşan hörgücün karkas ağırlığına oranının ise %8.6 dolayında olduğu ifade
edilmiştir (Kadim et al., 2008),
Boyutu nedeniyle, sığır karkasına benzer olarak, deve karkasları da hızlı
soğutulması için ortadan ikiye ayrılır ve 2-4oC sıcaklıkta 12-24 saat bekletildikten sonra
depolanabilir ya da parçalama işlemine geçilir. Deve karkası sağ ve sol yarısı 12. Kaburga
ve 1. Bel omuru arasından veya 8. ve 9. Kaburgalar arasından tekrar ikiye ayrıldıktan
sonra parçalanır. Arka yarı ön yarıya göre daha büyük ve yumuşak (tender) kaslara sahip
olduğu için değeri daha yüksektir (Kadim et al., 2014).
Sığırla karşılaştırıldığında deri ve ayakların ağırlığının canlı ağırlığa oranının
daha yüksek, ancak baş ağırlığı oranının daha düşük olduğu belirtilmiş, develerde
karaciğerin sığırlardan daha ağır olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca sığır, koyun ve keçilerle
karşılaştırıldığında, develerin böbrek ağırlığının daha fazla, sindirim kanalı ve baş
ağırlığının daha az olduğu, develerde böbreklerin vücut ağırlığına oranla sığırın iki katı,
koyunun ise dört katı daha yüksek olması develerin kurak alanlara adaptasyonunun
göstergesi olarak değerlendirilmelidir. Develerin kesimi sonrasında elde edilen
yenilebilir yan ürünleri yürek, karaciğer, akciğer, işkembe, dalak, böbrek, dil ve beyin
düşük yağ oranı ve yüksek protein, B-vitamini, demir, çinko ve bakır bakımından
zengindir.
Diğer çiftlik hayvanı türlerinde olduğu gibi develerde standart bir karkas
parçalama yöntemi bulunmamaktadır. Genel olarak karkas ortadan ikiye ayrıldıktan
sonra, tekrar ikiye bölünerek parçalanmaktadır. Karkasın ön yarısı beş parçaya (boyun,
omuz ya da kürek eti, döş, kaburga ve karın), arka yarısı ise üç parçaya (bel ya da fileto,
böğür ya da pençata ve but) ayrılmaktadır. Deve karkaslarında ön yarı arka yarıya göre
daha ağırdır ve bu farklılık boyun ve hörgüçten kaynaklanmaktadır (Kadim et al., 2008).
Diğer çiftlik hayvanı türleri ile karşılaştırıldığında develerde butların daha az gelişmiş
olmasının da önemli payı bulunmaktadır.
Karkas Kompozisyonu
Develerde karkas kompozisyonu yaş, cinsiyet, ırk ve beslenme durumu önemli
derecede etkilemektedir. Diğer çiftlik hayvanı türlerine benzer olarak, yaşlı develer
gençlerden, dişi develer de erkeklerden daha fazla karkas yağına sahiptir. Beslenme
durumuna göre önemli değişim göstermekle birlikte, diğer et hayvanlarına göre deve
etinin yağsız olması esas olarak kas içi ve kaslar arası yağ oranının daha düşük
olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca, etin lezzeti, gevrekliği ve sululuğu ile ilişkili
olmasından dolayı kas içi yağın önemli olduğu vurgulanmalıdır.
Deve karkasındaki yağın en büyük kısmı hörgüçte (%30), sonra böbrek
yatağında (%11) bulunur. Karın kaslarını kaplayan ve böbrek yağını doğru uzanan karın
105
zeminindeki yağ tabakası çölde sıcak kum tarafından yayılan ısıya karşı izolasyon
sağlamaktadır (Bülbül, 2017).
Deve karkaslarında et oranının %56, kemik oranının %19, yağ oranının %4
olduğu belirtilmiştir (Kadim et al., 2014). Sığır karkası ile karşılaştırıldığında, deve
karkasında kemik oranı daha yüksek, et:kemik oranı sığırdan daha düşüktür. Yenilebilir
bir doku olmasa da kas ve yağ gibi karkastaki diğer yenilebilir dokuların oranlarını
etkilediğinden kemik oranı karkas kalitesinin değerlendirilmesinde önemli bir özelliktir
(Bülbül, 2017). Sudan develerinde et kemik oranının 3.0 dolayında, vücutta kasların
dağılımının anatomik bölgeye göre değiştiği, karkastaki en yüksek kas oranının
kaburga, omurga kemiği, but, ön bacak ve boyunda bulunduğu belirtilmiştir (Kadim et
al., 2008).
Deve Eti Kalite Özellikleri
Et kompozisyonu: Deve eti kompozisyonu ırka, yaşa, cinsiyete, kondisyona
ve karkas bölgesine göre değişiklik göstermektedir. Deve eti %65.70-78.85 oranında su
(Bekhit ve Farouk, 2014) ile kurak ve yarı kurak alanlarda yaşayan insanlar için iyi bir
besin kaynağı olarak %20-23 oranında protein içermektedir (Kadim et al., 2008). Deve
etinde bulunan yağ oranı yaşla birlikte artarak göz kasında %10’lar düzeyine çıkarken,
mineral madde oranı %1.1-1.5 arasında değişmektedir. Deve eti diğer kırmızı etler gibi
yüksek miktarda K, P, Na, Mg ve Ca içerir ve Ca oranının sığır etinden daha yüksek
olduğu belirtilmiştir (Kadim et al., 2008).
Deve eti yağ içeriği yaş ve besleme durumuna göre değişmekle birlikte, dana
ve kuzu etine göre daha düşük kolesterol içerdiği bildirilmiş (Kadim et al., 2008), ancak
yüksek oranda değişim gösteren kolesterol oranının besleme, yaş, cinsiyet ve analiz
yöntemine göre önemli değişim gösterdiği vurgulanmıştır. Deve etinin yağ ve kolesterol
içeriğinin düşük olması diğer etlerle karşılaştırıldığında daha sağlıklı bir gıda olduğu
şeklinde değerlendirilebilir.
Deve etindeki yağ asidi kompozisyonu üzerine yapılmış çok sayıda çalışma
olmadığı gibi diğer türlerin yağ asidi kompozisyonu ile karşılaştıran çalışma da
bulunmamaktadır. Etteki yağ asidi kompozisyonu hayvanın tükettiği rasyondan önemli
derecede etkilenmektedir. Deve etinde bulunan ana esterleşmiş, tekli esterleşmemiş ve
çoklu esterleşmemiş yağ asitleri sırasıyla C16:0, C18:1 ve C18:2 olduğu bildirilerek,
deve etindeki toplam esterleşmiş yağ asidi oranı bakımından bir fikir birliği varken
(%51.5-53), tekli (%29.9-41.4) ve çoklu (%5.6-18.6) esterleşmemiş yağ asitleri
bakımından araştırmalar arasında önemli farklılık bulunmaktadır (Bekhit ve Farouk,
2014).
Diğer taraftan %64.2-84.8 oranında yağ içeren hörgüç önemli miktarda (%63)
esterleşmiş yağ asidi içerdiği, Palmiktik asit (C16:0), Stearik asit (C18:1) ve Oleik asit
(C18:2)’in en fazla bulunan yağ asitleri olduğu ifade edilmiştir. Deve eti yağ asidi
kompozisyonunun hayvanın yaşından etkilendiği de belirtilerek en fazla esterleşmemiş
106
yağ asidi ve en az esterleşmiş yağ asidinin 1 yaşından küçük yaştaki hayvanların etinde
bulunduğu belirtilmiştir (Bekhit ve Farouk, 2014).
Kadim et al. (2008) deve etindeki linoleik asit metabolitlerinin linolenik asit
metabolitlerine oranının 10.9 gibi dana, kuzu ve oğlak etine (2.0, 2.4 ve 2.8) göre
oldukça yüksek olduğunu bildirmişlerdir.
Deve etinin bazı aminoasitler (histidin, tryptofan, valin, lösin ve isolösin)
bakımından düşük olduğu, lizin dışındaki diğer amino asitler bakımından kuzu etine
benzer özellik gösterdiği belirtilmiştir (Kadim et al., 2008). Deve etinde en fazla
bulunan amino asitlerin ise lizin, lösin ve arginin olduğu (Kadim et al., 2008; Bekhit ve
Farouk, 2014), lizin ve metiyoninin devekuşu etinden daha zengin, metiyonin kuzu eti
ile benzer olarak dana etinden düşük olduğu ifade edilmiş, esansiyel olmayan aa’lar
bakımından ise deve eti dana, kuzu, oğlak ve devekuşu etine benzer özellik gösterdiği
belirtilmiştir (Bekhit ve Farouk, 2014).
Et kalitesi: Etin kalite özellikleri, subjektif değerlendirme (görünüm, renk,
şekil, bütünlük) ve lezzete (tat, koku) bağlı olduğu gibi gevreklik, pH ve su tutma
kapasitesi gibi nesnel değerlendirmeler de söz konusudur. Deve eti sert, kaba, sulu,
ahududu kırmızısından kahverengi kırmızıya kadar değişen renkte ve yüksek glikojen
içeriğinden dolayı tatlımsı bir tada sahiptir. Deve kası lifleri çapının hayvanın sağlık
durumu, ırk, cinsiyet, yaş ve besleme durumuna göre değiştiği belirtilerek 10-100 µm
çapta olduğu belirtilerek, sığır, keçi, koyun, köpek ve atlara göre dana büyük ortalama
kas lifi alanına sahip olmalarının diğer türlere göre develerin cüssesinin daha büyük
olmasından dolayı olduğu belirtilmiştir (Kadim ve Mahgoub, 2014).
Etin kalite özellikleri kas yapısı, kas lifi tipi, yapı, bağ dokusu ve yaşa bağlı
olarak belirlenmektedir. Kas lifi tipinin deve eti kalitesi üzerine etkisi kas lifi
büyüklüğünden dolayı olabilir. Kas lifinin büyük olması etin daha sert olması anlamına
gelmektedir. İkinci lif tipi olarak bilinen kas lifi tipi hızlı kasılan liftir ve glikojen
metabolizmasıyla birinci tip kas lifi olan ve yavaş ve oksidatif kırmızı liflerden daha
büyüktür. Tip I lifleri yağca zengin ve kırmızı renktedir ve lezzet ve renk kalitesini
oluşturur ve aynı zamanda metabolik farklılıklarla da ilişkilidir. Deve eti kalite
özellikleri olan pH, gevreklik, su tutma kapasitesi ve renk kas lifi tipinden
etkilenmektedir. Kasta β-kırmızı kas lifilerine göre α-beyaz lif oranı arttıkça daha fazla
bağ doku, daha az kas içi yağ ve gevreklik azalmaktadır (Kadim ve Mahgoub, 2014).
Deve etinin dana etine göre oldukça düşük sarkoplazmik proteinlere sahip
olduğu, yaşın artmasıyla birlikte etin sertliğinin artmasının yanında lezzet ve kalitesinin
düştüğü, optimum kalite için deve kesim yaşının 1-3 yaş arası olması gerektiği
vurgulanmıştır (Kadim et al., 2008).
Kesim sonrasında kasların metabolizma hızı ve süresi kaslarındaki glikojenin
bulunmasına, depolama sıcaklığına ve metabolik reaksiyon hızına bağlı olduğu
107
belirtilerek, kesim sonrasında ilk 24-48 saat içerisinde katı ve sert olan kaslar karkasın
asılması ve bekletilmesiyle birlikte biraz yumuşamaktadır (Kadim ve Mahgoub, 2014).
Kesim sonrasında kasın ete dönüşme süreci kasın sıcaklığı ve pH’sı tarafından
etkilenen fizyolojik, biyofiziksel ve biyokimyasal değişiklikleri kapsar. Kasın ete
dönüşme sürecinde kas hücrelerindeki aneorbik metabolizma gereklidir ve bu süreçte
kaslarda gerçekleşen glikolizis kaslardaki glikojen miktarı ve sıcaklığa bağlıdır. Hayvan
kesildikten sonra kaslardaki glikojen glikoliz yoluyla parçalanarak laktik aside
dönüşmesi nedeniyle kasın pH’sı düşmekte ve kasın son pH’sı et kalitesinde önemli bir
kriter olarak değerlendirilmektedir. Deve eti pH’sı 5.7-6.0 arasında değişirken (Kadim
et al., 2008), kasın son pH’sının kesim öncesi koşullar, kesim sonrası uygulamalar, kas
fizyolojisi ve kas glikojen düzeyi gibi birçok faktörden etkilendiği, son pH'daki
değişimin %40-50'sinin glikojen yoğunluğu ile belirlendiği ve pH değerini 7.2’den 5.5’e
düşürmek için 1 kg'lık kasın 0.81 g/100 g glikojen içermesi gerektiği belirtilmiştir
(Bülbül, 2017).
Üzerinde durulan bir diğer et kalite kriteri ise gevrekliktir. Alkali-çözülmeyen
proteinler, kesme kuvveti (shear force) ve kas liflerinin çapı etin gevrekliği ile ters
orantılıdır. Develerin kesim yaşı daha geç olduğu için diğer çiftlik hayvanı etlerine göre
deve etinin sert, kesme kuvvetinin daha fazla, bağ doku miktarının daha yüksek olduğu
söylenebilir.
Develerde yağ çoğunlukla hörgüçte depolandığından deri altı yağ tabakası daha
azdır ve kesim sonrası karkasın soğuk hava deposunda hızlı soğutulmasına, soğutma
sırasında daha fazla kısalan sert etler elde edilmesine neden olmaktadır (Kadim ve
Mahgoub, 2014).
Etin rengi, tüketicilerin et kalitesine ilişkin düşüncelerini etkileyen en önemli
görsel özelliklerden birisidir. Et renk ölçümleri iki temel yöntem içerir: insanların görsel
değerlendirmesi ve analiz. Her iki metot da miyoglobin konsantrasyonunun ve kimyasal
formunun, kas yapısının morfolojisinin ve kasın ışığı absorbe etmesine ilişkin bir
değerlendirmeyi içerir. Et pigmentasyonunun derecesi doğrudan miyoglobin içeriğinin
kimyasal yapısı ile ilgilidir. Genel olarak belirli bir kas içindeki miyoglobin
konsantrasyonu türe veya yaşa göre değişir ve kas lifi tiplerinin oranlarına bağlıdır
(Bülbül, 2017). Yaşlı hayvanlardan elde edilen etlerin genç hayvanların etlerine göre
daha koyu (düşük L*) ve daha kırmızı (yüksek a*) olması, etin miyoglobin
yoğunluğunun yüksek olmasından kaynaklanabileceği belirtilerek kas liflerinin tipi, etin
son pH’sı ve soğutma hızının da etin rengi üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğu
bildirilmiştir (Kadim et al., 2008).
Etin su tutma kapasitesi, depolama ya da buzdolabında bekletme sırasında etteki
suyunun dışarı atılmayıp ette tutunabilme kapasitesidir ve etteki minerallerin,
vitaminlerin ve su hacminin kalıcılığını etkiler. Su tutma kapasitesi, besin değeri,
görünümü ve lezzet üzerindeki etkisi nedeniyle önemli bir et kalitesi özelliğidir. Su tutma
108
kapasitesi, et proteinlerinin elektrostatik etkileri nedeniyle kas pH'sından etkilenir. Deve
eti, alpaka gibi diğer devegillere kıyasla, muhtemelen daha düşük yağ içeriğinden dolayı
yüksek miktarda açığa çıkan su içermektedir. Su kaybının miktarı kasın nihai pH'sı, kas
kompozisyonu ve proteinlerin dengesinin bozulması, hücre dışı sıvının iyonik kuvveti ve
lipidlerin oksidasyonu ile oluşur; bu da proteinlerin çözünürlüğünü azaltır (Bülbül,
2017). Genç hayvan etlerinin sululuğunun yaşlı hayvan etlerinden daha yüksek olduğu,
etin su tutma kapasitesinin yaş ve etin yağ içeriği ile birlikte azaldığı, deve etinin 40 dak
kaynatılması durumunda ağırlığının yaklaşık yarısını kaybettiği belirtilmiştir (Kadim et
al., 2006).
Biyoaktif bileşikler: Ette besleme açısından önemli olan birkaç biyoaktif
bileşik belirlenmiştir. Bunlar metabolik aktiviteye, beslemeye ve kaslara göre değişen
carnosine (βalanyl-1histidine) ve türevi anserine (β alanyl1methyl1histidine)
memelilerin ve kanatlıların kas ve beyinlerinde yoğun olarak bulunan önemli
dipeptitdirler ve antioksidan olarak işlev yapıp beyinde sinir iletici olarak kabul
edilirler. Deve gluteal kası (bacak kası) taze ağırlık bazında 181.7 mg carnosine/100 g
ve 268.6 mg anserine/100 g sahiptir.
Bir diğer biyoaktif bileşik 1Carnitine (β hydroxyγtrimethyl amino butyric
acid) egzersiz sırasında enerji üretiminde mitokondrinin iç zarlarından uzun zincirli
yağ asitlerinin taşınmasında önemli fizyolojik rol oynamaktadır. Bu biyoaktif
bileşik tavuk, domuz, dana, at ve geyik etinde tespit edilmiştir. Deve etinde de taze
ağırlıkta sırasıyla 5.17, 2.60 ve 7.77 µmol/g serbest carnitine, acylcarnitine ve
toplam carnitine bulunduğu bildirilmiş ve keçi etinden sonra deve etinin 1Carnitine
bakımından en zengin et olabileceği ifade edilmiştir (Bekhit ve Farouk, 2014).
Ette bulunan diğer biyoaktif bileşikler olan Vit-E, koenzim 10, Vit-B kompleksi
ve glutatyon hakkında yeterli bilgi ise mevcut değildir.
SONUÇ
Dünya et üretiminde çok az bir paya sahip olmasına rağmen son yıllarda kanatlı
(tavuk, ördek ve hindi) eti üretiminden sonra oransal olarak en fazla artış deve eti
üretiminde görülmüştür. Yem bitkileri üretiminin az ya da sınırlı olduğu kurak-yarı kurak
alanlarda yaşayan insanların hayvansal protein açığını kapatmada deveden elde edilen süt
ve et gibi ürünlerin önemli rol oynadığı da bir gerçektir. Ancak, develerde gebelik
süresinin uzun, doğum oranının düşük, ilkine doğurma yaşının yüksek, büyüme hızının
da düşük olması develerden üretilecek et üretiminin sınırlı olmasına yol açmaktadır.
Deve karkaslarında yağ oranı düşük, kemik oranının yüksek ve develerin geç
kesime gönderilmesi nedeniyle diğer çiftlik hayvanı türlerine göre daha sert bir ete sahip
oldukları söylenebilir. Develerin özellikle genç yaşta kesilmesi durumunda, sığır eti ile
benzer kalite özelliklerine sahip olacağı söylenebilir. Deve etinin düşük kolestrol içeriği
ise gelecekte deve etine olacak talebin artmasına yol açacağı söylenebilir.
109
Bazı ülkelerde ya da bölgelerde iklim değişikliğine bağlı yağışların azalması ve
çölleşmenin artması deve yetiştiriciliğinin her geçen gün yaygınlaşmasına ve buna bağlı
olarak da deve eti üretiminin artmasına katkı yapacağı söylenebilir. Ancak, deve
yetiştiriciliğinin dünya genelinde çoğunlukla ekstansif koşullarda yapılması ve diğer
türlere göre daha az metan gazı üretmesi bakımından deve yetiştiriciliğinin ve develerden
elde edilen ve insanların beslenmesinde kullanılan deve sütü ve etinin aynı zamanda
çevre dostu bir üretim sonucunda gerçekleşmesine yol açacağı da vurgulanmalıdır.
110
KAYNAKLAR
Bülbül, A. 2017. Develerde karkas ve et kalite özellikleri. YL Semineri. Adnan Menderes
Üniv. Fen Bilimleri Enstitüsü, Zootekni ABD. Aydın.
FAO. 2017. Food and Agriculture Organization of the United Nations.
http://www.fao.org/faostat/en/#data (E.T: 22.11.2017).
İnce, K., M. E. Önal. 2017. Deve Yetiştiriciliği ve Devecilik Kültürü. Lisans Bitirme
Tezi. ADÜ ZF, Zootekni Böl., AYDIN/TÜRKİYE.
Faye, B. 2014. Camel Meat in the World. Camel Meat and Meat Products. Ed: I.T.
Kadim, O. Mahgoub, B. Faye, M.M. Farouk. CAB Interntional. 38 Chauncey Street
Suite 1002 Bostan, USA.
Bekhit, A. El-D., M. M. Farouk. 2014. Nutritive and Health Value of Camel Meat.
Camel Meat and Meat Products. Ed: I.T. Kadim, O. Mahgoub, B. Faye, M.M. Farouk.
CAB Interntional. 38 Chauncey Street Suite 1002 Bostan, MA 02111 USA.
Kadim, I.T., Mahgoub, O., Al-Marzooqi, W., Al-Zadgali, S., Annamali, K. and Mansour,
M.H. (2006) Effects of age on composition and quality of muscle Longissimus thoracis
of the Omani Arabian camel (Camelus dromedarius). Meat Science 73,619–625.
Kadim, I.T., Mahgoub, O., Purchas, R.W. 2008. A review of the growth, and of the
carcass and meat quality characteristics of the one-humped camel (Camelus
dromedarius). Meat Science 80,555–569.
Kadim, I.T., Mahgoub, O. 2014. Camel Body Growth. Camel Meat and Meat Products.
Ed: I.T. Kadim, O. Mahgoub, B. Faye, M.M. Farouk. CAB Interntional. 38 Chauncey
Street Suite 1002 Bostan, USA.
Kadim, IT, Farouk MM, Mahgoub O, Bekhit, AE. 2014. Slaughtering and Processing of
Camels. Camel Meat and Meat Products. Ed: I.T. Kadim, O. Mahgoub, B. Faye, M.M.
Farouk. CAB Interntional. 38 Chauncey Street Suite 1002 Bostan, MA 02111 USA.
Swatland, H.J. (2014). Prospects for Online Grading of Camel Meat Yield and Quality.
Camel Meat and Meat Products. Ed: I.T. Kadim, O. Mahgoub, B. Faye, M.M. Farouk.
CAB Interntional. 38 Chauncey Street Suite 1002 Bostan, MA 02111 USA.
111
A MOLECULAR GENETICS VIEW OF IRANIAN CAMEL POPULATIONS
GHOBAD ASGARI JAFARABADI1, ONUR YILMAZ
2, İBRAHIM CEMAL
3,
NEZİH ATA4, ORHAN KARACA
5
Abstract
Most of the camel population in Iran consists of Dromedary camels. Besides, it is possible to
mention having a small population of Bactrian camels. In the present study, it was aimed to
compile molecular genetic researches carried out in Iranian camel populations and to discuss the
contribution of this information to camel breeding. The scientific studies to increase knowledge
about Iranian camel populations have focused on molecular genetic approach such as
identification of the genetic diversity of the Dromedary and Bactrian camels with
microsatellites, detection of polymorphisms in terms of growth hormone, Lactophorin gene and
MSTN genes and mitochondrial genomic differences. The researchers found that Camelus
Bactrianus raised in different locations of the world does not have significant genetic distance
with domestic Camelus Bactrianus in Iran. The molecular phylogenetic results obtained from
the different studies revealed that there is a very low genetic similarity between Camelus
Bactrianus and Llama in the Camelidae family. While similarities observed in molecular
phylogenetic studies carried out in farm animals such as cattle, sheep and buffalo, it is
noteworthy that the Iranian camels are located in a completely different place apart from them.
Molecular genetic studies have shown that Bactrian camels, which has a small population raised
in Iran, has a high genetic diversity.
Keywords: Iran, Camel, Breeding, Breeds, Genetics, Diversity
İRAN DEVE POPULASYONLARININ MOLEKÜLER GENETİK GÖRÜNÜMÜ
Öz
İran'da deve populasyonunun büyük kısmını tek hörgüçlü (Dromedary) develer oluşturmasına
rağmen küçük bir populasyona sahip çift hörgüçlü (Bactrian) develerden de söz etmek
mümkündür. Sunulan çalışmada, İran deve populasyonlarında gerçekleştirilen moleküler
genetik araştırmaların derlenmesi ve bu bilgilerin deve yetiştiriciliğine sağlayacağı katkıların
tartışılması amaçlanmıştır. İran deve populasyonları hakkındaki bilgi birikiminin artırılmasına
yönelik olarak gerçekleştirilen bilimsel çalışmalar, tek hörgüçlü ve çift hörgüçlü develerin
mikrosatellitlerle genetik çeşitliliğini tanımlanması, büyüme hormonu, Lactophorin geni ve
1 Dept. of Animal Science, College of Agriculture, Varamin-Pishva Branch, Islamic Azad University,
Varamin, Iran 2 Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, Aydın, Turkey
3 Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, Aydın, Turkey
4 Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, Aydın, Turkey
5 Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü,Aydın, Turkey
112
MSTN genleri bakımından polimorfizmlerin tespiti ve yine mitokondrial genom farklılıkları
gibi moleküler genetik yaklaşımlar üzerinde yoğunlaşmıştır. Araştırmacılar, İran’da ve
dünyanın farklı bölgelerinde yetiştiriciliği yapılan Camelus Bactrianus develer arasında
moleküler genetik olarak ortaya konan genetik mesafenin istatistik olarak önemli olmadığını
vurgulamışlardır. Yapılan çalışmalardan elde edilen moleküler filogenetik bulgular Camelidae
ailesinde yer alan Camelus Bactrianus ve Lama arasında oldukça düşük bir genetik benzerlik
olduğunu bildirmiştir. Sığır, koyun ve manda gibi çiftlik hayvanlarında gerçekleştirilen
moleküler filogenetik çalışmalarda benzerlikler dikkati çekerken Iran develerinin tamamen
farklı bir yerde konumlandığı dikkati çekmektedir. Moleküler genetik çalışmalar İran’da
yetiştirilen ve küçük bir populasyona sahip olan Bactrian develerinin yüksek düzeyde genetik
çeşitliliğe sahip olduğunu göstermektedir.
Anahtar Sözcükler: Iran, deve, yetiştiricilik, ırklar, genetik, çeşitlilik
INTRODUCTION
It is very important to preserve genetic diversity among any native animal
population of a country. This genetic diversity helps the populations to resist against
environmental changes and extinction. Different breeds of any animal species and the
genetic diversity within them is a national resource and it is also the basic requirement
of further genetic selection and progress.
Nowadays molecular genetic studies are useful tools for investigating the
candidate genes and their genotypic frequencies, calculating the genetic distance and
resemblance between species and breeds, phylogenetic studies, assessing the genetic
diversity and finally genetic evaluation of economic production and reproduction traits
especially in the case we don't have the pedigree and phenotypic records.
Iranian native camel ecotypes and breeds are very important genetic resources
which have had a variable population size during the past years. This variable
population size affects the genetic diversity according to genetic drift and the rate of
inbreeding within the ecotypes. Iranian camels are divided into five distinct ecotypes
consisting of Kalkuhi, Torkamani, Baluchi, Jammaz and the two humped Bactrian
camel. (Ghasemi Meymandi et al, 2015)
Today, it has been reported that there are around 150,000 Camelus
Dromedarius (One humped camel) and 150 Camelus Bactrianus (Two humped camel)
in Iran. The small population size of Iranian Bactrian camel increases the probability of
extinction for this endangered breed.
Reviews
Since the majority of Iranian camel populations are raised under traditional
conditions and they are outspread in deserts and wild lands (Except the few animals
kept in research stations), it is not possible to record the phenotypes and pedigree
regularly. For the animals of such condition the only possible way of genetic studies is
molecular researches and evaluations. For this reason the blood or tissue samples which
113
are collected from live animal or immediately after slaughter, can be used for extracting
DNA and further molecular operations.
Two humped: Blood samples of 10 unrelated two humped camels were
collected. The DNA was extracted. Two mitochondrial genes NADH3 and NADH4L
with 971 base pair length were studied. By using the BLAST and BLASTn procedure of
NCBI, the sequences of these genes were compared with existing sequences in NCBI.
In order to study the phylogenetic relation of this breed with other registered breeds, a
tree diagram was drawn using Neighbor-Joining procedure. Results showed that the
haplotypic diversity was 0.57 in this population which shows a low diversity level. The
nucleotide frequencies of this mtDNA of Iranian Bactrian camel were compared to
domesticated and wild Bactrian camel mtDNA nucleotide frequencies. Results showed
that the Iranian Bactrian camel has a close genetic relation with domesticated Bactrian
camel and the lowest genetic relation with Lamas (Shahabi and Tahmoorespur, 2015).
In another study blood samples of 47 two humped camels were collected. A
segment of mitochondrial genome was sequenced. Different haplotypes of SNPs, their
frequencies and genetic diversity indices like heterozygocity (He) and haplotypic
effective number (Ne) were studied. The results of this research indicated that despite
the small size of two humped camel population in Iran, the considerable heterozygosity
(0.503) in this population is representing a good genetic diversity. As a conclusion,
there is a good potential of recovering and preserving this valuable endangered animal
(Hemati et al., 2017).
In one study blood samples of 15 two humped Iranian camels were collected in
Ardebil province. After extraction of DNA and PCR, the samples were sequenced. The
whole mitochondrial genome was mapped using Assembly software and the
phylogenetic relation with other breeds was calculated. Considering the phylogenetic
tree, it can be concluded that Iranian camel has a considerable resemblance with
Arabian camels, especially with the camels of United Arab Emirates. The Iranian two
humped camels are in the same group with the Bactrian camels of middle Asia
including Arabian camels. This could reflect the close relationship among these breeds.
It can be concluded that the camels of middle Asia and North Africa might have
common ancestors. One of hypothesis of this genetic similarity is the existence of Silk
Road in the past time through these regions (Tahmoorespur et al., 2016).
