28-30 Mart 2003
Prof Dr. Mehmer. S. AYDIN * Prof. Dr. Abdullah AHSAN
prof. Dr. Ali MAZRU~ * Dr. Tallsin G O R G ~
prof. Dr. Zekeriya KUR$UN * Prof. Dr. Anis AkiMAD
Doc;. Dr. Al~mer KAVAS * Prof. Dr. Kamal HASSAN
D ~ . lnglnar KARLSSON * Prof. Dr. Abdumalik NYSANBAEV
yrd. DO?. Dr. Must& (~ZEL * DOG. Dr. ismail KARA
ENSAR NEŞRİY AT: 75 İSLAMi İLİMLER ARAŞTIRMA V AKFI
Milletlerarası Tartışmalı İlmi Toplantılar Dizisi: 9 Tartışmalı İlrni Toplantılar Dizisi: 41
Tebliğierin
Muhteva ve dil bakımından sorumluluğu tebliğ sahiplerine aittir
Yayma Hazırlayanlar: Dr. İsmail KURT
Seyit Ali TÜZ
Baskı:
Step Ajans Davut Paşa Cd.
Kale İş Merkezi, 224 0212 482 13 41
ISBN 975-6794-19:..4
EN SAR NEŞRİY AT TİCARET A.Ş. Süleymaniye Caddesi, 1 I Süleymaniye/İstanbul
e-mail: [email protected] Web site: www.ensar.org Tel-Faks: +90 (0212) 513 43 41-513 03 09-513 09 90
IX
MÜSLÜMAN GÖÇMENLER: İKİ KÜLTÜR ARASINDA KÖPRÜ Mü?•
Dr. Ingmar KARLSSON İsveç İstanbul Başkonsolosu
Samuel Hantington 1993 yılında The Journal of Foreign Affairs'de ilk ortaya çıktığında kayda değer oranda dikkatleri üzerine çeken "Medeniyetler Çatışması mı?" başlıklı bir makale yayınladı.
Samuel Hantington küresel siyasi sürecin yeni bir döneme girdiğini iddia etti. Soğuk savaşın sona ermesiyle, uluslarası siyasette Batı dönemi sona erdi ve odak noktası Batı ve Batı-dışı medeniyetlerin etkileşimine kaydı.
Hantigton'a göre medeniyetler çatışması farklı seviyelerde meydana gelmektedir. Dar ölçekte, kültürel gruplar coğrafyayı ve birbirlerini kontrol edebilmek için kültürel "fay hatları" boyunca zaman zaman şiddeti de içerek şekilde çatışıyorlar. Geniş ölçekte ise farklı kültürel bağlara sahip devletler nispeten daha askeri ve siyasi hakimiyet, uluslar arası kuruluşları kontrol ve üçüncü taraflar üzerinde güç sahibi olabilmek amacıyla çatışıyorlar.
Huntington'un iddiası ll Eylül olaylanndan ve Bin Larlin'in müteakip retoriğinden sonra inandıncılık kazanmış olabilir fakat gene de birkaç zaafnoktası bulunmaktadır.
Huntington dünya haritasında medeniyetlerin başladıkları ve sona erdikleri yerleri gösteren düz çizgiler çizmektedir. O İslam kültür bölgesinin Arap, Türk ve Malay altbölümleri olduğunu kabul etmektedir ancak her nedense Afrika'daki önemli Müslüman nüfusu göz ardı etmekte ve Endenozya' da Budizm ve mahalli kültürden kuvvetle etkilenmiş bir İsHim'la, Batı Afrika'da animizmden etkilenmiş bir İslam ve Arap yarımadasındaki bir İslam arasındaki büyük farklar konusunda bir
• Bu bildiri İngilizce aslından Doç. Dr. Recep Şentürk tarafindan Türkçe'ye tercüme edilmiştir.
262 XXI. YÜZYILDA İSLAM DÜNYASI ve TÜRKİYE
ip ucu bile verme konusunda başansızlığa düşmektedir. Huntington aynı şekilde kırk sene önce İslam birliği kavramının neredeyse olmadığı gerçeğini de göz ardı etmektedir. Gerçekten de İslam dünyası 661 'de dördüncü halifenin ölümüyle beraber sadece Sunni ve Şii sınılan ile değil başka sınırlada da bölünmüştür. Bundan dolayı, İslam bir magmadır-geçmişe hayranlık duyan hayalci kurtuluş do:ktr..nlerinden Türkiye'deki gibi seküler kültürel kimliğe kadar olduk-ça farklı kavram ve fikirleri içeren bir havuz.
