D01777c10s28y2006.pdf 25.02.2010 18:01:07 Page 100 (1, 2)
EKEv AKADEMİ DERG!sİ Yıl: 10 Sayı: 28 (Yaz 2006)------
CÜVEYNİ'DEN İBN ABDÜSSELAM' A MAKASIDIMASLAHAT SÖYLEMi
191
Rahmi YARAN (*)
Özet
Cüveynt, İslfimf hükümleri masiahat eksenli olarak ele almış ve beş gruba ayırmıştır. Onun akıl tarafindan pek kavranamayan "çok n/idir" dediği beşinci gruba yer vermeyen Gazzfilf ilk iki grubu aynen alıp, üç ve dördü de birleştirerek maslahatları üç "zarurf", "hficf" ve tahsfnf" diyegruba indirir. Ayrıca Cüveynf'nin zaruret adıyla birinci derecede önemli gördüğü maslahatları, dinin, canın, aklın, neslin ve malın korunması şeklinde beş madde olarak belirgin hale getirir. Gazzfilf'nin dini başa alan bu sıralamasına karşılık Fakreddin Rfizf, canı birinci sırada, dini, dördüncü sırada sayar. Sonra genellikle dini başa alan sıralama yaygınlık kazanır. İbn Abdüsselam, masiahat konusunu müstakil bir kitapta ele alır. Makiisıd ve vesiiil olarak ikiye ayırdığı maslahatları derecelendirir ve bunlarla ilgili geniş açıklamalar yapar.
Anahtar Kelime/er: Din, mas/ahat, makiisıd, vesiiil, zaruriyyiit, hiiciyyiit, tahsiniyyat,
The Discourse of the Purposes!Benefitfrom'al-Juwayni to lbnAbdusselam
Abstract
Al-Juwayni elaborated the Islami c judgements within the cantext of the concept of benefit (maslahah) and divided it into five groups. Al-Ghazali does not give any place to thefifth group, which is said to be "too rare" and cannot be comprehended by reason, takes thefirst two groups as they were, and combines the third andfourth, and so, reduces the benefits into three groups as the essentials, the complementary, and the embellishment. In addition, he clarifies the benefits as the five item of the protection of religion, life, reason, generation, and property. Fahredin al-Razi counts life as thefirst, and religion as the fourth. Later, the enumeration which counts religion as the first spreads out. /bn Abdisselam writes an independent book on the benefit and gives detailed information on its degrees.
Key Words: Religion, benefit, purpose, occassions, the essentials, the complementary, the embellishment.
*) Dr., M.Ü. ilahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi. (e-posta: ??????????????)
D01777c10s28y2006.pdf 25.02.2010 18:01:07 Page 101 (1, 1)
192/ Dr. Rahmi YARtıN --------------EKEVAKADEN.ÜDERG$İ
Giriş
Allah ve Rasillünün hiçbir hükmü maksatsız ve hikmetsiz olarak konulmamıştır. Ayet ve hadislerde yer alan emir ve yasaklarda, teşvik ve uyarmalarda, diğer düzenlemelerde mutlaka bir maksat vardır ve o da genel olarak "maslahat" kelimesiyle ya da "maslahatın temini, mefsedetin önlenmesi" şeklinde ifade edilmiştir. İslam alimleri Allah ve Rasfilünün bu maksadını bulmaya çalışırlar ve gerektiğinde onu esas alarak nasları yorumlarlar veya onlarla çatışmayan yeni hükümler koyarlar. Din eksenli tartışmalarda ve müzakerelerde zaman zaman ayet ve hadislerin açık hükmünün masiahat gerekçesiyle ihmal edilebileceğini savunanlara da, bunlara şiddetle karşı çıkanlara da rastlanır. Bütün bu tartışmalarda müslümanlar arasında itibar sahibi çeşitli iilimler, bazan bir cümlesi alınarak referans gösterilir. Bildiğimiz kadarıyla makasıd ve masiahat konusuna değinen ilk iilim İmamülharemeyn Cüveyn1 ve konuyla ilgili müstakil bir kitap ilk alim de İbn Abdüsselam'dır. Bu makalede Cüveyru'den İbn Abdüsselam'a kadar geçen zaman diliminde yaşamış ve bu konuda öne çıkan belli başlı ilim adamlarının konuya yaklaşırnını, kendilerinden bir-iki cümle nakletmek yerine biraz genişçe ve bütüncül bir yaklaşımla ele almayı uygun bulduk. Tarim süreci dikkate alan bir sıralama ile söz konusu ilim adamlarının konu ile ilgili görüşlerini anlatacağız.
Cüveyni (ö. 478/1085)
Genelde makasıd konusunu detaylı olarak ilk dile getiren kişi olarak kabul edilen Cüveyru, makasıd yanında aynı veya yakın manalı maksı1d, kasd, ğaraz gibi kelimeleri de çokça kullanır I. Emir ve nehiylerin maksatları olduğunu, bir meselenin diru hükmü tespit edilirken bu maksatların göz ardı edilemeyeceğini, bunları kavrayamayan, kimselerin, di'ru konularda hasiret sahibi olamayacaklarını söyler2. Onun ifadesiyle d1n1 meselelerdeki külü maksatlar en güzel şekliyle şöyle dile getirilir: Diru talimatların muhtevasında, ahlaki' güzelliklere davet; kötülükleri, üstün değerlere aykın olan şeyleri yasaklama ve serbesti sağlama (ibaha) vardır. Güzelliklere çağn, bazan teşvik ve tavsiye (nedb) bazan da kesin ifade ve vücup tarzında olur. Kötülükleri yasaklama da kesin haram olduğunu bildirme veya daha hafıf yasak ifadeleri (kerahet) ile olur. Serbesti sağlayan hükümlerin de çeşitli gayeleri bulunur. Bunlardan kiminin gayesi, insan onuruna yakışmayan çirkinliklere ilıtiyaç bırakınamaktır. Mesela evlilik bu maksada hizmet eder, insan bu sayede zina gibi kötülüklere ilıtiyaç duymaz. Kimisinin gayesi de insanın güç ve kuvvetini artırarak daha itaatkar olmasını sağlamaktır3.
Cüveyru, hakkında nas veya icma bulunmayan bir olayın ilin! hükmünün kıyas yoluyla tespitinde mensubu olduğu mezhep iilimlerinin baş vurdukları genel usulü özetledikten sonra kendi görüşünü aynca açıklar. Onun tespitiyle bu genel üslup şöyledir: 1)
1) RaysUni, Ahmed, Nazariyyetü'l-mak!isıd, Riyad 1412/1992, s. 33; Ali Pekcan, Islam Hukukunda Gaye Problemi Zaruriyyiit-Hiiciyyiit-Tahs'iniyyiit, İstanbul2003, s. 88.
2) Cüveyru, İmfunü'I-Haremeyn Ebü'I-Mea.Ji Abdülmelik b. Abdullah, el-Burh!Jn fi usuli'l-fikh, nşr. Abdülazim ed-Dib, Devha 1399, I, 294-295.
3) Cüveyru, Gıyiisü'l-ümem, nşr. Abdülazim ed-Dib, Kahire 1401, s. 181.
D01777c10s28y2006.pdf 25.02.2010 18:01:07 Page 101 (1, 2)
CüVEYNf'DEN İBN ABDÜSSELAM'A M.AKASID/MASLAHATSÖYLEMİ ---------- 193
Hakkında nas bulunmayan konuyu, "fahva"4 yoluyla hakkında nas bulunan konuya katmak ve ikisine de aynı hükmü vermek. Mesela anne babaya öf denmeyeceğine dair ifadeden onlara karşı dövme vb. şekillerde şiddet uygulamanın da yasak olduğu anlaşılır. Usulcülerin ekseriyeti bunu bir kıyas çeşidi olarakkabul etmezler. 2) Din koyucu (şan) tarafından, illeti açıkça belirtilerek ifade edilmiş bir hükmün, mevcut nassın dışında olan ama ayıiı illeti taşıyan yeni meseleye tatbik edilmesi. Yeni meselenin hükmü söz konusu nasta bulunmadığı için bu işleme kı yas denir. Fakat bunu kıyas kabul etmeyip, nassın tatbiki olarak değerlendirenler de ~ardır. 3) Nasla açıklanmış bir meselenin hükmünün, -nastan bir illet çıkarımı yapılmaksızın- onunla aym mahiyetteki başka bir meseleye de verilmesi. Mesela ortak mülkiyete konu bir köledeki (abd) hissesini azat edenle ilgili hadisin ifade ettiği hüküm, aynı durumdaki cariye hakkında da geçerli sayılmıştır. Buna kıyas denip denemeyeceği konusunda da farklı görüşler vardır. 4) İllet tespit yollarını kullanarak asılda sabit olan hükmün illetini (mana) tespit edip test ettikten sonra aynı hükmü hakkında nas olmayan ama bu illeti taşıyan yeni meselelere de vermek. Buna ''mana kıyası" (kıyasü'l-ma'na) denir. Yalnız burada illet olarak tespit edilen vasfın hükme münasip olması şarttır. Kıyas tartışmalannda en çok sözü edilen kıyas çeşidi budur. 5) ''Benzerlik kıyası" (kıyasü'ş-şebeh)s. Mana kıyasında, hükme münasip olan vasıf (illet) esas alınırken benzerlik kıyasında iki mesele arasındaki benzerlik esas alınır. Mesela hükınl bir taMret (temizlik) olma bakımından abdestle teyemmüm arasında benzerlik vardır ve bundan dolayı teyemınümde olduğu gibi abdestte de niyet şart kabul edili.J:6. Bazılan bunlara altıncı kıyas çeşidi olarak bir de "deHHet kıyası"nı (kıyasü'd-delrue) ilave ederlerse de o, aslında müstakil bir kıyas çeşidi değildir, yeripe göre bazan mana bazan da benzerlik kı yasından sayılır7.
Cüveyn!, kıyas çeşitlerinin derecelendirilmesinde bu aniattıklarından farklı bir anlayışa sahiptir. Ona göre olaya bilgi (ilim) ve kanfiat (zan) yönüyle bakmak gerekir. Bu sayılani ann ilk üçü ile elde edilen sonuç, bilgi (mfilfim) olarak değerlendirilir. Dolayısıyla -mesela Zfihiriler'in yaptığı gibi- bunları reddetmek, bir hakikati bile bile inkar etmek, demektir ve bu göıüştekiler, tartışmaya bile değmeyen kimselerdir8. Mana ve benzerlik kıyasl;ın ile elde edilen sonuç ise bilgi değil, kanaat (zan) olarak değerlendirilir. Mana kıyası kendi içinde aynca açık (cell) ve kapalı (hafi) diye ikiye aynlır. Açıklık ve kapalılıktan maksat, kıyasa esas teşkil eden manaııın, birinde diğerinden daha aşikar olması ve onu destekleyen başka unsurların da bulunmasıdır. Çatışma halinde daha açık olanlar
4) "Fahva", sözlüktc "maksat", "muhteva" gibi rnanalara gelir. Bazı usulcüler, nasta zikredilmeyen bu mananın, kıyas konusunda bilgisi olmasa da dili bilen herkes tarafından anlaşılabileceği gerekçesiyle bunu kıyas çeşidi değil, deHilet çeşidi kabul ederler. Bu manada "nassın delaleti", "evla dellilet", "cel1 kıyas", delliletin dellileti", "fahve'l-hitab", "mefhfim-i muviifakat" terinıleri de kullanılır. bk. Ali Bardakoğlu, "Dellilet", DİA, IX, 121.
5) Cüveyni, el-Burhfin, Il, 877-880. Aynca bk. II, 782-783, 786-789, 859-860.
6) Cüveyni, a.g.e., Il, 860.
7) Cüveyni, a.g.e., Il, 880.
8) Cüveyni, a.g.e., Il, 880-881.
D01777c10s28y2006.pdf 25.02.2010 18:01:07 Page 102 (1, 1)
1941 Dr. Rahmi YARAN--------EKEV AKADEMİ DERCİSİ
diğerlerine tercih edilir9. Açık olsun kapalı olsun mana kıyaslan, benzerlik kıyaslanna tercih edilirıo. Bir nassı kıyas yoluyla yeni olaylara uygulamak isteyen kişi önce o nassın hükmüne münasip, onunla birlikte olduğu düşünülebilecek bir vasıf (illet) araştınr. Eğer böyle bir vasıf bularnazsa o zaman o, nasta illet olacak bir vasıf bulunmadığını düşünür ve benzerlik aramaya başlarll.
Cüveyni, daha sonra kıyasın asıllannı ilietle iTtibatlan bakımından beşe ayınr ve konuyu hep hükmün maksadı/gayesi etrafında işler:
1) Hedefi (mana) akılla kavranabilen asıl ki o aslın akılla kavranabilen hedefi, netice itibariyle din tarafından da onaylanan "zarfirl" bir durumdur. Mesela din, yeri geldiğinde kısasın gerekli olduğuna hükmetmiştir. Bunun illeti, insan hayatının dokunulmazlığının sağlanması ve ona yapılacak saldınlara karşı caydıncı etkisinin olmasıdır. Bir alim kısas olayını inceleyip bu sonuca vannca onu, kısas olayındaki hedefin ve gayenin gerçekleşeceği başka olaylara da taşır. Burada kısas olayı asıl, kısas hükmü ile gerçekleşmesi istenen, dokunulmazlığın sağlanması ise hedef/gaye veya maksattır. Alış-verişin sahih olması da bu gruba girer. Çünkü insanlar ellerindeki mallan değiştirmezlerse bu durum, neticede aşikar bir zaruret halinin doğmasına sebep olur. Hayatlannın devamı için mutlaka gerekli olan bazı mallan elde edemezler. Öyleyse alış verişin sahih sayılması, geneli itibariyle zarurete dayanır12.