In a study, a partial sequence of MSTN gene (intron 1), in the camel population
of Iran, was evaluated. A network analysis among farm animal species shows three
different haplotype groups. Two types of these haplotypes were seen in Iranian camel
populations while one of them is specific to Iranian camel population. Phylogenetic tree
analysis among farm animals indicated that cows, sheep, buffaloes and goats are similar
while Iranian camels are completely apart from them. Among livestock species, horses
114
and pigs have closer relation with Iranian camel breeds according to studied genetic
sequences. (Hedayat-Evrigh et al., 2016)
In a study growth hormone gene influencing growth, milk production and
reproduction was considered. The blood samples were collected from 25 Bactrian
(Ardebil province) and 50 dromedary camels (Yazd province), Toroud Camel Research
Station and Semnan province, and DNA was extracted. The results of genetic distance
analysis showed that the genetic distance between Bactrian and dromedary camel was
the highest. Within dromedary camels, the camels of Yazd and Semnan provinces
showed the longest genetic distance and camels of the Toroud camel research station
were Intermediate of two populations. (Hedayat Ivarigh et al., 2016)
In a study researchers examined the structure of promoter region of
Lactophorin gene with about 790 nucleotide in Iranian Dromedary and Bactrian camels.
Lactophorin gene is responsible for synthesis of Lactophorin protein in camel milk. The
researchers observed 4 haplotypes in dromedary and 3 haplotypes in bactrian Iranian
camels. 12 and 10 motifs were found in dromedary and Bactrian camels. There finding
are useful in selecting high protein producing dairy camels (Saedi et al., 2016).
One study investigated genetic variation within indigenous Camelus
dromedarius in north of Kerman province using five microsatellite markers (VOLP03,
VOLP08, YWLL08, YWLL38 and CVR01). The Hardy-Weinberg equilibrium (HWE)
test showed that all loci deviated from HWE (P<0.05) and polymorphism information
content ranged from 0.7801 to 0.9165. The results of this study indicated that the
Camelus dromedarius in the North of Kerman province populations have a relativity
high genetic variation, which makes them compatible to drastic environmental changes
existing in Kerman province (Ghasemi et al., 2015).
In Iran only 150 Bactrian camels have been observed and this small population
lives in Ardebil province. In one molecular study with 7 microsatellite marker pairs, the
expected heterozygocity (0.489) in Iranian Bactrian camel population was close to
expected heterozygocity in Bactrian populations of other parts of the world. All studied
loci had significant deviation from Hardy-Weinberg equilibrium which indicates that
Iranian Bactrian camel population, despite its small size, have a considerable genetic
diversity which is a useful factor in prevention of extinction (Ghasemi Khademi et al.,
2013).
In a study growth hormone gene influencing growth, milk production and
reproduction was considered. Using sequencing and alignment method, seven mutations
were detected in GH gene. The results of genetic distance analysis showed that the
genetic distance between Bactrian and one-humped camel was the highest. Within
dromedary camels, the camels of Yazd and Semnan provinces showed biggest genetic
distance and camels of the Toroud camel research station were intermediate of two
populations (Hedayat Ivarigh et al., 2016).
115
CONCLUSION
The Iranian Dromedary camel population has a high genetic diversity which is
a good field for breeding programs and selection strategies.
The Iranian Bactrian camel despite its small population still has a good
diversity which could be protected from extinction.
Major genes affecting important production traits have been detected and the
animals with good producing genotypes could be selected as seed stock animals.
Regarding the genetic distance and phylogenetic findings, Iranian camel breeds
should be preserved and even with the crossbreeding programs, the purebred animals
must be recovered.
Suggestions
Some recording systems must be organized for production and reproduction
traits to find association between favorable genotypes and performance.
With artificial insemination technology the generation interval can be reduced
with increased genetic progress (Regarding Shotor diluent for AI)
116
REFERENCES
Ghasemi Khademi, T., S. S. Javadi and A. Ghanbari. 2013. Biodiversity of Iranian two
humped camel (Camelus Bactrianus), a valuable endangered species. 1st national
conference on environmental protection and planning. March 3rd
2013.
Ghasemi Meydani, M., M.R. Mohammadabadi and A. K. Esmailizadeh.2015. Genetic
variation of camels in the north of Kerman province using microsatellite markers.
Animal Production Research. Vol. 4, No. 1, 2015(35-45).
Hedayat Ivarigh, N., S. R Miraei-Ashtiani, M. Moradi Shahrbabak and S. M.
Maghsoodi. 2016. Characterization and diversity of growth hormone gene sequences in
Iranian Dromedary and Bactrian Camels. Iranian Journal of Animal Science, Vol. 46,
No. 4, Winter 2016.
Hedayat-Evrigh, N., V., Vahedi R. Seyed Sharifi and R. Boustan. 2016. Sequencing and
identification of single nucleotide polymorphisms of Partial myostatin gene in
dromedary and Bactrian camels. 2016. Journal of Agricultural Biotechnology. Vol. 8,
No. 3, Autumn 2016.
Hemati, B., M.H. Banabazi, S. Shahkarami, E. Mohandesan and P. Burger. 2017.
Genetic diversity within Bactrian camel population of Ardebil province. Research on
animal production, Vol. 8, No. 16, Summer 2017.
Saedi, N., M. Tahmoorespur, M.R. Nassiri and M.H. Sekhavati. 2016. Genetic structure
analysis of partial promoter region of Lactophorin gene in Iranian Dromedary and
Bactrian camels. Animal Science Journal (Pajouhesh & Sazandegi) No. 113, pp:77-86.
Shahabi, A. and M. Tahmoorespur. 2015. Bioinformatics and Phylogenetic Analysis of
NADH3 and NADH4L mitochondrial genes in Iranian Camelus Bactrianus. Journal of
Agricultural Biotechnology. Vol. 7, No. 3, Autumn 2015.
Tahmoorespur, M., A. Javadmanesh, M. Azghandi, A.A. Khobayri, T. Abbasi Dalouei,
S. Yousefi, A. Shahabi and A. Torabi. 2016. Sequencing of mitogenome in Iranian
Bactrian camel. The 7th
Congress in Animal Science of Iran, September 7th
2016, Karaj,
Iran.
117
SAĞLIK BİLİMLERİ BİLDİRİLER
118
DEVE YETİŞTİRİCİLİĞİ ve BAKIMI ÜZERİNE BİR KAÇ SÖZ: DOĞRULAR ve
YANLIŞLAR
Ali BELGE, Zeynep ERKAN, Eser ÇAKMAKCI, Adile Elif KUL1
Öz
Arkeolojik kanıtlara göre Türklerde deve yetiştiriciliğinin 4.000 yıldan fazla bir geçmişe sahip olduğu ve
Anadolu’ya 2600 yıl önce geldiği tahmin edilmektedir. Taşıma, yarış ve binek hayvanı olarak büyük önem
taşıyan deve, 20. yüzyılda başlayan endüstrileşme ve modernleşme süreci içinde önemini kaybederek,
günümüzde sadece bir spor ve turizm aracı olarak yer almaktadır. Deve, kullanım itibarıyla önemini yitirse de
kendisi ile özdeşleştirilen kültürel ve toplumsal değerlerin ifade edilmesi ve toplulukların bu değerler etrafında
bir araya gelmeleri açısından sembolik önemini korumaktadır.
Bu derlemede, deve bakımı, barındırma, besleme ve sağlık konularına ilişkin saha ve klinik gözlemlerin bilimsel
veriler ışığında aktarılması amaçlanmıştır.
Anahtar kelimeler: Deve, bakım, barındırma, besleme, sağlık
A COUPLE OF STATEMENTS ON CAMEL MAINTENANCE AND BREEDING:
THE RIGHTS AND WRONGS
Abstract
According to archeological findings, camel breeding had at least 4.000 years in Turks and come before 2600
years is estimated. Camel has got a great importance as transport, race and ridding animal, had lost importance
due to industrialization and rationalization at the beginning 20th century, and is filled as sport and tourism means
nowadays. Although camel lost importance as intended purpose, is protected the symbolic interaction both
expression of cultural and social values and come together of communities around of these values.
In this review, it was aimed to discuss camel maintenance, husbandry, feeding and healthy under scientific data.
Key words: Camel, maintenance, housing, feeding, health
Giriş
Anadolu’ya devenin MÖ 16. yy da Pers Kralı II. Kiros döneminde yaklaşık 2600 yıl
önce geldiği tahmin edilmektedir. Savaşlarda ve ordunun ağır çekim araçları olarak
kullanıldığı bildirilmektedir (17,19). TÜLÜ (TÜYLÜ) DEVE; çift hörgüçlü erkek BUHUR
deve (Camelus bactrianus) ile tek hörgüçlü dişi YOZ devenin (Camelus dromedarius) F1
melezi yavrusuna denir. Anadolu Tülü develerinin erkeğine BESEREK dişisine MAYA adı
verilir Tüyleri uzundur ve tek hörgüçlü develerden daha uzun, ortalama 25 yıl, yaşarlar
(15,18,19).
Cinsel olgunluk, gebelik, doğum, yavru
Erkek develer 3-4 yaşlarında olgunlaşır, dişi deve 3 yaşında itibaren doğum yapmaya
başlar, 6 yaşında üreme aktifliği tamamlanır. Kızgınlık eylülde başlar, nisan ayına kadar
1 Adnan Menderes Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı Işıklı, AYDIN –TÜRKİYE
119
devam eder, kızgınlık devam ettiği süreçte deve ahlakını değiştirir. Erkek develer yanına
bakıcısından başkasını yaklaştırmaz. Kızgınlık sırasında, develerin yumuşak damak uzunluğu
artar. Sonra dudağını bir tarafa çekerek ses çıkarır ve buna 'Dulaa' denir. Dişi develerin
kızgınlıkları doğurduktan az zaman sonra başlar. Dişi develerde kızgınlık belirtileri
tembellikle kendini gösterir, iş yapmak istemez, yük yüklenirse yürümez. Kuvvetli deve
aygırı 50 aşım yapabilir. Normal olarak 20, 30 aşım kabul edilir. Dişi deve 12 saat aralıklarla
iki kez servis edilir, aşım sonrası dişi deve erkek deveye 15 gün gösterilmez, 15 gün sonra
gösterildiğinde dişi deve döl tutmuş ise erkek deveden kaçar ve ıhmaz. Gebelik 12 aydan
biraz fazla sürer (14).
Ultrasonografi ile erken gebelik tanısının doğruluğu çok yüksektir. Bununla birlikte
gebelik tanısı, gebeliğin ilk 2 ayında embriyonik kaybın yüksek olması nedeniyle sonraki
aşamalarda doğrulanmalıdır (2)
Kış doğumlarında anne ve yavru mutlaka örtülmelidir. Dişi deve yavrusunu yalamaz.
Sadece koklar, ancak yavruya çok düşkündür. KÖŞEK/POTUK doğumdan yarım saat sonra
ayağa kalkar, doğumdan bir saat sonra plasenta (eş) düşer. Kolostrum mutlaka yavruya
içirilmelidir. Kolostrum sulandırılmamalıdır. Fazla verilmemelidir. Anne sütü olmadığında
köşeğe emzirecek başka deve bulunur veya taze yumurta içirilir. Köşek birinci ayın sonuna
doğru otlamaya başlar. Köşek altı ay süt emer, sütten kesilir, azar azar hamur yedirilmeye
başlar. 2.5 yaşında havut vurulmaya başlanır (10,14).
Develerde ardışık doğumlar arasındaki süre yaklaşık 2 yıldır. Bununla birlikte,
ortalama 18 ay kabul edilmekle birlikte alt ve üst sınırlar 13-30 ay arasında değişmektedir
(2,8).
Vücut yapısı
Tek hörgüçlü develerin önemli yapı karakteristikleri şunlardır; ön kısımlar, zayıf
görünen kalçadan daha yüksektir. Dirsekler vücuttan uzaktır. Kavisli kalçayı 15-20 derece
horizontal eğimli kısa bel izler. Hörgüç de kısadır, yatay düzlemden 45 ila 50 derecelik aşırı
eğimlidir. Ön bacaklar arka bacaklardan daha fazla yük taşır. Bacaklar düz olmalı aralarında
fazla açıklık olmamalıdır. Bacaklar fazla uzun olmamalıdır. Dizler bükük olmamalıdır.
Ayaklar dışa ve içe dönük olmamalıdır. Ayak fazla büyük olmamalıdır. Engebeli yerlere
uygunluk gösteremez. Arka bacakların baldır kemiklerden aşağı kısım kapalı, sağrı düşük
olmalı, taban nasırı düzgün ve bilekle uygun olmalıdır. Deve ayakta durduğu zaman dört
ayağının üzerine de ağırlık verir, zaman zaman hafif gerilmek sureti ile küçük yer
değiştirmeler yapar. Deve kendi haline bırakıldığında oturur (ıhmak), bunun için düz ve
yumuşak yerleri arar. Deve ıhtığı zaman ağırlık göğüs nasırı üzerine yüklenir, göğüs nasırının
bakımı ve muayenesi önemlidir (8).
120
Devenin tabanı yumuşak olduğu için, deveye at, eşek, katır, sığır, manda gibi
hayvanlarda olduğu gibi nal çakılamaz. Deveciler zifti yumuşayıncaya kadar ısıtarak, içine
yeterli miktarda kum katarlar. Daha sonra devenin ayağını bu zift-kum karışımına batırırlar.
Bu karışım devenin ayağına bir çorap gibi yapışır. Bir nal görevi gören bu zift-kum nalı
deveyi sert zeminlerde 10-15 gün idare eder ve ayağını korur (6).
Deve oturan bir hayvandır, oturduğunda yere karşılık gelen yerlerde nasırlar
(yastıkçık, ped) bulunur. Bunlar fibrokartilago’dan köken alan vasküler bir membran
tarafından salgılanır ve keratinize karakter taşırlar. Her iki diz ve dirsekte birer tane, diz ve
dirsek eklemlerinin iç kısımlarında da birer tane ve sternumun üzerinde pedestal adı verilen
büyük bir nasır (yastıkçık) bulunur. Göğüs altı nasırı (pedestal, sternal ped) büyük
olmamalıdır. Pedler yeni doğanlarda tam olarak gelişmiş değildir ve kıllarla kaplıdırlar, yaşam
döngüsünün ilk birkaç ayında aşınmaya bağlı olarak keratinleşme şekillenir. Bu
keratinleşme önce 5-8 hafta arasında dizler üzerinde daha sonra dirsekler üzerinde ortaya
çıkar. Sternal yastıkçık 8 haftada bir miktar keratinleşme gösterse de genellikle 12. haftada
keratinize olur. Diz yastıkçıkları 9 ila 12 hafta da gelişmeye başlar. Dizin iç kısmında yer alan
pedler hariç diğer tüm yastıkçıklar 10-12 aylık dönemde iyi bir gelişim sağlamış olur. Bu
yastıkçıkların gelişimi 3-4 yıl sürer ve bazı develerde genellikle daha küçüktür hatta yoktur.
Diz pedleri ilk keratinize olan yapılar olmalarına rağmen genellikle en küçük pedlerdir.
Avusturalya’daki gibi taşlı çöllerde yaşayan develer, kumlu çöllerde yaşayan develerden daha
büyük ve kalın yastıklara sahiptirler. Bu durum ayak yastıkçıkları içinde geçerlidir (11).
Bu yastıkçıklar devenin aşındırıcı bir yüzeyde bile uzun süre sternal pozisyonda
dinlenmesini sağlar. Sternal yastıkçık hariç diğer yastıkçıklar deriden köken alır ve aynı
zamanda bazı develerde diz ekleminin iç kısmında yer alan yastıkçıklar (hock pads)
işlevsizdir. Sternal ped, fibröz doku ile desteklenir ve ayakta duran hayvanda göğüsün
ventral çizgisinin 7 ila 8 cm altında çıkıntı oluşturur. Büyük göğüs altı nasırına sahip
develer ön bacaklarını kolay hareket ettiremezler ve koltuğa yakın olan bu nasır yaralara yol
açar (8).
Abdomenin tam dolu olmadığı durumda, zemine temas eden tek parça karpus ve
tarsusun distalindeki pedler ve ekstremitelerdir. Erkek develerde prepisyumun anterior
kısmı da yere temas edebilir (10,11,13).
Tüm develerin ortasından bölünmüş ince bir üst dudağı vardır ve bu durum yemi
kavrayabilmesini, seçmesini ve yemesini sağlar. Üst “dental pad” serttir. Küçük dil çok
aktiftir ve yem seçiminde yardımcı olur. Tüm tükürük bezleri çok iyi gelişmiştir ve bu durum
yem ağız içine alındığı andan itibaren hemen sindirimin başlamasını sağlar. Yemek borusu
çok büyüktür. Devenin büyüklüğü ve uzun bacakları, suyun kullanımı ve tasarrufu, yeminde
ve suda yüksek düzeyde tuz bırakma kabiliyeti ve sindirim sistemi ve sindirim süreçlerindeki
özellikleri, kurak ortamlara adaptasyon develerde genellikle bulunan bir özelliktir (8,14).
121
Develerin en hassas yeri burunlarıdır, küçük yaşlarda burunları delinerek halka
geçirilir. Zaptı raptı kolay olur (14).
Devenin üç midesi vardır. Rumen’de (işkembe) su kesecikleri bulunur. Gerçek geviş
getirenlerin midelerinin görünümünden ayıran en çarpıcı özellik glandüler keseciklerdir. Su
keselerinde su bulunmayan deve geviş getirme işlemini yapamaz. Bu nedenle devenin susuz
bırakılmaması gerekir. Karaciğer oldukça büyük olup safra kesesi yoktur (4,5,8).
Hörgüç subkutan yağı depolamak için önemli bir yerdir. İç kemik desteği yoktur ve
hörgüç fibröz doku ile desteklenmiş nispeten elastik deriyle kaplıdır. Fibröz doku
çoğunlukla anterior kısımda ve hörgücün vertebra üzerine dayandığı kısımda yer alır.
Burada hörgücün fibröz dokusu, lig. supraspinosus ile birleşir. Böylelikle hörgüç vertebraya
aponeuros yaparak bağlanır. Hörgücün büyüklüğü genellikle devenin durumunun iyi
olduğunun bir göstergesidir. Yağlı develerde, hörgüç uzundur, aşağıya ve yan taraflara doğru
genişler. Yağsız zayıf bir hayvanda hörgüç boyutunda büyük ölçüde azalma görülür ve bunun
aksine hörgücün bir tarafa doğru düşme eğilimi azalır. Hörgüçteki subkutan yağın
lokalizasyonu dolaylı olarak deveyi serinletmeye yardımcı olur. Çok yağlı hayvanlar
haricinde, fark edilebilir miktarda dağınık yerleşen subkutan yağ develerde nadiren
görülmektedir. Hörgüçteki yağ metabolizması çok uzun süreler susuz kalma durumlarında
birçok gün boyunca devenin hayatta kalması için önemli bir kaynak sağlar. Deneysel olarak
tam beslenen develerde, develerin susuzluğa 10 günün üzerinde dayanabildikleri
kanıtlanmıştır. Vücut ağırlıklarının yaklaşık %25’ini kaybetmelerine karşın hörgüçlerinin
yüksekliği, uzunluğu veya çevresi değişmemiştir. Hörgüçte yer alan yağ birincil derecede
açlık, ikincil derece hastalık gibi ihtiyaç duyulan zamanlarda enerji rezervi olarak kullanılır
(3,6).
Deve yağı genellikle beyaz ve yumuşaktır. Hörgüç ağırlığının %96’sı elimine
edildikten sonra ortaya çok temiz bir yağ çıkar, bu yağın geleneksel Çin yemekleri için
oldukça önemli olduğu söylenir. Hörgüç yağı yaklaşık %61.7 doymuş (palmitik% 37.9 ve
stearik% 14.5) yağ asitleri ve % 38.3 doymamış (oleik% 30.9 ve linoleik% 3) yağ asitlerinden
oluşur. Kolesterol içeriği yaklaşık 87 mg/100 g'dır. Hörgüçte sabit olmayan büyük bir şişlik
görülür ve hörgüç bir tarafa doğru yönelirse Aponeuros rupturundan şüphelenilmelidir. Bu,
büyük kubbeli hörgüce sahip yağlı develerin sert muamele görmelerinden kaynaklanıyor
olabilir. Daha sonraları yiyecek sıkıntısı çektiğinde hörgüç yağını kullandığında, hörgüç bir
tarafa doğru düşmüş, su dolu bir balonun yarısı dökülmüş gibi görülür. Hörgüç subkutan
enjeksiyon için iyi bir seçim yeridir (8). Dış görünüm olarak iyi bir güreş devesinin hörgücü
'"badem hörgüç" şekilli olmalıdır (9).
Havut tek ve çift hataplı olur hatap gürgen veya karaağaç gibi sert ve dayanaklı
ağaçlardan yapılır. Tek hataplı havutlar taylaklara vurulur. Semer otu veya havut otu Typha
(hasırotu, berdi, kofa) otudur. Havutun içini doldurmak için kullanılır süngerimsi yapıdadır.
122
Keçe tercihen kuzu yününden olmalıdır. Ezine, Balıkesir ve Aydın tipi olmak üzere üç farklı
tipi bulunur. Taylaklar için havut ağırlıkları 25-35 kg arasında olur. Develerde 40-50 bazen 70
kg’a kadar çıkabilir. Semerin vurmaması için belleme ve çul koruyucu maddelerdir. Deve
bellemesi hörgücün ön ve arka kısımlarını korur, hörgücün serbest kalmasını sağlar. Devenin
iki çulu vardır, bunlardan birisi sırt ve arkasını yani vücudu örter, diğeri karın altını
kaplayacak şekilde kışın kızgınlık gösteren devenin karın altı yağları erir, çabuk soğuk alma
ve üşüme meydana gelebilir bunu önlemek için çekilir (1).
Devenin sevk ve idaresi
Deve saatte 4 – 4.5 km yürür. Genellikle günlük beslenmenin ardından 50 km ve
daha fazla yol kat edebilirler ancak bu mesafe genellikle 30 km’yi geçmez. Beraber yürüyen
insan nispeten sık adım atar, Deve yürüyüşüne at ayak uyduramaz ya geçer gider, ya da geri
kalır. En uygun olanı merkeptir, merkep küçük fakat sık adımlarla yürür. Deve yürüyüşlerinde
uzun mola verilmez, saat başı 10 dakikalık molalar yeterli olur. Deve yatakları düz, yumuşak
ve hafif meyilli olmalıdır. Temiz olmalıdır. Yatağa alınan devenin teri havut üstünde iken
kurumalıdır. Devenin başı lodos rüzgârına gelmemelidir. Çok sıcak zamanlarda develerin apış
aralarına, ayaklarına su serpilerek serinletilir, bu işlem deve yatağında 2-3 saat oturduktan
sonra yapılmalıdır. Çok sıcak mevsimlerde güneş çarpmasına engel olmak için devenin iki
kulağı arasına ve alnına keçe bağlanır (14).
Deve ahırları
Devlerin ahırları (dam), geniş, yüksek ve havadar olmalıdır. Pencereler yüksekte
olmalı ve karanlık olmamalıdır. Güneş binanın içine nüfuz etmelidir. Develerin altlarına
yataklık yapılmalıdır. Bu yataklıklar eğrelti otu, ağaç yaprakları, kaba fakat dikensiz otlardan
olmalıdır. Deve dikenli otları yemekle birlikte dikenli otlar üzerinde oturamaz, zeminlerde
çıkıntılı taşlar olmamalıdır. İdrar ve gaita temizlenmelidir. İdrarın yerde uzun süre kalmaması
gerekir (6).
Devenin dinlendirilmesi
Mart 15- Haziran 15 arasında devenin dinlendirilmesi uygundur. Bu dönem cinsi
kızgınlığın sonu ve tüy dökme zamanının başlaması ve sona ermesidir. Katranlanma
zamanıdır. Bu sürenin ortalarına doğru deve yeşil yemeye başlar, taban değiştirme dönemidir.
Katranlanma yaklaşık 45 gün sürer. Bitkisel katran sürülür, birincisi 1 kısım zeytinyağı, 3
kısım katran; ikincisi 1 kısım zeytinyağı, 2 kısım katran; üçüncüsü 2 kısım zeytinyağı, 1 kısım
katrandan oluşur. Üçüncü katran başa sürülmez, kuyruğa hiçbir zaman katran sürülmez,
kuyruğu sertleştirir, sinek kovamaz, zeytinyağı sürülür. Katranlamanın bir diğer avantajı
develerde deri altı fasyası yoktur, bu nedenle deve derisi hareket edemez, üzerine konan sinek
vb haşereyi deriyi titretmek sureti ile kovamaz. Sinek vb haşerelerden korunmak için İki litre
123
zeytinyağına 0,3 litre kadar çam veya ardıç reçinesi katılır. Bu kaynatılır, iyice birbirine
karıştıktan sonra soğutulur. Daha sonra bu karşımı devenin bütün vücuduna sürülür. Kenelerin
katranlı deriye gelemedikleri kabul edilir. Deve mutlaka tımar edilmelidir. Develer katran
kokusuna alışıktır, fakat köşekler katranlanmış analarını emmek istemezler, süt veren deve
katranlanmamalıdır (6).
Besleme
Deve, sabah erken saatlerde, akşam geç saatlerde, gökyüzü bulutlanırsa veya gün
batımından hemen önce ve hemen sonra beslenmeyi tercih eder. Çok sıcak zamanlarda
develer öğle vakitleri yemekten kaçınırlar (6).
Deve hamur topları yaklaşık 250 gramdır. 200 gram arpa ununa 100-120 gram kadar
su ilavesi ile hazırlanır. Her öğün taze hazırlanması önerilir. Deveye arpa unundan başka
zorunlu kalınması halinde nohut kırması, akdarı kırması, buğday unu, mısır unu, bakla fasulye
kırması verilebilir. Kışın burçak verilmesi önerilir. Burçak kalori açısından arpadan düşük
olmakla birlikte, albümin açısından daha yüksektir. Arpa ve burçak kırılmadan verilmemelidir.
Kuru ot olarak yonca ve korunga önerilir. Kabuklu yulaf kırılıp ezilemez su içinde
bekletilerek verilebilir. Yulaf arpa miktarında verilir. Buğday, çavdar, mısır, darı, pirinç,
bezelye, nohut ve bakla unları 3 – 4 kilogramı geçmeyecek miktarda hamur şeklinde
verilebilir. Zorunlu hallerde haşhaş, pamuk tohumları, keten tohumu, ayçiçeği tohumu 1
kilogramı geçmemek üzere verilir. Kuru üzüm, incir 4 kilograma kadar samanla karışık
verilebilir. Develere verilecek kuru ot ve saman miktarı 3 kg’dan az olmamalıdır.
Yetiştiriciler tarafından çavdarın deveyi kızgınlıktan çıkardığına ve güreşememesine neden
olduğuna inanılır (6,14).
Hamurdan sonra deveye hiçbir zaman su verilmez. Su daima hamurdan 15-20 dakika
önce verilir. Deve terli ve yorgun iken de su verilmez. Çalışan deveye en az 2 saat dinlenme
sonrası su ve hamuru verilir. Bu süre içerisinde deve önüne bir parça ot ve saman atılarak
oyalanır. Deve susuzluğa 17 güne kadar dayanabilir. Bir defada 136 litreye kadar suyu 13
dakikada içebilir. Çok az miktarda kuru dışkı ve çok az idrar yapmak sureti ile suyu muhafaza
eder. Terleme öncesi vücut ısısı 6-8 0C yükselebilir (14).
Develer kuru yonca türü otların yarattığı gaz şişkinliğine karşı hassastırlar. Hatta ot
yonca karışımı da gaz yapar. Normal ot samanı en iyi saman türüdür. Develere yonca türü
saman önerilmez. Çok fazla tahılda birçok probleme sebep olabilmektedir. Fazla besi az
besiden daha tehlikelidir. Develer zengin yoğunlaştırılmış yiyecekler için yaratılmamışlardır.
Onlara kaba yiyecekler uygundur. Yüksek karbonhidratlı, yüksek proteinli yiyecekler,
deveniz için lezzetli görünse de, bunlar develerinize uygun değillerdir. Deve çöllerin hayvanı
olduğu için dişleri kesici ve sivridir. Deve tabiatta otlamaya bırakılacaksa bir günlük gıdası
için 6 saatlik bir zamana ihtiyacı vardır. Gıdası diğer hayvanların sevmediği dikenli, tuzlu, acı,
124
ekşi ve kaba otlardan oluşur. Mide hacmi 80 litredir. Sabah kuşluk vaktine kadar, akşam ve
gecenin serinliğinde sakin bir sahada tek başına otlamayı sever. Sıcakta deve otlamaz. Deve
yonca gibi otları sevmez. Otlatılmayan bir devenin günlük taze ot ihtiyacı 30-50 kilodur. Deve
sevmediği otu yemez. Aç kaldığında yemek zorunda kalır, fakat bu hastalanmasına sebep olur.
Deve otlamaya bırakıldığında sert ve dikenli otları tercih eder. Ağaçların ince filizli dal
uçlarını koparır. Başta deve dikeni olmak üzere dikenli katırtırnağı, eşek dikeni, süpürge
katırtırnağı en çok tükettikleri otlardır. Müshil katırtırnağı, sütleğen türleri, baldıran ve
kenevir develer için zehirlidir (14).
Develer, kuru madde, lif ve ham proteini diğer ruminant ve evcil ruminantlara göre
daha efektif kullanırlar. Burada mide içeriğinin hızla ve sıklıkla döndürülme şekli etkili
olabilir. Gerçek geviş getirenlerin midelerinin görünümünden ayıran en çarpıcı özellik
glandüler keseciklerdir. Bu keseler bir zamanlar develerin su deposu olarak kabul edilirdi.
Artık, keselerin, yem fermantasyonunun gerçekleştiği enzimler için salgı alanları olduğu
düşünülmektedir (12).