Bundan dolayı ne dini ne de siyasi açıdan büyük harfle yazılan tek bir İslam dini vardır.
Bununla beraber Huntington yeşil bir uluslarası İslam resmi çizmektedir. Fakat açık bir kontrol stratejisi uygulayarak hakimiyet kurmak isteyen bütün organizasyonlar başansızlığa uğradı. Onun yerine, .teker teker devletlerin çıkarlan hakim oldu. İran devrimi en başından beri sadece Irak tarafından değil bütün Arap devletleri tarafından tehdit olarak görüldü. Bunun sonucu olarak, İran' dan yayılan yangını önlemek maksadıyla uluslarası bir Sunni birlik kurulması gerekiyordu. Ancak, sahip olduklan petrol kaynaklanna rağmen, Sunni krallar yeni bir dini/siyasi düzen kıırirıa konusunda ayetullahlar kadar başanlı olamadılar.
Böylece İslam tabir yerindeyse "millileşti." Benzer şekilde Arap devletleri Filistin milliyetçiliğinin önüne geçebilmek için kendi Filistin örgütlerini kurdurmaktadırlar. Bu gün maddi destek sağlayan devletin milli çıkarianna paralel olarak, çeşitli İslami organizasyonlarm Şii, Yelılıabi ve benzeri İslami akımiann propagandasını yaptıklarını görmekteyiz. Bundan dolayı, mesela Suudi Arabistan Afganistan'daki bütün Müslüman organizasyonlan İran'a karşı olmalan şartıyla destekledi. Benzer şekilde, Cezayir rejimi içerde FIS İslam teşkilatım ezmeğe çalışırken, Tunus'ta fundamentalist an-Nahda hareketini destekledi.
Hususi Mısırlı özellikleri ve İslam'dan daha eski bir Mısırlı kimliği sayesinde Sedat Arap-İslam toplumunun tesirini kınp İsrail'i tamyabilmişti. Benzer şekilde, Türkiye sırtım laikliğe dönüp Orta Asya ile ittifak kuracak değildir. Ancak Batı, AB kapısını kapatarak Türkleri seçim yapmaya zorlarsa durum farklı olur. Ankara ve İstanbul, Brüksel, Paris, Londra ve Berlin' e bakmaktadır, Aşkabad, Almaata veya Bişkek'e değil.
MÜSLÜMAN GÖÇMENLER 263
Böylece, İsla.m fundamentalizminin sınırları daha baştan çizilmiştir. Ayrıca, devletlerin aldığı stratejik kararlarla dahili kültürel muhalefet arasında bir paralellik yoktur. Topraklarında hiçbir Hıristiyan kilisesine müsaade etmeyen ABD'nin müttefıki Suudi Arabistan'da Hıristiyaniığa yapılan saldırılar çok barizdir. Buna karşılık sayısız Hıristiyan cemaati dini inançlarını hür bir şeJ.qlde Suriye ve Irak'ta uygulayabilmektedirler.
Huntington, Körfez savaşını "medeniyetler savaşı" diye tanımlamakla neredeyse Saddam'la yarı yolda buluşmaktadır. Aslında, başka
hiçbir çatışma devletin çıkarlarını bu kadar açık bir şekilde dine hakim olduğunu göstermemiştir. Saddam Kuveyt'e saldırısını başta dini söylemle meşrulaştırmadı-O bunu Suudi Arabistan, Türkiye, Mısır, Suriye, Amerika, Fransa ve Britanya askerlerinden oluşan bir ittifak tarafından geri çekilmeye zorlanınca yaptı. Suudi kraliyet ailesi, kafir Amerikan askerlerinin Kabe'yi savunmasının Kur'an'ın öğretileriyle çatışmadığını ilan eden bir fetvayı halka ilan eden dini otoriteleri bile harekete geçirmeyi başardı.
İran kendi vaktini bekliyordu ve bütün Amerikan karşıtı söylemlerine rağmen ayetullahlar için çalışan "Büyük Şeytan"a karşı değillerdi.
Bundan dolayı, Huntington'un makro düzeyde kültürler çatışması iddiası sağlam temele oturmamaktadır. Onun mikro düzeyde çatışmalar kültürel "fay hatları" boyunca olacaktır derken daha sağlam biz zeminde olduğu görünmektedir. Kafkasya'daki çatışmalar ve ondan da öte eski Yugoslavya'da önce Doğu ve Batı Roma imparatorluklan arasındaki daha sonra da Ortodoks ve Katalik kiliseleri arasındaki sınır çizgisini büyük ölçüde izleyen iç savaş bu tezi destekler mahiyette görünmektedir.