2) Zaruret noktasına varmamak şartıyla umumi hiicet (eksikliği sıkıntı verecek derecede ihtiyaç) ile ilgili olanlar. Mesela icarenin sahih olması böyledir. Çünkü mesken ihtiyacı şiddetli bir ihtiyaçtır ve herkesin de mülk olarak meskeni yoktur. İnsanlar sahip olduklan meskenleri iiriyet (iğreti, kirasız) olarak vermek de istemezler. Bu, aşikar bir ihtiyaçtır ama alış veriş ve benzerierindeki gibi zaruret derecesinde de değildirl3. Fakat bazan ferde nispetle hiicet derecesinde olan bir ihtiyaç, umuma nispetle zaruret derecesinde önem arz edebilir. Çünkü umumun hacet derecesinde ihtiyacı olduğu açıkça belli olan bir şey yasaklanacak olsa onlann her biri bundan zarar görür ve bu zarar, umum toplum üzerinde, bireysel zaruretin her hangi bir fert üzerindeki etkisi dereceşinde etkili olur. Hatta bazan bunun umuma verdiği zarann etkisi, zaruret kaynaklı zarann fert üzerindeki etkisinden daha fazla bile olabifu14.
9) Cüveyni, a.g.e., II, 882-883. 10) Cüveyni, a.g.e., II, 885. ll) Cüveyni, a.g.e., II, 892. 12) Cüveyni, a.g.e., Il, 923. Yazar bu görüşünden bir kaç sayfa önce alış verişin caiz görülmesinin se
bebini mübadeleye olan şiddetli ihtiyaç olarak ifade ederken (II, 915), daha sonra tekmikonuya dönüp alışverişin aslının "zaruret" veya "zaruret menzilesindeki hacet"e dayandığını söyler (II, 935, 957). Bu durum, diğer alimler gibi Cüveyni'nin de zamret ve bacet (veya bacetün miissetün) keli-
- melerini bazan birbirinin yerine kullandığı şeklinde açıklanabilir. Hiicet kelimesini zaman zaman sözlük anlamında (Türkçe'deki "ihtiyaç") kullandığı da düşünülebilir. Nitekim buna delalet eden kullanımlan da vardır (bk. II, 931, 935).
13) İbnü'l-Münir, Cüveyni'nin bu görüşüne itiraz eder ve iciirenin insan hayatındaki yer ve öneminin satış akdinden dalıa çok olduğunu s~yler. Bk. Zerkeşi, Muhanımed b. Babadır (ö. 794/1392}, e/Bahru'l-muhlt, nşr. Abdüssettiir EbO Gudde, Küveytl413/1992, V, 211.
14) Cüveynl, el-Burhan, II, 924. Aynca bk. II, 926-930.
D01777c10s28y2006.pdf 25.02.2010 18:01:07 Page 102 (1, 2)
CÜVEYN!'DEN İBN ABDÜSSEUM'A MAI<ASID/MASLAHATSÖYLEMİ ---------- 195
3) Zaruretle de umuı:ıll hacetle de ilgili olmayan fakat kendisinde, birnefaset (rnekrame), ahiili güzellik sağlama veya pisliği uzaklaştırina hedefi görülen şeyler. Hactesten taharet ve necasetten taharet bu gruba girer. Bu taharetİn hedefi olarak düşünülen temizlik, insan tabiatının güzel saydığı bir şeydir fakat her ne kadar teşvik edilmişse de (mendiib), bütün insanlardan bütün zamanlarda vacip (farz/gerekli) statüsünde istenmemiştir. Din koy~ucu Allah tahareti, bazı olaylara (mesela namaza) bağlı olarak vacip statüsünde emreder fakat ondan beklenen gayeyi açıklamaz. Bu gibi, gayesinin ne olduğu tasrili edilmemiş vacip vazifeler, asıl kabul edilerek kıyas yoluyla yeni hüküm üretilemezl5.
4) Zaruret ve hacete dayanmayan fakat kendisindeki gayenin elde edilmesi doğrudan ve açıkça istenmiş olan şey. Üçüncüden farklı olarak burada "gaye", açıkça istenmekte ise de bu istek, küll1 kaideye veya kıyasa aykırılık içermektedir. Bunun misali, kitabet akdidirl6. Bu akdin gayesi, kölenin hürriyetine kavuşmasıdır. Kölelerin hürriyete kavuşturulması, İslam'ın teşvik ettiği (mendiip) bir işlemdir. Fakat bu akit, bir taraftan köle ile sahibi arasında cereyan ettiğinden, diğer taraftan köle sahibi kendi malını yine kendine ait bedel karşılığında satmış gibi görüldüğünden küll1 kıyasa aykırıdır. Buna rağmen hakkındaki açık ifadeler sebebiyle meşru kılınmıştır. Üçüncü maddede ise istenen ile küll1 kaide arasında her hangi bir çatışma yoktur. Bu kısımdaki hükümler ve onların asılları da kıyasa esas kabul edilmezlerl7.
5) İstinbatta bulunacak kişinin, kendisinde doğrudan veya dalaylı olarak herhangi bir zaruret, hacet ya !İa bir nefasete teşvik gayesi görmediği asıl. Bu, tasavvuru çok nadir bir durumdur. Bunun misali de mahza bedeni ibadetlerdir. Bunların bir fayda sağlama veya zararı önleme maksadı ile ilişkilendirilemeyeceğini söyleyen Cüveyni, sözünün yanlış aniaşılmasını da istemez. Bu hükümler ve hikmetleri ile ilgili olarak söylenebilecek bazı sözlerin o da farkındadır. Ama bunlarıkıyasa asıl teşkil edecek mahiyette görmemektedir. Onun için bu muhtemel hikmetleri bizzat kendisi sıralar: Bazı vazifeterin ardı ardına yapılması insanları, itaat istikametindeeğitirve onlara Allah'ı hatırlatır, huzur ve sükun verir. O'nun kötülükleri yasakladığı akla gelir ve onlardan uzak durulur. Nitekim bir ayette namazın bu özelliği açıkça dile getirilir (el-Ankebiit 29/45). Fakat bu gibi gayeler kıyasa esas teşkil etmez. Diğer taraftan bu kısımda, namazların rekatı gibi bazı miktar tespitleri de vardır. Kı yas yapan kişi, bunların maksadını tespit etme ve bunu hakkında nas b~lunmayanlara tatbik etme gibi bir çaba ve arzunun peşine düşmemelidiri S.
Cüveyni'ye göre bir masiahat incelemeye tabi tutulmadan hükme esas kabul edilemez. Hiçbir İslam aliminin de bu şekilde bir görüşü yoktur. İmam Malik'in bu görüşte olduğunu söyleyenler hata etmişlerdir19. O bir taraftan İmam M.a.Iik'e bu görüşü nispet
15) Cüveyni, a.g.e., II, 924-925,937-941,943-946.
16) Mükatebe de denen kitiibet, geçmişte köle ile sahibi arasında kararlaştıruan miktardamiili bedelin köle tarafından sahibine verilmesi ve karşılığında kölenin hür olması esasına dayanan bir akit idi .. Bu durumdaki köleye mükateb denirdi.
17) Cüveyni, a.g.e., II, 925-926, 947 vd., 956.
18) Cüveyni, a.g.e., II, 926-927,958-959.
19) Cüveyni, a.g.e., II, 1204. Ayrıca bk. Abdülazim ed-Dib, Fıkhu lmiimi'I-Haremeyn, Mansilra 1409/1988, s. 266-267; Şükrü Özen, Islam Hukuk Düşüncesinin Akllleşme Süreci (doktora tezi,
D01777c10s28y2006.pdf 25.02.2010 18:01:07 Page 103 (1, 1)
1961 Dr. Rahmi YARAN--------EKEV AKADEMİ DERCİSİ
edenlerin yanıldığını söylerken diğer taraftan, Mililc'in kendisinin dinde bilinen veya alışıla gelinmiş olan maslahatlardan uzak bir takım maslahatlara itibar ederek masiahat (istidliil) konusunda aşırıyakaçtığını da söyler20 ve onun bu görüşünü tenkit eder21. Tenkit esnasında bir ara yine "Eğer Mililc'in dediği -eğer yapılan nakil sahih ise- düz olsaydı .~."22 tarzında bir ifade kullanarak bu konudaki şüphesini dile getirir. Ona göre İstidIiile esas alınacak masiahat (münasip vasıf/mana), muktezası, dinin asıllarından herhangi birine aykırı olmayan maslahattır23. Eğer dini asıllardan herhangi biri ile irtibatlandınlmadan sırf aklın doğru gördüğü görüş ile amel etmek caiz olsaydı, dini bilgisi olmayan akıllı, düşünür birisinin, din bilginlerine müracaat ederek ilgili bir asıl (nas) bulunmadığını öğrendiği konularda kendi görüşünce daha doğru bulduğu ile amel etmesi caiz olurdu. Halbuki bu, hiçbir dindann cüret etmeyeceği bir tııtıimdur24. Onun, bu görüşüyle hakkında doğrudan veya dalaylı herhangi bir delil bulunmadığı bilinen konularda da fetva alınmasım savunduğu görülmektedir ki bu, onun "eşyada aslolan mübahlıktır" kaidesihi benimsemediğini gösterir. "Aslında ibiiha tarftarlan ile bizim aramızda büyük ihtilaf (hılat) yoktıır"25 derken de kendisinin iMha taraftarı olmadığını belirtmiş olmaktadır. Buna karşılık el-Varakdt'ta26 kendi görüşünü ortaya koymaksızın insanlardan kiminin "eşyada ibiiha"yı kiminin ise "hazr''ı asıl kabul ettiklerini söyler.
Serahsi (ö. 483/1090)
Hanefi usulcü Serahsi (ö. 483/1090) el-Usul'ünde21 kelime olarak maslahata çok yer vermese de daha sonra masiahat etrafında yoğunlaşan benzer görüşlere ve tartışmalara değinir. Maslahatı ana konu olarak ele alan daha sonraki yazarlarda görülen "asıl maslahat, ahiretteki maslahattır" düşüncesinin, onun tarafından da dile getirildiği görüJür28.
Serahsl'nin de ifadesiyle dinin temeli hikmettir29, bir şeyin din tarafından emredilmesi, o şeyi yapmanın masiahat ihtiva ettiğine delalet eder30. Şarun onu emrederken mutlaka maslahatı gözetmiş olduğuna inamJır3I. Dünya ve ahiret maslahatlannın terne-
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü), İstanbul 1995, s. 347. Ali Pekcan, Cüveyni'nin, muhtemelen Şafii'den naklettiğini'söylediği bir görüşü Cüveyni'ye nispet ederek onun, maslahatıki maslahat-ı mürseleyi çağrıştırıyor- icmadan öncelikli bir delil olarak kabul ettiğini söylüyorsa da kanaatimizce bu iddia yerinde değildir. Bk. Pekcan, a.g.e., s. 31.
20) Cüveyni, el-Burh!in, II, 1113.
21) Cüveyni, a.g.e., II, 1119.
22) Cüveyni, a.g.e., II, 1121. 23) Cüveyni, a.g.e., II, 1206.
24) Cüveyni, a.g.e., II, 1120-1121.
25) Cüveyni, a.g.e., I, 100. 26) Cüveyni, el-Varakat, nşr. Abdüllatif Muhammed el-Abd, yy. (Daru't-türlis), s. 27.
27) Bk. Şemsilleimme Ebil Bekr Muhammed b. Ahmed es-Serahsi (ö. 483/1090), el-Usul, nşr. Ebü'I-Vefa ei-Efgaru, Beyrut (Daru'I-ma'rife) 1393/1973, I, 27, 28, 58, 110; II, 120.
28) Serahsi, a.g.e., II, 120.
29) Serahsi, a.g.e., I, 80.
30) Serahsi, a.g.e., I, 27-28.
31) Serahsi, el-Mebsut, İstanbul 1403/1982-1983, III, 4.
D01777c10s28y2006.pdf 25.02.2010 18:01:07 Page 103 (1, 2)
CÜVEYNi'DEN İBN ABDUSSELAM'A MAKASID/MASLAHATSÖYLEMİ ---------- 197
li takvadır32. Yani insan Allah'ın talimatıanna uygun olarak hareket ederse dünyası da iihireti de iyi olur. Fakat bazan insanlar o maslahatı kesin olarak tespit edemeyebilirler. İnsanlann, Şfuiin maksadını tespit edemedikleri (gayri ma'kfili'l-mana) bu gibi durumlarda ilgili nas asıl kabul edilerek, kıyas yoluyla onun hükmü, hakkında hüküm bulunmayan benzer konulara uygulanamaz. Ancak ihtimalli konularda kısmi bir geçişgenlik de olabilir. Mesela kurban ibadetinde Şfui'in maksadı, fakirierin kurban etinden yararlanması olabileceği gibi, kurbanın sırfkesilmiş olması (irakatü'd-dem) de olabilir. Maksat birinci ihtimal de olsa Şfui onun, kurban kesilmek suretiyle yerine getirilmesini istemiştir. Çünkü kesme işlemi hem etin kalitesi bakiınından önemlidir hem de bu sayede müslümanlar arasında bir ziyafet havası yaşanmakta, insanlar adeta Allah'ın misafırleri gibi muamele görmektedir. Serahst'ye göre Şan' tarafından kurbanın kesilmesinin istenmesi, bununla ilgili naslar, kurban günlerinde diğer ilitimali geçersiz kılmaktadır. Nas varken ihtimalle hareket etınek olmaz ve kurban kesme yerine bedelinin tasadduk edilmesi meşru kabul edilmez. Ama kurban kesme günleri geçmiş ve kurban, herhangi bir sebeple kesilmemişse o zaman bu ibadetin, nasla istendiği asıl şekliyle yapılması imkansız hale geldiğinden ihtimal devreye girer ve onun bedelinin tasadduk edilmesi meşruiyet kazanır33.