Develerin bağırsakları, geviş getiren hayvanlara benzer. Kolon çapı büyüktür ve su
emiliminde önemli bir yere sahiptir. Karaciğer belirgin bir şekilde lobülerdir. Devenin safra
kesesi yoktur ve bu nedenle sindirime yardımcı olmak için safra üretmez. Diyet proteininin %
13.6'dan % 6.1'e indirildiği develerde, üre geri dönüşüm etkinliği % 47'den % 86'ya
yükselmektedir. Develer, protein açısından düşük diyetlerin etkilerini, yüksek kalitede
materyal seçme yetenekleri ile kısmen aşar. Bunu ancak geniş bir otlakta develere yem seçimi
yapmalarına yetecek kadar süre verildiği takdirde yapabilirler. Yem partiküllerinin C1 ve C2
fermantasyon bölümünde kalma süresi önemlidir, çünkü büyük oranda sindirilen lif
miktarından sorumludur. Lifli diyetlerinin verimli sindirimi için C1 ve C2 fermantasyon
bölümünde daha uzun tutulma süreleri gereklidir. Devenin rumeninde küçük parçacıklar 41
saat boyunca tutulurken, daha büyük parçacıklar ortalama 57 saat tutulur. Bu süre diğer
devegillerden daha uzundur. Örneğin, küçük parçacıklar lamada 29 saat tutulur (3,16).
Gerçek ruminantların aksine develer beslenme zamanlarının % 5’inden azını yer
seviyesine yakın, % 70'ini yerden 1 metreden yükseklerde geçirirler. Devenin bu şekilde
beslenmesi, yüksek kaliteli bitki materyaline sürekli erişim imkânı verir, çünkü bu yüksekliğe
ulaşan tüm bitkiler derin köklü çalılar ve ağaçlardır. Bitki örtüsünün yüksek katlarına ulaşan
bitki türleri, dikotiledon grubuna aittir. Develer, esnek uzun boynu, uzun bacakları ve yarık
üst dudakları nedeniyle otlar yerine ağaçlar ve daha uzun otları yemeyi tercih ederler. Diğer
hayvanlarla beslenmek için rekabet neredeyse yoktur (8,16).
Hamurla besleme
Devenin diş ve mide yapısı gereği hamur verilir. Bu besleme şekli Anadolu da kışın
yapılır. En uygun hamur Arpa unundan yapılır. Yulaf unu kabadır hazmı zorlaştırır. Buğday
125
hamuru ise devede hazımsızlık, ishal yapar. Arpa unu bulunmazsa buğday unu verilebilir.
Uzun süre verilmesi uygun değildir. Verilecek un ince olmalıdır. Kışın soğuk zamanlarda
Arpa ununa 1/3 oranında burçak veya bakla kırmaları ilave etmek faydalıdır. Bakla devenin
gıdası için önemlidir. Kepekten yapılan hamurlar devede ishal yapar. Hamurlar develere top
halinde verilir. Her top yaklaşık bir nar büyüklüğünde 200 gram kadar olur. Bu top 150 gram
kadar su çeker, Bu şekilde hazırlanmış toplardan 6-8 adet normal büyüklükte bir deveye
verilebilir. Develere hamur Arabistan’da ve Anadolu’da bir kere ikindi vakti verilir. Yük
taşıyan develere fazla çalışacakları için günde iki defa sabah ve akşam belirli saatlerde verilir.
Hamurdan başka develere saman verilmesi gereklidir. Bakla samanları daha uygundur. Bakla
samanı tuzludur. Develer tuzdan mahrum bırakılmamalıdır. Saman verilmezse yerine 8 kilo ot
verilir. Tuz ihtiyacı (5-10) gramdır. Hamurla karıştırılarak verilir. Taze ot mevsiminde tuz
miktarını (20-30) grama kadar çıkarmak gerekir (14).
Güreş sezonu başlayıp, bahar mevsimi geldiğinde, deve bütün bir kış sezonu boyunca
yem yemediği için, oldukça zayıf düşmüştür. Deve otlatılmaya bırakıldığında, “kokusunda
dolayı otları ayırt etmesin ve hepsini yesin” diye, devenin burun deliklerinin ağzına katran
çalarlar. Bu uygulamanın devenin koku alma duyusunu bozduğuna inanırlar. Ayrıca yine
bahar döneminde sık sık deveye peynir altı suyu içirerek, bu uygulamanın hem bağırsakları
temizlendiğine, hem de sindirimi hızlandırdığına inanırlar (6).
Devenin su ihtiyacı
Develer yazın daha az su içerler. Kışın bir defa, yazın iki kere su vermek gerekir.
Develere su yemden önce soğuk olarak verilir. Develere sabah serinliğinde ve soğuk su
verilmemelidir, aynı zamanda durgun ve sıcak sularda verilmemelidir. Yorgun ve terli develer
sulanmamalıdır. Deve tuzlu suları da sever. Develer yeşil yediği zaman fazla su içmek
istemez. Bu gibi hallerde su üzerine biraz kepek veya un serpmek sureti ile suyu içmesi
sağlanır. Un eklemek devenin suyu daha iştahla içmesine sebep olur. Bir deve günde 20 litre
suya ihtiyaç duyar (6,13).
Develerin vücudunun su depolama; suyu tasarruf etme ve çok etkili bir şekilde
kullanma kabiliyeti göze çarpmaktadır. Dehidrasyona bağlı olarak vücut ağırlığının %28 - 32
oranında azalması kritik nokta olarak kabul edilirse, manda ve sığırlar su olmadan yaklaşık 4
gün sonra, koyunlar 6-7 gün sonra ölürler. Aynı koşullarda deve 15 gün ya da daha fazla
yaşayabilir (8,13,16).
Devenin kuru dışkı oluşumu, böbreklerin idrar konsantrasyonu ve üretimini azaltma
özelliği, tükürük akışının azaltılması, gastrointestinal sistemde tutulan bol su (vücut
ağırlığının% 12-20'si), suyun kandan rumendeki odacıklara geri dönüştürülmesi, sıvı kaybını
engelleyen önemli özelliklerdir. Çevre sıcaklığıyla vücut sıcaklığının yükselmesine ve
düşmesine izin verilmesi günlük 4 ila 5 litre su tasarrufu yapabilir (7,8,10).
126
SONUÇ
Türk Tarihi’nde çok önemli bir yer tutmuş olan deve yetiştiriciliği geleneksel ancak
bilimsel veriler ile paralel şekilde sürdürülmektedir. Burada devenin Anadolu’da folklorik bir
figür halinde kültürel miras olarak varlığını sürdürmesi yatmaktadır. Mevcut sayı dikkate
alındığında birkaç istisna dışında güreş amaçlı deve bakılmaktadır. Bu nedenle bireysel olarak
izlemek gerekmektedir. Kısa vadede bunun dışında bir gelişmenin olması mümkün
gözükmemektedir. Klinik olgular bireysel olmaktan öteye geçememektedir. Yapılan
çalışmalar da bu doğrultudadır.
127
KAYNAKÇA
Akar M. (1996) Göçebe Türkmenlerde deve güreşi ve sosyo-kültürel boyutu. Türk Halk
Kültürü Araştırma Sonuçları Sempozyumu, Ankara. Kültür Bakanlığı, ss. 41-46.
Ali A, Derar R, Al-Sobayil F. (2015) Transabdominal ultrasonography for pregnancy
diagnosis and estimation of gestational age in dromedary camels. Reprod Domest Anim.
50(3):437-42.
Engelhardt, W. von. (2003) The camel−an exciting animal for basic research. In: Proceedings
of the International Workshop on Camel Research and Development: Formulating a Research
Agenda for the Next Decade, held in Sudan.
Erden H, Öcal MK, Güzel N, Kara E, Öğüt İ. (1998) Deve midesi üzerinde makroanatomik
araştırmalar"Vet. Bil Derg, 1(4), 97-105.
Grossman J. D. A (1960) Student's Guıde to Anatomy of the Camel, The Job Press Prıvate
Lımıted, Kanpur Yeni Delhi
Gülsöken S. (2010) Ayırın Develeri. Ege Yayınları, İstanbul.
Hashi AM, Kamoun M. (1995) Feed requirements of the camel. In: Tisserand J.-L. (ed.).
Elevage et alimentation du dromadaire. Zaragoza: CIHEAM, (Options Méditerranéennes:
Série B. Etudes et Recherches; n. 13) p. 71-80.
Khan BB, Iqbal A, Riaz M. (2003) Productıon and Management of Camels Faisalabad
Pakistan.
Kılıçkıran, MN. (1987) Ege’de kış turizminin kurtarıcısı “Deve güreşleri”. III. Milletlerarası
Türk Folklor Kongresi Bildirileri, s. 125-146. Başbakanlık Basımevi, Ankara.
Köhler-Rollefson I, Mundy P and Mathias E. (2001) A Field Manual of Camel Dıseases
ITDG Publishing, London, UK.
Manefield, GW and Tinson AH. (1997) Camels−A Compendium. Postgraduate Foundation,
University of Sydney, Sydney, Australia.
Schwartz HJ and Dioli M. 1992. The One-Humped Camel in Eastern Africa. Verlag Josef
Margraf, Weikersheim, FR Germany.
Soliman MK. (2015) Functional Anatomical Adaptations of Dromedary (Camelus
Dromedaries) and Ecological Evolutionary Impacts in KSA, International Conference on
Plant, Marine and Environmental Sciences (PMES-2015) Jan. 1-2, Kuala Lumpur (Malaysia).
Ulusoy ZŞ. (1945) Deve Hıfzıssıhhası. Cemal Azmi Matbaası, İstanbul.
Wardeh MF. (2004) Classification of the Dromedary Camels J. Camel Science 1: 1-7.
Wardeh MF. (2004) The Nutrient Requirements of the Dromedary Camel J. Camel Science., 1:
37-45.
Yılmaz O, Ertuğrul M. (2015) Türk kültüründe deve güreşleri BEU. SBE. Derg. Cilt:4 Sayı:1,
157-173.
Yılmaz O, Ertuğrul M. (2015) Zootekni bilimi açısından Türkiye’de deve güreşleri.
Hayvansal Üretim 56 (1): 70-79.
128
Yılmaz, M Ertugrul and RT Wilson (2011) The Domestic Livestock Resources of Turkey:
Camels Journal of Camel Practice and Research Vol 18 No 1, p 1-4.
129
TÜRKİYE’DE DEVE YETİŞTİRİCİLİĞİ VE HAYVAN REFAHI
Aysun KOÇ1
Öz
Bu çalışma; deve güreşlerinin hayvan gönenci açısından bulunduğu nokta ve yasal yapılanma
konusundaki durumu ortaya koymak amacıyla hazırlanmıştır. Dünya’da olduğu gibi, Anadolu’da da
develer tarih boyunca ulaşım, yük taşıma, binek, savaş ve beslenme amacına yönelik olarak
kullanılmıştır. Ancak 20. yüzyıldaki gelişme ve modernleşmeden sonra deve kullanımı önemini
kaybederek sadece bir spor ve turizm aracı haline dönüşmüştür. Batı Anadolu'da geleneksel deve
güreşi şenlikleri çevresinde yaşatılan devecilik kültürü ise 2012 yılında Aydın’da kurulan Devecilik
Kültürü ve Deve Güreşleri Federasyonu ile daha kurumsal bir nitelik almaya başlamıştır. “Refah” ya
da “Gönenç” olarak kullanılan sözcük Türk Dil Kurumu sözlüğünde “bolluk, rahatlık ve varlık içinde
iyi yaşama” anlamına gelmektedir. Hayvan Gönenci ise; hayvan yaşam standartlarının kalitesini ifade
etmektedir. Türkiye’de 2011 yılında yürürlüğe giren “Çiftlik Hayvanların Refahına İlişkin
Yönetmelik’te gerek deve güreşleri, gerekse benzer nitelikteki hayvan yarışları bakımından hayvan
gönencine yönelik yasal bir dayanağa yer verilmemiş ve güvence altına alınmamıştır. Ancak
“Devecilik Kültürü ve Deve Güreşleri Federasyonu” tarafından deve güreşlerinin kurallarını ve
yöntemlerini belirlemek amacıyla hazırlanan yönetmelikte esaslar üzerinde durulmuştur. Bu
yönetmeliğin amaç, kapsam, dayanak ve tanımları Madde 1-(1)’de “Hayvanları Koruma Kanunu
kapsamı bu yönetmelik çerçevesinde develerin korunarak deve güreşleri organizasyonlarının
düzenlenmesini sağlamak” şeklinde ifade edilmiştir. Federasyon bu yönetmelik ile deve güreşlerinde
develerin maruz kaldığı ya da kalacağı olumsuzlukları hayvan hakları açısından da güvence altına
almaya da çalışmıştır. Deve güreşlerinin yapılış yöntemleri kadar hayvan refahını da kapsayan bir
standardizasyon yapılma zorunluluğu bulunmaktadır. Bu standartların da gerek hayvan hakları
kanununa, gerekse çiftlik hayvanı refah yönetmeliğine dayandırılıp, yasal düzenlemelerle güvence
altına alınması gerektiği sonucuna varılmıştır. Bu çalışmanın, konusu ve içeriği itibariyle benzer
çalışmalara bir ön bilgi sağlaması bakımından veteriner hekimliği tarihi ve mevzuatına katkı sunacağı
düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Deve Yetiştiriciliği, Deve Güreşi, Hayvan Gönenci
Abstract
The aim of this study is to reveal the point of camel wrestling in terms of animal welfare and the
situation of legal structuring. Camels are used for transportation, cargo transportation, passenger, war
and nutrition throughout history in Anatolia as over the world. However, after the development and
modernization of the 20th century, the use of camel decreased and became a sport and tourism tool. In
Turkey, western Anatolia, traditional camel wrestling festivals around the camel culture, established in
2012 in Aydin established with the “Camel Breeding Culture and Camel Wrestling Federation” began to
take a more institutional quality. The word used as "welfare" means "abundance, comfort and good
living in being" in the Turkish Language Institute dictionary. Animal welfare is; refers to the quality of
animal living standards. In Turkey, the "Regulation Regarding the Welfare of Livestock" entered into
force in 2011 did not provide a legal ground for camel wrestling and, as a matter of fact, for the animal
1 Dr., Adnan Menderes Üniversitesi Veteriner Fakültesi Veteriner Hekimliği Tarihi ve Deontoloji Anabilim Dalı,
Aydın/Türkiye e-mail: [email protected]
130
races of similar quality, there is no legal guarantee for the animal welfare. However, the "Camel
Breeding Culture and Camel Wrestling Federation" emphasized the principles of the regulation
prepared to determine the rules and methods of camel wrestling. The aim, scope, basis and definitions of
this regulation are stated in Article 1- (1), “In the scope of Animal Protection Law and within the frame
of this regulation, to ensure the organization of camel wrestling organizations by protecting the camels”.
With this regulation, the federation has also tried to ensure animal rights in terms of the negativity of the
animals that they are exposed to or suffered during wrestling. There is a need for standardization,
including animal welfare as well as methods of making camel wrestling. These standards have also
come to the conclusion that they should be based on animal rights law, farm animal welfare regulation
and legal arrangements. It is considered that this study will contribute to the history and legislation of
veterinary medicine in terms of providing preliminary information on similar subject and content.
Keywords: Camel Breeding, Camel Wrestling, Animal Welfare
Giriş
Tarihte deve varlığı ve deve yetiştiriciliğinin çok eski ve uzun bir geçmişe sahip
olduğunu görmekteyiz. Devenin en son evcilleştirilen hayvan türlerinden birisi olduğuna ve
M.Ö. 1500 yıllarında Arabistan Yarımadası'nda evcilleştirildiğine, daha sonra M.Ö. 300
yıllarında Anadolu'ya yayıldığına inanılmaktadır (Yılmaz ve Ertuğrul, 2015a). Sıcak ve kuru
iklimlere dayanıklı bir hayvan olan deve, kum üzerinde ağır yük taşıyabilme özelliği ile geniş
kullanım alanı bulmuştur (Gölcü ve Yerlikaya, 2016) Tarihte, Asurlular, Babilliler, Mısırlılar,
Hititler, Helenler ve Romalılar gibi birçok uygarlık tarafından askeri seferlerde, ticaret
kervanları ve taşımacılıkta develerden yararlanmıştır (Arslan, 1997).
Deve zoolojik sistemde;
olarak sınıflandırılır (Aydın, 2003).
Devenin iki türü Hindistan, Pakistan, Afganistan, Mısır, İran, Suriye, Arabistan gibi
Güney Asya ülkeleri ile Afrika’da yetiştirilen tek hörgüçlü deve (C. doremedarius) ve Orta
Asya’da yetiştirilen çift hörgüçlü deve (C. bactrianus)dir (Yerlikaya ve ark, 2016) Deve
türlerinin hibritleri de olabilmektedir. Tek ve çift hörgüçlü develerin birbirleri ile, bunlardan
Alem : Animalia (Hayvanlar)
Grup : Vertebrata (Omurgalılar)
Sınıf : Mammalia (Memeliler)
Alt Sınıf : Eutheria (Plasentalı memeliler)
Takım : Artiodactyla (Çift toynaklılar)
Alt Takım : Tylopoda (Topuktabanlılar)
Familya : Camelidae
Cins : Camelus
131
meydana gelen döllerin tekrar ebeveyn veya melezlerle çiftleştirilmeleri sonucu birçok farklı
deve hibrit ve melezi meydana gelmektedir.
Tülü (Tüylü) Deve: Çift hörgüçlü erkek deve (buhur) (Camelus bactrianus) ile tek
hörgüçlü dişi devenin (yoz) (Camelus dromedarius) F1 melezi yavrusuna denir. Tülünün
erkeği besrek, (Tülü devenin erkeğine Yörükler tarafından verilen ad), dişisi de maya olarak
adlandırılır.
Tavsi Deve: Çift hörgüçlü erkek buhur deve ile F1 melezi badem hörgüçlü dişi maya
(tülü) devenin G1 melezi yavrusuna denir. %75 buhur genotipine sahip oldukları için çift
hörgüçlüdürler ve fenotipik olarak buhura benzerler.
Teke Deve: Badem hörgüçlü erkek besrek (tülü) deve ile tek hörgüçlü dişi yoz
devenin G1 melezi yavrusuna denir.
Kertelez Deve: Çift hörgüçlü buhur deve ile G1 melezi teke devenin karşılıklı
(reciprocal) melezi yavrusuna denir.
Yeğen Deve: Tek hörgüçlü erkek yoz deve ile badem hörgüçlü dişi maya (tülü)
devenin G1 melezi yavrusuna denir.
Kükirdi Deve: F1 melezi badem hörgüçlü erkek (besrek) tülü deve ile F1 melezi
badem hörgüçlü dişi (maya) devenin F2 melezi yavrusuna denir. Bu F2 melezlerde genetik
olarak açılmalar meydana geldiğinden, yetiştiriciler tarafından tercih edilmezler (Yılmaz ve
Ertuğrul, 2015b).
Anadolu tarihi boyunca, develer her zaman önemli yer teşkil etmişlerdir. Geçmişte
develer, ulaşım, binek hayvanı, savaş, yemek ve spor hayvanı olarak kullanılıyordu.
Sanayileşme ve modernleşmenin hız aldığı 20. yüzyıldan beri deve önemini yitirmiş ve
günümüzde Türkiye'de, sadece bir spor ve turizm amacı ile kullanım sahası bulmuştur (Yılmaz
ve ark, 2015). Özellikle Cumhuriyet Dönemi'nde Türkiye'de deve sayısında son derece azalma
görülmüştür. İstatistiklere göre; Cumhuriyet Dönemi’nde deve sayısı 1937 yılında 118211 baş
iken, bu sayısı 2003 yılında 808 baş deveye düşmüş, ancak deve güreşlerinin yaygınlaşması ile
bu rakam tekrar 2012 yılında 1315’e yükselmiştir. İstanbul’un Eyüp İlçesi sınırlarındaki
Kemerburgaz yakınlarındaki Akpınar Köyü’nde 1970’lere kadar 60 hane tarafından 450
civarında deve yetiştirilirken, günümüzde köydeki deve sayısı bir elin parmaklarını
geçmeyecek miktardadır (Yılmaz ve ark, 2014).
Günümüzde Türkiye'de yetiştirilen develerin çok az bir kısmı Antalya, Mersin ve
Muğla vilayetlerinde göçer halde yaşayan Yörükler tarafından yük hayvanı olarak
kullanılmaktadır. Develerin geri kalan çok büyük bir kısmı ise deve güreşleri amacıyla
yetiştirilmektedir (Yılmaz ve Ertuğrul, 2015a).Günümüzde deve çoğunlukla Batı Anadolu'daki
deve güreşlerinde kullanılmaktadır. Deve güreşleri, her yıl kış mevsiminde Batı Anadolu’nun
60-70 farklı merkezinde düzenlenmektedir (Yılmaz ve ark, 2015).
132
Güreşçi Develer ve Yetiştiriciliği
Güreş develeri diğer çiftlik hayvanlarından ayrı bir barınakta barındırılır. Bunda
devenin cüssesinin iriliği kadar, kızgınlık döneminde asabi olması ve diğer hayvanlara zarar
verme olasılığı da etkili olmaktadır. Devenin barındırılacağı barınağın en önemli özelliğinin
tavan yüksekliği ile kapının devenin rahatça geçebileceği ve durabileceği yükseklik ve
genişlikte olmasıdır. Devenin kaldığı yer iyi havalandırılmalı, hayvanın hava akımlarından
kolayca etkilendiği göz önünde tutularak gerekli önlemler alınmalıdır. Barınak tabanı
kesinlikle toprak olmalıdır. Devetabanının yumuşak olması ve bu nedenle nal çakılamaması
nedeniyle kuru toprak zemin en idealidir. Deve gübresi kış aylarında yetiştiriciler tarafından
barınaktan uzaklaştırılmaz, olduğu gibi bırakılır. Böylece deveye sıcak bir yataklık sağlanmış
olur (Yılmaz ve Ertuğrul, 2015b).
Deve güreşi aslında erkek develerin eş seçimi için yaptıkları bir rekabet davranışıdır.
Güz sonunda havalar soğumaya başlayınca erkek develer kızgınlık dönemine girerler. Yeme
içmeyi keserler. Enselerinden 'mislik' adı verilen bir sıvı çıkar. Sık sık arka bacaklarını açarak
idrar ya da dışkılarını yaparlar. Bu sırada bir yandan da kısa kuyruklarını cinsel organlarına
vururlar. Ağızlarından beyaz köpük gelir ve sık sık böğürürler. Böğürme esnasında
ağızlarında bulunan bir deri parçasını şişirirler. Diş gıcırdatmaya da sık sık yaparlar. Bu
hareketler tipik kızgınlık belirtileridir. Kızgınlık belirtisi gösteren deve güreşir, göstermeyen
deve asla güreşmez. Bu nedenle bazen bir dişi deve güreş alanında dolaştırılarak develer
güreşe teşvik edilir. Deve güreşleri; deve yetiştiriciliği, deve yemi, ekipman, aksesuar,
süsleme, giyim ve kuşam, yiyecek, içecek ve görevlilerin ücretleri gibi birçok sektörde
ekonomik üretim meydana getirir.
Düzenlenen güreşlerdeki kurallar geçmişte olduğu gibi günümüzde de her yerde
aynıdır. Ancak kurallar ilk kez Devecilik Kültürü ve Deve Güreşleri Federasyonu’nun
(DEGÜF) 2014 yılında onaylanarak yürürlüğe giren Yönetmeliği2 ile yazılı hale getirilmiştir.
Bu kurallar öncelikle develerin yaralanmaması ve yıpratılmaması için alınan bazı önlemleri
kapsar. Çünkü develer ısırarak birbirlerini ciddi biçimde yaralayabilir ya da ayrılmaları
gerektiği anda sağlanamazsa sakatlanabilirler. Güreş sırasında develerden birinin yaralanma
olasılığının ortaya çıktığı durumlarda “urgancı” olarak adlandırılan görevliler develeri
birbirinden ayırır. Bir diğer önemli kural ise güreşecek develerin kilo, yaş vb. özelliklerine
göre eşleştirilmesidir. Böylece güreşte develerin yıpratılmaması amaçlanır. Geçmişte develer
yenişene kadar güreştirilmekteyken günümüzde en fazla haftada bir kez ve 10 dakika süreyle
güreştirilmektedir. Sürenin kısalması nedeniyle günümüzde çoğu karşılaşma beraberlikle
sonuçlanmaktadır. Zaman içinde güreş kuralları şiddeti azaltacak ve hayvanların zarar
görmesini önleyecek yönde değişmiştir (Çalışkan, 2013).
2İl Hayvanları Koruma Kurulu Kararları, Karar No: 21, Karar Tarih: 12/02/2104, Aydın Valiliği Hayvanları
Koruma Kurulu.
http://bolge4.ormansu.gov.tr/4bolge/Files/av%20ve%20yaban%20hayat%C4%B1/%C4%B0L%20HAYVANLA
RI%20KORUMA%20KURULU%20KARARLARI/Ayd%C4%B1n%20Hayvanlar%C4%B1%20Koruma%20K
urulu%20Kararlar%C4%B1%202014-21.pdf Erişim tarihi: 22.12.2017.
133
Hayvan Gönenci (Refahı)
Hayvan gönenci, hayvanın yaşam kalitesini yansıtan bir tanımlamadır (Yaşar ve
Yerlikaya, 2004). Hayvan gönenci çeşitli şekillerde tanımlanır; Hughes'e (1976) göre; hayvan
gönencini, hayvanın çevresi ile uyum içerisinde olduğu zihinsel ve fiziksel durumu olarak
ifade etmiştir. Carpenter (1980) ise hayvan gönencini; “hayvanın bulunduğu çevrede
rahatsızlık duymadan (acı çekmeden) yaşayabilmesi” olarak tanımlamaktadır. Hayvan
gönenci kavramı Yaşar’a (2006) göre; 1960’lı yıllardan itibaren biçimsel olarak gelişmeye
başlayan yeni bir anlam olarak tanımlanmış olup ilk kez 1965 yılında Brambell raporunda
belirtilmiştir. Brambell raporunda gönenç geniş bir kavram olarak ifade edilmiş ve
hayvanların hem fiziksel hem de aklî iyiliğini içermekte olduğu belirtilmiştir. Ardından
çıkarılan bir yasa ile de hayvanlarda nedensiz yere acı ya da sıkıntıya yol açmanın suç
olduğunu belirtilmiştir (Birbeck, 1991). Brambell Raporuyla beraber Avrupa’da toplumun
ilgisi yavaş yavaş bu konuda artmaya başlamış ancak 1979 yılında ilk kez düzenlenen hayvan
gönenci toplantısına kadar çok önemli bir gelişme olmamıştır. Bu yıldan sonra hayvan
gönenci tartışmaları ivme kazanmış ve, çiftlik hayvanı gönenç analizinde oluşan
karmaşıklıklardan dolayı deontolojik, yasal, etik, teknolojik, ekonomik ve bilimsel bilginin
gerekli olduğu belirtilmiştir. Amerika Veteriner Hekimleri Birliği hayvan gönencini “hayvan
iyiliğinin tüm yönlerini kuşatan doğru barındırma, yönetim ve besleme, hastalıklardan koruma
ve tedavi, sorumluluk gerektiren bir bakım, insani kullanım ve ötenazi” olarak
tanımlamaktadır (Yaşar, 2006).
Konuya toplumsal olarak bakıldığında ise toplumların hayvan bakımı ve gönenci ile
ilgili değer yargıları, tutumları ve beklentileri hızlı bir şekilde değişmekte ve hayvan gönenci
toplumsal düzeyde duygusal ve politik bir sorun haline gelmektedir (Smith, 1998). Bu sorun
kümelerinin çözümünde bilimsel bakış önemli bir yer tutmaktadır (Duncan ve Fraser, 1997).
Hayvanlarda gönenç değerlendirme ölçütleri olarak; hayvan sağlığı, psikolojisi,
biyokimyası kadar davranışları da dikkate alınmalıdır. Üretimde kullanılan hayvanlar için
verim düzeyleri de gönencin bir göstergesi olabilir. Gönençle ilgili fizyolojik ve biyokimyasal
değişikliklerin ölçümünde iki problem vardır. Bunlardan birincisi hayvan üzerinde stres
olmaksızın ölçümleri yapabilmek; diğeri ise ölçümdeki istenmeyen durumlardır. Gönencin
değerlendirilmesinde davranışların kullanılmasına yönelik olarak birkaç farklı yaklaşım vardır.
Bu yaklaşımlardan biri hayvanların acı, korku ve ağrı çekerken ne tür davranış
sergiledikleridir. Çiftlik hayvanları yetiştiriciliğinde uygulanan geleneksel sistemler 40 yıl
öncesine kadar hayvan gönenci için olumlu yönlere sahip olmasına rağmen, olumsuz
yönlerinin de olduğu bir gerçektir. Geleneksel sistem altında yetiştirilen hayvanların strese
maruz kalmaları ve ağır işlerde çalıştırılmaları hiç şüphesiz hayvan gönenç ve verimini
olumsuz yönde etkilemiştir. Hayvanların farklı çevre koşullarında farklı davranışlar
sergilemeleri beklenen bir durumdur. Davranışlardaki farklılıklar hayvanların çevreye ne
kadar uyum sağladığını gösterir. Optimal bir çevrede hayvanlar normal davranışlar
sergilerken, uygun olmayan çevre koşullarında anormal davranışlarda artış görülmektedir
(Duncan ve Poole,1990).
134
Hayvan gönencinin gerçekçi bir şekilde multi-disipliner olarak değerlendirilmesinde
kullanılan ölçümlerin biri veya birkaçı üzerine ağırlık verilmedir. Bunlar; üretim düzeyi
(hayvanın verimliliği, işçi gereksinimi, üretim maliyeti), davranış (yaşamsal davranışların
sürdürülmesi, anormal davranışlar, “stereotip” davranışlar), fizyoloji (stresin hormonal
ölçümleri (glikokortikoitler ve katekolaminler, kan basıncı, kalp atımı, solunum sayısı), sağlık
ve bağışıklık (hastalığın sayısı, bağışıklığa bağlı korumanın düzeyi), anatomi (kemik
dayanıklılığı, yaralanma sıklığı) şeklindedir (Antalyalı,2007).