Aslında, bu iddialar bile yakından bir incelemeye dayanamaz. Medeniyetler devletleri kontrol etmez. Tam tersine, devletler medeniyetleri kontrol eder; onlar devletin çıkarı gerektiriyorsa müdahale eder ve kendi medeniyetlerini müdafaa ederler.
Kafkaslarda cephe hatları kültürel fay hatları ile örtüşmemektedir. Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki çatışmada İran aracı gibi davranmaya çalıştı ve Müslüman Azerilerden ziyade Hıristiyan Ermenileri destekleme eğilimi gösterdi.
264 XXI. YÜZYILDA İSLAMDÜNYASI ve TÜRKİYE
Bosna'da Sırplar İslaın'a karşı Hıristiyanlık için çarpıştıklarını iddia ettiler. Eski Yugoslavya'daki savaşların Doğu ve Batı Roma iınparatorluklarının sınırlarını izlediği ve Ortodoksluk ve Kataliklik ve Ortodoksluk, Kataliklik ve İslam arasında bir savaşa dönüştüğü bir gerçektir. Fakat bu öncelikle güçlerini bırakmamak isteyen komünist parti patronlarının kararlılığı ile birleşmiş Sırp milliyetçiliğinin sonucuydu. Büyük Sırhistan kurınak isteyen Sırp saldırısı öncelikle Slovanya ve Hırvatistan gibi Hıristiyan komşularına yönelikti. Bosna'da Müslümanlar seküler bir toplum düzeni için mücadele ederken Ortodoks Sırplar otistik (öğrenme kabiliyeti olmayan) milliyetçiler gibi hareket edip, İslam milliyetçiliğinin en aşırı savunucularına benzer bir dar kafalılık ve bağnazlık sergilediler. Hem Bosna'da hem Kosova'da "Batı ınedeniyeti"nin güçleri Müslümanların tarafını tutarak müdahale etti.
Bundan dolayı gerçek çatışma, medeniyetler arasında değil, IDedeniyetler içinde, Müslüman, Hıristiyan, Hindu, Budist ve Yahudilerin kendi içlerinde, modern ve ilerici bir bakış açısına sahip olanlarla orta çağ bakış açısına sahip olanlar arasındadır. Mesela Jerry Falwell Dünya Ticaret Merkezi'ne yapılan saldından sonra televizyondan dinleyicilerine Amerika'nın cezalandınlmayı hak ettiğini söylemiştir. Kürtaj yapanlar, homoseksüel haklarını savunanlar ve federal mahkemeler "Tanrıyı çıldırttı."
İslam ve Hıristiyanlık neredeyse 1400 yıl yan yana, daima komşu olarak, çoğu zaman rakip ve sık sık da düşınan olarak yaşamıştır. Aslında, onları aynı dine mensup ( co-religiorıist) olarak görmek bile mümkündür çünkü onlar aynı Yahudi, Helenistic ve Doğu mirasını paylaşırlar. Onlar aynı anda hem eski dostlar hem de miras kavgası yapan yakın düşınanlar olagelrnişlerdir; onları çatışmaları bilhassa ortak kökenlerinden dolayı özellikle acı olmuştur. Her iki taraf da birbirlerinden farklarından ziyade benzerlikleri sebebiyle bölünmüştür.
Bunun sonucu olarak, İslam kültürü bizim klişe ve önyargılarımızın ışığında göründüğü kadar yabancı değildir. Çok yaygın olan efsanelerden bir tanesi, Frankların yöneticisi Charles Martel'in 'Sarakin' lere karşı 732'de Poitier'de zafer kazanarak Batı'yı yok olmaktan kurtardığıdır. Sarakinler Pyrenees'e çekilmek zorunda bırakılınıştı ve oradan da neredeyse 800 yıldır bir Müslüman devletin geliştiği güney İspanya'ya döndüler. İslam'ın Avrupa kıtasındaki bu varlığı Batı medeniyetinin çökınesine yol açmadı, fakat İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik ara-
MÜSLÜMAN GÖÇMENLER 265
sında eşsiz ve müsmir bir kaynaşmaya yol açtı. Bunun sonucu olarak bilim, felsefe, kültür ve sanat alanlannda benzersiz bir gelişme yaşandı.