Allah'a itaat, temel ilkedir. Fakat O'na itaatin nasıl olacağı, nelerin itaat sayılacağı ancak naslarla bilinir. Onun için insaniann kendi görüş ve düşüncelerine dayanarak, O'nun bildirdiklerini dışiayarak bir ibadet ilidas etıneleri mümkün değildir. Olm metinlerden elde edilen bilgilerden bazılan insan aklının da, değerlendirme sonucu elde edebileceği bilgiler iken diğer bir kısım bu şekil bir değerlendirme (rey) ile elde edilemeyen, hatta böyle bir değerlendirmeye uymayan türden olabilir. Bu ikinci tür dini bilgi ve hükümler, aklı ve düşünceyi devre dışı bırakmak anlaınına da gelmez. Dolayısıyla bunlan gerekçe göstererek dine karşı çıkmak normal bir tutum kabul edilemez. Serahsl'ye göre dinin ayakta kalması ve müslümaniann kurtuluşu iki şeye bağlıdır. Bunlardan birincisi, dilli metinleri (nas) muhafaza etınektir. Çünkü o metinler, hükümlerin kalıplandır, hükümler onlann içinde şekillenir. İkincisi de onlann dili olan Arapça'da derinleşrnek ve o metinleri incelemektir. Fakat Arapça' da derinleşmekten maksat, dilbilgisi kurallan olmamalıdır. Çünkü önemli olan, nefsin heva ve heveslerinden, şahsi menfaat kaygılanndan uzak bir şekilde o dil ile bildirilen manayı anlamaktır. Bu çaba sonucunda onlardaki gayenin ne olduğuna dair tespitler yapılır. Fakat bu tespitler, din değildir. Dolayısıyla tartışmaya ve istişareye açık konulardır. Mesela Hz. Peygamber'e istişare ve danışmayı emreden ayette (Ali Imran 3/159) kastedilen konu, harp konulan ve insanlan ilgilendiren diğer konulardır. O da zaten onlarla bu konularda İstişare etıniş, onlan tartışmaya açınıştır. Yoksadinin hükmü olarak bildirdiği konulan tartışmaya açmaınıştır34. Naslar yorumlanırken ve tartışılırken tartışmanın konusu ve sınırlan iyi tespit edilmelidir.
32) Serahsi, a.g.e., X, 4. 33) Serahsi, el-Usül, l, 51-52. 34) Serahsi, a.g.e., Il, 122-124.
D01777c10s28y2006.pdf 25.02.2010 18:01:07 Page 104 (1, 1)
1981 Dr. Rahmi YARAN--------EKEV AKADEMi DERGİBİ
Serahs1 sebep konusunu anlatırken mufuneHH alanında meşru kılınan hususlann sebebini, bunlar sayesinde mümkün olan devamlılık (beka) ile ilişkilendirir35. Sonra da özetle şu bilgilere yer verir: Bu devamlılık, insanın hem tür (cins) olarak hem de fert (nefs) olarak devamı ile mümkün olur. Onun tür olarak devamı, neslin iliernesine (tenasül) bağlıdır ve bunun için de en uygun yol olarak nikah meşru kılınmıştır. Bu gayeye hizmet etıneyen hiçbir uygulama meşru olamaz36. Nikahın meşruiyetinde bu ana gaye yanında insanın dinginliği ve huzurlubir ortamda yaşaması37, cinsel anlamda tatmin ve yararlanma38 gibi başka gayeler39 de olabilir. Her ne kadar nikahtaki asıl gaye d1nl maslahatlar ise de ondaki dünyev1 masiahatlar da dikkate alınır. Böylece dindarların Allah'a itaat ekseni etrafında şekillenen hayatı ve bu sayede ulaşılan faydalı sonuçlar, dindar olmayanlar tarafından da bu dünyevi özellikleri sebebiyle yaşanıı:40. Bu bakımdan İslam insanın ihtiyaçlannı göz ardı etınez. Onun ecel denen vakte kadar fert olarak devamı, yaşamak için gerekli ihtiyaçlannın giderilmesine bağlıdır. Bu da mal sayesinde olur. Çünkü bunun için ihtiyaç olaİı maddeler, devamlı elde bulundurulamaz. Onların, istendiği zaman elde edilmeleri ancak mal sayesinde mümkün olur. Bunun için de mal kazanmak ve ticaret, belli kurallara bağlı olarak meşru kılınınıştıı:4I. Yani mal, bizatilı1 değil insa-
. nın maslahatını temin vasıtası olduğu için hükme konu olınaktadır. Allah, malı, insanın maslahatlannın temini için, ticareti de mal kazanmak için bir vasıta yapınıştıı:42. Yalnız şuna dikkat edilmelidir. Allah insanı, bir takım lezzetlere kavuşsun ve arzulaoru tatınİn etsin diye değil, ibadetetsin (veya iyi kul, iyi insan olsun) diye yaratınıştır (ez-Ziiriyat 51156). Bundan şu sonuç çıkar: İnsanın arzulannın tatminine yönelik düzeniemelerin gayesi biziitim bu tatminin kendisi değil, insanın devamlılığının buna bağlı olmasıdıı:43. Serahsi'nin, bu açıklamalannda daha sonra Gazzili'nin44 "insanlann dininin, canının, aklının, nesiinin ve malının" korunması şeklinde sıraladığı ve "dinin insanlara yönelik beş ana maksadı" olarak nitelediği hususlardan üçünü bir arada ve net bir şekilde dile ge-
35) Aynca bk. Debı1si, Ebu ZeydAbdullah b. Muhammed b. Ömer (ö. 430/1039), Takvimü'l-edille, (M. Masum Vanlıoğlu, lik Dönem Hanefi Hukukçularmdan Ebü Zeyd Debüsi ve Takvlmü'l-edille Isimli Kitabının Edisyon Kritiği -yüksek lisans tezi-, Uludağ Vniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa 1997), s. 161; Pezdevi, Falırülislllın Ebü'l-Hasen Ali b. Mııl)ammed (ö. 48211089), el-Usül (Abdülaziz el-Buhliri'nin şerhi Keşfü'l-esrfir ile), İstanbul 1308, Il, 358.
36) Aynca bk. Serahsi, el-Usül, I, 80; a. mlf., el-Mebsüt, IV, 193.
37) Serahsi, el-Usul, I, 58. 38) Serahsi, a.g.e., II, 256; a. mlf., el-Mebsüt, IV, 194.
39) bk. Serahsi, el-Mebsüt, IV, 192-193; XVIII, 176. Serahsi'nin, nikahtaıı beklenen masiahat ve gayelerin çeşitliliğine dair bu değerlendirmeler yanında diğer mezhepler karşısında Hanefi mezhebine ait görüşlerin isabetliliğini savunmak için nikahın gayesini "ınilk-i mut'a" ile sınırlandırdığı, asıl gayenin o olduğunu iddia ettiği de görülür. Bk. el-Mebsut, V, 59-60.
40) Serahsi, el-Mebsüt, IV, 194. 41) Aynca bk. Serahsi, el-UsUl, I, 80. 42) Serahsi, e/-Mebsut, X, 108, XV, 125; XXVI, 63.
43) Serahsi, e/-Usül, I, 109-110.
44) bk. Gazza!i, Hüccetü'l-islllın Ebu Hiimid Muhammed b. Mulıammed, ei-Mustasfo, nşr. Hamza b. Zübeyr Hiifız, Medine, ts (Şirketü'l-Medineti'l-münevvera li't-tıbati ve'n-neşr), Il, 482.
D01777c10s28y2006.pdf 25.02.2010 18:01:07 Page 104 (1, 2)
C0VEYN1'DEN İBN ABDÜSSEIAM'A MAKASID/MASLAHAT SÖYLEMİ ---------- 199
tirdiği görülmektedir. Yalmz Serahsl'ye göre malın muhafazası, doğrudan değil de canın muhafazası için gerekli bir unsur, vesile olarak hedef alınmaktadır. Dinin muhafazası zaten fıkıh kitaplarımn istisnasız tamamında dile getirilen bir durumdur. Başta cilıaf45 ve iyiliği tavsiye, kötülüğü önleme (emr bi'I-ma'ril.f nehy 'ani'l-münker) ilkesi olmak üzere bir çok konu onunla bağlantılıdu46. Aklın muhafazası da bilhassa içki ile ilgili hükümler açıklanırken hep vurgulanmaktadır. İçki yasağı, Allah tarafından insanın aklını korumak için konulmuştur. Bu sebeple onun yani aklı da içinde bulunduran asıl varlığın hayatı söz konusu olunca bu yasak, geçici olarak ortadan kalkar hatta ölümden koruyucu bir fonksiyon i cra edecekse onun bir ölçüde çiğnenmesi mecburiyet haline geiif47.
Serahsl'nin burada insan merkezli bir masiahat anlayışım dile getirdiği görülmektedir. Mufunelat alanındaki hükürnlerin hedefınİ insanın fert ve tür olarak devami anlamında kullandığı "beka", her haldeAllah'ın da istediği ve razı olduğu anlamlı bir bekii olmalıdır. İnsanın böyle bir beka için başta din, akıl ve hürriyet olmak üzere bir çok şeye ihtiyacı vardır. Maddi hayatımn devamı da bir çok ihtiyaç maddelerinin mevcudiyetine ve kullanımına bağlıdır. Serahs1' nin bu insan merkezli görüşü belki daha kuşatıcı ve kapsamlı bir masiahat ,anlayışının temeli sayılarak yeni bir masiahat teorisi geliştirilebilir. Bu teoride "Allah'ın razı olduğu insan tipinin inşası ve devruru" temel alınarak, bunun için gerekli olan ihtiyaçlar, onların kendi aralarındaki dereceleri, gayeye (makasıd) katkıları gibi konular ele alınmalıdır.
Gazzali (ö. 505/1111)
Gazzili maslahatı, insanların dünya ve alıiret için menfaatlerine olacak şeyleri temin etmek ve zarariarına olacakları önlemek "celbü menfaatin ve def'u madarratin" şeklinde açıklar. Bu açıklamadan, bir şeyin masiahat sayılıp sayılmaması hakkında insanların şahsi düşüncelerinin esas alınacağı gibi bir sonuç çıkarılmasım istemez ve masiahattan maksadın, "dmin maksil.du olan hususlara özen göstermek" olduğunu söyledikten sonra sözü edilen hususları insanların dinleri, canları, akılları, nesilleri ve malları olarak sıralar. Maslahatları da kuvvetleri yani insanın yararım sağlama ve zaranın önlemedeki etki dereceleri itibariyle zarôri olanlar, haci olanlar ve tahsini, iyileştirme, daha iyi ve estetik hale getirme kabilinden olanlar diye üç kategoriye ayırır. Ona göre ayrıca bu kategorilerin her birini tamamlayıcı mahiyette olan masiahatlar da vardır fakat bunlar ayrı bir grup kabul edilmez48. Bir hükmün veya maslahatın bu derecelerden hangisine girdiği, fakihin hükmün illeti olarak tespit ettiği vasıfla ilgilidir. Mesela nikah akdinin şahitler huzurunda yapılması, eşler arasındaki ilişkinin meşruiyetinin insanlara açıklanması, bunun zina gibi algılanmaması ve dÜşünülmemesi içindir ki bu anlayışa göre şalıitlerin bulundurulması, tahsini derecede bir ilıtiyaçtır. Ama bunun sebebi, ileride nikahın mevcu-
45) bk. Serahsi, a.g.e., II, 292.
46) bk. Serahsi, el-Usul, 1, 118, 320; II, 292; a ınlf., el-Mebsut, IV, 194; X, 3.
47) Serahsl, el-Usul, I, 121-122.
48) Gazzlili, el-Mustasfa, II, 481-485. Aynca bk. Gazzlili, Şifau'l-ğa/llft beyani'ş-şebehi ve'l-muhfli ve mesaliki't-ta'lU, nşr. Hamed Ubeyd el-Kebisl, Bağdat 1390/1971, s. 161-170.
D01777c10s28y2006.pdf 25.02.2010 18:01:07 Page 105 (1, 1)
200 1 Dr. Rahmi YARAN -------.---EKEV AKADEMİ DERCİSİ
diyeti inkar edildiği takdirde onun ispatını sağlamak olarak düşünülürse o zaman şahltIerin bulunması hac! yani ikinci derecede bir ihtiyaç oiu.r49.
Gazili'ye göre hac! veya tahsln1 sınıfına giren bir maslahat, dilli bir asıila (nas, icma) irtibatlandınlmadan sırf beşeri bir değerlendirmeye dayanan masiahat düşüncesiyle dikkate alınamaz. Yani böyle bir maslahat, hükme esas teşkil edemez. Fakat bir müçtehidin, bir dim asıl tarafından doğrudan desteklenmese de zarfrıi maslahatları esas alarak içtihat edip hüküm üretmesi mümkündür. O, bu imkarn ihtiyatlı bir ifade ile "uzak değildir'' şeklinde dile getirir. Maksadının iyi anlaşılması için bir de misal verir50 .