Hayvan Gönenci Yaklaşımıyla Deve Güreşi:
Develer ilginç morfolojik ve fizyolojik özellikleri sayesinde olumsuz çevre
koşullarına yüksek düzeyde uyum sağlayabilmekte ve olumsuz çevre koşullarında bile
verimlerini devam ettirebilmektedirler. Özellikle kurak koşullarda su kayıplarının en aza
indirilmesi oldukça önemli bir etmendir. Develerin su kayıplarını en aza indirmek için sahip
oldukları fizyolojik mekanizmalar, çöl ortamında uzun süre (14 gün) hayatta kalabilmelerini
sağlamaktadır. Bu bağlamda develer; kıtlığın hüküm sürdüğü olumsuz koşullarda bile
yaşamlarına devam eden sıra dışı hayvanlar olarak kabul edilebilirler. Deve, kurak ve yarı
kurak ortamlarda hayatta kalmak için olağanüstü uyumsal sıcaklı düzenleme mekanizmalarını
(termoregülasyon) uygulayabilme becerisine sahip sıcakkanlı (homeoterm) bir organizmadır.
Sıcaklık dalgalanmalarının önüne geçebilmek için, beden sıcaklıklarını ortam sıcaklığına
yaklaştırabilirler. Bu gibi durumlarda beden sıcaklıklarını 42 °C’ye kadar çıkarıp su
kayıplarının önüne geçebilmektedirler (Yılmaz ve ark, 2016).
Develerin güreştikleri alanlara “güreş sahası” denir. Güreş sahaları sıklıkla toprak
zeminli bir sahadır. Güreş sahalarının yakın civarlarında uçurum ya da çukur bir yapının
bulunmaması gerekir. Develer güreş heyecanı ile buralardan düşme ihtimali taşıyabilirler.
Ayrıca develerin sağlık ve gönencinin zemin açısından uygun hale getirilebilmesi amacıyla
güreş sahası zeminlerinin çim zemin şeklinde olması daha doğru olacaktır. Bu zemin yapının
da; hayvanın rahat edebildiği ve ayaklarına zarar vermeyecek şekilde, çimin esneklik,
dayanıklılık ve hayvanın rahatça itme gücüne sahip olacağı, bütün alan için homojen
olabileceği, yine düşme ve taban darbelerine karşı yumuşatıcı bir yapıda olması gerekir. (Kara
ve Sürmeli,2016)
Avrupa Birliği ve Türkiye’de Hayvan Gönencinin Yasal Durumu
Genel olarak hayvanların yaşam kalitesini artırmayı hedefleyen hayvan gönenci
kavramı, deney hayvanları özelinde yaşam koşullarını iyileştirmek için konuyu etik bir
yaklaşımla ele alıp toplumun ve bilim dünyasının dikkatini üzerine çekerek “duygusal,
toplumsal ve politik” bir sorun niteliği kazandırmıştır (İzmirli ve Yaşar 2014; Yaşar, 2006).
Hayvan gönenci kavramı Türkiye için yeni bir kavram olmakla beraber uluslararası boyutta,
özellikle Avrupa ve Amerika’da derinlik kazanmış, bir bilim alanıdır. Avrupa Birliği ile uyum
sürecinde Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bünyesinde başlatılan eşleştirme programı
çerçevesinde bir bölüm olarak ele alınan hayvan gönenci kavramı bazı anlam karışıklıklarının
135
yanı sıra yeni bir kavramın tanınma ve kabullenilme zorluklarını da beraberinde taşımaktadır
(Yaşar, 2006).
Avrupa Birliği (AB) tarafından (98/58/EC) sayılı “Çiftlik Hayvanlarının
Korunmasına ilişkin Direktif (Yönerge)”20 Temmuz 1998 tarihinde kabul edilmiştir. Bu
yönergede çiftlik hayvanlarının korunmasına ve gönencinin sağlanmasına yönelik en düşük
standartlar belirlenmiş ancak buzağı büyütme, domuz ve yumurta tavuğu yetiştiriciliğinde
gönençle ilgili kuralların yerine getirilmesi diğer çiftlik hayvanlarına göre daha sorunlu
olduğu için bu hayvanlarla ilgili olarak ek yönergeler yayınlanmıştır. Avrupa Birliği genel
olarak çiftlik hayvanlarının korunmasına ilişkin 20 Temmuz 1998 tarih ve 98/58/AT3 sayılı
Konsey yönergesi ile gönenç standartlarını da belirlemiştir. Tüm üye devletler yetiştirme
amaçlı barındırılan hayvanların korunmasına ilişkin “Avrupa Sözleşmesi”ni onaylamıştır.
Buna göre hayvanların fizyolojik ve etolojik gereksinimlerine uygun şekilde barındırmak
gerekliliği ortaya koyulmuştur. Özellikle ortak tarım politikası ve üye devletler topluluk
yasalarını hazırlayıp uygularken, hayvan gönenci ile ilgili koşullar tam anlamıyla dikkate
alınmıştır. Bu nedenle, uygun koşullarda üretim sağlamak ve hayvancılık ortak piyasa
düzenlenmesini kolaylaştırmak amacıyla, çiftlik hayvanlarının korunması için 98/58/AT sayılı
AB yönergesi ile ortak asgari standartlar saptanmıştır. AB mevzuatına göre; bu alandaki
düzenlemeler gıda, yün, deri ya da kürk üretimi amacıyla ya da diğer yetiştirme amaçları ile
barındırılan ya da beslenen herhangi bir hayvanın (balık, sürüngenler ya da çift yaşamlı
hayvanlar dahil) yanı sıra, vahşi ortamlarda yaşayan hayvanları, yarışmalarda, gösterilerde,
kültürel ya da sportif etkinlik ve organizasyonlarda kullanılması amaçlanan hayvanları, deney
ya da laboratuvar hayvanlarını ve omurgasız çiftlik hayvanlarını da kapsamıştır. Halen
Avrupa Birliği’nde; bu alanda 88/166/ AET2 91/629/AET
4ve 91/630/AET
5 sayılı yönergeler
ile ortaya konulan özel kurallar bulunmaktadır (Antalyalı, 2007).
Türkiye’de hayvan gönenci konulu ilk bilimsel toplantı 9-10 Haziran 2005
Ankara’da düzenlenen “I. Hayvan Refahı ve Veteriner Eğitim Konferansı”dır. Konferans
“Avrupa Birliği Veteriner Müktesebatına Türkiye’nin Uyumlaştırılmasının Desteklenmesi
Projesi” kapsamında, Almanya ve Türkiye arasında imzalanan“TR02/1B//AG-016 Sayılı
Eşleştirme Projesi” çerçevesinde, özel bir etkinlik olarak düzenlenmiştir. Projenin hayvan
gönenci bölümü başta Koruma Kontrol Genel Müdürlüğü olmak üzere Tarım ve Köyişleri
Bakanlığına bağlı birimlerin veteriner hekimliği mevzuatı, hayvan sağlığı, veteriner halk
3Çiftlik Hayvanlarının Korunmasına ilişkin Direktif (Yönerge) (98/58/EC) OJ No. L 323, 17. 11. 1978, s. 12.
2131-86 sayılı Dava ile ilgili olarak Adalet Divanı Kararı ile uyum sağlayan 7 Mart 1998 tarih ve 88/166/AET
sayılı Konsey Direktifi, (tavuk kafeslerinde barındırılan yumurtacı tavukların korunması için asgari standartları
ortaya koyan 25 Mart 1986 tarih ve 86/113/AET sayılı Konsey Direktifinin feshi) (OJ L 74 19. 3. 1988, s. 83). 4 Buzağıların korunması için asgari standartları ortaya koyan 19 Kas&m1991 tarih ve 91/629/AET sayılı
Konsey Direktifi (OJ L 340, 11. 12. 1991, s. 28). Direktif en son 97/2/AT sayılı Direktif (OJ L 25, 28. 1. 1997,
p. 24) ile değiştirilmiştir. 5 Domuzların korunması için asgari standartları ortaya koyan 19 Kas&m1991 tarih ve 91/630/AET sayılı
Konsey Direktifi (OJ L 340, 11. 12. 1991, s. 33). 6Twinning Project (Eşleştirme Projesi, Twinning No: TR02/AG/01, Proje No: TR0203.05) Tarım ve Köyişleri
Bakanlığı tarafından yürütülüyor. Almanya ve Türkiye arasında 2004 yılında başladı ve iki yıllık bir proje olup
AB Eşleştirme Projesi olarak sürdürülmektedir.
136
sağlığı ve hayvan gönenci alanlarında ilgili AB standartları ile uyum sağlaması amacıyla
hazırlanmıştır. Türkiye’de Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından; Denetim ve İzlemeye İlişkin
Usul ve Esaslar Yönetmeliği Taslağı, Hayvanları Koruma Kanunu Kapsamında Hayvan
Deneyleri Etik Kurulunun Çalışma Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik Taslağı, Hayvanları
Koruma Kanunu Kapsamında Ev ve Süs Hayvanı ve Kontrollü Hayvanları Bulundurma ve
Sahiplenme Şartları ile Yerel Hayvan Koruma Görevlileri ve Ev ve Süs Hayvan Satan
Kişilere Verilecek Eğitime Dair Yönetmelik Taslağı, Hayvanları Koruma Kanunu
Kapsamında Sahipsiz Hayvanların Toplatılması, Bakılması, Hayvan Bakımevlerinin Çalışma
Usul ve Esasları ile Mahalli İdareler ve Yerel Hayvan Koruma Görevlilerin Sorumluluklarına
Dair Yönetmelik Taslağı, Hayvanları Koruma Kanunu Kapsamında İdari Para Cezalarında
Kullanılacak Makbuzların Şekli Dağıtımı ve Kontrolü ile İlgili Usul ve Esaslara İlişkin
Yönetmelik Taslağı hazırlanmıştır. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından ayrıca;
Hayvanların Nakilleri Sırasında Korunması ve Refahı Yönetmeliği Taslağı, Çiftlik
Hayvanlarının Refahı ile İlgili Yönetmelik Taslağı, Hayvanların Kesimi ve Öldürülmesi
Esnasında Hayvan Refahının Korunması ile İlgili Yönetmelik Taslağı hazırlanmış ancak her
iki yönetmelik taslakları, resmi gazetede yayımlanmamıştır (Yaşar, 2006). Yasal
yapılanmasına 2011 yılında Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından 23.12.2011
tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren “Çiftlik Hayvanlarının Refahına İlişkin Yönetmelik7”
ile konunun ayrıntılarına yer verilmiştir. Bu yönetmelik; Çiftlik hayvanların gönenci ve
gereksiz yere acı çekmelerine veya yaralanmalarına yol açacak koşulların önlenmesi için
gerekli hükümleri kapsar. Yine yönetmelik kapsamında uygulama, beslenme, barınak, taşıma
ve diğer fiziksel koşullar belirlenmiştir. Ancak bu yönetmelikte; Güreş develerine yönelik
yasal dayanakları belirleyen bir maddeye yer verilmemiştir.
Konunun deve güreşleri ile ilgili durumuna bakılacak olunursa; 2012 yılında
kuruluşu gerçekleşen Devecilik Kültürü ve Deve Güreşleri Federasyonu’nun deve
güreşlerinin kurallarını belirlemek ve yöntemlerini ortaya koymak amacıyla hazırlamış olduğu
yönetmelikte esaslar üzerinde durmuştur. Bu yönetmeliğin amaç, kapsam, dayanak ve
tanımlar bölümü Madde 1-(1)’de: “Hayvanları Koruma Kanunu çerçevesinde develerin
korunarak bu yönetmelik çerçevesinde deve güreşleri organizasyonlarının düzenlenmesini,
sağlamak” şeklinde bir tanımlamaya yer verilmiştir. Bu yönetmelik,; 4.11.2004 tarihli ve 5253
sayılı Dernekler Kanuna, 22.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun ilgili
hükümlerine, 2.6.2004 tarihli 5199 Sayılı Hayvan Hakları Kanunu, 23.6.1983 tarihli 2860
sayılı Yardım Toplama Kanunun ilgili hükümlerine, 11.6.2010tarihli ve 5996 Sayılı Veteriner
Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu’nun ilgili hükümlerine ve Yurt İçinde Hayvan
ve Hayvansal Ürünlerin Nakilleri Hakkında Yönetmeliğin8
’in ilgili hükümlerine
dayandırılarak hazırlanmıştır (aynı yönetmelik dayanak başlığı altında yer alan Madde- 3)
7Resmi Gazete: 23.12.2011 tarih ve 28151 sayılı, Çiftlik Hayvanlarının Refahına İlişkin Yönetmelik.
8İl Hayvanları Koruma Kurulu Kararları, Karar No: 21, Karar Tarih: 12.02.2104, Aydın Valiliği Hayvanları
Koruma Kurulu. http://bolge4.ormansu.gov.tr/4bolge/Files/av%20ve%20yaban%20hayat%C4%B1/%C4%B0L%20HAYVANLA
RI%20KORUMA%20KURULU%20KARARLARI/Ayd%C4%B1n%20Hayvanlar%C4%B1%20Koruma%20K
urulu%20Kararlar%C4%B1%202014-21.pdf Erişim tarihi: 22.12.2017
137
Federasyon bu yönetmelik metni ile deve güreşlerin kural ve işlerliğine hükümler getirmeye
çalışmıştır.
Sonuç ve Öneriler:
Çalışmada, dağılımı da sadece Batı Anadolu ile sınırlı olan Türkiye’nin kültür mirası
deve güreşleri ele alınmıştır. 20. yüzyılda başlayan endüstrileşme ve modernleşme süreci
içinde deve, önemini kaybetmiş ve günümüzde sadece bir spor ve turizm malzemesi
derecesine inmiştir. Ege ve Akdeniz kıyıları çevresindeki yerleşimde kış sezonunda
düzenlenen deve güreşleri organizasyonları, daha çok kırsalda yaşayan insanların önemli bir
toplumsal eğlencesi durumundadır. Deve güreşleri yerel toplumların gelenekler içinde
ürettikleri ürün ve değerlere saygı gösterilmesi ve desteklenmesi açısından oldukça önem arz
etmektedir. Türkiye’de deve varlığı, deve güreşlerinin dolaylı etkileriyle sürmektedir. Deve
güreşleri dışında ise develerin varlıklarını sürdürülmesini sağlayan ekonomik ve tecimsel bir
alt yapı bulunmamaktadır. Yine bu bağlamda, istatistiksel verilere göre Cumhuriyet
Dönemi’nde deve sayısı 1937 yılında 118211 iken, bu sayısı 2003 yılında 808 baş deveye
düşmüş, ancak deve güreşlerinin yaygınlaşması ile bu rakam tekrar 2012 yılında 1315’e
yükselmiştir (Yılmaz ve ark, 2014). Bu sayısal verilere bakıldığında deve güreşlerin varlığının
deve sayısındaki artışı ne derece etkilediği görülmektedir.
Tüm çiftlik hayvanlarında olduğu gibi develerin sürdürülebilir yaşam sınırları ve
deve güreşleri sırasında uygulanan ya da uyulması gereken hayvan gönenç kurallarının
gerekliliği tartışılamaz. Develerin bu karşılaşmalar sırasındaki bakım, besleme, stres faktörleri,
taşıma, yarış sonrasındaki tedavi ve bakımı ile yarış kuralları mevcut yasal düzenlemelerle
uygunluk içerisinde olmalıdır. Geleneksel ve kültür değeri çok önemli olan deve güreşlerinin
hem devamı acısından hem de hayvan hakları ve hayvan gönenci çerçevesinde önemi
büyüktür. Aralık 2012 tarihinde Aydın'da kurulan “Devecilik Kültürü ve Deve Güreşleri
Federasyonu” (DEGÜF) deve güreşlerinin gerek ulusal, gerekse uluslar arası tanınırlığı
noktasında önemlidir. Yine 2014 yılında ilk kez DEGÜF tarafından onaylanarak yürürlüğe
giren yönetmelik ile deve güreşleri yazılı hale getirilmiştir. Bu yönetmelik çerçevesinde
öncelikle develerin yaralanmaması ve yıpratılmaması için bir dizi önlemden bahsedilmiştir.
Yönetmelik ile deve güreşlerine yasal dayanaklarla işlerlik kazandırmak ve deve güreşi
kurallarını güvence altına almak hedeflenmiştir. Deve güreşleri ve benzeri hayvan yarışları
sırasında uygulanması gereken hayvan gönenç kuralları; gerekirse ilgili kurumların desteği
alınarak yaptırım ve işlerliği ile hayvan hakları yasaları içerisinde de yer almalıdır. Bu yasal
düzenlemenin yapılması deve güreşlerinin daha sağlıklı alt yapısının oluşumunu
sağlayacaktır.
138
KAYNAKÇA
Antalyalı A. Avrupa Birliği ve Türkiye’de Hayvan Refahı Uygulamaları, T.C. Tarım ve Köy
İşleriler Bakanlığı Dış İlişkiler ve Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi Bakanlığı, AB
Uzmanlık Tezi, 2007, Ankara.
Arslan E S. Aydın’da Deve Kültürü, V. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Genel
Konular Seksiyon Bildirileri, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1997 Devran Matbaacılık.
Aydın G. Deve Yetiştiriciliği, Doktora Semineri, 2003 Konya.
Bırbeck R. A European Perspective on Farm Animal Welfare. JAVMA, 1991, 198 (8):
1377-1380.
Carpenter E. Animals and Ethics. Watkins, London, 1980.
Çalışkan V. Somut Olmayan Kültürel Bir Mirasın Güncel Bir Değerlendirmesi: Anadolu
Devecilik Kültürü Ve Geleneksel Deve Güreşi Şenlikleri, TÜBA-KED 11/2013, s: 137-166.
Duncan IJ H, Poole TB. Promoting the welfare of farm and captive animals, In Managing
the behaviour of animals, Edited by P. Monaghanand D. Wood-Gush, Chapmanand Hall,
Cambridge, UK. 1990 pp.: 193-232.
Duncan IJH and Fraser D. Understanding Animal Welfare. In: Animal Welfare. Eds. Michael
C. Appleby ve Barry O. Hughes. 1997 pp:19-31, University Press, Cambridge-UK.
Gölcü M ve Yerlikaya N. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusunda Develer ve Develi
Birliklere İlişkin Düzenlemeler, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2016, 9 (47):
269-278.
Hughes BO. Behaviour as an Index of Welfare, proc. V. Europ. Poult. Conf., Malta, 1976 pp.:
1005-1018.
İzmirli S ve Yaşar A. Avrupa Birliği ve Türkiye’deki Deney Hayvanları ile İlgili Yasal
Düzenlemelerin Karşılaştırılması, IV. Ulusal Veteriner Hekimliği Tarihi ve Mesleki Etik
Sempozyumu, 21-23 Mayıs 2014, s: 385-386, Samsun.
Kara E ve Sürmeli M. Deve Güreş Alanlarının Çim Alan Tesisi, I. Uluslararası Devecilik
Kültürü ve Deve Güreşleri Sempozyumu 17-19 Kasım 2016 Selçuk, İzmir II. Cilt Fen Ve
Sağlık Bilimleri, s:71-79.
Smith CHB. Veterinarians and Animal Welfare–A New Zealand Perspective. Applied Animal
Behaviour Science, 1998, 59: 207-218.
Yaşar A ve Yerlikaya H. Hayvan Gönenci - Veteriner Hekimliği İlişkisi Ve Avrupa
Birliğindeki Yasal Düzenlemeler Üzerine Bir Araştırma, Vet. Bil. Derg. 2004, 20, (4): 17-24.
139
Yaşar A. Veteriner Hekimliği Etiği, Hayvan Gönenci ve Hayvan Hakları İlişkisi, I. Ulusal
Veteriner Hekimliği Tarihi ve Mesleki Etik Sempozyumu Bildirileri, s: 433-490, 30 Mart-1
Nisan 2006, Elazığ.
Yerlikaya O, Saygılı D, Karagözlü C. Deve Sütü: Bileşimi, Sağlık Üzerine Etkileri, Deve
Sütü Ürünleri, I. Uluslararası Devecilik Kültürü ve Deve Güreşleri Sempozyumu 17-19
Kasım 2016 Selçuk, İzmir II. Cilt Fen Ve Sağlık Bilimleri, s: 31-43.
Yılmaz O, Ertürk YE, Ertuğrul M. Türklerde Deve Güreşlerinin Orta Asya'dan Anadolu'ya
4.000 Yıllık Geçmişi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Ziraat Fakültesi Dergisi,
2014: 2 (1): 37–44.
Yılmaz O ve Ertuğrul M. Türk Kültüründe Deve Güreşleri. BEU. SBE. Derg, 2015a, 4 (1).
Yılmaz O ve Ertuğrul M. Zootekni Bilimi Açısından Türkiye'de Deve Güreşleri, Hayvansal
Üretim, 2015b, 56 (1): 70-79.
Yılmaz O, Coskun F, Ertürk YE, Ertuğrul M. Camel Wrestling in Turkey , Journal of
Camelid Science, 2015, 8: 26-32.
Yılmaz O, Öner Y, Ata N, Karaca O, Cemal İ. Develerde Sıcaklık Stres Proteinleri Ve
Sıcaklığa Dayanıklılıkta Etkili Bazı Morfolojik Özellikler, I.Uluslararası Devecilik Kültürü ve
deve Güreşleri Sempozyumu 17-19 Kasım 2016 Selçuk, İzmir II. Cilt Fen ve Sağlık Bilimleri,
s:58-70.
140
TEK HÖRGÜÇLÜ DEVELERDE (CAMELUS DROMEDARIUS) CANDIDA
TÜRLERİNİN NESTED PCR İLE ARAŞTIRILMASI
Göksel ERBAŞ1, Uğur PARIN
2, Şükrü KIRKAN
3,
Serap SAVAŞAN4, Hafize Tuğba YÜKSEL
5
Öz
Sistemik mantar infeksiyonları özellikle veteriner alanda göz ardı edilen ve yanlış tedavi protokolleri ile kötü
sonuçların ortaya çıktığı infeksiyonlardır. Tek hörgüçlü develer, Ülkemizde Ege Bölgesi’nin batı bölümünde
bulunmakta olup güreş amaçlı yetiştirilmektedirler. Çalışmamızda, deve kanı örneklerinde sistemik mantar
infeksiyonu tanısının nested PCR metodu kullanılarak yapılması hedeflenmiştir. Araştırmada DNA topoisomeraz
II geni sekanslarına dayalı primerler kullanılmıştır. Ege Bölgesinin batı bölümünde bulunan develerden toplanan
50 adet deve kanından elde edilen DNA örnekleri ile yapılan Nested PCR metodu sonucunda 10 (% 20) örnekte
sistemik mantar infeksiyonu tespit edilmiştir. Araştırmamızda 10 pozitif örneğin 3 (% 30)’ü C. albicans, 3 (%
30)’ü C. glabrata ve 4 (% 40)’ü C. parapsilosis olarak identifiye edilmiştir. Pozitif örneklerde miks enfeksiyon
varlığına rastlanmamıştır. Araştırmamızın tek hörgüçlü develerde % 20 oranında sistemik mantar infeksiyonu
yönünden pozitiflik göstermesi, Veteriner Hekimlik alanı açısından önem arz etmektedir. Ülkemizde tek
hörgüçlü develerde sistemik mantar infeksiyonları ile ilgili sağlıklı veriler elde edilebilmesi için, çalışmaların
yaygınlaştırılması ve devam ettirilmesi önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Tek hörgüçlü deve, Candida sp., DNA Topoisomeraz II Geni, Nested PCR
DETECTION OF CANDIDA SPECIES BY NESTED PCR METHOD IN ONE HUMPED
CAMELS (CAMELUS DROMEDARIUS)
Abstract
Systemic fungal diseases are the infections caused by false treatment protocols and generally are not taken into
consideration especially in veterinary field. One humped camels are found in western side of Aegean region of
our country and breaded for wrestling. The aim of this study is application of diagnosing systemic fungi
infection from camel blood samples by PCR method. In this study, spesific primers for DNA topoisomerase II
gene sequences were used. As a result, systemic fungal infection was detected by nested PCR method from 10
(20 %) out of 50 DNA samples taken from camels located western side of the Aegean region. In this study, 3
(30 %) samples were identified as C. albicans, 3 (30 %) samples were identified as C. glabrata and 4 (40 %)
samples were identified as C. parapsilosis. In conclusion, 20 % positive systemic fungal infection rate in one
humped camel observed in the present study showed that the systemic fungal infections are not taken into
considerations in Veterinary medicine. Further studies are suggested in order to obtain and to maintain extensive
data for systemic fungal diseases in our country for one humped camels.
Keywords: Camelus dromedarius, Candida sp., DNA Topoisomerase II Gene, Nested PCR
1Dr. Öğrt. Üyesi, Adnan Menderes Üniversitesi,Veteriner Fakültesi,Mikrobiyoloji Anabilim Dalı,Işıklı, Aydın,
Türkiye, [email protected] 2Dr. Öğrt. Üyesi, Adnan Menderes Üniversitesi,Veteriner Fakültesi,Mikrobiyoloji Anabilim Dalı,Işıklı, Aydın,
Türkiye 3 Prof. Dr. Adnan Menderes Üniversitesi,Veteriner Fakültesi,Mikrobiyoloji Anabilim Dalı,Işıklı, Aydın, Türkiye
4 Doç. Dr. Adnan Menderes Üniversitesi,Veteriner Fakültesi,Mikrobiyoloji Anabilim Dalı,Işıklı, Aydın, Türkiye
5 Arş. Gör. Adnan Menderes Üniversitesi,Veteriner Fakültesi,Mikrobiyoloji Anabilim Dalı,Işıklı, Aydın,
Türkiye
141
GİRİŞ
Deve, tarihimizde her zaman önemli bir hayvan olmuştur. Günümüzde develerin çok
az bir kısmı Antalya, Mersin ve Muğla’da gezici Yörükler tarafından yük hayvanı olarak
kullanılmaktadır. Develerin geri kalan büyük kısmı deve güreşleri amacı ile Çanakkale’den
Antalya’ya uzanan ve denize kıyısı olan illerde ve özellikle Aydın ve çevresinde
yetiştirilmektedir.
Develerde en sık ayak ve bacak rahatsızlıkları görülür. Bu rahatsızlıklar güreş
performansını etkilediği için çok önemlidir. Ayrıca develerde uyuz, Helminthiasis, annelidler,
gece körlüğü, kronik öksürük ve zatürre, boyun ağrısı, mastitis ve bulaşıcı deri nekrozu gibi
hastalıklar görülebilir. Develer, iri cüsseleri ve kuvvetli vücut yapılarına rağmen sıcaklık
değişimine ve hava cereyanına karşı oldukça hassastırlar. Bakıma iyi dikkat edilmediği
durumlarda kolaylıkla hastalanabilmektedirler. Bağışıklık sistemi baskılandığı durumlarda ise
Candida enfeksiyonu ağızdan girerek sindirim sistemi yoluyla sistemik hale gelebilmekte,
bunun sonucu çok daha ciddi bir durum olan fungemiler ve sistemik kandidiyazis ile
karşılaşılabilmektedir (Yilmaz ve Ertugrul, 2015). Sistemik Candida enfeksiyonlarında etken
kan yoluyla vücuda yayılır, kalp kapakçıklarında yerleşirse ateş, kalpte üfürümler, dalakta
şişme görülebilir. Gözde oluşan enfeksiyon körlüğe yol açar; kan veya böbrek enfeksiyonu
ateş ve oligüri’ye neden olabilir.
Sistemik mantar infeksiyonları özellikle Veteriner alanda Deve bakımı ve
tedavisinde göz ardı edilebilmekte ve yanlış tedavi protokolleri uygulanması ile istenmeyen
sonuçlara sebebiyet verebilmektedir. Candida cinsine ait birçok tür (Candida albicans, C.
tropicalis, C. parapsilosis, C. glabrata, C. krusei, C. aloffi, C. bovina, C. keyfr) çeşitli
hayvanların ve insanların mukozalarında bulunurlar ve bunların bazıları hastalık meydana
getirirler. İnfeksiyon genellikle sindirim kanalına (ağız, yemek borusu, kursak, mide,
barsaklar) lokalize olur. Ancak deri ve derialtı dokularında, akciğer, uterus, meme, testis ve
diğer organlarda da Candida’lardan ileri gelen lezyonlara rastlanabilir. Son zamanlarda,
mantar patojenlerinin identifikasyonlarında moleküler biyoloji tabanlı testler konvansiyonel
testlere nazaran daha kolay ve etkili bir biçimde kullanılmaya başlanmıştır (Arda ve ark.,
1997).
Tanısal Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PCR) testlerinin hızı, yüksek sensitivite ve
özgüllüğünden dolayı birçok mantar türünün identifikasyonunda laboratuarlarda hızla artarak
kullanılmaya başlanmıştır (Kano ve ark., 2002). PCR ilk tanımlandığından beri orijinal
prosedürün birçok modifikasyonu geliştirilmiştir. Nested PCR’nda olduğu gibi standart
prosedür basit modifikasyonlarla daha özgül ve duyarlı yapılabilmektedir. Nested PCR’da,
PCR ürünleri ilk primerlerin orta kısmında bulunan ikinci çift primerlerle ikinci bir
amplifikasyona tabi tutulmaktadır. DNA topoisomerase II geni tüm ökaryotlarda bulunur ve
nükleotid sekansı tür spesifik bölgelere dağılmış çok korunaklı bölgelerden ibarettir
(Dieffenbach ve ark., 1993).