Orta Çağın sonunda, İslam ve Yahudilik Avrupa'nın şekillenmesine tesir eden unsurlardandı. Bunun sonucu olarak, günümüzde İslam A ~pa' da aynı anda hem bir yabancı, hem bir yerli ve -artan göç sebebiyle-yeni, bir unsurdur. Avrupa giderek artan bir şekilde -Müslüman İspanya'ya benzer şekilde-bir zamanlar 'enanciados' yani farklı kültürler arasında kimseye ait olmayan bir bölgede yaşan insanlar olarak isimlendirilen nüfusu barındırmaktadır. Şu anda Avrupa'da 20 milyon Müslüman vardır ve sayılan, süren göç sebebiyle, artmaya devam etmektedir. Tahminler 25 yılda 60 milyondan bahsetmektedir. Bu sebeple, Avrupa Birliği artık 'İslami Yeşil' ögesiz düşünülemez. Bundan dolayı, 'Avrupa Evi'ni, çok kültürlü Müslüman İspanya'nın sembolü olan Al-hamra modeline göre kurmanın mümkün olup olmadığı Avrupa'nın geleceği için belirleyici bir sorudur. !rkçılık, müsamahasızlık ve dar milliyetçilik bütün Avrupa'da, ilerde karşılaşacağıınızia mukayese edildiğinde önemsiz olan göçün seviyesinden dolayı güç kazandı. Bu problemler şu anda o kadar ciddi hale geldi ki ancak müşterek bir Avrupalı girişim ve tutarlı bir göçmen ve mülteci politikası sayesinde çözülebilir. Yüzleşmememiz gereken bazı soruları var.
Avrupa ülkeleri Avrupalı dışından göçe, mülteciler de dahil olmak üzere, ne kadar açık olmalıdırlar?
Göçmenlerin kimliklerindeki hangi din, kültür ve dil unsurları geliştirilmeli, hangilerine müsamaha edilmeli veya karşı çıkılmalı? Çok kültürlülük prestijli bir kavram haline geldi ancak onun kızların sünnetine müsamaha edilmesinden, okullarda kızların başörtüsüne müsaade etmeye, ana dilde eğitime ve çok kültürlü müfredata kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır.
Başarılı bir entegrasyonun önemli şartlarından biri bizim İslam'ın çeşitliliği ve Müslüman göçünün değişken doğası hakkında bilgimizi artırmamızdır. Günümüzde kızıl tehlike ortadan kaybolunca, onun yeşil Müslüman tehdit ile yer değiştirdiğine inanmamız sık sık ısrarla tavsiye edilmektedir. Bu imajın Batı'nın müreffeh sisteminin merkezlerini İslam'ın yeşil bayraklan altında bir elde silah bir elde Kur'an yakıp yıkınağa hazırlanan yeknesak fanatik Müslüman yığınları tasvir eden bir senaryo ile Avrupa birliği hissini desteklemek için kullanılması riski açıkça ortadadır.
266 XXI. YÜZYILDA İSLAM DÜNYASI ve TÜRKİYE
Fakat Avrupa'daki Müslümanlar özelliksiz Üçüncü Dünya gürubu olmayıp toplumdaki her sınıftan ve değişik derecede dindarlık sahibi insanlardan oluşmaktadır. Çoğunluğun dinle gevşek bir ilişkisi vardır ve sadece bir azınlık dini ve siyasi cemaatin düzenli üyesidir.
Bunun sonucu olarak, Avrupa şu anda Müslüman fundemantalistlerin beşinci kolunun göçü tehdidi ile karşı karşıya değildir. Aksine, İslam'ın iç çatlaklan gurbette de açıkça görülmektedir. Avrupa'daki Müslümanlar sadece farklı dil, kültür ve deri renkleri ile birbirinden aynlmamaktadır, fakat aynı zamanda İslam'ın muhtelif mezhep ve kollan Müslümaniann kalplerini kazanmak için rekabet halindedir. Bundan da öte, mesela Türk ve Kürt göçmenler arasındaki siyasi zıtlıklan da göz önünde bulundurmamız gerekmektedir. Şu anda Müslüman göçmenlerin karşı karşıya bulunduğu belki de en büyük problem kendi farklılıklannın çoğu zaman davalannı savunacak ortak bir sözcü veya temsilci kuruluştan yoksun olmalan manasma gelmesidir.
Müslüman göçmen gruplann entegrasyonunu sağlamak için hazırlanmış bir si yasa aşağıdaki ön gereksinimiere dayanmak zorundadır:
1. Halen bir çok Batı Avrupa ülkesinde büyük Müslüman göçmen topluluklan var. Bu topluluklar sadece genişlemekle kalmayacak fakat aynı zamanda giderek artan sayıda Müslüman vatandaşlık hakkı elde ettikçe ve yeni ülkelerinde oy kullanma hakkı kazandıkça daha fazla siyasi tesir gücü kazanmayı isteyeceklerdir.