. Onun bu konuda misal olarak anlattığı hayili olay ve onunla ilgili değerlendirmeleri Şöyledir: Bir grup müslüman esiri kalkan olarak ön safa yerleştiren kafırler onların arkasında ilerlemektedir5I. Müslüman tarafı, müslüman esirleri düşünerek ok atmazlar ve savaştan geri dururlarsa düşman hücum edecek ve İslam ülkesini ele geçirecek, bütün müslümanlan öldürecek. Eğer kalkan durumundakilere atış yaparlarsa hiçbir suçu olmayan müslüman esirler ölecek. Bu, daha önce müslümanların başına gelmemiş ve dinde hükmü olmayan bir olay. Bu durumda müslümanlar atış yapınaziarsa kafırler bütün müslümanlan ele geçirecekler ve önce savaşanları, sonra da o esirleri öldürecekler. Bu manzara karşısında ne yapılması gerektiği hususunda birisi "Bu eslrler, her billükarda öldürülecektir. Onu dikkate alınayıp bütün müslümanların hayatını korumak dinin maksadına daha uygundur. Çünkü dinin maksadı, öldürmeyi azaltmak, mümkün olduğu takdirde tamamen ortadan kaldırmaktır. Öldürmeyi tamamen ortadan kaldırma imkarn yoksa da azaltına imkanı vardır ve o tercih edilir'' diyebilir. Burada dinin malesadı olduğu zorunlu olarak bilinen bir maslahata yöneliş vardır. Onun, dinin malesadı olduğu, sadece bir delille veya asılla değil sayılamayacak kadar çok delille bilinmektedir. Fakat bu maksadın, bu yolla yani suçsuz kimseler öldürülerek elde edilmesi, ilginç ve hakkında özel bir delil bulunmayan bir durumdur. Dolayısıyla bu, kıyas yoluyla belli bir asla dayandırılarak esas alınmış olmayan bir masiahat misalidir52.
Ona göre burada dikkate alınan maslahat, zarôri, kat'i ve külli maslahattır. Bu üç vasıftan birinin bulurimadığı durumlarda hüküm böyle olmaz. Mesela kafırler bir kale içinde iseler ve bir müslümarn kalkan olarak kullanıyorlarsa, zarfiret durumu yoktur. O kale yi almak için kalkan durumundaki müslümana atış yapılamaz. Çünkü o kalenin alın-
49) Gazıill, Şifliu'l-ğa/il, s. 170-171. 50) Gazıill, el-Mustasf/1, II, 487.
51) Bu meselenin fıkhl hükmü hakkında aynca bk. Serahsl, el-Mebsut, X, 154, 198; İbn Kudfune, Ebu Muhammed Muvaffakuddln Abdullah b. Ahmed (ö. 620/1223), el-Muğni, Beyrut 1403/1983, X, 505; Merğlnaru, Ebü'I-Hasen Ali b. Ebu Bekr (ö. 593/1197), el-Hidô.ye Şerhu Bidiiyeti'/-mübtedi, yy. ts. (el-Mektebetü'l-islfu:niyye), Il, 137; Suyiln, Abdurrahman b. Ebu Bekr (ö. 91111505), el-Eşblih ve'n-nezliir, Kahlre, ts. (Dam ihyru'l-kütübi'l-arabiyye), s. 96; İbn Nüceym Zeynüddln b. İbrahim (ö. 970/1563), el-Eşbô.h ve'n-nezô.ir, nşr. Abdiliaziz Muhammed el-Vekil, Kahire 1387/1968, s. 28, 87; Şirblnl, Muhammed b. Ahmed ei-Hatib (ö. 977/1570), Muğni'l-muhtô.c, Kahire 1377/1958, IV, 223-224; Derdir, Ebü'I-Berekat Ahmed b. Muhammed (ö. 1201/1786), eş-Şerhu'ssağir a/ii Akrabi'/-mes/1/ik, Kahire, ts. (Matbaatü İsa el-Bab! ei-Halebl), III, 17-18; el-Abi, Siilih Abdüsseml' el-Ezheri, Cevô.hirü'/-ikli/ Şerhu Muhtasari'l-Allô.me eş-Şeyh Halil, Kahlre, ts. (Dam ihyru'l-kütübi'l-arabiyye), I, 253.
52) Gazıili, e/-Mustasj/1, II, 487-488.
D01777c10s28y2006.pdf 25.02.2010 18:01:07 Page 105 (1, 2)
CÜVEYN!'DEN İBN ABDÜSSEUM'A MAKAsiD/MASLAHATSÖYLElvll ---------- 201
ması zarfiret değildir. Yukandaki misalde atış yapılmadığı takdirde kafirlerin müslümanlara galip geleceği kesin değilse "kat'ilik" şartı gerçekleşmediğİnden aym hüküm verilemez. Yine neticede bütün müslümanların değil bir grup müslümamn, mesela bir gemidekilerin hayatı söz konusu ise o zaman da "küllilik" şartı eksik oltu.S3.
Gazzili maslahatın, yukandaki şartlardan bağımsız, serbest bir delil olarak kullarulmasım kabul etmez ve bunun bir takım haksızlıklara yol açacağım söyler. Ona göre maslahat gerekçe gösterilerek suçunu itiraf etsin diye sanığın dövülmesi caiz değildir. Çünkü bu, suçsuz olması muhtemel olan sanığın maslahatma aykındır. Suçsuz birini dövmek ile suçluyu dövmeyip cezasız bırakmak fıilleri karşılaştırıldığında ikincisi daha hafiftir ve iki şeyden birini tercih etme zorunluluğu karşısında onlardan hangisi daha hafif ise o tercih edilmelidir. Suçunu itiraf etsin diye sanığın dövülmesine fetva verilmediği takdirde suçun yaygınlaŞma ihtimali vardır, şeklindeki karşı savunmaya o, dövülmesine fetva verilmesi halinde de suçsuzlara işkencenin yaygınlaşması ihtimal dahilindedir, diye cevap verir54.
Cüveyni gibi Gazzili de, yaygınlaşıp toplumsal bir mahiyet aldığı takdirde ikinci derecede ihtiyaçlann (bacet) toplum açısından, ferde nispetle birinci derecedeki ihtiyaçlar gibi kabul edileceğini ve ilgili ruhsatlann devreye gireceğini söyler. Yıne Cüveyni gibi o da bu durumda ihtiyaçların, bu ruhsatlara bağlı tatmininin ilk iki derece yani zarfui ve Md ihtiyaçlar ile sımrlı olacağına, bu ruhsatın üçüncü derece ihtiyaçlan kapsarnarlığına işaret eder.
Gazzili konuya ·açıklık getirmek için muhtemel bir soru sorar v~ ona cevap verir:
Soru: Dünyamn bir bölümünde haram yaygınlık kazanıp orayı tamamen kaplasa, oradan aynlıp başka yerlere göç etmek zor olsa, orada yaşayanların helalinden kazanma yollan da kalmasa ve bu durumda hayatta kalmalan için gerekli olan zaruıi miktardan. daha fazlasına-ihtiyaçlan (hacet) olsa, masiahat da bunu gerektirse o insanlann, maslahata binaen haramdan yararlanma ruhsatı, ikinci derecede ihtiyaçlarını da (hacet) kapsar mı?
Cevap: Böyle bir durum olursa her bir ferdin, temel gıda maddeleri (k:Utlakvat), giyecek ve mesken ihtiyaçlanm karşılarken zaruret miktanm aşıp Mcet miktarı kadar onlardan istifade etmesi caiz olur. Çünkü ölmeyecek kadan ile yetinirlerse kazanç yollan kalmaz, toplumun düzeni bozulur, halk sonu helak olma ile bitecek sıkıntılara düşer. Böyle olunca da din harap olur, İslam sembolleri (şeair) ortadan kalkar. Bu sebeple öyle bir ortamda herkes, ikinci derece ihtiyaçlanm da giderme hakkına sahiptir fakat bir kimsenin bu ruhsattan istifade ile üçüncü derece ihtiyaçlanm (tereffüh, tena"um, şeba'tam d oyum-) gidermesi caiz oimaz55.
53) Gazzai1, a.g.e., II, 489.
54) Gazzaı1, a.g.e., II, 490-491. İbn Teyıniye ve İbn Kayyim'in sanığın isnat edilen suçu işlemekle marufbirisi olması halini istisna eden görüşü için bk. İbn Kayyim el-Cevziyye, EbO.Abdillah Şemsüdd1n Muhammed b. Ebi Bekr el-Hanbeü (ö. 751/1350), et-Turuku'l-hukmiyye.fi's-siyliseti'ş-şer'iyye, nşr. Muhammed Ceınil Gazı, Cidde/Kabire, ts. (Daru'l-meden1/Matbaatü'l-meden1), s. 112-114.
55) aazzaıı, Şifau'l-ğalü, s. 245.
D01777c10s28y2006.pdf 25.02.2010 18:01:07 Page 106 (1, 1)
202 1 Dr. Rahmi Y ARAN--------EKEV AKADEMl DERGİBİ
Daha önce ifade ettiğimiz gibi Gazzilli'ye göre maslahat, Şan' tarafından hedef alınan şeylere (maksfid) özen göstermek ve onlan korumaktır. Şan'in, insanlar hakkında hedef aldığı hususlar ise onların dinlerini, canlarını, akıllarını, nesillerini ve mallanm korumaktır. Bu beş esas insan için zaruret derecesinde lüzumludur. Şer'i hükümler tesis edilirken bunlara özen gösterilmiştir. Bunlan· koruyan, kollayan her şey maslahat, bunlara zarar veren her şey mefsedettir ve mefsedetin önlenmesi de maslahattır56.
Maslahat, menfaat sağlamaya ve mefsedeti önlemeye yöneliktir ve bu da Şan'in maksfidu olan şeylere riayet edilerek gerçekleşir. Bu çerçeveden bakınca "maksfid", dini ve dünyevi diye ikiye ayrılır. Diğer taraftan Şan 'in maksfidu, ya bir maslahatı elde etmeye (tahsil) ya da onun devamını sağlamaya (ibka) yönelik olur. Birincisi "celbü'lmaslaha", ikincisi "def'u'l-madarra" diye de ifade edilir. Hükümle illet arasındaki münasebetten söz edilirken hep Şan'in maksfidu göz önüne alınır. Onu gözetmeyen bir münasebetten söz edilemez57. Dolayısıyla Şan'in düzenlemesini dışlayan bir masiahat tespiti yapılamaz. Bir konuda masiahat olduğu anlaşılırsa o maslahata uymak gerekir. Fakat maslahatın tespitinde keyfilikten uzak olunmalı, belli kriteriere göre hareket edilmelidif58.
Gazzau mevhfim deliller arasında yer verdiği ''ıstısUih" başlığı altında maslahatın önemine dair geniş açıklamalar yaptıktan sonra muhtemel bir soruya yer verir ve onu cevaplandırır. Bu, günümüzde de maslahatın ve makasıdın önemine dair açıklamalar karşısında çoklannın aklına gelen hatta kiminin böyle bir soruyu bile düşünmeden sonuca gitmesine, maslahatı deliller sıralamasının başına almasına varan bir düşüncedir. Şimdi Gazziili' nin dilinden bu soruya ve cevabına bakalım:
Soru: "Bu meselelecin çoğunda maslahatı esas alarak hüküm verme eğiliminde oluyorsunuz. Sonra da bu delili, mevhfim (aslı olmayan fakat öyle sanılan) deliller arasına koyuyorsunuz. Halbuki bu da, sahih deliilere ilave edilmeli ve böylece kitap, sünnet, icma ve akıldan sonra beşinci delil olmalı değil mi?"