142
DNA topoisomerase II (DNA giraz) geninin bakteriyel türlerdeki sekans analizleri
sadece filogenetik ilişkilerin belirlenmesi için değil, ayrıca medikal önemi bulunan geniş
bakteri ve mantar türlerinin PCR ile tanısal identifikasyon sistemlerinin geliştirilmesi için de
uygulanmaktadır (Kanbe ve ark., 2002).
Birçok araştırmada patojenik candida türlerinin DNA topoisomerase II geni
nükleotid sekansları belirlenmiş ve nükleotid sekanslarına göre filogenetik ilişkileri ve
karakteristikleri rapor edilmiştir. Çalışmamızda Develerde (Camelus dromedarius) sistemik
mikozislere sebep olan bazı patojenik Candida türlerinin nested Polimeraz Zincir
Reaksiyonuyla varlığının ortaya konulması amaçlanmıştır.
MATERYAL VE METOT
Araştırmada materyal olarak toplam 50 adet erkek deve kanı kullanılmıştır. Deve
kanları zaman içerisinde toplanmış ve DNA’ları izle edilerek çalışma yapılana kadar Adnan
Menderes Üniversitesi Veteriner Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı laboratuvarlarında
-20 °C’de muhafaza edilmiştir. Çalışma iki aşamalı olarak planlanmıştır. Çalışmada ilk
amplifikasyon aşaması için CDF28 ve CDR148 esas primerler ve daha sonra tür spesifik
primerler kullanılmıştır (Tablo1) (Kanbe ve ark., 2003).
143
Tablo 1. Çalışmada Candida sp. için kullanılan esas ve tür spesifik primerler dizileri. (Kanbe
ve ark., 2003)
Mantar Türü ve Primerler Yön Sekans (5') Ürün (bp)
Esas Primerler
CDF28 F GGTGGWMGDAAYGGDTWYGGYGC 1,200
CDR148 R CCRTCNTGATCYTGATCBGYCAT
Spesifik Primerler
Candida albicans
CABF094 F CCTGAACCACAAGATGGACCATTA 490
CABR143 R CGCAGTTTTCTACTACCATCG
Candida parapsilosis I
CPP1F034 F CGGCTGATTTGAACACTGGTAAAC 880
CPP1R122 R TGTCAAGATCAACGTACATTTTAGT
Candida parapsilosis II
CPP2F038 F GGACAACATGACAAAAGTCGGCA 310
CPP2R069 R TTGTGGTGTAATCTTGGGAG
Candida glabrata
CGBF035 F CCCAAAAATGGCCGTAAGTATG 672
CGBR102 R AGTCGCTACTAATATCACACC
Candida tropicalis II
CTR2F049 F GGACAGTTTGGATGAAGATTTA 777
CTR2R126 R GAGACCAGCCACGGACAAATTCAAC
Çalışmamızda PCR işlemlerinde Type-it HRM PCR Master Mix ® (QIAGEN) üretici
firma prosedürüne göre kullanılmıştır.
144
Standart Suşlar
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalından
temin edilmiştir (Candida albicans ATCC 90028, Candida glabrata ATCC 90030, Candida
tropicalis ATCC 750, Candida parapsilosis ATCC 22019).
Suşlar %4 Sabouraud Dextrose Agarda üretildikten sonra Sabouraud Dextrose
Broth’a pasajlanıp UltraClean Microbial DNA Isolation® kitinin prosedürüne uygun olarak
DNA’ları izole edilmiştir.
DNA İzolasyon Kiti
Araştırmamızda mantar sporları ve bakteriler dahil birçok mikroorganizmadan
yüksek kaliteli genomic DNA’nın izolasyonu için dizayn edilmiş UltraClean Microbial DNA
Isolation Kit® (MO BIO Laboratories, Inc.) kullanılmıştır.
Örneklerden ve standart suşlardan yapılan DNA izolasyonu sonucunda elde edilen
ürünler PCR çalışmalarına kadar -20 °C derin dondurucuda cryo tüplerde saklanmıştır.
Araştırmamızda Nested PCR işleminin I. basamağında hazırlanan reaksiyon
bileşenleri ve konsantrasyonları Tablo2’de belirtilmektedir:
Tablo2. Nested PCR işleminin I. basamağında hazırlanan reaksiyon bileşenleri ve
konsantrasyonları
Reaksiyon bileşeni Konsantrasyonu
2x HRM master mix 12,5 ml
Primer 1 (CDF28) (5µM) 0,75 ml
Primer 2 (CDR148) (5µM) 0,75 ml
Mili Q 23,0 ml ’ye tamamlanır
Template DNA 2,0 ml
PCR’de kullanılan örnek sayısına göre hazırlanan reaksiyon karışımı DNase-free
PCR tüplerine 23.0 ml dağıtıldı. Her birinin üzerine 2 ml’lik izole DNA’lar eklendi. Tüpler
thermal cycler’a yerleştirilip Nested PCR I. Basamak gerçekleştirildi.
PCR inkubasyon sıcaklık ve süreleri Tablo 3’de gösterilmiştir (Kanbe ve ark., 2002).
145
Tablo3. PCR inkubasyon sıcaklık ve süreleri (Kanbe ve ark., 2002)
Ön Isıtma 96 °C 2 dakika 1 siklus
Denaturasyon 96 °C 30 saniye
30 siklus Primer bağlanması 57 °C 3 saniye
Ekstensiyon 74 °C 60 saniye
DNA elektroforezi ve pcr ürünlerinin görüntülenmesi
Elektroforez işlemi; %1.2’lik agaroz jelde (ethidium bromid ilaveli) 100 voltta, 500
mA akımda, 45 dakikada gerçekleştirildi. Jel görüntüleme Vilber Lourmat marka görüntüleme
cihazında yapılmıştır. Candida sp. için spesifik 1200 bp büyüklüğündeki bant oluşumları
aranmıştır.
V’li Primer Mix (PsV) hazırlanması
5 µM olarak sulandırılan tür spesifik primerlerin her birinden 10’ar µl alındı. Bu
miktardaki spesifik primerler yeni bir eppendorf tüpte karıştırılarak PsV forward ve PsV
reverse primer miksleri hazırlandı. Nested PCR birinci basamaktan sonra elde edilen ürünler,
ikinci basamak PCR için template DNA olarak kullanıldı. Nested PCR işleminin II.
basamağında hazırlanan reaksiyon bileşenleri ve konsantrasyonları Tablo 4’de
belirtilmektedir:
Tablo 4. Nested PCR işleminin II. basamağında hazırlanan reaksiyon bileşenleri
Reaksiyon bileşeni Konsantrasyonu
2x HRM master mix 12,5 ml
PsV Forward (5µM) 0,75 ml
PsV Reverse (5µM) 0,75 ml
MiliQ 24,0 ml ’ye tamamlanır
I. PCR ürünü (Template DNA) 1,0 ml
PCR inkubasyon sıcaklık ve süreleri Tablo 2’de gösterilmiştir (Kanbe ve ark., 2002).
146
DNA elektroforezi ve PCR Ürünlerinin Görüntülenmesi
Elektroforez işlemi; %1.2’lik agaroz jelde (ethidium bromid ilaveli) 100 voltta, 500
mA akımda, 45 dakikada gerçekleştirildi. Jel görüntüleme Vilber Lourmat marka görüntüleme
cihazında yapılmıştır. Amplikonların C. parapsilosis II 310 bp, C. albicans 490 bp, C. glabrata
672 bp, C. tropicalis II 777 bp, C. parapsilosis I 880 bp hedeflerdeki varlıkları araştırıldı.
BULGULAR
Bu çalışma ile develerde görülen ve klinik tanısı konulamayan sistemik Candida
infeksiyonlarının DNA topoisomerase II geni nükleotid sekansları kullanılarak ortaya
konulabileceği belirlenmiştir.
Ege Bölgesinin batı bölümünde bulunan develerden toplanan 50 adet deve kanından
elde edilen DNA örnekleri ile yapılan Nested PCR metodu sonucunda 10 (%20) örnekte
sistemik mantar infeksiyonu tespit edilmiştir.
Araştırmamızda 10 pozitif örneğin 3 (% 30)’ü C. albicans, 3 (% 30)’ü C. glabrata ve
4 (% 40)’ü C. parapsilosis olarak identifiye edilmiştir. Pozitif örneklerde miks enfeksiyon
varlığına rastlanmamıştır (Tablo 4).
Tablo 5. Araştırma identifikasyon sonuçları
Tür Adet Yüzde (%)
C. albicans 3 30
C. glabrata 3 30
C. parapsilosis 4 40
Toplam 10 100
SONUÇ
Candida sp. en sık olarak kuşlarda görülmesine rağmen domuzlarda ve taylarda da
intestinal infeksiyonlara sebebiyet vermektedir. Sistemik kandidiyazis aynı zamanda sığır,
buzağı ve koyunlarda da uzun süreli antibiyotik ve kortikosteroid uygulamalarından sonra
oluşabilmektedir. Literatür inceleme yapıldığında Candida’ların Atlarda arthritis ve sığırlarda
mastitis ve abortlara sebep olduğu bildirilmektedir.
147
Bilindiği üzere Ülkemizde daha çok güreş amaçlı Deve yetiştiriciliği yapılmaktadır.
Develerde görülen hastalıklar özellikle yetiştiriciliğin daha çok olduğu Ege bölgesinin batı
kesiminde önem arz etmektedir. Develer ile ilgili yapılan çalışmalar genellikle Ortadoğu ve
Afrika’da yoğunlaşmıştır. Fakat bu çalışmalar da, daha çok bakteriyolojik açıdan mastitis ile
ilgili çalışmalardır.
Özellikle güreş develerinde yoğun stres ile birlikte immun sistem baskılanmakta ve
güreş performansı sonrası yaralar oluşabilmektedir. Bununla ilgili ilaç kullanımı (antibiyotik,
antienflamatuar ilaçlar vb.) da yoğunluk göstermektedir.
Geniş spektrumlu antibiyotiklerin yaygın kullanımı ve/veya immun sistemi değişik
nedenlerle baskılanmış hastalarda, tanısı konvansiyonel yöntemler ile oldukça güç konulan
sistemik kandidiyazis vakalarında tam kan örneklerinden yapılacak olan Nested PCR ile
Candida etkenlerinin saptanabileceği ve tedavideki başarıların artırılabileceği
düşünülmektedir.
148
KAYNAKÇA
Arda M, Minbay A, Leloğlu N, Aydın N, Kahraman M, Akay Ö, Ilgaz A, İzgür M, Diker KS
(1997). Özel Mikrobiyoloji Sistemik Mikozisler “Kandidiazis, Aspergillozis”, Medisan Yayın
Serisi No:26, 4. Baskı 324-327, 332-336
Dieffenbach CW, Lowe TMJ, Dveksler GS (1993). General concepts for PCR primer design.
PCR Methods and Applications 3, S30–S37.
Kanbe T, Arishima T, Horii T, Kikuchi A (2003). Improvements of PCR-Based
Identification Targeting the DNA Topoisomerase II Gene to Determine Major Species of the
Opportunistic Fungi Candida and Aspergillus fumigatus. Microbiology Immunology, 47(9),
631–638.
Kanbe T, Horii T, Arishima T, Ozeki M, Kikuchi A (2002). PCR-based identification of
pathogenic Candida species using primer mixes specific to Candida DNA topoisomerase II
genes. Yeast 2002; 19: 973–989.
Kano R, Hattorı Y, Okuzumı K, Mıyazakı Y, Yamauchı R, Koıe H, Watarı T, Hasegawa A
(2002). Detection and Identification of the Candida species by 25S Ribosomal DNA Analysis
in the Urine of Candidal Cystitis. Journal of Veterinary Medicine Science 64(2): 115.117.
Kato M, Ozeki M, Kikuchi A, Kanbe T (2001). Phylogenetic relationship and mode of
evolution of yeast DNA topoisomerase II gene in the pathogenic Candida species. Gene 272:
275–281.
Yilmaz O, Ertugrul M. Camel Wrestling in Turkey in Perspective of Animal Science. Animal
Production. 56(1): 70-79, 2015.
149
COMMON SURGICAL DISEASES IN CAMELIDS
Murat SARIERLER1, Cansu YALAR
2,
Duygu TANER3, Bülkent TEZVER
4
Abstract
In Turkish society, camels have always had an important place. In today’s Turkey, camel breeding is
only practised for the camel wrestling by the ones are interested in it or for touristic purposeful. In
camels it is often encountered with the situations that require surgical intervention. The abscess on the
head – neck area which are occured by the variety of causes, the wounds which are formed by the dog
biting or the camel’s biting each other, the wounds on the eyelids, eye infections, cataracts are
generally seen. Painful dental and jaw diseases, genetic disorders of the jaw, sharp dog teeth that are
not filed in time especially on male camels, lower jaw fractures are important in mouth and teeth
problems. Obstruction in the urinary tract, ruptures in the bladder due to obstruction or trauma are
important in urinary tract diseases. In muscle and skeletal system, damaged due to trauma in the
bosom area, joint diseases that cause lumps, patellar dislocation, tendon and ligament contractions,
kongenital or acquired angular limb deformities frequently seen. This study was designed with the
view that it is useful for camel breeders to share common surgical diseases and treatment options in
camels.
Keywords: Camel, Surgical diseases
DEVELERDE SIK GÖRÜLEN CERRAHİ HASTALIKLAR
Öz
Türk toplumunda deve tarih boyunca önemli bir yer tutmuştur. Günümüzde Türkiye'de deve
yetiştiriciliği sadece meraklılarınca deve güreşleri için veya turistik amaçlı yapılmaktadır. Develerde
cerrahi müdahale gerektiren durumlarla sıklıkla karşılaşılır. Çeşitli sebeplerle meydana gelen
baş-boyun bölgesinde apseler, develerin birbirini ısırması veya köpek ısırması ile oluşan yaralar, göz
kapaklarında yaralar, göz enfeksiyonları, katarakt görülür. Ağrılı diş ve çene hastalıkları, genetik çene
bozuklukları, özellikle erkek develerde zamanında törpülenmeyen sivri köpek dişleri, alt çene kırıkları
önemli ağız ve diş problemlerindendir. İdrar yollarında tıkanıklıklar, tıkanıklıklara veya travmaya
bağlı meydana gelen idrar kesesinde yırtılmalar önemli idrar yolu hastalıklarındandır. Kas ve iskelet
sisteminde ise döş bölgesinde travma nedenli hasarlar, topallığa neden olan eklem hastalıkları, diz
kapağı çıkığı, tendon ve ligament kasılmaları, doğuştan veya sonradan oluşan bacaklarda eğrilik
sıklıkla görülen durumlardandır. Bu çalışma, devede sık karşılaşılan cerrahi hastalıklar ve tedavi
seçeneklerinin paylaşılmasının deve yetiştiricileri açısından yararlı olabileceği düşüncesiyle
hazırlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Deve, Cerrahi hastalıklar
1 Prof. Dr. Adnan Menderes Üniversitesi,Veteriner Fakültesi,Cerrahi Anabilim Dalı,Aydın, Türkiye.
[email protected],Prof. Dr, ADU Faculty of Veterinary Medicine Department of Surgery, IŞIKLI, AYDIN
([email protected]) 2 Vet. Hek., Veterinary Medicine, Phd student , ADU Faculty of Veterinary Medicine Department of Surgery,
IŞIKLI, AYDIN 3 Vet. Hek., Veterinary Medicine, Phd student , ADU Faculty of Veterinary Medicine Department of Surgery,
IŞIKLI, AYDIN 4 Vet. Hek. Veterinary Medicine, Master’s degree student, ADU Faculty of Veterinary Medicine Department
of Surgery, IŞIKLI, AYDIN
150
INTRODUCTION
Nowadays camel breeding is predominant in regions where desert and step
climate dominate, in our country camel breeding is only practiced for the camel wrestling by
the ones are interested in it or for touristic purposeful. In camels, it is often encountered
with the situations that require surgical intervention. The camels are taken general or local
anesthesia and necessary applications are made.
HEAD AND NECK REGION
Injuries in the eyelids, inward or outward rotation of the eyelids, infectious
diseases in the eye, and lesions such as cataracts are encountered situations.
The abscess on the head and neck area are often encountered situations.
Traumatic causes such as camel's biting each other, penetration of the herb spike or
pathogens which are come via blood are effective in the formation of abscesses. Abscesses
may be localized to the oral or pharyngeal submucosa, head and neck lymph nodes, salivary
glands, or subcutaneous tissue.
Dental disorders and diseases are also common in camels. Many causes are
lead to contact disorders (malocclusion) such as congenital defects, difficulties in chewing in
painful diseases of teeth, jaw joints or jawbone.
DIGESTIVE SYSTEM
Injuries in the neck or prolonged esophageal obstructions are the causes of
esophageal fistula formation.
A gastrostomy is indicated to remove foreign objects (hair balls, concretions,
swallowed pieces of plastic) from C - 1 section (stomach part corresponding to rumen in other
ruminants ). This surgery is usually performed under general anesthesia with a ventral midline
approach, but it is also possible to perform a C – 1 gastrostomy via a left paralumbar fossa
approach.
Rectum outgrowth from anus is called rectal prolapse. Chronic enteritis
resulting in persistent diarrhea and tenesmus is the primary cause of rectal prolapse. In
females, while an advanced stage of pregnancy, relaxed anal sphincter may allow causes
predisposition to rectal prolapse.
URINARY SYSTEM
Urinary tracts may become narrowed and become blocked due to stone,
infection or wound. Camel, intermittently or slightly urinating or can not ever. The enlarged,
tense bladder should be obvious on rectal palpation. Extending and stretching bladder in
partial or complete urethral obstruction can be tear at the event of a small trauma. This
situation especially come across in male camels. Another major cause of bladder rupture is
trauma, especially if it occurs when the bladder is full.
151
MUSCULOSKELETAL SYSTEM
Lower jaw fractures can occur due to reasons such as camels biting each other,
falling down during sitting or lying down, trying to eat hard foods. As a clinical sign there is
significant asymmetry in the mouth. Animal can not feed.
Camels have a form which is called the bosom on the chest bone, this bosom
allows the camel lie down to sit on the chest for an extended periods of time. In this region,
wounds and abscesses are common due to trauma.
Damages to the joint area due to trauma and many other causes rebound on
clinically warm, painfully and swollen in the joint area and evident lameness.
Knee cap dislocations which can be inward, outward or upward mostly
occur due to congenital disorders. It can develop afterwards a ruptur of knee cap
ligaments.
Trauma to a tendon or muscle may cause contracture and subsequent
extension or flexure of the joint involved. In such tendon-ligament contractures, disturbance
of leg posture is evident.
Angular deformations of legs can occur congenital or due to many other
causes such as nutritional insufficiency. This deformities are seen 'X' or 'O' form in legs.
152
REFERENCES
Fowler, M.E. Medicine and Surgery of Camelids 2010. Wiley-Blackwell; 3rd edition, USA.
Knafo SE, Getman LM, Richardson DW, Fecteau ME. Long-bone fractures in llamas and
alpacas: 28 cases (1998-2008). Can Vet J. 2012 Jul;53(7):775-9.
Newman, K.D, Anderson, D.E Fracture Management in Alpacas and Llamas, Vet Clin North
Am Food Anim Pract. 2009 Jul;25(2):507-22
Waziri, A., Monguno, M. B., Igwenagu, E., Abdullahi, I., Hassan, S. U., Igbokwe, I. O.
IOSR Journal of Agriculture and Veterinary Science.2016, 9: (8): 68-70.
153
ANCIENT AND MODERN HYBRIDISATION BETWEEN ONE- AND
TWO-HUMPED CAMELS
PAMELA A. BURGER1, SARA LADO
2, ELMIRA MOHANDESAN
3,
SONJA VUKOVIĆ – BOGDANOVIĆ4, JORIS PETERS
4, CANAN ÇAKIRLAR
5
Abstract
In Old World camelids (Camelini), hybridization between Bactrian camels (Camelus bactrianus)
and dromedaries (Camelus dromedarius) was associated with the transportation of goods along
the multiple routes. This practice intended to produce animals with the robustness of the
Bactrian camel, the endurance of dromedary, and the ability to tolerate sharply contrasting
climatic conditions.
Today, hybridization facilitates improved milk and wool yield in hybrid Tulu or Nar camels
from Middle Eastern and Central Asian countries. This improvement in physical performance
and/or other behavioral traits, heterosis or hybrid vigour, arises from allelic interactions between
parental genomes, potentially leading to increased growth, productivity and fitness of the
hybrids. F2 hybrids (F1 x F1) in Old World camels are usually not favoured because of a
difficult character and weak progeny performance.
The aim of this study is to investigate modern and historical hybridisation between dromedaries
and Bactrian camels. Using modern DNA sequencing (next generation sequencing) techniques
we aim to follow the history of hybridisation between these two species. To trace the
evolutionary history of Camelini, we developed a diagnostic single nucleotide polymorphisms
(SNPs) assay to identify F1 hybrids between dromedary and Bactrian camels and their
backcrosses These markers facilitate the validation of non-invasive or historic samples with
unclear parental origin or otherwise cryptic ancestry. We applied this assay on archaeological
remains of the
(i) only complete camel skeleton found in Central Europe, which was excavated in a city close
to the Danube in Austria and stemmed from the Osmanic-Habsburg Wars in the 17th
century; and
(ii) to camel bones originating from the ancient Roman site of Viminacium in Serbia. The
analysis revealed an F1 hybrid in the case of Austrian camel skeleton and F1
backcrosses either with dromedary or Bactrian camel for the Serbian-Roman camel
samples.
1 Research Institute of Wildlife Ecology, Department of Integrative Biology and Evolution, Vetmeduni
Vienna, Vienna, Austria 2 Department of Evolutionary Anthropology, University of Vienna, Vienna, Austria
3 Laboratory for Bioarchaeology, Archaeology Department, Faculty of Philosophy, University of
Belgrade, Serbia 4 ArchaeoBioCenter and Institut für Paläoanatomie, Domestikationsforschung und Geschichte der
Tiermedizin, Department für Veterinärwissenschaften, Tierärztliche Fakultät der LMU München, Munich,
Germany 5 Institute of Archaeology, University of Groningen, Groningen, Netherlands
154
Using whole-genome SNPs developed with a double-digest genome-wide Restriction site
Associated DNA (ddRAD) sequencing approach, we investigated anthropogenic hybridization
in the modern worldwide dromedary population. The ddRAD sequencing method combines
traditional DNA shearing via endonucleases with Illumina Next Generation Sequencing
technology to simultaneously genotype to hundreds of thousands of single nucleotide
polymorphism (SNP) markers in hundreds of individuals. We genotyped 122 dromedaries from
a wide geographic sampling area, with 200k genomic regions for each animal at a
theoreticalcoverage of 6X and screened for hybridization with Bactrian camel. From an initial
set of 88K SNPs, we obtained 53K SNP genotypes after stringent filtering for a minor allele
frequency (MAF) of 0.05 and locus missingness of 0.25 using PLINK. Estimation of ancestry,
using ADMIXTURE software highlighted clear evidence for introgression of C. bactrianus into
11 dromedaries from Kazakhstan and Iran.
Keywords: F1 hybrids, Camelus, archaeology, DNA, ancient DNA
ESKI ÇAĞ VE GÜNÜMÜZDE TEK VE ÇIFT HÖRGÜÇLÜ DEVELERIN
MELEZLENMESI
Öz
Asya develerinde (Camelini) çift hörgüçlü develer (Camelus bactrianus) ve tek hörgüçlü develer
(Camelus dromedarius) yük hayvanları olarak tanınırlardı. Bu hayvanların yük hayvanı olarak
uzun yolda kullanılmaları çift hörgüçlü develer gibi güçlü, tek hörgüçlüler gibi dayanıklı, her
türlü hava şartında kullanabilecek develerin oluşmasına yol açtı. Bugün melezleme sayesinde
Orta Doğu ve Orta Asya ülkelerinde tülü ve nar develerden daha fazla süt ve yün elde
edilebilmektedir. Fiziksel performans ve / veya diğer davranışsal özelliklerde (heterosis veya
hibrid kuvvet) meydana gelen bu iyileşme, ebeveyn genomları arasındaki allelik etkileşimlerden
ortaya çıkar ve potansiyel olarak büyümenin, üretkenliğin ve hibridlerin uygunluğunun
artmasına neden olur. Eski Dünya develerindeki F2 hibridleri (F1 x F1), zor karakterleri ve zayıf
yavru performansı nedeniyle genellikle tercih edilmemektedir.
Bu çalışmanın amacı, bu iki deve türü arasındaki modern ve tarihsel hibridleşmeyi incelemektir.
Modern DNA sekanslama (yeni nesil sıralama) teknikleri kullanarak, bu iki tür arasındaki
hibridleşme geçmişini takip etmeyi amaçlıyoruz. Camelini'nin evrimsel geçmişini izlemek için,
tek ve çift hücreleri develer ile ters melezleri arasındaki F1 hibridlerini tanımlamak için tanısal
bir tek nükleotid polimorfizm (SNPs) testi geliştirdik. Bu belirteçler, belirsiz ebeveyn kökenli
veya başka sebeplerden soyları anlaşılamayan bireylerin veya tarihi örneklerinin doğrulanmasını
kolaylaştırmaktadır. Bu analiz arkeolojik kalıntılara da uygulanmıştır.
(i) Avusturya'nın Tuna yakınındaki bir şehrinde kazılmış ve 17. yüzyıldaki Osmaniç-Habsburg
Savaşlarına tarihlenen deve iskeleti tanımlanmıştır; ve
(ii) Sırbistan'daki Viminasium antik Roma şehrinde bulunan deve kemikleri
Analiz, Avusturyalı deve iskeletinde F1 hibridini, Sırp-Roma deve örnekleri için Dromedary
veya
Bactrian deve ile F1 ters melezlemeyi ortaya çıkarmıştır. Komplike bir DNA analizi geliştirerek,
modern dünyadaki dromedary popülasyonunda antropojenik hibridleşmeyi araştırdık. DdRAD
dizileme yöntemi, yüzlerce bireyde yüzbinlerce tek nükleotid polimorfizm (SNP)
işaretleyicisine aynı anda genotiplendirme yapmak için Illumina Next Generation Sequencing
teknolojisi ile endonükleazlar yoluyla geleneksel DNA makaslamayı birleştirir. Bu şekilde 122
coğrafi bölgeden geniş bir coğrafyadan genotiplendi. Örnekleme alanı, her bir hayvan için 200 k
155
genomik bölgeleri ile teorik olarak 6X kapsamı ve Bactrian devesi ile hibridizasyon için tarandı.
İlk 88K SNP setinden, PLINK kullanarak 0.05'lik küçük bir alel frekansı (MAF) ve 0,25'lik
lokus eksikliği için sıkı filtrelemeden sonra 53K SNP genotipleri elde ettik. ADMIXTURE
yazılımını kullanarak soy araştırması, C. baktrianus'unKazakistan ve İran'da 11 dhomedraya
introdüktans düzenlendiğine dair açık delilleri vurguladı.
Anahtar Sözcükler: F1 melezler, Camelus, arkeoloji, DNA, antik DNA
INTRODUCTION
Evolutionary history and domestication of Old World camels. When and where
did modern camels evolve? This question about the evolutionary history and
domestication of dromedary and Bactrian camels has only recently reached the field of
molecular genetics. Based on archaeological data the domestication of dromedaries took
place in the Arabian Peninsula toward the end of the 2nd
millennium BCE (before
common era; Uerpmann & Uerpmann 2002). Apparently, the dromedary was the latest
addition to the group of large domestic mammals (Uerpmann 2008). The centre of
domestication for two-humped camels 5,000 to 6,000 years ago (ya) was originally
assumed to be the (eponymous) region of Bactria, today’s Afghanistan and southern
Turkmenistan, but this notion has been replaced by possible domestication scenarios
further to the East (Peters & von den Driesch 1997).
The early ancestors of the Old World camelids (Camelidae, Camelini, Camelus)
evolved in the middle Eocene around 45 million ya (mya) in North America, from
where they emigrated via the Bering land bridge to the eastern hemisphere, the Old
World. The earliest remains of camelids in Asia date to the Middle-Pliocene about 5
mya (Prothero & Schoch 2002). The widest distribution of camelid species occurred in
the Plio-Pleistocene (2.5 to 1.5 mya) when they ranged from East Asia to Eastern
Europe and Northeast Africa (Fig. 1).
Historical and modern hybridization between dromedaries and Bactrian
camels. In Old World camelids hybridization between Bactrian camels (Camelus
Origin of the
camelid family
in the middle
Eocene
Figure 1: Early Plio-Pleistocene (green
circles) and present-day (blue shaded)
distribution of the camelid family. Black
arrows indicate early migration routes via
the Bering land bridge and the Isthmus of
Panama. In Australia, dromedary camels
arrived only in 1837, where they were
shipped mainly from Pakistan.
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/com
mons/1/16/Camelid_locations_and_migrat
ion.png;accessed on 2011-05-04; modified
according to Prothero & Schoch 2002.
156
bactrianus) and dromedaries (Camelus dromedarius) was associated with the
transportation of goods along multiple long-distance trade routes. This practice intended
to produce animals with the robustness of the Bactrian camel, the endurance of
dromedary, and the ability to tolerate sharply contrasting climatic conditions. Today,
hybridization facilitates improved milk and wool yield in hybrid Tulu or Nar camels
from Middle Eastern and Central Asian countries. This improvement in physical
performance and/ or other (behavioural) traits termed heterosis or hybrid vigour arises
from allelic interactions between parental genomes, potentially leading to increased
growth, productivity and fitness of the first generation (F1) hybrids. Hybrids of the
second generation (F2), which are crosses between F1 hybrids, in Old World camels are
usually not favoured because of a difficult character and weak progeny performance
(Faye and Konuspayeva 2012). In western regions of Turkey, a relished sport is camel
wrestling, where prized male Tulus compete against each other in heavily regulated
fights (Çakirlar and Berthon 2014, Manav et al. 2018).