2. Daha önceki gruplar gibi Müslümanlarm entegrasyonu o kadar kolay olmadığı gibi Müslümanlar entegre olmayı da o kadar çok arzu etmemektedirler. Müslüman kimliği Müslümanlan halen yaşadığı toplumlarda normal kabul edilenlerden farklı adet ve gelenekler içermektedir. Yerli halkın sahip olduğu haklara ilaveten özel haklar ve statü talepleri yapılabilir. Bir çok durumda, bu talepleri karşılamak sadece zor olmakla kalmayacak hatta imkant>ız olacaktır ve bu gerilim yaratacaktır.
Kendi ülkelerindeki hoş olmayan siyasi antidemokratik eğilimler Müslüman göçmenler tarafından yeni ülkelerine taşınmak istenebilir. Hem hükümetler hem de muhtelif cemaatler kendi maksadanna ulaşabilmek için göçmenleri kullanmaya çalışacaktır.
Bu etkenler ışığında Müslüman göçmenleri entegre etmenin en güzel yolu nedir?
MÜSLÜMAN GÖÇMENLER 267
Yahudi ve Hıristiyanlar "ehl-i kitap" kabul edilse bile, Hindistan gibi bazı istisnalar dışında İslam tarihte daima egemen ve hakim konumda olmuştur. Avrupa'da Müslümanlar bir azınlık olarak yaşamayı öğrenmeli; Avrupa toplumunun temel rükünlerini yani farklı dini ve siyasi bakış açısına sahip insanlara müsamaha özelliğini taşıyan çoğulcu ve seküler toplum düzenini kabul etmelidirler.
Amaç kendi kültürel ve dini kimliklerini muhafaza etmek isteyenleri hesaba katıp ve onlara saygı gösterip, aynı zamanda kendi değerlerimize de saygı göstererek, en kısa zamanda entegrasyon olmalıdır. Bununla beraber, özel dini vasıflan dikkate almak hiç bir zaman öğrencileri eğitimleri esnasında ebeveynleri için uygun olmayan konularda mazur görmeye uzanmamalıdır.
Müslümaniann çoğu kendilerinin yeni vatanlanndaki kanun ve düzenlemelere uymaktadırlar. Ancak bu arzu bir çok yerde tavizsiz "saf' bir İslam'ı tercih eden organizasyonlarm dışardan talepleriyle zayıflatılmaktadır. Bunun sonucu olarak, biz Kaplan'ın Almanya'da "hilafet devleti" veya Sıddiki'nin İngiltere'de ayn bir Müslüman parlamento kurması girişimlerine müsaade etmemeliyiz.
Avrupa'daki sürgün hayatlanın kendi vatanıanna veya dahili tartışmalara karşı kanun dışı faaliyeter yapmak için kullanmak isteyen siyasi ve dini fanatiklerle muamelernizde çok fazla müsamahalı olmamalıyız. Hiç bir şart altında totaliter görüş ve fıkirlere müsamaha edilmemelidir. Bir yandan bir din olarak İslam'a anlayış gösterirken ve onun şartlannın yerine getirilmesi için gerekli ortamı imkan nispetinde mutlaka hazırlarken diğer yandan kendi kanunianınıza uyma konusunda sağlam bir duruş sergilemeliyiz.
Aynı zamanda, bütün dini ifadelere fundemantalizmin veya bizim toplumumuza entegre olmayı veya adapte olmayı istememenin işareti olarak bakmaya karşı dikkatli olmalıyız. Göçmenler arasında İslamlaşma süreci sadece çoğulcu toplumun ve demokratik devletin değerleri ile çatışırsa tehlikeli olabilir. İslam ülkelerinden bir çok göçmen için din ve genel bir dindarlık hissi, yaşadıklan köksüzlük hissine karşı bir çözüm yoludur. Bundan dolayı din, her zaman içinde yaşadıkları yeni topluma karşı bir protesto olmak yerine, onlann kendi kültür arkaplanlarından bir kopuşun yan ürünü olabilir. Bu sebeple daha fazla ·dindarlık sekülerleşrniş bir Avrupa çevresine karşı duyulan şüphe ve müsamahasızlıkla aynı olmayıp, aksine müsamahayı ve dolayısıyla entegrasyonu teşvik eden bir iç huzur yaratır.