Cevap: "Evet, bu, mevhfim delillerdendir. Kim onun beşinci delil olduğunu zannediyorsa o hata etmiştir. Çünkü biz, maslahatı, dinin maksatlannın korunmasına irca ettik. Dinin maksatlan da Kitap, sünnet ve icma ile bilinir. Kitap, sünnet ve icmadan anlaşılan herhangi bir maksada raci olmayan ve dinin tasarruflan ile uyumlu görülmeyen garip maslahatlardan olan her masiahat batıldır, reddedilmiştir. Nasıl ki istihsanda bulunan (gönlünün iyi ve güzel değerlendirmesini esas alan) din vaz etmiş sayılırsa böyle bir maslahatı esas alan da din vaz etmiş sayıiır59. Kitap, sünnet veya icma ile dinin maksat-
56) Gazzali, el~Mustasfii, II, 482. Aynca bk. Gazzali, Şifiiu'l-ğalil, s. 160. 57) Gazzali, Şifiiu'l-ğalil, s. 159. 58) Gazzllli, a.g.e., s. 243. 59) Benzer ifadeler usillü'l-fıkh kitaplannda Şafii'ye nispet edilir ve Hanetilerin istihsan deliline karşı
çıkanlar arasında Şafii özellikle sayılır. Fakat kanaatimizce Şafii'nin er-Risiile'de karşı çıktığı istihsanın, Hanefilerin çerçevesini çizdiği istihsan değil, ilimden nasibini almamış kimselerin, gönüllerince fetva verip bıınu istihsan (sözlük manası: iyi ve güzel bulma, hoşlanma) ile açıklanıalandır. Onun konu ile ilgili ifadeleri (er-Risiile, s. 17, 219-221) bu şekilde anlamaya daha müsaittir. Bilhassa 1457 ve 1465. maddede (s. 219, 221) söyledikleri bu gözle de okıınrna,lıdır. Onıın karşı çıktığı istihsan nassa ve kıyasa dayanmayan istihsandır. Halbuki Hanefilerin istihsan dedikleri, fıkıhta çoğu kere kullandıklan genel hükünılerden, bazı özel durıınılarda, kimini Şafii'nin de muteber
D01777c10s28y2006.pdf 25.02.2010 18:01:07 Page 106 (1, 2)
CÜVEYNi'DEN İBN ABDÜSSELAM'A MAKASID/MASLAHATSÖYLEMİ ---------- 203
lanndan biri olduğu bilinen bir malesadı korumaya raci olan hiçbir masiahat bu delillerin dışında değildir. Fakat bunlara kı yas denmez, maslahat-ı mürsele denifiO .... Bu manadaki maslahata tabi olma hususunda ihtilaf yoktur .... Ancak iki masiahat ve malesadın çatışması halinde içlerinden daha kuvvetli olanı tercih edilir. Bundan dolayı, ikrah (kuvvetli tehdit) karşısında kelime-i küfrü söylemenin, şarap içmenin, başkasına ait malı yemenin, q,rucu, namazı terk etmenin mübah olduğunu kesin bir hüküm olarak ifade ettik. Çünkü kan dökülmesinin sakıncası, bunlardan daha şiddetlidir. Ama ikrah karşısında zina etmek, adam öldürmek mübah olmaz. Çünkü bunların sakıncası, ikraha denktir."61
Fabreddin Razi (ö. 606/1209)
Fahreddin Razi masiahat konusunu "münasebet"le bağlantılı olarak ele alır. Bir vasfın illet oluşuna delalet eden şeylerden biri olarak münasebet konusuna başlarken "münasib"in iki tarifine yer verir. Allah'ın hükümlerini hikmet ve maslahatlarla ilişkilendirenlere ait olduğunu söylediği birinci tarife göre münasib, "insanın var olmasına (tahsil) ve varlığının devamına (ibka) uygun düşen şeylerin elde edilmesi sonucunu doğuran şeydir". Razi'nin tariften sonraki açıklamalanna göre buradaki "tahsil" yerine "celbü'lmenfaa (menfaat sağlama)", ''ibka" yerine "def'u'l-mazarrat (zaran uzaklaştırma, önleme)" tabirleri de kullanılır. İbkası yani devam ettirilmesi maksud olan şeyin izillesi zarardır. Böyle bir şeyin devamının sağlanması ile zarann ondan uzaklaştınlması aynı şeydir. Burada sözü edilen tahsil (var etme) ve ibka (varlığının devam ettirme) düşüncesi,
·"ilm" e de "zan"na da dayanabilir. Her ikisi de yani ilme dayanan tahsil ve ibka da, zanna dayanan tahsil ve ibka da insanın dini veya dünyevi hayatıyla ilgili olabilir. Razi daha sonra masiahat tarifinde yer alan menfaat ve mazarrat kavramlarının tarifıne geçer ve menfaatin, "lezzetten ve lezzete vesile olan şeyler''den, mazarratın ise "elemdeıi ve eleme vesile olan şeyler''den ibaret olduğunu söyler. Bunun peşinden lezzet ve elem hakkında sözü edilen birertarife yer verdikten sonra aslında bu ikisinin tarif edilemeyeceğini, insanın onlan kendi içinde duyduğunu ilave eder. Ona göre dünyevi menfaat veya maslahat, zariiri, baci ve tahsini olarak sıralanan maslahatlardır. Dini veya ahiretle ilgili masiahat ise neiıs terbiyesine ve ahlak eğitimine dair anlatılan hikmetlerdif62.
saydığı bazı deliliere (kitap, sünnet, icma, kıyas-ı hafi, zamret ve ihtiyaç, örf, masiahat gibi) dayanarak istisna yapmaktır. Aradaki far,k metodolejik ve terminolojiktir. Onun için çoğu kere Hanetilerin istihsan ile vardıkları sonuca Imam Şafii de başka delillerle varır. Şafii mezhebine mensup olan Aınidi'nin, istih~an üzerine yaptığı açıklamalar da bunu doğrulamaktadır. Ona göre de ihtilafın aslı, lafzidir. B k. Aınidi, Seyfüddin Ebü'l-Hasen Ali b. Muharıırned, (ö. 631/1233}, el-lhkiim fi usuli'l-ahktim, yy. ts. IV, 136-139.
60) Burada Gazzali'nin, maslahat-ı mürseleyi "istislah" delilinden ayn, hakkında özel delil olmayan ama çok sayıda delil tarafından desteklenen masiahat olarak değerlendirdiğine dikkat edilmelidir. Şatıbi'nin de maslahatcı mürseleyi "Şanin tasarruflarıyla uyumlu (mülaim) yani itibara alındığına veya reddedildiğine dair hakkında özel delil bulunmayan fakat Şanin onun da içinde ~ulunduğu cinsi itibara aldığı bilinen maslahat" diye anladığı görülmektedir. Bk. Şatıbi, EbQ Ishak Ihrahim b. Musa, el-İ'tisilm, Kahire (ei-Mektebetü't-ticanyyetü'l-kübra), ts. II, llS.
61) Gazzati, el-Mustasfil, II, 502-504. 62) Falıreddin Razi, Muharıırned b. Ömer (ö. 606/1209), el-Mahslilfi 'ılm-i uslili'l-ftklı, nşr. Taha ca
bir Feyyad ei-Ulvaru, (Caıniatü'I-İmam Muharıırned b. Sufid el-lslaıniyye) 1400/1980, V (c. 2, kısım 2), 217-223.
D01777c10s28y2006.pdf 25.02.2010 18:01:07 Page 107 (1, 1)
204 1 Dr. Rahmi YARAN--------EKEV AKADEMi DERGİBİ
Fahreddin Razi, maslahat konusuna münasebet hakkındaki açıklamalanyla girer ve münasebeti üç farklı açıdan taksirne tabi tutar.
Birinci taksirne göre münasebet, ha.klkl ve iknill diye ikiye ayrılır. Eğer bir vasıf, dünya veya ahiretle ilgili bir maslahat için uygunsa o hakiki münasiptir. Ama ilk bakışta uygun olduğu zannedildiği halde iyice incelendiğinde öyle olmadığı görülüyorsa o da iknai münasiptir. Dünya ile ilgili hakiki maslahat üç mahalde bulunabilir: 1) Zarfiret mahallinde. 2) Hacet mahallinde. 3) Zaruret ve bacet mahallinin dışında. O, zarı1ret mahallinde kabul edilen ve korunması hedeflenen beş maksadı veya maslahatı şöyle sıralar: Can, mal, nesep, din ve akıl. Bunlann her birine misal verir. Fakat bu açıklamalanndan onun beş maddeyi bilinçli bir tercih ve sıra dahilinde mi yoksa rasgele mi saydığı anlaşılmaz ise de daha sonra söylediklerinden canı birinci sıraya koyduğu anlaşılmaktadır. Hacet mahallinde olan maslahatı küçük kızın velisine onu evlendirme yetkisi verilmesiyle açıldar63. "Zaruret ve bacet mahallinin dışında" olanlan "tahsiniyyat kabilinden olanlar'' diye niteler ve Cüveyni'nin üç ve dördüncü maddede anlattıklarını o burada üçüncü maddenin iki kısmı olarak daha net anlatır. Bunlardan birisi, muteber bir kaide ile çatışmayan tahsiniler diğeri ise böyle bir çatışma ilıtiva edenlerdir. Pis şeylerin haram kılınması ve kölelere şahitlik ehliyeti tanınmaması birinci kısma, kitabet akdi ise ikinci kısma misaldiJ:64.
Fahreddin Razi'nin ikinci münasebet taksimi, Şan tarafından bir vasfa itibar edilip değer verilişine veya verilmeyişine göredir. Bu bakımdan münasip olduğu düşünülen vasıfla ilgili üç ihtimal vardır: Ya Şan o vasfa itibar etiniştir ya onu itibardan düşürmüştür ya da itibar edip etmediğine dair bilgi yoktur65. Sonra bunlardan birincisini yani muteber münasibi hüküm ve vasfın cins veya nevi oluşuna ve buna bağlı olarak müessiriyetine göre dörde ayırıp misallendirir. En güçlüsü, vasfın nev'inin hükınün nevi'nde müessir olmasıdır66. Aynca hüküm ve vasfı, genelden özele doğru derecelendirir. Vasıfla ilgili derecelendirmede zarfiri münasibin diğerlerinden ve zaruriler içinde de canın korunmasının diğerlerinde!'! daha özel olduğunu söylemesi, beş zarfiri içinde canı korumayı birinci sıraya koyduğuna delalet eder. Muteber münasiple ilgili açıklamalannı şu cürnlelerle bitirir: "Vasıflar, eğer dinin (şer') onlan dikkate aldığına dair bir kanaat (zan) mevcutsa o zaman dikkate alınır. Din bir vasfı ne kadar çok dikkate almışsa onun muteberliği de o kadar kuvvetli olur. Bir vasfın hükürnle olan ilişkisi ne kadar özel olursa o vasfın o hüküm hakkındaki muteberliği de o derece güçlü olur. Dolayısıyla o özel vasıf ve
63) İslam fıkhının klasik yorumunda çoğunluk, bazı özel durumlarda buna ihtiyaç olabileceği tezinden ve Hz. Peygamber zamanındaki bazı uygulamalardan hareketle küçük çocukların evlendirilmesine izin verirler. Fakat buna karşı çıkanlar da vardır. Osmanlı HukUk-ı Aile Kararnamesinde (md. 6-7) konu yeniden ele alınmış hem asgari yaş sınırı getirilıniş hem de bunun ancak mahkeme kararı ile olabileceği hükme bağlanmıştır. Aslında evlilik sorumluluğunu taşıyamayacak insanların evlendirilmesi ve omuzlann bu ağır yükün yüklenmesi doğru değildir.
64) Falıreddin Razi, el-Mahsul, V (c. 2, kısım 2), 220, 225.
65) Aynı açıklamalar daha önce Gazzali'de de görülür. Bk. el-Mustasfa, II, 478-481.
66) Karati, bu dördünden birincisini müessir, diğerlerini müHüm diye adlandınr. Bk. Karati, Nefliisü'lusul, VII, 3412. Aynı adlandırmanın daha önce Gazz31i tarafından kullarulışı hakkında bk. Gazzali, el-Mustasfa, III, 620.
D01777c10s28y2006.pdf 25.02.2010 18:01:07 Page 107 (1, 2)
CÜVEYNl'DEN İBN ABDÜSSELAM'A MAKAsiD/MASLAHATSÖYLEMİ ------------'-- 205
hüküm, daha genel olana takdim edifu''67. Sonra dinin ilga ettiği yani itibarsız saydığı bir vasfın herhangi bir hükme münasip vasıf olarak asla kabul edilemeyeceğini söyler.
Anıidi (ö. 631/1233)
Ami.dl, illeti tespit için başvurulan yollardan biri olarak "münasebet" konusunu işlerken İsiapı'ın hüküm koyarken hedeflediği gayeyedikkat çeker. O gaye veya maksat, insanlar için ya maslahatı teminyazaran uzaklaştırmaya da bunların ikisi<fir68.
Anıidi daha sonra maslahatı temin ve zaran uzaklaştırma işinin dünya veya abiret hayatı hakkında olacağını söyleyip dÜnya ile ilgili kısmı üçe ayırır:
1) Gayenin (maksOd) var olmasını sağlamak için hüküm konulması. Mesela hukuka uygun olarak yapılan bir hukuki işlem, onunla ilgili gayenin teminini sağlar. Satış akdi mülkiyet elde etmek için yapılır ve akitle bu gaye meydana gelir.
2) Var olan gayenin devarnını sağlamak için hüküm konulması. Mesela insan hayatı. nın devamını sağlamak için adam öldürmek haram sayılmış ve bu suçu işleyen için kı
sas hükmü getirilmiştir.
3) Tamamlayıcı türünden hükümler konulması. Mesela nikahın şahitler huzurunda yapılması istenmiştir. Nikahın kendisi masiahattır fakat aklen düşünecek olursak onun var olması için şahitsiz akdin sahih sayılması da yeterli olabilirdi. Buna rağmen Şan', tamamlayıcı bir unsur olarak şahitlik şartı da getirmiştir.
Din tarafından konulan hükümlerin ahiretle ilgili gayesi ·ise hükme riayet edene sevap sağlaması, cezayı ondan uzaklaştırmasıclı.J:69.
Diğer taraftan Arnidi de, hükümlerin maksatlarını (makasıd), zarOıi, haci ve diğerleri şeklinde üçe ayırır. İlk ikisi kendi arasında da asü maksatlar, asü olmayıp asü maksadm tamamlayıcısı durumunda olanlar diye ikiye aynlır. Onun konuyu takdimi özetle şöyledir:
1) ZarOıi maksatlar. Bunlar asıl durumunda olanlar ve diğerleri (tamamlayıcılar) diye ikiye aynlır: a) Asıl durumunda olanlar, maldsıd-ı hamse (beş maksat) denen ıiıaksatlarla ilgili olanlardır ki bunlar, hiçbir din veya milletin göz ardı etmediği maksatlardır: Dini, canı, aklı, nesli ve malı korumak. Bunlar, makfunt sıralamasında en üst derecede yer alırlar. Bunların böyle beş adet olarak tespiti, villaaya ve gözleme dayanmaktadır. Dinin korunması için insanlan hak yoldan saptıran kafırin öldürülmesi, canın korunması için kısas uygulanması, aklın korunması için sarboşa had cezası verilmesi, malın konınması için de hırsızların ve gaspçılann cezalandırılması meşru kıİinmıştır70. b) Asıl durumunda olmayanlar ise zarfiri maksadara tabi, onları tamamlayan maksatlardır. Mesela az
67) Fahreddin Razi, el-Mahsul, V (c. 2, kısım 2), 226, 229.