The aim of our on-going study is to investigate modern and historical
hybridisation between dromedaries and Bactrian camels. Using modern DNA
sequencing (next generation sequencing) techniques we aim to trace the history of
hybridisation between these two species.
Modern and ancient Old World camel sample analysis. The samples of three
ancient specimens from a Roman archaeological site in Serbia, Viminacium, dated to
approximately late 3rd
or 4th
century CE (Vuković – Bogdanović et al. in preparation)
were prepared in a dedicated ancient DNA (aDNA) laboratory at the Paleogenetic Core
Facility, ArchaeoBioCenter, LMU Munich, following a range of standard contamination
precautions. All steps (bone cutting, surface removing, DNA extraction) were carried
out in separate rooms. DNA was extracted from bone material following the protocols
described in Rohland and Hofreiter (2007) and Rohland et al. (2010). The authentication
criteria for aDNA studies, such as multiple independent PCR amplification and parallel
extraction / PCR controls were performed. We screened twelve nuclear regions of
approximately 125 base pairs (bp) each, including diagnostic single nucleotide
polymorphisms (SNPs) differentiating between dromedary and Bactrian camels (Table 1;
Ruiz et al. 2015). We compared the samples with (i) modern Bactrian camel, (ii)
dromedary, and (iii) previously confirmed modern and historic F1 hybrids and F1
backcrosses (Galik et al. 2015).
157
Table 1. Diagnostic single nucleotide polymorphism loci to detect F1 hybrids and their
backcrosses between Bactrian camels and dromedaries (Ruiz et al. 2015).
Sample
ID
Location
HP20
6
HP28
8
HP37
9
HP40
5
HP42
9
HP45
8
HP50
1
HP59
7
HP63
3
HP93
0
HP264
*
HP90
0*
Genetic Status (G|C) (A|T) (A|G) (C|G) (C|A) (C|T) (T|A) (C|A) (C|G) (A|C) (C|T) (C|G)
Drom15
5
C.
dromedarius
Australia GG AA AA CC CC CC TT CC CC AA CC CC
Drom21
4
C.
dromedarius
Syria GG AA AA CC CC CC TT CC CC AA CC CC
Drom81
4
C.
dromedarius
Sudan GG AA AA CC CC CC TT CC CC AA CC CC
DC69 C. bactrianus Mongolia CC TT GG GG AA TT AA AA GG CC CT GC
DC158 C. bactrianus Austria CC TT GG GG AA TT AA AA GG CC TT GG
DC352 C. bactrianus Iran CC TT GG GG AA TT AA AA GG CC TT GG
Hyb55 F1 backcross Kazakhst
an
CC TT GA GG AA CT AA AA GG CC TT GG
Hyb56 F1 hybrid Kazakhst
an
GC TT GA GC AC CT TA AC GC AC TT GC
DC575 F1 backcross Kazakhst
an
CC TT GA GG CC TT AA AA GC CC CT GG
Ancient hybridisation between Bactrian camels and dromedaries.
The analysis of the twelve diagnostic SNP loci revealed that the ancient camel
samples from Roman Viminacium were F1 hybrids backcrossed with dromedary (n = 2)
and Bactrian camel (n = 1). Previous studies on one historic camel specimen from an
Austrian city close to the Danube, Tulln, likewise corresponded to the genetic profile of
a F1 hybrid (Galik et al. 2015). Our preliminary results thus provide evidence of ancient
hybridisation practices in Old World camels starting as early as or maybe even
predating Roman times (Vuković – Bogdanović et al. in preparation).
Our on-going project “Hidden hybrids” (PI: C. Çakirlar;
www.hybridcamels.com) currently investigates early hybridisation in Old World
camelids in Central Asia and Europe. The results of this project will be of considerable
importance not only for understanding the history of hybridisation but also for modern
crossbreeding of Bactrian camels and dromedaries for milk, meat and wool production,
as well as for the highly valued camel wrestling in Turkey.
158
REFERENCES
Çakırlar C, Berthon R (2014) Caravans, camel wrestling and cowrie shells: towards a
social zooarchaeology of camel hybridization in Anatolia and adjacent regions.
Anthropozoologica, 49/2:237-252.
Faye B, Konuspayeva G (2012) The Encounter between Bactrian and Dromedary
Camels in Central Asia. In: Knoll EM, Burger PA (eds.) Camels in Asia and North
Africa. Interdisciplinary perspectives on their significance in past and present. Austrian
Academy of Sciences, Vienna, pp 29–36.
Galik A, Mohandesan E, Schulz UM, Krenn M, Forstenpointner G, Burger PA (2015) A
sunken ship of the desert at the river Danube in Tulln, Austria. PLoS ONE 10:
e0121235
Manav S, Koç A, Çağli A, Yilmaz M (2018) Wrestling Camel Rearcin, Management,
Nutrition and Breeders Problems in Turkey. In: Sghiri A, Kichou F (Eds.) Proceeding of
rge 5th
Conference of the International Society of Camelid Research and Development
2018 “Recent advances in camelids biology, health and production”. Nov 12-15 2018,
Laâyoune, Morocco, p 483-485
Peters J, von den Driesch A (1997) The two-humped camel (Camelus bactrianus): New
light on its distribution, management and medical treatment in the past. J Zool, 242,
651-679
Prothero DR, Schoch RM (2002) Horns, Tusks and Flippers – The Evolution of Hoofed
Mammals. Johns Hopkins University Press, Baltimore, Maryland, pp. 45-55
Rohland N, Hofreiter M (2007) Comparison and optimization of ancient DNA
extraction. Biotechniques 42: 343-352.
Rohland N, Siedel H, Hofreiter M (2010) A rapid column-based ancient DNA
extraction method for increased sample throughput. Molecular Ecology Resources 10:
677-683.
Ruiz E, Mohandesan E, Fitak RR, Burger PA (2015) Diagnostic single nucleotide
polymorphism markers to identify hybridization between dromedary and Bactrian
camels. Conservation Genetic Resources, 7: 329-332
Uerpmann HP, Uerpmann M (2002) The Appearance of the Domestic Camel in
South-east Arabia. J Oman Stud, 12, 235-260
Uerpmann HP (2008) Animal Domestication. In: D.M. Pearsall (ed.), Encyclopedia of
Archaeology vol. 1, 434-445. New York, Academic Press.
159
Vuković – Bogdanović S, Mohandesan E, Burger PA, Peters J, Bogdanović I, Korać M
(in preparation) Hybrid Camels of the Roman world: aDna and stable isotope study of
Camel remains from the Roman city of Viminacium (Serbia).
160
GÜREŞ DEVELERİNDE
NEKROPSİ İLE TESPİT EDİLEN PARAZİTLER
SÜLEYMAN AYPAK1, METIN PEKAĞIRBAŞ
2, SELIN ÜNER
HACILARLIOĞLU3, ALI İBRAHIM BAĞDATLIOĞLU
4
Amaç: Yetiştirildiği yerlerde bölge kültürünün önemli bir parçası olan güreş develerinin çeşitli
nedenlerle kesime sevk edilenlerinde karkas ve tüm iç organların parazitolojik açıdan muayenesi ve
tespit edilen parazitlerle bu hayvanlarda epizootiyolojik bir durum tespiti yapılması amaçlanmıştır.
Materyal ve Metot: Çalışmanın materyalini hastalık, ileri yaş, nedeni bulunamamış performans
düşüklüğü gibi değişik sebeplerle mezbahada kesilen güreş develeri oluşturmuştur. Çalışma Kasım
2016-Ekim 2017 tarihleri arasında Aydın-Umurlu Uludağ Entegre Et Tesislerinde kesimi yapılan,
yaşları 5-20 arasında değişen 22 güreş devesinde gerçekleştirilmiştir. Kesim sonrası karkas ve tüm iç
organlar mezbahada ve Adnan Menderes Üniversitesi Veteriner Fakültesi Parazitoloji Anabilim Dalı
laboratuvarlarında incelenmiştir. Abomasum ve bağırsaklar dışındaki tüm iç organlar helmintlere ait
larva ya da erişkin dönemleri açısından mezbahada makroskobik olarak incelenmiş, her hangi bir
paraziter döneme rastlananlar sonraki incelemeler için laboratuvara getirilmiştir. Sindirim sistemine
ilişkin incelemeler için abomasum ve bağırsaklar içerikleri ile birlikte laboratuvara getirilerek
makroskobik ve mikroskobik incelemeleri uygun yöntemlerle burada tamamlanmıştır. Tespit edilen
parazitler, ölçüm ve görüntülemenin dijital olarak yapılabildiği bir mikroskopta ilgili literatürlerden
yararlanılarak teşhis edilmiştir.
Bulgular: Yapılan organ muayenelerinde 7’si akciğer, 3’ü karaciğer, 1’i akciğer karaciğer birlikte ve
1’i dalak yerleşimli olmak üzere toplam 12 (%54,5) devede hidatik kiste rastlanmıştır. Mide ve
bağırsaklarda yapılan incelemelerde ise 3 devenin ince bağırsaklarında Stilesia globipunctata (%6,6),
bir devede Nematodirus filicollis ve aynı devenin kalın bağırsaklarında Oesophagostomum venulosum
tespit edilmiştir. Bunlar dışında kalan organlarda her hangi bir helminte ait larva ya da erişkin döneme
rastlanmamıştır.
Sonuç: Sindirim sistemi ve ilişkili organlardaki helmintler açısından alınan sonuçlar güreş develerinde
yapılan dışkı bakısına dayalı önceki çalışmalara göre düşük çıkmıştır. Özellikle hastalık ya da
performans düşüklüğü olan develerde tüm ihtimalleri ortadan kaldırmak adına anti paraziter
uygulamaların yapılmasının bu sonuca neden olduğu ve durumun sahadaki gerçek tabloyu
yansıtmadığı düşünülmektedir. İncelemesi yapılan develerin yarısından fazlasında hidatik kiste
rastlanması dikkat çekicidir. Halk sağlığı açısından son derece önemli olan bu hastalığın develerdeki
yaygınlığı kesimlerin mutlaka mezbahalarda ya da Veteriner hekim kontrolünde yapılması
gerekliliğini ortaya çıkarmıştır.
Anahtar Kelimeler: Deve, Helmint, Hidatik kist, Türkiye
1
Adnan Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Parazitoloji Anabilim Dalı /AYDIN,
[email protected], Adnan Menderes University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of
Parasitology /AYDIN, [email protected] 2Adnan Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Parazitoloji Anabilim Dalı /AYDIN, Adnan Menderes
University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Parasitology /AYDIN, [email protected] 3 Adnan Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Parazitoloji Anabilim Dalı /AYDIN, Adnan Menderes
University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Parasitology /AYDIN 4 Uludağ Entegre Et Tesisleri Umurlu/AYDIN, Uludağ Integrated Meat Facilities Umurlu/AYDIN
161
PARASITES DETECTED WITH NECROPSY EXAMINATION
IN WRESTLING CAMELS
Aim: Wrestling camels comprise an essential part of the local culture of the region where they are
bred. The present study aims to carry out a parasitological examination and epizootiological
determination of the parasites that were detected by the parasitological examination in the carcasses
and internal organs of wrestling camels that were slaughtered due to miscellaneous reasons.
Material and Method: The material of the study comprised wrestling camels that were sent to the
slaughterhouse for various reasons including sickness, advanced age, and underperformance due to an
unknown cause. The present study used 22 wrestling camels of ages ranging between 5- to 20 years
and was conducted during November 2016 to October 2017 in the Aydın-Umurlu Uludağ Intagrated
Meat Facilities. After slaughtering, the carcasses and internal organs were analyzed in the
slaughterhouse and laboratories of the Parasitology Department of Adnan Menderes University. All
internal organs, except for abomasum and intestines, were macroscopically analyzed in the
slaughterhouse to determine whether any helminth larvae or adult helminths were present and those
that bore traces of a parasitic period were brought to the laboratory for further analysis. For the
examination of the digestive system, abomasa, and intestines, along with their contents, were brought
to the laboratory to perform macroscopic and microscopic analyses by following appropriate methods.
Using a microscope, which allows digital measurements and scanning, the detected parasites were
identified by referring to the relevant scientific literature.
Results: The analysis of the organs revealed hydatid cysts in 12 (54.5%) animals, which were
localized in the lungs of 7 animals, livers of 3 animals, both in the lung and liver of 1 animal and in the
spleen of another animal. By examining the stomachs and intestines of the animals, Stilesia
globipunctata was detected in the small intestines of 3 camels (6.6%), while Nematodirus filicollis was
detected in the small intestine of 1 animal, and Oesophagostomum venulosum was detected in the large
intestine of the same animal. No helminth larvae or adult helminths were observed in other organs.
Conclusion: The results obtained for the helminths detected in the digestive system and related organs
were lower than those reported in previous studies, which conducted fecal analyses. The lower results
obtained in the study were attributed to the use of anti-parasitic treatments to eliminate all possibilities
of disease or underperformance and may not realistically reflect the conditions in the field. The
presence of hydatid cysts in over fifty percent of the examined camels is noteworthy. As a disease of
great importance for public health, its prevalence in camels brings forth the absolute requirement for
slaughtering animals in slaughterhouses or under the control of a veterinary physician.
Key Words: Camel, Helmint, Hydatid cyst, Turkey
GİRİŞ
Erkek develerin çiftleşme dönemlerinde değişen hormonları gereği birbirlerine karşı
gösterdikleri rekabetçi ve mücadeleci davranışlar halk arasında güreşe benzetilmiştir. Deve
sahiplerine de yansıyan bu rekabet zamanla her yıl düzenlenen festival şeklindeki
organizasyonlara dönüşmüş ve gelenekselleşmiştir. Tarihi 15. yüzyıla kadar giden deve
güreşleri Türkiye’de halen sürdürülmektedir (Aypak ve ark. 2013). Başta Ege bölgesi olmak
üzere Marmara ve Akdeniz bölgelerinin belirli bölümlerinde yer alan 100’e yakın yerleşmede
Aralık ayında başlayıp Mart ortalarına kadar devam eden güreşler her yıl düzenlenmektedir
(Çalışkan, 2016). Taşıma ve ulaşım amacıyla kullanımı da düşünüldüğünde insanlarla ilişkisi
çok eski zamanlara dayanmasına rağmen bu hayvanların hastalıklarına ilişkin bilimsel
162
çalışmalar son derece azdır. Hemen her türlü hayvan yetiştiriciliğinin sorunu olabilen
paraziter hastalıklarla ilgili çalışmalar da dışkı bakısına dayalı tespitlerle sınırlı kalmıştır
(Eren ve ark. 2003, Çırak ve ark. 2011, Aypak ve ark. 2013).
Canlı hayvanlarda dışkıda bulunabilecek helmint yumurtaları ve larvaları ile sindirim
sistemi ve ilişkili organlarda yaşayan parazitlerin belli bir seviyede teşhisleri
yapılabilmektedir. Bu doğrultuda Türkiye’de gerçekleştirilen son çalışmada (Aypak ve ark.
2013) dışkı kültivasyonu da yapılarak parazitler ağırlıklı olarak cins düzeyinde teşhisleri
yapılmıştır. Çoğu ilk kez bildirilen bu parazitlerle güreş develeri parazit faunasına ciddi bir
katkı da sağlanmıştır. Bu çalışmada develerin % 74’ü (81/109) bir ya da daha fazla parazitle
enfekte bulunmuş olup; Trichostrongylus spp. Ostertagia spp., Haemonchus spp.,
Nematodirus spp., Chabertia ovina, Oesophagostomum spp., Trichuris spp., Capillaria spp.,
Cooperia spp., Cooperia oncophora, Fasciola spp., Dicrocoelium spp., Paramphistomum spp.
Dictyocaulus viviparus, Eimeria cameli, Eimeria spp., oranlarında bildirilmiştir. Ancak
nekropsi teknikleri ile yapılan organ muayeneleri; hem cestodların larva dönemlerini, hem
sindirim sistemi ile ilişkili olmayan organlardaki parazitleri hem de tüm bulunan parazitleri
morfolojik olarak incelemeye ve tür düzeyinde teşhis yapmaya imkan tanıdığı için daha
değerlidir.
Bu çalışmayla güreş develerinin çeşitli nedenlerle kesime sevk edilenlerinde karkas
ve tüm iç organların parazitolojik açıdan muayenesi ve tespit edilen parazitlerle bu
hayvanlarda epizootiyolojik bir durum tespiti yapılması amaçlanmıştır.
MATERYAL VE METOT
Çalışmanın materyalini hastalık, ileri yaş, nedeni bulunamamış performans
düşüklüğü gibi değişik sebeplerle mezbahada kesilen güreş develeri oluşturmuştur. Çalışma
Kasım 2016-Ekim 2017 tarihleri arasında Aydın-Umurlu Uludağ Entegre Et Tesislerinde
kesimi yapılan, yaşları 5-20 arasında değişen 22 güreş devesinde gerçekleştirilmiştir.
Kesim sonrası karkas ve tüm iç organlar mezbahada ve Adnan Menderes Üniversitesi
Veteriner Fakültesi Parazitoloji Anabilim Dalı laboratuvarlarında incelenmiştir. Abomasum
ve bağırsaklar dışındaki tüm iç organlar helmintlere ait larva ya da erişkin dönemleri
açısından mezbahada makroskobik olarak incelenmiş, her hangi bir paraziter döneme
rastlananlar sonraki incelemeler için laboratuvara getirilmiştir.
Sindirim sistemine ilişkin incelemeler için Abomasum, ince ve kalın bağırsaklar bitiş
ve başlangıç noktalarına çift ligatür konularak içerikleri ile birlikte laboratuvara
getirilmişlerdir. Bu bölümlerde bulunan mezenteryum ve yağ dokuları uzaklaştırıldıktan sonra
küvet içinde boydan boya açılarak önce makroskobik incelemeleri yapılmış ve tespit edilen
parazitler toplanmıştır. Daha sonra içerik hafif akan bir su altında uygun gözenekli bir elek
içinde yıkanmış ve elek üzerinde kalan kısım mikroskop incelemesi için başka bir kaba
alınmıştır. Toplanan bu içerik az miktarlarda petri kaplarına aktarılarak sterio mikroskopta
incelemeleri yapılmıştır. Görülen parazitler içerikten alınarak fizyolojik tuzlu su içinde ön
temizliği yapılmış ve detaylı incelemeleri yapılana kadar kaynama derecesine yakın %70’lik
etil alkolde tespit edilip saklanmışlardır. Teşhis edildikleri dönemde şeffaflandırma amacıyla
Laktofenol solüsyonunda bekletilip lam lamel arasında incelenmişlerdir (Şenlik 2006). Teşhis;
163
ölçüm ve görüntülemenin dijital olarak yapılabildiği bir mikroskopta (Olympus BX51,
Olympus DP70) ilgili literatürlerden yararlanılarak yapılmıştır (Soulsby 1986, Güralp 1981,
Toparlak 2000, Tınar 2006).
BULGULAR
Nekropsisi yapılan 22 devenin 13’ünde (%59) en az bir helmint enfeksiyonu
görülmüştür. Yapılan organ muayenelerinde 7’si akciğer, 3’ü karaciğer, 1’i akciğer karaciğer
birlikte ve 1’i dalak yerleşimli olmak üzere toplam 12 (%54,5) devede hidatik kiste
rastlanmıştır. Mide ve bağırsaklarda yapılan incelemelerde ise 3 devenin ince bağırsaklarında
Stilesia globipunctata (%6,6), bir devede Nematodirus filicollis ve aynı devenin kalın
bağırsaklarında Oesophagostomum venulosum tespit edilmiştir. Bunlar dışında kalan
organlarda her hangi bir helminte ait larva ya da erişkin döneme rastlanmamıştır.
TARTIŞMA VE SONUÇ
Canlı hayvanlarda parazit varlığının tespiti ya da yoğunluğunu gösterebilen yumurta,
larva, antikor bakıları, parazit yükünü her zaman tam olarak göstermeyebilir. Gerek ölen
gerekse bilimsel çalışmalarda öldürülen hayvanlarda paraziter enfeksiyonlar nekropsi ile
kesin olarak teşhis edilebilir. İlgili organlarda parazitin kendisinin ya da larvasının,
makroskobik ya da mikroskobik olarak tespiti onun varlığını ve yoğunluğunu gösterebilecek
en net yöntemdir. Bu çalışmada da bu metot kullanılarak dışkı bakısıyla görmenin mümkün
olmadığı hidatik kistler, teşhislerini çok daha rahat ve doğru yapabildiğimiz cestod ve
nematodlar bulunmuştur.
Araştırmada akciğer, karaciğer ve dalak yerleşimli ve yaklaşık her iki deveden
birinde rastlanılan hidatik kistler, yaygınlıkları ile oldukça dikkat çekicidir. Türkiye’de
yapılan bir çalışmada (Eren ve ark. 2003) kesilen 6 deveden ikisinde hidatik kiste rastlandığı
bildirilmiştir. Deve sayısının çok daha fazla olduğu ülkelerde de hidatidozun varlığı
bildirilmektedir. Bu sonuçlara göre İran’da % 7,45-70 (Sazmand ve Joachim 2017),
Umman’da % 5,3 (Al Kitani ve ark. 2013), Mısır’da % 2,53 (Haridy ve ark. 2006), Suudi
Arabistan’da % 6,86 (Toulah ve ark. 2013), Ürdün’de % 8,8 (Al-Yaman ve ark. 1985),
Kenya’da % 6.94 (Mbaya ve ark. 2014) oranlarında bildirimlere rastlanmıştır. Dünyada
insanlarda hidatidosis; özellikle Güney Amerika, Akdeniz kıyıları, Doğu Avrupa, Yakın ve
Orta Doğu'da, Doğu Afrika'da, Orta Asya'da, Çin'de ve Rusya'da kırsal kesimde yaşayan
toplumlarda oldukça endemiktir (Brunetti ve ark. 2010). Türkiye’de son konak ve ara
konaklarda varlığı bilinen bu parazitin (Boğa ve Aypak) develerde %54,5 oranında izlenmesi
hastalığın deve kaynaklı olarak da yüksek bulaşma riski olduğunu göstermektedir.
Yapılan araştırmada üç devede tespit edilen S. globipunctata Türkiye’de koyun ve
keçilerde varlığı bilinen bir parazittir (Gökçen ve Adanır 2013). İran’da en yaygın görülen
cestodlardan biri olarak bildirilmektedir (Sazmand ve Joachim 2017). Türkiye’nin sınır
komşusu olan İran’dan çokça deve getiriliyor olmasının da bunda etkisi olabileceği
düşünülmektedir. Dünyada develerde yapılan çalışmalarda; Etiyopya (Bekele 2002) ve
Pakistan’dan (Anwar ve Hayat 1999) sırasıyla % 19 ve % 5,5 oranlarında bildirilmişler.
Develerde ayrıca S. vittata türü de bulunabilmektedir (El Bihari 1985, Aypak 2007).
Suriye’de yapılan bir çalışmada (Kassouha 2016) S. globipunctata ve S. vittata’ya birlikte
164
rastlanmıştır. Stilesia globipunctata bulunduğu ruminantta neden olduğu enteritise bağlı
olarak özellikle genç hayvanlarda gelişme geriliklerine neden olabilmektedir. Ayrıca parazitin
aktif olarak ince bağırsağı delme yeteneği bulunduğundan, bu tür septik peritonitise ve bağlı
olarak ölümlere neden olabilmektedir (Gökçen ve Adanır 2013).
Bir devede tespit ettiğimiz Nematodirus filicollis’e Mısır’da da develerde rastlanmış
(Abd El-Wahed 2005) ayrıca aynı çalışmada N. battus ve N. spathiger türleri de bildirilmiştir.
Suriye’de yapılan bir çalışmada (Kassouha 2011) N. oiratianus en yaygın türlerden biri olarak
(% 57) görülürken N. helventianus ve N.dromedarii türleri de tespit edilmiştir. Suudi
Arabistan (Banaja ve Ghandour 1994) ve Hindistan’da (Parsani ve Momin 2008) deve
parazitlerine yönelik yapılan review tarzı makalelerde bu parazitler Nematodirus spp. olarak
belirtilirken, İran’da (Sazmand ve Joachim 2017) N. oiratianus, N. abnormalis, N. dromedarii,
N. helvetianus, N. mauritanicus ve N. spathiger türlerinin varlığı değişik araştırmacılara atfen
bildirilmiştir. Nematodirus mauretanicus ve N. dromedarii develere özgü olup bugüne kadar
başka ruminantlardan bildirilmemiştir. Bunların dışındaki Nematodiruslar diğer ruminantlarda
da gözlenmiştir (Aypak 2007). Türkiye’de N. spathiger, N. filicollis, N. helvetianus, N.
abnormalis ruminantlarda, N. lanceolatus koyun ve keçilerde tespit edilmiştir (Umur ve ark.
2006, ). Türkiye’de develerde yapılan çalışmalarda Çırak ve ark. (2011) 10 deveden birinde,
Aypak ve ark. (2013) 109 deveden dördünde Nematodirus spp. yumurtalarına rastlamışlardır.
Nematodirus filicollis larvalarının yumurtayı terk etme süresi nispeten uzun olduğundan
parazit için daha elverişli koşullar sağlayan ilkbahar aylarında pik yapma şansı azalır ve
dolayısıyla patojenitesi diğer türlere göre daha düşüktür. Gelişme dönemlerinde bağırsak
mukozası ve villuslarda yaptığı patojenite parazit sayısına bağlı olarak değişir. Yoğun
enfeksiyonlarda gelişen enterit çeşitli verim kayıplarından ölüme kadar gidebilen farklı klinik
tablolara neden olabilir (Umur ve ark. 2006).
Nematodirus filicollis bulunan devenin kalın bağırsaklarında Oesophagostomum
venulosum tespit edilmiştir. Bu parazit Pakistan’da develerde yapılan bir çalışmada (Anwar ve
Hayat 1999) %2,5 oranında görülmüştür. Suudi Arabistan’da (El Bihari 1985)
Oesophagostomum spp., İran’da (Sazmand ve Joachim 2017) O. venulosum ve O. radiatum
türlerinin varlığı çeşitli literatürlere atfen bildirilmiştir. Türkiye’de Aypak ve ark. (2013)
güreş develerinde dışkıdan yumurta kültivasyonu sonucu Oesophagostomum’u cins
düzeyinde %4,5 oranında tespit etmişlerdir. Türkiye’de O. columbianum ve O. venulosum’un
ruminantlarda, O. radiatum’un sığır ve mandalarda varlığı bilinmektedir. Parazitin son
konakta geçen larva, erişkin ve nodül dönemlerinin tamamında patojen etkilerinden
bahsedilebilir. Gerek larva gerekse erişkin dönemleri kanla beslenirler. Bu duruma bağlı
bağırsak duvarı ödemleri, kanamalar, protein kayıpları ve bunları takip eden pek çok klinik
tablo özellikle ilk kez bu enfeksiyonla karşılaşmış hayvanlarda dikkat çekicidir. Tekrarlayan
enfeksiyonlarda karşılaşılan nodül tablosu, enfeksiyonun yoğunluğuna bağlı olarak ciddi
emilim bozukluklarına neden olabilir. Nodülün peritona doğru yırtılması halinde ise
peritonitis ve ölüm şekillenebilir (Umur ve ark. 2006).
Türkiye’de güreş develerinde dışkı bakısına dayalı yapılmış çalışmalara göre
gastro-intestinal helmint oranı Eren ve ark. (2003) tarafından %44, Aypak ve ark. (2013)
tarafından %74 olarak bildirilmiştir. Bu çalışmada gastro-intestinal helmint varlığı %14’lük
oranla öncekilere göre çok daha düşük bulunmuştur. Nedeni anlaşılamamış hastalık ya da
165
performans düşüklüğü durumundaki hayvanlara pek çok tedavi yanında antiparaziterlerin de
uygulanmasının mevcut parazitleri ortadan kaldırmış olabileceği düşünülmektedir. Yanı sıra
önceki çalışmalarda güreş develerinde tespit edilen yüksek paraziteminin, hayvan sahipleri ve
veteriner hekimlerde bir farkındalık oluşturma ihtimali de bulunmaktadır.
Develerde bulunan parazitlerin meydana getirdiği zararlara ilişkin çalışma oldukça az
sayıdadır. Bu hayvanlarda bulunan parazitler genellikle ruminantlarla ortak olduğu için
parazitlerin neden olduğu patojeniteler ve bağlı olarak meydana gelen verim kayıpları diğer
ruminantlarda yapılan çalışmalara bakılarak tahmin edilmektedir. Özellikle güreş develerinin
performansına etkisi araştırmaya açık bir konudur.
Türkiye’de deve yetiştiriciliği ağırlıklı olarak Ege, Akdeniz ve Marmara
Bölgelerinde yapılmaktadır. Etinden faydalanmak bu hayvanların asıl yetiştirme amacı
olmamakla birlikte kesildiklerinde etleri tüketime sunulmaktadır. Uygunsuz kesim yerlerinde
özellikle hidatik kist gibi tehlikeli larva dönemlerinin köpeklere ulaşması ciddi halk sağlığı
sorunlarına yol açabilir. Zoonoz enfeksiyonlar arasında önemli bir yeri olan hidatidozisin
develerdeki bu yaygınlığı, bu hayvanların da mutlaka mezbaha koşullarında ya da veteriner
hekim gözetiminde kesilmesi gerekliliğini vurgulamıştır.
166
KAYNAKÇA
Abd El-Wahed MM. Incidence of Nematodirus species and their differentiation through the
infective third stage larvae among Egyptian camels. J Egypt Soc Parasitol. Aug;35(2):447-50,
2005.
Al Kitani FA, Al Riyami S, Al Yahyai S, Al Rawahi AH, Al Maawali M, Hussain MH.
Abattoir based surveillance of cystic echinococcosis (CE) in the Sultanate of Oman during
2010-2013. Vet Parasitol. 2015 Jul 30;211(3-4):208-15, 2015.