268 XXI. YÜZYILDA İSLAM DÜNYASI ve TÜRKİYE
Avrupa ve Hıristiyanlığa karşı nefret yaymaya kendilerini adamış kişilere ve Danimarka' da Hizbüttahrir' in yaptığı gibi bizim çoğulcu toplumumuzu suiistimal edenlerle karşı sert muamele gösterilmeli ve dışlanmalıdırlar. Ancak, aynı zamanda biz radikal Müslüman gruplara Batı dünyasına içten saldırmak için genel bir kampanya olarak da bakmamalıyız. Sadece yüzde altı oranında Arap Müslüman'ın Fransa'da düzenli olarak camiye gittiği ve İsveç'deki 60-70.000 Müslüman'dan dinini tatbik edenlerden yalnızca bir kaçının fundemantalist olduğu açıkça bilinmektedir. Büyük çoğunluk söz konusu olduğunda, dinlerinin kültürel ve kimlik destekleyici yönleri en önemli etkenlerdir.
Sadece depolitize olmuş ve liberal bir İslam Avrupa'ya entegre olabilir ve böyle bir entegrasyon sadece ekonomik ve sosyal entegrasyon ile eşzamanlı olursa mümkündür. Böyle bir gelişmenin ön şartlarından biri kontrollü göç ve Avrupa'da liberal bir İslam toplumu yaratmak için düzenlenmiş ortak bir Avrupa göç siyaseti dir. Bu gerçekleşecekse, entegre olmak isteyenler hoş karşılandıklarını ve buraya ait olduklarını hissetmek zorundadırlar. "Ben nereye aitim?" hissi, "siz ne buraya ne de asli vatanınızdaki bozuk ve ahlaken çökmüş hükümete aidiyetiniz var; her ikisine karşı da mücadele etmelisiniz" bayrağı altında dini bir getto yaratmak ve sömürmek isteyen fundemantalistlerin en önde gelen beslendikleri zemindir.
Eğer Müslüman göçmenler aidiyet hissedebileceklerse, aşağıdakiler mutlaka şarttır:
1. İslam'a "yerli" bir din olarak bakılınalı ve saygı gösterilmelidir. Bir Müslüman'ın bir Pentekostal kardeşler üyesi veya bir Yahudi kadar iyi bir İsveçli olamayacağını, kiliselerin Halep, Şam, Musul ve Kahire'nin daima tabii bir boyutu olduğu gibi camiierin de İsveç şehirlerinin tabii bir boyutu olamayacağını gösteren hiç bir şey yoktur.
2. İslam dini eğitimi bizim okullarımızia hem geliştirilmeli hem de zorunlu hale getirilmeli. Demonic (şeytan gibi gösterme) etkeni karşılıklı olarak ortadan kaldınlmalıdır. Cehalet önyargı ve nefreti beslemektedir. Bunun sonucu olarak medya da halen aktardığı aşın derecede basitleştirilmiş ve basmakalıp İslam imajını düzeltmelidir.
3. Toplum sadece göçmenlere düşman aşırı mahalli grupların değil aynı zamanda aşın Müslüman grupların baskısı ve tehdidi altında olup ta Avrupa toplumuna entegre olmak isteyen herkese korumalı dır.
MÜSLÜMAN GÖÇMENLER 269
4. Göçmenlere kendi düşünce ve arzularını ifade etme imkanı verilmelidir.
5. Biz kalkınma için yardımlaşmaya, göç baskısını azaltmaya ve göçü siyasi ve beşeri açıdan daha kolay idare edilebilir hale getirmeye yönelik dış politikalar takip etmeliyiz.
Giderek gelişen bir Müslüman nüfusun varlığıyla Avrupa 'nın geleceği ve açık bir Avrupa kimliği özeleŞtiri, daimi ve açık diyalog ve farklılığa saygı üzerine kurulmalıdır.
Müslümanların Avrupa'nın inşasına olumlu bir katkıda bulunabileceğini anlamak zorundayız. Onları varlığı bir problem olarak değil bir zenginlik kaynağı olarak görülmelidir.
Müslümanların kendileri de Avrupa'da yetişen nesillerine bir yandan kendi kültürel geçmişlerine dair bilgi verirken diğer yandan onlan sosyal olarak Avrupa'ya entegre etmek için çalışmalıdırlar. Müslüman toplumlar birbiriyle yardımlaşmalı ve birbirleriyle Avrupa toprağında dini ve siyasi sebeplerden dolayı çatışmaktan kaçınmalıdırlar.
Bunun sonucu olarak "yerli" bir Müslüman liderliği ortaya çıkmak zorunda kalacaktır. Bu durum İslam'ın yabancı ve tehlikeli bir kült olarak görülmesini ortadan kaldıracaktır. Bu yerli liderlik sadece Avrupa'da doğan Müslümanlardan değil aynı zamanda yerli mühtedilerden de oluşacaktır.