68) Amidi, Seyfiidrlin Ebü'l-Hasen Ali b. Muhammed, (ö. 63111233), e/-lhkiimfi usu/i'/-ahkiim, yy. ts. III, 248-249.
69) Amidi, a.g.e., III, 249.
70) Burada neslin korunması için alınan cezru önleme yer verilmemiş olması matbaa hatası veya bir unutkanlık olabilir.
D01777c10s28y2006.pdf 25.02.2010 18:01:07 Page 108 (1, 1)
206/ Dr. Rahmi YARAN--------EKEV AKADEMİ DERCİSİ
miktarda içmek sarhoş etmese ve dolayısıyla akla zarar vemıese de bir tedbir olarak ve tamamlayıcı hüküm kabilinden haram kılınmıştır.
2) Had maksatlar. Bunlar da yine asıl durumunda olanlar ve diğerleri (tamamlayıcılar) diye aynlır: a) Asıl durumunda olanlar, zrud (=?arfui olmayan) ihtiyaçlarla (Mcet) ilgili olanlardır. Mesela veliye, küçük kızı evlendirme yetkisi tanınması, hacet kabilindendir. Fakat küçüğün eğitimi, yeme, içme, giyme gibi ihtiyaçlannın teminine dair yetki ise asli zarfiret kabilindendir. Gerek bu kısım gerekse zarfui maksatlann tamamlayıcı türünden olanlar, derece itibariyle asli maksatlardan sonra gelir ve bunlar çeşitli dinlerde farklı düzenlemeye açık konulardır. b) Tamamlayıcı durumundaki hac! maksatlar. Küçüğü evİendirme yetkisi verilen veliye, bunu yaparken denklik (küfüv) şartına riayet etme mecburiyeti getiren hüküm buna misaldir. Bu kısım, derece itibariyle hem asli ve tamamlayıcı zarfiri maksatlardan hem de asli bad maksatlardan sonra gelir.
3) Hacet kabilinden de olmayan maksatlar. Bunlar iyileştirme, süsleme, adetlerde ve muamelelerde en güzel yönteme uyma mevkiinde olan maksatlardır. Kölelerden şahitlik ehliyetinin alınması gibi. Köleye şahitlik ehliyeti tanınmaması, üçüncü derece maksatlarla, çocuğu üzerinde velilik hakkı tanınmaması ise ikinci derece maksatlarla ilgilidir71,
Arnidi maslahatla ilgili bu genel değerlendirmelerden sonra "maslahat-ı mürsel e" konusunu özel olarak ele alır ve Gazzili'nin İstislah delilindeki maslahat için söylediklerini o maslahat-ı mürsel e için söyler ve maslahat-ı mürselenin ancak zarfui, külli ve kat'! olma şartlaorun üçlinü birden ihtiva ettiği takdirde hükme esas alınacağım belirtir. Ona göre Şafuler, Hanefiler ve diğerleri, maslahat-ı mürsele ile amel edilerneyeceği hakkında ittifak etmişlerdir. Mezhebine mensup alinıler kabul etmedikleri halde İmam Malik'in, maslahat-ı mürsele ile amel ettiğine dair rivayet ihtiyatla karşılanmalıdır ve bu rivayet eğer sahih ise de yukandaki üç şartı taşıyan maslahatlarla ilgili olmalıdır72.
Amid!, el-İhkfun'ın sonunda tercih konusuna özel bir yer ayırır ve çatışma halinde hangi esaslara göre tercih yapılacağına dair kaideler koyar. Buna göre asli zarfiri maksatlarla ilgili olanlar birinci, bunlann tamamlayıcılan ikinci, asli bacetlerle ilgili olanlar üçüncü sırada yer aiır73. Onun beş asli zarun maksat arasındaki sıralaması da şöyledir: Dinin aslının korunması, canın korunması, nesebin korunması, aklın korunması, malın korunması74. Amidt, bu sıralamanın niye böyle olduğuna dair her biri için ayn ayn açıkIama yaptığı halde nesebin, akıldan önce gelmesinin sebebini burada açıklamaz. Dikkat çeken başka bir husus da onun buradaki nesep yerine daha önce75 nesil kelimesini kullanması ve -bilinçli bir sıralama yaptığına dair herhangi bir ifade kullanmaksızın- onu akıldan sonra zikretmesidir.
71) Amidi, a.g.e., III, 252-253.
72) Amidi, a.g.e., IV, 139-140.
73) Amidi, a.g.e., IV, 243.
74) Amidi, a.g.e., IV, 243-245.
75) Amidi, a.g.e., III, 252
D01777c10s28y2006.pdf 25.02.2010 18:01:07 Page 108 (1, 2)
CÜVEYNl'DEN İBN ABDÜSSELAM'A MAKASID/MASLAHATSÖYLEMİ ----------- 207
Amiru, bu sıralamada dinin, diğerlerinin önünde yer almasına yapılabilecek muhtemel itirazı ve gerekçelerini sıralayıp onlara cevap verirken özetle şunlaİı söyler:
Şu şekilde bir görüş ileri sürülebilir: Bu sıralamada hayatı/canı koruma hepsinden önce olmalıdır. Çünkü dinin gayesi olan şey, Allah hakkıdır. Diğerleri ise insan hakkıdır. Kural olarak Allah hakkı ile insan (kul) hakkı arasında tercih mecburiyeti dağarsa insan hakkına öncelik verilir. Allah hakkının ihlali Allah'a zarar vermez. Halbuki insan, haklarının ihlalinden zarar görür. Namaz, oruÇ gibi bazı ibadetlerde yolcu ve hastalara kolaylık sağlanmıştır. Namazın edası ile boğulmakta olan bir insanınicanlının (nefs) kurtanlması arasında tercih mecburiyeti ·alsa, insanın kurtarılmasına öncelik verilir. Hatta malın korunması bile dinin korunmasından önemli görülmüş ve en basit bir malın korunması için zorunluluk olduğu takdirde cuma ve cemaatin terk edilmesi caiz sayılmıştır76.
Amiru, özetiediğimiz bu karşı görüşe şöyle cevap verir: Hayatı korumak, bazı hükümler bakımından insan hakkı olarak görüldüğü gibi diğer hiikümler bakımından aynı zamanda Allah hakkıdır. Bunun için insanın intihar etıiıesi veya neticede hayatini ortadan kaldıracak işler yapması haram kılınmıştır. Dolayısıyla sözü edilen meselelerde ya insan ve Allah hakkı bir bütün olarak, sırf insan hakkına tercih edilmiştir ya da geriye bırakılan Allah hakkı, dinin aslına değil fürfina ait bir haktır. Bu bakımdan yolculuk. ve hastalık hallerine ait kolaylıklar, insan hakkının Allah hakkının önüne geçirilmesi olarak değerlendirilemez .. Verilen bazı misallerde de Allah hakkı tamamen iptal edilmernekte o meselede aslın yerini halefi almaktadır. Mesela bir hayat kurtarmak için namaz terk edilse bile eda yükümlülüğünün yerini kaza yükümlülüğü almaktadır77.
İbnü't-Tiliınsani (ö. 644/1246 veya 658/1260)
İbnü't-Tilimsfuıi masiahat eksenli bir bakışla "roünasib"i zarilı1, hac! ve tezyini şeklinde üçe ayırdıktan sonra zarfiri münasibleri şöyle sıralar:
Zarfiriler, derece derecedir. Onların ilki ve öncelikiisi dini koruma maslahatı dır .... ve cam koruma maslahatı, ... ve nesepleri konıma maslahatı, ... ve ırzlan koruma maslahatı, ... ve akıllan koruma maslahatı, ... ve malları koruma maslahatı .... Bunlar, Şfui'in, her şeriatta değer verdiği kesinlikle bilinen mailahatlardır. içlerinde en önemlisi dindir. Diğerleri ona vesiledir. İçlerinde en aşağı derecede olan da maldır78.
Burada dikkatimizi çeken husus onun, -tespit edebildiğimiz kadarıyla- zarilı1leri altı
adet olarak sayan ve "ırz"a (haysiyet, şeref, namus) bunlardan biri olarak nesepten sonra dördüncü sırada yer veren ilk kişi oluşudur. Nesep ve ırzın her birini korumaya yönelik hukuki düzenlemelerden bahsetmesi ırzı, nesebin bir parçası değil, müstakil bir madde olarak saydığının açık delilidir. Ona göre zina fiili, nesebi korumak maksadıyla; zina iftirası (kazf) ve hırsızlık da ırzı korumak maksadıyla cezalandırılmıştır. Hırsızlığa getirilen ağır cezanın gayesi, insanların bundan çekinerek hırsızlıktan uzak durmaları, dola-
76) Amidi, a.g.e., IV, i44. 77) Amidi, a.g.e., IV, 244-245.
78) İbnü't-Tilimsiini, Şerefıiddin Ebu MuhammedAbdullah b. Muhammed el-Fihri (ö. 64411246), Şerhu'l-Meô.limfi usuli'l-ftkh, nşr. Adil Ahmed AbdülmevcOd ve Ali Muhammed Muavvad, Beyrut 1419/1999, II, 339-348.
D01777c10s28y2006.pdf 25.02.2010 18:01:07 Page 109 (1, 1)
208 1 Dr. Rahmi YARAN --------EKEV AKADEMİ DERCİSİ
yısıyla haysiyet ve şereflerinin (ırz) Iekelenmemesidir. Lifuıla ilgili düzenlemenin sebebi de yine ırz.ın korunmasıdır79.
Zarilriyat içinde, sayılan bu altı maddeden sonra onların tamamlayıcıları mesabesinde olanlar gelir. İslam'a karşı savaşanların öldürülmeleri ile ilgili hükmün ergen (b§liğ) olanlarla sınırlandırılması, kısasta denklik aranması, aralarında evlenme yasağı bulunmayan kadınla erkeğin baş başa kalmalarının (halvet) haram olması, şarabın sarhoş etmeyecek kadarının da haram sayıimiısı tamamlayıcı mesabesinde kabul edilen zarfiri masiahat misalleridif80. ·
İbnü 't-Tilimsfull, ikinci derecedeki münasip vasıf için "orta mertebe" ifadesini kullanır ve onu "Hacetleri def etmek için meşru kılınanlar" diye açıklar ve bunlara misal olarak "alışverişin aslının, nikahın, ariyetin, müsakatın, niyabetin ve velayetin meşru olması"nı sıralar. Burada "alışverişin aslı" tamlamasındaki "asi", Arap dilbilgisi kurallarına göre diğer akitler hakkında da kast edilmiş olabilir. Diğer taraftan bunu sadece alışveriş hakkında, Cüveyn1'nin alışverişin aslını zarilriyattan sayan göiüşüne karşı özellikle söylemiş olması da muhtemeldir. Onun ikinci. derecedeki münasip vasfa mülhak olanlar için verdiği misaller de aldanınayı önlemek için akitlerde kusur, şart ve meclis muhayyerliğine yer verilmesi, şuf'anın meşru olması, veliye verilen küçüğü evlendirme yetkisinin denklik ve emsal mehir şartı ile sınırlandırılmasıdı.r81.
İbnü't-Tilimsani, üçüncü derecedeki münasip vasıf için "en aşağı (dünya) mertebe" ifadesini kullanır ve onu "Zarfiret de hacet de sayılmayan fakat süsleme, iyileştirme, ibadetlerde82 ve muamelelerde en iyi usulü izleme mesabesinde olanlar" diye açıklar. Misalleri de şöyledir: Necis şeylerden kaçınma, pis (müstahbes) şeylerin haram kılınması, kölelere velilik, şahitlik ve hakinilik yetkisi verilmemesi83.
İbnü'I-Hacib (ö. 646/1249)
İbnü'l-Hacib'jn makasıd sınıflandırması ve açıklamaları Arnidi'nin tekran ve özeti gibidir. Her ikisinin başka bir kitabın tekran olması da mümkündür. Yalnız Arnilli neslin korunmasına misal vermemişken İbnü'l-Hacib, ona misal olarak zina fıilinin cezalandmlmasını zikreder84. Beş zarfiii maksat sıralaması da iki yerde aynen Am.idl'riin iki farklı sıralaması gibidir. O da bir yerde nesil dediğine diğer yerde neseb der ve tercih sıralamasının gerekçesini açıklarken neseb veya neslin akıldan önce gelmesinin gerekçesini açıklamaz85.
79) İbnü't-Tılimsfuıi, a.g.e., II, 340-342. 80) İbnü't-Tılimsfuıi, a.g.e., Il, 348. 81) İbnü't-Tılimsfuıi, a.g.e., II, 348-352.
82) Bazı kitaplardaki "adetler" yerine burada "ibadetler" denmesi ilginçtir. Arapça'da iki kelime arasındaki fark sadece "ba" harfinden ibaret olduğu için matbaa veya istinsah hatası olabilir. Fakat bu derece için verilen "necasetten kaçınma" misali, namaz ibadetini de çağrıştırmaktadır.
83) İbnü't-Tılimsfuıi, a.g.e., Il, 354.
84) İbnü'l-Hacib, EbQ Amr Cemlilüddin Osman b. Ömer, Müntehe'l-vüsut (Müntehe's-sf'il) ve'l-emelfl 'ılmeyi'l-usf'il ve'/-cedel, Beyrut 1405/1985, s. 182.