Al-Yaman FM, Assaf L, Hailat N, Abdel-Hafez SK. Prevalence of hydatidosis in slaughtered
animals from North Jordan. Ann Trop Med Parasitol. 1985 Oct;79(5):501-6, 1985.
Anwar, M., Hayat, C.S. Gastrointestinal parasitic fauna of camel (Camelus dromedarius)
slaughtered at Faisalabad abattoir [Pakistan] [1999]. Pakistan Journal of Biological Sciences,
2 (1): 209-210, 1999.
Aypak S, Eren H, Bakırcı S, Uner S, Sımsek E, Boga B, Guler AG, Unlu AH. “Parasites
Detected by Examination of Fecal Samples in Wrestling Camels” Kafkas Univ Vet Fak Derg;
19 (3): 371-374, 2013.
Aypak S. “Develerin Helmint Enfeksiyonları “ Türkiye Parazitol Derg, 31 (3): 225-228,
( 2007).
Banaja, A.A. & Ghandour, A.M. A review of parasites of camels in Saudi Arabia. Journal of
King Saoud University. Science 6: 75–86, 1994.
Bekele T. Epidemiological studies on gastrointestinal helminths of dromedary (Camelus
dromedarius) in semi-arid lands of eastern Ethiopia. Vet Parasitol. 2002 Apr
30;105(2):139-52, 2002.
Boğa Kuru B, Aypak S, Aysul N. “Aydın Yöresindeki Köpeklerde Echinococcus granulosus
Yaygınlığının Polimeraz Zincir Reaksiyonu İle Belirlenmesi” Türkiye Parazitol Derg, 37:
78-83, 2013.
Brunetti E, Kern P, Vuitton D. (Writing Panel for the WHO-IWGE). Expert consensus for the
diagnosis and treatment of cystic and alveolar echinococcosis in humans. Acta Trop.
2010;114: 1–16, 2010.
Cirak VY, Senlik B, Gulegen E: Gastroıntestınal parasıtes of camels (Camelus dromedarius)
from turkey and effıcacy of doramectın against trıchostrongyles. J Camel Pract Res, 18 (2):
283-285, 2011.
Çalışkan V. Bir Dünya Kültür Mirası: Anadolu Devecilik Kültürü ve Deve Güreşleri.
İncirliova Belediyesi Kültür Yayınları, Ankara, Pozitif Matbaa P: 4,5, 2016.
167
Çalışkan V. Bir Dünya Kültür Mirası: Anadolu Devecilik Kültürü ve Deve Güreşleri.
İncirliova Belediyesi Kültür Yayınları, Ankara, Pozitif Matbaa P: 4,5, 2016.
El Bihari S. Helminths of the camel: A review. May 1 British Veterinary Journal
141(3):315-326, 1985.
Eren H, Aypak S, Selek N. “Aydın Yöresinde Deve (Camelus dromedurius)’ler de Dışkı
Bakılarına Göre Saptanan Parazitler” YYÜ Vet Fak Derg, 14 (1): 59-60 (2003).
Eren H, Aypak S, Selek N. “Aydın Yöresinde Deve (Camelus dromedurius)’ler de Dışkı
Bakılarına Göre Saptanan Parazitler” YYÜ Vet Fak Derg, 14 (1): 59-60, 2003.
Gökçen A. ve Adanır R. “Stilesiasis ve Thysanieziais”, Koyun ve Keçilerde Parazit
Hastalıkları, Veteriner Hekimliğinde Parazit Hastalıkları, Pp: 907. Ed: Özcel MA., Yukarı BA.
Türkiye Parazitoloji Derneği Yayın No: 24, Meta Basım, İzmir (2013).
Guralp N (1981). Helmintoloji, 2nd edn., Ankara Universitesi Printing Office, Ankara, 1981.
Haridy FM, Ibrahim BB, Elshazly AM, Awad SE, Sultan DM, El-Sherbini GT, Morsy TA.
Hydatidosis granulosus in Egyptian slaughtered animals in the years 2000-2005. J Egypt Soc
Parasitol. 2006 Dec;36(3):1087-100, .(Abst.), 2006.
Kassouha M. Prevalence Of Gastro-Intestinal Helminthes of Camels In Syria. Thesis. Faculty
of veterinary Medicine, Hama university, Hama, Syria, 2011.
Kassouha MA. Prevalence Of Gastro-Intestinal Helminthes of Camels In Syria. Thesis. Syrian
Arab Republic Al-Baath University Faculty of Veterinary Medicine Department of
Microbiology. 2011.
Mbaya H, Magambo J, Njenga S, Zeyhle E, Mbae C, Mulinge E, Wassermann M, Kern P,
Romig T. Echinococcus spp. in central Kenya: a different story. Parasitol Res. 2014
Oct;113(10):3789-94. doi: 10.1007/s00436-014-4045-z. Epub 2014 Jul 24, 2014.
Parsani HR, Momin RR, “Common parasitic diseases of camel,” Veterinary World, vol. 1, no.
10, pp. 317–318, 2008.
Sazmand A, Joachim A. Parasitic diseases of camels in Iran (1931-2017) - a literature review.
Parasite. 2017;24:21, 2017.
Soulsby EJL. Helminths, Arthropods and Protozoa of Domesticated Animals. 7nd ed. London:
Bailliere Tindall; 1986.
Şenlik B. Teşhis Yöntemleri. Ed: Tınar R. Helmintoloji. Nobel Yayın No: 965, Ankara p:
463-535, . 2006..
Tınar R. Ed. Helmintoloji. 1. Baskı.Ankara: Nobel Yayın Dağıtım; 2006.
168
Toparlak M, Tüzer E. Veteriner Helmintoloji. İstanbul: İ.Ü. Veteriner Fakültesi Masa üstü
Yayımcılık Ünitesi; 2000.
Toulah FH, El Shafei AA, Alsolami MN. Prevalence of hydatidosis among slaughtered
animals in Jeddah, Kingdom of Saudi Arabia. J Egypt Soc Parasitol. 2012
Dec;42(3):563-72.(Abst.) 2012.
Umur Ş, Köroğlu E, Güçlü F, Tınar R. Nematoda. In: Tınar R, ed. Helmintoloji. 1. Baskı.
Ankara: Nobel Yayın Dağı tım; p.1-102, 2006.
169
TEK HÖRGÜÇLÜ DEVELERDE (CAMELUS DROMEDARIUS) KENE
KÖKENLİ ZOONOTİK BAKTERİLERİN VARLIĞININ ARAŞTIRILMASI
UĞUR PARIN1, GÖKSEL ERBAŞ
2, ŞÜKRÜ KIRKAN
3,
SERAP SAVAŞAN4, HAFIZE TUĞBA YÜKSEL
5
Özet
Çalışmamızda, deve kanı örneklerinde kene kökenli zoonotik bakterilerin varlığı PCR metodu
kullanılarak araştırıldı. Araştırmamızda Ege bölgesinin batısında bulunan, anamnezinde kene
enfestasyonu görülen tek hörgüçlü develerden Kasım 2015 ve Haziran 2016 tarihleri arasında
alınan 50 adet kan örneği kullanıldı. Develer için patojen Borrelia burgdorferi, C. burnetii ve
Rickettsiae spp. varlığı alınan kan örneklerinde araştırıldı. C. burnetii için tek PCR ve
Rickettsiae spp. ile Borrelia burgdorferi için multipleks PCR uygulandı. PCR işlemi sonucunda,
50 adet kan örneğinin % 4’ünden C. burnetii identifiye edildi. Örneklerde Borrelia burgdorferi
ve Rickettsiae spp. varlığına rastlanılmadı. Yapılan bu araştırma sonucunda kene kökenli
zoonotik patojenlerin ülkemizde bulunan deve popülasyonu açısından risk oluşturabileceği
görülmektedir. Bu sebeple develer üzerine mikrobiyolojik araştırmaların artırılması önem arz
etmektedir.
Anahtar Kelimeler: Tek hörgüçlü deve, Kene kökenli zoonotik hastalıklar, bakteri, PCR
MOLECULAR IDENTIFICATION OF TICK-BORNE ZOONOTIC BACTERIA IN
ONE HUMPED CAMELS (CAMELUS DROMEDARIUS)
Abstract
In this study, the presences of tick-borne zoonotic bacteria (Borrelia sp., Coxiella burnetii, and
Rickettsiae sp.) in camel blood samples were examined using by PCR. A total of 50 blood
samples were collected from one humped dromedary camels found in western side of Aegean
region between November 2015 and June 2016 which had tick infestation in their anamnesis.
Three pathogens for camels, Borrelia burgdorferi, C. burnetii and Rickettsiae spp. of were
detected in camel blood samples. A single PCR was performed for the C. burnetii and multiplex
PCR was applied for the Rickettsiae spp. and Borrelia burgdorferi. At the end of PCR study, C.
burnetii was identified at the rate of 4% out of 50 blood samples. Borrelia burgdorferi and
Rickettsiae spp. was not detected from all blood samples. This results show that tick-borne
zoonotic pathogens may come up with risk factors for Camelus dromedarius population. For
this reason, it is important to increase microbiological studies for Camelus dromedarius
populations.
Keywords: Camelus dromedarius, Tick-borne zoonotic diseases, bacteria, PCR
1Doktor Öğrt. Üyesi, Adnan Menderes Üniversitesi,Veteriner Fakültesi,Mikrobiyoloji Anabilim
Dalı,Işıklı, Aydın, Türkiye 2Doktor Öğrt. Üyesi, Adnan Menderes Üniversitesi,Veteriner Fakültesi,Mikrobiyoloji Anabilim
Dalı,Işıklı, Aydın, Türkiye, [email protected] 3 Prof. Dr. Adnan Menderes Üniversitesi,Veteriner Fakültesi,Mikrobiyoloji Anabilim Dalı,Işıklı, Aydın,
Türkiye 4 Doç. Dr. Adnan Menderes Üniversitesi,Veteriner Fakültesi,Mikrobiyoloji Anabilim Dalı,Işıklı, Aydın,
Türkiye 5 Arş. Gör. Adnan Menderes Üniversitesi,Veteriner Fakültesi,Mikrobiyoloji Anabilim Dalı,Işıklı, Aydın,
Türkiye
170
GİRİŞ
Develer tarihte ulaşım, yük, binek, savaş, gıda ve spor amacı ile insanlığa hizmet
etmiştir. Devenin M.Ö. 300 yıllarında Anadolu'ya yayıldığına inanılmaktadır. Deve,
özellikle Cumhuriyet Dönemi'nden sonra hızlanan endüstriyel süreçte ülkemizde son
derece azalmıştır. Bu azalma 1950'li yıllarda endüstrileşme ve motorizasyon ile
hızlanmıştır. Günümüzde ülkemizde yetiştirilen develerin çok az bir kısmı Antalya,
Mersin ve Muğla illerinde göçer halde yaşayan Yörüklerimiz tarafından yük hayvanı
olarak kullanılmaktadır. Develerin geri kalan çok büyük bir kısmı ise Ege Bölgesi’nde
deve güreşleri amacıyla yetiştirilmektedir. Deve güreşlerinin Türk Tarihi’nde en az
4.000 yıllık geçmişi olduğu, Hakasya Cumhuriyeti'nde, Sulekskaya yakınlarında
bulunan 4.000 yıllık taş bir tılsım üzerindeki çizimden belgelenmiştir. Bunun yanı sıra
yine 2.500 yıllık bronz levhalara kazılmış deve güreşi çizimleri de bulunmaktadır. Bazı
deve güreşleri ise minyatür ve karakalem çizim şeklinde günümüze ulaşmıştır. Yılda
yaklaşık 70 yerleşim yerinde deve güreşleri yüksek derecede katılım oranlarıyla
organize edilmektedir. Güreşlerden elde edilen gelir, okul, cami, sağlık ocağı yapımı ve
restorasyonu için hayır kurumlarına bağışlanmaktadır (Azrug ve ark., 2011).
2015 yılı Aralık ayı itibariyle TÜİK verilerine göre Türkiye’de 1543 deve
bulunmaktadır. İl sıralaması olarak Aydın’da 516, Çanakkale’de 230, İzmir’de ise 203
adet devenin bulunduğu bildirilmiştir (TUİK, 2015).
Araştırmamızda kene kaynaklı hastalıklardan olan Riketsiozis, Borreliozis ve Q
Fever infeksiyonlarının varlığının Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PCR) ile develerde
ortaya konması amaçlanmıştır.
MATERYAL VE METOT
Araştırma materyali olarak Aydın ili ve çevresinde bulunan erkek develerden
tekniğine uygun olarak alınan 50 adet tam kan örneği Adnan Menderes Üniversitesi
Veteriner Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı rutin teşhis laboratuarına soğuk
zincirde getirilmiştir.
DNA Ekstraksiyonu
Ekstraksiyon için DNA ekstraksiyon kiti kullanılmıştır. Kan örnekleri,
ekstraksiyondan önce proteinaz K enzimi ile 1 saat muamele edilmiş ve daha sonra
örneklerden, genomik DNA’nın izolasyonu için dizayn edilmiş DNA ekstraksiyon kiti
(Fermentas®) kullanılarak DNA ekstraksiyonları gerçekleştirilmiştir. Ekstraksiyon
prosedürleri, üretici firmanın önerdiği şekilde uygulanmıştır.
Primerler
Çalışmanın tür spesifik primerlerin dizaynında C. burnetii, Rickettsiae türleri ve
Borrelia türlerine spesifik nükleotid sekansları kullanılmıştır. Araştırmada kullanılan
171
primerler, nükleotid sekansları, primer çifti ve primer çiftleri tarafından oluşturulan
DNA ürünleri çizelge 1’ de verilmiştir.
Çizelge 1. PCR amplifikasyonlarında kullanılan primer çiftleri ve beklenen
amplifikasyon boyutları
Araştırmamızda C. burnetii türünün identifikasyonu için PCR reaksiyonlarında
hazırlanan mastermiksler bir örnek için 50 µl toplam hacimde 5 µl 10x PCR buffer, 5 μl
25 mM MgCl2, 250 μM dNTP, 2 U Taq DNA polimeraz, 1 μM primer, 5 μl template
DNA (200 ng) olacak şekilde hazırlandı.
Mastermiks hazırlandıktan sonra 0,2 µL’lik tüpler, örnek adedi kadar
numaralandırılıp, içlerine 45’er µl hazırlanılan mastermiksden ilave edildi.
Daha sonra, ekstraksiyonu yapılan DNA’lardan 5’şer µl alınıp, ilgili tüplerin içerine
eklendi ve ağızları sıkıca kapatıldı.
Hazırlanan tüpler daha sonra termal döngüleme cihazlarına yüklenip, programlandı
ve touchdown PCR işlemi gerçekleştirildi (Çizelge 2).
Basamak Döngü
Sıcaklık Süresi
Bakteriy
el Tür
Hede
f Gen
Prime
r İsmi Primer Sekansı 5’-3’
Hedeflenen Bölge
(bp)
C.
burnetii
htpA
B
Trans
1
TAT GTA TCC ACC GTA
GCC AGT C 687
Trans
2
CCC AAC AAC ACC TCC
TTA TTC
SFG
Rickettsiae
omp
A
Rr190
.70p
ATG GCG AAT ATT TCT
CCA AAA 532
Rr190
.602n
AGT GCA GCA TTC GCT
CCC CCT
B.
burgdorferi
sensu
lato
5S-2
3S rRNA
23SN
2
ACC ATA GAC TCT TAT
TAC TTT GAC CA 491
5SCB GAG AGT AGG TTA TTG
CCA GGG
172
Sayısı
Denatürasyo
n 1 94°C 30 s
Bağlanma
66±61°C 1 dk
Uzama
72°C 1 dk
Denatürasyo
n 40 94°C 30 s
Bağlanma
61°C 30 s
Uzama
72°C 1 dk
Bekletme 1 4°C ∞ dk
Çizelge 2. Coxiella burnetii PCR işlemine ait ısıl döngü ve süre diyagramı
Rickettsiae spp., Borrelia spp. ve B. burgdorferi sensu lato türlerinin
identifikasyonu için multipleks PCR reaksiyonlarında hazırlanan mastermiksler bir
örnek için 50 µl toplam hacimde 5 µl 10x PCR buffer, 0.2 mM dNTP, 2 mM MgCl2, 1
μM primer, 1.5 U Taq DNA polimeraz 2 μl template DNA (200 ng) olacak şekilde
gerçekleştirildi (Çizelge 3).
Basamak
Döngü
Sayısı Sıcaklık Süresi
Denatürasyo
n 1 94°C 30 s
Bağlanma
66±61°C 1 dk
Uzama
72°C 1 dk
Denatürasyo
n 40 94°C 30 s
Bağlanma
61°C 30 s
Uzama
72°C 1 dk
Bekletme 1 4°C ∞ dk
173
Çizelge 3. Rickettsiae spp. ve Borrelia spp. PCR işlemine ait ısıl döngü ve süre
diyagramı
Görüntüleme ve değerlendirme
PCR işleminden sonra ürünler ethidium bromide ile boyanmış ve daha sonra 80 V
luk elektroforezde 60 dk. % 1.5’luk agaroz jelde yürütülmüştür. Elde edilen görüntüler
UV ışıkta görüntülenmiştir.
BULGULAR
Araştırmamızda kene enfestasyonu bulunan erkek develerden toplanan 50 adet kan
örneği incelenmiştir. Kan örneklerinden DNA ekstraksiyonları yapılmış ve daha sonra
PCR işlemlerine geçilmiştir. PCR işlemlerindeki bağlanma dereceleri arasındaki
farklılıklardan dolayı yapılan çalışmalar basamaklandırılmıştır.
C. burnetii için yapılan PCR sonucunda 50 örneğin 2’sinde 687 bp uzunluğunda
bantlar görülmüştür. Kan örneklerinin % 4’ünde C. burnetii pozitifliği saptanmıştır.
Rickettsiae spp. ve Borrelia spp. varlığı için yapılan multipleks PCR sonucunda,
Borrelia burgdorferi ve Rickettsiae spp. varlığına ise rastlanmamıştır.
Araştırmamız sonucunda kene enfestasyonu bulunan erkek develerden alınan 50
adet kan örneklerinden elde edilen DNA’larla yapılan PCR çalışmaları sonucunda % 4
C. burnetii pozitifliği saptanmıştır (Şekil 1 ).
Şekil 1. Coxiella burnetii Elektroforez Jel Görüntüsü 1: Marker, 2: Pozitif kontrol,
3-6-7: Negatif örnek, 4-5: Pozitif örnek, 8: Negatif kontrol
TARTIŞMA VE SONUÇ
174
Ülkemizin bulunduğu coğrafya ve iklim koşulları dikkate alındığında, sınırlarımız
içerisinde çeşitli keneler varlıklarını sürdürmektedirler. Özellikle araştırmamızın
materyalini oluşturan develerde de keneler yaşam sikluslarının bir bölümünü
tamamlamaktadırlar. Ayrıca Hyalomma sp. keneler için develer doğal konakçı
konumundadır. Bu süreç içerisinde de develerin kene kökenli bakteriyel zoonoz
infeksiyonların taşıyıcılığını yapabileceği ve çeşitli yollarla insanlara bulaştırabileceği
değerlendirilmektedir (Kırkan ve ark., 2017).
Dünyada çok fazla kene türü görülmesine rağmen, doğal Coxiella burnetii
infeksiyonunun ve insanlara bulaşmasının oranının düşük olduğu görülmektedir.
Coxiella burnetii Avrupa’da da birkaç kene türünden izole edilmiştir (Fard ve ark.,
2012).
Araştırmamızda ülkemizin batı bölgelerinden toplanan deve kan örnekleri
kullanılmış ve PCR ile develerde % 4 oranında Coxiella burnetii varlığı bulunmuştur.
Ülkemiz açısından daha önce bu verilerle ilgili bir çalışmaya rastlanmamıştır.
C. burnetii etkeni develerde daha önce Suudi Arabistan ve İran’da dışkı, idrar süt
ve kan örneklerinden PCR ile tanımlanmıştır (Hussein ve ark., 2015; Pirouz ve ark.,
2015). Söz konusu çalışmalarda % 20-30 gibi yüksek oranlarda elde edilmiş,
çalışmamızla kıyaslandığı zaman deve populasyonunun yoğunluğunun fazla ve hijyenik
kalitenin kötü olması dolayısıyla oransal farkın meydana geldiği değerlendirilmiştir.
Ülkemizde yetiştiriciliği yapılan güreş develeri ise bireysel olarak beslenmektedir,
ayrıca hayvan sahiplerinden alınan anamnez ve hayvanın genel muayenesi sonucu
hijyen prosedürlerine önem verildiği saptanmıştır. Hayvandan hayvana hastalık geçişi
bu anlamda elimine edilmiş, develeri infeste eden kenelerin aynı zamanda Coxiellosis
hastalığını bulaştırabileceği kanısına varılmıştır.
Daha önceki çalışmalarda (Pirouz ve ark., 2015) Coxiellosis açısından seropozitif
hayvanların klinik belirti göstermediği, dişi hayvanlarda sporadik abortus vakalarının
olabileceği bildirilmiştir. Çalışmamızda ise PCR işlemi sonucu Coxiellosis açısından
pozitif çıkan hayvanlarda genel muayene sonucunda pnömoni ve kardiak aritmi tanısı
konulmuş, klinik bulgulara ve kandan izolasyonun pozitif olmasına göre Coxiellosis
hastalığının akut dönemde PCR ile saptanabildiği kanısına varılmıştır.
Develerde Coxiellosis, Suudi Arabistan, İran ve Afganistan’da genellikle 7
yaşından büyük hayvanlarda saptanmıştır (Pirouz ve ark., 2015; Mohammed ve ark.,
2014 Hussein ve ark., 2015). Araştırmamızda incelenen develerde yaş aralığı göz önüne
alındığı zaman Coxiellosis açısından pozitif olarak belirlenen hayvanlarının yaşının 9 ve
10 olduğu belirlenmiş, ergin hayvanların akut infeksiyona daha duyarlı olduğu çalışma
verilerimizle desteklenmiştir.
Ülkemizdeki kene populasyonu yoğunluğu göz önünde bulundurulduğunda, kene
kaynaklı bakteriyel zoonozların önemi ve bu hastalıkların teşhisine yönelik yöntemlerin
175
saha koşullarına adaptasyonu da önem kazanmaktadır. Konvansiyonel metotlara ilave
olarak hızlı ve güvenli olan yöntemlerin geliştirilmesi, hastalıkların kısa sürede tespit
edilmesini sağlayacak, hem de erken teşhis sonucu yapılacak tedavi ve proflaksi
önlemleri ile ülke ekonomisine katkı sağlanmış olacaktır. Ayrıca kene kaynaklı
bakteriyel zoonozların bulaşması da engellenerek toplum sağlığı da korunmuş olacaktır.
Sonuç olarak ülkemizde, özellikle Ege Bölgesi’nde yetiştiriciliği yapılan develerde
zoonotik önemi olan Coxiellosis hastalığın yayılmasının önlenmesi açısından kene
kontrolü mücadelesinin önem arz ettiği görülmektedir. Ayrıca agroturizm açısından da
kendine yer bulan deve yetiştiriciliğinde kene kökenli hastalıkların yayılmasını
engellemek için gerekli önlemlerin alınması tavsiye edilmektedir.
176
KAYNAKÇA
Azrug AF and Burgu A (2011). General Overview of Camel Parasites and the Situation
in Turkey. Turkey Parasitology Journal 35:57-60.
Fard SR, Fathi S, Asl EN and Nazhad HA (2012). Hard ticks on onehumped camel
(Camelus dromedarius) and their seasonal population dynamics in southeast, Iran.
Tropical Animal Health and Production 44:197–200.
Hussein MF, Alshaikh MA, Al-Jumaah RS, GarelNabi A, Al-Khalifa I and Mohammed,
OB (2015). The Arabian camel (Camelus dromedarius) as a major reservoir of Q fever
in Saudi Arabia. Comparative Clinical Pathology 24:887–892.
Kırkan Ş, Erbaş G and Parın U (2017). Bacterial Tick-Borne Diseases of Livestock
Animals. In: Livestock Science, Eds., Sekkin S. 1st Edn., InTech Open, Serbia. pp 110.
Mohammed OB, Jarelnabi AA, Aljumaah RS, Alshaikh MA, Bakhiet AO, Omer SA,
Alagaili AN and Hussein MF (2014). Coxiella burnetii, the causative agent of Q fever
in Saudi Arabia: molecular detection from camel and other domestic livestock. Asian
Pacific Journal of Tropical Medicine 7(9):715-719.
Pirouz HJ, Mohammadi G, Mehrzad J, Azizzadeh M and Shirazi MHN (2015).
Seroepidemiology of Q fever in one-humped camel population in northeast Iran.
Tropical Animal Health and Production 47:1293–1298.
Turkish Statistical Institute. Turkey in Statistics. 2015.
http://ec.europa.eu/eurostat/documents/7330775/7339623. 17 Mar 2017.
177
FEN VE SAĞLIK BİLİMLERİ POSTER BİLDİRİ
178
DEVE SÜTÜ: BİLEŞİMİ, GENEL ÖZELLİKLERİ, ANTİALERJENİK
ÖZELLİKLERİ VE SAĞLIK FAYDALARI
SELDA BULCA1, EDA SARIKOÇ
2, SEZGİN DİZDAR
3
Öz
Dünya Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından yayınlanan son istatistiklere göre, dünyadaki
toplam deve sayısının 28 milyon dolayında olduğu ve en fazla deve bulunan ülkenin Somali
olduğu bildirilmiştir.
Develer sadece ulaşım, spor yarışları, güreş için değil aynı zamanda sütü ve eti için de
yetiştirilmektedir. Diğer büyükbaş hayvanlarla karşılaştırıldığında, deve sütünün yüksek oranda
lizozim, laktoferrin ve immünoglobülinler gibi antimikrobiyel maddeleri içerdiği saptanmıştır.
Bu da deve sütünün mikrobiyel bulaşmalara karşı oldukça dayanıklı olduğunu göstermiştir.
Bunların yanı sıra deve sütü, diğer geviş getiren hayvan sütlerinde de bulunan bir serum proteini
olan β-laktoglobulini içermemesinden dolayı inek sütü alerjisi olan çocuklar ve bebekler
tarafından tüketimi için alternatif bir protein kaynağı olarak kullanılabilmektedir. Bunun yanı
sıra deve sütünün yüksek oranda doymamış yağ asitleri de içerdiği saptanmıştır.
Ayrıca, antikanserojen, antidiyabetik, antioksidan, antimikrobiyal, hepatoprotektif etkilere de
sahiptir. Deve sütünün laktoferrin, lizozim, Ig ve Vit C içeriği biyolojik ve terapötik etkileri
yönünden merkezi bir öneme sahiptir. Bilinen bu etkileri ile deve sütü her geçen gün önemli bir
popülarite kazanmaktadır.
Son yıllarda, deve sütünün farklı alanlarda kullanımı giderek önem kazanmaktadır. Bunlardan
birisi terapötik özelliğinden dolayı kanser, diyabet ve hipertansiyon gibi bazı hastalıkların
tedavisinde takviye olarak kullanılmasıdır. Bu derlemede deve sütünün bileşimi, ısıl işlemin
teknolojik özellikleri üzerine olan etkileri, antialerjenik özellikleri ve insan sağlığına olan
etkilerine yer verilecektir.
Anahtar kelimeler: Deve sütü, antimikrobiyal etki, terapötik özellikler, antialerjenik özellik
CAMEL MILK: GENERAL PROPERTIES, ANTI-ALERGENIC PROPERTIES AND
HEALTH BENEFITS
Abstract
According to recent statistics published by the World Food and Agriculture Organization (FAO),
the total number of camels in the world is around 28 million, with the largest number of camel
countries reported to be Somalia.
Camels are not only used for transportation, sporting events, wrestling but also for production of
milk and meat. Compared with other bovine animals, it has been found that camel milk contains
highly antimicrobial substances such as lysozyme, lactoferrin and immunoglobulins. This
suggests that camel milk is quite resistant to microbial contamination. In addition, camel milk is
considered an alternative protein source for consumption by children and infants with cow's
1 Adnan Menderes Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü, AYDIN/TÜRKİYE
[email protected] 2 Adnan Menderes Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü, AYDIN/TÜRKİYE
3 Adnan Menderes Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü, AYDIN/TÜRKİYE
179
milk allergies since it does not contain β-lactoglobulin, a serum protein found in other ruminant
animal milks. Camel milk also contains highly unsaturated fatty acids.
In addition, camel milk has anticarcinogenic, antidiabetic, antioxidant, antimicrobial,
hepatoprotective effects. Lactoferrin, lysozyme, Ig and Vit C content of camel milk has a
centralized point for biological and therapeutic effects. With these effects, the camel's milk
gains a great popularity every day.
In recent years, the use of camel in different areas has become increasingly importantance. One
of them it is used as a supplement in the treatment of certain diseases such as cancer, diabetes
and hypertension due to its therapeutic properties. In this review, the composition of the camel,
the effects on the technological properties of heat treatment, antiallergic properties and effects
on human health will be mentioned.
Keywords: Camel milk, antimicrobial effect, therapeutic effect, antiallergenic property
GİRİŞ
Develer çöl iklimi gibi sert koşullara oldukça iyi bir adaptasyon göstermekle
beraber günlerce susuz kalabilme özelliğine sahip hayvanlardır. Bundan dolayı develer
dünyanın pek çok kurak ve yarı kurak bölgelerinde yetiştirilmekte ve sütünden dolayı
insan diyetinin önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Hem et kalitesi hem de çok değerli
esansiyel besin ögelerini içermesinden dolayı deve sütü, son yıllarda sağlık alanında
yoğun olarak kullanılmaktadır. Günümüzde deve yetiştiriciliğine bağlı olarak deve sütü
üretimi ülkemizde özellikle deve güreşlerinin yapıldığı Çanakkale-Antalya arasında
kalan kıyı bölgelerde yaygınlaşmaya başlamıştır. Günümüzde deve sütüyle ilgili çoğu
bilimsel çalışmalar genellikle deve yetiştiriciliğinin yoğun olarak yapıldığı ülkelerde
özellikle Afrika ve Arap ülkelerinde başlıca olmak üzere Kenya ve Somali'de artış
göstermiştir.