Siyasi ayrımcılık, Müslümanlar eşit haklar istedikleri zaman, siyasi vasıtalarla değiştirilebilecek sosyal politikaların sonucu olarak görülmeli, "İslam'a saldırı" olarak görülmemelidir. Müslüman toplumlar kendi mesuliyetlerini üstlenmeli ve hem kendi cemaatleriyle hem de Avrupalı çevre ile diyaloga girerek "biz onlara karşı" gibi basit tasavvurlan bir kenara bırakmalıdırlar. Müslüman cemaatler kendilerini etrafa kapatıp izole olmuş azınlıklar haline gelmemelidirler. Böyle bir politika sadece "Batı'ya ne kadar karşıysanız o kadar iyi Müslümansı-nız" diyen aşırı grupların işine yarar. ·
Müslümanlar aynı zamanda kendi meşru haklarını elde etmeleri için zorunlu bir adım olan vatandaşlık eğitimine ve sivil katılıma önem vermeli ve değer atfetmelidir.
Tarihte ilk defa Müslümanlar seküler bir toplumda azınlık olarak yaşamaktadırlar. Geleneksel İslam teolojisi dünyayı iki bölgeye ayırmaktadır: dam'I-İslam ve daru'l-harb. Bu dünya görüşü Müslümanların
270 XXL YÜZYILDA İSLAM DÜNYASI ve TüRKİYE
gayrı Müslim topraklarda dinlerini yaşamalarının asla mümkün olmadığını ve bundan dolayı oralara yerleşmemelen gerektiğini varsayar.
Bundan dolayı hayati bir soru da Avrupa'daki Müslümanların yaşadıkları ülkelerdeki milli hukuk sistemlerine nasıl bakacaklandır.
Şu ana kadar İslam hukuk uzmanlan bu sorulara ayrıntılı ve kapsamlı cevaplar vermiş değiller ancak İslam dünyasından ulema ile Avrupa'da yaşayan entelektüeller arasındaki tartışmalardan bazı temel ilkeler ortaya çıktı:
*Bir Müslüman Avrupa'da kendisini yaşadığı ülke ile sosyal ve ahlaki ilişki içinde gönneli ve o ülkenin kanunianna saygılı olmalı.
*Avrupalı seküler hukuk sistemi Müslümanların dinlerinin temel ilkelerini uygulamalanna müsaade etmeli.
* Daru'l-harb kavramı Kur'an'dan alınmamıştır ve Sünnetin de bir parçası değildir; bu yüzden devri geçmiş bir kavram olarak görülmelidir.
Müslümanların dinlerinin ilkelerine göre yaşayabildikleri herhangi bir yer manasma gelen yeni bir kavram olan Daru'ş-şehade (şehadet yurdu) gibi taze fikirlerin ortaya çıkması şarttır.
Fundemantalist Müslüman Kardeşler hareketinin kurucusu Hasan el-Benna'nın torunu ve bu yeni düşüncenin en önde gelen sözcülerinden biri olan Tank Ramazan şöyle söylemiştir: "Bir Müslüman olarak ben ernniyette olduğum ve hukukun benim vicdan ve ibadet hürriyetimi koruduğu her yerde vatanımda olabilirim. Bu yeni çevrede benim vazifem inancıma şehadet etmektir."
Şu anda genç Müslümanlar Kur'an'ın metnine dönüp kendilerine şöyle soruyorlar: "Benim anne babamın yaptıklan gerçekten inancımm bir parçası mıdır yoksa onların kültürel geleneklerinin bir parçası mıdır?" Kültürel çevre değişince yorumlar da zorunlu olarak değişecektir. Somut bir örnek, Avrupa'daki genç Müslüman kadınların görücü usulü evlenıneye karşı çıkmalandır.
Camiierin ve din eğitimin yaygınlaşması ile tamamen dini problemler giderek azalmaktadır. Bunun yerine, genç insanlar istihdam, iş pazarında eşitlik, siyasi temsil ve okullarda Müslüman dini ve tarihinin nasıl öğretildiği gibi sosyal ve siyasi meselelerle ilgilenmektedirler. Müslümanlar bu konularda kendi seslerini giderek daha fazla duyura-
MÜSLÜMAN GÖÇMENLER 271
caklardır. Onlar mahalli, milli ve Avrupa seviyesinde hükümette yer almak istemektedirler.