85) Krş. Amid1, el-lhklım, III, 252; IV, 243-245: İbnü'I-Hacib, Müntehe'l-vüsf'il, s. 182-183,227-228.
D01777c10s28y2006.pdf 25.02.2010 18:01:07 Page 109 (1, 2)
CÜVEYNl'DEN İBN ABDÜSSELAM'A MAJ<ASID/MASLAHATSÖYLEMİ ----------209
İbnü'l-Hacib, Muhtasar'ında da aynı görüşleri özet olarak zikreder ve Muhtasar'ı şerh eden Sübki ona önemli bir ilave yapmaz86. Yalnız Muhtasar'ı şerh eden başka bir ruim olan İci (ö. 756/1355), nesebin akıldan önce gelmesinin gerekçesini, "Çünkü o, nefsin (canın) bakası içindir" diye açıklar87 ve Teftazaru de buna "0, çocuk, bakıcısız kalıp zayi olmasın, korunsun diye Şan' tarafından öyle hükme bağlanmıştır'' ilavesini yapar88. Aslında~Teftazaru'nin bu ifadesi, daha önce Amidi'nin, canın korunmasının, nesebin korunmasından önce gelişinin gerekçesi olarak yaptığı açıklamanın89 bir parçasıdır.
İbnü'l-Hacib de din ile ilgili zarfiri maksadın, diğer dördünden önce geldiğini ifade ettikten sonra Arnidi'nin anlattığı9o tarzda buna karşı ileri sürülebilecek muhtemel bir itiraza ve cevabına yer verir91. Onun Muhtasar'ına almadığı bu karşı görüş ve cevabını İctJ2 ve Sübkı"93 Muhtasar'ı şerh ederken dile getirir.
İbn Abdüsselaın {ö. 660/1262)
İbn Abdüsselam, makasıt konusunu, usil.lü'l-fıkhtan bağımsız olarak genişçe işleyen ilk ruim sayılır94. Kavtiidü'l-ahkômfi mesalihi'l-enfim95 adlı eseri isminin ilk anda çağnştırdığı "kaideler''den ziyade adeta masiahat konusuna tahsis edilmiştir. Müellifin maslahat ile ilgili görüşleri bu kitabı yanında el-Kaviiidü's-suğra diye de bilinen el-Fevaidfi ihtisari' l-makfisıd ve Şeceratü 'l-mearif ve' l-ahviil adlı eserlerinde yer alır. Zaman zaman daha önceki kitaplarda da ifade edilen, İslam dininin getirdiği hükümlerin tamıimının insanlann yaranna olduğu ilkesini o da tekrarlar. Fakat onlara nispetle çok daha detaylı bir şekilde hemen her meselede o meseleye ait maslahata özel olarak yer verir. Ona göre de
86) bk. Tacüddin es-Sübld, Abdülvehhab b. Ali (ö. 771/1370), Raf'u'l-Mcib an Muhtasarı lbni'l-Hacib, nşr. Ali Muhammed Muavvad ve Adil Aluned AbdülmevcOd, Beyrut 1419/1999, IV, 334-337, 642-643. Aynca bk. Ici, Adudiddin Ebü'l-Fazl Abdurrahman b. Aluned (ö. 756/1355), Şerhu Muh-tasari'l-Müntehd, Bulak 1316, II, 240-241, 317-318. ·
87) İci, a.g.e., II; 318.
88) Teftaziini, Sa'düddin Mes'Od b. Ömer (ö. 791/1389), Hiişiye ala Şerhı Muhtasari'l-Müntehd, Bu-lak 1316, Il, 318.
89) Amidi, el-lhkiim; IV, 245.
90) Amidi, a.g.e., IV, 244-245.
91) İbnü'l-Hacib, Müntehe'l-vüsul, s. 228
92) İci, Şerhu Muhtasari'l-Müntehd, II, 317-318.
93) Tacüddin es-Sübld, Raf'u'l-Mcib, IV, 642-643.
94) bk. Abdurrahman Haçkalı, lzı.uddin b. Abdisse/am'da Masiahat Naztıriyesi (doktora tezi, On dokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü), Samsun 1999, s. 78; Yunus Apaydın, "İbn Abdüsseliim", DİA, XIX, 286. Dalıa öncesine ait EbQ Zeyd Aluned b. Sehl el-Belhi'nin (ö. 322/934) Mesalihu'l-ebdan ve'l-enfos adlı bir eseri varsa da o, masialıatı "ihtiyaç" kavrarnma yakm bir manada kullanır. İnsanın fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçlarını, bunların tatminini ele alan özgün bir çalışma olarak dikkatimizi çeken bu eserin tıpkı basımı Fuad Sezgin tarafından yaymlanmıştır. Mesalihu'lebdan ve'l-enfos, nşr. Fuat Sezgin, Frankfurt (Institut for the Histoıy of Arabic-Islarnic Sciens/Ma'hedü tiiı:ihi'l-ulilmi'-arabiyye ve'l-isliimiyye), 1984, (Süleymaniye kütüphanesi Ayasofya bölümü 3741 numaradan tıpkı basım, 140 varak, 280 sayfa).
95) el-Kavaidü'l-kübra diye de bilinen eseri, Nezih Kemal Hammad ve Osman Curn'a Damlriye el-Kavaidü 'l-kübra el-mevsum bi Kavtlidi 'l-ahkiim fi islahi 'l-entlm adıyla yayımlamıştır (Beyrut!Dımaşk l42l/2000).
D01777c10s28y2006.pdf 25.02.2010 18:01:07 Page 110 (1, 1)
210 1 Dr. Rahmi YARAN~-------EKEV AKADEMİ DERGİBİ
İslam hükümlerinin amacı, maslahatı temin etmek (celbü'l-maslaha) ve mefsedeti önlemektir (def'u'l-mefsede). Mefsedeti önlemek de insanın maslahatina (iyiliğine/yaranna) olduğu için bu, tek madde halinde masiahat olarak da ifade edilebilir.
İbn Abdüsselam maslahatı, "Iezzet ve sebepleri, sevinç (ferha) ve sebepleri" diye mefsedeti de "elem ve sebepleri, gam ve sebepleri" diye dörde ayınr96. Onun bu ifadesini tanım olarak takdim edenler97_ olsa da kanaatimizce o, bu ifadesi ile maslahatı bir tecim olarak tanımlamaktan ziyade, okuyucu veya dinleyici için manasım daha anlaşılır hale getirmeyi amaçlamaktadır. Nitekim buna benzer şöyle cUınleler de kurar:" Allah'ın vacip kıldığı herhangi bir maslahatın terk edilmesi, haram mefsedettir. Allah'ın haram kıİdığı herhangi bir mefsedetin terk edilmesi vacip maslahattır. . .. Gam ve keder veren her şey mefsedettir .... Dünyevt veya uhrevt gam veya kedere vesile olan her şey mefsedettir .... Dünyevt veya uhrevt sevinç veya lezzete vesile olan her şey maslahattır .... Allah'ın gerek kendi hakları gerekse insanların hakları ile ilgili olarak vacip kıldıklarının terk edilmesi, haram mefsedettir."98
Ona göre masiahatlar ve mefsedetler;.makasıd (maksatlar) ve vesrul (vesileler) olarak ikiye ayrılır. Vacipler ve mendfiplar da, haramlar ve rnekruhlar da makasıd ve vesail olarak iki türlüdür. Vesailin hükümleri, makasıda göredir. Maksat ne kadar faziletli ise ona vesile olan fiiller de o kadar faziletli, maksat ne kadar kötü ise ona vesile olan işler de o kadar kötüdür. Masiahatlar da mefsedetler de kendi aralarında derecelenir. Onların bu derecelenişi ve sıralanışı konusunda alimler arasında farklı değerlendirmeler olabilir. Masiahatlar arasında terelli yapma zorunluluğu olursa her bir alim, kendi sıralamasına göre onlardan birini diğerine tercih eder. Aynı durum mefsedetler için de geçerlidir. Mefsedetlerin tamamından uzak durulması gerekir. Bu mümkün olmazsa her alim, onlar arasında kendi sıralamasına göre tercihte bulunur ve mefsedeti daha çok olanı terk edip, daha az olana katlanır99.
İbn Abdüsselfun'a görevesileler de kendi aralarında vesilesi oldukları maksatlarımn fazilet farkına göre derecelenir. Mesela Allah'ı bilmeye vesile olan şey, O'nun hükmünü bilmeye vesile olan şeyden daha üstündür. Vesileler, bir maksadın vesilesi olma yanında vesilenin vesilesi de olabilir. Başka bir ifade ile aynı şey, bir maksadın vesilesi iken başka bir vesilenin maksadı olabilir. DW hükümlerin eğitim öğretimi, o hükümlerin bilin-
96) İbn Abdüsselam, Izzüddin Abdülaziz b. Abdisselam, Kavfıidü'l-ahkam ( el-Kavfıid), Beyrut, ts (Daru'l-ma'rife), I, 10; a.mlf., el-Fevliidfl ihtis/iri'l-makfisıd ev el-Kav/iidü's-suğrli, nşr. İyad Halid etTabba', Dimaşk ı 4 ı 6/ı 996, s. 32, 5 ı. Benzer ifadeler daha önce Fahreddin Razi tarafından menfaat ve mazarrat kavramları için kullanılır. Razi daha· sonra lezzet ve elem hakkında birer tarif nakleder ama bunların tarifinin imkansız olduğunu, onların ancak idrak edilebileceklerini söyler. bk. Fahreddin Razi, el-Mahsul, V (c. 2, kısım 2), 2ıs.
97) Bu ve benzer ifadeler Abdurrahman Haçkalı tarafından maslahatın farklı tarumları olarak nitelenmektedir. bk. Abdurrahman Hıiçkalı,/zzuddin b. Abdisse/am'da Masiahat Nazariyesi, s. 82-83; a. mlf. "İslam Hukuk Metodolojisinde Masiahat Tarumları ve Bunların Analizi", Islami Araştırmalar, c. ı3, sy. ı (2000), s. 50.
98) İbn Abdüsselam, el-Fev/iid, s. 50-52.
99) İbn Abdüsselam, el-Kav/iid, I, 46. Aynca bk. a mlf., Şeceratü'l-mefırifve'l-ahvfıl, nşr. İyad Halid et-Tabbli', Dimaşk ı410/ı989, s. 2-3.
D01777c10s28y2006.pdf 25.02.2010 18:01:07 Page 110 (1, 2)
CÜVEYN!'DEN İBN ABDÜSSEIAM'A MAKASID/MASLAHATSÖYLEMİ ----------211
mesine vesiledir. Bu bilme, bilinen faziletli işlerin (taatlann) yapılmasına vesiledir. Onlann yapılması da Allah'ın nzasının ve sevabının kazanılmasına vesiledir. Aynı şekilde. mefsedetlere vesile olan şeyler de derece derecedir. Mesela adam öldürmek. zinadan daha kötü ve günah bir fiil ise adam öldürmeye vesile olmak da zinaya vesile olmaktan daha kötü ve günahtırlOO. Onun bazı haramlık sıralamalan şöyledir: Adam öldürme, zinadan; zina,.mala tecavüzden; akrabaya saldın, yabancılara saldından; ana babaya saldın, diğer akrabalam saldından daha şiddetli haramdırıoı.
İnsanın mübah masiahatlar karşısındaki tavn, o esnada kendi adına mı başkası adına mı hareket ettiğine bağlı olarak değişir. Şahsı adına bir işlem yaparken mübah maslahatlar arasından ihtiyacını gidereni ile yetinir. En iyiyi gözetmek zorunda değildir. Ama başkalan üzerindeki velayet hakkını kullanma durumunda ise o zaman yetkisi dahilindeki mübah fiiller arasından da en iyiyi tercih eder, daima velayeti altındaki şahısiann menfaatini önde tutar, bu hususta daha uygun olana öncelik verirl02. Onun sözünü ettiği velayet aile hukukundaki velayetle sınırlı da değildir. Kamu adına yetki kullanan!~ dıi. bu kapsamdadır ve bu esnada şahsi işlerindekinden daha hassas olmalan gerekir. Çok sayıda hukuki işlemle ilgili maslahatı tek tek ele alan İbn Abdüsselam, kamu adına yetki kullanımı hakkında şu tespitlerde bulunur: Yelayet yetkisi ile hareket eden devlet adamlan, halk için en uygun (aslah) hareket tarzını tercih etme durumundadırlar. Onlar, bu tarz işlemlerinde -büyük bir meşakkate sebep olmayacaksa- daha iyiyi yapma imkanı varken iyi ile yetinemezler. Özel işlerinde olduğu gibi diledikleri şekilde serbest ve rahat hareket etmeye haklan yoktur. Çünkü Allah "Yetimin malına sadece en güzel şekilde yaklaşzn"l03 buyunır. Yetimlerin mallan ile ilgili bu hüküm, devlet adamlannın, müslümanIann umumuna ait mallarla (kamu mallan) ilgili işlemlerinde öncelikli olarak sübut bulur. Çünkü din, umumi yarara özel, yarardan daha çok özen gösterirl04.
İbn Abdüsselam, dln1 hükümlere riayette titizlik ve onlann korunmasındaki önceliği de şöyle sıralar: Canı koruma, organlan korumaya; organlan koruma, namusu korumaya; namusu koruma, malı korumaya; farzlan koruma, nafileleri korumaya; farzlar arasında da daha faziletli olanlan koruma, faziletçe ondan geri olanı korumaya takdim ediIirl05.