Bu derlemede öncelikle deve sütünün bileşimi, ısıl işlemin teknolojik
özellikleri üzerine olan etkileri, antialerjenik özellikleri ve insan sağlığına olan
etkilerine yer verilecektir.
Deve sütünün bileşimi
Deve sütünün rengi opak beyaz, tadı hafif ekşi, bazen tuzlu ve keskin olup inek
sütünün tadına alışkın olanlarca pek benimsenmez (Yagil, 2000). Deve sütünün
bileşimine laktasyon, yem, hastalık ve su tüketimi ile deve türü ve ırkı etki etmektedir.
Yeni sağılmış deve sütünün pH’sı 6.5-6.7 arasında olup koyun sütüne yakın bir
değerdedir. Elamin ve Wilcox, (1992)'de deve sütünün bileşiminin ırk ve genetik
faktörlere bağlı olarak değiştiğini belirtirken bileşiminin de şu şekilde farklılık
gösterdiğini rapor etmişlerdir: % 2,9-5,5 yağ, % 2,5-4,5 protein, % 2,9-5,8 laktoz, %
0,35-0,90 kül, % 86,3-88,5 su ve %8,9-14,3 yağsız kuru madde içerir. Deve sütü inek
sütü ile karşılaştırıldığında protein oranında benzerlik olmasına rağmen, laktoz miktarı
düşük ve yüksek oranda orta zincirli yağ asitleri kompozisyonuna sahiptir (Gorban ve
Izzeldin, 1999). Ruegg ve Farah (1991)'e göre inek sütüyle karşılaştırıldığında deve
sütünde bulunan yağ globüllerinin dağılımında benzerlik olduğu saptanmıştır. İnek
sütüyle karşılaştırıldığında Dromedary (tek hörgüçlü) deve sütü düşük oranda kısa
180
zincirli yağ asitleri (Abu-Lehia, 1989) içermekle beraber, karoten konsantrasyonunun
düşük olduğu tespit edilmiştir (Stahl ve ark., 2006).
Deve sütü proteinlerinin dağılımı inek sütüne göre farklılık göstermektedir.
Deve sütü yüksek oranda β-kazein (%65 vs. %34 inek) fraksiyonu içerirken, αs1-kazein
(%22 vs. %45 inek) ve κ-kazein (%3 vs. %10–12 inek) konsantrasyonları düşük oranda
bulunmaktadır (Farrell ve ark., 2004).
Ayrıca inek sütü kazeinlerinin deve sütüne göre tripsin enzimiyle
parçalanmaya karşı daha hassas olduğu tespit edilirken, buna karşılık deve sütü
kazeinlerinin kimotripsin enzimiyle daha kolay parçalanabilme özelliğine sahip olduğu
saptanmıştır (Salami ve ark., 2008).
Deve sütünde tekli ve çoklu doymamış yağ asitleri, serum albümini, laktoferrin,
immunoglobulinler, vitamin C, lizozim, mangan ve demir, insülin hormonu içeriğinin
yüksek olduğu belirtilmiştir (Konuspayeva et al., 2009; Gorban and İzzeldin, 1999).
Ohri ve Joshi, (1961) tarafından yapılmış çalışmalarda deve sütü 30°C de 3
saat beklettikten sonra pH'sının 5.8'e düştüğü, 8 saatlik bekletme sonucunda sonra 5.8'de
kaldığı (Lakosa ve Shokin, 1964) ve bunun da deve sütünde yüksek konsantrasyonda
bulunan lizozim, laktoferrin, immunoglobulinler gibi antimikrobiyel maddelerden
kaynaklandığını belirtmişlerdir (Benkerroum, 2008).
Isıl işlemlerin deve sütü bileşenleri üzerine olan etkileri
Deve sütü hem taze hem de fermente süt ürünü olarak da tüketilebilmektedir.
Sütü mikrobiyal gelişmeye karşı korumak için uygulanan pastörizasyon ve sterilizasyon
işlemleri deve sütü üretiminde bilinmemektedir. Bundan dolayı deve sütünün ısı
stabilitesi hakkındaki veriler çok azdır. Birleşik Arap Emirlikleri’nde ticari olarak
pastörize ve aromalı deve sütü üretiminin sınırlı olduğu görülmektedir (Hashim et al.,
2009).
Tüketicinin beğeneceği deve sütü yoğurdu üretimi süt üreticisi için karlı
olabilmeli ve deve sütü fazlalığı kullanımını mümkün kılmalıdır. Farah et al. (1990)
tarafından yapılan bir çalışmada deve sütü, 63, 80 ve 90 °C'de 30 dakikalık ısıl işlem
sonrasında toplam protein, kazein olmayan azot ve protein olmayan azot
konsantrasyonlarını tespit etmişlerdir. Isı stabilitesi konusunda yapılan çalışmalarda
deve sütünün ısıya karşı inek sütüne göre daha stabil olduğu tespit edilmiştir (El-Agamy,
2000; Farah et al., 1990). Al-Saleh, (1996), Farah ve Atkins, (1992) deve sütünün ısı
stabilitesinin protein konsantrasyonuna bağlı olduğunu saptamışlardır. Ayrıca deve
sütünün 140 °C den itibaren inek sütüne göre κ-kazein ve β-laktoglobulin
fraksiyonlarının yokluğu veya yetersizliği nedeniyle daha stabil olduğu tespit edilmiştir.
Üre veya formaldehit ilavesinin deve sütünün ısı stabilitesi üzerine etkili olmadığı
(Metwalli, Ibrahim, & Hassanein, 2000) ve deve sütü serum proteinlerinin inek veya
manda sütü serum proteinlerine göre ısıya karşı daha stabil olduğu tespit edilmiştir.
Deve sütünün 80°C de 30 dakikalık ısıl işlem sonucunda denatürasyonunun 32-35%
arasında iken bu denatürasyon oranının inek sütü serum proteinlerinin denatürasyonuna
göre daha düşük olduğu saptanmıştır.
181
Deve sütünün anti-alerjenik özellikleri
Alerji bir aşırı duyarlılık reaksiyonudur. Bazı maddelere duyarlı insanlarda
hastalık etkisi yaratan proteinler içeren gıda maddelerine ve gıda katkılarına gıda
alerjenleri denilmektedir.
Alerji olgusu, yeni doğan bebeklerin ilk 6 aydan önceki dönemlerinde sık
olmakta, bebeklerdeki bu duyarlılık doğumu takip eden ilk üç gün içerisinde verilen
anne sütünden kaynaklanmaktadır (Kavas, 2006).
İnek sütü alerjisi genellikle insan hayatının ilk yılında görülmektedir.
Annelerin bebeklerini emzirememesi ve inek sütünün bebeklerde alerjik reaksiyonlara
sebep olması durumunda protein kaynakları olarak soya, hidrolize proteinler veya keçi
sütü kullanılabilmektedir. Ancak, tüm bu diyetetik solüsyonların da riskli veya
polialerjik özellikler gösterebileceği de göz önünde bulundurulmalıdır (Khan ve Sahih,
1974, Yagil 1982).
Deve sütü kolostrumu normal sütten yüksek serum proteinleri, esas olarak yeni
doğan bebeğin immun sistemini koruyan immunoglobulin G (IgG)'yi içermektedir.
Deve kolostrumu IgG'ü esas olarak 3 alt bölümden IgG1, IgG2 ve IgG3 (Azwai ve ark.,
1996) ve 2. alt sınıfı içeren moleküler ağırlığı 42 ve 45 kDa olan bileşenlerden
oluşmaktadır (Hamers-Casterman ve ark., 1993). Bu uzun zincirli antikorlar çeşitli
biyolojik proseslere müdahale ederler.
Bazı çocuklarda bu alerjik durumlar hayatları boyunca devam etmektedir. Deve
sütü alerjisi insidansının farklı ülkelerde çocuklarda yapılan çalışmaların %
0,3-0,75'inde görüldüğü saptanmıştır (Dean, 1995; Motrich ve ark., 2003). Bu
tahminlerdeki aralık, teşhis kriterleri ırk, test edilen hastaların yaşı, bebek besleme türü,
olduğu gibi gözlemlerin süresini de kapsamaktadır (Taylor, 1986).
İnsan sütü kazeini süt proteini alerjisinin başlıca etmenleri arasında görülen
αs1-kazein fraksiyonu içermemekle birlikte, β-kazein fraksiyonunca zengindir (Hinz ve
ark., 2012). Bu durumun aksine, inek ve manda sütündeki kazein fraksiyonlarının
yaklaşık %3,4-30,2’sini αs1-kazein fraksiyonu oluşturmaktadır.
İnek sütü alerjisi sütteki proteinlere karşı vücudumuzun bağışıklık sisteminin
duyarlılığıdır. Araştırmalarda, 15 aydan daha küçük çocuklarda gıdaya bağlı alerjilerin
toplamının %12,6'sını süt alerjileri meydana getirmektedir. Bu alerjiler "İnek Sütü
Alerjisi" olarak bilinmekte ve anne sütü ile beslenen bebeklerin %1, yetişkinlerin
ise %0,1'inde görülmektedir. Bu tip alerjilerin genel populasyonda görülme sıklığı
ise; %0,3 ile %7,5 arasında değişiklik göstermekte olup söz konusu çocukların %22,9
ile %24'ünde görülmektedir.
Yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı, inek sütü protein alerjisi görülen
çocuklarda farklı süt çeşitlerinin verilmesine yönelik eğilimler başlamıştır. Deve sütü de
β-laktoglobulin içermemesi ve ruminant sütlerindekine benzer süt proteini özelliklerini
göstermesi nedeniyle anne sütü yerine kullanılabilecek bir süt çeşididir. Deve sütünün
bir diğer anti-alerjik faktörü ise insan sütününkine benzer çocukları alerjik
reaksiyonlardan koruyan ve gıda intoleranslarını sınırlayabilen immunoglobulinleri de
içermesidir. El-Hatmi ve ark., (2007) inek ve manda sütü ile karşılaştırdığında, deve
182
sütünün lizozim, laktoferrin ve immünoglobulin gibi antimikrobiyal bileşenlerinin daha
yüksek oranlarda olduğunu ifade etmişlerdir.
Deve sütünün insan sağlığı üzerine olan etkileri
Deve sütünün 5000 yıldan beri insan sağlığına olan yararlı etkilerinden dolayı
Asya ve Afrika’da kullanıldığı bilinmektedir. Bundan dolayı deve sütü sadece bir gıda
olarak değil ayrıca bir ilaç gibi insanlar tarafından tüketilmektedir. Geçmişte deve
sütünün Rusya’da tüberküloz ve diğer akciğer hastalıklarının tedavisinde kullanıldığı
bilinmektedir. Ayrıca Hindistan’da da tüberküloz, anemi, ödem gibi çeşitli hastalıkların
tedavisinde kullanılmış olup, (Agrawal ve ark., 2005; Kaskous, 2016) uzun vadeli
glisemik kontrolü geliştirmiş ve tip-1 diyabet hastalarında insülin dozunu azalttığı rapor
edilmiştir. Ayrıca, deve sütü, sedef hastalığının tedavisinde, bağışıklık sistemini
güçlendirmek, kansere yakalanma riskini azaltmak, kanser hücrelerinin büyümesini
azaltmak, kolesterol düzeylerini düşürmek ve otizm tedavisinde de kullanılmıştır
(Kaskous, 2016). Ayrıca, deve sütünün mide ve bağırsak hastalıkları ile gıda alerjisinde
kullanılmasının yararlı olduğu saptanmıştır. Bunların yanı sıra deve sütünün antioksidan
özellikte olduğu ve otistik davranışlarda iyileştirme sağlamasından dolayı otizm
spektrumu taşıyan kişilerin tedavisinde kullanıldığı saptanmıştır (Ayadhi ve Elamin,
2013).
İnek veya koyun sütüyle karşılaştırıldığında deve sütünün en önemli
özelliklerinden biri de deve sütünün protein profiline bağlı olarak alerjik proteinleri
içermemesidir (Kappeler, 1998). Bu da deve sütü üretimine olan talebin artmasına ve
deve sütü üreten çiftliklerin sayısının gün geçtikçe artmasına neden olmuştur.
SONUÇ
Çetin iklim koşullarına özellikle susuzluğa oldukça dayanıklı hayvanlar olarak
bilinen develer, günümüzde daha çok etinden ve sütünden yararlanılmasından dolayı
yetiştirilmektedir. Son yıllarda özellikle deve sütü diğer sütlerle karşılaştırıldığında
bileşimindeki bazı farklılıklardan dolayı oldukça popüler bir besin haline gelmiştir.
Deve sütü üretiminin ve yetiştiriciliğinin genellikle Afrika ülkelerinde yaygın olarak
yapılmasından dolayı bu sütün üretimi yanında yapılan bilimsel çalışmaların da
genellikle bu ülkelerde yapıldığı saptanmıştır. Deve sütü bileşiminde düşük miktarda
β–kazein ve β–laktoglobulin bulunması onun hipoalerjik etki göstermesine neden
olmuştur. Ayrıca deve sütünün yüksek oranda içerdiği doymamış yağ asitleri beslenme
açısından önemli olduğu da vurgulanmıştır.
Bu kadar değerli bir ürün olan deve sütü ve deve sütü ürünlerinin deve
yetiştiriciliğinin yoğun olarak yapıldığı ülkelerde market raflarında yer almasından
dolayı ülkemizde de yetiştiriciliğe bağlı olarak üretimin artırılması gerekmektedir.
Deve sütü konusunda yapılmış bilimsel çalışmalarda bu sütün teknolojik olarak
kullanımının yanı sıra, çeşitli hastalıklara karşı iyileştirici etkisinin olmasından dolayı
kullanımının da arttığı tespit edilmiştir. Ülkemizde yapılan sınırlı sayıda da olsa Ege,
Akdeniz bölgelerinde deve yetiştiriciliği yapılmaktadır.
183
KAYNAKLAR
Abu-Lehia IH. Physical and chemical characteristics of camel milk fat and its fractions.
Food Chemistry 1989, 34: 261-271
Agrawal RP, Beniwal R., Sharma S, Kochar DK, Tuteja FC, Ghorui SK. Effect of raw
camel milk in type 1 diabetic patients: 1 year randomised study. Journal of Camel
Practice and Research 2005, 12: 27-31
Al-Saleh AA. Heat coagulation of camel milk. Journal of King Saud University, 1996, 8:
107-117
Ayadhi LY, Elamin NE. Camel Milk as a Potential Therapy as an Antioxidant in
Autism Spectrum Disorder (ASD). Evidence-Based Complementary and Alternative
Medicine 2013, 34: 275-293
Azwai SM, Carter SD, Woldehiwet K. Immunoglobulins of camel (Camelus
dromedarius) colostrums. Journal of Comparative Pathology 1996, 114: 273–282
Benkerroum N. Antimicrobial activity of lysozyme with special relevance to milk.
African Journal of Biotechnology 2008, 7 (25): 4856-4867
Dean T. Cow’s milk allergy: therapeutic options and Immunological aspects. European
Journal of Clinical Nutrition 1995, 49 (Suppl. 1), S19–S25
El-Agamy EI. Effect of heat treatment on camel milk proteins with respect to
antimicrobial factors: a comparison with cows’ and buffalo milk proteins. Food
Chemistry 2000, 68: 227-232
Elamin FM, Wilcox CJ. Milk Composition of Majaheim Camels. Journal of Dairy
Science 1992, 75(11): 3155–3157
El-Hatmi H, Girardet M, Gaillard JL, Yahyaoui MH, Attia H. Characterisation of whey
proteins of camel (Camelus dromedarius) milk and colostrum. Small Ruminant
Research 2007, 70: 267–271
Farah Z, Atkins D. Heat coagulation of camel milk. Journal of Dairy Research 1992, 59:
229-231
Farah Z, Streiff T, Bachmann, MR. Preparation and consumer acceptability tests of
fermented camel milk in Kenya. Journal of Dairy Research, 1990, 57: 281-283
Farrell HM, Jimenez-Flores R; Block CT, Brown EM, Buttler JE, Creamer LK, Hicks
CL, Holler CM, Nig-Kwai-Hang KF, Swaisgood HE. Nomenclature of the proteins
of cow’s milk-Six revision Journal of Dairy Science 2004, 87: 1641–1674.
Gorban AMS, Izzeldin OM. Study on cholesteryl ester fatty acids in camel and cow
milk lipid. International Journal of Food Science and Technology 1999, 34: 229-234
184
Hamers-Casterman C, Atarhouch T, Muyldermans S, Robinson G, Hamers C, Songa
EB, Bendahman B, Hamers R. Naturally occurring antibodies devoid of light chains.
Nature 1993, 363: 446–448
Hashim IB, Khalil AH, Habib H. Quality and acceptability of a set-type yogurt made
from camel milk 2009, 92 (3): 857–862
Hinz K, O’Connor PM, Huppertz T, Ross RP, Kelly A. Comparison of the principal
proteins in bovine, caprine, buffalo, equine and camel milk. Journal of Dairy
Research 2012, 79: 185–191
Kappeler, S. Compositional and structural analysis of camel milk proteins with
emphasis on protective proteins. 1998, Ph.D. Thesis, Swiss Federal Institute of
Technology, ETH, Zurich, Switzerland.
Kaskous S. Importance of camel milk for human health. Emirates Journal of Food and
Agriculture 2016, 28(3): 158-163
Kavas G. Kefirs manufactured from camel (camelus dramedarius) milk and cow milk:
Comparison of some chemical and microbial properties. Italian Journal of Food
Science 2006, 27(3): 357-365
Khan MM, Sahih al-Bukhari. Translation of the Meanings of the Koran. Saudi Arabia:
1974, Al-Medina Islamic University
Konuspayeva G., Faye B., Loiseau G. The composition of camel milk: A meta-analysis
of the literature data. J. Food Comp. Anal. 2009, 22: 95-10
Lakosa A, Shokin A. Milk production. Kolov, Moscow: Camel Science Technical
Agricultural Publication 1964, 113-120
Metwalli AAM, Ibrahim FS, Hassanein KA. Heat coagulation of camel milk. In
Proceedings of the ADSA. Baltimore, MD, USA: American Dairy Science
Association, 2000
Motrich RD, Gottero C, Rezzonico C, Rezzonico C, Riera CM, Rivero, V., Cow’s milk
stimulated lymphocyte proliferation and TNF alpha secretion in hypersensitivity to
cow’s milk protein. Clinical Immunology 2003, 109 (2): 203–211
Ohri SP, Joshi BK. Composition of camel milk. Indian Veterinary Journal 1961, 38:
514-516
Ruegg MW, Farah Z. Melting curves of camel milk fat. Milchwissenschaft 1991, 46:
361-362
Salami M, Yousefi R; Ehsani MZ, Dalgalarrado M, Chobert JM, Haertle T, Razavi SH,
Saboury AA, Niasari-Nasiaji A, Moosavi-Movahadi A. Kinetic characterization of
hydrolysis of camel and bovine milk proteins by pancreatic enzymes. International
Dairy Journal 2008, 18: 1097–1102
185
Stahl T, Sallmann HP, Duehlmeier R, Wernery U. Selected vitamins and fatty acid
patterns in dromedary milk and colostrums. Journal of Camel Practice and Research
2006, 13: 53-57
Taylor SL. Immunologic and allergic properties of cow’s milk proteins in humans.
Journal of Food Protection 1986, 49 (3): 239–250
Yagil R. Camels and camel milk. FAO Animal Production and Health. Paper No. 26.
Food and Agriculture Organization, 1982, Rome, Italy
Yagil R. Lactation in the desert camel (Camelus dromedarius). In: Selected topics on
camelids, Eds. Gahlot F.K., J. Singh. The camel publishers, Bikaner, India, 2000,
61-73
186
AYDIN BÖLGESINDEKI DEVE DOĞUMLARI VE YENIDOĞAN
EĞERLENDIRMESI:ÖN BULGULAR
GÜNEŞ ERDOĞAN1, TUĞRA AKKUŞ
2, HASAN ERDOĞAN
3
Sunulan çalışmada Aydın bölgesinde yetiştirilen develerin doğum kayıtlarının
alınması ve yenidoğanların iyilik halinin saptanması amaçlandı. Çalışmada doğum
tipinin (normal / güç doğum) değerlendirilmesinde anamnez bilgileri ve klinik bulgular
kullanıldı. Yavruların iyilik halinin tespiti için modifiye apgar skoru ile vital /
hematolojik bulgular değerlendirildi. Ek olarak, epidermal membranın bağlanma
derecesi ve meme arama / emme davranışları kaydedildi. Çalışmanın ilk yılında
yardımsız vajinal doğum ile 3 sağlıklı yavru doğdu. Üç yavrudan alınan apgar skorunun
10 olduğu ve epidermal membranın vücut ağırlığı daha yüksek yavrularda kalın yapıda
olduğu görüldü. Yavrulara resüsitasyon işlemi uygulanmadı, ilk 30 dk. içinde ayağa
kalkıp, 60 dk. içinde de meme emmeye başladıkları görüldü. Yavru zarlarının atılımı 1
saat içerisinde tamamlandı. Doğumu izleyen 72 saat içerisinde herhangi bir
komplikasyonla karşılaşılmadı.
Sunulan çalışma ülkemizdeki develerden alınan doğum kayıtları ve yenidoğan
bulgularını içeren ilk araştırmadır. İlerleyen süreçte kayıt sayısının arttırılması ile
çalışma sonuçlarının zenginleştirilmesi planlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Deve, doğum, yenidoğan, apgar skoru
CAMEL PARTURITIONS IN AYDIN PROVINCE AND NEONATAL
ASSESSMENT: PRELIMINARY RESULTS
In the present study, it was aimed to take birth record of the camels breeding in
Aydin province and assessment of neonatal wellness. Anamnesis and clinical findings
were used for parturition types (normal / dystocia) in study. Modified apgar scores and
vital / haemotologic findings were assessed for detecting of neonatal health condition.
Additionally, epidermal membrane attachment level and the teat seeking / sucking
activities were recorded. Three healthy calves were born with vaginal delivery without
assistance in the first year of study. It was seen that 10 apgar scores were in all three
calves, and thick epidermal membrane were in calves having higher birth weights. No
resusitation was performed in calves, it was observed that they stood up in first 30, and
started sucking within 60 minutes. Expulsion of fetal membranes were completed within
a hour. There was no complication during 72 hours after delivery. This is the first study
which is involving camel birth records of and neonatal findings in Turkey. It have been
planned that the broading of study’s results by increasing of records in future.
1 Prof. Dr., Adnan Menderes Üniversitesi Veteriner Fakültesi,Doğum ve Jinekoloji AD Öğretim Üyesi
2 Araş. Gör., Harran Üniversitesi, Veterinerlik Fakültesi
3 Dr. Öğretim Üyesi, Adnan Menderes Üniversitesi Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı
Işıklı Aydın
187
This is the first study which is involving camel birth records of and neonatal findings in
Turkey. It have been planned that the broading of study’s results by increasing of
records in future.
Keywords: Camel, parturition, newborn, apgar score.
188
DEVELERİN DERİ LEZYONLARINDA DERMATOFİT ETKENLERİNİN
ARAŞTIRILMASI
HASAN ERDOĞAN1, UĞUR PARIN
2,
HAFIZE TUĞBA YÜKSEL3 KEREM URAL
4 ŞÜKRÜ KIRKAN
Bu çalışmada Aydın bölgesinde bulunan dişi ve erkek develerde gözlemlenen
dermatofitlerin izolasyonu değerlendirildiği araştırmanın ön bulguları sunuldu.
Bu amaçla, klinik olarak dermotofitozis lezyonlarına sahip 2 dişi 4 erkek deveden alınan
deri kazıntılarının DTM ve SDA besi yerlerinde yapılan izolasyonları değerlendirildi.
DTM besi yerinde incelenen 6 deveden 2’sinde herhangi bir üreme olmadığı, diğer 4
örnekte ise Trichophyton (T.) metangrophytes ürediği bir devede ise T. Metangrophytes
ile T. Rubrum’ un varlığı tespit edildi. Aynı örneklerin SDA besi yerindeki
değerlendirilmelerinde ise bir örnekte patojen olmayan Mucor sp., bir örnekte T.
Metangrophytes, 4 örnekte ise Aspergillus (A.) niger, A. fumigatus, ve Penicillium sp.
türlerinin ürediği belirlendi.
Anahtar Sözcükler: Deve, T. Metangrophytes, T. Rubrum, dermatofitozis
INVESTIGATION ON DERMATOPHITIC AGENTS IN SKIN LESION OF
CAMELS
In this study, it was aimed to determine the dermatophtosis of camels in Aydın region.
For this purpose, isolations of 2 female and 4 male camels with dermatophytosis lesions
with DTM and SDA mediums were evaluated. In DTM medium there was any
identification in 2 out of 6 samples, Trichophyton (T.) metangrophytes and T. Rubrum
were found in 4 samples. Whereas in SDA medium non pathogen Mucor sp., T.
Metangrophytes were detected in two samples. Aspergillus (A.) niger, A. fumigatus, ve
Penicillium sp. were detected in 4 other samples. As a result, it is thought that this study,
in which the preliminary findings are evaluated, has information to guide the treatment
of the dermatophytosis suspect animals in the Aydın region.
Keywords: Camel, T. Metangrophytes, T. Rubrum, Dermatofitosis
1 Dr. Öğretim Üyesi, Adnan Menderes Üniversitesi Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı
Işıklı Aydın 2 Dr. Öğrt. Üyesi, Adnan Menderes Üniversitesi,Veteriner Fakültesi,Mikrobiyoloji Anabilim Dalı,Işıklı,
Aydın, Türkiye 3 Arş. Gör. Adnan Menderes Üniversitesi,Veteriner Fakültesi,Mikrobiyoloji Anabilim Dalı,Işıklı, Aydın,
Türkiye 4 Prof. Dr. Adnan Menderes Üniversitesi,Veteriner Fakültesi,Mikrobiyoloji Anabilim Dalı,Işıklı, Aydın,
Türkiye
189
SONUÇ
Selçuk’ta ikincisi düzenlenen Uluslararası Selçuk-Efes Devecilik Kültürü ve
Deve Güreşleri Sempozyumu ile deveciliğin ülkemiz ve dünya geneli için önemi
vurgulanmış, sığır, koyun, keçi ve manda gibi türlerin yetiştirilemediği alanlarda süt, et,
yün, deri gibi ürünler yanında taşımacılık, turizm, yarış ve güreş gibi çok farklı amaçlar
için de yetiştiriciliği yapılan develerin ekonomik amaçlar yanında sosyal amaçlar için de
kullanılan bir hayvan olduğu dile getirilmiştir. Develerin insanlığa sağladığı bu faydalar
yanında, diğer çiftlik hayvanı türlerine göre çevreye verdiği olumsuz etkinin çok daha
az olması ve küresel ısınmadan daha az etkilenmesi, dünya genelinde artan çölleşmenin
uzun vadede devenin diğer çiftlik hayvanı türlerine göre tercih edilen bir hayvan
olmasına yol açacağı da vurgulanmalıdır. Ancak, deve yetiştiriciliğinde verimliliğin
düşük olmasının temel nedeni olan mevsime bağlı eşeysel aktivite göstermeleri ve
eşeysel olgunluk yaşına geç ulaşmaları gibi nedenlerden kaynaklanan döl verim
düşüklüğü probleminin devreye konulacak çeşitli yöntemlerle çözülmesiyle ıslah için
avantaj yaratılarak develerden elde edilen süt ve et üretiminde artışlar sağlanacağı
öngörülebilir. Bu değişimi gerçekleştirmek ise deve biyolojisi alanında yapılacak daha
fazla araştırmalarla mümkün olcaktır.
Selçuk’ta Uluslararası olarak düzenlenen sempozyumlar ile ülkemiz bilim
insanlarının devecilik alanındaki araştırmalara ağırlık vermeye başlaması sağlanmış,
ayrıca üç yılda bir ISOCARD (Uluslararası Devegiller Araştırma ve Geliştirme
Topluluğu) tarafından düzenlenen sempozyumlara da katılma olanağı elde edilerek
ülkemiz deveciliğinin dünyaya ve devecilik alanında çalışan kişilere tanıtılması
sağlanmıştır.
Uluslararası olarak Selçukta düzenlenen Uluslararası Selçuk-Efes Devecilik
Kültürü ve Deve Güreşleri Sempozyumları ile ülkemizdeki develerin morfolojik
özelliklerinin tanımlanması, üreme özellikleri, süt kalitesi ve deve sütünün ürüne
işlenmesi konularında önemli araştırmaların devreye konulması sağlanmışken, bazı
güreş devesi yetiştiricilerinin dikkatleri güreş develerini dışarıdan getirmek yerine yurt
içerisinde üretmeye ve deve sütü üretimine yönelmeye çekilmesi sağlandığı da
söylenebilir. Develerin beslenmesi, deve yünü özellikleri, deve eti kalite özellikleri gibi
alanlarda ise yapılacak araştırmalara halen ihtiyaç olduğu da vurgulanmalıdır.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞININ KATKILARIYLASUPPORTED BY REPUBLIC OF TURKEY MINISTRY OF CULTURE AND TOURISM
II. ULUSLARARASI SELÇUK-EFES DEVECİLİK KÜLTÜRÜ VEDEVE GÜREŞLERİ SEMPOZYUMUII.CİLT FEN VE SAĞLIK BİLİMLERİ
SECOND INTERNATIONAL SELÇUK-EPHESUS SYMPOSIUMON CULTURE OF CAMEL-DEALING AND CAMEL WRESTLING
VOLUME II NATURAL AND APPLIED SCIENCE HEALTH AND MEDICAL SCIENCE