Şu anda genç Müslümanlar kabul edilme, kimlik ve hayatta. kalabilmek için harekete geçiyorlar. Onlar genellikle kendilerini uluslar arsı ve geleneksel bağlardan uzak tutarak İsHim'ın Avrupalı yüzü olmak istemektedirler. Onlar sadece Avrupa'da doğmuş olmayıp, bazıları
farklı dinlerden ebeveynlerin çocuklarıdır ve bu yüzden hem İslami hem de Hıristiyan hayat tarzını bilmektedir ler. Onlar Avrupa devletlerinin orada doğmuş vatandaşlarıdır ve dillerini konuşmaktadırlar.
Onlar etrafındakilerle paylaştıkları evrensel değerleri yerleştirebilmek için İslam'ı kullanmaktadırlar. Kendi kimliklerini Müslüman olarak tanımlamak toplumun geri kalan kısmıyla bir etkileşim yoludur.
Sosyolojik değişimle beraber, ideolojik bir değişim de olacaktır. İslam'da hukuk ve ahlak aynıdır. Eğer ahlakı değiştirirsen hukuku da değiştirmiş olursun. içtihat vasıtasıyla İslam'ın yeni bir yorumu ortaya çıkacaktır. Avrupalı Müslümanların entegrasyonu pluralizm, tolerans, din ve kilisenin ayrılması, demokratik sivil toplum ve bireysel insan hakları gibi temel Batılı siyasi değerleri kabul eden İsHim formunun benimsenmesine bağlıdır.
Bu gün zaten Alman, Fransız, İngiliz, İsveç, Hollandalı, Danimarkalı ve benzeri bir çok Avrupalı Müslüman kimliğin yaratıldığına ve ortaya çıktığına şahit olmaktayız. İşviçreli Müslümanlada yapılan mülakatlar göstermektedir ki onlar giderek artan bir şekilde kendilerinin İsveç'deki mevcudiyetleri, rolleri ve gelecekleri üzerinde odaklanmaktadırlar. Müslümanlar olarak gelecekte nasıl bir çok kültürlü İsveç istemekteyiz? Müslümanların uzun vadede kültürel, etnik ve dini bir grup olarak İsveç'te yaşıımasını garanti altına almak için nasıl bir çok kültürlü devlet gerekmektedir ve biz Müslümanlar olarak bunu ortaya çıkarabilmek için neler yapabiliriz?
Onlar böylece çağdaş Avrupa hayatının gerçekleri ile İslam'ın beş şartı, sosyal adalet ve Allah'ın emrine itaat gibi temel ilkeleri arasında uyumu amaçlayan yeni bir İslam oluşturmak istemektedirler.
Bu yeni nesil için "Avrupa islamı" (Euroİsliim) sonunda her halükarda kaybedilecek bir oyun değildir. Onlar Avrupalı olmakla aynı zamanda Müslüman olmak arasında bir tezat görmemektedirler. İsveç Müslüman Gençlik Birliğinin bir raporunda şunları okuyabilirsiniz: "Genç Müslümanların amacı farklılıkları kabul etmek, anlamak ve saygı
272 XXI. YÜZYILDA İSLAM DÜNYASI ve TÜRKİYE
duymak yanında ortak değerleri ve amaçları da anlamak ve onları uygulamaya çalışmaktır. Genç Müslümanlar Avrupa ile Müslüman ülkeler arasında bir köprü oluşturmalıdırlar."
'Avrupa İsHim'ı böylece genç Müslümanlara bir yandan miras aldıklan gelenekiere saygı gösterirken diğer yandan ebeveynlerinden daha farklı bir dünyada yaşama yolu sağlayacaktır. Bu onlara aynı zamanda, İkarnetlerini muvakkat olarak gören ve bu nedenle dinlerini sadece özel olarak ifade etmekle yetinen anne babalanndan farklı olarak, dinlerini daha açık bir şe~ilde tatbik etme özgüveni de verecektir. Yeni nesil Avrupa'yı kendi evi olarak görmektedir ve açıkça ibadet etmemek için hiç bir sebep görmemektedir.
Eğer göçmenler böyle entegre edilirse, onlar kendi asıl ülkeleri ile Avrupa arasında köprü olabilirler. O zaman Avrupalı Müslümanlar (Euromuslims) bir örnek teşkil edecektir~ Bu durum İs Him cemaatleri, onların esas ülkeleri ve yeni vatanları arasında, bir çok insan gurbette yaşarken bile kökenieri ile yakın irtibatı sürdürmeye devam edeceğinden, üç taraflı son derece faydalı bir ilişki geliştirmeyi mümkün kılacaktır.