İbn Abdüsselam, Şan' (din koyucu) tarafından yapılması istenen vesile türü işlerin zaman zaman harici sebeplerle kedilerinden beklenen maksada hizmet edemeyebileceği, hatta zararlı olabileceği konusuna da değinir. Mesela emri bi'lmaruf ve nehy-i ani'lmünker olarak ifade edilen iyi ve kötü davranışlar konusunda toplUnın ve şahıslan bilgi-
100) İbnAbdüsselarn, el-Kavaid, l, 104-106. Aynca bk. a. mlf., el-Fevaid, s. 43-44, 140; a mlf., Şece-ratü 'l-mearif, s. 5 vd.
101) İbn Abdüsselarn, el-Fevaid, s. 74.
102) İbnAbdüsselarn, el-Fevaid, s. 45-47.
103) el-En'am 6/152; el-İsıii 17/34.
104) İbn Abdüsselarn, el-Kavaid, Il, 75.
105) İbn Abdüsselarn, el-Fevaid, s. 78.
D01777c10s28y2006.pdf 25.02.2010 18:01:07 Page 111 (1, 1)
212 /Dr. Rahmi YARAN.~-------EKEV AKADEMİ DERCİSİ
lendimıe ve bilinçlendirme, normal şartlarda ehil olan her müslümanın yapması gereken bir görevdir. Ama bazan bu bilgilendimıenin fayda etineyeceği hatta zararlı olacağı bilinir. Bu gibi durumlarda o fiil, -geçici bir süre- görev olma vasfını kaybeder. Bunun örnekleri Hz. Peygamber'in hayatında da vardır. M~kke döneminde İslam'a uymayan bir görüntü içerisindeki Mescid-i Haram'a gittiği ve orada bunlara şahit olduğu halde sürekli bir karşı çıkış ve aniatış içinde olmak yerine netice almaya yönelik daha genel bir strateji ile hareket etmiştir. Kur'an'da da ifade edildiğil06 gibi bazı insanlar "Allah'tan sakın" sözünden bile rahatsız olur ve bulunduğu noktaya göre daha olumsuz tavırlar içine girerlerl07. Bunlar iyi takdir edilmeli ve maksat unutulmadan ve ilımal edilmeden ona götürecek en uygun yol izlenmelidir.
İbn Abdüsselam da maslahatları önce dünya ve ahiret ait maslahatlar (dünya ve ahiret huzuru için ihtiyaç duyulanlar) diye ikiye ayırdıktan sonra onların her birini kademeli üç gruba ayrır. Dünya maslahatları; zaruretler, hiicetler, tetimme ve tekmileler şeklinde sıralanır. O, zarfiret ve hacetierin tamamlayıcılarından bahsetmek yerine öncekilerden farklı olarak, onların genellikle tahslniyat adıyla üçüncü sıraya koyduğu hususları tetimme ve tekmilat (tamamlayıcılar) olarak aynı yere yani geneldeki üçüncü sıraya koyar. Zaruretler; yiyecek ve içecek maddeleri, elbise, mesken, evlilik, gıda maddesi taşınıada kullanılacak binek vasıtaları ve benze~lerinin yeterli olacak en az miktarıdır. Bu sayılanların en üst mertebesinde olanlar, yani nefis yemekler, yumuşak elbiseler, konforlu konutlar ve binek vasıtaları, geniş köşkler, güzel eşler de tetimme ve tekmilelerdendir. Bu ikisi (tetirnme ve tekmilelerle zaruriler) arasındakiler, hiicetlerdendirl08.
İbn Abdüsselam'ın abiret maslahatları ile ilgili sıralaması da şöyledir: Vacipleri yapmak ve haramlardan kaçınmak, zaruretlerdendir. Müekket sünnetler ve simgesel sünnetler (eş-şeairu'z-zabirat), hiicetlerdendir. Bunların dışında kalan mendt1plar da tetimme ve tekmilelerdendir. Onlar, bir kısım farzlara tabi, bir kısım ise onlardan bağımsız müstakil mendt1plardır. Bu üç kısım içinde daha faziletli olanlar, diğerlerine takdim edilir. Zaruret derecesindekiler de hacet derecesindekilere takdim edilirl09.
Ahiretle ilgili maslahat, sevap kazanmak, mefsedet ise cezaya uğramaktır. Bütün ibadetlerde maksat (hedef, gaye), Allah'ı (ilah) yüceltmek, O'na güvenip dayanmaktır. O'qu ve sıfatiarını bilmek en büyük onurdur. Ona göre Allah, abiret maslahatlarının hepsini de mümkün olduğunca çokça yapmaya, dünya maslahatlarından ise birinci ve ikinci derecedekilerle yetinmeye teşvik eder. Buna rağmen bazı zenginler, azaltılması istenenleri çoğaltmaya, çoğaltılması istenenleri ise azaltmaya rağbet ediyoriarliO. Bu değer-
106) el-Bakara 2/206.
107) İbn Abdüsselam, el-Kavilid, l, 109. Aynca bk. a rnlf., el-Fevilid, s. 66. Benzer görüşler daha sonra İbn Kayyim tarafından da dile getirilecektir. bk. İbn Kayyim el-Cevziyye, Ebu Abdillab Şemsüddin Muhammed b. Ebi Bekr el-Hanbeli (ö. 751/1350), /'lilmü'l-muvakkıin, nşr. TaJıaAbdurraı1f Sa'd, Kabire 1955, III, 3-5.
108) İbn Abdüsselam, el-Kavô.id, II, 60; a.rnlf., e/-Fevilid, s. 38-39.
109) İbn Abdüsselam, el-Kavilid, II, 60-61; arnlf., el-Fevilid, s. 38.
ll O) İbn Abdüsselam, el-Kavilid, II, 62, 66; amlf., el-Fevilid, s. 38-40.
D01777c10s28y2006.pdf 25.02.2010 18:01:07 Page 111 (1, 2)
CÜVEYM'DEN İBN ABDÜSSELAM'A MAKAsiD/MASLAHATSÖYLEMİ ----------213
lendinnesiyle o, ahirete ait maslahatlarla ilgili sıralamada teklifi hükümlerdeki sıralamaya paralel bir yol izler.
İbn Abdüsselam dünya ve abiret maslahatlannın birbirleriyle olan ilişkisine de dikkat çeker. Ona göre bunlann her birinin diğerinden bağımsız olarak düşünmek doğru değildir. Ahirete ait maslahatlar, büyük ölçüde dünyaya ait masiahatlar olmadan elde edilemez. Yeme, içme, evlenme ve dünyevt görülen bir çok yararlı faaliyet buna dahildirlll. İnsan hayatının devamı, yeme, içme, giyim, evlilik vb. meselelerde birinci (zaruret) ve ikinci derece (hacet) ihtiyaçlannın giderilmesine bağlıdır. Bunların giderilmesi de ancak onlann giderilmesini sağlayacak işlemlerin (tasarruf) mübah sayılması ile mümkündür. Bir çok akit bu düşünce ile serbest bırakılmıştırll2. -
Bazı yasaklara veya yükümlülüklere getirilen istisnat hükümler de hep ihtiyaç sebebiyledir. Mesela ziynet eşyası olarak veya başka maksatlada altın takmak, ipek giyrnek erkeklere haram kılınırken zaruret ve şiddetli Mcet hali bundan istisna edilmiştir. Aynı durum, istisna kapsamı daha geniş olmak kaydıyla gümüş için de geçerlidirll3. Önemli mazeretler bazı farzların tehir veya terk edilmesine izin verir hatta bazan bu, farz haline de gelir. Hastalık, yoletiluk gibi mazeretler namazların birleştirilmesine, orucun tehir edilmesine izin verir. Ölüm tehdidi ve benzeri durumlarda bu, farz haline gelir. Bazan doğruyu söylemek haram, yalan söylemek farz olabiiir114.
Sonuç
Allah tarafından peygamberler vasıtasıyla insanlara ulaştırılan ilaııt mesaj, ona inananlarca benimsenir ve uygulanır. Müslümanlar bu mesajın, ihtiva ettiği olumlu unsurlan uygunluk, elverişlilik, düzgünlük gibi manalan olan masiahat kelimesiyle ifade ederler. Maslahatın zıddı mefsedettir. İslamt hükümlerin genel gayesi kısaca maslahatı temin etmek ve mefsedeti uzaklaştırmak olarak tespjt edilmiştir. Mefsedetin giderilmesi, maslahatın devarnını sağlamaya yönelik olduğu için bazan böyle ikili kullanım yerine sadece masiahat kelimesi ile de yetinilmiş, mefsedetin giderilmesi, onun muhtevasında var sayılmıştır.
Cüveynt, İslfunt hükümleri içerdiği maslahatı veya insan hayatındaki yer ve önernini esas alarak kategorize etmiş ve bunlan beş madde olarak sıralarnıştır. Uygun bir insanı hayat için olmazsa olmaz derecede önemli gördüğü hususlan birinci maddeye almış ve bunlara olan ihtiyacın şiddetini ifade etmek için zarfiret kelimesini kullanmıştır. Bu derecede önemli olmasa da eksikliği hayatta ciddi manada sıkıntı sebebi olacak, hayatı çekilmez yapacak hususlan ikinci maddeye koymuş ve bunlara olan ihtiyaç derecesini de hacet kelimesiyle ifade etmiştir. Aslında her derecede ihtiyaç için kullanılabilen bu kelime, bundan sonra bu özel manasıyla bazan tek başına bazan da önem ve şiddet vur-
lll) Abdüsselam, el-Kavaid, II, 66. 1 12) İbn Abdüsselam, a.g.e., II, 69 113) İbn Abdüsselam, a.g.e., II, 142. 114) İbn Abdüsselam, el-Fevllid, s. 65-66; aınlf., Şeceratü'l-me/irif, s. 404-407.
D01777c10s28y2006.pdf 25.02.2010 18:01:07 Page 112 (1, 1)
2141 Dr. Rahmi YARAN--------EKEV AKADEMİ DERGİBİ
gusu yapan "masse" vb. bir sıfat ile birlikte bir nevi terim halini almıştır. Artık birinci derecede masiahatlar veya ihtiyaçlar zarfiriyyat, ikinci derecedekiler haciyyat olarak ifade edilecektir. O ayru zamanda fert için hiicet olan bir hususun yaygınlaşıp toplumsal bir mahiyet alınca toplum için zarfiret derecesine ~seleceği gibi hayati bir içtihatta bulunarak fertlere zarfiret halinde tanınan ruhsatların, bu şartlar altındaki toplumlarda, -hacet derecesindeki ihtiyaçların tatmini ile sınırlı olmak şartıyla- hacet halinde de geçerli olacağım ifade etıniştir.
Gazzau, Cüveyl'nin genel olarak zarfiret adıyla birinci derecede önemli gördüğü maslahatları, muhtemelen İslam fıkhında kısas ve had (çoğulu hudfid) terimleriyle ifade edilen cezru müeyyidelerden ve cihat anlayışından esinlenerek beş madde halinde belirginleştirmiştir: Dinin, carun, aklın, neslin ve malın korunması. Bunlar Gazzau'den önce bilinmeyen hususlar değilse de böyle sistemli olarak bir arada sayılmış olması önem arz etınektedir. Gazzau'nin dini birinci sıraya koyan bu düzenlemesinden sonra Fahreddin R1lzl, canı birinci sırada, dini, mal ve nesepten sonra dördüncü sırada sayar. Fakat onun bu sıralamasırun bilinçli mi yoksa rasgele mi olduğu belli değildir. Daha sonra İbn Kudame, Arniru, İbnü't-Tilimsan1 gibi alimlerde din tekrar bu sıralamanın başında yer alacak, kimi zaman bu beşlideki nesil yerine nesep kelimesi kullamlacak ve İbnü't-Tilimsan1 tarafından bu beşli, ırz ilave edilerek altıya çıkarılacaktır. Bazıları bu ilavenin ilk defa Tfifi tarafından yapıldığını söylese de İbnü 't-Tilimsaru bunu ondan hayli önce dile getirmiştir.
İbn Abdüsselam, masiahat konusunu müstakil bir kitapta işleyen ilk ilim adamıdır. Maslahatı makasıd ve vesail olarak ikiye ayırır ve bu konuda etraflı açıklamalar yapar. Makasıd da vesrul de derece derecedir ve birden fazla masiahat veya mefsedet arasında tercih yapma zorunluluğu olursa bu derecelendirme dikkate alınır. Vesile türü maslahatlar bazan işlevini kaybedebilir. Mesela emr-i bi'l-marfif ve nehy-i ani'l-münker şeklinde ifade edilen görevin ifasında şartlar dikkate alınmalıdır. Beklenen faydayı sağ
lamayacaksa bu görevin ifasında ısrarcı olmak yerine uygun ortamın doğmasıru beklemek veya doğması için yapılabilecek faaliyetler üzerinde değerlendirme yapmak gerekir. O, ilıtiyaç sıralamasında üçüncü derece için tahsiniyyat yerine tetimme ve tek- · milelerden bahseder. Ahirete ait masiahatlar ile teklifi hükümler arasında irtibat kurar ve onları tekllfi hükümlerdeki derecelendirmeye göre sıralar. Dünyaya ve ahirete ait maslahat ve hükümler ile ihtiyaçlar arasındaki sıkı ilişkiye dikkat çeker.
İbn Abdüsselam'ın nispeten dağınık görülen çalışmaları, talebesi Karafi tarafından bir ölçüde sistemleştirilecek ve bu ilmiffikrl birikim daha sonra Şatıb1 tarafından değerlendirilerek olgunlaştırılacaktır.